ANAHTAR (2.KİTAP) -3-

11. bölüm

Ares’in sıcaklığı ondan ayrılınca tüm hücreleri isyan etti. Ares baştan çıkarıcı gülümsemesi yüzünde ışıldarken parmağını boyun çukurunda gezdirdi.
‘’Senden izin almadan kolyeni çıkarttım.’’ dedi tepkisine bakmak için gözlerini gözlerine dikti. ‘’Umarım kızmazsın.’’
Dünya bir an anlayamadı. Tüm dikkati Ares’in parmağındaydı, tenini okşarken tüm sinirleri alarma geçmişti. ‘Hangi kolye’ diyecekti ki aklına geldi. Gümüş kolyeyi çıkartmıştı, dudağını ısırdı.
‘’Adonis, biliyor, hafızasını sildiğini anladı.’’
Ares’in parmakları durakladı.
‘’Sen mi söyledin?’’
Başını salladı.
‘’Hayır, kendi kendine fark etti.’’
Ares üzerinden kalktı ve yataktan doğruldu.
‘’Bana çok sinirli olmalı.’’ diye mırıldandı.
Dünya cevaplarken uzandığı yataktan kalktı.
‘’Sanırım.’’ dedi. ‘’Duyguları çok karışık, sebebini merak ediyor. Aslında ben de merak ediyorum.’’
Ares dolabına yürürken söylendi.
‘’Kısırdöngü... Onun hafızasını silince üçümüze de yardım edeceğimi düşünmüştüm. Bunda da çuvalladım.’’ Dolabın kapağını hırsla açtı. Kısık sesle ekledi. ‘’Zeus’un dediği doğru galiba, var bende bir şey.’’
Dolaptan kot pantolon ve gömlek çıkarttı. Sandalyenin üstüne atıp Dünya’ya döndü.
‘’Benimle birlikte bir kahvaltıya ne dersin?’’
Anlamsızca adama baktı.
‘’Ares!’’ dedi. ‘’Sana Adonis’in kızgın olabileceğini söylüyorum, sen kahvaltıya gitmemizi öneriyorsun.’’
Ares elini midesine götürdü.
‘’Acıktım.’’ dedi basitçe. ‘’Dün sabahtan beri hiçbir şey yemedim.’’
Dünya dudaklarını sıkıp ofladı. Ares bıkkınca başını yana eğdi.
‘’Adonis, beş senedir bana zaten öfkeli, hafızasını sildiğim için son bir senedir rahattım. O yüzden onun öfkesi beni telaşlandırmıyor.’’ Dedi ve ekledi. ‘’Umarım beni korumak için ona yakın olmaya çalışmazsın.’’
Dünya kaşlarını çattı.
‘’Saçmalama, neden öyle bir şey yapayım?’’
Ares kollarını kenetleyip başını dikleştirdi.
‘’Bilmem, nedense aklıma geldi.’’ dedi. ‘’Sakın böyle bir şey yapma ve haberim olmadan kendince planlar yapma.’’
Dünya canı sıkılarak adama baktı.
‘’Karnın açken çekilmez biri oluyorsun.’’
Ares, Dünya’yı süzerken yüzünde çapkın bir gülüş belirdi.
‘’Açlığımı tahmin bile edemezsin.’’ diye mırıldandı.
Dünya’nın midesi tuhaf bir hisle kasıldı. Ares’in öylesine sarf ettiği tek bir cümlenin onda yarattığı duygu fırtınasına inanamayarak adama baktı kaldı. Öpücük ve dokunuşlarının hatırası henüz tazeyken bu çift anlamlı cümle, içini titretmişti. Kekeleyerek konuştu.
‘’Zaman sorunu olduğunu söylemiştin ayrıca anlaşmamızı da unutma.’’
Ares kollarını çözdü.
‘’Ne anlaşması, o çoktan tarih oldu.’’
Dünya kibirli bir tavırla başını dikleştirdi.
‘’Hayır, beyefendi, tarih filan olmadı. Nişanlı olman bir yana evli olduğunu öğrendim, bence anlaşma hala sürüyor.’’ Ares’in yüzü asıldı. ‘’Az önceki durum bir istisnaydı. O kadınlardan kurtulana kadar aç kalmaya devam edeceksin.’’
‘’Su içebilir miyim?’’ dedi masum bir yüzle.
Dünya omzunu silkti.
‘’Kimin elinden içtiğine dikkat et, sadece.’’ Dedi ve kapıya doğru yürüdü. ‘’Kahvaltıyı hazırlaman için on dakikan var. Ben duş alıp üstümü değiştiriyorum, mutfakta buluşuruz.’’
‘’Kahvaltı hazırlamak mı? Ben mi? Nasıl?’’
Ares’in söylenmesine aldırmadan kapıya yaklaştı ve kapı açılırken koridora adımladı.
‘’Doğaçlama yap, tatlım, bunda gayet başarılısın.’’
İçinde hem huzur hem de hüznü aynı anda hissediyordu. Kendi katına indi, kahvaltı buluşmasını düşündükçe kalbi delice çarpıyordu. Hızlı adımlarla odasına doğru ilerledi. Tüm pisliğinden kurtulup temiz bir kıyafet giymeyi ve hemen mutfağa gitmeyi düşünüyordu. Adonis’in odasından çıkan Afrodit’i görünce yavaşladı. Afrodit kapıyı kapatıp Dünya’nın yaklaşmasını bekledi. Sarı saçlarını toplamıştı, büyük mavi gözleri dikkatle Dünya’yı süzüyordu. Mermer kusursuzluğundaki tenini süsleyen kırmızı dudakları, hoşnutsuz bir tavırla kıvrıldı. Üzerinde straplez bir elbise vardı, ince topuklarını yere vurarak kollarını kenetledi.
‘’Nereden geliyorsun?’’
‘’Gizli bir görevden,’’ diye cevap verdi Dünya. ‘’Sana anlatamam.’’
Afrodit onu süzmeye devam etti. Dünya’nın bileğindeki kesikleri görünce tek kaşı yukarıya havalandı.
‘’Hangi boyuttaydın?’’
Dünya hangi boyutta olduğunu söylerse kadının ne tepki vereceğini tahmin etti, kesin çıldırırdı. Yüzüne karşı sırıttı.
‘’Boyutun adını nerden bileyim.’’
Afrodit kollarını çözdü ve koridorun ortasına dikildi. Konuşmayı sürdürmek istediği belliydi.
‘’Ares yanında mıydı?’’
O sırada Adonis’in kapısı açıldı. Açılan kapının arasından çıkan Adonis, Afrodit’e söylendi.
‘’Yine kimle tartışıyorsun?’’ dedi ve Dünya’yı fark etti. ‘’Dünya?’’
‘’Selam Adonis!’’
Adonis koridora çıktı.
‘’Sen nerelerdeydin, meraktan öldüm. Tüm gece odanda değildin.’’
Kollarını kenetledi.
‘’Odamda olmadığımı nerden biliyorsun? Kontrol mü ettin?’’
Adonis sıkıntıyla Afrodit’e baktı ve kadının hoşnut bakışı karşısında Dünya’ya döndü.
‘’Sana bir şey olmasından korktum.’’ Dedi Adonis, izinsiz odasına girmesine bahane olarak.
‘’Tahmin edeyim bu fikri aklına Afrodit sokmuştur.’’ Dedi Dünya, kadına olan kini iyice kabarmıştı. Ares’in nişanlısıydı ve aşk tanrıçası Afrodit’ti… Kadından nefret etmesi için gereken tüm bileşimler tamamdı.
Adonis gergin bir sesle konuşunca gaf yaptığını anladı.
‘’Afrodit’in benim yerime düşünmesine gerek yok. Asıl senin için endişelenen de kabahat!’’
Sözlerinin anlamını o anda kavrayarak adama döndü. Adonis sinirle ona baktı ve kapıya dönüp odasına girdi. Kan dokulu kapı adamın ardından kapanmasıyla Dünya’nın omuzları düştü. Yaptığı gafı düzeltmek için geç kalmıştı.
Afrodit üzerine doğru yürüdü, gözleri kısılmıştı ve en az onun kadar nefret doluydu.
‘’Onları, bir daha karşı karşıya getirirsen seni ben cezalandırırım ölümlü. Ares sayesinde hala hayattasın ama insafımın sonuna geldin.’’
‘’Kavga etmelerini bende istemiyorum.’’ dedi Dünya.
Afrodit’in yüzü gerildi.
‘’O halde üzerinde Ares’in kokusu varken karşımıza çıkma!’’ diye homurdandı.
Afrodit doğrulup hızlı adımlarla koridorda yürümeye başladı ve ardından bir ışık çakmasıyla ortadan kayboldu. Dünya altüst odasına yollandı. Sıkıntıyla yatağının üstüne çöktü. Önceki hayatı boşluktu ama hiç değilse varlığı kimseye zarar vermiyordu. Peki, neden herkes onu bir şeyler için suçluyordu? Ares ile Adonis arasında olanları deli gibi merak etmeye başlamıştı. Afrodit’in sözlerinden anladığı kadarıyla geçmişte ikisi, onun yüzünden kavga etmiş olmalıydı. Belki de Ares, Adonis’in hafızasını silerek bu kavgaya son vermek istemişti. Bu hikâyede mantıksız olan bir şeyler vardı. Dünya, nasıl olurda iki adamı birbirine düşürecek kadar düşüncesizce davranırdı?
Hafızasını zorlamanın faydası yoktu. Yaşananlar beyninde kapalı kapılar ardında kalmıştı ve açabilecek kadar yetenekli bir anahtar olduğunu sanmıyordu. Ayağa kalktı ve banyoya doğru yürüdü.
Kısa bir duş aldı ve saçlarını tepesinde sıkıca topladı. İplerden dolayı ensesinde de hafif bir kızarıklık vardı. Bir süre dikkatli ve meraklı gözlerden saklaması gerekecekti. Saatinin yanındaki kolyesini boynuna taktı, ait olduğu yere. Bir daha çıkartmayacaktı. Banyodan çıktı ve dolabından bir çift kıyafet aldı. Boyunlu bir trikoyu üstüne geçirdi, kolsuz, ince, yünlü bir bluzdu. Altına da dar ama rahat bir kot giydi, koyu renk kıyafetler onu daha zayıf göstermişti. Bütün bu kıyafetlerin nereden geldiğini ve banyoya bıraktığı kirlilerin nereye kaybolduğunu merak etti. Hiçbir yerde hizmetli görmemişti. Olimpos’ta yaşam çok kolaydı. Ayağına kısa botlarını geçirdikten sonra acıkan midesini susturmak için mutfağa yollandı.
Mutfakta sadece Ares’i bulacağını düşünüyordu ama kalabalığı görünce kapının önünde dikilip kaldı. Masanın başına Artemis, Eros, Athena, Apollon, Hermes kurulmuştu ve ocağın başında da derbeder durumdaki Ares vardı. Afrodit ocağın yanındaki tezgâha oturmuş Ares’in haliyle dalga geçenleri azarlıyordu.
‘’İlk defa yapıyor biraz hoşgörün.’’
Apollon güldü.
‘’Son defa olacağına eminim, hadisene ya, açlıktan kuruduk.’’
‘’Sen onun altını yaktın mı yahu?’’ dedi Artemis.
Eros araya girdi.
‘’Hena, omlete yumurta koymak gerekmiyor muydu?’’
Athena neşeyle cevapladı.
‘’Bu Ares stili, yumurtasız ilk omlet!’’
Ares elinde kaşıkla dalga geçenlere döndü.
‘’Peynirin erimesini bekliyorum, tamam mı?’’
‘’Erimek mi, zavallı peynir süt kıvamına geldi.’’ diyen Apollon’un şakasına karşılık Ares elindeki uzun kaşığı kılıç gibi uzattı ve tehditkâr bir ifadeyle havayı kesti.
Apollon ellerini kaldırarak şakadan teslim olunca Ares güldü ve önünü döndü. Ocağın üstünde cızırdayan tavanın halini görünce yüzünü astı ve dudağını büktü.
‘’Peynir kızartması isteyen var mı?’’ diye mırıldandı. ‘’Sanırım bu yandı.’’
Arkası Dünya’ya dönüktü, henüz kimse onu fark etmemişti. Afrodit dışında…
Ölümsüzler, Ares’in sözlerine kahkahalarla gülerken Afrodit, gömleğinin yakasından tutup adamı kendine çekti. Dudaklarına masum olmayan bir öpücük kondurup tepki veremeyen adama gülümsedi.
‘’Aldırma onlara aşkım.’’
Ares ifadesizce ocaktaki tavaya döndü. Afrodit ise yaptığı gösteriden hoşnut, Dünya’ya doğru kısa fakat anlamlı bir bakış attı. Dünya’nın canı yanıyordu. Apollon’un sesiyle anca kendine geldi.
‘’Hey, Ares, yer değiştirmeye ne dersin. Siz orada koklaşırken bir burada masayı yemeye başladık da.’’
Dünya, arkasını dönüp mutfaktan uzaklaşırken Ares’in sesini duydu.
‘’Hayır, kahvaltıyı ben hazırlayacağım.’’
Nereye gideceğini bilmiyordu. Kollarını kendine sardı ve yürümeye devam etti. İç içe geçmiş koridorların sonrasında kendini en alt katta buldu. Bahçeye açılan kapı tam önündeydi. Duraklamadan kapıya yürüdü ve açtı. Kilitli olacağını düşünmüştü, ne de olsa giriş kapısıydı. Kapı öylesine açılınca dengesizce arkaya sendeledi, neyse ki düşmeden doğrulmayı başardı. Dışarı çıktı.
Yaptığı gürültü yüzünden kapıya dönen Adonis’i görünce tereddütle dikildi. Adonis, basamaklara oturmuştu, üzgün bir yüzle ona baktı ve başını öne çevirdi. Dünya omuzları düşük, adamın yanına gitti.
‘’Oturabilir miyim?’’
Adonis omzunu silkti.
‘’Keyfin bilir!’’
Dünya, Adonis’in yanındaki basamağa oturdu. Sessizce bir süre ölü bahçeyi seyrettiler. Tepelerindeki parlak güneş bile bahçeye canlılık veremiyordu. Işığını boğan bir pus tabakası vardı.
‘’Bahçeye bakım yaptırmayı hiç düşünmüyor musunuz?’’
Adonis yan gözle ona baktı.
‘’Fayda etmez ki, bahçe sadece bir haftalığına canlanır, lanetlendi.’’
‘’Lanet mi?’’ dedi Dünya. ‘’İnsanların lanetlendiğini öğrendim ama burası bir bahçe, nasıl lanetlenebilir ki?’’
Adonis lacivert gözlerini bahçenin üzerinde gezdirdi. Teni gün ışığıyla hoş bir ışıltıya bürünmüştü. Düzgün yüz hatları, buruk bir ifadeyle gergin olsa da, göz kamaştıracak kadar yakışıklıydı.
‘’Sana hikâyemi anlatmıştım, bahçenin bu durumu da hikâyemin bir parçası. Ben yeraltına inmek istemediğim için Persephone da yeryüzüne çıkmayı reddetti. Demeter yeryüzüne çıkmayı reddeden kızını görememenin acısıyla bahçeyi lanetledi. Persephone çok nadir olarak kısa süreliğine Olimpos’a gelir ama toprağa ayağını bile basmaz. Yüzyıllardır, bahçe sadece baharın ilk haftası, yani Persephone yeryüzünde yürüdüğü sürece canlanır.’’
‘’Muhteşem oluyordur.’’ dedi Dünya.
Adonis başını salladı.
‘’Evet’’ dedi. ‘’Belki sende görebilirsin.’’
‘’Sanmam.’’ dedi Dünya. ‘’O zamana kadar çoktan gideceğimi düşünüyorum.’’
Adonis ona döndü.
‘’Düğüne katılmayacak mısın?’’
Kalbi kasılırken cevap verdi.
‘’Hayır.’’
‘’Hafızanı bir daha silmeyecekmiş.’’ dedi Adonis. ‘’Yani daha önce bana söylediği şey buydu. Ben nedenini anlayamamıştım, basit bir anahtarın hafızası neden önemli olsundu ki. Şimdi ona hak veriyorum.’’
Dünya soru sorarcasına bakınca devam etti.
‘’Afrodit bana her şeyi anlattı.’’
‘’Ne anlattı?’’
Adonis ellerini kenetledi ve dizlerine dayadı. İleriye bakarak konuşmaya başladı.
‘’İkinci görevinden beri biz birlikteymişiz. Yasak olduğunu söylemiştim sana hatırlarsan. Cezayı göze alıp sana olan sevgimi Zeus’a itiraf etmişim. Zeus önce çok kızmış ama sonra sakinleşmiş ve Afrodit’in dediğine göre benimle özel bir görüşme yapmış. Aşkımıza onay vermiş. Yasaktan sonraki ilk ölümlü-ölümsüz aşıklar bizmişiz, herkes şaşırmış. Diğer evlerin haberi olmadığı sürece kimse için sorun yokmuş.’’
‘’Zeus nasıl izin vermiş?’’
Adonis dudağını büktü.
‘’Kimse bilmiyor, Zeus anlatmıyor ve ben de hatırlamıyorum. Zaten o yasağın sahibi Zeus değildi, zorla destekliyordu.’’
Adonis bacaklarını ileriye uzattı ve ellerini mermere dayadı. Bol bir kazak giymişti, altında da salaş bir kot ve bez ayakkabıları vardı. Omzunun üstünden Dünya’ya bakarken anlatmaya devam etti.
‘’Afrodit, Ares ile sürekli kavga etmeye başladığımızı söyledi. Ares önce birlikteliğimize ses çıkartmamış ama sonra sen ölümlü olduğun için karşı çıkmaya başlamış. Diğer evlerin öğrenmesinden çekiniyormuş. Afrodit, onun beni korumaya çalıştığını söyledi. Ceza riskine rağmen ben vaz geçmemişim, bu da onu çok kızdırmış. Fırsat buldukça birbirimizin boğazına saldırıyormuşuz. Son görevinde bu iyice kontrolden çıkmış, aynı odada bile kalamıyormuşuz. Buna inanmak benim için çok zor, onunla dün geceye kadar ters bakıştığımızı bile hatırlamıyorum.’’
‘’Son gece Zeus herkesi boyutlara göndermiş. Görevden döndüklerinde Zeus, benim hafızamdan seni sildiklerini anlatmış. Dediğine göre; Ares’le tartışmışım ve Ares beni Zeus’un izniyle cezalandırmış. Çünkü aramızdaki sorunların sebebinin sen olduğunu düşünüyormuş. Senin benim kafamı karıştırdığını söyledi. Beni, yasaklara karşı gelmem için baştan çıkardığını söyledi.’’
Kadının bazı yerlere kendi yorumunu kattığı belliydi ama Dünya itiraz etmedi. Adonis başını salladı.
‘’Buna inanmadım.’’
‘’Neden?’’
Adonis dudaklarını kemirerek bir süre düşündü. ‘’Seni azda olsa tanıdım. Beni istemeseydin, sevgili olacağımızı sanmıyorum. Ares’in yasağına karşı gelebilecek kadar gözüm döndüğüne göre aramızdaki basit bir çekim olamazdı.’’
Dünya’nın içi sıkıldı. Hayallerinde gördüğü anıları düşündü; Adonis’in sözlerinde doğruluk payı olsa da, Ares’in varlığının onda uyandırdığı duygu ile Adonis’inki farklıydı. Dünya yorum yapmayınca Adonis toparlandı ve ona döndü.
‘’Seni öptüğümde ne hissettin?’’
Dünya ne diyeceğini bilemedi. O anki hislerine yol açan şeyin ne olduğunu bilmiyordu. Karmaşanın ortasında anlık bir duygu patlaması yaşamıştı, sadece o kadar. Bunu, Adonis’i kırmadan nasıl dile getirebilirdi ki…
Beklentiyle bakan lacivert gözlere dikti gözlerini ve sırıttı.
‘’Senin, o meyveden daha sağlam bir yöntem olduğunu hissettim. Sınırsız oksijen ve yakışıklı bir kurtarıcı, bir kız başka ne isteyebilir?’’
Adonis bir an yüzünü buruşturdu, ardından gülerek başını salladı. ‘’Çok çıkarcısın.’’
Omzunu silkti. ‘’Huyum kurusun.’’
Adonis hala sırıtmaya devam ederek ileriye baktı. İşi şakaya vurarak kurtaran Dünya, adamın gülümsemesine izlerken Adonis aniden ona döndü.
‘’Benimle kâhine gelmek ister misin?’’
Dünya başını salladı. ‘’Hayır, hiç sanmıyorum. Kâhin, falcı hepsi aynı, yalandan başka bir şey çıkmıyor ağızlarından.’’
Adonis gülerek ayağa kalktı ve elini ona uzattı.
‘’Hadi, nazlanma. Seni özlediğini söylemişti.’’
‘’Beni mi?’’ dedi Adonis’in elini tutup ayağa kalktı. ‘’Ne zaman görmüş de özlemiş acaba?’’
Adonis gamzelerini derinleştiren gülümsemesiyle Dünya’ya baktı ve merdivenlerden indirmek için çekiştirdi.
‘’Beyni sıfırlanan sadece biziz naiad, diğerleri hala normal.’’ dedi.
‘’Naiad?’’
Adonis ayağa kalkan Dünya’nın yanağını elinin tersiyle hafifçe okşadı.
‘’Nehir perisi.’’ diye fısıldadı. ‘’Yanlışlıkla düştüğü okyanusta kaybolmuş, yakışıklı kurtarıcısını bekleyen bir nehir perisisin. Ele avuca sığmaz ve büyüleyici…’’
‘’Yok daha neler!’’ dedi Dünya, yine de hoşuna gittiğini gizleyemedi. Hınzır bir sırıtışla ekledi. ‘’Kâhine gitmem için bunlardan fazlasını yapmalısın.’’
Adonis gözlerini kıstı.
‘’Bu bir davet mi?’’
‘’Ah, hayır!’’ Dünya gözlerini devirerek Adonis’in göğsüne yumruk attı. ‘’Tamam, yolu göster.’’
Sık çalıların içine girdiklerinde kâhine gitmeyi kabul ettiği için çoktan pişman olmuştu. Adonis’in bastığı yerlerden geçiyordu ama onun kadar rahat ilerleyemiyordu. Adonis’in ayaklarına takılmayan bütün dal ve taşlar onun önüne geçiyordu. Oflaya poflaya çalı ormanından kurtulduklarında derin bir nefes aldı.
‘’Böyle bir yerde oturduğuna göre ziyaret edilmeyi sevmeyen biri, ne demeye geldik ki?’’
Adonis, Dünya’nın sıkı topuzundan kurtulmuş bir tutamı kulağının arkasına sıkıştırdı. Elini indirip onu bırakana kadar Dünya kıpırdamadan durdu.
‘’Güzel şeyler, bazen dikenli bir yolun sonunda olabilir.’’
Fısıltıyla söylediği bu söz ve ışıldayan bakışları karşısında dili tutulmuştu. Tepelerinde yankılanan bir karga sesiyle Dünya kendine geldi.
‘’Belki dikenli yol bir uyarıdır.’’ dedi, adamın lafına karşılık.
Adonis omuzlarını kaldırdı.
‘’Bahtımıza ne düşerse artık!’’
Dünya ilerdeki külübeye baktı.
‘’Orada mı oturuyor?’’
Adonis başını salladı. ‘’Evet.’’ dedi ve bir adım attı.
Dünya’nın içi ürperdi, soğuk bir his tenini karıncalandırırken Adonis’in kolunu tuttu.
‘’Dur, yalnız değiliz.’’
Sözleri bitmeden kötü bir kokuyla birlikte her taraftan dumanlar süzülmeye başladı. Yılan gibi kıvrılan dumanlar yükselerek ışıl ışıl yana siyah kürelere dönüştü. Sonrasında her bir duman küresi dağılarak içlerindeki iblisleri açığa çıkarttı. Adonis silahsızdı ama karşısında duran iblislerin bazılarının elinde kan pası lekeleriyle dolu balta ve kılıçlar vardı. Dünya, sekiz tane saydı, ikiye karşı sekiz iblis. Adonis’in kolunu bıraktı, Adonis dişlerinin arasından mırıldandı.
‘’Sakın kaçma, yanımdan ayrılma!’’
Adonis, bu kalabalığa karşı, ne yapmayı düşünüyordu ki? Dünya, kaçmayı aklına bile getirmemişti, yalnızca adamın rahat hareket etmesi için alan bırakmak istemişti. Adonis hepsi birbirinden iğrenç yaratıklara göz gezdirirken içlerinden biri öne çıktı. Uluma gibi bir sesle konuştu.
‘’Olimposlu anahtarı bize gönder, sana zarar vermeyelim.’’
Adonis saldırmaya hazırlandığını gösterir bir duruş aldı. İblis yamuk ağzını yayarak sivri dişlerini gösterdi ve hırladı. Diğer iblisler için bu hırlama bir meydan okuma işareti olsa gerek, Adonis’e doğru atıldılar. Adonis boş durmamıştı, o da iblislere atıldı. Dünya adamın hızı ve gücü karşısında bir kez daha şaşırdı. Kendi boyunu ve cüssesini aşan iblislerin darbelerinden kolayca sıyrılıyordu, bununla da kalmayıp zarar vermeden onları bırakmıyordu. Tekmelerin ve yumrukların arasından çıktığında iki elinde de birer kılıç vardı. Gömleğinin kolu yırtılmıştı ve belindeki bir kesikten kan akıyordu. Parçalara ayrılmış üç iblis tekrar dumana dönüşerek havaya karıştı, diğerleri daha da hırslanıp Adonis’e saldırdılar. Adonis öncekinden daha güçlü ve çevik hareketlerle ikisini kolayca biçti.
İlk konuşan iblis, kenarda olanları seyrediyordu. Koyu mor gözleri iblis ateşiyle yanarken Dünya’ya baktı. Adonis’in ona fırlattığı kılıç omzuna saplanınca, hırlayarak saplanan kılıcı çekti. Adonis iblisin ilgisini yeniden kendisine çektiği için rahatlayarak kalan iki iblise saldırdı. Mor gözlü iblis uzun siyah diliyle kılıcı boydan boya yaladı ve kemerinden bir şişe çıkarttı. Şişedeki sarı sıvıyı kılıcın üzerine döktü, sıvı çok tanıdıktı, iblis şişeyi attı. Dünya şişeden dökülen sıvıyı o sırada tanıdı, bu o mağarada gördüğü ışık saçan zehirdi.
Son iblisi haklayan Adonis, dumana dönüşen iblisten diğerine döndü. Dünya onu uyarmak için bağırdı.
‘’Zehir!’’
Adonis, ona atak yapan mor gözlü iblis yerine Dünya’ya bakınca, ona doğru uçarcasına gelen iblisin kılıcı karnına girdi. Adonis kılıcın sapını iblisin elleriyle birlikte kavradı, dudaklarından kan boşandı. İblis kılıcı geri çekmeye davrandı. Adonis kılıcı serbest bırakmayınca, iblis Adonis’in yüzüne boştaki elini salladı. Yumruğun etkisiyle Adonis, iblisi bıraktı ve havada uçarak yere sertçe düştü. Dünya’yı saran öfke harekete geçmesini sağladı, iblise koşarken yerdeki baltayı kavradı ve Adonis’ten kurtulan iblise doğru hiç duraksamadan salladı. Balta, iblisin önce karnına geldi. İblis beklemediği darbe yüzünden öne doğru sendeledi. Dünya kendi etrafında dönerek hızlandı, baltayı tüm gücüyle iblisin boynuna vurdu. Başı bedeninden ayrılan iblis yere düştü. Dünya elindeki baltayı öyle sıkı tutuyordu ki bırakmakta zorlandı. Dumana karışan iblise öfkeyle bakıyordu, daha fazla parçalara ayrıldığını görmek isterdi. Titremeye başlamıştı, balta elinden düştü.
Az önceki dehşetin tek kanıtı yerde kıvranan Adonis’ti. Dünya adama doğru koştu. Üstü başı kan içindeydi, gömleğini delen yarıktan daha çok kan akıyordu. Sarı sıvının kirlettiği yaraya bastırmak için elini uzattı. Adonis elini yakaladı, yüzü muma dönmüştü.
‘’Dokunma.’’ dedi zorlukla. ‘’Kâhin!’’
Dünya, başını salladı ve kulübeye doğru topukladı. Olay çok tanıdıktı. Adonis’i daha önce yaralı bir halde görmüştü. Zihninde anıları çeşmekeş içinde kaynarken kâhinin kulubesine yaklaştı. Kapı açıldı ve bir adam dışarı çıktı. Dünya nefes nefese elini korkuluklara koydu.
‘’Lütfen!’’ dedi soluklandı. ‘’Kâhini görebilir miyim?’’
Adam derin bir nefes aldı. Neden bu kadar sakindi? Sabırsızca, kâhinden yardım istemek için kapının aralığından içeri bakmaya çalıştı. Tam ağzını açıp içeri seslenecekti ki adam konuştu.
‘’Kâhin benim, hadi, şaşır.’’
Dünya içeri bakınmayı bırakıp gerçekten de şaşırdı. Egzotik bir kıyafeti yoktu, ilginç kolyeleri de, adamın saçı bile yoktu. Sade bir kıyafet giymişti. Dünya açık ağzını kapattı.
‘’Her neyse, Adonis’e yardım etmelisin.’’ dedi. ‘’İblisler tarafından zehirlendi, ölmek üzere.’’
Kâhin, Adonis’in olduğu yöne baktı. Daha fazla bekleyemeyen Dünya sabırsızca adamın eline uzandı. Fakat adamı kımıldatamadı. Adam, Dünya’nın elinin üstüne elini koydu.
‘’Sakin ol, Adonis ölmez, sadece acı çekiyor.’’ Dedi. ‘’Şimdi yardım gelecek, sen içeri geç.’’
‘’Dalga geçiyor olmalısın.’’ dedi Dünya. ‘’Hayatta olmaz.’’
Kâhin omzunu silkti.
‘’Sadece denedim, neyse, yardım çağırayım izninle.’’
Kâhin gözlerini ileriye dikti ve birkaç saniye kımıldamadı. Ardından Hermes önlerinde belirdi. Kâhin sakince konuştu.
‘’Adonis’in yardıma ihtiyacı var Hermes.’’
Hermes, Dünya’ya kısa bir bakış attı.
‘’Sen iyi misin Dünya?’’
Dünya ‘evet’ anlamında başını sallayınca Hermes her ikisine sırıttı ve ortadan yok oldu ve Adonis’in yanında tekrar belirdi. Adamın kolunun altına girerek doğrulmaya çalışırken ikisi birden kayboldu. Dünya mırıldandı.
‘’Işınlanıyor, hem de onunla!’’
Kâhin omzunun üstünden ona bakınca toparlandı. Kaşlarını çatıp kendi üstüne baktı, iblisin kanıyla lekeli elleri iğrenç görünüyordu. Mide bulandıracak kadar yapışkandı ve kokusu burnunu yakıyordu.
‘’Sanırım elini yıkamak istersin.’’ dedi kâhin.
‘’Her şeyi de biliyorsun. Sana neden kâhin dediklerini şimdi anladım.’’ diye dudaklarının arasından mırıldandı. Ardından kendine gelip doğruldu. ‘’Teşekkürler, evime dönmeyi tercih ederim.’’
‘’Evine mi?’’
Dünya adama baktı, Olimpos’u ne zamandan beri evi olarak görüyordu? Düzeltmek için ağzını açtığında kâhin elini kaldırdı.
‘’İçeri geçelim, sana çay ikram edeyim.’’

Aklı Adonis’teydi ama bu adamda garip bir şeyler vardı. İtiraz edemeyen Dünya soluklanıp adamın arkasından kulübeye girdi.

12. bölüm

Sade bir şekilde döşenmiş odanın pencerelerinden süzülen güneş ışığı huzur veriyordu. Kâhinin gösterdiği kâsede elini yıkarken adam ikisi için birer kupa çay getirdi. Kâsenin suyu pisliğini temizledikten sonra eski berrak haline geri döndü. Başına gelen olağanüstü şeyler karşısında şaşırmaktan bıkan Dünya elini üstüne silerek kuruladı. Kâhinin uzattığı kupayı aldı ve kibar olmak için bir yudum içti. Çayın acılığı karşısında yüzünü buruşturdu.
‘’Bu da ne?’’
Kâhin divana otururken cevapladı.
‘’Naneli defne çayı ve şeker isteme. Güven bana, böylesi daha iyi! Ve nane yeni ilavem, umarım seversin.’’
‘’Vay canına, şeker isteyeceğimi nerden bildin? Kâhin olduğuna inanmaya başladım.’’
Kâhin başını sallayarak gözlerini devirdi ve kupadan yudumladı. Dünya etrafa bakındı, odada tek uzun divandan başka kabarık iki tane minder vardı. Duvara dayalı minderlerin birine gidip oturdu, oldukça rahattı. Sırtını geometrik desenli halı yastığa yaslayıp adama bakışlarını dikti.
‘’Benimle ne konuşmak istiyorsun?’’
‘’Dünya’’ diye konuşmasına başladı, kâhin. ‘’Sana bir şans versem, tüm bu karmaşadan uzaklaşıp yeni bir hayat kurman için. Kimsenin sana ulaşamayacağı, yaşamak için nefes almanın yeterli olacağı bir yer vaat etsem.’’
Dünya, adamın her dediğini dikkatlice dinledi. Bakışları yerdeki kilime düştü, desenlerini görmeyen gözleriyle taradı.
‘’Hafızam…’’ dedi düşünceli bir sesle. ‘’O ne olacak?’’
‘’O isteğine bağlı ama elinde kalan son bir seneni silmek istediğin takdirde Ares’in karşı çıkacağını düşünüyorum.’’
‘’Gidersem… Onun da mı haberi olmayacak?’’
‘’Olmaması daha iyi.’’ dedi kâhin. ‘’Seni bırakmaz.’’
‘’O şeyi… Nasıl yapacaksın?’’
Kâhin onun ne düşündüğünü kavramaya çalışır gibi, dikkatlice gözlerine baktı ve yavaşça konuştu.
‘’Büyüyle oluşturulan bir geçitten kimsenin ulaşamayacağı bir boyuta gitmeni sağlayacağım. Bu tek yönlü bir büyüdür ve çok güçlüdür. Dönüşün olmayacak, yani, hiç birimiz seni geri getiremeyiz.’’
 Dünya, kupasından bir iki yudum daha alıp önündeki seçeneği tarttı. İblislerin baskısından kurtulabileceği, kimsenin onun hayatına müdahale edemeyeceği bir boyutun hayalini gözünde canlandırdı. Ölümsüzler ona ulaşamayacaktı, ölümlülerde… Ares’i hayatı boyunca görmeyecekti. Sedef aklına geldi, arkadaşı delidolu olsa da onun dostluğuna her zaman güvenebileceğini biliyordu. İkisini de özleyeceğini adı gibi biliyordu ve bunun da ona dayanılmaz bir işkence olacağını…
‘’Anahtar dengesi ne olacak?’’ dedi.
‘’Gittiğinde denge yeniden şekillenecek ama şunu bilmelisin, geri dönüşün yok. Bu yüzden, denge, yeni baştan yaratılacak.’’
‘’Ölmüşüm gibi…’’ diye mırıldandı. ‘’Bu, geçen sefer işe yaramamıştı.’’
‘’Çünkü sen hala dünyadaydın. Ares’e anlatmak istediğimde buydu; sahte ölümle, ayna büyüsünü yanıltamazsın. Sen bu boyutun anahtarısın. Eğer dediğim şeyi kabul etmezsen sevdiklerine zarar vereceksin.’’
Dünya başını eğdi. ‘’Bunu düşünmek için zamana ihtiyacım var.’’
‘’Vedalaşmak için mi?’’
Dünya dudağını ısırdı, tam olarak düşündüğü şey buydu. Ares’in yanındayken tüm kâinata karşı koyabilecek kadar güçlüyken ondan uzaklaşınca kendini küçülmüş hissediyordu. Bu böyle devam edemezdi, eninde sonunda çekici savaş tanrısından ayrılacaktı. Belki adam, o gittiğinde ölümsüzlüğü kabul edip Asteria’nın lanetinden de kurtulabilirdi. Kâhinin ‘sevdiklerine zarar vereceksin’ lafını buna yordu. Ares, onun yüzünden ölümlü kalmak istiyordu. Varlığı herkesi üzüyordu. Dünya ayağa kalktı.
‘’Gitmeliyim.’’
‘’Elbette, ne zaman istersen beni ziyarete gelebilirsin.’’
‘’Teşekkür ederim.’’
Kapı çalınmadan açıldı, ardından Ares endişeyle odaya daldı. Ayaktaki Dünya’ya ve divanda oturan kâhine bakıp doğrulurken nefeslendi.
‘’Ben… Ben saldırıyı duydum.’’ dedi odaya apansız girişini açıklamak için.
Kâhin ellerini açtı. ‘’Bu sefer yetişemedin Ares. Dünya, iblisin işini çoktan bitirdi. Boyutuna geri gönderdi.’’
Ares, Dünya’yı dikkatli bakışlarla süzdü. İblisi karşı durabildiğine şaşırmamıştı sadece yaralı olup olmadığını kontrol ediyordu. Sorun olmadığını anlayınca rahatlayarak kâhine baktı.
‘’Böldüğüm için üzgünüm. Konuşmanız bitinceye kadar ben dışarıda beklerim.’’ dedi. Kapıya dönmüştü ki kâhin, Dünya’ya başıyla işaret etti.
‘’Bitmişti zaten.’’ dedi Dünya, Ares’e doğru seyirtti ve çıkmadan önce kâhine el salladı. ‘’Sonra görüşürüz.’’
Kâhin, ona gülümsedi ve tek elini kaldırıp selamladı.
Çalılara doğru yürümeye başladılar. Ares yerdeki kılıç ve baltalara bakarken yumruklarını sıktı.
‘’Mutfağa gelmektense Adonis ile bahçe gezisine çıkmak da ne oluyor?’’ Seri adımlarla yürürken yan gözle Dünya’ya baktı. ‘’İsteseydin, ben, seni kâhine getirirdim.’’
Dünya, onunla tartışmak istemiyordu. Aklı kâhinin dediklerine takılı kalmıştı. Adamın yalan söylemediğini biliyordu. Burada kalmaya devam etmesi bencillikti, hem Ares’i hem de diğerlerini tehlikeye atıyordu. Onu korumak için Adonis’in yaralanması hala zihninde dönerken adamın kanıyla suladığı kuru toprağa baktı. Kanın ıslaklığı kaybolmuştu. Toprak susamış gibi kanı emip sadece boya gibi lekesini bırakmıştı. Dünya kızıla dönmüş toprağa bakarken kuru toprağın üzerindeki renkler toplandı ve küçük bir filiz yerden baş verdi. Hızla, dallarından yapraklar fışkırdı ve ardından dalın ucunda küçük bir tomurcuk belirdi. Tomurcuk patladı, zarif bir anemona dönüştü. Aynı hızla anemon da kurudu ve toprağın üstüne cansızca düştü. Dünya, tüm olanları iki adımlık zaman zarfında görmüştü, birkaç saniyede olmuş bitmişti. Şimdi kuru topraktan başka bir şey kalmamıştı.
Ares, onu bileğinden tutup durdurdu, baktığı yere dikkatlice bakıp Dünya’nın yüzüne döndü.
‘’Dünya, neyin var papatyam?’’ dedi. ‘’Şokta mısın?’’
Dünya, altın gözleri uzun zamandır görmüyormuş gibi baktı. Ömrü boyunca izlemekten bıkmayacağı yüzü süsleyen güzel gözler, endişeyle gölgelenmişti. İçindeki üzüntü büyüdü, boğazına kadar yükselen acı soluk aldırmıyordu. Damarlarında dolaşan kan değil, sanki az önce kâhinin dilinden dökülen zehirdi. Sevdiklerine zarar vereceksin!
Ares, Dünya’nın çıplak kollarını tereddütlü dokunuşlarla okşadı, ne yapacağını ne söylemesi gerektiğini bilemez bir ifadeyle Dünya’yı izliyordu. Dudağının kenarı, Asteria’nın bıraktığı iz, yeniden kanamıştı. Adamın endişeyle kemirdiği için yarasını yeniden açtığını anladı. Elini, Ares’in göğsünün altına koydu, tenindeki lanetli zedelenmeyi hissedebiliyordu.
‘’Yaranı doktora göstermelisin.’’ dedi duygusuz bir sesle.
‘’Gerek yok.’’ dedi Ares ona doğru eğildi. ‘’Tamamen iyileşmiyor. Asıl senin neyin var? Ruh gibisin.’’
Dünya’nın görüşü kararırken mırıldandı.
‘’Lütfen, iyileş, lütfen!’’
Ayaklarının altındaki yer kaydı ve ismini haykıran Ares’in kollarına yığıldı.

Yemyeşil bir ormandaydı. Üzerinde durduğu ağacın ince dalına pençeleriyle iyice tutunup silkindi. Uçmak için kanatlarını titretti ve kendini aşağıya bıraktı. Kısa bir düşüşün ardından hızla havalandı. Rüzgârın, tüylerinin arasından geçerken yaydığı huzur gibisi yoktu. Daha bir yükseldi, orman aşağısında kalmıştı. Yeşil bir halı misali uzanan ormanın içinden geçen nehir suları, pırlanta yatağında akıyormuşcasına ışıldıyordu. Çevresindeki hayvanların öbekler halinde su içtiklerini görebiliyordu. Ormanın ilerisindeki kıra yaklaştıkça aşağıya doğru süzüldü. Havaya dağılmış temiz toprak ve çiçek kokusuna yaklaştıkça içindeki coşkuyla şakıdı.
Nehre doğru indi ve sıçrayan sularına kanatlarını değdirerek uçmaya devam etti. Sudaki aksini göz ucuyla seyretti. Gri göğsünü süsleyen benekler, nehirden sıçrayan suyla parıldıyordu, kanatlarındaki kahverengi ve siyah tüylerinin arasındaki soluk kızıl altın renkler güneşin etkisiyle canlanmıştı. Küçücük bedeni o kadar hızlı ve dengeli uçuyordu ki, altında yüzen balıkları kolayca geçti. Kırlığa doğru döndü. Az önce gördüğü çiçeklere ulaşmak için hızlandı. Sarı öbekli beyaz yapraklı çiçeklerin ismini biliyordu ama düşünmek minik kalbini sızlatıyordu.
Sarı-beyaz çiçeklerden oluşan denizin ortasında bir kadın oturuyordu. O da çiçekler gibiydi, bir periyi anımsatırcasına bembeyaz dantelli bir kıyafet giymişti. Simsiyah beline kadar uzanan dalgalı saçları vardı, hafif kalkık burnu güzel yüzüne sevimlilik katıyordu. Kaşları ve kirpikleri kömür kadar siyahtı ve gözleri parlak bir mavi-yeşildi. Şakıyarak kadının üstünde birkaç tur atınca, kadın başını önündeki işten kaldırıp ona baktı. Beyaz teninde gül goncası dudakları hafifçe kıvrıldı ve ona gülümsedi. Zarif bir tavırla elini yukarı uzattı.
Kadının eline konmadan önce uğraştığı işe göz attı. Kucağında incecik altın tellerle dokuduğu sarmal biçimde bir örgü vardı. Tellerin bazıları gümüşümsü bir ışıltıyla parlıyordu. Kadının avucuna konduğunda, kadın yüzünü ona yaklaştırdı. Billur kusursuzluğunda bir sesle onu selamladı.
‘’Tekrar hoş geldin.’’
Kadına cevap olarak şakıdı, kadın gülümsedi ve parmağının ucuyla onun küçük gagasına dokundu.
‘’Sesin, düşüncem olsun.’’
‘’Teşekkür ederim Hekate.’’ dedi kadının kibarlığı karşısında. ‘’Sanırım fazla vaktim yok.’’
Hekate başını salladı.
‘’Evet, fazla vaktimiz yok ama sözlerim kısa. Üzerindeki lanet yüzünden kötülüklere karşı elin kolun bağlı, bunu biliyorum. Uzakta da olsam izlemekten kendimi alıkoymadım ve sana yardım etmek istiyorum. Odana döndüğünde taş kutuyu açmanı istiyorum. İçindekini Ares’e vermelisin, yarası iyileşene kadar onu takmalı, böylece annemin kontrol lanetinden kurtulacak.’’
Başını hafifçe eğdi ve Hekate’nin başparmağına yasladı. Hekate’nin şefkatli bakışlarına karşılık teşekkür etmek için başını, parmağına sürttü. Hekate, elini yükseltip kanatlarına bir öpücük kondurdu.
‘’Asla pes etme Dünya, çare kaçmakta değil. Sevdiğin için savaşmazsan, hatırandaki her güzel anı yüzünden ömrün boyunca acı çekersin. Kaçarsan, daha çok zarar verirsin.’’
Dünya, başını kaldırdı ve kadının hüzünlü gözlerle baktığı yöne doğru boynunu uzattı. Hekate’nin sol omzunda, koyu kahverengi bir leke vardı… Hekate, omzundaki bene hüzünlü gözlerle bakarken her şey Dünya’nın etrafında dönmeye başladı. Gittikçe hızlanan girdapta bulanıklaşan renklerin ortasında kalmıştı. Rüzgâr yüzünden gözlerini açık tutamıyordu, kanatlarından ayrılan tüyler girdaba kapılırken gözlerini kapattı.
Bileğinin iç kısmında ince bir sızıyla uyandı. Bedeninde tuhaf bir yorgunluk vardı, sanki günlerdir yatıyordu. Yatağın içinde hafifçe kıvrandı. Bir el, koluna dokununca durakladı ve birer ton ağırlığındaki gözlerini araladı.
‘’Selam.’’
‘’Selam.’’ dedi ve dudaklarını yaladı. Uzun zamandır açmadığından dudaklarını sert bir tabaka kaplamış gibiydi. ‘’Ne kadar oldu?’’
Apollon, elini Dünya’nın kolundan çekti ve doğruldu.
‘’Dört gün oluyor. Bir an hiç uyanmayacaksın sandık, Hades bile seni uyandıramadı. Üzerinde çözemediği bir büyü varmış.’’
Hastane odasını andıran bir odada tertemiz kokular içinde yatıyordu. Yanıbaşında bir serum ağacı vardı ve iki plastik torba altlı üstlü ağaçta asılıydı. Serum torbaları tek bir hortuma bağlanmış, damlalar halinde bileğindeki iğneden, damarlarına akıyordu. Başındaki bulanıklık dağılmaya başlarken rüyasını hatırladı. Rüyasında bir serçenin bedenindeydi ve onun bildiği kadarıyla ilk defa Hekate’yle tanışmıştı. Kadının, onunla konuştuğunu ve önemli bir şey söylediğini anımsıyordu ama hayal meyal… Bileğini Apollon’a doğru kaldırdı.
‘’Şunu çıkartabilir miyim?’’
Apollon, başını sağa sola salladı.
‘’O konu, Sirona’nın uzmanlık alanı, elimi bile sürmem.’’ Dedi ve pırıldayan bir gülümsemeyle ona baktı. ‘’Sen nerelerdeydin?’’
Dünya başını yastığa geri bıraktı, tavana dikti gözlerini. Rüyasındaki güzel kadın, tavanın beyazlığında belirdi ve hüzünlü bir edayla omzundaki bene doğru başını çevirdi. Simsiyah saçları dalgalar halinde dökülüp yüzünü gizlerken gözleri bir anlığına Apollon’un şu anda oturduğu sandalyeye kaydı. Dünya, kadının baktığı yana döndü. Apollon, kararsızca onu izliyordu. Sarı saçlarını geriye taradığından yüzünün tüm ifadesi açıktaydı, gizlemeye çalıştığı kaygılı duruşu gözünden kaçmadı.
‘’Uçuyordum.’’ Dedi kısaca.
Apollon kaşlarını havalandırdı, seruma bakış atarak:
‘’Sana ne veriyor acaba?’’ diye mırıldandı.
Dünya yatakta doğruldu.
‘’Ares!’’ dedi Apollon’un yardımıyla yatağa yaslandı. ‘’Ares nerede?’’
‘’Ares’i en son gördüğümde göreve gidiyordu. Senin iblisler yüzünden bu hale geldiğini düşündüğünden delirmiş gibi iblis avlıyoruz. Üç gündür canımız çıktı.’’ Diyerek sandalyeye kuruldu. ‘’Boyutlar sürekli saldırı altında ve evlerin liderleri tartışmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Ares’i bir toplantıya çağırıyorlar, bir göreve yolluyorlar. İyice karıştık.’’
Odaya giren bir kadın yüzünden konuşmaları kesildi. Kadının saçları gümüş tellerle süslenmişti, kahverengi gözlerine şefkatli bir bakış yerleşmişti. Yüzündeki ince kırışıklıklar ve gümüşi saçlar dışında yaşını belli eden bir emare yoktu; hem orta yaşlıydı, hem genç biriydi. Dünya karar veremedi.
‘’Kendine gelmişsin, nasıl hissediyorsun?’’ dedi ona doğru yürüyerek.
‘’İyi’’ diye kadını cevapladı.
Kadın, serumu kontrol ederken kendini tanıttı.
‘’Benim adım Sirona.’’ dedi ve ona döndü. ‘’Aramıza tekrar hoş geldin.’’
‘’Teşekkür ederim.’’ dedi yan gözle Apollon’a bakıp ekledi. ‘’Serumu çıkartabilir miyim?’’
Sirona, başını sağa ve sola yavaşça salladı.
