CEHENNEM (4.KİTAP)-4-

Bölüm 30 : Ben Bir Şehvet İblisiyim!

Adonis yandaki yatağa uzanmıştı. Tek kolu başının altındaydı ve bacaklarını çapraz olarak uzatmıştı. Diğer elini karnının üstüne koymuştu. Boş bakışlarla tavanı seyrettiğine göre düşünceliydi. Üzerinde ona fazlasıyla yakışan mavi bir gömlek vardı ve klasik bir kot pantolon giymişti.
Yavaşça doğruldu. Adonis, hareketini fark edince başını çevirip ona baktı. Bakış karşısında heyecandan ürperdi ve titreyen halsiz bacaklarını örtüden kurtardı, yavaşça aşağıya uzattı. Hala o basit kumaş elbiseyi giyiyordu. Kolundaki serumu çekmek için uzandığında Adonis konuştu.
"Çekmeni tavsiye etmem. Sirona'yı sinirlendirirsin."
Nelai bakışlarını adamın yakışıklı yüzüne kenetleyerek iğneyi çekti ve yataktan kayarak indi. Adonis onun ne yaptığını anlamak için dirseklerinin üstünde doğruldu. Nelai görevinin asıl kısmını başardığı için çok huzurlu olması gerekirken beklediğini bulamamıştı. Birçok kişiyi kurban vermişlerdi ama Kirke istediğini elde edince, çok uzun bir süre kimseye zarar vermeden istirahatine devam edecekti.
Görevinin ikinci bölümü olan anahtara ulaşmıştı fakat Ares'in koruması altındaki kadın şimdilik olanaksızdı. Fakat Ares ortadan kalkınca o da ulaşıla bilinir olacaktı. Adonis'in tek aşkı, sevdiği tek kadın... Çok yakında Kirke'nin kalesinde esir olacaktı ve cadının o kadınla ne yapacağıyla ilgilenmiyordu.
Aklında Adonis'in masada Dünya'ya attığı kaçamak bakış olduğu halde adama yaklaştı. Nelai, Dünya'yı daha güzel biri olarak hayal etmişti fakat sıradan bir kadındı. Ares ve Adonis'in uğrunda birbiriyle savaştığı kadının, Asteria'dan daha çekici olmaması çok ilginçti. Yatağın hemen dibinde durdu, Adonis'in dikkatli bakışları onun üzerindeydi.
"Bakışlarını hala ondan alamıyorsun."
Sesindeki suçlamayı engelleyememişti, aslında Adonis'e hesap sormayı da düşünmemişti. Canını sıkan ve aklında yer eden detayı istemsizce dillendirdi. Adonis şaşırarak doğruldu.
"Kim? Ne?"
Adonis'in Dünya'ya bakışı onu neden bu kadar rahatsız etmişti? İkisi arasında herhangi bir etkileşim hissetmemesine rağmen Adonis'in o kadını düşünüyor olmasına neden sinirlenmişti? Aslında o odadayken; ne Adonis Dünya'yı çekici bulmuştu, ne de Dünya Adonis'i. Yine de Nelai sahiplenme hırsıyla kıskanmıştı. Sınırı tamamen geçtiğini fark etti.
Kıskançlık yapmayı istemiyordu ama aklına geldikçe öfkeleniyordu. İblislerin sahip olma ve vahşet isteğine benzeyen bir kıskançlık değildi hissettiği. Adonis tarafından beğenilmek istiyordu ve adamın bu konudaki en güçlü rakibine olan ilgisi, Nelai'yi sinirlendiriyordu. Kaçınılmaz olanı fark etti.
Adonis'e aşık olmuştu.
Duygularını adlandırmak Nelai'yi sarstı. İki yana sarkıttığı ellerini yumruk yaparken kocaman bir taş göğsüne oturdu. Adonis'in soran bakışlarına daha fazla bakamadı. Yatağına dönmek ve konuşmayı kesmek için arkasını dönerken Adonis uzandığı yataktan hızla kalkıp onu kolundan tuttu.
"Arkanı dönüp öylece gidemezsin!"
Adonis onu hızla kendine çevirince; Nelai, adama çarpmamak için elini göğsüne koydu. Tam Adonis'in kalbinin üstüne... Adonis sinirli bir sesle konuşurken Nelai elinin altındaki kalbin ona hissettirdikleriyle kafası temelli karışmıştı.
"Sen ne yapmaya çalışıyorsun anlamıyorum. Günlerdir yalan söylüyorsun ve aniden benim hayatımı kurtarıp gizemli ortağını ele veriyorsun. Kaçmak yerine ve elinde ambrosia varken neden geride kaldın? Neden çekip gitmedin Nelai?"
Nelai kolunu acıtırcasına sıkan adama bakamadı. Umutsuzca sahip olmak istediği kalbin atışlarını dinliyordu. Daha önce atmayan kalp şimdi normalden de güçlü atıyordu. Adonis sıkıca tuttuğu kolunu kendine çekerek onun dikkatini bozdu.
"Bana bak! Senden bir cevap istiyorum ama yalansız."
Nelai bakışlarını adamın okyanus mavisi gözlerine kaldırdı. Bu güzel yüzü son nefesine dek izlemek isterdi, gerçi ayrılmak zorunda kaldıklarında uzun süre yaşayacağını sanmıyordu. Düşüncesiyle bile onu şimdiden kavurmaya başlayan kederi, ayrılık vaktinde temelli ruhunu yakacaktı.
"Senin sorularına yeterince cevap verdim." Dedi çatlak bir sesle. Elini adamın göğsünden çekti. "Bu soruların sadece benimle ilgili..."
Adonis yüzüne doğru söylendi. "Hayır, bebeğim. Benimle ilgili, seninle hiçbir alakası yok. Oyun oynadığın ev benim evim, hayat benim hayatım! Sen sadece eğlence peşindesin. Dalga geçtiğin kişi ise benim."
"Seninle dalga geçmiyorum. Eğlenilecek bir şey de yaptığım yok!" Dedi kolunu kurtarmak için çırpınarak. "Bırak beni Adonis!"
Adonis bırakmaktansa diğer kolunu onun beline sardı ve sıkıca sarıldı. Nefes nefese kalan Nelai öfkeli bakışlarını ölümsüze doğru çevirdi.
"Bırak beni!"
Adonis'in saf öfkesi, onun ruhunda fırtınalar kopartıyordu. Bu adamdan bu denli etkilenmekten nefret etmeye başlamıştı. Kirke'yi ele vermesine rağmen Adonis'in üstüne gelmesi anlamsızdı. Güvenmediğini biliyordu ama bu güvensizliğe rağmen adamın onu savunduğunu duymuştu. Adonis'in sesiyle güçsüzleşti ve bakışlarını gözlerine çevirdi. Adam tek kelime söylemişti.
"Nelai."
Yumuşak ses tonu ruhunu ışıltıya boğmuştu. İsminin söylenmesi insanı nasıl olur da mutlu ederdi. Adonis onun kolundaki parmaklarını gevşetti ve yüzüne uzandı. Dağılmış saçlarını yavaşça okşayıp düzeltirken fısıltıdan güçlü olmayan bir sesle konuştu.
"Konuş benimle Nelai. Her şey geç olmadan ne amaçladığını bana anlat."
Nelai yutkundu. "Anlattım."
Adonis'in yüzünde beliren hayal kırıklığını hiç beklemiyordu. Beklemediği bir diğer şey de, adamın ifadesi yüzünden acı hissetmesiydi. Adonis ondan açıklama alamadığı için üzgündü ama neden? Sonuçta açığını yakalar yakalamaz kimse ona acımayacaktı. Ne kadar köşeye sıkıştığıyla ilgilenmeyeceklerdi. Adonis'in bu düşünceli tavrı da oyundan başka bir şey değildi. Çok gerçekçi bir oyun...
"Anlattığına göre sorun yok." Dedi Adonis, kolunu tutan eli onun bileğine doğru indi. Yumuşak bir kavramayla onun elini tuttu.
Nelai kalbine söz geçiremiyordu. Olimposlu sadece onun elini tutuyordu ama onun ruhunda fırtınalar koparmayı başarmıştı. Tüm itiraflar dilinin ucuna dek geldi ama çıkaramadı çünkü doğru dürüst nefes dahi alamıyordu ki, konuşsun. Ayrıca Adonis güvendeydi, itirafları ise bu güvenliği tehlikeye düşürürdü. Kirke istediğini alamazsa... Onun canını yakacak en korkunç yolu seçerdi ve hedefi onun hayatı olmazdı.
"Sana kıyafet getirdim." Dedi Adonis, onu elinden usulca çekerek çekmeceli bir dolaba götürdü. "Giyindikten sonra benimle bir yere gelmeni isteyeceğim ama uslu olacağına söz ver."
Nelai kesik bir nefes alarak başını salladı. Adonis onun elini bıraktı ve yüzüne bakmak için önünde durunca; Nelai bakışlarını adamın yüzüne doğru kaldırdı. Bu kadar masum ve samimi bir yüz olabileceğini hayal dahi edemezdi. Adonis ruhundaki saflığı, güzellik olarak yansıtan cesur bir erkekti. Adamın güzel gözlerine bakarken içinden geçenlere engel olamadı.
'Keşke, keşke beni sevsen Adonis... Sevebilseydin... Seni mutlu edebilmek için şansım olsaydı...'
Bencillikten uzak bu dileği tüm kalbiyle dilemişti ve hissettiği duygu yoğunluğu, güneşte eriyen bir buz parçası gibi damlaya dönüştü. Göz pınarında beliren iri damla, Adonis'in şaşkın bakışları altında yanağından aşağı yuvarlandı. Adonis gözleriyle onun dudaklarına ulaşan damlayı izledikten sonra kaşlarını çatıp onun gözlerine baktı.
Yakışıklı ölümsüzün çenesinin kasıldığını gördü. Adonis de onun gibi bir kasırganın ortasındaydı ama onunki gibi duygusal bir şey olduğunu sanmıyordu. Görevle alakalı olmalıydı diye düşünürken Adonis beklemediği bir şey yaptı. Gözlerini kapatırken eğildi ve dudaklarını onun dudaklarına bastırdı. Şehvet ve tutkudan arınmış masum bir dokunuştu, öpüşme bile sayılmazdı. Fakat bu dokunuş hepsinden daha etkileyiciydi. Nelai çalkalanan duygularının arasında sarsıldı. Adonis'in ellerini kollarında hissettiği anda, adam dudaklarını ondan çekti. Yoksunluk hissi ve yaşadığı sarsıntı yüzünden ayakta durması zordu. Adonis tahmin etmiş gibi onu kollarından tutarak düşmesini engellemişti.
Nelai gözlerini aralayıp onu ciddi ve düşünceli bir ifadeyle izleyen ölümsüze baktı. Adonis dudaklarına bulaşmış tuzlu gözyaşını emdikten sonra kesik bir nefes aldı ve onu alnından öptü. Burnu onun saçlarına dokunuyordu. Sıcak nefesi alnına dağılırken fısıltıdan hallice bir sesle konuştu.
"Gözyaşının sebebini sormayacağım. Sanırım ikimiz de birbirimize kötülük yaptık."
Nelai başını adamın dokunuşundan çekerek yüzüne baktı. Adonis ciddiyetini bozmadan devam etti.
"En imkansızım sen oldun Nelai." Hüzünlü bir gülümsemeyle dudakları kıvrıldı. "Kaderimde sevmenin olmadığını söylemiştin. Sanırım sorun sevmekte değil, sevdiğime kavuşabilmekte."
Nelai duyduklarına anlam yüklemek istemiyordu ama kalbi delice kasılırken aklına gelenler aşktan başka bir şey olmuyordu. Elini yeniden adamın göğsüne koydu. Yanılmıyordu, bu kusursuz bedene hayat veren kalp coşkuyla çarpıyordu. Afallayarak yeniden Adonis'e baktı.
"Kalbin..."
Adonis dudaklarını yeniden yalayıp kollarını onun beline doladı ve sıkıca sarıldı. Nelai cansız bir kukla gibiydi, ne hareket edebiliyor ne de cümlesini tamamlayacak gücü bulabiliyordu. Tüm bunlar bir rol ise, sonucu kesinlikle ölümcüldü.
Adonis başını onun saçlarına yasladı.
"Kalbim uğruna çarpacak bir kalp ile karşılaştı. Gerçi karşısındaki kalp çok insafsız ama bu ona kapılmasına engel olmadı. Bir iblisten ne beklenebilir ki?"
Duyduğu tek aşk itirafı değildi ama en hoşuna giden ve alaycı olmasına rağmen onu eriten tek aşk itirafıydı. Başını kaldırıp gerçekliğini sorgulamak için Adonis'in gözlerine baktı. Ölümsüzün gözleri, akıl kaybettirecek kadar güzeldi ve hafifçe gülümsemesinden dolayı parıltılara bürünmüştü.
"Yalan söylüyorsun..." dedi kekeleyerek. Yalan olmasını umut etti.
Adonis'in gülüşü genişledi. "İyi bir yalancı olduğumu söylemiştim."
Kafası iyice karışmıştı. Adonis onu sırtından çekerek bedenine bastırdı ve yüzüne doğru zor duyulan bir tonda fısıldadı.
"Bu sözlerimin yalan olmasını isterdin değil mi? Seni rahatlatırdı. İblis kanına sahip olsan da, sen acımasız biri olamıyorsun, bu da senin zayıflığın. Sevişmek derdinde değilsin..."
Adonis daha yoğun bir sesle devam etti. "Sevilmek istiyorsun ve bu da tam benim ihtiyacım olan bir şey. Seni sevmek."
Nelai nihayet adamın ne demek istediğini anlamıştı. Beklediği mutluluğu içinde bulamadı çünkü Adonis'in onu kullanmak istediğini düşündü. Yakışıklı ölümsüzün gözünde, Nelai sadece bir araçtı. Öfkesi yükselirken dişleri arasından homurdandı.
"Anahtara olan hislerini unutabilmek için benim sana olan zaafımı kullanamazsın Adonis!"
Adamın omuzlarına ellerini dayayarak itti. Adonis ona izin vermişti ama hayretini gizleyemeden söylendi.
"Söz konusu olan Dünya'ya karşı hislerim değil! Beni duymadın mı?"
"Seni fazlasıyla duydum ve izledim!" dedi, kendi kendine daha çok öfkelenerek. İstemeden de olsa duygularını açığa vurmuştu ve Adonis onlarla istediği gibi oynuyordu. "İblis olan benim ama sen benden daha kötüsün! Bana her yaklaşmanın altında bir amaç gizli. Ya ağzımdan laf almaya çalışıyorsun ya da benim sana olan ilgimi kullanıp kendi egonu tatmin ediyorsun. Son numaran da bu mu? Değerli anahtarınızın aşkına sahip olamadığın için beni kendine köle mi edeceksin?"
Adonis'in çenesi öfkeyle kasıldı, dudaklarını sıkmaktan beyazlamıştı. Nelai gözlerini kıstı ve adamın tam karşısında durdu.
"Ben bir şehvet iblisiyim Olimposlu! Sevilmek ve sevmek umurumda değil!"
Adonis derin nefesler alarak ona sırtını döndü. Nelai söylediklerinden sonra boşluğa düşmüş gibi durduğu yerde sallandı. Başı dönüyordu ve teni inanılmaz derecede ısınmıştı. Adonis onu birkaç dakikada enkaza çevirmişti. Yalanlarının ona ne yapacağını umursamıyordu ama tüm bu duygusuzca harekete rağmen Nelai hala onu... Seviyordu. En kötüsü başına gelmişti.
Kesik bir nefes aldı ve kısa dolabın üstüne oturdu. Öfkesi yüzünden titriyordu ve bir türlü bastıramıyordu. Ağlasa, rahatlayacaktı ama onu da yapamıyordu. Özellikle Adonis ile aynı odadayken... Ağlayamazdı.
Adonis bir elini beline koymuştu, diğeriyle saçlarını alnından kavramıştı. Adamın gerginliği, sırtını ona döndüğü halde belliydi. Sıktığı saç tutamlarını bırakıp kapıya doğru yürüdü ve sert bir sesle konuştu.
"Giyinmek için beş dakikan var!"
Kapıyı açtı ve çıktıktan sonra sertçe kapattı. Nelai güçsüzce yere doğru kaydı ve gözyaşları ardı ardına yere düşmeye başladı. Kendini bir an önce toplaması gerekiyordu. Sevdiği adamı korumak için planı başarmalıydı, böylece Kirke ona Adonis'i, ölene dek sevme mutluluğunu bahşederdi. Zaten bu sürenin uzun olduğunu sanmıyordu.
Dudaklarını sertçe kemirerek titreyen parmaklarını soğuk zemine bastırdı. İşaret parmağıyla çizdiği rünü belirginleştirmek için eğilip büyülü nefesini üfledi. Rünün çizgileri kora dönüştü ve işlemeye başladı. Nelai kapıya doğru kısa bir bakış attı ve gözlerinden akan yaşları silerek rüne yeniden döndü. Hala zeminle bitişik duran rüne avuç içiyle bastırdı ve riske girerek büyü enerjisini yönlendirdi. Canının yanmasına aldırmadan rün soğuyana dek bekledi.
Elini çekti. Teninde hiçbir iz yoktu ve zemindeki rün de kaybolmuştu. Diğer elinin ayasını açtı ve işaret parmağıyla son rünü tenine çizdi. Büyü canını yakıyordu ama dişlerini sıkarak dayandı. Akan yaşlar yüzünden zorlukla görse de, işini bitirip avucunu kapattı. İlk işareti göndermişti, ikincisini göndermesi için elindeki rünü anahtara aktarması yeterliydi. Son hazırlığını da yapmıştı, içi rahat değildi ama yapmaya mecburdu. Eliyle yüzünü silerek doğruldu ve çekmeceli dolaba döndü. İçindeki kıyafetleri çıkarttı. Siyah bir kot pantolon ve uzun kollu ince bir tişörtten oluşan giysiyi giymek için ayağa kalktı.

Bölüm 31: Rünler ve Büyüler

Solan izlediklerinin yeterli olduğuna kanaat ederek odadan dışarı yönlendi. Onu bekleyen üçlünün yanına, koridora çıktı. Athena kollarını birbirine kenetlemiş sabırsızca koridoru arşınlıyordu. İki adam karşılıklı duvara dayanmış düşünceler içindeydiler. Adonis tahmin ettiği üzere üzgündü. Kurduğu tuzak yüzünden kendini kötü hissediyordu. Ares, onun geldiğini görünce duvardan doğruldu ama Adonis sadece baktı.
"Haklıymışsın Ares, ortağına haber gönderdi."
Adonis'in başını eğdiğini gördü. Dikkatini Ares'e çevirerek devam etti.
"Kafası çok karışık olduğundan beni fark etmedi. İki rün çizdi, ilkini gördüm ama tenine çizdiğini göremedim. Belki bir koruma tılsımı olabilir. Önemli olan, zemine yazdığı rün. Büyü zemine işlediyse, geçit açmak için kullanabilirim. İz sürmek kolay olur. Böylece Kirke'yi yakalayabiliriz."
"Tek başına yapabilecek misin?"
Solan başını salladı. "Evet, sadece biraz zamana ihtiyacım var."
Chimera ateşi yüzünden kontrolünü sağlamakta her geçen gün zorlanıyordu. Büyü gücünü dengeleyemezse, ateş onu alırdı. Bu nedenle büyü enerjisini dikkatli kullanmalıydı ki, zaman alacak şey de bu dengeyi sağlamaktı. En iyisi Phobos'un savaş büyücülerine danışmaktı, onları aracı olarak kullanırsa odaklanması daha kolay olurdu.
"Peki." Dedi Ares, sonra Athena'ya döndü. "Hena, benim kahinin yanına gitmem gerek, sen Dünya ile kalabilir misin?"
"Elbette." Dedi Athena ve göz ucuyla Adonis'e baktı.
Adam hala sessizce duvara dayanmış bekliyordu. Nelai'nin onun için anlam ifade ettiğini anlamak zor değildi. Solan içi burkularak adama baktı. Nelai bir iblis meleziydi ve Adonis sadakatine rağmen kadına ilgi duymuştu. Aklına Artemis geldi. Kızıl saçlı Olimposlunun ondan nefret etme nedeni ise, iblis olduğunu düşünmesiydi. Acaba onu kendilerinden biri olarak kabullenseydi, anlaşmaları mümkün olur muydu?
Athena Dünya'nın yanına gitmek için yönlenince üçü koridorda kaldılar. Ares Adonis'in karşısına dikildiğinde, adam başını kaldırıp arkadaşına baktı.
"Sen iyi misin?"
"Elbette, merak etme plana sadık kalacağım."
"O konuda şüphem yok ama..."
"Beni dert etme Ares. Onun bana çözülmesi çok yakın, biliyorum."
Ares ile bir süre bakıştıktan sonra Ares başını çevirdi.
"Senden haber bekliyorum Solan."
Solan başını salladıktan sonra Ares yönlendi. Solan Nelai ile Adonis'in odayı boşaltmasını beklemesi gerekiyordu. Beklemek için kapıya doğru yürüyecekken Adonis'in sesiyle durakladı.
"Ares'e söyleyecek misin?"
Solan omzunun üstünden Adonis'e bakınca Adonis duvardan doğrulup ona yaklaştı.
"Nelai'ye aşık olduğumu Ares'e söyleyecek misin?"
"Söylemeli miyim?"
Adonis kararsız bir tavırla ellerini cebine attı, kayıtsız durmaya çalışıyordu ama gerginliği hareketlerinden belliydi.
"Söylemelisin. Aşık bir insana güven olmaz."
Solan gözlerini adamın üzgün yüzüne dikti. "Bence aşka güvenmeyi seçmelisin Adonis. Ona yardım etmek için daha kararlı olmalısın çünkü o da seni seviyor." Adonis başını aniden çevirip ona döndü. "Senin için ağladığını gördüm. Bir kadın bir erkek için ağlıyorsa, onu kaybetmekten korktuğu için ağlıyordur. Seni kaybetmemek için çabalamasını sağla."
Adonis şaşaladı. "Kendinden çok emin konuşuyorsun."
Aklında Artemis gözyaşları olduğu halde üzüntüsünü yüreğine gömerek sakin bir sesle adama cevap verdi.
"Ben iyi bir gözlemciyimdir."
"Aşktan anlamadığını sanıyordum. Nelai'nin bana aşık olduğunu sana düşündüren şey ne? Ağlaması mı? Belki hırsından ağlamıştır."
"Succubuslar ağlamaz."
Adonis kaşlarını çatıp soran bakışlarla ona baktığında devam etti.
"Gözyaşları keder demektir. Keder ise şehvet iblisinin zehridir. Basit anlamda, Nelai intihar ediyor."
Adonis'in yüzü beyazladı. "Ne dedin sen?"
Solan kapıya doğru bir bakış atarak sabırsızca söylendi.
"Tekrar edince sözlerim değişmeyecek Adonis. Şimdi onun yanına dön ve odadan çıkart."
Adonis duyduklarına hala inanamıyordu. Odaya doğru adımlamıştı ki Solan kolundan tutup onu durdurdu.
"Şu yüz ifadeni toplamalısın. Nelai ölüm döşeğinde değil, sadece senin için neleri göze aldığını bilmeni istedim."
Adonis kolunu hızla çekerek kurtardı ve odaya girmek için kapıyı açtı. Solan birkaç saniye boş bakışlarla kapanan kapıya baktıktan sonra görünmezliğine sığınarak duvara yaslandı. Şimdi yapması gereken beklemekti. Zemine çizdiği rünün büyüsünü takip edebilirse, Kirke'ye ve Loki'ye ulaşacaktı. Fakat diğer rün kafasına takılmıştı, koruma rünü değilse ne olabilirdi?
Başını duvara dayadı ve gözlerini kapattı. Aklına takılan diğer konuyu düşünmeye başladı. Acaba bir kadın tarafından bu denli sevilmek nasıl bir histi? Dünya'nın Ares'e olan ölçülmez aşkı, Nelai'nin kendi doğasına aykırı gelerek engel olamadığı aşkı ve Artemis'in ölümün bile söndüremediği sadık aşkı... Hepsinin duydukları aşk için ağladıklarına tanık olmuştu. Böylesi hüzünlü bir hediyeye hiç sahip olmamıştı ve olacağını da sanmıyordu. Çünkü kimse ona aşık olmazdı.
Kapının açıldığını duyunca gözlerini araladı ve odadan çıkan ikiliye baktı. Adonis yönlenmek yerine boyut kapısını kullanmayı seçmişti anlaşılan. Görünmezliği kullandığına memnun oldu. Nelai uzun saçlarını gevşek bir örgüyle örmüştü ve solgun yüzü az önceki halinden daha iyiydi. Tek elini sıkıca yumruk yapmıştı, rün çizdiği elini. Adonis kadının diğer elinden tutmuştu ama sürüklemek yerine sahiplenici bir kavrayışla parmaklarını birbirine geçirmişti.
"Gideceğimiz boyut en alt koridorda." Dedi Adonis. "Ama önce mutfağa uğrayacağız. Kurt gibi acıktım."
Başını çevirip kadına baktı ve gülümsedi. "Sanırım sen de acıkmışsındır."
Nelai solukluğunu aydınlatan bir gülümsemeyle Adonis'e baktı ve başını salladı.
"Acıktım. Gerçi defne çayındaki zevksizliğin ile yemek olarak ne ikram edersin bilmiyorum ama kısmetimizle yetineceğiz."
"Tatlım, zevksiz olan ben değilim, sensin. Aklı başında kim defne çayından hoşlanır ki!"
"Yine önyargılısın Adonis. Sana iyi şeyler hissettirecek bir şeyden sırf önyargın için kaçınıyorsun."
Solan uzaklaşan Adonis'in cevabını duyduktan sonra duvardan doğruldu.
"Hayır, Nelai. Önyargıların ne kadar boş olduğunu artık öğrendim. En yakın zamanda seninle defne çayı içmek için sabırsızlanıyorum."
Solan uzun koridorun sonundaki merdivenleri inmeye başlayan çifte hayretle baktı. Onların hiç bu denli uyumlu olduklarını fark etmemişti. Fiziksel uyum zaten göz önündeydi ama hem zihnen hem de duygusal olarak da birbirlerini dengeliyorlardı. Başını sallayarak boş konuları zihninden kovdu. Fazlaca aşk meşke dalmıştı.
Kapıyı açıp içeri girdi ve doğruca rünün yazıldığı yere gitti. Tek dizinin üstünde çöktü ve eğildi. Elini avucu alta gelecek şekilde tuttu ve zemine dokunmadan tahmin ettiği yerde gezdirdi. Faydasızdı. Elini yumruk yaptı, yeniden açtı ve zemini bir kez daha taradı. Büyü kalıntısı bu kadar ustaca yok edilemezdi. Nelai bir iblis meleziydi ve... Solan aklına gelen düşünceyle doğruldu.
Baştan beri neden düşünememişti. Nelai'nin büyüleri basit iblis büyüleri değildi. Fakat emin olmalıydı. Tahmin ettiği şey doğruysa asıl düşmanları gözlerinin önündeydi. Kanıt aramadan önce yeniden eğildi ve Nelai'nin çizdiği rünü hızlıca zemine yazdı. Bu karşı tarafın aklını karıştıracaktı ve belki de geçidi bir anlığına açmasını sağlayacaktı. Ründen bağını koparmadan birkaç dakika bekledi. Muhatabı her kimse şu an meşgul olabilirdi veya Nelai bağlantı için farklı bir şey kullanmıştı. Oyalanmayı bırakarak ayağa kalkarken eliyle geçidi açtı ve duraksamadan Kholteas'a geçti.
Kholteas'ta şafak vaktiydi. Saldırı alanı şu anda boştu ve harap alan hala aynıydı. Sadece cesetler yoktu. Yas bittikten sonra prenses kraliçe olacaktı ama bunun için altı ay beklemesi gerekiyordu. Kraliçe olmamasına rağmen prensesin emirleri dinleniyordu ve ilk emri, bu alanı annesinin anısına bir höyük haline getirilmesiydi. Bu nedenle yıkılan köyü yeniden kurmayıp alanı boş bırakacaklardı, tamamen boş. Sağ kalanlar taht şehrine çağrılmıştı. Yani Solan şu anda koca alanda yalnızdı ve bu yapacağı büyü için elverişli bir ortam yaratıyordu.
Emin olmak için alanın ortasında durdu ve gözlerini kapatıp yoğunlaştı. Geniş alanda yaşayan hiçbir canlı yoktu. Hayvanlar dahi sınır çizilen bölgeye giremiyorlardı. Büyüsüz saf bir çember çizilmişti. Solan büyüsünü yaptıktan sonra birçok kişiyi sinirlendirecekti ama bunu göze alması gerekiyordu. Kholteas'ın Ares'e bağlılığını bildirmesinin işe yarayacağını düşündü. Sonuçta yapacağı şey, kraliçenin ruhunu huzura kavuşturacak bir şeydi.
Solan asıl büyüsüne yoğunlaşırken içinde yanan ateş aniden yükseldi. Chimera'yı kafesinde tutmaya çalışırken zaman büyüsü için gereken sınır belirmeye başlamıştı. Kararmış ağaçların kıyısından başlayan yemyeşil alevler iki yana dağılarak Solan'ı da içinde bırakan bir çember çizdiler. Solan gücünü iyice yoğunlaştırdı ve zamanı belirledi. Eğer haklıysa, büyünün gölgeleri harekete geçecekti ve Nelai'nin doğası olanları gözler önüne dökecekti.
Gözlerini açtı ve etrafında savaşan gölgeleri gördü. Küçük barakanın patlayan kapısı ve ardında beliren büyüyle sarılmış Nelai'yi gördü. Büyü aurasının yoğunluğu olağanüstüydü. Derken görüntüler peşi sıra akmaya başladı. Hızlanmıştı ve Solan bir yandan ateşi sakinleştirmeye çabalarken gücünü denetleyemiyordu. Şakaklarından akan buz gibi tere aldırmadan dişlerini sıktı ve görmek istediği ana odaklandı. Nelai'nin tek emriyle gerileyen muhafıza...
Muhafızı püskürten Nelai, ağır yaralanmış Adonis'i alıp açtığı geçitte kayboldu. Solan artık dayanma gücünün sonuna gelmişti. Bayılmak üzere olduğu hissediyordu. Büyüyü bitirdi ve dizleri onu taşımayınca yere yığıldı. Nefes dahi alamıyordu, başı çatlayacak gibi ağrıyordu. Göğsünün içi alev alevdi. Öksürdü. Ağzından sıçrayan kanlar toprakta yakut damlaları gibi parlarken yan tarafa doğru düştü. Üzerine giydiği ceketin bağlarına asılarak koparttı. Bir an önce nefes alması gerekiyordu. Hırıltıyla bir kez daha öksürdü. Uzun zamandır hiç bu kadar canının yandığını anımsamıyordu.

