TUTSAK (1.KİTAP)-3-


BÖLÜM 20 : BUNU KİM YAPTI?

Odanın ortasında geniş ve rahat bir koltuk takımı vardı ve ileride de bir yemek masası. Etraftaki normal dekorlar onu şaşırttı. Minder, sütun, tül ve birbirinden güzel kızlar beklediğinden odaya attığı üç dört adım sonrasında masadaki ölümsüzlere baktı. Çoğu yüz aşinaydı ama nereye gideceğine bir an karar veremedi. İmdadına Artemis yetişti, arkası kapıya dönük oturan Eros ve Artemis onu yanlarına çağırdığında tereddüt etmeden o tarafa doğru yürüdü. Diğerleri Hades, Hermes, Athena ve Apollon'du. Yuvarlak masada, Artemis ile Eros'un ortasına oturdu. Ardından Adonis geldi ve tam karşısına, Apollon ve Athena'nın arasına oturdu.

"Nerde kaldın?" diye soran Artemis'e baktı.

Hermes onun yerine cevap verdi.

"Elini kesmiş ve Sirona'yı ararken yolunu kaybetmiş, değil mi Dünya?"

"Evet." dedi. "Neyse ki Hermes bana yardım etti." Elini kucağına koymuştu, kan bandajdan çıkarsa yemek masasında güzel bir görüntü olmazdı. Aşağıda tuttuğu için eli daha çok acıyordu. Çenesini sıkarak bu sancıya katlanmaktan başka çaresi yoktu, kimseye açıklama yapmak istemiyordu.

Yemeğe gergin bir şekilde başladılar. Masanın üstü, çeşit çeşit yemekler ve çöreklerle doluydu. Bunu, açık büfe servisine benzetti. Masada Hades'i gördüğünden beri iştahı kaçmıştı, patates salatasını önüne çekti, onu çatalla dürterek vakit geçirdi. Masanın gündemi belliydi: iblislerin beklenmedik baskını. Kimse onların nereden geldiğini bilmiyordu. Tüm kapıları nasıl kapattıklarını da çözememişlerdi. Fikir bile yürütemiyorlardı. Evin tüm hasarını onarmak en az bir haftalarını alacaktı.

Ölümsüzlerin, normal içkiler içtiklerini gördü, nektarı yemekten sonra toplanıp içeceklerini düşündü. Kendi önündeki bardağa baktı. Yine sol eliyle uzanıp bardaktan bir yudum aldı, bu alkolsüz meyve kokteyliydi. Ağzındakini yuttuktan sonra istemsizce Hades'e baktı. Hades'in gözleri de onun üzerindeydi, adam ona her zamanki sırıtmalarından birini gönderdi. Masada Ares de olsaydı, adamın varlığı onun için normal gelecekti ama yoktu. Altın gözlü, şu anda Tartaros'taydı. Kim bilir ne durumdaydı. İyi veya kötü, her iki durum da Dünya için işkenceden farksızdı. Asteria'nın belinden tutup onu öpmek için kendine çektiği an gözünün önüne gelince elindeki bardağı biraz sertçe masaya bıraktı.

Ses yüzünden dönüp bakanlara, "Pardon, elimden kaydı." dedi. Kızardığını hissediyordu.

Ona, ayıplar şekilde bakmıyorlardı ama bu kendini çok kötü hissetmesine engel olmadı. İyice gerilmişti. Ayağa kalktı.

"İzninizle." dedi ve ardından ayaklanan Artemis ve Eros'a bakarak "Yalnız kalmak istiyorum." dedi.

Başka birinin daha ayağa kalktığını gördü ama aldırmadan kapıya yürüdü. Adonis önüne geçti ve hiçbir şey demeden elini alıp bandaja baktı.

"Ne yapıyorsun?" diye adamdan elini kurtarmaya çalıştı. Adonis kaşlarını çatıp, bandajı tek hamlede sıyırınca, acıdan soluğu kesildi.

Diğerleri de masadan kalkıp çevrelerini sarmıştı. Adonis, iki parmağıyla yaranın kenarlarına bastırınca acısından bacakları titredi. Eros ona destek oldu ve onu koltuğa oturttu. Adonis elini bırakmamıştı, önüne diz çöktü. Elinden akan kan yüzünden adamın elleri de kana bulanmıştı. Endişeli gözlerini ona kaldırdı.

"Bunu kim yaptı?"

Soğuk soğuk terlemişti. "Ben kestim." Dedi, Enlil'i, yaptığı yardım karşısında ele vermemek için.

Adonis doğruldu. "Peki, neyle kestin?" dedi inanmaz bir bakışla.

Cevap vermektense yanağını çiğnemeye başladı. Başı delice dönüyordu. Durumunun farkına varan Eros uyarmak istercesine Adonis'in omzuna elini koydu.

"Adonis, onu Sirona'ya götürsek iyi olacak."

Adonis omzundaki eli silkti. "Dünya, elini kim kesti?"

"Adonis, sorun bu değil, ne yapmaya çalışıyorsun?"

Adonis konuşana doğru ayağa kalktı. Apollon'un karşısına dikildi. "Evde bir hain var ve Dünya elinde lanet bir yarayla çıkageliyor, sence bunun anlamı ne?"

"Dünya'nın hain olduğunu mu söylüyorsun?" dedi Artemis öfkeyle.

Adonis kadına cevap verme gereği bile duymadan tekrar Dünya'ya döndü ve hızlı davranıp onu kucakladı.

"Size afiyet olsun." dedikten sonra kapıya doğru yürüdü.

Dünya’nın karşı koyacak hali kalmamıştı. Çökmüştü. Kanlı eli kucağındaydı ve bilinci titreşen bir jöle gibiydi. Alacakaranlıktan, aydınlığa ani geçişler yaparken güç almak adına Adonis'in boynuna sarıldı. Hayal ve gerçeklik birbirine karışıyordu. Bir şeyler belirmek üzereyken aniden farklılaşıyor ve onun anlamasını engelliyordu. Adonis koridorda yürürken saçlarından öptü.

"Sana bunu yapanı, yaptığına pişman edeceğim."

Yorgundu, yatağa yatırıldığında kıvrılıp uyuma ihtiyacı duydu. Eline soğuk bir sıvı döküldüğünde derin bir soluk aldı ve yutkundu. Gözlerini araladı, Sirona'nın Adonis'e bir şey uzattığını gördü.

"Şu şişedekini içirir misin?"

Adonis şişeye baktı. "Bu nedir?"

"Yarayı dikmek için onu uyutmamız gerek." dedi kadın ve gülümsedi. Anlayışlı bir sesle konuştu. "Benden de mi şüpheleniyorsun?"

Adonis dudağını sıkıp şişedeki ilacı ona içirdi. Tüm bedeni gevşerken bakışları Adonis'in gözlerine takıldı. 

Suyun içinden sıçrayarak çıktı ve bakındı. Denizin mavisinden bile güzel mavilere sahip olan gözleri arandı. Aradığı tam yanından çıkıp kollarını ona doladı. Denize vuran güneş ışığının etkisiyle, mücevher gibi parlayan gözleri gülümseyerek onu suyun içinde döndürdü. Adamın saçları hatırladığından daha kısaydı. Yüzü hissettiği mutlulukla ışıldıyordu. Dünya, Adonis'le şakalaşarak onu itti. Hoş bir kahkaha atan Adonis sanki itişinden etkilenmiş gibi ondan biraz uzaklaştı, uzaklaşması için ona fırsat verdi. Dünya görüşünü kapatan saçlarını yüzünden çekti ve kıyıya doğru yüzmeye başladı. Kıyıya vardı, ayağa kalktığında Adonis ona yetişmişti. Onu belinden yakalayarak kucakladı ve döndürerek yerdeki havlusunun üstüne yavaşça bıraktı. Ağırlığını vermeden üzerine uzandı. Güneş genç adamın arkasında kalmıştı ve yakışıklı yüzünden damlayan sular parıldayarak Dünya'nın üzerine düşüyordu.

Ciddileşen Adonis, gözleriyle yüzünü süzdü, ıslak saç tutamını Dünya'nın dudağının üzerinden çekti. Onu öpecekti. Kalbi heyecanla kasıldı, elini adamın beline koydu ve sırtına doğru hafifçe okşadı. Adonis, yüzüne doğru eğildiğinde gözlerini kapattı. Fakat gözlerini kapatmadan bir saniye önce karanlığa gömülmüştü. Sıçrayan Adonis, üstünden kayınca aniden açtığı gözlerini güneş tüm gücüyle kavurdu. Dünya elini siper ederek doğruldu. Karşısında daha önce görmediği bir adam duruyordu. Güneşin önünden çekilerek teklifsizce yanlarına oturan adama tuhaf bakışlarla baktı. Adamın onların üzerine attığı havluyu kavrayan Adonis ise doğrulup öfkeyle adama söylendi.

"Sen ne yaptığını sanıyorsun?"

Açık kahverengi gözleri altın gibiydi. Muhteşem parıltılar saçıyordu. Yüzündeki ifade buz gibiydi ve bakışlarının odağında Adonis vardı.

"Merhaba demek yok mu Adonis?" dedi gergin ve kibirli bir tonda. "Nihayet geri döndüm."

Elindeki havluyu sinirlice yere atan Adonis ayağa kalktı. "İyi, hoş geldin." dedi ve elini kalkmasına yardım etmek için Dünya'ya uzattı. Eli birkaç saniye havada kalmıştı çünkü Dünya'nın bakışları diğer adamın sakin gözükmeye çalışan kızgın yüzüne takılı kalmıştı. Adonis onun ilgisini kendine çekmek için ısrarla elini salladı.

"Bebeğim."

Uykudan uyanır gibi Adonis'in eline baktı ve elini tutup ayağa kalktı. Diğer adam da onunla birlikte ayağa kalmıştı. Kumral adamın saçları toplanmıştı ama bir iki asi saç tutamı kenardan çıkmıştı. Uzanıp kulağının arkasına atma isteğine karşı koymasına Adonis'in onu saran kolları yardım etti. Genç adam karşılarına dikildi.

"Bizi tanıştırmayacak mısın Adonis?"

Gözlerini ona çevirdiğinde kalbinin heyecanla kasıldığını hissetti.

"Seni tanıyorum." diye atılınca adamın yüzü değişti. "Sen Ares'sin."

Adonis'in kolları belini iyice sardı ve başını ona yasladı. "Evet, bebeğim. Bu münasebetsizin adı Ares."

Ares; bermuda şortu, spor ayakkabıları ve siyah tişörtü içinde sürekli sözü geçen savaş tanrısı mıydı? Bu haliyle moda dergilerini süsleyen modellere benziyordu. Adonis’in kusursuz yüz hatları ondan daha güzeldi ama Ares'in başka bir havası vardı. Tehlikeli ve başa çıkılmaz... Çok çekici bir yakışıklılığa sahipti. Adonis'e rağmen Ares'ten etkilenmekten kendini alamadı. Onun tüm ilgisini esir almıştı, bunun için hiçbir şey yapmamasına rağmen.

Adonis yerdeki terlikleri eline aldı ve diğer eliyle de onun elini tuttu.

“Hadi, bebeğim, karnım acıktı.”

Ares hâlâ konuşmuyordu. Ellerini cebine attı. Başını hafifçe yana eğdiğinde onlar yola koyulmuşlardı. Dünya, Adonis'in sinirli adımlarına ayak uydurmakta zorlanıyordu. Omzunun üstünden geriye baktı. Ares bıraktıkları yerde dikiliyor, arkalarından bakıyordu. Derken gergin bir nefesle başını sallayarak saçlarını açtı. Saç bandını yere atıp üstündeki tişörtü de sıyırarak denize doğru döndü. Bu sırada Adonis, onu elinden tutup çekiştirdi.

"Ona cesaret verme!" diye dişlerinin arasından söylendi.

Bu anımsadıkları, hatıralarının devamı mıydı, yoksa öylesine bir rüya mıydı, bilmiyordu. Ferah bir koku soluyarak gözlerini açtı, yanına döndü. Adonis'in odasındaydı ve o da yanı başındaydı. Yatağın yanına çektiği koltuğa oturmuş, başını da yatağın üstüne koymuştu. Neredeyse yüz yüzeydiler ve sakin nefesi onun tenini okşuyordu. Tek eli korumacı bir tavırla onun kolunu hafifçe tutmuştu. Siyah kirpikleri kapalıydı ama huzursuz uyuduğu yüzünde donmuş kalmış ifadeden belliydi. Kıyafetlerinde ve elinde hâlâ kan izleri vardı. Onunsa üstü temizdi. Ona belden bağlamalı bir şort ve rahat bir gömlek giydirilmişti. Sağlam eliyle Adonis'in saçlarını okşayınca adam uykusundan uyanıp ona baktı.

Hatıraları yavaş ama güçlü bir şekilde beliriyordu. Anılarına göre, Adonis'in dedikleri doğruydu, adam onun sevgilisiydi. Ares gelene kadar ondan hoşlandığına da emindi. İlk öpücüklerini engelleyen Ares, bir şekilde onun kalbini ilk dakikada çalmayı başarmıştı. Adonis'e yaptıkları şey kesinlikle haksızlıktı. Onun adına hissettiği acı ruhuna sızmış canını yakıyordu. Aslında bu hafıza silme olayı hepsi için haksızlıktı. Dünya'nın tüm duyguları alt üst olmuştu. Yataktan doğruldu ve Adonis'in şaşkın bakışları altında onun kucağına oturdu. Alnına düşen saçını geriye taradı. Genç adamın yakışıklı yüzünü parmaklarıyla okşarken, Adonis ses çıkarmadan onu izliyordu. Hâlâ uykuda olduğunu düşündüğünü tahmin etti ve adama gülümsedi. Parmağını adamın dolgun dudaklarının kenarında gezdirdi ve yavaşça eğildi.

Aniden gerileyen Adonis'in gözleri dudaklarına kaydı, bakışları yine gözlerine döndüğünde mırıldandı.

"Bunu yapman gerekmiyor aşkım, beni istemediğini..."

Adamı bırakmadı. Eğildi ve dudaklarını adamın dudaklarına bastırdı. Adonis afallamıştı, hiç kıpırdamıyordu. Öpücüğü kesti ve biraz gerileyip adamın iyice koyulaşmış gözlerine baktı. Eliyle boynunu okşadı ve burnunu adamın burnuna sürttü. Dudaklarına doğru yaklaştığında Adonis ona sarıldı, onu kendine çekip tutkuyla öptü. Adamın çekiciliği başını döndürüyordu bu baştan beri belliydi. Şimdi anladığı şey de dudaklarının ve dokunuşlarının ölümcül olduğuydu. Adamın ılık nefesini dudaklarının arasından içine çektiğinde kendini tutamadan inledi. O anda ayılmış gibi irkilen Adonis, onu kollarından tutup kendinden uzaklaştırdı.

"Dünya." diye nefes nefese konuştu. “Bekle.”

Ayağa kalkmaya çalışan adama aldırmadan uzandı ve anca tutabildiği tişörtünden çekince dengesizce yatağa düştüler. Adonis'in dudaklarına uzandı. Adonis, onu bileklerinden yatağa bastırdı ve gergin bir sesle tekrar söylendi.

"Dünya, bebeğim."

Adonis’in dudaklarından ayrı kalmak acı veriyordu. Bacağını ona sardı. "Beni öpmeyi istemiyor muydun?" diye olabildiğince çekici bir ifadeyle sordu.

İşe yaramıştı. Adonis, gözlerinde hoş bir bakışla ona eğildiğinde başını yukarı kaldırdı ama Adonis son anda kendini geri çekti. "Özür dilerim, ben kendimi kaybettim."

"Adonis." diye mırıldandı. Adamın ciddi ifadesi dağılsa da Dünya'nın bileklerini bırakmadı. Aklı yavaşça kendine geliyordu. Derin nefesler almasını öğütleyen Adonis'in sözleri işe yaramıştı. Adonis onun sakinleştiğine karar verip ellerini gevşetti ve üstünden kalktı. Tam anlamıyla yıkılmıştı, ondan uzağa gidip duvara dayandı. Üzgündü ve kendine kızıyordu. Dünya adamın tepkisine anlam veremedi. Kendi tepkisine de… Tek bakışla baştan çıkmıştı. Yüzünün kızardığını hissetti, yaptığından çok utanıyordu. Yaralı elinin acısını yeniden duymaya başladığında Adonis'in üzerindeki etkisinin geçtiğini anladı. Kalkamıyordu. Adama sadece küçük bir öpücük vermek istemişti. Kontrolden çıkabileceğini hiç düşünmemişti. Bir saniye içinde satir köyünde Adonis için kavga eden "sucubbus"lara dönüştüğüne hâlâ inanamıyordu.

Adonis birkaç dakika sonra kalkıp yanına geldi ve yatağa oturdu. Dünya iyice kızardı ve gözlerini kapattı. Yüzüne bakmaya utanıyordu.

"Benim suçum bebeğim, uzun zamandır istediğim öpücüğü kaybetmemek için seni baştan çıkardım. Üzgünüm."

Gözlerini açıp adama baktı, pembeleşmiş yanaklarına rağmen yüzü çok beyazdı. Adonis ona bakmaktansa ellerine bakıyordu. O da olanlardan utanmıştı. Şaşaladı, bir şeyler yanlıştı.

"Baştan mı çıkardın?" dedi. Dirseklerinin üzerinde doğruldu. "Zaten bunu yapmak gerekmiyor muydu?"

"Hayır, sen az önce büyü soludun, bunu yapmamam gerekiyordu. Sana o kadar yakın olmamalıydım." Adonis dudaklarını yalayarak kararsızca devam etti. "Sucubbus'lar, kurbanlarının ağzına nefeslerini vererek onları baştan çıkarırlar. Hayat enerjilerini çekene kadar, onları köleleri olarak tutabilmek için... Bu bir iblis büyüsüdür. İnsanları etkiler."

"Sen 'sucubbus' değilsin." dedi sorar gibi.

Adonis nihayet ona baktı. "O sucubbus'u öldürdüğümde onun büyüsü bir süreliğine bana geçti. Benim böyle bir yeteneğim var." dedi Ondan biraz uzaklaşıp sırtını yatağın başlığına dayadı. "Kısa süre sonra geçecek ama o zamana kadar dudaklarımı senden uzak tutmam gerekiyor." dedi ve başını gülerek geriye yasladı. "Kesinlikle şanssızım."

Duydukları karşısında şaşırdı. Ölümsüzlerin onu şaşırtmayacağı bir gün gelecek miydi acaba? Hafiflese de adama olan isteği tamamen geçmemişti. Doğruldu ve yanına oturdu, başını omzuna yasladı. Elini okşayarak parmaklarını birbirine geçirdi ve yan gözle ona bakan Adonis'e gülümsedi.

"Yanağını uzat."

Adonis rahatlayarak gülümsedi, belirginleşen gamzelerle süslenen yanağını ona eğdi. Yanağına öpücük kondururken kapı hiç uyarı vermeden açıldı. İkisi de başını çevirdi ve kapıda duran Afrodit'e baktılar. Afrodit gözlerini kısarak onları süzdü ve ellerini havaya kaldırarak alkışladı.

"Keyifli olmanız ne güzel!"

Adonis, Dünya'nın elini sıkıca tutmaya devam ederek sakince konuştu. "Sana nasıl yardım edebilirim Afrodit?"

"Yardım etmişsin ama şimdi sana kim yardım edecek?" dedi. Yine Dünya'yı hedef alarak devam etti. "Ares'i ölüme gönderdin, sıra şimdi de Adonis'e mi geldi?"

Duygularının kontrolünü tamamen kaybetmişti. Soğukkanlı davranmayı rafa kaldırdı. Ne ara ayağa kalktığını fark etmedi. Sol eliyle Afrodit'i boğazından tutup nasıl karşı duvara yapıştırdığını hiç anlamadı.

"Sabrımı çok zorluyorsun Afrodit!" diye yüzüne karşı homurdandı. Kadının alaycı ifadesi, korkuya dönüşmüştü. "Laf yarışından başka işe yarar bir şey yapsaydın, şimdi kapılarda ilgi dilenmek zorunda kalmazdın! Ve belki o zaman Ares dizinin dibinde otururdu, cehennemin dibinde olmak yerine..." dedi ve içi sızladı, konuşmaya devam edemedi. Kadını bırakıp hızlı adımlarla kendi odasına doğru yürümeye başladı.

Dünya, öfkesinden deliye dönmüştü. Kasılmaktan elindeki dikişler ağrıyordu.

"Lanet olsun!" diyerek odasına girdi. Damarlara dokundu, ardından kapıyı kapattı. Odada sinirle volta atmaya başladı. Ne yapması gerekiyordu? Dokunduğu her şey elinde kalıyordu. Banyoya girdi ve soğuk bir duş aldı. Havlusuna sarılıp çıktığında eline bakmayı hatırladı. Sargısını ne zaman çıkardığını ise hiç hatırlamıyordu. Başparmağının altından, bileğine kadar bir sıra dikiş vardı. Enlil'in ona zarar vermek istemesi mantıksızdı ama gördüğü kadarıyla bunu denemişti.

BÖLÜM 21 : YOLCULUK

Bu kadar beklemek yetmişti. Ares'i tek başına kurtarması gerekiyorsa hayatı pahasına da olsa bunu başaracaktı. Üzerini değiştirdi, aynı tarzda kıyafetlerin arasından seçim yapması yine kısa sürmüştü. Uzun botlarını ayağına geçirmesi ise seçmekten daha uzun sürdü. Sağ elini sınırlı kullandığından, sol eliyle bağcıkları bağlamak düşündüğünden de zor oluyordu. Doğrulduğunda ter içinde kalmıştı. Kapıdan çıktı ve duvara yaslanmış üç ölümsüzün yüzüne baktı: Adonis, Eros ve Artemis. Hepsi de onun gibi hazırlanmıştı, tek farkları onların silahları vardı. Ne düşündüğünü hisseden Eros, belindeki kemeri çözdü ve ona uzattı. Kemere asılmış kılıca baktı ve kılıcı alıp gülümsedi.

"Teşekkür ederim."

Eros omzunu silkti. "Nasıl olsa ben gelemeyeceğim."

Dudağını kemiren Adonis rahatsızca kıpırdandı. Artemis'in ise gözleri ışıldıyordu, heyecanlı ve sabırsızdı.

"Senin aşk oklarına ihtiyacımız olacağını sanmıyorum zaten, Eros." dedi. Şakalaşacak kadar morali yüksekti.

"Nereden bildiniz?" dedi Dünya onlara bakarak.

Artemis yanına geldi. "Seni tanıyoruz tatlım." dedi ve gülümsedi. "Gitmeden önce bir şeyler yesek iyi olur, orada yemek yiyemeyiz."

"Bu kural sizin için de geçerli mi?"

"Tartaros'da sadece Hades'in kuralları işler ve bizim ayrıcalığımız da onun izin verdiği kadardır." dedi Eros.

