11. bölüm
Ares’in
sıcaklığı ondan ayrılınca tüm hücreleri isyan etti. Ares baştan çıkarıcı
gülümsemesi yüzünde ışıldarken parmağını boyun çukurunda gezdirdi.
‘’Senden izin
almadan kolyeni çıkarttım.’’ dedi tepkisine bakmak için gözlerini gözlerine
dikti. ‘’Umarım kızmazsın.’’
Dünya bir an
anlayamadı. Tüm dikkati Ares’in parmağındaydı, tenini okşarken tüm sinirleri
alarma geçmişti. ‘Hangi kolye’
diyecekti ki aklına geldi. Gümüş kolyeyi çıkartmıştı, dudağını ısırdı.
‘’Adonis,
biliyor, hafızasını sildiğini anladı.’’
Ares’in
parmakları durakladı.
‘’Sen mi
söyledin?’’
Başını
salladı.
‘’Hayır, kendi
kendine fark etti.’’
Ares üzerinden
kalktı ve yataktan doğruldu.
‘’Bana çok
sinirli olmalı.’’ diye mırıldandı.
Dünya
cevaplarken uzandığı yataktan kalktı.
‘’Sanırım.’’
dedi. ‘’Duyguları çok karışık, sebebini merak ediyor. Aslında ben de merak
ediyorum.’’
Ares dolabına
yürürken söylendi.
‘’Kısırdöngü... Onun hafızasını silince üçümüze de yardım edeceğimi düşünmüştüm. Bunda da çuvalladım.’’
Dolabın kapağını hırsla açtı. Kısık sesle ekledi. ‘’Zeus’un dediği doğru galiba,
var bende bir şey.’’
Dolaptan kot
pantolon ve gömlek çıkarttı. Sandalyenin üstüne atıp Dünya’ya döndü.
‘’Benimle
birlikte bir kahvaltıya ne dersin?’’
Anlamsızca
adama baktı.
‘’Ares!’’ dedi.
‘’Sana Adonis’in kızgın olabileceğini söylüyorum, sen kahvaltıya gitmemizi
öneriyorsun.’’
Ares elini
midesine götürdü.
‘’Acıktım.’’
dedi basitçe. ‘’Dün sabahtan beri hiçbir şey yemedim.’’
Dünya
dudaklarını sıkıp ofladı. Ares bıkkınca başını yana eğdi.
‘’Adonis, beş
senedir bana zaten öfkeli, hafızasını sildiğim için son bir senedir rahattım. O
yüzden onun öfkesi beni telaşlandırmıyor.’’ Dedi ve ekledi. ‘’Umarım beni korumak
için ona yakın olmaya çalışmazsın.’’
Dünya
kaşlarını çattı.
‘’Saçmalama,
neden öyle bir şey yapayım?’’
Ares kollarını
kenetleyip başını dikleştirdi.
‘’Bilmem,
nedense aklıma geldi.’’ dedi. ‘’Sakın böyle bir şey yapma ve haberim olmadan
kendince planlar yapma.’’
Dünya canı
sıkılarak adama baktı.
‘’Karnın açken
çekilmez biri oluyorsun.’’
Ares, Dünya’yı
süzerken yüzünde çapkın bir gülüş belirdi.
‘’Açlığımı
tahmin bile edemezsin.’’ diye mırıldandı.
Dünya’nın
midesi tuhaf bir hisle kasıldı. Ares’in öylesine sarf ettiği tek bir cümlenin
onda yarattığı duygu fırtınasına inanamayarak adama baktı kaldı. Öpücük ve
dokunuşlarının hatırası henüz tazeyken bu çift anlamlı cümle, içini
titretmişti. Kekeleyerek konuştu.
‘’Zaman sorunu
olduğunu söylemiştin ayrıca anlaşmamızı da unutma.’’
Ares kollarını
çözdü.
‘’Ne
anlaşması, o çoktan tarih oldu.’’
Dünya kibirli
bir tavırla başını dikleştirdi.
‘’Hayır,
beyefendi, tarih filan olmadı. Nişanlı olman bir yana evli olduğunu öğrendim,
bence anlaşma hala sürüyor.’’ Ares’in yüzü asıldı. ‘’Az önceki durum bir
istisnaydı. O kadınlardan kurtulana kadar aç kalmaya devam edeceksin.’’
‘’Su içebilir
miyim?’’ dedi masum bir yüzle.
Dünya omzunu
silkti.
‘’Kimin
elinden içtiğine dikkat et, sadece.’’ Dedi ve kapıya doğru yürüdü. ‘’Kahvaltıyı
hazırlaman için on dakikan var. Ben duş alıp üstümü değiştiriyorum, mutfakta
buluşuruz.’’
‘’Kahvaltı
hazırlamak mı? Ben mi? Nasıl?’’
Ares’in
söylenmesine aldırmadan kapıya yaklaştı ve kapı açılırken koridora adımladı.
‘’Doğaçlama
yap, tatlım, bunda gayet başarılısın.’’
İçinde hem
huzur hem de hüznü aynı anda hissediyordu. Kendi katına indi, kahvaltı buluşmasını
düşündükçe kalbi delice çarpıyordu. Hızlı adımlarla odasına doğru ilerledi. Tüm
pisliğinden kurtulup temiz bir kıyafet giymeyi ve hemen mutfağa gitmeyi
düşünüyordu. Adonis’in odasından çıkan Afrodit’i görünce yavaşladı. Afrodit kapıyı
kapatıp Dünya’nın yaklaşmasını bekledi. Sarı saçlarını toplamıştı, büyük mavi
gözleri dikkatle Dünya’yı süzüyordu. Mermer kusursuzluğundaki tenini süsleyen
kırmızı dudakları, hoşnutsuz bir tavırla kıvrıldı. Üzerinde straplez bir elbise
vardı, ince topuklarını yere vurarak kollarını kenetledi.
‘’Nereden
geliyorsun?’’
‘’Gizli bir
görevden,’’ diye cevap verdi Dünya. ‘’Sana anlatamam.’’
Afrodit onu
süzmeye devam etti. Dünya’nın bileğindeki kesikleri görünce tek kaşı yukarıya
havalandı.
‘’Hangi
boyuttaydın?’’
Dünya hangi boyutta
olduğunu söylerse kadının ne tepki vereceğini tahmin etti, kesin çıldırırdı.
Yüzüne karşı sırıttı.
‘’Boyutun
adını nerden bileyim.’’
Afrodit
kollarını çözdü ve koridorun ortasına dikildi. Konuşmayı sürdürmek istediği
belliydi.
‘’Ares yanında
mıydı?’’
O sırada
Adonis’in kapısı açıldı. Açılan kapının arasından çıkan Adonis, Afrodit’e
söylendi.
‘’Yine kimle
tartışıyorsun?’’ dedi ve Dünya’yı fark etti. ‘’Dünya?’’
‘’Selam Adonis!’’
Adonis
koridora çıktı.
‘’Sen
nerelerdeydin, meraktan öldüm. Tüm gece odanda değildin.’’
Kollarını
kenetledi.
‘’Odamda
olmadığımı nerden biliyorsun? Kontrol mü ettin?’’
Adonis sıkıntıyla
Afrodit’e baktı ve kadının hoşnut bakışı karşısında Dünya’ya döndü.
‘’Sana bir şey
olmasından korktum.’’ Dedi Adonis, izinsiz odasına girmesine bahane olarak.
‘’Tahmin
edeyim bu fikri aklına Afrodit sokmuştur.’’ Dedi Dünya, kadına olan kini iyice
kabarmıştı. Ares’in nişanlısıydı ve aşk tanrıçası Afrodit’ti… Kadından nefret
etmesi için gereken tüm bileşimler tamamdı.
Adonis gergin
bir sesle konuşunca gaf yaptığını anladı.
‘’Afrodit’in
benim yerime düşünmesine gerek yok. Asıl senin için endişelenen de kabahat!’’
Sözlerinin
anlamını o anda kavrayarak adama döndü. Adonis sinirle ona baktı ve kapıya
dönüp odasına girdi. Kan dokulu kapı adamın ardından kapanmasıyla Dünya’nın
omuzları düştü. Yaptığı gafı düzeltmek için geç kalmıştı.
Afrodit
üzerine doğru yürüdü, gözleri kısılmıştı ve en az onun kadar nefret doluydu.
‘’Onları, bir
daha karşı karşıya getirirsen seni ben cezalandırırım ölümlü. Ares sayesinde
hala hayattasın ama insafımın sonuna geldin.’’
‘’Kavga
etmelerini bende istemiyorum.’’ dedi Dünya.
Afrodit’in
yüzü gerildi.
‘’O halde
üzerinde Ares’in kokusu varken karşımıza çıkma!’’ diye homurdandı.
Afrodit
doğrulup hızlı adımlarla koridorda yürümeye başladı ve ardından bir ışık
çakmasıyla ortadan kayboldu. Dünya altüst odasına yollandı. Sıkıntıyla
yatağının üstüne çöktü. Önceki hayatı boşluktu ama hiç değilse varlığı kimseye
zarar vermiyordu. Peki, neden herkes onu bir şeyler için suçluyordu? Ares ile Adonis
arasında olanları deli gibi merak etmeye başlamıştı. Afrodit’in sözlerinden
anladığı kadarıyla geçmişte ikisi, onun yüzünden kavga etmiş olmalıydı. Belki
de Ares, Adonis’in hafızasını silerek bu kavgaya son vermek istemişti. Bu
hikâyede mantıksız olan bir şeyler vardı. Dünya, nasıl olurda iki adamı
birbirine düşürecek kadar düşüncesizce davranırdı?
Hafızasını
zorlamanın faydası yoktu. Yaşananlar beyninde kapalı kapılar ardında kalmıştı
ve açabilecek kadar yetenekli bir anahtar olduğunu sanmıyordu. Ayağa kalktı ve
banyoya doğru yürüdü.
Kısa bir duş
aldı ve saçlarını tepesinde sıkıca topladı. İplerden dolayı ensesinde de hafif
bir kızarıklık vardı. Bir süre dikkatli ve meraklı gözlerden saklaması gerekecekti.
Saatinin yanındaki kolyesini boynuna taktı, ait olduğu yere. Bir daha
çıkartmayacaktı. Banyodan çıktı ve dolabından bir çift kıyafet aldı. Boyunlu
bir trikoyu üstüne geçirdi, kolsuz, ince, yünlü bir bluzdu. Altına da dar ama
rahat bir kot giydi, koyu renk kıyafetler onu daha zayıf göstermişti. Bütün bu
kıyafetlerin nereden geldiğini ve banyoya bıraktığı kirlilerin nereye
kaybolduğunu merak etti. Hiçbir yerde hizmetli görmemişti. Olimpos’ta yaşam çok
kolaydı. Ayağına kısa botlarını geçirdikten sonra acıkan midesini susturmak
için mutfağa yollandı.
Mutfakta
sadece Ares’i bulacağını düşünüyordu ama kalabalığı görünce kapının önünde
dikilip kaldı. Masanın başına Artemis, Eros, Athena, Apollon, Hermes kurulmuştu
ve ocağın başında da derbeder durumdaki Ares vardı. Afrodit ocağın yanındaki
tezgâha oturmuş Ares’in haliyle dalga geçenleri azarlıyordu.
‘’İlk defa
yapıyor biraz hoşgörün.’’
Apollon güldü.
‘’Son defa
olacağına eminim, hadisene ya, açlıktan kuruduk.’’
‘’Sen onun
altını yaktın mı yahu?’’ dedi Artemis.
Eros araya
girdi.
‘’Hena, omlete
yumurta koymak gerekmiyor muydu?’’
Athena neşeyle
cevapladı.
‘’Bu Ares
stili, yumurtasız ilk omlet!’’
Ares elinde
kaşıkla dalga geçenlere döndü.
‘’Peynirin
erimesini bekliyorum, tamam mı?’’
‘’Erimek mi,
zavallı peynir süt kıvamına geldi.’’ diyen Apollon’un şakasına karşılık Ares
elindeki uzun kaşığı kılıç gibi uzattı ve tehditkâr bir ifadeyle havayı kesti.
Apollon
ellerini kaldırarak şakadan teslim olunca Ares güldü ve önünü döndü. Ocağın
üstünde cızırdayan tavanın halini görünce yüzünü astı ve dudağını büktü.
‘’Peynir kızartması
isteyen var mı?’’ diye mırıldandı. ‘’Sanırım bu yandı.’’
Arkası
Dünya’ya dönüktü, henüz kimse onu fark etmemişti. Afrodit dışında…
Ölümsüzler,
Ares’in sözlerine kahkahalarla gülerken Afrodit, gömleğinin yakasından tutup
adamı kendine çekti. Dudaklarına masum olmayan bir öpücük kondurup tepki
veremeyen adama gülümsedi.
‘’Aldırma
onlara aşkım.’’
Ares ifadesizce
ocaktaki tavaya döndü. Afrodit ise yaptığı gösteriden hoşnut, Dünya’ya doğru
kısa fakat anlamlı bir bakış attı. Dünya’nın canı yanıyordu. Apollon’un sesiyle
anca kendine geldi.
‘’Hey, Ares,
yer değiştirmeye ne dersin. Siz orada koklaşırken bir burada masayı yemeye
başladık da.’’
Dünya,
arkasını dönüp mutfaktan uzaklaşırken Ares’in sesini duydu.
‘’Hayır,
kahvaltıyı ben hazırlayacağım.’’
Nereye
gideceğini bilmiyordu. Kollarını kendine sardı ve yürümeye devam etti. İç içe
geçmiş koridorların sonrasında kendini en alt katta buldu. Bahçeye açılan kapı
tam önündeydi. Duraklamadan kapıya yürüdü ve açtı. Kilitli olacağını düşünmüştü,
ne de olsa giriş kapısıydı. Kapı öylesine açılınca dengesizce arkaya sendeledi,
neyse ki düşmeden doğrulmayı başardı. Dışarı çıktı.
Yaptığı
gürültü yüzünden kapıya dönen Adonis’i görünce tereddütle dikildi. Adonis,
basamaklara oturmuştu, üzgün bir yüzle ona baktı ve başını öne çevirdi. Dünya
omuzları düşük, adamın yanına gitti.
‘’Oturabilir
miyim?’’
Adonis omzunu
silkti.
‘’Keyfin bilir!’’
Dünya,
Adonis’in yanındaki basamağa oturdu. Sessizce bir süre ölü bahçeyi seyrettiler.
Tepelerindeki parlak güneş bile bahçeye canlılık veremiyordu. Işığını boğan bir
pus tabakası vardı.
‘’Bahçeye
bakım yaptırmayı hiç düşünmüyor musunuz?’’
Adonis yan
gözle ona baktı.
‘’Fayda etmez
ki, bahçe sadece bir haftalığına canlanır, lanetlendi.’’
‘’Lanet mi?’’
dedi Dünya. ‘’İnsanların lanetlendiğini öğrendim ama burası bir bahçe, nasıl
lanetlenebilir ki?’’
Adonis
lacivert gözlerini bahçenin üzerinde gezdirdi. Teni gün ışığıyla hoş bir
ışıltıya bürünmüştü. Düzgün yüz hatları, buruk bir ifadeyle gergin olsa da, göz
kamaştıracak kadar yakışıklıydı.
‘’Sana
hikâyemi anlatmıştım, bahçenin bu durumu da hikâyemin bir parçası. Ben
yeraltına inmek istemediğim için Persephone da yeryüzüne çıkmayı reddetti. Demeter
yeryüzüne çıkmayı reddeden kızını görememenin acısıyla bahçeyi lanetledi.
Persephone çok nadir olarak kısa süreliğine Olimpos’a gelir ama toprağa ayağını
bile basmaz. Yüzyıllardır, bahçe sadece baharın ilk haftası, yani Persephone
yeryüzünde yürüdüğü sürece canlanır.’’
‘’Muhteşem
oluyordur.’’ dedi Dünya.
Adonis başını
salladı.
‘’Evet’’ dedi.
‘’Belki sende görebilirsin.’’
‘’Sanmam.’’
dedi Dünya. ‘’O zamana kadar çoktan gideceğimi düşünüyorum.’’
Adonis ona
döndü.
‘’Düğüne
katılmayacak mısın?’’
Kalbi
kasılırken cevap verdi.
‘’Hayır.’’
‘’Hafızanı bir
daha silmeyecekmiş.’’ dedi Adonis. ‘’Yani daha önce bana söylediği şey buydu.
Ben nedenini anlayamamıştım, basit bir anahtarın hafızası neden önemli olsundu
ki. Şimdi ona hak veriyorum.’’
Dünya soru
sorarcasına bakınca devam etti.
‘’Afrodit bana
her şeyi anlattı.’’
‘’Ne
anlattı?’’
Adonis
ellerini kenetledi ve dizlerine dayadı. İleriye bakarak konuşmaya başladı.
‘’İkinci
görevinden beri biz birlikteymişiz. Yasak olduğunu söylemiştim sana
hatırlarsan. Cezayı göze alıp sana olan sevgimi Zeus’a itiraf etmişim. Zeus
önce çok kızmış ama sonra sakinleşmiş ve Afrodit’in dediğine göre benimle özel
bir görüşme yapmış. Aşkımıza onay vermiş. Yasaktan sonraki ilk ölümlü-ölümsüz
aşıklar bizmişiz, herkes şaşırmış. Diğer evlerin haberi olmadığı sürece kimse
için sorun yokmuş.’’
‘’Zeus nasıl
izin vermiş?’’
Adonis
dudağını büktü.
‘’Kimse
bilmiyor, Zeus anlatmıyor ve ben de hatırlamıyorum. Zaten o yasağın sahibi Zeus
değildi, zorla destekliyordu.’’
Adonis
bacaklarını ileriye uzattı ve ellerini mermere dayadı. Bol bir kazak giymişti,
altında da salaş bir kot ve bez ayakkabıları vardı. Omzunun üstünden Dünya’ya
bakarken anlatmaya devam etti.
‘’Afrodit,
Ares ile sürekli kavga etmeye başladığımızı söyledi. Ares önce birlikteliğimize
ses çıkartmamış ama sonra sen ölümlü olduğun için karşı çıkmaya başlamış. Diğer
evlerin öğrenmesinden çekiniyormuş. Afrodit, onun beni korumaya çalıştığını
söyledi. Ceza riskine rağmen ben vaz geçmemişim, bu da onu çok kızdırmış. Fırsat
buldukça birbirimizin boğazına saldırıyormuşuz. Son görevinde bu iyice
kontrolden çıkmış, aynı odada bile kalamıyormuşuz. Buna inanmak benim için çok
zor, onunla dün geceye kadar ters bakıştığımızı bile hatırlamıyorum.’’
‘’Son gece
Zeus herkesi boyutlara göndermiş. Görevden döndüklerinde Zeus, benim hafızamdan
seni sildiklerini anlatmış. Dediğine göre; Ares’le tartışmışım ve Ares beni Zeus’un
izniyle cezalandırmış. Çünkü aramızdaki sorunların sebebinin sen olduğunu
düşünüyormuş. Senin benim kafamı karıştırdığını söyledi. Beni, yasaklara karşı
gelmem için baştan çıkardığını söyledi.’’
Kadının bazı
yerlere kendi yorumunu kattığı belliydi ama Dünya itiraz etmedi. Adonis başını
salladı.
‘’Buna
inanmadım.’’
‘’Neden?’’
Adonis
dudaklarını kemirerek bir süre düşündü. ‘’Seni azda olsa tanıdım. Beni
istemeseydin, sevgili olacağımızı sanmıyorum. Ares’in yasağına karşı
gelebilecek kadar gözüm döndüğüne göre aramızdaki basit bir çekim olamazdı.’’
Dünya’nın içi
sıkıldı. Hayallerinde gördüğü anıları düşündü; Adonis’in sözlerinde doğruluk payı
olsa da, Ares’in varlığının onda uyandırdığı duygu ile Adonis’inki farklıydı.
Dünya yorum yapmayınca Adonis toparlandı ve ona döndü.
‘’Seni
öptüğümde ne hissettin?’’
Dünya ne
diyeceğini bilemedi. O anki hislerine yol açan şeyin ne olduğunu bilmiyordu.
Karmaşanın ortasında anlık bir duygu patlaması yaşamıştı, sadece o kadar. Bunu,
Adonis’i kırmadan nasıl dile getirebilirdi ki…
Beklentiyle
bakan lacivert gözlere dikti gözlerini ve sırıttı.
‘’Senin, o
meyveden daha sağlam bir yöntem olduğunu hissettim. Sınırsız oksijen ve
yakışıklı bir kurtarıcı, bir kız başka ne isteyebilir?’’
Adonis bir an
yüzünü buruşturdu, ardından gülerek başını salladı. ‘’Çok çıkarcısın.’’
Omzunu silkti.
‘’Huyum kurusun.’’
Adonis hala
sırıtmaya devam ederek ileriye baktı. İşi şakaya vurarak kurtaran Dünya, adamın
gülümsemesine izlerken Adonis aniden ona döndü.
‘’Benimle
kâhine gelmek ister misin?’’
Dünya başını
salladı. ‘’Hayır, hiç sanmıyorum. Kâhin, falcı hepsi aynı, yalandan başka bir
şey çıkmıyor ağızlarından.’’
Adonis gülerek
ayağa kalktı ve elini ona uzattı.
‘’Hadi,
nazlanma. Seni özlediğini söylemişti.’’
‘’Beni mi?’’
dedi Adonis’in elini tutup ayağa kalktı. ‘’Ne zaman görmüş de özlemiş acaba?’’
Adonis
gamzelerini derinleştiren gülümsemesiyle Dünya’ya baktı ve merdivenlerden
indirmek için çekiştirdi.
‘’Beyni
sıfırlanan sadece biziz naiad,
diğerleri hala normal.’’ dedi.
‘’Naiad?’’
Adonis ayağa
kalkan Dünya’nın yanağını elinin tersiyle hafifçe okşadı.
‘’Nehir perisi.’’
diye fısıldadı. ‘’Yanlışlıkla düştüğü okyanusta kaybolmuş, yakışıklı
kurtarıcısını bekleyen bir nehir perisisin. Ele avuca sığmaz ve büyüleyici…’’
‘’Yok daha
neler!’’ dedi Dünya, yine de hoşuna gittiğini gizleyemedi. Hınzır bir sırıtışla
ekledi. ‘’Kâhine gitmem için bunlardan fazlasını yapmalısın.’’
Adonis
gözlerini kıstı.
‘’Bu bir davet
mi?’’
‘’Ah, hayır!’’
Dünya gözlerini devirerek Adonis’in göğsüne yumruk attı. ‘’Tamam, yolu göster.’’
Sık çalıların
içine girdiklerinde kâhine gitmeyi kabul ettiği için çoktan pişman olmuştu. Adonis’in
bastığı yerlerden geçiyordu ama onun kadar rahat ilerleyemiyordu. Adonis’in
ayaklarına takılmayan bütün dal ve taşlar onun önüne geçiyordu. Oflaya poflaya
çalı ormanından kurtulduklarında derin bir nefes aldı.
‘’Böyle bir
yerde oturduğuna göre ziyaret edilmeyi sevmeyen biri, ne demeye geldik ki?’’
Adonis,
Dünya’nın sıkı topuzundan kurtulmuş bir tutamı kulağının arkasına sıkıştırdı.
Elini indirip onu bırakana kadar Dünya kıpırdamadan durdu.
‘’Güzel şeyler,
bazen dikenli bir yolun sonunda olabilir.’’
Fısıltıyla
söylediği bu söz ve ışıldayan bakışları karşısında dili tutulmuştu. Tepelerinde
yankılanan bir karga sesiyle Dünya kendine geldi.
‘’Belki dikenli
yol bir uyarıdır.’’ dedi, adamın lafına karşılık.
Adonis
omuzlarını kaldırdı.
‘’Bahtımıza ne
düşerse artık!’’
Dünya ilerdeki
külübeye baktı.
‘’Orada mı
oturuyor?’’
Adonis başını
salladı. ‘’Evet.’’ dedi ve bir adım attı.
Dünya’nın içi
ürperdi, soğuk bir his tenini karıncalandırırken Adonis’in kolunu tuttu.
‘’Dur, yalnız
değiliz.’’
Sözleri
bitmeden kötü bir kokuyla birlikte her taraftan dumanlar süzülmeye başladı.
Yılan gibi kıvrılan dumanlar yükselerek ışıl ışıl yana siyah kürelere dönüştü. Sonrasında
her bir duman küresi dağılarak içlerindeki iblisleri açığa çıkarttı. Adonis
silahsızdı ama karşısında duran iblislerin bazılarının elinde kan pası lekeleriyle
dolu balta ve kılıçlar vardı. Dünya, sekiz tane saydı, ikiye karşı sekiz iblis.
Adonis’in kolunu bıraktı, Adonis dişlerinin arasından mırıldandı.
‘’Sakın kaçma,
yanımdan ayrılma!’’
Adonis, bu
kalabalığa karşı, ne yapmayı düşünüyordu ki? Dünya, kaçmayı aklına bile
getirmemişti, yalnızca adamın rahat hareket etmesi için alan bırakmak
istemişti. Adonis hepsi birbirinden iğrenç yaratıklara göz gezdirirken
içlerinden biri öne çıktı. Uluma gibi bir sesle konuştu.
‘’Olimposlu
anahtarı bize gönder, sana zarar vermeyelim.’’
Adonis
saldırmaya hazırlandığını gösterir bir duruş aldı. İblis yamuk ağzını yayarak
sivri dişlerini gösterdi ve hırladı. Diğer iblisler için bu hırlama bir meydan
okuma işareti olsa gerek, Adonis’e doğru atıldılar. Adonis boş durmamıştı, o da
iblislere atıldı. Dünya adamın hızı ve gücü karşısında bir kez daha şaşırdı.
Kendi boyunu ve cüssesini aşan iblislerin darbelerinden kolayca sıyrılıyordu,
bununla da kalmayıp zarar vermeden onları bırakmıyordu. Tekmelerin ve
yumrukların arasından çıktığında iki elinde de birer kılıç vardı. Gömleğinin
kolu yırtılmıştı ve belindeki bir kesikten kan akıyordu. Parçalara ayrılmış üç
iblis tekrar dumana dönüşerek havaya karıştı, diğerleri daha da hırslanıp
Adonis’e saldırdılar. Adonis öncekinden daha güçlü ve çevik hareketlerle
ikisini kolayca biçti.
İlk konuşan
iblis, kenarda olanları seyrediyordu. Koyu mor gözleri iblis ateşiyle yanarken
Dünya’ya baktı. Adonis’in ona fırlattığı kılıç omzuna saplanınca, hırlayarak
saplanan kılıcı çekti. Adonis iblisin ilgisini yeniden kendisine çektiği için rahatlayarak
kalan iki iblise saldırdı. Mor gözlü iblis uzun siyah diliyle kılıcı boydan
boya yaladı ve kemerinden bir şişe çıkarttı. Şişedeki sarı sıvıyı kılıcın
üzerine döktü, sıvı çok tanıdıktı, iblis şişeyi attı. Dünya şişeden dökülen
sıvıyı o sırada tanıdı, bu o mağarada gördüğü ışık saçan zehirdi.
Son iblisi
haklayan Adonis, dumana dönüşen iblisten diğerine döndü. Dünya onu uyarmak için
bağırdı.
‘’Zehir!’’
Adonis, ona
atak yapan mor gözlü iblis yerine Dünya’ya bakınca, ona doğru uçarcasına gelen
iblisin kılıcı karnına girdi. Adonis kılıcın sapını iblisin elleriyle birlikte
kavradı, dudaklarından kan boşandı. İblis kılıcı geri çekmeye davrandı. Adonis kılıcı
serbest bırakmayınca, iblis Adonis’in yüzüne boştaki elini salladı. Yumruğun
etkisiyle Adonis, iblisi bıraktı ve havada uçarak yere sertçe düştü. Dünya’yı
saran öfke harekete geçmesini sağladı, iblise koşarken yerdeki baltayı kavradı
ve Adonis’ten kurtulan iblise doğru hiç duraksamadan salladı. Balta, iblisin
önce karnına geldi. İblis beklemediği darbe yüzünden öne doğru sendeledi. Dünya
kendi etrafında dönerek hızlandı, baltayı tüm gücüyle iblisin boynuna vurdu.
Başı bedeninden ayrılan iblis yere düştü. Dünya elindeki baltayı öyle sıkı
tutuyordu ki bırakmakta zorlandı. Dumana karışan iblise öfkeyle bakıyordu, daha
fazla parçalara ayrıldığını görmek isterdi. Titremeye başlamıştı, balta elinden
düştü.
Az önceki
dehşetin tek kanıtı yerde kıvranan Adonis’ti. Dünya adama doğru koştu. Üstü
başı kan içindeydi, gömleğini delen yarıktan daha çok kan akıyordu. Sarı
sıvının kirlettiği yaraya bastırmak için elini uzattı. Adonis elini yakaladı,
yüzü muma dönmüştü.
‘’Dokunma.’’
dedi zorlukla. ‘’Kâhin!’’
Dünya, başını
salladı ve kulübeye doğru topukladı. Olay çok tanıdıktı. Adonis’i daha önce
yaralı bir halde görmüştü. Zihninde anıları çeşmekeş içinde kaynarken kâhinin
kulubesine yaklaştı. Kapı açıldı ve bir adam dışarı çıktı. Dünya nefes nefese
elini korkuluklara koydu.
‘’Lütfen!’’
dedi soluklandı. ‘’Kâhini görebilir miyim?’’
Adam derin bir
nefes aldı. Neden bu kadar sakindi? Sabırsızca, kâhinden yardım istemek için
kapının aralığından içeri bakmaya çalıştı. Tam ağzını açıp içeri seslenecekti
ki adam konuştu.
‘’Kâhin benim,
hadi, şaşır.’’
Dünya içeri
bakınmayı bırakıp gerçekten de şaşırdı. Egzotik bir kıyafeti yoktu, ilginç
kolyeleri de, adamın saçı bile yoktu. Sade bir kıyafet giymişti. Dünya açık ağzını
kapattı.
‘’Her neyse,
Adonis’e yardım etmelisin.’’ dedi. ‘’İblisler tarafından zehirlendi, ölmek
üzere.’’
Kâhin,
Adonis’in olduğu yöne baktı. Daha fazla bekleyemeyen Dünya sabırsızca adamın
eline uzandı. Fakat adamı kımıldatamadı. Adam, Dünya’nın elinin üstüne elini
koydu.
‘’Sakin ol,
Adonis ölmez, sadece acı çekiyor.’’ Dedi. ‘’Şimdi yardım gelecek, sen içeri
geç.’’
‘’Dalga
geçiyor olmalısın.’’ dedi Dünya. ‘’Hayatta olmaz.’’
Kâhin omzunu
silkti.
‘’Sadece
denedim, neyse, yardım çağırayım izninle.’’
Kâhin
gözlerini ileriye dikti ve birkaç saniye kımıldamadı. Ardından Hermes önlerinde
belirdi. Kâhin sakince konuştu.
‘’Adonis’in
yardıma ihtiyacı var Hermes.’’
Hermes,
Dünya’ya kısa bir bakış attı.
‘’Sen iyi
misin Dünya?’’
Dünya ‘evet’ anlamında başını sallayınca Hermes
her ikisine sırıttı ve ortadan yok oldu ve Adonis’in yanında tekrar belirdi.
Adamın kolunun altına girerek doğrulmaya çalışırken ikisi birden kayboldu.
Dünya mırıldandı.
‘’Işınlanıyor,
hem de onunla!’’
Kâhin omzunun
üstünden ona bakınca toparlandı. Kaşlarını çatıp kendi üstüne baktı, iblisin
kanıyla lekeli elleri iğrenç görünüyordu. Mide bulandıracak kadar yapışkandı ve
kokusu burnunu yakıyordu.
‘’Sanırım
elini yıkamak istersin.’’ dedi kâhin.
‘’Her şeyi de
biliyorsun. Sana neden kâhin dediklerini şimdi anladım.’’ diye dudaklarının
arasından mırıldandı. Ardından kendine gelip doğruldu. ‘’Teşekkürler, evime
dönmeyi tercih ederim.’’
‘’Evine mi?’’
Dünya adama
baktı, Olimpos’u ne zamandan beri evi olarak görüyordu? Düzeltmek için ağzını
açtığında kâhin elini kaldırdı.
‘’İçeri
geçelim, sana çay ikram edeyim.’’
Aklı
Adonis’teydi ama bu adamda garip bir şeyler vardı. İtiraz edemeyen Dünya
soluklanıp adamın arkasından kulübeye girdi.
12. bölüm
Sade bir
şekilde döşenmiş odanın pencerelerinden süzülen güneş ışığı huzur veriyordu.
Kâhinin gösterdiği kâsede elini yıkarken adam ikisi için birer kupa çay getirdi.
Kâsenin suyu pisliğini temizledikten sonra eski berrak haline geri döndü. Başına
gelen olağanüstü şeyler karşısında şaşırmaktan bıkan Dünya elini üstüne silerek
kuruladı. Kâhinin uzattığı kupayı aldı ve kibar olmak için bir yudum içti.
Çayın acılığı karşısında yüzünü buruşturdu.
‘’Bu da ne?’’
Kâhin divana
otururken cevapladı.
‘’Naneli defne
çayı ve şeker isteme. Güven bana, böylesi daha iyi! Ve nane yeni ilavem, umarım
seversin.’’
‘’Vay canına,
şeker isteyeceğimi nerden bildin? Kâhin olduğuna inanmaya başladım.’’
Kâhin başını
sallayarak gözlerini devirdi ve kupadan yudumladı. Dünya etrafa bakındı, odada
tek uzun divandan başka kabarık iki tane minder vardı. Duvara dayalı
minderlerin birine gidip oturdu, oldukça rahattı. Sırtını geometrik desenli halı
yastığa yaslayıp adama bakışlarını dikti.
‘’Benimle ne
konuşmak istiyorsun?’’
‘’Dünya’’ diye
konuşmasına başladı, kâhin. ‘’Sana bir şans versem, tüm bu karmaşadan uzaklaşıp
yeni bir hayat kurman için. Kimsenin sana ulaşamayacağı, yaşamak için nefes
almanın yeterli olacağı bir yer vaat etsem.’’
Dünya, adamın
her dediğini dikkatlice dinledi. Bakışları yerdeki kilime düştü, desenlerini
görmeyen gözleriyle taradı.
‘’Hafızam…’’
dedi düşünceli bir sesle. ‘’O ne olacak?’’
‘’O isteğine
bağlı ama elinde kalan son bir seneni silmek istediğin takdirde Ares’in karşı
çıkacağını düşünüyorum.’’
‘’Gidersem… Onun
da mı haberi olmayacak?’’
‘’Olmaması
daha iyi.’’ dedi kâhin. ‘’Seni bırakmaz.’’
‘’O şeyi… Nasıl
yapacaksın?’’
Kâhin onun ne
düşündüğünü kavramaya çalışır gibi, dikkatlice gözlerine baktı ve yavaşça
konuştu.
‘’Büyüyle
oluşturulan bir geçitten kimsenin ulaşamayacağı bir boyuta gitmeni
sağlayacağım. Bu tek yönlü bir büyüdür ve çok güçlüdür. Dönüşün olmayacak,
yani, hiç birimiz seni geri getiremeyiz.’’
Dünya, kupasından bir iki yudum daha alıp
önündeki seçeneği tarttı. İblislerin baskısından kurtulabileceği, kimsenin onun
hayatına müdahale edemeyeceği bir boyutun hayalini gözünde canlandırdı.
Ölümsüzler ona ulaşamayacaktı, ölümlülerde… Ares’i hayatı boyunca görmeyecekti.
Sedef aklına geldi, arkadaşı delidolu olsa da onun dostluğuna her zaman güvenebileceğini
biliyordu. İkisini de özleyeceğini adı gibi biliyordu ve bunun da ona
dayanılmaz bir işkence olacağını…
‘’Anahtar
dengesi ne olacak?’’ dedi.
‘’Gittiğinde
denge yeniden şekillenecek ama şunu bilmelisin, geri dönüşün yok. Bu yüzden,
denge, yeni baştan yaratılacak.’’
‘’Ölmüşüm gibi…’’
diye mırıldandı. ‘’Bu, geçen sefer işe yaramamıştı.’’
‘’Çünkü sen
hala dünyadaydın. Ares’e anlatmak istediğimde buydu; sahte ölümle, ayna
büyüsünü yanıltamazsın. Sen bu boyutun anahtarısın. Eğer dediğim şeyi kabul
etmezsen sevdiklerine zarar vereceksin.’’
Dünya başını
eğdi. ‘’Bunu düşünmek için zamana ihtiyacım var.’’
‘’Vedalaşmak
için mi?’’
Dünya dudağını
ısırdı, tam olarak düşündüğü şey buydu. Ares’in yanındayken tüm kâinata karşı
koyabilecek kadar güçlüyken ondan uzaklaşınca kendini küçülmüş hissediyordu. Bu
böyle devam edemezdi, eninde sonunda çekici savaş tanrısından ayrılacaktı.
Belki adam, o gittiğinde ölümsüzlüğü kabul edip Asteria’nın lanetinden de
kurtulabilirdi. Kâhinin ‘sevdiklerine
zarar vereceksin’ lafını buna yordu. Ares, onun yüzünden ölümlü kalmak
istiyordu. Varlığı herkesi üzüyordu. Dünya ayağa kalktı.
‘’Gitmeliyim.’’
‘’Elbette, ne
zaman istersen beni ziyarete gelebilirsin.’’
‘’Teşekkür
ederim.’’
Kapı
çalınmadan açıldı, ardından Ares endişeyle odaya daldı. Ayaktaki Dünya’ya ve divanda
oturan kâhine bakıp doğrulurken nefeslendi.
‘’Ben… Ben
saldırıyı duydum.’’ dedi odaya apansız girişini açıklamak için.
Kâhin ellerini
açtı. ‘’Bu sefer yetişemedin Ares. Dünya, iblisin işini çoktan bitirdi.
Boyutuna geri gönderdi.’’
Ares, Dünya’yı
dikkatli bakışlarla süzdü. İblisi karşı durabildiğine şaşırmamıştı sadece yaralı
olup olmadığını kontrol ediyordu. Sorun olmadığını anlayınca rahatlayarak
kâhine baktı.
‘’Böldüğüm
için üzgünüm. Konuşmanız bitinceye kadar ben dışarıda beklerim.’’ dedi. Kapıya
dönmüştü ki kâhin, Dünya’ya başıyla işaret etti.
‘’Bitmişti
zaten.’’ dedi Dünya, Ares’e doğru seyirtti ve çıkmadan önce kâhine el salladı.
‘’Sonra görüşürüz.’’
Kâhin, ona
gülümsedi ve tek elini kaldırıp selamladı.
Çalılara doğru
yürümeye başladılar. Ares yerdeki kılıç ve baltalara bakarken yumruklarını
sıktı.
‘’Mutfağa
gelmektense Adonis ile bahçe gezisine çıkmak da ne oluyor?’’ Seri adımlarla
yürürken yan gözle Dünya’ya baktı. ‘’İsteseydin, ben, seni kâhine getirirdim.’’
Dünya, onunla
tartışmak istemiyordu. Aklı kâhinin dediklerine takılı kalmıştı. Adamın yalan
söylemediğini biliyordu. Burada kalmaya devam etmesi bencillikti, hem Ares’i
hem de diğerlerini tehlikeye atıyordu. Onu korumak için Adonis’in yaralanması
hala zihninde dönerken adamın kanıyla suladığı kuru toprağa baktı. Kanın
ıslaklığı kaybolmuştu. Toprak susamış gibi kanı emip sadece boya gibi lekesini
bırakmıştı. Dünya kızıla dönmüş toprağa bakarken kuru toprağın üzerindeki
renkler toplandı ve küçük bir filiz yerden baş verdi. Hızla, dallarından yapraklar
fışkırdı ve ardından dalın ucunda küçük bir tomurcuk belirdi. Tomurcuk patladı,
zarif bir anemona dönüştü. Aynı hızla anemon da kurudu ve toprağın üstüne
cansızca düştü. Dünya, tüm olanları iki adımlık zaman zarfında görmüştü, birkaç
saniyede olmuş bitmişti. Şimdi kuru topraktan başka bir şey kalmamıştı.
Ares, onu bileğinden
tutup durdurdu, baktığı yere dikkatlice bakıp Dünya’nın yüzüne döndü.
‘’Dünya, neyin
var papatyam?’’ dedi. ‘’Şokta mısın?’’
Dünya, altın
gözleri uzun zamandır görmüyormuş gibi baktı. Ömrü boyunca izlemekten bıkmayacağı
yüzü süsleyen güzel gözler, endişeyle gölgelenmişti. İçindeki üzüntü büyüdü,
boğazına kadar yükselen acı soluk aldırmıyordu. Damarlarında dolaşan kan değil,
sanki az önce kâhinin dilinden dökülen zehirdi. Sevdiklerine zarar vereceksin!
Ares,
Dünya’nın çıplak kollarını tereddütlü dokunuşlarla okşadı, ne yapacağını ne
söylemesi gerektiğini bilemez bir ifadeyle Dünya’yı izliyordu. Dudağının kenarı,
Asteria’nın bıraktığı iz, yeniden kanamıştı. Adamın endişeyle kemirdiği için
yarasını yeniden açtığını anladı. Elini, Ares’in göğsünün altına koydu,
tenindeki lanetli zedelenmeyi hissedebiliyordu.
‘’Yaranı
doktora göstermelisin.’’ dedi duygusuz bir sesle.
‘’Gerek yok.’’
dedi Ares ona doğru eğildi. ‘’Tamamen iyileşmiyor. Asıl senin neyin var? Ruh
gibisin.’’
Dünya’nın
görüşü kararırken mırıldandı.
‘’Lütfen, iyileş,
lütfen!’’
Ayaklarının
altındaki yer kaydı ve ismini haykıran Ares’in kollarına yığıldı.
Yemyeşil bir
ormandaydı. Üzerinde durduğu ağacın ince dalına pençeleriyle iyice tutunup
silkindi. Uçmak için kanatlarını titretti ve kendini aşağıya bıraktı. Kısa bir
düşüşün ardından hızla havalandı. Rüzgârın, tüylerinin arasından geçerken
yaydığı huzur gibisi yoktu. Daha bir yükseldi, orman aşağısında kalmıştı. Yeşil
bir halı misali uzanan ormanın içinden geçen nehir suları, pırlanta yatağında
akıyormuşcasına ışıldıyordu. Çevresindeki hayvanların öbekler halinde su
içtiklerini görebiliyordu. Ormanın ilerisindeki kıra yaklaştıkça aşağıya doğru
süzüldü. Havaya dağılmış temiz toprak ve çiçek kokusuna yaklaştıkça içindeki
coşkuyla şakıdı.
Nehre doğru
indi ve sıçrayan sularına kanatlarını değdirerek uçmaya devam etti. Sudaki
aksini göz ucuyla seyretti. Gri göğsünü süsleyen benekler, nehirden sıçrayan
suyla parıldıyordu, kanatlarındaki kahverengi ve siyah tüylerinin arasındaki soluk
kızıl altın renkler güneşin etkisiyle canlanmıştı. Küçücük bedeni o kadar hızlı
ve dengeli uçuyordu ki, altında yüzen balıkları kolayca geçti. Kırlığa doğru
döndü. Az önce gördüğü çiçeklere ulaşmak için hızlandı. Sarı öbekli beyaz
yapraklı çiçeklerin ismini biliyordu ama düşünmek minik kalbini sızlatıyordu.
Sarı-beyaz
çiçeklerden oluşan denizin ortasında bir kadın oturuyordu. O da çiçekler gibiydi,
bir periyi anımsatırcasına bembeyaz dantelli bir kıyafet giymişti. Simsiyah
beline kadar uzanan dalgalı saçları vardı, hafif kalkık burnu güzel yüzüne
sevimlilik katıyordu. Kaşları ve kirpikleri kömür kadar siyahtı ve gözleri parlak
bir mavi-yeşildi. Şakıyarak kadının üstünde birkaç tur atınca, kadın başını önündeki
işten kaldırıp ona baktı. Beyaz teninde gül goncası dudakları hafifçe kıvrıldı
ve ona gülümsedi. Zarif bir tavırla elini yukarı uzattı.
Kadının eline
konmadan önce uğraştığı işe göz attı. Kucağında incecik altın tellerle dokuduğu
sarmal biçimde bir örgü vardı. Tellerin bazıları gümüşümsü bir ışıltıyla
parlıyordu. Kadının avucuna konduğunda, kadın yüzünü ona yaklaştırdı. Billur
kusursuzluğunda bir sesle onu selamladı.
‘’Tekrar hoş
geldin.’’
Kadına cevap
olarak şakıdı, kadın gülümsedi ve parmağının ucuyla onun küçük gagasına
dokundu.
‘’Sesin,
düşüncem olsun.’’
‘’Teşekkür
ederim Hekate.’’ dedi kadının kibarlığı karşısında. ‘’Sanırım fazla vaktim
yok.’’
Hekate başını
salladı.
‘’Evet, fazla
vaktimiz yok ama sözlerim kısa. Üzerindeki lanet yüzünden kötülüklere karşı
elin kolun bağlı, bunu biliyorum. Uzakta da olsam izlemekten kendimi alıkoymadım
ve sana yardım etmek istiyorum. Odana döndüğünde taş kutuyu açmanı istiyorum.
İçindekini Ares’e vermelisin, yarası iyileşene kadar onu takmalı, böylece
annemin kontrol lanetinden kurtulacak.’’
Başını hafifçe
eğdi ve Hekate’nin başparmağına yasladı. Hekate’nin şefkatli bakışlarına
karşılık teşekkür etmek için başını, parmağına sürttü. Hekate, elini yükseltip
kanatlarına bir öpücük kondurdu.
‘’Asla pes
etme Dünya, çare kaçmakta değil. Sevdiğin için savaşmazsan, hatırandaki her
güzel anı yüzünden ömrün boyunca acı çekersin. Kaçarsan, daha çok zarar
verirsin.’’
Dünya, başını
kaldırdı ve kadının hüzünlü gözlerle baktığı yöne doğru boynunu uzattı. Hekate’nin
sol omzunda, koyu kahverengi bir leke vardı… Hekate, omzundaki bene hüzünlü
gözlerle bakarken her şey Dünya’nın etrafında dönmeye başladı. Gittikçe
hızlanan girdapta bulanıklaşan renklerin ortasında kalmıştı. Rüzgâr yüzünden gözlerini
açık tutamıyordu, kanatlarından ayrılan tüyler girdaba kapılırken gözlerini
kapattı.
Bileğinin iç
kısmında ince bir sızıyla uyandı. Bedeninde tuhaf bir yorgunluk vardı, sanki
günlerdir yatıyordu. Yatağın içinde hafifçe kıvrandı. Bir el, koluna dokununca
durakladı ve birer ton ağırlığındaki gözlerini araladı.
‘’Selam.’’
‘’Selam.’’
dedi ve dudaklarını yaladı. Uzun zamandır açmadığından dudaklarını sert bir
tabaka kaplamış gibiydi. ‘’Ne kadar oldu?’’
Apollon, elini
Dünya’nın kolundan çekti ve doğruldu.
‘’Dört gün
oluyor. Bir an hiç uyanmayacaksın sandık, Hades bile seni uyandıramadı.
Üzerinde çözemediği bir büyü varmış.’’
Hastane
odasını andıran bir odada tertemiz kokular içinde yatıyordu. Yanıbaşında bir
serum ağacı vardı ve iki plastik torba altlı üstlü ağaçta asılıydı. Serum
torbaları tek bir hortuma bağlanmış, damlalar halinde bileğindeki iğneden,
damarlarına akıyordu. Başındaki bulanıklık dağılmaya başlarken rüyasını
hatırladı. Rüyasında bir serçenin bedenindeydi ve onun bildiği kadarıyla ilk
defa Hekate’yle tanışmıştı. Kadının, onunla konuştuğunu ve önemli bir şey
söylediğini anımsıyordu ama hayal meyal… Bileğini Apollon’a doğru kaldırdı.
‘’Şunu
çıkartabilir miyim?’’
Apollon,
başını sağa sola salladı.
‘’O konu,
Sirona’nın uzmanlık alanı, elimi bile sürmem.’’ Dedi ve pırıldayan bir gülümsemeyle
ona baktı. ‘’Sen nerelerdeydin?’’
Dünya başını
yastığa geri bıraktı, tavana dikti gözlerini. Rüyasındaki güzel kadın, tavanın
beyazlığında belirdi ve hüzünlü bir edayla omzundaki bene doğru başını çevirdi.
Simsiyah saçları dalgalar halinde dökülüp yüzünü gizlerken gözleri bir anlığına
Apollon’un şu anda oturduğu sandalyeye kaydı. Dünya, kadının baktığı yana
döndü. Apollon, kararsızca onu izliyordu. Sarı saçlarını geriye taradığından
yüzünün tüm ifadesi açıktaydı, gizlemeye çalıştığı kaygılı duruşu gözünden
kaçmadı.
‘’Uçuyordum.’’
Dedi kısaca.
Apollon
kaşlarını havalandırdı, seruma bakış atarak:
‘’Sana ne
veriyor acaba?’’ diye mırıldandı.
Dünya yatakta
doğruldu.
‘’Ares!’’ dedi
Apollon’un yardımıyla yatağa yaslandı. ‘’Ares nerede?’’
‘’Ares’i en
son gördüğümde göreve gidiyordu. Senin iblisler yüzünden bu hale geldiğini
düşündüğünden delirmiş gibi iblis avlıyoruz. Üç gündür canımız çıktı.’’ Diyerek
sandalyeye kuruldu. ‘’Boyutlar sürekli saldırı altında ve evlerin liderleri
tartışmaktan başka bir şey yapamıyorlar. Ares’i bir toplantıya çağırıyorlar,
bir göreve yolluyorlar. İyice karıştık.’’
Odaya giren
bir kadın yüzünden konuşmaları kesildi. Kadının saçları gümüş tellerle
süslenmişti, kahverengi gözlerine şefkatli bir bakış yerleşmişti. Yüzündeki
ince kırışıklıklar ve gümüşi saçlar dışında yaşını belli eden bir emare yoktu;
hem orta yaşlıydı, hem genç biriydi. Dünya karar veremedi.
‘’Kendine
gelmişsin, nasıl hissediyorsun?’’ dedi ona doğru yürüyerek.
‘’İyi’’ diye
kadını cevapladı.
Kadın, serumu kontrol
ederken kendini tanıttı.
‘’Benim adım
Sirona.’’ dedi ve ona döndü. ‘’Aramıza tekrar hoş geldin.’’
‘’Teşekkür
ederim.’’ dedi yan gözle Apollon’a bakıp ekledi. ‘’Serumu çıkartabilir miyim?’’
Sirona, başını
sağa ve sola yavaşça salladı.
‘’Bir gün daha
dinlenmeni rica ediyorum. Üzerindeki büyü çok güçlüydü, kendine gelmen için…’’
‘’Hayır, ben
kendimi iyi hissediyorum.’’
‘’Seni yatağa
bağlamak zorunda bırakma beni.’’ Diye sakince konuşan kadına tereddütle baktı
ve bileğine uzattığı elini yavaşça çekti. Bu kadar yumuşak ve kibar bir tehdit
duymamıştı.
Yatağa
bağlanmak şu durumda en son istediği şeydi. Kadın, Dünya’yı ikna etmenin
memnuniyetiyle gülümseyip Apollon’a baktı.
‘’Apollon,
Ares’in bir ara bana uğraması gerek, bunu sağlayabilir misin?’’
Apollon
ellerini iki yana açtı.
‘’Neden tüm
zor görevler beni buluyor?’’
‘’Ares’in nesi
var?’’
Sirona, onu
duymamış gibi devam etti.
‘’Ona söz
geçiren bir sen varsın, bir de Hena.’’ Dedi. ‘’İkna et!’’
‘’Ares’e bir
şey mi oldu?’’
Apollon
sızlandı: ‘’Hena’dan isteseydin ya!’’
Sirona
sırıttı.
‘’Bu pek
akıllıca değil, o ikisi bana karşı çıkma konusunda çok iyi anlaşıyorlar. Diğer
konularda anlaşmalarını tercih ederdim.’’
Apollon,
bilmişçe başını sallarken Dünya yeniden ve daha sesli şansını denedi.
‘’Hey! Ares’e
bir şey mi oldu?’’
İkisi birden
ona döndü ve Apollon dudağını büküp onun sorusunu cevapladı.
‘’O, bir fani
Dünya…’’
Dünya’nın
kafası, Apollon’un anlamsız açıklamasıyla karışırken Sirona izin isteyip
yanlarından ayrıldı. Apollon, sandalyesine yaslanıp kollarını kavuşturdu.
‘’Sana
söyledim, son birkaç gündür saldırılara uğruyoruz. Ares ölümlü olduğu için saldırılarda
yaralandığı zaman iyileşmesi problemli oluyor. Sirona’nın abartmasına aldırma,
Ares’in bir şeyi yok, sadece kolunda küçük bir sıyrık var.’’
Apollon
gözlerini kısıp dikkatlice yüzüne baktı.
‘’Şimdi asıl
konuya gelelim. Sana büyü yapan kimdi?’’
Dünya yan
gözle, meraklı gözükmemeye çalışan Apollon’a göz attı.
‘’Sanırım
görmekten hoşlanacağın biri…’’
Apollon’un yüzü
bir anda allak bullak oldu, düzgün kaşları çatıldı ama kızgın değil,
düşünceliydi. Yatağın beyaz çarşafına gözlerini dikti ve birkaç saniye hiç
konuşmadı. Sonrasında Hermes gelince o konuda konuşmasına gerek kalmadı.
‘’Hop, Dünya
uyanmış.’’ dedi odanın ortasında meydana çıktı ve sanki uyanmasını beklemiyormuş
gibi kararsızca kalakaldı.
Apollon
doğruldu.
‘’Bir şey mi
oldu?’’ Hermes başıyla Dünya’yı gösterince ‘’Konuş Hermes, onun pek oturmaya
niyeti yok zaten.’’ Diye bıkkınca söylendi.
Hermes omzunu
silkti.
‘’İyi, o
zaman, Ares toplanmamızı istedi ama sessiz.’’
Dünya, gözlerini
kısarak Hermes’e baktı.
‘’Gizli bir
toplantı mı?’’
Beş dakikalık
bir tartışmanın ardından Dünya; kolundaki serumu sökmüş, kıyafetlerini giymiş,
toplantının yapılacağı odanın önünde hala Apollon’nun söylenmesini dinliyordu.
‘’Bari Sirona’ya
bir not bıraksaydık.’’
Dünya elini
kapının koluna uzatırken homurdandı.
‘’Tabi, ne
demezsin.’’
Gittikleri oda
en alt kattaydı, odaya ulaşmak için nemli uzun bir koridoru geçtiler. Duvarları
yosunlar sarmıştı ve dikdörtgen taşların arasından sular incecik sızıyordu. Malikânenin
en serin yeri burası olmalıydı. Dünya, kollarını açıkta bırakan bluzu yüzünden
üşüsede sızlanmadı. Apollon, elindeki meşaleyi duvardaki yerine takıp Dünya’nın
arkasından odaya girdi.
Toplantı
çoktan başlamış olduğundan herkes hararetli bir tartışmanın ortasındaydı. Aşağıya
doğru eğimlenen odanın tam ortasındaki masanın çevresindeydiler. Ares, sırtı
onlara dönük, ayaktaydı. Masaya ellerini koymuş, karşısında konuşan Hades’i
dinliyordu. Eros kollarını kavuşturmuş sandalyesinde kaykılmıştı, onun da
dikkati tamamen Hades’teydi. Afrodit, Ares’in yanındaki sandalyeye oturmuş, bir
eli durdurmak ister gibi Ares’in kolundaydı. Dünya, altın gözlünün kolundaki
sargıya bir anlığına baktı, omzundan dirseğine kadar bandajlanmıştı.
Artemis ve Athena
yan yana sandalyelerde oturmuş, ifadesiz bakışlarla Hades’i dinliyorlardı.
Adonis ise gözleri masada, kollarını kavuşturmuştu. Apollon ilerlemeyince
Dünya’da kapının yanında kaldı. Tartışmanın hareretinden ikisinin odaya
girdiğini henüz fark etmemişlerdi.
Hades, Ares’e
doğru konuşmaya devam etti.
‘’Bildiğim tek
şey var, o, eskiyi özlüyor Ares. Artık ikna etmeye çalışmaktan vazgeç. Olaylar
senin bile baş edemeyeceğin kadar karıştı. Kontrol edemezsin.’’
‘’Henüz hiçbir
şey bitmiş değil Hades. Kimseyi devirmeden de boyutları sakinleştirebiliriz.’’
‘’Nasıl
yapmayı düşünüyorsun?’’ dedi Hades. ‘’Anahtarı kullanamayacağımızı söylüyorsun.
Sonsuza kadar iblislerle mi savaşacağız?’’
‘’Hades haklı,
Ares.’’ dedi Afrodit. ‘’Anahtarın boyutları mühürlemesi gerekiyor.’’
Ares doğrulurken
kolunu Afrodit’in temasından çekti.
‘’Anahtar,
iblisleri mühürlemeyecek!’’
‘’Zaten istese
de yapamaz.’’ diye Hades homurdandı. ‘’Tüm boyutlarda terör estirirlerken
onları toparlayamayız. Senin dışında tabi ki!’’ bir saniye durdu ve otoriter
bir sesle ekledi. ‘’Komutayı ele almalısın. Zeus’u artık tahttan indirmemiz
gerek, liderliği fayda sağlamıyor.’’
Ares
homurdandı.
‘’Onun yerine
sen mi geçeceksin?’’
Hades, siyah
gözlerini kıstı ve Ares’e dikkatlice bakmakla yetindi. Athena, sakin bir sesle
konuşmaya katıldı.
‘’İblis
boyutunu neden kilitlemek istemiyorsun?’’
Ares derin bir
nefes aldı ve eliyle ensesini ovuşturdu. O sırada Apollon onlara doğru yürürken
açıkladı.
‘’Eğer Dünya
iblis boyutunu kilitlerse lanetlenecek. Bu hepimizin istemediği bir şey, bu
yüzden iblisleri durdurmak için başka bir yol bulmamız gerek.’’
Tüm ölümsüzler
gözlerini Apollon’a çevirdiler, içlerinden sadece Afrodit söylendi.
‘’Anahtarın
burada işi ne? Dinleniyor olması gerekiyordu.’’
Apollon rahat
bir sesle onu cevapladı.
‘’Kendisiyle
ilgili bir toplantıya katılmak hakkı.’’
Hermes boş bir
sandalyede belirince Dünya nihayet yürümeye başladı. Ares’in halini görünce
aniden buza dönüşmüştü. Genç adamın yüzü mum gibiydi, yorgun ve bıkkın bir
ifade yakışıklı hatlarına yerleşmişti. Kaşının üstünde yeni olduğu belli, diğer
izden daha uzun bir kesik daha vardı ve beyaz teni yüzünden kırmızı çizgi daha
da belirgindi. Solgun dudakları aralandı ve gözleri, Dünya’nın üzerinde, ona
doğru yürümesini izledi.
Dünya, Ares’in
yanında dikildi ve sevincin bir güneş gibi onun yüzünde doğmasını hayranlıkla
seyretti. Sanki Ares’i ilk defa görmüş gibi heyecanlanmıştı ve bu heyecan
bedenini güçle dolduruyordu. Ares ona gülümsedi, işte bu kalbini durdurabilirdi.
‘’Kendine
gelmene sevindik Dünya.’’ dedi Athena.
Dünya
gülümseyerek Athena’ya teşekkür etti ve diğerlerine göz attı. Afrodit dışında,
diğerleri onu gördükleri için gayet memnundu. Dünya’nın gözleri bir anlığına
Adonis’in üzerinde takılı kaldı. Adamı en son gördüğünde can çekişiyordu, şimdiyse
yüzünde hoş bir gülümsemeyle ona bakıyordu. Ne çabuk iyileşmişti…
‘’Lanet
demekle neyi kastettin Apollon?’’ dedi Athena selamlaşmayı atlattıktan sonra.
‘’Ares,
açıklar mısın?’’ dedi Apollon. ‘’Ayrıntıların tek tanığı Zeus ve sensin.’’
Ares
bakışlarını, Dünya’nın üzerinden alıp Athena’ya döndü.
‘’Asteria’yı
yakaladığımız gece Deimos’tan yardım aldım. Fakat o arada gözden kaçırdığım bir
şey oluşmuş, lanetli bir taş. Asteria’nın bir tuzağıydı. Nefret ve kıskançlıkla
beslenerek kötülükle dolan taş, iblis bağıyla bağlandığı kişiye tüm kötülüğünü
aktarabilecekti.’’
Artemis
mırıldandı.
‘’Asteria
kendisine benzeyen birini mi yaratmak istedi?’’
Ares başını
salladı.
‘’Evet, böylece
yarattığı kişiyi yanına çekecekti. Taş, ben ve Adonis’in sayesinde Asteria’nın
istediği lanete dönüştü.’’ Adonis’e doğru bakan Ares devam etti. ‘’Bizim
ölümüne kavgamız sayesinde lanet güçlendi. Asteria, hileleriyle içimizdeki en
kusursuzu, yani Adonis’i etkilemeyi başarmıştı. Taşın gücünü arttıran da bu oldu.’’
Adonis,
duyduklarına inanamadığı belli olan bir tavırla mırıldandı.
‘’Kavgamız o
kadar ciddi olamaz.’’ Dedi ‘’Biz birbirimizi mi öldürmek istedik?’’
Apollon
düzeltti.
‘’Sen, Ares’i
öldürmek istedin.’’
Adonis şok
olmuştu. Ares’in yüzüne daha fazla bakamadı ve başını önüne eğdi. Diğerleri de
en az onun kadar şaşkındı. Ares sıkkın bir sesle Apollon’a doğru konuştu:
‘’Bu ayrıntı
gereksizdi, Apollon.’’ Dedi. ‘’Olan oldu fakat önümüzdeki sorun daha ciddi.
Dünya boyutu kapatamaz yoksa lanetlenir, ikinci bir Asteria’ya dönüşür.’’
Hades, yanağını
çiğneyerek düşünüyordu. Athena sandalyesinde doğruldu.
‘’Mücevher
kimde?’’
Ares başını
salladı.
‘’Tam olarak
emin değilim, kayıp. Mücevheri Deimos’tan çalan Asteria’yı etkisizleştirmiştim
ama şimdi İksion’un yardımıyla serbest kalmış. İblislerin bir kısmını, Asteria
yönetiyor.’’
‘’İksion mu?’’
dedi Hades, Athena ve Afrodit aynı anda.
Afrodit
kaşları çatık devam etti. ‘’O solucanın işe karışmasına neden şaşırıyorum ki, onu
hiç kurtarmamalıydın Ares. Yanmaya devam etmeliydi.’’
Eros, araya
girdi.
‘’Göreve
yardım etmesi içindi. Ares’in onu çıkarmak zorunda kaldığını biliyorsun.’’
Ares
konuşmuyordu, gözleri dalgınca masaya takılı kalmıştı. Afrodit ayağa kalkıp
Dünya ile Ares’in arasına girince Dünya, isteksizce Artemis’in yanına gidip
oturdu. Afrodit elini adamın yanağına koydu ve yüzüne yaklaşarak bir şeyler
fısıldadı. Ares, gözlerini Afrodit’in gözlerine dikmişti, dediklerini dinliyordu.
Dünya’nın kalbi sızlarken bakışlarını onlardan aldı ve konuşulanlara
odaklanmaya çalıştı. Athena, İksion’un yakalanmasını ve Asteria’nın çıkmamak
üzere hapsedilmesini öne sürüyordu. Hades ise bunun onların gücünü aştığını,
diğer titanları hapislerinde tutmak için bile ne kadar zorlandığını
anlatıyordu.
Afrodit,
Ares’i onlardan biraz uzağa sürüklemişti, basamağa oturan Ares’in yanında ona
bir şeyler anlatmaya devam ediyordu. Ares, yüzünde düşünceli bir ifadeyle sakince
onu dinledi. İkisinin bu kadar iyi anlaştığını görmek istemiyordu. Afrodit her
ne anlatıyorsa, bunun Ares’i rahatlattığını görünce kalbi sıkıştı. O, sürekli
adama dert olurken Afrodit’in destek vermesi canını sıkıyordu. Keşke daha güçlü
olabilseydi, keşke sorunları çözebilmek için saçma anahtar yeteneğinden
fazlasına sahip olabilseydi.
Artemis,
Dünya’nın masada sıkılı duran yumruğuna dokundu ve fısıldadı.
‘’Bu kadar
gergin durma Dünya.’’
Kadına yan
gözle baktı ve nefes alıp yumruğunu gevşetti. Artemis yeşil gözlerini daha
parlak gösteren bir gülümsemeyle elini çekti.
‘’Böylesi daha
iyi yoksa herkes anlayacak.’’
Duygularını
biliyor muydu? Bu anlamsız geldi, Ares ile onu pek görmemiş birinin hislerini
biliyormuş gibi konuşması. Dünya, Adonis’in sesiyle kendine geldi.
‘’Asteria ve
İksion!’’ dedi Hades’e bakarak. ‘’Tartaros’ta mı saklanıyor?’’
Hades, başını
salladı.
‘’Hayır,
İksion uzun zamandır Tartaros’ta değil. Asteria ise geçen seneki olaydan sonra
hiç görünmedi.’’
‘’O ikisi,
iblisleri nasıl yönlendirebilir?’’ dedi Artemis. ‘’İblisler kimseye sadık
değillerdir, onlar kendilerine bile sadık değildirler. Sadece vahşet için bir
araya gelirler.’’
Hades, yorum
yapmadı, sadece yüzünde kötücül bir bakışla Ares ve Afrodit’in olduğu yere
baktı. Dünya konuşmaların arasında Hermes’in ortadan kaybolduğunu fark etti.
Genç adam sessizce gidişi kimse tarafından önemsenmeyince onun bu hareketinin
doğal olduğunu düşündü.
‘’Plan
yapmadan kimse bir şey yapmasın.’’ Dedi Athena ve sesini yükseltti. ‘’Beni
duydun mu Ares?’’
Ares’in
gözleri Athena’yı buldu, tepki vermeden kadına bakmayı sürdürünce Athena
otoriter bir sesle ekledi.
‘’Kimse kendi
başına işleri düzeltmeye çalışmayacak, tamam mı?’’ dedi. ‘’Özellikle sana
söylüyorum.’’
Ares, ayağa
kalktı ve masaya doğru rahat adımlarla yürüdü. Gözleriyle masadakileri süzdü.
Dünya’ya oyalanmadan kısaca baktığında Dünya’nın içine bir şeyler kızgın yağ
gibi acı vererek döküldü. Afrodit, Dünya’nın Ares üzerindeki etkisini bir bulut
gibi dağıtmıştı. Kendini aniden daha güçsüz ve işe yaramaz hissetti.
‘’Seni duydum
Hena.’’ dedi Ares. ‘’Merak etme, kimse zarar görmeden iblisleri çıktıkları
çukura geri atacağım.’’
Athena ayağa
kalktı, parmağını Ares’e yönelterek sinirli bir sesle söylendi.
‘’Kimse derken
seni de kastediyordum kalın kafalı. Şu haline bak!’’ eliyle Ares’i işaret etti.
‘’Ayakta durman bile mucize, bu halde yeni bir iblis saldırısına gitmeni
yasaklıyorum.’’
Ares’in
kaşları havalandı, duyduğuna inanamaz bir bakışla Athena’ya bakarken Afrodit
yanında belirdi.
‘’Bende tam
bunu anlatmak istiyordum.’’ Dedi, elini adamın sırtına koydu. ‘’Ölümsüz olana
kadar…’’
Ares, kendini
kadının elinden kurtararak keyifsiz bir kahkaha attı ve geriledi.
‘’Ah,
yapmayın. Ölümlü olarak yeteneklerimi kaybetmiş değilim, ayrıca çok yakında
ambrosia alacağım. Ölümsüzlüğü kabullendiğimi size söyledim. Daha ne istiyorsunuz?’’
‘’Bir an önce
ölümsüz olmak istiyorsan bir fikrim var.’’ dedi Adonis. ‘’Neith’de bir ambrosia
olduğunu biliyorum. Ne dersin?’’
Güzel yüzündeki
anlamlı gülümseme karşısında Afrodit hırçınlaştı ve derin bir nefes alarak öne
çıktı.
‘’Neith’e
ihtiyacımız yok.’’ dedi Adonis’e. ‘’Ben, Zeus’la konuşur, Ares’in hakkı olanı hemen
vermesini sağlarım.’’
Adonis yeniden
sırıtınca kadın öfkeyle kollarını kenetledi. Apollon, boğazını temizleyerek
ayağa kalktı.
‘’Zeus ile
konuşmak işe yaramaz.’’ dedi ve Adonis’e döndü. ‘’Neith’de basit bir baştan
çıkarmayla ambrosiayı kimseye teslim etmez. Başka bir yol bulmalıyız.’’
Adonis
mırıldandı.
‘’Kimin
isteyeceğine bağlı...’’
Apollon, onu
duymazdan gelip devam etti.
‘’Ama Hena
haklı, Ares’in bir süre dinlenmesi gerekiyor. İblisler, boyutlardan bazılarını
sindirmiş olabilir ama henüz bu boyuta ciddi bir saldırıda bulunmadılar. Bunun
sebebi…’’
Hermes ansızın
odada belirip Apollon’un lafını kesti.
‘’Hera,
Feiana’ya ve Varmon’a gitmenizi istedi. Yardım çağrısı alınmış ve Ares
dışındakilerin konuyla ilgilenmesi gerekiyormuş. Afrodit, senin de değişen
dengeleri kontrol etmeni istiyor.’’ Dedi ve Ares’e döndü. ‘’Sen ve Dünya, yarım
saat sonra Tepe’ye bekleniyorsunuz.’’
Hermes hızlıca
konuştuğu için derin bir nefes aldı ve elleri belinde konuştu.
‘’Acil su
içmem gerek, dilim kurudu.’’
Ve ortadan
kayboldu.
Görevlendirilen
ölümsüzlerden, Adonis dışındakiler birer birer veda edip ortadan kayboldular.
Afrodit gitmeden önce Ares’e, sarılarak bir öpücük vermeyi ihmal etmemişti,
dinlenmesini öğütleme bahanesiyle. Kadın ışıltılar içinde havaya karıştı, odada
sadece üçü kalmıştı. Dünya gergince sandalyesinde oturmaya devam etti. Adonis
ise sandalyesinde kaykılmış bacaklarını öne uzatmıştı. Gitmeye niyeti yoktu.
Ares tam karşısına oturdu.
‘’Fikrini
düşündüm Ares.’’ dedi Adonis. ‘’Yapmak istediğin şey çok riskli, Hena’yı
duydun. Başiblislerle baş ettin diyelim Hena’nın gazabından nasıl
kurtulacaksın?’’
‘’Hena’yı bana
bırak. Sen, beni idare edebilecek misin, onu söyle.’’ dedi Ares. ‘’Onları
oyalayabilir misin?’’
Adonis masaya
eğildi.
‘’Sen
ölümlüsün Ares!’’ dedi sinirli bir tonda.
Ares,
gözlerini Dünya’ya çevirdi ve tatlı bir tonda konuştu.
‘’Öyle kalmaya
da devam etmek isterdim.’’
Adonis, sertçe
masaya vurdu ve ayağa kalkıp Ares’e doğru eğildi.
‘’Kendi
kurallarını hiçe sayamazsın.’’
Ares, yüzünü
buruşturup Adonis’e baktı.
‘’Bu konuda
konuşacak son kişi sensin Adonis. Şimdi git ve hazırlan.’’
Adonis
dudaklarını sıkıp homurdandı ve yok oldu. Dünya, duyduklarını sindirmeye
çalışıyordu. Her şey o kadar karmaşık geliyordu ki… Bütün bunların içine nasıl
sürüklendiğini düşündü. Meğer yaşadığı hayatı ne kadar basitmiş, ne kadar sorunsuzmuş.
Tek düşündüğü sabah otobüsü yakalamak, işe gitmek ve günü bitirmeye çalışmaktı.
Ares ise o arada, diğer ölümsüzlerle birlikte iblisleri püskürtmeye
uğraşıyordu.
‘’Daha rahat
bir yere gitmeye ne dersin?’’
‘’Mesela Sirona’nın
yanına!’’ dedi Dünya ve başını kaldırıp Ares’e baktı.
Ares’in
kastettiği yerin Sirona’nın yeri olmadığı barizdi. Ares, bandajlı koluna doğru
bir bakış attı ve bıkkınca konuştu.
‘’Bu seni
memnun edecek mi?’’
‘’Evet’’
Ares Dünya’ya
uzunca bakarken dudağını çiğneyerek düşündü ve ayağa kalktı.
‘’Tamam, şimdi
Sirona’nın yanına gidiyorum.’’ Dedi ve ona doğru yürüdü. ‘’Sen kendinde
değilken hissettiğim duygular yüzünden sözünü dinliyorum. Aklım hep sendeydi. Deli
gibi sana büyü yapanı aradım ama bulamadım.’’
Bu, Ares’in
halinden belli oluyordu, yorgun olsa da hırsı ve öfkesi onu güçleniyordu. Dört
gündür tüm hıncını saldıran iblislerden aldığını anladı, yaralanmasına rağmen
vazgeçmemişti. Ares, Dünya’nın karşısında durdu.
‘’İnatlaşmadan,
bana, onun kim olduğunu söyleyecek misin?’’
Dünya, başını
kaldırıp altın gözlüye baktı, zihninde dolananlar yavaşça duruldu. Kâhinin
teklifi, Apollon ve Adonis’in sözleri, Afrodit’in varlığı, İksion ve
Asteria’nın oyunları… Hepsi önemini yitirdi. Ares’in ona uzattığı eli tuttuğunda
tek düşündüğü Ares olduğu halde ayağa kalktı.
Ares,
Dünya’nın yüzünü süzerken yavaşça konuştu.
‘’Hekate’miydi?’’
Dünya ayılarak
geriledi.
‘’Bunu nereden
biliyorsun?’’
Ares, onun
tepkisine bozularak ellerini cebine attı ve masaya dayandı.
‘’Küçük bir araştırma
yaptım. İblislerden biri değilmiş. Zaten, ondan başkası bu denli güçlü bir büyüyü
yapamaz. Senden ne istiyor?’’
Kalbi,
sıkıntıyla kasıldı. Hekate’nin isteğinin bir sakıncası yoktu ama kâhinin
önerisi canını yakıyordu. Aklına gelen bu anı geriye attı.
‘’Benden bir
şey istemiyor, sadece konuşmak istemiş.’’
Ares,
sabırsızca homurdandı.
‘’Dünya!’’
dedi. ‘’Onunla ne konuştunuz?’’
Sürekli hesap
sormasına bozularak diklendi. Ares’in karşısına geçti.
‘’Asıl sen
anlat, başiblisler hakkındaki fikrin neymiş onu söyle!’’
Ares doğruldu.
Dünya ona bu denli yaklaşmakla hata yaptığını o an anladı. Mıknatısın çekimi
nefesini kesse de kararlı bakmaya devam etme niyetindeydi. Ares, Dünya’nın
yüzüne eğildi.
‘’Papatyam’’
dedi başdöndürücü bir sesle. ‘’Sana bir kere daha hatırlatayım, ölümsüzlere
güvenme. Bu Hekate bile olsa, daha önce başını bu güven merakın belaya
sokmuştu.’’
Dünya
gözlerini kıstı.
‘’Belki, senin
de birilerine güvenmeye başlaman gerek. Tek başına nehir yatağını değiştiremezsin.’’
Ares, diliyle
dudağını yalayıp anlamlı bir sırıtışla doğruldu.
‘’Tek başıma
olmaya çalışmıyorum.’’
Dünya
kaşlarını çatıp homurdandı.
‘’Evet, az
önce gördüm. Çifte kumrular değil mi?’’
‘’Hıı?’’
‘’Aa, bir de başımıza
Net mi Neyt mi ne çıktı. Bak ben bu işten sıkılmaya başladım. Beni kahvaltıya
çağırıyorsun, sonra Afrodit ile oynaşmaya gidiyorsun, bari gözümün önünde biraz
ondan uzak dur.’’
Ares hayretle
ona baktı.
‘’Sen, o sabah
mutfağa geldin mi?’’
‘’Neyse, bir
şeylerin hiç değişmeyeceğini anlamış oldum.’’ Diye elini salladı ve Ares’ten
biraz uzaklaştı. ‘’Hekate’nin ne dediğini sonra konuşabiliriz, sen Sirona’nın
yanına gittikten sonra.’’
Ares,
Dünya’nın kolundan yakaladı.
‘’Bak, Afrodit
de senin özgür kalman için uğraşanlardan biri.’’ Kendine çekti, parmakları
Dünya’nın kolunu sıkıca tutmuştu. ‘’Dengeyi sağlama aldıktan sonra seni
kullanmadan iblisleri boyutlara nasıl kilitleyebileceğini düşünüyor. Böylece
seni lanetten koruyabileceğiz.’’
Dünya sinirle
Ares’in yüzüne baktı, kolunu hırsla çekiştirdi. Kurtaramayınca botuyla Ares’in bacağına
bir tekme sallarken yüzüne karşı söylendi.
‘’Korumak
mı?’’ diye, can acısıyla, onu bırakıp bacağını kendine çeken Ares’e bağırdı.
Dünya öfkesine hâkim olamıyordu, adamı omzundan itti. ‘’Benden kurtulmak için
harika bir planı olduğu kesin, ben buna korumak demezdim. Benim için plan yapıp
durmanızdan nefret ediyorum. Yapılacak ne varsa yapalım ve bu ceza bitsin.’’
‘’Ceza mı?’’
dedi Ares, yüzünde beliren hayal kırıklığıyla.
‘’Evet!’’ dedi
Dünya kendini durduramıyordu, kıskançlık tüm ruhunu esir almıştı. ‘’Ya da bir
sabah bakacaksın, bende ortadan yok olmuşum. Lanetli anahtar derdiniz de
böylece çözüme kavuşur!’’
Ares bacağını
ovuşturmayı bıraktı ve canı yanmış gibi gözlerini kapatıp yüzünü buruşturdu. Elleri
masanın kenarında birkaç saniye öylece durdu, sonunda gözlerini açtığında
bakışlarında derin bir acı vardı. Titrek bir sesle mırıldandı.
‘’Bir süre
daha sabret.’’ dedi. ‘’Eğer gözlerimin göremeyeceği, sana ulaşamayacağım bir
yere gidersen…’’
Ares’in
dudakları titredi ve daha fazla konuşamadı, yutkunup doğruldu. Dünya, sözleri
yüzünden pişman olmuştu. Kıskandığında gözünün hiç bir şeyi görmemesi konusunda
Ares’e hak verdi. Anlaşmayı ona öneren oydu, adamın ne yapmasını bekliyordu ki…
‘’Ares’’ diye
fısıltı gibi konuştu.
Ares lafını
kesti.
‘’Az vaktimiz
kaldı Dünya. Seni odana çıkarayım, Siro’dan gerekli azarı yedikten sonra seni
alırım ve birlikte Tepe’ye gideriz.’’
Dünya uysalca başını
salladı, Ares’in canını yeterince yakmıştı.
‘’Sen,
Sirona’ya git. Ben yolumu bulurum.’’ Dedi ve altın gözlere baktı. ‘’Üzgünüm,
ben…’’
Ares lafını
kesti.
‘’Boşver, sanırım
bu azarı da hak ettim. Sen, odandan ayrılma, sakın başka bir yere gitme. Bir de
seni aramakla uğraşmak istemiyorum.’’
Dünya, başını
sallarken Ares’in görüntüsü titreşti ve ortadan kayboldu. Odasına doğru
yürürken az sonra katılacağı toplantıyı düşünmüyordu bile, kâhinin önerisinin
kendisi için ne kadar avantajlı olacağını düşünüyordu. Kapısının önünde anladı
ki, önerinin onun açısından hiçbir yararı yoktu. Hekate’nin dediği gibi kalan
ömrü boyunca pişmanlık ve özlem çekeceğine emindi. Hekate, başka bir şey daha
söylemişti, çağrısının amacını ama onu tam hatırlayamıyordu. Zihnini zorlarken
kapısını açıp içeri girdi ve doğruca banyoya gitti. Hatıralarını yenilemek için
rahatlamış bir bedene ihtiyacı vardı ve bir ara da aç karnını susturmalıydı.
13. bölüm
Sıcak ve kısa
bir duş aldıktan sonra havluya sarınıp yatağın üstüne oturdu. Odada pek vakit
geçirememişti, etrafa öylesine bir göz attı. Bir masa ve sandalye pencereye
yakın duvara dayanmıştı, üstünde üç tane kitap duruyordu, bir de daha çok çizgi
romana benzeyen bir kitap. Masanın bacaklarında, iç kısmında bir raf gözüne
ilişti. Rafta siyah bir kutu duruyordu, sanki taştan yapılmıştı. Kutunun parlak
yüzeyi cilalanmış gibi ışıltı saçıyordu. Ayağa kalktı ve kutuyu raftan çekti.
Bağdaş kurup ağır kutuyu halının üzerine bıraktı. Nasıl açacağını bilemedi,
çevresinde kilide benzer bir şey yoktu. Herhangi bir çıkıntı veya kesim yeri de
yoktu. Tek parça bir kutu gibi duruyordu, belki de içi boş filan değildi. Süs
için konmuş olabilirdi ama öyle olmadığını Dünya biliyordu.
Elini kutunun
üstüne koydu ve avcuyla kavanoz kapağı çevirir gibi kaydırdı. Kapak kolayca
yana kaydı ve açıldı. Kutunun içi kadifeyle kaplıydı ve ikiye ayrılmış bölmesi
vardı. Bölmelerden biri açık, diğeri kadife bir kumaş sıkıca örtülüydü. Açık
bölmede altın ve gümüş tellerle örülmüş kalın bir şerit vardı. Ölçüsüne baktı,
bir kolu kavraması için özel bir uzunluğa sahipti ve sahibinin onun kolu olmadığı
belliydi. Dünya gülümsedi ve aklında Hekate’nin sözleri belirdi. Zarif takıyı,
parmaklarıyla okşadı.
‘’Teşekkür
ederim Hekate.’’
Ares’i daha
özgür kılacak büyülü eşyayı kalbine bastırıp ayağa kalktı ve çabucak üzerini değiştirdi.
Islak saçlarını sıkıca topladı ve altın şeridi eline aldı. Tam o sırada kapısı
çaldı. Ares tam zamanında gelmişti. Takıyı, yeleğinin cebine atıp açmak için
kapıya koştu.
Kapıyı açtı ve
şaşkınlıkla mırıldandı.
‘’Zeus?’’
Zeus, beyaz
bir gömlek ve spor kumaş pantolon giymişti. Kaliteli kıyafetinin içinde oldukça
şık ve çekiciydi. Dünya’nın şaşkınlığını birkaç saniye izledikten sonra,
‘’Bana Tepe’ye
kadar eşlik eder misin?’’ diye kibarca konuştu.
‘’Ben… Ares’i
bekliyordum.’’ dedi Dünya. ‘’Seninle gelirsem ayıp olur.’’
Zeus, anlayışlı
bir tavırla başını salladı.
‘’Pek ala,
Ares’in sana kızmasını hiçbirimiz istemeyiz. O, bir emir verdiği zaman
tutulmasını ister.’’
Dünya, adamın
sözleri üzerine iç geçirdi, onu sinirlendirmeye çalıştığı belliydi. Kollarını
kenetleyip başını dikleştirdi. Zeus, kibirli bir tavırla konuşmaya devam etti.
‘’Afrodit,
benden Ares’in tekrar ölümsüz olması için izin istedi. Bu konuda tedirginim. Biliyorsun
ki, Ares’in ölümsüz olmasını bende istiyorum ama onun niyeti beni
endişelendiriyor. Daha düne kadar reddederken fikrini aniden değiştirmesi hiç
onun tarzı değil.’’
Dünya, o anda
ayıldı. Zeus, Ares’in niyetini bile bilmiyordu, onun ağzından laf almak için
gelmişti. Bu konuda en saf onu görmüş olmalı ki, gururunu hiçe sayıp kapısına
dayanmıştı. Zeus, kayıtsızca devam etti.
‘’Başka bir
planı olduğuna eminim. İblislerle işbirliği içinde olmasından korkuyorum. Bunu
daha öncede yaptı, tekrarlaması beni şaşırtmaz.’’ Tepki yokladıktan sonra
ekledi. ‘’Bana bu konuda söylemek istediğin bir şey var mı?’’
Dünya omzunu silkti:
‘’Yok.’’ dedi.
‘’Ama sana bir tavsiyem var, neden onu ellerinin arasında tutmaya çalışıyorsun?
Madem Ares’ten nefret ediyorsun, bırak çeksin gitsin. Yeteneğine ihtiyaç
duyduğunuzda yardım etmeyeceğini hiç sanmıyorum.’’
‘’Sana soru
sordum, tavsiye istemedim.’’
‘’Belki
istemeliydin. İşler bu denli karışmadan oturup çevrene danışmalıydın.’’
‘’İşleri ben
değil, Ares karıştırdı.’’
Zeus’un
sözlerinden sonra omzu hızla ısındı. Dünya gözlerini kısıp adama dikkatlice
baktı.
‘’Yalan
söyleyecek kadar alçalmana şaşırdım.’’
Zeus’un yüzü
kıpkırmızı oldu, öfkeyle homurdandı.
‘’Aptal
anahtar!’’ dedi yumruklarını sıkarak. ‘’Şunu bil diye söylüyorum. Sen, onun için
bir piyonsun, maşasın. Her ne yaptınız bilmiyorum ama çıkarınız için dengeyi
bozmayı becerdiniz. Kaprislerine yeterince göz yumdum. Sende en az Ares kadar
tehlikelisin. Daha önce Adonis’in korumasında olmasaydın, canını almama ne
Ares, ne de lanet olası yasaklar engel olabilirdi. Yasaklar, Ares koyduğu için
değil, ben uymayı seçtiğim için hala yürürlükte.’’
Dünya, omzunun
sürekli alarmı karşısında sırıtmaya devam edince Zeus’un mavi gözleri
kıvılcımlandı. Yumruklarının arasında beyaz mavi şimşekler oynaşmaya başlarken
arkasını döndü ve patlar gibi ışık saçarak ortadan kayboldu. Dünya, koridoru
aydınlatan parlaklık karşısında gözlerini kapattı. Adamın öfkesi karşısında
korkması gerekiyordu ama çoktan korkuyu geçmişti. Kendini kaybedecek bir şeyi
olmayan biri gibi hissediyordu. Hayatıyla zaten oynanıyordu, kalbi asla
birlikte olamayacağı birine aitti. Tek çaresi elindeki tüm kozları oynamaktı. Anahtar
olarak ona mecburdular, iblislerde anahtar olduğu için ondan çekiniyorlardı. Bu
durumda ne yapması gerekiyordu, hafiften aklında şekillenmeye başlamıştı.
‘’Kapının
önünde ne yapıyorsun?’’
Dünya, kendine
gelerek başını sese çevirdi. Ares tüm ihtişamıyla yanı başında duruyordu. Koyu
renk kotunun tek dizi yırtıktı ve üzerine koyu gri bir kazak giymişti. V yakalı
kazağının kollarını dirseğine kadar sıyırmıştı. Saçları dağınıktı ama bir o
kadarda ona yakışıyordu. Dudağının ucunda hoş bir gülümseme tedirgince
tutunmaya çalışıyordu. Son konuşmalarının etkisinde olduğunu anladı. Ares,
Dünya’nın ona olan duyguları konusunda kararsızdı. Buna rağmen rahat görünmek
için elinden geleni yapıyordu. Dünya derin bir nefes aldı, şimdiden adamın cazibesine
kapılmıştı. Ares, onun duygularını nasıl olur da anlamazdı?
‘’Seni
bekliyordum.’’
Ares’in
gözleri bir an ışıldadı ama hemen kendini toparladı. Elini cebinden çıkartıp
koridoru gösterdi.
‘’Gidelim o
halde.’’
Dünya başını
salladı ve kapının arasından çıktı. Elini cebine atıp altın takıyı çıkarttı,
yürümeye başlayan Ares’e yetişti. Adamın aklı başka yerdeydi, moralsizce
öylesine adımlıyordu. Huzursuzluğu o kadar belliydi ki, sıkıntısını neredeyse
etrafına yayıyordu ve soluk alamıyormuşcasına derin nefesler alıyordu. Dünya
elindeki takıyı vermeyi erteledi, dayanamayıp sordu.
‘’Ares’’ Genç
adam yan gözle ona bakınca devam etti. ‘’Sirona’ya gittin mi?’’
Ares başını
ileriye çevirdi, alaylı bir sesle cevapladı.
‘’Elbette, patron,
emrine nasıl karşı çıkabilirim?’’
‘’Ne dedi?’’
‘’Kolumdaki
yarayı yeniden dikti ve pansumanlayıp geri gönderdi. Başka bir problem yokmuş
ayrıca…’’ dedi ve kaşının üstünü göstermek için saçlarını alnından çekti.
‘’Artık bir yara izim daha olacak. Ne havalı değil mi?’’
Kaşının
kenarını ortadan kesen dört dikiş vardı. Ares, Sirona’ya gittiğini ispat
ettikten sonra saçlarını bırakıp yürümeye devam etti. Dünya Ares’in uzun
adımlarına ayak uydurmaya çalışarak:
‘’Peki,
göğsünün altındaki yara?’’ dedi.
Ares,
gözlerini devirdi:
‘’Onun
iyileşmeyeceğini sana söyledim. O yara lanetli.’’
‘’Peki, ben
sana iyileşebileceğini söylesem.’’
Ares,
duraklayıp soran gözlerle Dünya’ya baktı. Dünya elini kaldırıp örgüyü gösterdi.
‘’Bunu sana
Hekate gönderdi.’’ dedi. ‘’Asteria’nın lanetini iyileştirecek ve
etkisizleştirecek. Yaran iyileşinceye kadar takman gerekiyormuş.’’
Ares, örgüyü
eline aldı, evirip çevirdi. İnce işçilikle dokunduğu belli olan örgüyü
incelerken mırıldandı.
‘’Bunu Hekate
bana mı gönderdi yani? Sen Hekate ile mi görüştün?’’ Yüzünde oluşan sırıtmaya
karşılık Dünya’nın yüzü asıldı. ‘’O yüzden mi sana büyü yapmış, bu çok
zekice.’’
‘’Tak şunu da,
tepeye gidelim.’’ diye homurdanarak merdivenleri tırmanmaya başladı.
Daha yirmi
dakika önce ona büyü yapanı deli gibi aradığını söylemiyor muydu? Şimdi de büyü
yaptığı için teşekkür etmeye arayacak gibiydi.
‘’Bunu nasıl
takacağım, bileğime olmuyor ki?’’ diye söylenen Ares’e döndü.
‘’Bilek için
geniş olduğunu görmüyor musun? Bakıyorum, Hekate’nin ismini duyunca heyecandan
elin ayağına karıştı.’’
Ares bıkkınca
başını çevirdi, bilekliği avcunda sıkıp yere attı. Dünya’nın afallamasına
aldırmadan merdivenleri ikişer üçer tırmanmaya başladı. Dünya, yerdeki takıyı
alıp peşinden koştu. Adama yetişip kazağından çekiştirdi.
‘’Bunu takman
gerekiyor.’’
Ares, silkinip
elinden kurtuldu.
‘’Boş versene!’’
‘’Niye kızdın
ki?’’ diye peşinden koşarcasına adımlamaya devam etti.
Ares aniden
ona doğru dönünce duramayıp adamın göğsüne çarptı. Ares, onu yakalamasaydı merdivenden
aşağı yuvarlanması içten değildi. Kollarından onu yakalayan Ares, tuttuğu gibi
duvara yapıştırdı. Gözlerindeki hareler tutuşmuştu. Kendi bedeniyle onu
hareketsiz bırakınca Dünya, tedirgince yutkunup adamın gözlerine, gözlerini dikti.
‘’Benim için
sadece sen varsın!’’ dedi Ares. ‘’Anlıyor musun?’’
Dünya öfkeyle
yanan bakışlardan gözlerini alamıyordu. Ares ellerini gevşetti, dudaklarını
Dünya’nın alnına dayadı. Dünya’nın içini titreten bir öpücükle alnını ateş
içinde bırakıp yanağını onun saçlarına yasladı.
‘’Her
kıskançlık krizinde benden uzaklaştığını hissediyorum. Benden soğumak için bunu
kullanma, lütfen sevgilim.’’
Dünya, onun
haklılığı karşısında savunması yıkıldı. Kolunu kurtarıp adama sıkıca sarıldı. Başını
Ares’in göğsüne dayadı ve hızlı atan kalbini dinleyerek sakinleşti.
‘’Engel olamıyorum
Ares.’’ Diye mırıldandı. ‘’İçimde yanan bir ateş var ve bu kötücül ateş,
kıskançlıkla besleniyor. Seni, herkesten kıskanıyorum, başka hiçbir şey
düşünemiyorum.’’
‘’Güzel
gözlüm’’ dedi ve Dünya’dan hafifçe ayrıldı. Yüzünü avuçları arasına alıp alnını
Dünya’nın alnına dayadı. ‘’Seni anlıyorum, bende seni Adonis’le gördüğüm her an
çıldıracakmış gibi oluyordum. Sana bakışını her gördüğümde ona saldırmamak için
kendimi zor tutuyorum. Seni benden alacakmış gibi hissediyorum ve bundan çok
korkuyorum. Ama kıskançlığımıza teslim olursak karşımızdaki sorunla
ilgilenemeyiz, önümüzdeki problem daha önemli.’’
‘’Nasıl bu
kadar soğukkanlı olabiliyorsun?’’
‘’Çünkü seni
çok seviyorum ve sevgine layık olarak aşkına da sahip olacağımı düşünüyorum.’’
Dünya Ares’e
sarıldı. ‘’Keşke ben de o kadar kendime güvenseydim. Aşkına sonsuza dek sahip
olacağıma inanabilseydim.’’
‘’İnanma
Dünya, bil! Seni ayartmaya çalışan hep ben olduğum halde, nasıl böyle
düşünürsün anlamıyorum.’’
‘’İlgimi
çekmekte pek zorlanmıyorsun ama!’’ dedi Ares’in güçlü kalp atışlarını
dinlerken. ‘’Çok çabuk kanıyorum sana.’’
Ares’in
gülümsediğini hissetti. ‘’Sürekli senin ilgini çekmeye çalışmakta usta oldum sevgilim,
istersen sana ders verebilirim.’’
‘’Ukalasın
Ares!’’
Gülümseyen Dünya,
Ares’in kokusunu içine çekti. Varlığı ve yüzünde hissettiği nefesiyle bile
Dünya’nın içini huzurla doldurdu. Kalbi yeniden heyecanla atmaya başlamışken
adam ondan ayrıldı. Kendini aniden boşlukta hissetti, zorlanarak kollarını
adamdan çözdü. Ares, haklıydı ama bunu içindeki ateşe anlatamıyordu.
Ares kazağını
üstünden sıyırdı ve altın örgüyü dirseğinin üstüne sardı. Hiçbir kilide sahip
olmayan örgü zorlanmadan kaslı koluna kenetlendi ve buğulu bir ışıkla kendi
kendine sabitlendi. Ay ışığını andıran buğu kaybolurken Dünya’nın gözleri,
dehşet içinde Ares’in sol göğsündeki yıldız dövmesine takıldı. Üç yıldızın içi
dolmuştu. Ares’in ölümsüz olmaktaki sabırsızlığını o anda anladı. Adam kendisi
için değil, Asteria’nın lanetinin Dünya’ya ulaşmaması için uğraşıyordu. Ares,
kazağı yeniden üzerine geçirirken Dünya başını çevirdi ve yorum yapmadan
merdivenleri tırmanmaya başladı. Adımları taşa dönüşmüştü.
Tepeye
vardıklarında Ares onu şaşırtarak elini tuttu ve tepki göstermesine fırsat
vermeden seri adımlarla terasa ayak bastı. Alana girişleriyle onlara dönen
başlar artık tanıdıktı. Yarım ay şeklindeki bir masanın çevresine oturmuşlardı,
tartışmayı yarıda kesip önce Ares ve Dünya’nın yüzlerine sonrada tutuşmuş ellerine
baktılar. Ve bazılarının yüzü asıldı.
Ares, kararlı
adımlarla masanın karşısında dikildi ve her birine göz gezdirdi. Zeus, sonunda
bakışlarını onların ellerinden alıp Ares’in yüzüne yükseltti.
‘’Bizi
çağırmışsınız.’’ dedi Ares. ‘’Geldik.’’
Zeus, masanın
her iki yanında duran birbirinden ayrı iki boş sandalyeyi işaret etti:
‘’Ayakta
durmana gerek yok Ares, ikinizde oturun.’’
Sandalyelere
bakmaya gerek duymayan Ares, Dünya’nın elini daha sıkı tuttu ve gözlerini
kıstı:
‘’Fazla
durmaya niyetimiz yok, sorgulama için böylesi daha iyi.’’
Marduk lafa
girdi:
‘’Ares, seni
sorgulamak için değil, danışmak için çağırdık. Lütfen otur.’’
Ares, Marduk’a
döndü:
‘’Danışmak
için geç kaldınız, ayrıca senin niyetini bilmiyorum ama bazılarının niyetinin
sorgulamak olduğuna eminim. Bu yüzden ayakta durmayı tercih ederim.’’
Marduk, başını
anlayışlı bir tavırla sallarken Zeus öfkeli gözlerini Ares’in üzerinden
alamıyordu. Dünya, Zeus ve Ares’in karakterinin birbirine ne kadar benzediğini
fark etti. İkisi de güçlü, gururlu ve laf dinlemez bir kişiliğe sahipti, çok
çabuk öfkeleniyorlardı ve karşılarında durmak yürek istiyordu. Uyumsuz
karakterlerine rağmen ikisi de etkileyiciydi. Topluluğa sözlerini dinletmeleri
hiç zor değildi. Zeus’un Ares’e nefreti ise, işte, o tam bir muammaydı.
Zeus,
göründüğünün aksine sakin bir sesle konuştu:
‘’Madem,
sorgulanmaya bu kadar meraklısın, bizde seni tatmin edelim.’’ Dedi, tehlikeli
bir bakışla. ‘’İblislerle işbirliği içinde misin?’’
Dünya,
herkesin Ares’in ağzından çıkacak kelimelere yoğunlaşmasını izledi. Onun da odadaki
ölümsüzlerden farkı yoktu ve Ares’in yalan söylemesini hiç bu kadar istememişti.
Ares avuçları arasındaki Dünya’nın elini daha güçlü tutup parmaklarını parmaklarına
geçirdi ve başını salladı.
‘’Evet.’’
Sedna,
Cuchulain, Neith ve Ghede dışındaki ölümsüzler bu itirafı sakin karşıladılar.
Cuchulain hayalleri yıkılmış gibi başını öne eğdi. Ağır sessizliği Neith bozdu.
‘’Amacın ne
Ares?’’
Kadın yumuşak
bir sesle konuşmuştu. Ares’e kendisini açıklaması için fırsat veriyordu.
İlgiyle öne doğru eğildi ve ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Ares
bakışlarını ona çevirirken kadın devam etti.
‘’Saldıranların
tarafında değilsin, değil mi?’’
Loki atıldı:
‘’Yapma Neith,
hepsi saldırıyor. İblislerin tarafındaysa Ares de hain demektir.’’
Ares, Loki’yi umursamadan
Neith’e cevap verdi:
‘’Saldıranları
durdurmaya çalışıyorum, Deimos’un iblisleri benim komutamda.’’
Marduk
‘’Onlara nasıl güvenirsin?’’ dediğinde Ares nefeslendi.
‘’Onlara güvendiğim
filan yok ama bir şeyler yapmam gerekiyordu. Saldırıları biraz olsun önlemek
için onları yönetmeyi seçtim. Kapılar açık ve kapatamıyoruz. Bu yüzden yönetebildiğim
grupların kana olan açlıklarını diğerlerine yönlendiriyorum.’’
Durga beğeni
dolu bir sesle mırıldandı.
‘’Bu çok hoş…’’
‘’Ya Deimos’da
onlara katılmaya karar verirse ne olacak?’’ dedi Tlaloc.
‘’Buna cesaret
edemez.’’ dedi Ares. ‘’Bana tamamiyle sadık.’’
Ghede yalaka
bir sesle konuştu:
‘’Bu nasıl
olabilir? Daha önceki iblis olayında onlara verdiğin vahşet için sözünü
dinlemişlerdi. Üstümüze salmıştın.’’
Zeus,
hoşnutsuzca lafa girdi:
‘’Ares’in
iblisler üzerinde can sıkıcı bir hâkimiyeti var. Sebebi muğlâk ama komutası
kesin.’’
Sedna, üzgün
bir sesle konuşmaya katıldı:
‘’Senden
çekinmemize gerek var mı?’’
Ares, başını
dikleştirdi:
‘’Bu lanet
doğduğumdan beri üzerimde ve şimdiye kadar bir kere kullandım. Onun da sebebini
biliyorsunuz. Yeniden kullanmamın nedenini de az önce açıkladım.’’ Dedi ve her
birine bakarak Zeus’un üzerinde durakladı. ‘’Siz, düşünün benden çekinmenize
gerek var mı?’’
Neith, vardığı
sonucu rahata açıkladı:
‘’Ben sana
inanıyorum.’’
Diğerleri
kararsızdı. Loki, hızlıca ölümsüzlere göz atıp Zeus’a dönerek konuştu:
‘’Bu
yetenekler, bir ölümsüz için biraz fazla değil mi Zeus? Ares’in neden bu denli
güçlü olduğunu hiç merak etmedin mi? Nereden buldun onu?’’
Ares, Loki’nin
sözlerini alaycı bir sesle düzeltti. ‘’Ölümlü diyecektin herhalde.’’
Loki, kısa ve
tedirgin bir bakışla Ares’e baktıktan sonra Zeus’a geri döndü:
‘’Bu ayrı bir
konu, ölümlü olduğu halde iblislerin onu hala dinlemesi de ilginç.’’
Kuzgun yan gözle
Loki’ye baktı:
‘’Değil mi,
Loki, sen o kadar zamandır bunun için uğraşıyorsun oysaki iblisler, Ares’in iki
lafına bakıyorlar.’’
Loki yüzünü
buruşturup homurdandı:
‘’Hiç de öyle
bir niyetim olmadı.’’
Dünya’nın omzu
ısınınca başını kaldırıp Ares’e baktı. Loki’ye bakışından onunda adamın yalan
söylediğini bildiğini anladı. Ghede, soluk aldı ve umutsuz bir sesle söylendi:
‘’Bu yine de
affedilir bir şey değil. Madem yasalara uyacağız, Ares’in yaptığı ihaneti de
cezalandırmalıyız.’’
Dünya’nın
dizleri titredi ve Ares’in bileğine tutundu. Ares, onun tersine çok
soğukkanlıydı. Konuşulanlara dayanamayan Cuchulain hızla ayağa kalktı.
‘’Daha ne
yapacaksınız? Ölümlü olması bir yana iblis boyutları açıldığından beri onun
nasıl savaştığını bizzat kendi gözlerimle gördüm.’’ Zeus’a döndü. ‘’Hatta
çoktan ölümsüzlüğünü geri kazandı.’’
Ares, eliyle
Cuchulain’i sakinleşmesi için işaret etti:
‘’Boyutları işe
karıştırma Cuchulain.’’
Loki, Ares’in
lafını kesti:
‘’Neden
karıştırmayacağız?’’ Dedi ve ikisinin tutuşmuş ellerini gösterdi. ‘’Hem
anahtarı kendi yanına çekmişsin, hem de iblisleri. Asıl durdurmamız gereken
sensin gibi geliyor, elindeki silahları yok etmeliyiz.’’
Loki, herkesin
onun sözlerine dikkat kesildiğine emin olunca devam etti:
‘’Demek
istediğim şey şu, anahtar dengesini sağlayamadığımıza göre sorunu yok edelim.’’
Ares’in tüm kaslarının
gerildiğini fark eden Dünya, Loki’nin silah olarak kendisini kastettiğini ve
yok etmek istediğini anladı. Adam, eski düzene geri dönmek istiyordu.
Ares, odaya
girdiğinden beri ilk defa soğukkanlılığını kaybetti. Öfkesi sıcak bir alev gibi
odayı yaladı. Öne doğru bir adım atarak Loki’nin gerilmesine neden oldu, fakat
adamın korkusu gereksizdi. Ares, onun yerine Zeus’a doğru konuştu.
‘’Bunu
yapamazsınız!’’
‘’Başka
çaremiz yok Ares.’’ dedi Marduk. ‘’Son beş senedir başka anahtar belirmedi. Bu
kız, ortaya çıktığından beri denge geri dönülemez şekilde sarsıldı.’’
Tlaloc,
Marduk’un lafına devam etti:
‘’Bozulma
sebebinin, bu kızın varlığı olduğuna karar verdik.’’
‘’Ve onu yok
edip yeni bir anahtar için yer açacağız.’’ Dedi Durga ve ekledi. ‘’İçinde
bulunduğumuz durumda fazla beklemeyeceğimize emin olabilirsin.’’
Ares, öfkeyle
homurdandı. ‘’Eğer Dünya’ya zarar verirseniz, hepinizi buna pişman ederim!’’
Ghede alaycı
bir sesle konuştu:
‘’Bunu nasıl
yapacaksın ölümlü? Seninde bir nefeslik canın var.’’
Dünya, Zeus’a
baktı, adam çok düşünceliydi, kararsızlığı yüzünden okunuyordu. Ares
diğerlerine fikirlerini sorarken Dünya Zeus’tan gözlerini ayırmadı. Kendi
içinde yaşadığı çekişmeyi izlerken cevap sırası Zeus’a geldi. Cuchulain
dışındakiler anahtarın yok edilmesini onaylamışlardı, Zeus’tan sonra Sedna ve
Neith vardı. Zeus mavi kıvılcımlı gözlerini kaldırıp Ares’e uzunca bir süre
baktı. Vereceği kararın, iki kişinin canına mal olabileceğinin bilincindeydi.
Derin bir nefes alıp konuştu:
‘’Anahtarın
değişimini onaylıyorum.’’
Ares yerinde
sallandı, her şeye rağmen bu kararı Zeus’tan beklemiyordu. Dünya, Ares’in
ifadesine baktı, bembeyaz yüzünde hayalkırıklığı ve çaresizlik okunuyordu.
Dünya doğruldu ve Sedna ile Neith’in onaylamama kararını dinledi. Tabi ki
yeterli değildi, Zeus kararı açıklamak için sandalyesinde doğrulduğunda Dünya, Ares’in
elini bırakıp öne doğru yürüdü.
‘‘Aferin size,
bu kadar ölümsüz toplanıp iki ölümlüye ceza kesiyorsunuz. Gücünüz buna mı
yetiyor?’’
‘’Başka
çaremiz yok.’’ dedi Marduk. ‘’Yoksa kalkışmazdık.’’
Dünya, tam
ortaya yürüdü:
‘’Ama
cesaretinize hayran kalmamak mümkün değil.’’ dedi, herkesin yüzünde oluşan
karışık ifadeleri zevkle izledi. ‘’Bir de şöyle düşünün, beni öldürdünüz yani
elinizdeki tek şansı ve farz edelim, yeni bir anahtar belirmedi. O zaman ne yapacaksınız?’’
Ölümsüzler
bocalayarak birbirlerine baktılar. Bunu hiç hesaba katmadıkları belliydi. Dünya,
ellerini iki yana açtı:
‘’Ve ardından büyük
bir aptallık daha yapıp iblislere tek karşı koyabilen kişiyi küstürdünüz, belki
de anahtarla birlikte onu da yok ettiniz. Sizi kim koruyacak? Tamam, ölümlüler
sizin için önemli değil. Harcanabilirler. Onlar ölse gitse de, siz yaşayacaksınız
ama herkes öldükten sonra iblislerin vahşet açlığına kimi kurban vereceksiniz?
İçinizden hangisiyle başlayacaksınız?’’
Gözlerini
Zeus’a dikti:
‘’İşte, o
zaman karar verdiğiniz bu an için pişmanlık duyacaksınız.’’
Ölümsüzler,
düşüncelerinin içinde kaybolurken Ares, Dünya’ya yaklaştı ve beline sarılıp
saçlarından öptü. Uzun süren sessizlik sonrasında Zeus kararsızca konuştu:
‘’Bir yolunu
bulacağımıza eminim. Ayrıca Ares’i öldürmek gibi bir niyetimiz yok, asiliğine
son verdiği takdirde ölümsüzlüğünü geri vereceğim.’’
Dünya sırıttı:
‘’Bu ne işe
yarayacak Zeus? Sana tavsiyem tahtın için korkmayı bırak ve ona layık olmaya
bak. Böylesi daha sağlıklı!’’
‘’Bana
ukalalık yapma anahtar.’’ dedi Zeus.
‘’Ukalalık
yapmıyor.’’ dedi Ares. ‘’Dünya sadece senin gözünü açmaya çalışıyor. Düşün, bu
riske girebilir misin?’’
Tlaloc araya
girdi:
‘’Haklılar. Anahtarın
dediği şeyi göze alamayız Zeus. Bence sakince oturup yeniden düşünmeliyiz.
Başka bir yolu mutlaka olmalı.’’
Kuzgun, İnari
ve Ghede karar konusunda beklemeyi onaylayınca Loki’nin yüzü asıldı fakat
itiraz etmeden gözlerini Ares’in üzerine dikti. Yeşil gözleri, hesapçı ve öldürücü
bir kin taşıyordu. Dünya gerilirken Ares adamın bakışlarından hiç rahatsız olmamıştı.
Marduk, geldiğinden
beri ilk defa gülümsedi ve ayağa kalkıp Dünya’nın yanına geldi. Ares, elini Dünya’nın
belinden çekmese de ondan ayrılıp yanında durdu ve Marduk’la rahat konuşmasına
izin verdi. Marduk, ilginç bir şeymiş gibi Dünya’yı inceledi.
‘’Belki
görevin farklıdır.’’ diye mırıldandı. ‘’Seni Nabi’yle tanıştırmak isterdim,
izin verir misin Ares?’’
Marduk, başını
kaldırıp Ares’e bakınca genç adam isteksizce cevapladı.
‘’Düşünürüz.’’
Marduk başını
sallayıp Zeus’a döndü. Zeus’un kararını da istediğini anlamak zor değildi. Zeus
yavaşça konuştu:
‘’Karar onlara
ait, benim için sakıncası yok.’’
Marduk,
ellerini kavuşturup Ares’e döndü.
‘’O halde ben
ayarlamaları yapar, sana haber veririm. Toplantımıza katıldığınız için teşekkür
ederim, şimdi Zeus’un da izniyle işlerimizin başına dönelim.’’
Ares, tam dönecekti
ki, Neith’in sesiyle durakladı:
‘’Ares!’’
Ayaklanan
ölümsüzlerde durup Neith’e bakınca kadın devam etti:
‘’Anahtarla
biraz fazla samimi değil misin?’’
Ares sırıttı:
‘’İstediğim
kadar değil.’’
Bu söz üzerine
Neith şaşırdı, Dünya bile şaşırdı. Başını çevirip Ares’in ifadesine baktı. Ares
hoş bir gülümsemeyle Zeus’a döndü:
‘’Hazır yeri
gelmişken bir şey ilan etmek istiyorum. Afrodit ile nişanımı iptal ediyorum.’’
dedi ve afallamış Dünya’ya döndü. Elini kaldırıp yanağını yerleştirdi ve
gözlerine bakarak konuştu. ‘’Benim asıl sevdiğim kişi Dünya ve ondan başkasına
kalbimde yer yok.’’
Endişe ve
mutluluğun aynı anda içinde patlamasıyla Dünya’nın başı döndü. Ares’in
ölümsüzlere yaptığı itiraf az buz değildi. Neith bundan hoşlanmamış olacak kaşlarını
çatıp ayağa kalktı:
‘’Bu yasak!’’
Ares, yan
gözle Neith’e baktı:
‘’Kim demiş?’’
dedi alaycı bir sesle. ‘’Tatlım, biliyorsun, ben de bir ölümlüyüm.’’
Ve herkesi şok
içinde bırakarak Dünya’nın elinden tuttuğu gibi terastan uzaklaştı. Dünya,
ölümsüzlerin birbirine bağırıştıklarını duyuyordu. Adımlarını, Ares yönlendirdiğinden
bir kukla gibi onu izledi. Ares, kendi koyduğu kuralı küçük bir hileyle hiçe
saymıştı. Adamın zekâsına bir kere daha hayran oldu. Zorluklardan kendine iyi
bir pay çıkarmayı çok iyi biliyordu. Bu hiç aklına gelmezdi. Kalbi delice
atıyordu, Ares’in itirafı neye yol açacak bilmiyordu ama umrunda olmadığını hissediyordu.
Sanki özgürleşmişti, uçarcasına Ares’in odasına kadar adamı takip etti.
Ares, odaya
girince durup Dünya’nın tepkisine baktı. Dünya’nın tepkisi anında geldi.
Ares’in üzerine kendini attı ve kollarını ona doladı. Dudaklarını onun dudaklarına
bastırdı ve içindeki bütün özlemi salıverdi. Ares, Dünya’nın özlemine cevap
verdi, onu kendine iyice çekti. Nefes nefese ayrıldıklarında Ares’in güzel
yüzünü avuçları arasına alan Dünya, fısıltıdan farkı olmayan bir sesle mırıldandı.
‘’Bunu neden
yaptın?’’
Adam, ölümcül
bir çekicilikle gülümsedi:
‘’Çünkü seni
seviyorum ve bunu saklamak canımı yakıyordu. Ayrıca sende başka türlü bana
inanmayacaktın.’’
Dünya, Ares’in
yüzünü parmaklarıyla okşarken Ares gözlerinden taşan bir mutlulukla onu izledi.
Ares’in mükemmel yüz hatlarını parmağıyla yavaşça keşfetti, ilk defa dokunuyormuş
gibi heyecanlıydı. Onu öpmek için tekrar eğilen Ares, aniden kasıldı ve soluk
alamıyormuş gibi geriledi. Eli, sol göğsüne gitmişti. Dünya, panikle adama doğru
atıldı.
‘’Ares!’’
Ares eliyle
onu durdurdu:
‘’Yok, bir şey.’’
dedi ve gözlerini kapatıp yere çöktü. Çektiği acı yüzünden bayılacakmış gibi
sallandı. Dişlerini sıkıp gözlerini kapattı.
Dünya,
çıldıracağını düşündü, birden ne olmuştu? Kalp krizi geçiriyor olmalıydı. Yardım
çağırmak için ayağa kalktığında Ares, onun elini tuttu ve başını kaldırdı.
Saniyeler içinde gözlerinin altı kararmıştı, yüzü ölüye benzemişti.
‘’Sirona’ya…’’
dedi Dünya, kelimeler boğazına takılınca devam edemedi.
Ares, çenesini
sıkıp başını duvara dayadı.
‘’Geçti, bir
tanem. Bana biraz zaman ver.’’
Dünya
dizlerinin üzerinde çöktü, Ares’in buza dönmüş ellerini avuçları arasına aldı.
Sıcaklığını ona iletmeye çalışıyordu, terden ıslanmış yüzünü, eliyle okşadı. Ares,
sonunda derin bir nefes alıp kendini bıraktı. Yakasını çekti ve sol göğsünün
üzerindeki dövmeye baktı. Dünya kendini tutamadan küçük bir çığlık attı.
Dördüncü yıldız da dolmuştu. Teni keskin bir şeyle kesilip dağlanmış gibiydi,
kenarından kan sızıyordu. Onlar bakarken yara hızla siyahlaştı ve diğer
yıldızlardan bir farkı kalmadı. Ares yakasını bırakıp başını duvara sertçe
yasladı.
‘’Kahretsin!’’
diye söylendi.
Yıldızlar
tamamen dolduğunda Ares ölümsüzlüğünü kazanmamış olursa Dünya yeni bir mücevher
kazanacaktı. Bunun onu nasıl etkileyeceğini bilmiyordu ama Ares’in ölümsüzlere
dediği gibi; bu riske girebilirler miydi?
‘’Bu kadar
acıya nasıl dayanabiliyorsun?’’ diye mırıldandı.
Ares kurumuş
dudaklarını ısırıp doğruldu. ‘’Acı sorun değil ama vaktimiz az kaldı. Beşinci
yıldız kararmadan mücevheri bulmaktan başka çaremiz yok.’’
‘’Ya da senin
ölümsüz olmandan başka…’’ diye isteksiz bir sesle ekledi.
Ares’in canı
sıkıldı. ‘’Ne yapacağımı bilemiyorum Dünya, aramadığım delik kalmadı. Bir yere
saklamış olmalı ama bir türlü bulamıyorum.’’
‘’Hekate’nin
tılsımı seni bu lanetten koruyamaz mıydı?’’
Ares, hüzün
dolu bakışlarla ona baktı:
‘’Sanırım
bunun için çok geç kaldık.’’
‘’Asteria’ya
dönüşürsem de beni sevmeye devam eder misin?’’
Ares,
dayanamayıp güldü:
‘’Bana mı
soruyorsun, onunla evlendiğimi unuttun mu?’’
Dünya’nın yüzü
asıldı:
‘’Hah, iyiki
hatırlattın, bu aklımdan çıkmış!’’ diye homurdandı.
Ares uzanıp
onu kendine çekti, yanağına kondurduğu küçük bir öpücükten sonra fısıldadı:
‘’Benim karnım
çok acıktı, kızmaya mutfakta devam etmeye ne dersin?’’
Dünya, başını
adamın ellerinden kurtardı, yüzüne dik dik bakarak söylendi:
‘’İyi fikir.’’
Birlikte boş
mutfağa gittiler, diğerleri henüz dönmediklerinden baş başa kalmanın
mutluluğuyla menemen hazırladılar. Dünya, Ares’in yemek konusundaki
beceriksizliğiyle dalga geçmemek için kendini zor tutuyordu. Doğrama işinde iyi
olduğunu itiraf edebilirdi ama yumurtanın menemen için önemini uzun uzun
açıklamak zorunda kalması… İşte bu ona fazla gelmişti. Ares, yumurtanın,
yemeğin tadını bozacağı konusunda ısrar etmekten vazgeçip geriye çekildiğinde
Dünya rahat bir nefes aldı.
Masaya
oturdular ve bir süre hiç konuşmadan sadece yemekle ilgilendiler. Dünya bu
kadar acıktığını hiç anlamamıştı. İkinci tabakları da doldurdular ve konuşmak
için vakit bulmaya başladılar. Hoş sohbet Ares’i görmeyeli çok olmuştu, aklına
onun evinde kahve içtikleri an geldi. O günden sonra sadece problemleri
tartışmak için konuştuklarını fark etti. Hiç öylesine sohbet etmeye fırsatları
olmamıştı. Genç adamın akıcı muhabbetini ve rahat hareketlerini çok özlemişti.
Eros telaşla mutfağa
girince sohbetleri bıçak gibi kesildi:
‘’Ares!’’ dedi
endişeyle. ‘’Sen ne yaptın?’’
Ares, kolunu
sandalyenin arkasına atarak Eros’a döndü:
‘’Ne yapmışım
yine?’’
‘’Nişanı
atmışsın.’’ dedi Eros, sanki korkunç bir şey yapmış gibi. ‘’Afrodit çıldırdı.’’
‘’Atlatır.’’
dedi Ares ve ayağa kalktı. Boş tabakları masadan alıp evyeye götürdü. ‘’Ayrıca
bunu ilk defa yapmadım.’’
Eros, kendini
Dünya’nın yanındaki sandalyeye bırakırken mırıldandı, sanki ‘neyseki hala Zeus’un korumasında’ demişti.
Tam emin olamayınca Eros’a sormak için ölümsüze doğru döndü. Çünkü bildiği
kadarıyla Zeus korumasını kaldırmıştı. Korumanın önemini sormak istemişti,
Adonis odaya girmeseydi soracaktı da…
‘’Ares!’’ dedi
mutfağa girerken ve Eros’u görünce durakladı. ‘’Seninle konuşabilir miyim?’’
Ares tezgâha
yaslanıp kollarını kavuşturdu:
‘’Afrodit
olayını söyleyeceksen, Eros zaten haber verdi.’’
‘’Afrodit
mi?’’
Ares, burnunu
kırıştırdı:
‘’Senin haber
başkaymış, devam et.’’ Adonis, Eros ve Dünya’ya doğru bakış atınca elini
salladı. ‘’Sakıncası yok.’’
Adonis omzunu
silkti.
‘’İyi,
Tartaros normal ama çukur kilitlenmiş. Giremedim.’’
‘’Kilitlenmiş
mi?’’
‘’Çukur mu?’’
dedi Eros, Ares’in ardından.
Dünya
dayanamadı. ‘’Siz neden bahsediyorsunuz yahu?’’
Ares, düşünceli
bir ifadeyle çabucak açıklama yaptı ve çok kısaydı:
‘’Başiblislerin
hapsi.’’
‘’Bu çok
anlamlı oldu. Şu açıklamadan sonra her şeyi anladım.’’ diye homurdanıp şimdilik
dinlemeye karar verdi.
Eros sızlanır
bir sesle:
‘’Ares, ne
olur, düşündüğüm şeyi yapmayacağını söyle!’’
‘’Başka çarem
kalmadı Eros.’’ dedi Ares. ‘’Karşı çıkman fikrimi değiştirmeyecek.’’
Eros bıkkınca
omuzlarını düşürüp başını eğdi. Ares derin bir nefes alıp doğruldu.
‘’Vakit
kaybetmeyelim.’’ dedi ve Dünya’nın omzuna elini koydu. ‘’Adonis, sen bizimle
gel. Dünya, kapıyı açtıktan sonra ikiniz Olimpos’a dönersiniz.’’
Kapının
yanında sert bir ses patlayınca, Ares bir an kalakaldı.
‘’Tek başına
işe kalkışmaman konusunda ne demiştim?’’
Athena, hemen
ardında Artemis ve Apollon olduğu halde kollarını kenetlemiş öfkeli bakışlarla
Ares’e bakıyordu. Ares, yüzünü buruşturup yakalanmanın verdiği sıkıntıyla
ofladı. Hermes’in suçlu yüzü kapının ve Athena’nın arasında belirdi.
‘’Yemin ederim
Athena zorladı Adonis, yoksa seni kesinlikle izlemezdim.’’
‘’Bunu sonra
konuşuruz.’’ diye Adonis söylenince Hermes sırıttı.
‘’Sonra mı? Elbette!
Çok sonra!’’ dedi ve yok oldu.
Ares
dışındakiler baştan aşağı savaşa gider gibiydiler, ya da savaştan gelir gibi.
Deri zırhlar, tuhaf kılıç ve bıçaklar, kamçılar, eldivenler… Artemis’in
fiyonklu çizmeleri hariç hepsi gayet ciddi kıyafetler giyinmişlerdi. Dünya bir
kendine bir de Ares’e baktı, altın gözlü neyse de kendisi Pazar günü tüm gün
tembellik yapmış birinden farkı yoktu.
‘’Evet.’’ dedi
Athena mutfağa girerken. ‘’Anlat bakalım.’’
Ares sevimli
bir sırıtışla ona sinirli, ters bakışlar atan Athena’ya baktı:
‘’Yok bir şey
Hena, Adonis’ten çukuru kontrol etmesini istemiştim. Başiblisler bir şey
karıştırmasınlar diye.’’
Dünya’nın omzu
sızladı. Athena’nın tek kaşı inanmadığını gösterir şekilde havalanınca Dünya onunda
mührü olup olmadığından şüphelendi.
‘’Küçükken de
yalan söylediğinde böyle sırıtırdın.’’ Dedi Athena.
Artemis
ekledi:
‘’Keşke
yapmasan hiç inandırıcı olmuyorsun.’’
Apollon,
Artemis’in omzuna kolunu attı:
‘’Sana kaç
kere söyledim Ares, bu ifade kızları tavlamak için yalanı saklamak için değil.
Tek tuttuğun tavsiyemin bu olması çok ilginç.’’
Ares yüzünü
buruşturdu:
‘’Of, tamam,
itiraf ediyorum. Eris, Enyo ve Phobos’u görmeye çukura gideceğim. Yanımızda
savaşmalarını isteyeceğim.’’
‘’Onlar sana
çok kızgındır.’’ Dedi Artemis.
Ares rahat bir
tavırla elini salladı:
‘’Onlar iblis
Hena, hep kızgındır zaten ama bana biat edeceklerine eminim. Tek sorun, bozmam
gereken tılsım.’’
Apollon
sandalyeye kuruldu. ‘’Tılsımı sen yapmamış mıydın? Nasıl bozamazsın?’’
Ares başını
salladı. ‘’Hayır, ben yapmadım.’’ Dedi ve Apollon’a bakmaya devam ederken
konuştu. ‘’Hekate’ydi.’’
Apollon’un
bakışları yere düştü, bir anlık sessizlikten sonra Athena konuştu:
‘’Neyse, demek
ki tılsımı çözmek için anahtarımızı yanımızda götürmemiz gerekecek.’’
Ares atıldı.
‘’Gerek yok, başka bir çaresine…’’ durdu ve sırıttı. ‘’Bir dakika, yani önerime
karşı çıkmıyor musun?’’
Athena omzunu
silkti.
‘’Çıksam ne
olacak, sen yine bildiğini yapacaksın ve tılsım konusunda Dünya’dan başka çaren
olmadığını da adın gibi biliyorsun. Hekate’den yardım alamayız.’’
‘’Çocuklar!’’
dedi Dünya ilgilerini çekmek için ayağa kalktı. ‘’Ben kapıcı olduğumu
sanıyordum. ‘Tılsım bozmak’ iş
tanımıma pek uymuyor.’’
Ares iç
geçirerek yüzünü avuçları arasına aldı. ‘’Kendini şaşırtacağına eminim.’’ dedi
tatlı bir sesle ve romantik bir söz olmamasına rağmen Dünya’nın dizlerini titretti.
Ares’in
gözlerine takılıp kalmıştı ve altın gözler ona yaklaştığında nefes almayı bile
unuttu. Kısa öpücüğüyle Dünya öne doğru sallandı neyseki Ares gerilerken onu
bırakmamıştı. Ares’in kolları arasındaki Dünya, yüzünde aptal bir sırıtışla diğer
ölümsüzlere döndü ve hepsinin havalanmış kaşlarına bakakaldı. Adonis ise
kollarını kenetlemiş ifadesiz bir yüzle yere bakıyordu.
‘’Siz…’’ dedi
Athena.
Artemis
ellerini çırptı. ‘’Nihayet ya!’’ dedi ve şaşkından, neşeli bir yüze anında
kavuştu.
Ares, Dünya’yı
hazırlanması için odasına gönderirken diğerlerine de durumu açıklamaya başladı.
Dünya, Ares’in peşpeşe itirafları karşısında tuhaf olmuştu. Ayakları kesinlikle
yere basmıyordu. Hem evlerin başkanlarına hem de Olimpos’un ölümsüzlerine
aralarındaki ilişkiyi pat diye söylemişti. Bu hayallerinin ötesindeydi. Ares’in
kastettiği ‘gemileri yakma’ bundan
başka bir şey olamazdı.
14. bölüm
Kendi katına
çıkan merdivenleri uçarcasına çıktı ve odasına kadar nefes almadan koştu. Üzerindeki
kolsuz poları omuzlarından sıyırırken kapısına ulaşmıştı. Ani bir ışıkla
gözleri kamaşınca gözünü yana çevirip kapattı. Gözlerini araladığında gördüğü
manzara, yüzü öfkeden kırmıza dönmüş bir Afrodit’ti. Afrodit hiçbir şey demeden
tüm gücüyle Dünya’yı tokatladı. Polarına elleri dolandığından Dünya dengesizce
karşıdaki duvara çarptı. Afrodit ona doğru yeniden atıldı, Dünya boş durmamıştı.
Ellerini polardan kurtardı ama Afrodit pençelerini çoktan boğazına geçirmişti.
‘’Seni
öldüreceğim lanet olası!’’ diye haykırdı.
Dünya, elini
yumruk yapıp kadının midesine geçirdi. Afrodit kıvransa da ellerini gevşetmedi,
bir yandan da öfkeyle ona bağırıyordu:
‘’Ares’i elimden
almana izin vermeyeceğim.’’
Dünya
bacaklarını Afrodit’in bacaklarına doladı. Afrodit sendelerken, bedenini kadına
doğru hızla ittirdi. Üzerinden takla atarak Afrodit’in ellerinden kurtuldu. Tek
dizi üzerinde sabitlenirken derin bir nefes almak istedi ama soluğu öksürük ile
kesildi. Afrodit hızla doğruldu ve ona yöneldi. Dünya ayağından hız alarak
Afrodit’in karnına doğru yaylandı, ikisi birden yere düştü. Afrodit altta
kalmıştı, Dünya kadının yüzüne tüm gücüyle bir yumruk attı. Dudağı patlayan
Afrodit iyice çıldırdı ve Dünya kendini nasıl olduysa havada buldu. Ellerini
bacaklarını sallıyordu ama bir türlü yere veya Afrodit’e ulaşamıyordu. Sanki
görünmez iplerle tavandan aşağıya asılmıştı.
Afrodit
kendinden emin bir tavırla ayağa kalktı ve Dünya’nın düşmanca bakışları altında
şık ama kumaş fakiri elbisesini silkti. Kadının bir el hareketiyle Dünya’nın
çaresiz bedeni savruldu ve sırtı hızla duvara çarpttı. Duvara tablo gibi
asılmıştı. Afrodit ona doğru adımladı.
‘’Nişanımızı
atmış, hem de herkesin önünde!’’ dedi sahte bir sakinlikle. ‘’Bu nasıl bir
büyü?’’
Dünya öfkeden
titreyerek kadına baktı, kendini savunacak hali olmaması bir yana kadına
duyduğu kızgınlık içini kavuruyordu. Afrodit belki öfkesinde haklı olabilirdi
ama bu Dünya’nın derdi değildi. Kadın Dünya’yı süzdü:
‘’İlk geldiğin
günden beri Ares’i baştan çıkarmaya çalıştığını anlamadığımı mı sanıyordun?
Sırf onun peşini bırakman için Adonis’in seninle ilgilenmesine göz yumdum ve
Zeus’u ikna ettim. Ama sana yetmedi değil mi? Ben yüzyıllardır bu baharı
bekliyordum ve sen yine varlığınla Ares’i zehirlemek için geri döndün.’’
‘’Afrodit!’’
dedi Dünya. ‘’Bırak beni!’’
Sesi kendine
ait değilmiş gibi çıkmıştı, teninin üzerinde tuhaf bir ürpertiyle titredi.
Öfkesi, onu hiç tatmadığı bir şekilde besliyordu. Damarlarında akan kan değil,
hiddetti. Serbest kalsa Afrodit’i hiç acımadan öldürürdü, bunu gerçekten
istiyordu. İhtiyacı vardı. Gözünü tamemen kan bürümüştü. O kadar uzun zamandır
Ares’i kıskanıyordu ki…
Afrodit,
Dünya’ya yeniden tokat attı. Kadının teninin üzerinde incecik bir ışıltı
tütüyor gibiydi. Dünya hırlayacak gibi dudaklarını geriletti ve tüm bedenini
kastı. O anda fark etti ki; isterse duvardan kurtulabilirdi. Bunu kadına
hissettirmedi. Afrodit önünde iki adım attı ve Dünya’ya hırsla bağırmaya devam
etti.
‘’Bırakmak mı,
seni aptal insan, bu kadar kolay olmayacak. Yine de küçük bir yardımı senden esirgemeyeyim.
Ne kadar iyiyim değil mi? Güzel bir aşk büyüsüne ne dersin?’’ dedi ve elini
yumruk yapıp havaya kaldırdı. Teninden sızan ışıltı yumruk yaptığı elinde daha
bir canlandı. ‘’Bakalım aşık olacağın şanssız kişi kim olacak? Gözlerini
açtığında kimi görürsen uğursuz kalbindeki aşk ona akacak. Ares’in aşkı ile
birlikte bu büyü de senin için sözü edilmeyecek kadar önemsiz olacak.’’
Dünya,
Afrodit’in ona yapacağı lanetten korkmaktansa ona saldırmak için kendini ona
doğru attı. Afrodit’i şaşırtarak yükselmiş elini bileğinden tuttu ve ağırlığını
üzerine vererek kadını yere çaldı. Afrodit’in eli ve sırtı sertçe yere gelecek
şekilde düşünce elindeki lanetli büyü, duman misali havaya dağıldı. Dünya
parmaklarını kadının bakımlı saçlarına geçirdi, kadını bağırtırcasına çekti. Kendini
kaybetmişti. Damarlarından akan öfke, enerjiye dönüşmüştü.
‘’Sen benimle
baş edebileceğini mi sanıyorsun?’’ dedi Afrodit’i küçümser bir sesle. ‘’Bir
daha bana saldırmaya kalkarsan süslü başını lanet bedeninden ayırırım. İnan
bana, bunu yaparım Afrodit. Ve çok hoşuma gider.’’
Kadına karşı
bu sözleri söylediğine inanamadı ama onu saran başka bir güç vardı. Ve bu ona
tanıdıktı. Aniden ellerini kadından çekti ve ayağa kalktı. Afrodit dirsekleri
üzerinde geriledi. Dünya, ona bakmadan homurdandı:
‘’Çabuk git
buradan!’’
Afrodit de ondaki
tuhaflığın farkına varmış olmalı çünkü Dünya’nın dediğini ikiletmedi. Dünya
koridorda tek başına kalmıştı, duvarlardaki aplikler cızırdayarak titreşti.
Etrafa bakınarak odasına doğru adımladı. İnce bir gülüş kulaklarında çınlayınca
hızlandı ve odasına daldı.
Karanlık oda
paniğini iyice depreştirdi, eliyle duvara dokundu. Işıklar yandı ve
rahatlayarak duvara yaslandı; deli gibi acıyan kalbini yatıştırmaya çalıştı. Gözlerini
açtığında karşısında Asteria duruyordu. Kadın dudaklarında hain bir sırıtışla
Dünya’ya bakıyordu. Neredeyse kadının onunla gurur duyduğunu düşünecekti.
‘’Odama nasıl
girebilirsin?’’
‘’Bana
katıldığında şu hafıza sıkıntısından kurtulacaksın. Sürekli geriye sarmak
canını sıkıyor olmalı’’ dedi Asteria, pelerinini geriye attı. ‘’Seni bu
sıkıntıdan kurtaracağım.’’
Onu ikinci bir
ten misali saran elbisesi, kadını basit göstermektense cazibesini arttırmayı
başarmıştı. Dünya kadını süzmeyi bıraktı ve bakışlarını yüzüne kaldırdı.
Asteria’ya yalvarmayacaktı ama rica edebilirdi.
‘’Asteria’’
dedi dik durmaya özen göstererek. ‘’Gücünün büyüklüğünü, basit bir insana
işkence yaparak kanıtlayamazsın. Eline ne geçecek ki?’’
Asteria dolgun
dudaklarını yaladı ve ona doğru yaklaştı. Afrodit’in tırnağının yırttığı şakağındaki
kan sızıntısına parmağını sürdü ve lezzetli bir şeymiş gibi yaladı. Dünya
tiksinerek elinin tersini yanağına sildi, kadının dokunuşu tenini alevler
içinde bırakmıştı. Asteria gözlerini açtı.
‘’Basit bir insan
mı? Kendini o kadar küçümseme Dünya. Az önce yardımımla sahip olacağın o gücün
zerresiyle kendini nasıl hissettiğini anımsa.’’
Dünya bir anda
afallayınca kadın tepkisinden hoşlandı:
‘’Afrodit’in
canını yakmak hoşuna gitmedi mi? Dahasını arzulamadın mı? Bunun daha fazlası
senin olabilir.’’
‘’Benden ne
istiyorsun Asteria?’’
‘’İstemek
mi?’’ dedi Asteria yüzünü buruşturarak. ‘’Sen kendini ne sanıyorsun? İstemek
zayıflar içindir, ben istemem, emrederim. Kukladan başka bir şey değilsin benim
için.’’
‘’Bir şey
istemesen gücünün reklamını bu kadar yapmazsın. Ne istediğini sormamın nedeni
konuya çabucak girmen içindi, zaten senin istediğin hiçbir şeyi yapmam.’’
Asteria
ciddileşti ve kibirli bir bakışla Dünya’ya tepeden baktı.
‘’Bu saçmalıkların
iyice canımı sıkmaya başladı. Sana yaptığım yardımlar karşılığında bana köle
olman gerekirken hala soru soruyorsun. Her neyse, nasıl olsa yakında sol kolum
olacağından bu aptal lafların için seni öldürmeyeceğim.’’
Boyu ondan
uzundu ve topukları sayesinde en az on beş santim fark atmıştı. Bu yüzden
Dünya’nın yüzüne doğru eğilmek zorunda kaldı. Dünya’nın tüylerini diken diken
eden bir sesle konuştu:
‘’Sendeki
duyguların yoğunluğu çok hoşuma gidiyor. Bana gerekli olan da bu, sen benim
gücümü besliyorsun. Fakat Ares’i bu kadar sahiplenmen canımı sıkmaya başladı.
Neyse ki, ben bunun da çaresini düşündüm.’’
Dünya, kadına
olan öfkesini ve korkusunu yatıştırmaya çalışırken hiç yorum yapmadı. Kadınının
bir an önce çekip gitmesini istiyordu. Asteria parmaklarını aniden Dünya’nın alnından
tutup dağılmış saçlarına geçirdi ve başını duvara sertçe vurdu. Tuhaf yankılı
bir sesle konuşan Asteria’nın sesi, Dünya’nın kulaklarını acıttı.
‘’Ares ile
krallığımızı kurduğumuzda sende ödülünü alacaksın. Mücevher, kalbindeki iğrenç
sevgiyi öldürüp seni dönüştürecek ve kurbanın kanını döktükten sonra ordunun
başına geçmek için hazır olacaksın.’’
Asteria diğer
elini Dünya’nın boğazına kenetledi. Daha fazla sıkmamak için kendini zor tuttuğu,
elinin titremesinden belliydi. Bakışı yavaşça sakinleşirken parmaklarını Dünya’nın
boynundan aşağı doğru kaydırdı ve durakladı. Elini tişörtün yakasından sokup
papatya kolyesini dışarı çıkarttı. Siyah gözleri kısıldı ve bakışlarını Dünya’nın
gözlerine dikti. Kolyeyi hızla çekip koparttı. Dünya kolyeyi kadının elinden
almak için atıldı, fakat Asteria ondan daha hızlıydı.
‘’Bu, Ares’in
hediyesi olmalı. Gereksiz bir engel!’’ diye düşünceli bir sesle mırıldandı.
‘’Ve problem olabilir.’’
Avcunu, karnına
saplar gibi vurunca Dünya kasıldı. Kadının elinden Dünya’ya akan akım, siyah
dumanlar halinde tenine nüfuz ederken Dünya acıdan çıldıracak gibiydi. Bağıramıyordu,
nefes alamıyordu… Asteria’nın sesi kulaklarında tekrar yankılandı.
‘’Sözlerimi
unutacaksın ta ki iblis mücevheri ruhunu süsleyene kadar…’’ ses daha da
derinleşti. ‘’Bir mücevher alındı, diğer mücevher için yer açıldı.’’
Dünya
kulaklarını tırmalayan sesi defalarca zihninde duydu ve sonunda duvardan kaydı.
Başı yere çarpttı ve zihni derin bir karanlığa büründü.
Karanlık
parçalanmaya başlarken ellerini yere dayadı ve korkunç bir baş ağrısıyla yerden
doğruldu. Gözlerini aralayıp etrafına baktı. Odasındaydı, en son hatırladığı
şeyde hızla tırmandığı merdivenlerdi. Yoksa o da mı ışınlanmıştı? Ama becerememiş
olmalı ki, sırtı, başı bacakları ağrıyordu. Yavaşça doğruldu, elinin üstündeki
kanı fark ettiğinde gayri ihtiyari eli burnuna gitti. Hayır, burnu kanamıyordu.
Banyoya ağır
aksak yürüdü. Aynada dağılmış saçlarını, beyazlamış yüzünü ve şakağının
altındaki çiziği görünce şaşaladı. Yüzüne soğuk su çarparken kapısının
çalındığını duydu. Hemen saçını başını toplayarak kapıya yürüdü ve tahtaya dokundu.
Karşısında duran kadına anlamsızca baktı. Artemis ona bir şeyler söyledi.
‘’Efendim?’’
dedi anlamsız kelimelerini tekrar etmesi için.
Artemis onu
süzdü:
‘’Senin neyin
var? Uyuya mı kaldın yoksa?’’ Dünya başını sallayınca Artemis eliyle onun
yanağını gösterdi. ‘’Yanağına ne oldu?’’
Dünya omzunu
silkti, boşlukta gibiydi ve sebebini bir türlü anlayamıyordu. Artemis, odaya
giremediğinden ancak kapının eşiğine kadar geldi:
‘’Dünya, iblisler
mi?’’ dedi tereddütle. ‘’Odanda mı?’’
Dünya’nın
beynindeki karanlık aniden dağıldı ve kadına gülümsedi.
‘’Yok, artık! İblisin
odamda ne işi var? Hem olsaydı benim odada ne işim var? Galiba başımı çarptım.
Düşmüş olmalıyım.’’ Dedi. ‘’Hızlı koşuyordum da…’’
‘’Siro’ya
ihtiyacın var mı?’’
Başını
salladı. ‘’Gerek yok.’’ dedi. ‘’Neyse vakit kaybetmeyelim. Zaten yolculuk için
bir şeye ihtiyacım da yoktu, gidebiliriz.’’
Artemis pek
ikna olmamıştı:
‘’Dünya,
tişörtünün yakası yırtılmış.’’
Dünya ‘’Hayda!’’
diye tişörtüne baktı. Gerçekten de yakası dikişinden yırtılmıştı. ‘’Bana ne
olmuş böyle?’’
Artemis
nefeslendi
‘’Ares’e
haber…’’ kadın geriye dönecekti ki, Dünya havaya karışmadan onun kolunu tuttu.
‘’Ben iyiyim
Artemis.’’ dedi. ‘’Bilmediğim bir şey için onun da kafasını karıştırmayalım. Zaten
önemli olduğunu da sanmıyorum. Şu işten kurtulalım bizzat kendim araştıracağım.’’
Artemis
kaşlarını çatıp bir an Dünya’ya baktı. Dünya bıkkınca mırıldandı:
‘’Şimdi kırk
tane soru sorar ve ben olanları gerçekten hatırlamıyorum.’’
Artemis
isteksizce başını salladı:
‘’Tamam, ama dönünce
ilk iş bunu anlatacağız.’’
Dünya ‘’Tamam.’’
diyerek başını salladı.
Tişörtünü
değiştirdikten sonra Artemis ile birlikte en alt kata indiler. Diğerleri onları
koridorun sonunda, iki sürgülü, demir bir kapının önündeydiler. Ares, duvara
yaslanmış, sabırsızca elini duvara yasladığı bacağına vuruyordu. Apollon,
Athena’nın karşısına dikilmiş ona bir şeyler anlatıyordu, Adonis rahat adımlarla
yürürken elindeki bıçağını, havaya atıp yakalamaya çalışıyordu. Eros ise
Ares’in karşısındaki duvara dayanıp kollarını kenetlemişti. Dünya, ölümsüz
adamın, kaşlarının altından Ares’e attığı bakışlardan nedense hiç hoşlanmadı. Gözlerini
Eros’tan alıp Ares’e çevirdiğinde Ares hissetmişcesine başını çevirip onlardan
yana baktı.
Üzerinde, kolundaki
bandajı belli eden kolsuz bir üstlük vardı. Diğer kolunda da, dirseğinin hemen
üzerine taktığı Hekate’nin kalın örgüsü hafif buğulu bir ışıkla parıldadı. Üstlüğü
hafif bir zırha benziyordu ve tam ortasında incecik işlenmiş bir şekil göze
çarpıyordu. Dünya, şeklin ne olduğunu bilmiyordu ve önemli de değildi. Karşısında
ona gülümseyen adam, manzaradaki tüm ayrıntıları siliyordu. Koşma isteğine
karşı koyarak Artemis’in yanında yürümeye devam etti.
Dünya’nın
içinde tuhaf bir boşluk vardı. Odasına giderken başına ne geldiğini hiç hatırlamıyordu.
Bu hafıza kaybı Ares’in yarattığından farklıydı, sanki ağır bir şeyle anısının
üzeri örtülmüştü. O örtüyü kaldırmak Dünya’nın elinde olsa da, yeterince
önemsemiyordu, buna şaşırması gerekirken şaşırmıyordu. Kuşkusunun kaynağını
bile düşünmek istemiyordu. Ares’e doğru yürürken eli istemsizce boynundaki
kolyeye gitti. Parmakları hiçbirşeye dokunmayınca nihayet şaşaladı. Kolyesini
taktığını sanmıştı, canı sıkkın eli yana düşerken Ares’in yanına vardı.
‘’Bende sen
geç kalınca bayağı hazırlanıyorsun sanmıştım.’’ dedi Apollon. ‘’Ne yaptın? Uyudun,
yüzünü yıkadın geldin mi?’’
Dünya, adama
doğru yüzünü buruşturdu ve Ares’in uzattığı kolunun altına girdi. Ares onun
yerine Apollon’a cevap verdi:
‘’Elmasın
ışıldaması için illa traşlanması gerekmez.’’ dedi ve saçlarına bir öpücük
kondurdu. Sonra yüzüne doğru eğildi. ‘’Yanağına ne oldu?’’
Ares’in
herkesin ortasında onunla bu şekilde ilgilenmesi yüzünü alev içinde bıraktı.
Kekeleyerek cevapladı:
‘’Sanırım bir
şey sıyırdı, hatırlamıyorum.’’
Ares’in
gözleri kısıldı ve dikkatle kesiği inceledi:
‘’Dikkatli
olmalısın Dünya…’’ derken Athena’nın sesiyle doğruldu.
Athena gözlerini
devirip başını salladı:
‘’Az önce
endişelendi mi? Bu kesinlikle Ares değil!’’
Adonis, demir
kapıya hızlı adımlarla yürüdü ve sürgüleri sertçe açarken söylendi:
‘’Biraz
ciddileşmenizi isterdim!’’ dedi sert bir sesle ve demir kapıyı tek hamlede açıp
içeri girdi.
Her bir ölümsüz
birbirine kısa bakışlar attı ve sessizce Adonis’in ardından kapıyı geçtiler. Ares
kolunu Dünya’nın omzundan çekti:
‘’Alışacaktır.’’
Dedi ama kendi dediğine inandığı pek söylenmezdi. Huzursuzca sırıtıp eliyle
kapıya referans yaptı. ‘’Önce bayanlar’’
Dünya
kenarları paslı demir kapıyı geçerken Adonis’in ruh halini düşündü. Onu, en iyi
anlayacak kişi, kendisiydi. İkisinin de hafızaları silinmişti ama bir şekilde
sevgiyi anımsamayı başarmışlar veya yeniden âşık olmuşlardı. Biri
ödüllendirilirken diğeri kendi haline bırakılmıştı. Adonis’in kafa
karışıklığıyla yanlış duygulara kapılmasını nasıl engelleyeceğini ise bilmiyordu.
Ona hiç yardımcı olmadığının farkındaydı.
Tırabzansız
taş merdivenleri görünce bir an Dünya’nın dizleri çözüldü. Aşağısı, gerçekten çok
aşağıdaydı. Kalbi gümbürdemeye başlarken korkuyla geriledi. İki yanı boşluk basamaklar
metrelerce aşağıya iniyordu, soğuk taş duvarların oyuklarında yüzlerce mum
yanıyordu. Hemen arkasındaki Ares’e çarpıp sendeledi. Ares onu belinden
yakalayıp sabitledi, yoksa boşluğa düşecekti.
‘’Ben seni
tutacağım.’’
‘’Hayır, Ares
inemem.’’ dedi kekeleyerek.
‘’Daha önce
yaptın, yine yapabilirsin.’’ diye Ares kulağına büyüleyici bir sesle fısıldadı.
‘’Sadece bir kat ineceğiz.’’
‘’Düşerim!’’
‘’İzin vermem
sevgilim.’’
Dünya şimdiden
soğuk soğuk terlemeye başlamıştı. Tarihteki en korkak anahtar olarak
kendisinden utansa da bu yükseklikte bir yerden inmesine ihtimal yoktu.
Falezlerdeki basamaklardan inmişti ama orada sırtını duvara iyice yasladığından
destekliydi. Burada ise hiç destek yoktu.
Basamaklara
döndü, taş merdivenler yumuşamış gibi dalgalanınca Ares’in koluna sarıldı. İlk
adım zordu, tamam, diğerleri daha da zorlaştı. Ares ona yürümeyi öğretiyormuş
gibi çok kontrollüydü ama Dünya’nın başı bu kadar dönerken ayaklarını nereye
koyduğunu bile fark etmiyordu. Sanki basamaklar ayağının altında belirip yok
oluyordu. Yan yana inemeyecekleri basamakları yavaşça indiler. Zemine ayağını
attığında Dünya daha fazla ayakta kalamadı ve basamağa oturdu. Tüm bedeni
titriyordu ve midesi bulanıyordu.
Athena
‘’Anahtarımız bu kadarcık yükseklikten korkuyor mu?’’ diye söylendi. ‘’Bunu
niye fark etmedik?’’
Eros
cevapladı:
‘’Çünkü
genelde onunla ilgilenen Ares’ti.’’
Athena başını
salladı. ‘’Doğruya doğru.’’
Dünya
konuşulanlarla ilgilenmiyordu. Nefesini düzgünce almaya odaklanmıştı, bacaklarının
hala titremesine sinir oluyordu. Korkmaktan nefret ediyordu ama engel
olamıyordu. Ares’in tepkisiyle, bunun hafıza kaybı yüzünden olmadığını daha
öncesinde de karanlık ve yüksekliğin onu korkuttuğunu anlamıştı. Psikologları
ise bunu hafıza kaybına bağlamıştı, tedavi için verdiği paralara yeniden hayıflandı.
Dizlerinin
titremesi nihayet son bulurken diğerlerinin onu beklediğini gördü ve bu kendini
iyi hissettirmedi. Karşılarında üç tane kapı duruyordu. Kemiklerden oluşmuş orta
kapının kenarlarındaki meşaleler güçlü bir ışık saçıyordu. Sağ ve soldaki
kapılar daha sadeydi. Ares ve Athena soldaki kapının önünde boyuta
geçtiklerinde ne yapmaları gerektiğini tartışıyorlardı. Apollon ise bıkkın bir
bakışla onları dinliyordu. Artemis, Eros’un taktığı kolluğun bağlarını
sıkıştırıyodu. Adonis gözlerini yere dikmiş, tek başına duvara yaslanmıştı. Dünya
ayağa kalkarken onu bekliyormuşcasına Adonis duvardan doğruldu. Lacivert
gözleri mahzenin ışığında iyice koyulaşmıştı, huzursuzluğu tüm yüz ifadesinden
kolayca anlaşılıyordu. Kısa bir an gözgöze geldiler ve adam başını çevirip
Ares’e doğru yürüdü.
‘’Hazır mısın
Dünya?’’
Dünya ona
seslenen Artemis’e döndü ve başını salladı. Açması gerek kapı, soldaki kapıydı.
Basit, tahta kapıya yürüdü, koyu kahverengi kapı için fazla uğraşılmamıştı.
Tahtalar düzleştirilmemişti bile, uçları kurumuş budakları hala kapının üzerindeydi.
Pis kokulu bir reçine, göz gibi oyukların içinden sızıyordu.
‘’Dünya’’ dedi
Athena. ‘’Kapıdan geçtikten sonra arkamızdan kapatmalısın.’’
‘’Bunu nasıl
yapacağım?’’ dedi, çünkü boyuta geçtiklerinde kapı ortadan kayboluyordu. Denizin
ortasında deli gibi kapı arandığı aklına geldi.
‘’Kapıyı
kilitlemeye odaklanman yeter.’’ dedi Apollon. ‘’Zihninde kapıyı kilitlediğini
düşün, çok basit!’’
‘’Gerçekten çok
basitmiş.’’ diye mırıldanıp kapının önünde dikildi. Nasıl yapacağını bilmiyordu
ama basit olduğuna göre zorlanacağını
sanmıyordu. Ya da Apollon onunla dalga geçiyordu.
Kapıya usulca dokundu.
Kapı zaten açık olmalıydı çünkü parmakları dokunur dokunmaz paslı menteşeleri
gıcırdayan kapı kolayca açıldı. Ağır bir kükürt kokusu odayı doldurmuştu. Hepsi
yüzünü buruşturdu. Kapının açıldığı boyut gri bulutlarla kaplıydı, ilerisi
görünmüyordu. Ares, sırtındaki kılıcı parlak bir ışık saçmasına neden olan bir
hızla çekti ve adım attı. Önüne uzanan kol olmasaydı, kapıdan geçecekti.
‘’Dur, bakalım
ufaklık, önce ölümsüzler!’’ dedi Apollon.
Ares, bu
engellemeyle ilk defa karşılaşıyormuş gibi Apollon’a bakıp kaldı. Kahverengi
zırhı içinde göz kamaştıran Apollon belindeki kısa saplı saileri çekti ve
kapıdan tereddütsüz adımlarla geçti. Sonra ardından Athena, Eros ve Adonis
boyuta geçtiler. Artemis, ikisinin yanından geçerken Ares’e takılmadan edemedi.
‘’İlk adım her
zaman senin olmaz ölümlü.’’ dedi ve havalı bir bakış atıp yürüdü.
Ares şaşkınlığından
kurtulup Dünya’ya baktı. Dünya, sürekli liderlik yapmaya alışmış adamın afallamış
haline dayanamayıp güldü ve kapıya doğru adımladı.
Keskin kenarlı
kayaların oluşturduğu bir arazide buldular kendilerini. Her yerde, grinin
tonlarından başka renk yoktu, koyu gri kayalar, gri bulutların sardığı gökyüzü,
taşlı gri toprak… Havadaki sisi hortumlara dönüştüren rüzgâr, kararsız bir
hızla kaya labirentinde uğulduyordu. İçinde bulundukları ortam Dünya’ya tuhaf
bir şekilde tanıdık geldi. Ne olduğunu hatırlamaya çalışarak dikkatlice
etrafına bakındı. Sanki daha önce buraya gelmişti.
‘’Dünya, kapı!’’
dedi Artemis, diğerleri kayaların arasındaki koridorları kontrol ederken.
Dünya, kendine
gelip zihninde, girdikleri kapıyı canlandırdı ve kapının kapandığını hayal etti.
Gözlerini açıp Artemis’e baktı, kadın sırıttı. Bu mudur diye düşündü Dünya ve içini çekti. Gerçekten kolaymış.
Ölümsüzler
kayaların hapsinde ilerlemeye başladılar. En arkada Eros yürüyordu, en önde ise
Athena; ölümsüzler, Ares ve Dünya’yı ortalarına almışlardı. Ares bundan hiç
hoşnut değildi, kaşları çatık Dünya’nın yanından yürürken elindeki kılıcın sapını
sıkıca tutmuştu.
Genç adamın
arada omzunun üstünden geriye bakması dikkatini çekti. Bir adım geride yürüyen
Adonis’e yanaşan Ares, onun kulağına bir şeyler fısıldadı. Adonis başını
salladı ve adımlarını iyice yavaşlattı. Dünya, Ares’i tedirgin eden şeyin ne olduğunu
anlayamamıştı. Ortam, zaten başlı başına endişe vericiydi. Gökyüzünde sessiz
şimşekler çakıyordu, masmavi şimşekler gri gökyüzündeki bulutları parçalayarak
birbirlerine çarpıyordu. Hiç böyle bir şeye tanık olmamıştı. Dolanan bunca
şimşeğin bir de sesi olsaydı, düşündüğünü duymakta bile zorlanacağına emindi.
Adonis kaşla
göz arasında onlardan uzaklaştı. Grup kayaların arasından sağa döndü ve adam
tamamen gözden kayboldu. Apollon, Adonis’in kaybolduğunu ilk fark eden ölümsüz
oldu, soran gözlerle direk Ares’e baktı. Ares yürümeye devam ederken Apollon’a
kaşlarının altından baktı. Aralarındaki sözsüz anlaşma sayesinde Apollon bir
sonraki dönemeçte onların seçtiği yönün tersine doğru yürüdü. En önde giden
Athena’nın dikkati tamamen önündeki yolda olduğundan ikisinin ayrıldığını fark
etmemişti.
Dünya,
yanıbaşında yürüyen Ares’e başını çevirdi. Ares plancı bir sırıtışla gözünü
kırpttı. Dünya rahatlamamıştı. Tam ağzını açıp neler olduğunu soracaktı ki, bir
ıslık sesiyle Ares aniden geriye dönüp koşmaya başladı. Ölümsüzler ne olduğunu
anlamaksızın Ares’in ardından geriye döndüler. Az önce geçtikleri dört yol
ağzına geldiklerinde Ares hızla en yakın kayaya tırmandı. Gün ışığı kadar
parlak bir ışık geniş alanı aydınlattı. Işığın gücüyle bir insan silüeti gölge
gibi meydanın ortasında belirdi. Dünya ışığın kaynağına baktı. Apollon soldaki yolda
duruyordu, kollarını iki yana açmış avuçlarından çıkan ışığı ileriye doğru
yayıyordu. Onun, kanatsız bir meleğe benzediğini itiraf edebilirdi.
Athena’nın
küfrettiğini duyunca ilgisini ortada şaşalamış gölgeye çevirdi. Gölge çabucak
toparlandı. Apollon’un tersine doğru koşmaya çalıştı ama karşısına Adonis
çıkınca geldikleri yöne geri döndü. Athena’nın sesi çınladı ‘Bayılt’ ve
gölgenin ayaklarının dibine ışık topları ardı ardına düşmeye başladı. Gölge çok
hızlıydı, taklalar atarak toplardan kurtuldu. Eros ve Artemis’in fırlattığı
oklardan da kolayca sıyrıldı. Ellerinden kaçacaktı.
Dünya başını
Ares’e çevirdi. Ares kayaların üzerinden bir panter gibi koşarak avantajlı
duruma geçti ve yola varmak üzere olan gölgenin üzerine atladı. Ares son hızla
gölgeye çarpttı ve ikisi birbirine girerek yuvarlandılar. Durdurulan gölge
somutlaşırken Ares onun üzerinde doğruldu. Elindeki bıçağı cüppeli ve peçeli
yaratığın boğazına dayamıştı, diğer eliyle de omzundan bastırıyordu.
‘’Ares!’’ diye
Athena ona bağırdı. Yanındaki Artemis, okunun ucu gölgeye yöneltmişti. ‘’Kim
o?’’
Ares, teslim
olmuş gölgeye gülümseyen bir yüzle bakıyordu. Gölge eldivenli elini yükseltti
ve Ares’in bandajlı kolunu bileğinden omzuna doğru okşadı. Ares, bıçağını onun
boğazından çekti ve tek hamlede gölgenin üzerinden kalktı. Bıçağı belindeki
kına sokarken elini de hala yerde yatan gölgeye uzattı. Ölümsüzler olanlar
karşısında dikkati ellerinden bırakmasalarda kafaları en az Dünya kadar karışmıştı.
Athena tekrar ve uyaran bir sesle Ares’e seslendi:
‘’Ares!’’
Ares,
pelerinli gölgenin elinden tutup kaldırırken Athena’yı cevapladı:
‘’Sorun yok,
Hena, sakin ol biraz.’’
Pelerinli
doğrulduğunda Ares elini ondan çekti
‘’Senin ne
işin var burada?’’
Pelerinli ona
döndü:
‘’Bir şeyler
karıştıracağını düşündüm.’’ dedi ve diğerlerine baktı. ‘’Ama bu kadar yandaşın
olacağını tahmin edemedim.’’
Kadının ses
tonu Dünya’ya tanıdık geldi ama kim olduğunu çıkartamadı. Diğer ölümsüzlerde
huzursuzca birbirlerine baktılar. Ares derin bir nefes aldı ve kollarını
kavuşturdu.
‘’Zeus biliyor
mu?’’
Kadın ona
döndü:
‘’Sen
söylemediysen bilmiyordur.’’
‘’Ne yani,
kimseye haber vermeden bizi mi takip ettin?’’
‘’Ari…’’ dedi
kadın hoş ve samimi bir sesle. ‘’Benim huyumu unutmuş gibisin. Ben, yaptıklarım
için kimseye hesap vermem. Aynı senin gibi…’’
Dünya’nın
göğsü sıkıştı. Gözlerini kadından alamıyordu, kimdi bu kadın? Ares, kadın saçma
bir şey söylemiş gibi yüzünü büktü. Apollon onlara yaklaşırken diğerleriyle
birlikte Dünya’da hareketlendi.
‘’Her neyse.’’
dedi Apollon. ‘’Niyetin ne?’’
‘’Tarafsız bir
tanık istersiniz sanırım.’’ Dedi kadın. ‘’Çünkü diğerleri, hala Ares ve
anahtarı suçluyorlar. Ve size de inanacaklarını sanmıyorum, görüntünüz bunu gösteriyor.
İkna için işbirlikçilerin sözlerinden fazlasını isterler.’’
‘’Kimseyi ikna
etmeye çalışmıyoruz.’’ dedi Ares sertçe.
Kadın yüzünü
kapatan peçeyi aşağıya indirdi ve Ares’e büyük yeşil gözlerini dikti.
‘’Beni ikna
etsen yeter.’’ Diye konuşan Durga, elini kaldırıp Ares’in göğsüne, lanetli yıldız
dövmesinin olduğu yere elini koydu. ‘’Yoksa çok geç olacak.’’
Kadın elini
çektiğinde Ares’in kaşları çatıldı. Dünya, bu kadının o kadar şeyi nasıl
bildiğine şaşırsa da tepkisizlikte Ares’ten daha usta oyuncu olduğunu kendine kanıtladı.
Hepsi kadının çevresini sarmışlardı. Durga kötücül bir bakışla Dünya’ya döndü.
‘’Ve eminim
bunun sorumlusu sensin.’’ Diye fısıldadı.
‘’Geç demekle neyi kastettin?’’ dedi Athena.
Durga yalnızca
gülümsedi. Athena öfkeyle soluyunca Ares kadının koluna dokundu.
‘’Blöf yapıyor
Hena, aldırma.’’
‘’Anahtarın
yok edilmesine oy vermen samimiyetini azaltıyor.’’ dedi Eros ve diğerlerine
döndü. ‘’Geri dönmeli.’’
‘’Bizimle
gelsin.’’ diye konuşan Apollon eliyle sarı saçlarını düzeltti. ‘’Zaten boyut
kilitlendi, istese de dönemez.’’
Karar
verilmişti. Durga hoşnut bir ifadeyle pelerinin başlığını omuzlarına indirdi.
Koyu kahverengi saçlarını örmüştü, kadının yüz hatları çok düzgündü. Dünya’nın
bu yüzde okuduğu tek düşünce, kadının kendi çıkarı için onlara katılmış
olmasıydı.
15. bölüm
Kayaların
boyları alçalsa da, yolun üzerindeki taşlar daha çoğalmıştı. Sonunda kayalardan
ve taşlık yoldan kurtulduklarında karşılarına uçsuz bucaksız bir alanın ortasında
duran alçak ve geniş bir dağ çıktı. Dağın tepesi, dev bir el tarafından koparılmışa
benziyordu. Taş ve topraktan oluşan dağın ne üzerinde ne de çevresinde canlı
bir şey yoktu. Yine de ölümsüzler tetikte durmaya devam ettiler. Dünya, az
sonra bunun nedenini anladı.
Henüz birkaç
adım ilerlemişlerdi ki, gökyüzünde dolanan şimşekler, yıldırıma dönüşerek hemen
önlerindeki alana düşmeye başladı. Yıldırımların düştükleri yerde tuhaf bir
duman oluştu. Duman hızla dağılırken aralarında tek dizleri toprağa değen
eğilmiş yaratıklar belirdi. Cinsiyetsiz bedenler topraktan doğruldu. Tenleri
metalimsi boğuk bir ışıltıyla parlıyordu, çıplak bedenlerinde ne tüy ne de kıl
vardı. Siyah gözleri karanlık deliklere benzeyen yaratıklar geçit vermez bir
tavırla önlerinde dikildi. Yaratıkların ağzı yoktu. İnsan değildiler, iblis de
değildiler, saf enerjiden oluşmuşlardı.
Ares
bıçaklarını çekerek Dünya’ya uzattı:
‘’Enseleri!’’
Söylediği tek
kelime buydu. Ardından sırtındaki kılıcı çekip öne çıktı. Dünya ellerindeki
bıçaklarla ne yapacağını bilemez halde kalakaldı. Dünya’nın şaşkınlığına karşın,
Durga hiç tereddüt etmeksizin pelerinini omzundan geriye attı ve mırıldandı.
‘’Geride
durman daha iyi anahtar, sana zarar gelmesin. Ne de olsa eşsizsin.’’
Kadının
alaycılığına sinir olan Dünya, bıçakları sıkıca tutup Durga’ya saldırmamak için
tüm kaslarını gerdi. Kadın yan gözle ona baktı ve sırıtarak Ares’in yanına ilerledi.
Belinde asılı, yuvarlak, kenarları keskin bir aleti eline aldı, diğer eline de
bacağındaki kından çektiği kıvrık uçlu hançeri.
Ölümsüzlerin
hepsi özel silahlarını çekmişlerdi fakat karşılarındaki yıldırım yaratıkları
onlardan fazlaydı. Belki onlara hiç saldırmamalıyız, diye düşünen Dünya’nın iyi
niyetine karşılık yıldırım yaratıklar ellerini yumruk yaptı. Yumruklarının
arasından tırtıklı metaller belirdi ve silahlanan yaratıkların hepsi birden
onlara saldırdı. Ortalık birden savaş alanına döndü. Ölümsüzler ellerindeki
silahlarla saldırılara karşı koyuyorlardı ve bir yol açmaya çalışıyorlardı.
Dünya
kararsızca kenarda durdu, onunda yardım etmesi gerekiyor muydu? Bir şeye,
öylesine nasıl saldırılır bilmiyordu ki… Ares, elindeki bıçağı yaratığın ensesine
sapladığında, yaratık titreşerek yeniden yıldırıma dönüştü ve toprağa aktı.
Yanındaki Apollon’da sailerinin her birini iki yaratığın ensesine geçirmişti.
Saileri çıkartırken karşısındaki Ares’e sırıttı:
‘’Biz buna
topraklama diyoruz.’’ dedi ve saileri ellerinde çevirerek kalan yıldırım
yaratıklarına döndü.
Ares, sanki
savaşmayıp eğleniyormuşcasına rahat bir yüz ifadesiyle yaratıkları birer birer
deviriyordu. Dünya, Athena’nın attığı narayla havalandığını gördü. Kadın havada
dönerek aşağıda kalan iki yaratığın boyunlarını uçurdu ve tekme atarak başka
bir yaratığın sırtına çarptı. Yere düşen yaratığın ensesine kısa mızrağını
sapladı, hızlı bir hareketle üstünden aştı. Kısa mızrağı sarstı, mızrak uzarken
diğer tarafındanda cam parlaklığında metal bir bıçak çıktı. Gözlerini kısan
Athena, ona doğru atılan dört yaratığın arasına hiç korkmadan daldı.
Adonis,
Artemis ile sırt sırta savaşıyordu. İkisini sıkıştırmaya çalışan yaratıkları kâh
kendi başlarına kâh birbirlerinin bedenlerini kullanarak yıldırıma dönüştürüyorlardı.
Durga, Ares’in biraz ötesinde esnek bedeninin yardımıyla saldıranlardan kolayca
sıyrılıp işlemeli hançerini enselerine saplamaya devam ediyordu.
Dünya iyice
geriledi, bıçakları tutan elleri sıkmaktan terlemişti. Yaratıkların sayısı
azalmıyordu çünkü yeni askerler gökyüzünden aralıklarla düşmeye devam ediyordu.
Başka bir şey Dünya’nın ilgisini çekti. Yıldırım yaratıklar sadece bir alana
düşüyordu. Yere baktı, toprak metal tozlarıyla karışıktı. Kayaların dört beş
metre ötesinde toprak çeşitleniyordu. Nereye kadar gittiğini kestirmek için bakışlarını
ileriye çevirdi ve ona doğru koşan bir yaratıkla karşı karşıya geldi. Yaratık
elindeki şimşek biçimindeki kılıcı havaya kaldırdı. Dünya, buz tutmuş bir halde
bakarken bir diğerinin de ona doğru hareketlendiğini göz ucuyla gördü. Toprağın
sınırına gerilemek için adım atmayı başardı ama çok geçti. Karşısındaki
kılıcını ona savurdu ama hedefini bulamadan, dengesizce ayaklarının dibine
düştü. Ensesinde bir ok duruyordu. Eros attığı okun üzerine bıçağı geçirdi.
Onlara yaklaşmış diğer yaratığa bir anlığına baktı. Altındaki yaratık toprağa
akarken Eros tek eliyle yerden destek aldı ve bacaklarını havalandırdı. İki
bacağını kullanarak yaratığın midesine attığı tekme sayesinde yaratık
sendeledi. Dünya aniden atıldı ve ona doğru sendeleyen yaratığın bacağını
çeldi. Yaratık düşerken elindeki bıçağı hiç düşünmeden salladı. Bıçağın
hedefini bulduğunu hissedince kendine gelip bıçağı çekti. Geriye adımlarken
yaratık yıldırıma dönüşüp toprağa karıştı.
Ona bakan
Eros’a döndü:
‘’Sınırları
var.’’ dedi. ‘’Toprağa bak!’’
Eros, gözlerini
toprağa çevirdi ve yüzü aydınlanarak sırıttı. Ayağa kalktı, elini Dünya’ya
uzattı.
‘’Aç
pergelleri!’’ dedi ve Dünya elini tutunca hızla onu çekip ayağa kaldırdı. İkisi
de duraklamadan koşmaya başladılar.
‘’Dağa doğru
koşun!’’ diye bağırdı. ‘’Savaşmayı bırakın!’’
Eros ve Dünya
karmaşadan sakınarak koşarken diğerlerine bağırıyorlardı. Sınırı göremeselerde,
yıldırım yaratıklarının hiç belirmediği yöne doğru hızlandılar. Ares ve diğer
ölümsüzlerde yaratıklarla savaşmaya devam ederek onları takip ediyorlardı.
Adonis geride kalmıştı. Karşısına çıkan üç yaratık ellerindeki kılıçları
pervane gibi çevirerek onun önünü kesti. Ares, diğerlerine bağırdı:
‘’Devam
edin!’’ ve Adonis’e doğru geri döndü.
Ölümsüzler bir
anlık kararsızlıktan sonra ileri koşmaya başladılar. Dünya ‘’Ares’’ diye
bağırarak duraklayacak oldu, Eros onu kolundan tuttuğu gibi sürüklercesine
çekti. Dünya arkasına bakarak Eros’un onu yönlendirmesine izin verdi.
Kalan yıldırım
yaratıkları Adonis ve Ares’e yöneldiler, onlar yetmezmiş gibi yenileri de
alanda belirmeye başlamıştı. Adonis ona yardıma gelen Ares’e saldırmak üzere
olan yaratıklara doğru ellerindeki bıçakları fırlattı. Bıçaklar ikisinin
ensesine saplanıp yaratıkları dönüştürürken Ares yaratıkların üstlerinden atladı.
Karşı karşıya kaldığı yaratığı atlatarak çevresinden dolandı, ensesine bıçağı
sapladı ve hemen geri aldığı bıçakla Adonis’e koşmaya devam etti.
Adonis
silahsız kalmıştı, önünü kesenlerden ikisi kılıçlarıyla ona saldırdı. Adonis
atak hareketlerde saldırılardan sakındı. Ares, üçüncü yaratığın üzerine atlayıp
onu devirdi, dizi yaratığın boğazındayken sırtındaki kılıcı Adonis’e fırlattı.
Adonis, havada yakaladığı kılıçla birlikte yaratıklara geri dönerken; Ares, bıçağını
çoktan altındaki yaratığın ensesine gömmüştü. Adonis, ona doğru savrulan kılıcı
elindeki kılıçla blokeleyip çevirdi ve yaklaşan diğerine tekme attı. Tekme
attığı yaratık, Adonis’in bacağına, can havliyle kendi kılıcını sapladı. Kılıç
elektrik akımına dönüştü ve Adonis’in baldırında derin bir yara açarak yanmasına
sebep oldu. Adonis acısına aldırmadan başka bir yaratığa döndü ve kılıcını
yaratığın boğazına sapladı.
Ares, adama
koşan diğer yaratıkların ulaşmasını engellerken Adonis’e bağırdı. Adonis
öfkeyle kılıcını blokelediği yaratığa döndü. Yüzünde korkunç ve acımasız bir
ifadeyle yaratığın üzerine atladı ve dişlerini yaratığın boynuna geçirdi. Yaratık
göz kamaştırıcı şimşekler çıkartırken Adonis başını yaratığın boynundan
kaldırdı ve Ares’e baktı. Ares başını salladı ve durup onları izleyen
ölümsüzlere doğru koşmaya başladı. Adonis, hiç yaralanmamışcasına doğruldu,
gittikçe hızlanan bir tempoyla Ares’i takip etti.
Dünya ve
ölümsüzler sınırı bulmuşlar, iki adamın savaşını seyrediyorlardı. Athena ve
Artemis oklarıyla bazılarının Adonis ve Ares’e ulaşmasını geciktirmişlerdi.
Fakat hala yeni yıldırım adamlar düşmeye devam ediyordu. Yaratıklar, onlara
doğru ellerindeki kılıçlarını fırlattılar, kılıçlar şimşeğe dönüştü ve
üstlerine yağmaya başladı.
‘’Durmayın, koşun!’’
diye bağıran Ares’in omzunu sıyıran bir akım Apollon’un ayakları dibinde patladı.
Sınıra az
kalmıştı ama onları şimşeklerden koruyacak bir korumaya sahip değillerdi. Derken
Adonis durakladı ve Ares sınırı geçti. Adonis’in durakladığını farkedince kayarak
durdu ve adama döndü. Adonis, ellerini iki yanında yumruk yaptı, ellerinin
arasında kıvılcımlar dolanıyordu. Haykırarak çöktü ve ellerini yere vurdu.
Dünya sadece
uçtuğunu hissetti ama geriye doğru. Göz kamaştırıcı bir ışık patlamasıyla tüm
alan sarsıldı. Dünya düştüğü yerden doğrulup gözlerini araladığında
karşısındaki manzara karşısında dili tutuldu. Yıldırımlardan oluşan devasa bir
küreye bakıyordu, küre yıldırım adamları kendine çekerek sarmalandı. Geniş bir
hortuma dönüştü ve gökyüzüne doğru yükseldi. Dünya, Adonis’i göremiyordu. Adam,
hortumun içinde kaybolmuştu, belki de bu kadar güçlü bir hortuma karşı
yeterince ölümsüz değildi. Hortuma en yakın olan kişi Ares’ti, elini gözüne
siper etmiş az önce Adonis’in olduğu yere bakıyordu.
Hortumun gücü
azalmaya başlamıştı, gökyüzü ise tamamen kalın ve çatallı şimşeklerle doluydu.
Dünya gözlerini kıstı, mavi akımların içinde, birinin, onlara doğru rahat
adımlarla yürüdüğünü gördü. Gülümsedi:
‘’Adonis.’’
Adonis ışığı
azalan ve dağılan kürenin içinden gayet sağlıklı bir şekilde adımladı. Ona
bakanlara karşı kibirli bir tavırla omzundaki tozu silkeledi ve sırıttı.
‘’İşte şimdi
şarj oldum.’’
Ares, kahkaha
atıp kolunu adamın omzuna attı:
‘’Tam bir
parti adamısın, dostum.’’
Adonis,
elektrik mavisine dönüşmüş gözlerini Ares’e çevirdi. İki adamın arasındaki
samimiyet ve dostluk yüzlerinden belliydi. Artemis, Adonis’in üzerine kendini
atana kadar bakıştılar. Artemis neşeyle Adonis’in boynuna sarıldı.
‘’Seni geri zekâlı,
aptal!’’
Adonis, ona sözleri
için teşekkür ederken gözleri bir anlığına Dünya’ya takıldı. Dünya, adamın
yaptığı gösteri ve sonrasında ölümsüzlerin coşkusu karşısında heyecanlanmıştı.
Elleriyle saçlarını sıvazlayıp Adonis’e gülümsedi. Adonis’in yüzündeki gururlu
sırıtması hafifçe solarken başını çevirdi. Dünya, bu tepki karşısında
bozulmuştu ama belli etmeksizin nefeslenip Adonis’i kutlayan ölümsüzleri
seyretmeye devam etti.