‘’Bir gün daha dinlenmeni rica ediyorum. Üzerindeki büyü çok güçlüydü, kendine gelmen için…’’
‘’Hayır, ben kendimi iyi hissediyorum.’’
‘’Seni yatağa bağlamak zorunda bırakma beni.’’ Diye sakince konuşan kadına tereddütle baktı ve bileğine uzattığı elini yavaşça çekti. Bu kadar yumuşak ve kibar bir tehdit duymamıştı.
Yatağa bağlanmak şu durumda en son istediği şeydi. Kadın, Dünya’yı ikna etmenin memnuniyetiyle gülümseyip Apollon’a baktı.
‘’Apollon, Ares’in bir ara bana uğraması gerek, bunu sağlayabilir misin?’’
Apollon ellerini iki yana açtı.
‘’Neden tüm zor görevler beni buluyor?’’
‘’Ares’in nesi var?’’
Sirona, onu duymamış gibi devam etti.
‘’Ona söz geçiren bir sen varsın, bir de Hena.’’ Dedi. ‘’İkna et!’’
‘’Ares’e bir şey mi oldu?’’
Apollon sızlandı: ‘’Hena’dan isteseydin ya!’’
Sirona sırıttı.
‘’Bu pek akıllıca değil, o ikisi bana karşı çıkma konusunda çok iyi anlaşıyorlar. Diğer konularda anlaşmalarını tercih ederdim.’’
Apollon, bilmişçe başını sallarken Dünya yeniden ve daha sesli şansını denedi.
‘’Hey! Ares’e bir şey mi oldu?’’
İkisi birden ona döndü ve Apollon dudağını büküp onun sorusunu cevapladı.
‘’O, bir fani Dünya…’’
Dünya’nın kafası, Apollon’un anlamsız açıklamasıyla karışırken Sirona izin isteyip yanlarından ayrıldı. Apollon, sandalyesine yaslanıp kollarını kavuşturdu.
‘’Sana söyledim, son birkaç gündür saldırılara uğruyoruz. Ares ölümlü olduğu için saldırılarda yaralandığı zaman iyileşmesi problemli oluyor. Sirona’nın abartmasına aldırma, Ares’in bir şeyi yok, sadece kolunda küçük bir sıyrık var.’’
Apollon gözlerini kısıp dikkatlice yüzüne baktı.
‘’Şimdi asıl konuya gelelim. Sana büyü yapan kimdi?’’
Dünya yan gözle, meraklı gözükmemeye çalışan Apollon’a göz attı.
‘’Sanırım görmekten hoşlanacağın biri…’’
Apollon’un yüzü bir anda allak bullak oldu, düzgün kaşları çatıldı ama kızgın değil, düşünceliydi. Yatağın beyaz çarşafına gözlerini dikti ve birkaç saniye hiç konuşmadı. Sonrasında Hermes gelince o konuda konuşmasına gerek kalmadı.
‘’Hop, Dünya uyanmış.’’ dedi odanın ortasında meydana çıktı ve sanki uyanmasını beklemiyormuş gibi kararsızca kalakaldı. 
Apollon doğruldu.
‘’Bir şey mi oldu?’’ Hermes başıyla Dünya’yı gösterince ‘’Konuş Hermes, onun pek oturmaya niyeti yok zaten.’’ Diye bıkkınca söylendi.
Hermes omzunu silkti.
‘’İyi, o zaman, Ares toplanmamızı istedi ama sessiz.’’
Dünya, gözlerini kısarak Hermes’e baktı.
‘’Gizli bir toplantı mı?’’
Beş dakikalık bir tartışmanın ardından Dünya; kolundaki serumu sökmüş, kıyafetlerini giymiş, toplantının yapılacağı odanın önünde hala Apollon’nun söylenmesini dinliyordu.
‘’Bari Sirona’ya bir not bıraksaydık.’’
Dünya elini kapının koluna uzatırken homurdandı.
‘’Tabi, ne demezsin.’’
Gittikleri oda en alt kattaydı, odaya ulaşmak için nemli uzun bir koridoru geçtiler. Duvarları yosunlar sarmıştı ve dikdörtgen taşların arasından sular incecik sızıyordu. Malikânenin en serin yeri burası olmalıydı. Dünya, kollarını açıkta bırakan bluzu yüzünden üşüsede sızlanmadı. Apollon, elindeki meşaleyi duvardaki yerine takıp Dünya’nın arkasından odaya girdi.
Toplantı çoktan başlamış olduğundan herkes hararetli bir tartışmanın ortasındaydı. Aşağıya doğru eğimlenen odanın tam ortasındaki masanın çevresindeydiler. Ares, sırtı onlara dönük, ayaktaydı. Masaya ellerini koymuş, karşısında konuşan Hades’i dinliyordu. Eros kollarını kavuşturmuş sandalyesinde kaykılmıştı, onun da dikkati tamamen Hades’teydi. Afrodit, Ares’in yanındaki sandalyeye oturmuş, bir eli durdurmak ister gibi Ares’in kolundaydı. Dünya, altın gözlünün kolundaki sargıya bir anlığına baktı, omzundan dirseğine kadar bandajlanmıştı.
Artemis ve Athena yan yana sandalyelerde oturmuş, ifadesiz bakışlarla Hades’i dinliyorlardı. Adonis ise gözleri masada, kollarını kavuşturmuştu. Apollon ilerlemeyince Dünya’da kapının yanında kaldı. Tartışmanın hareretinden ikisinin odaya girdiğini henüz fark etmemişlerdi.
Hades, Ares’e doğru konuşmaya devam etti.
‘’Bildiğim tek şey var, o, eskiyi özlüyor Ares. Artık ikna etmeye çalışmaktan vazgeç. Olaylar senin bile baş edemeyeceğin kadar karıştı. Kontrol edemezsin.’’
‘’Henüz hiçbir şey bitmiş değil Hades. Kimseyi devirmeden de boyutları sakinleştirebiliriz.’’
‘’Nasıl yapmayı düşünüyorsun?’’ dedi Hades. ‘’Anahtarı kullanamayacağımızı söylüyorsun. Sonsuza kadar iblislerle mi savaşacağız?’’
‘’Hades haklı, Ares.’’ dedi Afrodit. ‘’Anahtarın boyutları mühürlemesi gerekiyor.’’
Ares doğrulurken kolunu Afrodit’in temasından çekti.
‘’Anahtar, iblisleri mühürlemeyecek!’’
‘’Zaten istese de yapamaz.’’ diye Hades homurdandı. ‘’Tüm boyutlarda terör estirirlerken onları toparlayamayız. Senin dışında tabi ki!’’ bir saniye durdu ve otoriter bir sesle ekledi. ‘’Komutayı ele almalısın. Zeus’u artık tahttan indirmemiz gerek, liderliği fayda sağlamıyor.’’
Ares homurdandı.
‘’Onun yerine sen mi geçeceksin?’’
Hades, siyah gözlerini kıstı ve Ares’e dikkatlice bakmakla yetindi. Athena, sakin bir sesle konuşmaya katıldı.
‘’İblis boyutunu neden kilitlemek istemiyorsun?’’
Ares derin bir nefes aldı ve eliyle ensesini ovuşturdu. O sırada Apollon onlara doğru yürürken açıkladı.
‘’Eğer Dünya iblis boyutunu kilitlerse lanetlenecek. Bu hepimizin istemediği bir şey, bu yüzden iblisleri durdurmak için başka bir yol bulmamız gerek.’’
Tüm ölümsüzler gözlerini Apollon’a çevirdiler, içlerinden sadece Afrodit söylendi.
‘’Anahtarın burada işi ne? Dinleniyor olması gerekiyordu.’’
Apollon rahat bir sesle onu cevapladı.
‘’Kendisiyle ilgili bir toplantıya katılmak hakkı.’’
Hermes boş bir sandalyede belirince Dünya nihayet yürümeye başladı. Ares’in halini görünce aniden buza dönüşmüştü. Genç adamın yüzü mum gibiydi, yorgun ve bıkkın bir ifade yakışıklı hatlarına yerleşmişti. Kaşının üstünde yeni olduğu belli, diğer izden daha uzun bir kesik daha vardı ve beyaz teni yüzünden kırmızı çizgi daha da belirgindi. Solgun dudakları aralandı ve gözleri, Dünya’nın üzerinde, ona doğru yürümesini izledi.
Dünya, Ares’in yanında dikildi ve sevincin bir güneş gibi onun yüzünde doğmasını hayranlıkla seyretti. Sanki Ares’i ilk defa görmüş gibi heyecanlanmıştı ve bu heyecan bedenini güçle dolduruyordu. Ares ona gülümsedi, işte bu kalbini durdurabilirdi.
‘’Kendine gelmene sevindik Dünya.’’ dedi Athena.
Dünya gülümseyerek Athena’ya teşekkür etti ve diğerlerine göz attı. Afrodit dışında, diğerleri onu gördükleri için gayet memnundu. Dünya’nın gözleri bir anlığına Adonis’in üzerinde takılı kaldı. Adamı en son gördüğünde can çekişiyordu, şimdiyse yüzünde hoş bir gülümsemeyle ona bakıyordu. Ne çabuk iyileşmişti…
‘’Lanet demekle neyi kastettin Apollon?’’ dedi Athena selamlaşmayı atlattıktan sonra.
‘’Ares, açıklar mısın?’’ dedi Apollon. ‘’Ayrıntıların tek tanığı Zeus ve sensin.’’
Ares bakışlarını, Dünya’nın üzerinden alıp Athena’ya döndü.
‘’Asteria’yı yakaladığımız gece Deimos’tan yardım aldım. Fakat o arada gözden kaçırdığım bir şey oluşmuş, lanetli bir taş. Asteria’nın bir tuzağıydı. Nefret ve kıskançlıkla beslenerek kötülükle dolan taş, iblis bağıyla bağlandığı kişiye tüm kötülüğünü aktarabilecekti.’’
Artemis mırıldandı.
‘’Asteria kendisine benzeyen birini mi yaratmak istedi?’’
Ares başını salladı.
‘’Evet, böylece yarattığı kişiyi yanına çekecekti. Taş, ben ve Adonis’in sayesinde Asteria’nın istediği lanete dönüştü.’’ Adonis’e doğru bakan Ares devam etti. ‘’Bizim ölümüne kavgamız sayesinde lanet güçlendi. Asteria, hileleriyle içimizdeki en kusursuzu, yani Adonis’i etkilemeyi başarmıştı. Taşın gücünü arttıran da bu oldu.’’
Adonis, duyduklarına inanamadığı belli olan bir tavırla mırıldandı.
‘’Kavgamız o kadar ciddi olamaz.’’ Dedi ‘’Biz birbirimizi mi öldürmek istedik?’’
Apollon düzeltti.
‘’Sen, Ares’i öldürmek istedin.’’
Adonis şok olmuştu. Ares’in yüzüne daha fazla bakamadı ve başını önüne eğdi. Diğerleri de en az onun kadar şaşkındı. Ares sıkkın bir sesle Apollon’a doğru konuştu:
‘’Bu ayrıntı gereksizdi, Apollon.’’ Dedi. ‘’Olan oldu fakat önümüzdeki sorun daha ciddi. Dünya boyutu kapatamaz yoksa lanetlenir, ikinci bir Asteria’ya dönüşür.’’
Hades, yanağını çiğneyerek düşünüyordu. Athena sandalyesinde doğruldu.
‘’Mücevher kimde?’’
Ares başını salladı.
‘’Tam olarak emin değilim, kayıp. Mücevheri Deimos’tan çalan Asteria’yı etkisizleştirmiştim ama şimdi İksion’un yardımıyla serbest kalmış. İblislerin bir kısmını, Asteria yönetiyor.’’
‘’İksion mu?’’ dedi Hades, Athena ve Afrodit aynı anda.
Afrodit kaşları çatık devam etti. ‘’O solucanın işe karışmasına neden şaşırıyorum ki, onu hiç kurtarmamalıydın Ares. Yanmaya devam etmeliydi.’’
Eros, araya girdi.
‘’Göreve yardım etmesi içindi. Ares’in onu çıkarmak zorunda kaldığını biliyorsun.’’
Ares konuşmuyordu, gözleri dalgınca masaya takılı kalmıştı. Afrodit ayağa kalkıp Dünya ile Ares’in arasına girince Dünya, isteksizce Artemis’in yanına gidip oturdu. Afrodit elini adamın yanağına koydu ve yüzüne yaklaşarak bir şeyler fısıldadı. Ares, gözlerini Afrodit’in gözlerine dikmişti, dediklerini dinliyordu. Dünya’nın kalbi sızlarken bakışlarını onlardan aldı ve konuşulanlara odaklanmaya çalıştı. Athena, İksion’un yakalanmasını ve Asteria’nın çıkmamak üzere hapsedilmesini öne sürüyordu. Hades ise bunun onların gücünü aştığını, diğer titanları hapislerinde tutmak için bile ne kadar zorlandığını anlatıyordu.
Afrodit, Ares’i onlardan biraz uzağa sürüklemişti, basamağa oturan Ares’in yanında ona bir şeyler anlatmaya devam ediyordu. Ares, yüzünde düşünceli bir ifadeyle sakince onu dinledi. İkisinin bu kadar iyi anlaştığını görmek istemiyordu. Afrodit her ne anlatıyorsa, bunun Ares’i rahatlattığını görünce kalbi sıkıştı. O, sürekli adama dert olurken Afrodit’in destek vermesi canını sıkıyordu. Keşke daha güçlü olabilseydi, keşke sorunları çözebilmek için saçma anahtar yeteneğinden fazlasına sahip olabilseydi.
Artemis, Dünya’nın masada sıkılı duran yumruğuna dokundu ve fısıldadı.
‘’Bu kadar gergin durma Dünya.’’
Kadına yan gözle baktı ve nefes alıp yumruğunu gevşetti. Artemis yeşil gözlerini daha parlak gösteren bir gülümsemeyle elini çekti.
‘’Böylesi daha iyi yoksa herkes anlayacak.’’
Duygularını biliyor muydu? Bu anlamsız geldi, Ares ile onu pek görmemiş birinin hislerini biliyormuş gibi konuşması. Dünya, Adonis’in sesiyle kendine geldi.
‘’Asteria ve İksion!’’ dedi Hades’e bakarak. ‘’Tartaros’ta mı saklanıyor?’’
Hades, başını salladı.
‘’Hayır, İksion uzun zamandır Tartaros’ta değil. Asteria ise geçen seneki olaydan sonra hiç görünmedi.’’
‘’O ikisi, iblisleri nasıl yönlendirebilir?’’ dedi Artemis. ‘’İblisler kimseye sadık değillerdir, onlar kendilerine bile sadık değildirler. Sadece vahşet için bir araya gelirler.’’
Hades, yorum yapmadı, sadece yüzünde kötücül bir bakışla Ares ve Afrodit’in olduğu yere baktı. Dünya konuşmaların arasında Hermes’in ortadan kaybolduğunu fark etti. Genç adam sessizce gidişi kimse tarafından önemsenmeyince onun bu hareketinin doğal olduğunu düşündü.
‘’Plan yapmadan kimse bir şey yapmasın.’’ Dedi Athena ve sesini yükseltti. ‘’Beni duydun mu Ares?’’
Ares’in gözleri Athena’yı buldu, tepki vermeden kadına bakmayı sürdürünce Athena otoriter bir sesle ekledi.
‘’Kimse kendi başına işleri düzeltmeye çalışmayacak, tamam mı?’’ dedi. ‘’Özellikle sana söylüyorum.’’
Ares, ayağa kalktı ve masaya doğru rahat adımlarla yürüdü. Gözleriyle masadakileri süzdü. Dünya’ya oyalanmadan kısaca baktığında Dünya’nın içine bir şeyler kızgın yağ gibi acı vererek döküldü. Afrodit, Dünya’nın Ares üzerindeki etkisini bir bulut gibi dağıtmıştı. Kendini aniden daha güçsüz ve işe yaramaz hissetti.
‘’Seni duydum Hena.’’ dedi Ares. ‘’Merak etme, kimse zarar görmeden iblisleri çıktıkları çukura geri atacağım.’’
Athena ayağa kalktı, parmağını Ares’e yönelterek sinirli bir sesle söylendi.
‘’Kimse derken seni de kastediyordum kalın kafalı. Şu haline bak!’’ eliyle Ares’i işaret etti. ‘’Ayakta durman bile mucize, bu halde yeni bir iblis saldırısına gitmeni yasaklıyorum.’’
Ares’in kaşları havalandı, duyduğuna inanamaz bir bakışla Athena’ya bakarken Afrodit yanında belirdi.
‘’Bende tam bunu anlatmak istiyordum.’’ Dedi, elini adamın sırtına koydu. ‘’Ölümsüz olana kadar…’’
Ares, kendini kadının elinden kurtararak keyifsiz bir kahkaha attı ve geriledi.
‘’Ah, yapmayın. Ölümlü olarak yeteneklerimi kaybetmiş değilim, ayrıca çok yakında ambrosia alacağım. Ölümsüzlüğü kabullendiğimi size söyledim. Daha ne istiyorsunuz?’’
‘’Bir an önce ölümsüz olmak istiyorsan bir fikrim var.’’ dedi Adonis. ‘’Neith’de bir ambrosia olduğunu biliyorum. Ne dersin?’’
Güzel yüzündeki anlamlı gülümseme karşısında Afrodit hırçınlaştı ve derin bir nefes alarak öne çıktı.
‘’Neith’e ihtiyacımız yok.’’ dedi Adonis’e. ‘’Ben, Zeus’la konuşur, Ares’in hakkı olanı hemen vermesini sağlarım.’’
Adonis yeniden sırıtınca kadın öfkeyle kollarını kenetledi. Apollon, boğazını temizleyerek ayağa kalktı.
‘’Zeus ile konuşmak işe yaramaz.’’ dedi ve Adonis’e döndü. ‘’Neith’de basit bir baştan çıkarmayla ambrosiayı kimseye teslim etmez. Başka bir yol bulmalıyız.’’
Adonis mırıldandı.
‘’Kimin isteyeceğine bağlı...’’
Apollon, onu duymazdan gelip devam etti.
‘’Ama Hena haklı, Ares’in bir süre dinlenmesi gerekiyor. İblisler, boyutlardan bazılarını sindirmiş olabilir ama henüz bu boyuta ciddi bir saldırıda bulunmadılar. Bunun sebebi…’’
Hermes ansızın odada belirip Apollon’un lafını kesti.
‘’Hera, Feiana’ya ve Varmon’a gitmenizi istedi. Yardım çağrısı alınmış ve Ares dışındakilerin konuyla ilgilenmesi gerekiyormuş. Afrodit, senin de değişen dengeleri kontrol etmeni istiyor.’’ Dedi ve Ares’e döndü. ‘’Sen ve Dünya, yarım saat sonra Tepe’ye bekleniyorsunuz.’’
Hermes hızlıca konuştuğu için derin bir nefes aldı ve elleri belinde konuştu.
‘’Acil su içmem gerek, dilim kurudu.’’
Ve ortadan kayboldu.
Görevlendirilen ölümsüzlerden, Adonis dışındakiler birer birer veda edip ortadan kayboldular. Afrodit gitmeden önce Ares’e, sarılarak bir öpücük vermeyi ihmal etmemişti, dinlenmesini öğütleme bahanesiyle. Kadın ışıltılar içinde havaya karıştı, odada sadece üçü kalmıştı. Dünya gergince sandalyesinde oturmaya devam etti. Adonis ise sandalyesinde kaykılmış bacaklarını öne uzatmıştı. Gitmeye niyeti yoktu. Ares tam karşısına oturdu.
‘’Fikrini düşündüm Ares.’’ dedi Adonis. ‘’Yapmak istediğin şey çok riskli, Hena’yı duydun. Başiblislerle baş ettin diyelim Hena’nın gazabından nasıl kurtulacaksın?’’
‘’Hena’yı bana bırak. Sen, beni idare edebilecek misin, onu söyle.’’ dedi Ares. ‘’Onları oyalayabilir misin?’’
Adonis masaya eğildi.
‘’Sen ölümlüsün Ares!’’ dedi sinirli bir tonda.
Ares, gözlerini Dünya’ya çevirdi ve tatlı bir tonda konuştu.
‘’Öyle kalmaya da devam etmek isterdim.’’
Adonis, sertçe masaya vurdu ve ayağa kalkıp Ares’e doğru eğildi.
‘’Kendi kurallarını hiçe sayamazsın.’’
Ares, yüzünü buruşturup Adonis’e baktı.
‘’Bu konuda konuşacak son kişi sensin Adonis. Şimdi git ve hazırlan.’’
Adonis dudaklarını sıkıp homurdandı ve yok oldu. Dünya, duyduklarını sindirmeye çalışıyordu. Her şey o kadar karmaşık geliyordu ki… Bütün bunların içine nasıl sürüklendiğini düşündü. Meğer yaşadığı hayatı ne kadar basitmiş, ne kadar sorunsuzmuş. Tek düşündüğü sabah otobüsü yakalamak, işe gitmek ve günü bitirmeye çalışmaktı. Ares ise o arada, diğer ölümsüzlerle birlikte iblisleri püskürtmeye uğraşıyordu.
‘’Daha rahat bir yere gitmeye ne dersin?’’
‘’Mesela Sirona’nın yanına!’’ dedi Dünya ve başını kaldırıp Ares’e baktı.
Ares’in kastettiği yerin Sirona’nın yeri olmadığı barizdi. Ares, bandajlı koluna doğru bir bakış attı ve bıkkınca konuştu.
‘’Bu seni memnun edecek mi?’’
‘’Evet’’
Ares Dünya’ya uzunca bakarken dudağını çiğneyerek düşündü ve ayağa kalktı.
‘’Tamam, şimdi Sirona’nın yanına gidiyorum.’’ Dedi ve ona doğru yürüdü. ‘’Sen kendinde değilken hissettiğim duygular yüzünden sözünü dinliyorum. Aklım hep sendeydi. Deli gibi sana büyü yapanı aradım ama bulamadım.’’
Bu, Ares’in halinden belli oluyordu, yorgun olsa da hırsı ve öfkesi onu güçleniyordu. Dört gündür tüm hıncını saldıran iblislerden aldığını anladı, yaralanmasına rağmen vazgeçmemişti. Ares, Dünya’nın karşısında durdu.
‘’İnatlaşmadan, bana, onun kim olduğunu söyleyecek misin?’’
Dünya, başını kaldırıp altın gözlüye baktı, zihninde dolananlar yavaşça duruldu. Kâhinin teklifi, Apollon ve Adonis’in sözleri, Afrodit’in varlığı, İksion ve Asteria’nın oyunları… Hepsi önemini yitirdi. Ares’in ona uzattığı eli tuttuğunda tek düşündüğü Ares olduğu halde ayağa kalktı.
Ares, Dünya’nın yüzünü süzerken yavaşça konuştu.
‘’Hekate’miydi?’’
Dünya ayılarak geriledi.
‘’Bunu nereden biliyorsun?’’
Ares, onun tepkisine bozularak ellerini cebine attı ve masaya dayandı.
‘’Küçük bir araştırma yaptım. İblislerden biri değilmiş. Zaten, ondan başkası bu denli güçlü bir büyüyü yapamaz. Senden ne istiyor?’’
Kalbi, sıkıntıyla kasıldı. Hekate’nin isteğinin bir sakıncası yoktu ama kâhinin önerisi canını yakıyordu. Aklına gelen bu anı geriye attı.
‘’Benden bir şey istemiyor, sadece konuşmak istemiş.’’
Ares, sabırsızca homurdandı.
‘’Dünya!’’ dedi. ‘’Onunla ne konuştunuz?’’
Sürekli hesap sormasına bozularak diklendi. Ares’in karşısına geçti.
‘’Asıl sen anlat, başiblisler hakkındaki fikrin neymiş onu söyle!’’
Ares doğruldu. Dünya ona bu denli yaklaşmakla hata yaptığını o an anladı. Mıknatısın çekimi nefesini kesse de kararlı bakmaya devam etme niyetindeydi. Ares, Dünya’nın yüzüne eğildi.
‘’Papatyam’’ dedi başdöndürücü bir sesle. ‘’Sana bir kere daha hatırlatayım, ölümsüzlere güvenme. Bu Hekate bile olsa, daha önce başını bu güven merakın belaya sokmuştu.’’
Dünya gözlerini kıstı.
‘’Belki, senin de birilerine güvenmeye başlaman gerek. Tek başına nehir yatağını değiştiremezsin.’’
Ares, diliyle dudağını yalayıp anlamlı bir sırıtışla doğruldu.
‘’Tek başıma olmaya çalışmıyorum.’’
Dünya kaşlarını çatıp homurdandı.
‘’Evet, az önce gördüm. Çifte kumrular değil mi?’’
‘’Hıı?’’
‘’Aa, bir de başımıza Net mi Neyt mi ne çıktı. Bak ben bu işten sıkılmaya başladım. Beni kahvaltıya çağırıyorsun, sonra Afrodit ile oynaşmaya gidiyorsun, bari gözümün önünde biraz ondan uzak dur.’’
Ares hayretle ona baktı.
‘’Sen, o sabah mutfağa geldin mi?’’
‘’Neyse, bir şeylerin hiç değişmeyeceğini anlamış oldum.’’ Diye elini salladı ve Ares’ten biraz uzaklaştı. ‘’Hekate’nin ne dediğini sonra konuşabiliriz, sen Sirona’nın yanına gittikten sonra.’’
Ares, Dünya’nın kolundan yakaladı.
‘’Bak, Afrodit de senin özgür kalman için uğraşanlardan biri.’’ Kendine çekti, parmakları Dünya’nın kolunu sıkıca tutmuştu. ‘’Dengeyi sağlama aldıktan sonra seni kullanmadan iblisleri boyutlara nasıl kilitleyebileceğini düşünüyor. Böylece seni lanetten koruyabileceğiz.’’
Dünya sinirle Ares’in yüzüne baktı, kolunu hırsla çekiştirdi. Kurtaramayınca botuyla Ares’in bacağına bir tekme sallarken yüzüne karşı söylendi.
‘’Korumak mı?’’ diye, can acısıyla, onu bırakıp bacağını kendine çeken Ares’e bağırdı. Dünya öfkesine hâkim olamıyordu, adamı omzundan itti. ‘’Benden kurtulmak için harika bir planı olduğu kesin, ben buna korumak demezdim. Benim için plan yapıp durmanızdan nefret ediyorum. Yapılacak ne varsa yapalım ve bu ceza bitsin.’’
‘’Ceza mı?’’ dedi Ares, yüzünde beliren hayal kırıklığıyla.
‘’Evet!’’ dedi Dünya kendini durduramıyordu, kıskançlık tüm ruhunu esir almıştı. ‘’Ya da bir sabah bakacaksın, bende ortadan yok olmuşum. Lanetli anahtar derdiniz de böylece çözüme kavuşur!’’
Ares bacağını ovuşturmayı bıraktı ve canı yanmış gibi gözlerini kapatıp yüzünü buruşturdu. Elleri masanın kenarında birkaç saniye öylece durdu, sonunda gözlerini açtığında bakışlarında derin bir acı vardı. Titrek bir sesle mırıldandı.
‘’Bir süre daha sabret.’’ dedi. ‘’Eğer gözlerimin göremeyeceği, sana ulaşamayacağım bir yere gidersen…’’
Ares’in dudakları titredi ve daha fazla konuşamadı, yutkunup doğruldu. Dünya, sözleri yüzünden pişman olmuştu. Kıskandığında gözünün hiç bir şeyi görmemesi konusunda Ares’e hak verdi. Anlaşmayı ona öneren oydu, adamın ne yapmasını bekliyordu ki…
‘’Ares’’ diye fısıltı gibi konuştu.
Ares lafını kesti.
‘’Az vaktimiz kaldı Dünya. Seni odana çıkarayım, Siro’dan gerekli azarı yedikten sonra seni alırım ve birlikte Tepe’ye gideriz.’’
Dünya uysalca başını salladı, Ares’in canını yeterince yakmıştı.
‘’Sen, Sirona’ya git. Ben yolumu bulurum.’’ Dedi ve altın gözlere baktı. ‘’Üzgünüm, ben…’’
Ares lafını kesti.
‘’Boşver, sanırım bu azarı da hak ettim. Sen, odandan ayrılma, sakın başka bir yere gitme. Bir de seni aramakla uğraşmak istemiyorum.’’
Dünya, başını sallarken Ares’in görüntüsü titreşti ve ortadan kayboldu. Odasına doğru yürürken az sonra katılacağı toplantıyı düşünmüyordu bile, kâhinin önerisinin kendisi için ne kadar avantajlı olacağını düşünüyordu. Kapısının önünde anladı ki, önerinin onun açısından hiçbir yararı yoktu. Hekate’nin dediği gibi kalan ömrü boyunca pişmanlık ve özlem çekeceğine emindi. Hekate, başka bir şey daha söylemişti, çağrısının amacını ama onu tam hatırlayamıyordu. Zihnini zorlarken kapısını açıp içeri girdi ve doğruca banyoya gitti. Hatıralarını yenilemek için rahatlamış bir bedene ihtiyacı vardı ve bir ara da aç karnını susturmalıydı.

13. bölüm

Sıcak ve kısa bir duş aldıktan sonra havluya sarınıp yatağın üstüne oturdu. Odada pek vakit geçirememişti, etrafa öylesine bir göz attı. Bir masa ve sandalye pencereye yakın duvara dayanmıştı, üstünde üç tane kitap duruyordu, bir de daha çok çizgi romana benzeyen bir kitap. Masanın bacaklarında, iç kısmında bir raf gözüne ilişti. Rafta siyah bir kutu duruyordu, sanki taştan yapılmıştı. Kutunun parlak yüzeyi cilalanmış gibi ışıltı saçıyordu. Ayağa kalktı ve kutuyu raftan çekti. Bağdaş kurup ağır kutuyu halının üzerine bıraktı. Nasıl açacağını bilemedi, çevresinde kilide benzer bir şey yoktu. Herhangi bir çıkıntı veya kesim yeri de yoktu. Tek parça bir kutu gibi duruyordu, belki de içi boş filan değildi. Süs için konmuş olabilirdi ama öyle olmadığını Dünya biliyordu.
Elini kutunun üstüne koydu ve avcuyla kavanoz kapağı çevirir gibi kaydırdı. Kapak kolayca yana kaydı ve açıldı. Kutunun içi kadifeyle kaplıydı ve ikiye ayrılmış bölmesi vardı. Bölmelerden biri açık, diğeri kadife bir kumaş sıkıca örtülüydü. Açık bölmede altın ve gümüş tellerle örülmüş kalın bir şerit vardı. Ölçüsüne baktı, bir kolu kavraması için özel bir uzunluğa sahipti ve sahibinin onun kolu olmadığı belliydi. Dünya gülümsedi ve aklında Hekate’nin sözleri belirdi. Zarif takıyı, parmaklarıyla okşadı.
‘’Teşekkür ederim Hekate.’’
Ares’i daha özgür kılacak büyülü eşyayı kalbine bastırıp ayağa kalktı ve çabucak üzerini değiştirdi. Islak saçlarını sıkıca topladı ve altın şeridi eline aldı. Tam o sırada kapısı çaldı. Ares tam zamanında gelmişti. Takıyı, yeleğinin cebine atıp açmak için kapıya koştu.
Kapıyı açtı ve şaşkınlıkla mırıldandı.
‘’Zeus?’’
Zeus, beyaz bir gömlek ve spor kumaş pantolon giymişti. Kaliteli kıyafetinin içinde oldukça şık ve çekiciydi. Dünya’nın şaşkınlığını birkaç saniye izledikten sonra,
‘’Bana Tepe’ye kadar eşlik eder misin?’’ diye kibarca konuştu.
‘’Ben… Ares’i bekliyordum.’’ dedi Dünya. ‘’Seninle gelirsem ayıp olur.’’
Zeus, anlayışlı bir tavırla başını salladı.
‘’Pek ala, Ares’in sana kızmasını hiçbirimiz istemeyiz. O, bir emir verdiği zaman tutulmasını ister.’’
Dünya, adamın sözleri üzerine iç geçirdi, onu sinirlendirmeye çalıştığı belliydi. Kollarını kenetleyip başını dikleştirdi. Zeus, kibirli bir tavırla konuşmaya devam etti.
‘’Afrodit, benden Ares’in tekrar ölümsüz olması için izin istedi. Bu konuda tedirginim. Biliyorsun ki, Ares’in ölümsüz olmasını bende istiyorum ama onun niyeti beni endişelendiriyor. Daha düne kadar reddederken fikrini aniden değiştirmesi hiç onun tarzı değil.’’
Dünya, o anda ayıldı. Zeus, Ares’in niyetini bile bilmiyordu, onun ağzından laf almak için gelmişti. Bu konuda en saf onu görmüş olmalı ki, gururunu hiçe sayıp kapısına dayanmıştı. Zeus, kayıtsızca devam etti.
‘’Başka bir planı olduğuna eminim. İblislerle işbirliği içinde olmasından korkuyorum. Bunu daha öncede yaptı, tekrarlaması beni şaşırtmaz.’’ Tepki yokladıktan sonra ekledi. ‘’Bana bu konuda söylemek istediğin bir şey var mı?’’
Dünya omzunu silkti:
‘’Yok.’’ dedi. ‘’Ama sana bir tavsiyem var, neden onu ellerinin arasında tutmaya çalışıyorsun? Madem Ares’ten nefret ediyorsun, bırak çeksin gitsin. Yeteneğine ihtiyaç duyduğunuzda yardım etmeyeceğini hiç sanmıyorum.’’
‘’Sana soru sordum, tavsiye istemedim.’’
‘’Belki istemeliydin. İşler bu denli karışmadan oturup çevrene danışmalıydın.’’
‘’İşleri ben değil, Ares karıştırdı.’’
Zeus’un sözlerinden sonra omzu hızla ısındı. Dünya gözlerini kısıp adama dikkatlice baktı.
‘’Yalan söyleyecek kadar alçalmana şaşırdım.’’
Zeus’un yüzü kıpkırmızı oldu, öfkeyle homurdandı.
‘’Aptal anahtar!’’ dedi yumruklarını sıkarak. ‘’Şunu bil diye söylüyorum. Sen, onun için bir piyonsun, maşasın. Her ne yaptınız bilmiyorum ama çıkarınız için dengeyi bozmayı becerdiniz. Kaprislerine yeterince göz yumdum. Sende en az Ares kadar tehlikelisin. Daha önce Adonis’in korumasında olmasaydın, canını almama ne Ares, ne de lanet olası yasaklar engel olabilirdi. Yasaklar, Ares koyduğu için değil, ben uymayı seçtiğim için hala yürürlükte.’’
Dünya, omzunun sürekli alarmı karşısında sırıtmaya devam edince Zeus’un mavi gözleri kıvılcımlandı. Yumruklarının arasında beyaz mavi şimşekler oynaşmaya başlarken arkasını döndü ve patlar gibi ışık saçarak ortadan kayboldu. Dünya, koridoru aydınlatan parlaklık karşısında gözlerini kapattı. Adamın öfkesi karşısında korkması gerekiyordu ama çoktan korkuyu geçmişti. Kendini kaybedecek bir şeyi olmayan biri gibi hissediyordu. Hayatıyla zaten oynanıyordu, kalbi asla birlikte olamayacağı birine aitti. Tek çaresi elindeki tüm kozları oynamaktı. Anahtar olarak ona mecburdular, iblislerde anahtar olduğu için ondan çekiniyorlardı. Bu durumda ne yapması gerekiyordu, hafiften aklında şekillenmeye başlamıştı.
‘’Kapının önünde ne yapıyorsun?’’
Dünya, kendine gelerek başını sese çevirdi. Ares tüm ihtişamıyla yanı başında duruyordu. Koyu renk kotunun tek dizi yırtıktı ve üzerine koyu gri bir kazak giymişti. V yakalı kazağının kollarını dirseğine kadar sıyırmıştı. Saçları dağınıktı ama bir o kadarda ona yakışıyordu. Dudağının ucunda hoş bir gülümseme tedirgince tutunmaya çalışıyordu. Son konuşmalarının etkisinde olduğunu anladı. Ares, Dünya’nın ona olan duyguları konusunda kararsızdı. Buna rağmen rahat görünmek için elinden geleni yapıyordu. Dünya derin bir nefes aldı, şimdiden adamın cazibesine kapılmıştı. Ares, onun duygularını nasıl olur da anlamazdı?
‘’Seni bekliyordum.’’
Ares’in gözleri bir an ışıldadı ama hemen kendini toparladı. Elini cebinden çıkartıp koridoru gösterdi.
‘’Gidelim o halde.’’
Dünya başını salladı ve kapının arasından çıktı. Elini cebine atıp altın takıyı çıkarttı, yürümeye başlayan Ares’e yetişti. Adamın aklı başka yerdeydi, moralsizce öylesine adımlıyordu. Huzursuzluğu o kadar belliydi ki, sıkıntısını neredeyse etrafına yayıyordu ve soluk alamıyormuşcasına derin nefesler alıyordu. Dünya elindeki takıyı vermeyi erteledi, dayanamayıp sordu.
‘’Ares’’ Genç adam yan gözle ona bakınca devam etti. ‘’Sirona’ya gittin mi?’’
Ares başını ileriye çevirdi, alaylı bir sesle cevapladı.
‘’Elbette, patron, emrine nasıl karşı çıkabilirim?’’
‘’Ne dedi?’’
‘’Kolumdaki yarayı yeniden dikti ve pansumanlayıp geri gönderdi. Başka bir problem yokmuş ayrıca…’’ dedi ve kaşının üstünü göstermek için saçlarını alnından çekti. ‘’Artık bir yara izim daha olacak. Ne havalı değil mi?’’
Kaşının kenarını ortadan kesen dört dikiş vardı. Ares, Sirona’ya gittiğini ispat ettikten sonra saçlarını bırakıp yürümeye devam etti. Dünya Ares’in uzun adımlarına ayak uydurmaya çalışarak:
‘’Peki, göğsünün altındaki yara?’’ dedi.
Ares, gözlerini devirdi:
‘’Onun iyileşmeyeceğini sana söyledim. O yara lanetli.’’
‘’Peki, ben sana iyileşebileceğini söylesem.’’
Ares, duraklayıp soran gözlerle Dünya’ya baktı. Dünya elini kaldırıp örgüyü gösterdi.
‘’Bunu sana Hekate gönderdi.’’ dedi. ‘’Asteria’nın lanetini iyileştirecek ve etkisizleştirecek. Yaran iyileşinceye kadar takman gerekiyormuş.’’
Ares, örgüyü eline aldı, evirip çevirdi. İnce işçilikle dokunduğu belli olan örgüyü incelerken mırıldandı.
‘’Bunu Hekate bana mı gönderdi yani? Sen Hekate ile mi görüştün?’’ Yüzünde oluşan sırıtmaya karşılık Dünya’nın yüzü asıldı. ‘’O yüzden mi sana büyü yapmış, bu çok zekice.’’
‘’Tak şunu da, tepeye gidelim.’’ diye homurdanarak merdivenleri tırmanmaya başladı.
Daha yirmi dakika önce ona büyü yapanı deli gibi aradığını söylemiyor muydu? Şimdi de büyü yaptığı için teşekkür etmeye arayacak gibiydi.
‘’Bunu nasıl takacağım, bileğime olmuyor ki?’’ diye söylenen Ares’e döndü.
‘’Bilek için geniş olduğunu görmüyor musun? Bakıyorum, Hekate’nin ismini duyunca heyecandan elin ayağına karıştı.’’
Ares bıkkınca başını çevirdi, bilekliği avcunda sıkıp yere attı. Dünya’nın afallamasına aldırmadan merdivenleri ikişer üçer tırmanmaya başladı. Dünya, yerdeki takıyı alıp peşinden koştu. Adama yetişip kazağından çekiştirdi.
‘’Bunu takman gerekiyor.’’
Ares, silkinip elinden kurtuldu.
‘’Boş versene!’’
‘’Niye kızdın ki?’’ diye peşinden koşarcasına adımlamaya devam etti.
Ares aniden ona doğru dönünce duramayıp adamın göğsüne çarptı. Ares, onu yakalamasaydı merdivenden aşağı yuvarlanması içten değildi. Kollarından onu yakalayan Ares, tuttuğu gibi duvara yapıştırdı. Gözlerindeki hareler tutuşmuştu. Kendi bedeniyle onu hareketsiz bırakınca Dünya, tedirgince yutkunup adamın gözlerine, gözlerini dikti.
‘’Benim için sadece sen varsın!’’ dedi Ares. ‘’Anlıyor musun?’’
Dünya öfkeyle yanan bakışlardan gözlerini alamıyordu. Ares ellerini gevşetti, dudaklarını Dünya’nın alnına dayadı. Dünya’nın içini titreten bir öpücükle alnını ateş içinde bırakıp yanağını onun saçlarına yasladı.
‘’Her kıskançlık krizinde benden uzaklaştığını hissediyorum. Benden soğumak için bunu kullanma, lütfen sevgilim.’’
Dünya, onun haklılığı karşısında savunması yıkıldı. Kolunu kurtarıp adama sıkıca sarıldı. Başını Ares’in göğsüne dayadı ve hızlı atan kalbini dinleyerek sakinleşti.
‘’Engel olamıyorum Ares.’’ Diye mırıldandı. ‘’İçimde yanan bir ateş var ve bu kötücül ateş, kıskançlıkla besleniyor. Seni, herkesten kıskanıyorum, başka hiçbir şey düşünemiyorum.’’
‘’Güzel gözlüm’’ dedi ve Dünya’dan hafifçe ayrıldı. Yüzünü avuçları arasına alıp alnını Dünya’nın alnına dayadı. ‘’Seni anlıyorum, bende seni Adonis’le gördüğüm her an çıldıracakmış gibi oluyordum. Sana bakışını her gördüğümde ona saldırmamak için kendimi zor tutuyorum. Seni benden alacakmış gibi hissediyorum ve bundan çok korkuyorum. Ama kıskançlığımıza teslim olursak karşımızdaki sorunla ilgilenemeyiz, önümüzdeki problem daha önemli.’’
‘’Nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyorsun?’’
‘’Çünkü seni çok seviyorum ve sevgine layık olarak aşkına da sahip olacağımı düşünüyorum.’’
Dünya Ares’e sarıldı. ‘’Keşke ben de o kadar kendime güvenseydim. Aşkına sonsuza dek sahip olacağıma inanabilseydim.’’
‘’İnanma Dünya, bil! Seni ayartmaya çalışan hep ben olduğum halde, nasıl böyle düşünürsün anlamıyorum.’’
‘’İlgimi çekmekte pek zorlanmıyorsun ama!’’ dedi Ares’in güçlü kalp atışlarını dinlerken. ‘’Çok çabuk kanıyorum sana.’’
Ares’in gülümsediğini hissetti. ‘’Sürekli senin ilgini çekmeye çalışmakta usta oldum sevgilim, istersen sana ders verebilirim.’’
‘’Ukalasın Ares!’’
Gülümseyen Dünya, Ares’in kokusunu içine çekti. Varlığı ve yüzünde hissettiği nefesiyle bile Dünya’nın içini huzurla doldurdu. Kalbi yeniden heyecanla atmaya başlamışken adam ondan ayrıldı. Kendini aniden boşlukta hissetti, zorlanarak kollarını adamdan çözdü. Ares, haklıydı ama bunu içindeki ateşe anlatamıyordu.
Ares kazağını üstünden sıyırdı ve altın örgüyü dirseğinin üstüne sardı. Hiçbir kilide sahip olmayan örgü zorlanmadan kaslı koluna kenetlendi ve buğulu bir ışıkla kendi kendine sabitlendi. Ay ışığını andıran buğu kaybolurken Dünya’nın gözleri, dehşet içinde Ares’in sol göğsündeki yıldız dövmesine takıldı. Üç yıldızın içi dolmuştu. Ares’in ölümsüz olmaktaki sabırsızlığını o anda anladı. Adam kendisi için değil, Asteria’nın lanetinin Dünya’ya ulaşmaması için uğraşıyordu. Ares, kazağı yeniden üzerine geçirirken Dünya başını çevirdi ve yorum yapmadan merdivenleri tırmanmaya başladı. Adımları taşa dönüşmüştü.
Tepeye vardıklarında Ares onu şaşırtarak elini tuttu ve tepki göstermesine fırsat vermeden seri adımlarla terasa ayak bastı. Alana girişleriyle onlara dönen başlar artık tanıdıktı. Yarım ay şeklindeki bir masanın çevresine oturmuşlardı, tartışmayı yarıda kesip önce Ares ve Dünya’nın yüzlerine sonrada tutuşmuş ellerine baktılar. Ve bazılarının yüzü asıldı.
Ares, kararlı adımlarla masanın karşısında dikildi ve her birine göz gezdirdi. Zeus, sonunda bakışlarını onların ellerinden alıp Ares’in yüzüne yükseltti.
‘’Bizi çağırmışsınız.’’ dedi Ares. ‘’Geldik.’’
Zeus, masanın her iki yanında duran birbirinden ayrı iki boş sandalyeyi işaret etti:
‘’Ayakta durmana gerek yok Ares, ikinizde oturun.’’
Sandalyelere bakmaya gerek duymayan Ares, Dünya’nın elini daha sıkı tuttu ve gözlerini kıstı:
‘’Fazla durmaya niyetimiz yok, sorgulama için böylesi daha iyi.’’
Marduk lafa girdi:
‘’Ares, seni sorgulamak için değil, danışmak için çağırdık. Lütfen otur.’’
Ares, Marduk’a döndü:
‘’Danışmak için geç kaldınız, ayrıca senin niyetini bilmiyorum ama bazılarının niyetinin sorgulamak olduğuna eminim. Bu yüzden ayakta durmayı tercih ederim.’’
Marduk, başını anlayışlı bir tavırla sallarken Zeus öfkeli gözlerini Ares’in üzerinden alamıyordu. Dünya, Zeus ve Ares’in karakterinin birbirine ne kadar benzediğini fark etti. İkisi de güçlü, gururlu ve laf dinlemez bir kişiliğe sahipti, çok çabuk öfkeleniyorlardı ve karşılarında durmak yürek istiyordu. Uyumsuz karakterlerine rağmen ikisi de etkileyiciydi. Topluluğa sözlerini dinletmeleri hiç zor değildi. Zeus’un Ares’e nefreti ise, işte, o tam bir muammaydı.
Zeus, göründüğünün aksine sakin bir sesle konuştu:
‘’Madem, sorgulanmaya bu kadar meraklısın, bizde seni tatmin edelim.’’ Dedi, tehlikeli bir bakışla. ‘’İblislerle işbirliği içinde misin?’’
Dünya, herkesin Ares’in ağzından çıkacak kelimelere yoğunlaşmasını izledi. Onun da odadaki ölümsüzlerden farkı yoktu ve Ares’in yalan söylemesini hiç bu kadar istememişti. Ares avuçları arasındaki Dünya’nın elini daha güçlü tutup parmaklarını parmaklarına geçirdi ve başını salladı.
‘’Evet.’’
Sedna, Cuchulain, Neith ve Ghede dışındaki ölümsüzler bu itirafı sakin karşıladılar. Cuchulain hayalleri yıkılmış gibi başını öne eğdi. Ağır sessizliği Neith bozdu.
‘’Amacın ne Ares?’’
Kadın yumuşak bir sesle konuşmuştu. Ares’e kendisini açıklaması için fırsat veriyordu. İlgiyle öne doğru eğildi ve ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Ares bakışlarını ona çevirirken kadın devam etti.
‘’Saldıranların tarafında değilsin, değil mi?’’
Loki atıldı:
‘’Yapma Neith, hepsi saldırıyor. İblislerin tarafındaysa Ares de hain demektir.’’
Ares, Loki’yi umursamadan Neith’e cevap verdi:
‘’Saldıranları durdurmaya çalışıyorum, Deimos’un iblisleri benim komutamda.’’
Marduk ‘’Onlara nasıl güvenirsin?’’ dediğinde Ares nefeslendi.
‘’Onlara güvendiğim filan yok ama bir şeyler yapmam gerekiyordu. Saldırıları biraz olsun önlemek için onları yönetmeyi seçtim. Kapılar açık ve kapatamıyoruz. Bu yüzden yönetebildiğim grupların kana olan açlıklarını diğerlerine yönlendiriyorum.’’
Durga beğeni dolu bir sesle mırıldandı.
‘’Bu çok hoş…’’
‘’Ya Deimos’da onlara katılmaya karar verirse ne olacak?’’ dedi Tlaloc.
‘’Buna cesaret edemez.’’ dedi Ares. ‘’Bana tamamiyle sadık.’’
Ghede yalaka bir sesle konuştu:
‘’Bu nasıl olabilir? Daha önceki iblis olayında onlara verdiğin vahşet için sözünü dinlemişlerdi. Üstümüze salmıştın.’’
Zeus, hoşnutsuzca lafa girdi:
‘’Ares’in iblisler üzerinde can sıkıcı bir hâkimiyeti var. Sebebi muğlâk ama komutası kesin.’’
Sedna, üzgün bir sesle konuşmaya katıldı:
‘’Senden çekinmemize gerek var mı?’’
Ares, başını dikleştirdi:
‘’Bu lanet doğduğumdan beri üzerimde ve şimdiye kadar bir kere kullandım. Onun da sebebini biliyorsunuz. Yeniden kullanmamın nedenini de az önce açıkladım.’’ Dedi ve her birine bakarak Zeus’un üzerinde durakladı. ‘’Siz, düşünün benden çekinmenize gerek var mı?’’
Neith, vardığı sonucu rahata açıkladı:
‘’Ben sana inanıyorum.’’
Diğerleri kararsızdı. Loki, hızlıca ölümsüzlere göz atıp Zeus’a dönerek konuştu:
‘’Bu yetenekler, bir ölümsüz için biraz fazla değil mi Zeus? Ares’in neden bu denli güçlü olduğunu hiç merak etmedin mi? Nereden buldun onu?’’
Ares, Loki’nin sözlerini alaycı bir sesle düzeltti. ‘’Ölümlü diyecektin herhalde.’’
Loki, kısa ve tedirgin bir bakışla Ares’e baktıktan sonra Zeus’a geri döndü:
‘’Bu ayrı bir konu, ölümlü olduğu halde iblislerin onu hala dinlemesi de ilginç.’’
Kuzgun yan gözle Loki’ye baktı:
‘’Değil mi, Loki, sen o kadar zamandır bunun için uğraşıyorsun oysaki iblisler, Ares’in iki lafına bakıyorlar.’’
Loki yüzünü buruşturup homurdandı:
‘’Hiç de öyle bir niyetim olmadı.’’
Dünya’nın omzu ısınınca başını kaldırıp Ares’e baktı. Loki’ye bakışından onunda adamın yalan söylediğini bildiğini anladı. Ghede, soluk aldı ve umutsuz bir sesle söylendi:
‘’Bu yine de affedilir bir şey değil. Madem yasalara uyacağız, Ares’in yaptığı ihaneti de cezalandırmalıyız.’’
Dünya’nın dizleri titredi ve Ares’in bileğine tutundu. Ares, onun tersine çok soğukkanlıydı. Konuşulanlara dayanamayan Cuchulain hızla ayağa kalktı.
‘’Daha ne yapacaksınız? Ölümlü olması bir yana iblis boyutları açıldığından beri onun nasıl savaştığını bizzat kendi gözlerimle gördüm.’’ Zeus’a döndü. ‘’Hatta çoktan ölümsüzlüğünü geri kazandı.’’
Ares, eliyle Cuchulain’i sakinleşmesi için işaret etti:
‘’Boyutları işe karıştırma Cuchulain.’’
Loki, Ares’in lafını kesti:
‘’Neden karıştırmayacağız?’’ Dedi ve ikisinin tutuşmuş ellerini gösterdi. ‘’Hem anahtarı kendi yanına çekmişsin, hem de iblisleri. Asıl durdurmamız gereken sensin gibi geliyor, elindeki silahları yok etmeliyiz.’’
Loki, herkesin onun sözlerine dikkat kesildiğine emin olunca devam etti:
‘’Demek istediğim şey şu, anahtar dengesini sağlayamadığımıza göre sorunu yok edelim.’’
Ares’in tüm kaslarının gerildiğini fark eden Dünya, Loki’nin silah olarak kendisini kastettiğini ve yok etmek istediğini anladı. Adam, eski düzene geri dönmek istiyordu.
Ares, odaya girdiğinden beri ilk defa soğukkanlılığını kaybetti. Öfkesi sıcak bir alev gibi odayı yaladı. Öne doğru bir adım atarak Loki’nin gerilmesine neden oldu, fakat adamın korkusu gereksizdi. Ares, onun yerine Zeus’a doğru konuştu.
‘’Bunu yapamazsınız!’’
‘’Başka çaremiz yok Ares.’’ dedi Marduk. ‘’Son beş senedir başka anahtar belirmedi. Bu kız, ortaya çıktığından beri denge geri dönülemez şekilde sarsıldı.’’
Tlaloc, Marduk’un lafına devam etti:
‘’Bozulma sebebinin, bu kızın varlığı olduğuna karar verdik.’’
‘’Ve onu yok edip yeni bir anahtar için yer açacağız.’’ Dedi Durga ve ekledi. ‘’İçinde bulunduğumuz durumda fazla beklemeyeceğimize emin olabilirsin.’’
Ares, öfkeyle homurdandı. ‘’Eğer Dünya’ya zarar verirseniz, hepinizi buna pişman ederim!’’
Ghede alaycı bir sesle konuştu:
‘’Bunu nasıl yapacaksın ölümlü? Seninde bir nefeslik canın var.’’
Dünya, Zeus’a baktı, adam çok düşünceliydi, kararsızlığı yüzünden okunuyordu. Ares diğerlerine fikirlerini sorarken Dünya Zeus’tan gözlerini ayırmadı. Kendi içinde yaşadığı çekişmeyi izlerken cevap sırası Zeus’a geldi. Cuchulain dışındakiler anahtarın yok edilmesini onaylamışlardı, Zeus’tan sonra Sedna ve Neith vardı. Zeus mavi kıvılcımlı gözlerini kaldırıp Ares’e uzunca bir süre baktı. Vereceği kararın, iki kişinin canına mal olabileceğinin bilincindeydi. Derin bir nefes alıp konuştu:
‘’Anahtarın değişimini onaylıyorum.’’
Ares yerinde sallandı, her şeye rağmen bu kararı Zeus’tan beklemiyordu. Dünya, Ares’in ifadesine baktı, bembeyaz yüzünde hayalkırıklığı ve çaresizlik okunuyordu. Dünya doğruldu ve Sedna ile Neith’in onaylamama kararını dinledi. Tabi ki yeterli değildi, Zeus kararı açıklamak için sandalyesinde doğrulduğunda Dünya, Ares’in elini bırakıp öne doğru yürüdü.
‘‘Aferin size, bu kadar ölümsüz toplanıp iki ölümlüye ceza kesiyorsunuz. Gücünüz buna mı yetiyor?’’
‘’Başka çaremiz yok.’’ dedi Marduk. ‘’Yoksa kalkışmazdık.’’
Dünya, tam ortaya yürüdü:
‘’Ama cesaretinize hayran kalmamak mümkün değil.’’ dedi, herkesin yüzünde oluşan karışık ifadeleri zevkle izledi. ‘’Bir de şöyle düşünün, beni öldürdünüz yani elinizdeki tek şansı ve farz edelim, yeni bir anahtar belirmedi. O zaman ne yapacaksınız?’’
Ölümsüzler bocalayarak birbirlerine baktılar. Bunu hiç hesaba katmadıkları belliydi. Dünya, ellerini iki yana açtı:
‘’Ve ardından büyük bir aptallık daha yapıp iblislere tek karşı koyabilen kişiyi küstürdünüz, belki de anahtarla birlikte onu da yok ettiniz. Sizi kim koruyacak? Tamam, ölümlüler sizin için önemli değil. Harcanabilirler. Onlar ölse gitse de, siz yaşayacaksınız ama herkes öldükten sonra iblislerin vahşet açlığına kimi kurban vereceksiniz? İçinizden hangisiyle başlayacaksınız?’’
Gözlerini Zeus’a dikti:
‘’İşte, o zaman karar verdiğiniz bu an için pişmanlık duyacaksınız.’’
Ölümsüzler, düşüncelerinin içinde kaybolurken Ares, Dünya’ya yaklaştı ve beline sarılıp saçlarından öptü. Uzun süren sessizlik sonrasında Zeus kararsızca konuştu:
‘’Bir yolunu bulacağımıza eminim. Ayrıca Ares’i öldürmek gibi bir niyetimiz yok, asiliğine son verdiği takdirde ölümsüzlüğünü geri vereceğim.’’
Dünya sırıttı:
‘’Bu ne işe yarayacak Zeus? Sana tavsiyem tahtın için korkmayı bırak ve ona layık olmaya bak. Böylesi daha sağlıklı!’’
‘’Bana ukalalık yapma anahtar.’’ dedi Zeus.
‘’Ukalalık yapmıyor.’’ dedi Ares. ‘’Dünya sadece senin gözünü açmaya çalışıyor. Düşün, bu riske girebilir misin?’’
Tlaloc araya girdi:
‘’Haklılar. Anahtarın dediği şeyi göze alamayız Zeus. Bence sakince oturup yeniden düşünmeliyiz. Başka bir yolu mutlaka olmalı.’’
Kuzgun, İnari ve Ghede karar konusunda beklemeyi onaylayınca Loki’nin yüzü asıldı fakat itiraz etmeden gözlerini Ares’in üzerine dikti. Yeşil gözleri, hesapçı ve öldürücü bir kin taşıyordu. Dünya gerilirken Ares adamın bakışlarından hiç rahatsız olmamıştı.
Marduk, geldiğinden beri ilk defa gülümsedi ve ayağa kalkıp Dünya’nın yanına geldi. Ares, elini Dünya’nın belinden çekmese de ondan ayrılıp yanında durdu ve Marduk’la rahat konuşmasına izin verdi. Marduk, ilginç bir şeymiş gibi Dünya’yı inceledi.
‘’Belki görevin farklıdır.’’ diye mırıldandı. ‘’Seni Nabi’yle tanıştırmak isterdim, izin verir misin Ares?’’
Marduk, başını kaldırıp Ares’e bakınca genç adam isteksizce cevapladı.
‘’Düşünürüz.’’
Marduk başını sallayıp Zeus’a döndü. Zeus’un kararını da istediğini anlamak zor değildi. Zeus yavaşça konuştu:
‘’Karar onlara ait, benim için sakıncası yok.’’
Marduk, ellerini kavuşturup Ares’e döndü.
‘’O halde ben ayarlamaları yapar, sana haber veririm. Toplantımıza katıldığınız için teşekkür ederim, şimdi Zeus’un da izniyle işlerimizin başına dönelim.’’
Ares, tam dönecekti ki, Neith’in sesiyle durakladı:
‘’Ares!’’
Ayaklanan ölümsüzlerde durup Neith’e bakınca kadın devam etti:
‘’Anahtarla biraz fazla samimi değil misin?’’
Ares sırıttı:
‘’İstediğim kadar değil.’’
Bu söz üzerine Neith şaşırdı, Dünya bile şaşırdı. Başını çevirip Ares’in ifadesine baktı. Ares hoş bir gülümsemeyle Zeus’a döndü:
‘’Hazır yeri gelmişken bir şey ilan etmek istiyorum. Afrodit ile nişanımı iptal ediyorum.’’ dedi ve afallamış Dünya’ya döndü. Elini kaldırıp yanağını yerleştirdi ve gözlerine bakarak konuştu. ‘’Benim asıl sevdiğim kişi Dünya ve ondan başkasına kalbimde yer yok.’’
Endişe ve mutluluğun aynı anda içinde patlamasıyla Dünya’nın başı döndü. Ares’in ölümsüzlere yaptığı itiraf az buz değildi. Neith bundan hoşlanmamış olacak kaşlarını çatıp ayağa kalktı:
‘’Bu yasak!’’
Ares, yan gözle Neith’e baktı:
‘’Kim demiş?’’ dedi alaycı bir sesle. ‘’Tatlım, biliyorsun, ben de bir ölümlüyüm.’’
Ve herkesi şok içinde bırakarak Dünya’nın elinden tuttuğu gibi terastan uzaklaştı. Dünya, ölümsüzlerin birbirine bağırıştıklarını duyuyordu. Adımlarını, Ares yönlendirdiğinden bir kukla gibi onu izledi. Ares, kendi koyduğu kuralı küçük bir hileyle hiçe saymıştı. Adamın zekâsına bir kere daha hayran oldu. Zorluklardan kendine iyi bir pay çıkarmayı çok iyi biliyordu. Bu hiç aklına gelmezdi. Kalbi delice atıyordu, Ares’in itirafı neye yol açacak bilmiyordu ama umrunda olmadığını hissediyordu. Sanki özgürleşmişti, uçarcasına Ares’in odasına kadar adamı takip etti.
Ares, odaya girince durup Dünya’nın tepkisine baktı. Dünya’nın tepkisi anında geldi. Ares’in üzerine kendini attı ve kollarını ona doladı. Dudaklarını onun dudaklarına bastırdı ve içindeki bütün özlemi salıverdi. Ares, Dünya’nın özlemine cevap verdi, onu kendine iyice çekti. Nefes nefese ayrıldıklarında Ares’in güzel yüzünü avuçları arasına alan Dünya, fısıltıdan farkı olmayan bir sesle mırıldandı.
‘’Bunu neden yaptın?’’
Adam, ölümcül bir çekicilikle gülümsedi:
‘’Çünkü seni seviyorum ve bunu saklamak canımı yakıyordu. Ayrıca sende başka türlü bana inanmayacaktın.’’
Dünya, Ares’in yüzünü parmaklarıyla okşarken Ares gözlerinden taşan bir mutlulukla onu izledi. Ares’in mükemmel yüz hatlarını parmağıyla yavaşça keşfetti, ilk defa dokunuyormuş gibi heyecanlıydı. Onu öpmek için tekrar eğilen Ares, aniden kasıldı ve soluk alamıyormuş gibi geriledi. Eli, sol göğsüne gitmişti. Dünya, panikle adama doğru atıldı.
‘’Ares!’’
Ares eliyle onu durdurdu:
‘’Yok, bir şey.’’ dedi ve gözlerini kapatıp yere çöktü. Çektiği acı yüzünden bayılacakmış gibi sallandı. Dişlerini sıkıp gözlerini kapattı.
Dünya, çıldıracağını düşündü, birden ne olmuştu? Kalp krizi geçiriyor olmalıydı. Yardım çağırmak için ayağa kalktığında Ares, onun elini tuttu ve başını kaldırdı. Saniyeler içinde gözlerinin altı kararmıştı, yüzü ölüye benzemişti.
‘’Sirona’ya…’’ dedi Dünya, kelimeler boğazına takılınca devam edemedi.
Ares, çenesini sıkıp başını duvara dayadı.
‘’Geçti, bir tanem. Bana biraz zaman ver.’’
Dünya dizlerinin üzerinde çöktü, Ares’in buza dönmüş ellerini avuçları arasına aldı. Sıcaklığını ona iletmeye çalışıyordu, terden ıslanmış yüzünü, eliyle okşadı. Ares, sonunda derin bir nefes alıp kendini bıraktı. Yakasını çekti ve sol göğsünün üzerindeki dövmeye baktı. Dünya kendini tutamadan küçük bir çığlık attı. Dördüncü yıldız da dolmuştu. Teni keskin bir şeyle kesilip dağlanmış gibiydi, kenarından kan sızıyordu. Onlar bakarken yara hızla siyahlaştı ve diğer yıldızlardan bir farkı kalmadı. Ares yakasını bırakıp başını duvara sertçe yasladı.
‘’Kahretsin!’’ diye söylendi.
Yıldızlar tamamen dolduğunda Ares ölümsüzlüğünü kazanmamış olursa Dünya yeni bir mücevher kazanacaktı. Bunun onu nasıl etkileyeceğini bilmiyordu ama Ares’in ölümsüzlere dediği gibi; bu riske girebilirler miydi?
‘’Bu kadar acıya nasıl dayanabiliyorsun?’’ diye mırıldandı.
Ares kurumuş dudaklarını ısırıp doğruldu. ‘’Acı sorun değil ama vaktimiz az kaldı. Beşinci yıldız kararmadan mücevheri bulmaktan başka çaremiz yok.’’
‘’Ya da senin ölümsüz olmandan başka…’’ diye isteksiz bir sesle ekledi.
Ares’in canı sıkıldı. ‘’Ne yapacağımı bilemiyorum Dünya, aramadığım delik kalmadı. Bir yere saklamış olmalı ama bir türlü bulamıyorum.’’
‘’Hekate’nin tılsımı seni bu lanetten koruyamaz mıydı?’’
Ares, hüzün dolu bakışlarla ona baktı:
‘’Sanırım bunun için çok geç kaldık.’’
‘’Asteria’ya dönüşürsem de beni sevmeye devam eder misin?’’
Ares, dayanamayıp güldü:
‘’Bana mı soruyorsun, onunla evlendiğimi unuttun mu?’’
Dünya’nın yüzü asıldı:
‘’Hah, iyiki hatırlattın, bu aklımdan çıkmış!’’ diye homurdandı.
Ares uzanıp onu kendine çekti, yanağına kondurduğu küçük bir öpücükten sonra fısıldadı:
‘’Benim karnım çok acıktı, kızmaya mutfakta devam etmeye ne dersin?’’
Dünya, başını adamın ellerinden kurtardı, yüzüne dik dik bakarak söylendi:
‘’İyi fikir.’’
Birlikte boş mutfağa gittiler, diğerleri henüz dönmediklerinden baş başa kalmanın mutluluğuyla menemen hazırladılar. Dünya, Ares’in yemek konusundaki beceriksizliğiyle dalga geçmemek için kendini zor tutuyordu. Doğrama işinde iyi olduğunu itiraf edebilirdi ama yumurtanın menemen için önemini uzun uzun açıklamak zorunda kalması… İşte bu ona fazla gelmişti. Ares, yumurtanın, yemeğin tadını bozacağı konusunda ısrar etmekten vazgeçip geriye çekildiğinde Dünya rahat bir nefes aldı.
Masaya oturdular ve bir süre hiç konuşmadan sadece yemekle ilgilendiler. Dünya bu kadar acıktığını hiç anlamamıştı. İkinci tabakları da doldurdular ve konuşmak için vakit bulmaya başladılar. Hoş sohbet Ares’i görmeyeli çok olmuştu, aklına onun evinde kahve içtikleri an geldi. O günden sonra sadece problemleri tartışmak için konuştuklarını fark etti. Hiç öylesine sohbet etmeye fırsatları olmamıştı. Genç adamın akıcı muhabbetini ve rahat hareketlerini çok özlemişti.
Eros telaşla mutfağa girince sohbetleri bıçak gibi kesildi:
‘’Ares!’’ dedi endişeyle. ‘’Sen ne yaptın?’’
Ares, kolunu sandalyenin arkasına atarak Eros’a döndü:
‘’Ne yapmışım yine?’’
‘’Nişanı atmışsın.’’ dedi Eros, sanki korkunç bir şey yapmış gibi. ‘’Afrodit çıldırdı.’’
‘’Atlatır.’’ dedi Ares ve ayağa kalktı. Boş tabakları masadan alıp evyeye götürdü. ‘’Ayrıca bunu ilk defa yapmadım.’’
Eros, kendini Dünya’nın yanındaki sandalyeye bırakırken mırıldandı, sanki ‘neyseki hala Zeus’un korumasında’ demişti. Tam emin olamayınca Eros’a sormak için ölümsüze doğru döndü. Çünkü bildiği kadarıyla Zeus korumasını kaldırmıştı. Korumanın önemini sormak istemişti, Adonis odaya girmeseydi soracaktı da…
‘’Ares!’’ dedi mutfağa girerken ve Eros’u görünce durakladı. ‘’Seninle konuşabilir miyim?’’
Ares tezgâha yaslanıp kollarını kavuşturdu:
‘’Afrodit olayını söyleyeceksen, Eros zaten haber verdi.’’
‘’Afrodit mi?’’
Ares, burnunu kırıştırdı:
‘’Senin haber başkaymış, devam et.’’ Adonis, Eros ve Dünya’ya doğru bakış atınca elini salladı. ‘’Sakıncası yok.’’
Adonis omzunu silkti.
‘’İyi, Tartaros normal ama çukur kilitlenmiş. Giremedim.’’
‘’Kilitlenmiş mi?’’
‘’Çukur mu?’’ dedi Eros, Ares’in ardından.
Dünya dayanamadı. ‘’Siz neden bahsediyorsunuz yahu?’’
Ares, düşünceli bir ifadeyle çabucak açıklama yaptı ve çok kısaydı:
‘’Başiblislerin hapsi.’’
‘’Bu çok anlamlı oldu. Şu açıklamadan sonra her şeyi anladım.’’ diye homurdanıp şimdilik dinlemeye karar verdi.
Eros sızlanır bir sesle:
‘’Ares, ne olur, düşündüğüm şeyi yapmayacağını söyle!’’
‘’Başka çarem kalmadı Eros.’’ dedi Ares. ‘’Karşı çıkman fikrimi değiştirmeyecek.’’
Eros bıkkınca omuzlarını düşürüp başını eğdi. Ares derin bir nefes alıp doğruldu.
‘’Vakit kaybetmeyelim.’’ dedi ve Dünya’nın omzuna elini koydu. ‘’Adonis, sen bizimle gel. Dünya, kapıyı açtıktan sonra ikiniz Olimpos’a dönersiniz.’’
Kapının yanında sert bir ses patlayınca, Ares bir an kalakaldı.
‘’Tek başına işe kalkışmaman konusunda ne demiştim?’’
Athena, hemen ardında Artemis ve Apollon olduğu halde kollarını kenetlemiş öfkeli bakışlarla Ares’e bakıyordu. Ares, yüzünü buruşturup yakalanmanın verdiği sıkıntıyla ofladı. Hermes’in suçlu yüzü kapının ve Athena’nın arasında belirdi.
‘’Yemin ederim Athena zorladı Adonis, yoksa seni kesinlikle izlemezdim.’’
‘’Bunu sonra konuşuruz.’’ diye Adonis söylenince Hermes sırıttı.
‘’Sonra mı? Elbette! Çok sonra!’’ dedi ve yok oldu.
Ares dışındakiler baştan aşağı savaşa gider gibiydiler, ya da savaştan gelir gibi. Deri zırhlar, tuhaf kılıç ve bıçaklar, kamçılar, eldivenler… Artemis’in fiyonklu çizmeleri hariç hepsi gayet ciddi kıyafetler giyinmişlerdi. Dünya bir kendine bir de Ares’e baktı, altın gözlü neyse de kendisi Pazar günü tüm gün tembellik yapmış birinden farkı yoktu.
‘’Evet.’’ dedi Athena mutfağa girerken. ‘’Anlat bakalım.’’
Ares sevimli bir sırıtışla ona sinirli, ters bakışlar atan Athena’ya baktı:
‘’Yok bir şey Hena, Adonis’ten çukuru kontrol etmesini istemiştim. Başiblisler bir şey karıştırmasınlar diye.’’
Dünya’nın omzu sızladı. Athena’nın tek kaşı inanmadığını gösterir şekilde havalanınca Dünya onunda mührü olup olmadığından şüphelendi.
‘’Küçükken de yalan söylediğinde böyle sırıtırdın.’’ Dedi Athena.
Artemis ekledi:
‘’Keşke yapmasan hiç inandırıcı olmuyorsun.’’
Apollon, Artemis’in omzuna kolunu attı:
‘’Sana kaç kere söyledim Ares, bu ifade kızları tavlamak için yalanı saklamak için değil. Tek tuttuğun tavsiyemin bu olması çok ilginç.’’
Ares yüzünü buruşturdu:
‘’Of, tamam, itiraf ediyorum. Eris, Enyo ve Phobos’u görmeye çukura gideceğim. Yanımızda savaşmalarını isteyeceğim.’’
‘’Onlar sana çok kızgındır.’’ Dedi Artemis.
Ares rahat bir tavırla elini salladı:
‘’Onlar iblis Hena, hep kızgındır zaten ama bana biat edeceklerine eminim. Tek sorun, bozmam gereken tılsım.’’
Apollon sandalyeye kuruldu. ‘’Tılsımı sen yapmamış mıydın? Nasıl bozamazsın?’’
Ares başını salladı. ‘’Hayır, ben yapmadım.’’ Dedi ve Apollon’a bakmaya devam ederken konuştu. ‘’Hekate’ydi.’’
Apollon’un bakışları yere düştü, bir anlık sessizlikten sonra Athena konuştu:
‘’Neyse, demek ki tılsımı çözmek için anahtarımızı yanımızda götürmemiz gerekecek.’’
Ares atıldı. ‘’Gerek yok, başka bir çaresine…’’ durdu ve sırıttı. ‘’Bir dakika, yani önerime karşı çıkmıyor musun?’’
Athena omzunu silkti.
‘’Çıksam ne olacak, sen yine bildiğini yapacaksın ve tılsım konusunda Dünya’dan başka çaren olmadığını da adın gibi biliyorsun. Hekate’den yardım alamayız.’’
‘’Çocuklar!’’ dedi Dünya ilgilerini çekmek için ayağa kalktı. ‘’Ben kapıcı olduğumu sanıyordum. ‘Tılsım bozmak’ iş tanımıma pek uymuyor.’’
Ares iç geçirerek yüzünü avuçları arasına aldı. ‘’Kendini şaşırtacağına eminim.’’ dedi tatlı bir sesle ve romantik bir söz olmamasına rağmen Dünya’nın dizlerini titretti.
Ares’in gözlerine takılıp kalmıştı ve altın gözler ona yaklaştığında nefes almayı bile unuttu. Kısa öpücüğüyle Dünya öne doğru sallandı neyseki Ares gerilerken onu bırakmamıştı. Ares’in kolları arasındaki Dünya, yüzünde aptal bir sırıtışla diğer ölümsüzlere döndü ve hepsinin havalanmış kaşlarına bakakaldı. Adonis ise kollarını kenetlemiş ifadesiz bir yüzle yere bakıyordu.
‘’Siz…’’ dedi Athena.
Artemis ellerini çırptı. ‘’Nihayet ya!’’ dedi ve şaşkından, neşeli bir yüze anında kavuştu.
Ares, Dünya’yı hazırlanması için odasına gönderirken diğerlerine de durumu açıklamaya başladı. Dünya, Ares’in peşpeşe itirafları karşısında tuhaf olmuştu. Ayakları kesinlikle yere basmıyordu. Hem evlerin başkanlarına hem de Olimpos’un ölümsüzlerine aralarındaki ilişkiyi pat diye söylemişti. Bu hayallerinin ötesindeydi. Ares’in kastettiği ‘gemileri yakma’ bundan başka bir şey olamazdı.

14. bölüm

Kendi katına çıkan merdivenleri uçarcasına çıktı ve odasına kadar nefes almadan koştu. Üzerindeki kolsuz poları omuzlarından sıyırırken kapısına ulaşmıştı. Ani bir ışıkla gözleri kamaşınca gözünü yana çevirip kapattı. Gözlerini araladığında gördüğü manzara, yüzü öfkeden kırmıza dönmüş bir Afrodit’ti. Afrodit hiçbir şey demeden tüm gücüyle Dünya’yı tokatladı. Polarına elleri dolandığından Dünya dengesizce karşıdaki duvara çarptı. Afrodit ona doğru yeniden atıldı, Dünya boş durmamıştı. Ellerini polardan kurtardı ama Afrodit pençelerini çoktan boğazına geçirmişti.
‘’Seni öldüreceğim lanet olası!’’ diye haykırdı.
Dünya, elini yumruk yapıp kadının midesine geçirdi. Afrodit kıvransa da ellerini gevşetmedi, bir yandan da öfkeyle ona bağırıyordu:
‘’Ares’i elimden almana izin vermeyeceğim.’’
Dünya bacaklarını Afrodit’in bacaklarına doladı. Afrodit sendelerken, bedenini kadına doğru hızla ittirdi. Üzerinden takla atarak Afrodit’in ellerinden kurtuldu. Tek dizi üzerinde sabitlenirken derin bir nefes almak istedi ama soluğu öksürük ile kesildi. Afrodit hızla doğruldu ve ona yöneldi. Dünya ayağından hız alarak Afrodit’in karnına doğru yaylandı, ikisi birden yere düştü. Afrodit altta kalmıştı, Dünya kadının yüzüne tüm gücüyle bir yumruk attı. Dudağı patlayan Afrodit iyice çıldırdı ve Dünya kendini nasıl olduysa havada buldu. Ellerini bacaklarını sallıyordu ama bir türlü yere veya Afrodit’e ulaşamıyordu. Sanki görünmez iplerle tavandan aşağıya asılmıştı.
Afrodit kendinden emin bir tavırla ayağa kalktı ve Dünya’nın düşmanca bakışları altında şık ama kumaş fakiri elbisesini silkti. Kadının bir el hareketiyle Dünya’nın çaresiz bedeni savruldu ve sırtı hızla duvara çarpttı. Duvara tablo gibi asılmıştı. Afrodit ona doğru adımladı.
‘’Nişanımızı atmış, hem de herkesin önünde!’’ dedi sahte bir sakinlikle. ‘’Bu nasıl bir büyü?’’
Dünya öfkeden titreyerek kadına baktı, kendini savunacak hali olmaması bir yana kadına duyduğu kızgınlık içini kavuruyordu. Afrodit belki öfkesinde haklı olabilirdi ama bu Dünya’nın derdi değildi. Kadın Dünya’yı süzdü:
‘’İlk geldiğin günden beri Ares’i baştan çıkarmaya çalıştığını anlamadığımı mı sanıyordun? Sırf onun peşini bırakman için Adonis’in seninle ilgilenmesine göz yumdum ve Zeus’u ikna ettim. Ama sana yetmedi değil mi? Ben yüzyıllardır bu baharı bekliyordum ve sen yine varlığınla Ares’i zehirlemek için geri döndün.’’
‘’Afrodit!’’ dedi Dünya. ‘’Bırak beni!’’
Sesi kendine ait değilmiş gibi çıkmıştı, teninin üzerinde tuhaf bir ürpertiyle titredi. Öfkesi, onu hiç tatmadığı bir şekilde besliyordu. Damarlarında akan kan değil, hiddetti. Serbest kalsa Afrodit’i hiç acımadan öldürürdü, bunu gerçekten istiyordu. İhtiyacı vardı. Gözünü tamemen kan bürümüştü. O kadar uzun zamandır Ares’i kıskanıyordu ki…
Afrodit, Dünya’ya yeniden tokat attı. Kadının teninin üzerinde incecik bir ışıltı tütüyor gibiydi. Dünya hırlayacak gibi dudaklarını geriletti ve tüm bedenini kastı. O anda fark etti ki; isterse duvardan kurtulabilirdi. Bunu kadına hissettirmedi. Afrodit önünde iki adım attı ve Dünya’ya hırsla bağırmaya devam etti.
‘’Bırakmak mı, seni aptal insan, bu kadar kolay olmayacak. Yine de küçük bir yardımı senden esirgemeyeyim. Ne kadar iyiyim değil mi? Güzel bir aşk büyüsüne ne dersin?’’ dedi ve elini yumruk yapıp havaya kaldırdı. Teninden sızan ışıltı yumruk yaptığı elinde daha bir canlandı. ‘’Bakalım aşık olacağın şanssız kişi kim olacak? Gözlerini açtığında kimi görürsen uğursuz kalbindeki aşk ona akacak. Ares’in aşkı ile birlikte bu büyü de senin için sözü edilmeyecek kadar önemsiz olacak.’’
Dünya, Afrodit’in ona yapacağı lanetten korkmaktansa ona saldırmak için kendini ona doğru attı. Afrodit’i şaşırtarak yükselmiş elini bileğinden tuttu ve ağırlığını üzerine vererek kadını yere çaldı. Afrodit’in eli ve sırtı sertçe yere gelecek şekilde düşünce elindeki lanetli büyü, duman misali havaya dağıldı. Dünya parmaklarını kadının bakımlı saçlarına geçirdi, kadını bağırtırcasına çekti. Kendini kaybetmişti. Damarlarından akan öfke, enerjiye dönüşmüştü.
‘’Sen benimle baş edebileceğini mi sanıyorsun?’’ dedi Afrodit’i küçümser bir sesle. ‘’Bir daha bana saldırmaya kalkarsan süslü başını lanet bedeninden ayırırım. İnan bana, bunu yaparım Afrodit. Ve çok hoşuma gider.’’
Kadına karşı bu sözleri söylediğine inanamadı ama onu saran başka bir güç vardı. Ve bu ona tanıdıktı. Aniden ellerini kadından çekti ve ayağa kalktı. Afrodit dirsekleri üzerinde geriledi. Dünya, ona bakmadan homurdandı:
‘’Çabuk git buradan!’’
Afrodit de ondaki tuhaflığın farkına varmış olmalı çünkü Dünya’nın dediğini ikiletmedi. Dünya koridorda tek başına kalmıştı, duvarlardaki aplikler cızırdayarak titreşti. Etrafa bakınarak odasına doğru adımladı. İnce bir gülüş kulaklarında çınlayınca hızlandı ve odasına daldı.
Karanlık oda paniğini iyice depreştirdi, eliyle duvara dokundu. Işıklar yandı ve rahatlayarak duvara yaslandı; deli gibi acıyan kalbini yatıştırmaya çalıştı. Gözlerini açtığında karşısında Asteria duruyordu. Kadın dudaklarında hain bir sırıtışla Dünya’ya bakıyordu. Neredeyse kadının onunla gurur duyduğunu düşünecekti.
‘’Odama nasıl girebilirsin?’’
‘’Bana katıldığında şu hafıza sıkıntısından kurtulacaksın. Sürekli geriye sarmak canını sıkıyor olmalı’’ dedi Asteria, pelerinini geriye attı. ‘’Seni bu sıkıntıdan kurtaracağım.’’
Onu ikinci bir ten misali saran elbisesi, kadını basit göstermektense cazibesini arttırmayı başarmıştı. Dünya kadını süzmeyi bıraktı ve bakışlarını yüzüne kaldırdı. Asteria’ya yalvarmayacaktı ama rica edebilirdi.
‘’Asteria’’ dedi dik durmaya özen göstererek. ‘’Gücünün büyüklüğünü, basit bir insana işkence yaparak kanıtlayamazsın. Eline ne geçecek ki?’’
Asteria dolgun dudaklarını yaladı ve ona doğru yaklaştı. Afrodit’in tırnağının yırttığı şakağındaki kan sızıntısına parmağını sürdü ve lezzetli bir şeymiş gibi yaladı. Dünya tiksinerek elinin tersini yanağına sildi, kadının dokunuşu tenini alevler içinde bırakmıştı. Asteria gözlerini açtı.
‘’Basit bir insan mı? Kendini o kadar küçümseme Dünya. Az önce yardımımla sahip olacağın o gücün zerresiyle kendini nasıl hissettiğini anımsa.’’
Dünya bir anda afallayınca kadın tepkisinden hoşlandı:
‘’Afrodit’in canını yakmak hoşuna gitmedi mi? Dahasını arzulamadın mı? Bunun daha fazlası senin olabilir.’’
‘’Benden ne istiyorsun Asteria?’’
‘’İstemek mi?’’ dedi Asteria yüzünü buruşturarak. ‘’Sen kendini ne sanıyorsun? İstemek zayıflar içindir, ben istemem, emrederim. Kukladan başka bir şey değilsin benim için.’’
‘’Bir şey istemesen gücünün reklamını bu kadar yapmazsın. Ne istediğini sormamın nedeni konuya çabucak girmen içindi, zaten senin istediğin hiçbir şeyi yapmam.’’
Asteria ciddileşti ve kibirli bir bakışla Dünya’ya tepeden baktı.
‘’Bu saçmalıkların iyice canımı sıkmaya başladı. Sana yaptığım yardımlar karşılığında bana köle olman gerekirken hala soru soruyorsun. Her neyse, nasıl olsa yakında sol kolum olacağından bu aptal lafların için seni öldürmeyeceğim.’’
Boyu ondan uzundu ve topukları sayesinde en az on beş santim fark atmıştı. Bu yüzden Dünya’nın yüzüne doğru eğilmek zorunda kaldı. Dünya’nın tüylerini diken diken eden bir sesle konuştu:
‘’Sendeki duyguların yoğunluğu çok hoşuma gidiyor. Bana gerekli olan da bu, sen benim gücümü besliyorsun. Fakat Ares’i bu kadar sahiplenmen canımı sıkmaya başladı. Neyse ki, ben bunun da çaresini düşündüm.’’
Dünya, kadına olan öfkesini ve korkusunu yatıştırmaya çalışırken hiç yorum yapmadı. Kadınının bir an önce çekip gitmesini istiyordu. Asteria parmaklarını aniden Dünya’nın alnından tutup dağılmış saçlarına geçirdi ve başını duvara sertçe vurdu. Tuhaf yankılı bir sesle konuşan Asteria’nın sesi, Dünya’nın kulaklarını acıttı.
‘’Ares ile krallığımızı kurduğumuzda sende ödülünü alacaksın. Mücevher, kalbindeki iğrenç sevgiyi öldürüp seni dönüştürecek ve kurbanın kanını döktükten sonra ordunun başına geçmek için hazır olacaksın.’’
Asteria diğer elini Dünya’nın boğazına kenetledi. Daha fazla sıkmamak için kendini zor tuttuğu, elinin titremesinden belliydi. Bakışı yavaşça sakinleşirken parmaklarını Dünya’nın boynundan aşağı doğru kaydırdı ve durakladı. Elini tişörtün yakasından sokup papatya kolyesini dışarı çıkarttı. Siyah gözleri kısıldı ve bakışlarını Dünya’nın gözlerine dikti. Kolyeyi hızla çekip koparttı. Dünya kolyeyi kadının elinden almak için atıldı, fakat Asteria ondan daha hızlıydı.
‘’Bu, Ares’in hediyesi olmalı. Gereksiz bir engel!’’ diye düşünceli bir sesle mırıldandı. ‘’Ve problem olabilir.’’
Avcunu, karnına saplar gibi vurunca Dünya kasıldı. Kadının elinden Dünya’ya akan akım, siyah dumanlar halinde tenine nüfuz ederken Dünya acıdan çıldıracak gibiydi. Bağıramıyordu, nefes alamıyordu… Asteria’nın sesi kulaklarında tekrar yankılandı.
‘’Sözlerimi unutacaksın ta ki iblis mücevheri ruhunu süsleyene kadar…’’ ses daha da derinleşti. ‘’Bir mücevher alındı, diğer mücevher için yer açıldı.’’
Dünya kulaklarını tırmalayan sesi defalarca zihninde duydu ve sonunda duvardan kaydı. Başı yere çarpttı ve zihni derin bir karanlığa büründü.
Karanlık parçalanmaya başlarken ellerini yere dayadı ve korkunç bir baş ağrısıyla yerden doğruldu. Gözlerini aralayıp etrafına baktı. Odasındaydı, en son hatırladığı şeyde hızla tırmandığı merdivenlerdi. Yoksa o da mı ışınlanmıştı? Ama becerememiş olmalı ki, sırtı, başı bacakları ağrıyordu. Yavaşça doğruldu, elinin üstündeki kanı fark ettiğinde gayri ihtiyari eli burnuna gitti. Hayır, burnu kanamıyordu.
Banyoya ağır aksak yürüdü. Aynada dağılmış saçlarını, beyazlamış yüzünü ve şakağının altındaki çiziği görünce şaşaladı. Yüzüne soğuk su çarparken kapısının çalındığını duydu. Hemen saçını başını toplayarak kapıya yürüdü ve tahtaya dokundu. Karşısında duran kadına anlamsızca baktı. Artemis ona bir şeyler söyledi.
‘’Efendim?’’ dedi anlamsız kelimelerini tekrar etmesi için.
Artemis onu süzdü:
‘’Senin neyin var? Uyuya mı kaldın yoksa?’’ Dünya başını sallayınca Artemis eliyle onun yanağını gösterdi. ‘’Yanağına ne oldu?’’
Dünya omzunu silkti, boşlukta gibiydi ve sebebini bir türlü anlayamıyordu. Artemis, odaya giremediğinden ancak kapının eşiğine kadar geldi:
‘’Dünya, iblisler mi?’’ dedi tereddütle. ‘’Odanda mı?’’
Dünya’nın beynindeki karanlık aniden dağıldı ve kadına gülümsedi.
‘’Yok, artık! İblisin odamda ne işi var? Hem olsaydı benim odada ne işim var? Galiba başımı çarptım. Düşmüş olmalıyım.’’ Dedi. ‘’Hızlı koşuyordum da…’’
‘’Siro’ya ihtiyacın var mı?’’
Başını salladı. ‘’Gerek yok.’’ dedi. ‘’Neyse vakit kaybetmeyelim. Zaten yolculuk için bir şeye ihtiyacım da yoktu, gidebiliriz.’’
Artemis pek ikna olmamıştı:
‘’Dünya, tişörtünün yakası yırtılmış.’’
Dünya ‘’Hayda!’’ diye tişörtüne baktı. Gerçekten de yakası dikişinden yırtılmıştı. ‘’Bana ne olmuş böyle?’’
Artemis nefeslendi
‘’Ares’e haber…’’ kadın geriye dönecekti ki, Dünya havaya karışmadan onun kolunu tuttu.
‘’Ben iyiyim Artemis.’’ dedi. ‘’Bilmediğim bir şey için onun da kafasını karıştırmayalım. Zaten önemli olduğunu da sanmıyorum. Şu işten kurtulalım bizzat kendim araştıracağım.’’
Artemis kaşlarını çatıp bir an Dünya’ya baktı. Dünya bıkkınca mırıldandı:
‘’Şimdi kırk tane soru sorar ve ben olanları gerçekten hatırlamıyorum.’’
Artemis isteksizce başını salladı:
‘’Tamam, ama dönünce ilk iş bunu anlatacağız.’’
Dünya ‘’Tamam.’’ diyerek başını salladı.
Tişörtünü değiştirdikten sonra Artemis ile birlikte en alt kata indiler. Diğerleri onları koridorun sonunda, iki sürgülü, demir bir kapının önündeydiler. Ares, duvara yaslanmış, sabırsızca elini duvara yasladığı bacağına vuruyordu. Apollon, Athena’nın karşısına dikilmiş ona bir şeyler anlatıyordu, Adonis rahat adımlarla yürürken elindeki bıçağını, havaya atıp yakalamaya çalışıyordu. Eros ise Ares’in karşısındaki duvara dayanıp kollarını kenetlemişti. Dünya, ölümsüz adamın, kaşlarının altından Ares’e attığı bakışlardan nedense hiç hoşlanmadı. Gözlerini Eros’tan alıp Ares’e çevirdiğinde Ares hissetmişcesine başını çevirip onlardan yana baktı.
Üzerinde, kolundaki bandajı belli eden kolsuz bir üstlük vardı. Diğer kolunda da, dirseğinin hemen üzerine taktığı Hekate’nin kalın örgüsü hafif buğulu bir ışıkla parıldadı. Üstlüğü hafif bir zırha benziyordu ve tam ortasında incecik işlenmiş bir şekil göze çarpıyordu. Dünya, şeklin ne olduğunu bilmiyordu ve önemli de değildi. Karşısında ona gülümseyen adam, manzaradaki tüm ayrıntıları siliyordu. Koşma isteğine karşı koyarak Artemis’in yanında yürümeye devam etti.
Dünya’nın içinde tuhaf bir boşluk vardı. Odasına giderken başına ne geldiğini hiç hatırlamıyordu. Bu hafıza kaybı Ares’in yarattığından farklıydı, sanki ağır bir şeyle anısının üzeri örtülmüştü. O örtüyü kaldırmak Dünya’nın elinde olsa da, yeterince önemsemiyordu, buna şaşırması gerekirken şaşırmıyordu. Kuşkusunun kaynağını bile düşünmek istemiyordu. Ares’e doğru yürürken eli istemsizce boynundaki kolyeye gitti. Parmakları hiçbirşeye dokunmayınca nihayet şaşaladı. Kolyesini taktığını sanmıştı, canı sıkkın eli yana düşerken Ares’in yanına vardı.
‘’Bende sen geç kalınca bayağı hazırlanıyorsun sanmıştım.’’ dedi Apollon. ‘’Ne yaptın? Uyudun, yüzünü yıkadın geldin mi?’’
Dünya, adama doğru yüzünü buruşturdu ve Ares’in uzattığı kolunun altına girdi. Ares onun yerine Apollon’a cevap verdi:
‘’Elmasın ışıldaması için illa traşlanması gerekmez.’’ dedi ve saçlarına bir öpücük kondurdu. Sonra yüzüne doğru eğildi. ‘’Yanağına ne oldu?’’
Ares’in herkesin ortasında onunla bu şekilde ilgilenmesi yüzünü alev içinde bıraktı. Kekeleyerek cevapladı:
‘’Sanırım bir şey sıyırdı, hatırlamıyorum.’’
Ares’in gözleri kısıldı ve dikkatle kesiği inceledi:
‘’Dikkatli olmalısın Dünya…’’ derken Athena’nın sesiyle doğruldu.
Athena gözlerini devirip başını salladı:
‘’Az önce endişelendi mi? Bu kesinlikle Ares değil!’’
Adonis, demir kapıya hızlı adımlarla yürüdü ve sürgüleri sertçe açarken söylendi:
‘’Biraz ciddileşmenizi isterdim!’’ dedi sert bir sesle ve demir kapıyı tek hamlede açıp içeri girdi.
Her bir ölümsüz birbirine kısa bakışlar attı ve sessizce Adonis’in ardından kapıyı geçtiler. Ares kolunu Dünya’nın omzundan çekti:
‘’Alışacaktır.’’ Dedi ama kendi dediğine inandığı pek söylenmezdi. Huzursuzca sırıtıp eliyle kapıya referans yaptı. ‘’Önce bayanlar’’
Dünya kenarları paslı demir kapıyı geçerken Adonis’in ruh halini düşündü. Onu, en iyi anlayacak kişi, kendisiydi. İkisinin de hafızaları silinmişti ama bir şekilde sevgiyi anımsamayı başarmışlar veya yeniden âşık olmuşlardı. Biri ödüllendirilirken diğeri kendi haline bırakılmıştı. Adonis’in kafa karışıklığıyla yanlış duygulara kapılmasını nasıl engelleyeceğini ise bilmiyordu. Ona hiç yardımcı olmadığının farkındaydı.
Tırabzansız taş merdivenleri görünce bir an Dünya’nın dizleri çözüldü. Aşağısı, gerçekten çok aşağıdaydı. Kalbi gümbürdemeye başlarken korkuyla geriledi. İki yanı boşluk basamaklar metrelerce aşağıya iniyordu, soğuk taş duvarların oyuklarında yüzlerce mum yanıyordu. Hemen arkasındaki Ares’e çarpıp sendeledi. Ares onu belinden yakalayıp sabitledi, yoksa boşluğa düşecekti.
‘’Ben seni tutacağım.’’
‘’Hayır, Ares inemem.’’ dedi kekeleyerek.
‘’Daha önce yaptın, yine yapabilirsin.’’ diye Ares kulağına büyüleyici bir sesle fısıldadı. ‘’Sadece bir kat ineceğiz.’’
‘’Düşerim!’’
‘’İzin vermem sevgilim.’’
Dünya şimdiden soğuk soğuk terlemeye başlamıştı. Tarihteki en korkak anahtar olarak kendisinden utansa da bu yükseklikte bir yerden inmesine ihtimal yoktu. Falezlerdeki basamaklardan inmişti ama orada sırtını duvara iyice yasladığından destekliydi. Burada ise hiç destek yoktu.
Basamaklara döndü, taş merdivenler yumuşamış gibi dalgalanınca Ares’in koluna sarıldı. İlk adım zordu, tamam, diğerleri daha da zorlaştı. Ares ona yürümeyi öğretiyormuş gibi çok kontrollüydü ama Dünya’nın başı bu kadar dönerken ayaklarını nereye koyduğunu bile fark etmiyordu. Sanki basamaklar ayağının altında belirip yok oluyordu. Yan yana inemeyecekleri basamakları yavaşça indiler. Zemine ayağını attığında Dünya daha fazla ayakta kalamadı ve basamağa oturdu. Tüm bedeni titriyordu ve midesi bulanıyordu.
Athena ‘’Anahtarımız bu kadarcık yükseklikten korkuyor mu?’’ diye söylendi. ‘’Bunu niye fark etmedik?’’
Eros cevapladı:
‘’Çünkü genelde onunla ilgilenen Ares’ti.’’
Athena başını salladı. ‘’Doğruya doğru.’’
Dünya konuşulanlarla ilgilenmiyordu. Nefesini düzgünce almaya odaklanmıştı, bacaklarının hala titremesine sinir oluyordu. Korkmaktan nefret ediyordu ama engel olamıyordu. Ares’in tepkisiyle, bunun hafıza kaybı yüzünden olmadığını daha öncesinde de karanlık ve yüksekliğin onu korkuttuğunu anlamıştı. Psikologları ise bunu hafıza kaybına bağlamıştı, tedavi için verdiği paralara yeniden hayıflandı.
Dizlerinin titremesi nihayet son bulurken diğerlerinin onu beklediğini gördü ve bu kendini iyi hissettirmedi. Karşılarında üç tane kapı duruyordu. Kemiklerden oluşmuş orta kapının kenarlarındaki meşaleler güçlü bir ışık saçıyordu. Sağ ve soldaki kapılar daha sadeydi. Ares ve Athena soldaki kapının önünde boyuta geçtiklerinde ne yapmaları gerektiğini tartışıyorlardı. Apollon ise bıkkın bir bakışla onları dinliyordu. Artemis, Eros’un taktığı kolluğun bağlarını sıkıştırıyodu. Adonis gözlerini yere dikmiş, tek başına duvara yaslanmıştı. Dünya ayağa kalkarken onu bekliyormuşcasına Adonis duvardan doğruldu. Lacivert gözleri mahzenin ışığında iyice koyulaşmıştı, huzursuzluğu tüm yüz ifadesinden kolayca anlaşılıyordu. Kısa bir an gözgöze geldiler ve adam başını çevirip Ares’e doğru yürüdü.
‘’Hazır mısın Dünya?’’
Dünya ona seslenen Artemis’e döndü ve başını salladı. Açması gerek kapı, soldaki kapıydı. Basit, tahta kapıya yürüdü, koyu kahverengi kapı için fazla uğraşılmamıştı. Tahtalar düzleştirilmemişti bile, uçları kurumuş budakları hala kapının üzerindeydi. Pis kokulu bir reçine, göz gibi oyukların içinden sızıyordu.
‘’Dünya’’ dedi Athena. ‘’Kapıdan geçtikten sonra arkamızdan kapatmalısın.’’
‘’Bunu nasıl yapacağım?’’ dedi, çünkü boyuta geçtiklerinde kapı ortadan kayboluyordu. Denizin ortasında deli gibi kapı arandığı aklına geldi.
‘’Kapıyı kilitlemeye odaklanman yeter.’’ dedi Apollon. ‘’Zihninde kapıyı kilitlediğini düşün, çok basit!’’
‘’Gerçekten çok basitmiş.’’ diye mırıldanıp kapının önünde dikildi. Nasıl yapacağını bilmiyordu ama basit olduğuna göre zorlanacağını sanmıyordu. Ya da Apollon onunla dalga geçiyordu.
Kapıya usulca dokundu. Kapı zaten açık olmalıydı çünkü parmakları dokunur dokunmaz paslı menteşeleri gıcırdayan kapı kolayca açıldı. Ağır bir kükürt kokusu odayı doldurmuştu. Hepsi yüzünü buruşturdu. Kapının açıldığı boyut gri bulutlarla kaplıydı, ilerisi görünmüyordu. Ares, sırtındaki kılıcı parlak bir ışık saçmasına neden olan bir hızla çekti ve adım attı. Önüne uzanan kol olmasaydı, kapıdan geçecekti.
‘’Dur, bakalım ufaklık, önce ölümsüzler!’’ dedi Apollon.
Ares, bu engellemeyle ilk defa karşılaşıyormuş gibi Apollon’a bakıp kaldı. Kahverengi zırhı içinde göz kamaştıran Apollon belindeki kısa saplı saileri çekti ve kapıdan tereddütsüz adımlarla geçti. Sonra ardından Athena, Eros ve Adonis boyuta geçtiler. Artemis, ikisinin yanından geçerken Ares’e takılmadan edemedi.
‘’İlk adım her zaman senin olmaz ölümlü.’’ dedi ve havalı bir bakış atıp yürüdü.
Ares şaşkınlığından kurtulup Dünya’ya baktı. Dünya, sürekli liderlik yapmaya alışmış adamın afallamış haline dayanamayıp güldü ve kapıya doğru adımladı.
Keskin kenarlı kayaların oluşturduğu bir arazide buldular kendilerini. Her yerde, grinin tonlarından başka renk yoktu, koyu gri kayalar, gri bulutların sardığı gökyüzü, taşlı gri toprak… Havadaki sisi hortumlara dönüştüren rüzgâr, kararsız bir hızla kaya labirentinde uğulduyordu. İçinde bulundukları ortam Dünya’ya tuhaf bir şekilde tanıdık geldi. Ne olduğunu hatırlamaya çalışarak dikkatlice etrafına bakındı. Sanki daha önce buraya gelmişti.
‘’Dünya, kapı!’’ dedi Artemis, diğerleri kayaların arasındaki koridorları kontrol ederken.
Dünya, kendine gelip zihninde, girdikleri kapıyı canlandırdı ve kapının kapandığını hayal etti. Gözlerini açıp Artemis’e baktı, kadın sırıttı. Bu mudur diye düşündü Dünya ve içini çekti. Gerçekten kolaymış.
Ölümsüzler kayaların hapsinde ilerlemeye başladılar. En arkada Eros yürüyordu, en önde ise Athena; ölümsüzler, Ares ve Dünya’yı ortalarına almışlardı. Ares bundan hiç hoşnut değildi, kaşları çatık Dünya’nın yanından yürürken elindeki kılıcın sapını sıkıca tutmuştu.
Genç adamın arada omzunun üstünden geriye bakması dikkatini çekti. Bir adım geride yürüyen Adonis’e yanaşan Ares, onun kulağına bir şeyler fısıldadı. Adonis başını salladı ve adımlarını iyice yavaşlattı. Dünya, Ares’i tedirgin eden şeyin ne olduğunu anlayamamıştı. Ortam, zaten başlı başına endişe vericiydi. Gökyüzünde sessiz şimşekler çakıyordu, masmavi şimşekler gri gökyüzündeki bulutları parçalayarak birbirlerine çarpıyordu. Hiç böyle bir şeye tanık olmamıştı. Dolanan bunca şimşeğin bir de sesi olsaydı, düşündüğünü duymakta bile zorlanacağına emindi.
Adonis kaşla göz arasında onlardan uzaklaştı. Grup kayaların arasından sağa döndü ve adam tamamen gözden kayboldu. Apollon, Adonis’in kaybolduğunu ilk fark eden ölümsüz oldu, soran gözlerle direk Ares’e baktı. Ares yürümeye devam ederken Apollon’a kaşlarının altından baktı. Aralarındaki sözsüz anlaşma sayesinde Apollon bir sonraki dönemeçte onların seçtiği yönün tersine doğru yürüdü. En önde giden Athena’nın dikkati tamamen önündeki yolda olduğundan ikisinin ayrıldığını fark etmemişti.
Dünya, yanıbaşında yürüyen Ares’e başını çevirdi. Ares plancı bir sırıtışla gözünü kırpttı. Dünya rahatlamamıştı. Tam ağzını açıp neler olduğunu soracaktı ki, bir ıslık sesiyle Ares aniden geriye dönüp koşmaya başladı. Ölümsüzler ne olduğunu anlamaksızın Ares’in ardından geriye döndüler. Az önce geçtikleri dört yol ağzına geldiklerinde Ares hızla en yakın kayaya tırmandı. Gün ışığı kadar parlak bir ışık geniş alanı aydınlattı. Işığın gücüyle bir insan silüeti gölge gibi meydanın ortasında belirdi. Dünya ışığın kaynağına baktı. Apollon soldaki yolda duruyordu, kollarını iki yana açmış avuçlarından çıkan ışığı ileriye doğru yayıyordu. Onun, kanatsız bir meleğe benzediğini itiraf edebilirdi.
Athena’nın küfrettiğini duyunca ilgisini ortada şaşalamış gölgeye çevirdi. Gölge çabucak toparlandı. Apollon’un tersine doğru koşmaya çalıştı ama karşısına Adonis çıkınca geldikleri yöne geri döndü. Athena’nın sesi çınladı ‘Bayılt’ ve gölgenin ayaklarının dibine ışık topları ardı ardına düşmeye başladı. Gölge çok hızlıydı, taklalar atarak toplardan kurtuldu. Eros ve Artemis’in fırlattığı oklardan da kolayca sıyrıldı. Ellerinden kaçacaktı.
Dünya başını Ares’e çevirdi. Ares kayaların üzerinden bir panter gibi koşarak avantajlı duruma geçti ve yola varmak üzere olan gölgenin üzerine atladı. Ares son hızla gölgeye çarpttı ve ikisi birbirine girerek yuvarlandılar. Durdurulan gölge somutlaşırken Ares onun üzerinde doğruldu. Elindeki bıçağı cüppeli ve peçeli yaratığın boğazına dayamıştı, diğer eliyle de omzundan bastırıyordu.
‘’Ares!’’ diye Athena ona bağırdı. Yanındaki Artemis, okunun ucu gölgeye yöneltmişti. ‘’Kim o?’’
Ares, teslim olmuş gölgeye gülümseyen bir yüzle bakıyordu. Gölge eldivenli elini yükseltti ve Ares’in bandajlı kolunu bileğinden omzuna doğru okşadı. Ares, bıçağını onun boğazından çekti ve tek hamlede gölgenin üzerinden kalktı. Bıçağı belindeki kına sokarken elini de hala yerde yatan gölgeye uzattı. Ölümsüzler olanlar karşısında dikkati ellerinden bırakmasalarda kafaları en az Dünya kadar karışmıştı. Athena tekrar ve uyaran bir sesle Ares’e seslendi:
‘’Ares!’’
Ares, pelerinli gölgenin elinden tutup kaldırırken Athena’yı cevapladı:
‘’Sorun yok, Hena, sakin ol biraz.’’
Pelerinli doğrulduğunda Ares elini ondan çekti
‘’Senin ne işin var burada?’’
Pelerinli ona döndü:
‘’Bir şeyler karıştıracağını düşündüm.’’ dedi ve diğerlerine baktı. ‘’Ama bu kadar yandaşın olacağını tahmin edemedim.’’
Kadının ses tonu Dünya’ya tanıdık geldi ama kim olduğunu çıkartamadı. Diğer ölümsüzlerde huzursuzca birbirlerine baktılar. Ares derin bir nefes aldı ve kollarını kavuşturdu.
‘’Zeus biliyor mu?’’
Kadın ona döndü:
‘’Sen söylemediysen bilmiyordur.’’
‘’Ne yani, kimseye haber vermeden bizi mi takip ettin?’’
‘’Ari…’’ dedi kadın hoş ve samimi bir sesle. ‘’Benim huyumu unutmuş gibisin. Ben, yaptıklarım için kimseye hesap vermem. Aynı senin gibi…’’
Dünya’nın göğsü sıkıştı. Gözlerini kadından alamıyordu, kimdi bu kadın? Ares, kadın saçma bir şey söylemiş gibi yüzünü büktü. Apollon onlara yaklaşırken diğerleriyle birlikte Dünya’da hareketlendi.
‘’Her neyse.’’ dedi Apollon. ‘’Niyetin ne?’’
‘’Tarafsız bir tanık istersiniz sanırım.’’ Dedi kadın. ‘’Çünkü diğerleri, hala Ares ve anahtarı suçluyorlar. Ve size de inanacaklarını sanmıyorum, görüntünüz bunu gösteriyor. İkna için işbirlikçilerin sözlerinden fazlasını isterler.’’
‘’Kimseyi ikna etmeye çalışmıyoruz.’’ dedi Ares sertçe.
Kadın yüzünü kapatan peçeyi aşağıya indirdi ve Ares’e büyük yeşil gözlerini dikti.
‘’Beni ikna etsen yeter.’’ Diye konuşan Durga, elini kaldırıp Ares’in göğsüne, lanetli yıldız dövmesinin olduğu yere elini koydu. ‘’Yoksa çok geç olacak.’’
Kadın elini çektiğinde Ares’in kaşları çatıldı. Dünya, bu kadının o kadar şeyi nasıl bildiğine şaşırsa da tepkisizlikte Ares’ten daha usta oyuncu olduğunu kendine kanıtladı. Hepsi kadının çevresini sarmışlardı. Durga kötücül bir bakışla Dünya’ya döndü.
‘’Ve eminim bunun sorumlusu sensin.’’ Diye fısıldadı.
 ‘’Geç demekle neyi kastettin?’’ dedi Athena.
Durga yalnızca gülümsedi. Athena öfkeyle soluyunca Ares kadının koluna dokundu.
‘’Blöf yapıyor Hena, aldırma.’’
‘’Anahtarın yok edilmesine oy vermen samimiyetini azaltıyor.’’ dedi Eros ve diğerlerine döndü. ‘’Geri dönmeli.’’
‘’Bizimle gelsin.’’ diye konuşan Apollon eliyle sarı saçlarını düzeltti. ‘’Zaten boyut kilitlendi, istese de dönemez.’’
Karar verilmişti. Durga hoşnut bir ifadeyle pelerinin başlığını omuzlarına indirdi. Koyu kahverengi saçlarını örmüştü, kadının yüz hatları çok düzgündü. Dünya’nın bu yüzde okuduğu tek düşünce, kadının kendi çıkarı için onlara katılmış olmasıydı.


 15. bölüm
Kayaların boyları alçalsa da, yolun üzerindeki taşlar daha çoğalmıştı. Sonunda kayalardan ve taşlık yoldan kurtulduklarında karşılarına uçsuz bucaksız bir alanın ortasında duran alçak ve geniş bir dağ çıktı. Dağın tepesi, dev bir el tarafından koparılmışa benziyordu. Taş ve topraktan oluşan dağın ne üzerinde ne de çevresinde canlı bir şey yoktu. Yine de ölümsüzler tetikte durmaya devam ettiler. Dünya, az sonra bunun nedenini anladı.
Henüz birkaç adım ilerlemişlerdi ki, gökyüzünde dolanan şimşekler, yıldırıma dönüşerek hemen önlerindeki alana düşmeye başladı. Yıldırımların düştükleri yerde tuhaf bir duman oluştu. Duman hızla dağılırken aralarında tek dizleri toprağa değen eğilmiş yaratıklar belirdi. Cinsiyetsiz bedenler topraktan doğruldu. Tenleri metalimsi boğuk bir ışıltıyla parlıyordu, çıplak bedenlerinde ne tüy ne de kıl vardı. Siyah gözleri karanlık deliklere benzeyen yaratıklar geçit vermez bir tavırla önlerinde dikildi. Yaratıkların ağzı yoktu. İnsan değildiler, iblis de değildiler, saf enerjiden oluşmuşlardı.
Ares bıçaklarını çekerek Dünya’ya uzattı:
‘’Enseleri!’’
Söylediği tek kelime buydu. Ardından sırtındaki kılıcı çekip öne çıktı. Dünya ellerindeki bıçaklarla ne yapacağını bilemez halde kalakaldı. Dünya’nın şaşkınlığına karşın, Durga hiç tereddüt etmeksizin pelerinini omzundan geriye attı ve mırıldandı.
‘’Geride durman daha iyi anahtar, sana zarar gelmesin. Ne de olsa eşsizsin.’’
Kadının alaycılığına sinir olan Dünya, bıçakları sıkıca tutup Durga’ya saldırmamak için tüm kaslarını gerdi. Kadın yan gözle ona baktı ve sırıtarak Ares’in yanına ilerledi. Belinde asılı, yuvarlak, kenarları keskin bir aleti eline aldı, diğer eline de bacağındaki kından çektiği kıvrık uçlu hançeri.
Ölümsüzlerin hepsi özel silahlarını çekmişlerdi fakat karşılarındaki yıldırım yaratıkları onlardan fazlaydı. Belki onlara hiç saldırmamalıyız, diye düşünen Dünya’nın iyi niyetine karşılık yıldırım yaratıklar ellerini yumruk yaptı. Yumruklarının arasından tırtıklı metaller belirdi ve silahlanan yaratıkların hepsi birden onlara saldırdı. Ortalık birden savaş alanına döndü. Ölümsüzler ellerindeki silahlarla saldırılara karşı koyuyorlardı ve bir yol açmaya çalışıyorlardı.
Dünya kararsızca kenarda durdu, onunda yardım etmesi gerekiyor muydu? Bir şeye, öylesine nasıl saldırılır bilmiyordu ki… Ares, elindeki bıçağı yaratığın ensesine sapladığında, yaratık titreşerek yeniden yıldırıma dönüştü ve toprağa aktı. Yanındaki Apollon’da sailerinin her birini iki yaratığın ensesine geçirmişti. Saileri çıkartırken karşısındaki Ares’e sırıttı:
‘’Biz buna topraklama diyoruz.’’ dedi ve saileri ellerinde çevirerek kalan yıldırım yaratıklarına döndü.
Ares, sanki savaşmayıp eğleniyormuşcasına rahat bir yüz ifadesiyle yaratıkları birer birer deviriyordu. Dünya, Athena’nın attığı narayla havalandığını gördü. Kadın havada dönerek aşağıda kalan iki yaratığın boyunlarını uçurdu ve tekme atarak başka bir yaratığın sırtına çarptı. Yere düşen yaratığın ensesine kısa mızrağını sapladı, hızlı bir hareketle üstünden aştı. Kısa mızrağı sarstı, mızrak uzarken diğer tarafındanda cam parlaklığında metal bir bıçak çıktı. Gözlerini kısan Athena, ona doğru atılan dört yaratığın arasına hiç korkmadan daldı.
Adonis, Artemis ile sırt sırta savaşıyordu. İkisini sıkıştırmaya çalışan yaratıkları kâh kendi başlarına kâh birbirlerinin bedenlerini kullanarak yıldırıma dönüştürüyorlardı. Durga, Ares’in biraz ötesinde esnek bedeninin yardımıyla saldıranlardan kolayca sıyrılıp işlemeli hançerini enselerine saplamaya devam ediyordu.
Dünya iyice geriledi, bıçakları tutan elleri sıkmaktan terlemişti. Yaratıkların sayısı azalmıyordu çünkü yeni askerler gökyüzünden aralıklarla düşmeye devam ediyordu. Başka bir şey Dünya’nın ilgisini çekti. Yıldırım yaratıklar sadece bir alana düşüyordu. Yere baktı, toprak metal tozlarıyla karışıktı. Kayaların dört beş metre ötesinde toprak çeşitleniyordu. Nereye kadar gittiğini kestirmek için bakışlarını ileriye çevirdi ve ona doğru koşan bir yaratıkla karşı karşıya geldi. Yaratık elindeki şimşek biçimindeki kılıcı havaya kaldırdı. Dünya, buz tutmuş bir halde bakarken bir diğerinin de ona doğru hareketlendiğini göz ucuyla gördü. Toprağın sınırına gerilemek için adım atmayı başardı ama çok geçti. Karşısındaki kılıcını ona savurdu ama hedefini bulamadan, dengesizce ayaklarının dibine düştü. Ensesinde bir ok duruyordu. Eros attığı okun üzerine bıçağı geçirdi. Onlara yaklaşmış diğer yaratığa bir anlığına baktı. Altındaki yaratık toprağa akarken Eros tek eliyle yerden destek aldı ve bacaklarını havalandırdı. İki bacağını kullanarak yaratığın midesine attığı tekme sayesinde yaratık sendeledi. Dünya aniden atıldı ve ona doğru sendeleyen yaratığın bacağını çeldi. Yaratık düşerken elindeki bıçağı hiç düşünmeden salladı. Bıçağın hedefini bulduğunu hissedince kendine gelip bıçağı çekti. Geriye adımlarken yaratık yıldırıma dönüşüp toprağa karıştı.
Ona bakan Eros’a döndü:
‘’Sınırları var.’’ dedi. ‘’Toprağa bak!’’
Eros, gözlerini toprağa çevirdi ve yüzü aydınlanarak sırıttı. Ayağa kalktı, elini Dünya’ya uzattı.
‘’Aç pergelleri!’’ dedi ve Dünya elini tutunca hızla onu çekip ayağa kaldırdı. İkisi de duraklamadan koşmaya başladılar.
‘’Dağa doğru koşun!’’ diye bağırdı. ‘’Savaşmayı bırakın!’’
Eros ve Dünya karmaşadan sakınarak koşarken diğerlerine bağırıyorlardı. Sınırı göremeselerde, yıldırım yaratıklarının hiç belirmediği yöne doğru hızlandılar. Ares ve diğer ölümsüzlerde yaratıklarla savaşmaya devam ederek onları takip ediyorlardı. Adonis geride kalmıştı. Karşısına çıkan üç yaratık ellerindeki kılıçları pervane gibi çevirerek onun önünü kesti. Ares, diğerlerine bağırdı:
‘’Devam edin!’’ ve Adonis’e doğru geri döndü.
Ölümsüzler bir anlık kararsızlıktan sonra ileri koşmaya başladılar. Dünya ‘’Ares’’ diye bağırarak duraklayacak oldu, Eros onu kolundan tuttuğu gibi sürüklercesine çekti. Dünya arkasına bakarak Eros’un onu yönlendirmesine izin verdi.
Kalan yıldırım yaratıkları Adonis ve Ares’e yöneldiler, onlar yetmezmiş gibi yenileri de alanda belirmeye başlamıştı. Adonis ona yardıma gelen Ares’e saldırmak üzere olan yaratıklara doğru ellerindeki bıçakları fırlattı. Bıçaklar ikisinin ensesine saplanıp yaratıkları dönüştürürken Ares yaratıkların üstlerinden atladı. Karşı karşıya kaldığı yaratığı atlatarak çevresinden dolandı, ensesine bıçağı sapladı ve hemen geri aldığı bıçakla Adonis’e koşmaya devam etti.
Adonis silahsız kalmıştı, önünü kesenlerden ikisi kılıçlarıyla ona saldırdı. Adonis atak hareketlerde saldırılardan sakındı. Ares, üçüncü yaratığın üzerine atlayıp onu devirdi, dizi yaratığın boğazındayken sırtındaki kılıcı Adonis’e fırlattı. Adonis, havada yakaladığı kılıçla birlikte yaratıklara geri dönerken; Ares, bıçağını çoktan altındaki yaratığın ensesine gömmüştü. Adonis, ona doğru savrulan kılıcı elindeki kılıçla blokeleyip çevirdi ve yaklaşan diğerine tekme attı. Tekme attığı yaratık, Adonis’in bacağına, can havliyle kendi kılıcını sapladı. Kılıç elektrik akımına dönüştü ve Adonis’in baldırında derin bir yara açarak yanmasına sebep oldu. Adonis acısına aldırmadan başka bir yaratığa döndü ve kılıcını yaratığın boğazına sapladı.
Ares, adama koşan diğer yaratıkların ulaşmasını engellerken Adonis’e bağırdı. Adonis öfkeyle kılıcını blokelediği yaratığa döndü. Yüzünde korkunç ve acımasız bir ifadeyle yaratığın üzerine atladı ve dişlerini yaratığın boynuna geçirdi. Yaratık göz kamaştırıcı şimşekler çıkartırken Adonis başını yaratığın boynundan kaldırdı ve Ares’e baktı. Ares başını salladı ve durup onları izleyen ölümsüzlere doğru koşmaya başladı. Adonis, hiç yaralanmamışcasına doğruldu, gittikçe hızlanan bir tempoyla Ares’i takip etti.
Dünya ve ölümsüzler sınırı bulmuşlar, iki adamın savaşını seyrediyorlardı. Athena ve Artemis oklarıyla bazılarının Adonis ve Ares’e ulaşmasını geciktirmişlerdi. Fakat hala yeni yıldırım adamlar düşmeye devam ediyordu. Yaratıklar, onlara doğru ellerindeki kılıçlarını fırlattılar, kılıçlar şimşeğe dönüştü ve üstlerine yağmaya başladı.
‘’Durmayın, koşun!’’ diye bağıran Ares’in omzunu sıyıran bir akım Apollon’un ayakları dibinde patladı.
Sınıra az kalmıştı ama onları şimşeklerden koruyacak bir korumaya sahip değillerdi. Derken Adonis durakladı ve Ares sınırı geçti. Adonis’in durakladığını farkedince kayarak durdu ve adama döndü. Adonis, ellerini iki yanında yumruk yaptı, ellerinin arasında kıvılcımlar dolanıyordu. Haykırarak çöktü ve ellerini yere vurdu.
Dünya sadece uçtuğunu hissetti ama geriye doğru. Göz kamaştırıcı bir ışık patlamasıyla tüm alan sarsıldı. Dünya düştüğü yerden doğrulup gözlerini araladığında karşısındaki manzara karşısında dili tutuldu. Yıldırımlardan oluşan devasa bir küreye bakıyordu, küre yıldırım adamları kendine çekerek sarmalandı. Geniş bir hortuma dönüştü ve gökyüzüne doğru yükseldi. Dünya, Adonis’i göremiyordu. Adam, hortumun içinde kaybolmuştu, belki de bu kadar güçlü bir hortuma karşı yeterince ölümsüz değildi. Hortuma en yakın olan kişi Ares’ti, elini gözüne siper etmiş az önce Adonis’in olduğu yere bakıyordu.
Hortumun gücü azalmaya başlamıştı, gökyüzü ise tamamen kalın ve çatallı şimşeklerle doluydu. Dünya gözlerini kıstı, mavi akımların içinde, birinin, onlara doğru rahat adımlarla yürüdüğünü gördü. Gülümsedi:
‘’Adonis.’’
Adonis ışığı azalan ve dağılan kürenin içinden gayet sağlıklı bir şekilde adımladı. Ona bakanlara karşı kibirli bir tavırla omzundaki tozu silkeledi ve sırıttı.
‘’İşte şimdi şarj oldum.’’
Ares, kahkaha atıp kolunu adamın omzuna attı:
‘’Tam bir parti adamısın, dostum.’’
Adonis, elektrik mavisine dönüşmüş gözlerini Ares’e çevirdi. İki adamın arasındaki samimiyet ve dostluk yüzlerinden belliydi. Artemis, Adonis’in üzerine kendini atana kadar bakıştılar. Artemis neşeyle Adonis’in boynuna sarıldı.
‘’Seni geri zekâlı, aptal!’’
Adonis, ona sözleri için teşekkür ederken gözleri bir anlığına Dünya’ya takıldı. Dünya, adamın yaptığı gösteri ve sonrasında ölümsüzlerin coşkusu karşısında heyecanlanmıştı. Elleriyle saçlarını sıvazlayıp Adonis’e gülümsedi. Adonis’in yüzündeki gururlu sırıtması hafifçe solarken başını çevirdi. Dünya, bu tepki karşısında bozulmuştu ama belli etmeksizin nefeslenip Adonis’i kutlayan ölümsüzleri seyretmeye devam etti.
Ares, gruptan ayrılmıştı ama memnun bir yüzle onlara bakıyordu. Durga, bir yandan pelerinin bağını açarken Ares’e doğru adımladı. Pelerini omuzlarından düştü, kumaşın çıkardığı sese bakan Ares gözlerini Durga’ya dikti. Kadının üzerinde bileklerine anca gelen bir pantolon vardı, kalçasına sarılan tülle aynı işlemeli kumaştan yapılmıştı. Kalçasına sarılan tülü, önünde gevşekçe bağlanmıştı. Belini açıkta bırakan kumaş bluz giymişti ve dekoltesi de gayet cesurdu. Dantel ve tüllerin içinde, savaştan çok partiye hazırlanmışa benziyordu. Belinde asılı silahları bile zarifliğine katkıda bulunuyordu.
Durga, Ares’in sargılı kolunun yanında durdu. Sargının altından kan sızıyordu, dikişleri açılmış olmalıydı. Durga, ucu kıvrık hançerini çekti ve sargıyı tek hamlede kesti. Sargılar yere düşerken kesiğin kötü hali gözler önüne çıktı. Dirseğine yakın dikişler açılmıştı, sargıların hapsinden serbest kalarak ikiye ayrılan yarasından akan kan eline doğru yayıldı. Ares, kadının ne yapmaya çalıştığını tuhaf bir bakışla izlerken diğerleri de ikisine doğru döndüler.
Hançerini yeniden belindeki kına takan Durga, dimdik doğruldu ve iki yandaki ellerini uçacakmış zarifçe gibi yükseltti. Hareketleri bir dansı andırmıştı, bileklerinin parmaklarının duruşu çok zarifti. Kollarını başının üstüne kaldırdığında Dünya gözlerine inanamadı, çünkü kollar sanki çoğalmıştı. Bir anlığına sekiz tane kolu oldu ve avuçlarını başının üzerinde birleştirdiğinde diğer kollar teker teker yok oldu. Durga kısa bir hint selamı verdikten sonra ellerini Ares’in yarasının üzerine koydu ve dudaklarını yaraya yaklaştırıp nefesini üstüne üfledi. Soluğu buhara dönüşüp Ares’in kolunu kaplarken kadın kibirli bir yüzle doğruldu.
Ares bakışlarını kadından alıp koluna baktı. Buhar dağılmaya başlamıştı. Herkesin şaşkın bakışları altında kesik iyileşti. Durga, Ares’in yüzünü, elleri arasına aldı ve kendine yaklaştırdı. Kaşının üzerindeki kesiği de dudaklarıyla okşar gibi öptü ve dışarı verdiği soluğu buharlaşıp yarayı iyileştirirken kadın onu bıraktı ve gülümseyerek bir adım geriledi. Ares, eliyle önce kolunu kontrol etti, sonrasında eli kaşına yükselirken hayretle Durga’ya baktı.
‘’Bunu yapabildiğini bilmiyordum.’’ dedi memnun bir sesle.
‘’Çünkü daha önceleri ölümlü değildin.’’ diye hoş bir sesle karşılık veren Durga eliyle Ares’in çenesini hafifçe okşadı. ‘’Ayrıca hakkımda bilmediğin o kadar çok şey var ki…’’
Kadın sözlerinin ucunu açık bırakıp Ares’e sırtını döndü ve yeşil gözleri, Dünya’nın yüzündeyken sırıttı. Dünya’nın canı sıkılmıştı ama tepki vermeden öylece kadına baktı. Durga’ya onu kızdırma zevkini vermeyecekti.
Yıldırımların oluşturduğu fırtına dinmişti. Adonis ve Durga’nın yaptıklarını konuşurken yürümeye devam ettiler. Adonis yıldırım yaratığını öldürdüğünde onun yeteneğini bir süreliğine aldığından bu enerjiyi kullanarak tüm yaratıkları gökyüzüne geri iletmeyi başarmıştı. Diğer ölümsüzler onun bu yeteneğinden haberdardılar ama bu şekilde kullanılabileceğine inanamışlardı. Bu yaratıkları daha önce görmemişlerdi, başiblislerin hapsinden sonra yapılan bir büyü yüzünden, çukura kadar bu tarz tuzaklarla karşılaşabileceklerini konuştular. Çukurun iki girişi vardı, biri Adonis’in kontrol ettiği Tartaros’ta diğeri ilerdeki dağdaydı. Dünya, Eros’un Tartaros’a giremediğini öğrendi, sebebini anlatmadılar. Tartaros’tan geçen yol çok tehlikeli olduğundan ve Eros yüzünden bu yönü tercih etmişlerdi.
Ölümsüzler konuşurken Dünya ilgisizce adımlıyordu. Bir süredir onları dinler gibi gözükmeye bile uğraşmıyordu. Ares yanına yaklaştığında da aldırış etmedi, içindeki sıkıntı onu boğuyordu. Çünkü son beş dakikadır, Durga ile Ares arkada kalarak bir şeyler fısıldaşmışlardı. Ares, Dünya’ya kolunu dolayarak kendine çekti ve saçlarından öptü.
‘’Zeki sevgilim benim.’’ diye fısıldadı. ‘’Sınır olayını sen çözmüşsün, Eros söyledi.’’
Dünya, Ares’in temasından sakınarak kollarından sıyrıldı. Ares, onun tepkisi karşısında kaşlarını çatarken Dünya, onu kızdırmanın zevkiyle doğruldu. Duygusuz bakışlarını, altın gözlere dikti:
‘’Bir işe yaradığıma sevindim. Beni boşuna getirmemiş oldun.’’
Ares bozulmuştu, yüzü asıldı. O sırada Artemis, yanlarına gelip gergin havayı anında dağıttı.
‘’Dünya, sen tanıdığım en akıllı anahtarsın. Tılsımı çözeceğine iyice inandım şimdi.’’
Apollon şakacı bir tavırla Artemis’in omzuna kolunu attı:
‘’Tatlı kardeşim, sen biraz geç anlıyorsan, kız ne yapsın?’’
Artemis, Apollon’nun midesine dirseğini geçirince Apollon gülerek kasıldı. Canının acıdığı belliydi, yine de gülmeye devam etti. Athena’nın sesiyle şakalaşmayı bırakıp toparlandılar.
‘’Hala görevdeyiz çocuklar!’’
Dünya, karşılarındaki dağa gözlerini dikti. Kurşuni renkteki dağın çevresini saran taş kemerler, kırık dişler gibi seçilmeye başlamıştı. Hala uzaktalardı ama dümdüz alan sayesinde görüşleri iyiydi. Dünya içinde oldukları alanda bir şeylerin değiştiğini fark etti ama o kadar küçük farklardı ki, neyin değiştiğinin anlamakta zorlanıyordu. Sanki kımıldayan her neyse o, başını çevirdiğinde duruyordu.
Gökyüzü sakinleşmişti, Adonis’in numarasından sonra eski bulutlu haline dönmüştü. Apollon ve Ares en öndeki Athena’nın hemen ardında yürüyorlardı, Artemis ve Durga sağ ve solu tutmuşlardı. Gelecek bir saldırıdan Dünya’yı korumak için onu ortaya almışlardı. Eros ve Adonis arkadaydılar. Birbirlerine yakın olsalarda işin ciddiyetiyle pek konuşmadan ilerliyorlardı. Dünya adımlarını yavaşlatıp Eros’un yanına yanaştı.
‘’Burası neresi?’’
‘’Ara boyut.’’ dedi Eros. ‘’Burası her şey ve hiçbir şeydir. Boyutlararası enerji buradan geçtiği için ne olacağı asla kestirilemez, bu yüzden tehlikelidir.’’
Adonis lafa girdi:
‘’Yani gördüğün şeyler yanıltıcı olabilir.’’
Dünya yüzünü buruşturdu:
‘’Yanılmakta da benden iyisi yoktur.’’ Dedi. ‘’Az önceki hareketleri nasıl yaptığımı bile anlayamadım. Kendimi bile yanıltabiliyorum.’’
Adonis gülümseyince gamzeleri belirginleşti, ona bakışı çok tuhaftı. Dünya boğazını temizleyip başını çevirdiğinde Eros onun lafına açıklık getirdi.
‘’Sen kaç senedir çoğu görevimizde bizimleydin, Dünya. Ayrıca daha öncesinde iyi bir eğitim aldın.’’
Adonis’in gülüşü iyice yayıldı.
‘’Ve bir şekilde bunları hatırlıyorsun. Ne ilginç, değil mi?’’
Dünya, adamın ne kastettiğini anlayamadı, acaba o da Dünya gibi geçmişteki anılarını mı hatırlıyordu. Dünya’nın itiraf etmesi için ona zarf mı atıyordu. Adonis, elini sol göğsüne koydu:
‘’Herkesin anımsadığı şey farklı…’’
‘’Adonis!’’ dedi Eros uyaran bir sesle.
Dünya, Eros’un ses tonundan daha önce bu konuda konuşulduğunu anladı. O yüzden Adonis, Ares ve onu şimdilik kabullenmiş görünüyordu. Çünkü mutfaktaki tepkisinden sonraki sakinliğinin başka açıklaması olamazdı. Adonis, kaşlarının altından Eros’a baktı:
‘’Bir şey mi var Eros?’’
‘’Aslında senin neyin var? Dünya’nın aklını en son karıştırmaya çalıştığında neler olduğunu sana anlattık. İkisinin arasına girme.’’ Dedi Eros, dişlerinin arasından mırıldanarak ekledi. ‘’İstediğin herkesi elde edebilecekken bu ısrarın neden?’’
Adonis duraklayan Eros’un karşısına dikildi.
‘’Ares’in avukatlığını bırakmaya ne dersin, Eros? Karar ne sana, ne bana, ne de Ares’e ait!’’ dedi ve Dünya’yı gösterdi. ‘’Onun, kendi seçimini yapabileceğini düşünüyorum. Sırf ikiside ölümlü diye, Ares’in onun sahibiymiş gibi davranmasına izin verecek değilim.’’
Dünya, Eros ve Adonis’in onun hakkında yaptığı tartışmaya sıkıntıyla katıldı:
‘’Hey, ben buradayım!’’ dedi. ‘’Bu saçma muhabbeti kesin.’’
İki adamda ona dönünce devam etti.
‘’Ölümlüler oyuncak değil. Haberiniz olsun, bizimde irademiz var. Düşünebiliriz. Karar verebiliriz.’’
Sırtını onlara dönüp Artemis’in yanına doğru hızlandı. Sinirden elleri titriyordu. Bu kibirli ölümsüzlere gittikçe öfkelenmeye başlamıştı. Kendilerinden başkasının söz hakkı yokmuş gibi kararlar veriyorlardı ve boyutları savunmakta da pek başarılı değillerdi. Bunun sorumlusu olarak bile Dünya’yı suçlamayı tercih ediyorlardı.
Dünya, bakışlarını Ares’in sırtına dikti; altın gözlü terslendikten sonra yanına hiç yaklaşmamıştı. Hem gözünün önünde Durga’nın kendisine kur yapmasına izin veriyor, hem de hiçbirşey olmamış gibi yanına geliyordu. Ares’in bu tarz şeylere takılmaması gerektiğini söylediğini hatırladı, acaba onun yerinde Ares olsaydı nasıl davranırdı? Önemsemeyip tüm dikkatini içinde bulundukları ortama ve yapacakları göreve yöneltebilir miydi?
‘’Durga’ya aldırma Dünya.’’ dedi Artemis. ‘’Onu kıskanmana gerek yok.’’
‘’Ne kıskanması!’’ dedi Dünya bozuk bir sesle. Keşke daha sakin konuşabilseydi, belki inandırıcı olabilirdi. ‘’Sadece yürümekten canım sıkıldı.’’
Artemis dudağını büktü:
‘’Külahıma anlat.’’ dedi ve ona yaklaşarak kısık sesle konuştu. ‘’Bak, Ares’in biraz çapkın olduğu bariz ama sadakati konusunda şüphen olmasın. Kalbindeki kişiye ihanet edeceğini hiç sanmıyorum.’’
Ters bir bakışla Artemis’e bakan Dünya nefeslendi. Kalbinde olmanın ona yetmeyeceğini kadına nasıl anlatabilirdi, o Ares’in tüm ruhuna işlemek istiyordu. Kimseyle paylaşmak istemiyordu. Başını öne eğdi, fark etti ki, düşünceleri ona değil, hastalıklı birine aitti. Ölümsüzlerin içinde durmaktan, kendisini tanıyamaz olmuştu. Ruhundaki fırtına sakinleşmeye başladı, sıkıntısı yavaşça dağıldı.
Öndeki grup aniden durdu. Çünkü önlerindeki toprak kımıldanmaya ve fokurdamaya başlamıştı. Büyük bir kabarcık yükseldi ve patladı. Toz zerreleri havaya dağılırken zemin kabararak yükseldi. Yükselti, toprakları saçarak patladı ve içinden üç tane kadın fırladı. Kadınların teni açık eflatun renkteydi ve şeffaf pembe kanatları vardı. Omuzlarından geçen çapraz bir zincir bellerini sarıp sırtlarında birleşiyordu, çaprazın tam ortasında içi boş bir daire vardı. Pırıltılı pullarla işlenmiş elbiseleri, kanatlarının esintisiyle dalgalanırken aynı anda konuştular.
‘’Geçiş yasak!’’
Athena öne çıktı:
‘’Yolumuzdan çekilin!’’
Adonis koşarak Dünya’nın önüne geçtiğinde Ares ona doğru dönüyordu. Dünya’nın yanında onu koruyan Adonis’i görünce ikinci adımını atmaksızın dudaklarını sıkıp arkasını döndü. Adonis sırtındaki yayı çıkarttı. Eros, Apollon, Artemis ve Athena’da çoktan yaylarını çıkartmışlardı. Durga çakrasını eline aldı ve Ares’in yanına dikildi. Ares’in elinde sadece kılıcı vardı. Dünya, kadının da Ares’i korumaya aldığını anladı, Adonis’in onu savunmak için yanına geldiği gibi. Herkes değer verdiğini korumaya çalışıyordu…
Kadınlar tuhaf bir çığlık atarak çaprazlama uçuştular. Ağızlarından fırlattıkları alevli toplar ölümsüzlerin ayaklarının dibinde patladı. Ölümsüzler hızlı hareketleri sayesinde toplardan sakınmışlardı. Doğrulup periyi andıran kadınlara ok atmaya başladılar. Kadınlar havada parendeler atarak kolayca oklardan uzağa uçtular. Yeniden toparlanıp alevli kürelerini yağdırmaya başladılar ve ölümsüzleri birbirlerinden ayırmayı başardılar.
Durga, yuvarlandığı yerden doğrulup elindekini en yakındaki periye fırlattı. Keskin daire, perinin tenine çarpttı ama ona zarar vermeksizin geri sekti. Derileri, çelikten daha sertti. Ölümsüzler birbirlerine kısacık baktılar, ne yapacaklarını düşünüyorlardı. Kadınlar yeniden dalışa geçtiler, parmakları pençeye dönüşmüştü. Attıkları oklarda zarar veremeyince ölümsüzlerin elinden sadece kaçışmak geldi. Pençelerden ve ateş toplarından sakınan Dünya, Ares’in kararlı bir şekilde ayağa kalktığını görünce yüreği ağzına geldi. Adam, perinin ona fırlattığı alevden, bileğindeki deri zırh sayesinde korundu. Kendine karşı diklenen Ares’e haddini bildirmek için öfkeyle çığlık atan kadın, bu sefer pençelerini açarak Ares’in üstüne atıldı. Athena, ikisinin arasına girmeye çalıştı ama peri Athena’yı bir bebek gibi yana fırlattı. Ares, perinin boşluğundan faydalanarak sırtına atladı ve beraberce yukarı yükseldiler.
Hepsi aynı anda ayaklandılar. Dünya, dehşet içinde kalmıştı. Çoktan havada bir itişme başlamıştı ve hiç biri ona yardım edemiyorlardı. Periyi, uçuşunu engelleyen Ares’in elinden almak için diğerleri de Ares’e saldırdılar. Ares, ona atılan perinin göğsündeki zincire parmaklarını geçirdi ve güçlü bir tekmeyle onu kendinen uzaklaştırdı. Peri çığlık atarak havada taklalar atarken bir diğeri Ares’in boğazına doğru ellerini uzattı. Ares, üzerinde olduğu perinin omuzlarından yakaladı, parmakları zincire geçmişti. Hızla asıldığı zincir, elinde kalırken peri tırnaklarını Ares’in sırtına geçirdi. Ares homurdanarak elindeki zinciri ona saldırmaya çalışan perinin boğazına sardı ve aşağıya seslendi.
‘’Ne duruyorsunuz?’’
Athena, ilk ayılan oldu, yayını gerdi ve zincirsiz kalan ilk periye fırlattı, ardından bir tane daha. Oklar, bu sefer hedefine saplanmıştı. Peri umutsuz bir çığlıkla yere düşerken Ares boğazına zincir doladığı perinin onu yükseltmesiyle diğer periden ayrıldı. Tabi ki, kalan son zinciri de kopartarak… Büyülerinin korumasından çıkmışlardı. Boğazına dolanan zincirle peri dengesini kaybetti. Ares periyi kendine çekerek sırtındaki kanadın birine asıldı.
Dünya, yerden bu kadar yukarıda olan adamın düşmesi halinde kurtulamayacağını biliyordu. Ölümsüzler hayatta kalan son periye oklarını hedeflemişlerdi ama Ares yüzünden vuramıyorlardı. Ares, perinin kanadını kopartırcasına çekince peri ince bir çığlık attı. Fakat Ares, perinin boğazındaki ince zinciri koluna dolayarak sıktığında çığlığı hırıltıya dönüştü. Peri çıldırmış gibi kollarını ve bacaklarını sallamaya başladı. Ellerini Ares’e uzatamıyordu, tükürük misali fırlattığı topların menziline adamı çeviremiyordu. Havada helezonlar çizerek Ares’in ellerinden kurtulmaya çalıştı ama işe yaramadı. Ares, onu bırakmamaya kararlıydı.
Dünya, etrafına bakındı ona nasıl yardım edebileceğini düşünerek. Aklına hiçbir şey gelmiyordu. Gerektiği zaman bu beyni nereye kaçıyordu? Durdu ve uzakta şekilsiz duran cisme doğru topukladı.
‘’Nereye gidiyorsun?’’
Arkasından bağıran Adonis’e aldırmaksızın koşmaya devam etti. Nefes nefese Durga’nın bıraktığı pelerine vardığında dizlerinde takat kalmamıştı. Pelerini eline alıp açtı, yeterince genişti. Ona yetişen Adonis’e döndü, soluğu yettiğince konuştu:
‘’Bunu kullanabiliriz.’’
Adonis, bir saniye kararsız kaldı, ardından pelerini onun elinden alıp geri koştu. Pelerinin kumaşı sağlamdı, doğru yere düştüğü takdirde Ares’in düşüşünü yavaşlatabilirdi. Adonis koşarken Ares’e seslendi.
‘’Ares, onu buraya sür!’’
Ares nasıl yaptıysa perinin sırtına tamamen geçmeyi başarmıştı, zinciri boğazından çözerek uzağa fırlattı ve iki eliyle kanatlarına asıldı. Peri çırpamadığı kanatları yüzünden aşağıya doğru bir yay çizdi. Ares dizini perinin sırtına yaslayıp periyi ters çevirdi, ardından kendini ölümsüzlerin açtığı pelerinin üzerine doğru bıraktı. Metrelerce yukarıdan düşerken, Durga, adama atılan perinin boynunu, yuvarlak bıçağıyla uçurmuştu bile. Peri, Ares’i de geçerek bir taş gibi yere düştü; Ares ise açılan pelerinin ortasına. Neyse ki pelerin yırtılmadı. Ares yere bırakılan pelerinden doğrulmaya çalıştı ama sendeleyince ellerinin üzerine çöktü. Dünya nihayet onlara yetişmişti, çevresini saran ölümsüzlerin arasından geçti ve Ares’in yanına kendini bıraktı. Kollarında çizikler vardı, sırtında da iki sıra pençe izi. Kıyafeti bedenini yeterince korumuştu, iz bırakan tırmıklar dışında zarar görmemişti. Sırtındaki kılıcın kını parçalandığından omzunda kalan parçayı da çözüp yere bıraktı.
‘’Kahretsin!’’ diye Ares homurdandı. ‘’Çok yoruldum.’’
Athena söylenerek çemberden ayrıldı.
‘’Onu dövebilirim, gerçekten önümüzdeki birkaç ay hiç ara vermeden onu çok pis dövebilirim!’’
Apollon, Ares’in şaşkın bakışına karşılık göz kırpttı.
‘’Dua et ölümlüsün. Sana kıyamaz.’’
Athena Apollon’a bağırdı:
‘’Bırak onu, Apollon, durumun ciddiyetini anlamayacak kadar kibirli. Sürekli aynı şeyi tekrar etmekten ben bıktım ama o, hala her olayın ortasına atlamaktan vazgeçmiyor.’’
Ares ayağa kalktı:
‘’Aklıma gelen şeyi yaptım Hena, kimseye de bir şey olmadı…’’
Athena öfkeyle ona döndü:
‘’Az daha ölecektin Ares, Dünya’ya şükret. Pelerin aklına gelmeseydi, o kanatlıyla hala uçuyor olabilirdin.’’
Ares kaşlarını çattı ve yanağını çiğnemeye başladı. Apollon araya girdi
‘’Hena doğru söylüyor Ares, aklına gelen şeyi yapmaktansa bizimle paylaş. Biz senden daha dayanıklıyız. Kahraman olmaya çalışma, eski günlerden uzağız.’’
Ares, bakışlarını yerden almadan başını çevirdi, dişlerinin arasından söylendi.
‘’Kahraman olmaya çalışmıyordum.’’
Apollon, ona yaklaştı ve elini omzuna koydu.
‘’Biliyorum, kardeşim ama sen bizim için çok değerlisin. Kaybetmeyi göze alamayız.’’
Ares, altın gözlerini adamın yüzüne çevirdi. Apollon yakışıklı yüzünü aydınlatan bir gülümsemeyle ekledi.
‘’Biz bir takımız Ares. Bunu unutma. Anladın mı?’’
Ares, başını salladı. Dünya, onun gerginliğini hissedebiliyordu, yaptığı şey çok cesurca olsa da pervasız bir hareketti. Bunu o da biliyordu ama alışkanlıklardan vazgeçmesi zordu. Dünya ayağa kalktı ve yapacak bir şey bulamayınca yerdeki pelerini toparladı. Apollon anlayışlı bir bakışla Ares’in omzunu sıktı ve bıraktı:
‘’Hadi, Hena, akşam yemeğine yetişmek için biraz acele edelim. Çok yavaşsın.’’
Athena’nın kaşları havalandı ağzı açıldı, kapandı ve topuklarının üstünde dönerek uzun adımlarla yürümeye başladı. Apollon, kadının peşinden ilerlerken diğerleri de hareketlendi. Dünya elindeki pelerini ne yapacağını bilemeden öylece adımladı. Eros, kılıcını yerden alıp yürümeye başlayan Ares’in yanındaydı. Adonis bir iki adım ötelerinde Eros’un Ares’e dediklerini dinliyordu.
‘’Aferin anahtar.’’
Dünya, Durga’nın yanına yaklaştığını fark etmemişti. Durga gururlu bir tavırla başını kaldırdı:
‘’Beklediğimden iyi çıktın. Sadece kapıları açtığını düşünüyordum, beni şaşırttın. Öldürülseydin gerçekten yazık olurdu.’’
Dünya kucağındaki pelerine sarılmayı bırakıp eline aldı. Durga’yı yan gözle süzdü, kadının alaycılığı katlanılacak gibi değildi. Dişini sıkıp adımlarını hızlandırdı. Durga ise yavaşlayıp Ares’in olduğu gruba katıldı. Athena, Dünya’nın geldiğini omzunun üstünden görüp Dünya’yı bekledi ve ona gülümsedi.
‘’Teşekkür ederim Dünya.’’ dedi kısık sesle. ‘’Sanırım biraz akıllanmıştır artık.’’
‘’Ben pek umutlu değilim.’’ dedi Apollon.
‘’Bence de!’’ diye onlara katılan Artemis başını salladı.
‘’Kimseye zarar gelmemesine sevindim.’’ Dedi Dünya, korkusu yatışınca bedenine dağılan adrenalin onu güçsüz bırakmıştı.
Omzunun üstünden Ares’e baktı, güzel gözlerinde derin bir hüzünle onu izliyordu. Dünya’nın baktığını görünce toparlanıp başını çevirdi. Morali bozulan Dünya, önüne dönüp yürümeye devam etti.
‘’Nesi var bunun?’’ diye kendi kendine söylendi, ya da söylendiğini sandı. Çünkü Artemis duymuştu.
‘’Terslenmeye pek alışkın değildir.’’ Dedi Artemis ona eğilip.
‘’Bunu fark ettim, kadınların ağzının içine düşmesini bekliyor.’’
‘’Biraz kapris yapar sonra düzelir merak etme.’’
‘’Umurumda değil!’’ dedi Dünya. Buna kendisi gibi Artemis de inanmadı ama yorum yapmadı. Kalbi acıyordu, elindeki pelerini iyice sıktı.
  

Hiç yorum yok:

Seri Hikayelerin Düzeni

TUTSAK SERİSİ 1. Kitap    Tutsak 2. Kitap    Anahtar 3. Kitap    Dünya 4.Kitap    Cehennem Hikayelerin dizilişi bu şekildedir. Diğer ...