Bölüm 32: Beni Bırakma

Artemis tuhaf bir şeyler olduğunu prensesin çadırından çıktığında sezmişti. Geçici kurulan kamp, taht şehri ile höyük olarak belirlenen alanın ortasına düşüyordu. Höyük uzaktaydı ama Artemis karşı konulmaz bir şekilde oraya çağrıldığını hissediyordu. Henüz güneş batmamıştı, hafif kızıllığı havaya yayılmaya başladıysa da hala aydınlıktı.
Keskin bakışları höyük alanına doğru döndü. Kalbindeki sıkıntı daha da büyüdü. Acaba kontrol etmeli miydi? Yeni bir saldırı ihtimaline karşı Ares onu buraya göndermişti ama Ares'in asıl amacını o biliyordu. Onu Solan'dan uzak tutmaya çalışıyordu. Son konuşmalarından sonra Artemis de iblisten uzak kalması gerektiğini anlamıştı. Ahmak kırmızı fazla derin konulara girmeye başlamıştı ve aptalca önerilerle onun canını sıkıyordu. Hele son fikri yüzünden adamı öldürebilirdi, utanmadan ona başka birine aşık olmasını tavsiye etmişti.
'Sersem!' diye söylenerek başını çevirecekken höyük tarafında belli belirsiz yeşil bir ışık gördü.
"Yok artık!"
Dikkatle baktı. Şu anda yoktu ama az önce yeşil bir ışıltı gördüğüne emindi, tıpkı Solan'ın büyüleri gibi. Yoksa...
"Aha!" diyerek höyük tarafına yönlendi.
Büyünün engellendiği sınırı geçmişti ama başka bir sınıra takıldı. İstediği yere yönlenememişti, çok yakın olduğundan koşmaya başladı. Devrik ağaç kütüklerinin üzerinden atlayarak onu asıl engelleyen büyüyü görene dek koştu. Höyük alanı yeşil bir ağla kapatılmıştı. Ağa yaklaştığında ağ parçalandı ve Artemis oluşan basınçla geriye uçtu. Neyse ki, ezilmiş çimenlerin üstüne düşmüştü. Bir kez yuvarlandıktan sonra hiç vakit kaybetmeden doğruldu ve alana koşmaya devam etti.
Solan'ı görmeyi bekliyordu ama o şekilde göreceğini tahmin edememişti. Açıklığın kıyısında durdu, dizlerinin üstüne çökmüş adama baktı kaldı. Hali çok kötüydü. Onu bu şekilde bir kez daha bu haline benzer görmüştü çünkü şimdiki durumu daha da kötüydü.
Solan nefes almaya çalışır gibi kasılarak ellerini yere bastırdı ve öksürdü. Ağzından sıçrayan kanlar toprağa düşerken adam dayanamadı ve yana devrildi. Çektiği acı kıvranmasından belli oluyordu. Elini bir iblis saygısı gibi göğsüne götürdü ve bağlarını çekip kopardı. Bir an için derisini yırtmasını beklemişti ama onun yerine Solan'ın nefes almaya çalıştığını fark etti.
"Ne aptalım!" diye söylenerek adama doğru koştu. "İblis değil ki o!"
Solan yarı baygındı. Nefes alması için ceketinin kalan bağlarını kopartıp başını kucağına aldı.
"Kucağımda yatmaya da iyi alıştın sen!" diye homurdanarak Solan'a seslendi. "Nefes al kırmızı, hadi!"
Solan yeniden öksürdü ve dudağını boyayan kan çenesine doğru sızdı. Adamın teni buz gibiydi ama göğsü alev alevdi. Artemis çekinerek elini adamın göğsüne bastırdı. Teninden yayılan güç karşısında afalladı. Solan'ın lanetten etkilenmediğini sanırdı ve bu hissettiği şey lanetten başka bir şey olamazdı. Kat be kat güçlü bir lanet...
Adama doğru eğildi. "Solan beni duyuyor musun? Yardım çağırmaya gidiyorum, beni bekle. Gerçi beklemekten başka çaren de yok."
Solan'ı kucağından indirecekken Solan halsizce uzanıp elini onun bileğine kenetledi.
"Hayır..." diye mırıldandı ve dudaklarının arasından kan boşandı. "Beni... Beni bırakma..."
Gözlerini açmamıştı. Artemis ne yapacağını bilemez halde bileğini saran eldivenli ele baktı. Solan acı içinde inleyerek bileğini tutan elini kastı. Artemis panik içinde elini adamdan kurtardı ve bayılan adamı tutarak Olimpos'a yöneldi.
Yatağına yönlenmesi iyi olmuştu çünkü zayıf yapısına rağmen baygın Solan, onun için oldukça ağırdı. Solan'ı yatağa güç bela uzattıktan sonra koşarak banyoya gitti. İki havluyu iyice ıslatıp adamın yanına geri döndü. Havlunun birini adamın göğsüne güzelce serdi, diğeriyle dudağını ve yüzünü sildi.
Saçları terden ıslanmıştı ve gözaltları morarmıştı. Göğsüne koyduğu havlu çabucak kuruyunca yeniden ıslatıp geldi. İşe yarıyordu, hiç değilse solukları bir ritim kazanmıştı. Dördüncü turdan sonra göğsündeki ateş normale döndü. Fakat Solan uyanmamıştı.
Artemis havluları banyoya götürdü. Aynada kendine baktı. Paniklemiş hali içler acısıydı. Saçları dağılmış ve üstündeki kazağı kanla lekelenmişti. Solan yüzünden berbat olan kıyafetlerini adama ödetmeye karar verdi. Ayrıca şifacı faturası da düzenlemeliydi. Sahi, lanet işlemez bu adama son günlerde neler oluyordu?
Yüzünü yıkadıktan sonra odaya döndü. Solan'ın üstünde emanet duran saçma deri ceketi çıkartıp yatak örtüsünü adamın üstüne örttü. Uyuyan adamın yanı başına sandalye çekip bakışlarını yüzüne dikti.
Yüzü hala solgundu ama hiç değilse onu hastalıklı gösteren gözaltı morlukları kaybolmuştu. Nefes alışı oldukça sakin ve yavaştı. Derken gözleri kıpırdadı ve kirpikleri titredi. Eli üzerindeki örtüyü sıkarken soluk dudakları aralandı.
"Artemis."
Uyanık mıydı? Artemis adama yaklaşarak cevapladı.
"Buradayım, her zamanki gibi."
Fakat Solan uyuyordu, sadece sayıklamıştı. Kırmızı rüyasında onun ismini neden sayıklardı ki! Tedirgince fısıldadı.
"Beni duyuyor musun Solan? Numara mı bu?"
Solan usulca yutkunup dudağını yaladı ve kısık sesle yeniden sayıkladı.
"Seni çok özledim."
Artemis iyice afalladı. Kaşlarını çattı. "Kimden bahsediyorsun sen?"
Solan'dan cevap alamayınca merakına yenik düşerek adamın kulağına eğildi. "Kimi özlediğini hemen söyle kırmızı! Bu kez hangi perinin peşindesin?"
Solan'ın yüzündeki ifade acı çeker gibi değişti, üzgündü. Artemis örtüyü çekerek göğsüne elini koydu, ısısı normaldi ama kalbi hızlı atmaya başlamıştı. Solan başını salladı.
"Buna dayanamam Ares, onu bu halde görmeye dayanamam. Aklımı kaçırmak üzereyim. Lütfen, bana izin ver. Yardım et..."
Artemis kriz geçiren adamı sakinleştirmek için başını iki eliyle sabitledi.
"Tamam, geçti. Sakin ol, geçti." Diyerek kabusundan kurtarmaya çalışıyordu.
Solan yeniden buz gibi olmuştu. Kasları gerilmekten bedeni taşa dönüşmüştü. Gözleri açılmamıştı ama göz kapaklarının altında hızlı hareket ediyordu.
"Umurumda değil!" diye söylendi Solan. "Onsuz olamıyorum... Canım çok acıyor... Yardım et..."
Artemis adamın acısını hissediyordu ve çektiği her neyse onu da etkilemişti. Sanki adam onun hislerini dile getiriyordu. Parmaklarını ipeksi saçlara geçirerek okşadı.
"Yanındayım Solan, sakinleş. Lanet olsun, bu ne biçim bir rüya."
Yatağa oturdu ve Solan'ın gergin bedenine sarıldı. O da kendini tutamamış ağlamaya başlamıştı. Solan'ın kim için acı çektiğini bilmiyordu ama paylaşıyordu. Solan onun sarılmasıyla sakinleşti ve kalp atışları yavaşladı.
"Artemis" diye yeniden fısıldadığını duydu.
Yüzünde daha huzurlu bir ifade beliren Solan uyumaya devam ediyordu. Artemis gözlerinden akan yaşları tutmaya çalışmayı bıraktı ve yatağa tırmanıp adamın yanına uzandı. Orion'dan sonra ilk defa bir erkeğin yanına yatıyordu ve eli, adamın yüzündeydi. Belki ağlamıyor olsa, bu durumu yadırgardı ama şu anda durumun tuhaflığını düşünemiyordu. Yaşları, adamın göğsüne dökülürken başını boyun boşluğuna yasladı.
Uyanmak ne zordu. Sanki üzerinde bir ağırlık vardı ve yatağa bastırılmıştı. İşin tuhafı kollarıyla sardığı bir şey vardı. Gözlerini aralamaya çalışarak yüzünü buruşturdu. Zorlukla açtığı gözlerini kapatan bir renk vardı, siyah değildi yani gözlerini açmış olmalıydı. Gördüğü renk kırmızıydı, tıpkı Solan'ın saçları gibi. Aniden gözleri açıldı ve sarıldığı ya da ona sıkıca sarılan ağırlığın sahibini gördü.
Bu kadar şaşırmasaydı bağırabilirdi. Solan'ın boynuna attığı kolunu hızla çekti. Hala uyuyan adam ona bir ahtapot gibi sarılmıştı ve kendine doğru çekmişti. Sanki... Sanki sevgilisine sarılır gibi... Bedenine elektrik verilmiş gibi ürpererek kolların arasından sıyrıldı ve bacaklarını ezen Solan'ın bacağını iterek yataktan kaçarcasına uzaklaştı. Nefes nefese kalmıştı ve bu halinin nedeni heyecanıydı. Sinirlenmesi veya tiksinmesi gerekirken o heyecanlanmayı seçmişti.
Kalbi deli gibi çarparken banyoya koştu. Kapıyı kapatıp sırtını kapıya verdi. Boğazından fırlamaya çalışan kalbini durdurmak için elini göğsüne koymuştu. Elleri titriyordu ve başı dönüyordu. Çünkü az önce Orion'u yanında hissetmişti. Onun kokusunu, onun nefes alışını ve onun tenini...
"Kahretsin!" diye söylenerek lavaboya gitti.
Yüzüne soğuk su çarparak sakinleşmeye çalıştı. Ona neler oluyordu? Acaba ahmak kırmızı ona bir çeşit büyü mü yapmıştı? O adamdan her şey beklenirdi!
Doğrulup aynadaki aksine baktı. Sadece ismini söylediği için değil ama adamın sayıkladığı kişinin peri olmadığına dair bir şüphe içinde belirdi, acaba onun için mi üzülüyordu? İhtimal dahilindeydi, anlamsız olsa da Solan onu takıntı yapmış olabilirdi de, peki ona ne oluyordu? Solan'a sarılmak ona neden Orion'u anımsatmıştı? Hatta Solan geldiğinden beri Orion'u delice özlemediği bir an geçmemişti.
Yandaki dolabın kapağını açtı ve ilk defa seçmeden yüzlerce tokadan birini rast gele aldı. Sıkıca saçlarını toplayıp tokayla sabitledi. Konuşması gereken biri vardı, hem de acilen. Üstüne baktı, kan lekeli kazağına. Belki o kadar da acil değildi.
Odaya geçti ve yatakta sere serpe yatan iblise sinirle baktı. Yatağını ne de güzel sahiplenmişti. Yastığını onun yerine koyarak sarılmış ve örtüyü üstünden kaydırarak tek bacağını yukarı çekmişti. Sırt kaslarını süsleyen işkence izleri bu manzaraya tuhaf bir çekicilik katıyordu. İtiraf etmeliydi, uzun bacakları ve biçimli zarif kaslarıyla Solan bir iblis olarak incubustan başka bir şey olamazdı. İyi ki, soğuktu yoksa ele geçirmediği peri kalmazdı.
Başını sallayarak dolabına döndü.
"Bana neler düşündürüyorsun sen ya!"
Kazağını banyoda değiştirdikten sonra Solan'ı yatağında bırakıp dışarı çıktı. Hermes'e Ares'i sormaya karar vermişti ki, Athena'nın kapısı açıldı. Silahlarını kuşanmış bir Athena onu şaşırtmadı. Kholteas saldırısından sonra sürekli alarm halinde dolanıyordu.
"Hena!" dedi kadına doğru yürüyerek. "Ares nerede, biliyor musun?"
Athena mızrağa dönüşebilen sopasını sırtındaki kına takarken ona cevap verdi.
"Kahinin yanında sanırım."
Artemis suratını astı. Kahinin yanına gitmek için vakit kaybedemezdi.
"Apollon?"
Athena doğrulup ona baktı. "Ares'in yanında olabilir, bilmiyorum."
"Herkesin işi mi var ya!"
"Senden başka herkesin, tembel şey! Ne olduğunu bana söyleyecek misin?"
Athena fazla sorgulayıcıydı. Solan'ı anlatana dek göbeğini çatlatacağına emindi. Omzunu silkti.
"Hiçbir şey... Sen ne yaptın?"
"Dünya'yı Eros ile bıraktım, biraz hasret gidersinler. Hazır fırsat varken etrafı kolaçan edeyim dedim."
"Boş oturamıyorsun, değil mi?" dedi Artemis içini çekerek.
Konuşabileceği herkes meşguldü ve yatağı bir iblis tarafından işgal edilmişti. Elini sallayarak odasına döndü.
"Sana iyi şanslar Hena!"
Athena oyalanmadan yönlenince ayaklarını sürüyerek odasına girdi. Kapıyı kapatıp gözlerini istekli ama isteksizce olmaya gayret eden bir tavırla yatağa çevirdi ve aniden gözleri açıldı. Uyuyan bir Solan göreceğini sanıyordu ama yatak boştu. Dağınıklığına bakılırsa yeni gitmişti. Hem de teşekkür etmeden! Hırsla soludu.
"Kaba olduğumu söyleyene de bakın siz! Yatağı bile toplamamış!"

Bölüm 33: Afrodit


Kirke ona gönderilen büyü iziyle rahatlayarak, uzun zamandır ilk defa memnun olmuştu. Artık son hazırlıkların yapılması gerekiyordu ve zamanlama harikaydı. Thor'un son yaşam enerjisini sabah içmişti. Küçük impi, kuru bir cesetten başka bir şey olmayan Thor'u temelli kurutarak toza dönüştürmüş, büyüsü için kullanmak üzere hazırlamıştı.
Taş basamakları kendince hızlı adımlarla inerken arada arkasına bakıyordu. Elindeki kısa meşaleyi tuttuğu dar geçitte ondan başka birinin olmadığına kanaat getirdiğinde aşağıya inmeye devam etti. Loki'nin onu izlemesini istemiyordu, sersem ölümsüzden hiç hoşlanmıyordu ve her şeye burnunu sokmasından da nefret ediyordu.
Eldivenli eliyle duvara tutunarak adım adım basamakları indi. Son basamaktan zemine basınca rahat bir nefes aldı. Yakışıklı Olimposlu kaideyi süslediğinde, giydiği bu kat kat kıyafetlerden, aptal duvaktan kurtulacaktı. Gençliğini geri alıp, Ares sayesinde kazanacağı güzellikle etrafta gururla dolanabilecekti. İşin en iyi kısmı, kimse bu suçunu cezalandıramayacaktı. Çünkü gücüne karşı koyamayacaklar ve hepsi boyun eğeceklerdi.
Bir eli duvarda dinlenirken düşünceler zihninden akıp gidiyor ve her dakika yaklaştığı zevk ve güç okyanusunda yüzmek için sabırsızlanıyordu. Nelai'den gelen haberden sonra bir büyü izi daha gönderilmişti. Demek ki, kız her şeyi ayarlamıştı. Tuzağa girmiş iki kurbanını da çağırmanın zamanıydı. Ares ve anahtarı ona yaşam ve hükmetme gücü vermek için hazırdılar.
Sırtını doğrulttu ve bir zamanlar Thor'u misafir ettiği hücreye doğru yürüdü. Kapı o yaklaşmadan Ghoar tarafından açıldı, Kirke duraksamadan içeri girerken konuştu.
"Her şey hazır mı?"
Bir taraftan da etrafa bakıyordu. İmp zırıltıdan beter bir sesle cevapladı. Anlamsız kelimeleri sadece Kirke anlayabilirdi çünkü sahibi oydu. Kirke mat bir siyaha dönüşmüş kaideye öylesine bakıp diğer tarafına geçti. Duvarlarda altı tane meşale vardı, ne eksik ne fazla, olması gerektiği kadar.
Ghoar yerleri temizlemişti, o iğrenç kokudan az da olsa kurtulmuştuk. Ares gibi bir kral için ona layık bir taht odası hazırlanmıştı. Kirke elindeki meşaleyi yere tuttu. Rünleri dikkatle çizilmiş ama henüz büyüsü tamamlanmamış mührü kontrol etti. Her şey kusursuzdu. Doğrulurken elini sabırsız bir hareketle sallayınca Ghoar duvarın bir çıkıntısı olan kısa masanın yanında belirdi. Çıkıntıdan aldığı gümüş havanı tutar tutmaz Kirke'nin yanında belirdi.
Kirke havanı eline almadan küçük bir bilek hareketiyle impi yükseltti. Uzattığı havanı kokladıktan sonra başka bir hareketle impi yere bıraktı. Ghoar omuzlarının içine gömdüğü başını hafifçe yükseltti. Loki sayesinde elde ettiği malzemeleri dikkatli kullanması gerekiyordu.
"Çabuk olmalıyız Ghoar, ikinci tılsımı çiz. Anahtarı içinde tutmamız gerek, o yüzden hiçbir hata istemiyorum. Thor denen Nord'un kalıntılarını öğüttün mü?" Ghoar onu onaylayan bir zırıltı çıkarınca Kirke başını salladı. "Tamam, çok iyi! Kalıntıları mührü güçlendirmek için kullanacağız. Nelai anahtarı işaretlemiş, istediğimiz zaman çağırabiliriz. Önce Ares'i ve hemen ardından da anahtarı alacağız. Muhafızlar gerisini halledecekler."
Odadan çıkmak için kapıya yöneldiğinde ondan emir bekleyen impe doğru omzunun üstünden baktı.
"Zindandaki kalkanı sakın indireyim deme. Loki'nin buraya inmesini kesinlikle istemiyorum. Anahtar ve muhafızlar için yandaki odayı kullanacağız. Muhafızlar kadını hakimiyetlerine alana dek büyü dengesinin bozulmaması için her şeyi yap." Sonra kapıya doğru döndü. "Ben bile dikkatli oluyorum ve o lanet olası basamakları kendi çabamla inmek zorunda kalıyorum. Sersem bir ölümsüz yüzünden çabalarımın sonuçsuz kalmasına göz yumamam. Gerekirse Loki'yi de harcarız, muhafızlar için zor olmaz."
Zindanları kaplayan büyü kalkanı için sabahtan beri uğraşıyorlardı. Hazır işaret gelmişken planlarının bozulmasına izin veremezdi. Bundan sonra kimseye acıma lüksü yoktu çünkü saat çalışmaya başlamıştı. İlk basamaklara vardığında bıkkınca içini çekti. Kendi kendine çok yakında bu işkencenin sona ereceğini hatırlattıktan sonra ilk adımını atarak tırmanmaya başladı.
***
Sıcaktan bu kadar rahatsız olacağını tahmin edemezdi. Giydiği tişört, nemlenmiş tenine yapışmıştı. Neden buradakilerin üstsüz dolaştığını şimdi daha iyi anlıyordu. Kuruyan boğazını ıslatmak için içecek bir şeyler bakındı. Taş masada gördüğü kil testinin içinde içecek bir şey olması umuduyla yerinden kalktı.
Sıcaklığı normal karşılaması gerekiyordu çünkü oldukları yer bir volkan dağının içiydi. Aslında geldikleri boyut volkan dağları ve lav kayalıklarından oluşuyordu. Sıcak olmayan hiçbir şey yoktu. Hephaistos'un boyutu kocaman bir demir ocağını andırıyordu.
Etrafta kadın görememişti. Normalden uzun ve kaslı kollara sahip yaratıklar deriden yapılmış önlükler ve ateşe dayanıklı deri pantolonlardan başka bir şey giymiyorlardı. Çoğunun gözleri de ateşe bakmaktan ve loş boyuttan dolayı kısılmış gibi küçüktü.
Hephaistos yüzündeki yara izi dışında utangaç bir yakışıklılığa sahipti. Geldiklerinde Adonis'i bir yere götürmeden önce kısa bir anlığına görebilmişti. Aksayan bacağına rağmen hızlı hareket ediyordu.
Küçük kil testiyi alarak pencereye doğru yürüdü. Tam olarak pencere sayılmazdı, dağın içine dağılmış yüzlerce mağaralardan birindeydiler ve hava delikleri olan lav çıkışları sayesinde rahat nefes alabiliyorlardı. Dağın zirvesine yakın olmaları daha iyiydi. Aşağılardaki sıcaklığı hayal dahi edemedi.
Testinin içindeki tatlı suyu yudumlarken Adonis'in buraya neden geldiğini merak etmeye başlamıştı. Adonis Olimpos'taki ani aşk ilanından sonra odaya döndüğünde sakinleşmiş ve daha mutluydu. Odaya girer girmez onun titremesine aldırmadan sarılması Nelai'yi eritmişti. Ona sıkıca sarılan kolların yaşattığı mutluluğu hiçbir şeye değişmezdi. Hiç tartışmamışlar ve Adonis onun söylediği yalanı unutmuş gibiydi.
Girişi kapatan perdenin hışırtısını duyunca Adonis'in geldiğini düşünüp girişe döndü. Gelen Adonis değildi. Sarışın bir kadın girişin önünde durmuş ona bakıyordu. Dalgalı saçları mücevherli bir tokayla toplanmıştı. Üzerindeki dantel büstiyer saten şeritlerle süslenmişti, kolları tüldendi. Kısa eteği ve deri şeritleriyle bacağına sarılmış çizmesi düzgün bacaklarını saklamıyordu.
Nelai kadının onu süzmesi gibi o da kadını süzdü. Elindeki testiyi pervaza bırakıp kadına önünü döndü. Kadın memnuniyetsiz bir bakışla dudağını büküp söylendi.
"Sen de kimsin?"
Nelai cevap vermek için ağzını açmıştı ki, kadın umursamazca başını yana çevirdi.
"Tepsileri şuraya bırakın." Dedi arkasında bekleyenlere ve odaya girerek yumuşak minderlerle kaplı divana yürüdü. "Adonis gelene dek her şey hazır olsa iyi olur yoksa canım sıkılır."
Adonis'in lafını duyunca Nelai kaşlarını çattı ve odaya girenlere baktı. Bunlardan ikisinin kadın olduğu belliydi. Erkekler gibi önlük giymişlerdi ama göğüslükleri daha kapalıydı. Tepsileri bırakan iki adam dışarı çıktı ve kalan kadınlar sofrayı düzenlemeye başladılar.
"Sen de çık dışarı, her kimsen!"
Nelai kime seslendiğine bakmak için sarışına döndü, kibirli bakışları onun üzerindeydi. Kadın sinirli bir sesle söylendi.
"Sağır mısın sen? Hephaistos'u görmeye geldiysen dışarıda bekle! Onun konuklarıyla uğraşacak kadar vaktim yok."
Nelai başını dikleştirdi. "Bu hazırlıklar neden?"
Kadın karşısında konuşulmasından hoşlanmaz bir ifadeyle kaşlarını kaldırdı. Güzel bir kadındı ama çok kendini beğenmiş bir havası vardı. Alaycı bir tavırla konuştu.
"Bu seni ilgilendirmiyor. Şimdi Adonis gelmeden dışarı çık!"
Nelai sırıttı ve kollarını göğsünde kenetledi.
"Sana kötü bir haberim var. Adonis'e eşlik eden kişi benim, seni görmeye filan gelmedi. Bu arada sen de kimsin?"
Kadın o kadar şaşırmıştı ki, ağzı aralı bir süre konuşamadı. Divandan hızla kalktığında ise odaya giren Adonis ve Hephaistos'u fark edince durakladı. Adonis yanındaki adamla şakalaşarak içeri girdi ve doğruca ona baktı. Bu gülümseme için ölünebilirdi. Nelai nefesi kesilmesine rağmen ölümsüze gülümsemekten kendini alamadı.
"Adonis!"
Adonis başını sese doğru çevirirken sarışın kadın kendini çoktan adamın kollarına atmıştı. Daha doğrusu atmaya çalışmıştı çünkü Adonis'in elinde dikdörtgen tahta bir kutu vardı. Kutuyu kadının çarpmaması için yana aldığında, açılan boşluğa sokulan kadın, Adonis'in dudaklarına uzandı.
Adonis'in son anda öpücüğe karşı koymak için başını geriletmesine aldırmayan kadın neşeyle gülümsedi.
"Ah! Seni nasıl da özlemişim." Dedi ve adamın yüzünü elleri arasına alarak devam etti. "Beni ziyarete gelmen neden bu kadar uzun sürdü bebeğim?"
Adonis çekingen bir tavırla kadının elinden başını çekti ve ona doğru kısa bir bakış attı. Yeniden kadına dönerek konuştu.
"Seni ziyarete gelmedim Afrodit." dedi kadının yanından sıyrılarak ona doğru yürüdü. "Hephaistos için gelmiştim."
Nelai kadına daha alıcı gözle baktı. Afrodit'i ilk defa görüyordu. Adonis'in uzun süre sevgilisi olmuş olan kadının güzelliği tartışmasızdı ama bir o kadar da sinir bozucu biriydi. Kadından nefret etmişti.
Adonis onun yanında duraklayıp çenesinden tuttu ve bakışlarını kendine çevirdi. Afrodit'i görmezden geliyordu. Nelai garip bir gurur haliyle yakışıklı ölümsüzün güzel gözlerine baktı. Adonis hoş bir sesle konuştu.
"Çok beklettim mi?"
Nelai gülümseyen dudaklarına söz geçirip konuşmayı başardı.
"Bu yaşıma kadar beklettin sadece..."
Adonis cevap karşısında gamzelerini belirginleştiren bir gülümsemeyle onun kalbini tekletti. Bu anı bozan da Afrodit olmuştu.
"Bu kadın da kim? Ve senin yanında ne işi var?"

Bölüm 34: Taşın Büyüsü

Adonis doğruldu ve kadına doğru öylesine baktıktan sonra kenarda sessizce duran Hephaistos'a elindeki kutuyu havaya kaldırarak konuştu.
"Bunlar için teşekkür ederim Hephaistos. Sen kesinlikle bu işte mükemmelsin. Bence hayatında her şeyin en iyisini hak ediyorsun." Dedi ve yan bakışla Afrodit'e göz atarak lafını tamamladı. "Kesinlikle şu anda elindekilerden çok daha iyisini hak ediyorsun."
Afrodit'in bakışları öfkeyle kısıldı.
"O zaten en iyisinin yanında Adonis! Bence sen kendi derdine yan! Yoksa zaten yandığın için mi bana geldin?"
Adonis'in gece mavisi gözlerinde öfkeli bir şimşek çaktı.
"Yaptıklarından sonra Ares'in seni daha kötü cezalandırması gerekiyordu ama Hephaistos'a dua et ki, seni korudu. Sen ise hala hainlik peşindesin."
Afrodit üzgün bir tavırla başını eğen Hephaistos'a aldırmadan uzun adımlarla yürüyerek Adonis'in karşısında durdu.
"Asıl senin yaptığın ihanet, Adonis. Ares tüm yeteneklerimi benden alırken sesini dahi çıkarmadın. Seni seven tek kadına yapılan işkenceye göz yumdun. Korkmanı anlıyorum ama şu anki alayını hak etmediğime eminim."
"Hak ettiğini zaten almadın, o yüzden çeneni kapatıp Hephaistos'un sevgisine layık olmaya çalışsan daha iyi olur."
Afrodit daha da öfkelendi. "Hala beni istediğini biliyorum Adonis. Başkalarının ardına saklanmaktan vaz geç! Sen hep benimdin ve sonsuza dek benim kalacaksın. Ne anahtara seni kaptırırım ne de o soğuk Persephone'ye! Hiçbiri benim kadar ateşli olamaz."
Adonis sinirli sahte bir gülüşle başını çevirdi. Nelai ise kadının sözlerine daha çok kızmıştı. Hephaistos'un üzgün haline rağmen, kadının Adonis'e baskı yapmasına inanamıyordu. Hem de onun karşısında Adonis'e kur yapıyordu. Çileden çıkarak pervazda duran testiyi aldı ve kadına döndü.
"Madem bu kadar ateşlisin, sana yardım edeyim de yanıp kül olma."
Sözleri biter bitmez, testide kalan suyu kadının başına boca etti. Afrodit yüzüne çarpılan suyla şok olmuştu, çığlık atarak geriledi. Nelai ise elindeki testiyi yere atarak parçaladıktan sonra boşta kalmış elini kadının boğazına attı. Gözü hiçbir şey görmüyordu. Parmakları kadının boğazında kasılırken dişlerinin arasından hırladı.
"Adonis ne sana ne de başka bir kadına ait. Onu rahat bırakacaksın! Beni anladın mı süs bebeği? Bir daha Adonis'in adını ağzına alırsan dilini kökünden kopartırım! İnan bana, bunu yaparım."
Adonis ve Hephaistos yetişerek Afrodit'i Nelai'nin elinden zor almışlardı. Kadın öksürerek onu tutmaya çalışan Hephaistos'a sığındı. Gözleri dahi yaşarmıştı ve boğazındaki beyaz parmak izleri yakında renklenecekti. Adonis, Nelai'yi kendine çekerken; Nelai hala öfkesini kusamamıştı.
"Bir de ateşli olduğunu söylüyorsun! Sen buradaki en soğuk yaratıksın sersem kadın!"
Afrodit Hephaistos'un kolunda girişe dönerken kısık sesle ona cevap vermekten geri durmadı.
"Seni öldüreceğim! Bana saldırmaya nasıl cüret edersin? Sen kim oluyorsun?"
Nelai silkinerek Adonis'ten kurtuldu ve duruşunu dikleştirdi.
"Adım Nelai, unutma! Beni bulmakla uğraşma, ben seni bulurum!"
Afrodit odadan çıkınca Nelai öfkesini hala bastıramamanın verdiği hırçınlıkla yerdeki kırık testiye bir tekme attı. Adonis'in uzatmalı sevgilisiyle tanışmak onu düşündüğünden daha çok kızdırmıştı. Alevli bakışlarını onu şaşkınca izleyen Adonis'e çevirdi.
"Bu kadında ne buldun, söyler misin?"
Adonis boğazını temizleyip cevap verdi. "Çok çekici ve güzel bir kadın..."
Nelai bir panter gibi adama atıldığında; Adonis çevik bir hamleyle onu yakaladı. Tek kolunu kullanarak onu kendi bedenine bastırdı. Nelai kolları bedenine yapışık ve sırtı Adonis'in göğsüne yaslı bir halde nefes nefese kaldı.
"Sana çekicilik neymiş göstereceğim Adonis! Bakalım bundan sonra benden başka herhangi bir şeyi çekici bulabilecek misin?"
Adonis onu kendine iyice bastırıp hareketsiz bıraktıktan sonra kulağına eğildi.
"Ne zaman başlıyorsun?"
Nelai başını yana çevirip ölümsüzün parıldayan gözlerine baktı.
"Neye başlıyorum?"
Adonis sırıttı. "Beni baştan çıkarmaya!" dedi dudaklarına doğru fısıldayarak ekledi. "Çünkü senin çekiciliğinin bana etkisi bu oluyor."
Nelai öfkesinin yerini heyecanın aldığını fark etti. Bir nefes ötesindeki dudaklar onu şimdiden baştan çıkarmıştı, meydan okumak anlamsızdı. Adonis her halukarda kolayca kazanacağa benziyordu. Heyecanından kuruyan dudaklarını yaladı.
"Neden acaba?"
Adonis bileğinden tutarak onu kendine doğru çevirdi. Elindeki kutuyu pervaza bıraktı ve kollarıyla onun belini gevşekçe sardı.
"Sana nedenini açıkladım tatlı iblisim. Zeki biri olduğun için artık kavradığını düşünüyordum."
Kalbi mutlulukla çarpan Nelai adama sarılmamak için kendini zor tutuyordu. Elinin birini yumruk yapmış açmaktan korkuyordu. Anahtar için hazırladığı rün başkasına dokunursa, geçiş izni, dokunduğuna geçecekti ve Adonis'i, açgözlü Kirke'nin yanına göndermeye hiç niyeti yoktu.
"İblisim mi?" dedi çapkın bir gülümsemeyle. "Bakıyorum evcil iblisini sahiplenmişsin."
Adonis diliyle dudağını yalayıp utangaç bir tavırla sırıttı. Nelai adamın derinleşen gamzesine hayranlıkla bakarak yüzünü süzdü. Son nefesine dek özleyeceği güzel yüz hatlarını ezberlemek için acele etmedi. Bu düşünceyle de şimdiki ana gölge düşürmedi.
Adonis onun bakışlarında ne sezdiyse ifadesi yavaşça ciddileşti ve derin bir nefes sonrası konuştu.
"Hayatımda ilk defa benim diyebileceğim bir aşka sahibim Nelai. Artık hiçbir şey umurumda değil, iblis olman veya zamanında kimlerin yanında olduğunla ilgilenmiyorum. Senin için tek olmak istiyorum. Bana yaşattığın tüm duygular kalbime can verdi, o duygular benim. Sevgime korkmadan sahip çıkmak ve senin aşkını kazanmak için yapamayacağım hiçbir şey yok."
Kolunun birini çözdü ve nem yüzünden dağılmış örgüsünden çıkan saç tutamlarını okşadı. Nelai hissettiği aşkla felç olmuştu, bakışlarını sevdiği adamın yüzünden alamıyordu. Bu sözlerin yalan olduğunu düşünmek istemiyordu, inanmak istiyordu. Adonis hoş bir boğuklukla konuşmaya devam etti.
"Sen beni sevene dek vaz geçmeyeceğim benim tatlı iblisim." Bakışlarını onun gözlerine kaldırdı ve neredeyse yalvarırcasına fısıldadı. "Ne olur bana ihanet etme."
Nelai yutkundu. İhanet! Ares ve Dünya'yı Kirke'ye vermek ihanet sayılır mıydı? Yani Adonis'in en sevdiklerini acımasız Kirke'nin kötücül planlarında teslim etmek ihanet sayılır mıydı? Bu saatten sonra vaz geçse neyi düzeltebilirdi?
Dudakları titredi. Adonis başparmağı ile titreyen dudaklarına bastırdı. Konuşmasını engelledikten sonra kendisi devam etti.
"Şu an söyleyeceğin hiçbir şey için seni yargılamayacağım. Ve her şeyi düzeltmene yardım edeceğim. Güven bana, bu kez güven bana çünkü ben sana tüm kalbimle güvenmek istiyorum."
O kadar içten konuşuyordu ki, rol yapıyor olamazdı. Konuşmaya başlamadan önce Adonis'in kollarından sıyrıldı. Adonis gönülsüzce onu bıraktı ve pervaza yaslandı. Nelai dudağını kemirerek bir süre yere baktıktan sonra başını kaldırdı. Sıktığı yumruğu katılaşmıştı ve batan tırnakları yüzünden avucundan kan damlamaya başlamıştı. Adonis'in görmemesi için kanayan elini sakladı. Anlatmaya başlamadan önce kırık bir sesle sordu.
"Mor taş kimde?"
"Ne?"
"Taş... Geçit taşım kimde?"
Adonis bıkkınca nefeslendi. "Yine mi o taş?" diye söylenerek elini cebine attı.
Nelai'nin dehşet içindeki bakışları altında, cebinden çıkardığı taşı havaya kaldırdı.
"Bende, elbette!"
Nelai korkuyla kasıldı ve kekeleyerek mırıldandı.
"Hayır, hayır, bu olamaz!"
Adonis kaşlarını çatıp elindeki taşa bakarken taş çatladı ve içinde saklı olan büyü dağıldı. Nelai atılmıştı ama geç kaldı. Büyü adamı hızla sardı ve Adonis ortadan kayboldu. Nelai boşluğa atılmıştı.
"Adonis! Hayır, neden taşı Ares'e vermedin?"

Bölüm 35: Ada

Geçit taşına benzetilen taşın içinde Kirke'nin adasına yönelmesini sağlayan bir büyü gizliydi. Kim elinde tutarsa ona izin verilecekti. Hedefi olan Ares yerine Adonis'in adaya gitmesiyle Nelai çılgına dönmüştü. Kirke'nin izni olmadan adaya gidemezdi ve Adonis'i kurtarmak istediğini Kirke anlarsa onu da yaşatmazdı. Çünkü birinci kurban Adonis olmuştu.
Nelai gözleri yanarak az önce Adonis'in yaslandığı pervazdan doğruldu. Anahtar için kazıdığı rünün olduğu elini havaya kaldırıp avucunu açtı. Tırnaklarının açtığı yarım aylardan akan kanı avucuna dolarken görünmeyen rüne gözlerini dikti. Kirke'nin adasına gitmesini sağlayacak olan büyü, Adonis'i kurtarmasına yarayacak mıydı acaba? Denemeliydi veya denerken ölmeliydi.
İkinci işareti vermeden Adonis'i aldığına göre Kirke planı değiştirmişti. Nelai değişikliği bilmediği için saf ayağına davranmaya karar verdi. Anahtarı işaretlediğini belirten rünü zemine çizmek için eğilmişti ki, avcunda bir yanma hissetti. Rün işliyordu. Parmaklarından sızan kan zemine damlıyordu, şuursuzca ayağa kalktı. Bu nasıl olabilirdi?
Adaya yönelmeyi beklerken ifadesini düzeltmeye çalıyordu ve o anda odada Solan ve Ares belirdi. Geç kalmışlardı. Nelai yönlenirken Ares'e fısıldadı.
"Adonis onun elinde! Kanımı kullanın."
Bir an sonra Kirke'nin karşısında ve anahtarı hapsetmek için hazırlanan mührün tüm ortasındaydı. Kirke öfkeliydi. Onu görünce daha da öfkelendi.
"Sen! Bu yaptığının anlamı ne?"
Nelai etrafında süzülen rünlerin parıltısı altında doğruldu. Adonis odada değildi, anlaşılan onun tuzağı başka bir yere hazırlanmıştı. Taş zindandaki diğer dört kişiye baktı, bunlar kendi mühür alanlarında güç toplayan muhafızlardı. Her biri yere bağdaş kurmuşlar ve dumanlı rünlerin sardığı mühürlerinde sakince oturuyorlardı.
"Nelai!" diye öfkeyle seslenen Kirke'ye döndü. Etrafına yaydığı öfke titreşimlerini mühre rağmen hissedebiliyordu. Bu demekti ki, diğer gücü şehvet iblisini bastırmıştı ve enerjiyi çekmeye başlayınca denge tamamen kırılacaktı. "Açıklamanı duymak istiyorum."
Nelai sakin durmaya özen göstererek mührün kıyısına dek yürüdü.
"Acele ettin, sana ikinci işareti vermemiştim."
"Ne saçmalıyorsun? İkinci işareti almamış olsam neden büyüyü başlatayım aptal kız?"
Kaşlarını çattı. "Ben değildim."
"Ambrosia yanında mı?"
Nelai başını salladı ve cebinden ezilmiş meyveyi çıkarttı. Kirke öylesine meyveye bakıp başını kaldırdı.
"Tamam, sen de kalsın. Tam bir iblis olmadığın için hırpalanmış olsa da etkisini kaybetmez."
Nelai meyveyi cebine geri koydu. Kirke derin bir nefes aldı ve kızgın bir tonda impini çağırdı. Ghoar elinde bir kaseyle belirince Kirke hırsla elinden aldı ve içindeki tozları mühre fırlatıp bir kısmını etkisizleştirdi.
"Gel!" diye emir vererek kaseyi yeniden impe uzattı.
Nelai aralanan mührü geçerken tedirginliğini saklamaya çalışıyordu. Kendinden emin ve haklı durması hayati önem taşıyordu. Adonis'in ne halde olduğunu görebilirse, yardım etmek için gerekirse hayatını verirdi. Kirke'nin peşinden odadan çıktı.
Zindanı dolduran büyü enerjisi tenini ürpertiyordu. Nefesini sabit tutmak işkenceydi. Nelai yaşlı kadını hemen ardından takip ederken Kirke aniden durdu ve ona döndü.
"En küçük bir büyü yaptığını sezersem seni pişman ederim."
Nelai başını salladı. Kirke yüzünü örten duvağın altından birkaç saniye ona baktıktan sonra dönüp tam karşıdaki kapıya doğru yürüdü. Bir yandan da konuşmaya başladı.
"Düzeltilemeyecek bir şey değil ama beni hayal kırıklığına uğrattın. Adonis'in gelmesini beklemiyordum. Onunla ilgili başka planlarım vardı ama hiç yoktan iyidir. Ares'i yakalasaydın çok daha iyi olacaktı. Onu kendime düşman etmek şu durumda canımı sıkabilir. Hızlı davranmalıyız."
Kapının önünde duran Kirke açmadan önce ona döndü. Tepkilerine dikkat kesildiğinin farkındaydı. Bu bir testti. İçinde kopan fırtınaları yüzüne yansımaması için ifadesini bozmamaya çalıştı ve duygusuz bakışlarla kadına baktı. Kirke kısık bir sesle konuştu.
"Olimpos hala güçlü mü?"
Nelai başını sağa sola salladı. "Hayır, nektar alamadıkları için diğer ölümsüzler gibi güçlerini kaybetmek üzereler. Çok yakında ölemeyen sıradan insanlara dönüşeceklerine eminim."
"Ares de mi?"
"Ares de!"
Kirke bir süre düşündükten sonra başını çevirdi. "O kadar bekleme lüksüm yok. Büyüyü başlatmalıyım."
Kapı açıp içeri girerken Nelai kafa karışıklığı ile geride kalmıştı. Anahtarı almak şu durumda çok zordu, hatta Ares'i bertaraf edemedikleri için imkansızdı. Kirke plandan neden vaz geçmiyordu? Büyücüyü vaz geçmesi için ikna etmeliydi fakat az zamanı vardı. Kirke'nin ona seslenmesiyle kendini topladı ve içeri doğru yürüdü.
Adonis rünlerle çizilmiş beş köşeli bir yıldızın tam ortasında dizlerinin üzerindeydi. İki bileğine geçmiş zincirler, onun doğrulmasına izin vermiyordu. Rünler henüz işlemiyordu ve adamı durduran büyülü zincirlerdi. Kelepçeler şimdiden kanla lekelenmişti, anlaşılan Adonis kurtulmak için boşuna çabalamıştı.
Odadaki mat renkli bir kaidenin hemen yanına zincirlenmişti. Nelai kaideden yansıyan hisle rahatsız oldu, ölüm kokuyordu. Bakışlarına soğuk bir ifade vererek Adonis'in kızgın bakışlarıyla yüzleşti. Kalbi onu öldürecek kadar ağrıyordu çünkü Adonis ondan nefret etmek üzereydi, belki de ediyordu.
Kirke mührün kıyısına dek yürüdü. Adonis zincirleri yeniden gererek kurtulmak için debelendi ama bu sadece bileğindeki baskıyı arttırdı.
"Yeter Adonis." Dedi Kirke. "Senin kanın bana lazım, her damlası değerli."
Nelai dehşet içinde kasıldı. Bakışları hızla kaideye çevrildi. Kadının amacını şimdi anlamıştı, daha önce neden kavrayamadığına şaşırdı. Daha çok küçük bir kızken Kirke onu buraya Ghoar'a yardım etmeye gönderirdi. Kaidede uyuyan biri olduğunu hatırlıyordu. Ghoar onu kesinlikle kaideye yaklaştırmıyordu, sadece temizlik işlerini ona yaptırmak için hücreye alıyordu.
Bir gün kaideye fazla yaklaşmıştı ve damar gibi görünen kızıl çatlaklara dokunmak istemişti. Ghoar bunu fark edince kıyametleri koparıp onu Kirke'ye şikayet etmişti. Kirke o zamanlar duvak takmıyordu çünkü yüzü fazla yaşlanmamıştı. Kadının yüzünü ilk defa o kadar öfkeli görmüştü.
"Sen beni öldürmek mi istiyorsun?" diye bağırmıştı ve onu sertçe tokatlayarak yere düşürmüştü. Tepesine dikilip öfkesini kusmaya devam etmişti. "Seni aptal kız! Kaidenin büyüsünü bozsaydın ne olacaktı? O adamın kanına ihtiyacım var, beni duyuyor musun? Kaidedeki adamın kanı sayesinde yaşıyorum ben anladın mı?"
Zindanda tek başına geçirdiği on gün ve Kirke'nin laneti, kadının söylediklerini anlamasına yardımcı olmuştu. Fakat o anıyı unutmuştu çünkü yaşadığı sıralarda beş yaşından büyük değildi. Duygularını gizleyen bir ses tonuyla sordu.
"Kaidedeki adam... Ona ne oldu?"
"Öldü." Dedi Kirke basitçe ve ilgisi yeniden Adonis'e döndü. "Umarım sen ondan fazla dayanırsın Adonis."
Adonis'in çenesi kasıldı ve bakışlarını Kirke'nin duvağına dikti. Kirke öfkesinden sıyrılmıştı, anlaşılan değişiklikler hoşuna gitmeye başlamıştı. Daha sakin bir sesle konuştu.
"Şimdi iznini istiyoruz güzel Adonis, bazı ayarlamalar yapmalıyım. Fakat çok yakında geri döneceğim ve seni huzurlu bir uykuya uğurlayacağım. Böylece efsanevi güzelliğin ve gençliğin benim olacak!"
Kapıya doğru döndü. Nelai kararsız kalarak Adonis'e baktığında kadın onu uyarırcasına konuştu.
"Beni takip et Nelai. Diğer konuğumuz huysuzlanmaya başlamadan planımızı gözden geçirmeliyiz."
Nelai kendini adama açıklamak istiyordu ama Kirke varken yapamazdı. Üstüne üstlük sersem imp de ortalıkta dolaşıyordu. Yine de küçük bir cesaretle Adonis'e doğru yürüdü ve tek dizinin üstünde çökerek adamın gözlerine baktı. Tüm duyguları keskin birer bıçak gibi adamın gözlerinden ona saplanıyordu.
Elini yere basarak destek aldıktan sonra kan lekeli elini kaldırdı ve Adonis'e doğru uzandı. Fakat eldivenli bir el adama dokunmasına izin vermedi.
Kirke pençeye dönüşmüş parmaklarıyla onun bileğini kavradı ve bir yılan gibi tısladı.
"Kan izini ona sürme Nelai!" dedi ve sertçe geriye itti. "Bu kadarcık bilgiyi de unutmuş olamazsın."
Nelai arkasına doğru düşerken Adonis küçümser bir sesle konuştu.
"Sahibini dinle küçük iblis."
Nelai kibirle doğrularak tepeden Adonis'e baktı. Hislerini demirden bir maskenin ardına saklayarak soğuk bir sesle konuştu.
"Beni o gölde ölüme terk ettiğin anı hatırladın mı? Şimdi sıra bende Adonis, ben seni ölüme terk ediyorum. Benden sana küçük bir tavsiye; sen de benim yaptığımı yap. Etrafına iyi bak Olimposlu çünkü o güzel gözlerinin görebileceği son manzaralara bakıyorsun."
Adonis kaşlarını çatarak bakışlarını yana çevirdi. Hayal kırıklığı, üzüntü, kızgınlık... Nefret... Tüm bunların yanında kırılmış bir kalbin çırpınışları... Nelai de sevdiği adamdan farklı değildi. Arkasını dönüp kapıya doğru yürürken kalbinin atışları kulaklarında yankılanıyordu. Umuyordu ki, Adonis ona olan kızgınlığını bastırıp sözlerinin anlamını düşünürdü. Gölde iken Adonis önce onu bırakmış, ardından da kurtarmıştı. Nelai de öyle yapacaktı, mecburdu.
Kirke'nin adımlarını duyduğunda yavaşladı ve basamakların başlangıcında kadının gelmesini bekledi. Kirke yanına gelince kadına yol vermek için geriledi. Kadın adımını atmadan önce keyifli bir sesle konuştu.
"Hakkını vermeliyim Nelai. Adonis senden olduça etkilenmiş. Bunu başarmana şaşırdım. Onunla seviştin mi?"
Kirke onun cevabına dikkat kesilmişti. Nelai tek kelimeyle yanıtladı.
"Hayır."
Kirke daha da memnun bir sesle konuşarak basamakları tırmanmaya başladı.
"Aferin sana, benim tatlı Nelai'm, aferin."

Bölüm 36: Solan'ın Şartı

Kahinin salonunda toplanmışlardı ve Ares odanın kenarında sinirli adımlarla dolanırken konuşulanları dinliyordu. Solan olanlar yüzünden hala kendisine öfkeliydi, nasıl olur da anlamamıştı? Nelai kendini bu denli nasıl saklayabilmişti? Herkes üzgün ve telaşlıydı ama o Ares kadar öfkeliydi.
Solan başını kaldırıp odadakilere göz attı. Eros, Athena, Dünya, Apollon, Hades, Prometheus, Hekate ve Artemis... Ayakta olan sadece o ve Ares idi. Solan duvara dayanmış elleri cebindeydi. Hephaistos'un boyutundan aldıkları kutu ve Nelai'nin yere damlamış kanını aldığı küçük şişe masanın üzerindeydi. Kirke'ye karşı kullanabilecekleri tek silahları da onlardı.
Kahinin sesi bir kez daha duyuldu.
"Kirke'nin boyutuna gitmek için kanı kullanabiliriz ama böyle bir geçit fazla kişiyi taşımaz. En fazla üç kişi gidebilir."
Athena atıldı.
"Ben geride kalmam. Adonis, o cadınının elindeyken burada oturamam."
Kahin gözlerini üzgünce Athena'ya çevirdi. "Tek sorun Kirke olmayabilir Athena."
Apollon doğruldu. "Ne demek bu kahin?"
Kahin sakin bir sesle anlatmaya başladı.
"Muhafızların çağrılması canımı sıkıyor. Durdurulması çok güç yaratıklardır ve başka güçleri kontrol edebilirler." Apollon'a baktı. "Ölümsüzlük onlar için engel teşkil etmez. Şu anki güçlerinizle onlarla baş edemezsiniz."
"Biz de ölene dek savaşırız." Dedi Athena sert ve kararlı bir sesle.
"Muhafızların bir özelliği daha var." Diye Athena'dan sonra konuştu, kahin. "Sayısına göre çağırdıklarının gücü ve miktarı artar. Şimdilik iki muhafız olduğunu söylemiştin, değil mi Solan?"
Solan başını salladı. "İki tane." Kahin devam etmesi için başını sallayınca ekledi. "Nelai bir cadı-iblis melezi, en güçlülerinden biri. Belki de en güçlüsü. İki farklı gücü ölümlü bedeninde nasıl kontrol ettiğini bilmiyorum ama tek başına muhafız ile baş edebilecek kadar enerjisi olduğunu düşünüyorum. Eğer kendisinin kapasitesinin farkında ise; durum daha kötüye gidecek demektir."
Kahin solgun bir gülümsemeyle başını salladı. "Dua edelim de, aşk bu kez kaybetsin. Umalım da, kendini Adonis'i sevdiğinden çok seviyor olsun."
"Ne demek istiyorsun?" dedi Hades. "Nelai ile Adonis mi?"
Kahin başını salladı. "Olacak olan olur, biz başımıza gelebilecek tehlikeleri düşünelim. Nelai'nin ne yapacağı şimdilik bizim sorunumuz değil."
Ares kızgın bir nefes alıp durdu ve kahine döndü.
"Boyutu ne zaman açacaksın?"
"Ben açmayacağım."
Ares kaşlarını çatarak sert bir sesle konuştu. "Bize yardım etmeyeceğini mi söylüyorsun?"
Kahin başını salladı. "Etmeyeceğim çünkü..." dedi ve imalı bir bakışla Solan'a döndü. "Boyutu Solan açacak, değil mi Solan?"
Solan kahinin içindeki ateşi fark ettiğini anlamıştı. Adamın keskin bakışlarıyla yüzleşip sadece başını salladı. Kahin gözlerini kısan bir gülümsemeyle doğruldu.
"Kapı rünü için yakında karşı taraftan yardım alacaksın, sen sadece boyutun bu kısmını açmalısın. Boyut büyüsü için aracı kullanmalısın Solan!" dedi uyaran bir bakışla. Solan adamın demek istediğini anlamıştı. Ateş onu etkilemesin diye aracıyla boyut açması daha iyi olurdu. Kahin onay beklemeden devam etti.
"Boyuttan geçecek olanlar Ares, Solan ve Artemis olacak. Diğerlerinin burada kalması gerekiyor çünkü işler karıştığında birilerinin hazır olması gerek. Nektar olmadığı için güçlerinizi kullanamayacaksınız. Bu nedenle savaş sizin için zor olacak."
"Evleri uyarmalıyım." Diye söylenen Ares'i onaylayan kahin devam etti.
"Az zamanın kaldı Ares. Savaş yaklaşıyor, sanırım kokusunu alabiliyorsun."
Ares'in kızgın gözleri eritilmiş altın gibi ışıldadı ve yüzü saf öfkeyle aydınlandı. Yumrukları sıkılıydı, diğerlerine bakarken kararlı bir sesle konuştu.
"Zaferin tadını alabiliyorum!"
Olimpos'a döndüklerinde Ares, Dünya ve Solan dışındaki herkes hazırlık yapmak için dağılmışlardı. Evlere mesaj göndermesi için Ares, Hermes'i çağırdı. Küçük salondaydılar. Hermes odada belirince Ares hızlıca adama ne yapması gerektiğini anlattı. Saldırı tehlikesi hakkında evleri uyaracaktı. Ares fazlasına gerek kalmayacağını umuyordu ama içinden bir ses işlerin kötüye gideceğini fısıldıyordu.
Hermes gittikten sonra Dünya ayakta duran Ares'in elinden tutarak kanepeye doğru çekti.
"Biraz otur sevgilim, rahatla hiçbir şey olmayacak. Adonis'i kurtaracağız."
Ares uzanıp Dünya'nın alnına bir öpücük bıraktı ve çekilirken konuştu.
"Kendime çok kızıyorum papatyam. Gözümün önünde oldu her şey ve ben hiçbir şey yapamadım. Adonis'e bir zarar gelirse..."
Dişlerini öyle sıkmıştı ki; Solan, Ares'in çenesinin parçalanacağını düşündü. Dünya teselli edercesine onun koluna sarıldı.
"Böyle düşünme Ares. Onu kurtaracağız."
Ares Dünya'ya doğru baktı ve tesellisini kabullenen bir gülümsemeyle nefeslendi. Sonra Solan'a döndü.
"Anlat bakalım, sen benden ne saklıyorsun?"
Solan kaşlarını çattı ve afalladı. Kahinin sözleri yüzünden mi kuşkulanmıştı? Ares kendinden emin bir tavırla devam etti.
"Bir süredir çok tuhafsın. Şu hastalığın da aklımı kurcalıyordu. Anlatmanı bekledim ama senden ses çıkmayınca, zorlamam gerektiğini düşündüm."
"Hasta değilim." Dedi sakin bir ifadeyle. "Sana kim anlattı?"
"Kimin anlattığını biliyorsun Solan ve onu endişelendirdiğine göre, durumun çok ciddi olmalı. Yoksa dualarının kabul olduğunu düşünüp sadece sevinmekle yetinirdi."
"Kötü bir şey yapmıyorum."
"Kötü olduğunu söylemedim!"
"Sorun çıkaracak bir şey de değil."
Ares öne doğru eğilip gözlerini kıstı. "Sorun çıkarıp çıkarmaması da önemli değil. Ben sadece öğrenmek istiyorum."
Solan köşeye sıkışmıştı, ne diyeceğini bilemez halde Ares'e bakarken odada beliren Hermes tüm dikkati çekti.
"Ares! Riftar ve Jxon saldırıya uğramış. Nektar istiyorlar, karşı koymak için güçleri yetmiyormuş."
"Kahretsin!" diye söylenen Ares, Solan'a döndü. "Sen Dünya'yı eve bırak ve Apollon gelene dek yanında bekle. Ben Jxon'a gidiyorum, Hekate de Riftar'a gitsin."
Dünya panikle ayağa kalkmıştı. "Nektarsız savaşamazlar."
Ares kızgın bir bakışla ezik bir halde duran Hermes'e göz attıktan sonra Dünya'ya döndü.
"Merak etme hayatım, biz püskürtebiliriz. Sen sadece sakin ol ve bebeğimize iyi bak. Sana haber göndereceğim."
"Ares..." diye üzgünce mırıldadan Dünya'ya sarılan Ares kadını susturdu.
"Hadi, sevgilim. Vaktimiz yok." Solan'a döndü. "Benim dediklerimi yap Solan ve sonra da şu kahrolası boyutu bir an önce hazırla."
Ares Hermes'i diğer evlere gönderdikten sonra doğruca Jxon'a gitti. Solan, Dünya'ya evinde eşlik ettikten sonra Apollon gelince Olimpos'a geri dönmüştü. Salonda bıraktıkları Nelai'nin kanının olduğu şişeyi aldı. Phobos'un savaş büyücülerinden yardım almak için geçidi açmıştı ki, odaya Artemis yönlendi.
Artemis onu görünce bir an şaşaladı. Solan ise kıza çabuk bir bakış atıp geçide adımladı. Kolunda hissettiği baskının nedenini anladığında çok geçti, boyuta geçmişti. Bataklıktan farkı olmayan bölge, çürümeye yüz tutmuş ağaççıklardan ve odunumsu otlardan oluşmuştu. Yer bir baştan bir başa kalın bir yosun tabakasıyla kaplanmıştı. Artemis boyuta geçtiklerinde onun koluna daha sıkı sarıldı.
"Bu lanet olası yer de neresi?"
Solan inanamıyordu, kızın bir kuyruk gibi onun peşine takıldığına inanamıyordu. Kolunu çekerek ondan kurtardı.
"Geri dön Artemis!" dedi etrafına bakarak. Kimseyi göremeyince kıza döndü. "Burası sana uygun bir yer değil."
Artemis'in şaşkın bakışlarını ona çevirdi.
"Gidecek başka boyut bulamadın mı sen? Ne berbat bir zevkin var. Bu iğrenç yer de neresi?"
Kız çizmelerine bakarak homurdandı. "Bu ne ya! Çizmelerim mahvoldu."
"Burası benim büyüdüğüm yer."
Artemis çizmelerine yapışan macunsu çamuru temizlemek için tepinmeyi bıraktı ve gaf yaptığının bilincinde kaşlarının altından ona baktı. Solan derin bir nefes alıp sakince konuştu.
"Şimdi Olimpos'a döner misin?"
"Hayır!"
"Neden?"
Artemis kollarını göğsünde kenetleyip kibirle cevap verdi.
"Sürekli ayılıp bayılıyorsun, sorumluluk sahibi birinin senin arkanı kollaması gerekiyor."
"Arkamı sen mi kollayacaksın Zeus kızı? Senin güçlerin bile zayıf."
Artemis biçimli dudaklarını büktü. "Ona rağmen seni kurtardım değil mi? Hem de birden fazla!"
Solan sinirle nefeslendi. Artemis yüzünden değerli vakti kayboluyordu.
"Artemis ben savaş büyücüleriyle görüşeceğim. Onlar seni görmekten hoşlanmaz."
"Ben de onları görmek için ölmüyorum kırmızı. Yani ne düşündükleri umurumda değil."
"Sana zarar verebilirler." Dedi ikna olması için.
"Gitmiyorum. Bak, dudaklarımı oku, hiçbir yere gitmiyorum."
"Başıma bela oldun çilli."
"Çilli deyip durma, asabımı bozuyorsun. Sanki o yalayıp yuttuğun periler dünya güzeli de!"
Solan zor kullanmak zorunda kalacağını düşünerek tedirgin oldu. Artemis'in inadına engel olamamak canını sıkmıştı. Son cümlesi zihnindeki ampulü aniden yakıverdi. Hınzır bir bakışla sırıttı.
"Benimle gelebilirsin ama bir şartım var."
"Şartının canı cehenneme..."
Kızın lafını kesti. "Ya şartıma uyarsın ya da seni Olimpos'a postalarım."
"Ah, nasıl yapacaksın acaba?" dedi Artemis alayla.
Solan sakince cevapladı. "İstersen, iddiaya girme. Sonuçta kaybeden hep sen oluyorsun. Bazen düşünüyorum da senin kaderin bana kaybetmek mi acaba?"
Artemis'in ifadesi aniden değişti ve kaşlarını çatıp homurdandı.
"Kes saçmalamayı da, şartını söyle kırmızı!"
"Söz ver."
"Bana güvenmiyor musun?"
"Hayır."
Artemis derin bir nefesle söylendi. "Tamam, söz veriyorum."
Solan içten içe gülmekten ölüyordu ama ifadesini ciddi tuttu. Artemis onda tuhaf karmaşalar yaratıyordu ve bu deliliğin bağımlısı olmaya başladığını fark etti. Baş belasıydı ama aynı zamanda... Neler düşünüyordu? Boğazını temizleyip şartını söyledi.
"Kendi isteğinle yanıma geleceksin ve beni öpeceksin."

Bölüm 37: Artemis'in Cevabı

Artemis boş bir ifadeyle bir süre ona baktı. Yanaklarını saran pembeliğin ardından tükürür gibi konuştu.
"Seni öpmek mi? Bu ne cüret! Seni öpeceğime, şu yerdeki çamuru yerim."
"İyi, o zaman sana güle güle. Beni yeterince oyaladın."
"Başka bir şey iste."
"Hayır Artemis! Git artık!"
Solan arkasını dönmek için hazırlanmıştı ki, Artemis'in sesini duydu.
"Orion'a ihanet etmek istemiyorum."
Yine mi Orion? Solan kendine bu sefer engel olamadı ve kıza bakıp bağırdı.
"İhanet etmek mi? Hani? Orion nerede? Ben burada ikimizden başkasını göremiyorum. Kime ihanet edeceksin?"
Üzgün bir sesle mırıldandı Artemis.
"Böyle konuşma."
Solan iki adımla kızın karşına dikildi. Orion'dan bahsetmesi canını acıtmaya başlamıştı ve onu anlamsızca sinirlendiriyordu. Kızın onu öpmeyeceğini biliyordu ama bahane olarak ölmüş sevgilisini ortaya atmasına öfkelenmişti. İblis olduğunu söylemesini yeğlerdi.
"İstediğim gibi konuşurum. Gelsin de sustursun beni! O adamı düşünmeyi bırakmadığın sürece, ne onun ruhunu huzura erdireceksin ne de kendini mutlu edeceksin. O senin bu halde olmanı ister miydi? Mutluluğunun sadece yüzeysel olmasını ister miydi? Maskenden çok mu memnunsun? Sen hala yaşıyorsun Artemis!"
Artemis yeşil gözlerini parıldatan yıldızlarla ona bakarken dudağını ısırıyordu. Solan çok fazla üstüne gittiğini fark etse de, susmayı başaramamıştı.
"Eğer seni izliyorsa, senin acı çektiğini gördükçe sevinmiyordur, buna emin ol! Şimdi, Olimpos'a dön ve beni yalnız bırak."
Solan Artemis'in atacağı tokadı veya yeni bir sinir krizini beklerken; Artemis öne atıldı ve dudaklarını onun dudaklarına bastırdı. Solan şok olmuştu. Gözlerini dahi kapatamadan taş kesildi. Kadife misali yumuşak dudaklar titriyordu yine de kaçınmamıştı. Solan o kadar şaşırmıştı ki, nefes almayı unutmuştu ama kalbi inatla hızlanmıştı.
Artemis ile sadece dudakları dokunuyordu. Kızın gözleri sıkıca yumulmuştu ve onun da heyecanlı olduğu belliydi. Solan tecrübesizce ona dokunan dudakların verdiği mutlulukla kendine gelirken Artemis'in çekildiğini hissetti. İzin veremezdi.
Bedeni çözülürken elleri hareketlendi. Artemis'in yüzünü avuçları arasına alarak öpücüğü bitirmesine izin vermedi. Gözlerini kapattı ve dudaklarını aralayarak onu eriten dudakları hapsetti. Ömrü boyunca bir öpücükten bu kadar zevk almamıştı. Ellerini onun beline koyan Artemis'in tedirgin dudakları ona cevap verdiğinde, mutluluktan çatlayacağını düşündü. Sert öpücüğünün kontrolünü kıza bıraktı ve dudakları yumuşak dokunuşlarla dans etmeye başladı. Bu kız ona ne yapıyordu?
Ayrıldıklarında ikisi de nefes nefeseydi. Solan'ın kulakları uğulduyordu ve içindeki neşe anlatılır gibi değildi. Artemis'in yüzünü tutmaya devam ederek gözlerini açtı ve bir nefes ötesindeki kıza baktı. Dudakları iyice kızarmış ve hafifçe şişmişti. Yanaklarını saran pembelik yüzünden çilleri daha belirginleşmişti. Solan şimdiye kadar gördüğü en muhteşem manzaraya bakarken kalbinin sıkıştığını hissetti. Basbayağı içi eriyordu ve sebebi Chimera ateşi değildi.
Doyamadığı dudakların tadını almak için kendi dudaklarını yaladı ve kesik bir nefesle fısıldadı.
"Gözlerini aç Artemis."
Artemis yavaşça gözlerini araladı. Zümrüde dönmüş gözlerdeki masumiyet Solan'ı mahvetti. Bu kutsallığa layık değildi, yine de dokunmaya cüret etmişti. Artemis haklıydı, o lanet olası iblisin tekiydi. Kızı aniden bıraktı ve geriledi. Bu hareketi beklemeyen Artemis boşluğa düşer gibi sallandı. Solan kızı tutmak için atılacaktı ki, kız dengesini buldu.
Sesini zorlukla çıkartarak belki de gereğinden sert konuştu.
"Hala benimle gelmek istiyor musun?"
Artemis sadece başını salladı. Onun yüzüne bakmaktan özellikle kaçındığını düşündü ve sinirlendi. Nefret ettiği birini öpmek zorunda bırakıldığı için kendini kötü hissediyor olmalıydı. Solan birkaç saniye daha kıza baktı. Artemis'in kaşları hafifçe çatıktı ve başını yana çevirmişti.
Soluğunu düzeltmeye çalışarak ileri yürüdü. Artemis'in peşinden geldiğini duyuyordu. Yanında yürümek istememesini anlasa da öfkesini bastıramadı. Ne kadar aptaldı? Kendini iğrenç hissediyordu. Büyücülerin yaşadığı bölgeye yaklaştığında daha fazla dayanamadı. Durdu ve Artemis'e döndü.
"Özür dilerim."
Kız başını kaldırıp ona baktı. "Neden?"
"Seni zorlamamalıydım. Ben... Ben, senin o şeyi ret edeceğini..." Ya da tam tersi, inat edeceğini mi? "Olimpos'a dönmeyi tercih edeceğini düşündüm."
"Seni hayal kırıklığına mı uğrattım?"
Solan aldığı nefesler ciğerlerine yetmediği için derin bir soluk daha aldı ve önüne döndü.
"Her neyse, özür dilerim. Bir daha seni hiçbir şey için zorlamayacağım."
Artemis'ten ses çıkmadı ama onu takip etmeyi de bırakmadı. Acaba gerçekten de ona yardım etmek için mi peşine takılmıştı? Hiç sanmıyordu, yine de umut ediyordu. Ve bu tehlikeliydi.
Çamurun içinde bir süre daha yürüdükten sonra büyücülerin bölgesine ulaştılar. Bu çamur ve yosun bataklığındaki tek kuru yer burasıydı. Kötü kokulu fazla gelişmiş çalıların etrafını sardığı büyük, yarım küreye girebilmek için izin gerekiyordu. Phobos'un efendi olduğu boyutta bu kurala herkes saygı gösterirdi.
Solan yarım küreye şeklindeki kovuğa yaklaşmadan durdu ve omzunun üstünden iki adım ötesindeki Artemis'in yürüyüşüne baktı. Kızın yanına gelmesini bekledikten sonra ne yapması gerektiğini söyledi.
"Karşılarında asla konuşma, asla. Sorularına cevap verme. Sana zarar vermelerine izin vermeyeceğim ama sen de beni zor durumda bırakma."
Tüm bu sözleri kızın yüzüne bakmadan söylemişti çünkü teklifi yüzünden hala kendini rahatsız hissediyordu. Havanın iyice loş olması utancını gizlemeye yardımcı olmuyordu. Sesinin otoriter çıkması şu anki tek gurur kaynağıydı.
"Ben kimseyi zor durumda bırakmam kırmızı."
Kızın sesi sert değildi hatta şakacı bir şekilde, ona, kırmızı demişti. Ters çevrilmiş bir tas gibi duran kovuğa doğru bakarak konuştu.
"Sana birkaç örnek verirdim ama tartışmak istemiyorum."
"Sanki bu lafınla damarıma basmadın!" diye mırıldanan Artemis, derin bir nefes aldı. "Bizi oyalama da şu adamlarla görüş."
"Onlar iblis!" dedi şaşkınca kıza bakarak. "Bana iblis diyorsun ama onlar adam mı oluyor?"
Artemis değişen havaya rağmen ışık saçıyordu. Az önce onun parmaklarına dolanan kızıl dalgalar, kızın yüzünün iki yanından omuzlarına dökülüyordu. Gözlerinde farklı bir parlaklık vardı. Tatlı kırmızı dudakları hoş bir biçimde kıvrılmıştı. Tepkisine eğlenen bir ifadeyle ona bakıyordu. Onun yüzüne doğru sırıttı.
"Ne o? Kıskandın mı kırmızı?"
Solan kuruyan boğazını yüzünden yutkundu ve bir adım geriledi.
"Başka işim yoktu ya!"
"Öyle diyorsan."
"Diyorum."
"Peki."
Solan sebepsiz heyecanını bastırmaya çalışarak görevine odaklanmaya çalıştı. Şu büyücülerin izni için hangi büyü kullanılıyordu? Zihninde Artemis'in yüzü olduğu zamanlarda pek düşünemediğini fark etti, ya da bir adım ötesindeyken. Omzunun üstünden kıza doğru homurdandı.
"Biraz uzaklaş."
Artemis geriye doğru adım atarken yine "Peki." dedi. Bu da yeni alay etme biçimiydi galiba. Solan zihnini odaklayarak nihayet büyüye yoğunlaştı ve istediğini göndermek için eğilerek çamura dokundu. Parmaklarında oluşmuş yeşil bir dalga hızla yarım küreye doğru aktı ve hemen kayboldu.
Yavaşça ayağa kalkıp bakışlarını vahşi çalı ve yosunların sardığı küreye dikti. Fazla beklemesine gerek kalmadı. İzin zihninde belirdi. Küreye adımlarken Artemis'e seslendi.
"Gidelim."
"Kapısı nerede buranın?"
"Kapıya gerek yok, sen doğruca yürü..."
Artemis onu kolundan tutup kürenin dibinde durdurdu. "Şu yapış yapış ve iğrenç kokulu bitkilere sürtüneceğimi düşünmüyorsun, değil mi? Ya da duvara toslamamı beklemiyorsun?"
"Benimle gelmek isteyen sendin. Ya dediklerimi yaparsın ya da Olimpos'a dönersin. Seçim senin Zeus kızı!"
Artemis'in gözleri kısıldı. "Devam edeceğim kırmızı, bu bilet için çok büyük bir bedel ödedim. Ama beni duvara toslatıp sonra da gülersen elimden çekeceğin var, bilesin!"
Solan büyük bir bedel olan öpücüğün hayaliyle dudağını ısırdı, çünkü düşüncesi bile onu neşelendiriyordu ve gülümsemesi halinde Artemis kuşkudan delirirdi. Rüya gibi öpücük, bir kez daha onun başına gelmeyecekti ama hiç yaşanmamış olmasından iyiydi.
Yeniden küreye dönmüşken Artemis'in iki elini kolunda hissetti. Kız homurdanarak davranışını açıkladı.
"Sana güvenmiyorum."
"Biliyorum ama şu durumda dediğimi yapmak zorundasın."
Bakışlarını, Artemis'in araştıran gözlerinden çevirdi. Kolunu saran parmaklar biraz gevşemişti ama bırakmamıştı. Buna memnun olacağını daha önce düşünmezdi. İkisi birden yosun ve çalılara doğru adımladılar. Hiç engelle karşılaşmadan diğer tarafa geçtiler.

Bölüm 38 : Pazarlık

Dış cepheye bakanlar iç kısmın böyle olacağını asla tahmin edemezlerdi. İç kısım küçük bir yerleşim yerini barındırıyordu, hatta geniş bir ayin alanı dahi vardı. Kovuğa girmeden büyüklük gözlerden gizliydi.
Ayin alanının çevresini üç sıra halinde barınaklar sarmıştı. Bu barınaklar kemikler ve yosunlarla yapılmış yarım küre şeklindeydiler. Tek kişilik barınaklarda genelde meditasyon yapılır ve dinlenme yeri olarak kullanılırdı. Phobos'un gücünün çoğunu bu büyücüler oluşturuyordu ve burada olmasını beklemediği iblis efendisi, birkaç metre ötesinden ona bakıyordu.
Phobos iri bedenini örten bir zırh giymişti. Her zamanki gibi yüzünde sert ve duygusuz bir ifade vardı. Adamın yanında, Fairg ile Oarg adındaki iki iblis büyücü duruyordu. Tahminen onları karşılamak için gönderilenler onlardı veya Phobos gitmek üzereydi. Fazla uzun olmayan iki büyücü Phobos'un yanında iyice ufak kalmışlardı. Üstlerinde uzun siyah ve bordo desenli koyu gri etekleri vardı, yeni bir ayin yaptıkları anlaşılıyordu. Ellerindeki asalarında hala büyü kıvılcımları dolanıyordu.
Büyücülerin tenlerinde mavi ve kızıl renklerle parlayan rünler, dövme misali dağılmıştı. Kızıl bir ışıkla parlayan gözleri yerlere çakılı meşalelerin aleviyle yarışıyordu. Saçları doğduklarından beri hiç kesilmediğinden toplamadıkları sürece zemini süpürecek kadar uzundu. Bedenlerindeki tek kıl zaten bu uzun saçlarıydı.
Büyücüler geride kalırken Phobos onlara doğru yürüdü. Artemis elini onun kolundan çekerek yanında durdu. Solan Phobos ile karşılaşmaktan rahatsızdı ama iblis efendisine belli edecek değildi. Gözlerini hiç ayırmadan yanına gelmesini bekledi, geçip gitmesi için dua ederek.
"Baş edemedin, değil mi?" dedi Phobos keyifle.
Solan konuyu değiştirmek için adamın gözlerine bakarak konuştu.
"Ares'in yardıma ihtiyacı varken senin burada işin ne?"
Phobos'un gözleri bir anlığına Artemis'e ilişti, sonra yeniden ona bakarak homurdandı.
"O yüzden buradayım. Artık Zeus kızıyla mı dolaşıyorsun?" Solan'ın tepki vermeden boş gözlerle bakmasına sinirlendi. "Olimpos'a gidince zevklerin mi değişti? Ben kendine ait harem kurmanı beklerken; sen ne yapıyorsun?"
Solan öfkesini kontrol etmeye çalışarak sakince konuştu. "Bu konuda yorum yapman, senin canını sıkar."
"Ares'in beni cezalandırmasından korkacağımı mı düşündün? Onun kandaşlarına karşı hiçbir bağlılığım ve saygım yok!"
"Bu saygıyı Artemis'e duymanı, bizzat ben sağlayacağım Phobos. Ares'i işe karıştırmaya niyetim yok."
"Yine büyük konuşuyorsun Solan!"
Solan ondan biraz daha uzun olan iblis efendisinden bakışlarını ayırmadan konuştu. "Yapamayacağım hiçbir şeyi söylemem. Kendi işine bakıp benim yaptıklarıma karışmasan iyi edersin."
Öfkeyle hırladı Phobos, ona doğru hafifçe eğilerek. "Karışmamak mı? Kendini ortaya çıkardığın için benim piçim olduğunu herkese ilan ettim. Seni kabul ettim. Damarlarında benim mirasımı taşıyorsun! Bunu heba etmeni seyredecek değilim!"
Solan öfkesinin gözlerinden yansımasına izin verdi. "Mirasını bana veren sen değilsin Phobos! Diğer piçlerin benim kadar güçlü olmadığı için mirasın benim hakkım! Buna engel olamadığın için kalkıp, benim üstümde hak iddia edemezsin."
Phobos aniden kükrer gibi bir sesle bağırarak ellerini Solan'ın boğazına attı ve yüzüne doğru çekti. Solan, Artemis'in bir şey yapmaması veya söylememesi için dua ediyordu. Bir an önce bu gövde gösterisini bitirmek için Phobos'a karşı gelmedi. Boynunu kıracak kadar gerilen parmaklardan kurtulmak için çaba sarf etmedi. Başka biri onun yardımına geldi.
"Bizim kovuğumuzda bizden birine böyle davranamazsın efendi Phobos!"
Phobos parmaklarını biraz daha kastı ama hemen bırakıp onu itti. Gözleri nefret ve öfkeyle yanarken homurdandı.
"Bana bir kan soyu vereceksin Solan, bana borçlusun. İçindeki ateş seni kavurmadan yapsan iyi olur!"
Boğazı deli gibi acıyordu. Phobos öfkeyle yanından yürürken onun omzuna sertçe çarpmayı ihmal etmedi. Dengesini bir an için kaybetti fakat onu kolundan yakalayan Artemis sayesinde düşmedi. Kızın yüzüne baktığında bir şeyleri kavramaya çalıştığını anladı. Chimera ateşinin öğrenirse Ares'e haber verirdi ve Ares onun ateşi taşımasına izin vermezdi.
Dengesini bulunca Artemis çekildi ve usluca yanında durmaya devam etti. Solan hayranlıkla karışık şaşkın bakışlarını kızdan çekip iki büyücünün önüne dikilmiş Zear'a çevirdi. Zear dişi bir büyücüydü, bu klandaki üç dişiden biriydi. En gençleri olmasına rağmen gücü sayesinde başa geçmişti.
Zear göğüslerini örten kemiklerden yapılmış bir kolye takıyordu ve ayin eteklerinden giymişti. Solan'la hemen hemen aynı boydaydı. Zear çıplak ayaklarında dolanan eteği savurarak onlara doğru gelirken Solan bir adım öne çıktı ve büyücüyü karşıladı.
Dişi iblisin tenindeki rün dövmeleri ışıl ışıldı. Solan'ın karşısında durduğunda koyu kırmızı gözleri bir anlığına parıldayıp ardından eski haline döndü.
"Ayin için mi geldin?"
Solan kadının gözlerine bakarak konuştu. "Hayır. Yardımına ihtiyacım var Zear." Cebinden küçük şişeyi çıkartıp havaya kaldırdı. "Bu kanın sahibine ulaşmam gerekiyor ve bu konuda bana yardım edebilecek tek kişi sensin."
"Bunu sen de yapabilirsin ama yapmamanın bir sebebi olmalı." Dedi ve arkasını döndü. "Benimle gelin."
Solan Artemis'in yürümesini engelledi ve daha kısık sesle konuştu.
"Burada bekle."
Artemis itiraz edecekken Zear'ın sesi duyuldu. "O da gelecek!"
"Onun çembere yaklaşmasını istemiyorum."
Zear ona döndü ve bu sefer gözleri hiç olmadığı kadar ışıldıyordu. Uyaran ve derinden bir sesle konuştu.
"Ona bir şey yapmak için çembere girmesini beklememe gerek olmadığını biliyorsun. Bu kadar güçsüz birini kovuğa getirmek senin düşüncesizliğindi. Merak etme, onu kurban olarak almayacağım." Dedi ve sırtını dönerek yürümeye devam etti. Daha kısık bir sesle ekledi. "Onu korumak için neler yapabileceğini görebiliyorum."
Solan, Artemis'in konuşmamak için kendini zor tuttuğunu görebiliyordu. Küçümsendiği için sinirlenen kızın ilgisini, yürüyen büyücüden almak için eliyle çenesini tutup kendine çevirdi ve yavaşça başını salladı. Artemis'in kaşları çatılıydı ama ona uyacağı ifadesinden belliydi. Artemis'in onun sözünü dinleyecek olması, onda tuhaf bir gurur hissi yarattı. Sanki avuçlarına çok değerli bir mücevher bırakılmıştı ve onu koruma ayrıcalığı ona verilmişti. Kızı bıraktı ve büyücünün peşinden yürüdü.
Zear onları kendi kovuğuna götürdü. Ayin alanında sadece üç büyücü kalmıştı ve hala güç topluyorlardı. Diğer büyücüler dinlenmeye çekilmiş olmalıydılar. Yarı çıplak büyücülerin bedenlerindeki rünler fazla parlak değildi çünkü dinlenerek büyü enerjisi topluyorlardı. Zear'ın loş kovuğuna girdiklerinde, Zear eliyle yarım daire çizerken kovuğun kenarındaki mumlar birer birer yandı.
Solan elindeki kan şişesini dişi büyücüye uzattı. Zear yerde bağdaş kurduktan sonra şişeyi aldı, kapağını açtı ve bir damla ancak olan kanı uzunca kokladı. Olmayan kaşlarının altından Solan'a bakınca, Solan sormadığı soruyu cevaplandırdı.
"Melez."
Zear başını doğrulttu ve elindekini ona geri uzattı. "Bana yaklaş."
Solan şişenin kapağını kapatıp cebine attı ve Zear'ın karşısına oturdu. Zear uzun kemikli elini onun alnına dokunmaksızın kaldırdı. Gözleri iyice kırmızıya dönmüştü, rünleri odayı mum ışığından fazla aydınlatıyordu. Solan bedenini saran keskin soğukluğa direnerek çenesini sıktı. Zear'ın hoşnutsuz sesi homurdandı.
"Ceketini çıkart."
Solan ceketinin düğmelerini çözüp omuzlarından sıyırdı ve yana koydu. Zear köze dönüşmüş bakışlarıyla Solan'ı hızlıca süzdü ve uzanıp buz gibi elini onun göğsüne yerleştirdi. Solan büyücünün bu denli soğuk olması karşısında afallamıştı. Yumruklarını sıktı ve dokunuşa dayanmaya çalıştı. Zear parmaklarını onun göğsünde açtığında buz buharları tütmeye başladı.
"Görüyor musun Solan? Taşıdığın laneti görüyor musun? Benim büyüme dahi direnen gücü?"
Büyücü elini çekince Solan derin bir nefes aldı. Büyücünün dokunuşunu bu denli soğuttuğuna göre, Chimera ateşi her an kontrolünden çıkabilirdi. Dengeyi sağlayamazsa, kuvvetli bir önseziyle aldığı bu güç onun sonunu getirecekti.
"Baş edebilirim Zear. Sen boyut için yardımcı ol."
Zear gözlerini kısarak bir süre ona baktıktan sonra bakışları hemen yanında tek dizinin üstünde onları izleyen Artemis'e kaydı. Solan kendini tutamadan büyücüyü yeniden uyardı.
"O kurban değil."
Zear sırıttı. "Aslında bu iş için çok uygundu ama sorun değil. Fairg!" dedi dışarıya doğru. "Kurban getirin."
Yaklaşık bir dakika sonra kovuğun perdesi açıldı ve Fairg kulaklarından tuttuğu bir Tamix ile içeri girdi. Tamix kurban etmek önemliydi çünkü bu yarı büyülü yaratıkları yakalamak çok zordu. İnce bacakları ve bir karabatağın ayaklarına benzeyen perdeli ama sivri tırnaklı pençeleri vardı. Zayıf gövdesi ve kısa boynu ile bir mermiden farksızdı. Tek sorun bedenine oranla iri olan kafası ve uzun dört adet kulağıydı. Yumuşak ve bataklık zeminde nadiren dengelerini bozan tek zayıflıkları, iri başlarıydı.
Solan göz ucuyla Artemis'e baktı. Kızın yüzü şimdiden ne olacağını anlamış gibi beyazlamıştı ve yumrukları sıkılıydı. Avcılık merakı olan birinin kurban olayında sorun çıkarmasından neden çekindiğini anlayamadı. Gerçi Artemis'in yüz ifadesi bu deneyimin sonradan ona patlayacağına işaret ediyordu. İç çekerek Zear'a döndü.
Büyücü tırnaklarıyla yere iç içe iki daire çizdi ve iç daireyi biraz oydu. Küçük bir tas haline getirdiği oyukla işi bitince gözlerini ona çevirdi ve bir elini Fairg'e uzattı. Solan büyücüyü sakin bakışlarla izliyordu. Zear onlardan yayılabilecek endişe veya korkuyu hissetmek istiyordu, sonuçta bir iblisti ama istediğini onlardan alamayacaktı. Tek dizinin üstüne doğrulan Zear, elindeki hayvanı küçük çukurun üstünde tuttu. Hayvan ince çığlıklar atarak çırpınıyordu.
Solan yan gözle Artemis'e kısa bir bakış attı. Isırdığı alt dudağına ve sıktığı yumruklara bakılırsa; müdahale etmemek için kendini zor tutuyordu. Solan kızın gelmesine izin verdiği için kendine kızdı. Savaş konusunda korkusuz biriydi Artemis fakat bu tarz dehşetli büyüler konusunda tecrübesi yoktu. Ares'i kurtarmak için Tartaros'a indiğini biliyordu ve bu kurban olayının da tanık olduklarından pek farkı yoktu. Bu kez onun için katlanmak zorunda olduğu, tam bir vahşetti.
Zear genzinden gelen kısa bir homurtuyla büyüsüne başladı. Konuştuğu kelimeler kelimelerden ibaretti ve büyüyle şekilleniyordu. Tamix başına gelecekleri anlamış gibi çırpınmayı bıraktı ve gözlerini, katili olacak büyücüye çevirdi. Zear uzun tırnaklı ince parmaklarını mırıltıya dönüşmüş büyü eşliğinde hayvanın göğsüne sapladı ve kesilen etin iğrenç sesiyle birlikte geçirdiği parmakları hayvanın karnına indirdi. Tamix son bir çığlıktan sonra hareketsiz kaldı.
Zear deştiği küçük bedenden parmaklarını çıkardığında küçük bir topa benzeyen kalbi diliyle yalayıp çukura bıraktı. Kadının tüm dövmeleri göz kamaştırıcı bir parlaklığa bürünmüştü, gözleri için için yanan bir kora. Tamixi kafasının üstüne kaldırıp süzülen kanların yüzüne düşmesine izin verdi ve gözlerini kapatıp büyüyü haykırmaya başladı.
Solan kolunda bir el hissedince izlediği ayine kendini kaptırdığını anladı. Artemis'in varlığını bir an için unutmuştu. Artemis başını eğmiş gözlerini sıkıca kapatmıştı ve destek olması için ona uzanmıştı. Kıza bakarken göğsünde o garip sıcaklığı yeniden duyumsadı ve kıza doğru dönecekken Zear'ın tıslayan sesini zihninde duydu.
"Odaklan Solan!"
Solan kendine gelerek kızın elini kolundan sıyırıp yeniden Zear'a döndü. Kalbi göğsünü delip geçecek gibi atıyordu çünkü Artemis'in varlığı ortamdaki büyü yoğunluğuyla karışınca onu fazla zorlamıştı. Zear, hayvanı çukura tutarak kanların damlalar halinde çukura dolmasını bekledi, bir yandan da kan süzülen yüzünde öfkeli bir bakış belirmişti. Solan'a kızgındı.
Solan kendini sarhoş gibi hissediyordu, başı dönmeye başlamıştı. Zear ölü hayvanı kovuğun bir köşesine fırlattığında değişen büyü yüzünden derin bir nefes aldı. Zear büyü dumanlarının tüttüğü bir elini çukurun üstünde tutuyordu ve kan fokurdamaya başlamıştı. Solan dizlerinin üstüne yükseldi. Ruhunu sakinleştirmek için düşüncelerini düzenlemeye çalıştı.
"Büyü tamamlandığında oluşan tılsım, boyutu açarken seni koruyacak. Daha fazlasını yapamaz Solan, sen bu sınırlama için fazlasın."
Zear ondan yana geçti ve fokurdayan kan çamuruna parmağını daldırdı. Solan bedenindeki lanetli gücün uyanık olduğunu fark ediyordu ama onu zorlamayacak bir baskıyla kendini hatırlatıyordu. Şimdilik ona boyun eğiyordu ama şimdilik...
Zear kanlı çamurla, onun göğsüne tılsım rününü çizmeye başlamıştı. Buzun üzerine ateşten yazı yazılması gibi buhar çıkartan büyülü iz yüzünden canı acıyordu. Çenesini sıkarak bakışlarını Zear'ın gözlerinden ayırmadı. Tılsımın çizimi bitince Zear avuç içini rüne bastırarak bağlantıyla mühürledi.
Solan gergin bedenini rahatlatarak kesik bir nefes aldı ve sordu.
"Karşılığında ne istiyorsun?"
Zear gözlerini kısarak elini çekti ve karşısında aynı onun gibi dizlerinin üstünde durdu. İblis büyücüsü onun isteğini yerine getirmişti, şimdi boyutu rahatça açabilecek ve büyüye rahatça yoğunlaşabilecekti. Sıra, büyücüyle karşılık pazarlığındaydı. Normalde başta yapılması gereken bu pazarlık, savaş büyücülerinde sonda yapılırdı. Böylece büyücüler isteklerini daha kolay kabul ettirirlerdi çünkü pazarlık sonunda tatmin edilmezlerse, kovuktan çıkmalarına izin verilmezdi. Fiyatta anlaşamama sorunu bu şekilde ortadan kalkıyordu.
Zear gülümsedi. "Bize geri dönmeni."
****
Solan kaşlarını çattı. Zear gülümsemeye devam ederek bakışlarını Artemis'ten yana çevirdi. "İlk karanlık ayda bize döneceksin Solan yoksa bu Olimposluyu alırız."
"Bunu yapamazsın Zear, onun bu işle alakası yok."
"Yapabilirim Solan." Dedi ona dönerek. "Bunu sen de biliyorsun. Topraklarımıza ayakbastı, o mühürlendi. Sesini duymamış olmam onun izini süremeyeceğim anlamına gelmez. Kokusu bana yeter. Uzun zamandır bu kadar etkileyici kokuya sahip biri topraklarımızda yürümemişti."
"Zear!" diye hırladı Solan. "Size katılamayacağımı biliyorsun! Dönmemi neden istiyorsun?"
Ayağa kalkan Zear'ın ifadesi sertleşti. "Ben sözümü söyledim. Pazarlık yok! Bize döneceksin ve kovuğumuza bağlılığını bildireceksin! Yani bana! İlk karanlık ayın doğuşunda burada olmazsan kızı alırım. Şimdi beni kızdırmadan gidin!"
"Beni onunla tehdit edemezsin!" dedi Solan büyücünün ardından ayaklanarak.
Zear korkutucu bir ifadeyle yüzü gerildi ve sivri dişleri gerilen kalın dudaklarından sıyrıldı.
"Seni başka hiçbir şey ile tehdit edemem Solan! Kararımı değiştirip, onu şimdi rehin olarak almadığıma sevinmelisin! Seni yanımda istiyorum, gücüne ihtiyacım var!" dedi ve doğrularak yere sapladığı asaya elini attı. "Git Solan ve sonra bana dön!"
Kadın uzun adımlarla kovuktan çıktığında Solan nefessiz kalmış gibiydi. Panik hali midesini bulandırmıştı, elini karnına koyarak nefeslendi. Artemis'i asla getirmemeliydi.
"Kahretsin!" diye öfkeyle bağırdı.
Hayatı boyunca bu denli beceriksiz olduğu bir zaman olmamıştı. Şimdi ise neye elini atsa, elinde kalıyordu. Yerdeki kıyafetini avuçladı ve perdeye doğru adımlarken söylendi.
"Gidelim."
Kovuğun önünde onları bekleyen iki eşlikçinin peşinden sessizce ilerleyip çemberi terk ettiler. Artemis son bir saattir olan olaylar yüzünden iyice afallamıştı. Yanıbaşında sinirli ve düşünceler içinde yürüyen adama bakmak için başını çevirirken Solan sert bir sesle konuştu.
"Çemberden çıkana kadar tek kelime etme!"
Artemis konuşmayacağını söyleyecekti ama o konuşmak olacağından suskunluğunu korudu. Kendine hayret ediyordu. Solan'ın sözlerini neden dinliyordu ki? Büyücüler yüzünden diye kendine hatırlattı ve onun öncesinde adamın sözünü dinlediğini unutmayı tercih etti. O öpücükten sonra...
Adamın öpücüğü nasıl da tanıdıktı ve nasıl da sarsıcı olmuştu. Solan'ın ondan bu atağı beklemediği açıktı, işin doğrusu o da yapacağını sanmıyordu. Anlık bir delilikle zaten merak ettiği adamın dudaklarına uzanmıştı. Dokunup çekecekken kendini adamı öperken bulmuştu ve ayrılmak zor olmuştu. Solan'ın ihtirası başını döndürmüştü. Acaba her öpücük mü insanı bu hale getiriyordu? Çünkü Orion'un öpücükleri de onun ayaklarını yerden keserdi, ikisinden başkasını öpmediği için de karşılaştırma şansı yoktu. Belki boşuna anlam yüklüyordu.
İki büyücü çemberin kenarında durdurlar. Solan uzanıp sıcacık parmaklarıyla onun bileğini kavradı ve hızlıca yosunlu duvara doğru yürüdü. Artemis hızlı yürümese adamın ardından sürüklenecekti. Hiç duraksamadan ve çekinmeden duvardan geçtiler. Solan onun bileğini bırakıp ileri doğru birkaç adım attı, sonra ona döndü. Elinde hala ceketini sıkıyordu ve öfkesinden bedeni titriyordu. Artemis yavaşça konuştu.
"Soğuktan titriyorsan ceketini giymelisin."
"Yeter artık Artemis! Ne yaptığını gördün mü?" diye kükredi. "Neden sözümü dinlemedin sanki!"
"İblis büyücülerin saçmalaması yüzünden mi bana bağırı..."
Solan sertçe lafını kesti. "Evet! Onların tehdidi yüzünden kızgınım! Çembere girmene asla izin vermemeliydim!"
Artemis adama doğru adımladı. "Öncelikle sakin olur musun? Ayrıca onlar istedi diye, onlara katılmak zorunda değilsin."
Solan elini sallayarak geçidi açtı. Ona bakmaksızın homurdandı.
"Geç!"
"Sen de gelecek misin?" Solan anlamsız bakışlarla ona bakınca sorusunu açıkladı. "Benimle birlikte geçitten geçecek misin?"
Solan'ın çenesi kasıldı. "Hayır!"
"Seninle konuşmak istiyorum."
Solan hafif bir şaşkınlıkla kaşlarını çattı ama hemen soğuk maskesini yüzüne taktı.
"Bu kez de ben seninle konuşmak istemiyorum Olimposlu! Geçitten geç!"
Artemis kollarını kavuşturup inatçı bir tavırla başını kaldırdı.
"İstemediğim halde yine de seninle konuşma kibarlığını göstermiştim hatırlarsan ve ben kibar değilim saçmalığını da kabul etmiyorum."
Solan sinirli adımlarla geçitten geçti ve Artemis de ardından sırıtarak geçide adımladı. Olimpos'un ana salonundaydılar. Solan elindeki kırışmış ceketi üzerine giydi ve düğmelerle uğraşmadan kendini bir koltuğa bıraktı ve gözlerini ona dikti.
Artemis Solan'ın çekici biri olduğunu ne ara kabullendiğini anımsamıyordu ama bu bakışlar üstündeyken heyecanını bastıramadığını yeni fark etmişti. Yanındaki koltuğa oturana dek Solan bakışlarını ondan bir an olsun ayırmadı. Derin bir nefes aldı ve konuştu.
"Duyduklarım ne anlama geliyor?"
Solan kayıtsız bir sesle cevapladı. "Bir tılsım ayini..."
Artemis elini kaldırıp adamın lafını kesti. "Gördüğümü anladım kırmızı ben duyduklarımı soruyorum. Tüm bu gizemli laflar, Phobos'un kastettiği neydi?"
"Ne anladıysan o!" dedi başını koltuğa yaslamıştı ama hala bakışlarını onun üzerideydi.
"Baş edemeyeceğini söylediği şey ne Solan? İçindeki ateş demekle ne kast etti?" dedi sinirlenmeye başlamıştı.
"Belki sensindir." Dedi Solan ve ardından cansızca gülümsedi. "Ayrıca bana ismimle hitap ettiğinin farkında mısın?"
Artemis'in bakışları, adamın kıvrılan dudaklarına ilişti ama hemen başını çevirdi. Kuruyan boğazını rahatlatmak için yutkundu.
"En iyisi Ares ile konuşmak." Dedi ve yan bakışla adama baktı.
Solan belli belirsiz bir endişe haliyle kasıldı, sonra omzunu silkip başını öne çevirdi.
"Sen bilirsin. Sonuçta Ares ayin için orada olduğumu biliyor ve ne yapıldığından haberi var."
"Beni çıldırtmaya mı çalışıyorsun sen?" dedi kendine hakim olamadan. Sakin olmak bir yere kadardı. "Aklımı karıştırmak için neden uğraşıyorsun? Planın ne?"
Solan şaşkınca ona baktı. "Senin hakkında planım yok. Sadece sana yardım etmek istedim ama sen, karşılık olarak benden nefret ettin. Ayrıca akıl karıştıran sensin Artemis, seni düşünmekten yoruldum."
Artemis afalladı. "Beni düşünmek mi? Neden?"
"İnan bilmiyorum." Dedi doğrularak. "Sürekli seni... Kahretsin, Ares'in verdiği görevle uğraşmaktansa; burada oturup seni dinliyorum. Adonis tehlikede ama ben odaklanmakta zorlanıyorum. Bunların hepsi senin suçun!"
Kaşları havalandı. Bir bakıma aynı durumdalardı. Ve adam şu sondan bir önceki cümlesinde haklıydı. Adonis tehlikedeydi.
"Ama sen de tehlikedesin." Dedi kelimeler ağzından kendiliğinden çıkmıştı.
"Umurunda mı?" dedi Solan eliyle yüzünü ovalayarak ayağa kalktı. "Ayin konusunda üzgünüm ve dikkat çekmeni engelleyemediğim için de üzgünüm."
Bakışları ona döndü. "Bütün bu işler bittiğinde beni bir daha görmek zorunda kalmayacaksın. Bu da senin tesellin olsun."
Artemis hemen ayaklandı. "Büyücülere katılacak mısın yani?"
"Mecburum."
"Ah, saçmalama! Ares onları kolayca ikna..."
"Ares onlara karışamaz ve sözümü tutmazsam seni alırlar." Dedi Solan onun lafını keserek. "Buna izin veremem."
"Onlar sana saygı duyuyorlardı. Katılmak istememeni anlayacaklardır."
"Saygı anlayışınız farklı Artemis. Ben onlardan üstün olduğum için beni tuzağa düşürmekten başka çareleri yoktu ve sayende bunu başardılar. Bu da bir saygı türüdür, onların gözünde."
"Bana bunu söyleyebilirdin."
"Dinledin mi?"
"Benim aptallığım yüzünden kendini mi feda edeceksin?" dedi hayretle. Kırmızı ona yalan söylüyor olmalıydı, biraz daha üzülsün diye... Fakat Solan onu üzmeye hiç çalışmamıştı ki...
Solan başını sallayıp geçidi açarken adamın kolunu tuttu. Solan kolunu ondan çekerek söylendi.
"Bunu alışkanlık haline getirdin!"
"Lafım bitmedi!"
Solan bıkkınca ona döndü ve kollarını göğsünde kenetledi.
"Benden daha fazla nefret etmek için bahaneler mi bulmaya çalışıyorsun?"
Artemis Solan'ın önünde durdu ve doğruca gözlerinin içine baktı. Solan ilk önce onun bakışlarına karşılık verdi ama birkaç saniye sonra kirpikleri titreşip bakışlarını kaçırdı. Artemis başını çeviren adamın çenesinden tutarak yeniden kendine çevirdi.
"Bana neden bakmıyorsun?"
Solan'ın çenesi kasıldı, ona cevap vermedi. Artemis adamın tepki ve sözlerini, kendi kalbinden geçenlerle birleştirip sonucu söyledi.
"Sen bana aşık mı oldun kırmızı?"
Solan şok olmuşçasına bir anlığına ona baktı. Dudakları aralandı ama konuşamadı. İtiraz etmek istediğini görüyordu ama kelimeler çıkmıyordu. Ardından aniden ona vurulmuş gibi irkilip bir adım geriledi. O anda odada Hekate belirdi.
"Ah, Solan ben de seni arıyordum?" dedi ama ikisindeki tuhaflığı fark edince kısık sesle ekledi. "Önemli bir sohbeti bölmedim ya?"
Artemis Solan ile aynı anda ayrılarak kadını cevapladı.
"Hayır, biz... Şey..."
Solan susunca, Artemis devam etti. "Tartışıyor... Konuşuyorduk yani tartışmıyorduk."
Hekate kaşlarını inanmaz bir tavırla kaldırıp nefeslendi. "Önemli değilse, Solan'la sonra sohbet etmeni isteyebilir miyim?"
Solan geçidi kapatıp kadına doğru yürüdü, ona özellikle bakmıyordu.
"Ona sormana gerek yok. Boyut için son hazırlıkları yapmalıyım."
"Önce Apollon ve Ares ile konuşmamız gerek." Dedi Hekate. "Sanırım tahminimizden daha büyük bir sorunla karşı karşıyayız."
****
Taş odada toplanmışlardı. Herkesin yüzünden düşen bin parçaydı çünkü evler saldırılara dayanamıyordu. Nektarsız kalan ölümsüzler, iblisler ve başka kötücül yaratıklara karşı güçsüz kalmışlardı ve sorumlu olarak bildikleri Olimpos'a ateş püskürüyorlardı. Haklıydılar. Hiç bu kadar zor durumda kalınmamıştı. Bir boyut kaybedilmişti, ölümsüzler kurtarmak içn yetişememişlerdi ve şu anda da kurtaracak durumları yoktu.
Apollon son olayları hızlıca açıkladıktan sonra, evlere yardım etmek ve evlerin savunma stratejilerini belirlemek için Athena odadan ayrıldı. Athena savaş stratejileri konusunda çok iyiydi ve diplomasi konusunda ustaydı. Apollon sözleri bitince diğerlerine bir göz attı. Yan tarafında oturan Ares, Solan, Hekate sinirli bir sabırsızlıkla oturuyorlardı. Dionysos, Hades, Artemis, Eros, Dünya, Psyche, Hephaistos, Poseidon ise düşünceli ve öfkeliydiler.
Ares masaya doğru eğilerek konuşmaya başladı.
"Saldırıların azalacağını düşünmek aptallık olur. Bu sadece başlangıçtı ve Kirke gücümüzü deniyor. Asıl düşüncesinin daha korkunç olduğunu tahmin ediyoruz. Adonis elinde ve neden aldığı konusunda bir fikrimiz yok."
Apollon araya girdi. "Onun hedefi sendin."
Ares yan gözle Apollon'a baktı. "Olabilir ama tutsak olan Adonis, benim gözümde fark yok." Dedi ve Solan'a döndü. "Boyut hazır mı?"
Solan başını salladı. "İstediğin zaman."
Artemis huzursuzca kımıldandı ama Solan ona bakınca bakışlarını masaya doğrulttu. Bu tavır Ares'in gözünden kaçmamıştı.
"Artemis, sorun ne?"
Solan kızdan önce konuştu. "Sorun özel Ares, açıklama yapması doğru olmaz."
Ares rahatsız olduğunu belirten altın gözlerini adama dikti. Solan bakışlara kayıtsızca yanıt verince, başını sallayıp sandalyesinde doğruldu.
"Konuya dönersek; evler bana çok kızgın. Kaybedilenlerin sorumlusu benim ve inkar etmiyorum. İşleri yönetmekte beceriksiz kaldım." İtiraz etmek isteyenlere karşı elinin tek hareketiyle susmalarını işaret etti. "Yine de her şeyi düzelteceğim. Kahin ile görüştüm ve beni dört muhafızın çağırabileceği en korkunç ruh için uyardı."
Hekate kendine engel olamadığı bir hayretle mırıldandı.
"Yoksa... Nemesis mi?"
Ares kadını onaylayarak nefeslendi. "Kahine göre; Kirke, Nemesis'i çağırmaya çalışıyor."
"Bunu yapamaz." Dedi Hekate. "O denli güce sahip olması imkansız."
Apollon soğuk bir sesle araya girdi. "Aslında olasılığı var Hekate."
Herkes ona dönünce lafını açıkladı. "Kirke bu yaşına rağmen ölmediyse, kendine geçici ölümsüzlük sağlayan bir büyü bulmuş olmalı. Bu büyü onun gücünü de korumasını ve hatta arttırmasını sağlıyordur. Büyü enerjisini bir şekilde koruduğunu varsayarsak; Nemesis'i ruhunu çağırmak için de ihtiyacı olan tek şey aracı bir beden."
Hades lafa karıştı. "Aracı beden?"
Hekate adama cevap verdi. "Nemesis bir ruhtur biliyorsun Hades. Tartarus'un dehşeti bile onun sağlayacağı cehennemin yanında hiçbir şeydir. Bu nedenle onu taşıyacak güçlü bir beden gerekir."
Apollon tamamladı. "Dünya gibi."
Hekate başını salladı. "Evet, Dünya bu aracılık için mükemmel bir anahtar. Yine de Kirke'nin amacı ne olabilir onu bilmiyoruz. Kainata hükmetmek mi? Nemesis çağırıldığı vakit hükmedeceği bir boyut veya canlı kalmayabileceğinin farkında değil mi? Nemesis'i kontrol altına alacak kadar güçlü olduğunu sanmıyorum."
"Dünya'yı alamaz." Dedi Ares sertçe. "Bu nedenle Nemesis'i çağırması imkansız. Onu alması için benim cesedimi çiğnemesi gerek!"
"O da bunu yapmak istiyordu." dedi Hades, bağlantıyı kurduğunu düşündüğü için heyecanla. "Adonis'i rehin almak istiyor olabilir."
Ares kaşlarını çattı ve bir iki saniye sonra elini masaya vurarak ayaklandı.
"Kahretsin, neden düşünemedim? O taş! Kadının taşıdığı geçit taşı sahteydi! Adonis o taşı bana teslim edecekti ve taş onun yerine beni alacaktı!"
"Şansımız var o halde Ares!" dedi Dünya. "Kirke pazarlık için Adonis'i kaçırdıysa, iletişime geçecektir."
Solan gergin bir sesle konuştu. "İletişime geçemez yoksa yerini belli eder. Elçi göndermesi bile yeterli, ayrıca Nemesis için senden başka bir adayı daha olabilir."
Ares yürümeyi bırakıp Solan'a döndü. "Nelai mi?"
Solan omzunun üstünden adama baktı. "Nelai."
"Ama o kadın ölümlü bir iblis melezi." Dedi Apollon. "Nemesis için kirlenmemiş bir beden sunulması gerek. Nelai, Nemesis'e dayanamaz."
Solan düşünceli bakışlarını masaya çevirdi. "Umudumuz bu yönde olabilir."
Ares sandalyesinin arkalığını elleriyle tutarak destek almıştı, bir yandan da düşünüyordu. Apollon konuşunca başını kaldırıp ona baktı.
"Yine de saldırılar hakkında ne yapmamız gerek? Loki'nin ordusu ile Kirke'nin büyülü yaratıkları hafife alınamayacak kadar güçlü, yani şu durumumuza göre. Evlere destek olacağız ama nereye kadar devam ettirebiliriz. İnsanlara yansıması an meselesi."
"Olimpos'un gücünü kullanacağım, diğer evlere de haber salıp aynısını yapmalarını isteyeceğim. Kendimizi korumakla uğraşamayız, öncelik masum insanlarda olmalı. Evlerin koruması bir süreliğine yaratıklara karşı kalkan görevi görür. Bu arada ben de Kirke ve Loki'nin icabına bakarım."
"Kahinin ne söylediğini hatırla Ares." Dedi Artemis. "Boyuta gidecek olanlar sen, ben ve Solan olacak."
Solan ve Ares aynı anda konuştu. "Hayır!"
Artemis ayağa kalkıp kollarını göğsünde kenetledi. "Ne demek hayır, kahin öyle söylemedi mi?"
Solan başını eğerken Ares lafı aldı. "Nemesis için kurban edilme potansiyeli olan hiç kimseyi o boyuta taşımam."
"Kendimi koru..."
"Hayır, dedim Artemis! Konu kapanmıştır. Boyuta Solan, ben ve Eros gideceğiz. Diğerleri yardım için kalacak."
Artemis suratını astı fakat Ares görev paylaşımı yaparken aklına gelen bir düşünceyle yüzü aydınlandı, başını doğrulttu. Masadaki bir kişi dışında ondaki bu değişimi kimse fark etmemişti. Bu kişi de kızın aniden rahatlaması yüzünden gerilen Solan'dan başkası değildi. Artemis'in aklına gelen her neyse yine onun başını derde sokacaktı anlaşılan.
****
Soğuk ve yer yer buz tutmuş koridorda hızlı adımlarla yürüyordu. Duvarlara iliştirilmiş meşaleler sayesinde aydınlanan koridor hatırladığından daha ürkütücüydü ve soğuktu. Bu soğukluğun sebebinin Loki ve onun canavarları olduğunu biliyordu. Adamı görmeden nefret etmeye başlamıştı.
Giydiği elbisenin etekleri yerleri süpürüyordu. Omuzlarına aldığı yün şala sıkıca sarılmıştı, elbette üşüdüğü içindi ama asıl, endişesi yüzünden içten içe donuyordu. Sevdiği tek adamı kendi eliyle kurban olarak sunmuştu ve kurtarmak için hayatını riske atması gerekiyordu.
Saçlarını gümüş bir firketeyle toplamıştı ve yüzünün solgunluğunu ortaya çıkardığının farkında değildi. Soğukkanlı olmalıydı ve en büyük rolünü oynamalıydı. Yemek salonuna yaklaşırken sakinleşmek için yavaşladı. Titreyen bedenini doğrulttu. Yüzüne sert bir ifade vererek tahta kapıyı tıklatıp içeri girdi.
Odada bir adam vardı ve Kirke ortalarda görünmüyordu. Uzun boylu, zayıf adamın simsiyah saçları ve garip donuk yeşil gözleri vardı. Teni çok soluktu ve mavimsi bir tona sahipti. Yanan şömineden uzakta pencerenin önünde dikiliyordu. Manzaraya bakmadığını düşündü çünkü hava oldukça karanlıktı. Dışarıda fırtına kopmak üzereydi.
Adam onu görünce doğrulup ona döndü ve Nelai nihayet konuştu.
"Özür dilerim, rahatsız ettim."
Çıkmak için kapıya yönelmişti ki adamın sesini duydu.
"Nelai!"
Adama döndü. Adam onu süzerek devam etti. "Sen Nelai olmalısın."
Loki'ye karşı nefretini belli etmeksizin durgun bir ifadeyle adamı onayladı.
"Evet, adım Nelai."
Yanına kadar yürüyen ve bu arada hiç çekinmeden onu süzen Loki beğeniyle sırıttı.
"Vay canına, bu kadar güzel olacağını hiç düşünmemiştim. Bu kadar güzel bir yaratığın iblis olması büyük haksızlık... Yatağımı birçok peri ısıttı ama hiçbiri senin kadar güzel değildi."
Nelai rahatsızlığını gizleyerek soğuk bir sesle adama teşekkür etti ve çıkmak için kapıya döndüğünde Loki onun önüne geçti.
"Hemen gidiyor musun?"
Nelai sakin durmaya çalışıyordu ama kızmaya başlamıştı. Adamın hiçbir sıcaklık taşımayan gözlerine bakarak cevapladı.
"Kirke ile görüşemeye gelmiştim."
Loki uzun kemikli parmağıyla onu şalındaki püskülü çekiştirdi.
"Benimle görüşmeye ne dersin?" dedi ve ona doğru bir adım daha yaklaştı. "Kirke beni eğlendirebileceğini söylemişti."
Nelai şaşkınlıkla geriledi. "Öyle bir şey söylemez."
Loki ince dudaklarına yakışan yılan gülümsemesiyle ona yaklaştı.
"Neden söylemesin? Sen bir şehvet iblisi değil misin? Senin yerin yatak, başka bir yere ait değilsin." Yüzüne doğru mırıldandı. "Adonis'i sana hiç özletmem güzelim, merak etme."
Nelai adamın yanından geçip gidecekken Loki hızlı davranıp kapıya elini yasladı ve ona sırıttı.
"Hemen kaçmana izin vereceğimi düşünmüyorsun değil mi?"
Nelai, küstah adamı tokatlamamak için şalına iyice sarıldı ve arkasını dönerek şömineye doğru yürüdü. Titremesi artmıştı ve öfkesini bastırmakta zorlanıyordu. Adamın sözlerine inanmamıştı ve kur yapmasını engellemek için ne yapacağını şu an düşünemiyordu. Aklı tamamen aşağıdaki zindanda hapis olan Adonis'teydi.
"Şu anki önceliğim, görevim." Dedi sesine kayıtsız bir ton vererek. "Fiziksel ihtiyacım olursa, belki seni haberdar ederim. Yine de sen fazla umutlanma."
Loki küçümser bir kahkaha attı.
"Seni kibirli iblis, keyfini mi bekleyeceğim? İstediğim vakit yatağıma geleceksin! Ben burada Kirke'nin konuğuyum ve bana hayır diyebilecek bir iblis olamaz!"
Nelai ona öfkeyle bağıran adama bakarak sakince konuştu. "Bir konuk da gayet keyfi bir durum için bu kadar kolay yalan söyleme ihtiyacı duymaz. Biraz gururlu ol Loki, hiçbir şey kaybetmezsin."
Loki köpürdü. "Bir Olimposlu ile yattın diye hemen havalara mı girdin iblis? Sen kim oluyorsun?"
Ona doğru yürümeye başlamıştı ki, odanın kapısı kendiliğinden açıldı ve siyahlar içindeki Kirke odaya girdi. Nelai kadının gelişiyle rahatlamıştı. Loki duraklayarak kadına baktığında Kirke kapının önünde durup ona seslendi.
"Benimle gel Nelai!" dedi ve duvaklı başını Loki'ye çevirdi. "Sana az sonra katılırız Loki, yemeğe başlamak için bizi beklemene gerek yok."
Loki yüzünü buruştururken kadın arkasını dönüp yürüdü. Nelai, Loki'den yana bakmamaya çalışarak kapıya doğru yürüdü. Bu tavrı adamın laf atmasına engel olmamıştı. Tam adamın yanından geçerken kolunu sertçe tutan Loki homurdandı.
"Sakın sevinme güzel iblis, dedim ya bu gece!"
Kolunu ondan çeken Nelai adama aldırmadan kapıdan çıktı ama göğsündeki kalbi deli gibi atıyordu. Kirke buna asla izin vermezdi yani öyle umuyordu. Kirke'nin koridorun ilerisindeki merdivenlerden aşağıya indiğini görünce hızlı adımlarla peşinden gitti. Yaşlılık, kadını zorlarken neden büyüsünü kullanmıyordu acaba?
Odaya girdiğinde Kirke az dekoru olan odadaki tekli koltuğa yavaşça oturuyordu. Kadının yerleşmesini beklerken masanın üstündeki şamdanı kibritle yaktı. Kirke sırtını yasladıktan sonra hoşnutsuz bir sesle mırıldandı.
"Bir an önce gençliğimi geri kazanmalıyım, bu durumdan sıkıldım."
Nelai nefesini kesip ellerini titreten bu lafa tepki vermemek için şamdanla biraz daha oyalandı. Kirke daha sesli konuştuğunda hala sakinleşmeye çalışıyordu.
"Neden titriyorsun?"
Nelai kibrit kutusunu masaya bırakıp onu seyreden kadına döndü.
"Loki konuşmayı bilmiyor. Beni sinirlendirdi."
"Ona aldırma, sersem adam. Çok yakında ona ihtiyacımız kalmayacak."
"Şimdi neden ihtiyacın var?"
"Küçük ordusuna ihtiyacım vardı denebilir ama haberlere göre, artık sona geldik."
Nelai sakin durabilmek için kollarını göğsüne kenetleyip şalla örttü. Kirke konuşmaya devam etti.
"Ölümsüzler çok güçsüzleşmiş, hepsini bir fare gibi ezeceğim. Ares belki sorun çıkartabilir ama dört muhafıza karşı koyacak kadar güçlü olduğunu sanmıyorum."
"Anahtarı ne zaman almaya gitmeliyim?"
Kirke bir an sustu ve şaşkın bir kahkaha attı. "Anahtarı almak mı? Saçmalama Nelai seni yeniden Olimpos'a göndermek aptallık olur. Sen bu detaylara kafa yorma."
"Adonis'i mi kullanacaksın?"
"Hayır, Adonis'i kullanamam. O bir erkek ve onun için ne planım olduğunu biliyorsun."
"Planı boş ver. Onu takas için kullanabilirsin." Dedi kalbi gümbür gümbür atarken. "Ares o adam için canını hiçe sayar."
Kirke bastonuna uzandı ve dayanarak ayağa kalktı. Yavaş adımlarla onun yanına dek geldi. Yanında durakladı ve buz gibi bir sesle konuştu.
"Olimpos'un tek etkili silahı, lideri değil Nelai. Bu kadar saf olmadığını biliyorum, o yüzden rol yapma. İlk temasta alabilseydim, Ares'i kontrol için bir şansım olabilirdi, elbette anahtar yanındayken. Fakat şu durumda, uyanık bir Ares başıma dert olur."
Duvaklı başı ona doğru döndü. "Ares çoktan hazırlıklarını yapmıştır. Biz de son ayarlamaları yapmalıyız."
Nelai ifadesini duygusuzlaştırdı ve bunu yapmakta zorlanmadı çünkü Adonis'i kaybetme endişesi yüzünden ruhu acı çekiyordu. Kendinden emin bir sesle konuştu.
"Ben de bu nedenle Adonis'in harcanmamasını istiyorum. Elimizin altında olması; onu, Ares'e karşı kullanabileceğimiz bir silaha dönüştürür."
Kirke bedenini ona döndürdü. Fikrini düşündüğünü anlamıştı ve merak ettiğini.
"Açıkla."
Nelai aynı ifadesini hiç bozmamaya çalışarak konuştu.
"Gençlik istiyorsun ve bunu sağlayacak biri zaten yanı başında. Kast ettiğim kişi, sorun çıkarmaya başlamış bile. İblisleri de oldukça vahşiymiş, cadılarından birkaçını öldürmüşler. Bu akılsız iblisler, senin cadılarından daha mı değerli?" Kirke'den yanıt beklemeden devam etti. "Loki'yi kurban et ve gençliğini kazan. Adonis elinin altında olsun, sonuçta olaylar istediğin gibi gidecek. Adonis Olimpos'un mücevheri Kirke, onun gibi bir erkeği ömrün boyunca bir daha bulabileceğine inanıyor musun?"
Kirke onun fikrini ilginç bulmuştu, sesi daha keyifli çıktı.
"Bunu ben de düşündüm ama inanır mısın, Loki aklıma yatmamıştı. O sersem adam, senin canını çok sıkmış olmalı."
Nelai gözlerini kısarak öfkesinin yükselmesine izin verdi.
"Evet! Ölümü için emri sen versen iyi olur yoksa sana süpriz yapmam gerekecek."
"Sürprizleri sevmediğimi bilirsin Nelai." Diye konuşarak keyiflenen Kirke güldü. "Ayrıca Adonis hakkındaki fikrin de beni şaşırttı, ondan hoşlandığını düşünmüştüm."
Nelai hafifçe gülümsedi. "Ondan hoşlanmak değil, hoşlanmamak zor."
"Buna rağmen onu bana öneriyorsun." Dedi Kirke ve yüzüne yaklaştı. Onun tepkisine dikkat kesilerek yavaşça konuştu. "Onu bu kadar çok mu beğeniyorsun?"
Nelai gözlerini kaçırmasının hata olduğunu biliyordu ama sakin duramadı. Kirke eldivenli elini uzatıp onun çenesini kavradı ve bakışlarını yeniden kendisine çevirmesini sağladı.
"Sana hak veriyorum Nelai." Onun çenesini bıraktı ve soğuk bir sesle ekledi. "Senden ben sorumluyum, bu derdinin çaresine bakmak da benim görevim."
Nelai telaşlandı. "Ne yap..."
Kirke tek elini sertçe yukarı kaldırıp onu susturdu. Kapıya doğru yürürken konuştu.
"Geçit rünleri için Ghoar'a yardım et! Ayrıca senin lanetini kaldırmanın zamanı geldi."
Nelai şalına iyice sarıldı ve kadın çıkana dek dudaklarını ısırmaktan başka bir şey yapmadı. Kirke gittikten bir dakika sonra cansızca duvara dayandı. Ağlamamak için kendini zor tutuyordu ve hissettiği acının tarifi yoktu. Her şeyi riske atarak kozunu oynamıştı. Kirke ona inanırsa Adonis'i kurtarmak için vakit kazanmış olacaktı. Lanetini kaldırmak için hazırlık yaptığına göre, Kirke şimdilik ona güveniyordu.
Zindana doğru inerken üzüntüsünün yanında heyecan duymaya başladı. Adonis'i dünden beri görmemişti ve ondan nefret ettiğini bilmesine rağmen adama olan sevgisi daha da artmıştı. Yalıtılmış bölgede büyü kullanması yasaktı, sadece önceden yapılmış büyüler vardı. Bu nedenle yolu hızlı yürümekten başka çaresi yoktu. Zaten büyü yapabilseydi başta Adonis'i kurtarırdı ama Kirke tüm olasılıkları düşünmüş olmalı ki, rün büyüsü için dahi izni yoktu.
Adonis'in tutulduğu kapıya yaklaştığında elinde olmadan üstüne başına çekidüzen verdi. Sıkıca topladığı saçlarını bir an salmayı düşündü ama vaz geçti. Adonis onu görmek bile istemezken kendini gülünç duruma düşüremezdi. Ellerini serbest bırakmak için şalını omuzlarına sardı ve titreyen ellerini havada salladıktan sonra kapının koluna uzandı.
Oda çok loştu. Ayaklı bir fener yerdeki çatlaklardan birine saplanmıştı ve odada başka bir şey yoktu. Ne Adonis ne de kaide! Nelai korkuyla yanlış gördüğünü düşünürken ardında ufak bir ses işitti. Ghoar hemen ardındaydı. Kapı kolunu bırakıp katı bir ifadeyle impe döndü.
"Tutsak nerede?"
Ghoar çirkin suratını daha çirkin gösteren bir tıslamayla kemikli parmağını daha büyük olan odaya uzattı. Nelai öylesine kapalı kapıya baktıktan sonra Ghoar'a döndü.
"Kirke sana yardımcı olmamı söyledi. Rünleri yazmayı bitirdin mi?"
Ghoar başını sağa sola salladı ve diğer elinin avucunu açtı. Yoktan var olan boş bir havan belirdi. Nelai rün yazma için kullandığı özel karışımın bittiğini anladı, imp malzemeyi tamamlamak için buraya dönmüştü.
"Hemen hazırla ve yukarı çık. Ben senden daha çabuk bitiririm ama önce tutsağı sorgulamam gerek."
Ghoar ortadan kayboldu. Nelai elini hızla atan kalbinin üstüne koyarak kapıya doğru yürüdü. Adonis'in yerini neden değiştirdiğini bilmiyordu ve kaidede olmaması için dua ediyordu. Kirke hala duvağın arkasındaydı ve belki de, o duvağın altında ödünç aldığı güzellik ve gençliğin keyfini sürüyor da olabilirdi.
***
Kapıyı açtı ve içeri girdi. Başı göğsüne düşmüş Adonis, büyülü zincirlerle duvara sabitlenmişti. Ares'i hapsetmek için kullandıkları mühre ihtiyaç olmadığı için onun yerini değiştirmiş olmalıydılar. Fakat kaide ortalarda yoktu. Nelai adamın hala iyi olmasına sevinerek adama doğru yürüdü.
"Adonis!"
Adonis aniden başını kaldırdı ve gözleri onu bulduğunda, bağlı olduğu zincirlere öfkeyle asıldı. Bir anlığına öylece bakıştılar, sonra Adonis gözlerini kaçırarak başını yana çevirdi. Ondan tiksiniyor olmalıydı. Ona olan nefretini kusmaya bile tenezzül etmiyordu. Uykusuzluk ve açlığın onu iyice yorgun düşürdüğünü gören Nelai yine de sağ olduğu için mutluluğu gölgelenmedi. Sakınmasına aldırmadan adamın başını elleri arasına aldı ve yüzünü kendine çevirdi.
"Bir an için çok korktum..."
"Dokunma bana!" diye homurdandı Adonis. "Git başımdan!"
Nelai gözlerini bulandıran yaşlara rağmen bakışlarını adamdan çeviremiyordu.
"Üzgünüm Adonis, böyle olsun istememiştim. Ben..."
Adonis öfkeyle ona baktı. "Sen bir iblissin ve bunu unutan bana yazıklar olsun!"
Nelai bu sözlere ve bakışlara hazırlıklı olduğunu düşünmüştü ama kalbini parçalayacaklarını hesap etmemişti. İki adım gerilerken Adonis'in öfkesiyle sarsıldı.
"Lanetli yüzünü bile görmek istemiyorum!"
Nelai yutkundu ve akan yaşlarını elinin tersiyle sildi. Başını dikleştirip titrek bir sesle konuştu.
"Seni anlıyorum Adonis..."
"Beni anlamana ihtiyacım var gibi mi görünüyor? Sahte gözyaşlarınla beni kandıramazsın, karşımda ağlama!"
"Adonis..."
Adonis yumruklarını sıkıp zincirin izin verdiği sınıra kadar bedenini gerdi.
"Sana ağlama dedim iblis!"
Nelai yeniden yutkundu ve hızlıca yaşlarını sildi. Yutkunmak nefesinin kesilmesine çare değildi, şu an için soluk almak çok zordu. Adonis yeniden bağırdı.
"Kes ağlamayı!"
Nelai üzüntüsünün üstüne yayılan kızgınlıkla doğruldu. "Bana bağırma Olimposlu! Bu duruma gelmemizin sebebi sensin. Taşı neden zapt ettin?"
Adonis kaşlarını çattı. "Asıl hedefin Ares'di değil mi? Fakat piyangodan ben çıktım. Canın sıkılmış olmalı!"
"Tahmin ettiğinden fazla canım sıkıldı." Nelai cesaret alıp Adonis'e doğru bir adım attı. "Bana verebilirdin."
Adonis kaşlarını çatınca bir adım daha attı ve eliyle adamın yüzüne düşmüş saçlarını çekti. "Taşı bana geri vermeliydin. Böylece buraya tek başıma geri dönerdim."
"Bana söylemedin." Dedi Adonis sıkıntılı, derin nefesler alarak. "Anlatmadın."
"Söylesem bana inanmazdın Adonis, bana güvenmiyordun. Hala da inanmıyorsun ve güvenmiyorsun. Ben de sana güvenmiyordum."
Adonis bakışlarını boş duvara çevirdi. Gözlerindeki duygu karmaşası onun hissettiklerini de yansıtıyordu. Parmaklarını adamın gergin yüz hatlarında gezdirdi.
"Sana her şeyi anlatmaya karar vermiştim ama vaktim olmadı. Bana ne olduğunu anlayamamıştım. Senin kadar cesur olamadım Adonis. Sana bir şey olmasından çok korkuyordum. Ben..."
"Beni tekrar kandırmak için neden uğraşıyorsun?" dedi Adonis nefret dolu bir sesle ve başını ondan çekerek geriledi.
Sırtını duvara yaslamıştı. Göğsü derin soluklarla sarsılıyordu, hayal kırıklığı ve kızgınlığını bastırmaya çalıştığı belliydi. Kelepçeleri yüzünden bilekleri kan içindeydi. Yapılan büyü onun canını yakmıyordu ama demir sonuçta demirdi. Kurtulmak için çok çabalıyordu.
Adonis ona güvenmeyecekti ama Nelai denemeliydi. Üzüntüsünü geriletip kendini çabucak açıklaması gerekiyordu, Ghoar gelmeden.
"Seni kurtaracağım ama biraz sabret. Lütfen, kendine daha fazla zarar verme." Adonis'in güzel gözlerine bakarak hafifçe gülümsedi. "En önemlisi de, senden son bir öpücük istediğimde beni sakın ret etme."
Adonis'in şaşırmasını garip bir mutlulukla seyrederken geriledi. "Bir kere bana güven, sadece bir kere. Çünkü seni..."
Lafını tamamlayamadı çünkü odaya gelen impin varlığını hissetti ve sustu. Gerçi tamamlasa da hiçbir şey değişmeyecekti, Adonis'in gözünde o artık bir ölüydü. Adonis'i yalnız bırakıp odadan çıkarken aklında bir sürü soru vardı. Kaide neredeydi? Kirke'yi ikna edebilmiş miydi? En önemlisi de Adonis'in kalbi hala onun için atıyor muydu?
***
Kirke kalesinin giriş salonun gören bir balkondan aşağıdaki hareketliliği izliyordu. Aslında iki kişinin hareketliliğiydi. Biri impi Ghoar, diğeri ise cezasını kesmeye hazırlandığı Nelai... Geçit rünlerini tamamlamaya çalışan Nelai'yi tuzağa düşürmesi için kurnaz olması gerekiyordu. Geçitler, cadıların güçlendirmesine hazır olduğunda Kirke iyice mükemmeleşen planının son kısmına geçebilecekti.
Ghoar ise kaidenin yerleşeceği alanı işaretliyordu. Kirke'ye güç ve gençlik verecek en değerli varlığın korunması için zemini büyülüyordu. Sonra kaide o bölgeye yerleşecek ve kurbanı için hazır olacaktı. Zaman gelmişti ve içinde o tanıdık heyecanı yeniden duyuyordu. En son Thor'un hapsedilişinde hissettiği baş döndürücü ruh halini...
Yanında birinin durduğunu fark ettiğinde, kendini düşüncelerine fazla kaptırmış olduğunu anladı. Gelen Loki idi ve Kirke, Loki yanında durana dek adamın yaklaştığını duymamıştı.
"Burada neler oluyor?"
Adama hiç bakmadan cevapladı.
"Küçük bir yer değişikliği Loki, sen aldırma."
Loki mermer korkuluğa dayandı ve aşağıda iş yapan ikiliye gözlerini dikti.
"Sen fazla başına buyruk oldun Kirke. Ölümlü bir cadıdan başka biri değilsin. Bana muhtaç olduğunu hatırla ve sorularımı geçiştirmeyi bırak."
Kirke sinirlendi ama hiç belli etmedi. Loki kendinden emin bir kibirle doğrulup Nelai'yi işaret etti.
"Şu iblis ne yapıyor?"
Kirke sesini sakin tutmaya gayret ederek cevapladı.
"Geri döndüğü için ödüllendireceğim, o nedenle hazırlık yapıyor."
"Ares burada mı? Hapsettin mi?"
Kirke duvağının altından adama doğru baktı. "Hayır, Ares'ten vaz geçtim. Daha güzel bir avım var."
Loki'nin kısık gözleri irileşti. "Yoksa... Ne... Ben mi?"
Kirke adamın görmediğine memnun olarak yüzünü buruşturdu.
"Hayır! Seni kast edecek kadar kör değilim henüz! Neye benzediğini görebiliyorum."
Loki kaşlarını çatarak kızgın bir ifadeyle homurdandı.
"Bu laflarını yaşlılığına veriyorum Kirke. Söyle, kimi tutsak ettin?"
Kirke yeniden Nelai'ye doğru bakarak adamı cevapladı.
"Adonis"
Loki kısık bir kahkaha attı. "Adonis mi? Sen ciddi misin?"
Kadından ses çıkmayınca Loki öfkelendi. "Seni sersem!" dedi elindeki mızrak gibi asayı yere vurup koca salonu çınlatarak. "Ares başıboş dolanıyor ve..."
"Kes sesini!" dedi Kirke onun çıkarttığı sesten daha yüksek bir sesle.
Nelai onları duymuş, rünleri zemine işlemeyi bırakmıştı. Şaşkınlıkla, yüksek balkondan onları seyreden ikiliye baktı. Kirke kızın ilgisini çekmekten rahatsız olarak arkasını döndü ve Loki'ye doğru hırladı.
"Beni izle!"
Koca ölümsüzler topluluğunun en aptal ölümsüzünü kendine ortak olarak seçtiğine inanamıyordu. Loki işe yaramıştı, özellikle malzeme ve dikkat çekicilik adına ama getirdiği sorunlar da bir o kadar canını sıkmıştı. Vaktinden önce Olimpos'un ilgisi çekmiş ve koca yaratık ordusunun, adaya taşımasına neden olmuştu. İblis ve devlerinin yaptığı taşkınlıklardan hiç bahsetmiyordu bile.
Son günlerde kendini her şeyin hakimi olarak gören Loki'nin şımarıklıkları da onu bezdirmişti. Nelai'nin fikri bir kez daha sıcak geldi. Böylece güzel Adonis onun esiri olmaya devam edecekti ve Kirke gençleşerek cazibesiyle bu yakışıklı ölümsüzle iyi vakit geçirebilecekti. Her bakımdan onun çıkarınaydı.
Soğuk odaya adım atar atmaz Kirke küçük bir el hareketiyle odadaki şömineyi yaktı ve biraz ısınmak için yanına yürüdü. Loki ise sabırsızca kapıyı kapatıp söylenmeye başladı.
"Ares bizi her an bulabilir! Aptal cadı! Bunu nasıl yaparsın? Adonis onun dostu, kaçırıldığından haberi olmaz mı?"
Kirke sırtını şömineye dönerek adamın lafını kesti.
"Sabrımı sınama Loki! Ares'ten bu kadar korkuyorsan, neden bu işe giriştin?"
Loki onun karşında durdu ve öfkeden buz mavisine dönmüş tenini morartırcasına bağırdı.
"Plan bu değildi! Ares'i etkisizleştirecektin ve ben de tüm evlere hükmedecektim. Sen ne yaptın? Ares'in canını temelli sıktın."
Kirke adamın ona bağırmasından rahatsız olmuştu. "Sana verdiğim sözleri tutuyorum Loki. Ares şu anda güçlü mü sence? Tüm evler sönmeye yüz tutmuş mum alevi gibiler, sadece senin gidip üflemeni bekliyorlar. Sen de aynen bunu yapacaksın."
Loki afalladı. Kirke adamın şaşırmasını bekliyordu, kendinden emin bir sesle devam etti.
"Ares benim adamı asla bulamaz, yaşayan kimsede bu güç yok." Dedi ama aklına gelen ufak bir bilgi onu bir anlığına susturdu.
Muhafız, ölümsüzlerden birinde titan devrine ait antik bir güç hissetmişti. Kaynağını söylemedi ve Kirke de ona soramadı. Soramazdı, muhafızlar onun emrinde değillerdi.
"Burada güvendeyiz ama onlar değiller. Nektarsız kaldılar ve korkuyorlar. Gönderdiğin küçük birliğin zaferi bunu sana göstermeliydi Loki. Ayrıca şu anda mükemmel bir rehinemiz var. Ares'in elini kolunu bağladık."
Loki kararsızca başını eğdi. "Nedense içimi rahatlatmadın."
Kirke adama bir adım daha yaklaşıp ikna edici bir kesinlikle konuştu.
"Son darbeden sonra tüm evler sana teslim olacak buz kralı. Tek yapman gereken tüm ordunu son savaşa göndermek ve boyutları ele geçirmek. Adayı boşaltalım, tüm gücümüzle saldıralım. Senin ordun ve benim cadılarım o kibirli ölümsüzlere saraylarını dar etsinler. Jotunheim'in intikamını alalım!"
Loki Jotunheim lafını duyunca öfkeyle şişti. Derisi bir renk dalgası gibi maviden beyaza evrildi. Tükürür gibi konuştu.
"O adilerin cesetleri üzerine yeni sarayımı kuracağım. Tahtımı Ares'in kemiklerinden yaptıracağım!" dedi ellerini yumruk haline getirip. "Son bir savaş!"
Kirke etkisi altına aldığı adamın öfke krizini seyrederken sırıtıyordu. Duvağın koruyuculuğu altında olduğuna sevinerek, durgun bir ses tonuyla konuştu.
"Şimdi tam bir kral gibi konuştun Loki. Fakat sen geride kalmalısın, geleceğin kralına zarar gelsin istemem. Devler ve iblislerin için geçitleri hazırladım, ilk önce onlar gidecek. Ardından da cadılar ve büyücüler gidecek. Nektarsızken savaşın ortasında kalmamalısın."
Loki küçümser bir bakışla suratını buruşturdu.
"Başka ne olabilir ki? Savaşa gidecek halim yok ya." Kapıya doğru dönüp yürürken söylenmeye devam etti. "Kuklalar dururken elimi taşın altına sokacak kadar aptal değilim."
Kirke adam odadan çıkana dek ardından baktı. Sonra yavaşça mırıldandı.
"Çok daha aptalsın Loki. Başına gelecekleri bilseydin, koşarak Olimpos'un liderine sığınırdın."
Kirke bu içten pazarlıklı ve çıkarı dahilinde olursa kimseye acımayacağı belli olan beceriksiz adamın orduyu yönlendirmesini beklemek zorundaydı. Böylece Loki bir başına kalacaktı ve Kirke de can sıkıcı konuklarından istediğinden daha karlı bir şekilde kurtulacaktı. Cadıların hazırladığı geçit büyülerine güç vermek için mahzene doğru yürümeye başladı.
Nelai ile Ghoar'ın hala büyüleriyle uğraştığını görünce yaptığı planın mükemmelliğiyle gurur duyarak içten içe sevindi. Nelai çok zeki ve güzel bir kızdı. Bu göz kamaştırıcı kızın sahip olduğu güçler Kirke'ye ilerde sorun çıkartacaktı. Adonis sayesinde, bir ejderhadan farkı olmayan Nelai, onun ağına düşmüş küçük bir kelebeğe dönüşmüştü ve ne kadar çırpınırsa ağa o denli yapışacaktı. Leziz ve sulu bir kelebek...
***
Artemis yardım için gittiği boyuttan yeni dönmüştü ve odasına uğramadan önce Sirona'nın yanına gitmek zorunda kaldı. Sağ koluna ufak bir darbe almıştı. Kesik derin değildi ama sardırması gerekiyordu. Kadın oldukça yoğundu, Olimpos dışında diğer evlerin şifacılarına yardımcı oluyordu. Kadını oyalamamak için kendi sargısını sarıp odasına yönlendi.
Zincirini kaybetmesi hiç iyi olmamıştı. Yayı ve kısa kılıcı da iyiydi ama o zincir onun eli ayağı gibiydi. Eksikliğini savaşırken çok fazla hissediyordu. Yaralanmasının bir nedeni zincirinin yokluğunu unutup savunmasını yanlış yapmasıydı, diğeri de Solan ile olan konuşmasıydı. Kırmızı onun aklını olması gerektiğinden fazla meşgul ediyordu.
İçi hiç rahat değildi, özellikle onu düşündüğü anlarda. Orion'u kaybettiğinde göğsünde oluşan derin boşluğun dolduğunu hissediyordu. Ve bu onun için korkunç bir şeydi. Hayatının aşkına ihanet ediyordu ama olması gereken suçluluk duygusu kalbinde yoktu. Kırmızının konuşmaları yüzünden diye kendi kendine hatırlattı. Onun beynini yıkamıştı. O kadar üstüne gelmemesi gerekiyordu.
Son kurnazlığı da takdire şayandı yani. Neymiş onun için kendini feda edecekmiş. O büyücü iblisler de oyunun içindeydi. Eski dost değiller miydi onlar? Gerçi iblisler bu tarz duygusal bağlara önem vermezlerdi, onlar için açlıklarını doyurmak öncelikliydi ama... Solan onları da kandırmış olmalıydı.
Yatağın üstüne oturdu ve düşüncelerini düzene sokmak için gözlerini kapattı. Hemen geri açtı çünkü gördüğü suret tuhaf heyecanını yeniden yükseltmişti. Acaba o ne düşünüyordu?
"Beni düşünmediği kesin!" diye homurdanıp ayağa kalktı. "Soruma cevap vermeye tenezzül bile etmedi!"
Kapısı çaldığında yataktan fırlayıp kapıya koşar adım yürüdü. Düşünmeyi bırakıp yanına gelmiş olabilirdi. Sinir bozucu kırmızı! Belki cevabını söylemek için gelmişti. Kapıya ulaşmışken dışarıdan Hermes'in sesini duydu.
"Artemis! Ares Tepe'de seninle görüşmek istiyor!"
Kapıyı açmıştı ama Hermes mesajı verip hemen gitmişti. Heycanına ve sonrasında gelen hüzünlü hayal kırıklığına sinir oldu. Neden üzülüyordu ki? Kırmızı saçlı bir iblis kurnaz davranıp onun en zayıf noktasından saldırmıştı. Buna karşı koyması gerekirken savunmayı akıl bile edememişti.
Odaya döndü ve kısa kılıcını beline taktı. Yayını her zaman çağırabildiği için yeterince silahı olduğuna kanaat getirip Tepe'nin girişine yönlendi. Girişte garip tül perdeyi görünce şaşaladı. Ares girişi sınırlandırmıştı ama neden?
Örümcek ağına benzeyen tül perdeyi hiç zorlanmadan geçti ve sebebi anladı. Geçit Tepe'de hazırlanıyordu. Ares ve Dünya eskiden taht olan basamakların üstünde konuşurlarken; Solan büyük bir dikkatle Daphne'nin çizdiği rünleri büyülüyordu. Daphne? O perinin burada işi neydi?
Girişin önünde kaşlarını çatmış çalışan ikiliye bakarken Solan durakladı ve doğrularak ona doğru döndü. Adamın üzerinde ilk defa renkli bir kıyafet görüyordu. Aslında bu da koyuydu ama farklı giyinmişti. Dar ve şık bir kesimi olan bordo gömlek bedenine tam oturmuştu. Altına giydiği mat deri pantolonu ve kaba botları adama oldukça yakışmıştı. Saçlarını yarım topladığı için yüzü açıktaydı ve yüzünden afallamış ifadesi rahatça okunuyordu.
Gözleri adamın boynuna takıldı. Deri ve gümüş işlemeli garip bir tasma takmıştı, tarzından ödün vermemesi onu gülümsetti. Bakışları adamın yüzüne yükseldiğinde Solan'ın hala kımıldamadan ona baktığını gördü. Peki, o neden yürüyemiyordu?
"Solan!"
Solan ayılıp ona seslenen periye döndüğünde; Daphne hafif sitem sezilen bir tonda konuştu.
"Devam etmeyecek miyiz?"
Solan sadece başını sallayıp yeniden yere diz çöktü. Elini yeniden çizilen rünlerin üzerinde gezdirirken Artemis nihayet çözüldü ve ileriye yürüdü. Ares onu görmüştü, elini sallayıp yanına çağırdı, sonra da Dünya ile konuşmaya geri döndü. Dünya'yı bir konudan ikna etmeye çalıştığı belliydi.
Solan ve Daphne'nin yanından geçerken nedensizce durakladı. Solan'ın yanındaydı ve adamın gerildiğini hissediyordu. Daphne yaptığı işten başını kaldırıp ona baktı.
"Hoş geldin Artemis! A, koluna ne oldu?"
Solan başını çevirip ona baktı ve bakışları kolundaki ince sargıya ilişince hemen ayağa kalktı.
"Yaralandın mı?"
Artemis şaşırarak elini kolundaki süslediği sargıya götürdü.
"Ufak bir kesik sadece..."
Lafını tamamlayamadı çünkü Solan eldivensiz elini uzatıp parmaklarıyla kolunu kavradı. Yarasının çevresi hafifçe ısınıp karıncalaşırken gözlerini adamın gözlerine çevirdi. Yüz ifadesi çok durgundu ama bakışlarının ona hissettirdiği duygular çok yoğundu.
Yeşil gözlerindeki ışıltılarda hem hüzün hem de... Aşk olmazdı, değil mi? Artemis kendini kaptırdığını fark edince ayılarak kolunu adamdan çekti. Yarası iyileşmişti ama Solan onu tutmaya devam ediyordu. Kolunu çekince adam da irkilerek geriye adımladı.
"Teşekkür ederim." Dedi Solan geri yerine çökerken.
Solan hiç tepki vermeden büyüye geri dönmüştü. Daphne ise şaşkın bakışlarla ikisini izliyordu. Artemis yüzünü saran ısının yükseldiğini hissetti. Teşekkür etmişti ama kırmızı onu görmezden geliyordu. Daphne'nin şaşkınlığının hayranlığa dönüşmesi de kızgınlığının üstüne tuz biber ekti.
"Ah, Solan sen gerçekten de muhteşemsin. Hekate'nin oğlundan başka türlüsü de beklenemezdi. Nektar içmemene rağmen güçlerinde hiçbir azalma yok."
Solan kısık sesle kadına teşekkür etti. Artemis daha da öfkelenmişti ve ilk defa kelimeler ağzında şekillenmiyordu. Daphne'nin sırıtan ağzının ortasına bir tane geçirse belki rahatlardı. Ares ona seslenince yürümeden önce Daphne'ye kibirli bir bakış attı.
"Hala akıllanmadın mı Daphne? Hekate Apollon'dan sonra onun oğluna da sarktığını öğrenirse durumun ne olur acaba?"
Daphne şaşırarak ona baktı. "Ben ne dedim ki?"
Artemis gözlerini kısarak homurdandı. "Sadece işini yap peri ve gözlerin, çizdiğin rünlerin üzerinde olsun!"
Arkasını dönüp Ares'e doğru sinirle adımladı. Aklında aylar önce Daphne ile yaptığı bir konuşma olduğu için periye gözdağı vermekten kendini alamamıştı. Solan Olimpos'a yerleştiği ilk günlerde; Artemis Daphne ile bir göreve gitmişlerdi. Daphne, nasıl yaptıysa laf arasında sözü Solan'a getirmiş ve periler arasındaki ününden bahsetmişti. Artemis o zamanlar Daphne'nin bu aptalca merakıyla dalga geçmiş ve kahkahalarla gülmüştü. Şimdi ise gülecek hali yoktu.
Ares, Dünya'nın yanağını okşayarak gülümsedi.
"Evimizde daha güvende olursunuz papatyam. Hemen döneceğime söz veriyorum."
Dünya sıkıntıyla iç geçirip nefeslendi. "Yanında olsaydım içim daha rahat ederdi."
Ares eğildi ve Dünya'nın saçlarına bir öpücük bıraktı. "Ben hep yanındayım sevgilim."
Dünya adama sarılırken Artemis yanlarına dikildi.
"Seni rahatlatacak bir çözüm biliyorum Dünya." Dedi sevinçle.
Ağzını açacakken Ares lafı ağzına tıktı.
"Konuştuk, bizimle gelmiyorsun!"
Artemis sinirle kollarını kenetledi. "Ama kahin..."
Ares Dünya'dan biraz ayrıldı ama elini bırakmamıştı. "Kararlarımı kahin vermiyor tatlım, benim de düşünebilen bir beynim var. Ve beynim diyor ki, sen sadece bana bela olursun."
Artemis suratını astı ve aklına gelen diğer konuya atladı.
"O zeki beynin şu ikiliyi yan yana çalıştırmayı mı önerdi? Bu ikisi işi bitirene dek, hepimiz sıkıntıdan patlarız."
Ares'in bakışları bir anlığına çalışan ikiliye takıldı. Sonra ifadesi ciddileşirken Artemis'e döndü.
"Eve gidelim."
Artemis omuzlarını yukarı kaldırdı. "Ne ya! Ben ne diyorum sen ne diyorsun? Beni iyice dışladığının farkında mısın?"
"Bizim eve gidiyoruz Artemis! Konuşma da yönlen!"
Ares ve Dünya yönlenmişti. Eve neden çağırdığını anlayamadı ama Solan'ın duymasını istemediği bir şeyler olduğunu düşünüyordu. Aslında bu iyi bir fikirdi, onun da Ares ile konuşmak istediği şeyler vardı. Yönlenmeden önce Solan'a doğru döndü. Daphne yüzüne yapışmış memnun bir gülümsemeyle Solan'ın büyü yapışını izliyordu.
"Sersem peri!" diye söylenerek yönlendi.
Eve yönlence ilk iş olarak Solan ile büyücülerin anlaşmasını anlattı. Ares ve Dünya onu dikkatle dinliyordu. Sonra Phobos'un tehditini de söyleyince Ares ilk defa gerildi.
"Solan bana büyücüleri anlattı ama o geçici bir süreliğine yardım istediğini söylemişti."
"Yalancı! Sana söyledim kırmızı yalan konusunda uzman."
Dünya araya girdi. "Onu kötülemeyi bırak da, olayı doğru dürüst anlat Artemis."
"Anlatıyorum ama kimse dinlemiyor. Solan'ı götürme Ares, ona güvenemezsin!"
Aslında söylemek istediği Solan'ı tehlikeye atma demekti ama bunu itiraf edeceğine dilini keser tuza basardı. Yok, dilini kesmezdi. O kadar da değil ama kendine küçük bir tokat atabilirdi.
"Solan'dan çok mu nefret ediyorsun?"
Ares'in sorusu karşısında bir an dondu kaldı. Adam şaka filan yapmıyordu ve kızgın da değildi. Son derece ciddi bir ifadeyle onu sorguluyordu. Ne cevap verecekti?
Bakışlarını kaçırarak başını salladı. "Evet." dedi güçsüzce. "O bir iblis ve Olimpos'ta serbestçe gezinmeyi hak etmiyor. Saldırılar durulana dek onu hapsetmelisin."
Ares konuşmayınca, bakışlarını yoğun kehribar rengine dönüşmüş gözlere kaldırdı. Kaşlarının altından düşünceli bir ifadeyle onu süzüyordu. Nefeslenip kısa bir bakışla Dünya'ya baktı ve koltuğa yaslandı. Artemis yardım alabilmek için Dünya'ya baktı.
"Onun bir şeyler planladığını görmüyor musunuz?"
Dünya göbeğini okşayan elini çekti ve ona uzandı. Artemis ellerinin titrediğini kadın ona dokununca fark etti. Çaresizdi ve yalvarmanın eşiğine gelmişti. Solan büyük bir tehlike içindeydi ve oraya gitmemeliydi. Aklında olan sadece buydu. Kanıtsız söylemesi hem onu aptal durumuna düşürecekti, hem de amacına varamayacaktı.
Dünya yavaşça konuştu.
"Görüyoruz Artemis. Ares uzun zamandır farkında ve Solan ile konuştu. Hem de bir kereden fazla. Solan aklında her ne tasarlıyorsa, yapması gerekeni yapmaya çalışıyor. Onu engelleyemeyiz. Ares onun yanında olacak."
"Ne için yanında olacak?" dedi gözlerine dolan yaşları geriye atarak. "Kahretsin!" diyerek elini Dünya'nın ellerinden çekip ayağa kalktı.
"İblisi yanına almasına nasıl olur da karşı gelmezsin? Ares ona inanıyor ama bana inanmıyor!"
Ares ayağa kalktı. "Mesele inanıp inanmamak değil Artemis! Sana anlatamayacağım konular var ve..."
Ares duraklayınca Artemis dönüp ona baktı. Devam etmekte kararsız kalan Ares dudağını ısırıyordu. Geri dönüp adamın karşına dikildi.
"Anlat!"
Ares'in çenesi kasıldı. Konuşmakta çok isteksizdi, bir elini ensesine götürüp sıkıştırdı.
"Şu işi bitirelim söz veriyorum seninle konuşacağım Artemis. Bana ne diyeceğin önemli değil artık çünkü daha fazla bu vicdan azabına dayanamayacağım." Elini ensesinden çekti ve onun iki kolunu hafifçe kavrayarak gözlerine baktı. "Bana sadece bir gün izin ver. Dünya'nın yanında kalıp, ona ve bebeğimize göz kulak ol. Bu seni dışlamak değil, sana en değerlilerimi emanet ediyorum Artemis."
Artemis ne diyeceğini bilemedi. Sadece başını salladı ama ikna olmamıştı. Ares'in samimiyetine güveniyordu. Son sözleri aklını iyice karıştırmış ve merakını kamçılamıştı. Ares'in inatçılığını hesap ederek uyumlu olmaya karar verdi.
Ares gidene dek konuşmaksızın sadece adamı onayladı. Sıkıntısı boğazına dek yükselmiş, ona nefes aldırmıyordu. Ağlamamak için kendini kasmaktan çenesi ağrımaya başlamıştı. Dünya ve Ares vedalaşırken elini yüzünü yıkamak için banyoya gitti. Aynadan ona bakan hoşnutsuz yüz, yenilgisini yansıtıyordu. Dünya'nın onun yanında olacağını sanırken o da Ares'e hak vermişti.
Banyodan çıktığında koridorda onu bekleyen Dünya ile karşılaştı.
"Benden ne yapmamı istiyorsun?"
Birkaç saniye boş boş arkadaşının yüzüne baktıktan sonra ayıldı. Koşar adım giderek Dünya'nın boynuna sarıldı.
"Sana ne çok kızmıştım anlatamam Dünya." Dedi ayrılarak kadının yüzüne baktı. "Ama bu sefer de Ares bize çok kızacak."
Dünya omzunu silkti. "Alışkınım. Şimdi söyle bakalım, ne yapıyoruz?"
Artemis sırıttı, öyle böyle değil, oldukça kurnaz sırıttı. Sonra Dünya'ya hızlıca planı anlattı. Dünya'dan umudunu kesmişken gelen yardım onu tarifsiz derecede heyecanlandırmış ve mutlu etmişti. Sanki her şey çözüme kavuşmuştu. Dünya kalbinden geçeni dinleyip ona yardım etmeye karar vermişti çünkü anahtar en doğrusunu bilirdi, aynı Artemis gibi.
***
Boyut kapısı tamamlanmıştı. Geçici bir kapıydı ama kalıcı olanlardan daha çok enerjiye ihtiyacı vardı. Solan rün büyüleri konusunda yardımcı olan Daphne ile birlikte Ares'i bekliyordu. Basamaklara oturmuş eldivenli ellerini kenetlemiş, gözlerini kapıya dikmişti. Daphne ise kırık sütunlardan birine dayanmış, nedenini bilmediği bir amaçla bekliyordu.
Bugün Artemis'i göreceğini sanmıyordu sadece umut ediyordu. Gömleği boşuna giymemiş olduğuna sevindi. Bir anlığına da olsa bakmayı sevdiği gözlerde kendini görmek her şeye değerdi. Tepe'de onun varlığını hissettiğinde heyecanını bastırmakta zorlanmıştı. Hatta büyünün kesilmesine aldırmadan ayağa kalkıp Artemis'i seyrettiğini fark etmesi için Daphne'nin ona seslenmesi gerekmişti. Ares haklıydı, Artemis onu aptallaştırıyordu.
Son konuşmalarından sonra Artemis'in karşısında durmak çok zordu. Açığa çıkan duyguların ad verilmesiyle Artemis onunla daha çok alay edecekti, belki de acıyacaktı. Alay etmesini tercih ederdi. Neyse ki, Daphne'nin yanında düşünceli olup onun yerine periyle uğraşmıştı. Artemis'in perilerle arasının bu denli kötü olduğunu hiç fark etmemişti, hayret!
Elini pantolon cebine atıp küçük şişeyi çıkarttı. Bağlantıyı bu kan sayesinde kuracaktı ve içinden bir ses Nelai'nin onlardan tarafta olduğunu söylüyordu. Adonis'i koruyacağına emindi, çünkü muhafıza karşı adamı nasıl savunduğunu gözleriyle görmüştü. Muhafıza karşı durabiliyorsa, Kirke'den de sakınabilirdi.
"O nedir?"
Solan ses karşısında boş bir ifadeyle periye baktı. Daphne yanına oturmuştu. Elindekini başıyla işaret edip gözlerine baktı.
"Elindeki ne? Bir anı mı?"
Solan şişeyi cebine sıkıştırırken cevap verdi. "Kan." Dedi gergin bir sesle ve ekledi. "Sen sormadan söyleyeyim, bu bir fetiş değil. O kadar da iblis değilim."
Daphne güzel bir gülümsemeyle konuştu. "İblis olmadığını biliyorum, Solan. Fetiş olduğunu da düşünmedim. Sadece merak ettim. Onun kan olduğu, aklıma gelmemişti."
Solan ayağa kalkıp, oyalanmak için üç üçgenin iç içe geçtiği sıralı rünlerden oluşmuş kapının yanına yürüdü. Daphne onun peşinden gelince yeniden gerildi. Kadına doğru döndü.
"Sanırım, işin bitti."
Daphne şaşırdı. "Kovuluyor muyum?"
Solan kaba davrandığını biliyordu ama kadının bakışlarından rahatsız olmaya başlamıştı. Daphne tam karşında durdu. Hoş bir gülümsemeyle elini kaldırdı ve onun boynundaki tasmaya takılı tılsıma dokundu.
"Sohbetimden hoşlanmadın mı?"
Kadının masum yüzüne karşı doğru cevabı verip vermemeyi düşünürken; Ares, yanında Eros olduğu halde Tepe'ye adımladı. Adamın elinde Hephaistos'un verdiği silahların olduğu küçük kutu vardı. Solan onları görünce rahatlayacağını sanıyordu ama nedense periyle yakınlığının yanlış anlaşılacağını düşünerek panikledi. Aniden geriledi. Boşluğa düşen Daphne dengesizce sendeledi ve eli tılsımı koparmakla kalmayıp gömleğin de iki düğmesinin sökülmesine neden oldu.
"Ah!" diyen Daphne'yi son anda belinden tuttu ve düşmesini engelledi. Yere düşen tılsım, paramparça olmuştu.
Ares ve Eros yanlarında durduğunda, kadını anca doğrultmuştu.
"Üzgünüm Solan, çok özür dilerim. Ben..."
"Çok sakarsın!" dedi Eros, kadının lafını sertçe tamamladı.
Ares ise hallerine gülmemek için dudağını sıkıyordu. Daphne hayretle Eros'a baktı. Solan gömleğin yırtık yakasına aldırmamıştı ama tılsımın kırılması canını sıkmıştı.
"Sorun değil." Dedi, içinden sorun olmaması için dua ederek.
Ares kadına teşekkür edip uğurlarken, Solan kapıyı son kez kontrol etmek için etrafında dolanıyordu. Eros ise gergin bir ifadeyle kenarda duruyordu. Sonra kararını vermiş gibi yanına yaklaştı ve onun çöktüğü yere diz çöktü.
"Periyle oynaşacağına, kapıyı tamamlamalıydın."
Solan kontrolü bırakıp adama baktı. Eros gerçekten sinirliydi. Psyche'yi bırakıp göreve çıkmanın adama zor geldiğini düşündü ama Eros öyle biri değildi ki. Ayağa kalkarken Eros da onun gibi doğruldu. Garip bir hisle kızması gerekirken kızamadığını fark etti ve gülümsedi.
"Geride sevdiği birini bırakıp giden bir tek sen değilsin, Eros." Dedi ve kapının ortasına yürüdü. "Onları korumak için uğraştığımızı unutma."
Eros ona bakıp kalmışken Ares adamın yanına geldi ve kımıldamayı unutan adamın kolundan tutarak kapının sınırına itti. Kutuyu açıp içinden dört tane muhafazalı bıçak çıkardı. Bu bıçakları Hephaistos özel olarak, muhafızlar için yapmıştı. Büyülü bıçakların muhafazaları da büyülüydü ve dokunduğu bölgeye sarılıyordu. Ares iki bıçağı kollarındaki bilekliklerine sardırdıktan sonra doğrulup onlara baktı ve sırıttı.
"Haydi, bizi bekleyen ateşli bir cadı var çocuklar. Bayanı bekletmeyelim."
Ares boş kutuyu kapının dışına fırlatırken Eros sessizce muhafazayı kemerine doladı ve doğruldu. Bıçağı çabuk çekebilmek için muhafazayı bacağına dolayan Solan derin bir nefes aldı. Çok ilginçti, çünkü Artemis'i her zamankinden fazla yanında hissediyordu. Aşık olduğu doğruydu ama bir parça eksikti. Artemis'e aşık olduğunu fark etmişti ama kızı uzun süredir sevdiğini anlamıştı. Boşuna sevgiyi öğrenmeye çalışmıştı, bildiğin bir şeyi nasıl öğrenebilirdin ki? Sadece hislerini adlandırmayı öğrenmişti.
Aklına son zamanlarda takılan bir soru için başını Ares'e çevirdi. Ares de onu izlediğinden göz göze geldiler. Kuşkusunu Eros'un önünde doğrudan soramazdı, o yüzden başka bir soru denedi.
"Adonis'ten başka birinin hafızasına müdahale ettin mi?"
Ares gergince gülümsemeye çalıştı, yan gözle Eros'a kısa bir bakış atıp ona döndü.
"Bu ne biçim soru, saymadım ama..."
"Ne kast ettiğimi anladın Ares."
Ares kesik bir nefes aldı ve başını salladı. Solan, ruhu boşluğa düşer gibi sarsıldı, buz kesti ama ifadesini bozmadı. Yutkundu ve zoraki çıkan sesiyle konuştu.
"Her şeyi mi sildin?"
Ares dudağını ısırıp yeniden onu onayladı. Solan ne düşüneceğini bilemez halde gözlerini adamdan kaçırdı ve bir kez daha hançeri kontrol edip doğruldu. Nelai'nin kanının olduğu şişeyi çıkarttı. Küçük şişenin kapağını açıp içinde kalan bir damla kanı kapının merkezine damlattı ve şişeyi fırlattı. Rünler ışıldayıp zeminden havalandı. Şekiller etraflarında yavaşça dönmeye başladı. Nelai bağlantıyı kurmuş ve geçit iznini vermişti. Sıra ona geldi.
Odaklandı ve gözlerini kapattı. Zihninden Zear'a uzandı ve kadının bağlantısını hissetti. Güçleri birleşirken göğsünde ağır bir baskı duydu, sanki bir balyozla vurulmuştu. Zear'ın gücünü yönlendirdi ama nefes nefese kalmıştı. Gözlerini açtı ve ona endişeyle bakan iki çift göz gördü. Biri altının en parlak tonuna sahipti, diğeri ise... Mavi olması gerekirken en saf zümrütler gibi ışıldıyordu.
Başı döndü ve büyü ellerinden kaydı. Son anda yakalamayı başarmıştı ama kendini zorlamak zorunda kaldı. Eldivenlerini hızla çıkarttı ve gücünü kullanmaya cesaret etti. Saldığı büyü taşarak ellerinden yayıldı ve rünleri göz alıcı parlaklığa kavuşturdu. Yanlış görmüyordu, Eros'un gözleri yeşildi. Yansıma veya yanılgı değildi.
Zihni Artemis'in ismini haykırırken Zear'ın gücü dağılan ruhuna soğuk bir nefes gibi fısıldadı.
"Odaklan Solan, kontrolü kaybediyorsun."
Eros gözünü kırpmadan ona bakarken odaklanmak çok zordu. Gözlerini sıkıca kapattı. Göğsündeki acı dayanılmaz derecede artınca, dudağını ısırıp gücünü kapıya nihayet yaydı ve boyutu açmayı başardı. Üçü birden açılan boyuta çekilirken Solan ateşi kullanmamaya çalışmaktan ve yönlendirmeyi düzgün yapmaya çabalamaktan soluksuz kalmıştı. Ateşi kontrol etmek her şeyden daha zordu ve giderek onu baskı altına alıyordu.
Zemine ayak bastığında kendini tutamadı ve yere düştü. Eros onu tek eliyle desteklerken; başını zorlukla kaldırdı ve Ares'in saldırı duruşu aldığını gördü. Bir kadın sesi geldikleri alanda çınladı.
"Beni şaşırttın yüce Ares! Bu kadarını ummuyordum! Yine de her şey için çok geç!"


Hiç yorum yok:

Seri Hikayelerin Düzeni

TUTSAK SERİSİ 1. Kitap    Tutsak 2. Kitap    Anahtar 3. Kitap    Dünya 4.Kitap    Cehennem Hikayelerin dizilişi bu şekildedir. Diğer ...