Asteria'nın bu kurallardaki rolünün ne olduğunu merak etti. Onun da Hades kadar sözü geçiyor gibiydi. Mutfakta hızlıca atıştırırken Adonis yanlarından ayrıldı. Adamın zaten olmayan morali dakikalar geçtikçe karamsarlığa dönüyordu. Cehenneme gittiklerini kendisi de biliyordu; zaten Adonis, Ares'i kurtarmak için tek başına oraya gitmeye cesaret etmemiş miydi? Şimdi ise kararından pişman gibi davranıyordu. Adamın vaz geçmesinden çekindiğinden hareketlerini irdelememeye karar verdi. Daha net düşünebiliyordu, büyü etkisinden kurtulduğunu fark etti. Adonis’i zorlamayacaktı, belki adamın düşünmeye ihtiyacı vardı. Persephone'nin onun âşığı olduğunu öğrendiğinde ve Afrodit'in izinli olarak onun odasına girebildiğini anladığında bile adamı kıskanmamıştı. Ares'i ise kiminle görse içi burkuluyordu. Hafızasını yitirmeden önce kimin için ne hissettiği artık önemli değildi.

Ekmek arası yaptıkları peynir-domatesleri bittikten sonra ayaklandılar. Yememeye, içmemeye ne kadar dayanacağını merak ediyordu. Ares'i, Adonis'in rehberliğiyle cehennemde bulmanın zor olmayacağını düşünüyordu. Yine de açlığın onlara engel olmaması için karınlarını iyice doyurdular.

Koridorları geçip bahçeye çıktıklarını fark edince şaşkınlıkla Artemis'e eğildi. "Nereye gidiyoruz?"

"Kâhine." dedi Eros, Artemis’in yerine cevap verdi.

"Ne işimiz var şimdi orada?" dedi dişlerinin arasından.

Eros sabır istercesine ellerini havaya kaldırdı. "Hafızası iyice anlık oldu bu kızın." dedi ve ona döndü. "Sana, yola koyulmadan önce bana gel dememiş miydi?"

Dudağını büktü. "Hıı!" O çatlak adamın sözlerinin bu denli tutulmasına ne gerek olduğunu düşündü ve Eros'un yanına iyice yaklaştı. "Burası da ne kadar karanlık!"

Ev alanının kapsamasından çıktıklarından beri çalılar daha bir büyümüş, toprak daha bir taşlık hale gelmişti. Sessizlik delirticiydi. Her adımı, bahçenin diğer ucundan duyuluyor olmalıydı. Sonbaharda olduklarını biliyordu. Hava sıcaktı. Dağ tarafına yakın olduklarını düşündüğünden sıcak bir meltem dahi olsa beklerdi. Bu tuhaflık, ondan başkasının dikkatini çekmediğinden Olimpos için normal bir hava olduğunu düşünüp bunun bahsini açmadı. Eve doğru bir bakış attı. Terasta biri vardı, kollarını kenetlemiş onları izliyordu. Dikkatlice baktı, Enlil'di. Yüzünü görememişti ama duruşundan o olduğuna emindi. Elindeki yara yeniden açılıyor gibi acıyınca elini karnına bastırdı, sanki adamın bakışlarından saklarsa acısını yok edebilecek gibi.

Yoldan çıkıp kâhinin evine döndüler. Artemis önden gidiyordu, korkusuzca. İlk defa onu pantolon giymiş görüyordu. Dizlerine kadar bağcıklarla bağlanmış pantolonuyla yine tarzını yakalamıştı. Sırtında ilk defa gördüğü tuhaf bir alet asılıydı, saçlarını örmüş ve topuz haline getirmişti. Deriden yapılmış bir taçla saçlarını süslemeyi de ihmal etmemişti. Garip bir tarzda şık görünüyordu.

Kâhinin kapısının önüne nihayet geldiler. Rahatladı çünkü yere saplanmış meşalelerle ortalık aydınlanmıştı ve o korkunç yolculuktan kurtulmuştu. Kapı açıldı ve kâhin dışarı çıktı geldiklerini anlamış gibi. Onlara baktı.

"İçeri gel Dünya." dedi sakin bir sesle.

Dünya diğerlerine baktı, Adonis nerede kalmıştı? Yoksa vaz mı geçmişti? Eros başıyla kulübeyi işaret edince Adonis'i merak etmeyi bıraktı ve kâhinin ardından kulübeye girdi. Kulübenin perdeleri açıktı. Kulübe, en son geldiklerinden bu yana hiç zaman geçmemiş gibi aydınlığını koruyordu. Meşalelerin ışığının bu kadar kuvvetli olması ilginçti. O, bunları düşünürken kâhin divanına geri oturdu.

"Artemis mükemmel bir yol arkadaşı olacak."

"Benim aklıma gelmemişti." dedi ve kâhinin karşısına geçti. "Bizi neden çağırmıştın?"

"Acelen mi var?" dedi kâhin. Bağdaş kurmuş rahatça oturuyordu. "Ares'in keyfinin yerinde olduğuna eminim."

"O, işkence görmek üzere!" diye istediğinden daha sesli konuştu. "Belki yaralı bile olabilir, sen bizi oyalıyorsun."

Boşuna gelmişti! Kapıya doğru dönecekken kâhin elini ona hızla sallayınca dizleri çözüldü ve yere düştü. Bacaklarını oynatamıyordu. Sinirle adama baktı. Kâhin sakinliğini koruyordu.

"Böylesi daha iyi." dedi ve boğazını temizledi. "Nerede kalmıştık? Hım, Ares hakkında konuşuyorduk. Onun Tartaros'tan kurtarılması taraftarı değilim…" dediğinde Dünya sertçe adamın lafını kesti.

"Ne demek istiyorsun?"

"Sabırsız… Sormasan da cevaplayacaktım." dedi kâhin. "Ares, eninde sonunda iblislerin lideri olacak, bu kaçınılmaz. Asteria'nın eşi olması da engellenemez. Eğer onu Tartaros'tan kurtarırsan da, dediğim şey gerçekleşecek. Onun ölmesine izin vermelisin."

"Hayır!" diye inledi.

Kâhin ona doğru eğildi. "İkiniz aynı yıldızın laneti altındasınız Dünya. Ares ve sen, kıyametle bağlanmışsınız."

Adamın önünde, sinir ve üzüntünün pençesinde, neredeyse secde etmişti. Gözlerini adama dikti.

"Yanılıyorsun." dedi. Adam gülümsedi, o ise gözlerini kırpmadan ona bakmaya devam etti. "Ares, iblislere ne şimdi ne de sonra katılacak. Ares ölmeyecek. Yıldız falına daha dikkatli baksan iyi olur."

Kâhin ayağa kalkıp elini ona uzattı. Adamın elini tutup tutmamakta bir an kararsız kaldıktan sonra nefes alıp parmaklarının ucunu tuttu. Bacaklarına güç gelince birden fırladı ve adamla burun buruna kaldı. Fakat Dünya, kâhin yerine Ares'in yüzüne bakıyordu. Ares tutkulu bakışlarla süzdüğü yüzünü sıcacık avuçları arasına almıştı. Adamın güzel gözlerinin derinliğinde kayboldu.

"Az kaldı." diye çekici bir sesle dudaklarına doğru fısıldadı. "Yakında." diye devam etti Ares ve muhteşem dudağını onun dudağına hafifçe sürttü. Altın gözlerini onun gözlerine yeniden çevirdi. "Toprak kana doyacak, kraliçem ve o gün geldiğinde, bir tek sana teslim olacağım."

Dolgun dudaklarını onun çenesine usulca sürttüğünde dizlerinin bağının çözüldüğünü hissetti.  Ares'in öpücükleri boynuna indiğinde içi dehşetle karışık bir heyecanla dolmuştu, iradesizce dudaklarının zevkle kıvrıldığını hissetti. Elleri Ares'in güçlü sırt kaslarında gezinirken başını geriye attı. Göz ucuyla, su gibi kıpırdayan aynadaki aksini gördü ama bakan gözler ona ait değildi. Asteria gittikçe yamulan aynadan ona bakıyordu. Yüzüne Ares'in dokunuşlarından aldığı zevk yansımıştı.

Haykırmak için ağzını açtığında kâhin onun ağzını kapattı. Adamın kaşları çatılmıştı; elleri, onun ağzının üstünde konuştu. "İnancın hâlâ sağlam mı?"

“Bu… Görüntü yalan!”

Adamı itti. Midesine giren kramptan mı yoksa gördüğü görüntüden mi bilinmez, nefes alamaz hale gelmişti. Kapıya doğru döndüğünde kâhin onu kolundan yakaladı. "Daha bitmedi."

Kolunu adamdan kurtarıp yanan gözlerle adama baktı. “Beni kandıramazsın. Kararım değişmedi.”

"Biliyorum." dedi ve diğer odaya seslendi. "Gelebilirsin!"

Kapı açıldı ve diğer odadan çıkan Adonis onlara doğru yürüdü.

"Anlatmak istediğim..." dedi kâhin ikisine de ayrı ayrı bakıp. "Asıl önemli olan şey ne senin kıskançlık ve öfken..." dedi Adonis'e ve Dünya'ya dönerek devam etti. "Ne de senin sürekli yenilenen aşkın. Bu zamandaki en büyük tehlike iblisler. İntikam istiyorlar, yüzyılların esareti altında kana susadılar. Boyuttan çıkmakla kalmayıp tüm kapıları kıracaklar ve ikiniz yüzünden de buna çok yakınlar."

İtiraz edecekken kâhin hızla elini kaldırdı. Çok katıydı ve ciddiydi.

"Onları engellemeye çalışan sadece bir kişi var. Ona yardım etmezseniz sonuçlarına tüm evren katlanacak. Size tavsiyem; gözlerinize, kulaklarınıza ve mantığınıza güvenmeyip sadece kalbinizi dinleyin. İkinizin seçimleri bekleniyor." dedi ve divana doğru döndü. "Şimdi beni yalnız bırakın."

Adonis yan gözle ona bakıyor Dünya ise yürüyen kâhini parçalamamak için kendini zor tutuyordu. Kehanetin amacı her neyse ona acı vermekten başka işe yaramamıştı. Yumruklarını sıktı, dikişleri gerilip derisi çekiliyordu ama o, buna aldırmıyordu. Adam arkasını hiç dönmeden elini "gidin" der gibi sallayınca topuklarının üstünde dönüp kapıya yürüdü. Kapıdan tek başına çıktığında Artemis ve Eros'un meraklı bakışlarıyla karşılaştı.

"Hiçbir şey sormayın, bu adam sadist!" dedi ve kapıya baktı. Adonis çıkmamıştı. Başını sallayıp diğerlerine döndü. Fikrini değiştirmiş olmalıydı, onu zorlamak istemedi. "Gitmiyor muyuz?" dedi sinirle.

Artemis kaşlarını çattı. "Adonis?"

Onlara doğru yürüdü. "Gelmek isterse yolu biliyor." dedi. “Onun kaprisleriyle uğraşamam!”

"Onsuz gidemeyiz, kâhin demişti ki..." diye atılan Eros'un sözünü ağzına tıktı.

"O adamın ne dediği umurumda değil." dedi. "Tartaros'a giden kapı nerede?"

Eros, Artemis'e kararsızca baktığında Dünya’nın siniri tepesine fırladı. Aslında onlara öfkelenmediğinin farkındaydı; o, kendisine ihanet eden Ares'e öfkelenmişti. Asteria’ya teslim olma olasılığı onu delirtiyordu. Ona yöneltemediği kızgınlığını yanında olanlardan çıkarmak adice olsa da kendini tutamıyordu.

"Yolu bilmiyor musunuz?" dedi bıkkınca.

"Biliyoruz." dedi Artemis ve bakışlarını kapıya çevirdi.

O da kapıya döndüğünde dışarı çıkan Adonis'i gördü; Adonis'in yüzü bembeyazdı, bakışları yerdeydi. Güç toplamak istercesine parmaklarıyla belindeki kısa kılıcın sapını kavradı ve onlara doğru yürüdü. Başını kaldırdı ve Artemis'e baktı.

"Gidelim."

Artemis onaylamak için başını sallayınca Adonis eve doğru yürümektense kulübenin yanındaki yokuşa doğru döndü. Yorum yapmadan Adonis'in peşine düştüler. Evin bahçesinin bu kadar büyük olduğunu tahmin etmemişti. Bahçenin arka tarafı, ön tarafından daha genişti. Öyle ki, bahçenin ucu bucağı belli değildi. Yokuştan dikkatlice iniyorlardı, ağaçların kuru dalları onları engellemek istercesine önlerine kıvrılmıştı. Adonis'in sırtını izleyerek ilerledi. Sakin durmaya çalışıyordu ama yerdeki taşların ayaklarının altından sürekli kayması gittikçe sinirini bozmaya başlamıştı. Artemis ise elindeki zinciri sallayarak düz yolda yürüyormuş gibiydi. Kadına bakarken ayağı kaydı, Eros kolundan tutunca söylendi.

"Nereye gidiyoruz?"

"Tartaros'un girişi ileride." dedi. Badem gözleriyle ileriyi işaret etti. Sonra Dünya'ya baktı. "Sen evin içinde olduğunu mu düşünüyordun?"

"Biraz öyle." dedi. Dudağını büktü. Aklında hâlâ Ares'in Asteria'ya yaptığı kur varken herhangi bir şeyden hoşnut olması mümkün değildi. "Ayrıca dışarıda hâlâ yaz var, bahçenin durumu neden kış?" diye kafasındaki konuyu değiştirdi.

Eros kaşlarını kaldırıp etrafa baktı, karanlıkta ne görmeyi beklediğini bilmiyordu ama o da baktı. Nefes alan Eros gizemli bir sesle konuştu.

"Bu biraz karışık, kapris..."

"Eros."

İkisinin sohbetini aniden kesen Adonis elindeki meşaleyi Eros'a fırlattı. Eros tek eliyle meşaleyi yakalayınca Adonis devam etti.

"Sen Olimpos'a dön ve biz dönene kadar fazla yorum yapmamaya çalış!"

"Sen de herkesi sağ salim getirmeye çalış!" dedi Eros ve Dünya'ya döndü. "İyi şanslar!" dedi ve yanağından öpme bahanesiyle kulağına fısıldadı. "Ares'i bulana dek kimseye güvenme."

Ares'e de güvenmeyeceğini söyleyecekti ama devamının geleceğinden korkarak kendini tuttu. Onu bulmayı şimdi daha çok istiyordu. Bu sefer ki yumruğu masum ve korkak olmayacaktı. Başını salladı ve onu bekleyen Artemis'in yanına gitti. Kadın zinciri sallamayı bırakmış, koluna dolamıştı. Eros'u, yokuşun ortasında bırakıp inmeye devam ettiler. Hava gittikçe kararıyordu, önüne gelen ağaç dallarını bile onlara çarpmadan seçemiyordu. Tek kolunu yukarı kaldırdı, yüzüne gelen dallardan sakınmak için. Gökyüzü bile yok olmuştu, etraflarını saran ağaçlar küçük gruplarını tamamen hapsetmişti. Yumuşak tül gibi bir şey yanağını yalayınca iğrenerek irkildi. Sırtına batan dal yüzünden dengesi bozuldu ve başka bir dala tutundu. Artemis onun savaşını fark etmişti, elindeki meşalenin zayıf ışığını ona çevirdi.

"Ne oldu?"

"Hiçbir şey." diye doğruldu ve yüzünü sildi. Artık Adonis'i göremiyordu. Neden bu kadar acele ettiğini anlayamamıştı.

Artemis, ona yaklaştı.

"Yanımda yürümeye ne dersin? Geride kalma."

"İsteyerek kalmıyorum." diye homurdandı. "Yol çok kötü." dedi ve Artemis'e yaklaştı.

"Evet." diye Artemis onu onayladı. “Gerçekten çok karanlık!”

"Sen daha önce Tartaros'a gittin mi?" dedi Dünya yürümeye devam ederek.

"Hayır." dedi Artemis. "Oraya gidenler geri dönemez. Bu Adonis ve Ares için geçerli değil ama orası ölümsüzlerin en korkulu kâbusudur. Cehennemimiz."

"Sen neden geliyorsun? Ares'i kurtarmak için mi, yoksa kendini kanıtlamak için mi?"

Artemis, şaşkın bir tavırla güldü.

"Kendimi kanıtlamaya ihtiyacım olduğunu mu sanıyorsun? Ah, yapma! Ben hareketi severim. Eros bana kurtarma işinden bahsedince antrenman zamanının geldiğini anladım."

"Tartaros'a gitmek antrenmanla eş değerde değil."

Artemis önündeki dalı kaldırırken omzunu silkti. "Gezmeyi de çok severim."

Onunlayken yol daha rahat geçiyordu. Yokuşun bitmesiyle ayaklarının suya değmesi aynı anda oldu. Bunu beklemediği için düz yol dengesini yeniden bozdu ama o, ayakta kalmayı başardı. Ayaklarının altındaki su ışıklanarak dalgalanıyordu, adım attıkça suyun yeşil ışıklar saçması hoşuna gitti. Artemis de bunu ilk defa görüyor gibiydi. Kibar çizmelerini sağa sola kaydırdı; ışığın, ayaklarının çevresinde kıvrılmasına bakıyordu.

"İblis büyüsü… Zararsızdır." Adonis'in sesiyle irkildiler. Onlardan ayrı gittiğinden, aniden yanlarında bitince ikisi de oldukları yerde sıçramışlardı.

"Adonis!" dedi Artemis. Elindeki meşaleyi adama fırlatacakmış gibi bir duruş almıştı. Adamı görünce elini kalbine götürdü. "Neredeyse kalp krizi geçiriyordum."

Adonis rahat adımlarla ikisine doğru yürürken ayakları yeşil ışıklar saçıyordu. Korkunç derecede etkileyici bir güzellik ve öz güvenle karşılarına dikildi. "Bu kadarcık şeyden korkuyorsanız geri dönün derim." Bu sözlerinin Artemis'e olmadığını anlamak zor değildi. Dünya'nın korktuğu barizdi ama vazgeçmek diye bir şeyi aklına bile getirmiyordu.

Artemis adama kibirli bir bakış attı. Bu duruşuyla bile sevimli olmayı başarmıştı. "Beni izle bebek." dedi ve suyun ortasına doğru yürümeye başladı.

Dünya kaşlarının altından onu izleyen Adonis'e bakmadan kadının ardına düşmek için hareketlendi ama Adonis önüne geçti. Dünya başını kaldırıp adama baktı, adamın yüzündeki yeşil yansımalar onu tuhaf bir şekilde daha güzel gösteriyordu. Adonis önce tedirgin sonra kararlı bir tavırla elini Dünya'nın şakağına uzattı ve yokuşun başında dalın çarptığı yeri parmağının ucuyla sildi. Dal derisini yırtmış, azıcık da kanamıştı. Kendi elini kaldırıp çiziğe dokundu, yarası derin değildi ve sızan kanı zaten Adonis temizlemişti.

"Elin nasıl oldu?"

"Daha iyi." dedi. Eli daha iyi olmamıştı, ağrıyordu ama bu durumda elinin acısı diğer sıkıntılarının listesinde en alttaydı. İlerleyen Artemis'in ardından baktı. Konuyu değiştirmek istedi çünkü Adonis’in bakışları tuhaf bir şekilde çok kırılgan ve düşünceliydi. "Çok yolumuz var mı?"

"Ben sizin gelmenizi istemiyorum." dediğinde adama baktı. "Onu tek başıma oradan çıkarabilirim."

"Geleceğim." dedi.

"Bana güvenmiyor musun? Ares'i getirebileceğime inanmıyor musun? Yeniden Olimpos'a dönmesini istemediğimi mi sanıyorsun?" dedi ondan bir adım uzaklaşarak. “Sözlerim sana yeterli gelmedi mi?”

"Sen neden bizim gelmemizi istemiyorsun? Neden çekiniyorsun?" diye karşısında diklendi.

"Senin gelmeni istemiyorum; sen ölümlüsün!"

"Daha önce bu sorun oldu mu?" Bu taktik Ares’te işe yaradığına göre Adonis’i de gayet kolay ikna edebilirdi.

“Görev olarak gitmek başka, bu başka!”

“Belki bu da bir görev!” dedi ve hedefi on ikiden vurduğunu Adonis'in yüzünde oluşan ifadeden anladı.

Kararsız kalan Adonis etrafına bakındı; söylemek istediği her neyse canını acıtacakmış gibi yüzü bembeyaz oldu. Yutkundu ve çenesi kasıldı. Dünya'ya tekrar döndüğünde adamın gözleri dolu doluydu.

"Dünya..." dedi. Boğazını temizledi. "Seni seviyorum."

Ağzı açıldı, kaldı. Birkaç saniye ondan tepki bekleyen Adonis umudunu kesti, gözlerini kapatıp geriye doğru adım attı. Onu durdurmak Dünya’nın içinden gelmedi çünkü o cümlenin üstüne söyleyebileceği bir cümle yoktu. Adonis sırtını döndü ve durdu gergin bir sesle konuştu.

"Gelip gelmemene karışmayacağım ama gelirsen yanımdan ayrılmamanı rica ediyorum. Bir kez daha zarar görürsen kendimi asla affetmem." sesindeki boğukluk Dünya'nın kendini kötü hissetmesine yol açtı.

Dünya kıpırdayınca Adonis de yürümeye başladı. Dünya hızlanıp adamın eline uzandı ve parmaklarını onun parmaklarının arasına geçirdi. Dokunuşuyla adamın titremesine inanamadı. Onu gerçekten seviyor muydu? Yoksa onu bu olayın dışında bırakmak için numara mı yapıyordu? Anlayamadı. Tek bildiği, Adonis'i tanıdığından beri adam ona hiç yalan söylememişti. Sadakati konusunda, Ares'in tersine onun güvenini hiç sarsmamıştı. Buna rağmen Ares onun kalbine Adonis’ten daha yakındı ve duygularına hâkim olamıyordu. Saklayamıyordu da… Adonis’in aşkını sahiplenmesini doğal karşılıyordu ama o hatırlamıyordu. Kalbine egemen olan ise Ares idi, onun hislerini ne kadar umursadığını kestiremiyordu ama genç adamın yanında söylediği her şeye inanmak çok kolay oluyordu. Ares sürekli savaş halindeydi, onun için savaşması da anahtarlık sorumluluğundan kurtarmak içindi, bunu itiraf etmişti. Görevinden azade olduğu takdirde yükünden kurtulan Ares onun yüzüne bakar mıydı?

"Yanından ayrılmayacağım." dedi. Adamın parmaklarını hafifçe sıkarak gergin duran ölümsüzün güzel yüzüne baktı.

Adonis rahatlamış bir bakışla, ona yandan baktı. "Buna inanmayı ne çok istiyorum, bilemezsin."

Artemis'e ulaştıklarında onun kayalık bir mağara ağzında beklediğini gördüler. Elini Adonis'in elinden yavaşça çekti. Adonis bozulmamıştı ama elini çekmesinden memnun olmadığını belirtircesine Dünya'nın kolunu okşadı. “Sana baskı yapmak istememiştim Dünya, üzgünüm.” Diye fısıldadı ve ondan yanıt beklemeksizin Artemis'e döndü. Elini kemerine attı ve küçük bir şişe çıkarıp Artemis'e fırlattı.

"Afiyet olsun, bebek."

Artemis şişeyi becerikli bir hareketle yakaladı, şişenin içindeki sıvı değişerek Artemis'in içkisine dönüştü. Adama göz kırparak şişeyi dikti. Adonis, kemerindeki diğer şişeyi çıkardı ve içindekinin hepsini içtikten sonra şişeyi ileriye fırlattı. Onlar nektarlarını içerken Dünya mağaranın ağzına bakıyordu. Çirkin renkte ve iğrenç bir koku salan yosun ağıyla kaplanmıştı. Yarısı kurumuş yosunların saçakları uzayarak suya değiyordu. Eğilerek girebilecekleri mağara karanlıktı, en çok bu içini karartıyordu. Ellerinde hiç meşale kalmamıştı. Neden bir fener getirmediklerini düşünmeye başlamıştı ki, Adonis Dünya'ya yaklaştı.

"Şimdi aşkım, hazır mısın? Biraz rahatsız bir yolculuk olacak." dedi.

İyice sabırsızlanan Artemis yüzünü buruşturarak kendini mağara ağzına çekti ve karanlık ağızda kayboldu. Dünya adama her şeyin yolunda olduğunu göstermek için gülümsedi. “Başka türlüsünü beklemiyordum.” Adonis’in bakışları bir anlığına onun dudaklarına ilişti ama hemen kendini toparlayarak girişe doğru döndü. İkisi de mağaranın ağzına ilerlerken Adonis öne geçti. Kayayı, basamak gibi kullanarak mağaranın içine bacaklarını saldı ve ona baktı.

"Gel bakalım."

"Ne?"

"Bana sarılma şansını kazandın aşkım."

Soru sormaya devam etmesi zaman kaybıydı, bu yüzden bacaklarını tereddütsüzce yukarı çekti ve kendini karanlığa uzattı. Adonis'in güçlü kollarının arasına sığındı. Adonis, Dünya'nın başını kendi göğsüne yasladı ve kollarıyla onu iyice korumaya alıp kendini aşağıya bıraktı.

BÖLÜM 22 : CEHENNEMİN SESLERİ

Böyle bir kayış olamazdı. Pürüzsüz bir olukta o kadar hızlı kayıyorlardı ki Adonis onu kolları arasına almasaydı tüm kemikleri parçalara ayrılırdı. Birkaç saniye içinde kilometrelerce yol gitmişlerdi. Derinlere daldıkça hızlandılar. Adonis, ona iyice sarıldı. Teninin kokusunu içine çekmek onu sakinleştirdi ve düşme tedirginliği azaldı. Adonis hız ve basınçtan korumak adına onu yukarıda tutmaya özen gösteriyordu. Ellerini, adamın kemerine takmıştı ve kendini iyice germişti. Bu hızla giderken adamın sırtından ateş bile çıkabilirdi.

Kaya aniden genişledi ve düzleşti. İleriye ok gibi fırladılar. Adonis onu bırakmamıştı. Havada takla atarak düşmeye başladılar. Uzun sürmedi. Adonis, onu çevirerek kucağına aldı ve tek dizi üstünde yere sertçe indi. Nefesi kesilmişti, Adonis'in boynuna sarıldı. Soluk almaya çalışmaktan başı döndü. Başını dakikalar sonra adamın boynundan kaldırırken Adonis ayağa kalktı. Gülümseyerek alnından öptü.

"Bir kez daha deneyelim mi?"

Kucağından inerken bacakları titriyordu. "Konuşabilseydim." dedi öksürdü. "Hayır, derdim."

"Ayakta durabilecek misin?"

Başını salladı ve etrafına bakmayı o an akıl edebildi. Çorak bir arazideydiler. Her taraf çürük, gri bir renkteydi. Gökyüzü yoktu. Tanımlayamadığı ağır bir koku ve basık bir hava ciğerlerini dolduruyordu. Artemis'i kurumuş bir kütüğün üzerinde otururken gördü. Kadının ne üstü ne de neşesi bozulmuştu. Eli kendi saçlarına gitti, saçının bağı gevşemişti. Dağılan saçlarını toplarken kadın ayaklandı.

"Nehir ne tarafta?"

Nehir mi? Adonis eliyle sağ tarafı gösterdi. Artemis zarif adımlarla yürümeye başladı. Kadının peşinden giderken Adonis elini Dünya'nın sırtına koydu.

"Bebeğim, artık Tartaros'ta sayılırız. Kesinlikle bir damla su içme, bir lokma bile olsun bir şey yeme, karnın ne kadar aç olursa olsun. Tamam mı?"

"Anladım." dedi. Adonis sırtını hafifçe okşadı.

Ares'le aralarında uzanan çorak topraklara baktı. Ona ulaşmasının adamı kurtarmasına yetmeyeceğini biliyordu. Peki, Ares kurtulmak isteyecek miydi, bunu bilmiyordu. Rüya ve hayallere güvenemezdi. Dönmek istemediğini söylerse ne yapacaktı? Morgda uyandığından beri adamın hüzünlü olduğu kadar plancı olan bakışları gözlerinin önüne geldi. Güneşin batıdan doğması ne kadar olanaksızsa, savaş tanrısının romantik prense dönüşmesi de bir o kadar olanaksızdı. Asteria gibi bir kadının Ares'e sunacaklarının yanında onun eli gerçekten zayıftı.

Havanın durumu çok tuhaftı; hava, basınç yüzünden birden ısınıyor, sonra ağızlarından buhar çıkartacak kadar soğuyordu. Gökyüzünün, toprağa benzediğini fark etti. Gökyüzü bastıkları toprağın renginde ve biçimindeydi. Gökyüzü tehditkar bir kıvranmayla kımıldıyordu, sanki içinde oynaşan bir şeyler vardı. Üstlerine yıkılmasından çekinerek ölümsüzlere yakın yürümeye çalıştı. Birkaç saat fazla konuşmaksızın yürüdüler. Birden Artemis'in ayakları battı. Kadın ayağını iyice sıvılaşan toprağın içinde şaşkınlıkla gezdirdi. Toprak, ayak bileklerine anca geliyordu ve çamurumsu bir yoğunluktaydı. Yani nehir dedikleri sudan oluşmuyordu, hareketli incecik kumdan oluşuyordu ve buraya kadar derin değildi. Artemis soran bakışlarla Adonis’e baktı. İlerlemek konusunda kararsızdı.

"Derin değil." dedi Adonis ve ileriyi işaret etti. "Şelaleye kadar aynı derinlikte gidiyor."

Artemis’in kaşları havalandı. "Şelale mi?"

Adonis hoş bir şekilde gülümsedi. "Bayılacaksın."

Dünya panikle dudaklarını kemirmeye başladı. Şelale demek, yükseklik demekti. O kadar yüksekten hiç bir tarafa yürüyemezdi. Yolculuk onun için biterdi. Zayıflığına sinirlenerek yaralı elini korumacı bir tavırla kucağına aldı ve Artemis'in ardından sıvılaşmış toprağın içinde yürümeye başladı. Gökyüzünü oluşturan toprağımsının rengi koyulaşmaya başlamıştı ve içinden gök gürültüsüne benzeyen kükremeler duyuluyordu. Sesler çok derinlerden geldiği için onu ürkütmemişti ama Adonis'in arada yukarı bakması onu da tedirginleştirdi.

Sıvı toprak, akışkanlık kazandığında şelaleye yaklaştıklarını anladı. İğrenç kıvrımlarla kayıyordu. Adonis onları biraz sola yönlendirdi. Neredeyse yarım saatlik bir yürüyüşün ardından şelaleyi görebilmişlerdi. Dünya kenara gidememişti, bacaklarını tonlarca ağır hissediyordu. Gördüğü kadarıyla kırıklı kenardan kumlar, çamurlu topaklar halinde aşağıya düşüyordu. Sağa sola baktı. Kilometrelerce uzanan kenarın, ucu bucağı görünmüyordu. Şelaleden atlamaktan ve aşağının derin olmasını dilemekten başka çaresi yoktu. Vıcık vıcık çamuru düşündü. Derin olmasının yanında daha çok sıvılaşmasını da diledi.

"Gelmiyor musun?"

Artemis'e baktı; Artemis, şelale denen tuhaflığın kenarını geçmiş sanki havada duruyordu. Adonis ve Artemis'in en kenarda durmasından cesaret alarak ilerledi. Ayaklarının arasından kayan bir çamur topağına dikkat ederek yavaşça aşağıya baktı. Başı dönünce dengesi bozuldu. Düşme paniğiyle, atlama isteği arasında kalmış gibi dehşet içinde tutunmaya çalıştı. Adonis, onu yakalamasaydı, atlama isteği baskın çıkacaktı. Nefes nefese geriledi. Adonis'in kollarına tutundu, hayatla olan tek bağıymışçasına.

"Ne oldu?" diye yanına gelen Artemis'e döndü. Adonis, yanlarında başka bir şeyler var gibi bakınıyordu.

İtiraf etme zamanı gelmişti. "Ben yüksekten korkuyorum."

Adonis gerileyip yüzüne baktı. "Nasıl yani? Bunu neden daha önce söylemedin?"

"Sorun olacağını düşünmemiştim." dedi, kenara göz ucuyla bakarak. Metrelerce aşağıya iniyordu. Giden yol ise iki ayağın anca sığacağı, kıvrımlı bir doğal köprüydü. Süngerimsi yapı damar gibi şelalenin üzerini örtüyordu. Bundan fazlasını göremedi.

Artemis, "Şimdi ne yapacağız?" diye adama döndü. "Aşağıya inemeyecek. Biz de onu burada bırakamayız."

Adonis yeniden yukarı baktı. Çirkin renkteki toprak gökyüzünün gürültüsü ve hareketi artmıştı.

"Fazla zamanımız yok." diye mırıldandı. Artemis'e, yan tarafına sabitlediği küçük yay ve ok sadağını çıkarıp verdi. "Aşağıya inene kadar taşıyabilir misin?" Artemis başını sallayıp elindekileri alınca çabucak ekledi.

"Önden git Artemis ve hızlı ol, yağış başlamadan aşağıdaki korunaklara varmamız gerek."

Artemis bildiğinden olsa gerek bir şey sormadı ve damar şeklindeki köprüye seğirtti. Adonis, onu kucakladı ve başını omzuna doğru eğmesini söyledi. "Gözlerini açma aşkım, elimden geldiğince hızlı inmeye çalışacağım. Bana sıkı sarıl."

"Tamam." dedikten sonra başını adamın omzuna koyup gözlerini kapattı, kollarını boynuna sardı.

Hiçbir şey görmüyordu ama kalbi delice atıyordu. Adonis dikkatlice aşağıya inerken adamı boğmamak için sarılışını gevşetmeye çalıştı. Adonis düşüncesini sezmiş olacak Dünya'nın kulağına fısıldadı. "Sarıl, bebeğim. Az kaldı."

Başka çaresi de yoktu. Ansızın tepelerinde bir gümbürtü duyunca Adonis'in nefeslendiği duydu. Adonis daha fazla hızlandı. Yürümüyor, artık koşuyordu. Bir şapırtı duyunca aşağıya vardıklarını düşündü. O, yine de başını adamın omzundan kaldırmadı. Artemis'in onları çağıran sesini duydu, Adonis de o tarafa koşuyordu. Müthiş bir gürültü duydular. Başını kaldıracakken Adonis'in eğildiğini hissedince durakladı. Basamak gibi bir yükseltiyi geçip soğuk bir yere girdiler. Adonis, o kucağındayken yere oturdu. Hala sıkıca ona sarılıyordu.

Artemis, "Burası yeterince geniş, değil mi?" dediğinde, başını sallayan Adonis kollarını gevşetti ve Dünya nihayet gözlerini açıp etrafına bakındı.

Süngerli taştan yapılmış bir kovuğun içindeydiler. Ayakta duramayacakları kadar basık, dördüncü kişiyi kabul etmeyecek kadar şekilsizdi. Adonis'in kucağından yana kayarak duvara elini sürdü; kaya kırılarak toz gibi dağıldı. Elini çekti. Artemis dışarıyı izliyordu, Adonis ise dirseklerini dizlerine koymuş ve gözlerini Dünya'ya dikmişti. Sonunda aklındakini dile getirdi.

"Yükseklik korkun olduğunu ben neden bilmiyorum?"

Sorusunun anlamsızlığı karşısında adama baktı, kaldı. Yüzünün yarısı gölgeliydi. Sesindeki duygusuz ton yüzünden ifadesini anlayamadı. Gök gürültüsünün gücüyle yer sallandı ve içinde bulundukları korunak sarsıldı. Adonis'e verecek bir cevap aradı.

"Bilmiyorum, belki anlaşılacak bir durumda kalmamışızdır."

"Fırsatımız olmadığından olabilir mi?" dedi adam gözlerini ondan hiç ayırmadan.

"Tamam, bir dahakine kendim inmeye çalışırım." dedi sözlerindeki manayı bilmezliğe gelerek. Artemis'in yanına emeklemek için davrandığında Adonis tekrar konuştu.

"Peki, o biliyor mu?"

Boşuna gerginlik çıkaran Adonis’e ters bir bakışla attığında, Artemis mırıldandı. “Hayatım boyunca böyle bir şey görmedim. Bu ne ya!”

Adonis'e laf söylemeyi erteleyip Artemis'in yanına gitti. Dar oyuktan dışarı baktığında midesini bulandıracak kadar korkunç bir manzarayla karşılaştı. Yukarısı koyu balçığa dönüşmüştü ve kanın pıhtılaşmış hali gibi vıcık vıcıktı. Kımıldanan gök, gürültüyle tükürüyordu ve içinden fırlayanlar, çatırtılar çıkartarak yere çarpıyordu. İlk bakışta ne olduklarını anlayamadı. Kenara iyice yaklaştı ve eline ılık bir damla düştü. Gökten yağmur yağmıyordu, kan yağıyordu ve yere düşenler de canlıya yakın varlıklardı. Hızla düşen yaratıkları bir şeye benzetemedi çünkü düşerken kemikleri fırlayıp kan torbalarına dönüşüyordu. Acı dolu hırıltılarla sürünenler dışında, düştükleri gibi et yığınına dönenler de vardı. Karşısındaki şelaleye baktı, şelaleden artık çamur akmıyordu…

İstemsizce titredi, donup kalmıştı. Artemis ise dehşetle açılmış gözlerini kırpıştırıp geriledi. O girişten ayrılamıyordu. Elindeki damlayan sıvıya gözleri kaydı. İri bir kandamlasıydı. O anda yakınında, bir hırıltı duyunca neredeyse çığlık atacaktı. Bir kol; beline sarılıp, onu çektiğinde o, üç metre ötede tek koluyla yerde sürünen ve beyninin yarısı yüzüne akmış yaratığın, acıdan delirmiş tek gözüne bakıyordu. Dünya'yı geriye çeken Adonis söylendi.

“Bu kadar yeter, bakma!”

"Onlar ne? Neden?" Bir gürültü daha kopunca Adonis'in elinden kurtulup iyice geriye yaslandı.

Adonis yüzüne düşen saçını geriye taradı ve köşeye kıvrılmış Artemis'le ona baktı.

"Onlar işkence görenler, burası da ihanet edenlerin cezasını çektikleri yer." dedi. "Parçaladıkları hayallere karşılık, onlar da parçalara ayrılıyorlar ve bu çok uzun sürüyor. Toprak tarafından yeniden emilen suçlu, cezalandırılmaya devam ediyor."

Dar oyuktan dışarıya baktı. "Bu şeyler… Yani emilip yeniden mi atılıyor?" diye mırıldandı.

Adonis kaşlarının altından onu süzdü.

"Yükseklik korkusu olan biri için ne büyük ceza."

Nefes alıp kollarını kenetledi, bakışlarını çevirdi. Adonis'in yapmaya çalıştığını anlamasa da şimdi sırası olmadığını çok iyi biliyordu. Ona ihanet ettiğini de düşünmüyordu, yani şimdiki hafızasıyla. Elinden geldiğince kendini, ona karşı olabilecek duygulara karşı sınamıştı ama eli hep boş kalmıştı. Tüm varlığı Ares'le doluyken Adonis'e yer açması olanaksızdı. Madem, ihanet edenlerin cezalandırılacağını söylemişti, kalbine daha yakın olana ihanet etmeyecekti.

Sessizleşip kendi içine çekildi, uğursuz gürültüler ve çatırtılar kanını donduruyordu. Artemis sırtını duvara dayamış uyukluyordu. Belki o da biraz uyusa iyi olurdu ama dışarıyı düşündükçe gözünü bile kapatamıyordu. Adonis oyuğun kenarına gidip oturdu ve dışarıyı seyretmeye başladı. Silahlarını çıkarmıştı. Yeleğini çıkarmış silahlarının yanına bırakmıştı. Üzerinde deri pantolonu ve tişörtüyle rahat görünse de ifade olarak ondan pek farkı yoktu. Etrafa bakınırken silahlara gözü ilişti. Tüfeğe benzeyen yay çok ilginçti, bu yay sert tahtadan yapılmıştı ve metalle güçlendirilmişti. Eros'un ona verdiği kılıcı kemerinden çıkardı, bu kısa bir kılıçtı ve kabzası tam eline oturmuştu. Kullanmasına gerek olmamasını diledi, gerçi gördüklerinden sonra bunu birine saplama düşüncesi o kadar da uzak gelmemişti. Parlak metali tanımıyordu ama iblislere etkisi olan tek metalin bu olduğunu öğrenmişti. Normal insan silahları iblislere etkisizdi hatta bazı melezleri yaralayamıyordu bile. Kılıcı incelerken dikkatini bir şey çekti. Sapına yakın bir yerde üç kelime kazınmıştı. Yazıya dikkatle baktı; yazıyı okudu ama bir şey anlamadı, başka bir dilden yazılmıştı. Kılıcı, kınına geri soktu ve yana bıraktı.

Başını kaldırdığında Adonis ile göz göze geldi. Adam elini yanına vurdu. Onu çağırıyordu, nedenini merak ederek adamın yanına emekledi. Çenesi kasılan Adonis başını çevirdi ve dışarıya baktı. Oyuğun kenarında, Adonis'in açtığı yerden içi ürpererek manzaraya bakındı. Gökyüzü diyebileceği alan durulmuştu, rengi önceki rengine yakındı. Yeryüzü ise korkunçtu. Fırtına sonrasıydı ve kan çukurlarında acıyla yuvarlanan ölümün kıyısındaki canlılar ve iyice balçığa dönmüş kan çukurları her yeri kaplamıştı. Buradan nasıl çıkacaklardı?

Derken toprak, kemik yığınlarını sünger gibi içine çekmeye başladı. Çamur batakları, suya dönüşüp zemine sızıyordu. Bükülen bedenler; ağızları açılmış ama çığlık atamayacak bir halde toprağın içine çekiliyordu. Bu manzara karşısında daha fazla dayanamayarak bir anda geriledi. Tüm kasları korkuyla katılaşmıştı, elleri titreyerek kollarını kendine kenetledi, bacaklarını kendine çekti. Bunu ona göstererek ne yapmaya çalıştığını anlamadı. Yeterince dehşet izlememiş miydi? Adonis hâlâ dışarıyı seyrediyordu, düşünceliydi.

"Başına gelecek cezayı, önceden seyretmek kişiyi yapacağı şeyden alıkoyar mı?" diye mırıldandı. Yavaşça başını çevirdi ve Dünya'ya baktı. Adonis'in gözleri ağlayacakmış gibi dolu doluydu. "Sence?" dedi adam sesi titreyerek.

Başını "hayır" anlamında salladı.

Adonis derin bir nefes aldı. "Bence de." dedi ve başını kenara yasladı. "Artemis'i uyandıralım, birkaç dakikaya kadar yola çıkabiliriz."

Artemis kolayca uyanınca hemen yola çıktılar. Toprak onca kanı, parçalanmış kemikleri, dağılmış etleri içine çekmiş ve sanki o korkunç fırtına hiç yaşanmamış gibi her şeyi kendi içine saklamıştı. Liderliği yeniden alan Adonis birkaç adım önden gidiyordu. Artemis'in yanında yürümek daha iyiydi çünkü adamın güzel yüzünün karamsar ve huzursuz ifadesi ortamı iyice geriyordu. Yol boyunca içine saklanabilecekleri yuvarlak oyulmuş kayalara rast geldiler. Sonunda Artemis cevabını onun da merak ettiği soruyu sordu.

"Bu kayaları kim yerleştirmiş olabilir?"

Yerleştirmek, doğru bir kelimeydi çünkü bu kayalar, buraya gelen birinin o dehşetten kaçılabilmesi için özellikle aralıklı olarak konmuş gibiydi.

Adonis'in adımları yavaşladı, ona yaklaştıklarında da soruyu cevapladı. "Onlar, Persephone'nin fikri." dedi. "Ben, bu yolu kullandığım zamanlarda, o şeylerden etkilenmemem için bu kayalar buraya konuldu."

"İyi fikir." diye dudağını büktü Artemis. "Kadınların aşk için yapamayacakları şey yok." diye iç geçirdi.

Adonis omzunun üstünden kadına baktı. "Erkeklerin de öyle."

Artemis iğrenç bir şeyden konuşuyorlar gibi yüzünü buruşturunca Dünya dayanamayarak kadına sordu. "Sen hiç âşık olmadın mı?"

Adonis bilmiş bir tavırla gülümsedi. Artemis ise yüzünü iyice astı, sıkkın bir sesle cevapladı. "Ben yemin ettim, kendimi bir erkeğe vermemek için ve bu yeminime de sadığım."

"Aşk başka, o başka." dedi ve dediğine pişman oldu. Böyle mi düşünüyordu?

Adonis elini Artemis'in omzuna attı. "Hadi, utanma."

"Utanmıyorum." dedi sıkıntıyla ve omzunu salladı. "Sadece eski bir konu ve konuşulması gereksiz."

"Hâlâ sana acı veriyor." dedi Adonis cesaret verircesine. Artemis'in omzundaki elini sıktı ve kadını kendine çekerek saçlarından öptü. "Sen şanslısın. Hiç değilse onun ilk ve tek aşkıydın, o da senin..."

Kısacık bir an göz göze geldiler. Adonis güzel gözlerini çevirip ileriye baktığında, lafı uzatmaması gerektiğini anladı. Sohbet etmek için tehlikeli bir konuydu. Öte yandan Adonis'in, Ares ile çekişmek için kendisini ortaya atmasına iyice sinirlenmeye başlamıştı. O, ortaya çıkmadan önce çok iyi arkadaş olduklarına inanmak zordu. Bir kere arada Afrodit vardı. Adonis ile Afrodit arasında bir şeyler olduğu da barizdi ama adam Ares'e kinlenmek için kendisini seçmişti. Hem de Persephone gibi bir kadın, onun için çıldırırken... Bu ölümsüzlerin iş hayatı da aşk hayatı da çok karışıktı. Kendini suçlamaktan vaz geçmeliydi.

Çorak toprakların ilerisinde bir karartı gördüklerinde yukarıdaki toprak, yeniden kımıldanmaya başlamıştı. Çok yorulmuştu. Adımlarını bile zor atıyordu ama uğursuz karartıya doğru hızlandıklarından diğerlerine hiçbir şey söylemedi. Karartı büyüdü ve siyah bulutların hapsettiği, devasa ağaçların boy verdiği bir ormana dönüştü. Sis ve dumandan görebildikleri anca bu kadardı. Yukarıda müthiş bir gürültü kopunca, Adonis ormana girmelerine zaman olmadığını söyleyerek onları yakındaki kayaya doğru yönlendirdi. Bir et yığınından farksız olan yaratık, Dünya'nın yanına düştüğünde kayaya bir metre anca kalmıştı. Çığlık attı. Adonis onu elinden tutarak kayanın içine hızlıca soktu ve Artemis'in de girmesi için yer açtı.

Kalbi çatlarcasına atıyordu, sırtını duvara yaslayıp nefes almaya çalıştı. Dışarıda olup bitenin bilincinde olduğu için bu seferki işkenceden daha çok etkilenmişti. İki ölümsüz, sessizce dışarıdan gelen gümbürtüleri ve hırıltılı çığlıkları dinliyorlardı. Dünya kulaklarını kapattı ve gözlerini sıkıca yumdu. Kendini yana bıraktı ve küçük odacığın içinde daha da küçüldü. Oda, kırmızı tonda aydınlanıyordu. Bu sırada, üzerine yorgunluktan kaynaklanan derin bir uyku çökünce uyuma isteğine hiç karşı koymadı. Cehennemi yaşamamıştı ama kulaklarına gelen sesi yetmişti.

BÖLÜM 23: CHARON

“Uyan aşkım.”

Dünya gözlerini araladı, ona eğilmiş Adonis'in güzel yüzü gülümsemeyle aydınlandı. “Nehre geldik. Geçiş bedeli vermemiz gerekiyor." diye yumuşak bir sesle fısıldadı ve Dünya gerçekliğe geri döndü.

Adonis'in kucağındaydı ve uyumadan önce uzaktan gördüğü sisli ormanın içindeki büyük bir nehrin kıyısındaydılar. Gözlerini açmaya çalıştığında her yerine dikenler batıyordu. Bu, uykunun ve ormanı saran havanın etkisiydi. Adonis'in kucağından inmek için davranınca adam yavaşça onu yere bıraktı ama kolları hala korumacı bir tavırla onun etrafındaydı.

"Dikkat et." diye konuşunca bastığı yere ve çevreye bakındı.

Ölü ağaçları saran pis kokulu sis, canlıymış gibi kımıldıyordu. Hava bu yoğun koyu gri sis yüzünden karanlıktan çok loştu. Sık korkunç ağaçlarla dolu bir ormandaydılar. Yer; yumuşak, çürümüş bitki örtüsüyle kaplıydı ve çok kaygandı. Hemen yanındaki devasa nehir ise zift gibi siyahtı ve bataklığa benziyordu.

"Neredeyiz?" diye mırıldandı.

Artemis cevapladı:

"Styx Nehri'nin kenarında, Tartaros'a geçmek için Charon'u bekliyoruz."

Kadın elindeki yuvarlak şeyi havaya atıp tek eliyle yakaladı ve ona uzattı. "Al bakalım, Charon'a bunu verirsin yoksa seni salına kesinlikle almaz."

Kadının uzattığı şey, gözü kadar büyük kalın bir altındı. Bunu, eski bir sikkeye benzetti. Ağır altına bakıp gözlerini kaldırdı. "Bilet mi alacağız? Bununla?"

Artemis ve Adonis tepkisine güldü. "Evet, bir bakıma öyle…" Dedi, Artemis ve Adonis'e döndü. "Sevgiline biraz mitoloji dersi versen iyi olacak bebek."

Adonis'in neşesi biraz düşse de, yumuşak bir bakışla ona bakmaya devam etti. "Şu işten kurtulalım da..."

Adamın sözleri onu rahatsız etti ama söylediği başka bir sözü hatırlattığı için. Onunla, ilk karşılaştığında Ares ile kavga etmişlerdi. O an için adamın dileği, Ares'ten kurtulmaktı ve Tartaros’a göndermekle kurtulacağını söylemişti. Şimdi de Ares’i cehennemden çıkarmayı kurtulmak olarak görüyordu. Aklınca Ares’i cehenneme göndermekten daha büyük bir ceza mı vardı? Bu iki cümlenin aynı kapıya çıkmasından ürktü. Adonis’i nasıl çözecekti?

"Tartaros'a salla mı gideceğiz?" dedi rahatsızlığını dağıtmak için. "Bu biraz basit kaçmıyor mu?"

"Basit tabi!" dedi Artemis. "Buradaki sorun da bu işte. Cehenneme girmek kolaydır ama çıkmak..." dedi ve olumsuz bir ifadeyle başını sallayıp ekledi. "Asıl sorun Ares'i bulduğumuzda başlayacak."

Adonis kollarını kenetledi ve ileriye baktı. "O konuyu dert etmeyin." dedi ve başıyla, baktığı yönü işaret etti. "Charon geliyor."

Başını çevirdi. Onlara yaklaşan bir sal vardı ve salın üzerinde de yırtık pırtık pelerini rüzgârda savrulurcasına dalgalanan biri duruyordu. Salın dört köşesindeki eğri sopaların üzerine, fenerler asılmıştı. Az olan aydınlığa hiçbir katkıları olmayan fenerler, sarımsı bir ışıkla yanıyordu. Adam, iki büklümdü ve uzun bir sopayı kullanarak salı itiyordu. Hiç acele etmeksizin salı onların bulunduğu yere yaklaştırdı. Artemis, adama yanaşınca adam, kemikli elini uzatıp avucunu açtı. Artemis, altın sikkeyi adamın eline bıraktı. Adam sikkeyi tutan elini kapatıp tekrar açtığında sikke kaybolmuştu. Artemis, sala bindi ve onlara baktı. Adonis'in bakışları da ondaydı, Dünya sırası gelmiş yolcu gibi sikkeyi adamın avucuna bıraktı. Adam, avucunu hemen kapatmadı, bir süre eli havada asılı kaldı. Tedirginliği üst seviyeye çıkmıştı ki adam avucunu kapattı ve yeniden açtı. Onay aldığından rahatlayarak ayağını, dümdüz sala attı ve Artemis'in yanına dikildi. Adonis'in, yanlarına gelmesini beklediler.

Sal hareket etti ama öyle yavaştı ki salın üzerinde ayakta durmak zor değildi. Adonis yere oturunca ikisi de onun yanı başına oturdu. Artemis, gözlerini Charon'dan ayırmıyordu, buraya en az onun kadar yabancıydı. Teoride ondan fazla bilgisi olsa da, burayı ilk defa gördüğü için etrafı dikkatlice seyrediyordu. Dalgasız zift nehrinde, düz salla yolculuk yapmak düşündüğü kadar rahatsızlık vermedi. Sal sanki yüzmüyor kayıyor gibiydi. Ziftin kokusunu önemsemeden salın kenarına yaklaştı. Nehrin dibini görünce ağzı açık kaldı. Düz olarak bakınca siyah görünen sular, direkt içine baktığında değişiyordu. Aşağıda bir hazine yatıyordu. Altından paralar, taçlar, zırhlar ve düşünemeyeceği kadar güzel eşyalar vardı.

"Sakın, onları almaya çalışma." dedi Adonis. "Yoksa bir daha dışarıya çıkamazsın."

"Almak mı? Hayır!" dedi gerileyerek. "Bütün nehir yatağı hazineyle mi dolu?"

Adonis başını salladı. "Charon para harcamayı sevmez."

Charon derinden gelen bir hırıltıyla güldü. Artemis de en az onun kadar şaşırmıştı, adamın gülmesini hiç beklemiyorlardı. Artemis Dünya’ya bakıp omuzlarını kaldırıp dudağını sıktı. Kolay gülmesi kolay sinirlendiğine dalalet olabilirdi. Bir süre nehir yatağını seyrettikten sonra Dünya doğruldu ve iç geçirerek başını salladı.

"Kârlı bir iş…" diye fısıldadı.

İlk yarım saat, onun için etraf ilginç gelmişti ama daha sonrasında görüntüler olağanlaştı. Adonis bağdaş kurmuş, ellerini arkaya dayamıştı. Başını sağa sola çevirip Artemis'e baktı. "Nasıl, eğleniyor musun?"

Artemis küçük burnunu kırıştırdı ve Charon'a bir bakış attı. "Evet, demek istiyorum." dedi sevimli bir tavırla ve Adonis'e döndü. "Ne kadar sürecek?" diye fısıldadı. “Çok geriliyorum.”

Artemis'in doğal, samimi hareketleri çok tatlıydı; güzelliğine sevimlilik katıyordu. Adonis kaşlarının altından kadına baktı. "İki cehennem sonra Tartaros'a girebileceğiz, yani rahatına bak."

Kaç saattir buradalardı? Ares ne haldeydi? Onun bile karnı acıkmıştı ki, Ares yiyeceksiz ve susuz dört gündür işkence altındaydı. Ne tür işkence olduğu konusunda kafa yormak işine gelmediğinden açlık kısmına geri döndü. Bir bardak su için neler vermezdi. Nehrin ziftten oluşmasına sevindi. Dudaklarını yalayıp nehrin kıyısına baktı. Her yer çürümüştü ve etrafta hiç canlı görünmüyordu. Kokunun keskinliği hâlâ burnunu yaksa da artık midesini bulandırmayacak kadar kokuya alışmıştı. Duygu dengesini bozan Adonis'ten uzak duruyordu ve ona bakmamak için değişmeyen manzarayı ilginç bir şeymiş gibi seyretmeye devam ediyordu.

Artemis elindeki zincirle oynamaya başladığında Dünya dikkatini zincire verdi. Sabit dururken normal bir zincir gibiydi. Artemis zinciri sallamaya başladığında metali ışıldıyordu ve sallandıkça da zincirin ilginç bir şekilde esnediğini fark etti. Bu maddenin metal olduğuna emindi ama metalin hareketlenince bu şekilde esnemesi tuhaftı.

"O ne?" diyerek zinciri gösterdi.

"Bu zincir, bir hediye… Hekate'nin bana bir armağanı. Ay ve gecenin gücünü taşıyan bir metal." dedi ve zinciri bileğine doladı. "Aynı zamanda çok güzel bir aksesuar." dedi. Zinciri doladığı bileğini ona gösterdi.

"Çok güzelmiş gerçekten." dedi. Hekate'nin ismini tekrar duymak içinde bir şeyleri oynatmıştı. Elini alnına götürdü ve alnını ovuşturdu. Hatırlaması gereken bir şey olduğunu hissediyordu ama nefret ettiği karanlık, ihtiyacı olan anıyı iyice örtmüştü.

"Başın mı ağrıyor?" dedi Artemis.

"Yok." dedi ve başındaki yaranın üstüne elini sürttü. Saçlarının bittiği yerde olduğundan yara pek belli olmuyordu. İki dikiş de orada vardı ve elindeki dikişlerle birlikte, vücudunda toplam yedi dikiş bulunuyordu. Görevi bitene kadar bu kadarla yetinmeye karar kıldı. "Ağrımıyor."

Sal, nehrin kıvrıldığı bir dönemeçten ilerlerken perdeye benzeyen bir sisin içinden geçtiler. Nehir kıyısında uğultular yükseldi. Paslı prangalarını sürüyen insana benzeyen canlılar, saplandıkları kayaları tüm güçleriyle yüksek bir dağa itiyorlardı. Parçalanmış kıyafetleri pas ve kirle kaplıydı. Pranganın kestiği çıplak bileklerinden hâlâ kan akıyordu. Bunlar şanslı olanlardı bazıları daha kötü durumdaydı. Prangalar, boyunlarına bağlanmıştı ve üstlerinde giysi denecek bir şey bile yoktu. Sivri taşların, ayaklarını parçalamasına aldırmaksızın yukarıya çıkardıkları kayalar; zirveye yaklaştıkça, ellerinden kayıp bağlandıkları insanlarla birlikte nehrin kıyısına geri düşüyorlardı. Bedenlerinden akan kanlara rağmen kayayı tekrar yukarıya taşımaya çalışıyorlardı. İnleme ve hırıltılar, çektikleri acıların sesli yansımasıydı.

"Sonsuz ve yenilenen bir işkence." diye Adonis mırıldandı: "Bir cehennemin kapısını daha geçtik."

Sözlerinden bunun ilerisi olduğunu anladıysa da ne olduğunu merak bile etmedi.

"Her seferinde bu yolu geçmek zorunda mıydın?" dedi Adonis'e.

"Genelde." dedi Adonis. Ellerini kucağına aldı ve parmaklarını kenetledi. "Diğer yollar için Persephone'nin yardımı gerekiyor."

"O da şu durumda sana yardım etmez." diye adamın lafını tamamlayan Artemis, salın üstüne uzandı. "Efsaneni anlatsana."

Adonis isteksizce yüzünü buruşturdu.

"Zamanımız var, değil mi?" dedi Dünya Adonis'e bakarak. Etrafı seyretmek başka bir işkence olduğundan zamanın konuşarak daha kolay geçeceğini düşündü. Dağı geride bıraktıklarından sesler azalmış ve kaygan, siyah sis nehrin iki kıyısını tamamen kaplamıştı.

Adonis saçlarını karıştırdı. "Zamanımız var ama benim anlatma isteğim yok." İletişimi kapatmak için başını öne eğdi, ellerine bakıyordu. Onu zorlamak istemedi ve Artemis'e yaklaştı.

"O halde biraz iş konuşalım. Anahtar görevleri neler, yani ne yaparlar?"

Artemis doğrularak sohbete hazırlandı neyse ki konuşmaya istekli biri vardı.

"Esas görevleri boyut kapılarını açmaktır. Arada, bir şey bulmak için belirenler de oldu ama asıl görevleri kapılar. Düzende bir terslik olduğunda veya yeteneği bizim için gerekli olduğunda, anahtarın ismi ve görüntüsü bizim ayna dediğimiz, büyülü bir kâsede belirir. Bizde aynayı kontrol eden kişi Apollon'dur ve anahtarı getirme işi de çoğunlukla Adonis'e kalır. Onun güzelliği, kadın-erkek herkesi etkilediğinden sorunsuzca güven kazanır. Güzel birinden kim etkilenmez ki?" dedi Adonis'e doğru.

Adonis tepki vermeden yere bakmaya devam etti; anlaşılan sohbete katılmayacaktı. Adamı içine düştüğü karamsarlıktan kurtaramayacağını anlayan Artemis dudağını bükerek konuşmaya devam etti. "Anahtar olarak beliren kişi, görevini kâhinden de alabilir ama bazı sezgisi yüksek kişiler görevlerini kendiliğinden yapabilir. Bu, biraz karışık bir şey... Bunun için en basit açıklama şu olabilir: Nasıl yüzlerce çeşit anahtar varsa o kadar da tarz vardır."

"Hep bir anahtar mı olur?"

"Genellikle ama geçmiş zamanda aynı anda, iki anahtar belirdiği de oldu. Bu çok nadirdir. Ya görev çok zordur ya da anahtar yeteneği iki insana paylaştırılmıştır, yani gerekli iki kişi vardır."

"Sonra?"

Artemis elini sallayınca zincir, buğulu bir ışık saçarak bileğinden aşağı kaydı.

"Sonra, Ares; anahtarı, yaşam şartlarına uygun bir senaryoyla hayatına geri yerleştirir. Küçük bir kaza sonucu veya ateşli bir hastalık yüzünden hafızasının birazı silinmiş olarak anahtar serbest bırakılır."

"Peki, hiç hatırlayan olmadı mı?"

Artemis güldü. "Sözde tanrılarla ve birbirinden ilginç yaratıklarla dolu olağanüstü boyutlarda geçirdikleri kısa tatillerini hatırladıklarını bir düşünsene... Ah, hayır! Bu, insan bilinci için çok tehlikeli bir anımsama olurdu. Rüyalarında görebilirler belki ama bu bilinç dışı olduğu için hayal gücüne bağlanabilir.”

Adonis lafa girdi. "O, iki kardeşi unutuyorsun Artemis."

Artemis, anımsamanın verdiği tepkiyle elini dizine vurdu.

"Tabi ya, evet! Grimm Kardeşler!"

"Hıı." dedi. Onları biliyordu, birbirinden güzel masalları derleyen iki kardeş. "Onlar, anahtar mıydı?"

"Evet." dedi Adonis. Artemis devam etti.

"Onlar bir kereden fazla anahtar olarak belirmişlerdi. Gerçi sen en çok beliren oldun ama Grimm Kardeşler de iki defa anahtar olarak, iyi bir sayı yakaladılar. Hayal güçleri çok yüksekti ve bizimle uzun bir zaman geçirmişlerdi. Sonra da bu masal derleme işine girdiler."

"Hadi ya!" dedi şaşkınlıkla.

"Sonra 'William' vardı ve 'Homeros'. O ikisini hiç unutamadım, zekiydiler." Duraklayan Artemis sır verircesine ona eğildi. "William'ın kadın olduğunu biliyor muydun?"

"William?" dedi. Kimden bahsettikleri konusunda hiçbir fikri yoktu ama bu ismi taşıyanın bir kadın olabileceğini sanmıyordu. "Kim o?"

"Shakespeare." dedi Adonis. Ağzı açık ona bakmasına karşılık kendisine hoş bir gülüş gönderdi. "Çok esprili bir kadındı. Aslında adı Willow Shakespeare idi. Yazım işine girişince erkek adıyla daha başarılı olacağına karar verdi."

Artemis göz ucuyla Adonis'e baktı.

"Bence, Ares ne kadar inkâr ederse etsin, hafızasını tam olarak silmek istemedi ve hafızasında açık bir şeyler bıraktı. Onunla iyi anlaşıyorlardı."

Ares'in iyi anlaşmadığı bir dişi var mıydı acaba? Merakı birden söndü. Ares, Zeus'u ölümlülerin peşinde koşmakla suçlayacağına dönüp de kendine baksa ondan farkı olmadığını görecekti. Ares'in isminin geçmesi Adonis'in anlık düzelen neşesini kaçırmıştı. Adamı bu kadar rahatsız eden şeyin ne olduğunu bir kez daha merak etti. Kendisine ısrar edilmediği halde, Ares’i kurtarmak için yola çıkan Adonis'in ruhundaki karışıklığı bilmek için sözlere gerek yoktu, adamın duyguları bir ayna gibi tavırlarına yansıyordu.

"Nasıl ölümsüz oldunuz? Bu şekilde mi doğdunuz?" durdu ve ekledi. "Yani doğduğunuzu varsayarsak..."

Artemis gülümsedi.

"Tabi ki hepimiz doğduk. Yarı ölümsüzler ise zaten insandılar, doğal doğum yani. Gösterdikleri kahramanlık veya yarar neticesinde 'Ambrosia' hakkı kazandılar. Ben, Apollon'un ikiz kardeşiyim." dedi ve kaşlarının altından dikkatle ona baktı. "Zeus bizim babamız."

"Gerçek babanız mı?" dedi dalga geçilmesine aldırmadan. Belki onların lideri olduğundan Zeus, hepsinin babası sayılıyordu.

Artemis, başını salladı.

"Evet, anlatılan efsanelerin bu kısmı doğru, yani oldukça fazla kardeşimiz var. Fakat efsanelerle sonradan eklenmiş sahte çocukların sayısı da az değil. Yüzlerce yıl konuşulan şeyler, bir andan sonra değişime uğrayabiliyor. Buna hak vermemek de mümkün değil, çok çapkın bir babaya sahibiz."

"En kısa zamanda, bir mitoloji kitabı alsam iyi olacak." diye mırıldandı bu konudaki bilgisizliğine inanamayarak. "Hepiniz Yunanistan'da mı doğdunuz?" dedi ne de olsa efsaneleri Yunan kaynaklıydı.

Artemis başını salladı.

"Hayır, ben ve Apollon Delos Adası'nda doğduk ama diğerlerinin doğum yerleri genelde Anadolu." Adonis'i gösterdi. "Mesela Adonis, şimdiki Adana'ya çok yakın bir yerde doğduğu için Adanalı sayılır. Ares, Trakyalı. Doğduğu yer çoktan toprağın altında kaybolmuş bir şehir oldu ama sanırım bu yer Çanakkale ile Edirne arasındaydı." Onaylaması için Adonis'e baktı. "Değil mi, Adonis?"

Adonis umursamaz bir tavırla omzunu silkti. "Ben nerden bilebilirim, ondan çok sonra aranıza katıldım."

"Doğru ya!" dedi Artemis adamın isteksizliğine aldırmadı ve alınmadı, yavaşça ilerleyen salın üstüne geri uzandı. Anlatmaya devam etti. "Zeus onu getirdiğinde daha küçücük bir çocuktu. Ares'i bizden uzakta tutması önceleri canımı sıkmıştı, buna kıskançlık da diyebilirsin. Onu sürekli gözetim altında tutuyordu ve ona çok sert davranıyordu. Ben yine de onu kıskanmıştım. Uzun zaman oldu."

Artemis gözlerini kapattı ve tek kolunu başının altına koydu. "Hazır yapacak bir şey yokken uyuyalım. Enerjiye ihtiyacımız olacak."

Uykusu yoktu, açlık ve susuzluk çekerken uyumasına da olanak yoktu. Adonis, Artemis'e kısa bir bakış attı ve sisli kıyıya gözlerini dikti. Onun da uyumaya niyeti yok gibiydi. Derin sessizlik ve Charon'un buna katkısı yüzünden içini yeniden karamsarlık kapladı. Konuşurlarken zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştı ama şimdi saniyeler saate dönüşmüştü. Düşünceli bakışlarla kıyıyı süzen Adonis'e döndü.

"Demek sen Adanalısın."

Adonis lacivert gözlerini ona çevirdi. "Evet." dedi. “Doğduğum yerin şimdiki adı, Adana.”

Dünya iç çekerek başını salladı. "Ben, doğduğum yeri bile hatırlamıyorum."

Adonis ayağa kalkıp yanına oturdu. Yaralı elini tuttu, dikişlerini kontrol ederken düşünceli bir sesle konuştu.

“Sen, bana bunu yapanı söyle ben de sana nereli olduğunu söyleyeyim. Bu çok önemli Dünya…” Adam yavaşça başını kaldırdığında yüzlerinin çok yakın olduğunu fark etti ve gerilememek için kendini zor tuttu. Dengesiz hareketleri için hâlâ ona kızgındı.

"Karşılıksız bir şey yapmaz mısın?" dedi adamın güzelliğinden etkilenmemeye çalışarak. Ondan etkilenmemek de çok zordu. Bir an Enlil'i ele verme isteği duydu ama getirildiğinden beri ona yardımcı olmuş birini, yaptığı bu basit şey yüzünden onu şikâyet etmesinin saçma olduğunu düşündü. Adam onun kolunu kesmemişti ki sadece kontrolsüzce bir çizik atmıştı.

"Sana iyi biri olduğumu söylediğimi hatırlamıyorum."

Dünya'nın elini yukarıya kaldırdı ve dikişlerinin üstüne nazik bir öpücük kondurdu. Masum bir öpücüğün bu denli seksi görünmesine hayret etti. Canını hiç acıtmamıştı. Öpücüğün hoşuna gittiğini gizlemek için yüzünü buruşturup elini kendine doğru çekti. Adonis'in gözlerinden ufak bir panik gölgesi geçti. “Canını mı yaktım?”

"Dikişler… Yani acımıyor ama biraz rahatsız ediyor." dedi.

Adonis düzgün kaşlarını çattı ve başını çevirdi.

"Bu seferki görevinde çok fazla yaralanıyorsun.” dedi sıkıntıyla. "İlk görevinin haricinde pek zarar görmemiştin. Ben de kalkmış ölümlü olan seni, Tartaros'a sürüklüyorum. Ne kötü bir yol göstericiyim."

"Bu, kimsenin suçu değil ki." dediğinde Adonis alev saçan gözlerini ona çevirdi.

"Haklısın, bu tamamen benim suçum. Anahtarların hiçbiri Olimpos'ta zarar görmemişlerdi çünkü onların yol göstericisi genelde Ares'ti." dedi. Öfkesini zapt etmeye çalışıyor ama başaramıyordu. "O, şimdi aramızda değil. Seni görevinde korumakla yükümlü olan ben, sana ilk zarar veren oldum. Senin kanını aldım. Belki bu yüzden seni yaralayanın kimliğini benden saklıyorsun? Bana açılacak kadar güvenmiyorsun." dedi. Bakışları, boynundaki iyileşmeye yüz tutmuş sarartıya kaydı ve hırsla soluyarak başını çevirdi.

"Ares'i, o yüzden mi geri getirmeye çalışıyorsun?" dedi. “Başarısız olduğunu mu düşünüyorsun?”

Adonis'in çenesi kasıldı. "Keşke..." dedi ama lafına devam etmeden sustu.

"Amacın ne Adonis?" Dedi, tamamen sabrı taşmış bir halde. "Seni rahatsız eden asıl şey ne? Neden tuhaf davranıyorsun?"

Adonis sinirli bir bakışla yüzüne baktı.

"Tuhaf mı davranıyorum? Sen, beni tanıyor musun da böyle bir hüküm veriyorsun. Belki ben hep böyle sıkıcı ve tuhaf biriydim. İğrenç huyları olan aşağılık bir adam olabilirim, beni tanımıyorsun ki."

"Konuyu saptırma!" diye söylendi. "Soruma cevap vermemek için kendine veya bana yüklenmene gerek yok."

"Sen de üstüme gelmekten vazgeç." dedi Adonis kısık bir sesle.

Sesinin tonu, hiç hoşuna gitmemişti; sesi, sanki onu tehdit eder gibiydi. Birkaç saniye birbirlerini, sinirli bakışlarla süzdükten sonra Dünya bakışlarını nehrin yoluna çevirdi. Tartışmanın anlamı yoktu. Madem herkes planlar içindeydi, o da planlarına ve kararlarına sadık olmalıydı. Öfkesinden titreyerek salın yolunu ufak sopa hareketiyle yöneten, Charon'u seyretmeye başladı; onları duymuyormuşçasına işini yapan adamın yüzü görünmüyordu. Kenarları sökülmüş başlığını, iyice eğmişti. İki büklüm olduğundan önünü nasıl görebildiğini anlamadı. Düşüncelerini, sadece yolun gidişine yoğunlaştırmaya çalışıyordu ama yanında Adonis'in olması ve ondan yayılan huzursuzluğun onu da etkilemesi yüzünden dikkati çok dağınıktı. Ares ve Adonis'in dengesiz tavırları, onu iyice yormaya başlamıştı. Bir an önce görevi bitirip hatırlamadığı eski hayatına dönebilmeyi diledi.

BÖLÜM 24 : ESKİ DEFTERLER

Sal, geniş bir dönemeçten geçti. İleride perde sis belirdiğinde yaklaşık iki saattir tek laf etmemişlerdi. Artemis, rahat uykusuna devam ediyordu. Yoğun sisi geçerken Artemis uyandı ve hiç uyku mahmurluğu yaşamaksızın doğruldu.

"Geldik mi?"

"Az kaldı." diye onu cevaplayan Adonis, Charon'a baktı.

Charon onu onaylarcasına hareketlendi, sopasını derine daldırıp salı kenara doğru itti. Salı yönlendirdiği kıyıya bakarak sislerin içinde daha karanlık bir şeye doğru yanaştı. Dünya, bunun bir canlı olduğunu göğsünden yükselen hırıltıyı duyunca fark etti. Ona çok yaklaşmışlardı ama ne olduğu belli değildi. Siyah şekil bir hayvan olabilirdi ama bu şey ürkmesini gerektirecek kadar büyüktü. Sisler; kımıldayarak, bir koridor oluşturunca sırtı onlara dönük hayvanı daha rahat görebildi. Charon, salı kıyıya dayadı, inmeleri için. Gerinerek ayağa kalkan Artemis ve çoktan ayaklanmış Adonis'e bakarak isteksizce doğruldu.

Önce Artemis kara diyebileceği kırmızı toprağa ayakbastı, sonra o ve Adonis, saldan indi. Charon onları hırıldayan canavarla baş başa bırakıp nehrin üstünde kayarak uzaklaştı. Dünya göz ucuyla ölümsüzlere baktı, silahlarına davranmamışlardı bile. Tehdidi önemsemeyen Artemis üzerindeki kıyafeti düzeltiyordu; Adonis ise oturmaktan tutulmuş bedenini esnetiyordu. Ne yapacaklarını sormaya niyetlendi. Kaçmaları mı, yoksa uyuyan hayvanın yanından usulca geçmeleri mi gerekiyordu? Hayvan, kımıldanınca dondu kaldı.

Sadece sırtını görebildikleri canlı, başını doğrulttu ve başını yavaşça onlara doğru çevirirken ayağa kalktı. Yattığı yerden bir aslan heybetiyle yükselen hayvan, iri cüssesinden beklenmeyen bir çeviklikle fırladı ve onu yere düşürerek üzerine çıktı. Kocaman ağzı açıldı ve salyalar içindeki diliyle onun yüzünü boydan boya yaladı. Tepki veremeyecek kadar çok şaşırmıştı, hayvanı üzerinden almaya çalışan Adonis'e yardımcı olamadı. Cerberus, onun üzerinden kalkmadan önce kuyruğunu neşeyle sallayarak yüzünü bir kere daha yalamayı ihmal etmedi.

"Çekil Cerberus!" dedi Adonis, kalın boynunu saran zincire asılarak. "Ne biçim bir nöbetçisin sen?"

Salya bulaşmış ağzını, elinin tersiyle silerken Artemis gülmemek için kendini zor tutar bir halde, ona ayağa kalkmasında yardımcı oldu. Adonis hâlâ onun çevresinde dolanan köpeği azarlıyordu:

"Senin kadar yumuşak bir köpek görmedim." diye söylendi ve oturur halde bile beline kadar gelen hayvanın tasmasına elini geçirdi.

Adonis, güçlü köpeği kontrol etmekte pek zorlanmıyordu ama her an kurtulup üzerine atlamasından çekindiği için Dünya biraz geriledi. Yüzüne bulaşan salyaları temizlemek için uğraşırken Artemis, bileğini sardığı mendili çözüp ona uzattı. Bu yardımı reddetme şansı yoktu, mendili alıp yanağını ve ellerini sildi.

"Sakın yutma." dedi Artemis ve gülümsedi. "Tartaros'a, bir köpeğin salyası yüzünden hapsedilmeni istemem."

Konuşmaksızın başını salladı ve dudaklarını, mendilin kuru kalmış yeriyle iyice temizledi. Kirlenmiş mendili cebine attı.

"Yıkayıp geri veririm, teşekkürler."

Artemis şaşkınca ona baktı ve başını yana eğdi. “Çok akıllı ve düşüncelisin Dünya. Asıl kullanıp yere atmadığın için ben teşekkür ederim." dedi. "Tartaros'ta iz bırakmak istemem."

"Girişten geçelim mi artık?" diyen sabırsız sesi duyduklarında bakışları Adonis'e çevrildi. Arsız köpek patilerini adamın üzerine atmaya çalışıyordu. "Bu canavarı daha fazla tutamayacağım." Diye söylendi bıkkınca.

Köpeğin zincirini Artemis'e verdikten sonra iki metre ileride, kare biçiminde ve üzerinde üç başlı köpek resmi olan kapağın demir kulpunu tutarak ağır kapağı kaldırdı.

"Önce biz girelim Artemis." dedi. Kapağın önüne geçti. "Cerberus'u biz girene kadar bırakma."

"Uzun zamandır insan yüzü görmemiş, Hades’i bunun için azarlamak gerekiyor. Keşke Hermes'in kavalını getirseydik." diye sıkıntıyla söylenen Artemis'e gülümsedi.

Adonis'in pırıltılı gözleri ona döndü. "Gel aşkım."

Adonis'e ters bir bakış attı, "aşkım" lafı için. Sanki hiç tartışmamışlar gibi rahat davranıyordu ama Dünya acısını çıkarmadan rahat edemezdi. Yine de yapacağı kavgayı erteleyerek kapağa doğru yürüdü. Kapaktan içeri baktığında kararsızca durakladı; basamak denebilecek çıkıntılara sahip doğal bir merdiven, birkaç metre sonra karanlığa karışıyordu. Duvarlar ve merdivenin sonundaki karanlıktan başka bir şey göremedi. Kapaktan yukarı keskin bir koku yükseliyordu. Yükseklik korkusunun yol açtığı utançtan sonra bir de karanlık onu rezil edecekti. Tartaros'un ne olacağını umuyordu ki?

Adonis, onun tereddüdü karşısında kapaktan içeri girdi ve elini uzatıp ona baktı. “Bastığın yere dikkat et Dünya, basamaklar biraz kaygan. Ben sana yardım ederim…"

Merdivenlerin kaygan olması düşündüğü son şeydi. “Yardımına ihtiyacım yok.” Dedi uzattığı eli görmezden gelerek.

Elini kendine çeken Adonis bir an baktıktan sonra sırtını döndü ve ilerledi. Kaçma isteğini bastırarak yutkundu ve Adonis'in ardından içeri girdi. İçinde yükselen korkuyu bastırmaya çalışarak, adamın ardından inmeye başladı. On basamak anca inmişlerdi ki Artemis ardında belirdi. Kapaktan sızan ışık, kapağın gürültüyle kapanmasıyla yerini tuhaf bir loşluğa bıraktı. Artemis'in bileğindeki parlak zincir, tatlı bir buğuyla etrafı aydınlatıyordu. Düzensiz basamakları, iki duvar arasında döne döne inmeye devam ettiler.

Adımları iyice rutine döndüğünden midesi bulanmaya başladı. Açlık ve zor gördüğü basamaklardan başı dönerek inmek bacaklarını titretiyordu. Adonis'in adımlarını ayarlayarak ona ayak uydurmaya çalıştığını fark edince bozuldu. Bilinçli olarak veya değil, ölümsüzler için yük olduğunu belli eden bir dikkatle yavaşlamıştı.

"Of, Adonis!" diye hayıflanan Artemis, nefeslendi. “Persephone'ye biraz yüz versen olmaz mıydı, buraya onun özel arabasıyla gelmek vardı şimdi.”

Adonis kendi kendine homurdandı ama Artemis onunla şakalaşmaya devam etti. “Kusura bakma Dünya, Adonis senin sevgilin olabilir ama Perse ile iki dakika konuşmasına izin verseydin bu çileyi çekmezdik. Sadece konuşması yeterdi.”

"Artemis!"

Adonis'in uyaran sesine aldırmadı. “Yalan mı yani. Onu özlediğini ima etsen…”

Adonis aniden onlara döndüğünde Artemis sözlerini yuttu. Adamın bakışları, Artemis'in üzerindeydi ve onu parçalayacakmış gibi bakıyordu. Aniden ikisinin arasında kalan Dünya bir an panikledi ve istemsizce ellerini adamın göğsüne koydu, düşmemek için. Adamın saldıracağından çekinmiyordu ama kaymaktan deli gibi korkuyordu.

Adonis öfkeyle kısılmış gözlerini Artemis'in şaşkın yüzüne kenetledi.

"Uzun zamandır kendi kararlarımı kendim veriyorum Artemis. Beraber olmak istediğim kişiyi ben seçiyorum. Artık ölümsüzlerin oyuncak bebeği değilim, bunu kavrayacak kadar zeki olduğunu sanıyordum ama yanılmışım."

"Onu demek isteme..."

"İkimiz de onu demek istediğini biliyoruz." dedi. Yumruklarını sıkarak bir adım daha attı. Aralarındaki Dünya'yı görmüyordu. "Beni, yanınızda dolaştıracağınız bir süs köpeği sanmaktan vazgeçin." diye tehlikeli bir ses tonuyla söylendi.

Artemis ne diyeceğini bilemez halde şaşkınca kalakalmıştı. Adamın; haklı ama yersiz aşırı öfkesi karşısında kıpırdamadan, ona bakmaya devam ederken Dünya Adonis'i hafifçe itti.

"Adonis, lütfen, sakinleş."

Adonis gözlerini kırpıştırarak ona baktı ve göğsüne dayalı ellerini tutup yavaşça bıraktı. Sırtını onlara döndü, üzgün adımlarla merdivenleri inmeye başladı. Omuzları çökmüş ve yumrukları hâlâ sıkılıydı. Dünya, Artemis'e bir bakış attı, kadının ifadesi pişmanlık ve üzüntü doluydu. Artemis dudaklarını kımıldattı.

"Bunu demek istememiştim ki. Özür dilerim."

"Bunu bana söyleme." dedi Dünya ve Adonis'in ardından inmeye başladı.

Adam çoktan karanlıkta kaybolmuştu. Sessizlik içinde merdivenlerden inerken Adonis'in durumuna üzüldü. Dediği gibi mükemmel güzelliğinin lanetiyle yaşıyordu, bakmaya kıyılamayacak bir bedene ve yüze sahipti. Onu arzulamalarının ilk nedeni de bu tanrısal güzelliğiydi. Adonis'in isteğiyse farklıydı, onu sadece bir yüz ve beden olarak sevmelerini istemiyordu, kişiliği için yaklaşmalarını istiyordu. Ares'i kıskanmasının nedeni de buydu. Ares, Zeus tarafından sürekli hor görülmesine karşın diğer ölümsüzler içinde saygı görmeyi başarmıştı ve bunu kendi yakışıklılığını kullanmaya gerek duymadan yapmıştı. Ares’in yaramazlıkları bile hoş görülüyordu ve sevilmeye devam ediliyordu. Adonis ise karakterinin Ares’in gölgesinde kaldığını düşünüyordu.

Bir veya iki saat kadar daha basamaklarla cebelleştikleri için bacakları ağrıdan kopacak gibi sızlıyordu. Aynı hareketleri yapmaktan ve aynı dönüşü yaşamaktan hasta olmuş; susuzluktan, dili damağına yapışmıştı. Dizi, güçsüzce kıvrılınca öne doğru tökezledi, neyse ki Artemis onu son anda kolundan yakaladı. Basamaklara oturttu. Dünya çaresizce sızlandı.

"Devam edemeyeceğim." dedi. "Bacaklarım tutmuyor."

"Biraz dinlensek yeter." diyen Artemis yanına oturdu. "Ben de yoruldum, sanırım burada dinlenebiliriz."

Başını sallayıp duvara yaslandı. Birkaç dakika sakince nefes alıp dinlenmeye odaklandı. Bacakları hâlâ titriyor ve bükülmeyi ret eden dizine bıçaklar saplanıyordu. Ayağa kalkabileceğini bile sanmıyordu. Yola nasıl devam edecekti? Boyundan büyük bir işe kalkıştığını anladı, daha Tartaros’un girişinde iflahı kesilmişti.

"Ne kadar zamandır yoldayız?" diye gözlerini açmadan sordu.

"İki gün anca olmuştur."

Kadına baktı. "O kadar oldu mu?"

Artemis onaylamak için başını salladı. “Sen Lanetliler Ormanını geçişimizi hatırlamıyorsundur, nehir kıyısına kadar uyudun. Yani ne şanslısın ki, neredeyse yarım gün uyudun.”

"Ne?" diye doğruldu. "Yarım gün uyudum mu? Neden uyandırmadınız? Ben bir saat anca uyuduğumu düşünmüştüm."

"Adonis seni uyandırmak istemedi." dedi dudağını kemirerek. "Ayrıca senden de özür dilerim Dünya, çok patavatsız konuştum. Ne seni ne Adonis'i kırmak isterdim. Onun bu kadar alınacağını bilemedim. Önceleri güler geçerdi."

"Siz eskiden beri arkadaşsınız, değil mi?" dediğinde kadın başını salladı.

"O, ölümlü olduğu zamanlardan beri." dedi Artemis ve bacaklarını öne uzattı. "Hatta Ambrosia'yı ona veren bendim. Bize bazen iyi ve yararlı bir şey yaptığımızda ödül olarak verilirdi. Çok değerli ve nadir bir ödüldür ve kazanmak çok zordur. Ölümsüzlüğü için izin verildiğinde hiç düşünmeden ona takdim ettim. O benim dostlarımdan biridir. Ben, o ve Ares, iyi bir takımdık."

"Eskiden ikisinin iyi anlaştığı doğru o halde." dedi kurumuş dudağını yalayarak.

Artemis başını salladı. "Evet, hatta bazen beni kıskandırırlardı."

"Aralarını bozacak ne oldu?" dedi. Böylesi bir dostluğun bozulması için anahtar kavgasından fazlasına ihtiyaç vardı. Ve Artemis'in de düşüncesini merak ediyordu.

"Adonis anahtar olarak sen belirdiğinde uzaktaydı. Zeus, Ares'i kızdırmak veya küçük düşürmek için anahtarı ikna edip getirme görevini ona verdi. Bu görev Adonis için çok kolay olurdu. Gider anahtara iki bakış atardı ve anahtar ona ölümüne güvenirdi. Zeus, Ares'in asiliği ile işleri berbat edeceğini düşünmüştü ama Ares tereyağından kıl çeker gibi sorunsuzca seni Olimpos'a getirdi. Görev zamanını beklerken de seninle yakından ilgilendi, tabi o sırada ben de yanınızdaydım. Afrodit'in deli olduğunu hatırlıyorum. Tüm çekiciliğine rağmen özgüveni eksiktir ve insanı çıldırtacak kadar kıskançtır."

Gözlerini devirdi ve o duygunun önemsizliğini belirtmek adına elini salladı.

"O, Ares'in ilgilendiği her kadına kan kusturur. Sana vakit geçirmek için dövüş tekniklerini öğretmesini bile kıskanmıştı. Ares ise kıskançlıktan nefret eder, bu nedenle onunla arasına mesafe koymaya çalıştı. Fakat bu sadece Afrodit’in daha da öfkelenmesini sağladı. Hatırlasaydın keşke, kadın o günlerde resmen burnundan soluyarak geziyordu. Adonis geri döndüğünde, Afrodit’in onu zehirli sözleriyle doldurduğunu düşünüyorum çünkü Adonis'in tavırları değişti, içine kapandı ve çabuk sinirlenen birine dönüştü. Afrodit'in onun üzerindeki etkisini hafife almamak gerek, ne de olsa Adonis bebekliğinden beri onun gözetimi altındaydı. Persephone ile uzun zaman küs kalmasının nedeni de Afrodit'in Adonis'i, sadece kendine saklama isteğiydi. Zeus'a Adonis'in hayatı için ikna eden de oydu, yani sözün kısası bence o ikisinin arasını Afrodit bozdu."

Artemis'in sözleri, Afrodit'in ona karşı olan kinini açıklıyordu. İki gözde erkeğinin ilgisini çekmişti. Ona düşman olması için sebebi çoktu, birden Afrodit'in dedikleri anlam kazandı. O sözleri, hep Ares için yormuştu ama bazıları Adonis'in göstermeye çekinmediği ilgisi içindi. Odasının önünde, onu tehdit ettiği an geldi gözünün önüne. O sözleri sadece Ares için sarf ettiğini sanmıştı ama onun geçici olacağı kişi Adonis'ti. Kadın, Ares'in onunla sorumluluk duygusu yüzünden ilgilendiğini düşünüyordu ama Adonis'i, ona olan hisleri konusunda çılgına dönecek kadar kıskanıyordu. Artemis'in sesi, düşüncelerini böldü.

"Dinlendiysen, ilerlemeye devam edelim."

Başını salladı ve duvara tutunarak ayağa kalktı. Merdivenlerden inerken hafızasını kaybettiğinden ve anımsadığı bölük pörçük anıların onu yanlış yöne götürmesinden korktuğu için kendisini bilgisiz bırakan Ares'e olan kızgınlığı artıyordu. Bencilliği ile onu karmaşanın ortasında tek başına bırakmıştı. Ona kızıyordu ama onu düşünürken kalbinin heyecanla kasılmasına engel olamıyordu. Adam yanındayken her şey ne kadar berraksa, onun yokluğunda o kadar batağa dönüşüyordu. Öncesi umurunda bile değildi ama şimdiki Dünya'nın hem aklı hem kalbi gittikçe karışıyordu. Güvenebileceği tek kişi de Enlil'in dediği gibi kendisiydi. Dikkatini topladı ve Ares'i buradan çıkardıktan sonra olacaklardan başka bir şeye odaklanmamaya karar verdi.

BÖLÜM 25 : CEHENNEMİN YARATIKLARI

Dizleri artık tutmaz olmuştu ki, düz zemine ayakbastı ve onları bekleyen Adonis ile karşı karşıya kaldı. Adam, parmağını dudağına götürdü ve sus işareti yaptı. Merdivenin hemen köşesindeydiler ve etrafa, boğuk çığlıklar yankılanıyordu. Adonis ikisine eğildi.

"Şimdi çok hızlı olarak peşimden koşun, sakın düşmeyin ve etrafa bakmaya çalışmayın. Duraksamayın. Sadece beni izleyin." diye fısıldadı.

Artemis başını salladı. Onun da hareketi aynı olmuştu. Anlamsız homurtuların ve çığlıkların nedenini merak etmeyecek kadar yeterli bir süredir Tartaros'taydı. Adonis yine fısıltıyla ekledi.

"Nerede olduğumuzu anlamaması için ses çıkarmayın ve duvar kenarından koşmaya dikkat edin." Dedi ısrarla ve kararsızca Dünya'ya baktı. "Benim koşuma odaklanmanı istiyorum. Sadece koş, tamam mı?"

Bacaklarının merdiven inmekten iptal olduğunu söylemenin tam sırasıydı ama onun yerine başını salladı.

"Tamam."

Adonis'in bakışları değişmedi, ona ayak uyduramayacağını düşünüyor olmalıydı ve bu konuda da haklıydı. Dikilirken bile diz kapakları sızlarken nasıl koşacaktı?

"İleride yaklaşık iki metrelik bir yarık var, onun üstünden atlamamız gerek. Oraya varınca beni bekle." Dünya adamı onaylayınca Adonis bakışlarını nihayet Artemis'e çevirdiğinde son bir şey daha ekledi. “Bu iş ciddi Artemis!”

Artemis omzunu silkti. “Sorun değil. Hadi, ne duruyoruz?” dedi sabırsızca.

"Bu bir oyun değil Artemis." diye fısıldayan adama sırıttı.

"O yüzden bu kadar zevkli ya." dedi ve Adonis'in onu durdurmasına olanak vermeden köşenin korumasından uzaklaştı.

Adonis sinirle homurdandı.

"Koş!" dedi ve köşeyi döndü.

Beklemeden adamın ardından duvar kenarına yakın koşmaya başladı. Demire dönüşmüş dizlerini kırmak, umduğundan daha zordu ama dehşet dolu çığlıklar ona güç verdi. Sol tarafında bir şeyler olduğunu biliyordu ama Adonis'in sırtına odaklandığından yana bakamıyordu. Alev ışığına benzer bir ışıkla aydınlanmış devasa taş salonu, hızla koşmaya başladılar. Artemis en önde hiç zorlanmadan koşuyordu, Adonis ise iki kadına da ayak uydurmaya çalışarak ortalamıştı. Tek eli kemerindeki kılıcın kabzasındaydı. Derken ahtapotumsu bir kol Dünya'nın önüne düştü ama o, hiç düşünmeden kolun üzerinden atlayınca kolun sahibi onu kaçırmanın verdiği bir hayal kırıklığıyla hırladı. Birkaç kişi, arka arkaya homurdanmış gibiydi. Bir kol da üstten sıyırdı, takla atarak doğrulduğunda sırtına yumuşak bir şey çarptı ve öne fırladı.

Adonis durakladı ve ona baktı. Kılıcını hızla çekmişti ama yardımına gerek kalmadan Dünya doğruldu ve yeniden koşmaya başladı. Adonis, aralarındaki birkaç metreyi aşmasını beklerken yana doğru baktı ve kılıcı salladı. Kıvranan bir uzuv, siyah kanlar saçarak önüne düştü. Artemis arayı oldukça açmıştı, neredeyse yarığın yanına gelmişti ki durdu ve onlara saldıran şeye baktı. Adonis ona bağırdı.

"Durma, Artemis! Atla."

Artemis ise bir avcı gibi gözlerini kıstı ve omzundaki yayı sıyırdı, sadağından bir ok çekip hızla karşısına fırlattı. Hareketleri o kadar usta, zarif ve kendinden emindi ki, onu izlemekten kendini alamadı. Ok, kızıllığı yırtan beyaz bir ışın misali havada uçtu ve hedefini uluyan ağzından vurdu. Böyle bir yaratık olabileceğini hayal bile edemezdi. En az yedi metre boyundaki yaratığın şişman bedeninden çıkan ahtapot koluna benzeyen ve metrelerce uzunluğunda altı tane kolu vardı. Birinin ucundan kan akıyordu ve damlayan kan döküldüğü yeri asit gibi yakıyordu. Yaratık; çok şişmandı, teni kat kat bedeninden sarkıyordu. Gözlerinin olması gereken yerde boşluk vardı, yaratık görmüyordu. Tahta benzer bir kaidenin üzerinde oturuyordu ve çevresini saran hendeğin içinden çığlıklar yükseliyordu.

Yaratık ağzına saplanmış oku kolunu dolayarak çıkardı. Artemis'in oku yaratığı çok kızdırmıştı. İki tane kolunu birden Artemis'in olduğu yöne salladı. Artemis eğlenen bir çığlık atıp kolların üstünden ve altından geçerek yaratığa yeni oklar gönderdi. Adonis yeniden kadına bağırınca, duraklayan Artemis kaşlarını çatıp yüzünü astı ve yarığa doğru döndü. Fakat sırtına uzanan uzvu görememişti. Adonis Dünya'nın yanından ayrıldı, müthiş bir hızla koşup havada bir takla attı ve uzanan kolu kılıcıyla dilimleyerek Artemis'e ulaşmasını engelledi. Artemis dehşetle adama baktı ve yüzü bembeyaz bir halde gerilemeye başladı.

Hiç duraksamadan geri dönen Adonis, Dünya'yı elinden tutarak koşmaya başladığında yaratık kolunun ikisini hendeğe daldırdı ve kollarının arasında iki tane adamla birlikte yükseldi. Kocaman ağzını açtı ve adamları içine attı. Yarığa doğru dikkatlice gerileyen Artemis'in diğer oku, şişman bedenine saplanırken çenesini oynattı ve yediklerini kusar gibi dışarıya fırlattı. Büyük, kanlı bir et topağı Adonis ile ikisinin önüne düştü ve kımıldanan et yığını yerden ayaklanan biri gibi doğruldu. İki kafalı ve dört kollu iki metrelik bir şeye dönüştü. İğrenç şey, Adonis'e doğru atılınca adam Dünya'yı duvarla arasına aldı ve etten goleme karşı durdu. Dünya panikle diğer yaratığa baktı ve bir kolun ona uzandığını görünce belindeki kılıcı çekti ve kola doğru hızla savurdu. Kılıç, kolu kesmişti ama koparamamıştı. Adonis'in golemi kılıcıyla doğraması bitmişti, onlara doğru yeniden atılan kesik kola doğru döndü. Adonis, kılıcı tüm gücüyle kolunun kalın yerine sapladı. Fakat çekemedi, kılıcı çıkaramadan kolla beraber havalandı. Yaratık, can acısından olsa gerek homurdandı ve Adonis'ten kurtulmak için kolunu salladı.

Artemis yaratığın yaptığı diğer iki golemi parçalamıştı. Kadın yardım etmek için döndüğünde Adonis ona bağırdı.

"Yarıktan geçin!" Kılıcı saplandığı yerden kurtarmak için kolun üzerine ata biner gibi bindi.

Artemis ona seslendiğinde, Dünya dehşet içinde adamı izliyordu. Hiddetle böğüren yaratık çılgına dönmüştü ve Adonis'in üzerine doğru diğer kollarını savuruyordu. Başını eğerek kolların darbesinden kaçınan Adonis, yaratığa doğru götürüldüğünün farkında bile değildi. Yaratık, yeni bir golem yapmak için kolunu hendeğe daldırınca uzun kolları arasında üç tane insanı andıran canlıyla hendekten çıktı ve açtığı ağzına attı.

Tam o sırada Artemis, onun yanına geldi ve elinden tuttuğu gibi yarığa doğru koşmaya başladı. Gözlerini canavardan ve Adonis'ten alamıyordu. Tökezleyince Artemis ona bağırdı.

"Dünya!"

Başını çevirip iki üç metre ötesindeki yarığa baktı, yarık, düşündüğünden daha uzun ve derindi. Başı dönünce Artemis'in koluna yapıştı. Ne yapması gerektiğini düşünen Artemis hızla etrafa bakarken; Dünya korkuyla gözlerini kapatmıştı ama arkalarından onlara doğru gelen golemin kokusunu ve adım seslerinin şıpırtısını duyabiliyordu. Artemis, bileğindeki zinciri çıkardı ve havada çevirerek yukarıya fırlattı. Zincir hızla uzayarak taş duvardaki bir çıkıntıya dolanır dolanmaz kadın Dünya'ya sarıldı. İkisi birden zincirin yardımıyla yarığın ağzından diğer yana doğru salladılar.

Aşağıda metrelerce derinlikten lav nehrinin aktığı yarığı geçerken nefesi kesildi. Burayı geçmek birkaç saniye sürmüştü ama ona bir ömür gibi geldi. Üç insanının karışımı golem kendini durduramadan yarıktan aşağıya düştü. Bir iki saniyeyle ölümden kurtulmuşlardı. Zeminde yuvarlanarak düştüler, hemen doğrulup Adonis'e baktı. Adonis derin saplanan kılıçtan umudunu kesmişti ve hendeğe az kala kolun üzerinden kendini yere bıraktı. Yere oldukça dengesiz ve sert düşmüştü, ayağa kalkmakta zorlandı. Yaratık derin bir nefes aldı ve uluyarak kolunu Adonis'in olduğu yere vurmak için yükseltti. Bir ok, koluyla bedeninin birleştiği zayıf deriyi vurmasaydı; yönünden sapmayan kol, Adonis'in yanına değil tam üstüne düşecek ve adamı yaralayacaktı. Artemis yeni okunu gönderirken Adonis ellerini yere dayadı ve ayağa kalktı. Sendeledi, ayak bileğini incitmişti. Acı içinde yüzünü buruşturup tökezleyerek koşmaya başladı. Artemis seri halde attığı güçlü oklarıyla onu koruyordu.

Adonis yarığa yaklaştığında, kadın ok atmayı bıraktı ve zinciri adama fırlattı. Adonis, koşmaya devam ederken zinciri eline doladı. Artemis, yarığın kenarına gelen adamı var gücüyle kendine doğru çekti. Adonis hem kendi ivmesi, hem de Artemis'in yardımıyla yarığı kolayca aşıp yanlarına atladı. Canavarın salonundan uzaklaştıklarında Adonis kendini yere bıraktı. Adonis'in gömleği yırtılmıştı ve yaratığın damlayan kanları yüzünden yer yer erimişti. Tenini asitten korumuştu ama gömleğin kumaşı hâlâ içten kızarıyordu. Artemis'in yardımıyla gömleği çıkarttı ve deri yeleğini yeniden giydi. Adonis bir iki dakika dinlendikten sonra doğruldu ve yüzünü buruşturarak ayak bileğini ovaladı.

"Bu hiç iyi olmadı." diye mırıldandı. "Kesin şişecek."

Artemis dayanamadı ve adamın boynuna atıldı. "Beni çok korkuttun, bugün yaptığım her şey için senden özür dilerim Adonis! Çok üzgünüm."

Adonis gözlerini kapatıp kadının sırtını eliyle sıvazladı. “Tamam, Artemis, geçti. Hepimiz iyiyiz ama bir daha ki sefere daha sorumlu davranmanı beklerim.”

Artemis adamdan ayrıldı. "Ben, bir an her zamanki gibi eğleniyoruz sandım."

Adonis anlayışlı bir tavırla gülümsedi.

"Genelde eğlenceye giderken yanımızda bir ölümlü götürmeyiz ama bu olanlar sadece senin suçundu bebek."

Artemis başını eğdi. "Biliyorum, orada beklememem gerekiyordu."

Adonis duvara yaslanmış oturan suskun Dünya'ya baktı. "Sen nasılsın?"

"Bunu benim sana sormam gerek." dedi Dünya.

Onun bacak sızısından başka derdi yoktu ama adam düşmüş, incinmiş, yaralanmıştı ve bu durumda kalkmış ona nasıl olduğunu soruyordu. Yaşananlar ölümsüzler için normal gelebilirdi ama hafızasını kaybetmiş ölümlü biri için fazlaydı, ne hissedeceğini ne düşüneceğini bile karıştırır olmuştu.

"Söylemediğin için ben sorayım dedim." dedi Adonis ciddiyetle ve tekrarladı. "Nasılsın?"

İyi değildi, hiç iyi değildi. Bir kere son yaşadıklarından sonra duygusal olarak çökmüştü ve ağlamak üzereydi. Bir yanı gidip adama sarılmak istiyordu, bir yanı yapacağı şeyin onu kırmaktan başka bir işe yaramayacağını fısıldıyordu. Tartaros'a, Ares'i kurtarmak için neden başkası gelmemişti ki? Aptal kehanetleri ve gizemli görüleri yüzünden kâhine bir kez daha sinir oldu. Gözlerini yere dikti, güçsüzce cevapladı.

"İyi."

"Orada çok cesurdun." dedi Adonis. "Bana gerek bile kalmadı."

Dişlerini sıktı. O sadece tepki vermişti, kendini korumak için. Artemis, Adonis'e yardım etmiş, onu ve Adonis'i derin yarıktan sorunsuzca geçirmeyi başarmıştı. Adonis'in dikkatini bozmasaydı ve yeterince güçlü olsaydı, adam bu kadar yaralanmayacaktı. Artemis gülümsedi.

"Gerçekten çok iyiydin Dünya."

Ne cevap verdi ne de başını kaldırdı. Gözlerine dolan yaşları geriye atmaya çalışarak öylece oturdu. Adonis çıkardığı giyilemeyecek haldeki gömleği destek olsun diye bileğine sıkıca sardı. Birkaç dakika dinlendikten sonra mağaranın çıkıntılı koridorlarında yürümeye başladılar. Yavaş gidiyorlardı çünkü Adonis ayağının üzerinde basmakta biraz zorlanıyordu. Artemis, onun kolunun altına girdi, adama yardım ederken o bir adım arkalarında kalmıştı. Arkada yükselen acı dolu çığlıklar gittikçe azaldı ve mağaranın kaygan zemininde dikkatle yürümekten başka ilgilenecekleri bir şey kalmadı.

BÖLÜM 26 : PERSEPHONE'NİN BAHÇESİ

Havası tazelenen koridor değişmeye, genişlemeye başlamıştı. Uzun zamandır aşağıya doğru indiklerinden mağaranın genişlemesi yeni bir yere geldiklerini düşündürdü ve çok geçmeden böyle düşünmekte haklı olduğunu anladı. Koridorların birleştiği bir salona ulaşmışlardı ve salon Tartaros'ta gördüğü en konforlu ve müthiş yerdi. Taş divanların üzerine kürkler serilmişti ve ortadaki bir havuzun etrafını bitkiler sarmıştı. Muhteşem güzellikteki bitkileri görmek onu şaşırttı. Yoğun bir bitki örtüsü yoktu ama burası için bu kadarı bile inanılmayacak kadar canlı ve güzeldi. Mermer havuzun ortasındaki fıskiyeden akan ışıltılı sular, mağaranın geniş holünde hoş bir sesle yankılanıyordu. Havuzun suyu çok berraktı. Yutkunup dudağını yaladı, kana kana su içmeyi bu kadar isteyebileceğini düşünemezdi. Mağaranın içi hoş çiçek kokularıyla sarılmıştı, öyle ki o ağır kokuyu duymak olanaksızdı.

Adonis duraklayan Artemis'ten kolunu çekti ve etrafa şaşkınca bakındı.

"Burada olmamamız gerekiyordu." diye mırıldandı. "Yanlış geldik."

"Vay, vay, vay… Burası, Demeter'in düğün hediyesi mi?" dedi Artemis.

"Evet, burası annemin düğün hediyesi."

Uzun mavi elbisesinin içinde göz alıcı bir kraliçe gibi Persephone salona girdi. Siyah saçları, omuzlarına dalgalar halinde dökülüyordu. Zarif adımlarla havuzun yanına yürüdü, çıplak ayaklarıyla bastığı yerlerde küçük çiçekler boy veriyordu.

"Beni ziyaret etmeden gitseydiniz darılırdım." dedi, gözleriyle onları taradı ve Adonis'in üzerinde durdu. "Haberim olmayacağını mı düşünüyordun?"

Adonis bıkkın bir nefesle doğruldu. "Umursamayacağını düşünüyordum." diye cevap verdi.

Persephone'nin bakışları yumuşadı. “Çok uzun zaman oldu.” dedi ve eliyle yanında durduğu divanı gösterdi. “Lütfen oturun.”

Adonis kıpırdamadı. “Neden geldiğimizi biliyorsun, oyalanma lüksümüz yok.”

"Ares için gelmenize şaşırmadım.” Dedi amaçlarını bildiğini beyan ederek ama söyleyeceklerini dinlemeden gidemeyeceğimizi de belirtmek için bakmaya devam etti.

"O, nerede?" diye atılınca Persephone gözlerini kısarak Dünya'ya baktı.

"Ölümlü sevgilin… Oldukça sabırsız." dedi kadın Adonis'e doğru ve ona eliyle divanı yeniden gösterdi. "Gel, biraz benimle otur." dedi ve Artemis'e döndü, hoş bir gülümsemeyle konuştu. "Tabi sen de hoş geldin Zeus kızı."

Bunu bir unvan gibi söylemişti. Persephone tavırlarıyla, bir kraliçeyi andırması bir yana Artemis'e saygı duyduğunu belirtir bir duruşla Artemis oturana kadar divana oturmadı. Artemis kısa bir baş eğmesiyle kadını selamladı ve ona teşekkür etti. Persephone Adonis'e yeniden baktı, gözlerindeki özlem ve hüznü yansıtan bir bakışla. İkisi girişte kararsızca dikilmişlerdi; sonunda Adonis kımıldandı ve Dünya'ya doğru elini uzattı. Persephone'nin hüzünlü bakışlarına rağmen adamı kırmak istemediğinden ve adamın yürümesine destek olmak için elini tuttu. Adonis ona bakmaksızın hoşnut bir tavırla dudağını sıkarak gülümsemesini bastırdı ve kesik bir nefes aldı. Elinin yine havada kalacağını düşündüğünü anladı. Ağırlığını fazla vermemeye çalışarak kadına doğru yürüdüler.

Kadının bakışları kısa bir anlığına ellerine ilişti, sonra başını üzgünce eğdi.

"Zaman her şeyin ilacı derler ama benim zehrim oldu." diye mırıldandı.

Adonis'in düzgün yürümekte zorlandığı çok barizdi, incinmiş ayağıyla attığı on adım bile onu ter içinde bırakmıştı. Dünya, adamın koluna yanaştı ve ona destek olarak üçlü divana oturmasına yardım etti. Adonis sıktığı eli gevşetti ama bırakmadı, sahiplenici bir kavrayışla tutmaya devam etti.

"Persephone, bizi vazgeçirmek için konuşmak istiyorsan boşuna yorulma." dedi. "Ares'i alıp Olimpos'a geri döneceğiz."

Persephone zarifçe başını sallayıp adama baktı. "Hayır, size engel olmayacağım. Ares'i burada zapt etmeye çalışan Hades, ben değilim. Geldiğinizden beri sizi izliyorum, size müdahale edemedim çünkü Hades'in öfkesini üzerime çekmek istemiyorum. Katları geçmenin senin için zor olmayacağını biliyordum ama Eurinomus'un çukurunda zorlandığını görünce dayanamadım."

"Yoksa bize yardım mı edeceksin?" dedi Artemis inanmaz bir tavırla.

Kadın Artemis'e döndü.

"Ares, şu anda Asteria'nın pençelerinde. O kadınla şimdilik bir sorunum yok. Ares'i de çok severim, ona zarar gelmesini istemem. Yani ne yapmış olursa olsun Asteria'nın işkencelerine katlanmasını gerektirecek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca, yeraltının kraliçesi hâlâ benim, Asteria bizim konuğumuz. Onun güçlenmesi beni tehlikeye atar."

"Bu çok mantıklı." dedi Artemis ve memnun bir gülümsemeyle kadına baktı.

Persephone uzun kirpiklerinin süslediği gözlerini Adonis'e çevirdi. "Bana her daim güvenebileceğini biliyorsun, değil mi Adonis?"

"Sen çok yüce gönüllüsün Kore." dedi.

Adonis’in gergin ifadesi rahatlamıştı. Dünya, Adonis'in kadına neden Kore dediğini anlayamasa da, kadın bu ismi duyunca gülümsedi. Heyecanını saklayamadan beyaz yanakları gül gibi pembeleşti, adamın tek bir lafıyla bu kadar mutlu olmasına bakılırsa Persephone Adonis'ten çok etkileniyordu. Eli hâlâ adamın elindeyken bu duruma seyirci olmak Dünya'yı rahatsız etti. Belki Adonis hareketini yanlış anlamaz diyerek saçını toplama bahanesiyle adamın elinden elini çekti. Adonis, ona yan bir bakış attı ama bir şey demeden kadına geri döndü.

"Asteria hâlâ aynı yerde mi tutuluyor?"

Persephone yanakları al al cevap verdi. “Hayır, başka bir yere geçti, kendi isteğiyle. Hades de bunu kabul etti. Bu aralar kadının her kaprisine boyun eğiyor." dedi. Bunu tarafsız ve yorumsuz bir tavırla söylemişti.

Saçlarıyla uzunca bir süre oyalandıktan sonra elini kucağına indirdi. Adamın fark etmeyeceğini düşünüyordu ama Adonis yeniden elini tuttu. Onu Persephone'ye karşı kalkan olarak kullanıyordu. Umudunu kırmak istediğini düşündüğünden dişini sıktı ve el ele oturmaya devam ettiler.

"Bunun sebebi, Ares'i ikna edebilecek tek kişi olmasındandır." dedi Adonis.

Persephone bakışlarını adamdan hiç çekmeksizin cevap verdi. "Belki… Ama öte yandan, Hades kurnazlık yapıp ikisini birbirine kırdırmaya çalışıyor. Sonuca yaklaştığını düşünüyorum çünkü Ares'in savunması düşmek üzere; bedenen bitti sadece inadı yüzünden hâlâ hayatta kalmaya devam ediyor. Benim bile onu görmem yasak inanabiliyor musun?"

Duydukları Dünya'nın göğsünü dağladı ve onu nefessiz bıraktı. Ares hayattaydı ama direncinin kırılması an meselesiydi. İblislere katılması ve Asteria'nın kralı olması için onların orada biraz daha oturması yetecekti. Ayağa kalkmak için davranınca, Adonis elini kullanarak onu kendine çekti.

"Nöbetçisi kim?"

Persephone çekişmeyi fark etmişti ama görmezden geldi. "Bizzat kendisi…" dedi gözlerini Adonis’in gözlerinden ayırmadan. "Onu kimseye emanet etmiyor."

"Asteria'yı mı öldürmemiz gerek?" dedi Artemis korkuyla. "Bu olanaksız, ona karşı hiç şansımız yok."

Adonis nefes aldı. "Gerekmiyor Artemis." dedi ve devam etmedi.

"Dinlenmek için hücre olarak kullandığı odanın yanındaki kendi odasına geçiyor." diye konuşan Persephone ayağa kalktı ve başının üzerinde sallanan üzüm salkımından bir tane koparıp, kabuğunu acele etmeden soyarken konuştu. "Ares o anlarda tek başına kalıyor. Onu o zaman çıkartabilirsiniz."

Artemis ayağa kalktı.

"Bu, çok iyi." dedi. "Düşündüğümden daha kolay olacak."

Persephone gülümsedi. “Zeus kızı, Tartaros'a girmek zordur, çıkmak olanaksızdır."

"Sanırım sen de bu aşamada bize yardım edeceksin." dedi Adonis gülümseyerek.

Yüzünde oluşan tatlı gülüşten etkilenmemek için kör olmak lazımdı. Hayran bakışlarla Adonis’in güzelliğini süzen Persephone, adamın cazibesine çekilircesine yürüdü ve adamın karşısına dikildi, ona elini uzattı. Adonis, Dünya'nın elini bıraktı ve ayağa kalktı. Kadın güzel gözlerini adama dikerek konuştu.

"Evet, sevgilim, abimle konuştum. Triptolemus, arabasını sizi yeryüzüne çıkarması için gönderecek

Adonis hoşnut bir ifadeyle kadına gülümsedi. Persephone özenle soymuş olduğu üzüm tanesini adamın dudaklarının arasından geçirdi ve parmaklarıyla onun yüzünü okşadı. Eli adamın ensesine indi ve bakışları adamın dudaklarına ilişirken kendine doğru usulca çekti. Adonis ona karşı koymadı ama Dünya adamın tek elini yumruk yaptığını fark etti. İstemiyor muydu yoksa heyecanlanmış mıydı? Anlayamadı. Yan gözle Artemis’e baktığında kadının anlayışlı bakışlarla ikisini izlediğini gördü. Acaba bu normal miydi?

“Seni beklemeye devam ediyorum Adonis." diye adamın aralı dudaklarına fısıldayan kadın, Adonis'i öptü.

Onların mahrem anlarını öylece oturduğu yerden izlemek Dünya'yı rahatsız etmişti, ikisi öpüşürken başını çevirdi. Kadın Adonis'i öpmeye devam ederken elini adamın boynundan çekti ve havuza doğru salladı. Havuzun içinden Adonis'in yaratığa saplı bırakmak zorunda kaldığı kılıcı fırladı ve buğulu bir ışık saçarak kadın parmaklarını kapatırken arasına oturdu. Dünya panikle doğruldu ama Artemis onun kolunu yakalayarak sus işareti yaptı. Kadının Adonis’e bir şey yapmasından korkarak onlara döndü, kadın kılıcı elinde tutmaya devam ediyordu. Adonis öpücüğü sonlandırıp kadından ayrılırken Persephone kılıcı adamın kemerindeki yerine geçirdi.

"Tartaros'ta bir şey bırakmamaya dikkat etmelisin sevgilim." dedi ve parmağını kendi dudağına götürdü. Dudaklarının arasından, soyduğu üzüm tanesini çıkarıp gülümsedi. “Hiçbir şey yememeye de…”

"Çok zekiceydi, Kore." dedi ve kılıcına dokundu. "Bunun için de teşekkür ederim."

Persephone Artemis'e döndü. “Bahar bayramında görüşmek üzere Artemis...”

Artemis’in selamını alan Persephone, Dünya yerine Adonis'e döndü. "Dünya ile beni bir dakika yalnız bırakabilir misin, sevgilim?"

Talebinden hoşlanmayan Adonis kararsız kalmıştı, yardım istercesine Artemis'e baktı. Artemis sorun olmadığına kanaat getirmiş olacak, koluna girip onu yürütmeye başlayınca cevap vermesine gerek kalmadı. Persephone onlar uzaklaşana kadar bekledi ve sonra Dünya'ya yaklaştı.

"Sana söyleyeceğim şeyi anlamsız bulabilirsin çünkü hafızanı yitirdiğini biliyorum. Olimpos'ta bir hain var ve sen geçmişi unuttuğun için onu hatırlamıyorsun. Diğerleri ise böyle bir şeyi ummadığı için umursamıyorlar. Döndüğünde doğruca Apollon'a git ve ondan gerçeklik mührü iste. İblisleri, haneye salan haini öyle bulabilirsin."

"Hainin kim olduğunu sen biliyor musun?" dedi.

Kadın panikle parmağını dudağına götürdü. "Biliyorum ama söyleyemem."

"Neden?" dedi ısrarla.

"Ben yeraltı kraliçesi olabilirim ama beni de aşan güçler var ve..." dedi doğrularak. "Denetleyemeyeceğim duygular var, mesela aşk gibi. Bazı şeylere müdahale edemezsin."

"Adonis ile aramda sandığın gibi bir şey olmadığını söylesem rahatlar mısın?" dedi kekeleyerek. Tamamen doğru söylemek isterdi ama geçmişini hatırlamıyordu, sadece anımsadığı kadarıyla geçen güne değin öpüşmemişlerdi bile.

Persephone neşesizce gülümsedi.

"Senin onu sevmemen, onun seni sevmesini engellemez, tıpkı benim gibi." dedi bilgece. “ Bana sana baktığı gibi baksaydı tüm her şeyi onun için terk ederdim, buna Hades de dâhil. Onu seviyorum yanlış anlama ama Adonis, benim için her şeyden ve herkesten daha değerli. Şimdi git, seni bekliyorlar."

Derin bir soluk alarak ölümsüzlerin kaybolduğu koridora doğru yürüdü. Salondan çıkmadan önce bir kez daha kadına baktı ama kadın yoktu. Cehennemdeki cennet bahçesini geride bırakıp onu bekleyen Adonis ve Artemis'in yanına gitti.

Adonis duvara dayanmıştı. Artemis ise kollarını kenetlemiş, sabırsızca ayağını yere vuruyordu. Onu görünce ikisi de beklentiyle ona baktı.

"Ne konuşmak istiyormuş?" dedi Artemis.

Omzunu silkti. "Arabayı benim kullanmamı istedi, siz ikiniz kötü bir sürücüymüşsünüz."

Artemis gözlerini devirerek Adonis'e baktı ama genç adam ona gülümsüyordu.

"Tamam, sen bilirsin." dedi Artemis, burnunu yukarıya dikti. "Zaten Triptolemus'un arabasını kullanacak kadar delirmedim." diye şakadan suratını astı. Konuşma konusunda başka bir şey demeden Adonis'in kolunu omzuna attı ve tekrar yürümeye başladılar. 


BÖLÜM 27 : ARTEMİS'İN ÖZLEMİ

Mağaranın taş koridorunda ilerlerlerken zemin yumuşadı ve sıkıştırılmış toprağa dönüştü. Nemli keskin bir hava ciğerlerini üşütüyordu. Duvarlara saplanmış meşaleler olmasa canlı gömüldüğünü düşünecekti. Mezardan farklı olmayan koridoru kaplayan toprağın doğal dekoru da kan dondurucu cinstendi ve bu manzara ürpermesine yol açıyordu. Dikkatini yoluna vermek istese de gözlerinin kaymasına engel olamıyordu. Nasıl kaymasın, kemiklerin saplandığı duvarların içinden, solucanlar ve parmak kadar kurtçuklar çıkıyordu. Sesleri bile insanın tüylerini diken diken ediyordu. Görünen bazı kemiklerin üzerinde hâlâ et ve kas parçaları vardı, üstlerini sarmış kurtçuklara rağmen açıkça belliydi. Duvara yaklaşmaksızın Artemis ve Adonis'in ardından yürüdü. Koridor, başka koridorlara ve odacıklara açılıyordu ama Adonis, onları hiç birine saptırmadan düz yolda ilerletti.

İki-üç saat sonra, taşa bastığında inanılmayacak kadar rahatlamıştı. Adonis bedenine yapıştırdığı kollarını esnetirken inledi ve duvara yaslandı. Artemis kolunu adamın omzundan çekti ve oturması için ona yardım etti. Üçü de yorgunluktan bitmişti ama Adonis'in acıdan beyazlamış yüzünü ve dudaklarını görmek, kendi açlığını ve yorgunluğunu unutturdu.

"Biraz dinlenelim." dedi Artemis ve elini Adonis'in alnına koydu. "Sen bileğinin kırılmadığına emin misin?"

Adonis konuşmadan sadece başını salladı. Dünya'ya bakan Artemis elini adamın alnından çekti.

"Saatlerdir, ateşi çok yüksek." diye konuşmaya başlayınca Adonis atıldı.

"İdare edebilirim." dedi ama Artemis elini bileğine koyunca inleyerek elini çekmeye davrandı.

"Bileğin kırılmadıysa bile çok kötü incinmiş." dedi Artemis. Şişmiş bilekten elini çekti. Sargı olarak kullandığı gömleği çözdü, uzun botlarının bağını çözdü ve biraz olsun adamı rahatlattı.

"Kendini neden iyileştirmiyorsun?" dedi Dünya. Adonis'in alev alev yanan koluna elini koydu. Ateşi en az kırk dereceydi. Teni alev alev olsa da rengi bembeyazdı, dudakları bile çok soluktu.

Adonis iyice parlaklaşmış gözlerini açtı.

"Uzun zaman nektar içmezsek ölümsüzlüğümüz lekelenir ve yeteneklerimizi kullanamayız." diye mırıltı gibi bir sesle cevap verdi. "Biraz dinlenelim, kendime gelirim."

"Kan da mı içemezsin?" diye sordu.

Niyetini anlayan Adonis güçsüzce güldü. "Artemis, ne kötü bir kız arkadaşım var benim, illa Tartaros'ta kalmam için kendi kanını teklif ediyor."

Artemis Dünya'ya üzgünce baktı. "Hiçbir şey boğazından geçmemeli, ne buradakilerden ne de yanında getirdiklerinden."

Omuzları çöktü, Adonis'in uykuya dalmak üzere olduğunu görünce, onun yanına oturup adamın başını kucağına aldı. Başına gelen onca şeye rağmen, adam hala göz kamaştıracak kadar güzeldi. Adonis siyah kirpiklerinin arasından gözlerini zoraki araladı ve elini kaldırıp Dünya'nın yanağını okşadı. Adonis’in güçsüz elini, yaralı eliyle tuttu ve bırakmaksızın adamın göğsüne yasladığında safir gözler kapanmıştı. Dünya üzüntü içinde, nihayet uyuyan adamı seyrederken Artemis de ikisine bakıyordu.

"Bazen ikinize çok imreniyorum." dedi. Başını kaldırıp Artemis'e baktığında kadın devam etti. "Sonra senin ölümlü olduğunu anımsayınca üzülüyorum. Ben, aşka inanmayan biriydim ama bir kere âşık olunca daha anlayışlı biri oldum. Benim sevgilim de bir ölümlüydü, hatta onunla nişanlanacak kadar onu çok seviyordum." dedi. Gözleri dolmuştu, dudakları titredi.

"Ayrıldınız mı?" dedi, ölümlülerle-ölümsüzlerin aşklarının umutsuz olduğunu söyleyen Ares, aklına gelince.

Artemis bakışlarını ona çevirirken gözünden kontrolsüz iri bir damla yaş aktı.

"Hayır, ben onu öldürdüm."

Ne diyeceğini bilemeden kadına baktı kaldı, kadının demek istediği şey başka bir şey olmalıydı. Artemis diğer gözündeki yaş da yanağından süzülürken devam etti. "Tek okla, sevdiğimin canını aldım."

"Bunu yaptığına inanmam." dedi.

Artemis'in deli fişek bir hali vardı ama hâlâ gözyaşı döktüğü sevgilisini acımadan öldürecek kadar adi biri olamazdı.

Artemis başını önüne eğdi ve kucağındaki ellerine baktı.

"Kendimi beğenmişliğimin bir sonucuydu, kibrim ve aptallığım yüzünden onu öldürdüm. Bir avdaydık, en iyi ok atanı seçmek için bir yarışma yapmaya karar verdik; Hermes, Apollon, Athena, Adonis ve Ares ile. Nişanlımı çağırmıştık ama o, geç geleceğini söylediği için biz yarışmaya başlamıştık. Gösterilen hedefi, vuran kazanacaktı. Hermes'in gösterdiği hedefi, okum sıyırdı ama ok hedefe saplanmayınca Apollon benimle dalga geçmeye başladı. Ben de sinirlendim ve kendimi ispat etmek için gölün diğer ucunda kımıldayan küçük karartıya nişan aldım. Güneş ve uzaklık yüzünden ne olduğu belli değildi, yine de onu vurdum. Yanına gittiğimizde onun sevdiğim adam olduğunu görünce deliye döndüm."

Gözlerinden süzülen yaşı elinin tersiyle sildi.

"Aylarca acı çektim; yemeden, içmeden. Sonunda Zeus, halime dayanamadı ve sevdiğim adamı gökyüzüne yükseltti. Ulaşamasam da başımı gökyüzüne her kaldırdığımda onu görebilmem için."

Onun da gözleri dolmuştu. Biricik sevdiğini öldürmenin ağırlığıyla Artemis sırtını döndü ve kollarını bacaklarına sardı. Dünya konuşamadı, kelimeler boğazına kilitlendi. Kadına teselli veremeden öylece oturdu, başını geriye yasladı ve gözyaşı yanağından kayıp giderken Ares'i düşündü. Artemis yanlışlıkla sevdiğini öldürmüştü ama Ares'in onu bilerek öldürdüğüne emindi. Bunu, adamın kendisi de söylemişti zaten. Bilmediği şey gerçek amacıydı. Acı, göğsünün içinde ateşten toplar halinde patlarken Artemis için, isimsiz sevgilisi için, Adonis için, Persephone için ve kendisi için üzüldü.

Yarım saat oturduktan sonra Adonis kımıldandı ve gözlerini araladı. Ateşi hâlâ yüksekti ama rengi biraz kendine gelmişti.

"Yanımdasın. Ben rüya gördüğümü sanmıştım ama gerçekmiş." dedi, hâlâ göğsünün üstünde tutuşmuş ellerine bakarak. Yeniden gözlerini ona doğru kaldırdı.

"Naiad, çıktı sudan, ışıltılar saçarak

Nispet edercesine parlak güneşe.

Baktım, gülümsemesinden korkarak

Ölümlü gözleri kör edene."

Diye mırıldandı.

Dayanamayıp gülümsedi ve Adonis gözlerini kapattı.

"İşte, gülümsedi."

"Naiad'ların en zalimi." diye gülen Artemis'e baktı Dünya ve gülümsemeye devam ederek Adonis'in yüzünü okşadı.

"İyi ki sen ölümlü değilsin."

Adonis tek gözünü açtı. "O zaman istediğim kadar sana bakabilirim."

Artemis elini adama uzattı. "Sen yine de şansını zorlama bebek."

Ele tutunan Adonis, ayağa kalktı ama incinmiş bileğini zorlamamak için duvardan destek alıyordu. Birkaç metre yürüdükten sonra Dünya dayanamayıp Artemis'e yanaştı.

"Naiad ne?"

Artemis kıkırdayarak yürümekte zorlanan adamın yanına gitti ve adamın kolunu omzuna attı. Bilgisizliğine çare bulamayan Dünya nefeslendi. “Ama ben ciddiyim. Naiad ne?”

BÖLÜM 28 : KURTULUŞ

Yan yana yürüyecek kadar genişlemiş dehlizi geçtiler ve bir salona ulaştılar. Adonis acısının yanında sıkıntılı bir tavırla kaşlarını çatmıştı. Yine düşüncelerinin içinde kaybolması, Artemis'i ve onu tedirgin ediyordu. Kafasında her ne varsa adamı çok rahatsız ediyordu. Salondan açılan kapıların önünde duran Adonis, Artemis'ten ayrıldı ve başıyla sağ tarafı gösterdi.

"Asteria'nın odası burası olmalı." dedi ve tam karşıdaki demir kapıyı gösterdi. "Orası da hücre." dedi. Açık tutmakta zorlandığı gözlerini, kapıya dikmişti. "Özel işkenceler için hazırlanmış hücre."

"Çok açıktayız." dedi Artemis. "Kadın bizi görebilir."

Adonis dişini sıktı ve Asteria'nın kapısına doğru iki adım attı. "Siz, Ares'i hücreden çıkarın, salona döndüğünüzde ben gelmemiş olursam beklemeyin."

"Adonis!" diye karşı çıkan Artemis'e sinirli bir bakış attı.

"Dediğimi yapın, burayı ben daha iyi biliyorum. Asteria odasında olduğu için zorlukla karşılaşmazsınız."

“Nereden biliyorsun?”

“Biliyorum.” Diye kestirip attı. Asteria'nın odasına tekrar döndü.

Dünya, Adonis'in kadının odasında olduğunu nerden bildiğini ve buna rağmen kadının odasına neden gittiğini sorgulamaktan vazgeçip aksayarak yürüyen adamın önüne geçti ve ona sarıldı. "Amacın ne olursa olsun şimdiye kadar yaptıkların için teşekkür ederim." dedi ve Adonis'in kararsız ellerini belinde hissetti. Adam, yutkundu ve başını saçlarına yasladı.

“Senin üstüne çok geldim, özür dilerim aşkım. Kalbinin karışık olması beni delirtti, başına gelenler için seni suçlamam yersizdi.” Saçlarına ufak bir öpücük bıraktı. “Üzgünüm, her şey için üzgünüm.”

Sesindeki tını yine içini ürpertti ama renk vermedi. Adonis şu anda hassastı ve tehlikedeydi, bir de cevap alamayacağı sorularıyla adamı sıkıştırmak istemedi. Zamanı ve yeri değildi. Kollarını adamdan çözdü. "Sağ salim burada olmaya gayret et." dedi Dünya ve başını kaldırıp adamın ateşler içindeki yanağını öptü.

Adonis "Beni düşünme aşkım." dedi aklı başka yerde olduğu belli olan bir yüz ifadesiyle. Sonra sırıttı. "Bu senin için pek zor olmayacak ya neyse."

"Bunu döndüğümüzde konuşacağız." dedi ve adamı bıraktı.

"Elbette." dedi ve kapıya doğru yürümeye devam etti.

Artemis ile demir kapıya yürürken kadın söylendi. "Sizin derdiniz ne? Niye sürekli atışıyorsunuz?"

Cevap yerine başını salladı. Demir kapıya ulaştıklarında Adonis'in diğer kapının arasından süzüldüğünü gördü. Artemis demir kapının kalın sürgüsünü çekti. Kapıya bir bakış atıp başka bir engel arandı, bulamayınca da mırıldandı.

"Bu kadar basit olamaz."

Dünya, Ares'e kavuşmanın sabırsızlığıyla öne geçip kapıyı iterken söylendi. "Bence fazla bile."

Kapı sessizce açıldı ve büyük bir oda karşılarına serildi. Odanın dört tarafı tuhaf aletlerle doluydu. Bir duvarında dört pranga boşlukta sallanıyordu. Yatağa yakın bir masanın üzeri taze yiyecek ve içeceklerle doluydu. Kokuları tüm odayı doldurmuştu ama Dünya'nın gözleri, yatağın üzerinde yatan adamdan başka bir şeyi görmüyordu. Koşarak yatağa ulaştı. Ares'in gözleri kapalıydı, tüm bedeni eski ve yeni yaralarla kaplanmıştı. Pantolonu dışında sağlam bir kıyafeti kalmamıştı ve onun da üzeri kanla lekelenmişti. Eskiden zırhı olduğunu düşündüğü deri lime lime parçalanmıştı ve bedeninden sarkıyordu. Göğsünün tam altında derin bir kesik vardı, kan pıhtılaşarak yarayı kapatmıştı. Teni, susuzluk ve açlıktan iyice solmuştu. Kurumuş kanla düzleşmiş buklelerini yüzünden çekti. Dudakları morarmış ve iyice çatlamıştı.

"Ares." diye mırıldandı.

Cevap gelmedi.

"Ares, lütfen aç gözlerini."

Artemis yanına çıktı. Kollarını, adamın başının altından geçirdi ve onu doğrultmaya çalıştı. O sırada ayılan Ares güçsüzce debelenerek kollardan kurtulmaya çalıştı.

"Bırak beni!" diye homurdandı. Gözleri hâlâ açılmamıştı.

Sakinleşmesi için usulca konuşan Artemis, adamı sabitlemeye çalışırken onun kalbi sızlıyordu. Titreyen ellerini uzatıp genç adamın yüzünü avuçları arasına aldı. Teni buz gibiydi, ısıtmak istercesine yüzünü okşadı. Yüzüne doğru eğildi.

"Ares." diye fısıldadı.

İrkilen Ares, altın gözlerini araladı ve doğruca ona baktı. Bakışlarını sabitler sabitlemez kaşları çatıldı. "Benimle oyun oynamayı kes!" dedi kinle, başını onun temasından hızla çekti. Sesi çatlak çıkıyordu ama tehdit olduğu anlaşılan tonunu koruyordu.

Büyük yatağın üzerinde kendini geri çeken adama yeniden uzandı ve yüzünü elleri arasına aldı.

"Benim, Ares, Dünya. Seni almaya geleceğimi söylemiştim."

Adamın bakışları titredi, nefeslendi, soluğu hırıltılı çıkıyordu.

"Papatyam." diye sessizce mırıldandı.

Sabırsızlanan Artemis araya girdi.

"Gitmemiz gerek."

Ares dikkatini toplamaya çalışarak Artemis'e şaşkınca baktı. "Gerçekten burada mısınız?" dedi. "Yine hayal görmüyorum, değil mi?"

Dünya adamın prangaların kestiği bileğine baktı ve elini tuttu. Yüzüne dokunması için adamın elini yükseltti. Gözleri yanıyordu. Durumunun kötü olduğunu tahmin ediyordu ama bu halini kendi gözüyle görmesi onu perişan etmişti. Kim bilir ne işkenceler çekmişti. Asteria hem bedensel hem zihinsel olarak adamı yıpratmayı başarmıştı.

Biraz olsun doğrulan Ares, inanamayarak Dünya'nın yanağına uzandı ama yarı yolda elini aniden çekti.

"Git başımdan Asteria." diye mırıldanıp kendini yatağa bıraktı.

Artemis'e baktı; kadın, kaşlarını çatmış ne yapacaklarını düşünüyordu. Ares'in kilosu çok değildi ama kasları ve boyu yüzünden onu ayağa kaldırmak için bayağı uğraşırlardı. Onlara karşı koyarsa kolayca ellerinden kurtulabilirdi, güçsüz olmasına rağmen.

Kapıdan bir esinti ve kanat sesi gelince Artemis kapıya doğru baktı.

"Triptolemos'un arabası geldi, çabuk olmalıyız."

Ares'in kollarının altına girip onu ayağa kaldırdılar ve yarı baygın adamı kapıya doğru taşımaya başladılar. Derken Ares, aniden canlandı ve delirmiş gibi debelenerek ellerinden kurtuldu. Öfkeli gözleri Dünya'ya çevrilmişti. Gözaltlarındaki karartılar çoğalmıştı. Elindeki kılıcı görünce Dünya belini yokladı ve Artemis'e baktı, kadın da en az onun kadar şaşkındı. Ares, Dünya'nın belinde asılı duran Eros'un verdiği kılıcı almayı başarmıştı. Adam kılıcı iki eliyle tuttu.

Ayakta zor duran adama baktı ve ona doğru bir adım attı.

"Beni öldürecek misin?" dedi Dünya. "Yeniden."

Ares kötücül gözlerle bakmaya devam ediyordu; inanmakla inanmamak arasında gidip geldiği belliydi, aynı bilinci gibi. Artemis, Dünya'yı durdurmak için panikle atıldı. Dünya kolunu kadının temasından çekti ve gözlerini karşısındaki savaş tanrısından ayırmadı. Artemis dişlerinin arasından mırıldandı.

"Onun nasıl dövüştüğünü bilmiyorsun Dünya, yaklaşma."

Uyarıya aldırmadı, altın gözlerin büyüsüne doğru ilerlemeye devam etti. Zamanın az kaldığının farkındaydı ve Ares'i buradan çıkaramazsa onun yanında kalmaya razıydı. Ares kılıcı tehlikeli bir şekilde savurdu ve ciddiyetini göstermek için ucunu onun göğsüne çevirdi. Dünya kararlıydı.

"Seni bu cehennemden çıkartacağımı söylemiştim." diye fısıldadı. "Bana inandığını söylemiştin, şimdi neden inanmıyorsun?" dedi Dünya ve kılıcın ucuna tişörtünü yasladı. "Benim uğruma ölümlü olmak istemiştin, ben ise senin uğruna ölmeye razıyım. Sensiz bir yere gitmiyorum."

Ares'in ifadesi dağıldı ve kılıcı yere indirdi. Hızla atılan Artemis, kılıcı adamın elinden hemen aldı. Gücü ve direnci iyice tükenmiş olan Ares, elini Dünya'ya uzattı. Ona yaklaştığında parmaklarını saçlarına geçirdi ve diğer kolunu da beline sararak Dünya'yı kendine çekti. Dudakları buluştuğunda tüm bedeni mutlulukla dolmuştu, nerede oldukları bile önemli değildi. Kısa süren öpücüğün tadını, ruhlarında hissederek ayrıldılar. Yüzünde engel olamadığı bir gülüşle, ona sarılan Ares’e kendini bırakırken Artemis'in şaşkın yüzünü gözüne ilişti. Son enerjisi de tükenen Ares olduğu yerde sallanınca ikisi birden kollarının altına girdiler ve Ares'i destekleyerek dışarı çıktılar.

Karşılarında bir hayvan duruyordu, hayvanın kanatlarının arasındaki dikenleri ensesinden kuyruğuna kadar uzanıyordu. Kanatlarının ucunda, pençeye benzer ellerini yere vurarak uzun başını onlara çevirdi. Bu bir ejderhaydı. Ejderha siyah bir gölge misali koca salonu kaplamıştı. Artemis, Ares'in kolunun arasından başını uzattı.

"İşte, kullanacağın araba!"

"Ehliyetimin olduğunu sanmıyorum." dedi Dünya hayvana bakarken ve yutkundu.

Ejderha kızıl gözlerini onlardan ayırmadan başını usulca yere eğdi. Kanatlarının arasında oturabilmeleri için hazırlanmış bir eyer vardı. Ares'i, ejderhanın üstüne zorlanarak bindirdiler. Artemis onun hemen arkasına binerek adama destek olmaya devam etti. Dünya, Asteria'nın kapısına kararsızca baktı. Kapının, hemen üzerinde gördüğü şekle daha iyi bakmak için yaklaşırken Artemis fısıldadı.

"Bin Dünya, Adonis gelir gelmez hemen…" derken kapı açıldı.

Karanlığın içinden, Adonis'in aksayarak çıkması içini sevinçle doldurdu. Adamın gözleri yerdeydi ve elindekini cebine sokuşturarak onlara baktı. Kapıyı ardından kapattı, gözleri Artemis'in kollarında baygın yatan Ares'e ilişti, kaşları çatıldı. Çenesi kasılarak elinden geldiğince hızlı yürüdü. Adonis'in Ares için bu kadar uğraştıktan sonra memnuniyetsiz bir tavırla adama bakması aklını karıştırsa da, önceliği buradan kurtulmaktı. Adonis’e yardım etti ve ejderhanın üstüne çıktılar. Devasa ejderhanın parıldayan pulları tahmininden sertti. Uzun bir yolculuk olmaması için dua ederken gözlerini kapattı. Soğuk bir his, yüksekliği düşünmesini engelliyordu. Bunu yapabilirdi, yüksekliği düşünmeyebilirdi. Kalbi hızlanmaya başlarken ejderhanın kanatlarını gerdiğini hissetti. O anda aklına başka şu geldi: Bu büyüklükte bir hayvan, küçük kapılara sahip salondan nasıl çıkacaktı? Bu hayvan buraya nasıl gelmişti?

"Aç gözlerini Dünya!"

Bu sözleri, kuvvetli bir esinti sonrası duymuştu. Araladığı gözlerinin gördüğü manzara, malikânenin terasıydı. Daha iki saniye öncesinde Tartaros'taydılar oysaki. Ejderha, kanatlarını yere indirdi ve bedenini yere yasladı. Terasta onları karşılayan Eros, Hermes, Apollon ve Athena koşup onlara yardım etti. Dünya, karmaşada maskeli, uzun boylu, zayıf bir adamın ejderhanın üstüne binip havalandığını gördü, karanlığa karışan adam gözden çabucak kaybolmuştu. Ölümsüzler, yaralı olan Ares ve Adonis'i kaçırırcasına Sirona'ya götürmüşlerdi. Artemis ile terasta baş başa kaldılar.

"Sen ve Ares mi?" dedi kadın hayretle.

Artemis'e baktı. "Artık, bir şeyler yiyebilir miyiz?"

Artemis, mutlulukla gözlerini açtı ve yutkundu. "Bizi, mutfağa ışınla anahtar." dedi, terastan koşar adımla çıkarlarken.
BÖLÜM 29 : İKİ PRENS

Mutfak masasına kurulup üçüncü krepi de bitirmişlerdi. Önceden birer sürahi suyu kafalarına diktikleri için mideleri bulansa da krepleri bitirdiler. Artemis, çatalını kenara bırakıp gözlerini kıstı.

"Evet, şimdi dinliyorum."

"Anlatacak pek bir şey yok." dedi bardağı elinde çevirdi. "Geçmişimi, benden iyi biliyorsun."

"Ares'i bilmiyordum, ne zamandan beri..." durdu ve nefesini yuttu. “Ah! Adonis biliyor mu?"

Başını salladı. Artemis, dudağını büktü.

"Ben de durup dururken bunlara ne oldu diyordum. Asıl çıbanbaşı senmişsin."

"Teşekkür ederim, çok kibarsın." dedi sandalyesine yaslandı.

"İnanamıyorum, Olimpos'un prensleri bir ölümlü için kapışıyor." dedi ve eliyle yüzünü yelledi. "Ne heyecanlı."

"Heyecan umurumda değil Artemis, ben bu işten nasıl kurtulacağımı düşünüyorum."

Artemis, kollarını kenetleyip tuhaf bir şey söylemiş gibi bir süre onu süzdü. “İkisinden de etkilenmiyor musun?"

"Etkilenmemek mi?" dedi ve itiraf etti. "Ares'in karşısında, nefes almayı bile unutuyorum."

"Seni nasıl öptüğünü düşünürsek nefessiz kalmanı normal karşılayabiliriz."

Öpücüğün anısıyla Dünya'nın yüzünü sıcaklık bastı. Konuyu kız muhabbetinden çıkarması gerekiyordu. Yoksa düşüncesi bile kalp krizine neden olabilirdi. "Şimdi ne olacak? Zeus, Ares'i yeniden Tartaros'a gönderir mi?"

Artemis ciddileşti ve ellerini masaya koydu. "Zeus'un ne yapacağı belli olmaz ama Adonis'in Ares'i kurtarmak için bir planı olduğuna eminim. Her şeye rağmen o ikisi çok yakındılar, hâlâ öyle olduklarını düşünmemek için de bir sebep yok."

Kadın daha çok kendini inandırmak için konuşuyordu, bunu fark etti ama söze dökemedi.

"Apollon'u görmem lazım." dedi ayağa kalktı. "Daha sonra Ares'in yanına gitmek istiyorum."

"Tamam." Dedi Artemis. "Ben önden gideyim onları merak ediyorum. Ayrıca, söz, konuştuklarımız aramızda kalacak."

Artemis mutfaktan çıktıktan sonra bir süre tek başına oturdu. Ares'i geri getirmişlerdi ama cezadan kurtarmayı başarmışlar mıydı? Ölümsüzlerin verdikleri hükümlerin geçerliliğini bozabilecek bir şey var mıydı? Bir an önce mitoloji bilgilerini geliştirmeliydi. Ayağa kalktı ve kapının önünde sessizce dikilen Enlil'le göz göze geldi.

"Ares'i kaçırmayı başarmışsınız." dedi adam, gözlüğünü düzelterek.

"Evet." dedi. Ares'in durumu gözlerinin önüne gelince içi buruldu. "Kötü haldeydi."

"Çabuk toparlar." dedi adam. Sevecen olması gereken soğuk bir gülümsemeyle ona doğru yürüdü. Kollarını tezgâha koydu ve ona doğru eğildi. "Şimdi ne yapacaksın?"

Dünya adama uzunca bir süre baktı ve bakışlarını boş tabağına indirdi. Ne yapacağını adama anlatmasına ne gerek vardı ki? Zaten o daha ne yapabilecekti ki? Cehenneme gidip dönmüştü, başka ne yapması bekleniyordu? Ondan cevap alamayan Enlil konuştu.

"Zeus, Ares'i hiç sevmez; ona, zarar vermesinden korkuyorum." diye fısıldadı.

Kaşlarını çattı. "Ona daha ne kadar zarar verebilir ki?" dedi. "Ares'i ölüme gönderdi."

"Ölüme göndermek lafı biraz abartılı oldu. Bence Ares'in onu düşürdüğü durum için normal bir düşmanlık. Zeus’tan daha azını bekleyemem." dedi iç geçirdi. Anlamsızca yüzüne baktığında adam durakladı. "Ben, şey, o sana anlattı sanıyordum." diye söylediğine pişman bir tavırla ekledi.

Aslında duymak istemiyordu, içinden bir ses duyacağı şeyin onu üzeceğini fısıldıyordu. Fakat adamın bakışından olayı ona anlatmak istediğini düşündü. Meraklanmaktan da kendini alamadı.

"Ares, Zeus'a ne yaptı?" dedi gözlerini kısarak.

Anlatmaya hazırlanan Enlil nefes aldı, devam etmedi. Aniden ciddileşip yan gözle kapıya doğru baktı. Dünya da adamın tepkisiyle başını kapıya çevirdiğinde; Eros kapıdan içeri gülen bir yüzle girdi ve doğruca yanına gelip ona sarıldı.

"Teşekkür ederim." diye titreyen heyecanlı bir sesle mırıldandı. Enlil, onları yalnız bırakmak için anlayışlı bir ifadeyle gözlerini kırpıp ayaklandı. Enlil kapıdan çıkarken Eros hâlâ ona sıkıca sarılıyordu.

"Onu getirdiğin için çok teşekkür ederim Dünya."

Teskin etmek için Eros'un sırtını sıvazladı. "Umarım yaptıklarımız işe yaramıştır." dedi.

Eros ondan ayrıldı.

"Tartaros'tan kurtardınız ya, Ares için diğer cezalar vız gelir." durdu ve kollarını kenetledi. ''Tabi, önce ölümsüzlüğünü geri kazanması gerekiyor."

Dünya’nın aklı hâlâ Enlil'in anlatmak için yol açtığı ama anlatamadan gittiği olaydaydı. Belki her zamanki efsanelerden birini anlatacaktı ama daha önce hep Zeus veya tanımadığı karakterler hakkında olayları anlatmıştı. İlk defa Ares’in ana karakter olduğu bir hikâye anlatacaktı, Eros gelmeseydi. Gerçi adamı biraz olsun tanıdıysa eninde sonunda olayı ona anlatacaktı o yüzden şimdilik merakını bastırmayı seçti. Enlil’i aklından uzaklaştırdı.

"Bunu nasıl başaracak?'' diye ilgisini Eros'a çevirdi. "Sanırım iyi bir şey yapması gerekiyor."

Eros sırtını tezgâha dayadı.

"Evet, ama bunun için istekli olur mu bilemem."

"İyi bir şey yapma konusunda mı?" dedi hayretle.

Eros, dudağını büktü.

"Onu tanıyorsam istediğini zaten elde etmiştir." dedi ve doğruldu. "Ziyarete gitmeye ne dersin? Siro, onu kendine getirmiştir; o, çok iyi bir şifacıdır." dedi emin bir gülümsemeyle.

Ares'i göreceği için heyecandan yüzünü ateş bastı, derin bir nefes aldı ve başını salladı. Diğer her şey aklından silinmişti. Eros ile birlikte Sirona'ya ayrılmış kata çıktılar. Bu kat, malikâneye yapıştırılmış bir bölüm gibiydi ve çok farklı odalardan oluşuyordu. Birkaç tane kiler gibi iksir odası vardı ve içinde tuhaf bitkilerin göründüğü camlı seralardan oluşuyordu. Tedavi için kullandığı üç veya dört odası vardı, odaların kapıları kapalı olduğundan Ares hangisinde emin olamadı. Eros, seralara bakınarak ilerlerken birinde durdu. Onun yanına gittiğinde, kadını çiçek saksılarının arasında bir taburenin üzerinde otururken gördü. Karşısındaki biriyle konuşuyordu, karşısındakini göremiyordu ama kadının ciddi yüzüne bakılırsa kesilemeyecek bir konuşma yapıyordu.

Eros camdan çekildi ve gerileyip duvara dayandı.

"Biraz beklememiz gerekecek."

"Neden bekliyoruz, Ares'in odasına gidelim."

"Sirona'nın izni olmadan hiçbir şey yapamayız." dedi Eros, başparmaklarını kotunun kemer yerine geçirdi. "Şifa onun sorumluluğunda, hastaları da öyle."

Nefes alıp kadına göz attı. Konuşmayı bitiren kadın doğruldu ve başını Dünya'ya doğru çevirdi. Bitkinin arkasındaki de konuşmanın bittiğine kanaat getirmiş olmalı, ayağa kalktı ve Sirona'ya elini uzattı. Kadın, Adonis'in uzattığı eli tutup ayaklandı ve koluna girdi. Adonis uzun bastonuna yaslanıp beklediğinden daha rahat adımlarla kapıya doğru yürürken Dünya'ya baktı. Adam onu gördüğüne şaşırmıştı, Dünya da onu ayakta gördüğüne şaşırmıştı. Bileği sargılıydı ama yüzünün rengi, yerine gelmişti. Üzerini değiştirmişti, basit eşofman altı ve tişörtle bile bir model kadar çarpıcıydı.

Eros cam kapıyı onların geçmesi için açtı; cam kapıdan önce Sirona sonra Adonis çıktı. Selamlaştıktan sonra Adonis’in bakışlarını üstünde hissetmesine rağmen Dünya kadına Ares’i sormanın yolunu düşünüyordu. Adonis ayaklandığına göre, Ares de daha iyi olmalıydı. Pat diye konuya mı girmeliydi? Adonis başını hafifçe yana eğdi.

“Endişeli görünüyorsun? Rahatlamadın mı hala?”

“Zeus’a bağlı…” dedi kısaca ve Sirona’ya döndüğünde kadın uzandı ve Dünya'nın elini tuttu.

"Seni iyi gördüm." dedi ve dikişlerine çabucak bir göz attı. Durdu ve güldü. "Kusura bakma canım, alışkanlık ama sana verdiğim merhemi sürmediğini fark ettim." dedi şakacı fakat azarlayan bir bakışla.

"Biraz meşguldüm."

“Anlıyorum ama uygulamalar, iyileşmeyi hızlandırmak içindir.” Diyen Sirona onun elini bıraktı.

Garip bir şekilde beklentili bir hava esti ve hepsi sustu. Eros da onun gibi kararsızdı ve Adonis’in varlığı Ares’i sormayı güçleştiriyordu. Bu durumu fark eden Adonis boğazını temizledi ve Sirona’ya döndü.

"Benimle işin bittiğine göre gidebilir miyim?"

Sirona adama bakıp iç geçirdi. "Adonis hızlı iyileşiyorsun ama yine de dikkatli ol, içecek servisine kadar bileğini zorlama."

Adonis söylenenleri sıkıntılı bir tavırla onayladıktan sonra onlara bakmadan yürümeye başladı. Eros ile Dünya adamın arkasından bakıp kaldılar. Adonis’in yüzündeki ifade Dünya’nın canını sıktı ve Adonis'in arkasından gitti, ona yetişmesi kolay olmuştu. Yanına vardığında adamın gergin bir tavırla dudağını çiğnediğini gördü.

"Adonis." dedi. Onu durdurmak için önüne geçti. Adonis başını kaldırıp doğruldu, Dünya devam etti. "Neyin var? Canını sıkacak bir şey mi oldu?"

"Gördüğün gibi çok iyiyim." dedi duygusuz bir sesle.

"O zaman neden bu kadar gerginsin?" dedi.

Adamın ruh halinin sürekli değişmesi onu yoruyordu.

"Nasıl davranmamı bekliyordun?" dedi Adonis. "Buraya dikişlerini kontrol ettirmeye mi geldin? Yoksa beni merak ettiğin için mi?"

Çenesi kasıldı. Buraya Ares'i görmeye gelmişti. Adonis’in bunu anlaması ve suç olarak görmesi canını sıktı. Adonis ona doğru bir adım attı ve yüzüne eğildi.

"Ares'e gösterdiğin ilginin birazını olsun hak etmiyor muyum?" dedi. "Adam, odana girmek de bile serbest; lanet olsun, ben..." dedi ve derin bir nefes alıp geriledi.

"Bu, daha önceden olan bir şey." dediğinde Adonis'in yüzü öfkeyle kızardı. “Hatırlamadığım bir zamana ait, sana ne diyebilirim ki?”

"Yani beni onunla daha önce de aldattığını kabul ediyorsun." diye homurdandı.

"Adonis…"

"Ne?" dedi adam sinirle. "Ben sana hep saygı duydum Dünya, seni sevdim. Sen ise Ares'le bir olup arkamdan güldün. Suçu hafızana atman da onu elimden kurtaramayacak. O her şeyi hatırlıyor, ben de hatırlıyorum. Aşkımız için neler yaptığımı ve yapabileceğimi bilmiyorsun. Senin uğruna feda ettiğim… Kahretsin Dünya, herkesi aşkımın gerçekliğine ikna ettim ama seni inandıramıyorum. O adam senin odana nasıl girebilir?"

Duyduğu sinirli sözlerin arasından rahatsız edici bir şey, yılan gibi kıvrılarak sese dönüştü.

"Ares'in odama girebildiğini sen nereden biliyorsun?"

Derin bir nefes alan Adonis tedirgin bir biçimde dudaklarını yaladı.

"Asteria söyledi." dedi, gözleri mavimsi pırıltılar saçarak. "Artık, konuşma zamanının geçtiğini anlamamı sağladı."

Dünya hem şaşaladı hem de sinirlendi. Bu kadın nasıl bir yılandı da, herkesin aklına sızıp manipüle edebiliyordu. Dünya ile hiç yan yana gelmemişlerdi ama sanki onun her hareketini biliyordu. Varlığı ile Ares’i büyülüyordu, sözleriyle Adonis’i etkiliyordu, diğerlerinin telaşlanması için adının geçmesi yetiyordu. Adonis gitmek için davranınca onu kolundan tutup durdurmaya çalıştı. Adam bastonuna tutunurken dengesini kaybetti ve duvara sırtını çarptı. Acıyla kasılan yüzü karşısında Dünya'nın öfkesi eriyiverdi.

“Ah! Özür dilerim.” dedi onu bıraktı. "İstemeden oldu, canını yakmak istememiştim."

Eros ve kadına doğru göz attı, yardım istemek için ama ikisi de ilerlemişlerdi. Bir kapının önünde konuşmaya dalmışlardı. Sirona'ya seslenmek için ağzını açmıştı ki, Adonis elinden tuttu.

“Gerek yok.”

"Bileğin?"

"İyiyim ben." dedi ve elini bıraktı. Duvardan doğruldu. "Sadece dinlenmek istiyorum."

"Adonis." dedi tüm samimiyeti ile konuşarak. "Seni üzmek istemiyorum. Bana izin verildiği anda hayatınızdan çekip gideceğime söz veriyorum. Ne senin ne de Ares'in başına bela olmayacağım. Bir daha beni görmeyeceksiniz, söz ama sana yalvarıyorum pişman olacağın bir şey yapma, o kadınının sözlerini umursama."

Adonis'in yüzü bembeyaz oldu, dudakları titriyordu. Boştaki eliyle duvara tutundu. Bir süre bekledikten sonra yavaşça dönüp koridorda yürümeye başladı. Köşeden kayboluncaya kadar ardından baktı. Asteria ona ne söylediyse zaten karışık olan ruh halini iyice beter hale getirmişti. Ona yardım edebilmeyi isterdi ama bunu yapabilecek son kişi Dünya'ydı. Kimden yardım isteyeceğini düşünerek Eros'un yanına gitti, adam tek başınaydı ve üzgündü.

"Ares'i görebilecek miyiz?" dedi yanına yaklaştığında.

Eros başını kaldırıp ona baktı. "Hayır." dedi. Eros'un yere düşen bakışları yüreğini daralttı. "Durumu kritikmiş."

"Bu da ne demek?" dedi. Başından aşağı, soğuk sular dökülmüştü, Ares iyiydi. Biraz yorgun ve yaralıydı o kadar.

"Bedeni çok hırpalanmış; kan kaybı, açlık ve susuzluk yüzünden kendini toparlaması uzun sürecekmiş. Uyandığında asıl durumu anca ortaya çıkabilirmiş ama uyanmıyormuş." dedi Eros ağlamaklı bir ifadeyle. "Ölümlü olması nedeniyle hayatî tehlikesi varmış."

"Onu görmek istiyorum." dedi. Kapalı olan odalara doğru adımladı.

"Dünya." dedi Eros.

Dünya kilitli kapıyı açmaya çalışırken durup adama baktı. "Onu görmem gerek." dedi. Gözleri dolmuştu, ağlamamak için yutkundu.

“Göremeyiz. Burada değilmiş." dedi. "Kendine geldiğinde Siro bize haber verecek."

Başı dönüyordu, dizlerinin bağı çözüldü ve görüşü kayarken kendini kaybetti.

Lanetli bir rüyanın içindeydi… Siyah tüllerin uçuştuğu bir dehlizde, sanki bir noktaya çekiliyormuşçasına öylece yürüyordu. Kan donduran korkunç hırıltılar ve derinlerden gelen fısıltılar taş duvarlarda yankılanıyordu. Siyah, granit bir odaya adım attı. Merdivenleri inerken yanından geçen sarı gözlü bir vaşak, ona aldırmadan odanın karşısındaki kapıdan içeri süzüldü. Üzerinde, büyükten küçüğe sıralanmış beş adet gümüş kenarlı siyah yıldızın parıldadığı koyu renkli tahta kapıyı eliyle itti. Ürkütücü bir dekorla süslenmiş bir odaya adım attı. Duvarlarda hâlâ kan damlayan hayvan başları asılıydı. Kabzasında parlak bir taşın olduğu bir kılıç, Asteria'nın bir kraliçe misali oturduğu tahtın yanında yanlamasına duruyordu. Dekor umurunda bile değildi çünkü karşısındaki manzara daha kötüydü.

Asteria müthiş bir özgüvenle mücevherli tahtına kurulmuştu ve iki yanında ondan bir basamak aşağıda duran ikiz tahtlar vardı. Adonis ve Ares'in duygusuz gözlerle ona bakarak oturdukları tahtlar... Vaşak bir kedi uysallığında mırıldanarak Ares'in ayaklarını dibine yerleşti. Asteria zarif bir tavırla ellerini iki yana açtı ve adamlara uzattı. Ares ve Adonis kadının elini, kutsal bir varlıkmışçasına tuttu ve öptü. Gördüklerine inanamıyor, adım atamıyordu.

Asteria gururlu bir tavırla başını kaldırdı.

"Çok işime yaradın, anahtar. İki prensi de benim kollarıma bıraktın." Ares'e döndü. "Asil ve gururlu Ares." Ares güzel gözleri ışıldayarak kadına gülümsedi. Asteria, Adonis'e çevirdi memnun bakışlarını. "Saf ve güzel Adonis." diye Adonis'in yanağını okşayıp doğruldu. "Senin sayende çok kolay oldu."

"Hayır, sana ait değiller." dedi Dünya ama söylediğine kendisini bile inandıramadı.

Onun sözlerini küçümseyen Asteria sırıttı, parıldayan siyah gözlerini ona dikti. Yılışık gülümsemesi canını acıtıyordu.

"Deneyelim." diye fısıldadı ve Ares'e döndü. "Sevgilim, öldür onu." dedi basitçe.

Ares kararsız kalmadı, düşünmek için beklemedi bile. Ayağa kalktı ve tahtın yanındaki kılıcı tek hamlede alıp, altın bakışlarını ona doğru dikerek yürüdü. Dünya uyuşmuştu, karşı bile koyamadı. Göğsünün altına giren kılıcın acısı, Ares'in kibirli ve soğuk ifadesinin verdiği acının yanında hiçbir şeydi.

Çığlık atarak doğruldu. Nefesi ciğerinde düğümlenmişti, kılıcın girdiği yere elini bastırıp kasıldı. Kan görmeyi bekleyerek elini açtı, kan yoktu. Başka bir şey dikkatini çekti, elindeki dikişler alınmıştı ve kalın şeffaf bir merhemle yaranın üstü kaplanmıştı. Merhemi üstüne sürerek temizledi. Gerçekçi rüyası yüzünden tüm bedeni buz gibiydi, titreyen ellerini koltukaltlarına koydu, üşüyordu. Odada tek başınaydı, kimsenin olmaması utanmasını engelledi. Çenesi titrerken yatağın üstünde ileri geri sallanıyordu, içinin soğuğu tüm bedenini sarmıştı. Asteria'nın planı neydi, bilmiyordu ama istemeden de olsa kadına yardım ettiğini düşünüyordu. Rüyasının ona gösterdiği buydu.

Hiç yorum yok:

Seri Hikayelerin Düzeni

TUTSAK SERİSİ 1. Kitap    Tutsak 2. Kitap    Anahtar 3. Kitap    Dünya 4.Kitap    Cehennem Hikayelerin dizilişi bu şekildedir. Diğer ...