Ares, gruptan
ayrılmıştı ama memnun bir yüzle onlara bakıyordu. Durga, bir yandan pelerinin
bağını açarken Ares’e doğru adımladı. Pelerini omuzlarından düştü, kumaşın
çıkardığı sese bakan Ares gözlerini Durga’ya dikti. Kadının üzerinde bileklerine
anca gelen bir pantolon vardı, kalçasına sarılan tülle aynı işlemeli kumaştan
yapılmıştı. Kalçasına sarılan tülü, önünde gevşekçe bağlanmıştı. Belini açıkta
bırakan kumaş bluz giymişti ve dekoltesi de gayet cesurdu. Dantel ve tüllerin
içinde, savaştan çok partiye hazırlanmışa benziyordu. Belinde asılı silahları
bile zarifliğine katkıda bulunuyordu.
Durga, Ares’in
sargılı kolunun yanında durdu. Sargının altından kan sızıyordu, dikişleri
açılmış olmalıydı. Durga, ucu kıvrık hançerini çekti ve sargıyı tek hamlede
kesti. Sargılar yere düşerken kesiğin kötü hali gözler önüne çıktı. Dirseğine
yakın dikişler açılmıştı, sargıların hapsinden serbest kalarak ikiye ayrılan
yarasından akan kan eline doğru yayıldı. Ares, kadının ne yapmaya çalıştığını
tuhaf bir bakışla izlerken diğerleri de ikisine doğru döndüler.
Hançerini
yeniden belindeki kına takan Durga, dimdik doğruldu ve iki yandaki ellerini uçacakmış
zarifçe gibi yükseltti. Hareketleri bir dansı andırmıştı, bileklerinin
parmaklarının duruşu çok zarifti. Kollarını başının üstüne kaldırdığında Dünya
gözlerine inanamadı, çünkü kollar sanki çoğalmıştı. Bir anlığına sekiz tane
kolu oldu ve avuçlarını başının üzerinde birleştirdiğinde diğer kollar teker
teker yok oldu. Durga kısa bir hint selamı verdikten sonra ellerini Ares’in
yarasının üzerine koydu ve dudaklarını yaraya yaklaştırıp nefesini üstüne
üfledi. Soluğu buhara dönüşüp Ares’in kolunu kaplarken kadın kibirli bir yüzle doğruldu.
Ares
bakışlarını kadından alıp koluna baktı. Buhar dağılmaya başlamıştı. Herkesin
şaşkın bakışları altında kesik iyileşti. Durga, Ares’in yüzünü, elleri arasına
aldı ve kendine yaklaştırdı. Kaşının üzerindeki kesiği de dudaklarıyla okşar
gibi öptü ve dışarı verdiği soluğu buharlaşıp yarayı iyileştirirken kadın onu
bıraktı ve gülümseyerek bir adım geriledi. Ares, eliyle önce kolunu kontrol
etti, sonrasında eli kaşına yükselirken hayretle Durga’ya baktı.
‘’Bunu
yapabildiğini bilmiyordum.’’ dedi memnun bir sesle.
‘’Çünkü daha
önceleri ölümlü değildin.’’ diye hoş bir sesle karşılık veren Durga eliyle
Ares’in çenesini hafifçe okşadı. ‘’Ayrıca hakkımda bilmediğin o kadar çok şey
var ki…’’
Kadın
sözlerinin ucunu açık bırakıp Ares’e sırtını döndü ve yeşil gözleri, Dünya’nın
yüzündeyken sırıttı. Dünya’nın canı sıkılmıştı ama tepki vermeden öylece kadına
baktı. Durga’ya onu kızdırma zevkini vermeyecekti.
Yıldırımların
oluşturduğu fırtına dinmişti. Adonis ve Durga’nın yaptıklarını konuşurken
yürümeye devam ettiler. Adonis yıldırım yaratığını öldürdüğünde onun yeteneğini
bir süreliğine aldığından bu enerjiyi kullanarak tüm yaratıkları gökyüzüne geri
iletmeyi başarmıştı. Diğer ölümsüzler onun bu yeteneğinden haberdardılar ama bu
şekilde kullanılabileceğine inanamışlardı. Bu yaratıkları daha önce
görmemişlerdi, başiblislerin hapsinden sonra yapılan bir büyü yüzünden, çukura
kadar bu tarz tuzaklarla karşılaşabileceklerini konuştular. Çukurun iki girişi
vardı, biri Adonis’in kontrol ettiği Tartaros’ta diğeri ilerdeki dağdaydı. Dünya,
Eros’un Tartaros’a giremediğini öğrendi, sebebini anlatmadılar. Tartaros’tan
geçen yol çok tehlikeli olduğundan ve Eros yüzünden bu yönü tercih etmişlerdi.
Ölümsüzler
konuşurken Dünya ilgisizce adımlıyordu. Bir süredir onları dinler gibi
gözükmeye bile uğraşmıyordu. Ares yanına yaklaştığında da aldırış etmedi,
içindeki sıkıntı onu boğuyordu. Çünkü son beş dakikadır, Durga ile Ares arkada
kalarak bir şeyler fısıldaşmışlardı. Ares, Dünya’ya kolunu dolayarak kendine
çekti ve saçlarından öptü.
‘’Zeki
sevgilim benim.’’ diye fısıldadı. ‘’Sınır olayını sen çözmüşsün, Eros
söyledi.’’
Dünya, Ares’in
temasından sakınarak kollarından sıyrıldı. Ares, onun tepkisi karşısında kaşlarını
çatarken Dünya, onu kızdırmanın zevkiyle doğruldu. Duygusuz bakışlarını, altın
gözlere dikti:
‘’Bir işe
yaradığıma sevindim. Beni boşuna getirmemiş oldun.’’
Ares
bozulmuştu, yüzü asıldı. O sırada Artemis, yanlarına gelip gergin havayı anında
dağıttı.
‘’Dünya, sen
tanıdığım en akıllı anahtarsın. Tılsımı çözeceğine iyice inandım şimdi.’’
Apollon şakacı
bir tavırla Artemis’in omzuna kolunu attı:
‘’Tatlı
kardeşim, sen biraz geç anlıyorsan, kız ne yapsın?’’
Artemis,
Apollon’nun midesine dirseğini geçirince Apollon gülerek kasıldı. Canının
acıdığı belliydi, yine de gülmeye devam etti. Athena’nın sesiyle şakalaşmayı
bırakıp toparlandılar.
‘’Hala
görevdeyiz çocuklar!’’
Dünya,
karşılarındaki dağa gözlerini dikti. Kurşuni renkteki dağın çevresini saran taş
kemerler, kırık dişler gibi seçilmeye başlamıştı. Hala uzaktalardı ama dümdüz
alan sayesinde görüşleri iyiydi. Dünya içinde oldukları alanda bir şeylerin
değiştiğini fark etti ama o kadar küçük farklardı ki, neyin değiştiğinin anlamakta
zorlanıyordu. Sanki kımıldayan her neyse o, başını çevirdiğinde duruyordu.
Gökyüzü
sakinleşmişti, Adonis’in numarasından sonra eski bulutlu haline dönmüştü. Apollon
ve Ares en öndeki Athena’nın hemen ardında yürüyorlardı, Artemis ve Durga sağ
ve solu tutmuşlardı. Gelecek bir saldırıdan Dünya’yı korumak için onu ortaya
almışlardı. Eros ve Adonis arkadaydılar. Birbirlerine yakın olsalarda işin
ciddiyetiyle pek konuşmadan ilerliyorlardı. Dünya adımlarını yavaşlatıp Eros’un
yanına yanaştı.
‘’Burası
neresi?’’
‘’Ara boyut.’’
dedi Eros. ‘’Burası her şey ve hiçbir şeydir. Boyutlararası enerji buradan
geçtiği için ne olacağı asla kestirilemez, bu yüzden tehlikelidir.’’
Adonis lafa
girdi:
‘’Yani gördüğün
şeyler yanıltıcı olabilir.’’
Dünya yüzünü
buruşturdu:
‘’Yanılmakta
da benden iyisi yoktur.’’ Dedi. ‘’Az önceki hareketleri nasıl yaptığımı bile
anlayamadım. Kendimi bile yanıltabiliyorum.’’
Adonis
gülümseyince gamzeleri belirginleşti, ona bakışı çok tuhaftı. Dünya boğazını
temizleyip başını çevirdiğinde Eros onun lafına açıklık getirdi.
‘’Sen kaç
senedir çoğu görevimizde bizimleydin, Dünya. Ayrıca daha öncesinde iyi bir eğitim
aldın.’’
Adonis’in
gülüşü iyice yayıldı.
‘’Ve bir
şekilde bunları hatırlıyorsun. Ne ilginç, değil mi?’’
Dünya, adamın
ne kastettiğini anlayamadı, acaba o da Dünya gibi geçmişteki anılarını mı
hatırlıyordu. Dünya’nın itiraf etmesi için ona zarf mı atıyordu. Adonis, elini
sol göğsüne koydu:
‘’Herkesin
anımsadığı şey farklı…’’
‘’Adonis!’’
dedi Eros uyaran bir sesle.
Dünya, Eros’un
ses tonundan daha önce bu konuda konuşulduğunu anladı. O yüzden Adonis, Ares ve
onu şimdilik kabullenmiş görünüyordu. Çünkü mutfaktaki tepkisinden sonraki
sakinliğinin başka açıklaması olamazdı. Adonis, kaşlarının altından Eros’a
baktı:
‘’Bir şey mi
var Eros?’’
‘’Aslında
senin neyin var? Dünya’nın aklını en son karıştırmaya çalıştığında neler
olduğunu sana anlattık. İkisinin arasına girme.’’ Dedi Eros, dişlerinin
arasından mırıldanarak ekledi. ‘’İstediğin herkesi elde edebilecekken bu
ısrarın neden?’’
Adonis
duraklayan Eros’un karşısına dikildi.
‘’Ares’in
avukatlığını bırakmaya ne dersin, Eros? Karar ne sana, ne bana, ne de Ares’e
ait!’’ dedi ve Dünya’yı gösterdi. ‘’Onun, kendi seçimini yapabileceğini
düşünüyorum. Sırf ikiside ölümlü diye, Ares’in onun sahibiymiş gibi
davranmasına izin verecek değilim.’’
Dünya, Eros ve
Adonis’in onun hakkında yaptığı tartışmaya sıkıntıyla katıldı:
‘’Hey, ben
buradayım!’’ dedi. ‘’Bu saçma muhabbeti kesin.’’
İki adamda ona
dönünce devam etti.
‘’Ölümlüler
oyuncak değil. Haberiniz olsun, bizimde irademiz var. Düşünebiliriz. Karar
verebiliriz.’’
Sırtını onlara
dönüp Artemis’in yanına doğru hızlandı. Sinirden elleri titriyordu. Bu kibirli
ölümsüzlere gittikçe öfkelenmeye başlamıştı. Kendilerinden başkasının söz hakkı
yokmuş gibi kararlar veriyorlardı ve boyutları savunmakta da pek başarılı
değillerdi. Bunun sorumlusu olarak bile Dünya’yı suçlamayı tercih ediyorlardı.
Dünya, bakışlarını
Ares’in sırtına dikti; altın gözlü terslendikten sonra yanına hiç
yaklaşmamıştı. Hem gözünün önünde Durga’nın kendisine kur yapmasına izin
veriyor, hem de hiçbirşey olmamış gibi yanına geliyordu. Ares’in bu tarz
şeylere takılmaması gerektiğini söylediğini hatırladı, acaba onun yerinde Ares
olsaydı nasıl davranırdı? Önemsemeyip tüm dikkatini içinde bulundukları ortama
ve yapacakları göreve yöneltebilir miydi?
‘’Durga’ya
aldırma Dünya.’’ dedi Artemis. ‘’Onu kıskanmana gerek yok.’’
‘’Ne
kıskanması!’’ dedi Dünya bozuk bir sesle. Keşke daha sakin konuşabilseydi,
belki inandırıcı olabilirdi. ‘’Sadece yürümekten canım sıkıldı.’’
Artemis
dudağını büktü:
‘’Külahıma
anlat.’’ dedi ve ona yaklaşarak kısık sesle konuştu. ‘’Bak, Ares’in biraz
çapkın olduğu bariz ama sadakati konusunda şüphen olmasın. Kalbindeki kişiye
ihanet edeceğini hiç sanmıyorum.’’
Ters bir
bakışla Artemis’e bakan Dünya nefeslendi. Kalbinde olmanın ona yetmeyeceğini
kadına nasıl anlatabilirdi, o Ares’in tüm ruhuna işlemek istiyordu. Kimseyle
paylaşmak istemiyordu. Başını öne eğdi, fark etti ki, düşünceleri ona değil,
hastalıklı birine aitti. Ölümsüzlerin içinde durmaktan, kendisini tanıyamaz
olmuştu. Ruhundaki fırtına sakinleşmeye başladı, sıkıntısı yavaşça dağıldı.
Öndeki grup
aniden durdu. Çünkü önlerindeki toprak kımıldanmaya ve fokurdamaya başlamıştı.
Büyük bir kabarcık yükseldi ve patladı. Toz zerreleri havaya dağılırken zemin
kabararak yükseldi. Yükselti, toprakları saçarak patladı ve içinden üç tane
kadın fırladı. Kadınların teni açık eflatun renkteydi ve şeffaf pembe kanatları
vardı. Omuzlarından geçen çapraz bir zincir bellerini sarıp sırtlarında
birleşiyordu, çaprazın tam ortasında içi boş bir daire vardı. Pırıltılı pullarla
işlenmiş elbiseleri, kanatlarının esintisiyle dalgalanırken aynı anda konuştular.
‘’Geçiş
yasak!’’
Athena öne
çıktı:
‘’Yolumuzdan
çekilin!’’
Adonis koşarak
Dünya’nın önüne geçtiğinde Ares ona doğru dönüyordu. Dünya’nın yanında onu
koruyan Adonis’i görünce ikinci adımını atmaksızın dudaklarını sıkıp arkasını
döndü. Adonis sırtındaki yayı çıkarttı. Eros, Apollon, Artemis ve Athena’da çoktan
yaylarını çıkartmışlardı. Durga çakrasını eline aldı ve Ares’in yanına dikildi.
Ares’in elinde sadece kılıcı vardı. Dünya, kadının da Ares’i korumaya aldığını
anladı, Adonis’in onu savunmak için yanına geldiği gibi. Herkes değer verdiğini
korumaya çalışıyordu…
Kadınlar tuhaf
bir çığlık atarak çaprazlama uçuştular. Ağızlarından fırlattıkları alevli
toplar ölümsüzlerin ayaklarının dibinde patladı. Ölümsüzler hızlı hareketleri
sayesinde toplardan sakınmışlardı. Doğrulup periyi andıran kadınlara ok atmaya
başladılar. Kadınlar havada parendeler atarak kolayca oklardan uzağa uçtular. Yeniden
toparlanıp alevli kürelerini yağdırmaya başladılar ve ölümsüzleri
birbirlerinden ayırmayı başardılar.
Durga,
yuvarlandığı yerden doğrulup elindekini en yakındaki periye fırlattı. Keskin
daire, perinin tenine çarpttı ama ona zarar vermeksizin geri sekti. Derileri, çelikten
daha sertti. Ölümsüzler birbirlerine kısacık baktılar, ne yapacaklarını düşünüyorlardı.
Kadınlar yeniden dalışa geçtiler, parmakları pençeye dönüşmüştü. Attıkları
oklarda zarar veremeyince ölümsüzlerin elinden sadece kaçışmak geldi.
Pençelerden ve ateş toplarından sakınan Dünya, Ares’in kararlı bir şekilde ayağa
kalktığını görünce yüreği ağzına geldi. Adam, perinin ona fırlattığı alevden,
bileğindeki deri zırh sayesinde korundu. Kendine karşı diklenen Ares’e haddini
bildirmek için öfkeyle çığlık atan kadın, bu sefer pençelerini açarak Ares’in
üstüne atıldı. Athena, ikisinin arasına girmeye çalıştı ama peri Athena’yı bir
bebek gibi yana fırlattı. Ares, perinin boşluğundan faydalanarak sırtına atladı
ve beraberce yukarı yükseldiler.
Hepsi aynı
anda ayaklandılar. Dünya, dehşet içinde kalmıştı. Çoktan havada bir itişme
başlamıştı ve hiç biri ona yardım edemiyorlardı. Periyi, uçuşunu engelleyen
Ares’in elinden almak için diğerleri de Ares’e saldırdılar. Ares, ona atılan perinin
göğsündeki zincire parmaklarını geçirdi ve güçlü bir tekmeyle onu kendinen
uzaklaştırdı. Peri çığlık atarak havada taklalar atarken bir diğeri Ares’in
boğazına doğru ellerini uzattı. Ares, üzerinde olduğu perinin omuzlarından
yakaladı, parmakları zincire geçmişti. Hızla asıldığı zincir, elinde kalırken
peri tırnaklarını Ares’in sırtına geçirdi. Ares homurdanarak elindeki zinciri
ona saldırmaya çalışan perinin boğazına sardı ve aşağıya seslendi.
‘’Ne
duruyorsunuz?’’
Athena, ilk
ayılan oldu, yayını gerdi ve zincirsiz kalan ilk periye fırlattı, ardından bir
tane daha. Oklar, bu sefer hedefine saplanmıştı. Peri umutsuz bir çığlıkla yere
düşerken Ares boğazına zincir doladığı perinin onu yükseltmesiyle diğer periden
ayrıldı. Tabi ki, kalan son zinciri de kopartarak… Büyülerinin korumasından
çıkmışlardı. Boğazına dolanan zincirle peri dengesini kaybetti. Ares periyi
kendine çekerek sırtındaki kanadın birine asıldı.
Dünya, yerden
bu kadar yukarıda olan adamın düşmesi halinde kurtulamayacağını biliyordu. Ölümsüzler
hayatta kalan son periye oklarını hedeflemişlerdi ama Ares yüzünden vuramıyorlardı.
Ares, perinin kanadını kopartırcasına çekince peri ince bir çığlık attı. Fakat
Ares, perinin boğazındaki ince zinciri koluna dolayarak sıktığında çığlığı
hırıltıya dönüştü. Peri çıldırmış gibi kollarını ve bacaklarını sallamaya
başladı. Ellerini Ares’e uzatamıyordu, tükürük misali fırlattığı topların
menziline adamı çeviremiyordu. Havada helezonlar çizerek Ares’in ellerinden
kurtulmaya çalıştı ama işe yaramadı. Ares, onu bırakmamaya kararlıydı.
Dünya,
etrafına bakındı ona nasıl yardım edebileceğini düşünerek. Aklına hiçbir şey
gelmiyordu. Gerektiği zaman bu beyni nereye kaçıyordu? Durdu ve uzakta şekilsiz
duran cisme doğru topukladı.
‘’Nereye
gidiyorsun?’’
Arkasından
bağıran Adonis’e aldırmaksızın koşmaya devam etti. Nefes nefese Durga’nın
bıraktığı pelerine vardığında dizlerinde takat kalmamıştı. Pelerini eline alıp
açtı, yeterince genişti. Ona yetişen Adonis’e döndü, soluğu yettiğince konuştu:
‘’Bunu
kullanabiliriz.’’
Adonis, bir
saniye kararsız kaldı, ardından pelerini onun elinden alıp geri koştu.
Pelerinin kumaşı sağlamdı, doğru yere düştüğü takdirde Ares’in düşüşünü
yavaşlatabilirdi. Adonis koşarken Ares’e seslendi.
‘’Ares, onu
buraya sür!’’
Ares nasıl
yaptıysa perinin sırtına tamamen geçmeyi başarmıştı, zinciri boğazından çözerek
uzağa fırlattı ve iki eliyle kanatlarına asıldı. Peri çırpamadığı kanatları yüzünden
aşağıya doğru bir yay çizdi. Ares dizini perinin sırtına yaslayıp periyi ters
çevirdi, ardından kendini ölümsüzlerin açtığı pelerinin üzerine doğru bıraktı.
Metrelerce yukarıdan düşerken, Durga, adama atılan perinin boynunu, yuvarlak
bıçağıyla uçurmuştu bile. Peri, Ares’i de geçerek bir taş gibi yere düştü; Ares
ise açılan pelerinin ortasına. Neyse ki pelerin yırtılmadı. Ares yere bırakılan
pelerinden doğrulmaya çalıştı ama sendeleyince ellerinin üzerine çöktü. Dünya
nihayet onlara yetişmişti, çevresini saran ölümsüzlerin arasından geçti ve Ares’in
yanına kendini bıraktı. Kollarında çizikler vardı, sırtında da iki sıra pençe
izi. Kıyafeti bedenini yeterince korumuştu, iz bırakan tırmıklar dışında zarar
görmemişti. Sırtındaki kılıcın kını parçalandığından omzunda kalan parçayı da
çözüp yere bıraktı.
‘’Kahretsin!’’
diye Ares homurdandı. ‘’Çok yoruldum.’’
Athena
söylenerek çemberden ayrıldı.
‘’Onu
dövebilirim, gerçekten önümüzdeki birkaç ay hiç ara vermeden onu çok pis
dövebilirim!’’
Apollon,
Ares’in şaşkın bakışına karşılık göz kırpttı.
‘’Dua et
ölümlüsün. Sana kıyamaz.’’
Athena
Apollon’a bağırdı:
‘’Bırak onu,
Apollon, durumun ciddiyetini anlamayacak kadar kibirli. Sürekli aynı şeyi
tekrar etmekten ben bıktım ama o, hala her olayın ortasına atlamaktan vazgeçmiyor.’’
Ares ayağa
kalktı:
‘’Aklıma gelen
şeyi yaptım Hena, kimseye de bir şey olmadı…’’
Athena öfkeyle
ona döndü:
‘’Az daha
ölecektin Ares, Dünya’ya şükret. Pelerin aklına gelmeseydi, o kanatlıyla hala
uçuyor olabilirdin.’’
Ares kaşlarını
çattı ve yanağını çiğnemeye başladı. Apollon araya girdi
‘’Hena doğru
söylüyor Ares, aklına gelen şeyi yapmaktansa bizimle paylaş. Biz senden daha
dayanıklıyız. Kahraman olmaya çalışma, eski günlerden uzağız.’’
Ares,
bakışlarını yerden almadan başını çevirdi, dişlerinin arasından söylendi.
‘’Kahraman
olmaya çalışmıyordum.’’
Apollon, ona
yaklaştı ve elini omzuna koydu.
‘’Biliyorum,
kardeşim ama sen bizim için çok değerlisin. Kaybetmeyi göze alamayız.’’
Ares, altın
gözlerini adamın yüzüne çevirdi. Apollon yakışıklı yüzünü aydınlatan bir
gülümsemeyle ekledi.
‘’Biz bir
takımız Ares. Bunu unutma. Anladın mı?’’
Ares, başını
salladı. Dünya, onun gerginliğini hissedebiliyordu, yaptığı şey çok cesurca
olsa da pervasız bir hareketti. Bunu o da biliyordu ama alışkanlıklardan vazgeçmesi
zordu. Dünya ayağa kalktı ve yapacak bir şey bulamayınca yerdeki pelerini
toparladı. Apollon anlayışlı bir bakışla Ares’in omzunu sıktı ve bıraktı:
‘’Hadi, Hena,
akşam yemeğine yetişmek için biraz acele edelim. Çok yavaşsın.’’
Athena’nın
kaşları havalandı ağzı açıldı, kapandı ve topuklarının üstünde dönerek uzun
adımlarla yürümeye başladı. Apollon, kadının peşinden ilerlerken diğerleri de
hareketlendi. Dünya elindeki pelerini ne yapacağını bilemeden öylece adımladı.
Eros, kılıcını yerden alıp yürümeye başlayan Ares’in yanındaydı. Adonis bir iki
adım ötelerinde Eros’un Ares’e dediklerini dinliyordu.
‘’Aferin
anahtar.’’
Dünya,
Durga’nın yanına yaklaştığını fark etmemişti. Durga gururlu bir tavırla başını
kaldırdı:
‘’Beklediğimden
iyi çıktın. Sadece kapıları açtığını düşünüyordum, beni şaşırttın.
Öldürülseydin gerçekten yazık olurdu.’’
Dünya
kucağındaki pelerine sarılmayı bırakıp eline aldı. Durga’yı yan gözle süzdü, kadının
alaycılığı katlanılacak gibi değildi. Dişini sıkıp adımlarını hızlandırdı.
Durga ise yavaşlayıp Ares’in olduğu gruba katıldı. Athena, Dünya’nın geldiğini
omzunun üstünden görüp Dünya’yı bekledi ve ona gülümsedi.
‘’Teşekkür
ederim Dünya.’’ dedi kısık sesle. ‘’Sanırım biraz akıllanmıştır artık.’’
‘’Ben pek
umutlu değilim.’’ dedi Apollon.
‘’Bence de!’’
diye onlara katılan Artemis başını salladı.
‘’Kimseye
zarar gelmemesine sevindim.’’ Dedi Dünya, korkusu yatışınca bedenine dağılan
adrenalin onu güçsüz bırakmıştı.
Omzunun
üstünden Ares’e baktı, güzel gözlerinde derin bir hüzünle onu izliyordu.
Dünya’nın baktığını görünce toparlanıp başını çevirdi. Morali bozulan Dünya,
önüne dönüp yürümeye devam etti.
‘’Nesi var
bunun?’’ diye kendi kendine söylendi, ya da söylendiğini sandı. Çünkü Artemis
duymuştu.
‘’Terslenmeye pek
alışkın değildir.’’ Dedi Artemis ona eğilip.
‘’Bunu fark
ettim, kadınların ağzının içine düşmesini bekliyor.’’
‘’Biraz kapris
yapar sonra düzelir merak etme.’’
‘’Umurumda
değil!’’ dedi Dünya. Buna kendisi gibi Artemis de inanmadı ama yorum yapmadı.
Kalbi acıyordu, elindeki pelerini iyice sıktı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder