Odanın
ortasında geniş ve rahat bir koltuk takımı vardı ve ileride de bir yemek
masası. Etraftaki normal dekorlar onu şaşırttı. Minder, sütun, tül ve
birbirinden güzel kızlar beklediğinden odaya attığı üç dört adım sonrasında
masadaki ölümsüzlere baktı. Çoğu yüz aşinaydı ama nereye gideceğine bir an
karar veremedi. İmdadına Artemis yetişti, arkası kapıya dönük oturan Eros ve
Artemis onu yanlarına çağırdığında tereddüt etmeden o tarafa doğru yürüdü.
Diğerleri Hades, Hermes, Athena ve Apollon'du. Yuvarlak masada, Artemis ile
Eros'un ortasına oturdu. Ardından Adonis geldi ve tam karşısına, Apollon ve
Athena'nın arasına oturdu.
"Nerde
kaldın?" diye soran Artemis'e baktı.
Hermes
onun yerine cevap verdi.
"Elini
kesmiş ve Sirona'yı ararken yolunu kaybetmiş, değil mi Dünya?"
"Evet."
dedi. "Neyse ki Hermes bana yardım etti." Elini kucağına koymuştu, kan
bandajdan çıkarsa yemek masasında güzel bir görüntü olmazdı. Aşağıda tuttuğu
için eli daha çok acıyordu. Çenesini sıkarak bu sancıya katlanmaktan başka
çaresi yoktu, kimseye açıklama yapmak istemiyordu.
Yemeğe
gergin bir şekilde başladılar. Masanın üstü, çeşit çeşit yemekler ve çöreklerle
doluydu. Bunu, açık büfe servisine benzetti. Masada Hades'i gördüğünden beri
iştahı kaçmıştı, patates salatasını önüne çekti, onu çatalla dürterek vakit
geçirdi. Masanın gündemi belliydi: iblislerin beklenmedik baskını. Kimse
onların nereden geldiğini bilmiyordu. Tüm kapıları nasıl kapattıklarını da
çözememişlerdi. Fikir bile yürütemiyorlardı. Evin tüm hasarını onarmak en az
bir haftalarını alacaktı.
Ölümsüzlerin,
normal içkiler içtiklerini gördü, nektarı yemekten sonra toplanıp içeceklerini
düşündü. Kendi önündeki bardağa baktı. Yine sol eliyle uzanıp bardaktan bir
yudum aldı, bu alkolsüz meyve kokteyliydi. Ağzındakini yuttuktan sonra
istemsizce Hades'e baktı. Hades'in gözleri de onun üzerindeydi, adam ona her
zamanki sırıtmalarından birini gönderdi. Masada Ares de olsaydı, adamın varlığı
onun için normal gelecekti ama yoktu. Altın gözlü, şu anda Tartaros'taydı. Kim bilir
ne durumdaydı. İyi veya kötü, her iki durum da Dünya için işkenceden farksızdı.
Asteria'nın belinden tutup onu öpmek için kendine çektiği an gözünün önüne
gelince elindeki bardağı biraz sertçe masaya bıraktı.
Ses
yüzünden dönüp bakanlara, "Pardon, elimden kaydı." dedi. Kızardığını
hissediyordu.
Ona,
ayıplar şekilde bakmıyorlardı ama bu kendini çok kötü hissetmesine engel
olmadı. İyice gerilmişti. Ayağa kalktı.
"İzninizle."
dedi ve ardından ayaklanan Artemis ve Eros'a bakarak "Yalnız kalmak
istiyorum." dedi.
Başka
birinin daha ayağa kalktığını gördü ama aldırmadan kapıya yürüdü. Adonis önüne
geçti ve hiçbir şey demeden elini alıp bandaja baktı.
"Ne
yapıyorsun?" diye adamdan elini kurtarmaya çalıştı. Adonis kaşlarını
çatıp, bandajı tek hamlede sıyırınca, acıdan soluğu kesildi.
Diğerleri
de masadan kalkıp çevrelerini sarmıştı. Adonis, iki parmağıyla yaranın
kenarlarına bastırınca acısından bacakları titredi. Eros ona destek oldu ve onu
koltuğa oturttu. Adonis elini bırakmamıştı, önüne diz çöktü. Elinden akan kan
yüzünden adamın elleri de kana bulanmıştı. Endişeli gözlerini ona kaldırdı.
"Bunu
kim yaptı?"
Soğuk
soğuk terlemişti. "Ben kestim." Dedi, Enlil'i, yaptığı yardım
karşısında ele vermemek için.
Adonis
doğruldu. "Peki, neyle kestin?" dedi inanmaz bir bakışla.
Cevap
vermektense yanağını çiğnemeye başladı. Başı delice dönüyordu. Durumunun
farkına varan Eros uyarmak istercesine Adonis'in omzuna elini koydu.
"Adonis,
onu Sirona'ya götürsek iyi olacak."
Adonis
omzundaki eli silkti. "Dünya, elini kim kesti?"
"Adonis,
sorun bu değil, ne yapmaya çalışıyorsun?"
Adonis
konuşana doğru ayağa kalktı. Apollon'un karşısına dikildi. "Evde bir hain
var ve Dünya elinde lanet bir yarayla çıkageliyor, sence bunun anlamı ne?"
"Dünya'nın
hain olduğunu mu söylüyorsun?" dedi Artemis öfkeyle.
Adonis
kadına cevap verme gereği bile duymadan tekrar Dünya'ya döndü ve hızlı davranıp
onu kucakladı.
"Size
afiyet olsun." dedikten sonra kapıya doğru yürüdü.
Dünya’nın
karşı koyacak hali kalmamıştı. Çökmüştü. Kanlı eli kucağındaydı ve bilinci
titreşen bir jöle gibiydi. Alacakaranlıktan, aydınlığa ani geçişler yaparken güç
almak adına Adonis'in boynuna sarıldı. Hayal ve gerçeklik birbirine karışıyordu.
Bir şeyler belirmek üzereyken aniden farklılaşıyor ve onun anlamasını
engelliyordu. Adonis koridorda yürürken saçlarından öptü.
"Sana
bunu yapanı, yaptığına pişman edeceğim."
Yorgundu,
yatağa yatırıldığında kıvrılıp uyuma ihtiyacı duydu. Eline soğuk bir sıvı
döküldüğünde derin bir soluk aldı ve yutkundu. Gözlerini araladı, Sirona'nın Adonis'e
bir şey uzattığını gördü.
"Şu
şişedekini içirir misin?"
Adonis
şişeye baktı. "Bu nedir?"
"Yarayı
dikmek için onu uyutmamız gerek." dedi kadın ve gülümsedi. Anlayışlı bir
sesle konuştu. "Benden de mi şüpheleniyorsun?"
Adonis
dudağını sıkıp şişedeki ilacı ona içirdi. Tüm bedeni gevşerken bakışları
Adonis'in gözlerine takıldı.
Suyun
içinden sıçrayarak çıktı ve bakındı. Denizin mavisinden bile güzel mavilere
sahip olan gözleri arandı. Aradığı tam yanından çıkıp kollarını ona doladı.
Denize vuran güneş ışığının etkisiyle, mücevher gibi parlayan gözleri
gülümseyerek onu suyun içinde döndürdü. Adamın saçları hatırladığından daha
kısaydı. Yüzü hissettiği mutlulukla ışıldıyordu. Dünya, Adonis'le şakalaşarak
onu itti. Hoş bir kahkaha atan Adonis sanki itişinden etkilenmiş gibi ondan
biraz uzaklaştı, uzaklaşması için ona fırsat verdi. Dünya görüşünü kapatan saçlarını
yüzünden çekti ve kıyıya doğru yüzmeye başladı. Kıyıya vardı, ayağa kalktığında
Adonis ona yetişmişti. Onu belinden yakalayarak kucakladı ve döndürerek yerdeki
havlusunun üstüne yavaşça bıraktı. Ağırlığını vermeden üzerine uzandı. Güneş
genç adamın arkasında kalmıştı ve yakışıklı yüzünden damlayan sular parıldayarak
Dünya'nın üzerine düşüyordu.
Ciddileşen
Adonis, gözleriyle yüzünü süzdü, ıslak saç tutamını Dünya'nın dudağının
üzerinden çekti. Onu öpecekti. Kalbi heyecanla kasıldı, elini adamın beline
koydu ve sırtına doğru hafifçe okşadı. Adonis, yüzüne doğru eğildiğinde
gözlerini kapattı. Fakat gözlerini kapatmadan bir saniye önce karanlığa
gömülmüştü. Sıçrayan Adonis, üstünden kayınca aniden açtığı gözlerini güneş tüm
gücüyle kavurdu. Dünya elini siper ederek doğruldu. Karşısında daha önce
görmediği bir adam duruyordu. Güneşin önünden çekilerek teklifsizce yanlarına
oturan adama tuhaf bakışlarla baktı. Adamın onların üzerine attığı havluyu
kavrayan Adonis ise doğrulup öfkeyle adama söylendi.
"Sen
ne yaptığını sanıyorsun?"
Açık
kahverengi gözleri altın gibiydi. Muhteşem parıltılar saçıyordu. Yüzündeki
ifade buz gibiydi ve bakışlarının odağında Adonis vardı.
"Merhaba
demek yok mu Adonis?" dedi gergin ve kibirli bir tonda. "Nihayet geri
döndüm."
Elindeki
havluyu sinirlice yere atan Adonis ayağa kalktı. "İyi, hoş geldin."
dedi ve elini kalkmasına yardım etmek için Dünya'ya uzattı. Eli birkaç saniye
havada kalmıştı çünkü Dünya'nın bakışları diğer adamın sakin gözükmeye çalışan
kızgın yüzüne takılı kalmıştı. Adonis onun ilgisini kendine çekmek için ısrarla
elini salladı.
"Bebeğim."
Uykudan
uyanır gibi Adonis'in eline baktı ve elini tutup ayağa kalktı. Diğer adam da
onunla birlikte ayağa kalmıştı. Kumral adamın saçları toplanmıştı ama bir iki
asi saç tutamı kenardan çıkmıştı. Uzanıp kulağının arkasına atma isteğine karşı
koymasına Adonis'in onu saran kolları yardım etti. Genç adam karşılarına
dikildi.
"Bizi
tanıştırmayacak mısın Adonis?"
Gözlerini
ona çevirdiğinde kalbinin heyecanla kasıldığını hissetti.
"Seni
tanıyorum." diye atılınca adamın yüzü değişti. "Sen Ares'sin."
Adonis'in
kolları belini iyice sardı ve başını ona yasladı. "Evet, bebeğim. Bu
münasebetsizin adı Ares."
Ares;
bermuda şortu, spor ayakkabıları ve siyah tişörtü içinde sürekli sözü geçen
savaş tanrısı mıydı? Bu haliyle moda dergilerini süsleyen modellere benziyordu.
Adonis’in kusursuz yüz hatları ondan daha güzeldi ama Ares'in başka bir havası
vardı. Tehlikeli ve başa çıkılmaz... Çok çekici bir yakışıklılığa sahipti.
Adonis'e rağmen Ares'ten etkilenmekten kendini alamadı. Onun tüm ilgisini esir
almıştı, bunun için hiçbir şey yapmamasına rağmen.
Adonis
yerdeki terlikleri eline aldı ve diğer eliyle de onun elini tuttu.
“Hadi,
bebeğim, karnım acıktı.”
Ares
hâlâ konuşmuyordu. Ellerini cebine attı. Başını hafifçe yana eğdiğinde onlar
yola koyulmuşlardı. Dünya, Adonis'in sinirli adımlarına ayak uydurmakta
zorlanıyordu. Omzunun üstünden geriye baktı. Ares bıraktıkları yerde dikiliyor,
arkalarından bakıyordu. Derken gergin bir nefesle başını sallayarak saçlarını
açtı. Saç bandını yere atıp üstündeki tişörtü de sıyırarak denize doğru döndü.
Bu sırada Adonis, onu elinden tutup çekiştirdi.
"Ona
cesaret verme!" diye dişlerinin arasından söylendi.
Bu
anımsadıkları, hatıralarının devamı mıydı, yoksa öylesine bir rüya mıydı,
bilmiyordu. Ferah bir koku soluyarak gözlerini açtı, yanına döndü. Adonis'in
odasındaydı ve o da yanı başındaydı. Yatağın yanına çektiği koltuğa oturmuş,
başını da yatağın üstüne koymuştu. Neredeyse yüz yüzeydiler ve sakin nefesi
onun tenini okşuyordu. Tek eli korumacı bir tavırla onun kolunu hafifçe tutmuştu.
Siyah kirpikleri kapalıydı ama huzursuz uyuduğu yüzünde donmuş kalmış ifadeden
belliydi. Kıyafetlerinde ve elinde hâlâ kan izleri vardı. Onunsa üstü temizdi.
Ona belden bağlamalı bir şort ve rahat bir gömlek giydirilmişti. Sağlam eliyle
Adonis'in saçlarını okşayınca adam uykusundan uyanıp ona baktı.
Hatıraları
yavaş ama güçlü bir şekilde beliriyordu. Anılarına göre, Adonis'in dedikleri
doğruydu, adam onun sevgilisiydi. Ares gelene kadar ondan hoşlandığına da
emindi. İlk öpücüklerini engelleyen Ares, bir şekilde onun kalbini ilk dakikada
çalmayı başarmıştı. Adonis'e yaptıkları şey kesinlikle haksızlıktı. Onun adına
hissettiği acı ruhuna sızmış canını yakıyordu. Aslında bu hafıza silme olayı
hepsi için haksızlıktı. Dünya'nın tüm duyguları alt üst olmuştu. Yataktan
doğruldu ve Adonis'in şaşkın bakışları altında onun kucağına oturdu. Alnına
düşen saçını geriye taradı. Genç adamın yakışıklı yüzünü parmaklarıyla
okşarken, Adonis ses çıkarmadan onu izliyordu. Hâlâ uykuda olduğunu düşündüğünü
tahmin etti ve adama gülümsedi. Parmağını adamın dolgun dudaklarının kenarında
gezdirdi ve yavaşça eğildi.
Aniden
gerileyen Adonis'in gözleri dudaklarına kaydı, bakışları yine gözlerine
döndüğünde mırıldandı.
"Bunu
yapman gerekmiyor aşkım, beni istemediğini..."
Adamı
bırakmadı. Eğildi ve dudaklarını adamın dudaklarına bastırdı. Adonis
afallamıştı, hiç kıpırdamıyordu. Öpücüğü kesti ve biraz gerileyip adamın iyice
koyulaşmış gözlerine baktı. Eliyle boynunu okşadı ve burnunu adamın burnuna sürttü.
Dudaklarına doğru yaklaştığında Adonis ona sarıldı, onu kendine çekip tutkuyla
öptü. Adamın çekiciliği başını döndürüyordu bu baştan beri belliydi. Şimdi
anladığı şey de dudaklarının ve dokunuşlarının ölümcül olduğuydu. Adamın ılık
nefesini dudaklarının arasından içine çektiğinde kendini tutamadan inledi. O
anda ayılmış gibi irkilen Adonis, onu kollarından tutup kendinden uzaklaştırdı.
"Dünya."
diye nefes nefese konuştu. “Bekle.”
Ayağa
kalkmaya çalışan adama aldırmadan uzandı ve anca tutabildiği tişörtünden
çekince dengesizce yatağa düştüler. Adonis'in dudaklarına uzandı. Adonis, onu
bileklerinden yatağa bastırdı ve gergin bir sesle tekrar söylendi.
"Dünya,
bebeğim."
Adonis’in
dudaklarından ayrı kalmak acı veriyordu. Bacağını ona sardı. "Beni öpmeyi
istemiyor muydun?" diye olabildiğince çekici bir ifadeyle sordu.
İşe
yaramıştı. Adonis, gözlerinde hoş bir bakışla ona eğildiğinde başını yukarı
kaldırdı ama Adonis son anda kendini geri çekti. "Özür dilerim, ben
kendimi kaybettim."
"Adonis."
diye mırıldandı. Adamın ciddi ifadesi dağılsa da Dünya'nın bileklerini
bırakmadı. Aklı yavaşça kendine geliyordu. Derin nefesler almasını öğütleyen
Adonis'in sözleri işe yaramıştı. Adonis onun sakinleştiğine karar verip
ellerini gevşetti ve üstünden kalktı. Tam anlamıyla yıkılmıştı, ondan uzağa
gidip duvara dayandı. Üzgündü ve kendine kızıyordu. Dünya adamın tepkisine
anlam veremedi. Kendi tepkisine de… Tek bakışla baştan çıkmıştı. Yüzünün
kızardığını hissetti, yaptığından çok utanıyordu. Yaralı elinin acısını yeniden
duymaya başladığında Adonis'in üzerindeki etkisinin geçtiğini anladı. Kalkamıyordu.
Adama sadece küçük bir öpücük vermek istemişti. Kontrolden çıkabileceğini hiç
düşünmemişti. Bir saniye içinde satir köyünde Adonis için kavga eden
"sucubbus"lara dönüştüğüne hâlâ inanamıyordu.
Adonis
birkaç dakika sonra kalkıp yanına geldi ve yatağa oturdu. Dünya iyice kızardı
ve gözlerini kapattı. Yüzüne bakmaya utanıyordu.
"Benim
suçum bebeğim, uzun zamandır istediğim öpücüğü kaybetmemek için seni baştan
çıkardım. Üzgünüm."
Gözlerini
açıp adama baktı, pembeleşmiş yanaklarına rağmen yüzü çok beyazdı. Adonis ona
bakmaktansa ellerine bakıyordu. O da olanlardan utanmıştı. Şaşaladı, bir şeyler
yanlıştı.
"Baştan
mı çıkardın?" dedi. Dirseklerinin üzerinde doğruldu. "Zaten bunu
yapmak gerekmiyor muydu?"
"Hayır,
sen az önce büyü soludun, bunu yapmamam gerekiyordu. Sana o kadar yakın
olmamalıydım." Adonis dudaklarını yalayarak kararsızca devam etti. "Sucubbus'lar,
kurbanlarının ağzına nefeslerini vererek onları baştan çıkarırlar. Hayat
enerjilerini çekene kadar, onları köleleri olarak tutabilmek için... Bu bir
iblis büyüsüdür. İnsanları etkiler."
"Sen
'sucubbus' değilsin." dedi sorar gibi.
Adonis
nihayet ona baktı. "O sucubbus'u öldürdüğümde onun büyüsü bir süreliğine
bana geçti. Benim böyle bir yeteneğim var." dedi Ondan biraz uzaklaşıp
sırtını yatağın başlığına dayadı. "Kısa süre sonra geçecek ama o zamana
kadar dudaklarımı senden uzak tutmam gerekiyor." dedi ve başını gülerek
geriye yasladı. "Kesinlikle şanssızım."
Duydukları
karşısında şaşırdı. Ölümsüzlerin onu şaşırtmayacağı bir gün gelecek miydi
acaba? Hafiflese de adama olan isteği tamamen geçmemişti. Doğruldu ve yanına
oturdu, başını omzuna yasladı. Elini okşayarak parmaklarını birbirine geçirdi
ve yan gözle ona bakan Adonis'e gülümsedi.
"Yanağını
uzat."
Adonis
rahatlayarak gülümsedi, belirginleşen gamzelerle süslenen yanağını ona eğdi.
Yanağına öpücük kondururken kapı hiç uyarı vermeden açıldı. İkisi de başını
çevirdi ve kapıda duran Afrodit'e baktılar. Afrodit gözlerini kısarak onları
süzdü ve ellerini havaya kaldırarak alkışladı.
"Keyifli
olmanız ne güzel!"
Adonis,
Dünya'nın elini sıkıca tutmaya devam ederek sakince konuştu. "Sana nasıl
yardım edebilirim Afrodit?"
"Yardım
etmişsin ama şimdi sana kim yardım edecek?" dedi. Yine Dünya'yı hedef
alarak devam etti. "Ares'i ölüme gönderdin, sıra şimdi de Adonis'e mi
geldi?"
Duygularının
kontrolünü tamamen kaybetmişti. Soğukkanlı davranmayı rafa kaldırdı. Ne ara
ayağa kalktığını fark etmedi. Sol eliyle Afrodit'i boğazından tutup nasıl karşı
duvara yapıştırdığını hiç anlamadı.
"Sabrımı
çok zorluyorsun Afrodit!" diye yüzüne karşı homurdandı. Kadının alaycı
ifadesi, korkuya dönüşmüştü. "Laf yarışından başka işe yarar bir şey
yapsaydın, şimdi kapılarda ilgi dilenmek zorunda kalmazdın! Ve belki o zaman
Ares dizinin dibinde otururdu, cehennemin dibinde olmak yerine..." dedi ve
içi sızladı, konuşmaya devam edemedi. Kadını bırakıp hızlı adımlarla kendi odasına
doğru yürümeye başladı.
Dünya,
öfkesinden deliye dönmüştü. Kasılmaktan elindeki dikişler ağrıyordu.
"Lanet
olsun!" diyerek odasına girdi. Damarlara dokundu, ardından kapıyı kapattı.
Odada sinirle volta atmaya başladı. Ne yapması gerekiyordu? Dokunduğu her şey
elinde kalıyordu. Banyoya girdi ve soğuk bir duş aldı. Havlusuna sarılıp
çıktığında eline bakmayı hatırladı. Sargısını ne zaman çıkardığını ise hiç
hatırlamıyordu. Başparmağının altından, bileğine kadar bir sıra dikiş vardı.
Enlil'in ona zarar vermek istemesi mantıksızdı ama gördüğü kadarıyla bunu
denemişti.
Bu
kadar beklemek yetmişti. Ares'i tek başına kurtarması gerekiyorsa hayatı
pahasına da olsa bunu başaracaktı. Üzerini değiştirdi, aynı tarzda kıyafetlerin
arasından seçim yapması yine kısa sürmüştü. Uzun botlarını ayağına geçirmesi ise
seçmekten daha uzun sürdü. Sağ elini sınırlı kullandığından, sol eliyle
bağcıkları bağlamak düşündüğünden de zor oluyordu. Doğrulduğunda ter içinde
kalmıştı. Kapıdan çıktı ve duvara yaslanmış üç ölümsüzün yüzüne baktı: Adonis,
Eros ve Artemis. Hepsi de onun gibi hazırlanmıştı, tek farkları onların
silahları vardı. Ne düşündüğünü hisseden Eros, belindeki kemeri çözdü ve ona
uzattı. Kemere asılmış kılıca baktı ve kılıcı alıp gülümsedi.
"Teşekkür
ederim."
Eros
omzunu silkti. "Nasıl olsa ben gelemeyeceğim."
Dudağını
kemiren Adonis rahatsızca kıpırdandı. Artemis'in ise gözleri ışıldıyordu, heyecanlı
ve sabırsızdı.
"Senin
aşk oklarına ihtiyacımız olacağını sanmıyorum zaten, Eros." dedi.
Şakalaşacak kadar morali yüksekti.
"Nereden
bildiniz?" dedi Dünya onlara bakarak.
Artemis
yanına geldi. "Seni tanıyoruz tatlım." dedi ve gülümsedi.
"Gitmeden önce bir şeyler yesek iyi olur, orada yemek yiyemeyiz."
"Bu
kural sizin için de geçerli mi?"
"Tartaros'da
sadece Hades'in kuralları işler ve bizim ayrıcalığımız da onun izin verdiği
kadardır." dedi Eros.
Asteria'nın
bu kurallardaki rolünün ne olduğunu merak etti. Onun da Hades kadar sözü
geçiyor gibiydi. Mutfakta hızlıca atıştırırken Adonis yanlarından ayrıldı.
Adamın zaten olmayan morali dakikalar geçtikçe karamsarlığa dönüyordu.
Cehenneme gittiklerini kendisi de biliyordu; zaten Adonis, Ares'i kurtarmak
için tek başına oraya gitmeye cesaret etmemiş miydi? Şimdi ise kararından
pişman gibi davranıyordu. Adamın vaz geçmesinden çekindiğinden hareketlerini
irdelememeye karar verdi. Daha net düşünebiliyordu, büyü etkisinden
kurtulduğunu fark etti. Adonis’i zorlamayacaktı, belki adamın düşünmeye
ihtiyacı vardı. Persephone'nin onun âşığı olduğunu öğrendiğinde ve Afrodit'in
izinli olarak onun odasına girebildiğini anladığında bile adamı kıskanmamıştı.
Ares'i ise kiminle görse içi burkuluyordu. Hafızasını yitirmeden önce kimin
için ne hissettiği artık önemli değildi.
Ekmek
arası yaptıkları peynir-domatesleri bittikten sonra ayaklandılar. Yememeye,
içmemeye ne kadar dayanacağını merak ediyordu. Ares'i, Adonis'in rehberliğiyle
cehennemde bulmanın zor olmayacağını düşünüyordu. Yine de açlığın onlara engel
olmaması için karınlarını iyice doyurdular.
Koridorları
geçip bahçeye çıktıklarını fark edince şaşkınlıkla Artemis'e eğildi. "Nereye
gidiyoruz?"
"Kâhine."
dedi Eros, Artemis’in yerine cevap verdi.
"Ne
işimiz var şimdi orada?" dedi dişlerinin arasından.
Eros
sabır istercesine ellerini havaya kaldırdı. "Hafızası iyice anlık oldu bu
kızın." dedi ve ona döndü. "Sana, yola koyulmadan önce bana gel
dememiş miydi?"
Dudağını
büktü. "Hıı!" O çatlak adamın sözlerinin bu denli tutulmasına ne
gerek olduğunu düşündü ve Eros'un yanına iyice yaklaştı. "Burası da ne
kadar karanlık!"
Ev
alanının kapsamasından çıktıklarından beri çalılar daha bir büyümüş, toprak
daha bir taşlık hale gelmişti. Sessizlik delirticiydi. Her adımı, bahçenin
diğer ucundan duyuluyor olmalıydı. Sonbaharda olduklarını biliyordu. Hava
sıcaktı. Dağ tarafına yakın olduklarını düşündüğünden sıcak bir meltem dahi
olsa beklerdi. Bu tuhaflık, ondan başkasının dikkatini çekmediğinden Olimpos
için normal bir hava olduğunu düşünüp bunun bahsini açmadı. Eve doğru bir bakış
attı. Terasta biri vardı, kollarını kenetlemiş onları izliyordu. Dikkatlice
baktı, Enlil'di. Yüzünü görememişti ama duruşundan o olduğuna emindi. Elindeki
yara yeniden açılıyor gibi acıyınca elini karnına bastırdı, sanki adamın
bakışlarından saklarsa acısını yok edebilecek gibi.
Yoldan
çıkıp kâhinin evine döndüler. Artemis önden gidiyordu, korkusuzca. İlk defa onu
pantolon giymiş görüyordu. Dizlerine kadar bağcıklarla bağlanmış pantolonuyla
yine tarzını yakalamıştı. Sırtında ilk defa gördüğü tuhaf bir alet asılıydı,
saçlarını örmüş ve topuz haline getirmişti. Deriden yapılmış bir taçla
saçlarını süslemeyi de ihmal etmemişti. Garip bir tarzda şık görünüyordu.
Kâhinin
kapısının önüne nihayet geldiler. Rahatladı çünkü yere saplanmış meşalelerle
ortalık aydınlanmıştı ve o korkunç yolculuktan kurtulmuştu. Kapı açıldı ve
kâhin dışarı çıktı geldiklerini anlamış gibi. Onlara baktı.
"İçeri
gel Dünya." dedi sakin bir sesle.
Dünya
diğerlerine baktı, Adonis nerede kalmıştı? Yoksa vaz mı geçmişti? Eros başıyla
kulübeyi işaret edince Adonis'i merak etmeyi bıraktı ve kâhinin ardından
kulübeye girdi. Kulübenin perdeleri açıktı. Kulübe, en son geldiklerinden bu
yana hiç zaman geçmemiş gibi aydınlığını koruyordu. Meşalelerin ışığının bu
kadar kuvvetli olması ilginçti. O, bunları düşünürken kâhin divanına geri
oturdu.
"Artemis
mükemmel bir yol arkadaşı olacak."
"Benim
aklıma gelmemişti." dedi ve kâhinin karşısına geçti. "Bizi neden
çağırmıştın?"
"Acelen
mi var?" dedi kâhin. Bağdaş kurmuş rahatça oturuyordu. "Ares'in
keyfinin yerinde olduğuna eminim."
"O,
işkence görmek üzere!" diye istediğinden daha sesli konuştu. "Belki
yaralı bile olabilir, sen bizi oyalıyorsun."
Boşuna
gelmişti! Kapıya doğru dönecekken kâhin elini ona hızla sallayınca dizleri
çözüldü ve yere düştü. Bacaklarını oynatamıyordu. Sinirle adama baktı. Kâhin
sakinliğini koruyordu.
"Böylesi
daha iyi." dedi ve boğazını temizledi. "Nerede kalmıştık? Hım, Ares
hakkında konuşuyorduk. Onun Tartaros'tan kurtarılması taraftarı değilim…"
dediğinde Dünya sertçe adamın lafını kesti.
"Ne
demek istiyorsun?"
"Sabırsız…
Sormasan da cevaplayacaktım." dedi kâhin. "Ares, eninde sonunda
iblislerin lideri olacak, bu kaçınılmaz. Asteria'nın eşi olması da
engellenemez. Eğer onu Tartaros'tan kurtarırsan da, dediğim şey gerçekleşecek.
Onun ölmesine izin vermelisin."
"Hayır!"
diye inledi.
Kâhin
ona doğru eğildi. "İkiniz aynı yıldızın laneti altındasınız Dünya. Ares ve
sen, kıyametle bağlanmışsınız."
Adamın
önünde, sinir ve üzüntünün pençesinde, neredeyse secde etmişti. Gözlerini adama
dikti.
"Yanılıyorsun."
dedi. Adam gülümsedi, o ise gözlerini kırpmadan ona bakmaya devam etti. "Ares,
iblislere ne şimdi ne de sonra katılacak. Ares ölmeyecek. Yıldız falına daha
dikkatli baksan iyi olur."
Kâhin
ayağa kalkıp elini ona uzattı. Adamın elini tutup tutmamakta bir an kararsız
kaldıktan sonra nefes alıp parmaklarının ucunu tuttu. Bacaklarına güç gelince
birden fırladı ve adamla burun buruna kaldı. Fakat Dünya, kâhin yerine Ares'in
yüzüne bakıyordu. Ares tutkulu bakışlarla süzdüğü yüzünü sıcacık avuçları
arasına almıştı. Adamın güzel gözlerinin derinliğinde kayboldu.
"Az
kaldı." diye çekici bir sesle dudaklarına doğru fısıldadı. "Yakında."
diye devam etti Ares ve muhteşem dudağını onun dudağına hafifçe sürttü. Altın
gözlerini onun gözlerine yeniden çevirdi. "Toprak kana doyacak, kraliçem
ve o gün geldiğinde, bir tek sana teslim olacağım."
Dolgun
dudaklarını onun çenesine usulca sürttüğünde dizlerinin bağının çözüldüğünü
hissetti. Ares'in öpücükleri boynuna
indiğinde içi dehşetle karışık bir heyecanla dolmuştu, iradesizce dudaklarının
zevkle kıvrıldığını hissetti. Elleri Ares'in güçlü sırt kaslarında gezinirken
başını geriye attı. Göz ucuyla, su gibi kıpırdayan aynadaki aksini gördü ama
bakan gözler ona ait değildi. Asteria gittikçe yamulan aynadan ona bakıyordu.
Yüzüne Ares'in dokunuşlarından aldığı zevk yansımıştı.
Haykırmak
için ağzını açtığında kâhin onun ağzını kapattı. Adamın kaşları çatılmıştı;
elleri, onun ağzının üstünde konuştu. "İnancın hâlâ sağlam mı?"
“Bu…
Görüntü yalan!”
Adamı
itti. Midesine giren kramptan mı yoksa gördüğü görüntüden mi bilinmez, nefes
alamaz hale gelmişti. Kapıya doğru döndüğünde kâhin onu kolundan yakaladı. "Daha
bitmedi."
Kolunu
adamdan kurtarıp yanan gözlerle adama baktı. “Beni kandıramazsın. Kararım
değişmedi.”
"Biliyorum."
dedi ve diğer odaya seslendi. "Gelebilirsin!"
Kapı
açıldı ve diğer odadan çıkan Adonis onlara doğru yürüdü.
"Anlatmak
istediğim..." dedi kâhin ikisine de ayrı ayrı bakıp. "Asıl önemli
olan şey ne senin kıskançlık ve öfken..." dedi Adonis'e ve Dünya'ya
dönerek devam etti. "Ne de senin sürekli yenilenen aşkın. Bu zamandaki en
büyük tehlike iblisler. İntikam istiyorlar, yüzyılların esareti altında kana
susadılar. Boyuttan çıkmakla kalmayıp tüm kapıları kıracaklar ve ikiniz
yüzünden de buna çok yakınlar."
İtiraz
edecekken kâhin hızla elini kaldırdı. Çok katıydı ve ciddiydi.
"Onları
engellemeye çalışan sadece bir kişi var. Ona yardım etmezseniz sonuçlarına tüm
evren katlanacak. Size tavsiyem; gözlerinize, kulaklarınıza ve mantığınıza
güvenmeyip sadece kalbinizi dinleyin. İkinizin seçimleri bekleniyor." dedi
ve divana doğru döndü. "Şimdi beni yalnız bırakın."
Adonis
yan gözle ona bakıyor Dünya ise yürüyen kâhini parçalamamak için kendini zor
tutuyordu. Kehanetin amacı her neyse ona acı vermekten başka işe yaramamıştı.
Yumruklarını sıktı, dikişleri gerilip derisi çekiliyordu ama o, buna
aldırmıyordu. Adam arkasını hiç dönmeden elini "gidin" der gibi
sallayınca topuklarının üstünde dönüp kapıya yürüdü. Kapıdan tek başına çıktığında
Artemis ve Eros'un meraklı bakışlarıyla karşılaştı.
"Hiçbir
şey sormayın, bu adam sadist!" dedi ve kapıya baktı. Adonis çıkmamıştı.
Başını sallayıp diğerlerine döndü. Fikrini değiştirmiş olmalıydı, onu zorlamak
istemedi. "Gitmiyor muyuz?" dedi sinirle.
Artemis
kaşlarını çattı. "Adonis?"
Onlara
doğru yürüdü. "Gelmek isterse yolu biliyor." dedi. “Onun
kaprisleriyle uğraşamam!”
"Onsuz
gidemeyiz, kâhin demişti ki..." diye atılan Eros'un sözünü ağzına tıktı.
"O
adamın ne dediği umurumda değil." dedi. "Tartaros'a giden kapı
nerede?"
Eros,
Artemis'e kararsızca baktığında Dünya’nın siniri tepesine fırladı. Aslında
onlara öfkelenmediğinin farkındaydı; o, kendisine ihanet eden Ares'e
öfkelenmişti. Asteria’ya teslim olma olasılığı onu delirtiyordu. Ona yöneltemediği
kızgınlığını yanında olanlardan çıkarmak adice olsa da kendini tutamıyordu.
"Yolu
bilmiyor musunuz?" dedi bıkkınca.
"Biliyoruz."
dedi Artemis ve bakışlarını kapıya çevirdi.
O
da kapıya döndüğünde dışarı çıkan Adonis'i gördü; Adonis'in yüzü bembeyazdı, bakışları
yerdeydi. Güç toplamak istercesine parmaklarıyla belindeki kısa kılıcın sapını
kavradı ve onlara doğru yürüdü. Başını kaldırdı ve Artemis'e baktı.
"Gidelim."
Artemis
onaylamak için başını sallayınca Adonis eve doğru yürümektense kulübenin
yanındaki yokuşa doğru döndü. Yorum yapmadan Adonis'in peşine düştüler. Evin
bahçesinin bu kadar büyük olduğunu tahmin etmemişti. Bahçenin arka tarafı, ön
tarafından daha genişti. Öyle ki, bahçenin ucu bucağı belli değildi. Yokuştan
dikkatlice iniyorlardı, ağaçların kuru dalları onları engellemek istercesine
önlerine kıvrılmıştı. Adonis'in sırtını izleyerek ilerledi. Sakin durmaya
çalışıyordu ama yerdeki taşların ayaklarının altından sürekli kayması gittikçe
sinirini bozmaya başlamıştı. Artemis ise elindeki zinciri sallayarak düz yolda
yürüyormuş gibiydi. Kadına bakarken ayağı kaydı, Eros kolundan tutunca
söylendi.
"Nereye
gidiyoruz?"
"Tartaros'un
girişi ileride." dedi. Badem gözleriyle ileriyi işaret etti. Sonra
Dünya'ya baktı. "Sen evin içinde olduğunu mu düşünüyordun?"
"Biraz
öyle." dedi. Dudağını büktü. Aklında hâlâ Ares'in Asteria'ya yaptığı kur
varken herhangi bir şeyden hoşnut olması mümkün değildi. "Ayrıca dışarıda
hâlâ yaz var, bahçenin durumu neden kış?" diye kafasındaki konuyu
değiştirdi.
Eros
kaşlarını kaldırıp etrafa baktı, karanlıkta ne görmeyi beklediğini bilmiyordu
ama o da baktı. Nefes alan Eros gizemli bir sesle konuştu.
"Bu
biraz karışık, kapris..."
"Eros."
İkisinin
sohbetini aniden kesen Adonis elindeki meşaleyi Eros'a fırlattı. Eros tek
eliyle meşaleyi yakalayınca Adonis devam etti.
"Sen
Olimpos'a dön ve biz dönene kadar fazla yorum yapmamaya çalış!"
"Sen
de herkesi sağ salim getirmeye çalış!" dedi Eros ve Dünya'ya döndü. "İyi
şanslar!" dedi ve yanağından öpme bahanesiyle kulağına fısıldadı. "Ares'i
bulana dek kimseye güvenme."
Ares'e
de güvenmeyeceğini söyleyecekti ama devamının geleceğinden korkarak kendini
tuttu. Onu bulmayı şimdi daha çok istiyordu. Bu sefer ki yumruğu masum ve
korkak olmayacaktı. Başını salladı ve onu bekleyen Artemis'in yanına gitti.
Kadın zinciri sallamayı bırakmış, koluna dolamıştı. Eros'u, yokuşun ortasında
bırakıp inmeye devam ettiler. Hava gittikçe kararıyordu, önüne gelen ağaç dallarını
bile onlara çarpmadan seçemiyordu. Tek kolunu yukarı kaldırdı, yüzüne gelen
dallardan sakınmak için. Gökyüzü bile yok olmuştu, etraflarını saran ağaçlar
küçük gruplarını tamamen hapsetmişti. Yumuşak tül gibi bir şey yanağını yalayınca
iğrenerek irkildi. Sırtına batan dal yüzünden dengesi bozuldu ve başka bir dala
tutundu. Artemis onun savaşını fark etmişti, elindeki meşalenin zayıf ışığını
ona çevirdi.
"Ne
oldu?"
"Hiçbir
şey." diye doğruldu ve yüzünü sildi. Artık Adonis'i göremiyordu. Neden bu
kadar acele ettiğini anlayamamıştı.
Artemis,
ona yaklaştı.
"Yanımda
yürümeye ne dersin? Geride kalma."
"İsteyerek
kalmıyorum." diye homurdandı. "Yol çok kötü." dedi ve Artemis'e
yaklaştı.
"Evet."
diye Artemis onu onayladı. “Gerçekten çok karanlık!”
"Sen
daha önce Tartaros'a gittin mi?" dedi Dünya yürümeye devam ederek.
"Hayır."
dedi Artemis. "Oraya gidenler geri dönemez. Bu Adonis ve Ares için geçerli
değil ama orası ölümsüzlerin en korkulu kâbusudur. Cehennemimiz."
"Sen
neden geliyorsun? Ares'i kurtarmak için mi, yoksa kendini kanıtlamak için
mi?"
Artemis,
şaşkın bir tavırla güldü.
"Kendimi
kanıtlamaya ihtiyacım olduğunu mu sanıyorsun? Ah, yapma! Ben hareketi severim.
Eros bana kurtarma işinden bahsedince antrenman zamanının geldiğini
anladım."
"Tartaros'a
gitmek antrenmanla eş değerde değil."
Artemis
önündeki dalı kaldırırken omzunu silkti. "Gezmeyi de çok severim."
Onunlayken
yol daha rahat geçiyordu. Yokuşun bitmesiyle ayaklarının suya değmesi aynı anda
oldu. Bunu beklemediği için düz yol dengesini yeniden bozdu ama o, ayakta
kalmayı başardı. Ayaklarının altındaki su ışıklanarak dalgalanıyordu, adım attıkça
suyun yeşil ışıklar saçması hoşuna gitti. Artemis de bunu ilk defa görüyor
gibiydi. Kibar çizmelerini sağa sola kaydırdı; ışığın, ayaklarının çevresinde
kıvrılmasına bakıyordu.
"İblis
büyüsü… Zararsızdır." Adonis'in sesiyle irkildiler. Onlardan ayrı
gittiğinden, aniden yanlarında bitince ikisi de oldukları yerde sıçramışlardı.
"Adonis!"
dedi Artemis. Elindeki meşaleyi adama fırlatacakmış gibi bir duruş almıştı.
Adamı görünce elini kalbine götürdü. "Neredeyse kalp krizi
geçiriyordum."
Adonis
rahat adımlarla ikisine doğru yürürken ayakları yeşil ışıklar saçıyordu.
Korkunç derecede etkileyici bir güzellik ve öz güvenle karşılarına dikildi. "Bu
kadarcık şeyden korkuyorsanız geri dönün derim." Bu sözlerinin Artemis'e
olmadığını anlamak zor değildi. Dünya'nın korktuğu barizdi ama vazgeçmek diye
bir şeyi aklına bile getirmiyordu.
Artemis
adama kibirli bir bakış attı. Bu duruşuyla bile sevimli olmayı başarmıştı. "Beni
izle bebek." dedi ve suyun ortasına doğru yürümeye başladı.
Dünya
kaşlarının altından onu izleyen Adonis'e bakmadan kadının ardına düşmek için
hareketlendi ama Adonis önüne geçti. Dünya başını kaldırıp adama baktı, adamın
yüzündeki yeşil yansımalar onu tuhaf bir şekilde daha güzel gösteriyordu.
Adonis önce tedirgin sonra kararlı bir tavırla elini Dünya'nın şakağına uzattı
ve yokuşun başında dalın çarptığı yeri parmağının ucuyla sildi. Dal derisini
yırtmış, azıcık da kanamıştı. Kendi elini kaldırıp çiziğe dokundu, yarası derin
değildi ve sızan kanı zaten Adonis temizlemişti.
"Elin
nasıl oldu?"
"Daha
iyi." dedi. Eli daha iyi olmamıştı, ağrıyordu ama bu durumda elinin acısı
diğer sıkıntılarının listesinde en alttaydı. İlerleyen Artemis'in ardından
baktı. Konuyu değiştirmek istedi çünkü Adonis’in bakışları tuhaf bir şekilde
çok kırılgan ve düşünceliydi. "Çok yolumuz var mı?"
"Ben
sizin gelmenizi istemiyorum." dediğinde adama baktı. "Onu tek başıma
oradan çıkarabilirim."
"Geleceğim."
dedi.
"Bana
güvenmiyor musun? Ares'i getirebileceğime inanmıyor musun? Yeniden Olimpos'a
dönmesini istemediğimi mi sanıyorsun?" dedi ondan bir adım uzaklaşarak.
“Sözlerim sana yeterli gelmedi mi?”
"Sen
neden bizim gelmemizi istemiyorsun? Neden çekiniyorsun?" diye karşısında
diklendi.
"Senin
gelmeni istemiyorum; sen ölümlüsün!"
"Daha
önce bu sorun oldu mu?" Bu taktik Ares’te işe yaradığına göre Adonis’i de
gayet kolay ikna edebilirdi.
“Görev
olarak gitmek başka, bu başka!”
“Belki
bu da bir görev!” dedi ve hedefi on ikiden vurduğunu Adonis'in yüzünde oluşan
ifadeden anladı.
Kararsız
kalan Adonis etrafına bakındı; söylemek istediği her neyse canını acıtacakmış
gibi yüzü bembeyaz oldu. Yutkundu ve çenesi kasıldı. Dünya'ya tekrar döndüğünde
adamın gözleri dolu doluydu.
"Dünya..."
dedi. Boğazını temizledi. "Seni seviyorum."
Ağzı
açıldı, kaldı. Birkaç saniye ondan tepki bekleyen Adonis umudunu kesti,
gözlerini kapatıp geriye doğru adım attı. Onu durdurmak Dünya’nın içinden
gelmedi çünkü o cümlenin üstüne söyleyebileceği bir cümle yoktu. Adonis sırtını
döndü ve durdu gergin bir sesle konuştu.
"Gelip
gelmemene karışmayacağım ama gelirsen yanımdan ayrılmamanı rica ediyorum. Bir
kez daha zarar görürsen kendimi asla affetmem." sesindeki boğukluk
Dünya'nın kendini kötü hissetmesine yol açtı.
Dünya
kıpırdayınca Adonis de yürümeye başladı. Dünya hızlanıp adamın eline uzandı ve
parmaklarını onun parmaklarının arasına geçirdi. Dokunuşuyla adamın titremesine
inanamadı. Onu gerçekten seviyor muydu? Yoksa onu bu olayın dışında bırakmak
için numara mı yapıyordu? Anlayamadı. Tek bildiği, Adonis'i tanıdığından beri adam
ona hiç yalan söylememişti. Sadakati konusunda, Ares'in tersine onun güvenini
hiç sarsmamıştı. Buna rağmen Ares onun kalbine Adonis’ten daha yakındı ve
duygularına hâkim olamıyordu. Saklayamıyordu da… Adonis’in aşkını
sahiplenmesini doğal karşılıyordu ama o hatırlamıyordu. Kalbine egemen olan ise
Ares idi, onun hislerini ne kadar umursadığını kestiremiyordu ama genç adamın
yanında söylediği her şeye inanmak çok kolay oluyordu. Ares sürekli savaş
halindeydi, onun için savaşması da anahtarlık sorumluluğundan kurtarmak içindi,
bunu itiraf etmişti. Görevinden azade olduğu takdirde yükünden kurtulan Ares
onun yüzüne bakar mıydı?
"Yanından
ayrılmayacağım." dedi. Adamın parmaklarını hafifçe sıkarak gergin duran
ölümsüzün güzel yüzüne baktı.
Adonis
rahatlamış bir bakışla, ona yandan baktı. "Buna inanmayı ne çok istiyorum,
bilemezsin."
Artemis'e
ulaştıklarında onun kayalık bir mağara ağzında beklediğini gördüler. Elini
Adonis'in elinden yavaşça çekti. Adonis bozulmamıştı ama elini çekmesinden
memnun olmadığını belirtircesine Dünya'nın kolunu okşadı. “Sana baskı yapmak
istememiştim Dünya, üzgünüm.” Diye fısıldadı ve ondan yanıt beklemeksizin Artemis'e
döndü. Elini kemerine attı ve küçük bir şişe çıkarıp Artemis'e fırlattı.
"Afiyet
olsun, bebek."
Artemis
şişeyi becerikli bir hareketle yakaladı, şişenin içindeki sıvı değişerek
Artemis'in içkisine dönüştü. Adama göz kırparak şişeyi dikti. Adonis,
kemerindeki diğer şişeyi çıkardı ve içindekinin hepsini içtikten sonra şişeyi
ileriye fırlattı. Onlar nektarlarını içerken Dünya mağaranın ağzına bakıyordu.
Çirkin renkte ve iğrenç bir koku salan yosun ağıyla kaplanmıştı. Yarısı kurumuş
yosunların saçakları uzayarak suya değiyordu. Eğilerek girebilecekleri mağara
karanlıktı, en çok bu içini karartıyordu. Ellerinde hiç meşale kalmamıştı.
Neden bir fener getirmediklerini düşünmeye başlamıştı ki, Adonis Dünya'ya
yaklaştı.
"Şimdi
aşkım, hazır mısın? Biraz rahatsız bir yolculuk olacak." dedi.
İyice
sabırsızlanan Artemis yüzünü buruşturarak kendini mağara ağzına çekti ve
karanlık ağızda kayboldu. Dünya adama her şeyin yolunda olduğunu göstermek için
gülümsedi. “Başka türlüsünü beklemiyordum.” Adonis’in bakışları bir anlığına
onun dudaklarına ilişti ama hemen kendini toparlayarak girişe doğru döndü.
İkisi de mağaranın ağzına ilerlerken Adonis öne geçti. Kayayı, basamak gibi kullanarak
mağaranın içine bacaklarını saldı ve ona baktı.
"Gel
bakalım."
"Ne?"
"Bana
sarılma şansını kazandın aşkım."
Soru
sormaya devam etmesi zaman kaybıydı, bu yüzden bacaklarını tereddütsüzce yukarı
çekti ve kendini karanlığa uzattı. Adonis'in güçlü kollarının arasına sığındı.
Adonis, Dünya'nın başını kendi göğsüne yasladı ve kollarıyla onu iyice korumaya
alıp kendini aşağıya bıraktı.
Böyle
bir kayış olamazdı. Pürüzsüz bir olukta o kadar hızlı kayıyorlardı ki Adonis
onu kolları arasına almasaydı tüm kemikleri parçalara ayrılırdı. Birkaç saniye
içinde kilometrelerce yol gitmişlerdi. Derinlere daldıkça hızlandılar. Adonis,
ona iyice sarıldı. Teninin kokusunu içine çekmek onu sakinleştirdi ve düşme
tedirginliği azaldı. Adonis hız ve basınçtan korumak adına onu yukarıda tutmaya
özen gösteriyordu. Ellerini, adamın kemerine takmıştı ve kendini iyice
germişti. Bu hızla giderken adamın sırtından ateş bile çıkabilirdi.
Kaya
aniden genişledi ve düzleşti. İleriye ok gibi fırladılar. Adonis onu
bırakmamıştı. Havada takla atarak düşmeye başladılar. Uzun sürmedi. Adonis, onu
çevirerek kucağına aldı ve tek dizi üstünde yere sertçe indi. Nefesi
kesilmişti, Adonis'in boynuna sarıldı. Soluk almaya çalışmaktan başı döndü.
Başını dakikalar sonra adamın boynundan kaldırırken Adonis ayağa kalktı.
Gülümseyerek alnından öptü.
"Bir
kez daha deneyelim mi?"
Kucağından
inerken bacakları titriyordu. "Konuşabilseydim." dedi öksürdü.
"Hayır, derdim."
"Ayakta
durabilecek misin?"
Başını
salladı ve etrafına bakmayı o an akıl edebildi. Çorak bir arazideydiler. Her
taraf çürük, gri bir renkteydi. Gökyüzü yoktu. Tanımlayamadığı ağır bir koku ve
basık bir hava ciğerlerini dolduruyordu. Artemis'i kurumuş bir kütüğün üzerinde
otururken gördü. Kadının ne üstü ne de neşesi bozulmuştu. Eli kendi saçlarına
gitti, saçının bağı gevşemişti. Dağılan saçlarını toplarken kadın ayaklandı.
"Nehir
ne tarafta?"
Nehir
mi? Adonis eliyle sağ tarafı gösterdi. Artemis zarif adımlarla yürümeye
başladı. Kadının peşinden giderken Adonis elini Dünya'nın sırtına koydu.
"Bebeğim,
artık Tartaros'ta sayılırız. Kesinlikle bir damla su içme, bir lokma bile olsun
bir şey yeme, karnın ne kadar aç olursa olsun. Tamam mı?"
"Anladım."
dedi. Adonis sırtını hafifçe okşadı.
Ares'le
aralarında uzanan çorak topraklara baktı. Ona ulaşmasının adamı kurtarmasına
yetmeyeceğini biliyordu. Peki, Ares kurtulmak isteyecek miydi, bunu bilmiyordu.
Rüya ve hayallere güvenemezdi. Dönmek istemediğini söylerse ne yapacaktı?
Morgda uyandığından beri adamın hüzünlü olduğu kadar plancı olan bakışları gözlerinin
önüne geldi. Güneşin batıdan doğması ne kadar olanaksızsa, savaş tanrısının
romantik prense dönüşmesi de bir o kadar olanaksızdı. Asteria gibi bir kadının
Ares'e sunacaklarının yanında onun eli gerçekten zayıftı.
Havanın
durumu çok tuhaftı; hava, basınç yüzünden birden ısınıyor, sonra ağızlarından
buhar çıkartacak kadar soğuyordu. Gökyüzünün, toprağa benzediğini fark etti.
Gökyüzü bastıkları toprağın renginde ve biçimindeydi. Gökyüzü tehditkar bir
kıvranmayla kımıldıyordu, sanki içinde oynaşan bir şeyler vardı. Üstlerine
yıkılmasından çekinerek ölümsüzlere yakın yürümeye çalıştı. Birkaç saat fazla
konuşmaksızın yürüdüler. Birden Artemis'in ayakları battı. Kadın ayağını iyice sıvılaşan
toprağın içinde şaşkınlıkla gezdirdi. Toprak, ayak bileklerine anca geliyordu
ve çamurumsu bir yoğunluktaydı. Yani nehir dedikleri sudan oluşmuyordu,
hareketli incecik kumdan oluşuyordu ve buraya kadar derin değildi. Artemis
soran bakışlarla Adonis’e baktı. İlerlemek konusunda kararsızdı.
"Derin
değil." dedi Adonis ve ileriyi işaret etti. "Şelaleye kadar aynı
derinlikte gidiyor."
Artemis’in
kaşları havalandı. "Şelale mi?"
Adonis
hoş bir şekilde gülümsedi. "Bayılacaksın."
Dünya
panikle dudaklarını kemirmeye başladı. Şelale demek, yükseklik demekti. O kadar
yüksekten hiç bir tarafa yürüyemezdi. Yolculuk onun için biterdi. Zayıflığına
sinirlenerek yaralı elini korumacı bir tavırla kucağına aldı ve Artemis'in
ardından sıvılaşmış toprağın içinde yürümeye başladı. Gökyüzünü oluşturan
toprağımsının rengi koyulaşmaya başlamıştı ve içinden gök gürültüsüne benzeyen
kükremeler duyuluyordu. Sesler çok derinlerden geldiği için onu ürkütmemişti
ama Adonis'in arada yukarı bakması onu da tedirginleştirdi.
Sıvı
toprak, akışkanlık kazandığında şelaleye yaklaştıklarını anladı. İğrenç
kıvrımlarla kayıyordu. Adonis onları biraz sola yönlendirdi. Neredeyse yarım
saatlik bir yürüyüşün ardından şelaleyi görebilmişlerdi. Dünya kenara
gidememişti, bacaklarını tonlarca ağır hissediyordu. Gördüğü kadarıyla kırıklı
kenardan kumlar, çamurlu topaklar halinde aşağıya düşüyordu. Sağa sola baktı.
Kilometrelerce uzanan kenarın, ucu bucağı görünmüyordu. Şelaleden atlamaktan ve
aşağının derin olmasını dilemekten başka çaresi yoktu. Vıcık vıcık çamuru
düşündü. Derin olmasının yanında daha çok sıvılaşmasını da diledi.
"Gelmiyor
musun?"
Artemis'e
baktı; Artemis, şelale denen tuhaflığın kenarını geçmiş sanki havada duruyordu.
Adonis ve Artemis'in en kenarda durmasından cesaret alarak ilerledi.
Ayaklarının arasından kayan bir çamur topağına dikkat ederek yavaşça aşağıya
baktı. Başı dönünce dengesi bozuldu. Düşme paniğiyle, atlama isteği arasında
kalmış gibi dehşet içinde tutunmaya çalıştı. Adonis, onu yakalamasaydı, atlama
isteği baskın çıkacaktı. Nefes nefese geriledi. Adonis'in kollarına tutundu,
hayatla olan tek bağıymışçasına.
"Ne
oldu?" diye yanına gelen Artemis'e döndü. Adonis, yanlarında başka bir
şeyler var gibi bakınıyordu.
İtiraf
etme zamanı gelmişti. "Ben yüksekten korkuyorum."
Adonis
gerileyip yüzüne baktı. "Nasıl yani? Bunu neden daha önce
söylemedin?"
"Sorun
olacağını düşünmemiştim." dedi, kenara göz ucuyla bakarak. Metrelerce
aşağıya iniyordu. Giden yol ise iki ayağın anca sığacağı, kıvrımlı bir doğal
köprüydü. Süngerimsi yapı damar gibi şelalenin üzerini örtüyordu. Bundan
fazlasını göremedi.
Artemis,
"Şimdi ne yapacağız?" diye adama döndü. "Aşağıya inemeyecek. Biz
de onu burada bırakamayız."
Adonis
yeniden yukarı baktı. Çirkin renkteki toprak gökyüzünün gürültüsü ve hareketi
artmıştı.
"Fazla
zamanımız yok." diye mırıldandı. Artemis'e, yan tarafına sabitlediği küçük
yay ve ok sadağını çıkarıp verdi. "Aşağıya inene kadar taşıyabilir
misin?" Artemis başını sallayıp elindekileri alınca çabucak ekledi.
"Önden
git Artemis ve hızlı ol, yağış başlamadan aşağıdaki korunaklara varmamız
gerek."
Artemis
bildiğinden olsa gerek bir şey sormadı ve damar şeklindeki köprüye seğirtti.
Adonis, onu kucakladı ve başını omzuna doğru eğmesini söyledi. "Gözlerini
açma aşkım, elimden geldiğince hızlı inmeye çalışacağım. Bana sıkı sarıl."
"Tamam."
dedikten sonra başını adamın omzuna koyup gözlerini kapattı, kollarını boynuna
sardı.
Hiçbir
şey görmüyordu ama kalbi delice atıyordu. Adonis dikkatlice aşağıya inerken
adamı boğmamak için sarılışını gevşetmeye çalıştı. Adonis düşüncesini sezmiş
olacak Dünya'nın kulağına fısıldadı. "Sarıl, bebeğim. Az kaldı."
Başka
çaresi de yoktu. Ansızın tepelerinde bir gümbürtü duyunca Adonis'in
nefeslendiği duydu. Adonis daha fazla hızlandı. Yürümüyor, artık koşuyordu. Bir
şapırtı duyunca aşağıya vardıklarını düşündü. O, yine de başını adamın omzundan
kaldırmadı. Artemis'in onları çağıran sesini duydu, Adonis de o tarafa
koşuyordu. Müthiş bir gürültü duydular. Başını kaldıracakken Adonis'in
eğildiğini hissedince durakladı. Basamak gibi bir yükseltiyi geçip soğuk bir
yere girdiler. Adonis, o kucağındayken yere oturdu. Hala sıkıca ona
sarılıyordu.
Artemis,
"Burası yeterince geniş, değil mi?" dediğinde, başını sallayan Adonis
kollarını gevşetti ve Dünya nihayet gözlerini açıp etrafına bakındı.
Süngerli
taştan yapılmış bir kovuğun içindeydiler. Ayakta duramayacakları kadar basık,
dördüncü kişiyi kabul etmeyecek kadar şekilsizdi. Adonis'in kucağından yana
kayarak duvara elini sürdü; kaya kırılarak toz gibi dağıldı. Elini çekti.
Artemis dışarıyı izliyordu, Adonis ise dirseklerini dizlerine koymuş ve
gözlerini Dünya'ya dikmişti. Sonunda aklındakini dile getirdi.
"Yükseklik
korkun olduğunu ben neden bilmiyorum?"
Sorusunun
anlamsızlığı karşısında adama baktı, kaldı. Yüzünün yarısı gölgeliydi.
Sesindeki duygusuz ton yüzünden ifadesini anlayamadı. Gök gürültüsünün gücüyle
yer sallandı ve içinde bulundukları korunak sarsıldı. Adonis'e verecek bir
cevap aradı.
"Bilmiyorum,
belki anlaşılacak bir durumda kalmamışızdır."
"Fırsatımız
olmadığından olabilir mi?" dedi adam gözlerini ondan hiç ayırmadan.
"Tamam,
bir dahakine kendim inmeye çalışırım." dedi sözlerindeki manayı bilmezliğe
gelerek. Artemis'in yanına emeklemek için davrandığında Adonis tekrar konuştu.
"Peki,
o biliyor mu?"
Boşuna
gerginlik çıkaran Adonis’e ters bir bakışla attığında, Artemis mırıldandı. “Hayatım
boyunca böyle bir şey görmedim. Bu ne ya!”
Adonis'e
laf söylemeyi erteleyip Artemis'in yanına gitti. Dar oyuktan dışarı baktığında
midesini bulandıracak kadar korkunç bir manzarayla karşılaştı. Yukarısı koyu
balçığa dönüşmüştü ve kanın pıhtılaşmış hali gibi vıcık vıcıktı. Kımıldanan
gök, gürültüyle tükürüyordu ve içinden fırlayanlar, çatırtılar çıkartarak yere
çarpıyordu. İlk bakışta ne olduklarını anlayamadı. Kenara iyice yaklaştı ve
eline ılık bir damla düştü. Gökten yağmur yağmıyordu, kan yağıyordu ve yere düşenler
de canlıya yakın varlıklardı. Hızla düşen yaratıkları bir şeye benzetemedi
çünkü düşerken kemikleri fırlayıp kan torbalarına dönüşüyordu. Acı dolu
hırıltılarla sürünenler dışında, düştükleri gibi et yığınına dönenler de vardı.
Karşısındaki şelaleye baktı, şelaleden artık çamur akmıyordu…
İstemsizce
titredi, donup kalmıştı. Artemis ise dehşetle açılmış gözlerini kırpıştırıp
geriledi. O girişten ayrılamıyordu. Elindeki damlayan sıvıya gözleri kaydı. İri
bir kandamlasıydı. O anda yakınında, bir hırıltı duyunca neredeyse çığlık
atacaktı. Bir kol; beline sarılıp, onu çektiğinde o, üç metre ötede tek koluyla
yerde sürünen ve beyninin yarısı yüzüne akmış yaratığın, acıdan delirmiş tek
gözüne bakıyordu. Dünya'yı geriye çeken Adonis söylendi.
“Bu
kadar yeter, bakma!”
"Onlar
ne? Neden?" Bir gürültü daha kopunca Adonis'in elinden kurtulup iyice
geriye yaslandı.
Adonis
yüzüne düşen saçını geriye taradı ve köşeye kıvrılmış Artemis'le ona baktı.
"Onlar
işkence görenler, burası da ihanet edenlerin cezasını çektikleri yer."
dedi. "Parçaladıkları hayallere karşılık, onlar da parçalara ayrılıyorlar
ve bu çok uzun sürüyor. Toprak tarafından yeniden emilen suçlu,
cezalandırılmaya devam ediyor."
Dar
oyuktan dışarıya baktı. "Bu şeyler… Yani emilip yeniden mi atılıyor?"
diye mırıldandı.
Adonis
kaşlarının altından onu süzdü.
"Yükseklik
korkusu olan biri için ne büyük ceza."
Nefes
alıp kollarını kenetledi, bakışlarını çevirdi. Adonis'in yapmaya çalıştığını
anlamasa da şimdi sırası olmadığını çok iyi biliyordu. Ona ihanet ettiğini de
düşünmüyordu, yani şimdiki hafızasıyla. Elinden geldiğince kendini, ona karşı
olabilecek duygulara karşı sınamıştı ama eli hep boş kalmıştı. Tüm varlığı
Ares'le doluyken Adonis'e yer açması olanaksızdı. Madem, ihanet edenlerin
cezalandırılacağını söylemişti, kalbine daha yakın olana ihanet etmeyecekti.
Sessizleşip
kendi içine çekildi, uğursuz gürültüler ve çatırtılar kanını donduruyordu.
Artemis sırtını duvara dayamış uyukluyordu. Belki o da biraz uyusa iyi olurdu
ama dışarıyı düşündükçe gözünü bile kapatamıyordu. Adonis oyuğun kenarına gidip
oturdu ve dışarıyı seyretmeye başladı. Silahlarını çıkarmıştı. Yeleğini
çıkarmış silahlarının yanına bırakmıştı. Üzerinde deri pantolonu ve tişörtüyle
rahat görünse de ifade olarak ondan pek farkı yoktu. Etrafa bakınırken
silahlara gözü ilişti. Tüfeğe benzeyen yay çok ilginçti, bu yay sert tahtadan
yapılmıştı ve metalle güçlendirilmişti. Eros'un ona verdiği kılıcı kemerinden
çıkardı, bu kısa bir kılıçtı ve kabzası tam eline oturmuştu. Kullanmasına gerek
olmamasını diledi, gerçi gördüklerinden sonra bunu birine saplama düşüncesi o
kadar da uzak gelmemişti. Parlak metali tanımıyordu ama iblislere etkisi olan
tek metalin bu olduğunu öğrenmişti. Normal insan silahları iblislere etkisizdi
hatta bazı melezleri yaralayamıyordu bile. Kılıcı incelerken dikkatini bir şey
çekti. Sapına yakın bir yerde üç kelime kazınmıştı. Yazıya dikkatle baktı;
yazıyı okudu ama bir şey anlamadı, başka bir dilden yazılmıştı. Kılıcı, kınına
geri soktu ve yana bıraktı.
Başını
kaldırdığında Adonis ile göz göze geldi. Adam elini yanına vurdu. Onu
çağırıyordu, nedenini merak ederek adamın yanına emekledi. Çenesi kasılan Adonis
başını çevirdi ve dışarıya baktı. Oyuğun kenarında, Adonis'in açtığı yerden içi
ürpererek manzaraya bakındı. Gökyüzü diyebileceği alan durulmuştu, rengi önceki
rengine yakındı. Yeryüzü ise korkunçtu. Fırtına sonrasıydı ve kan çukurlarında
acıyla yuvarlanan ölümün kıyısındaki canlılar ve iyice balçığa dönmüş kan
çukurları her yeri kaplamıştı. Buradan nasıl çıkacaklardı?
Derken
toprak, kemik yığınlarını sünger gibi içine çekmeye başladı. Çamur batakları,
suya dönüşüp zemine sızıyordu. Bükülen bedenler; ağızları açılmış ama çığlık
atamayacak bir halde toprağın içine çekiliyordu. Bu manzara karşısında daha
fazla dayanamayarak bir anda geriledi. Tüm kasları korkuyla katılaşmıştı,
elleri titreyerek kollarını kendine kenetledi, bacaklarını kendine çekti. Bunu
ona göstererek ne yapmaya çalıştığını anlamadı. Yeterince dehşet izlememiş
miydi? Adonis hâlâ dışarıyı seyrediyordu, düşünceliydi.
"Başına
gelecek cezayı, önceden seyretmek kişiyi yapacağı şeyden alıkoyar mı?"
diye mırıldandı. Yavaşça başını çevirdi ve Dünya'ya baktı. Adonis'in gözleri
ağlayacakmış gibi dolu doluydu. "Sence?" dedi adam sesi titreyerek.
Başını
"hayır" anlamında salladı.
Adonis
derin bir nefes aldı. "Bence de." dedi ve başını kenara yasladı.
"Artemis'i uyandıralım, birkaç dakikaya kadar yola çıkabiliriz."
Artemis
kolayca uyanınca hemen yola çıktılar. Toprak onca kanı, parçalanmış kemikleri,
dağılmış etleri içine çekmiş ve sanki o korkunç fırtına hiç yaşanmamış gibi her
şeyi kendi içine saklamıştı. Liderliği yeniden alan Adonis birkaç adım önden
gidiyordu. Artemis'in yanında yürümek daha iyiydi çünkü adamın güzel yüzünün
karamsar ve huzursuz ifadesi ortamı iyice geriyordu. Yol boyunca içine
saklanabilecekleri yuvarlak oyulmuş kayalara rast geldiler. Sonunda Artemis
cevabını onun da merak ettiği soruyu sordu.
"Bu
kayaları kim yerleştirmiş olabilir?"
Yerleştirmek,
doğru bir kelimeydi çünkü bu kayalar, buraya gelen birinin o dehşetten
kaçılabilmesi için özellikle aralıklı olarak konmuş gibiydi.
Adonis'in
adımları yavaşladı, ona yaklaştıklarında da soruyu cevapladı. "Onlar,
Persephone'nin fikri." dedi. "Ben, bu yolu kullandığım zamanlarda, o
şeylerden etkilenmemem için bu kayalar buraya konuldu."
"İyi
fikir." diye dudağını büktü Artemis. "Kadınların aşk için
yapamayacakları şey yok." diye iç geçirdi.
Adonis
omzunun üstünden kadına baktı. "Erkeklerin de öyle."
Artemis
iğrenç bir şeyden konuşuyorlar gibi yüzünü buruşturunca Dünya dayanamayarak
kadına sordu. "Sen hiç âşık olmadın mı?"
Adonis
bilmiş bir tavırla gülümsedi. Artemis ise yüzünü iyice astı, sıkkın bir sesle
cevapladı. "Ben yemin ettim, kendimi bir erkeğe vermemek için ve bu
yeminime de sadığım."
"Aşk
başka, o başka." dedi ve dediğine pişman oldu. Böyle mi düşünüyordu?
Adonis
elini Artemis'in omzuna attı. "Hadi, utanma."
"Utanmıyorum."
dedi sıkıntıyla ve omzunu salladı. "Sadece eski bir konu ve konuşulması
gereksiz."
"Hâlâ
sana acı veriyor." dedi Adonis cesaret verircesine. Artemis'in omzundaki
elini sıktı ve kadını kendine çekerek saçlarından öptü. "Sen şanslısın.
Hiç değilse onun ilk ve tek aşkıydın, o da senin..."
Kısacık
bir an göz göze geldiler. Adonis güzel gözlerini çevirip ileriye baktığında,
lafı uzatmaması gerektiğini anladı. Sohbet etmek için tehlikeli bir konuydu. Öte
yandan Adonis'in, Ares ile çekişmek için kendisini ortaya atmasına iyice
sinirlenmeye başlamıştı. O, ortaya çıkmadan önce çok iyi arkadaş olduklarına
inanmak zordu. Bir kere arada Afrodit vardı. Adonis ile Afrodit arasında bir
şeyler olduğu da barizdi ama adam Ares'e kinlenmek için kendisini seçmişti. Hem
de Persephone gibi bir kadın, onun için çıldırırken... Bu ölümsüzlerin iş
hayatı da aşk hayatı da çok karışıktı. Kendini suçlamaktan vaz geçmeliydi.
Çorak
toprakların ilerisinde bir karartı gördüklerinde yukarıdaki toprak, yeniden
kımıldanmaya başlamıştı. Çok yorulmuştu. Adımlarını bile zor atıyordu ama
uğursuz karartıya doğru hızlandıklarından diğerlerine hiçbir şey söylemedi.
Karartı büyüdü ve siyah bulutların hapsettiği, devasa ağaçların boy verdiği bir
ormana dönüştü. Sis ve dumandan görebildikleri anca bu kadardı. Yukarıda müthiş
bir gürültü kopunca, Adonis ormana girmelerine zaman olmadığını söyleyerek
onları yakındaki kayaya doğru yönlendirdi. Bir et yığınından farksız olan
yaratık, Dünya'nın yanına düştüğünde kayaya bir metre anca kalmıştı. Çığlık
attı. Adonis onu elinden tutarak kayanın içine hızlıca soktu ve Artemis'in de
girmesi için yer açtı.
Kalbi
çatlarcasına atıyordu, sırtını duvara yaslayıp nefes almaya çalıştı. Dışarıda
olup bitenin bilincinde olduğu için bu seferki işkenceden daha çok
etkilenmişti. İki ölümsüz, sessizce dışarıdan gelen gümbürtüleri ve hırıltılı çığlıkları
dinliyorlardı. Dünya kulaklarını kapattı ve gözlerini sıkıca yumdu. Kendini
yana bıraktı ve küçük odacığın içinde daha da küçüldü. Oda, kırmızı tonda
aydınlanıyordu. Bu sırada, üzerine yorgunluktan kaynaklanan derin bir uyku
çökünce uyuma isteğine hiç karşı koymadı. Cehennemi yaşamamıştı ama kulaklarına
gelen sesi yetmişti.
“Uyan
aşkım.”
Dünya
gözlerini araladı, ona eğilmiş Adonis'in güzel yüzü gülümsemeyle aydınlandı.
“Nehre geldik. Geçiş bedeli vermemiz gerekiyor." diye yumuşak bir sesle
fısıldadı ve Dünya gerçekliğe geri döndü.
Adonis'in
kucağındaydı ve uyumadan önce uzaktan gördüğü sisli ormanın içindeki büyük bir
nehrin kıyısındaydılar. Gözlerini açmaya çalıştığında her yerine dikenler
batıyordu. Bu, uykunun ve ormanı saran havanın etkisiydi. Adonis'in kucağından
inmek için davranınca adam yavaşça onu yere bıraktı ama kolları hala korumacı
bir tavırla onun etrafındaydı.
"Dikkat
et." diye konuşunca bastığı yere ve çevreye bakındı.
Ölü
ağaçları saran pis kokulu sis, canlıymış gibi kımıldıyordu. Hava bu yoğun koyu
gri sis yüzünden karanlıktan çok loştu. Sık korkunç ağaçlarla dolu bir
ormandaydılar. Yer; yumuşak, çürümüş bitki örtüsüyle kaplıydı ve çok kaygandı.
Hemen yanındaki devasa nehir ise zift gibi siyahtı ve bataklığa benziyordu.
"Neredeyiz?"
diye mırıldandı.
Artemis
cevapladı:
"Styx
Nehri'nin kenarında, Tartaros'a geçmek için Charon'u bekliyoruz."
Kadın
elindeki yuvarlak şeyi havaya atıp tek eliyle yakaladı ve ona uzattı. "Al
bakalım, Charon'a bunu verirsin yoksa seni salına kesinlikle almaz."
Kadının
uzattığı şey, gözü kadar büyük kalın bir altındı. Bunu, eski bir sikkeye
benzetti. Ağır altına bakıp gözlerini kaldırdı. "Bilet mi alacağız?
Bununla?"
Artemis
ve Adonis tepkisine güldü. "Evet, bir bakıma öyle…" Dedi, Artemis ve
Adonis'e döndü. "Sevgiline biraz mitoloji dersi versen iyi olacak
bebek."
Adonis'in
neşesi biraz düşse de, yumuşak bir bakışla ona bakmaya devam etti. "Şu
işten kurtulalım da..."
Adamın
sözleri onu rahatsız etti ama söylediği başka bir sözü hatırlattığı için.
Onunla, ilk karşılaştığında Ares ile kavga etmişlerdi. O an için adamın dileği,
Ares'ten kurtulmaktı ve Tartaros’a göndermekle kurtulacağını söylemişti. Şimdi
de Ares’i cehennemden çıkarmayı kurtulmak olarak görüyordu. Aklınca Ares’i
cehenneme göndermekten daha büyük bir ceza mı vardı? Bu iki cümlenin aynı
kapıya çıkmasından ürktü. Adonis’i nasıl çözecekti?
"Tartaros'a
salla mı gideceğiz?" dedi rahatsızlığını dağıtmak için. "Bu biraz
basit kaçmıyor mu?"
"Basit
tabi!" dedi Artemis. "Buradaki sorun da bu işte. Cehenneme girmek
kolaydır ama çıkmak..." dedi ve olumsuz bir ifadeyle başını sallayıp
ekledi. "Asıl sorun Ares'i bulduğumuzda başlayacak."
Adonis
kollarını kenetledi ve ileriye baktı. "O konuyu dert etmeyin." dedi
ve başıyla, baktığı yönü işaret etti. "Charon geliyor."
Başını
çevirdi. Onlara yaklaşan bir sal vardı ve salın üzerinde de yırtık pırtık
pelerini rüzgârda savrulurcasına dalgalanan biri duruyordu. Salın dört
köşesindeki eğri sopaların üzerine, fenerler asılmıştı. Az olan aydınlığa
hiçbir katkıları olmayan fenerler, sarımsı bir ışıkla yanıyordu. Adam, iki
büklümdü ve uzun bir sopayı kullanarak salı itiyordu. Hiç acele etmeksizin salı
onların bulunduğu yere yaklaştırdı. Artemis, adama yanaşınca adam, kemikli
elini uzatıp avucunu açtı. Artemis, altın sikkeyi adamın eline bıraktı. Adam
sikkeyi tutan elini kapatıp tekrar açtığında sikke kaybolmuştu. Artemis, sala
bindi ve onlara baktı. Adonis'in bakışları da ondaydı, Dünya sırası gelmiş
yolcu gibi sikkeyi adamın avucuna bıraktı. Adam, avucunu hemen kapatmadı, bir süre
eli havada asılı kaldı. Tedirginliği üst seviyeye çıkmıştı ki adam avucunu
kapattı ve yeniden açtı. Onay aldığından rahatlayarak ayağını, dümdüz sala attı
ve Artemis'in yanına dikildi. Adonis'in, yanlarına gelmesini beklediler.
Sal
hareket etti ama öyle yavaştı ki salın üzerinde ayakta durmak zor değildi.
Adonis yere oturunca ikisi de onun yanı başına oturdu. Artemis, gözlerini
Charon'dan ayırmıyordu, buraya en az onun kadar yabancıydı. Teoride ondan fazla
bilgisi olsa da, burayı ilk defa gördüğü için etrafı dikkatlice seyrediyordu. Dalgasız
zift nehrinde, düz salla yolculuk yapmak düşündüğü kadar rahatsızlık vermedi.
Sal sanki yüzmüyor kayıyor gibiydi. Ziftin kokusunu önemsemeden salın kenarına
yaklaştı. Nehrin dibini görünce ağzı açık kaldı. Düz olarak bakınca siyah
görünen sular, direkt içine baktığında değişiyordu. Aşağıda bir hazine
yatıyordu. Altından paralar, taçlar, zırhlar ve düşünemeyeceği kadar güzel
eşyalar vardı.
"Sakın,
onları almaya çalışma." dedi Adonis. "Yoksa bir daha dışarıya
çıkamazsın."
"Almak
mı? Hayır!" dedi gerileyerek. "Bütün nehir yatağı hazineyle mi
dolu?"
Adonis
başını salladı. "Charon para harcamayı sevmez."
Charon
derinden gelen bir hırıltıyla güldü. Artemis de en az onun kadar şaşırmıştı,
adamın gülmesini hiç beklemiyorlardı. Artemis Dünya’ya bakıp omuzlarını
kaldırıp dudağını sıktı. Kolay gülmesi kolay sinirlendiğine dalalet olabilirdi.
Bir süre nehir yatağını seyrettikten sonra Dünya doğruldu ve iç geçirerek
başını salladı.
"Kârlı
bir iş…" diye fısıldadı.
İlk
yarım saat, onun için etraf ilginç gelmişti ama daha sonrasında görüntüler
olağanlaştı. Adonis bağdaş kurmuş, ellerini arkaya dayamıştı. Başını sağa sola
çevirip Artemis'e baktı. "Nasıl, eğleniyor musun?"
Artemis
küçük burnunu kırıştırdı ve Charon'a bir bakış attı. "Evet, demek istiyorum."
dedi sevimli bir tavırla ve Adonis'e döndü. "Ne kadar sürecek?" diye
fısıldadı. “Çok geriliyorum.”
Artemis'in
doğal, samimi hareketleri çok tatlıydı; güzelliğine sevimlilik katıyordu.
Adonis kaşlarının altından kadına baktı. "İki cehennem sonra Tartaros'a
girebileceğiz, yani rahatına bak."
Kaç
saattir buradalardı? Ares ne haldeydi? Onun bile karnı acıkmıştı ki, Ares
yiyeceksiz ve susuz dört gündür işkence altındaydı. Ne tür işkence olduğu
konusunda kafa yormak işine gelmediğinden açlık kısmına geri döndü. Bir bardak
su için neler vermezdi. Nehrin ziftten oluşmasına sevindi. Dudaklarını yalayıp
nehrin kıyısına baktı. Her yer çürümüştü ve etrafta hiç canlı görünmüyordu.
Kokunun keskinliği hâlâ burnunu yaksa da artık midesini bulandırmayacak kadar kokuya
alışmıştı. Duygu dengesini bozan Adonis'ten uzak duruyordu ve ona bakmamak için
değişmeyen manzarayı ilginç bir şeymiş gibi seyretmeye devam ediyordu.
Artemis
elindeki zincirle oynamaya başladığında Dünya dikkatini zincire verdi. Sabit
dururken normal bir zincir gibiydi. Artemis zinciri sallamaya başladığında
metali ışıldıyordu ve sallandıkça da zincirin ilginç bir şekilde esnediğini
fark etti. Bu maddenin metal olduğuna emindi ama metalin hareketlenince bu
şekilde esnemesi tuhaftı.
"O
ne?" diyerek zinciri gösterdi.
"Bu
zincir, bir hediye… Hekate'nin bana bir armağanı. Ay ve gecenin gücünü taşıyan
bir metal." dedi ve zinciri bileğine doladı. "Aynı zamanda çok güzel
bir aksesuar." dedi. Zinciri doladığı bileğini ona gösterdi.
"Çok
güzelmiş gerçekten." dedi. Hekate'nin ismini tekrar duymak içinde bir
şeyleri oynatmıştı. Elini alnına götürdü ve alnını ovuşturdu. Hatırlaması
gereken bir şey olduğunu hissediyordu ama nefret ettiği karanlık, ihtiyacı olan
anıyı iyice örtmüştü.
"Başın
mı ağrıyor?" dedi Artemis.
"Yok."
dedi ve başındaki yaranın üstüne elini sürttü. Saçlarının bittiği yerde
olduğundan yara pek belli olmuyordu. İki dikiş de orada vardı ve elindeki
dikişlerle birlikte, vücudunda toplam yedi dikiş bulunuyordu. Görevi bitene
kadar bu kadarla yetinmeye karar kıldı. "Ağrımıyor."
Sal,
nehrin kıvrıldığı bir dönemeçten ilerlerken perdeye benzeyen bir sisin içinden
geçtiler. Nehir kıyısında uğultular yükseldi. Paslı prangalarını sürüyen insana
benzeyen canlılar, saplandıkları kayaları tüm güçleriyle yüksek bir dağa
itiyorlardı. Parçalanmış kıyafetleri pas ve kirle kaplıydı. Pranganın kestiği
çıplak bileklerinden hâlâ kan akıyordu. Bunlar şanslı olanlardı bazıları daha
kötü durumdaydı. Prangalar, boyunlarına bağlanmıştı ve üstlerinde giysi denecek
bir şey bile yoktu. Sivri taşların, ayaklarını parçalamasına aldırmaksızın
yukarıya çıkardıkları kayalar; zirveye yaklaştıkça, ellerinden kayıp
bağlandıkları insanlarla birlikte nehrin kıyısına geri düşüyorlardı.
Bedenlerinden akan kanlara rağmen kayayı tekrar yukarıya taşımaya
çalışıyorlardı. İnleme ve hırıltılar, çektikleri acıların sesli yansımasıydı.
"Sonsuz
ve yenilenen bir işkence." diye Adonis mırıldandı: "Bir cehennemin
kapısını daha geçtik."
Sözlerinden
bunun ilerisi olduğunu anladıysa da ne olduğunu merak bile etmedi.
"Her
seferinde bu yolu geçmek zorunda mıydın?" dedi Adonis'e.
"Genelde."
dedi Adonis. Ellerini kucağına aldı ve parmaklarını kenetledi. "Diğer
yollar için Persephone'nin yardımı gerekiyor."
"O
da şu durumda sana yardım etmez." diye adamın lafını tamamlayan Artemis,
salın üstüne uzandı. "Efsaneni anlatsana."
Adonis
isteksizce yüzünü buruşturdu.
"Zamanımız
var, değil mi?" dedi Dünya Adonis'e bakarak. Etrafı seyretmek başka bir
işkence olduğundan zamanın konuşarak daha kolay geçeceğini düşündü. Dağı geride
bıraktıklarından sesler azalmış ve kaygan, siyah sis nehrin iki kıyısını
tamamen kaplamıştı.
Adonis
saçlarını karıştırdı. "Zamanımız var ama benim anlatma isteğim yok."
İletişimi kapatmak için başını öne eğdi, ellerine bakıyordu. Onu zorlamak
istemedi ve Artemis'e yaklaştı.
"O
halde biraz iş konuşalım. Anahtar görevleri neler, yani ne yaparlar?"
Artemis
doğrularak sohbete hazırlandı neyse ki konuşmaya istekli biri vardı.
"Esas
görevleri boyut kapılarını açmaktır. Arada, bir şey bulmak için belirenler de oldu
ama asıl görevleri kapılar. Düzende bir terslik olduğunda veya yeteneği bizim
için gerekli olduğunda, anahtarın ismi ve görüntüsü bizim ayna dediğimiz,
büyülü bir kâsede belirir. Bizde aynayı kontrol eden kişi Apollon'dur ve
anahtarı getirme işi de çoğunlukla Adonis'e kalır. Onun güzelliği, kadın-erkek
herkesi etkilediğinden sorunsuzca güven kazanır. Güzel birinden kim etkilenmez
ki?" dedi Adonis'e doğru.
Adonis
tepki vermeden yere bakmaya devam etti; anlaşılan sohbete katılmayacaktı. Adamı
içine düştüğü karamsarlıktan kurtaramayacağını anlayan Artemis dudağını bükerek
konuşmaya devam etti. "Anahtar olarak beliren kişi, görevini kâhinden de
alabilir ama bazı sezgisi yüksek kişiler görevlerini kendiliğinden yapabilir.
Bu, biraz karışık bir şey... Bunun için en basit açıklama şu olabilir: Nasıl
yüzlerce çeşit anahtar varsa o kadar da tarz vardır."
"Hep
bir anahtar mı olur?"
"Genellikle
ama geçmiş zamanda aynı anda, iki anahtar belirdiği de oldu. Bu çok nadirdir.
Ya görev çok zordur ya da anahtar yeteneği iki insana paylaştırılmıştır, yani
gerekli iki kişi vardır."
"Sonra?"
Artemis
elini sallayınca zincir, buğulu bir ışık saçarak bileğinden aşağı kaydı.
"Sonra,
Ares; anahtarı, yaşam şartlarına uygun bir senaryoyla hayatına geri
yerleştirir. Küçük bir kaza sonucu veya ateşli bir hastalık yüzünden
hafızasının birazı silinmiş olarak anahtar serbest bırakılır."
"Peki,
hiç hatırlayan olmadı mı?"
Artemis
güldü. "Sözde tanrılarla ve birbirinden ilginç yaratıklarla dolu
olağanüstü boyutlarda geçirdikleri kısa tatillerini hatırladıklarını bir
düşünsene... Ah, hayır! Bu, insan bilinci için çok tehlikeli bir anımsama
olurdu. Rüyalarında görebilirler belki ama bu bilinç dışı olduğu için hayal
gücüne bağlanabilir.”
Adonis
lafa girdi. "O, iki kardeşi unutuyorsun Artemis."
Artemis,
anımsamanın verdiği tepkiyle elini dizine vurdu.
"Tabi
ya, evet! Grimm Kardeşler!"
"Hıı."
dedi. Onları biliyordu, birbirinden güzel masalları derleyen iki kardeş.
"Onlar, anahtar mıydı?"
"Evet."
dedi Adonis. Artemis devam etti.
"Onlar
bir kereden fazla anahtar olarak belirmişlerdi. Gerçi sen en çok beliren oldun
ama Grimm Kardeşler de iki defa anahtar olarak, iyi bir sayı yakaladılar. Hayal
güçleri çok yüksekti ve bizimle uzun bir zaman geçirmişlerdi. Sonra da bu masal
derleme işine girdiler."
"Hadi
ya!" dedi şaşkınlıkla.
"Sonra
'William' vardı ve 'Homeros'. O ikisini hiç unutamadım, zekiydiler." Duraklayan
Artemis sır verircesine ona eğildi. "William'ın kadın olduğunu biliyor
muydun?"
"William?"
dedi. Kimden bahsettikleri konusunda hiçbir fikri yoktu ama bu ismi taşıyanın
bir kadın olabileceğini sanmıyordu. "Kim o?"
"Shakespeare."
dedi Adonis. Ağzı açık ona bakmasına karşılık kendisine hoş bir gülüş gönderdi.
"Çok esprili bir kadındı. Aslında adı Willow Shakespeare idi. Yazım işine
girişince erkek adıyla daha başarılı olacağına karar verdi."
Artemis
göz ucuyla Adonis'e baktı.
"Bence,
Ares ne kadar inkâr ederse etsin, hafızasını tam olarak silmek istemedi ve
hafızasında açık bir şeyler bıraktı. Onunla iyi anlaşıyorlardı."
Ares'in
iyi anlaşmadığı bir dişi var mıydı acaba? Merakı birden söndü. Ares, Zeus'u
ölümlülerin peşinde koşmakla suçlayacağına dönüp de kendine baksa ondan farkı
olmadığını görecekti. Ares'in isminin geçmesi Adonis'in anlık düzelen neşesini
kaçırmıştı. Adamı bu kadar rahatsız eden şeyin ne olduğunu bir kez daha merak
etti. Kendisine ısrar edilmediği halde, Ares’i kurtarmak için yola çıkan
Adonis'in ruhundaki karışıklığı bilmek için sözlere gerek yoktu, adamın
duyguları bir ayna gibi tavırlarına yansıyordu.
"Nasıl
ölümsüz oldunuz? Bu şekilde mi doğdunuz?" durdu ve ekledi. "Yani
doğduğunuzu varsayarsak..."
Artemis
gülümsedi.
"Tabi
ki hepimiz doğduk. Yarı ölümsüzler ise zaten insandılar, doğal doğum yani.
Gösterdikleri kahramanlık veya yarar neticesinde 'Ambrosia' hakkı kazandılar.
Ben, Apollon'un ikiz kardeşiyim." dedi ve kaşlarının altından dikkatle ona
baktı. "Zeus bizim babamız."
"Gerçek
babanız mı?" dedi dalga geçilmesine aldırmadan. Belki onların lideri
olduğundan Zeus, hepsinin babası sayılıyordu.
Artemis,
başını salladı.
"Evet,
anlatılan efsanelerin bu kısmı doğru, yani oldukça fazla kardeşimiz var. Fakat
efsanelerle sonradan eklenmiş sahte çocukların sayısı da az değil. Yüzlerce yıl
konuşulan şeyler, bir andan sonra değişime uğrayabiliyor. Buna hak vermemek de
mümkün değil, çok çapkın bir babaya sahibiz."
"En
kısa zamanda, bir mitoloji kitabı alsam iyi olacak." diye mırıldandı bu
konudaki bilgisizliğine inanamayarak. "Hepiniz Yunanistan'da mı
doğdunuz?" dedi ne de olsa efsaneleri Yunan kaynaklıydı.
Artemis
başını salladı.
"Hayır,
ben ve Apollon Delos Adası'nda doğduk ama diğerlerinin doğum yerleri genelde
Anadolu." Adonis'i gösterdi. "Mesela Adonis, şimdiki Adana'ya çok
yakın bir yerde doğduğu için Adanalı sayılır. Ares, Trakyalı. Doğduğu yer
çoktan toprağın altında kaybolmuş bir şehir oldu ama sanırım bu yer Çanakkale
ile Edirne arasındaydı." Onaylaması için Adonis'e baktı. "Değil mi,
Adonis?"
Adonis
umursamaz bir tavırla omzunu silkti. "Ben nerden bilebilirim, ondan çok
sonra aranıza katıldım."
"Doğru
ya!" dedi Artemis adamın isteksizliğine aldırmadı ve alınmadı, yavaşça
ilerleyen salın üstüne geri uzandı. Anlatmaya devam etti. "Zeus onu
getirdiğinde daha küçücük bir çocuktu. Ares'i bizden uzakta tutması önceleri
canımı sıkmıştı, buna kıskançlık da diyebilirsin. Onu sürekli gözetim altında
tutuyordu ve ona çok sert davranıyordu. Ben yine de onu kıskanmıştım. Uzun
zaman oldu."
Artemis
gözlerini kapattı ve tek kolunu başının altına koydu. "Hazır yapacak bir
şey yokken uyuyalım. Enerjiye ihtiyacımız olacak."
Uykusu
yoktu, açlık ve susuzluk çekerken uyumasına da olanak yoktu. Adonis, Artemis'e
kısa bir bakış attı ve sisli kıyıya gözlerini dikti. Onun da uyumaya niyeti yok
gibiydi. Derin sessizlik ve Charon'un buna katkısı yüzünden içini yeniden
karamsarlık kapladı. Konuşurlarken zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştı ama
şimdi saniyeler saate dönüşmüştü. Düşünceli bakışlarla kıyıyı süzen Adonis'e
döndü.
"Demek
sen Adanalısın."
Adonis
lacivert gözlerini ona çevirdi. "Evet." dedi. “Doğduğum yerin şimdiki
adı, Adana.”
Dünya
iç çekerek başını salladı. "Ben, doğduğum yeri bile hatırlamıyorum."
Adonis
ayağa kalkıp yanına oturdu. Yaralı elini tuttu, dikişlerini kontrol ederken
düşünceli bir sesle konuştu.
“Sen,
bana bunu yapanı söyle ben de sana nereli olduğunu söyleyeyim. Bu çok önemli Dünya…”
Adam yavaşça başını kaldırdığında yüzlerinin çok yakın olduğunu fark etti ve
gerilememek için kendini zor tuttu. Dengesiz hareketleri için hâlâ ona
kızgındı.
"Karşılıksız
bir şey yapmaz mısın?" dedi adamın güzelliğinden etkilenmemeye çalışarak.
Ondan etkilenmemek de çok zordu. Bir an Enlil'i ele verme isteği duydu ama
getirildiğinden beri ona yardımcı olmuş birini, yaptığı bu basit şey yüzünden
onu şikâyet etmesinin saçma olduğunu düşündü. Adam onun kolunu kesmemişti ki
sadece kontrolsüzce bir çizik atmıştı.
"Sana
iyi biri olduğumu söylediğimi hatırlamıyorum."
Dünya'nın
elini yukarıya kaldırdı ve dikişlerinin üstüne nazik bir öpücük kondurdu. Masum
bir öpücüğün bu denli seksi görünmesine hayret etti. Canını hiç acıtmamıştı.
Öpücüğün hoşuna gittiğini gizlemek için yüzünü buruşturup elini kendine doğru
çekti. Adonis'in gözlerinden ufak bir panik gölgesi geçti. “Canını mı yaktım?”
"Dikişler…
Yani acımıyor ama biraz rahatsız ediyor." dedi.
Adonis
düzgün kaşlarını çattı ve başını çevirdi.
"Bu
seferki görevinde çok fazla yaralanıyorsun.” dedi sıkıntıyla. "İlk
görevinin haricinde pek zarar görmemiştin. Ben de kalkmış ölümlü olan seni,
Tartaros'a sürüklüyorum. Ne kötü bir yol göstericiyim."
"Bu,
kimsenin suçu değil ki." dediğinde Adonis alev saçan gözlerini ona
çevirdi.
"Haklısın,
bu tamamen benim suçum. Anahtarların hiçbiri Olimpos'ta zarar görmemişlerdi
çünkü onların yol göstericisi genelde Ares'ti." dedi. Öfkesini zapt etmeye
çalışıyor ama başaramıyordu. "O, şimdi aramızda değil. Seni görevinde
korumakla yükümlü olan ben, sana ilk zarar veren oldum. Senin kanını aldım.
Belki bu yüzden seni yaralayanın kimliğini benden saklıyorsun? Bana açılacak
kadar güvenmiyorsun." dedi. Bakışları, boynundaki iyileşmeye yüz tutmuş
sarartıya kaydı ve hırsla soluyarak başını çevirdi.
"Ares'i,
o yüzden mi geri getirmeye çalışıyorsun?" dedi. “Başarısız olduğunu mu
düşünüyorsun?”
Adonis'in
çenesi kasıldı. "Keşke..." dedi ama lafına devam etmeden sustu.
"Amacın
ne Adonis?" Dedi, tamamen sabrı taşmış bir halde. "Seni rahatsız eden
asıl şey ne? Neden tuhaf davranıyorsun?"
Adonis
sinirli bir bakışla yüzüne baktı.
"Tuhaf
mı davranıyorum? Sen, beni tanıyor musun da böyle bir hüküm veriyorsun. Belki
ben hep böyle sıkıcı ve tuhaf biriydim. İğrenç huyları olan aşağılık bir adam
olabilirim, beni tanımıyorsun ki."
"Konuyu
saptırma!" diye söylendi. "Soruma cevap vermemek için kendine veya
bana yüklenmene gerek yok."
"Sen
de üstüme gelmekten vazgeç." dedi Adonis kısık bir sesle.
Sesinin
tonu, hiç hoşuna gitmemişti; sesi, sanki onu tehdit eder gibiydi. Birkaç saniye
birbirlerini, sinirli bakışlarla süzdükten sonra Dünya bakışlarını nehrin
yoluna çevirdi. Tartışmanın anlamı yoktu. Madem herkes planlar içindeydi, o da
planlarına ve kararlarına sadık olmalıydı. Öfkesinden titreyerek salın yolunu
ufak sopa hareketiyle yöneten, Charon'u seyretmeye başladı; onları duymuyormuşçasına
işini yapan adamın yüzü görünmüyordu. Kenarları sökülmüş başlığını, iyice
eğmişti. İki büklüm olduğundan önünü nasıl görebildiğini anlamadı.
Düşüncelerini, sadece yolun gidişine yoğunlaştırmaya çalışıyordu ama yanında
Adonis'in olması ve ondan yayılan huzursuzluğun onu da etkilemesi yüzünden
dikkati çok dağınıktı. Ares ve Adonis'in dengesiz tavırları, onu iyice yormaya
başlamıştı. Bir an önce görevi bitirip hatırlamadığı eski hayatına dönebilmeyi
diledi.
Sal,
geniş bir dönemeçten geçti. İleride perde sis belirdiğinde yaklaşık iki saattir
tek laf etmemişlerdi. Artemis, rahat uykusuna devam ediyordu. Yoğun sisi
geçerken Artemis uyandı ve hiç uyku mahmurluğu yaşamaksızın doğruldu.
"Geldik
mi?"
"Az
kaldı." diye onu cevaplayan Adonis, Charon'a baktı.
Charon
onu onaylarcasına hareketlendi, sopasını derine daldırıp salı kenara doğru
itti. Salı yönlendirdiği kıyıya bakarak sislerin içinde daha karanlık bir şeye
doğru yanaştı. Dünya, bunun bir canlı olduğunu göğsünden yükselen hırıltıyı
duyunca fark etti. Ona çok yaklaşmışlardı ama ne olduğu belli değildi. Siyah
şekil bir hayvan olabilirdi ama bu şey ürkmesini gerektirecek kadar büyüktü.
Sisler; kımıldayarak, bir koridor oluşturunca sırtı onlara dönük hayvanı daha
rahat görebildi. Charon, salı kıyıya dayadı, inmeleri için. Gerinerek ayağa
kalkan Artemis ve çoktan ayaklanmış Adonis'e bakarak isteksizce doğruldu.
Önce
Artemis kara diyebileceği kırmızı toprağa ayakbastı, sonra o ve Adonis, saldan
indi. Charon onları hırıldayan canavarla baş başa bırakıp nehrin üstünde
kayarak uzaklaştı. Dünya göz ucuyla ölümsüzlere baktı, silahlarına
davranmamışlardı bile. Tehdidi önemsemeyen Artemis üzerindeki kıyafeti
düzeltiyordu; Adonis ise oturmaktan tutulmuş bedenini esnetiyordu. Ne
yapacaklarını sormaya niyetlendi. Kaçmaları mı, yoksa uyuyan hayvanın yanından
usulca geçmeleri mi gerekiyordu? Hayvan, kımıldanınca dondu kaldı.
Sadece
sırtını görebildikleri canlı, başını doğrulttu ve başını yavaşça onlara doğru
çevirirken ayağa kalktı. Yattığı yerden bir aslan heybetiyle yükselen hayvan,
iri cüssesinden beklenmeyen bir çeviklikle fırladı ve onu yere düşürerek
üzerine çıktı. Kocaman ağzı açıldı ve salyalar içindeki diliyle onun yüzünü
boydan boya yaladı. Tepki veremeyecek kadar çok şaşırmıştı, hayvanı üzerinden
almaya çalışan Adonis'e yardımcı olamadı. Cerberus, onun üzerinden kalkmadan
önce kuyruğunu neşeyle sallayarak yüzünü bir kere daha yalamayı ihmal etmedi.
"Çekil
Cerberus!" dedi Adonis, kalın boynunu saran zincire asılarak. "Ne
biçim bir nöbetçisin sen?"
Salya
bulaşmış ağzını, elinin tersiyle silerken Artemis gülmemek için kendini zor
tutar bir halde, ona ayağa kalkmasında yardımcı oldu. Adonis hâlâ onun
çevresinde dolanan köpeği azarlıyordu:
"Senin
kadar yumuşak bir köpek görmedim." diye söylendi ve oturur halde bile
beline kadar gelen hayvanın tasmasına elini geçirdi.
Adonis,
güçlü köpeği kontrol etmekte pek zorlanmıyordu ama her an kurtulup üzerine
atlamasından çekindiği için Dünya biraz geriledi. Yüzüne bulaşan salyaları
temizlemek için uğraşırken Artemis, bileğini sardığı mendili çözüp ona uzattı.
Bu yardımı reddetme şansı yoktu, mendili alıp yanağını ve ellerini sildi.
"Sakın
yutma." dedi Artemis ve gülümsedi. "Tartaros'a, bir köpeğin salyası
yüzünden hapsedilmeni istemem."
Konuşmaksızın
başını salladı ve dudaklarını, mendilin kuru kalmış yeriyle iyice temizledi.
Kirlenmiş mendili cebine attı.
"Yıkayıp
geri veririm, teşekkürler."
Artemis
şaşkınca ona baktı ve başını yana eğdi. “Çok akıllı ve düşüncelisin Dünya. Asıl
kullanıp yere atmadığın için ben teşekkür ederim." dedi. "Tartaros'ta
iz bırakmak istemem."
"Girişten
geçelim mi artık?" diyen sabırsız sesi duyduklarında bakışları Adonis'e
çevrildi. Arsız köpek patilerini adamın üzerine atmaya çalışıyordu. "Bu
canavarı daha fazla tutamayacağım." Diye söylendi bıkkınca.
Köpeğin
zincirini Artemis'e verdikten sonra iki metre ileride, kare biçiminde ve
üzerinde üç başlı köpek resmi olan kapağın demir kulpunu tutarak ağır kapağı
kaldırdı.
"Önce
biz girelim Artemis." dedi. Kapağın önüne geçti. "Cerberus'u biz
girene kadar bırakma."
"Uzun
zamandır insan yüzü görmemiş, Hades’i bunun için azarlamak gerekiyor. Keşke
Hermes'in kavalını getirseydik." diye sıkıntıyla söylenen Artemis'e
gülümsedi.
Adonis'in
pırıltılı gözleri ona döndü. "Gel aşkım."
Adonis'e
ters bir bakış attı, "aşkım" lafı için. Sanki hiç tartışmamışlar gibi
rahat davranıyordu ama Dünya acısını çıkarmadan rahat edemezdi. Yine de yapacağı
kavgayı erteleyerek kapağa doğru yürüdü. Kapaktan içeri baktığında kararsızca
durakladı; basamak denebilecek çıkıntılara sahip doğal bir merdiven, birkaç
metre sonra karanlığa karışıyordu. Duvarlar ve merdivenin sonundaki karanlıktan
başka bir şey göremedi. Kapaktan yukarı keskin bir koku yükseliyordu. Yükseklik
korkusunun yol açtığı utançtan sonra bir de karanlık onu rezil edecekti.
Tartaros'un ne olacağını umuyordu ki?
Adonis,
onun tereddüdü karşısında kapaktan içeri girdi ve elini uzatıp ona baktı. “Bastığın
yere dikkat et Dünya, basamaklar biraz kaygan. Ben sana yardım ederim…"
Merdivenlerin
kaygan olması düşündüğü son şeydi. “Yardımına ihtiyacım yok.” Dedi uzattığı eli
görmezden gelerek.
Elini
kendine çeken Adonis bir an baktıktan sonra sırtını döndü ve ilerledi. Kaçma
isteğini bastırarak yutkundu ve Adonis'in ardından içeri girdi. İçinde yükselen
korkuyu bastırmaya çalışarak, adamın ardından inmeye başladı. On basamak anca
inmişlerdi ki Artemis ardında belirdi. Kapaktan sızan ışık, kapağın gürültüyle
kapanmasıyla yerini tuhaf bir loşluğa bıraktı. Artemis'in bileğindeki parlak zincir,
tatlı bir buğuyla etrafı aydınlatıyordu. Düzensiz basamakları, iki duvar
arasında döne döne inmeye devam ettiler.
Adımları
iyice rutine döndüğünden midesi bulanmaya başladı. Açlık ve zor gördüğü
basamaklardan başı dönerek inmek bacaklarını titretiyordu. Adonis'in adımlarını
ayarlayarak ona ayak uydurmaya çalıştığını fark edince bozuldu. Bilinçli olarak
veya değil, ölümsüzler için yük olduğunu belli eden bir dikkatle yavaşlamıştı.
"Of,
Adonis!" diye hayıflanan Artemis, nefeslendi. “Persephone'ye biraz yüz
versen olmaz mıydı, buraya onun özel arabasıyla gelmek vardı şimdi.”
Adonis
kendi kendine homurdandı ama Artemis onunla şakalaşmaya devam etti. “Kusura
bakma Dünya, Adonis senin sevgilin olabilir ama Perse ile iki dakika
konuşmasına izin verseydin bu çileyi çekmezdik. Sadece konuşması yeterdi.”
"Artemis!"
Adonis'in
uyaran sesine aldırmadı. “Yalan mı yani. Onu özlediğini ima etsen…”
Adonis
aniden onlara döndüğünde Artemis sözlerini yuttu. Adamın bakışları, Artemis'in
üzerindeydi ve onu parçalayacakmış gibi bakıyordu. Aniden ikisinin arasında
kalan Dünya bir an panikledi ve istemsizce ellerini adamın göğsüne koydu,
düşmemek için. Adamın saldıracağından çekinmiyordu ama kaymaktan deli gibi
korkuyordu.
Adonis
öfkeyle kısılmış gözlerini Artemis'in şaşkın yüzüne kenetledi.
"Uzun
zamandır kendi kararlarımı kendim veriyorum Artemis. Beraber olmak istediğim
kişiyi ben seçiyorum. Artık ölümsüzlerin oyuncak bebeği değilim, bunu
kavrayacak kadar zeki olduğunu sanıyordum ama yanılmışım."
"Onu
demek isteme..."
"İkimiz
de onu demek istediğini biliyoruz." dedi. Yumruklarını sıkarak bir adım
daha attı. Aralarındaki Dünya'yı görmüyordu. "Beni, yanınızda
dolaştıracağınız bir süs köpeği sanmaktan vazgeçin." diye tehlikeli bir
ses tonuyla söylendi.
Artemis
ne diyeceğini bilemez halde şaşkınca kalakalmıştı. Adamın; haklı ama yersiz
aşırı öfkesi karşısında kıpırdamadan, ona bakmaya devam ederken Dünya Adonis'i
hafifçe itti.
"Adonis,
lütfen, sakinleş."
Adonis
gözlerini kırpıştırarak ona baktı ve göğsüne dayalı ellerini tutup yavaşça
bıraktı. Sırtını onlara döndü, üzgün adımlarla merdivenleri inmeye başladı.
Omuzları çökmüş ve yumrukları hâlâ sıkılıydı. Dünya, Artemis'e bir bakış attı,
kadının ifadesi pişmanlık ve üzüntü doluydu. Artemis dudaklarını kımıldattı.
"Bunu
demek istememiştim ki. Özür dilerim."
"Bunu
bana söyleme." dedi Dünya ve Adonis'in ardından inmeye başladı.
Adam
çoktan karanlıkta kaybolmuştu. Sessizlik içinde merdivenlerden inerken
Adonis'in durumuna üzüldü. Dediği gibi mükemmel güzelliğinin lanetiyle yaşıyordu,
bakmaya kıyılamayacak bir bedene ve yüze sahipti. Onu arzulamalarının ilk
nedeni de bu tanrısal güzelliğiydi. Adonis'in isteğiyse farklıydı, onu sadece
bir yüz ve beden olarak sevmelerini istemiyordu, kişiliği için yaklaşmalarını
istiyordu. Ares'i kıskanmasının nedeni de buydu. Ares, Zeus tarafından sürekli
hor görülmesine karşın diğer ölümsüzler içinde saygı görmeyi başarmıştı ve bunu
kendi yakışıklılığını kullanmaya gerek duymadan yapmıştı. Ares’in
yaramazlıkları bile hoş görülüyordu ve sevilmeye devam ediliyordu. Adonis ise
karakterinin Ares’in gölgesinde kaldığını düşünüyordu.
Bir
veya iki saat kadar daha basamaklarla cebelleştikleri için bacakları ağrıdan
kopacak gibi sızlıyordu. Aynı hareketleri yapmaktan ve aynı dönüşü yaşamaktan
hasta olmuş; susuzluktan, dili damağına yapışmıştı. Dizi, güçsüzce kıvrılınca
öne doğru tökezledi, neyse ki Artemis onu son anda kolundan yakaladı.
Basamaklara oturttu. Dünya çaresizce sızlandı.
"Devam
edemeyeceğim." dedi. "Bacaklarım tutmuyor."
"Biraz
dinlensek yeter." diyen Artemis yanına oturdu. "Ben de yoruldum,
sanırım burada dinlenebiliriz."
Başını
sallayıp duvara yaslandı. Birkaç dakika sakince nefes alıp dinlenmeye
odaklandı. Bacakları hâlâ titriyor ve bükülmeyi ret eden dizine bıçaklar
saplanıyordu. Ayağa kalkabileceğini bile sanmıyordu. Yola nasıl devam edecekti?
Boyundan büyük bir işe kalkıştığını anladı, daha Tartaros’un girişinde iflahı
kesilmişti.
"Ne
kadar zamandır yoldayız?" diye gözlerini açmadan sordu.
"İki
gün anca olmuştur."
Kadına
baktı. "O kadar oldu mu?"
Artemis
onaylamak için başını salladı. “Sen Lanetliler Ormanını geçişimizi hatırlamıyorsundur,
nehir kıyısına kadar uyudun. Yani ne şanslısın ki, neredeyse yarım gün uyudun.”
"Ne?"
diye doğruldu. "Yarım gün uyudum mu? Neden uyandırmadınız? Ben bir saat
anca uyuduğumu düşünmüştüm."
"Adonis
seni uyandırmak istemedi." dedi dudağını kemirerek. "Ayrıca senden de
özür dilerim Dünya, çok patavatsız konuştum. Ne seni ne Adonis'i kırmak
isterdim. Onun bu kadar alınacağını bilemedim. Önceleri güler geçerdi."
"Siz
eskiden beri arkadaşsınız, değil mi?" dediğinde kadın başını salladı.
"O,
ölümlü olduğu zamanlardan beri." dedi Artemis ve bacaklarını öne uzattı. "Hatta
Ambrosia'yı ona veren bendim. Bize bazen iyi ve yararlı bir şey yaptığımızda
ödül olarak verilirdi. Çok değerli ve nadir bir ödüldür ve kazanmak çok zordur.
Ölümsüzlüğü için izin verildiğinde hiç düşünmeden ona takdim ettim. O benim
dostlarımdan biridir. Ben, o ve Ares, iyi bir takımdık."
"Eskiden
ikisinin iyi anlaştığı doğru o halde." dedi kurumuş dudağını yalayarak.
Artemis
başını salladı. "Evet, hatta bazen beni kıskandırırlardı."
"Aralarını
bozacak ne oldu?" dedi. Böylesi bir dostluğun bozulması için anahtar
kavgasından fazlasına ihtiyaç vardı. Ve Artemis'in de düşüncesini merak
ediyordu.
"Adonis
anahtar olarak sen belirdiğinde uzaktaydı. Zeus, Ares'i kızdırmak veya küçük
düşürmek için anahtarı ikna edip getirme görevini ona verdi. Bu görev Adonis
için çok kolay olurdu. Gider anahtara iki bakış atardı ve anahtar ona ölümüne
güvenirdi. Zeus, Ares'in asiliği ile işleri berbat edeceğini düşünmüştü ama
Ares tereyağından kıl çeker gibi sorunsuzca seni Olimpos'a getirdi. Görev
zamanını beklerken de seninle yakından ilgilendi, tabi o sırada ben de
yanınızdaydım. Afrodit'in deli olduğunu hatırlıyorum. Tüm çekiciliğine rağmen özgüveni
eksiktir ve insanı çıldırtacak kadar kıskançtır."
Gözlerini
devirdi ve o duygunun önemsizliğini belirtmek adına elini salladı.
"O,
Ares'in ilgilendiği her kadına kan kusturur. Sana vakit geçirmek için dövüş
tekniklerini öğretmesini bile kıskanmıştı. Ares ise kıskançlıktan nefret eder, bu
nedenle onunla arasına mesafe koymaya çalıştı. Fakat bu sadece Afrodit’in daha
da öfkelenmesini sağladı. Hatırlasaydın keşke, kadın o günlerde resmen
burnundan soluyarak geziyordu. Adonis geri döndüğünde, Afrodit’in onu zehirli
sözleriyle doldurduğunu düşünüyorum çünkü Adonis'in tavırları değişti, içine
kapandı ve çabuk sinirlenen birine dönüştü. Afrodit'in onun üzerindeki etkisini
hafife almamak gerek, ne de olsa Adonis bebekliğinden beri onun gözetimi
altındaydı. Persephone ile uzun zaman küs kalmasının nedeni de Afrodit'in
Adonis'i, sadece kendine saklama isteğiydi. Zeus'a Adonis'in hayatı için ikna
eden de oydu, yani sözün kısası bence o ikisinin arasını Afrodit bozdu."
Artemis'in
sözleri, Afrodit'in ona karşı olan kinini açıklıyordu. İki gözde erkeğinin
ilgisini çekmişti. Ona düşman olması için sebebi çoktu, birden Afrodit'in
dedikleri anlam kazandı. O sözleri, hep Ares için yormuştu ama bazıları
Adonis'in göstermeye çekinmediği ilgisi içindi. Odasının önünde, onu tehdit
ettiği an geldi gözünün önüne. O sözleri sadece Ares için sarf ettiğini
sanmıştı ama onun geçici olacağı kişi Adonis'ti. Kadın, Ares'in onunla
sorumluluk duygusu yüzünden ilgilendiğini düşünüyordu ama Adonis'i, ona olan
hisleri konusunda çılgına dönecek kadar kıskanıyordu. Artemis'in sesi,
düşüncelerini böldü.
"Dinlendiysen,
ilerlemeye devam edelim."
Başını
salladı ve duvara tutunarak ayağa kalktı. Merdivenlerden inerken hafızasını
kaybettiğinden ve anımsadığı bölük pörçük anıların onu yanlış yöne
götürmesinden korktuğu için kendisini bilgisiz bırakan Ares'e olan kızgınlığı
artıyordu. Bencilliği ile onu karmaşanın ortasında tek başına bırakmıştı. Ona
kızıyordu ama onu düşünürken kalbinin heyecanla kasılmasına engel olamıyordu. Adam
yanındayken her şey ne kadar berraksa, onun yokluğunda o kadar batağa
dönüşüyordu. Öncesi umurunda bile değildi ama şimdiki Dünya'nın hem aklı hem
kalbi gittikçe karışıyordu. Güvenebileceği tek kişi de Enlil'in dediği gibi
kendisiydi. Dikkatini topladı ve Ares'i buradan çıkardıktan sonra olacaklardan
başka bir şeye odaklanmamaya karar verdi.
Dizleri
artık tutmaz olmuştu ki, düz zemine ayakbastı ve onları bekleyen Adonis ile
karşı karşıya kaldı. Adam, parmağını dudağına götürdü ve sus işareti yaptı.
Merdivenin hemen köşesindeydiler ve etrafa, boğuk çığlıklar yankılanıyordu.
Adonis ikisine eğildi.
"Şimdi
çok hızlı olarak peşimden koşun, sakın düşmeyin ve etrafa bakmaya çalışmayın.
Duraksamayın. Sadece beni izleyin." diye fısıldadı.
Artemis
başını salladı. Onun da hareketi aynı olmuştu. Anlamsız homurtuların ve
çığlıkların nedenini merak etmeyecek kadar yeterli bir süredir Tartaros'taydı.
Adonis yine fısıltıyla ekledi.
"Nerede
olduğumuzu anlamaması için ses çıkarmayın ve duvar kenarından koşmaya dikkat
edin." Dedi ısrarla ve kararsızca Dünya'ya baktı. "Benim koşuma
odaklanmanı istiyorum. Sadece koş, tamam mı?"
Bacaklarının
merdiven inmekten iptal olduğunu söylemenin tam sırasıydı ama onun yerine
başını salladı.
"Tamam."
Adonis'in
bakışları değişmedi, ona ayak uyduramayacağını düşünüyor olmalıydı ve bu konuda
da haklıydı. Dikilirken bile diz kapakları sızlarken nasıl koşacaktı?
"İleride
yaklaşık iki metrelik bir yarık var, onun üstünden atlamamız gerek. Oraya
varınca beni bekle." Dünya adamı onaylayınca Adonis bakışlarını nihayet
Artemis'e çevirdiğinde son bir şey daha ekledi. “Bu iş ciddi Artemis!”
Artemis
omzunu silkti. “Sorun değil. Hadi, ne duruyoruz?” dedi sabırsızca.
"Bu
bir oyun değil Artemis." diye fısıldayan adama sırıttı.
"O
yüzden bu kadar zevkli ya." dedi ve Adonis'in onu durdurmasına olanak
vermeden köşenin korumasından uzaklaştı.
Adonis
sinirle homurdandı.
"Koş!"
dedi ve köşeyi döndü.
Beklemeden
adamın ardından duvar kenarına yakın koşmaya başladı. Demire dönüşmüş dizlerini
kırmak, umduğundan daha zordu ama dehşet dolu çığlıklar ona güç verdi. Sol
tarafında bir şeyler olduğunu biliyordu ama Adonis'in sırtına odaklandığından
yana bakamıyordu. Alev ışığına benzer bir ışıkla aydınlanmış devasa taş salonu,
hızla koşmaya başladılar. Artemis en önde hiç zorlanmadan koşuyordu, Adonis ise
iki kadına da ayak uydurmaya çalışarak ortalamıştı. Tek eli kemerindeki kılıcın
kabzasındaydı. Derken ahtapotumsu bir kol Dünya'nın önüne düştü ama o, hiç
düşünmeden kolun üzerinden atlayınca kolun sahibi onu kaçırmanın verdiği bir
hayal kırıklığıyla hırladı. Birkaç kişi, arka arkaya homurdanmış gibiydi. Bir
kol da üstten sıyırdı, takla atarak doğrulduğunda sırtına yumuşak bir şey
çarptı ve öne fırladı.
Adonis
durakladı ve ona baktı. Kılıcını hızla çekmişti ama yardımına gerek kalmadan
Dünya doğruldu ve yeniden koşmaya başladı. Adonis, aralarındaki birkaç metreyi
aşmasını beklerken yana doğru baktı ve kılıcı salladı. Kıvranan bir uzuv, siyah
kanlar saçarak önüne düştü. Artemis arayı oldukça açmıştı, neredeyse yarığın
yanına gelmişti ki durdu ve onlara saldıran şeye baktı. Adonis ona bağırdı.
"Durma,
Artemis! Atla."
Artemis
ise bir avcı gibi gözlerini kıstı ve omzundaki yayı sıyırdı, sadağından bir ok
çekip hızla karşısına fırlattı. Hareketleri o kadar usta, zarif ve kendinden emindi
ki, onu izlemekten kendini alamadı. Ok, kızıllığı yırtan beyaz bir ışın misali
havada uçtu ve hedefini uluyan ağzından vurdu. Böyle bir yaratık olabileceğini
hayal bile edemezdi. En az yedi metre boyundaki yaratığın şişman bedeninden
çıkan ahtapot koluna benzeyen ve metrelerce uzunluğunda altı tane kolu vardı.
Birinin ucundan kan akıyordu ve damlayan kan döküldüğü yeri asit gibi
yakıyordu. Yaratık; çok şişmandı, teni kat kat bedeninden sarkıyordu.
Gözlerinin olması gereken yerde boşluk vardı, yaratık görmüyordu. Tahta benzer
bir kaidenin üzerinde oturuyordu ve çevresini saran hendeğin içinden çığlıklar
yükseliyordu.
Yaratık
ağzına saplanmış oku kolunu dolayarak çıkardı. Artemis'in oku yaratığı çok
kızdırmıştı. İki tane kolunu birden Artemis'in olduğu yöne salladı. Artemis
eğlenen bir çığlık atıp kolların üstünden ve altından geçerek yaratığa yeni
oklar gönderdi. Adonis yeniden kadına bağırınca, duraklayan Artemis kaşlarını
çatıp yüzünü astı ve yarığa doğru döndü. Fakat sırtına uzanan uzvu görememişti.
Adonis Dünya'nın yanından ayrıldı, müthiş bir hızla koşup havada bir takla attı
ve uzanan kolu kılıcıyla dilimleyerek Artemis'e ulaşmasını engelledi. Artemis
dehşetle adama baktı ve yüzü bembeyaz bir halde gerilemeye başladı.
Hiç
duraksamadan geri dönen Adonis, Dünya'yı elinden tutarak koşmaya başladığında
yaratık kolunun ikisini hendeğe daldırdı ve kollarının arasında iki tane adamla
birlikte yükseldi. Kocaman ağzını açtı ve adamları içine attı. Yarığa doğru
dikkatlice gerileyen Artemis'in diğer oku, şişman bedenine saplanırken çenesini
oynattı ve yediklerini kusar gibi dışarıya fırlattı. Büyük, kanlı bir et topağı
Adonis ile ikisinin önüne düştü ve kımıldanan et yığını yerden ayaklanan biri
gibi doğruldu. İki kafalı ve dört kollu iki metrelik bir şeye dönüştü. İğrenç
şey, Adonis'e doğru atılınca adam Dünya'yı duvarla arasına aldı ve etten goleme
karşı durdu. Dünya panikle diğer yaratığa baktı ve bir kolun ona uzandığını
görünce belindeki kılıcı çekti ve kola doğru hızla savurdu. Kılıç, kolu kesmişti
ama koparamamıştı. Adonis'in golemi kılıcıyla doğraması bitmişti, onlara doğru
yeniden atılan kesik kola doğru döndü. Adonis, kılıcı tüm gücüyle kolunun kalın
yerine sapladı. Fakat çekemedi, kılıcı çıkaramadan kolla beraber havalandı.
Yaratık, can acısından olsa gerek homurdandı ve Adonis'ten kurtulmak için
kolunu salladı.
Artemis
yaratığın yaptığı diğer iki golemi parçalamıştı. Kadın yardım etmek için
döndüğünde Adonis ona bağırdı.
"Yarıktan
geçin!" Kılıcı saplandığı yerden kurtarmak için kolun üzerine ata biner gibi
bindi.
Artemis
ona seslendiğinde, Dünya dehşet içinde adamı izliyordu. Hiddetle böğüren
yaratık çılgına dönmüştü ve Adonis'in üzerine doğru diğer kollarını
savuruyordu. Başını eğerek kolların darbesinden kaçınan Adonis, yaratığa doğru
götürüldüğünün farkında bile değildi. Yaratık, yeni bir golem yapmak için
kolunu hendeğe daldırınca uzun kolları arasında üç tane insanı andıran canlıyla
hendekten çıktı ve açtığı ağzına attı.
Tam
o sırada Artemis, onun yanına geldi ve elinden tuttuğu gibi yarığa doğru koşmaya
başladı. Gözlerini canavardan ve Adonis'ten alamıyordu. Tökezleyince Artemis
ona bağırdı.
"Dünya!"
Başını
çevirip iki üç metre ötesindeki yarığa baktı, yarık, düşündüğünden daha uzun ve
derindi. Başı dönünce Artemis'in koluna yapıştı. Ne yapması gerektiğini düşünen
Artemis hızla etrafa bakarken; Dünya korkuyla gözlerini kapatmıştı ama
arkalarından onlara doğru gelen golemin kokusunu ve adım seslerinin şıpırtısını
duyabiliyordu. Artemis, bileğindeki zinciri çıkardı ve havada çevirerek
yukarıya fırlattı. Zincir hızla uzayarak taş duvardaki bir çıkıntıya dolanır
dolanmaz kadın Dünya'ya sarıldı. İkisi birden zincirin yardımıyla yarığın ağzından
diğer yana doğru salladılar.
Aşağıda
metrelerce derinlikten lav nehrinin aktığı yarığı geçerken nefesi kesildi. Burayı
geçmek birkaç saniye sürmüştü ama ona bir ömür gibi geldi. Üç insanının
karışımı golem kendini durduramadan yarıktan aşağıya düştü. Bir iki saniyeyle
ölümden kurtulmuşlardı. Zeminde yuvarlanarak düştüler, hemen doğrulup Adonis'e
baktı. Adonis derin saplanan kılıçtan umudunu kesmişti ve hendeğe az kala kolun
üzerinden kendini yere bıraktı. Yere oldukça dengesiz ve sert düşmüştü, ayağa
kalkmakta zorlandı. Yaratık derin bir nefes aldı ve uluyarak kolunu Adonis'in
olduğu yere vurmak için yükseltti. Bir ok, koluyla bedeninin birleştiği zayıf
deriyi vurmasaydı; yönünden sapmayan kol, Adonis'in yanına değil tam üstüne
düşecek ve adamı yaralayacaktı. Artemis yeni okunu gönderirken Adonis ellerini
yere dayadı ve ayağa kalktı. Sendeledi, ayak bileğini incitmişti. Acı içinde
yüzünü buruşturup tökezleyerek koşmaya başladı. Artemis seri halde attığı güçlü
oklarıyla onu koruyordu.
Adonis
yarığa yaklaştığında, kadın ok atmayı bıraktı ve zinciri adama fırlattı.
Adonis, koşmaya devam ederken zinciri eline doladı. Artemis, yarığın kenarına
gelen adamı var gücüyle kendine doğru çekti. Adonis hem kendi ivmesi, hem de
Artemis'in yardımıyla yarığı kolayca aşıp yanlarına atladı. Canavarın
salonundan uzaklaştıklarında Adonis kendini yere bıraktı. Adonis'in gömleği
yırtılmıştı ve yaratığın damlayan kanları yüzünden yer yer erimişti. Tenini
asitten korumuştu ama gömleğin kumaşı hâlâ içten kızarıyordu. Artemis'in
yardımıyla gömleği çıkarttı ve deri yeleğini yeniden giydi. Adonis bir iki
dakika dinlendikten sonra doğruldu ve yüzünü buruşturarak ayak bileğini
ovaladı.
"Bu
hiç iyi olmadı." diye mırıldandı. "Kesin şişecek."
Artemis
dayanamadı ve adamın boynuna atıldı. "Beni çok korkuttun, bugün yaptığım
her şey için senden özür dilerim Adonis! Çok üzgünüm."
Adonis
gözlerini kapatıp kadının sırtını eliyle sıvazladı. “Tamam, Artemis, geçti.
Hepimiz iyiyiz ama bir daha ki sefere daha sorumlu davranmanı beklerim.”
Artemis
adamdan ayrıldı. "Ben, bir an her zamanki gibi eğleniyoruz sandım."
Adonis
anlayışlı bir tavırla gülümsedi.
"Genelde
eğlenceye giderken yanımızda bir ölümlü götürmeyiz ama bu olanlar sadece senin
suçundu bebek."
Artemis
başını eğdi. "Biliyorum, orada beklememem gerekiyordu."
Adonis
duvara yaslanmış oturan suskun Dünya'ya baktı. "Sen nasılsın?"
"Bunu
benim sana sormam gerek." dedi Dünya.
Onun
bacak sızısından başka derdi yoktu ama adam düşmüş, incinmiş, yaralanmıştı ve
bu durumda kalkmış ona nasıl olduğunu soruyordu. Yaşananlar ölümsüzler için
normal gelebilirdi ama hafızasını kaybetmiş ölümlü biri için fazlaydı, ne
hissedeceğini ne düşüneceğini bile karıştırır olmuştu.
"Söylemediğin
için ben sorayım dedim." dedi Adonis ciddiyetle ve tekrarladı. "Nasılsın?"
İyi
değildi, hiç iyi değildi. Bir kere son yaşadıklarından sonra duygusal olarak
çökmüştü ve ağlamak üzereydi. Bir yanı gidip adama sarılmak istiyordu, bir yanı
yapacağı şeyin onu kırmaktan başka bir işe yaramayacağını fısıldıyordu.
Tartaros'a, Ares'i kurtarmak için neden başkası gelmemişti ki? Aptal
kehanetleri ve gizemli görüleri yüzünden kâhine bir kez daha sinir oldu. Gözlerini
yere dikti, güçsüzce cevapladı.
"İyi."
"Orada
çok cesurdun." dedi Adonis. "Bana gerek bile kalmadı."
Dişlerini
sıktı. O sadece tepki vermişti, kendini korumak için. Artemis, Adonis'e yardım
etmiş, onu ve Adonis'i derin yarıktan sorunsuzca geçirmeyi başarmıştı.
Adonis'in dikkatini bozmasaydı ve yeterince güçlü olsaydı, adam bu kadar yaralanmayacaktı.
Artemis gülümsedi.
"Gerçekten
çok iyiydin Dünya."
Ne
cevap verdi ne de başını kaldırdı. Gözlerine dolan yaşları geriye atmaya çalışarak
öylece oturdu. Adonis çıkardığı giyilemeyecek haldeki gömleği destek olsun diye
bileğine sıkıca sardı. Birkaç dakika dinlendikten sonra mağaranın çıkıntılı
koridorlarında yürümeye başladılar. Yavaş gidiyorlardı çünkü Adonis ayağının
üzerinde basmakta biraz zorlanıyordu. Artemis, onun kolunun altına girdi, adama
yardım ederken o bir adım arkalarında kalmıştı. Arkada yükselen acı dolu
çığlıklar gittikçe azaldı ve mağaranın kaygan zemininde dikkatle yürümekten
başka ilgilenecekleri bir şey kalmadı.
Havası
tazelenen koridor değişmeye, genişlemeye başlamıştı. Uzun zamandır aşağıya
doğru indiklerinden mağaranın genişlemesi yeni bir yere geldiklerini düşündürdü
ve çok geçmeden böyle düşünmekte haklı olduğunu anladı. Koridorların birleştiği
bir salona ulaşmışlardı ve salon Tartaros'ta gördüğü en konforlu ve müthiş yerdi.
Taş divanların üzerine kürkler serilmişti ve ortadaki bir havuzun etrafını
bitkiler sarmıştı. Muhteşem güzellikteki bitkileri görmek onu şaşırttı. Yoğun
bir bitki örtüsü yoktu ama burası için bu kadarı bile inanılmayacak kadar canlı
ve güzeldi. Mermer havuzun ortasındaki fıskiyeden akan ışıltılı sular,
mağaranın geniş holünde hoş bir sesle yankılanıyordu. Havuzun suyu çok
berraktı. Yutkunup dudağını yaladı, kana kana su içmeyi bu kadar isteyebileceğini
düşünemezdi. Mağaranın içi hoş çiçek kokularıyla sarılmıştı, öyle ki o ağır
kokuyu duymak olanaksızdı.
Adonis
duraklayan Artemis'ten kolunu çekti ve etrafa şaşkınca bakındı.
"Burada
olmamamız gerekiyordu." diye mırıldandı. "Yanlış geldik."
"Vay,
vay, vay… Burası, Demeter'in düğün hediyesi mi?" dedi Artemis.
"Evet,
burası annemin düğün hediyesi."
Uzun
mavi elbisesinin içinde göz alıcı bir kraliçe gibi Persephone salona girdi.
Siyah saçları, omuzlarına dalgalar halinde dökülüyordu. Zarif adımlarla havuzun
yanına yürüdü, çıplak ayaklarıyla bastığı yerlerde küçük çiçekler boy
veriyordu.
"Beni
ziyaret etmeden gitseydiniz darılırdım." dedi, gözleriyle onları taradı ve
Adonis'in üzerinde durdu. "Haberim olmayacağını mı düşünüyordun?"
Adonis
bıkkın bir nefesle doğruldu. "Umursamayacağını düşünüyordum." diye
cevap verdi.
Persephone'nin
bakışları yumuşadı. “Çok uzun zaman oldu.” dedi ve eliyle yanında durduğu divanı
gösterdi. “Lütfen oturun.”
Adonis
kıpırdamadı. “Neden geldiğimizi biliyorsun, oyalanma lüksümüz yok.”
"Ares
için gelmenize şaşırmadım.” Dedi amaçlarını bildiğini beyan ederek ama
söyleyeceklerini dinlemeden gidemeyeceğimizi de belirtmek için bakmaya devam
etti.
"O,
nerede?" diye atılınca Persephone gözlerini kısarak Dünya'ya baktı.
"Ölümlü
sevgilin… Oldukça sabırsız." dedi kadın Adonis'e doğru ve ona eliyle
divanı yeniden gösterdi. "Gel, biraz benimle otur." dedi ve Artemis'e
döndü, hoş bir gülümsemeyle konuştu. "Tabi sen de hoş geldin Zeus
kızı."
Bunu
bir unvan gibi söylemişti. Persephone tavırlarıyla, bir kraliçeyi andırması bir
yana Artemis'e saygı duyduğunu belirtir bir duruşla Artemis oturana kadar
divana oturmadı. Artemis kısa bir baş eğmesiyle kadını selamladı ve ona
teşekkür etti. Persephone Adonis'e yeniden baktı, gözlerindeki özlem ve hüznü
yansıtan bir bakışla. İkisi girişte kararsızca dikilmişlerdi; sonunda Adonis
kımıldandı ve Dünya'ya doğru elini uzattı. Persephone'nin hüzünlü bakışlarına
rağmen adamı kırmak istemediğinden ve adamın yürümesine destek olmak için elini
tuttu. Adonis ona bakmaksızın hoşnut bir tavırla dudağını sıkarak gülümsemesini
bastırdı ve kesik bir nefes aldı. Elinin yine havada kalacağını düşündüğünü
anladı. Ağırlığını fazla vermemeye çalışarak kadına doğru yürüdüler.
Kadının
bakışları kısa bir anlığına ellerine ilişti, sonra başını üzgünce eğdi.
"Zaman
her şeyin ilacı derler ama benim zehrim oldu." diye mırıldandı.
Adonis'in
düzgün yürümekte zorlandığı çok barizdi, incinmiş ayağıyla attığı on adım bile
onu ter içinde bırakmıştı. Dünya, adamın koluna yanaştı ve ona destek olarak
üçlü divana oturmasına yardım etti. Adonis sıktığı eli gevşetti ama bırakmadı,
sahiplenici bir kavrayışla tutmaya devam etti.
"Persephone,
bizi vazgeçirmek için konuşmak istiyorsan boşuna yorulma." dedi.
"Ares'i alıp Olimpos'a geri döneceğiz."
Persephone
zarifçe başını sallayıp adama baktı. "Hayır, size engel olmayacağım. Ares'i
burada zapt etmeye çalışan Hades, ben değilim. Geldiğinizden beri sizi
izliyorum, size müdahale edemedim çünkü Hades'in öfkesini üzerime çekmek
istemiyorum. Katları geçmenin senin için zor olmayacağını biliyordum ama
Eurinomus'un çukurunda zorlandığını görünce dayanamadım."
"Yoksa
bize yardım mı edeceksin?" dedi Artemis inanmaz bir tavırla.
Kadın
Artemis'e döndü.
"Ares,
şu anda Asteria'nın pençelerinde. O kadınla şimdilik bir sorunum yok. Ares'i de
çok severim, ona zarar gelmesini istemem. Yani ne yapmış olursa olsun
Asteria'nın işkencelerine katlanmasını gerektirecek bir şey olduğunu
düşünmüyorum. Ayrıca, yeraltının kraliçesi hâlâ benim, Asteria bizim konuğumuz.
Onun güçlenmesi beni tehlikeye atar."
"Bu
çok mantıklı." dedi Artemis ve memnun bir gülümsemeyle kadına baktı.
Persephone
uzun kirpiklerinin süslediği gözlerini Adonis'e çevirdi. "Bana her daim güvenebileceğini
biliyorsun, değil mi Adonis?"
"Sen
çok yüce gönüllüsün Kore." dedi.
Adonis’in
gergin ifadesi rahatlamıştı. Dünya, Adonis'in kadına neden Kore dediğini
anlayamasa da, kadın bu ismi duyunca gülümsedi. Heyecanını saklayamadan beyaz
yanakları gül gibi pembeleşti, adamın tek bir lafıyla bu kadar mutlu olmasına
bakılırsa Persephone Adonis'ten çok etkileniyordu. Eli hâlâ adamın elindeyken
bu duruma seyirci olmak Dünya'yı rahatsız etti. Belki Adonis hareketini yanlış
anlamaz diyerek saçını toplama bahanesiyle adamın elinden elini çekti. Adonis,
ona yan bir bakış attı ama bir şey demeden kadına geri döndü.
"Asteria
hâlâ aynı yerde mi tutuluyor?"
Persephone
yanakları al al cevap verdi. “Hayır, başka bir yere geçti, kendi isteğiyle.
Hades de bunu kabul etti. Bu aralar kadının her kaprisine boyun eğiyor."
dedi. Bunu tarafsız ve yorumsuz bir tavırla söylemişti.
Saçlarıyla
uzunca bir süre oyalandıktan sonra elini kucağına indirdi. Adamın fark
etmeyeceğini düşünüyordu ama Adonis yeniden elini tuttu. Onu Persephone'ye
karşı kalkan olarak kullanıyordu. Umudunu kırmak istediğini düşündüğünden
dişini sıktı ve el ele oturmaya devam ettiler.
"Bunun
sebebi, Ares'i ikna edebilecek tek kişi olmasındandır." dedi Adonis.
Persephone
bakışlarını adamdan hiç çekmeksizin cevap verdi. "Belki… Ama öte yandan, Hades
kurnazlık yapıp ikisini birbirine kırdırmaya çalışıyor. Sonuca yaklaştığını
düşünüyorum çünkü Ares'in savunması düşmek üzere; bedenen bitti sadece inadı
yüzünden hâlâ hayatta kalmaya devam ediyor. Benim bile onu görmem yasak
inanabiliyor musun?"
Duydukları
Dünya'nın göğsünü dağladı ve onu nefessiz bıraktı. Ares hayattaydı ama
direncinin kırılması an meselesiydi. İblislere katılması ve Asteria'nın kralı
olması için onların orada biraz daha oturması yetecekti. Ayağa kalkmak için
davranınca, Adonis elini kullanarak onu kendine çekti.
"Nöbetçisi
kim?"
Persephone
çekişmeyi fark etmişti ama görmezden geldi. "Bizzat kendisi…" dedi
gözlerini Adonis’in gözlerinden ayırmadan. "Onu kimseye emanet
etmiyor."
"Asteria'yı
mı öldürmemiz gerek?" dedi Artemis korkuyla. "Bu olanaksız, ona karşı
hiç şansımız yok."
Adonis
nefes aldı. "Gerekmiyor Artemis." dedi ve devam etmedi.
"Dinlenmek
için hücre olarak kullandığı odanın yanındaki kendi odasına geçiyor." diye
konuşan Persephone ayağa kalktı ve başının üzerinde sallanan üzüm salkımından
bir tane koparıp, kabuğunu acele etmeden soyarken konuştu. "Ares o anlarda
tek başına kalıyor. Onu o zaman çıkartabilirsiniz."
Artemis
ayağa kalktı.
"Bu,
çok iyi." dedi. "Düşündüğümden daha kolay olacak."
Persephone
gülümsedi. “Zeus kızı, Tartaros'a girmek zordur, çıkmak olanaksızdır."
"Sanırım
sen de bu aşamada bize yardım edeceksin." dedi Adonis gülümseyerek.
Yüzünde
oluşan tatlı gülüşten etkilenmemek için kör olmak lazımdı. Hayran bakışlarla
Adonis’in güzelliğini süzen Persephone, adamın cazibesine çekilircesine yürüdü
ve adamın karşısına dikildi, ona elini uzattı. Adonis, Dünya'nın elini bıraktı
ve ayağa kalktı. Kadın güzel gözlerini adama dikerek konuştu.
"Evet,
sevgilim, abimle konuştum. Triptolemus, arabasını sizi yeryüzüne çıkarması için
gönderecek
Adonis
hoşnut bir ifadeyle kadına gülümsedi. Persephone özenle soymuş olduğu üzüm
tanesini adamın dudaklarının arasından geçirdi ve parmaklarıyla onun yüzünü
okşadı. Eli adamın ensesine indi ve bakışları adamın dudaklarına ilişirken
kendine doğru usulca çekti. Adonis ona karşı koymadı ama Dünya adamın tek elini
yumruk yaptığını fark etti. İstemiyor muydu yoksa heyecanlanmış mıydı?
Anlayamadı. Yan gözle Artemis’e baktığında kadının anlayışlı bakışlarla ikisini
izlediğini gördü. Acaba bu normal miydi?
“Seni
beklemeye devam ediyorum Adonis." diye adamın aralı dudaklarına fısıldayan
kadın, Adonis'i öptü.
Onların
mahrem anlarını öylece oturduğu yerden izlemek Dünya'yı rahatsız etmişti, ikisi
öpüşürken başını çevirdi. Kadın Adonis'i öpmeye devam ederken elini adamın
boynundan çekti ve havuza doğru salladı. Havuzun içinden Adonis'in yaratığa
saplı bırakmak zorunda kaldığı kılıcı fırladı ve buğulu bir ışık saçarak kadın
parmaklarını kapatırken arasına oturdu. Dünya panikle doğruldu ama Artemis onun
kolunu yakalayarak sus işareti yaptı. Kadının Adonis’e bir şey yapmasından
korkarak onlara döndü, kadın kılıcı elinde tutmaya devam ediyordu. Adonis
öpücüğü sonlandırıp kadından ayrılırken Persephone kılıcı adamın kemerindeki
yerine geçirdi.
"Tartaros'ta
bir şey bırakmamaya dikkat etmelisin sevgilim." dedi ve parmağını kendi dudağına
götürdü. Dudaklarının arasından, soyduğu üzüm tanesini çıkarıp gülümsedi. “Hiçbir
şey yememeye de…”
"Çok
zekiceydi, Kore." dedi ve kılıcına dokundu. "Bunun için de teşekkür
ederim."
Persephone
Artemis'e döndü. “Bahar bayramında görüşmek üzere Artemis...”
Artemis’in
selamını alan Persephone, Dünya yerine Adonis'e döndü. "Dünya ile beni bir
dakika yalnız bırakabilir misin, sevgilim?"
Talebinden
hoşlanmayan Adonis kararsız kalmıştı, yardım istercesine Artemis'e baktı. Artemis
sorun olmadığına kanaat getirmiş olacak, koluna girip onu yürütmeye başlayınca
cevap vermesine gerek kalmadı. Persephone onlar uzaklaşana kadar bekledi ve
sonra Dünya'ya yaklaştı.
"Sana
söyleyeceğim şeyi anlamsız bulabilirsin çünkü hafızanı yitirdiğini biliyorum.
Olimpos'ta bir hain var ve sen geçmişi unuttuğun için onu hatırlamıyorsun.
Diğerleri ise böyle bir şeyi ummadığı için umursamıyorlar. Döndüğünde doğruca
Apollon'a git ve ondan gerçeklik mührü iste. İblisleri, haneye salan haini öyle
bulabilirsin."
"Hainin
kim olduğunu sen biliyor musun?" dedi.
Kadın
panikle parmağını dudağına götürdü. "Biliyorum ama söyleyemem."
"Neden?"
dedi ısrarla.
"Ben
yeraltı kraliçesi olabilirim ama beni de aşan güçler var ve..." dedi
doğrularak. "Denetleyemeyeceğim duygular var, mesela aşk gibi. Bazı
şeylere müdahale edemezsin."
"Adonis
ile aramda sandığın gibi bir şey olmadığını söylesem rahatlar mısın?" dedi
kekeleyerek. Tamamen doğru söylemek isterdi ama geçmişini hatırlamıyordu,
sadece anımsadığı kadarıyla geçen güne değin öpüşmemişlerdi bile.
Persephone
neşesizce gülümsedi.
"Senin
onu sevmemen, onun seni sevmesini engellemez, tıpkı benim gibi." dedi
bilgece. “ Bana sana baktığı gibi baksaydı tüm her şeyi onun için terk ederdim,
buna Hades de dâhil. Onu seviyorum yanlış anlama ama Adonis, benim için her
şeyden ve herkesten daha değerli. Şimdi git, seni bekliyorlar."
Derin
bir soluk alarak ölümsüzlerin kaybolduğu koridora doğru yürüdü. Salondan
çıkmadan önce bir kez daha kadına baktı ama kadın yoktu. Cehennemdeki cennet
bahçesini geride bırakıp onu bekleyen Adonis ve Artemis'in yanına gitti.
Adonis
duvara dayanmıştı. Artemis ise kollarını kenetlemiş, sabırsızca ayağını yere
vuruyordu. Onu görünce ikisi de beklentiyle ona baktı.
"Ne
konuşmak istiyormuş?" dedi Artemis.
Omzunu
silkti. "Arabayı benim kullanmamı istedi, siz ikiniz kötü bir
sürücüymüşsünüz."
Artemis
gözlerini devirerek Adonis'e baktı ama genç adam ona gülümsüyordu.
"Tamam,
sen bilirsin." dedi Artemis, burnunu yukarıya dikti. "Zaten
Triptolemus'un arabasını kullanacak kadar delirmedim." diye şakadan
suratını astı. Konuşma konusunda başka bir şey demeden Adonis'in kolunu omzuna
attı ve tekrar yürümeye başladılar.
Mağaranın
taş koridorunda ilerlerlerken zemin yumuşadı ve sıkıştırılmış toprağa dönüştü.
Nemli keskin bir hava ciğerlerini üşütüyordu. Duvarlara saplanmış meşaleler
olmasa canlı gömüldüğünü düşünecekti. Mezardan farklı olmayan koridoru kaplayan
toprağın doğal dekoru da kan dondurucu cinstendi ve bu manzara ürpermesine yol
açıyordu. Dikkatini yoluna vermek istese de gözlerinin kaymasına engel
olamıyordu. Nasıl kaymasın, kemiklerin saplandığı duvarların içinden,
solucanlar ve parmak kadar kurtçuklar çıkıyordu. Sesleri bile insanın tüylerini
diken diken ediyordu. Görünen bazı kemiklerin üzerinde hâlâ et ve kas parçaları
vardı, üstlerini sarmış kurtçuklara rağmen açıkça belliydi. Duvara
yaklaşmaksızın Artemis ve Adonis'in ardından yürüdü. Koridor, başka koridorlara
ve odacıklara açılıyordu ama Adonis, onları hiç birine saptırmadan düz yolda
ilerletti.
İki-üç
saat sonra, taşa bastığında inanılmayacak kadar rahatlamıştı. Adonis bedenine
yapıştırdığı kollarını esnetirken inledi ve duvara yaslandı. Artemis kolunu
adamın omzundan çekti ve oturması için ona yardım etti. Üçü de yorgunluktan
bitmişti ama Adonis'in acıdan beyazlamış yüzünü ve dudaklarını görmek, kendi
açlığını ve yorgunluğunu unutturdu.
"Biraz
dinlenelim." dedi Artemis ve elini Adonis'in alnına koydu. "Sen
bileğinin kırılmadığına emin misin?"
Adonis
konuşmadan sadece başını salladı. Dünya'ya bakan Artemis elini adamın alnından
çekti.
"Saatlerdir,
ateşi çok yüksek." diye konuşmaya başlayınca Adonis atıldı.
"İdare
edebilirim." dedi ama Artemis elini bileğine koyunca inleyerek elini
çekmeye davrandı.
"Bileğin
kırılmadıysa bile çok kötü incinmiş." dedi Artemis. Şişmiş bilekten elini
çekti. Sargı olarak kullandığı gömleği çözdü, uzun botlarının bağını çözdü ve
biraz olsun adamı rahatlattı.
"Kendini
neden iyileştirmiyorsun?" dedi Dünya. Adonis'in alev alev yanan koluna
elini koydu. Ateşi en az kırk dereceydi. Teni alev alev olsa da rengi
bembeyazdı, dudakları bile çok soluktu.
Adonis
iyice parlaklaşmış gözlerini açtı.
"Uzun
zaman nektar içmezsek ölümsüzlüğümüz lekelenir ve yeteneklerimizi
kullanamayız." diye mırıltı gibi bir sesle cevap verdi. "Biraz
dinlenelim, kendime gelirim."
"Kan
da mı içemezsin?" diye sordu.
Niyetini
anlayan Adonis güçsüzce güldü. "Artemis, ne kötü bir kız arkadaşım var
benim, illa Tartaros'ta kalmam için kendi kanını teklif ediyor."
Artemis
Dünya'ya üzgünce baktı. "Hiçbir şey boğazından geçmemeli, ne
buradakilerden ne de yanında getirdiklerinden."
Omuzları
çöktü, Adonis'in uykuya dalmak üzere olduğunu görünce, onun yanına oturup
adamın başını kucağına aldı. Başına gelen onca şeye rağmen, adam hala göz kamaştıracak
kadar güzeldi. Adonis siyah kirpiklerinin arasından gözlerini zoraki araladı ve
elini kaldırıp Dünya'nın yanağını okşadı. Adonis’in güçsüz elini, yaralı eliyle
tuttu ve bırakmaksızın adamın göğsüne yasladığında safir gözler kapanmıştı.
Dünya üzüntü içinde, nihayet uyuyan adamı seyrederken Artemis de ikisine bakıyordu.
"Bazen
ikinize çok imreniyorum." dedi. Başını kaldırıp Artemis'e baktığında kadın
devam etti. "Sonra senin ölümlü olduğunu anımsayınca üzülüyorum. Ben, aşka
inanmayan biriydim ama bir kere âşık olunca daha anlayışlı biri oldum. Benim
sevgilim de bir ölümlüydü, hatta onunla nişanlanacak kadar onu çok
seviyordum." dedi. Gözleri dolmuştu, dudakları titredi.
"Ayrıldınız
mı?" dedi, ölümlülerle-ölümsüzlerin aşklarının umutsuz olduğunu söyleyen
Ares, aklına gelince.
Artemis
bakışlarını ona çevirirken gözünden kontrolsüz iri bir damla yaş aktı.
"Hayır,
ben onu öldürdüm."
Ne
diyeceğini bilemeden kadına baktı kaldı, kadının demek istediği şey başka bir
şey olmalıydı. Artemis diğer gözündeki yaş da yanağından süzülürken devam etti.
"Tek okla, sevdiğimin canını aldım."
"Bunu
yaptığına inanmam." dedi.
Artemis'in
deli fişek bir hali vardı ama hâlâ gözyaşı döktüğü sevgilisini acımadan
öldürecek kadar adi biri olamazdı.
Artemis
başını önüne eğdi ve kucağındaki ellerine baktı.
"Kendimi
beğenmişliğimin bir sonucuydu, kibrim ve aptallığım yüzünden onu öldürdüm. Bir
avdaydık, en iyi ok atanı seçmek için bir yarışma yapmaya karar verdik; Hermes,
Apollon, Athena, Adonis ve Ares ile. Nişanlımı çağırmıştık ama o, geç
geleceğini söylediği için biz yarışmaya başlamıştık. Gösterilen hedefi, vuran
kazanacaktı. Hermes'in gösterdiği hedefi, okum sıyırdı ama ok hedefe
saplanmayınca Apollon benimle dalga geçmeye başladı. Ben de sinirlendim ve
kendimi ispat etmek için gölün diğer ucunda kımıldayan küçük karartıya nişan
aldım. Güneş ve uzaklık yüzünden ne olduğu belli değildi, yine de onu vurdum.
Yanına gittiğimizde onun sevdiğim adam olduğunu görünce deliye döndüm."
Gözlerinden
süzülen yaşı elinin tersiyle sildi.
"Aylarca
acı çektim; yemeden, içmeden. Sonunda Zeus, halime dayanamadı ve sevdiğim adamı
gökyüzüne yükseltti. Ulaşamasam da başımı gökyüzüne her kaldırdığımda onu
görebilmem için."
Onun
da gözleri dolmuştu. Biricik sevdiğini öldürmenin ağırlığıyla Artemis sırtını
döndü ve kollarını bacaklarına sardı. Dünya konuşamadı, kelimeler boğazına
kilitlendi. Kadına teselli veremeden öylece oturdu, başını geriye yasladı ve
gözyaşı yanağından kayıp giderken Ares'i düşündü. Artemis yanlışlıkla sevdiğini
öldürmüştü ama Ares'in onu bilerek öldürdüğüne emindi. Bunu, adamın kendisi de
söylemişti zaten. Bilmediği şey gerçek amacıydı. Acı, göğsünün içinde ateşten
toplar halinde patlarken Artemis için, isimsiz sevgilisi için, Adonis için,
Persephone için ve kendisi için üzüldü.
Yarım
saat oturduktan sonra Adonis kımıldandı ve gözlerini araladı. Ateşi hâlâ
yüksekti ama rengi biraz kendine gelmişti.
"Yanımdasın.
Ben rüya gördüğümü sanmıştım ama gerçekmiş." dedi, hâlâ göğsünün üstünde
tutuşmuş ellerine bakarak. Yeniden gözlerini ona doğru kaldırdı.
"Naiad,
çıktı sudan, ışıltılar saçarak
Nispet
edercesine parlak güneşe.
Baktım,
gülümsemesinden korkarak
Ölümlü
gözleri kör edene."
Diye
mırıldandı.
Dayanamayıp
gülümsedi ve Adonis gözlerini kapattı.
"İşte,
gülümsedi."
"Naiad'ların
en zalimi." diye gülen Artemis'e baktı Dünya ve gülümsemeye devam ederek Adonis'in
yüzünü okşadı.
"İyi
ki sen ölümlü değilsin."
Adonis
tek gözünü açtı. "O zaman istediğim kadar sana bakabilirim."
Artemis
elini adama uzattı. "Sen yine de şansını zorlama bebek."
Ele
tutunan Adonis, ayağa kalktı ama incinmiş bileğini zorlamamak için duvardan
destek alıyordu. Birkaç metre yürüdükten sonra Dünya dayanamayıp Artemis'e yanaştı.
"Naiad
ne?"
Artemis
kıkırdayarak yürümekte zorlanan adamın yanına gitti ve adamın kolunu omzuna
attı. Bilgisizliğine çare bulamayan Dünya nefeslendi. “Ama ben ciddiyim. Naiad
ne?”
Yan
yana yürüyecek kadar genişlemiş dehlizi geçtiler ve bir salona ulaştılar.
Adonis acısının yanında sıkıntılı bir tavırla kaşlarını çatmıştı. Yine
düşüncelerinin içinde kaybolması, Artemis'i ve onu tedirgin ediyordu. Kafasında
her ne varsa adamı çok rahatsız ediyordu. Salondan açılan kapıların önünde
duran Adonis, Artemis'ten ayrıldı ve başıyla sağ tarafı gösterdi.
"Asteria'nın
odası burası olmalı." dedi ve tam karşıdaki demir kapıyı gösterdi.
"Orası da hücre." dedi. Açık tutmakta zorlandığı gözlerini, kapıya
dikmişti. "Özel işkenceler için hazırlanmış hücre."
"Çok
açıktayız." dedi Artemis. "Kadın bizi görebilir."
Adonis
dişini sıktı ve Asteria'nın kapısına doğru iki adım attı. "Siz, Ares'i
hücreden çıkarın, salona döndüğünüzde ben gelmemiş olursam beklemeyin."
"Adonis!"
diye karşı çıkan Artemis'e sinirli bir bakış attı.
"Dediğimi
yapın, burayı ben daha iyi biliyorum. Asteria odasında olduğu için zorlukla
karşılaşmazsınız."
“Nereden
biliyorsun?”
“Biliyorum.”
Diye kestirip attı. Asteria'nın odasına tekrar döndü.
Dünya,
Adonis'in kadının odasında olduğunu nerden bildiğini ve buna rağmen kadının odasına
neden gittiğini sorgulamaktan vazgeçip aksayarak yürüyen adamın önüne geçti ve
ona sarıldı. "Amacın ne olursa olsun şimdiye kadar yaptıkların için
teşekkür ederim." dedi ve Adonis'in kararsız ellerini belinde hissetti.
Adam, yutkundu ve başını saçlarına yasladı.
“Senin
üstüne çok geldim, özür dilerim aşkım. Kalbinin karışık olması beni delirtti,
başına gelenler için seni suçlamam yersizdi.” Saçlarına ufak bir öpücük
bıraktı. “Üzgünüm, her şey için üzgünüm.”
Sesindeki
tını yine içini ürpertti ama renk vermedi. Adonis şu anda hassastı ve
tehlikedeydi, bir de cevap alamayacağı sorularıyla adamı sıkıştırmak istemedi.
Zamanı ve yeri değildi. Kollarını adamdan çözdü. "Sağ salim burada olmaya
gayret et." dedi Dünya ve başını kaldırıp adamın ateşler içindeki yanağını
öptü.
Adonis
"Beni düşünme aşkım." dedi aklı başka yerde olduğu belli olan bir yüz
ifadesiyle. Sonra sırıttı. "Bu senin için pek zor olmayacak ya
neyse."
"Bunu
döndüğümüzde konuşacağız." dedi ve adamı bıraktı.
"Elbette."
dedi ve kapıya doğru yürümeye devam etti.
Artemis
ile demir kapıya yürürken kadın söylendi. "Sizin derdiniz ne? Niye sürekli
atışıyorsunuz?"
Cevap
yerine başını salladı. Demir kapıya ulaştıklarında Adonis'in diğer kapının
arasından süzüldüğünü gördü. Artemis demir kapının kalın sürgüsünü çekti.
Kapıya bir bakış atıp başka bir engel arandı, bulamayınca da mırıldandı.
"Bu
kadar basit olamaz."
Dünya,
Ares'e kavuşmanın sabırsızlığıyla öne geçip kapıyı iterken söylendi. "Bence
fazla bile."
Kapı
sessizce açıldı ve büyük bir oda karşılarına serildi. Odanın dört tarafı tuhaf
aletlerle doluydu. Bir duvarında dört pranga boşlukta sallanıyordu. Yatağa
yakın bir masanın üzeri taze yiyecek ve içeceklerle doluydu. Kokuları tüm odayı
doldurmuştu ama Dünya'nın gözleri, yatağın üzerinde yatan adamdan başka bir
şeyi görmüyordu. Koşarak yatağa ulaştı. Ares'in gözleri kapalıydı, tüm bedeni
eski ve yeni yaralarla kaplanmıştı. Pantolonu dışında sağlam bir kıyafeti
kalmamıştı ve onun da üzeri kanla lekelenmişti. Eskiden zırhı olduğunu
düşündüğü deri lime lime parçalanmıştı ve bedeninden sarkıyordu. Göğsünün tam
altında derin bir kesik vardı, kan pıhtılaşarak yarayı kapatmıştı. Teni,
susuzluk ve açlıktan iyice solmuştu. Kurumuş kanla düzleşmiş buklelerini
yüzünden çekti. Dudakları morarmış ve iyice çatlamıştı.
"Ares."
diye mırıldandı.
Cevap
gelmedi.
"Ares,
lütfen aç gözlerini."
Artemis
yanına çıktı. Kollarını, adamın başının altından geçirdi ve onu doğrultmaya
çalıştı. O sırada ayılan Ares güçsüzce debelenerek kollardan kurtulmaya
çalıştı.
"Bırak
beni!" diye homurdandı. Gözleri hâlâ açılmamıştı.
Sakinleşmesi
için usulca konuşan Artemis, adamı sabitlemeye çalışırken onun kalbi
sızlıyordu. Titreyen ellerini uzatıp genç adamın yüzünü avuçları arasına aldı.
Teni buz gibiydi, ısıtmak istercesine yüzünü okşadı. Yüzüne doğru eğildi.
"Ares."
diye fısıldadı.
İrkilen
Ares, altın gözlerini araladı ve doğruca ona baktı. Bakışlarını sabitler
sabitlemez kaşları çatıldı. "Benimle oyun oynamayı kes!" dedi kinle,
başını onun temasından hızla çekti. Sesi çatlak çıkıyordu ama tehdit olduğu
anlaşılan tonunu koruyordu.
Büyük
yatağın üzerinde kendini geri çeken adama yeniden uzandı ve yüzünü elleri
arasına aldı.
"Benim,
Ares, Dünya. Seni almaya geleceğimi söylemiştim."
Adamın
bakışları titredi, nefeslendi, soluğu hırıltılı çıkıyordu.
"Papatyam."
diye sessizce mırıldandı.
Sabırsızlanan
Artemis araya girdi.
"Gitmemiz
gerek."
Ares
dikkatini toplamaya çalışarak Artemis'e şaşkınca baktı. "Gerçekten burada
mısınız?" dedi. "Yine hayal görmüyorum, değil mi?"
Dünya
adamın prangaların kestiği bileğine baktı ve elini tuttu. Yüzüne dokunması için
adamın elini yükseltti. Gözleri yanıyordu. Durumunun kötü olduğunu tahmin
ediyordu ama bu halini kendi gözüyle görmesi onu perişan etmişti. Kim bilir ne
işkenceler çekmişti. Asteria hem bedensel hem zihinsel olarak adamı yıpratmayı
başarmıştı.
Biraz
olsun doğrulan Ares, inanamayarak Dünya'nın yanağına uzandı ama yarı yolda
elini aniden çekti.
"Git
başımdan Asteria." diye mırıldanıp kendini yatağa bıraktı.
Artemis'e
baktı; kadın, kaşlarını çatmış ne yapacaklarını düşünüyordu. Ares'in kilosu çok
değildi ama kasları ve boyu yüzünden onu ayağa kaldırmak için bayağı
uğraşırlardı. Onlara karşı koyarsa kolayca ellerinden kurtulabilirdi, güçsüz
olmasına rağmen.
Kapıdan
bir esinti ve kanat sesi gelince Artemis kapıya doğru baktı.
"Triptolemos'un
arabası geldi, çabuk olmalıyız."
Ares'in
kollarının altına girip onu ayağa kaldırdılar ve yarı baygın adamı kapıya doğru
taşımaya başladılar. Derken Ares, aniden canlandı ve delirmiş gibi debelenerek
ellerinden kurtuldu. Öfkeli gözleri Dünya'ya çevrilmişti. Gözaltlarındaki
karartılar çoğalmıştı. Elindeki kılıcı görünce Dünya belini yokladı ve
Artemis'e baktı, kadın da en az onun kadar şaşkındı. Ares, Dünya'nın belinde
asılı duran Eros'un verdiği kılıcı almayı başarmıştı. Adam kılıcı iki eliyle
tuttu.
Ayakta
zor duran adama baktı ve ona doğru bir adım attı.
"Beni
öldürecek misin?" dedi Dünya. "Yeniden."
Ares
kötücül gözlerle bakmaya devam ediyordu; inanmakla inanmamak arasında gidip
geldiği belliydi, aynı bilinci gibi. Artemis, Dünya'yı durdurmak için panikle
atıldı. Dünya kolunu kadının temasından çekti ve gözlerini karşısındaki savaş
tanrısından ayırmadı. Artemis dişlerinin arasından mırıldandı.
"Onun
nasıl dövüştüğünü bilmiyorsun Dünya, yaklaşma."
Uyarıya
aldırmadı, altın gözlerin büyüsüne doğru ilerlemeye devam etti. Zamanın az
kaldığının farkındaydı ve Ares'i buradan çıkaramazsa onun yanında kalmaya
razıydı. Ares kılıcı tehlikeli bir şekilde savurdu ve ciddiyetini göstermek
için ucunu onun göğsüne çevirdi. Dünya kararlıydı.
"Seni
bu cehennemden çıkartacağımı söylemiştim." diye fısıldadı. "Bana
inandığını söylemiştin, şimdi neden inanmıyorsun?" dedi Dünya ve kılıcın
ucuna tişörtünü yasladı. "Benim uğruma ölümlü olmak istemiştin, ben ise
senin uğruna ölmeye razıyım. Sensiz bir yere gitmiyorum."
Ares'in
ifadesi dağıldı ve kılıcı yere indirdi. Hızla atılan Artemis, kılıcı adamın
elinden hemen aldı. Gücü ve direnci iyice tükenmiş olan Ares, elini Dünya'ya
uzattı. Ona yaklaştığında parmaklarını saçlarına geçirdi ve diğer kolunu da
beline sararak Dünya'yı kendine çekti. Dudakları buluştuğunda tüm bedeni
mutlulukla dolmuştu, nerede oldukları bile önemli değildi. Kısa süren öpücüğün
tadını, ruhlarında hissederek ayrıldılar. Yüzünde engel olamadığı bir gülüşle, ona
sarılan Ares’e kendini bırakırken Artemis'in şaşkın yüzünü gözüne ilişti. Son
enerjisi de tükenen Ares olduğu yerde sallanınca ikisi birden kollarının altına
girdiler ve Ares'i destekleyerek dışarı çıktılar.
Karşılarında
bir hayvan duruyordu, hayvanın kanatlarının arasındaki dikenleri ensesinden
kuyruğuna kadar uzanıyordu. Kanatlarının ucunda, pençeye benzer ellerini yere
vurarak uzun başını onlara çevirdi. Bu bir ejderhaydı. Ejderha siyah bir gölge
misali koca salonu kaplamıştı. Artemis, Ares'in kolunun arasından başını
uzattı.
"İşte,
kullanacağın araba!"
"Ehliyetimin
olduğunu sanmıyorum." dedi Dünya hayvana bakarken ve yutkundu.
Ejderha
kızıl gözlerini onlardan ayırmadan başını usulca yere eğdi. Kanatlarının
arasında oturabilmeleri için hazırlanmış bir eyer vardı. Ares'i, ejderhanın üstüne
zorlanarak bindirdiler. Artemis onun hemen arkasına binerek adama destek olmaya
devam etti. Dünya, Asteria'nın kapısına kararsızca baktı. Kapının, hemen
üzerinde gördüğü şekle daha iyi bakmak için yaklaşırken Artemis fısıldadı.
"Bin
Dünya, Adonis gelir gelmez hemen…" derken kapı açıldı.
Karanlığın
içinden, Adonis'in aksayarak çıkması içini sevinçle doldurdu. Adamın gözleri
yerdeydi ve elindekini cebine sokuşturarak onlara baktı. Kapıyı ardından
kapattı, gözleri Artemis'in kollarında baygın yatan Ares'e ilişti, kaşları
çatıldı. Çenesi kasılarak elinden geldiğince hızlı yürüdü. Adonis'in Ares için
bu kadar uğraştıktan sonra memnuniyetsiz bir tavırla adama bakması aklını
karıştırsa da, önceliği buradan kurtulmaktı. Adonis’e yardım etti ve ejderhanın
üstüne çıktılar. Devasa ejderhanın parıldayan pulları tahmininden sertti. Uzun
bir yolculuk olmaması için dua ederken gözlerini kapattı. Soğuk bir his,
yüksekliği düşünmesini engelliyordu. Bunu yapabilirdi, yüksekliği
düşünmeyebilirdi. Kalbi hızlanmaya başlarken ejderhanın kanatlarını gerdiğini
hissetti. O anda aklına başka şu geldi: Bu büyüklükte bir hayvan, küçük
kapılara sahip salondan nasıl çıkacaktı? Bu hayvan buraya nasıl gelmişti?
"Aç
gözlerini Dünya!"
Bu
sözleri, kuvvetli bir esinti sonrası duymuştu. Araladığı gözlerinin gördüğü
manzara, malikânenin terasıydı. Daha iki saniye öncesinde Tartaros'taydılar oysaki.
Ejderha, kanatlarını yere indirdi ve bedenini yere yasladı. Terasta onları
karşılayan Eros, Hermes, Apollon ve Athena koşup onlara yardım etti. Dünya,
karmaşada maskeli, uzun boylu, zayıf bir adamın ejderhanın üstüne binip
havalandığını gördü, karanlığa karışan adam gözden çabucak kaybolmuştu.
Ölümsüzler, yaralı olan Ares ve Adonis'i kaçırırcasına Sirona'ya götürmüşlerdi.
Artemis ile terasta baş başa kaldılar.
"Sen
ve Ares mi?" dedi kadın hayretle.
Artemis'e
baktı. "Artık, bir şeyler yiyebilir miyiz?"
Mutfak
masasına kurulup üçüncü krepi de bitirmişlerdi. Önceden birer sürahi suyu
kafalarına diktikleri için mideleri bulansa da krepleri bitirdiler. Artemis,
çatalını kenara bırakıp gözlerini kıstı.
"Evet,
şimdi dinliyorum."
"Anlatacak
pek bir şey yok." dedi bardağı elinde çevirdi. "Geçmişimi, benden iyi
biliyorsun."
"Ares'i
bilmiyordum, ne zamandan beri..." durdu ve nefesini yuttu. “Ah! Adonis
biliyor mu?"
Başını
salladı. Artemis, dudağını büktü.
"Ben
de durup dururken bunlara ne oldu diyordum. Asıl çıbanbaşı senmişsin."
"Teşekkür
ederim, çok kibarsın." dedi sandalyesine yaslandı.
"İnanamıyorum,
Olimpos'un prensleri bir ölümlü için kapışıyor." dedi ve eliyle yüzünü
yelledi. "Ne heyecanlı."
"Heyecan
umurumda değil Artemis, ben bu işten nasıl kurtulacağımı düşünüyorum."
Artemis,
kollarını kenetleyip tuhaf bir şey söylemiş gibi bir süre onu süzdü. “İkisinden
de etkilenmiyor musun?"
"Etkilenmemek
mi?" dedi ve itiraf etti. "Ares'in karşısında, nefes almayı bile
unutuyorum."
"Seni
nasıl öptüğünü düşünürsek nefessiz kalmanı normal karşılayabiliriz."
Öpücüğün
anısıyla Dünya'nın yüzünü sıcaklık bastı. Konuyu kız muhabbetinden çıkarması
gerekiyordu. Yoksa düşüncesi bile kalp krizine neden olabilirdi. "Şimdi ne
olacak? Zeus, Ares'i yeniden Tartaros'a gönderir mi?"
Artemis
ciddileşti ve ellerini masaya koydu. "Zeus'un ne yapacağı belli olmaz ama
Adonis'in Ares'i kurtarmak için bir planı olduğuna eminim. Her şeye rağmen o
ikisi çok yakındılar, hâlâ öyle olduklarını düşünmemek için de bir sebep
yok."
Kadın
daha çok kendini inandırmak için konuşuyordu, bunu fark etti ama söze dökemedi.
"Apollon'u
görmem lazım." dedi ayağa kalktı. "Daha sonra Ares'in yanına gitmek
istiyorum."
"Tamam."
Dedi Artemis. "Ben önden gideyim onları merak ediyorum. Ayrıca, söz,
konuştuklarımız aramızda kalacak."
Artemis
mutfaktan çıktıktan sonra bir süre tek başına oturdu. Ares'i geri getirmişlerdi
ama cezadan kurtarmayı başarmışlar mıydı? Ölümsüzlerin verdikleri hükümlerin
geçerliliğini bozabilecek bir şey var mıydı? Bir an önce mitoloji bilgilerini
geliştirmeliydi. Ayağa kalktı ve kapının önünde sessizce dikilen Enlil'le göz
göze geldi.
"Ares'i
kaçırmayı başarmışsınız." dedi adam, gözlüğünü düzelterek.
"Evet."
dedi. Ares'in durumu gözlerinin önüne gelince içi buruldu. "Kötü
haldeydi."
"Çabuk
toparlar." dedi adam. Sevecen olması gereken soğuk bir gülümsemeyle ona
doğru yürüdü. Kollarını tezgâha koydu ve ona doğru eğildi. "Şimdi ne
yapacaksın?"
Dünya
adama uzunca bir süre baktı ve bakışlarını boş tabağına indirdi. Ne yapacağını
adama anlatmasına ne gerek vardı ki? Zaten o daha ne yapabilecekti ki?
Cehenneme gidip dönmüştü, başka ne yapması bekleniyordu? Ondan cevap alamayan
Enlil konuştu.
"Zeus,
Ares'i hiç sevmez; ona, zarar vermesinden korkuyorum." diye fısıldadı.
Kaşlarını
çattı. "Ona daha ne kadar zarar verebilir ki?" dedi. "Ares'i
ölüme gönderdi."
"Ölüme
göndermek lafı biraz abartılı oldu. Bence Ares'in onu düşürdüğü durum için
normal bir düşmanlık. Zeus’tan daha azını bekleyemem." dedi iç geçirdi.
Anlamsızca yüzüne baktığında adam durakladı. "Ben, şey, o sana anlattı
sanıyordum." diye söylediğine pişman bir tavırla ekledi.
Aslında
duymak istemiyordu, içinden bir ses duyacağı şeyin onu üzeceğini fısıldıyordu.
Fakat adamın bakışından olayı ona anlatmak istediğini düşündü. Meraklanmaktan
da kendini alamadı.
"Ares,
Zeus'a ne yaptı?" dedi gözlerini kısarak.
Anlatmaya
hazırlanan Enlil nefes aldı, devam etmedi. Aniden ciddileşip yan gözle kapıya
doğru baktı. Dünya da adamın tepkisiyle başını kapıya çevirdiğinde; Eros
kapıdan içeri gülen bir yüzle girdi ve doğruca yanına gelip ona sarıldı.
"Teşekkür
ederim." diye titreyen heyecanlı bir sesle mırıldandı. Enlil, onları
yalnız bırakmak için anlayışlı bir ifadeyle gözlerini kırpıp ayaklandı. Enlil
kapıdan çıkarken Eros hâlâ ona sıkıca sarılıyordu.
"Onu
getirdiğin için çok teşekkür ederim Dünya."
Teskin
etmek için Eros'un sırtını sıvazladı. "Umarım yaptıklarımız işe
yaramıştır." dedi.
Eros
ondan ayrıldı.
"Tartaros'tan
kurtardınız ya, Ares için diğer cezalar vız gelir." durdu ve kollarını
kenetledi. ''Tabi, önce ölümsüzlüğünü geri kazanması gerekiyor."
Dünya’nın
aklı hâlâ Enlil'in anlatmak için yol açtığı ama anlatamadan gittiği olaydaydı.
Belki her zamanki efsanelerden birini anlatacaktı ama daha önce hep Zeus veya
tanımadığı karakterler hakkında olayları anlatmıştı. İlk defa Ares’in ana
karakter olduğu bir hikâye anlatacaktı, Eros gelmeseydi. Gerçi adamı biraz
olsun tanıdıysa eninde sonunda olayı ona anlatacaktı o yüzden şimdilik merakını
bastırmayı seçti. Enlil’i aklından uzaklaştırdı.
"Bunu
nasıl başaracak?'' diye ilgisini Eros'a çevirdi. "Sanırım iyi bir şey
yapması gerekiyor."
Eros
sırtını tezgâha dayadı.
"Evet,
ama bunun için istekli olur mu bilemem."
"İyi
bir şey yapma konusunda mı?" dedi hayretle.
Eros,
dudağını büktü.
"Onu
tanıyorsam istediğini zaten elde etmiştir." dedi ve doğruldu. "Ziyarete
gitmeye ne dersin? Siro, onu kendine getirmiştir; o, çok iyi bir
şifacıdır." dedi emin bir gülümsemeyle.
Ares'i
göreceği için heyecandan yüzünü ateş bastı, derin bir nefes aldı ve başını
salladı. Diğer her şey aklından silinmişti. Eros ile birlikte Sirona'ya
ayrılmış kata çıktılar. Bu kat, malikâneye yapıştırılmış bir bölüm gibiydi ve
çok farklı odalardan oluşuyordu. Birkaç tane kiler gibi iksir odası vardı ve
içinde tuhaf bitkilerin göründüğü camlı seralardan oluşuyordu. Tedavi için
kullandığı üç veya dört odası vardı, odaların kapıları kapalı olduğundan Ares
hangisinde emin olamadı. Eros, seralara bakınarak ilerlerken birinde durdu.
Onun yanına gittiğinde, kadını çiçek saksılarının arasında bir taburenin
üzerinde otururken gördü. Karşısındaki biriyle konuşuyordu, karşısındakini
göremiyordu ama kadının ciddi yüzüne bakılırsa kesilemeyecek bir konuşma
yapıyordu.
Eros
camdan çekildi ve gerileyip duvara dayandı.
"Biraz
beklememiz gerekecek."
"Neden
bekliyoruz, Ares'in odasına gidelim."
"Sirona'nın
izni olmadan hiçbir şey yapamayız." dedi Eros, başparmaklarını kotunun
kemer yerine geçirdi. "Şifa onun sorumluluğunda, hastaları da öyle."
Nefes
alıp kadına göz attı. Konuşmayı bitiren kadın doğruldu ve başını Dünya'ya doğru
çevirdi. Bitkinin arkasındaki de konuşmanın bittiğine kanaat getirmiş olmalı,
ayağa kalktı ve Sirona'ya elini uzattı. Kadın, Adonis'in uzattığı eli tutup ayaklandı
ve koluna girdi. Adonis uzun bastonuna yaslanıp beklediğinden daha rahat
adımlarla kapıya doğru yürürken Dünya'ya baktı. Adam onu gördüğüne şaşırmıştı,
Dünya da onu ayakta gördüğüne şaşırmıştı. Bileği sargılıydı ama yüzünün rengi,
yerine gelmişti. Üzerini değiştirmişti, basit eşofman altı ve tişörtle bile bir
model kadar çarpıcıydı.
Eros
cam kapıyı onların geçmesi için açtı; cam kapıdan önce Sirona sonra Adonis çıktı.
Selamlaştıktan sonra Adonis’in bakışlarını üstünde hissetmesine rağmen Dünya
kadına Ares’i sormanın yolunu düşünüyordu. Adonis ayaklandığına göre, Ares de
daha iyi olmalıydı. Pat diye konuya mı girmeliydi? Adonis başını hafifçe yana
eğdi.
“Endişeli
görünüyorsun? Rahatlamadın mı hala?”
“Zeus’a
bağlı…” dedi kısaca ve Sirona’ya döndüğünde kadın uzandı ve Dünya'nın elini
tuttu.
"Seni
iyi gördüm." dedi ve dikişlerine çabucak bir göz attı. Durdu ve güldü. "Kusura
bakma canım, alışkanlık ama sana verdiğim merhemi sürmediğini fark ettim."
dedi şakacı fakat azarlayan bir bakışla.
"Biraz
meşguldüm."
“Anlıyorum
ama uygulamalar, iyileşmeyi hızlandırmak içindir.” Diyen Sirona onun elini
bıraktı.
Garip
bir şekilde beklentili bir hava esti ve hepsi sustu. Eros da onun gibi
kararsızdı ve Adonis’in varlığı Ares’i sormayı güçleştiriyordu. Bu durumu fark
eden Adonis boğazını temizledi ve Sirona’ya döndü.
"Benimle
işin bittiğine göre gidebilir miyim?"
Sirona
adama bakıp iç geçirdi. "Adonis hızlı iyileşiyorsun ama yine de dikkatli
ol, içecek servisine kadar bileğini zorlama."
Adonis
söylenenleri sıkıntılı bir tavırla onayladıktan sonra onlara bakmadan yürümeye
başladı. Eros ile Dünya adamın arkasından bakıp kaldılar. Adonis’in yüzündeki
ifade Dünya’nın canını sıktı ve Adonis'in arkasından gitti, ona yetişmesi kolay
olmuştu. Yanına vardığında adamın gergin bir tavırla dudağını çiğnediğini
gördü.
"Adonis."
dedi. Onu durdurmak için önüne geçti. Adonis başını kaldırıp doğruldu, Dünya
devam etti. "Neyin var? Canını sıkacak bir şey mi oldu?"
"Gördüğün
gibi çok iyiyim." dedi duygusuz bir sesle.
"O
zaman neden bu kadar gerginsin?" dedi.
Adamın
ruh halinin sürekli değişmesi onu yoruyordu.
"Nasıl
davranmamı bekliyordun?" dedi Adonis. "Buraya dikişlerini kontrol
ettirmeye mi geldin? Yoksa beni merak ettiğin için mi?"
Çenesi
kasıldı. Buraya Ares'i görmeye gelmişti. Adonis’in bunu anlaması ve suç olarak
görmesi canını sıktı. Adonis ona doğru bir adım attı ve yüzüne eğildi.
"Ares'e
gösterdiğin ilginin birazını olsun hak etmiyor muyum?" dedi. "Adam,
odana girmek de bile serbest; lanet olsun, ben..." dedi ve derin bir nefes
alıp geriledi.
"Bu,
daha önceden olan bir şey." dediğinde Adonis'in yüzü öfkeyle kızardı.
“Hatırlamadığım bir zamana ait, sana ne diyebilirim ki?”
"Yani
beni onunla daha önce de aldattığını kabul ediyorsun." diye homurdandı.
"Adonis…"
"Ne?"
dedi adam sinirle. "Ben sana hep saygı duydum Dünya, seni sevdim. Sen ise
Ares'le bir olup arkamdan güldün. Suçu hafızana atman da onu elimden
kurtaramayacak. O her şeyi hatırlıyor, ben de hatırlıyorum. Aşkımız için neler
yaptığımı ve yapabileceğimi bilmiyorsun. Senin uğruna feda ettiğim… Kahretsin Dünya,
herkesi aşkımın gerçekliğine ikna ettim ama seni inandıramıyorum. O adam senin
odana nasıl girebilir?"
Duyduğu
sinirli sözlerin arasından rahatsız edici bir şey, yılan gibi kıvrılarak sese
dönüştü.
"Ares'in
odama girebildiğini sen nereden biliyorsun?"
Derin
bir nefes alan Adonis tedirgin bir biçimde dudaklarını yaladı.
"Asteria
söyledi." dedi, gözleri mavimsi pırıltılar saçarak. "Artık, konuşma
zamanının geçtiğini anlamamı sağladı."
Dünya
hem şaşaladı hem de sinirlendi. Bu kadın nasıl bir yılandı da, herkesin aklına
sızıp manipüle edebiliyordu. Dünya ile hiç yan yana gelmemişlerdi ama sanki
onun her hareketini biliyordu. Varlığı ile Ares’i büyülüyordu, sözleriyle Adonis’i
etkiliyordu, diğerlerinin telaşlanması için adının geçmesi yetiyordu. Adonis
gitmek için davranınca onu kolundan tutup durdurmaya çalıştı. Adam bastonuna
tutunurken dengesini kaybetti ve duvara sırtını çarptı. Acıyla kasılan yüzü
karşısında Dünya'nın öfkesi eriyiverdi.
“Ah!
Özür dilerim.” dedi onu bıraktı. "İstemeden oldu, canını yakmak
istememiştim."
Eros
ve kadına doğru göz attı, yardım istemek için ama ikisi de ilerlemişlerdi. Bir
kapının önünde konuşmaya dalmışlardı. Sirona'ya seslenmek için ağzını açmıştı
ki, Adonis elinden tuttu.
“Gerek
yok.”
"Bileğin?"
"İyiyim
ben." dedi ve elini bıraktı. Duvardan doğruldu. "Sadece dinlenmek
istiyorum."
"Adonis."
dedi tüm samimiyeti ile konuşarak. "Seni üzmek istemiyorum. Bana izin
verildiği anda hayatınızdan çekip gideceğime söz veriyorum. Ne senin ne de
Ares'in başına bela olmayacağım. Bir daha beni görmeyeceksiniz, söz ama sana
yalvarıyorum pişman olacağın bir şey yapma, o kadınının sözlerini
umursama."
Adonis'in
yüzü bembeyaz oldu, dudakları titriyordu. Boştaki eliyle duvara tutundu. Bir
süre bekledikten sonra yavaşça dönüp koridorda yürümeye başladı. Köşeden
kayboluncaya kadar ardından baktı. Asteria ona ne söylediyse zaten karışık olan
ruh halini iyice beter hale getirmişti. Ona yardım edebilmeyi isterdi ama bunu
yapabilecek son kişi Dünya'ydı. Kimden yardım isteyeceğini düşünerek Eros'un
yanına gitti, adam tek başınaydı ve üzgündü.
"Ares'i
görebilecek miyiz?" dedi yanına yaklaştığında.
Eros
başını kaldırıp ona baktı. "Hayır." dedi. Eros'un yere düşen
bakışları yüreğini daralttı. "Durumu kritikmiş."
"Bu
da ne demek?" dedi. Başından aşağı, soğuk sular dökülmüştü, Ares iyiydi.
Biraz yorgun ve yaralıydı o kadar.
"Bedeni
çok hırpalanmış; kan kaybı, açlık ve susuzluk yüzünden kendini toparlaması uzun
sürecekmiş. Uyandığında asıl durumu anca ortaya çıkabilirmiş ama
uyanmıyormuş." dedi Eros ağlamaklı bir ifadeyle. "Ölümlü olması
nedeniyle hayatî tehlikesi varmış."
"Onu
görmek istiyorum." dedi. Kapalı olan odalara doğru adımladı.
"Dünya."
dedi Eros.
Dünya
kilitli kapıyı açmaya çalışırken durup adama baktı. "Onu görmem
gerek." dedi. Gözleri dolmuştu, ağlamamak için yutkundu.
“Göremeyiz.
Burada değilmiş." dedi. "Kendine geldiğinde Siro bize haber
verecek."
Başı
dönüyordu, dizlerinin bağı çözüldü ve görüşü kayarken kendini kaybetti.
Lanetli
bir rüyanın içindeydi… Siyah tüllerin uçuştuğu bir dehlizde, sanki bir noktaya
çekiliyormuşçasına öylece yürüyordu. Kan donduran korkunç hırıltılar ve derinlerden
gelen fısıltılar taş duvarlarda yankılanıyordu. Siyah, granit bir odaya adım
attı. Merdivenleri inerken yanından geçen sarı gözlü bir vaşak, ona aldırmadan
odanın karşısındaki kapıdan içeri süzüldü. Üzerinde, büyükten küçüğe sıralanmış
beş adet gümüş kenarlı siyah yıldızın parıldadığı koyu renkli tahta kapıyı
eliyle itti. Ürkütücü bir dekorla süslenmiş bir odaya adım attı. Duvarlarda
hâlâ kan damlayan hayvan başları asılıydı. Kabzasında parlak bir taşın olduğu
bir kılıç, Asteria'nın bir kraliçe misali oturduğu tahtın yanında yanlamasına
duruyordu. Dekor umurunda bile değildi çünkü karşısındaki manzara daha kötüydü.
Asteria
müthiş bir özgüvenle mücevherli tahtına kurulmuştu ve iki yanında ondan bir
basamak aşağıda duran ikiz tahtlar vardı. Adonis ve Ares'in duygusuz gözlerle
ona bakarak oturdukları tahtlar... Vaşak bir kedi uysallığında mırıldanarak
Ares'in ayaklarını dibine yerleşti. Asteria zarif bir tavırla ellerini iki yana
açtı ve adamlara uzattı. Ares ve Adonis kadının elini, kutsal bir varlıkmışçasına
tuttu ve öptü. Gördüklerine inanamıyor, adım atamıyordu.
Asteria
gururlu bir tavırla başını kaldırdı.
"Çok
işime yaradın, anahtar. İki prensi de benim kollarıma bıraktın." Ares'e
döndü. "Asil ve gururlu Ares." Ares güzel gözleri ışıldayarak kadına
gülümsedi. Asteria, Adonis'e çevirdi memnun bakışlarını. "Saf ve güzel
Adonis." diye Adonis'in yanağını okşayıp doğruldu. "Senin sayende çok
kolay oldu."
"Hayır,
sana ait değiller." dedi Dünya ama söylediğine kendisini bile
inandıramadı.
Onun
sözlerini küçümseyen Asteria sırıttı, parıldayan siyah gözlerini ona dikti.
Yılışık gülümsemesi canını acıtıyordu.
"Deneyelim."
diye fısıldadı ve Ares'e döndü. "Sevgilim, öldür onu." dedi basitçe.
Ares
kararsız kalmadı, düşünmek için beklemedi bile. Ayağa kalktı ve tahtın
yanındaki kılıcı tek hamlede alıp, altın bakışlarını ona doğru dikerek yürüdü.
Dünya uyuşmuştu, karşı bile koyamadı. Göğsünün altına giren kılıcın acısı,
Ares'in kibirli ve soğuk ifadesinin verdiği acının yanında hiçbir şeydi.
Çığlık
atarak doğruldu. Nefesi ciğerinde düğümlenmişti, kılıcın girdiği yere elini
bastırıp kasıldı. Kan görmeyi bekleyerek elini açtı, kan yoktu. Başka bir şey
dikkatini çekti, elindeki dikişler alınmıştı ve kalın şeffaf bir merhemle
yaranın üstü kaplanmıştı. Merhemi üstüne sürerek temizledi. Gerçekçi rüyası
yüzünden tüm bedeni buz gibiydi, titreyen ellerini koltukaltlarına koydu,
üşüyordu. Odada tek başınaydı, kimsenin olmaması utanmasını engelledi. Çenesi
titrerken yatağın üstünde ileri geri sallanıyordu, içinin soğuğu tüm bedenini
sarmıştı. Asteria'nın planı neydi, bilmiyordu ama istemeden de olsa kadına yardım
ettiğini düşünüyordu. Rüyasının ona gösterdiği buydu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder