DÜNYA (3.KİTAP)-2-

***
Apollon, Zeus'un karşısındaydı. Tanıdık ve tanımadık bir sürü yüz vardı. İkisi içeri girince konuşmayı kesip yaklaşmalarını izlediler. Ares başı dik geniş basamakları indi. Adamın hareketlerinde, Dünya'da beliren tereddütten iz yoktu. Kendinden çok emindi. Adam onun elini serbest bıraktığında, bu sorgulayıcı ve meraklı bakışlardan uzaklaşmak için güçlü bir istek duydu. Hayır. Korkak olmamalıydı ama bu ölümsüzlerin arasında kendini rahat hissetmiyordu. Ayrıca Ares'in yalan söylememesini öğütlemesi de canını sıkmıştı. Normalde yalancı biri değildi, adamın onu uyarmasına ne gerek vardı. Tabi ki eğer onun...
''Nihayet çağrımızı kabul etmenize sevindik.'' dedi Loki.
Ares tek kaşını kaldırıp adama baktı, küçümser bir tavırla. Sonra öylesine başını çevirdi. Sen kimsin ki der gibiydi, konuşmamasına rağmen Loki'nin suratı darmadağın oldu. Yüzünü asıp kollarını kavuşturdu. Ares istediği zaman çok sinir bozucu olabiliyordu.
''Önce Apollon'u dinleyelim.'' dedi Marduk. ''Ne dersin Zeus?''
Zeus sadece bıkkınca başını salladı ve Apollon'dan birkaç adım uzaklaştı. Apollon doğruldu ve anlatmaya başladı.
''Dengenin bozulduğu aşikâr, bu bilgimiz dâhilindeydi. Bu süre zarfında aynalar sağlamdı ve beş aynanın her birinde tek bir görüntü vardı. Anahtar şekli. Bu da bize geçerli bir anahtar olduğunu işaret ediyordu.'' dedi ve eliyle Dünya'yı gösterdi. ''Dünya.''
Suskunluk. Gerilerden bir ses sessizliği bozdu.
''Sonsuz anahtar.''
Hepsi, sakince konuşan Nabi'ye doğru döndüler. Nabi'nin görmeyen gözleri yerdeydi.
''Dünya'nın ölümsüz olması gerektiğini mi kastediyorsun?'' dedi Neith.
''O, ölümsüzlüğü hak etmek için hiçbir şey yapmadı.''
Dünya, Durga'nın sertçe sarf ettiği sözlerine nedense hiç şaşırmadı. Zeus dalgalı saçlarını geriye taradı ve Durga'ya baktı.
''Yanılıyorsun Durga. Dünya ölümsüzlüğü hak edecek kadardır bizimle. Son beş senedir tüm görevlerde vardı ve ondan beklendiğinden çok daha fazla bize yardımcı oldu.''
Ares şaşkınlıkla Zeus'a döndü. Duyduklarına inanamıyordu ama Dünya inanıyordu, çünkü Zeus'un bu fikri kabul etmesinde kimin rolünün olduğunu biliyordu. Heyecanlandı. Ölümsüzlüğü elde edecekti. Fazla coşkulu görünmemek için çaba harcayarak gözlerini Nabi'ye çevirdi. Adam, soğukkanlı bir ustalıkla, düşüncelerini hiç ele vermiyordu. Daha önce mutfakta karşılaştığı kel adam araya girdi.
''Bu saygısız ve güvenilmez ölümlüye ambrosia vermeyi mi teklif ediyorsun? Kabul etmiyoruz.''
''Benim evimdesin!'' dedi Zeus buz gibi bir sesle. ''Dünya da bizim anahtarımız, saygı göstermesi gereken sensin.''
''Tek anahtar! Öyle adlandırmadın mı Zeus?'' dedi Durga. ''O halde bu kadın üzerinde bizim de hakkımız var.''
Dünya inanmazcasına kadına bakarken Ares güldü. Başını sallayarak ileri yürüdü.
''Bu kadar şaka yeter.'' dedi. ''Bu konudaki kararı hiçbiriniz veremezsiniz. Dünya ölümsüzlüğü kabul ederse ambrosiayı alır, etmezse kimse onu zorlayamaz. Ama bu kabullenişi, sizin görevlerinizi yapabilmek için olmayacak. Hak ettiği için olacak!''
Ares'in yüzündeki keyifli ifade tavırlarına yansımıştı. Endişeli ve sinirli hali, Dünya'nın ölümsüz olma düşüncesiyle buhar olmuştu. Dünya tuhaf bir ikilemle kalakaldı. İstediği kadar bir memnuniyet hissetmediğini fark etti. Eli diğer elinin bileğine gitti. Canını acıtmak istercesine tırnağını Asteria'nın damgasına bastırdı. Neredeyse tırnağı, derisini delecekti. Acı onun duygularını netleştirmedi, konuşulanları suyun altından dinliyordu. Elini bileğine sardı ve adını bilmediği bir ölümsüzün konuşmasına odaklanmaya çalıştı.
''Sen Olimpos'un bir üyesi değilsin, değil mi Ares?''
''Yani konuşmaya hakkım yok mu?'' dedi Ares terslenerek ve soğuk bakışlarını adama dikti.
''Onu demek istemedim.'' dedi adam. ''Eğer anahtar ambrosiayı alırsa; Olimpos'un bir üyesi mi olacak, yoksa senin gibi bağımsız mı kalacak?''
''Ares, Olimpos'a ait.'' dedi Zeus kararlı bir sesle. ''Bunu kendisi bile değiştiremez.''
Ares bir an için itiraz edercesine çatık kaşlarla Zeus'a baktı ama sözlerine karşı gelmedi. İlanının etkisini görmek isteyen Zeus mavi gözlerini ölümsüzlerin üstünde gezdirdi. ''Buraya ayna olayını açıklığa kavuşturmaya geldik. Konunun Ares'in ev seçmesine neden geldiğini anlamış değilim. Ares'in zaten bir evi var.''
''Sen onu serbest bıraktın.''
''Sana katılmayacak Kuzgun!'' dedi Zeus. Artık bakışları sabırlı veya anlayışlı değildi, basbayağı meydan okuyordu.
Kuzgun, simsiyah saçlarını geriye attı. İkna etmek adına Ares'e döndü, tam ağzını açacaktı ki Zeus sesini yükseltti. 
''Bu tartışmaya açık bir konu değil!''
Ares, anlamsızca Zeus'a baktı. Zeus'un açıklamalarına müdahale etmemesine Dünya şaşırmıştı. Ya da şaşırmamıştı, bilmiyordu. Tek bildiği başının dönmeye başlamış olduğuydu, olanlar gerçekliğini yavaşça yitiriyordu. Hırpaladığı damgasının sızlaması da cabasıydı.
''Dünya'yı ölümsüz yapmak aynayı etkiler mi?''
Konuşan Durga'ya doğru baktılar, kadın devam etti. ''Ya aynalar birden çalışmaya başlarlarsa ne olacak? Yeni anahtarlar ortaya çıkarsa, ya Dünya'yı ölümsüzleştirmemiz gerekmiyorsa.''
Bir başka ölümsüz atıldı. ''Evlerin güç dengesini de düşünmek gerek.''
Loki ellerini ikiye açtı. ''Ben de bunu demek istiyorum işte, bu denli büyük bir güç sadece Olimpos'a ait olmamalı! Hem anahtar, hem de hafıza düzenleyici...''
''Bence Ares bağımsız olmaya devam etmeli.''
Loki aniden lafını kesen Nabi'ye baktı. Nabi ağır bir tavırla konuşmasına devam etti. ''Anahtarla ikisinin gücü evlerin dengesini bozar.''
Zeus sinirle gözlerini devirdi. ''Ne yani, birleşip sizi ezeceğimizi mi düşünüyorsunuz?''
''Anahtar senin yerine bizim evlerden birine ait olsa içimizin daha rahat edeceğini söylüyoruz.'' dedi yabancı bir ölümsüz.
Apollon araya girdi. ''Ne Dünya'yı veririz, ne de Ares'i! Onları bizden alamazsınız.''
''Apollon doğru söylüyor.'' dedi Zeus. ''Ares Olimpos'a ait, aynı Dünya gibi.''
''Daha geçen hafta ikisini de öldürmeyi düşünen bir lider mi söylüyor bunu?'' dedi Ghede. ''Sen hakkını o toplantıda kaybettin Zeus.''
Ölümsüzler hep bir ağızdan tartışmaya başladılar. Ares tüm olanlara anlam veremese de gittikçe öfkelenmeye başlamıştı. Ortaya doğru yürüdü ve yumruklarını sıktı. Dünya adamın tenini kaplayan buğunun yeniden alevlendiğini görüyordu, altın gözleri güneşe dönüşmüştü.
''Hepiniz susun!''
Ölümsüzler bağrışmayı kesip Ares'e baktılar. Ares, Zeus'a doğru döndü. ''Dünya'ya ambrosia verecek misin?'' Zeus, başını salladı. Ares onayı alınca Dünya'ya döndü. ''Anahtar, ambrosiayı alıp ölümsüz olmayı kabul edecek misin?''
Dünya yanağını ısırdı ve başını salladı.
''Evet''
Kabul edecekti tabi. Bu, şu sıralar en ihtiyaç duyduğu şeydi ve ona altın tepside sunulmuştu. İstediği şey için onu zorlamaları ne güzel bir şeydi. Ares diğerlerine döndü.
''Buna bir itirazı olan var mı?''
Hepsinin huzursuzluğu elle tutulur gibiydi ama adamın iradesi tüm herkesin üstündeydi. Ares daha yüksek sesle sorusunu yeniden sordu. Kimseden sözel olarak itiraz alamayınca Zeus'a döndü.
''Teklifin kabul edildi Zeus.'' dedi adama doğru adımladı ve karşısında durdu. ''Kime katılacağına veya katılıp katılmayacağına gelince; bu karar, Dünya'ya ait. Kimse onu zorlamayacak.''
Ölümsüzlere baktı. ''Onu kandırmaya çalışan olursa, beni karşısında bulur. Bu da benim sözüm!''
Adamdan yayılan hükmetme gücü ölümsüzleri umutsuzca avucuna almıştı. Ne bir itiraz, ne de ters bir bakış atamıyorlardı. Acaba Nabi'nin dediği korkunç güç bu muydu? Daha önce Ares'i hiç bu gözle görmemişti. Hiç bugünkü kadar güçlü görmemişti... Çok hoşuna gitti. Asteria'nın neden adamı istediği açıklığa kavuşmuştu. Ares yanında olduğu sürece her şeyi avuçlarının arasına alması kolaydı.
Ares, ona adımlarken Apollon'a doğru kısa bir bakış attı ve onun elinden tutup kalabalığın arasından sıyrıldı. İlgiyi üstüne çeken Apollon konuşmasına devam ederken Ares sütunlardan birine dayandı. Gözleri kapalıydı, derin nefesler alırken Dünya adamı izledi. Canı mı yanıyordu?
Apollon'un sesi kulaklarına anca ulaşıyordu, sanki diğerlerinden çok uzaktaydı. Kendini kontrol etmeye çalışan Ares'in de ondan farkı yoktu. Sanki aynı batağa saplanmışlar ve nefes alamıyorlardı. Adamın yüzünü avuçları arasına alıp başını doğrulttu.
''Neyin var?''
Ares'in dudakları sımsıkı kapalıydı. Gözleri yavaşça açıldı. Normale dönmüş gözlerinde Dünya'nın adlandıramadığı duygular dolanıyordu.
''Affet beni.'' dedi titrek bir sesle.
''Affetmek mi?'' dedi Dünya. ''Neden?''
Ares ellerinin arasından sıyrıldı ve başını sütuna yasladı. ''Ben korkunç biriyim.'' diye mırıldandı. ''Başını bu kadar derde soktum, sırf bencilliğim yüzünden.''
Yutkunan Ares nefeslendi ve başını eğip ona baktı. ''Seni kaybetmekten o kadar çok korkuyorum ki...''
''Bir şey mi yaptın Ares?''
Ares dudaklarını kemirerek bir süre sadece baktı. Vicdanını rahatsız eden şeyin önemli olduğunu biliyordu ama baskı yaptığı takdirde adam iyice içine kapanabilirdi. Ayrıca itiraf için uygun bir yer ve zaman değildi. Adamın yüzüne dökülen saçlarını çekti.
''Konuşacağız.'' dedi. ''Yalnız kaldığımızda!''
Ares başını salladı. Elini kaldırıp Dünya'nın yanağını belli belirsiz bir dokunuşla okşadı. Dünya adamın gözlerindeki hüzne daha fazla bakamadı. Konuşan ölümsüzlere dikkatini vermeye çalıştı ama aklında başka şeyler uçuşuyordu. Ne konuştuklarını anlamak bir yana dinleyemedi bile... Üzüntü duymaması gerekiyordu ama Ares'e her baktığında içi parçalanıyordu. Bu yüzden toplantı boyunca Ares'e hiç bakmadı.
Tepeden ayrıldıklarında açıklığa kavuşturulmuş birkaç şeyden biri Dünya'nın ölümsüz olmasıydı, diğeri de ayna işlevinin artık önemsizleşmesiydi. Dünya ölümsüz olunca anahtar olmaya devam edebilecek miydi? Bu başlı başına bir problemdi. Aynaların neden tamamen kapandığını da anlayamamışlardı. Kimse Dünya'yı bu konuda suçlamadı. Bu belki böyle bir şeyi düşünemeyeceğini sandıklarından belki de Ares'in yanında onu suçlamaya cesaret edemediklerindendi.
***
Onları merakla bekleyen Olimposlularla birlikte bir salona gittiler. Zeus, Hera, Hades ve Hermes dışında evde kalanlar oradaydı. Hatta Afrodit bile konuşmaları merak ettiğinden salonda hazırdı. Apollon olanları kısaca diğerlerine anlatırken kadının bakışları Ares'in üzerindeydi. Büyüsünün ne zaman işleyeceğini merak ediyor olmalıydı. Ares ise kadının beklediği gibi ona aşk dolu bakmaktansa üzgünce kanepede oturuyordu.
Tepede ayrıca Eris'in eğlenceye gelmesinden de bahsetmişlerdi. Ares sadece omzunu silkmekle yetinmişti. Neith adama destek oldu. Eris'in eğlenceye katılmasının hiç çağrılmamasından daha iyi olacağını söyledi. Dünya alaka kuramasa da pek umursamadı. Eris'in de gününü yakında gösterecekti. Ares'e dokunduğu kolu kırdığını düşününce keyiflendi.
Dünya, Artemis ve yanında Eros ile birlikte dikiliyordu. Artemis eğlencede olanlardan Eris'i sorumlu tutuyordu. Dediğine göre o nereye giderse mutlaka bir kavga olurdu.
''Kadının varlığı yetiyor.'' diye dudağını büktü.
''Ne bekliyorsun ki? O, kargaşadır.'' dedi Eros.
''Benim canımı sıkan şey'' dedi Adonis yanlarına gelerek. ''Ares'in ona bu kadar yüz vermesi''
''Nasıl yani?'' dedi Dünya.
''Ona, kendi hakkı olan nektarı ikram etti.'' Dedi Artemis gözlerini devirerek. ''Bir iblis efendisine!''
Dünya bir anda taş kesildi. ''Ares nektar içmedi mi?'' diye mırıldandı.
''Hayır'' dedi Eros. ''Ona sunulan nektarı Eris'e verdi.''
''Ve bunun açıklamasını bile yapmıyor.'' dedi Adonis. ''Gördün ya konuşmak bile istemedi.''
Dünya duyduklarını sindirmek için bir an gözlerini kapadı. Ares onu, gerçi herkesi, oyuna getirmişti. İksion'un büyüsü altında değildi. Peki, bu durumda olmasının nedeni neydi? Sabahtan beri hastalıklı bir halde dolanıyordu.
Omzunun üstünden Ares'e baktı. Yanı başında oturan Afrodit'i görünce yakıcı bir baskı içini kavurdu. Ares yorgun bir tavırla dirseklerini dizlerine koymuş başını öne eğmişti. Afrodit yine adama yaklaşmış gevezelik ediyordu. Artemis'in bir lafıyla dikkati yeniden konuşmaya kaydı.
''Evet, o kadehi ona, Nabi verdi ama nektar mıydı bilmiyorum. Sonrasında pek dikkat...''
''Nabi?'' dedi ayılarak.
Lafının kesilmesini umursamayan Artemis omzunu silkti. ''Marduk evinden biri, görmemene imkân yok.''
''Kim olduğunu biliyorum.'' dedi Dünya sertçe. Bu kadın onu, kendisi gibi salak mı sanıyordu? ''O adam, Ares'e içkisini mi verdi?''
Artemis ''Evet'' dedi. ''Buna neden heyecanlandın?''
Tepkisi ani olmuştu ama engel olamamıştı. Tüm bedeninin buz kestiğini hissetti. Yoksa Ares'in içtiği nektar asıl büyülü içki miydi? O kadar numara boşa mı gitmişti? Sinsi Nabi büyülü kadehi alıp doğruca Ares'e götürmüştü. Düşünceleri allak bullak olmuştu.
''Lanet olsun!'' diye fısıldadı. Yeniden Ares'e baktı.
Adam yüzünde hoş bir gülümsemeyle, ellerini ondan uzak tutamayan sarı cadıya bakıyordu. Afrodit cilveli bir tavırla adamın koluna dokunurken; Ares'in de kadının aptalca sözlerini ilgiyle dinlediğini fark etti. Öfke, ruhuna hızla işliyordu. Hemen yanında ona bir şeyler söyleyenden sertçe uzaklaştı. Kadının aşk büyüsünü nasıl etkisizleştireceğini bilmiyordu ama bir an önce öğrenmezse, Ares'i sarışına kaptıracaktı. Ve onunla birlikte, hükmetme gücünü de...
''Seninle konuşmam gerekiyor!''
Ares, Afrodit'le konuşmayı kesip ona baktı. Elini adamdan çeken Afrodit arkasına yaslanıp kibirli bir sesle Ares'in yerine atıldı.
''Şu anda güzel bir sohbeti böldün anahtar.''
Dünya yan gözle Afrodit'e kısa bir bakış atıp yeniden Ares'e döndü.
''Seninle konuşmam gerek!''
Ares'i bir an önce kadından uzaklaştırması gerekiyordu ama adamın kalkmaya niyeti yoktu. Büyünün etkisine girmiş olmalıydı. Afrodit'e saldırmamak için kendini zor tutuyordu. Ölümsüz veya güçlü olması umurunda değildi ama ortada hiçbir şey yokken sarışına saldırması mantıklı olmazdı.
''Bir şey mi oldu Dünya?''
Dünya mı? Ona neden papatyam demiyordu? Ya da ne zamandır demiyordu? Bu ayrıntıyı şimdi mi fark etmişti? Başı iyice dönmeye başladı. Canı yanıyordu. Çevresine bakındı. Tüm ölümsüzler konuşmayı kesmişler onu izliyorlardı.
İçindeki duygu karmaşasına daha fazla dayanamadı. Sarsak ama hızlı adımlarla kapıya yürüdü, nefessiz kalmıştı. Hiçbir şey gerçek gelmiyordu. Kulakları uğuldarken koridora çıktı ve koşmaya başladı. Aklında tek bir şey netti, Asteria'ya ulaşmalıydı. Damgası alev almıştı çünkü Ares'in karşısında bileğini tırnakladığını hatırladı.
Bir kat inmişti ki, gölgelerin arasından Ares karşısına çıkınca durdu. Boş koridorda bir tek ikisi vardı. Dünya'nın etrafını saran taş duvarlar canlıymış gibi dalgalanıyordu. Lambaların ışıkları titreşiyordu veya onun gerçekliği eriyordu, anlayamadı. Yerinde sallandı, kımıldayan duvara elini koydu. Duvarın sandığı kadar yumuşak olmadığını anlamak, içini rahatlatmadı. Hırçın bir sesle karşısında soğuk tavırla duran adama söylendi.
''Önümden çekil!''
Ares hiçbir şey söylemeden dikilmeye devam etti. Yoksa orada değil miydi? Aklı ona oyun mu oynuyordu? Gözlerini kapatıp açtı, hala oradaydı. Elini duvardan çekti ve olabildiğince doğruldu.
''Sana, önümden çekil dedim, kahrolası!''
Adam kıpırdamadan ve gözünü kırpmadan ona bakmaya devam etti. Dünya kapana kısılmış gibi panikledi. Eli yeniden bileğine gitti. Yanan damgayı yolup atmamak için kendini zor tutuyordu. Ares, ona doğru adım attığında geriye döndü ve kaçmaya başladı. Merdivenlere yaklaştığında Ares, onu belinden yakaladı.
Adamın canını yakmak için ellerini bacaklarını savurarak debeleniyordu. Vurduğu yerleri kestiremese de, saldırısının pek etkili olmadığını anlaması uzun sürmedi. Öfkeyle hırlayarak kendini adama doğru savurdu. Ares, Dünya'yı bırakmamaya çalışırken dengesini koruyamadı ve duvara hızla çarptılar. Başı, Ares'in yüzüne gelmişti. Kendi dirseği de acımıştı ama adamdan duyduğu ses hoşuna gitti.
Ares'in kolları arasındaki bedenini bir yılan gibi kıvırdı. Ares, onun canını yakmamak için tutuşunu gevşetmek zorunda kaldı. Dönüp dizini adamın yan boşluğuna geçirdi ve kendini hızla geriye attı. Nefes nefese kalmıştı, sırtı duvara çarptı. Hemen yanı başında bir kapı vardı. Tam karşısındaki duvara yaslanmış adama baktı. Ares eliyle burnundan sızan kanı silip uyaran bir bakış attı.
''Deneme!'' dedi, kapıya bakışını fark etmiş olmalıydı. ''Düşünme bile!''
Tüm maskeleri düşmüştü, adamın çoktandır bildiğini düşünüyordu. Aralarında üç metre bile yoktu ve kapıyla arası yarım metreydi. Hızlı olursa kapıdan kaçabilirdi ve ardından kilitleyebilirdi. Zamanlamayı çok iyi yapması gerekiyordu.
''Afrodit'le konuştuğum için mi tüm bunlar?''
''Hıı?''
Ares, burnunu yeniden silip başını duvara yasladı. ''Bu kıskançlıklarının ne kadar anlamsız olduğunu biliyorsun, değil mi? Onunla sadece konuşuyordum Dünya.''
Dünya o anda ayıldı. Ares ondan kaçmasının nedeninin kıskançlık olduğunu sanıyordu. Aklına daha önceki krizleri geldi, mantıklıydı. Henüz açığa çıkmadığı için sevinmeli miydi? Ama adamın hareketleri hala kuşku uyandırıcıydı.
Ares elini ona uzattı.
''Gel buraya.''
''Hiç sanmıyorum.'' dedi.
Ares, elini indirirken sinirle güldü ve başını salladı. ''Tamam, o zaman ben gelirim.''
Duvardan doğrulduğu gibi yanına geldi ve ellerini, Dünya'nın başının iki yanına koydu. Gözlerini onun gözlerine dikti.
''Tepede sana dediğim ama senin duyamadığın şey şuydu.'' diye yüzüne karşı fısıldadı. ''Benim sana ne dediğim değil, senin için ne hissettiğim önemli papatyam. Sevgimi sadece sözlerimden değil, sana bakışımdan da anlayabilirsin. Sana dokunuşumdan bile... Seni ne kadar sevdiğimi anlayabilirsin.''
Dünya kıpırdayamadan adamın gözlerine baktı kaldı. Onu ilk gördüğü andan beri hissettiği şey de buydu. İtirafsız bir sevgiydi onu adama bağlayan. Ares ona biraz daha yaklaştı.
''O sırada bana bakarken sözlerimi duymadın ama bir şeyler hissettin ve beni onaylamış oldun. Ne hissetmiştin?'' Gözlerini kapattı ve dudaklarının üzerinde yavaşça konuştu. ''Şimdi ne hissediyorsun?''
Bir nefes ötesindeki ölümsüz sayesinde ruhundaki fırtına sakinleşti. Duvara yapıştırdığı ellerini çekti, Ares'in beline koydu ve dudaklarını onun dudaklarına bastırdı. Sözler gerçekten fazlalıktı. Ares'in gülümsediğini hissetti ve istemsizce o da gülümsedi. Dudakları birbirinden ayrıldığında Ares hala gülümsüyordu ve gözleri kapalıydı.
''Seni duyamadım.'' dedi keyifle. Aralanan altın gözler, siyah kirpiklerinin arasında ışıldadı.
Dünya hınzırca gülümsedi. ''Ne yazık, az önce bağırarak konuşmuştum oysa ki...''
Ares, eliyle yanağını okşadı ve çenesini avuçları arasına aldı. ''Sen benim her şeyimsin Dünya'm.''
''Her şeyin olmak biraz ağır bir sorumluluk.'' dedi yutkunarak. ''Taşıyabilir miyim?''
''Ben sana yardım ederim.'' dedi sırıtarak.
''Ne alçakgönüllülük!''
''Mükemmelim değil mi?''
''Sinir bozucusun.''
Ares onu öpmek için eğildi. ''Ama yine de beni seviyorsun, itiraf et!''
Cevap beklediğinden bir anlığına durakladı ama kilitlenen Dünya adamın istediği yanıtı veremedi. Ares onu öpmek yerine Dünya'yı kendine çekti ve sıkıca sarıldı. Saçlarına yanağını dayadı. Dünya'nın dudakları o kelimeye karşı kapanmıştı, bir türlü kelimelere can veremiyordu. Asteria keşke duygularına da aynı mührü vurmuş olsaydı. Ares kulağına doğru konuştu.
''Kendini herkesten koruman gerekiyor.'' dedi. ''Savunmasız olman canımı sıkıyor. Son olaylar yüzünden endişeliyim.''
Ares, Dünya'nın saçlarına yasladığı başını çekip onun yüzüne baktı. Dünya ne diyeceğini düşünecek kadar kendinde değildi. Ares iki eliyle yüzünü avuçları arasına aldı.
''Şimdi dediklerimi iyi dinle. Olimpos'tan olmayan birine kesinlikle yaklaşma. Kim olursa olsun, beni anlıyor musun? Ayrıca yanında mutlaka silah bulundurmalısın.''
''Ne gibi?'' dedi alaycı bir tavırla. ''İblis silahlarınız pek taşınabilir değil.''
''Senin için tehlikeli olanlar da iblisler değil.'' dedi. ''Bunu anlamış olmalısın.''
Dünya'nın anladığı şey, zevkle titremesine neden oldu. Yoksa...
''Sana kristal hançeri vermek istiyorum. Bıçağı sürekli yanında bulundur ve tehlike anında kullanmaktan çekinme. Kim olursa olsun, iblis veya ölümsüz, onun karşısında duramaz.''
''Bıçağı mı?'' dedi Dünya, kekeleyerek.
Yanlış duymuş olmalıydı, bu kadar kolay mıydı? Nabi, Ares'i ve Zeus'u bu kadar kısa sürede ikna mı etmişti? Adamdan bu kadar nefret etmese, hayran kalacaktı. İksion ile akraba olup olmadıklarını düşündü. Ama sakin olup düşünerek hareket etmesi lazımdı çünkü ambrosiayı alana kadar hala yarımdı. Zeus meyveyi ne zaman vereceğini söylememişti.
Ares onu onaylayarak başını salladı.
''Evet, yemekten sonra bıçağı sana veririm''
''Neden yemekten sonra?''
Ares güldü. ''Çünkü çok acıktım, sabahtan beri hiçbir şey yemedim.''
Ares doğrulurken Dünya sabırsız davranıp her şeyi mahvetmemek için dişlerini sıktı. Ares'in burnunun yanı hafifçe kızarmıştı. Kan lekeli eline baktı, dudağını büktü.
''Hiç aynı kişiden bu kadar çok dayak yememiştim.'' dedi ve tek kaşını kaldırıp ona baktı. ''Bunu kimseye anlatmazsan sevinirim.''
''Çok geç ben duydum.''
Yanlarında beliren Hermes'i anca fark etmişlerdi. Hermes sıska suratında kocaman bir sırıtışla Ares'e bakıyordu.
''Sen mazoşist filan mısın? Dünya'dan dayak yemek hoşuna mı gidiyor?''
''Sen röntgenci misin?'' dedi Dünya sinirle. ''Ne diye bizi izleyip duruyorsun?''
Hermes anlamanın uzağından Dünya'ya baktı. ''O ne demek?''
''Yarım akıllı birinin anlayamayacağı kadar ince bir espri demek.'' dedi. ''Yemeğe çağırmaya mı geldin?''
Hermes kaşları havada Ares'e baktı. Ares sıskanın yardımına koşmakta gecikmedi.
''Dünya biraz sinirli Hermes, sen ne diyecektin?''
''Hephaistos, istediğin şeyin tamam olduğunu söyledi.'' dedi omuzlarını kaldırarak. ''Ne olduğunu sen bilirmişsin.''
''Bunu söyleme gereğini neden hissetti acaba?''
Hermes umursamazca dudağını büktü. ''Merak ettiğim için biraz zorladım ama söylemedi kalın kafalı.''
''Aha!'' dedi Ares. ''Teşekkür ederim neyse ki, Hepi senden daha iyi sır saklıyor.''
Hermes ellerini iki yana açtı. ''Hey, neyiniz var? Bugün Hermes'e saldır günü mü?''
Dünya dişlerinin arasından mırıldandı. ''Durmaya devam edersen kutlamaya başlayacağım.''
''Hop!'' dedi Hermes. ''Ben gittim.''
Lafının üzerine ortadan kayboldu. Ares ellerini cebine attı, Hermes'in kaybolduğu yere bakarak mırıldandı.
''Üstüne fazla mı gittik?''
''O da her şeye burnunu sokmasın.'' dedi Dünya umursamazca. ''Bu arada Hepi mi ne, o adamdan ne istedin?''
Ares omzunun üstünden ona baktı. ''Hermes'e meraklı diyene de bak sen.''
Dünya kollarını kavuşturdu. ''Benim sormaya hakkım var.''
Ares onu taklit etti. Kollarını kavuşturup ona döndü. ''Kaynağı neymiş hakkının?''
Dünya ne diyeceğini çok iyi biliyordu ama söylemek için ağzını açtığında durakladı. Çünkü ben senin sevgilinim diyemedi. Onun yerine bir an baktı ve devam etti.
''Çünkü ben söyletene kadar senin canını yakabilirim.''
Ares gülümsedi. ''Bak, bu doğru'' Kollarını çözüp tek kolunu onun omzuna attı. ''Hadi yemek yiyelim.''
Yemekten önce kıyafetlerini değiştirmek için odalarına gittiler. Dünya odasına girince rahat bir nefes aldı. Ortaya çıkmasına ramak kalmıştı. Hatta aptallık edip neredeyse itiraf edecekti. Ama bir şekilde her şey yoluna girmişti. Gece bitmeden bıçak ellerinde olacaktı, belki de ambrosia ile birlikte. Keyifle banyoya girdi. Duştan çıktığında odasında onu bekleyen bir misafiri vardı.
***
Asteria, yatağına oturmuş, sabırla onun duştan çıkmasını bekliyordu. Koyu bordo bir elbise giymişti, yakası iplerle gevşekçe bağlanmış ve eteği parçalardan oluşmuştu. Kadının boynundaki kolyeye gözü ilişti. Ares'in ona verdiği papatya şeklindeki kolyeydi. Kesinlikle ve kesinlikle kadına  yakışmamıştı. Siyah dalgalı saçlarını gururla geriye atıp ayağa kalktı.
''Çok heyecanlı bir akşamdı.''
''Nereden çıkardın?''
Asteria ince metal topuklarının üzerinde salınarak yanına geldi. Onu kibirli bir bakışla baştan ayağa süzdü. Hafifçe eğildi ve elini eline aldı. Damgasının olduğu yerdeki kızarıklığa öylesine baktı. Nefes alırken elini bıraktı ve gözlerini sahte bir şefkatle ona çevirdi.
''Az daha yanıma yönelecektin. Olimpos'un ortasında buna cesaret etmene bakılırsa, zor anlar geçirmiş olmalısın.''
''Sadece damga biraz ısındı. Sanırım alerjim var.'' dedi başını dikerek ekledi. ''Bunun dışında, her şey yolunda.''
Asteria soğuk bakışlarını yüzünden hiç ayırmadan geriye adımladı. ''Yolunda olan şeyleri söyle.''
Dünya aynalara olanları kısaca anlattı ve bıçağa ulaşmanın bir yolunu bulduğundan bahsetti. Ares'in ona kendi rızasıyla vereceğini atladı. Asteria'nın bunu onun başarısı olarak görmesi gerekiyordu.
''Ayrıca...'' dedi. ''Afrodit, Ares'e aşk iksiri içirmiş olabilir.''
Asteria'nın düzgün kaşları çatıldı. Dünya kadının tepkisine dikkat kesilse de, önemsiz bir şeymiş gibi dolabına yürüdü.
''Eğlencede işler karışmış, duyduğuma göre senin de tanıdığın birileri Afrodit'e iksir malzemesi vermiş. Ares eğlenceden döndüğünden beri tuhaflaştı.'' Dolaptan yumuşak bir kumaştan yapılmış pantolon çıkarttı. ''Afrodit ile bayağı sıkı fıkı.''
Dar bir tişört alıp doğruldu ve kadına baktı. Asteria duygusuz bir yüzle onu dinliyordu. ''Eğer Ares, Afrodit'e âşık olduysa ne yapacaksın?''
Asıl soru; benim ne yapmam lazımdı? Bu durumda ipuçlarını Asteria'nın vermesini ummaktan başka bir şey yapamazdı. Asteria dudağını büktü.
''Çaresine bakarım. Sen bir an önce elini çabuk tutup bıçağı al. Sonra sana vereceğim görevler için hazır olacaksın.''
''Neden o önem verdiğin görevi şimdi söylemiyorsun? Ben yeterince hazırım.''
''Saçmalama!'' dedi Asteria. ''Daha kendi duygularını kontrol edemiyorsun, görevi kazanmak için ruhunu arındırman gerek.''
''Kontrol edemiyor muyum?''
''Evet'' dedi Asteria yüzünde kötücül bir ifadeyle. ''Aptalca bakışlarından belli oluyor. Yanımda yer almak için daha çok çaba sarf etmelisin.''
''İksion'a neden bu kadar güveniyorsun, o senin için ne yaptı?''
''Kendini onunla karşılaştırma, o sadece sıradan bir asker.'' dedi Asteria ve dönüp yatağa yürüdü. Otururken devam etti. ''Ayrıca ben kimseye güvenmem.''
Dünya kaşlarının altından kadını izledi. ''Peki, o halde, çok değerli görevini neden tek başına yapmıyorsun?''
Asteria kısık bir kahkaha attı. ''Kuklalar varken neden kendim uğraşayım?''
Dünya sırıtarak kadının kahkahasının bitmesini bekledi. Asteria'nın itiraf edemediği şeyi tahmin edebiliyordu. Onu görev için hazırlıyordu çünkü kendisi yapamamıştı veya yapabilecek durumda değildi. Güvenmiyordu çünkü her an fikir değiştirmesinden çekiniyordu. İçindeki lanetin sabitlenmesini bekliyordu. Böylece çok önem verdiği görevi rahatça ona söyleyebilecekti.
''Sanırım...'' dediğinde kadın hala keyifle gülümsüyordu. ''Benim yapmamı istediğin şeyi çoktan İksion'a söyleme gafletinde bulundun. Fakat İksion'un görevi yapması şu durumda imkânsız. Olimpos ile bir ilgisi olduğuna eminim ve elinde tek kozun ben kalıyorum, değil mi?''
Asteria'nın gözleri parladı. ''Çok zekice anahtar, aferin sana ama bu tahminlerini açıklamakla ömrünü kısalttığının farkındasın değil mi?''
''Eninde sonunda ölmeyecek miyiz Asteria?'' dedi Dünya. ''Benim ömrüm, senin için kelebeğin ömrü kadar olmalı, yani beni umursamana değmez. Bu yüzden ölüm ile tehdit etmen biraz basit kaçıyor. Ölümsüz olsaydım daha çok korkabilirdim.''
''Vakti gelince onun da çaresine bakarım ama önce hak et!'' Asteria bacağını diğerinin üstüne attı ve ellerini yatağa yasladı. ''Yine de zeki olman hem hoşuma gidiyor hem de canımı sıkıyor. Bir konuda eminim. Lanet yerleşince mükemmel bir komutan olacaksın.'' dedi gururla. ''Kralım ve benim için!''
''Ares, senin için oldukça düşük kalmıyor mu?'' dedi. ''Soyu bile belli olmayan bir ölümsüz o.''
Ares'in yetenekleri konusunda bihaber davranmak işine yarayabilirdi. Daha çok bilgi için... Asteria oltaya her nasılsa takıldı.
''Kralım hakkında böyle konuşma!'' diye hırladı. ''O, Kronos'un tek varisi ve gücünün tek temsilcisi.''
''Kronos da kim?'' dedi küçümser bir sesle. Tanımıyordu ama bu isim hatıralarının arasında bir yere sıkışmıştı.
Asteria ayağa kalktı. ''Her zamanki gibi bilgisizsin ve iş, bana düşüyor.'' dedi bıkkınca nefes aldı. ''Kronos, gelmiş geçmiş en kuvvetli titandır ve titanların kralıdır. Güçsüz babasını alaşağı ederek hakkıyla liderliği elde etmişti.''
Asteria odada adımlayarak anlatmaya devam etti. ''Dengeyi kurmuş ve ölümsüzlere hayat vermişti. Fakat tahtına göz koyan hain oğlu, annesi Rhea ile birlik olup Kronos'a tuzak kurdu. Güçlü Kronos'u ve yandaşlarını hapsettiler.''
Dünya, kadının cümlesinin bitirmesiyle bir an bakıştılar. Yavaşça konuştu. ''Hım, güzel hikâye ama ben Ares ile Kronos arasında bir ilgi kuramadım.''
Asteria kollarını kavuşturdu. ''Bırak da bitireyim o halde!'' dedi. Dünya, bir kere daha Asteria'nın anlatmaya ne kadar meraklı olduğunu düşündü. ''Kronos'un hain oğlu Zeus, tüm iktidarı ele geçirdikten sonra rahatlamıştı. Ta ki, bir kehanet onun tahtını sallayana kadar. Kronos'un güçlerinin varisi o değildi ama soyundan başka biri olacaktı. Metis isimli bir titansoyundan doğacak ilk erkek çocuğu, Kronos kadar güçlü olacak ve Zeus'u yenebilecekti. Kronos'un oğlu olmasına rağmen Zeus onun soyunun getirdiği mirastan yoksundu. Kehanete göre; bu sınırsız güç, bir sonraki neslin yani Metis ve Zeus'un ilk erkek çocuğunun hakkıydı. Zeus, eşi Metis'ten bir süre uzak durdu ama güzellik karşısında zayıf olan çapkın ölümsüz, kıskanç Hera'ya rağmen ilk göz ağrısını ziyaret etmeye devam etti. Bir kızları olunca Zeus, kehaneti pek önemsememeye başlamış olmalı, güzel Metis'in peşini bırakmadı. Ve bu çabasının sonunda bir oğlu oldu.''
Dünya duydukları karşısında şaşkınlıktan nefes almayı bile unutmuştu. Asteria, onun üzerinde bıraktığı etkiden memnun bir sırıtmayla hikâyesini tamamladı.
''Ares.''
''Ares, Zeus'un oğlu mu?'' dedi inanamayarak.
''Daha önce de duymuştun. Ve yine soruyorsun.'' Dedi Asteria tepeden bakan bir tavırla. ''Zeus, Ares'ten ölesiye korkuyor çünkü ondan çok daha güçlü olduğu biliyor. Ares, iblislere hükmedebiliyor çünkü o, Kronos'un kanına sahip. Tek ve gerçek kralın, en güçlü titanın!''
''Lanet olsun.'' diye fısıldadı. ''Bunu neden Ares'e söylemedin.''
Asteria küçümser bir bakışla ona baktı. ''Benim sözlerime ne kadar inanır sence?'' Haklıydı. ''Bunları önemsediği birinden duyarsa işler değişir.''
''Kimden?'' dedi ama aklına Ares'in gizemli kardeşi gelince gözleri parladı. ''Tabi ya, bir kardeşi olduğunu söyledin, hala yaşıyor mu?''
Asteria sinirle nefeslendi. ''Aptal kız.'' dedi. ''Seni kastettim. Kardeşinin tüm bunlardan haberi bile yok.''
Kadının hakaretine tepki vermedi çünkü hak etmişti. Ares, en çok nefret ettiği ölümsüzün oğluydu. Öğrenince nasıl bir tepki vereceğini tahmin edemiyordu. Merakı bir kez daha kabardı. ''Kardeşi kim?''
''Ares'in öz kardeşi, Athena.''
Dünya kadına sadece baktı. Duyduklarının beynine yerleşmesi uzun sürmüştü. Geriye adımladı ve kendini sandalyenin üstüne bıraktı. Zeus'un aptalca hareketleri birer birer mantığa kavuşmuştu. Ares, Zeus'un oğluydu ve Athena'nın kardeşiydi. Artemis ve Apollon'un yarım kan kardeşiydi. Kronos'un da tek varisi ve titanların prensiydi. Lanet olsun, Kronos da neyin nesiydi? Bir hatırlasa...
Kapının ötesinden ismini duyduğunda ayıldı ve Asteria'ya baktı. Asteria ortadan kaybolmadan önce onu uyarmayı ihmal etmedi.
''Bilgilerini zamanında kullan, ne önce ne de sonra, zamanında.''
Dünya derin bir nefes alıp kapıya gitti ve açtı. Karşısında Adonis ve Artemis duruyordu. Kapı açılınca ikisi birden konuşmayı bırakıp durdular ve tam anlamıyla durdular.
''Evet?'' dedi Dünya.
Artemis onu işaret etti. ''Sanırım uygunsuz bir zamanda geldik.''
Üstüne baktı, havlu ve ıslak saçlarıyla banyodan çıktığı belliydi. Kendisinde tuhaflık olmadığına kanaat getirince başını kaldırdı.
''Bu neyi kastettiğine bağlı.'' dedi. ''Yoksa sürekli kapımın çalınmasından gerçekten bıkmaya başladım.''
''Üstünü giyinsen iyi olur Dünya.'' dedi Adonis. ''Seninle konuşmamız gerek.''
''Konuşun o halde, ben rahatım ve sizinle konuşmak için de rahatımı bozmaya niyetim yok.''
Adonis kaşlarının altından ona baktı. ''Ama ben rahat değilim.''
''Neden?'' Elini kapıya koydu. Adonis'in gözlerinden adamın ne kast ettiğini anlamıştı ve garip bir şekilde hoşuna gitti. ''Hiç banyodan yeni çıkan birini görmedin mi?''
Adonis sırıttı. ''Bu kadar hoşuma gidenini görmedim.''
Artemis boğazını temizleyerek araya girdi. ''Konumuza dönersek Zeus'un sana ambrosia vereceğini öğrendik. Bu doğru mu?''
Bakışlarını Adonis'ten alarak Artemis'e çevirdi. ''Evet, doğru. Bu konuda bir sorunun mu var?''
Artemis'in gözleri ışıldadı. ''Bu harika, Dünya!'' dedi neşeyle. ''Ne kadar sevindiğimi tahmin edemezsin.''
Onun da neşeli görünmesi gerekiyordu ama rol yapmak içinden gelmiyordu. Ne yapacaklardı, tek anahtar oydu, bir şekilde ambrosiayı ikram etmek zorundaydılar. Ya Zeus, ya da diğer liderlerden biri...
Artemis devam etti. ''Bundan böyle hep Olimpos'ta kalacaksın, çok sevindim.''
''Pardon?'' dedi Dünya kaşlarını çatarak. "Olimpos'ta kalmak mı?"
Artemis eliyle onu gösterdi. ''Yani ambrosiayı aldıktan sonra Olimpos'ta kalmaya hak kazanacaksın. Gitmene gerek kalmayacak.''
Dünya yüzünü buruşturup kadına baktı. ''Nereye gidecektim ki?''
''Hafızanın düzeltilip evine bırakılmandan bahsediyorum.''
Dünya kadının saflığı karşısında yorum yapmadı ama küçümseyici bir bakış atmaktan geri durmadı. Ares'in bir daha böyle bir şeye kalkışmayacağını adı gibi biliyordu.
''Olimpos'a ilk geldiğinde anlamamız lazımdı.'' dedi Artemis, Adonis'e dönerek. ''Dünya'ya ait bir oda belirdiği anda Olimpos'a katılacağını anlamalıydık.''
''Ben Olimpos'a ait değilim.''
Artemis ona döndü ama kadının yerine Adonis konuştu.
''Ne demek istiyorsun?''
Ne dediğinin o anda farkına vardı. Ona ölümsüzlüğü verecek olan evi kuşkulandırmak en son ihtiyacı olan şeydi. Asteria haklıydı galiba, tepkileri aşırıya kaçıyordu. Adonis'e gülümsedi.
''Yani henüz değilim.'' dedi. ''Hala ölümlüyüm ya...''
Artemis rahatladı ama Adonis şüpheli bakışlarla onu süzdü. Kadın elini Adonis'in omzuna koydu.
''Doğru'' dedi. ''Hadi, kutlama için birilerini ikna edelim.''
''Sen önden git.'' dedi Adonis. ''Benim Dünya'yla konuşacaklarım var.''
''Sonra konuşursunuz.'' dedi Artemis ısrarla. ''Yemeği kutlamaya çevirmeli...''
Adonis, kadına döndü. ''Artemis, lütfen.''
Artemis gönülsüzce boğun eğdi. ''Tamam, o halde fazla uzatmayın. Sadece iki dakika!''
İkisini yalnız bırakmakta isteksizdi. Adonis gülümseyip başını sallayınca koridorda yürümeye başladı. Yönlenmemişti. Ne konuşacaklarını merak ettiğini düşündü ama Adonis, kadın uzaklaşana kadar ağzını bile açmadı. Sonunda Dünya dayanamadı.
''Peki, ne konuşmak istiyordun?''
Adonis boş koridora kısaca göz attı. Sıkkın bir tavırla eliyle düzgün saçlarını dağıtırken ona döndü. Siyah uzun kirpiklerinin arasındaki lacivert gözleri çekici bir ışıltıyla parlıyordu. Eli, saçlarından ensesine indi.
''Ben...'' dedi kararsızca. ''Sana hediyeni verememiştim.''
''Evet, doğum günüm geçeli asırlar oldu, kimseden hediye alamadım.'' aklına Ares'in papatyaları gelince canı sıkıldı. Adam o kadar özenle hazırladığı hediyeyi nedense ona vermemişti. Belki de vermekten vazgeçmişti. Eğer Afrodit'e vermeye kalkarsa, o papatyaları birer birer adama yedirirdi.
''Odamdaydı.'' dedi. ''Bir türlü fırsat bulamadım.''
''Şimdi fırsatın var.''
Adonis odasını işaret etti. ''Getireyim o halde.''
''Ben bu arada giyineyim.'' dedi hala havluyla durmasının uygunsuz olacağını fark ettiğinde.
Adonis sırıttı. ''Üşütmeni istemeyiz, değil mi? Her ne kadar görüntü benim hoşuma gitse de, sağlığın daha önemli.''
Adamın yüzüne karşı yavaşça kapıyı kapattı.
***
Üstünü acele etmeden giydi, saçlarının nemini havluyla alırken Adonis kapının diğer tarafından seslendi. Adama içeri girmesini söyledi ve elindeki havluyu masanın üzerine bıraktı. Adonis elinde küçük bir kutuyla içeri girdi. Duvardan yansıyan beyaz ve mavi ışıklar altında kendinden emin adımlarla ona doğru yürüdü. Elindeki beyaz kutuyu ona uzattı.
''Yeni yaşın için bebeğim.''
Dünya gözlerini adamdan ayırmadan kutuyu aldı. Adonis'in sakin görünmeye çalıştığı çok belliydi, fakat heyecanını kolay saklayamıyordu. Gergin ve beklenti dolu bakışlarla Dünya'nın hareketlerini izliyordu.
Kutunun derisi yumuşacıktı, beyaz yüzeyine parıldayan tozlar serpilmişti. Parmağını usulca kutuya sürttü, parmak uçları ışıl ışıl olmuştu. Küçük kilidini kaldırıp kutuyu açtı.
Siyaha yakın renkte lacivert taşlardan oluşmuş bir bilekliğe bakıyordu, taşların aralarında daha açık renkte olanlar vardı. Bilekliğin kilidinden kandamlası şeklinde kırmızı bir taş sarkıyordu. Kutuyu masanın üzerine bıraktı ve bilekliği bileğine serdi. Taşlar göz alıcı bir parıltıyla ışıldadı. Değerli bir şey olduğu belliydi ama taşlardan hiç anlamazdı. Adonis, Dünya'nın bileğini kibarca eline aldı ve bilekliği takmasına yardım etti. Başını kaldırıp Adonis'e baktı.
''Çok hoş.'' Çok pahalı...
Adonis gülümsedi. ''Beğenmene sevindim.''
Adonis'in gülümseyen yüzüne bakarken aklına bir şey takıldı. Bileğini havaya kaldırdı.
''Bu takının da bir özelliği var mı?''
''Özellik mi?''
Masanın üstünde duran gümüş kolyeyi eline aldı. Aslında merak ettiği sihirli veya büyülü olup olmadığı idi. Fakat bu art niyetli bir soru olacağından dolaylı sormaya karar verdi.
''Senin kolyen gibi gizli anlamlı olabilir diye aklıma geldi.''
Adonis güldü. ''Gizli anlamlı mı? Bebeğim ben senin kadar kurnaz değilim, kolyeyi senin bana hediye ettiğini sanıyordum. Yanılıyor muyum? Ama için rahat olsun, bu sadece bileklik. Sana çok yakışacağını düşündüm ki, gerçekten çok yakıştı.''
Omzundaki beni ısındı ama hangi sözüne ısındığını anlayamadı. Adamın güzel yüzüne konuşmaksızın baktı, sonunda Adonis bakışlarını kaçırdı.
''Senin arkandan iş çevirdiğimi mi düşünüyorsun?'' dedi sinirli bir sesle.
''Bu beni şaşırtmaz.''
"Neden öyle bir şey yapayım?"
Dünya omuzlarını kaldırdı. "Olimpos'un amaçlarına akıl erdiremem. Ben sıradan bir ölümsüzüm, sonuçta..."
Adonis kaşlarının altından ona baktı. ''Senin zararına olacak hiçbir şey yapmam.''
Dünya, Adonis'e doğru bir adım daha yaklaştı. ''Üzgünüm Adonis.'' diye mırıldandı. ''Ben ne düşüneceğimi bilemiyorum.''
Adonis elini, onun koluna koydu. ''Hiçbir şey için endişelenme bebeğim. Ben her zaman yanındayım.''
Dünya, Adonis'in samimi ifadesinin rol olmadığına karar verdi. Adonis'in, Ares için diğerlerini idare ettiğini biliyordu ama ona karşı hep dürüst olmuştu. Adam, Ares kadar içten pazarlıklı olmadığı için Dünya şanslıydı. Onun tavırları her zaman için olası davranışlardı ve doğaldı.
Adonis ondan gelecek bir tepkiye karşı dikkatli bakışlarla yüzüne bakıyordu. Elindeki kolyenin klipsini açtı ve Adonis'in boynuna takmak için uzandı.
''Benim de senin yanında olduğumu anlaman için hediyeni teslim alman gerek.'' dedi. Kollarını, eğilmiş Adonis'in boynuna doladı ve kolyeyi taktı ama ellerini çekmedi. Yüz yüzeydiler. ''Şimdi kendimi yalnız hissetmiyorum.''
Ares'in kolyeyi yeniden Adonis'in boynunda gördüğünde çıldıracağını tahmin etti ve bu, ona delice bir rahatlama sağladı. Bir şekilde Ares'in ona hissettirdiklerinin intikamını alacaktı. Ve kıskanç bir savaş tanrısının neler yapabileceğini merak ediyordu. O bunları düşünürken Adonis çaresizce Dünya'nın yüzüne bakıyordu. Söylemek istediği bir şeyler olduğu belliydi ama o kadar kararsızdı ki, itiraf için biraz zorlaması yetecekti. Eliyle adamın çenesini okşadı.
''Hep yanında olacağım Adonis.'' diye fısıldadı.
''Yanımda olman artık bana yetmiyor.'' dedi Adonis ve kendini tutmayı bıraktı. ''Gözlerinden yansıyan sevgiye ihtiyacım var. Bana bakışlarında o sevgiyi görmek istiyorum. Seyretmeye doyamadığım gözlerinin başka bir erkek için o kadar güzel bakmasına dayanamıyorum. Senden başka bir şey düşünemiyorum Dünya. Sana olan aşkımı herkes bilsin istiyorum.''
''Engel olan şey ne?''
Adonis'in bakışları titreşti. Derin bir nefes alıp kolları arasından sıyrıldı. ''Engel olan şey sensin.'' dedi ve ona baktı. ''Ve Ares.''
Sıkıntılı bir sesle devam etti.
''Ares'i üzmek istemiyorum ama benim de canım acıyor.''
Dünya Adonis'in yüzüne karşı gözlerini devirmek istemediğinden ifadesini korudu. Anlayışlı gözükmesi gerekiyordu ama ondan başka bir itiraf beklerken konunun hiç beklemediği bir yere gelmesinden hoşlanmamıştı. Adonis dudağını ısırdı ve başını kapıya doğru çevirdi.
''O, sana güvenmiyor.''
Dünya bir an afalladı. ''Hıı? Kim?''
Adonis başını eğdi. Yüzüne bakmadan sorusunu yanıtladı.
''Ares''
Bunu zaten tahmin ediyordu ama ne konuda güvenmediğini anlayamıyordu. Ne ara açık verdiğini bilmiyordu. Şaşkın görünmeye çalıştı, bu durumdayken pek zorlanmadı.
''Bana güvenmiyor mu? Neden?''
Adonis ona baktı. ''Senin bana olan hareketlerin yüzünden bir şeyler karıştırdığını düşünüyor. Yakın davranmandan rahatsız.''
Dünya güldü. ''Hadi yapma, bu düpedüz kıskançlık''
''Peki, neden kıskanıyor?'' dedi ona doğru döndü.
Dünya gülümsemeye devam etti. Adonis'in beklenti dolu bakışları hoşuna gitmişti. Başını eğdi ve bilekliğini parmaklarıyla okşadı.
''Çünkü bizim birbirimize uygun olduğumuzu anlamaya başladı.''
Ne kolaydı, Adonis'e dönüp onu sevdiğini kolayca söyleyebileceğini fark etti. Aynı şey Ares için geçerli değildi. Fakat söyleyeceği yalan şu durum için biraz fazlaydı. Adonis ona inanmazdı, kim olsa bir insanın bu kadar çabuk değişebileceğine inanmazdı. Bakışlarını bilekliğinden alıp Adonis'in yüzüne dikti.
''Baştan beri aramıza giren o değil miydi? İlk tercih olmamak gururunu kırıyor olmalı.''
''Geçen geceye kadar böyle düşünmüyordun.'' dedi tereddütle.
Başını dikleştirdi. ''Adonis, aranızda yerim olmadığını bilirken, sana nasıl gerçek duygularımı söyleyebilirdim? Ares'in beni düşündüğünü mü sanıyorsun, ben onun için başkaldırıdan ibaretim. Zeus'un canını sıkmak için yeteneğime ihtiyacı var. Bunu yeni anladım. Ares de farkında, o yüzden sizi bana karşı dolduruyor. Özellikle seni benden uzaklaştırmaya çalışıyor.''
Adonis başını salladı.
''Ares bu şekilde davranmaz.''
''Ne kadar eminsin? Diğerlerine karşı numara yapmıyor mu? Peki, ya seninle de dalga geçiyorsa? Sensiz yaptıkları toplantıyı düşünsene...''
Adonis'in kafa karışıklığı yüzünden okunuyordu. Dünya düşüncelerin zihninde oluşmasına bir süre izin verdi. Ardından adama doğru yürüdü.
''Çok yakında ambrosia alacağım ve özgür kalacağım. Sen Olimpos'ta hapis kalmaya devam edecek misin?''
''Hapiste değilim.  Olimpos benim evim.''
Dünya Adonis'in karşısında durdu. ''Acaba?'' dedi sırıtarak. ''Hayatın boyunca sana söylenenleri yapmaktan bıkmadın mı? Dışarıda seni bekleyen bir hayat var ve ölümsüz olmana rağmen tadını alman yasak.''
Adonis, Dünya'nın yanağını okşadı. ''Benim Dünya'm burada, tam karşımda''
''Ya o giderse?''
Adonis'in ifadesi dondu. ''Gidecek misin?''
Dünya oflamamak için kendini zor tuttu. Adonis neden işi zora sokuyordu? Anlamak işine mi gelmiyordu yoksa Olimpos'a onun sandığından daha mı çok bağlıydı? Ya da onu bir tuzağın içine mi çekiyordu? Her şeye rağmen Olimpos'ta yanına çekebileceği tek kişi Adonis'ti. O kişinin Ares olmasını çok isterdi ama Ares onun için fazla uyanıktı. Ayrıca Asteria kesinlikle buna izin vermezdi, şimdilik.
''Sensiz hiçbir yere gitmem.'' diye mırıldandı.
Adonis gülümsedi, gamzeleri yavaşça derinleşti. ''Bu sözün çok hoşuma gitti, bebeğim.''
Dünya adamın dudaklarına doğru uzandı. Damarlarında dolanan soğukluk ruhunu katılaştırırken Adonis'in kolları arasına kendini bıraktı. Lanete tamamen sahip olduğu zaman ne kadar güçleneceğinin hayaliyle hırslanarak adamı öptü. Saf güç, ötesi yok, ne Asteria, ne de Ares karşısında durabilecekti. Belki Asteria'dan Adonis içinde bir lanet istemeliydi. Ölümsüz adam, arkadaşlarına fazlasıyla sadıktı. Gereksiz duygular...
Öpücüğü yavaşça sonlandıran Adonis alnını onun alnına dayadı. Dünya adamın göğsünde atan kalbini avuçları altından hissedebiliyordu. Kalbi gerçekten de onun için atıyordu. Adonis ona sarılmaya devam ederken konuştu.
''Seni seviyorum.''
Dünya gülümsedi. ''Ben de...'' dedi ve hınzırca ekledi. ''Ben de kendimi çok seviyorum.''
Adonis gülümsedi ve başını kaldırdı. ''Umarım kalbinde bana da yer vardır.''
''Bu senin elinde!''
''Keşke...'' diye fısıldadı Adonis. ''Keşke elimde olsaydı.''
Dünya konuşmadan adama baktı. Sözlerinde bir anlam aramak istedi ama adamdan yansıyan tek şey mutluluktu. İlgisi ve aşkı gözlerinden okunuyordu. Dünya sıkılmaya başlamıştı ama adamı kuşkulandırmamak için gülümsemeye devam etti. Adonis eğilip onu alnından öptü.
''İşin bana kaldığını söylediğine göre bir planın olmalı.'' diye mırıldanan Adonis, doğrulup yüzüne baktı. ''Ölümsüz olunca ne yapmayı düşünüyorsun?''
Dünya omzunu silkti. ''Hele bir olayım da.''
''Bana anlatmak istemiyor musun?'' dedi muzip bir tavırla gözlerini kısarak.
Adonis'i kendi tarafına çekmek istiyordu ama adama güvenmemesi için hala birkaç sebebi vardı. Şüphe ve güvensizlik Dünya'nın içini kemiriyordu. Bir düşünceden karşıt bir duruma geçmesi sadece saniyelerini alıyordu. Bu hastalıklı ruh haliyle birlikte tuzak düşüncesi biraz daha kuvvetlendi. Fakat Asteria'nın vereceği gücü kazanınca ona kimse engel olamazdı. Tek anahtardı ve ölümsüzdü. Asteria bile böylesi bir güce karşı koyamazdı, hepsini tek parmağında oynatacaktı. Dünya, Adonis'in kollarının arasından sıyrıldı.
''Planım yok Adonis ama burada tutsak kalmaya da niyetim yok.''
''Yani bana anlatmak istemiyorsun.'' dedi Adonis.
Adonis'in yüzüne baktı. ''Planım yok.''
''Öyle diyorsun.''
Dünya başını sallayıp sandalyeye oturdu ve bacağını diğerinin üstüne attı. ''Öyle diyorum.''
Adonis kollarını kavuşturup onu süzdü. Usulca başını yana eğdi.
''Tamam, o halde benimle yemek odasına gelir misin?''
Dünya ayağa kalkacakken durakladı.
''Dün, eğlence nasıl geçti? Hiç kimse bir şey anlatmıyor.''
''Saçmalıktı.'' dedi Adonis elini salladı. ''Tek olay, Ares'in Eris'i koluna takıp gelmesi oldu. Biliyorsun ki, ona ikram edilen nektarı da Eris'e verdi. Olimpos'un hâkimiyetini kabul etmedi. Tepki toplamak hoşuna gidiyor olsa gerek.''
''Yani Ares eğlence boyunca hiç nektar içmedi mi?''
Adonis bir an düşündü, neden hemen cevaplamazdı ki? Merakla adamın cevabını beklerken, tereddütle etrafa bakınan Adonis omzunu silkti. Sürekli Ares hakkında konuşmaktan rahatsız mı olmuştu acaba?
''Ben görmedim ve ne yaptığını izlemem için bir neden yoktu. Sen neden merak ediyorsun?''
''Peki, sana nektar ikram edildi mi?'' dedi adamın sorusunu duymazdan gelerek.
Adonis başını salladı. ''Elbette.'' dedi ve tuhaf bir bakışla ekledi. ''Bu soruların amacı ne Dünya?''
''İçtin mi?''
''Nektarla neden ilgileniyorsun, ne önemi var?''
''Sorularımın birine bile doğru dürüst cevap alamayacak mıyım? Cevaplamaktan sürekli kaçınıyorsun. Tadını merak ettim sadece'' dedi. ''İçtin mi?''
Adonis başını salladı. ''Hayır, Nabi törenden önce bana alacağım nektarı kendisine getirmemi rica etti. Ben de ona götürdüm.''
''Bu yasak değil mi? Neden sana ikram edilen nektarı başkasına verdin?''
''Yasak mı? Hayır, o basit bir içecek bizim için.''
''O neden almamış?''
Adonis ona sırıttı. ''Ne kadar meraklı oldun bir anda. Yakında sende tadına bakacaksın, o zaman nasıl bir içecek olduğunu kendin anlarsın.''
Nabi'nin nektarı ne yaptığını deli gibi merak ediyordu. Adonis'in bildiği başka bir şey olmadığına kanaat getirince daha fazla soru sormak istemedi. Ayağa kalktı.
''Adetlerinizi öğrenmeye çalışıyor olamaz mıyım?''
Adonis gülümseyen gözlerle ona baktı. ''Ben sana her şeyi öğretirim dert etme''
Dert ettiği şey, ölümsüzlerin adetleri değildi ama adama sadece sırıtmakla yetindi. Odadan beraberce çıktılar ve yemek odası dedikleri büyük salona doğru yürümeye başladılar. Bir kat yukarı çıkmışlardı ki, Eros köşeden döndü. 
''Dünya!''
Dünya başını çevirip kararlı bir tavırla ona doğru yürüyen ölümsüze baktı. Eros sakin bir sesle konuştu.
''Seninle konuşabilir miyim?''
Adonis araya girdi.
''Şimdi sırası mı Eros?''
Eros önlerinde durdu. Dünya'nın ona yönelmiş kinli bakışlarına aldırmadan Adonis'e cevap verdi.
''Kısa sürecek Adonis, sadece bir şey sormak istiyorum.''
''Ares nerede?'' dedi Adonis kaşlarını çatarak.
Dünya, Ares'in konuya neden dâhil olduğunu anlayamadığından Adonis'e baktı. Adamın ciddiyetini görünce sormaktansa dinlemeyi tercih etti.
''Bilmiyorum.'' dedi Eros çocuk gibi dudaklarını büktü. ''Neden sordun?''
''Onunla konuş!'' dedi uyaran bir sesle.
Dünya neler olduğunu anlayamamıştı ama bir şeyler döndüğünü fark etti. Eros nefeslendi.
''Adonis.'' dedi bıkkın bir ses tonuyla. ''Dünya ile konuşmak isterken neden Ares ile konuşmam gerektiğini anlayamadım.''
Dünya buna katılmadan edemedi.
''Ben de anlayamadım.''
Adonis yan gözle ona baktı. İfadesinde muzip bir şeyler gizliydi.
''Seni şu anda kimseyle paylaşmak istemiyorum belki.'' dedi çapkın bir gülüşle.
Dünya buna kanacak kadar saf değildi. Eros'tan hoşlanmıyordu hatta nefret ediyordu ve söyleyeceği her neyse umursayacağı bir şey olmadığına emindi. Kafasını karıştıran şey Adonis'in onu Eros ile neden baş başa bırakmamak istememesiydi. Başını dikleştirdi.
''Paylaşmanın en iyi yaptığın şey olduğunu sanıyordum.''
Adonis'in gülümseyen yüzü aniden sertleşti. Safir gözlerinde öfke bulutları birikti. Fakat kontrolünü çabuk sağladı. Gözlerindeki fırtına yatışıp yakışıklı yüzü taşa dönerken Dünya'nın yüzüne eğildi.
''Yanılıyorsun bebeğim.'' dedi dişlerinin arasından tıslar gibi. ''Ben sahip olduğum şeyleri asla paylaşmam. Eğer sana da sahip olsaydım ne demek istediğimi anlardın. Veya sahip olmak isteseydim.''
Adonis doğruldu ve kibirli bir bakışla Dünya'nın yüzünü süzdü. ''Sana söylediğim gibi tercih her zaman için sana ait olacak.''
''Hey, ben hala buradayım.'' dedi Eros parmaklarını şaklattı. ''Ve Dünya ile konuşmak konusunda ısrar ediyorum.''
Dünya, kendisini geciktiren Eros'a sinirlenmeye başlamıştı. Ambrosia ve bıçağa az sonra kavuşacaktı ama lanet olası herif yüzünden yemeğe gidemiyorlardı. Yumruğunu adamın suratına çarpmayı o kadar istiyordu ki parmaklarını avuçlarına geçirdi.
''Ne konuşmak istiyorsun?''
Eros yanlarında fazlalık olarak gördüğü Adonis'e bir bakış attı. Adonis ise bu bakışa karşılık yerinden kıpırdamayacağını belirtircesine kollarını kenetleyip adamın yüzüne gözlerini dikti. Eros pes ederek Dünya'ya döndü.
''Seni kıracak bir şey mi yaptım Dünya?'' dedi göz göze gelmeye çalışarak başını ona doğru eğdi. Dünya ise adamın varlığından rahatsız başını salladı.
''Ne demeye çalışıyorsun?''
''Doğum gününden beri, özellikle bana sürekli sinirli davranıyorsun. Söylediğim veya yaptığım bir şeye mi kızdın?''
Dünya başı ağrıdan çatlarken gözlerini Eros'un yüzüne dikti. Meraklı ve aptal ölümsüze diyecekleri vardı tabi ki ama yakında Dünya'nın dert edeceği şeyler olmayacaktı. Sürekli Ares'in dibinde dolanması bir yana adamın Ares'e bakışlarından nefret ediyordu. Eros'a bunu söylerken kendini tutamayıp adama saldırmaktan korkuyordu. Ödüllerine bu denli yaklaşmışken Eros'un tüm planlarını bozmasına izin veremezdi.
''Sanırım Adonis haklı.'' dedi Dünya. ''Bunu daha sonra konuşuruz.''
İçinden de ekledi. 'Bıçağa kavuştuktan sonra...''
''Kızdıracak ne yaptım?'' dedi Eros, Dünya yanından yürüyüp giderken.

Eros pes etmeden uzandı ve yanından geçecekken Dünya'nın elini yakaladı. Dünya onun bu cüreti karşısında öfkeyle gerildi. Dokunuşu, hatta sesi bile onu tiksindiriyordu. Arkasını döndü ve ellerini pençe gibi Eros'un yüzüne doğru salladı. Fakat tırnakları adama ulaşamadan başka bir el tarafından durduruldu ve bir çift kol tarafından bedeni sarıldı. Engellenen Dünya hırlayarak Eros'a atıldı.
Tekmeleri ancak yetişirken var gücüyle bağırdı.
''Bana bir daha dokunma! Küçük beyninden neler geçtiğini bilmediğimi mi sanıyorsun? Ares'in karşısında eğileceğin günü iple çektiğine eminim! İğrenç bakışlarını fark etmediğimi mi sanıyorsun budala! Sinsi planlarınla onu elde edebileceğini nasıl düşünürsün?''
Eros şok içinde Dünya'ya bakıyordu. Ulaşamadığı hedefine olan öfkesiyle, Dünya kendini tamamen kaybetti. Çığlık çığlığa Eros'a küfrederken onu saran kolların arasında Adonis'in odasına doğru sürüklendiğini anca fark etti. Ruhu, ateşin sıcaklığı ve buzun soğukluğu arasında yanıyordu. Teninin altındaki öfke ve nefret canlanmıştı. Canavara dönüşmüştü ve zincirlerinden azat olmaya çalışıyordu. Adonis'in sesi kulağına yakın bir yerlerde yankılandı.
''Eros git buradan! Ares'e...''
Dünya adamın ismini duyduğunda ulur gibi haykırdı. Yüreğinin ikiye ayrıldığına emindi, acısından çok onun varlığını yanındaymış gibi hissetmenin ve düşünmenin verdiği dehşetle sarsıldı. Adamın Ares'in yanına gitmesini istemiyordu. 'Hayır!' diye sayıkladığını duydu ama sesi kendine yabancıydı. Ne yapacağını bilemeyen Eros'un şaşkın yüzünü görmek bile onu çıldırtıyordu. Adonis'in kolları arasında debelenirken Eros ortadan kayboldu. Onlar da Adonis'in odasına girdiler.

Adonis, Dünya'yı zapt etmeye çalışırken Dünya adamın kollarını tırnaklıyor, yüzüne ulaşmaya çalışıyordu. Tekmeler atarken Adonis onu hızla sarstı ve zorla kendine çevirdi.
''Sakin ol bebeğim''
''Nefret ediyorum, onu öldüreceğim! Hepsini mahvedeceğim!'' diye attığı çığlıklara engel olamayan Dünya'nın tüm duygu ve düşünceleri patlayan bir volkana dönüşmüştü.
Adonis, onun canını acıtma pahasına kollarını tek eliyle sıkıca tuttu ve onu duvara asar gibi yükseltti. Diğer eliyle çenesini yakalayıp Dünya'yı sabitlemeye uğraştı. Dünya, adamın elinden kurtulmak için başını çekmeye çalışırken kafasını duvara hızla çarptı. Gözlerinin önüne inen karanlıkta binlerce yıldız patlayınca dudağını sertçe ısırdı. Can acısı ve kanının tadı, deliren ruhuna ani bir şok etkisi yapınca kendini adamın kolları arasına bıraktı. Kriz yüzünden bedeninde enerji kalmamıştı.
Adonis onu duvara yaslamak için bacaklarının arasına girmişti ve bir eli onun bileklerinden diğeri çenesinden yakalamıştı. Adonis bileklerindeki elini çekip onu belinden yakaladı. Güçsüz bedeninin yere kaymaması için destek oldu. Yarı baygın halde başını, Adonis'in omzuna dayadı. Soluk soluğaydı, derisinin altında hapsolmuş iblisimsi yaratığın nefreti kocaman bir kalp gibi atarken bedeni sarsılıyordu.
Adonis'in elini ensesinde hissetti. Onu sakinleştirmeye çalışan sesi kulaklarına çalınınca yaptığı aptallığın farkına varmaya başladı. Beyni yeniden çalışırken içine zıpladığı bataktan nasıl kurtulacağını düşünmeye çalıştı. Şu an için çok zordu. Yorgunluktan bitap düşmüştü. Adonis sakinleştiğine kanaat getirince onu kucağına aldı ve yatağına taşıdı.
''Her şey düzelecek aşkım.'' diye fısıldıyordu. ''Sana söz veriyorum.''
Dünya, dudağından ağzına süzülen kanı yuttu ve gözlerini halsizce araladı. Karşısında duran adam, boğuşmaktan ve endişelenmekten dağılmıştı. İki sıra tırnak izi yanağını boydan boya çizmişti ve gömleğinin birkaç düğmesi kopmuştu. İlgili ve şefkatli gözlerle onun yüzüne bakarken titreyen eliyle saçlarını okşuyordu.
Dünya yeniden yutkundu ve gözlerini kapattı. Müthiş baş ağrısına bir de kendi ısırdığı dudağının acısı ve başının arkasındaki zonklama eklenmişti. Adonis'in eğildiğini ve alnına tedirgin bir öpücük kondurduğunu hissetti. Dünya tepki bile veremedi, değil kımıldayacak düşünecek hali bile kalmamıştı. Kapının dışında, Ares'in kükreyen sesini duyduğunda; uyku, onu esir aldı.
Siyah tüllerden oluşmuş elbisesi esen rüzgara eşlik ederek ardından dalgalanıyordu. Kalın dantelden yapılmış elbisesinin üst kısmı, bedenini derisine işlenmiş bir dövme gibi süslüyordu. Saçlarını salmıştı ve yüzünde hoş bir gülümsemeyle çıplak ayaklarını toprağa sürüyerek yürüdü.
Geceydi, dolunay bütün haşmetiyle gökte asılıydı ve içinde bulunduğu ormanda tek başınaydı. Ağaçlar yapraklarını dökmüş, kenarları kuruyan yaprakların zemini halı gibi sarmasına neden olmuştu. Çıplak kollarını açarak etrafında bir kez döndü. Uzun zamandır olmadığı kadar özgürdü, lekeli bir mutluluk hissetse de yakında tamamlanacağını biliyordu.
Parmakları tanıdık bir tavırla boynuna gitti. Papatya şeklini parmaklarının ucunda hissettiğinde kalbi, onu heyecan içinde bırakan bir duyguyla attı çünkü o anda kalbini düşünmüştü. Dudaklarında küçük bir gülümsemeyle adımlarını hızlandırdı. Ağaçların arasından çıktı ve gümüş renginde bir göle rast geldi. Gölün suları durgun değildi, sanki içinde bir şey hareket ediyormuş gibi dalgalanıyordu. Ay ışığının yansımasıyla dalgalar göz alıcı bir parıltı saçıyordu.
Gölün kıyısına gitti ve eğilip parmaklarını serin suya değdirdi. Parmaklarının ucu, dokunduğu suyu gümüşümsü bir parlaklığa boğarken bileğindeki bilekliği o anda gördü. Bilekliğin taşları tenine gömülmüştü. Bu anlayış onu ürpertti. Taşları teninden sökmek için tırnaklarını bilekliğin taşlarına geçirdi. Fakat taşları çıkarmak mümkün değildi. Bileği tırmalanmaktan kan içinde kalmıştı ama etine saplanmış taşları santim oynatamamıştı.
Dünya durakladı ve ellerine baktı. Bileğinden damlayan kan, gölün sularını kırmızıya boyuyordu. Ellerini yıkamak için kolunu suya daldırdı ve o anda suyun içindeki bir şey onun parmaklarını kavradı. Şaşırıp elini çekecek zaman bile bulamadı. Güçlü el onu hızla çekip suyun içine düşürdü. Islaklık ve soğukluk beklentisiyle gerilerek gözlerini kapattı ve nefes aldı. O an hissettiği belirsizlik ve korkuyu uzun zamandır hissetmemişti.
Çığlık atmak isterken gözlerini sonuna kadar açtı. Dudaklarını sımsıkı kapattığı için haykırışı boğazına tıkılmıştı, kalbi delice atıyordu ve tüm bedeni ateşte kalmış gibi sıcaktı. İçine düştüğü gölün dibinde değildi. Yumuşak bir yatakta yatıyordu. Tanıdık bir his onu güvenle sarmalarken elini, bileğinin üstüne, yani taşlı bilekliğine kapattığını fark etti. Adonis'in hediyesi bileğindeydi ve her şey normaldi. Kenetlenmiş parmaklarını açtı ve parmakları bu sefer boynuna gitti. Papatya kolyesini ararken içindeki sıkıntı büyüdü ve aradığını bulamayan parmaklarını hayal kırıklığı içinde yumruk yapıp indirdi. O sırada hoşnutsuz bir ses odada yankılandı.
''Bileğindeki şeyi çıkarmalısın?''
***
Sesin sahibine doğru korku dolu bir çekinceyle baktı. Oda, Ares'in odasıydı ve altın gözlü biraz ötesindeki koltuğa yayılırcasına oturmuştu. Kaşlarının altından keskin bakışlarla onu izliyordu. Yüzü solgun ve öfkeliydi. Gözlerinin altındaki morluklar loş ışıkta bile kolayca fark ediliyordu. Dünya'nın zihni bulanıktı, öfkesini ve nefretini anımsıyordu ama devamı perdeliydi. Kime kızdığını bile anımsamakta zorlanıyordu. Yorgun ve bereliydi çünkü başının arkası ve dudağı acıyordu. Elini başının arkasına götürdü, saçlarının arasında küçük bir bandaj ve altında şişlik fark etti. Kavga etmiş olmalıydı, belki de Ares ile...
''Neden?'' dedi, kurumuş dudağını yalayarak.
''Çünkü tenine zarar vermiş.'' diye başını doğrulttu.
Dünya kaşlarını çatarak bileğine baktı. Rüyasını hatırladı ve bileğini eliyle sıktığını. Taşlar derisinde iz bırakmıştı. Kanlanmış kırmızı izler, tırnak izi gibi yol yapmıştı. Fakat Ares'in isteğinin asıl sebebi zarif bilekliğin ona verdiği zarar değildi, adamın canını sıkan hediye eden kişiydi. Ares hediyeyi bilmese bile, taşların renkleri Adonis'in gözlerinin aynısıydı. Ares içini çekerek konuştu ve Dünya'nın düşüncesinde haklı olduğunu beyan etti.
''Ayrıca renkleri de hiç hoşuma gitmedi.''
Dünya yan gözle Ares'e baktı. İçindeki lanetli soğuğun titreştiğini hissedebiliyordu ama yapabileceği hiçbir şey yoktu. Adamın alevli gözleri altında, onun kokusuyla sarmalanmış bir halde yatağında yatıyordu, nereye kaçabilirdi? Kaçmak için isteği bile içinde bulamıyordu.
''Ben çok hoşlandım.'' dedi. ''Özellikle renklerine bayıldım.''
''Bayıldığını gördüm yoksa benim yatağımda ne işin olurdu.'' diyen Ares soluklandı. ''O bilekliği çıkarmanı istiyorum.''
Dünya dirseklerinin üzerinde doğruldu ve adama doğru inat edercesine homurdandı.
''Hayır, çıkarmayacağım. Bu bileklik bana doğum günüm için verilen bir hediye ve bana çok yakıştı. Seni ilgilendirmez.'' Aklına papatyalarla dolu cam kutu gelince midesinde dolanan tatlı hisse sinir olarak üzerindeki örtüyü çekti. Harcadığı güç yüzünden halsizce nefeslendi. ''Ayrıca senin bana hediye verdiğini görmedim.''
Ares yavaşça yerinden doğruldu ve dirseklerini dizlerine koydu. Ellerini önde kenetlediğinde gerilen kol kaslarından sakin durmak için çaba harcadığı belliydi.
''Sana verdiğim hediyeleri umursadığını da ben görmedim.''
Aniden ayağa kalktı Ares ve Dünya'nın yüreğini ağzına getirdi. Doğrulup kaçmak için hareketlendi ama geç kalmıştı. Ares bir eliyle onun belinden tutarak kendine çekti, diğer elini ensesine götürüp Dünya'nın başını sabitledi. Nefes almasını bile beklemeden dudaklarını onun dudaklarına bastırdı. Dünya yine tüm duyguların tepesine yığıldığını ve onu boğmaya çalıştığını hissetti. Önce Ares'e karşı koydu ama devam edemedi. Duygularının altında boğulurken Ares onun ruhunu yatıştırıp sakinleştirdi. Bir büyü gibi onu sarmaladı ve Ares öpücüğünü yavaşlatırken Dünya ellerini adamın göğsüne koydu. Avucunun altında Ares'in kalp atışlarını dinlemek ve dudaklarından akan huzuru hissetmek harikaydı.
Ares kendini geri çektiğinde tüm varlığı isyan etti. Dudakları öpücüğün şiddetinden ve daha önceki yarasından dolayı sızlıyordu ama Dünya buna aldırmayacak kadar kendinden geçmişti. Ares alnını onun başına dayadı ve çenesini avuçları arasına aldı. İkisi de nefesleri düzelene kadar bir süre öylece durdular. Sonunda Ares kısık bir sesle konuştu.
''Bilekliği çıkaracak mısın?''
Dünya'nın dudakları haince kıvrıldı. Kıskançlığını hissetmek çok hoşuna gitmişti ve bunu sağladığı için Adonis'e kocaman bir öpücük vermeyi aklına yazdı. Ares baş parmaklarıyla yanaklarını okşarken derin bir nefes aldı ve dudaklarını, onun alnına dayadı.
''Soruma cevap verir misin?''
Dünya başını kaldırıp adamın muhteşem gözlerine baktı. Sonra gülümsedi.
''Hayır, çıkarmayacağım.''
Ares'in yüzü ifadesizdi ama gözlerinde oynaşan duyguları ondan saklayamadı. Dolgun dudaklarını ısırdı ve ellerini onun yüzünden çekti. Dünya ondan uzaklaşacağını düşündüğü için hem bir panik hem de rahatlamayla sarsılırken Ares ona sarıldı. Ve Dünya'nın başı döndü. Kendini hasta gibi hissediyordu. Eli kolu bağlanmıştı. Ares'in onu sıkıca saran kolları fazlasıyla güven vericiydi ve fazlasıyla istek uyandırıcıydı. Ruhunu soğutan laneti hissetmeye ihtiyacı vardı ama bir türlü lanetine ulaşamıyordu. Sanki Ares ona dokunduğu sürece lanet zihninin derinliklerinde saklanıyordu, adamın varlığı bir şekilde iblis lanetini baskılıyordu.
Dünya başını adamın boynuna yasladı. Hala yatağın üstünde olduğunu o zaman fark etti. Hâlbuki tek ayağının yere bastığından o kadar emindi ki... Şimdi ise dizlerinin üzerine yükselmiş, kollarını Ares'e dolamıştı. Dünya bedenini ele geçiren arzu yüzünden düşüncelerini toparlamakta zorlanıyordu ve Ares'in güçlü vücuduna bu kadar yakın olmak ona hiç yardımcı olmuyordu. Birbirlerinin tadını çıkarmalarına engel olan aralarındaki kumaşları yırtma isteğiyle titredi. İçinden kuvvetli bir ses bağırıyordu. Boş ver lanetin getireceği gücü, boş ver Asteria'nın öfkesini, boş ver anlamsız intikamını...
Dünya tam kararını vermişken Ares onu bıraktı. Dünya boşluğa düşer gibi olduğu yerde sallandı ve yatağa güçsüzce oturdu. Ares'in sırtı ona dönüktü ve derin nefesler alıyordu. Pencereye doğru yürüyen adamı seyrederken Dünya'nın damarlarındaki zehir hareketlendi. Birden bire onu öylece bırakmasına öfkelenmişti. Çenesi kenetlendi ve parmaklarını çarşafa geçirdi. Ares ise ona bakmaksızın pencereyi açtı. Ellerini pencerenin pervazına koydu ve karanlık geceye doğru başını doğrulttu. Dünya adamın yüzünü göremiyordu ama gerginliğini fark etmek için görmesine gerek yoktu.
''Ne oldu?'' diye dişlerinin arasından tısladı.
Ares yanıtlamayacak gibi bir süre suskun kaldı ve sonra ona bakmadan cevapladı.
''Sana bu kadar yakın olmamalıyım.''
Dünya ne demek istediğini anlamıştı ama daha önce bu konuda çekingen olan oydu. Şimdi neden Ares kaçıyordu?
''Bu ne demek?''
''Demek istediğim şeyi anladın Dünya.'' dedi, Ares.
Adamın sesindeki arzuyu duymak Dünya'yı heyecanlandırdı. Yataktan doğruldu. Üzerini değiştirdiklerini o anda fark etti, şimdi rahat bir tişört ve eşofman altı giyiyordu. Keşke daha seksi bir şeyler giyseydi, belki o zaman Ares kendine bu kadar kolay engel olamazdı.
Bedeni hala yorgundu ama Ares'e olan isteği başını döndürüyordu. Adama doğru yürürken Ares, omzunun üstünden ona baktı.
''Seni odana götürebilirim.'' dedi ve neşesiz bir gülümsemeyle ekledi. ''Yani odanın kapısının önüne.''
Dünya cevap vermektense ona doğru yürüyünce Ares hoşnutsuzca doğruldu. Kalçasını pencerenin pervazına yasladı ve kendini savunmaya çeker gibi kollarını birbirine kenetledi.
''Sen ne demek istediğimi gerçekten anlamamışsın.'' diye iç geçirdi.
Dünya adamın uzun bacaklarını kendi bacaklarının arasına aldı. Ares'in gözlerine bakarak fısıldadı.
''Ne dedin? Sanırım seni duyamadım veya anlamadım, galiba o sırada seni dinliyordum.''
Ares boğuk bir kahkaha attı ve kollarını çözüp ellerini pencerenin çerçevesine kenetledi. Ona dokunmamaya özen gösteriyordu ama adamın beden hareketleri isteğini alması için onu çağırıyordu. Dünya bu çağrıya daha fazla direnemeyeceğini biliyordu ve karşı gelmek istemiyordu.
Ellerini Ares'in tişörtünden içeri soktuğunda adamın daha da kasıldığını hissetti. Bu ona garip bir şekilde çekici geldi ve karnından aşağı dökülen sıcak bir akım vücudundaki tüm sinirleri uyardı. Parmakları, dudaklarını gezdirmek istediği tene dokunurken tutkuyla adama yaklaştı. Dudaklarını mis kokan boyunda gezdirirken ufak öpücüklerle Ares'in tadına baktı. Ares kımıldamıyordu ama hoşuna gittiğini de saklayamadı. Öpmesi için başını geriye atarken kesik bir nefes aldı ve parmakları pervaza iyice kenetlendi. Dünya adamın çenesine doğru dilini gezdirdi ve çenesini hafifçe ısırdı.
''Dünya'' diye mırıldanan Ares'in sesi şimdiye kadar duyduğu her sesten daha güzeldi. Biraz geriledi ve çekici ölümsüzün muhteşem ifadesine baktı. Nefes kesiciydi.
Sesin onda uyandırdığı duyguya rağmen ismini söylemesinde onu rahatsız eden bir şey vardı. Yüzleri birbirine bu kadar yakınken Dünya aklına takılan şeyi sormadan edemedi.
''Bana neden papatyam demiyorsun?''
Ares gözlerini aralayarak başını doğrulttu. Düşüncelerini toparlamaya çalışan bir dikkatle konuştu. ''Demiyor muyum?''
Dünya ellerinin altındaki kaslara dokunmanın zevkini çıkartırken fısıldadı. ''Evet'' dedi ve tişörtü üzerinden sıyırmak için kumaşını çekerken ekledi. ''Ve neden benden uzak durmaya çalışıyorsun?''
Ares hızlı davranıp onun bileklerini yakaladı ve Dünya'nın ellerini kendisinden uzaklaştırdı.
''Yapma! Sen bu durumdayken seninle sevişmek istemiyorum.''
Dünya beyninden vurulmuşçasına afalladı. Şaşkınlığı öfkesine teslim olurken Ares doğruldu ve onun alanından çekildi. Bir kez daha boşluğun soğukluğu içinde bırakılan Dünya, adamın cevabının ne olacağından korkarak da olsa bağırdı.
''Ne durumundan bahsediyorsun?'' dedi yumrukları sıkılı adama döndü. ''Değişen şey ne?''
Beyninin mantıklı olmaya çalışan kısmı konuyu uzatmamasını haykırıyordu fakat arzudan kıvranan kısmı ise adama ulaşmak için sırları önemsemeyecek kadar gözü karartmıştı. Ares onun olmalıydı, onun... Aniden telaşlandı. Ares için savaşması gerekecekti, hem de Asteria ile. Ölümsüzleri bile ürküten bir titanın karşısında duracak gücü nasıl kazanacaktı? Bir yol daha vardı, karma ruhunu serbest bırakmak için Ares'i yok etmesi gerekecekti.
''Odana git Dünya.''
Adamın sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı. Onu huzursuz eden his yeniden içinde şekillendi. Lanetli olduğunu sezmiş miydi? Acaba o yüzden mi Ares onu istemiyordu ve ismini kullanmakta ısrar ediyordu.
''Gitmeyeceğim!'' diye bağırdı. ''Bana açıklama yapana kadar buradayım!''
Ares bir hışımla ona döndü. Dünya üzerindeki lanetin gücünü ararken hissettiği tek şey adamdan yayılan enerjiydi. Gücü karşısında soluğu kesildi. Dizleri üzerine çökmemek için kendini zor tutuyordu. Nihayet içinde iblis mücevherinin kıpırtısını duydu. Fakat lanet onu gücüyle sarmalamak yerinde bedeninden çıkmak için çabalıyor gibiydi. Kaçacak delik arayan bir fare gibi damarlarında dolandı. Canını yakıyordu ama Dünya onu kaybetmemek için yumruklarını sıkıp kalbine yönelmesi için dua etmeye başladı.
''Bir kez olsun lafımı dinleyemez misin?'' dedi Ares keskin bir sesle. ''Ben, sen bu kadar rahatsızken yatağa atacak kadar duygusuz biri değilim. Baygın halde seni Adonis'in kollarında gördüğümde neler hissettiğimi tahmin bile edemezsin. Sana kimseye bulaşmamanı söylememiş miydim? Senin zorun neydi? O krizi geçirmene sebep olan şey neydi? Kendine neden dikkat etmiyorsun?''
Dünya kaşlarını çattı. Bu hiç aklına gelmemişti. Ares onun kavga ettiğini ve sonrasında kriz geçirdiğini sanıyordu. Lanetten haberi bile yoktu. O anda her şeyi anımsadı. Eros ile yaptığı tartışmayı ve sonrasında Adonis'in onu durdurmaya çalışmasını... Başını vurduğunu ve dudağını ısırdığını... Kıskançlıktan gözü dönmüştü, o kadar kendini kaybettiği bir anı hiç hatırlamıyordu. Yani son bir senedir. Onu tetikleyen Eros'un hareketleri olmuştu ama kıskançlığın uzun zamandır ruhunu kirlettiğini tahmin ediyordu. Lanet etkisiyle daha bir güçlenmişti ve İksion ile Asteria'nın onu uyardığı patlama gerçekleşmişti. Hatta Solan'ın bile her fırsatta bu konuda onu uyardığını anımsadı. Şimdi ise laneti büyük bir yara almıştı. Ve her yaralı hayvan gibi ölmek için kuytu bir köşe aranıyordu.
Bu işi hemen çözmezse yakında tüm lanetini ve güç şansını kaybedecekti. Asteria ile görüşmesi gerekiyordu. Onu yeniden Olimpos'a göndermemesi için yalvarmayı bile düşündü. Bıçağı sonra da alabilirdi, kendi hislerini kontrol etmeyi öğrendiği bir zaman. Kararını vererek odadan çıkmak için kapıya doğru adımladı. Ares önüne çıkınca adamı göğsünden iterek yolundan çekilmesini sağlamak istedi ama santim yerinden kımıldamadı. Kapı ile arasında hiddetli bir savaş tanrısı duruyordu.
''Sözünü dinliyorum işte.'' dedi, yumruğunu adamın göğsüne sertçe vurarak. ''Odama gidiyorum.''
''Düşündüm de; bu gece Artemis ile kalman en doğrusu.''
Dünya çılgın bir kahkaha attı. ''Emirlerinin sonu gelmezken sözünü nasıl dinleyebilirim?'' dedi ve öfkeyle parlayan gözlerini Ares'in sert bakışlarına dikti. ''Canın cehenneme!''
Ares gözlerini kıstı. ''Uzun bir süredir oradayım zaten...'' diye homurdandı. ''Senin tutuşturduğun alevlerin içinden yine sana uzanmaya çalışan cehennem mahkûmu bir aptalım.''
Eski Dünya olsaydı bu söz yüzünden erirdi ama... Dur bir saniye, şimdi de ağzı açık adama bakıyordu. Lanet olsun, etkilenmişti. Yutkunup kendini toparladı.
''Evet, aptalsın.'' diye mırıldandı ve altın gözlerin içinde kaybolmak için başını doğrulttu. ''Sanırım içimizde bir tek sen deli raporu alabilirsin.''
Ares'in yüz ifadesi anında düzeldi, fırtına sonrası çıkan güneş gibi onun içini ısıtan bir gülümsemeyle Dünya'nın yüzünü süzdü. En son tanıştıkları anı anımsamak ikisini de sıcacık sarmalamıştı.
''Sana deli olmak rapor konusu olur mu bilmem ama ben iyileşmek istemiyorum.'' Dedi Ares, bir yandan da elini yükseltip başparmağını onun dudağının altında gezdiriyordu. Nefesi Dünya'nın tenini yakarken çekici bir sesle ekledi. ''Bence şimdi gitmelisin hayatım. Artemis odasındadır.''
Dünya, başını adamın temasından çekmekte zorlandı ama yine de başardı. Sinirli gözleri, adamın alaycı ifadesini bir anlığına süzdü. Onu zorladığı ve bunu da gayet iyi başardığı için öfkesini adama kusmak istiyordu. Fakat kelimeler bu bakışlar karşısında dudaklarının ardında hapis kaldı. Adamın omzuna çarparak onu geçti.
''İlerde bu gece kaçırdığın şans için ağlayacaksın!'' diye homurdanarak kapıya yürüdü.
''Ben kaçırdığımız her gece için ağlıyorum zaten papatyam.'' diye arkasından seslenen adam, onu yine de gülümsetti. ''Doğru Artemis'in odasına.''
Son lafı üzerine derin bir nefes aldı ve adama bakmamak için kendini zor tutarak odadan çıktı. Kadife dokulu kapı onun ardından kapandığında Artemis'in odasına gidip gitmemeyi düşünüyordu. Kadının neşeli hallerine katlanabileceğini sanmıyordu. Cıvıldamasına, gülümsemesine, sürekli ortaya döktüğü güzelliğine... Yürümeyi bıraktı ve duvara yaslandı.
Kendi odasına gitmeyi veya Asteria'nın yanına gitmeyi istiyordu. Fakat bunu yaptığı takdirde Ares tarafından yakalanmaktan çekiniyordu. Kurnaz Ares'i bu denli kandırabilmesi bile takdire şayan bir başarıydı. Adam lanetini bir türlü fark edememişti, gözü aşktan kör dedikleri olay bu olmalıydı. O ise ruhundaki karmaşaya rağmen istediği şeyleri elde etmek üzereydi... O anda beyninin içinde hayali bir patlama oldu. Aslında istediklerini şu anda elde etmiş olması gerekmiyor muydu?
Aptallığına inanamadı. Güya bu gece ona ölümsüzlük ikram edilecekti ve Ares de ona kristal bıçağı verecekti. Fakat Dünya şu anda elleri boş, koridorun ortasında dikiliyordu. Aşktan gözü kör olan kimdi acaba? Ares'in aklını karıştırmasıyla ona sunulan ödülleri unutuvermişti. Kendi kendine sinirlendi ve olduğu yere çöktü. Ölümsüzlerin vaatlerine bu kadar çabuk kandığı ve altın gözlerin büyüsüne bu denli kapıldığı için kendine lanet etti. İçinden bir ses adamın odasına dalarak söz verdiklerini talep etmesini buyuruyordu. Daha dürüst bir ses ise bunu yapsa da eline şimdilik bir şey geçmeyeceğini fısıldıyordu. Ares bu gece ona kapalıydı. Saklı damgasının üzerindeki taşlı bileklik yüzünden adamın kıskançlığı geçene kadar Ares'ten bir şey alamayacağını biliyordu. Oynadığı oyun tersine dönmüştü.
***
Derken ilerideki merdivenlerden birinin yaklaştığını işitti. Kimseyle karşılaşmak istemediğinden Hera'nın görkemli kapısının gölgelerine iyice sindi. Merdivenlerden çıkan kişi görüşüne girince soluğunu tuttu. Adonis'ti. Adonis seri adımlarla Apollon'un kapısına gidip tıklattı. Kapı hemen açıldı.
''Prometheus yolu bulamıyormuş. Yani bana söylediği bu!'' dedi Adonis kısık sesle. ''Nabi'nin hazırladığı iksirin işe yaraması gerekiyordu ama iksirin demlenmesi için yeterince zamanı olmadığını söyledi. İçeriğini ayrıştırmak için daha özenli olması gerekiyormuş. Ne demek istediğini anlamadım ama bu ikisinin yine bitki çayıyla uğraşmasından çekiniyorum.''
Apollon oflayarak parmaklarıyla altın sarısı saçlarını geriye taradı. Yorgun görünüyordu. Canı sıkkın bir ifadeyle Adonis'e baktı.
''Ares'i yeniden tehlikeye atamayız.'' Dedi kaşlarını çatarak ve isteksizce mırıldandı. ''Belki benim denemem gerekiyordur. Büyü konusunda Ares'ten tecrübeliyim.''
Adonis neşesizce güldü. ''Bunu kabul etmeyeceğini ikimiz de biliyoruz. Ona kalsa kimseyi, işe karıştırmayacaktı ama mecbur kaldığı için boyun eğdi. Yaptığımız tartışmalara sen de şahitsin.''
''Büyü yeniden geri teperse Ares'i kaybedebiliriz Adonis. Festivalden sonraki hali gözümün önünden gitmiyor." dedi ve kararlı bir sesle ekledi. "Onu vazgeçirmeliyiz.''
''Nasıl?'' dedi Adonis fısıltıyla. ''Dünya'nın günden güne neye dönüştüğünü görmüyor musun? Ares öleceğini bilse, vaz geçmez. Kendini sorumlu hissetmesi de ayrı sorun! İkna edemiyorum."
Dünya taş kesildi. Bu iki budalanın bahsettikleri şey neydi? Gölgelere iyice sindi ve nefesini tuttu.
Apollon dudağını kemirerek bir süre düşündü. ''Belki koruma olayıyla işi çözebiliriz. Ne de olsa, o bir anahtar.'' dedi sıkıntılı bir sesle. ''Yaptığımız şeye devam edersek ve sürekli gözümüzün önünde olursa... Dünya'yı koruyabiliriz, kendinden bile!''
O sırada Ares'in kapısı açıldı ve iki ölümsüz susup adama baktılar. Ares'in sesi netti.
''Hazır mıymış?''
Adonis soluklandı, kısa bir bakışla Apollon'a baktı ve Ares'e cevap vermek için adama döndü.
''Henüz değil.'' dedi. ''Dünya nasıl? Kendine geldi mi?''
''O iyi.'' dedi koridora çıkarak. ''Artemis'in yanına gönderdim. Umarım gitmiştir. Eğer sözümü dinlemezse, iyiliği için onu kilitlemek zorunda kalacağım. Kontrol etmek giderek zorlaşmaya başladı.''
Apollon da koridora çıktı, Artemis'in kapısından yana bir bakış attı. Ve başını çevirirken konuştu.
''Çok önceden yapmalıydın, lanet onu aldığında. Çare bulmaya çalışırken bir yandan da Dünya'yı zapt etmeye çalışmak, seni daha çok hırpalıyor.''
Dünya baştan ayağa buza döndü. Biliyorlardı! Onun lanetinden haberleri vardı. Ses çıkarmamak için dudağını ısırdı, tam da yaralı yerini. İnlememek için kendini zor tuttu. Kulak kesilerek adamları dinlemeye devam etti.
Ares konuşmayınca Apollon elini adamın koluna koydu.
''İyileşme umudu olmayabilir Ares. Kabullenmelisin.''
Ares yanağını çiğnerken suskun kaldı. Adonis onun yerine konuştu.
''Elimizden geleni yapacağız Ares. Biliyorsun ama kaçık kadının yanına gitmesini nasıl engelleyeceğiz?''
Ares sakin bir yüzle Adonis'i cevapladı. ''Asteria'nın yanına giderse; o, bana haber verecek. Onun Dünya'yı koruyacağına güveniyorum.''
''Ben de ona güvendiğine inanamıyorum Ares.'' dedi Adonis. 
''Beni hayal kırıklığına uğratmayacağına eminim.''
Dünya bahsettikleri kişinin İksion olduğuna iyice emin oldu. Bari bu tahminin de haklı çıkmıştı. Adam, Ares için casusluk yapıyordu ve onun hareketlerini ölümsüzlere ispiyonluyordu. Dünya adamın foyasını ortaya çıkardığında Asteria ona tamamen güvenecekti. İksion'un ipini çekmeyi hiç bu kadar istememişti, kaçmasına izin vermeyecekti.
Adonis hala ikna olmamıştı ki haklıydı. İksion yalancının tekiydi. Bu nedenle Adonis, Ares'e söylenmeye devam etti.
''Bu durumla ben başa çıkamıyorum, o adam tamamen yabancı biri, o nasıl başa çıksın? Dünya'nın çektiği acıyı gördükçe, her şeyi itiraf etmemek için kendimi zor tutuyorum. Dün Hades beni toplantı için çağırmaya geldiğinde, bir an onun her şeyi anladığını sanmıştım. Bizi kapı önünde yakaladı. Ruhundaki karmaşa sayesinde ilgisini başka yöne çekmeyi anca başardım.''
Ares gözlerini adama dikti. ''Bu, başka yön benim canımı çok sıkıyor.'' 
Adonis omzunu kaldırarak adamın tehlikeli bakışlarına rahatça cevap verdi.
''Tek başına olmadığını, benim dışlandığımı ve onunla ortak olmak için can attığımı sanması için yaptığımı biliyorsun.''
''Sadece o kadarla kalmanı söylemiştim.''
''Ben de sana ona olan aşkımın devam ettiğini söylemiştim. Dünya seni seviyor olabilir ama ben de onu...''
"Yeter Adonis!" dedi Ares tehditkar bir bakışla, adamın karşısına dikilerek.
Apollon, ölümsüzün lafını kesip ikisinin arasına girdi. ''Hey, siz iki kafasızın kıskançlığıyla uğraşacak lüksümüz yok. Kendinize gelin.''
Ares ve Adonis birbirlerine bakmayı bırakıp gerilediler. Dünya içinde bulunduğu tuzağı nasıl olurda anlamadığına inanamıyordu. Lanetini nasıl anlamışlardı, kim anlamıştı? Ares'e, lanetini birinin ihbar ettiğinde karar kıldı. Bu kişinin İksion olduğunu tahmin ediyordu. Adamın ihaneti karşısında öfkesinden saldırmamak için kalan tüm enerjisini harcamak zorunda kalmıştı.
''Dönüp dolaşıp aynı konuya gelen ben değilim.'' dedi Adonis haini.
Ares derin bir nefes aldı ve Artemis'in odasına gözlerini dikti. Neyse ki, Dünya odanın çaprazındaki gölgelere sığınmıştı. Ares böyle bir talihsizlik beklemiyor olacak, ondan tarafa hiç bakmıyordu. Apollon konuşunca, adam bakışlarını çevirdi.
''Uzatma Adonis. Sen de sütten çıkmış ak kaşık değilsin. Rolüne fazla kapılıyorsun.'' dedi uyaran bir sesle Apollon. Adonis kaşlarını çatıp başını eğince, Ares'e döndü. ''Bıçak odanda mı?''
Ares başını salladı. Apollon devam etti. ''Ona verecek misin?''
Ares düşünürken Dünya'nın içini devasa bir kemirgen kemiriyordu. Sonunda düşünceli bir tavırla başını salladı.
''Evet'' dedi kollarını kenetleyerek. ''Son seçenek bu olacaktı ama görüyorum ki, başka çaremiz yok. Güvenini başka türlü sağlayamayacağım.''
''Zeus, ambrosiayı verdi mi?'' diyen Adonis'e baktılar.
''Hayır.'' diye cevapladı Ares. ''O uçkuru düşük...'' diye başlamıştı ki Apollon'a baktı. ''Üzgünüm, baban olduğunu bazen unutuveriyorum.''
Apollon elini salladı. ''Boş ver! Uçkuru düşük olmasaydı ne ben, ne Artemis, ne de Hepiastus ve Dionsys olurduk. Sayarken bile yoruluyorum.''
Ares gülümsedi. Dünya, mıknatıs misali onu çeken bu gülümsemeye, şahit olduğu her şeye rağmen kapıldığı için kasıldı. Bıçak, Ares'in odasındaydı ve alması için onu bekliyordu. Bu düşünce, onu önce rahatlattı ama hemen ardından ruhu tereddüdünün kasvetiyle kaplandı. Gülümseyen Ares'e bakarken kristal bıçağı onun göğsüne nasıl saplayabileceğini kestiremiyordu. Ama yapmalıydı, sonra da Asteria'nın icabına bakmalıydı. Bıçağın o kadında da işe yaradığını öğrenmişti, hiç değilse durdurulabildiğini. Yine de önceliği İksion'du, casusu ortadan kaldırdığı zaman planlarını daha kolaylıkla uygulayabilecekti.
Adonis sabırsızca konuştu. ''Peki, ne zaman vermeyi düşünüyormuş?''
Ares içini çekti. ''Dediğine göre; ben akıllanınca.''
''Bu da demek oluyor ki, hiçbir zaman.'' dedi Apollon. ''Nabi'nin onu ikna edeceğini sanmıştım. Neyse Hena'ya çıtlatırız, o çenesiyle işi çözer. Konuşarak ve inatlaşarak Zeus'la başa çıkabilen yegâne kadın ne de olsa.''
''Hera'dan sonra...'' dedi Adonis çapkın bir gülümsemeyle. "Gerçi onun yöntemleri farklı..."
Üç adam Adonis'in sözleri üzerine güldüler. Çok eğleniyorlardı, Dünya yakında kalplerini çıkarıp ellerine verdiğinde de bu kadar neşeli olabilecekler miydi acaba?
''Nabi bizi bekliyordur.'' dedi Apollon daha rahatlamış bir tavırla. ''Gidip neler yaptığına bir bakalım. Prometheus ile birlikte çay yapmaya dalmalarını istemem.''
''Gerçekten çay yapıyor olamazlar, değil mi?'' dedi Adonis yüzünü buruşturarak.
Apollon dudağını büktü. ''Çok ciddi şüphelerim var.''
Ares kararsızca duraklayınca Adonis yürümeyi bırakıp kısık bir sesle adamı çağırdı.
''Geliyor musun?''
Altın gözler, Artemis'in kapısına dikilmişti. Dünya panikledi. Ares, onu kontrol etmek için kadının odasına gelirse orada olmadığını öğrenirdi ve aramaya çıkardı. Gerçi fazla da göz atmasına gerek olmazdı çünkü başını biraz çevirdiğinde göz göze kalırlardı. Neyse ki, adamın tüm dikkati, Artemis'in odasında olduğundan şimdiye kadar gölgelere saklanmış Dünya'yı görmemişti.
Ares aklına gelenleri kovalamak için başını salladı. ''Geliyorum.'' dedi güçsüzce. ''Şu işi bitirelim artık.''
Uzaklaşan ölümsüzlerin ardından bakarken tiksinti ve öfkeyle doluyordu. Ona değer verdiklerini söyleyen bu adamların ona tuzak kurduklarını öğrenmesi iblis mücevherinin kalbine ulaşmasını ve lanetin güçlenmesini sağlamıştı. Bir süre daha gölgelerde gizlendikten sonra yavaşça doğruldu. Planı kafasında şekillenirken Ares'in odasına doğru adımladı. Kadife kapı her zamanki gibi kolayca açıldı.
Odanın loşluğuna rağmen kristal bıçağı çok aramasına gerek kalmadı. Yatağın diğer tarafındaki komodinin üstünde öylece duruyordu. Ares ile ilgilenmek yerine gözünü açmış olsaydı belki şu anda çoktan lanetini sabitlemiş olacaktı. Donuk kristalden bıçağı eline aldı ve aç gözlerle bıçağa bakarken sırıttı. Kurbanlarına sapladığı anlar gözünün önünde belirdi. İksion, kâhin, Nabi, Apollon, Afrodit... Liste uzayıp gidiyordu. Ama en çok istediği üç kişinin ismi, en parlak renklerle listenin başında asılıydı. Ares, Asteria ve Adonis... Adonis son anda listeye girmişti ama gayretiyle üst sıralara hemen tırmanmıştı.
Bıçağı gizleyecek bir şey aranırken gözüne Ares'in cepli yeleği ilişti. Biraz büyüktü ama görünüşüyle etkilemek isteyeceği bir yere gitmiyordu. Yeleği üstüne geçirdi ve fermuarını çekti. Küçük bıçak kolayca ön ceplere sığmıştı. Elini uzatıp kolayca kavrayabiliyordu. Asteria'nın yanına en çabuk nasıl gideceğini hesaplarken gözü çalışma masasına ilişti. Doğum günü armağanı olan ve Ares'in ona vermek istemediği papatya dolu cam kutu masadaydı. O gittikten sonra Ares'in, kutuya bakmak için sakladığı yerden çıkardığını anladı. Tuhaf bir titremeyle kutuya doğru yürüdü, kendine hâkim olamıyordu. Binlerce duygu ruhunda çarpışırken titrek ellerle kutuyu aldı. Sanki yüzyıllardır görmemiş gibi zarif kutunun her ayrıntısına dikkat etti. Çiçeklerin arasındaki nota, beyaz yaprakların her birine...
Eli istemsizce hareket etti ve cam kutuyu öfkeyle duvara fırlattı. Kutu tuzla buz olurken papatyalar dört bir yana dağıldı. Yere düşen çiçekleri hırsla ezerken kendi kendine söylendiğini fark etmemişti.
''Nefret ediyorum, nefret ediyorum...''
Sonunda kendine gelip durduğunda tüm bedeni uyuşmuştu. Gözleriyle yaptığı şeye baktı ve eğilip yerden küçük bir cam parçası aldı. Asteria'ya en çabuk ulaşabileceği yolu kavramıştı. İşaret parmağını cama sürterek kesti. Camı yere bıraktı ve parmağının ucunda beliren bir damla kanı bilekliğinin altındaki damgaya gelecek şekilde damlattı. Kan önce bilekliğe düştü ardından damgaya ulaştı. Damga birden alev almışçasına yandı. Acı öyle fazlaydı ki, neredeyse gözlerinden yaş gelecekti. Dişlerini sıktı ve gözlerini kapattı. Damgasından yayılan ısı tüm bedenini sardı ve bir an ayaklarının altındaki zeminin eridiğini hissetti.
Gözlerini yeniden açtığında memnuniyetsizce onu izleyen Asteria'ya bakıyordu. Dünya, iblis kraliçesinin taht odasındaydı.
Asteria biçimli vücudunu sergileyen deri ve kumaşlarla sarılmıştı. Tahtına kurulmuş tümüyle açıkta bıraktığı bacaklarını üst üste atmıştı.
''Başını belaya mı soktun anahtar?'' dedi iri dudaklarını hoşnutsuz bir tavırla bükerek.
''Belaya sokan ben değilim.'' dedi ve taht merdivenlerinin önüne geldi. ''Lanetimi öğrenmişler.''
Asteria kaşlarını çattı.
''Sana dikkatli olmanı söylemiştim.'' Dedi ve ayağa kalktı. ''Seni işe yaramaz insan!''
''Ben dikkatliydim. O çok güvendiğin pislik olmasaydı açığa çıkmayacaktım.''
Asteria merdivenlerden süzülürcesine indi. Hareketlerindeki zariflik ve yüzündeki sakinlik Dünya'nın gerilemesine sebep oldu. Kadın onun yanında durdu.
''Güvendiğim mi?'' dedi ilginç bir şey söylemiş gibi başını yana yatırdı. Dünya'ya bakan gözlerinden delice bir parıltı yansıyordu. ''Nasıl kaçtın? Gören oldu mu?''
Konu bu muydu yani? Dünya soluklandı. Sakin kalmaya çalışıyordu ama kadının onu suçlayan bakışları altında bu hiç kolay değildi.
''Kimse görmedi ve takip edemeyeceklerini biliyorum.''
Asteria dudağını yaladı. ''Peki, Ares?''
''Benim Artemis'in korumasında olduğumu sanıyor ve buraya gelmeyi başarabilseydi, seni çoktan ziyaret edeceğini tahmin edersin. Başka bir şeylerin peşinde olduğunu konuşurlarken duydum.''
''Kimler?''
''Apollon, Adonis ve Ares.'' dedi ve ekledi. ''Kâhin ile Nabi diye bir ihtiyarın da işin içinde olduğunu biliyorum. Bir yere gitmek için yol bulmaya çalışıyorlarmış. Büyü ve iksirden bahsediyorlardı.''
''Geri dönmelisin. Madem lanetini bildikleri halde bilmezlikten geliyorlar sonuna kadar oyununu oyna.''
''O yere geri dönmeyeceğim Asteria!'' Kadın gözlerini tehlikeli bir şekilde kısınca Dünya ekledi. ''Beni hapsedecekler. Geri dönemem.''
''Saçmalama!'' dedi Asteria. ''Böyle bir niyetleri olsaydı çoktan yaparlardı.''
Dünya elini cebine sokup bıçağı kavradı. Kendine güvenen bir diklenmeyle kadının karşısında başını yükseltti. ''Gitmeme gerek yok. Bıçağı aldım.''
Asteria sırıttı. Hoş bir sırıtış değildi ve insandan çok sırtlanı andırıyordu. ''Bak sen.'' dedi parmağını Dünya'nın çenesine koydu. ''Anahtarımız ne kadar yetenekli. Etkilendim.''
Dünya kadının hareketlerine dikkat kesilmişti. Parmağını çenesinden çekene kadar bıçağın sapını sıkıca kavradı. Asteria arkasını dönüp yürümeye başladığında anca nefes aldı. Kadın masaya doğru yürüdü ve kırmızı bir içkinin olduğu sürahiden bir kadeh doldururken konuştu.
''Bu çok iyi, lanetini sabitledikten sonra ikinci göreve hazır olacaksın. Bıçak şu anda yanında mı?'
''Evet'' dedi Dünya.
Asteria ona dönüp kadehinden bir yudum aldı ve gülümsedi. ''O halde kimi öldürmek istersin?''
Dünya'nın aklı ikinci görev dediği şeyde takılı kalmıştı. Kimi öldüreceğini zaten planlamıştı ama olaylar karışırsa görevi öğrenmeden Asteria'nın tepkisini çekmek istemezdi. Dudağını yaladı.
''Şu görev...'' dedi Asteria'nın gözlerine bakarak. ''Nasıl bir şey?''
Asteria şefkatli olduğunu sandığı bir tavırla Dünya'ya baktı. ''Canım, seninle ne kadar gurur duysam az. Bıçağı Ares'ten almak bir yana, ikinci göreve başlamak için can atıyorsun.''
Dünya konuşmadan sadece kadının yüzüne baktı. Asteria kadehi başına dikti ve ona doğru yürürken kapıya doğru seslendi.
''Talhin!''
Kapı açıldı ve ufak bir yaratık içeri girdi. Çarpık bir bedeni olan kambur yaratığın yüzünde yerinde olan bir şey yoktu. Ne burunu burundu, ne ağzı ağız... Gözlerinin olması gereken yerde iki küçük delik vardı. Çamurumsu bacaklarını sürüyerek kapıyı kapattı ve Asteria'nın emirlerini dinlemek için hazırlandı.
''İksion'a haber sal, çabuk gelsin!''
Yaratık anladığına dair hiçbir emare göstermeden geldiği gibi geri çıktı. Dünya öfkeyle Asteria'ya döndü.
''O piç ile görev yapacağımı sanıyorsan yanılıyorsun! Beni ele veren o aşağılıktı.''
Asteria tek elini yukarı kaldırıp onu susturdu. ''Onu görev için çağırmıyorum anahtar. Ve sana sakin olmanı tavsiye ederim. Karşımda bağırılmasından hiç hoşlanmam.''
Dünya kaşlarını çatıp gözlerini Asteria'ya dikti. Asteria onun boyun eğmesinden hoşnut gülümsedi.
''İşte böyle, lanetinin deliliğe dönmesini istemezsin değil mi? Düşüncelerine ve aklına hâkim olmazsan, delilik seni alır.''
''Her şeyi sonradan öğrenmem ne fena o zaman.'' diye homurdandı.
''Beni eğlendiriyorsun.'' Diye Asteria kahkaha attı. ''Seni lanetinle baş etmeye çalışırken izlemek çok zevkli.''
''Ares ile beni öpüşürken gördüğün zamanda mı aynı şeyi düşünüyordun?'' dedi Dünya onun kahkahasına inat sırıtarak. "Zevkli miydi?"
Ve yüzünde patlayan tokatla yere düştü. Çenesi yerinden koptu sandı fakat eliyle yokladığında çenesini hala yerinde olduğunu hissetti. Yanağını ısırmıştı ağzına dolan kanı tükürdü ve ayağa kalktı.
''Her neyse!'' dedi Asteria hiçbir şey olmamış gibi. ''İksion'u çağırdım çünkü senin kan dökmen gerek ve onu istediğini tahmin ediyorum. Casus olduğunu sanmıyorum ama...''
O sırada kapı zayıf bir sesle vuruldu. Asteria gülümseyerek Dünya'ya baktı.
''Canım, kurbanın geldi. Nazik ol. O benim için bayağı çaba harcadı. Ve son bir konuşma yapmam için beklemeni tavsiye ederim.''
Kapıya doğru seslenen Asteria, Dünya'nın yanına geçti.
''İçeri gel İksion!''
***
İksion, yanında kuyruğu Solan ile birlikte içeri girerken; Dünya da tiksintiyle adamı süzüyordu. Uzun saçlarını at kuyruğu yapmış adam, iyileşmiş yüzünün güzelliği ile gurur duyan bir kibirle onlara doğru yürüdü. Gömleğinin yakasından görünen göğüs kasları mükemmel görüntüsünü perçinliyordu. Dünya az sonra o göğse saplayacağı bıçağı düşününce zevkten titredi ve kendine engel olamadan gülümsedi. İksion'un bu gülümseme karşısında şaşırdığı apaçıktı. Kendi güzelliğine yapılan bir övgü olduğunu varsayarak, o da Dünya'ya gülümsedi. Asteria'nın önüne geldi ve kısa bir baş eğmesiyle kadını selamladı.
''Kraliçem!''
''Çok güzelsin İksion.'' dedi Asteria adamı baştan ayağa süzerek. ''Seni daha çok huzuruma çağırmalıyım.''
Kuşkulu bir sırıtmayla Asteria'nın iltifatını karşılayan İksion, Dünya'ya döndü.
''Bakıyorum buraya yerleştin. Her geldiğimde buradasın anahtar.''
Dünya hala hayal ettiği görüntünün etkisindeydi. Adama cevap bile vermeden bakmaya devam etti. Tabi hemen yanına dikilen Solan olmasaydı sinirlerine daha kolay hâkim olabilirdi. Solan, İksion'a saldırmasını engelleme düşüncesiyle ağaç gibi onun dibine kök saldı. Ve bu tavrından Dünya dışında kimse rahatsız olmadı.
''Şimdi anahtarı kızdırmayı boş ver İksion.'' dedi Asteria. ''Seni çağırdım çünkü bir bilgiye ihtiyacım var.''
''Emredin.'' dedi yalaka adam.
Asteria ''Kronos'un kalbi...'' diye konuşmaya başladığında, adamın yüzünde bir panik havası belirdi. ''Onu istiyorum. Bana kim getirebilir?''
İksion'un beyaz teni iyice muma döndü. ''Onu almak olanaksız Asteria, biliyorsun.''
''Ahh, yapma. Sen başaramadın diye kimsenin başaramayacağını düşünmek tam sana göre bir aptallık.''
''Kalbin koruyucusu Hera.'' dedi İksion. ''Ve Zeus bile kalbi ondan alamaz.''
''Birinin almaya çok yaklaştığını biliyorum ve aklında başka bir şey olmasaydı veya yeterince umursasaydı, başaracaktı.'' Diye sahte bir üzüntüyle İksion'a bakan Asteria başını salladı. ''Olimpos'tan uzaktayım ama tüm dedikodularını bilirim. Sen Hera'nın yatağına girmeyi başaramadın ama Ares başardı. Ve sonuçta sen ceza aldın, ne komik değil mi?''
İksion öfkeyle başını çevirdi ve görmeyen gözlerle salonu süzdü. Vakit kazanmaya çalıştığı çok belliydi. Asteria adama yaklaştı ve eliyle yüzünü tutup kendine çevirdi.
''Öğrenmek istediğim şey şu, kalbi koruyan şey ne? Kalbin, Hera'nın odasında olduğuna emin misin?''
İksion bir süre düşünerek alt dudağını kemirdi. Sonra yan gözle Dünya'ya baktı. Asteria adamın çenesine doğru parmaklarını indirince adam endişeyle yeniden kadına döndü.
''Anahtar onu alamaz. Ölümlü birinin dayanamayacağı bir büyüye sahip. Sadece ben alabilirim. Bana ihtiyacın var Asteria!''
Omzunun onu uyarmasına kayıtsız kalamayan Dünya duygusuz bir sesle konuştu.
''Yalan söylüyor.''
İksion öfkeyle ona baktı ama yorum yapmadı. Asteria ise sadece kendi parmağının hareketlerine yoğunlaşmıştı. Sivri tırnağını gözleriyle izleyerek adamın bedeninde elini gezdirmeye devam etti.
''Sana büyüyü sordum canım, yardımını istemedim.''
''Ona neden ihtiyacın var ki?'' dedi adam son bir gayretle. ''Kronos'un kalbi...'' adam diye mırıldanan adam birden sustu. Aklına gelen şey yüzünden gözleri Asteria'nın yüzünde asılı kalmıştı. ''Bu... Bu kadar insafsız olamazsın. Biraz daha güç için...'' diye mırıldandı.
Asteria bakışlarını adamın yüzüne yükseltti. ''Konuşmayacak mısın?''
İksion'un gri gözleri yalvarırcasına Asteria'ya baktı. Fakat kadında her hangi bir acıma duygusu göremeyince titrek bir nefes alıp bir robot misali konuştu.
''Büyünün ne olduğu hakkında bir fikrim yok. Kronos'un kanından gelen birinin dayanabileceği bir şey olduğunu biliyorum. Zaten bu yüzden kalbin peşini bıraktım.'' İksion kendine hâkim değilmiş gibi kelimeler dudaklarından dökülüyordu. ''Kronos'un kutsamasına sahip biri kalbe sahip olabilir.''
İksion dehşetinin dehlizlerinde kaybolmuştu. Adamı bu denli korkutan şeyin ne olabileceğini tahmin etmeye çalıştı, başaramadı.
''Kalbin ne özelliği var?''
Sorusu dudaklarından kolayca çıkmıştı. Asteria onu unutmuş gibi bir an Dünya'ya baktı. Sonra nefes alarak İksion'un yanından birkaç adım uzaklaştı.
''İksion bildiğine göre senin de öğrenmende sakınca yok'' dedi Asteria. ''Kronos'un kalbi dediğimiz şey, yüce kralımız Kronos'un gücünü barındıran kendi kalbi. Kronos ihanete uğradığında onu hapsetmeden önce kalbini çıkarıp gücünü elinden aldılar. Koruması için Hera'ya verdiler. Tatlı kızım Hekate'nin büyüleri sayesinde, titanların sınırsız gücünü, tahta bir kutuya hapsedebildiler. Kronos'un kalbine sahip olan birinin yapamayacağı şey yoktur. Fakat benim gibi güçlü bir titan, kalbe sahip olursa yenilmez olur. Bu yüzden ihtiyacım olan korku ve dehşeti tüm boyutlara salacağım. Toplayacağım enerjinin karşısında ne ölümsüz, ne titan, kimse duramayacak.''
İksion başını salladı. ''Kronos'un mirasına sahip olan bir tek Zeus olabilir ve o da seninle işbirliği yapmaz. Kalbi sen kullanamazsın. Kronos'un mirasçısı dışında kimse o kalbi kullanamaz! Ayrıca Kronos'un izni olmadan da kalbi bulmak olanaksızdır.''
Asteria adama bakışı sadece tehlikeyi çağrıştırıyordu, saf ve kaçılası tehlikeyi. Fakat adam zaten dehşet içindeyken bu tehlikeyi göremedi. ''Zeus'u nasıl ikna etmeyi düşünüyorsun?''
''Kronos'un mirasına sahip olan kişi Zeus değil.'' dedi Asteria ve Dünya'ya doğru anlamlı bir bakış attı. "Ve izin konusunda zorluk çıkacağını sanmıyorum."
Dünya çok hızlı olması gerektiğini biliyordu yoksa yanı başındaki Solan tarafından durdurulurdu. Aynı anda bazı şeyler anlam kazandı ve eli cebinde kalakaldı. Asteria, Solan'ı göremiyordu, adam yine görünmezliğine sığınmıştı. Neden? Ve büyücü neden bu kadar yorgun ve hastalıklı görünüyordu? Canını sıkan en büyük konu ise; Asteria, eğer Ares'i kalbi alması için ikna edemezse elinde kalan bir avuç iblise kraliçelik yapmaya devam edecekti. Bu durum da kadın, Dünya'nın hiçbir işine yaramazdı.
Öfkeyle yanan teninin sıcaklığı ile ısınan Adonis'in hediyesi olan bilekliği, bazı şeylerin temelli değiştiğini haykırıyordu. Olimpos'un ona kapanacağını biliyordu, zaten geri dönme isteği de yoktu. Ömrünün sonuna kadar Asteria'nın emrinde bir köle olmaya da katlanamazdı. Son duyduklarından sonra ne Adonis'in, ne de Ares'in onun tarafından kandırılabileceğini düşünmüyordu. Elindeki tek koz, anahtar olmasıydı. Fakat Ares'in baş iblis efendileri yüzünden iblisler, boyutlarının açık olmasına rağmen saklanıyorlardı. Anahtarın boyutları kapatması ve herkesi güvene almasına gerek kalmamıştı. Kahrolası Ares onun tüm yollarını, o farkına bile varmadan ve onu kullanarak tıkamıştı. Şimdi bile hemen yanındaymış gibi onun kokusunu duymak öfkeden kudurmasına yol açıyordu.
Asteria'nın ona bakışıyla bir saniyelik duraklama yaşayan Dünya cebindeki bıçağı çıkarıp İksion'a çevirdiğinde sanki kıyamet koptu. Olaylar aynı anda denebilecek kadar peş peşeydi ve ok, yaydan çıkmıştı. Dünya, Solan'ı nasıl aşacağını düşünürken kızıl saçlının dikkati onun bir adım ötesine kaydı. Solan'ın tepkisine şaşıracak zamanı yoktu, önce kan dökmeliydi.
Bileğindeki bileklik buharlaşıp ondan uzağa doğru uçuştu. Dünya, bilekliğinin kaybolmasına şaşırırken elindeki kristal bıçağı, öldürme arzusuyla yanarak İksion'un kalbine sapladı. İksion'dan duymayı beklediği çığlık ise Asteria'dan geldi. İksion'un kocaman açılmış gözleri, kalbine saplanan bıçaktan çok, karşısındaki çığlık yüzünden donmuş kalmıştı.
Dünya hırlayarak bıçağı çekti ve bıçağa baktı. Kanla lekelenmiş bıçakta yanlış giden bir şey vardı. Solan o anda hareketlendi ve yere doğru kayan İksion'u yakaladı. Dünya başını Asteria'ya çevirdi ve dehşetle irkildi. Kadın, kalbine saplanmış şeyi tutan eli, can havliyle yakalamış ve çıkarmaması için katiline bakıyordu. Kadının karşısında Dünya'nın görmeyi en son beklediği kişi duruyordu.
''Ares...'' diye mırıldandı Asteria ve dudağından süzülen kana rağmen gülümsedi. ''Ölümün senin elinden geleceğini biliyordum.''
Ve adamın elini tutan ellerini bıraktı. Ölümsüz adam, tek hareketle bıçağı kadının kalbinden çıkardı. Ares'in elindeki kristal bıçak mavimsi bir parıltıyla parlıyordu. Ares'in gözü, Asteria'nın boynunda sallanan kolyeye ilişti ve kaşlarını çatarak papatya kolyeye uzandığında, kadın daha fazla ayakta kalamadı. Dudağından kan boşanan Asteria gözlerini Ares'ten çekmeksizin cansızca yere düştü.
Ares elindeki bıçağı seri bir hareketle bilekliğindeki kına taktı. Asteria'dan aldığı kolyeyi de cebine attı ve elini, şaşkınca dikilen Dünya'ya doğru uzattı. Dünya o anda ayıldı ve kaçmak için davrandı. Geç kalmıştı, güçlü bir kol ona sarılınca debelenmek işe yaramadı. Ares diğer eliyle de Dünya'nın bıçak tutan kolunu yakalamıştı. Nedense sakin kalmayı başarmış Solan soran gözlerle Ares'e bakıyordu. Ares adama dönüp ''Git'' dedi.
Bu sade emir karşısında Solan yarı baygın İksion'u alarak açtığı yarıktan kayboldu. Dünya çığlık atmaya başladığında, bedeninin hafiflediğini hissetti ve bir an sonra taht odasında değillerdi.
Ares zorla elindeki bıçağı almaya çalıştı. Dünya vermemek için uğraşıyordu, bu çabası sonucunda adamın avucunu boylu boyunca kesti. Fakat daha fazla direnemeden tek savunması olan bıçak parmakları arasından söküldü. Ares bıçağı ondan uzağa fırlatırken Dünya'yı da koltuğa ittirdi.
Ares'in odasındaydılar.
***
Dünya çığlıklar atarak Ares'in temasından kurtuldu ve dengesizce koltuğa düştü. Tüm umutları yerle bir olmuştu. Asteria ölmüştü. Kendi kristal bıçağı görüldüğü üzere işe yaramamıştı. Anahtar tutsaklığından daha beter bir tutsaklığın pençesine düşmüştü. Ruhu resmen çığlık atıyordu ve lanetli soğukluğu damarlarındaki kanı, aside dönüştürerek bedeninde dolanıyordu. Acı, hırs ve öfke içinde kıvrandı. Sonra gözlerini onu izleyen ölümsüze çevirdi. Adamın tüm dikkati ondaydı ve ondan bir atak bekliyor gibi savunmadaydı. Çok beklemedi.
Dünya hırlayarak adama saldırırken bir yandan da tüm nefretini kusuyordu.
''Seni piç! Beni kandırdın, kahrolası! Beni aldattın!''
Ares onun tekme ve yumruklarından kolayca sıyrılıyordu. Dünya dengesizce adama atıldığında Ares onu yakaladı ve yatağın üstüne fırlattı. Dünya savrulduğu yataktan hemen doğruldu. Ares'in canını acıtacak bir şey bulamayınca eline geçirdiği yastığı öfkeyle adama attı.
''Senden nefret ediyorum!''
Ares eliyle yastığı yakaladı ve ona geri attı.
''Beni seviyorsun lanet kadın.''
Yastık aynı hızla Dünya'nın yüzüne çarptı ve onu yatağa devirdi. Adamın sesindeki sakinlik ve alaycılık Dünya'yı iyice çileden çıkarmıştı. Doğrulup çıplak elleriyle adama saldıracakken Ares'i yanı başında buldu. Adam güçlü fiziğini kullanarak, onun bedenini, yatakla arasına sıkıştırdı ve ellerini başının iki yanına bastırdı. Adamın yaralı elinden akan kanın kokusu Dünya'nın burnuna ulaştı. Koku, başını döndürdü ve nedense Dünya uyuşturucu almış gibi sakinleşti. Ruhunu parçalamaya çalışan iblis bu kokudan hoşlanmıştı. Kontrolünü yeniden sağlamış halde gözlerini Ares'in yüzünün bir santim ötesinde açtı. Ares'in onu süzen bakışları karşısında tiksindiği sıcaklık bedenine yayıldı.
Ares onun dudaklarına doğru fısıldadı.
''Beni çok seviyorsun papatyam.''
Dünya yutkundu ve bağırmaktan tahriş olmuş ses tellerini kullandı. Gıcırtıyı andıran bir sesle,
''Öyle düşünmeye devam et.'' diye meydan okurcasına adamın yüzüne baktı. ''Elime geçen ilk fırsatta seni öldüreceğim!''
Ares gülümsedi. ''Öyle düşünmeye devam et.'' diye az önceki lafını tekrarladı, iç gıcıklayıcı bir sesle.
Kanın onu uyuşturan kokusu ve Ares'e karşı hissettiği çekim birleşince, Dünya iyice köşeye sıkıştı. Ne düşüneceğini bilmiyordu, sadece nefretine odaklanmaya çalışıyordu fakat tepesinde ona bakan gerizekalı yüzünden başaramıyordu.
"Bırak beni!" diye hırladı. Ares karşılık olarak sadece sırıttı ve daha da çileden çıkarttı. "Senden tiksiniyorum Olimposlu! Bana dokunmandan nefret ediyorum!"
"Acaba umurumda mı?" diye fısıldayan Ares, dudaklarına eğildiğinde panik ve arzuyla kasıldı. Adamı bu denli istemekten de nefret ediyordu ama elinde değildi. Ares dudaklarını yavaşça onunkilere sürtündü. Dili, ılık bir meltem gibi dudağını yaladığında devam beklentisiyle gözlerini kapattı. Dünya istemsizce dudaklarını araladı ama Ares onu öpmeden doğruldu. Dünya sinirle hırladı.
''Seni gerçekten öldüreceğim!''
Ares gülümsemeye devam ederek üstünden ağırlığını biraz çekip doğruldu. Tehditlerini gerçekten de hiç umursamıyordu. Dünya, eline geçen ilk fırsatta adamın canını almaya ant içti. Ne kadar ciddi olduğunu belki o zaman anlardı. Ares onun bileklerini tek eliyle tutmaya devam ederek diğer eliyle Dünya'nın saçlarını geriye taradı. Yavaşça yüzünü okşadı.
''Az daha seni tamamen kaybedecektim. Asteria oyunu anlasaydı...'' dedi ve yutkunarak parmağının tersiyle şakaklarından yanağına doğru okşadı. ''Neyse ki, zamanında yetiştim.''
Dünya kızgın bakışlarla adamı izliyordu. Sözünü ettiği oyunu, duygu ve düşüncelerle uğraşan karmaşık zihni hala çözememişti. Sormayı kendine yediremedi, gerçi sorması durumunda Ares inat edip bir şey anlatmazdı. Onu nereye hapsedecekti acaba? Peki, onu kim kurtaracaktı? Dünya kendi kendine sinirlendi. Asteria'nın yenilmezliğine ve anahtarlık olayına o kadar çok güvenmişti ki başka bir plan yapmamıştı. Gerçi buna zamanı da olmamıştı. Beyninde yüzlerce düşünce uçuşuyordu ve hiç biri onu bu durumdan kurtaracak yolu işaret etmiyordu.
''Sakinleştin mi?'' dedi Ares. ''Saldırmayı birkaç dakika erteleyebilir misin?''
Dünya adamın alaycı yüzüne baktı. ''Tepeme çıktığından beri hareket ettiğimi gördün mü?'' dedi. ''Demek ki, sakinleşmişim.''
Ares dudağını büktü. ''Belki pozisyon hoşuna gittiği için olabilir.''
Dünya, Ares'in gözlerinin içine baktı. ''Hoşuma gitmesi için senin yerine başkasını hayal etmem gerekirdi.'' Dedi ve dudağını yaladı. ''Mesela Adonis.''
Ares belli etmemeye çalıştı ama bedeninin gerildiğini Dünya kolayca hissetti. Adamın canını bu şekilde yakmak daha cazip geldi ve sinirlendirmek için devam etti.
''Onun senden daha iyi öpüştüğünü hiç söyleyen oldu mu?''
Ares gözlerini tehlikeli bir şekilde kıstı. ''Beni kızdırmaya çalıştığın için bu lafını duymazdan geliyorum.''
''Duymamaya devam et çünkü ben konuşmaya devam edeceğim.'' dedi Dünya. ''Aslında yatak konusunda da karşılaştırma yapmak isterdim. Adonis'in muhteşem olduğunu biliyorum ama sen sürekli kaçtığın için...''
''Kes sesini Dünya!''
Ares hızla üstünden doğruldu. ''Onunla yatmadığını biliyorum, o yüzden yalan söylemeyi kes!''
Dünya onun yalanının gerçekleşme ihtimalini düşünürken bile öfkelenen Ares'e baktı. Ares aklını konudan uzaklaştırmak için hala kanayan elini sarmak için koltuğun üzerindeki gömleğine uzandı. Dünya, Ares'in kanıyla boyanmış bileklerine baktı ve Adonis'in hediyesi olan bilekliğin yerinde olmadığını o an anladı.
Başını kaldırıp elini bandajlayan adama bağırdı.
''Bilekliğimi ne yaptın?''
Ares homurtudan farkı olmayan bir sesle ona cevap verdi. ''O gerçek bir bileklik değildi. Senin yerini belli eden bir büyüyle oluşturulmuş bir tılsımdı. Adonis'den kuşkulanmadığın için o sana vermişti. Onun sayesine sana ulaşan bir boyut kapısı açabildim ve yanına geldim. Tek kullanımlıktı o yüzden...'' dedi ve gözlerini ona dikti. ''Adonis'e söyle sana yenisini hediye etsin.''
Dünya yanağını dişleyerek adamın öfkeli bakışlarına aynı bakışlarla karşılık verdi. Onun Asteria'ya kaçacağını tahmin ettikleri için yedek bir plan oluşturmuşlardı. Zavallı ölümlü anahtar da, kuzu kuzu onları Asteria'nın inine götürmüştü. Başını çevirdi ve Ares'in hediyesi olan papatyalara baktı. Çiçekler hala yerdeydi, ezilmiş ve berbat haldeydiler. Dünya istemsizce sırıttı ama içinde bir yerlerde belki yüreğinin derinlerinde acı dolu bir ses inledi.
''Seni kontrol etmeyecektim ama kendimi tutamadım.'' Dedi Ares sıkkın bir sesle. ''Önce odana gittim, tabi ki Adonis ile. Odanda değildin. Artemis'in yanında olduğunu düşündüm ama içimden bir şey dürttü. Artemis senin hiç gelmediğini söyleyince odama geri geldim. Papatyaları yerde gördüğümde ne hale geldiğimi tahmin edemezsin.''
Dünya başını Ares'e doğru çevirdi. Tahmin edemezdi belki ama şu anda yüzünde görebiliyordu. Katıksız bir acı ve üzüntü, altın gözleri gölgelendirmişti. Ares'in gözleri ondan bir an bile ayrılmadan konuşmaya devam etti.
''Bıçağı da almıştın ve gidebileceğin tek yer, o kadının yanıydı. Bilekliğin büyüsünü kullanıp yerini zihnimde canlandırdım ve yanına yönlendim.''
''Bana vereceğin silah sahteydi değil mi?'' dedi Dünya. Sakindi, gerçekten şimdi ruhu dingin bir göl gibiydi. Fakat her an deliliğin derinliklerinde kaybolacağı bir göl.
Ares yürüyüp onun karşısına oturdu. ''Sana gerçek silahı vermeyi düşündüm inan bana. Fakat lanetin seni o denli etkilediğini görünce, arkadaşlarım için korktum. Hephaestus'tan rica edip kristalin aynısından bir bıçak yapmasını istedim.''
''Hepiniz bir olup beni kandırdınız.'' Sesine acı bir ton vermek istemişti ama onun yerine nefreti öne çıktı. ''Peki, neden bu kadar uğraştınız? Sırf benimle dalga geçmek için mi? Ya da Asteria'dan alacağın intikam için mi?''
Ares bir süre ona baktı, sadece gözlerini ona dikip izledi. Sonra doğruldu. ''Bu konuda sana açıklama yapmak zorunda kalıyorsam, sevmeyi gerçekten unutmuş olduğuna inanırım. Kalbin gerçekten taşa dönmüş olmalı.''
''Açıklama yapmaktan kaçman da bana tahminimde haklı olduğumu gösteriyor.'' Dedi ama asıl kendi dediğinin yalan olduğunun bilincindeydi. Ares ona şimdiye kadar hiç yalan söylememişti.
Ares bir süre düşünür gibi durakladı. ''Sürekli bana olan sevgini sana hatırlatmaya çalışmak hobim haline geldi. Neyse, umarım bu son olur. Hadi şimdi banyoya git ve temizlen ben sana giyecek bir şeyler veririm.''
''Seni budala!'' dedi Dünya yataktan kayarcasına inerek. ''Sana karşı öyle bir duygum yok benim. Düşüncesinden bile iğreniyorum.''
Ares, öfkeyle üzerine yürüyen Dünya'yı yakaladı. Dünya adamdan itme veya darbe bekliyordu ama onu avlayan adamın sıcacık dudakları oldu. Ares onu zevkten inletircesine öptü ve ayrıldıklarında kendini adama sarılmış halde görünce şaşırdı. Ares, parmaklarını ensesinden yükselterek saçların içine geçirdi.
''Madem öyle bir duygun yok neden saldırıyorsun?''
Adama bağırmak için ağzını aralayan Dünya'nın dudakları yeniden kapatıldı. Evet, haklıydı. Neden? Çünkü kendi zihninde bile söyleyemediği hisleri, şu anda tutkusuyla tüm bedenini kavuruyordu. Demek ki, o aptalca duygu hala çok güçlüydü ve lanet tarafından kapatıldığı kafesten kurtulmaya çalışıyordu. Asteria'nın sözlerini anımsadı, sakin olmalısın, küçük kelimelerle yönetmelisin. Belki Dünya'nın en başta yapması gereken şey buydu. O yüzden satranç tahtasına kendi taşlarını sıralamaya karar verdi. Uyumlu olacaktı, deliliğe savrulmadan lanetine sahip çıkacaktı ve onlar gibi oyun oynayacaktı. Tek sorun acaba yapabilecek iradeye sahip miydi?
Ares'in tutkulu dudaklarına şevkle cevap verdi. Bunu yapmak onun için zor olmamıştı. Ares bir an aldığı karşılık karşısında gerilemeye çalışsa da Dünya'nın izin vermemesi üzerine ona sıkıca sarıldı. Sonunda ayrıldıklarında dudağı sızlıyordu. Teni ısınmıştı ve adamı yatağa sürüklememek için kendini zor tutuyordu.
Ares konuşmadan yumuşak ve dolgun dudaklarıyla, Dünya'nın yüzünü okşadı. Dünya bir süre adama izin verdi çünkü inanılmaz hoşuna gitmişti. Lanet Ares işini iyi biliyordu. Öpercesine yüzünde dolanan dudaklar, onda güç namına bir şey bırakmamıştı. Bilinci tek bir isteğe odaklanırken düşüncelerini toparlandı ve asıl konuya döndü.
''Kimler biliyor?'' diye mırıldandı.
''Hımm...''
Ares'in yörüngesinden biraz ayrıldı. ''Lanetimi kimler biliyor?''
Ares elini sırtından çekip beline koydu. Gözleri olağanüstüydü, kehribarın en tatlı tonunda parıldıyordu.
''Fazla kişi değil.'' dedi. ''Apollon, Adonis, Hades, Nabi, Prometheus ve bir de Athena tahmin etmiş. Ben de onayladım. Eros ve Artemis yeni öğrendi.''
''Desene duymayan bir sağır sultan kalmış.''
Ares kaşlarını çattı. ''O ne demek anlamadım?''
''Ben de seni anlamıyorum arada olur böyle şeyler.'' Dedi ve cazibesinden kurtulmak için adamın kolları arasından sıyrıldı.
Kapıya doğru giderken Ares elini tutup durdurdu.
''Nereye gidiyorsun?''
Ares'e doğru omzunun üstünden baktı. ''Odama.''
''Sana söylemeyi unuttum. Lanetten kurtulana kadar gözümün önünden ayrılmayacaksın.''
Elini adamdan kurtardı. ''Dalga geçiyor olmalısın.''
''Seni bırakacağımı sanmakla, asıl sen dalga geçiyor olmalısın.''
Dünya adamın kararlı yüzüne baktı, sözlerinde gayet ciddiydi. Onu gerçekten de hapis edecekti. Sakin kalmaya özen göstererek oyunbaz bir bakışla adama baktı.
''Yapma Ares, nereye kaçabilirim ki? Olimpos'tayız ve artık kaçacak bir Asteria'm yok. Unuttun mu? Onu öldürdün.''
''Hayır.'' dedi Ares, ''Ben ne diyorsam onu yapacaksın. Odana gitmek veya benden iki metre uzaklaşmak yok.''
Dünya, anahtar olduğu için her hangi bir boyuta kaçıp ardından boyutu mühürlemesinden çekindiğini anladı. Aslında aklına gelmişti ama yanlış bir harekette bulunmamak için vaz geçmişti. Aklına gelen deliliklere değil mantığına güvenmeyi seçmişti.
''Yirmi dört saat başımda bekleyemezsin Ares, biraz mantıklı ol.'' dedi yumuşak bir sesle. Ares konuşmadan ona baktı ve kollarını inatçı bir tavırla birbirine kenetledi. Kontrolünü kaybetmeksizin devam etti. ''Ben hala ölümlü biriyim. Beni koruyacak bir bıçağım bile yok. Biraz aklım varsa, Olimpos'tan kaçmam. Bu yüzden sadece odama kadar gideceğim. İstersen beni kapısına bırakabilirsin.''
Dünya, Ares'ten hiçbir anlayış ışığı göremeyince aniden tepesi attı. ''Seninle bu odada tıkılı kalacağımı sanıyorsan yanılıyorsun. Zindana at beni ya da hapishaneniniz varsa oraya. Cehenneme bile atsan itiraz etmem yeter ki senden uzakta olayım. Yüzünü görmek bile midemi bulandırıyor.''
Dünya öfkeyle uzun ayaklı şamdana bir tekme attı. Şamdan devrilerek mumlar dört bir yana saçıldı. Dünya odayı talan ederken bir yandan da nefret dolu bir sesle Ares'e bağırmaya devam etti.
''Biliyor musun? Cesedinin üzerinde dans ettiğim gün en mutlu günüm olacak! Sana ait bir şeye yakın olmak bile tüylerimi diken diken ediyor. Git başımdan!''
Tam kitaplığa doğru atılmıştı ki, Ares onu yakalayarak omzuna attı.
''Dur bakalım! O kadar uzun boylu değil. Kitaplarıma dokundurmam. Sanırım soğuk bir duş senin öfkeni yatıştırabilir papatyam.'' Diye söylendi, omzunda tepinen Dünya olduğu halde banyo kapısını bir tekmeyle açtı. ''Ve istesen de, istemesen de, bundan sonra bir kol uzağımda yaşayacaksın. Bu duruma bir an önce alışsan iyi edersin.''
Ares'in onu, omzundan indirdiğini fark eden Dünya dirseğini adamın yüzüne doğru salladı. Ares darbeyi engellemek için aniden Dünya'yı yere bıraktı. Islak zemine değen ayakları kayınca Dünya dengesini sağlamak için Ares'in tişörtüne yapıştı. Yırtılan tişörtle beraber, altta Dünya, üstte Ares olduğu halde sıcacık suyun içine düştüler. Bir metreyi aşan suya dalan Dünya olan suyu yutunca bir an panikledi. Ares, onu doğrultup sudan dışarı çıkarana kadar debelendi. Sonunda nefes aldığında Ares'i ittirdi ve etrafına bakındı.
Daha birkaç gün önce geldiği ve hayran kaldığı banyodaydılar. Ortadaki küçük sıcak su havuzunda... Havuz hiç yapay gibi durmuyordu, doğal taştan oyulmuş bir havuzdu. Bir yanı daha sığdı ve düştükleri kenar ise daha derindi ve yamuk basamaklarla iniliyordu. Devasa banyodaki diğer ayrıntılar sadece konfor ve zevki çağrıştırıyordu. Dünya bakınma işini bitirince karşısındaki yırtık tişörtle ve sırılsıklam halde, ona konuşmayı unutturacak kadar çekici adama baktı.
Su ısısının saldığı buhar altında Ares masallara layık bir yaratığa benzemişti. Bacaklarını anca örten suda, bir deniz tanrısı kadar heybetli yükseliyordu. Keskin bakışları Dünya'nın bedeninde gezinirken Dünya tuhaf bir ürpertiyle titredi. Kıyafeti ıslandığı için ikinci bir deri misali vücuduna yapışmıştı. Ve Ares'in verdiği bedensel tepkiye göre; altın gözler, önündeki manzaradan hoşlanmıştı. Ares gözlerini ondan alarak kendi üstüne baktı. Yırtık tişörtünü üstünden sıyırırken homurdandı.
''İşleri sürekli zorlaştırman mı gerekiyor?'' Sesindeki boğukluk Dünya'nın çok hoşuna gitti.
***
Ayağa kalktı ve üzerine yapışmış tişörtten kurtulmaya çalışan adama doğru ilerledi. Ares kumaşı biraz daha yırttıktan sonra anca kurtulabildi. Dünya'yı yanı başında görünce kaşlarını çattı. Dünya ise gözlerini adamın güçlü kaslarından ve beyaz teninden alamıyordu. Teni beyaz olsa da solgun bir beyazlığa sahip değildi tam tersine ışıldıyor gibiydi.
Elini adamın göğsüne koydu ve sızan su damlalarını parmağıyla izledi. Ares'in nefes alışının değiştiğini fark etmek onu da heyecanlandırdı. Zaten kalbi dörtnalaydı daha bir hızlandı. Düşük bel pantolonun sınırına kadar adamın kusursuz tenini okşadığında Ares derin bir nefes aldı ve bir anda ellerinin arasından kayıverdi.
''Lanet olsun! Ares!'' diye banyo kapısına ulaşmış adama bağırdı.
Ares kapıyı kapamadan önce ona sırıttı ama çok neşeli değildi. Rejime girmiş bir obezin pastaya baktığı gibi ona bakıyordu.
''Temizlen.'' dedi ve kapıyı üstüne kapattı.
Dünya onu ele geçiren öfkeyle titreyerek sıcak suyun içine kendini bıraktı. Kahrolası herifin ondan uzak durmaya niyeti yoktu. Ares yanındayken istediği gibi dokunma özgürlüğü de yoktu. Lanetinin oynak tabiatının farkındaymış gibi Dünya'yı parmağında oynatıyordu. Keşke o büyülü parmaklarını onun üzerinde oynatsaydı. Onun inadını kırmanın ne denli zor olduğunu iyice anlamıştı. Bu tavrı da, Dünya'yı daha çok baştan çıkarıyordu.
Saçlarının arasındaki bandajı çıkardı. Şişlik biraz olsun inmişti. Havuzun sıcaklığında bir süre yorgun bedenini dinlendirdi ve bol sabunlu bir duş aldıktan sonra temizlenmiş bir halde aynanın karşısına geçti. Çıplak bedenini aynada süzdü. Saçları kıvrılarak yüzüne dökülmüştü. Gözleri sıcaklığın etkisiyle kızarmıştı ve dudakları hafifçe şişmişti. Seksi görünmeye o denli uzaktı. Belki Ares onu istememekte haklıydı. Belki biraz seksi ve cazibeli olması gerekiyordu, böylece Ares onu ret edemezdi. Hazır Asteria da temelli aradan çekilmişken...
Sol omzundaki mühre baktı, hala duruyordu. Bileğindeki damga ise görünmüyordu. Asteria öldüğüne göre belki de tamamen yok olmuştu. Elleri arasından kayıp giden özgürlük ve gücü tekrar düşününce, dinmiş öfkesi yeniden içinde bir yerlerde yanmaya başladı. Harekete geçmek için bir durum kontrolü yapması gerekiyordu. Bir yandan da Kronos'un kalbi aklını kurcalıyordu. Hera'nın korumasında olan kalbi, bir tek Kronos'un mirasçısı alabilirdi ki, bu kişi de Ares idi. Asteria'nın Ares saplantısı nihayet anlam kazanmıştı. Sınırsız güç için Ares'e ihtiyacı vardı. Titan olmak ona yetmemiş, her şeye sahip olmak istemişti.
Kapının tıklatılmasıyla başını aynadan kapıya doğru çevirdi. Kapının ötesindeki Ares ona sesleniyordu.
''Banyodan çıkmayacak mısın?''
Dünya derin bir nefes aldı ve hırsla havlu dolabından bir havlu çekti. Havluyu bedenine sararken Ares yeniden konuştu.
''Dünya, çık artık dışarı!''
''Bana emir verip durma!'' diye bağırdı. ''İstediğim zaman dışarı çıkarım.''
''Ya hemen dışarı çıkarsın, ya da ben gelip çıkartırım.''
Dünya kapıyı hızla açtı. Ares ellerini kapının pervazına koymuş sabırsızca bekliyordu. Kapı açılınca ikisi göz göze geldi ve Dünya'nın tüm öfkesi eriyip gitti. Sadece güçsüzce mırıldandı.
''Ne kıymetli banyon varmış.''
Ares yarattığı etkinin farkında, ona doğru memnuniyetle gülümsedi. ''Seni özledim.'' dedi gözleri havlunun sınırına dek kaydı ve kısa bir nefes alıp geriledi. ''Şey, giyecek... Yani benim kıyafetlerimden aslında... Her neyse, yatağın üstüne bak.''
Ares, Dünya'ya bakmaksızın koltuğa doğru yürüdü. Adamın üzerinde koyu lacivert bir tişört ve siyah bir kot vardı. Elindeki bandajı yenilemişti, şimdi daha düzgünce sarılmış bir bandaj vardı. Oda düzeltilmeye çalışılmıştı. Ne papatyalardan, ne de kırık eşyalardan eser vardı. Yatağın üstündeki kıyafetlere bir göz attı. Bir bayanın giymesi gereken giysiler olmadığı için sade tişört ve spor eşofmanı işini görmezdi. Eşofman çok uzundu ve tişörtte birkaç beden büyüktü.
Dünya kıyafetleri yatağın üstüne geri bıraktı ve Ares'e baktı.
''Benden bunları giymemi bekliyorsan, ben de senden benim iç çamaşırlarımı giymeni beklerim.''
Ares kollarını koltuğun arkasına yasladı ve bacaklarını önde çaprazladı.
''Tatlım, ben bayan çamaşırlarını giymekte değil, onları hızlı çıkarmakta ustayımdır." İfadesi ciddileşti. "Alışveriş için vaktimiz yok. Ya bunları giyersin, ya da Artemis'in muhteşem dolabını deneriz. Odana gitmene izin vermem.''
Dünya yüzünü buruşturdu. Cicili bicili ve rengarenk bir şeyler giymektense bunları tercih ederdi. Kıyafetleri yatağın üstünden hırsla aldı ve banyoya geri yürüdü. Eski kirli kıyafetlerine bir bakış attı. Hiç birini temiz tenine değdirmek istemedi. Gerçi şimdiye kadar iç çamaşırı olmadan pijama bile giymemişti. Bu düşünce ona beklediği rahatsızlığı vermedi. Zaten üzerinden sarkan kıyafetlerle komik olacağını ve Ares'in niyetinin de bu olduğunu düşünüyordu. Adam onunla dalga geçmek için hiçbir fırsatı kaçırmayacaktı anlaşılan.
Aynaya baktı, gerçekten de felaket ötesiydi. Özellikle paçaları yeri süpüren eşofman ile korkunç görünüyordu. Tişört neredeyse elbise gibi duruyordu. Elbise gibi... Aynadaki görüntüsü gözlerini kıstı ve pantolonu çıkarttı. Tişörtünün kollarını söktü ve ince şeritler halinde yırttı. Tüm bunları elini kullanarak yapmıştı çünkü lanet Ares banyoda kesici bir şey bırakmamıştı. Ona olan tüm öfkesini elindeki kumaştan çıkardı. Şeritleri gevşekçe ördü ve beline kemer olarak bağladı. Tişörtün yakasını hafifçe yırttı ve bir omzunu açıkta bırakacak şekilde saldı. Birkaç düğüm ve şeritle, siyah tişört oldukça seksi bir elbiseye dönüşmüştü. Kol ağızlarından görünen teni ve bacaklarının tümünü açıkta bırakan eteğiyle artık komik durmuyordu. Saçlarını da tişörtten yırttığı şeritlerden biriyle topladı, birkaç bukle yanlardan çıkınca tuhaf ama idare eder bir topuza dönüştü. Görüntüsünden memnun banyodan dışarı çıktı.
Pis bir gülümsemeyle, onun dışarı çıkmasını bekleyen Ares'in yüzü, Dünya'yı görünce bir anda asıldı. Kaşlarını çatarak oturduğu koltuktan hızla doğruldu.
''Ne yaptın sen?''
Dünya botlarını bağlamak için yatağa oturdu ve tüm dekoltesini cömertçe sergileyerek eğilip botlarını giymeye başladı. Bacaklarını üst üste attığında, eteği kalçasını anca örtüyordu ve sutyensiz göğüsleri, ince kumaşın altında tüm hatlarıyla belirgindi. Aslında eğilmesine bile gerek yoktu.
''Banyo yaptım ve sonra da emrettiğin gibi giyindim.'' Diye Ares'e bakmadan homurdandı.
''Sen buna giyinmek mi diyorsun?''
Dünya işini bitirip ayağa kalktı. Ares'in gözleri, bacaklarından anca yukarı çıkmıştı. Adamın çatık kaşları altındaki gölgeli gözleri, göğüslerine ulaşınca suratını buruşturdu.
''Kahretsin, iç çamaşırın bile yok.''
Dünya sırıttı. ''Verdin de giymedim mi, iblis efendisi?''
Ares hoşnutsuzca suratını astı. ''Neyse, sana giysi ayarlamak için vaktimiz yok. Önceliğimiz senin lanetini diğerlerinin fark etmemesi.''
Dünya güldü. ''Bilmeyen kim kaldı ki?'' sonra durakladı. ''Beni nereye götüreceksin?'' dedi tükürürcesine. Onu gerçekten de hapsedecekti!
Ares ona cevap vermeye tenezzül etmeden elinde tuttuğu kumaşla ayağa kalktı. Dünya bağlanacağını anlamıştı. Kapıya doğru geriledi.
''Ne yaptığını sanıyorsun?''
Ares onu yakaladı ve ipekli kumaşı el bileklerine sıkıca bağladı. Diğer kumaşla da ağzını kapattı. Kendi montlarından birini de onun omuzlarına attı ve Dünya'ya sarıldı.
''Şimdi sevgilim, uslu bir kız ol.''
Dünya adamın kollarında bir paket gibiydi, kıpırdayamadı bile. Ares onu evin başka bir yerine yönlendirirken ancak bacaklarını sallıyordu. Ares'e bu kadar yakın olmak ve adamın kokusuyla sarmalanmak onu çıldırtıyordu. Ona hissettirdikleri için adama zarar verebilmeyi isterdi ama Ares ağzını da kapatarak tüm silahları etkisizleştirmişti.
Büyük metal bir kapının önündeydiler. Ares tek eliyle kapıyı açtı. Dünya girdikleri yerin bir garaj olduğunu fark etti. Garajda tek değillerdi. Artemis ve Apollon bir motosikletin yanına dikilmişler, onların gelişini izliyorlardı. Artemis'in gözlerindeki büyük üzüntüyü görmek Dünya'yı daha da kızdırdı. Bu kendini beğenmiş kadının ona acıması en son istediği şeydi, asıl zavallı olan oydu. Kim oluyordu da onun için üzülüyordu? Apollon ise her zamanki beyefendi kıyafetlerinin tersine oldukça çekici ve serseri bir kıyafet giymişti. Dar kot ve siyah tişörtünün üstüne deri bir motorcu montu... Adam gerçekten göze hoş geliyordu. Ama en az Ares kadar kendi çekiciliğinden bihaberdi. Belki Dünya onun bunu fark etmesini sağlayabilirdi.
Dünya onları görünce debelenmeyi bıraktı ve Ares'in onu sürüklemesine izin verdi. Siyah Mustang, motosikletin hemen yanındaydı. Ares onu arabaya doğru götürürken diğerlerine seslendi.
''Bahane ne?''
Apollon omzunu silkti. ''Bahane bulamadık. Zaten sadece Hera burada, Zeus ortalarda yok. Hera da kısa bir süre evde olmayacağını söyledi. O ikisinin yeni bir aşk köşesi bulduğunu düşünüyorum.''
Ares arabanın anahtarını cebinden çıkartırken homurdandı.
''İsabet olmuş. Zeus'un gözlerini üstümde hissetmekten bıkmaya başlamıştım.''
''Adam senin bir şeyler karıştırdığını düşünüyor Ares ve her zamanki gibi haklı. Ne yapmasını bekliyordun?''
''Mesela beni gözetlemeyi bırakabilir.''
''En azından bir süre rahatsın işte.''
Bu arada Artemis, Dünya'nın yanına geldi. Ares'in onu kelepçe gibi tutan kolu yüzünden Dünya sessizce dikilmek zorunda kalıyordu. Artemis onun yüzüne bakmak için biraz eğildi. Kadının boyu zaten uzundu, bir de topuklu çizmeleriyle Dünya'ya oldukça fark atmıştı.
''İyi misin sen?'' dedi yavaşça.
Dünya sadece kinli gözlerini kadına dikmekle yetindi. Ellerinde duran bir oyuncağa iyi misin diye sormak tam bir ahmak işiydi. Artemis doğruldu.
''Dünya'ya bu şekilde davranmamalısın Ares. Çöz onu.''
Ares, Apollon ile konuşmayı bırakıp Artemis'e döndü.
''Bunu konuşmuştuk tatlım, Dünya'ya acımamalısın. O kendinde değil.''
''Bari ağzındakini çöz.'' dedi kadın. ''O, hala tanıdığımız Dünya, Ares.''
Ares konuşmaya başlamadan Apollon atıldı. ''İşte tam da bu yüzden sana söylememiştik Artemis. Bu yapılan şey, Dünya'nın iyiliği için. Eğer dayanamayacaksan...''
''Tamam ama bu kılığı da ne! Doğru düzgün bir giysi verebilirdiniz! Çok rüküş!''
Apollon sahte bir şaşkınlıkla ağzını kapattı. "A! Üstünde rüküş olacak kadar kıyafeti mi var?"
Artemis adama ters bir bakış attı. "Dalga geçme Apollon, ben ciddiyim. Hiçbir bayan bu halde sokağa çıkmamalı!"
Ares, Dünya'yı bez bebek gibi çekip Artemis'in ilgisinden kurtardı. Hiç özen göstermeden onu yolcu koltuğunun olduğu tarafa çekiştirirken Artemis'i cevapladı.
''Tamamen Dünya'nın kreasyonu, ben sadece malzemesini sağladım.''
Ares hala kıyafet konusunda sinirliydi, homurdanmasından ve kolunu sıkan parmaklardan belli oluyordu. Dünya ağzındaki kumaşı ısırarak hoşnutsuzca hırladı. Ve yolcu koltuğuna tıkılır gibi bindirildi. Asık suratlı Ares patlamak üzere olan bir volkanı andırıyordu. Aralarında geçen onca olaya rağmen daha önce Ares'in ona bu kadar kaba davrandığını hiç hatırlamıyordu. Sürücü koltuğuna doğru başı önde yürürken biriyle kavga etmesi için sadece selam vermesi yeterliymiş gibiydi. Artemis, Ares'e bir süre baktıktan sonra motosikleti çalıştıran Apollon'un ardında bindi. Apollon gaz verip garaj kapısına doğru ilerlerken Ares de arabayı çalıştırdı. Dudaklarını sıkıyordu ve sinirle vitesi atarken çok değerli arabasında olduğunu unutmuşa benziyordu.
Araba bir panter gibi ileri fırladı ama kapıdan henüz çıkmıştı ki, Ares arabayı durdurdu. Dünya başını çevirip adama baktı. Ares düşünceli bir ifadeyle dudaklarını kemirirken onun yüzünü süzüyordu. Sonunda uzandı ve kumaşı onun ağzından çekti.
''Üzgünüm.'' dedi. ''Başına gelenlerin suçlusu ben olduğum halde sana işkence yapıyorum. Galiba haklısın papatyam. Ben senin sevgini değil, nefretini hak ediyorum. Her şey için özür dilerim Dünya'm.''
Dünya, Ares'i dinler ve üzgün yüzüne bakarken içinde bir şey oldu. Göğsünün içindeki lanette bir tomurcuk patladı. Zarif bir çiçek filizi uzadı ve sıcacık bir sızı eşliğinde kalbinin çevresine dolandı. Kalp sızısı ruhundaki kötülüğü bir an için bastırdı. Aşk ve sevgi, deliliğin zorladığı varlığına kısa bir süre de olsa, tüm saflığıyla sahip oldu. Huzur dolu derin bir nefes aldı, havada yayılan Ares'in çekici kokusuyla ciğerlerini doldurdu.
''Çok fazla üzülüyorsun Ares.'' diye mırıldandı. ''Halbuki ben seni tanıdığımdan beri hiç üzülmedim. Ve bana yakın olduğun sürece üzüleceğimi sanmıyorum.''
Ares bir anda şaşaladı. Duyduklarına inanamaz bir bakışla Dünya'ya baktı ve gülümsedi.
''Sen...'' dedi tutmakta zorlandığı bir heyecanla. ''Ciddi misin? Yoksa lanetinin bir oyunu mu?''
Dünya sırıttı. ''Üzülmediğimi söyledim ama beni kızdırmadığını, sinirlendirmediğini, hayal kırıklığına uğratmadığını, öfkeden çıldırtmadığını, nefret edilesi davranmadığını söylemedim. Bu arada emniyet kemerimi bağlarsan sevinirim. Ne kadar berbat araba kullandığını unutmuş değilim.''
Ares neredeyse kahkaha attı. ''Senin için gerçekten deli oluyorum papatyam.''
Ares emniyet kemerine uzanmak için Dünya'ya doğru eğildi. Dünya gözlerini kapatıp bir santim ötesindeki adamı özlemle kokladı. Ares'in gerileyeceğini hissedince gözlerini açmaksızın içgüdülerinin emriyle eğildi. Dudakları Ares'in tenine değdi, tam dudağının kenarına. Dünya, Ares'in önce uzaklaştığını hissetti ve bu canını acıttı. Ama hemen ardından hevesli dudaklar, kendi dudaklarının üstüne kapandı. Dünya sadece kalbini ısıtan filize yoğunlaştı ve onun taşıdığı duyguları öpüşüyle Ares'e yansıttı. Ares onun yüzünü avuçları arasına almış, tutkuyla öpüyordu. Dünya içinde bulunduğu huzurun ve lanetini örten büyünün kaçmasından korkarak ne gözünü açtı ne de nefes alabildi. Karanlık ruhunu kaplayan bulutlar aralanmıştı ve altın gözlü bir güneş, lekeli ve hastalıklı zihnini parıltıya boğmuştu.
Ares'in can veren dudakları, ondan ayrılınca bulutlar karardı, çürümeye başlayan ruhunu alacakaranlığa dönüştürdü. Yaşadığı ikilem tüm gücüyle geri gelip yüreğinin ortasına oturdu ve Dünya can acısıyla dudaklarını sıktı. Ve gözlerini açtı. Ares dudaklarını onun saçlarına dayayıp uzun bir öpücükle taçlandırdı.
''Her ne pahasına olursa olsun papatyam, seni bu lanetten kurtaracağım. Sana yemin ederim.''
Ares doğrulup onun yüzüne baktı. Bir yandan da eliyle çenesini okşuyordu. Dünya çekici ölümsüzün bakışları altında zorlukla nefes aldı. Ares fısıldar gibi bir sesle yeminini tekrarladı.
''Yemin ederim papatyam.''
Laneti sabitlemeyi çok geciktirmişti. Şimdi laneti biçim değiştiriyordu, sapkın bir deliliğe doğru hızla çekildiğini hissetti. Ares'ten bu kadar nefret etmesi ve ona rağmen canını verecek kadar sev... Bunları düşünmeyi bir an önce kesmeliydi. 
Ares onun emniyet kemerini takıp kendi kemerine uzanırken, Dünya'nın olduğu tarafta bir şey cama sertçe vurdu. Dünya boş bulunup arabanın içini dolduran bir çığlık attı. Ares çoktan korumacı bir tavırla kolunu Dünya'ya uzatmıştı. Biri korku içinde, diğeri endişeli iki çift göz arabanın aynasına tünemiş kargaya baktı. Dev karga cama gagasıyla yeniden vurdu ve uzun kanatlarını açarak havalandı.
''Lanet olası kanatlı canavar!'' Dünya, uçup giden kuşun ardından bağırdı. Tüm sakinliği kuşla beraber uçtu ve geriye giderek yükselen öfkesi kaldı.
Ares derin bir soluk alarak kolunu Dünya'nın üzerinden çekti.
''Kahin bizi görmek istiyor.'' Arabayı çalıştırdı.
''O kendini beğenmiş herifin ayağına gitmeyeceğim. Tüyleri yolunası kuşunun her çağrısına koşarak gitmek zorunda değilim.''
''Önemli bir şey olmasaydı çağırmazdı. O yüzden gereksiz yorumlarını kendine sakla.'' Ares'in sesi sakindi ve Dünya ile oyuncu bir sesle konuşuyordu.
''Onca yolu, sersem bir adamın kel kafasına bakmak için tepmem.''
Bu arada araba, kahinin evine giden sapağa gelmişti. Çalı ormanı yan tarafta uğursuzca yükseliyordu. Dünya hoşnutsuzca karmakarışık kurumuş bitkilere baktı. Can sıkıcı sohbetini dinlemek hiç içinden gelmiyordu.
''Ben gelmiyorum.'' Diye homurdandı.
Ares hiçbir şey demeden emniyet kemerlerini çözerek arabadan indi ve Dünya'nın olduğu tarafa dolandı. Dünya bir an için onu bırakıp gideceğini sanmıştı ama umudu kısa sürdü. Ares kapısını açtı ve eli kolu bağlı Dünya'yı arabanın içinden sökercesine kucakladı. Omzuna atıp çalı ormanına daldı. Dünya tepinip bağırıyordu ama yardıma kimse gelmeyince yoruldu.
''Bari yönlenseydin gerizekalı!'' diye söylendi.
Ares, onun kalçasını hafifçe tokatladı. ''Bu bana yaptığın hakaretlerin içindi.'' Dedi ve daha güçlü bir tokat attı. ''Bu da, kalçana tokat atmak hoşuma gittiği için.''
Dünya ''İndir beni pislik herif, indir de ağzını burnunu dağıtayım. Korkak piç!'' diye bağırınca daha sert bir tokat kalçasına hızla indi. Bu sefer ki çok acımıştı ama her tokatla artan, zevk dolu bir acıydı.
Dünya hissettiği arzuya anlam veremedi ve inlememek için dudaklarını ısırdı. Ares yürümeye devam ederken sorusunu cevapladı ama artık Dünya'nın umurunda bile değildi.
''Bu bahçenin büyülü olduğunu bildiğini sanıyordum. İzinsiz yönlenemezsin.''
Dünya'dan hiç ses çıkmayınca Ares onu omzundan indirdi ve yüzüne baktı. Dünya hala az önceki tokatların etkisindeydi. Olmadık ve kaba bir hareket yüzünden uyarılmak onu afallatmıştı. Duygularındaki ani ve coşkulu değişimlere alışamamıştı ve Ares ona dokunmasa da çekimine zaten dayanamıyordu. Lanet ona hediye edildiğinden beri adamın yanındayken kontrolünü tamamen kaybediyordu. Dünya adamın bakışları altında yüzünün alev aldığını hissetti. Ares'in güçlü ve uzun parmaklarını teninde hissetmek için kıvranıyordu.
''Canını çok mu acıttım?'' dedi Ares tereddütle. "Özür dilerim sevgilim."
Aptal adam! Asıl ona dokunmayarak canını acıtıyordu. Kontrol edemediği birbirine zıt tutkular arasında savrulan Dünya kısık sesle konuşmayı başardı.
''Benden uzak durmanı istiyorum. Hem de çok uzak... Hayatım boyunca senin gölgeni bile görmek istemiyorum. Bana dokunmandan iğreniyorum.''
Duyguları, istekleri, beklentileri, şu anda adama söylediği sözlerden ne çok farklıydı. Zehir gibi sözleri dudaklarının arasından ne kolay çıkmıştı. Ares bir an afalladı, ardından kendini toparladı. Güzel dudaklarından ne alaycı bir kelime çıktı ne de sinirli. Dünya'yı kucağına aldı ve yürümeye devam etti. Adamın gözleri ilerideydi ve Dünya'nın yaslandığı taraftaki kalbi çılgınca atıyordu. Bir süre sessizce yürüdükten sonra Ares kırık bir sesle konuştu.
''Seninle ilk tanıştığımızda üzerime sıcak kahve dökmüştün. Canım yandı ama belli etmemek için sana gülümsedim. İkinci kez geldiğinde sana ders verirken beni yanlışlıkla bıçakladın. Canım çok daha fazla yandı ama yine gülümsedim. Üçüncü gelişinde, seni Adonis'in kollarında gördüm. Böylesi bir acıyı bir daha yaşayamayacağımı düşündüm ve üzüntümü gizlemek için gülümsedim.''
Ares başını onu dinleyen Dünya'nın yüzüne çevirdi. Gözlerindeki hareler alev almıştı ama yansıyan tek şey vardı. Ve bu tek duygunun saflığı karşısında Dünya'nın soluğu kesildi. Aniden içinde binlerce cam patladı ve her bir parça dört bir yanına saplandı. Hareket bile edemeden sadece Ares'e baktı, ortasına düştüğü cehennemi tek başına omuzlamalıydı. Sağ çıkabilirse belki Ares'e karşı koyacak gücü de kendinde bulabilirdi.
Ares, onu yavaşça yere bıraktı. Dünya'nın dizleri titriyordu, içine dağılan camlardan bedenine zehir dağılıyormuş gibi başı dönüyordu. Yine de ifadesizce Ares'ten gözlerini alamadı. Ares onu saran kumaşları çözdü. Sonra Dünya'nın karşısında durdu ve gözlerine bakarak konuşmaya devam etti.
''Dördüncü gelişinde bana odanı yasakladın. Keşke fiziki bir yara olsaydı belki o zaman canım yandı derdim ama bu yasak, her darbenin her sözün ötesindeydi. Ben yine de boyun eğdim. Yüreğine bir şekilde ulaşacağıma emindim. Şimdi kollarımdasın ve kimse aşkıma engel olamaz. Yasakları hiçe sayacak bir durumdayız ama şimdi de lanetinin ardına saklanıyorsun.''
Dünya istemsizce konuştu. ''Ben... Saklanmıyorum, sadece kayboldum.'' dedi ve güçsüzce mırıldandı. ''Sen... Lanetime rağmen bana hala gülümsüyorsun.''
Ares gülümsedi. ''Evet, sevgilim, canımı ne kadar yakarsan yak, ben sana daima gülümseyeceğim. Çünkü sen benim ulaşmak istediğim papatyamsın.''
Ares'in sözleri büyüdü ve bir masal prensi misali, onun ruhu için savaşan lanetli canavarlara saldırdı. Dünya ruhunu deşen acıya daha fazla dayanamadı ve Ares'in kollarına yığıldı.
***
Beyninde dolanan anlamsız seslerle kendine geldi. Odadaki kötü koku karşısında burnunu tıkamamak için kendini zor tuttu. Çürüyen her neyse mide bulandırıcı bir koku salıyordu. Bilinci açılmaya başlamıştı ki Ares'in sesi kulağına çalındı. Birileriyle konuşuyordu, ya da tartışıyordu ilk önce anlayamadı. Ondan uzaktaydı ama duyabileceği mesafedeydi. Kıpırdamadan yatmaya devam etti.
''Asteria'yı Tartaros'a gönderdiğimde lanetin kalkacağını sanıyordum.'' Diye kısık sesle konuştu.
''Lanet, tek başına bir büyüdür Ares.'' Dünya sesi önce tanıyamadı. Adam konuşmayı sürdürdüğünde kim olduğunu anladı. Nabi sakince sözlerine devam etti. ''Oluşturan Asteria idi ama ölümüyle kaldırabilecek bir büyü değil. Çok güçlü bir lanet.''
''Yine de büyüyü bir şeye bağlamış olması gerek.'' dedi başka bir ses. ''Belki bağlantıyı bulabilirsek laneti zayıflatabiliriz. Ve tamamen ortadan kaldırabiliriz.''
''Nasıl bulacağız Prometheus?'' dedi Ares sinirini kontrol etmeye çalışan bir sesle devam etti. ''Ne yaparsam yapayım o kadın kesinlikle itiraf etmezdi. Dünya ise lanetinden çok memnun. Bağı bilse de hiç kimseye söylemez. Onu, her geçen dakika kaybettiğimi görmeye dayanamıyorum.''
''Bu senin kaderindi.'' diye konuştu kâhin olduğunu anladığı ses. ''Kaçamayacağını sana söylemiştim. O ambrosiayı Dünya'ya vermen çare değildi. Ne yaparsan yap, onu iblis etkisinden koruyamayacağını biliyordun. Örneklerini defalarca gördük, ölümsüzlerin içinde ölümlü biri yaşayamaz.''
''Onu sahte bir ölümle koruyacağımı düşündüm Prometheus, o an için çok güzel bir fikir gibi gelmişti. İblise dönüşmesindense ondan ayrı kalmayı göze almıştım. Dengeyi ve aynaları bozacağımı düşünemedim.''
Nabi'nin sesi araya girdi. ''Aynaların işleyişi bozuldu çünkü Dünya'dan başka anahtar olmayacaktı. O sondu. Hiçbir insan üçüncü kez anahtar olma kudretine sahip olamaz, biliyorsun. Sana uzun zaman önce Prometheus anlatmıştı. Anahtarın yolu, karanlıktan geçiyor.'' Nabi bir an soluklandı ve sahte bir şefkatle devam etti. ''O kızın son anahtar olacağı belki senin ona duyduğun sevgi yüzünden kesinleşmiş olabilir ama tüm katkın sadece onu sevmekti. Onun çok önceden aramıza katılması gerekiyordu. Ayrıca dengeyi bozan da sen değilsin Ares. Sen sadece kendi kader çemberini kırmaya çalıştın ama başaramadın. Alın yazından, hile yaparak kurtulamazsın.''
''İblis efendisi olmak bir kader değil!'' diye hırladı Ares. ''Ben asla istemedim.''
Dünya duydukları karşısında öyle böyle değil bayağı şok içindeydi. Ares'in şimdiye kadar ki tüm tavırları ve kahinin onunla gizemli konuşması mantığa oturdu. Ares onun lanetleneceğini en baştan beri biliyordu ve tüm gücüyle bunu engellemeye çalışmıştı. Onu bekleyen kötülükten korumak için öldürmeyi bile göze almıştı. İşe yaramayınca onu ölümsüz yaparak koruma altına almak için çabalamıştı. Ares'in her olaydan sonra çıldırması gözünün önüne geldi ve tepkilerini normal karşıladı. O, Ares'in yerinde olsa bu kadar uğraşmazdı gerçi ama adamın inatçılığının sınırları yoktu. Zeus'un muhalefeti olmasaydı, amacına ulaşmasının pek zor olmayacağına emindi.
''Kaderi isteyemezsin Ares.'' dedi kahin. ''Sadece yaşarsın.''
''Ben kader dediğin şeye teslim olmam!'' diye Ares sertçe kestirip attı. ''İksir ne durumda Nabi?''
Dünya adamın derin bir nefes aldığını işitti. Söyleyeceği her neyse hoş bir haber değildi. Bunun anlamı da Dünya'nın beğeneceği bir haber olmasıydı. İyice kulak kesildi.
''Tekrar denememelisin Ares. Bu çok tehlikeli...''
''Hazır mı, değil mi?''
''Seni mahvedecek bir hasar bırakabilir veya en kötüsü dönemeyeceğin bir yere gönderebilir.'' dedi Nabi. ''Nektarı ayrıştırmak, oldukça maharet isteyen bir simyadır. Maddelerin tepkisini göz ardı edemeyiz ve o elde ettiğin karışıma karşı benim hiç güvenim yok. Sabırsız bir tavır seni ölümün kıyısına taşıyabilir. Sırf yolu bulabilmek için korumayı ret etmen delilik.''
''Bunu söyleyen sen misin, yoksa şu an Marduk'un ağzıyla mı konuşuyorsun?'' dedi Ares yarı alaylı.
Nabi onun alayına aldırmadan devam etti. ''Büyü geri teptiğinde başına geleni çabuk unuttun Ares. Kan kusan bir ölümsüz pek görülmüş şey değildir. Sirona'ya ne yalan attın?''
Ares'in kan kustuğu ve ardından bayıldığı an geldi gözlerinin önüne. Demek Dionsys'un eğlencesinden sonra Ares bir şeye ulaşmak için kendine büyü yaptırmıştı. Hem de pembe saçlı perinin Adonis'e ikram ettiği nektarı kullanarak... Dünya nektarın akıbetini öğrendiği için sevinse mi yoksa beraberinde getirdiği merak için dövünse mi karar veremedi. Belki çenesi düşük ölümsüzler onu da söylerlerdi.
''Ayrıca iblis lanetinden bu kadar çekinmen anlamsız Ares. Sende onlara hükmetme gücü var, hem de hepsine. Ve Dünya'nın üstündeki lanet de, bir iblis mücevherinin laneti...''
Daha önce neden aklına gelmemişti. Ares'e olan zayıflığı, tüm nefretine rağmen adamın sözlerine boyun eğişi... Hepsi iblis mücevheri yüzündendi. Dünya boynuna dolanan ilmeğin iyice sıkılaştığını hissetti. İblis yönü Ares'e tapmaya devam ettiği sürece elinden ne gelebilirdi ki?
Ares bir iki saniye sonra konuştu. ''Ben Dünya'yı istiyorum, özgür ve iradesine sahip. Ona hükmetmek istemiyorum.''
Kahin rahat bir sesle konuştu. ''Ares avucuna düşen nimetten haberin yok. Senin yerinde olmak isteyen ne kadar çok kişi var, tahmin bile edemezsin.''
''Dırdır yok, hesap sorma yok.'' diye Nabi ona hiç yakışmayan bir sesle güldü. ''Kendine özel bir köle, kim istemez ki?''
''Şakası bile kötü.'' dedi Ares bozuk bir sesle.
''Hemen alınma Ares.'' dedi kahin. ''Dünya hala ayılmadı mı? Artık yola çıkmanız gerek.''
''İksir ne zaman hazır olur?'' dedi Ares ısrarla.
''Ben sana haber veririm.'' dedi Nabi.
''Ne zaman?''
Nabi'nin iç geçirdiğini işitti. ''İksir hazır ama sen hazır değilsin Ares. Gücünü toplamalısın, nektar içene kadar iksiri sana vermeyeceğim.''
''Seni adi!'' diye homurdandı. ''Benim güç toplamaya ihtiyacım yok. Ve nektar içerek hiçbir eve göz kırpmak niyetinde de değilim.''
''O halde ben çağırana dek bekleyeceksin!'' Ares'in karşı çıkmak için nefeslendiğini duydu ama konuşamadan Nabi sakin bir sesle devam etti. ''Prometheus bu defne çayına bir daha tarçın koymayalım. Tadı korkunç olmuş.''
''Nane daha iyiydi değil mi?'' dedi düşünceli bir sesle. ''Belki kekikle de kaynatmalıyız.''
İğrenç kokunun sebebini şimdi anlamıştı. Dünya, Ares'in ofladığını duydu ve sonrasında ona yaklaşan ayak seslerini. Ares onu kucakladı ve havaya kaldırdı. Dünya uyuyor numarasına devam etmeye karar verdi. Elinde kristal bıçak olmadan bu iki adamın karşısına çıkmak istemediğinden, bir de arabaya kadar kendi ayaklarını kullanmak istemediğinden... Gizlediği Dünya ise bir neden daha fısıldıyordu; Ares'in kolları arasında olmak harikaydı...
Arabaya kadar duyduklarını kafasında tarttı ve onun işine yarayacakları ayırmaya çalıştı. Ama başaramadı. Yol boyunca Ares'in güçlü bir ritimle atan kalbini dinledi ve yaslandığı göğsün sıcaklığının tadını çıkardı. Ares onu arabanın yolcu koltuğuna bırakırken aklında olan tek şey, deliren bir iblis olma ihtimalinin yüksek olduğu ve tapacağı kişiden kaçmasının imkansız olduğuydu. Lanetini yavaşça yok edecek ve onu deli bir iblis gölgesine dönüştürecekti. Nabi'nin hazırladığı büyünün yeniden geri tepmesini dileyerek uyku numarasına devam etti. Araba çalıştıktan ve yola koyulduktan bir süre sonra numarası gerçeğe dönüştü ve uyku gözlerine indi.
Karşısında beliren Asteria elini ani bir hareketle Dünya'nın alnına koydu ve parmaklarını dağılmış saçlarına geçirdi. Başını iterek duvara sertçe vurdu. Tuhaf yankılı bir sesle konuşan Asteria'nın sesi, Dünya'nın kulaklarını acıttı.
''Ares ile krallığımızı kurduğumuzda sende ödülünü alacaksın. Mücevher, kalbindeki iğrenç sevgiyi öldürüp seni dönüştürecek ve kurbanın kanını döktükten sonra ordunun başına geçmek için hazır olacaksın!''
Asteria diğer elini Dünya'nın boğazına kenetledi. Daha fazla sıkmamak için kendini zor tuttuğu, elinin titremesinden belliydi. Bakışı yavaşça sakinleşirken parmaklarını Dünya'nın boynundan aşağı doğru kaydırdı ve durakladı. Elini tişörtün yakasından sokup papatya kolyesini dışarı çıkarttı. Siyah gözleri kısıldı ve bakışlarını Dünya'nın gözlerine dikti. Kolyeyi hızla çekip koparttı. Dünya kolyeyi kadının elinden almak için atıldı, fakat Asteria ondan daha hızlıydı.
''Bu Ares'in hediyesi olmalı. Gereksiz bir engel!'' diye düşünceli bir sesle mırıldandı. ''Ve problem olabilir...''
Avucunu, karnına saplar gibi vurunca Dünya kasıldı. Kadının elinden Dünya'ya akan akım, siyah dumanlar halinde tenine nüfuz ederken Dünya acıdan çıldıracak gibiydi. Bağıramıyordu, nefes alamıyordu... Asteria'nın sesi kulaklarında tekrar yankılandı.
''Sözlerimi unutacaksın ta ki iblis mücevheri ruhunu süsleyene kadar...'' ses daha da derinleşti. ''Bir mücevher alındı, diğeri için yer açıldı.''
***
Kulağına gelen çığlık sesiyle uyandı. Fakat çığlık atanın kendisi olduğunu anlaması daha geç oldu. Ares'in sesini duyuyordu ama ne dediğini anlamıyordu. Bedeninin sarsıldığını hissetti, titriyordu ve ter içindeydi. Sanki biri boğazını sıkıyor gibi soluk alamıyordu. Debelenmeyi bıraktı ve kolunu tutan elleri ittirerek kendi ellerini boğazına götürdü. Deli gibi kolyeyi arıyordu ama boşluk yüzünden tırnaklarını derisine geçirmeye çalıştı. Ellerini durdurana doğru tüm gücüyle çığlık attı.
''Sakinleş Dünya, uyanmalısın papatyam.''
Kulağına melodi gibi gelen ses, çalkalanan ruhunu yatıştırmaya başladı. Kendini güçsüzce olduğu yere bıraktı ve soluk almaya odaklandı. Çünkü pürüzsüz ses, ona nefes almasını emrediyordu. Emre itaat etti. Kendine gelirken yüzünü okşayan ve terden ıslanmış saçlarını geriye tarayan eli hissetti. Ve cayır cayır yanan gözlerini araladı. Karşısında gördüğü kişiyi tanımıyordu veya ondan başka kimseyi tanımıyordu.
Işıltılı harelerin süslediği kehribarın en göz alıcı tonuna sahip altın gözler, onun üzerindeydi. Endişeyle çatılmış kaşlarına rağmen yüzü ölümcül derecede çekiciydi. Onunla konuşuyordu çünkü dolgun dudakların kıpırdadığını görüyordu. Elini uzatıp ışıldayan tene ve güzel yüze dokunmak istedi ama adamı yıkayan ışığın onu yakmasından çekindi. Gözlerini sıkıca kapattı. Hissettiği huşuyla inleyerek onun yüzüne dokunan eli indirmek için altın gözlü kutsalın koluna asıldı.
''Bana dokunma, lütfen!'' diye mırıldandı.
Alevden oluşmuş meleğin onun içindeki kötülük yüzünden zarar görmesini istemiyordu. Aslında lanetini hissetmediğini o an fark etti. Ne bir soğukluk hissediyordu, ne de ikilemin verdiği acıyı... O an gerçekliğine döndü. Kahretsin, yanındaki kişi melek filan değildi, Ares'ti. Gözlerini dehşet içinde açtı ve hala sürücü tarafında oturup onun kendine gelmesini bekleyen adama döndü. Gözlerini kırpıştırarak birkaç saniye baktı.
''Melek olmanı tercih ederdim.'' Diye homurdandı.
''İyi misin?'' dedi Ares tereddütle, onun ne söylediğine aldırmadan. ''Kendini nasıl hissediyorsun?''
Nasıl hissedebilirdi ki? Yakışıklı meleği Ares'ti ve hala dayanılmaz derecede yakışıklıydı. Uyanmamış olması da muhtemel değildi. Arabanın içindeydiler ve yoldan ayrılmış, ormanın kenarına park etmiş durumdaydılar. Çok acele park ettiği belliydi, araba tuhaf biçimde yan yatmıştı. Başını koltuğa yasladı ve derin bir nefes aldı. Teni buz gibiydi ama ter içindeydi. Nefesi düzelmeye başlarken Ares arabadan dışarı çıktı. Dünya adamın ne yaptığına bakmak için gözlerini araladı. Adam uzun adımlarla onun tarafına dolandı ve kapısını açtı.
''Biraz temiz hava almanın zamanı geldi.''
''Deli misin? Dışarısı çok serin ve ben ter içindeyim. Üşürüm.'' Diye çığlık atmaktan çatallaşmış sesiyle adama bağırdı.
Ares onu kolundan çekip dışarı çıkardı. ''Ben seni ısıtırım canım.'' dedi ve kollarını ona sıkıca sardı. Sanki bıraksa uçup gidiverecekmiş gibi...
Dünya itiraz etmek istedi ama ona sarılan kolların uyandırdığı histen hemen vaz geçemeyeceğini anladı. Kendini sıcacık kolların arasına bıraktı ve Ares'in vaadini tuttuğunu fark etti. Üşümüyordu ve titremesi tamamen geçmişti. İyice sokuldu ve ellerini Ares'in tişörtünün altına yöneltti. Sırtını okşayarak ona yaslanmış sıcak ve güçlü bedeninin tadını çıkardı. Kollarını Ares'in sırtında kenetledi ve saçlarını öpen dudakların gülümsediğini hissetti.
''Ne gülüyorsun?'' diye mırıldandı.
Ares çenesini başına koyup bir iki saniye düşündü ve yanağını onun saçlarına yasladı.
''İyice dengesiz oldun sen.'' dedi rahatlamış bir sesle.
''Sensin dengesiz!'' diye homurdandı.
''Hadi ya!'' dedi Ares keyifle. ''Bana dokunma diye bağırıyorsun, iki dakika sonra da beni taciz etmeye başlıyorsun. Ben buna dengesizlik derim.''
Dünya başını doğrultup adama baktı. Yüzündeki gülümseme hiç masum değildi. ''Çünkü ben ne zaman istersem o zaman dokunabilirsin. Ben istersem.'' dedi ve ellerini çözüp biçimli karın kaslarına ulaşana kadar gezdirdi. ''Ve ben şimdi sana dokunmak istiyorum.''
Ares'in kesik bir nefes aldığını ve yutkunduğunu gördü. Adamın kontrolüne şaşmak lazımdı. Ares'e yaptığı baştan çıkarma oyunlarının çeyreğini Ares ona yapsaydı; Dünya, adam kadar direnemezdi. Aklına kaplıca ve sonra da banyodaki yakınlaşmaları geldi. Başı içine düştüğü şehvet girdabında dönerken ayaklarının üstüne yükseldi ve Ares'i öpmek için uzandı. Bir yandan da eli kotun kemerine ulaşmıştı. Deri kemeri çözmek için çekiştirdi. Ares o anda yüzünü tutup kendine çekti ve dudaklarını ezen bir öpücükle içini titretti. Vücudu ani bir ısı patlamasıyla erirken kemerle uğraşan parmakları güçsüz kaldı. Var gücüyle kemere asıldı ve öpücüğe katılmak için kendini daha da yükseltti.
Dudaklarını ezen güç, onu zevkten çıldırtıyordu ve daha fazlası için yalvarmasına neden oluyordu. Ares sıcak ve güçlü parmaklarıyla onun göğsünü kavradığında inledi. Bedeninin en duyarlı yerlerinde patlayan zevk dalgalarına hazırlıksız yakalanmıştı. Soluğu kesildi. Dudakları yoğun bir hazzın kafesinde olmasaydı çığlık atabilirdi. Tişörtü yüzünden Ares onun tenine dokunamıyordu ama bu engele rağmen dokunuşları çıldırtıcıydı.
Ares onu öpmeye devam ederek geriletti ve sırtı arabaya çarpana kadar durmadı. Dudaklarından ayrılıp boynuna doğru indi. Göğsünü okşayan parmakların yerini dudakların alacağını düşünmek bile Dünya'yı delice bir arzuyla titretiyordu. Bacağını adamın bacağına dolayan Dünya sızlayan dudağını ısırdı. Ares dili ve dişleriyle onun bedenini alev içinde bırakıyordu, tutkusu baş döndürücüydü. Elini aşağı indirdi ve çıplak kalçasını canını acıtarak kavradı. Dünya dudağını ısırmayı bırakmış Ares'in ismini tekrarlıyordu. Boynunda gezinen Ares, bir yandan eliyle onun göğsünü insafsızca kavradı, parmaklarıyla hırpalarken Dünya'nın tek yapabildiği zevk dolu sayıklamalar oldu. Dünya tırnaklarını adamın alev alev yanan tenine geçirdi, daha fazlası için yalvardı.
Kalçasındaki el yardımıyla yerden yükseldiğini hissetti, bacaklarını hemen Ares'e doladı. Arabanın üstüne doğru yarı uzandı ve sadece Ares'i hissetmeye yoğunlaştı. Fakat Ares yavaşladı ve dudaklarını onun üstünden çekti. Dünya itiraz etmek için doğrulurken Ares parıldayan gözlerle onu karşıladı. Tek eli hala kalçasını yavaşça okşayarak sıkıyordu, diğer eli belini tutuyordu. Ares'in dağılmış ve çekiciliğin vücut bulmuş hali karşısında, Dünya'nın tüm sinirleri gerildi. Adam en az onun kadar baştan çıkmışken neden duruyordu?
Ares arzu dolu gözlerle, onun kendisi için hazır bedenini süzdü. Dünya tek kolundan sarkan mont ve üzerinde zoraki duran tişörtünden kurtulacakları anı beklerken Ares sırıttı.
''Yeterince ısındın mı?''
Bir an ne demek istediğini anlayamadı. Sonra adamın alaycı yüzüne bakarken sorusunun anlamı, pat diye, uyuşmuş zihnine düştü. Tüm hıncıyla Ares'in yüzüne yumruk atmak için kasıldı. Ares onun elini yakaladı ve bedeniyle sıkıştırmaya devam ederken kalçasını saran eliyle diğer elini tuttu. Ve ona iyice yaslandı, Dünya'nın soluğu kesildi. Ares bedeninin gücünü kullanarak Dünya'yı inletti ve yüzüne doğru yaklaştı.
''Biraz daha ateş mi istiyorsun hayatım?'' diye fısıldadı. ''Az önceki yetmemiş gibi...''
''Seni... Seni adi...''
Lafı ağzına tıkılı kaldı, çünkü Ares'in engeli, çıkarmak istediği kelimeden daha yakıcıydı. Ares onu yavaşça öptü, Dünya'nın bedeni zaten teslim olmuştu. O yüzden geri çekilme gücünü kendinde bulamadı. Ares onun aklını okuyordu, bu kesindi. Ona tacizci ve dengesiz diyerek kasten meydan okumuştu ve Dünya da her zamanki gibi tuzağına balıklama atlamıştı. Sonuç olarak Dünya bir hayli ısınmıştı, Ares'in söz verdiği gibi.
Ares onu başladığı gibi yavaşça ve ızdırap verici bir oynaşmayla öperek bıraktı ve elini kotunun arka cebine attı. Cebinden bir telefon çıkardı. Cevap vermek için birkaç nefes alması gerekmişti. Dünya'nın dizleri tutmuyordu. Arabaya dayanırken Ares de diğer elini, Dünya'nın kıyafetinin örgü kemerine takmıştı. Sanki kaçabilecek güç bırakmıştı da...
''Evet...'' dedi Ares sonunda telefonu açarak. Sonra devam etti. ''Yoldayız... Sorun yok... Sorun yok Hena... Tamam... Gelince konuşuruz... İyiyiz dedim ya... Kapatıyorum!''
Dünya telefondan yükselen sesi duydu ve buna karşın Ares'in telefonu kapatıp rahatça cebine geri atmasını seyretti. Athena'nın öfkesini hiçe sayabilen tek kişinin kendi kardeşi olması ne ilginçti. Anımsadığı bu bilginin onun için ne kadar değerli olduğunu fark etti. Kronos'un kalbine sahip olabileceği bir plan zihninde şekilleniyordu ama lanetini tamamen kaybetmemesi için çabuk olmak zorundaydı. Asteria ona çok güzel hediyeler vermişti, belki bir ara cehenneme, kadın için teşekkür notu postalardı.
***
Dünya, Antalya tabelasını görene kadar nereye gittiklerini düşünmemişti. Yaşadığı şehre geri dönmek onda hiçbir duygu uyandırmamıştı, sadece Ares'in onu neden evine götürdüğünü merak ediyordu. Ya da acaba eve mi götürüyordu. Çünkü sapması gereken yana dönmedi ve alt geçitleri kullanarak son hız devam etti.
Emniyet kemerleri takılıydı ve Ares arabaya biner binmez hem kapıyı hem de pencere sistemini kilitlemişti. Zaten Dünya'da şehirdeki yoğun trafiğin içine kendini atacak kadar aptal değildi. Sessiz durmasının nedeni pes ettiğini göstermiyordu, Dünya bu halinin Ares'i huzursuz ettiğinin bilincindeydi. Onun plan yaptığını nasıl anladığını hala çözememişti ama adamın arada ona attığı bakışlar dikkatini dağıtıyordu. Her bakışında sanki görünmez eller, onun vücudunda dolaşıyor, kalçasını sıkıyor ve göğsünü okşuyordu. Heyecanının geçmemesinin tek sebebi de dibinde duran savaş tanrısıydı. Tepkisizce oturmaya gayret etti ve bunu başardığı için de kendini tebrik etti.
Ares deniz tarafından bir süre gittikten sonra dağ tarafına döndü. Ana yoldan ayrılıp çevresi ağaçlarla sarılmış bir yola girdi. Sonbahar olmasına rağmen hava sıcaktı ve Dünya montun içinde pişmişti. Ares tişörtle oturduğu için rahattı. Kemeri esneterek ince montu üzerinden çıkardı. Yırtık olan yakası az önceki hareketlilik yüzünden iyice yırtılmıştı, umursamadı.
''Klimayı açabilirdim.'' dedi sert bir sesle. ''Ya da pencereyi.''
''Böylesi daha iyi.'' dedi Dünya ve bacaklarını üst üste attı. Bedeni tatminsizliğin etkisinde hala sızlıyordu. Ares'i bu yüzden cezalandırmalıydı.
Dünya başını geriye yasladı ve üzerinde zoraki duran tişörtü iyice esnetmek pahasına derin bir iç geçirdi. Tam o sırada araba yalpaladı ve kızgın bir korna sesi sürücü tarafında patladı. Dünya gözlerini hızla açtı. Kocaman bir tır ile dipdibe geçtiler. Ares arabayı kendi şeridine alırken öfkeli bir küfür salladı. Direksiyona yumruk atarken hala kendine kızıyordu.
''Benim aklım neredeydi?'' Dünya'nın kendisine baktığını fark edince kaşlarını çatıp ekledi. ''Uyuyakalmış olmalıyım. Geçen günden beri uyumadım beni çarptı.''
Dünya gözlerini adamın önüne indirdi ve onu asıl çarpan şeyin ne olduğunu anladı. Elbisesi giderek daha çok hoşuna gitmeye başlamıştı. Başını yeniden koltuğa yaslarken memnuniyetle gülümsüyordu. Aptal Ares aptalca inadı yüzünden ona olduğu kadar kendine de işkence ediyordu. Lanetli olduğu için ondan uzak durması çok anlamsızdı. Evlendiği Asteria bir kötülük timsaliydi ve Ares'in  Asteria'dan uzak kaldığını hiç sanmıyordu. Bu düşünce onun da suratının asılmasına neden oldu ve Dünya düzeltmeye bile uğraşmadı.
"Asteria ile yattın mı?"
Ares suskun kalınca yan gözle adama baktı. Kaşlarını çatmış tüm ilgisi yoldaydı. Öfkeyle söylendi. "Sana bir şey sordum pislik!"
Ares ayılır gibi ona baktı. "Hı?"
"Duymadın mı?"
Yola dönerken homurdanan bir sesle onu cevapladı. "Duymadım. Yeterince organıma sahipsin şu anda, bırak gözlerim ve kulaklarım bana kalsın." dedi ve daha sert bir sesle ekledi. "Ve bana bir kez daha hakaret edersen, külahları değişiriz."
"Ah, çok korktum." dedi sinirli bir sesle. "İstediğimi söylerim. Bana ne yapabileceksin ki? Sen asıl benim sorumu cevapla. Asteria ile yattın mı?"
Dişlerini sıkan Ares, resmen tısladı. "Kibar olmazsan, sorularının cevabını zor alırsın!"
"Cevap ver!"
"Sana ne!"
Dünya içi içini yerken cevaplanmayan sorusu yüzünden öfke ve merakıyla baş başa kaldı. Neden önemliydi ki? Hem söylediği söze neden inanacaktı? Aptal biri ancak onun Asteria cadısıyla yatmadığına inanırdı ve Dünya aptal değildi. Düşüncelerine gömülmüşken araba başka bir yola girdi, köy yolundan farkı olmayan yolda tek başlarına kalmışlardı. Kısa bir süre gittikten sonra iki katlı bir eve vardılar. Ormanın ortasında küçük bir saray yavrusuydu.
''Burası da ne?''
Ares arabayı durdurdu ve kontağı kapatıp eve baktı. ''Bir süre burada kalacağız.''
Dünya kaşlarını çattı. Şehirden uzaktaydılar, ıssız bir dağ başında Ares ile yalnız kalmak en son ihtiyacı olan şeydi. Ares arabadan inerken Dünya kendi tarafını açıp hırsla dışarı fırladı. Yalnız değillerdi, bir araba ve iki motosiklet evin diğer tarafında park edilmişti. İçinde beliren hayal kırıklığına şaşırdı ve öfkesine sarılmayı daha uygun buldu.
''Ne demek burada kalacağız? Ne salakmışım, ben de insafa gelip beni serbest bırakacağını sanmıştım.''
Ares arabayı kilitlerken ona döndü.
''Aptal numarası yapma Dünya. Seni bırakmak gibi bir düşüncem olmayacağını adın gibi biliyorsun.''
Dünya yanağını çiğneyerek tek kaşını kaldırdı. Sonra omzunu silkerek eve doğru yürüdü.
''Şansımı denedim sadece.''
Ahşap basamaklara doğru Ares ona yetişti.
''Ayrıca kâhinin kulübesinden, arabaya kadar uyuyor numarasıyla, kendini taşıtmanı da unutmuş değilim.''
Dünya sinirle adama döndü. Fark etmesine inanamıyordu. Adama saldırmak için atıldığında Ares onun kollarını tuttu ve seri bir hareketle bileklerinden sırtında birleştirdi. Kulağına doğru eğildi.
''Bu halin giderek hoşuma gitmeye başladı sevgilim.'' Diye fısıldadı.
Dünya artık aşina olduğu ateşler içinde kaldı ve Ares'e olan öfkesi, tutku denizinin içinde eriyip kayboldu.
''Belki kan dökerek laneti sabitlemek için bıçağı bana verebilirsin.'' dedi çapkın bir sesle. ''Böylece yeteneklerimin faydalarını daha iyi tadarsın.''
Ares'in gülümsemesi yüzünde dondu kaldı. Kaşları hafifçe çatıldı.
''Laneti sabitlemek mi?''
Dünya o anda ayıldı ve dudağını ısırdı. Nasıl söylemişti? Ares eli hala onun bileklerinde olduğu halde doğruldu.
''O yüzden mi bıçağı istiyorsun?'' dedi anlamaya çalışarak. ''Bıçağı mı kullanacaksın? Ama nasıl?''
Derken olayı çözdü ve ağzı açık kaldı.
''Beni mi öldürecektin?''
Yüzünde hayal kırıklığı bir an belirdi, ardından yerini öfkeye bıraktı. Dünya'yı eve doğru yönlendirirken adamın bedeninden ısı yükseliyordu. İtişerek basamakları tırmandılar. Açılan kapının önünde dikilen Hades'in yanından hiçbir şey demeden geçti. Evin geniş salonunda oturan ölümsüzler onları selamlarken Ares, Dünya'yı boş koltuğa doğru sürükledi.
''Kavga ederek bile olsa gelmenize sevindik.'' dedi asık suratlı Athena. ''Nerede kaldınız?''
Ares, Dünya'yı koltuğa oturttuktan sonra diğerlerine döndü. Artemis, Apollon ile yan yana kanepede oturuyordu. Önlerinde duran cipsi atıştırırken ikisinin meraklı bakışları da Ares'in üzerindeydi. Adonis yukarı çıkan merdivenin basamağına oturmuştu, sıkkın bir yüzle bakınıyordu. Eros yemek masasının sandalyesindeydi ve o da cipsiyle ilgileniyordu. Hades tekli koltuğa geçerken karanlık bakışlarla Dünya'yı süzüyordu.
''Kâhin çağırdı.'' dedi Ares. ''Ona uğradık.''
Apollon atıldı. ''Hazır mıymış?''
''Evet.'' dedi ve Artemis'in önündeki cips kâsesine uzandı. ''Ama vermek için o hazır değilmiş.''
''O da ne demek?'' dedi Athena.
Adonis, Ares'in yerine cevap verdi. ''Ares'in kullanmasını istemiyor.''
Ares cipsi yedi ve parmağına bulaşan tuzu ve yağı iştahla yaladı. Dünya midesini kasan sancının aşağılara dökülüp onu kıvrandırmasına sinir oldu. Adamın her hareketini izlemese daha iyiydi. Sürekli uyarılmış halde gezmek, onu az önceki gibi düşüncesizce konuşmaya itiyordu. Kendini ve lanetinin tabiatını nasıl da açık etmişti.
Apollon bacaklarını öne uzattı ve rahatça koltuğa yayıldı. ''Bende aynı fikirdeyim. Ares kendini boşuna tehlikeye atıyor. Prometheus'un başka bir yol bulacağına eminim.''
''Bu işte bir parmağın yok değil mi Apollon?'' dedi Ares.
''Ben ilk söylediğinden beri karşıyım zaten ama özellikle gidip konuşmadım.'' Diye cevap verdi Apollon.
''O halde Prometheus'un diğer yolu için bekleyeceğiz.'' diye kararını bildiren Athena'ya döndü Ares.
''Vaktimiz yok!''
''Bak! Olimpos'a dönünce Dünya'nın durumunu fark etmelerinden çekiniyorsan şimdiye kadar anlamadılar. Bundan sonra çok daha dikkatli...'' diye konuşan Hades'in lafını Artemis kesti.
''Zeus anlar.''
Apollon ekledi. ''Belki çoktan anlamıştır. Ambrosiayı vermediğine göre...''
Athena, adama döndü. ''Vermedi mi?'' Apollon hayır anlamında kaşlarını kaldırınca Athena gözlerini devirdi. ''Bu adama inanamıyorum, söz vermişti. Demek o yüzden Olimpos'tan apar topar ayrıldı.''
''Olimpos'a döndüğünde, Ares'i ve Dünya'yı bulamazsa asıl o zaman kıyamet kopar.'' Dedi Hades ve Ares'e baktı. ''İzin almadığını varsayarak söylüyorum, haklı mıyım?''
Ares sadece suratını astı. Bu Hades için yeterli bir cevap olmuştu. İç geçirerek ardına yaslandı. Athena araya girdi.
''Ben gider Zeus'la konuşurum. Ambrosiayı almadan da peşini bırakmam. Sen canını sıkma Ares.''
Dünya dayanamayıp sırıttı. Zavallı Athena, küçük kardeşinin üzülmesine dayanamıyordu. Onları bağlayan bağdan haberleri yoktu ama birbirleri için Zeus'un hışmını bile göze alıyorlardı. Ne saçma bir davranıştı. Gülümsemesini saklamak için başını eğerken Adonis ile göz göze geldi. Yakışıklı ölümsüz güzel gözlerini ona dikmişti. Pencereden yansıyan ışık altında olağanüstü güzelliğiyle parlıyordu. Siyah saçları asice yana doğru düşmüştü ve düzgün kaşlarının altındaki gözleri en kaliteli safirlerden bile berraktı. Dünya Ares'in ondan esirgediği tatmini kimden alabileceğini bulmanın hoşnutluğuyla koltuğa yaslandı. Adonis siyahlar içinde bir günah kadar çekiciydi. Ve bu günah kesinlikle Dünya'yı çağırıyordu.
Dünya başını kayıtsızca çevirdi. Adonis'in hala onu izlediğinden emindi. Doğrulur gibi yaptı ve kıyafetinin koptu kopacak yakasının biraz daha aşağıya düşmesine izin verdi. Göğsünün ucuna kadar süzülen kumaş zaten belirgin olan ucunda asılı kaldı. Ve Dünya fark etmemiş gibi koltuğuna yaslandı. Göz ucuyla Adonis'in hareket ettiğini gördü. Adam pencereye doğru gitti ve sırtını Dünya'ya çevirdi. Kesinlikle boş değildi.
Zaman meselesi diye kendi kendine gülümsedi ve konuşanlara doğru dönerken yakasını biraz yukarı kaldırdı. Ares'in yaptığı şeyi fark etmesi hiç işine gelmezdi zaten adam onun numaralarını çözmekten başka bir şey yapmıyor gibiydi.
Apollon ayağa kalktı. ''Neyse ben etrafa birkaç büyü tuzağı yerleştirdim. Ola ki bir iblis gelmeye cesaret ederse önceden uyarsın diye. Bu gece sizinle kalacak olanlar Athena ve Adonis...''
Adonis ismini duyunca doğruldu. ''Ah, nasıl unuttum, benim küçük bir işim vardı. Başka bir gün kalsam?''
Dünya Adonis'in özellikle ondan yana bakmadığını fark edince bozuldu. Korkak herif. Yalan söylemesi bir yana ondan kaçıyordu. Athena elini salladı.
''Sorun değil ben kalırım.''
''Aslında kimsenin korumasına ihtiyacımız yok.'' diyen Ares'i kimse dinlemedi.
Hades burnunu kırıştırdı. ''Bu gece için Persephone'ye sözüm var. Ben de kalamam.''
Artemis kaşlarını çattı ve Eros'a baktı. Eros onun yerine konuştu. ''Bizi de Afrodit çağırmıştı. Sanırım bir sorunu var. Gitmezsek bozulabilir zaten pek mutlu sayılmaz.''
Dünya yan gözle Ares'e baktı. Adam keyifli halini saklamaya çalışmaksızın cips kâsesinin yanına kısa masanın üstüne oturdu. Cipsten yemeye devam etti.
''Korumaya neden bu kadar taktığınızı merak ediyorum.''
Dünya'nın canı sıkılmaya başlamıştı. Ares'e hak verdi kimi kimden koruyorlardı? Asıl çekinilecek kişi Ares'ti. İblis efendisi.
Athena, Ares'e döndü. ''Olimpos'un korumasına katılıncaya kadar bu böyle devam edecek. Rahatsız olduğunda, Zeus'un teklifini kabul edersin.''
''Yapma Hena, gidip o adama koruma için yalvaracak değilim.''
''Olimpos'tan başka bir yerde kalmayacağını herkesin gözü önünde ilan etti. Resmi olmasa da o hala senin liderin sayılır. Biz senin bu kalışını normalmiş gibi göstermeye çalışıyoruz. Elçilerin hepsi ayrılır ayrılmaz Olimpos'a geri döneceğiz. Dönene kadar da bize katlanmak zorundasın. Seninle kaldığımız sürece Zeus cezayı sadece sana yükleyemez.''
''Ne yani Apollon.'' dedi Ares. ''Tatile mi çıktık biz şimdi?''
Apollon yerine cevap veren Athena ellerini iki yana açtı. ''Bir nevi öyle!''
Odanın ortasında pat diye Hermes belirince, dikkati konuşmada olan Dünya yerinde zıpladı.
''Ha siktir!'' diye bağırdı. "Allah'ın cezası sıska soytarı!"
Herkes tepkisine tuhaf gözlerle baktı ama Dünya hiç bozuntuya vermedi. Sıska herifin birden ortaya çıkmasına sinir oluyordu. Küfrü yiyen Hermes dudağını büktü ve omzunu silkti.
''Hey, beni özlediniz mi?''
''Selam Hermes!'' dedi Artemis aynı neşeyle. "Dünya'nın kusuruna bakma."
Diğerleri de adamı selamladılar. Hermes teklifsizce cips kâsesine saldırdı. Bir yandan cipsi çiğnerken bir yandan da ağız dolusu konuşuyordu.
''Bu gece Sedna'nın evinde yükseliş ayini varmış. Hera katılamayacağından Athena, Artemis ve Apollon'un katılmasını istiyor.'' Dedi ve kaşlarını çatarak odadakileri süzdü. ''Bu arada siz burada ne yapıyorsunuz?''
''Tatildeyiz!'' diye homurdandı Ares.
Hermes ellerini iki yana açtı. ''Ben neden tatile gidemiyorum? Zeus'tan yardımcı isteyeceğim. Şöyle güzel bir peri olabilir.'' Dedi ve Dünya'ya doğru baktı. Çapkınca göz kırpıp sırıttı. ''Belki anahtar bana asistanlık yapar, ne dersin Dünya?''
Dünya kaşlarının altından adama baktı. Hermes onu baştan ayağa süzdü ve ıslık çaldı. ''Vay canına senin bacaklar hiç fena değilmiş.''
''Kendi bacaklarının yerinden memnunsan, hemen gidersin Hermes.'' dedi Ares, Dünya tepki bile verememişken.
Hermes güldü. ''Şaka yapıyordum Ares.''
Ares doğruldu. ''Ama ben şaka yapmıyorum.''
Durumun karışacağını anlayan Apollon ayağa kalktı. ''Tamam o halde!'' dedi diğerlerine bakarak. ''Tatile sonra devam ederiz şu işlerimizi bitirelim. Eros, Hena ve ben, Artemis'in arabasıyla dönelim. Adonis ve Hades motosikletle peşimizden gelir. Teşekkürler Hermes bu arada.''
Hermes teşekkürü aldıktan sonra ortadan kayboldu. Geldiği gibi neşeli değildi ve giderken de Ares'e doğru kırgın bir bakış atmayı ihmal etmedi. Sıska gittikten Apollon, Ares'e döndü.
''Şu ayinde görünüp hemen buraya geleceğim. Kızlar benim yokluğumu belli etmezler...''
''Düşündüm de benim işim o kadar önemli değil.'' dedi Adonis. ''Yarın da yapabilirim.''
Sonunda anlaşıp ölümsüzler evi terk ettiklerinde Dünya rahat bir nefes aldı. Her birinden ayrı derecede nefret ediyordu, bir aradayken ise kendini sakin tutmak tam bir azaptı. Kendini tutmazdı aslında ama bir ölümsüz olarak ne yapabilirdi ki? Laneti bile sabitleyememişti... 
Ares oturduğu sehpadan kalkıp Adonis'e döndü. Adonis'in huzursuzluğunu fark etmemek olanaksızdı.
''Sen de gidebilirsin Adonis. Bana arka çıktığın için teşekkürler.''
Adonis gülümsedi. ''Hayatta olmaz. Ben sizi korumak için buradayım.''
''Birde sen başlama.''
Dünya dayanamayıp atıldı. ''Doğru, bence de gitmelisin. Bir eve iki hain fazla!''
''Hain mi?'' dedi Adonis. ''Acaba kim hain?''
''Hepiniz bir olup beni oyuna getirdiniz.'' diye ayağa kalktı. Yumruklarını sıktı. ''En çok da sen, lanet kan emici.''
Ares onun kolundan tuttu. ''Dünya, kendi üzerindeki kontrolünü kaybetme.''
''Bana emir verip durmamanı söylemiştim!'' diye Ares'e hırladı. ''İstediğimi yapmayacaksan, bana dokunma!''
''Lanetinden kurtul sende!'' diye Ares de ona bağırdı.
Adonis boğazını temizleyip araya girdi. ''Şey, konuyu anlamadım ama ben Hena'nın bıraktığı yemekten yiyeceğim. Katılmak isteyen olursa mutfaktayım.''
''Ah, tabi mücevheri neremden çıkarmamı isterdin?''
Ares, Dünya'yı koltuğa geri itti. ''Lanet hakkında bildiklerini anlat!''
Adonis odadan sessizce çıkarken ikisi birbirlerinin boğazına atlayacakmış gibi bağrışmaya devam ettiler.
''Ben memnunum, sana ne oluyor?''
''Ben değilim. Sevgilimi sağlıklı olarak geri istiyorum!''
Dünya düştüğü koltuktan doğruldu. ''Bana dengesiz diyene de bak sen. Az önce hoşuna gittiğini söylemiyor muydun?''
''Seninle ilgili her şey benim hoşuma gidiyor Dünya'' diye öfkeyle bağırdı Ares. ''Bunu kalın kafana sok!''
''Kalın kafalı olan sensin...'' dedi ama Dünya'nın sesi titremişti. 
Ares'in sözleri kalbini incecik bir zar gibi saran lanetine bir darbe daha attı. Gittikçe zayıflıyordu ve lanet kararlı gücünü kaybediyordu. Bundan sonrası delilikti ve Dünya o sınıra iyice yaklaştığını hissediyordu. Bilinci, karanlıktan kızıl bir geceye ve puslu bir griye geçerken hareketlerine engel olamıyordu.
''Anlat Dünya. Lanetin hakkında ne biliyorsan anlat.''
''Söylesene Ares.'' dedi Dünya. ''Hera seni yatağa atabilmek için ne yaptı? Yoksa sen mi ona yalvardın?''
Ares birden buz kesti. Mutfaktan yana bir bakış attı ve Dünya'ya döndü.
''Ne dediğini bilmiyorsun Dünya.''
Dünya gözlerini öfkeyle parlayan gözlere dikti. ''Ah, evet, biliyorum. Hem de çok iyi biliyorum.''
Ares'in çenesi kasıldı ve uzanıp Dünya'yı kendine çekti. Eliyle onun ağzını kapattı. Belinden tuttuğu gibi havalandırdı. Onu karanlık bir odaya götürüp yatağa atana kadar da bırakmadı. Tavana gömülü lambayı açtığında Dünya etrafına bakındı. Penceresiz oda çok konforluydu, ne kesici bir alet ne de sabit olmayan bir eşya vardı. O yüzden Ares'in canını yakacak bir şey fırlatamadı. Aşağılık adam kapıyla onun arasına yırtıcı bir panter gibi dikilmişti.
''Beni sonsuza kadar bu odaya kapatamazsın piç herif! Eninde sonunda çıkacağım ve senin ne kadar iğrenç biri olduğunu herkese anlatacağım.''
''Lanetini anlatana kadar burada kalacaksın.'' dedi Ares.
Dünya yatağın üzerine uzandı. Gözlerini Ares'ten ayırmaksızın elini kendi bedeninde gezdirdi.
''Ne kadar yazık...'' diye fısıldadı. ''Seni isteyen benim, önceki Dünya senin ona dokunmandan nefret ediyordu. Sana vereceğim zevkleri hayal et! Laneti sabitlemek için bana yardımcı olmalısın.''
Ares gülümsedi. ''Hayal etmeme gerek yok papatyam. Asıl senin düşünmen gerek. Çünkü birbirimizden ne kadar zevk aldığımızı hatırlamayan sensin.''
Dünya gözleri ateş saçarak doğruldu. ''Seninle hiç beraber olmadım!''
Ares'in gülüşü masum değildi ve vaat dolu bir bakışla onun bedenini süzdü. Dünya adamın sessizliği ve onu titreten bakışları karşısında deliye döndü. Madem hatırlamadığı bir zamanda beraber olmuşlardı, neden şimdi onunla oynuyordu?
''Beni yalnız bırak!'' diye haykırdı. ''Def ol!''
Ares ona doğru bir adım attı. ''Laneti kıracak bir şey var mı Dünya?''
''Git başımdan!''
''Sana yalvarıyorum Dünya, bildiğin bir şey varsa söyle!'' diyerek yatağın yanına kadar geldi.
Dünya'nın zihnine ağır bir karanlık çöküyordu. Hırlayarak adamı yaklaşmaması için uyardı. Damarlarında akan kan hızlandı ve soluk alışı sıklaştı. Kalbi sanki değişmişti, pençeleri veya dişleri çıkmış gibi içini paramparça ediyordu. Laneti gücünü toplamaya çalışıyordu belki son bir direniş için ama keskin soğukluk yayıldıkça alevlere dönüştü. Dişlerinin arasında kısık bir inleme çıktı.
''Yanıyorum...''
Kendini bıraktı, yatağa düşmektense onu saran kolların arasına düştü. Tüm bedeni alev almıştı ve Ares'i de yakacağını düşündü. Adamı kendinden ittirmeye çalıştı ama gücü kalmamıştı. Kendisiyle beraber Ares'te yanacaktı. Korku yoktu, içinde saf bir umutsuzluktan başka hiçbir duyguya yer kalmamıştı. Sonra ılık bir meltem gibi Ares'in sesi tenini okşadı.
''Neresi acıyor bir tanem?''
Dünya fısıltıyla cevapladı. ''Kalbim...'' dedi elini göğsüne götürmeye çalıştı ama yarı yolda geri düştü.
Ares'in elini, kalbinin üstüne koyduğunu hayal meyal hissetti. Derken korkunç bir yangına dönüşmüş alevler yatıştı ve geriledi. Kalbi küçüldü ve daha sakin atmaya başladı. Laneti ise saklandığı deliğe geri kaçtı.
İçinin yangınından dolayı kurumuş dudaklarını yalayarak gözünü araladı. Ares daha önce gördüğü altın meleğe dönüşmüştü. Bir eli hala onun kalbinin üstündeydi. Endişeyle kasılmış yüz hatları gergindi. Çok çekiciydi, çok göz alıcıydı. Dünya yutkundu.
''Biraz daha aşağıya bebeğim.''
Ares, onun kendine geldiği fark edince gün doğumunu andıran bir gülümsemeyle ona baktı. Dünya canını yakan bu gülümsemeden zevk aldı.
''Pis sapık.'' diye şakadan homurdanan Ares eğilip onun ter içindeki alnından öptü.
Dünya sırıttı. ''Yine yanlış yer, biraz daha aşağıya''
Ares tatlı bir kahkaha atarak eğildi ve burnunun ucundan öptü. Dünya adamın ayrılmasına fırsat vermeden kolunu, boynuna attı ve yüzüne çekti.
''Sanırım sana yol göstermem gerekiyor.'' diye dudaklarına fısıldadı. ''Yoksa bende kaybolacaksın.''
''Sende kaybolalı çok oldu papatyam...''
Nazik ama tutkulu bir öpücükten sonra Ares onu yatağa uzatıp ayağa kalktı. Dünya gözlerini adamdan alamıyordu.
''Az önce bana ne yaptın?''
''Kendini iyi hissediyorsun değil mi?'' dedi Ares.
''Evet ama ne yaptın?''
Ares anlatmakta isteksizdi ve bu da Dünya'nın daha çok ilgisini çekti. Adam gergince gülümsedi.
''İblis ateşi'' dedi.
Dünya'nın kaşları çatıldı ve dirseklerinin üzerinde doğruldu. Ares kollarını kenetledi ve soğuk bir sesle açıkladı.
''İblislere özgü bir büyüdür. Sende hissettim ama kaynağını bulamadım. Çok fazla değil, endişelenmene gerek yok. Onu sakinleştirdim ve geriye çekilmesini emrettim.''
Dünya güçsüzce kendini yastığa bıraktı. İblis mücevheri onu ele geçirmeye başlamıştı. Lanetin gücü bile onu bastırmayı başaramamıştı. Gittikçe mücevherin etkisiyle kaçık bir iblise dönüşüyordu. Mücevhere konan lanetini kendinde sabitleyemezse olacak olan buydu. Lanetin yerini iblis mücevheri alacaktı.
''Bıçağı bana ver.'' dedi gözlerini tavana dikerek. ''Lanet bile bu iğrençlikten daha iyiydi. Hiç değilse kendimde oluyorum.''
Ares konuşmadan bir süre öylece başında dikildi. Sonra kapıya doğru yürüdü ve odadan çıktı. Dünya tek başına hapsedildiği odada kalakalmıştı. Ağlaması gerekiyordu, içindeki pislik duygusunu başka türlü atamazdı. Ağlamadı. Gözlerini kırpmadan uzun bir süre tavanı seyretti ve uykuya daldığını bile anlamadı.
***
Rüyasız uykusundan uyandı. Karanlık odada yatağından doğruldu. Eskiden olsaydı korku tüm bedenini taşa döndürür ve sara nöbetinden beter bir atak halinde çıldırırdı. Şimdi ise sadece gözlerinin karanlığa alışmasını bekliyordu. Odasının kilitli olduğunu düşünmesine rağmen kapıya gitti ve kolu çevirdi. Kilitli değildi. Uyumuştu ama yorgunluk hala yoğun bir halde tüm kaslarına çökmüştü. Açlıktan midesi bulanıyordu. Karar verdi ve dışarı çıktı. Odasının evin bir alt katında olduğunu anladı. Kısa bir koridor ve sonunda iki basamaklı bir kemer vardı. Bir ses duyabilmek için kulak kesilmiş bir halde ilerledi.
Basamakların ilk girdikleri salona çıktığını gördü. Etrafa bakınarak yürüdü. Kimse yok muydu? En azından Ares'in onun başını beklediğini sanıyordu, kaçmaması veya bir şey yapmaması için. Bakışları giriş kapısına çevrildi. Kaçsa nereye gidecekti? Hava kararmıştı ve şehirden çok uzaktaydı. Evine dönemezdi, Olimpos'a dönmekse başını daha fazla belaya sokmaktan başka işe yaramazdı. Düşünürken kapıya adımlamaya başlamıştı bile. Her tutsak gibi kaçma güdüsü had safhadaydı.
''Nereye gidiyorsun aşkım?''
Ses onu yerinden zıplattı. Arkasını döndü ve sesin geldiği yere baktı. Adonis, büyük pencerelerden sızan ay ışığının kaplayamadığı gölgelerin arasında kanepeye boylu boyunca uzanmıştı. Ve böylece onun gözlerinden saklanmayı başarmıştı. Kulağındaki kulaklıkları çıkardı ve bacaklarını aşağı sarkıtıp doğruldu. Kanepenin yanındaki sehpanın üstündeki lambayı yaktı.
''Sadece hava almak istemiştim.'' dedi adama küçümser bir bakış atarak. Korkaklığı hala aklındaydı.
''Parmaklarının ucuna basarak yürüdüğünü bilmiyordum.'' dedi Adonis.
Dünya salonun kalanına göz attı. ''Ares nerede?''
''Burada değil.'' dedi ve düşünür gibi yapıp ekledi. ''Evde yalnızız. İşte, beni kendi tarafına çekmen için harika bir fırsat!''
Gözlerini adamın alaycı gözlerine dikti. ''Kendini çok zeki sanıyorsun değil mi? Ama eminim sana yapılan iltifatların hiç birinin içinde zekadan bahsedilmiyordur.''
Dünya adamı baştan ayağa süzdü. En son gördüğünde normal bir kıyafet giyiyordu ama şimdi bazı aksesuarlar eklenmişti. İki kolunda kalın deri bileklikler vardı. Bilekliklerin her birinde iblis öldürücü silahlarından takılmıştı. Kısa bir kılıç da uzandığı kanepeye yaslıydı. Bir saldırı için tamamen hazırlıklıydı. Adonis ona doğru yürüdü, onun gibi süzerek.
''Sözlerin kalbimde öyle derin yara açtı ki Dünya, nefes alamıyorum.''
Dünya yan gözle adama baktı. ''Hayat öpücüğüne ne dersin?''
Adonis kahkaha attı. Çok içten ve apansız patlayan kahkaha Dünya'nın bedenindeki bazı hisleri uyandırdı.
''Hatırlıyor musun?'' dedi biraz sakinleşerek. ''Ben unuttuğunu sanmıştım.''
Dünya gözlerini adama dikti. ''Seninle ilgili hiçbir şeyi unutmadım Adonis. Benden nasıl aşk dilendiğini, attığın yalanları, sahte kibarlıklarını... Hiç birini unutmadım. Biliyor musun? Senden böyle bir darbe hiç beklemiyordum, sana güvenmiştim.''
''Sana söylediğim hiçbir şeyin yalan olmadığını biliyorsun Dünya.'' dedi Adonis, onun omzundaki bene dokundu. ''Yoksa mühür seni uyarırdı. Yanılıyor muyum?''
Dünya adamın dokunuşundan omzunu çekti. ''Bu ancak senin ne kadar iyi bir yalancı olduğunu gösterir.''
''Bana bir kere bile inanmadın, asıl yalancı sendin. Şimdi kendini temiz göstermeye çalışma.''
Adonis'in sesi hırçınlaşmıştı. Dünya, adamı ne kadar zorlayabileceğini merak etti. Çünkü Adonis hala onun ölüm listesinde duruyordu. Bıçakla yapamadığını daha sinirlendirici bir yoldan yapacaktı.
''Ben olmadığım bir şeyin rolünü yapmadım Adonis. Tabiatımda ne varsa oyum. Ve sen en başından beri biliyordun. Yardımcı olmak yerine hepiniz benimle dalga geçtiniz. Sen güzelliğe bürünmüş bir şeytandan başka bir şey değilsin.''
''Sen bu durumdayken yapılan iyilikleri anlayacağını sanmıyorum.''
''Ne varmış halimde?'' dedi tüm bedenini adama doğru çevirerek. ''Hoşuna gitmeyen ne var?''
Adonis önce gözlerini çevirdi, inanmaz bir gülüşle. Sonra yutkunup ona baktı.
''Hiçbir şey yok.'' diye itiraf etti. ''Problem senin düşünüş tarzın, lanet yüzünden mantıklı düşünemiyorsun.''
''Mantıklı neden düşüneyim Adonis? Kısa süredir yanınızdayım ama mantıklı bir şey yaptığınızı görmedim. Tutsak edildim, alay edildim, ölümle tehdit edildim. Üstüne üstlük hepiniz bir olup bana tuzak kurdunuz. Olimpos basit bir ölümlü kızla oyun oynuyor, bak sen, ne kadar adilmiş.''
Adonis'in savunması hafiften çatlamaya başlamıştı. Gözlerinden yansıyan korumacı alaycılık gittikçe hüzünlü bir şefkate dönüşüyordu. Dünya bunu istemiyordu. Adamın onu arzulamasını ve lanetini güçlendirmesini istiyordu. Ama o kadar nefret ve öfke doluydu ki baştan çıkarma yerine adama saldırmak istiyordu.
''Olayları saptırma.'' dedi Adonis. ''Her ne olduysa, sen de içindeydin ve buraya getirilmek de dahil aslında hiçbir şey için zorlanmadın. Neredeyse Ares'in içine düşüyordun geldiğinde. Alay ve tehdit edilme kısmına gelince, senin diğer evlerle nasıl başa çıktığını duyduk. O yüzden boşa kürek sallama.''
''Beni neden rahat bırakmıyorsunuz?'' Neden bırakmadıklarını adı gibi biliyordu ama bazen farklı şeyler öğrenmek için aynı soruları bıkmadan sormak gerekiyordu.
Adonis'in gözleri, onun dudaklarına kaydı. İstemsizce yapılan bir hareket olduğu belliydi çünkü hemen toparlandı. Parmaklarını saçlarına geçirip arkaya atarken derin bir nefes aldı. Sorusunu duymamış mıydı, yoksa cevaplamaya değer mi görmüyordu? Adama doğru bir adım attı.
''Her şey yolundayken beni neden serbest bırakmıyorsunuz?''
''Senin bu durumun benim yüzümden...'' dedi güçlükle. ''Eğer sevgin için o kadar hırslanmasaydım, mücevher hiç olmayacaktı. Sen de sağlıklı bir insan olacaktın. Kıskançlığım yüzünden seni tehlikeye attım. Ama inan bana, lanetten kurtulacaksın bebeğim. Canımı vermem gerekse bile, seni bu cehennemden çekip çıkartacağım.''
''O kadar büyük sözler verme yakışıklı. Gün gelir canını istersem, pişman olursun.'' dedi ve bir adım daha yaklaştı. Şimdi karşı karşıyaydılar. Gözlerini okyanusun en güzel tonundaki gözlere kaldırdı. ''Ya da bugün yaptığın gibi kaçacak delik ararsın.''
Adonis gergince sırıttı. ''Ne kaçmasından bahsediyorsun?''
''Bana nasıl baktığını gördüm Adonis. Neler hayal ettiğini, arzu dolu gözlerinde gördüm.'' diye fısıldadı. ''Sonra Ares'ten çekindiğin için baş başa kalma ihtimalimizden korktun. Kaçmak için yalan attığını biliyorum. Benim mührüm var, unuttun mu?''
Adonis'in söyleyecek laf bulamamasını eğlenen gözlerle seyretti. Bu konuda onunla tek baş edebilen kişi Ares'ti, hakkını vermek gerekirse genelde adam onu kelimesiz ve soluksuz bırakıyordu. Adonis'in onu soluksuz bırakacağı fazla alan yoktu.
''Benim ne hissettiğimin bir önemi yok.'' dedi sonunda Adonis, gözlerini ondan kaçırdı. ''Seçim senindi.''
''Ben seni seçtiğimi söyledim.'' dedi hırçınlaşan bir sesle. Adamın kayıtsızlığı ve teslimiyeti karşısında sinirleniyordu. ''Sense beni Ares'in kollarına terk ettin, sırtımda bir bıçakla.''
Adonis kaşlarını çatarak ona döndü. ''Benim seni kimseye terk ettiğim yok. Ruhun karmaşa içindeyken, sözlerin benim için geçerli değil. Seni seviyorum Dünya, çok seviyorum...''
Dünya, adamın lafını kesti.
''Neden her şeyi sevgiye bağlıyorsun? Çok mu biliyorsun sevginin ne olduğunu? Sen ki; ömrünün yarısını bir kadından, diğerine savrularak geçirmişsin. Daha sonraki peri ve ölümsüzleri saymıyorum bile. Çok savunduğun Ares'in kadınlara hiç çekinmeden yaklaştığını kendi gözlerimle gördüm. Kadınları yatağa atma konusunda ikinizin de eli kirli. Fakat konu bana geldiğinde, birden romantik prens kıvamına geçiyorsunuz. Çok sıkıcısınız! Sevgi sizin için sadece bahane...''
''Yanılıyorsun Dünya, sevginin ne demek olduğunu biliyorum. Bu yüzden sizin sevginize saygı duyuyorum. Seni tanımadan önceki kadınlar sadece bedenimi tatmin ediyordu. Sevemiyordum. Ruhuma dokunan bir tek sen oldun. Konu sen olunca, kalbimle düşünüyorum ve şu anda ruhun zehirli olmasaydı, ne demek istediğimi anlayacağına eminim. Üstündeki lanet yüzünden beni arzuluyorsun. Ve ben Ares'e ihanet etmeyeceğim, bir kez daha olmaz.''
Dünya iç geçirdi ve elini adamın güçlü karın kaslarına koydu. ''Yanılmıyorsam ikimizin arasına giren Ares olmuştu, sen değil. Sana ihanet eden Ares'di.''
Adonis'in dokunuşlardan kaçınacağını sanmıştı ama gerilemedi. Dediklerini düşünür gibi veya hiçbir şey düşünmezmiş gibi Dünya'nın yüzüne bakıyordu. Tişörtünün altındaki muhteşem bedene dokunmak istiyordu ama Adonis ondan kaçındığı takdirde kendini kaybedebilirdi. Ani öfke krizlerinde, ruh halinin hemen değiştiğini fark etmişti. Ve şu an yanında onu yatıştıracak bir Ares yoktu.
''Benim varlığım sadece olayları karıştırmış.'' diye nefeslendi Adonis.
"Sana söylenen yalanlara ne çabuk kanıyorsun, fark ettin mi? Ayrıca kaçmak için yapamayacağın şey de yok. Biraz cesaret Adonis, çok şey kazanabilirsin. Az önce söylediğinin de yalan olduğuna eminim." dedi fısıltıdan farksız bir sesle adama yaklaşarak. "Senin hakkında ne düşündüğümü söylememi ister misin?"
"Yalanlarını dinlemek için ölmüyorum Dünya!" dedi keyifsiz bir gülümsemeyle.
"Belki başka bir şey için ölüyorsundur, aynen benim gibi..."
Dünya başını kaldırıp adamın güzel yüzüne baktı. Daha önce ifadesinde birkaç kez gördüğü kararsızlığa düşmüştü. Yavaşça ellerini adamın tişörtünün altına soktu. Parmaklarını, çekici ölümsüzün biçimli kaslarında yavaşça gezdirdi. Biraz daha yaklaştı ve dudaklarını boynuna doğru uzattı.
''Seni istiyorum Adonis...'' diye mırıldandı, diliyle adamın boynunu yaladı. Tırnaklarını, adamın çelik kaslarını örten ipeksi deriye geçirdi ve Adonis'i inleten bir sıra çizik attı. ''Senin tarafından sevilmek isterdim. Seni doyasıya tatmak isterdim.'' Adonis'in kendisiyle savaştığını görebiliyordu. Bu ölümsüz ona karşı gerçekten çok zayıftı. ''Bir kez olsun...'' fısıldadı ve boynuna dudaklarını sürttü. Diliyle gezindikten sonra hafifçe ısırdı. ''Kim bilecek ki?''
Adonis'in kararsız parmaklarını, belinde hissedince sırıtmaktan kendini alamadı. Bir eliyle adamın sırtına uzandı diğeriyle göğsünden boynuna doğru ilerledi. Bedeni de yüzü gibi kusursuzdu. Dudaklarını, nazik deriye kapattı. Dişlerini geçirdiği ipeksi deriyi diliyle yaladı ve adamın canını yakmaktan çekinmeksizin emdi. Nefeslenen Adonis'in onu tutan parmakları önce kasıldı, sonra ismini fısıldayarak belini kalça sınırına dek iyice sardı. Adonis'in öpücükleri oldukça zevk veriyordu ama onu kendinden geçirmiyordu. Bu adam onun için daha tehlikesizdi. Lanetinin derinlerde kımıldandığını ve soğuk kanatlarını açtığını hissetti. İhanet hissinden çok hoşlanıyor olmalıydı.
Dünya, adamın boynunda koyu bir kızarıklığa yol açacak hasarı diliyle yaladı. Bu belirgin iz, Ares'i çıldırtacaktı. Mutluluktan kedi gibi mırlayarak Adonis'in çenesine doğru yükseldi. Dudakları buluştuğunda; Adonis elleriyle kavradığı kalçalarından tutarak Dünya'yı yukarı doğru çekti. Dünya bacaklarını Adonis'in sırtında çaprazladı ve kollarını adamın boynuna sardı. Adonis dişleriyle Dünya'nın dudağını hafifçe çekiştirdi ve sırıttı.
''Sen tam bir baş belasısın.''
Sesindeki boğukluk Dünya'nın hoşuna gitti. Ellerini adamın saçlarına geçirdi ve yeniden dudaklarına doğru eğilirken fısıldadı.
''Beni odaya götür.''
''Bu iyi bir fikir değil.'' dedi Adonis. "Yapamam..."
Sesindeki tutku dayanılmazdı. Dünya dolgun dudakların tadına kısaca baktı ve biraz geriledi. ''O zaman kanepeye doğru...''
Adonis tek eliyle onu kucaklamaya devam ederken diğerini saçlarını arasına geçirdi.
''Az önce konuştuklarımızdan aklında kalan oldu mu?'' dedi kısık sesle.
''Senin dediklerin mi, benim dediklerim mi?'' dedi Dünya ve Adonis'in giysisini çekiştirdi. ''Üstünü çıkar, seni keşfetmek istiyorum.''
Adonis aniden onu bıraktı. Dünya bir an dengesini sağlayamadı ve geriledi. Neyse ki, arkasında koltuk vardı. Koltuğun üstüne sertçe düştü.
''Seni gerizekalı moron...''
Dünya yaklaşan motosiklet sesini duyunca sustu. Korkak herif! Adonis arkasını dönmüş derin nefesler alıyordu. Eliyle saçlarını düzeltti ve Dünya'ya doğru döndü.
''Bunu bir daha tekrarlama!''
''Ben tek başıma yaptım değil mi?'' dedi ve gözleri Adonis'in boynundaki büyük kızarıklığa ilişti. Yarına kadar mor bir çürüğe sahip olacaktı. Görmesi gereken kişi daha erken göreceğini düşünerek sırıttı. ''Aşk ısırığı çok yakışmış.''
Adonis'in eli boynuna gitti ve çatık kaşlarla ona baktı. Az kalmıştı çok az... Gelen her kimse biraz daha geç kalsaydı, Adonis'in güzelliğinin tadını çıkarıyor olacaktı. Ona gerçekten hiç dayanamadığını bir kez daha anladı. Dünya adamı istekle süzerken Adonis elini boynundan çekti ve Dünya'nın gözleri kocaman açıldı. Şaşkınlıkla açılmış gözü kadar büyük ısırık artık yoktu. O iz için o kadar da uğraşmıştı!
''Sen ne, bunu nasıl yaptın?'' dedi kekeleyerek.
Dışarıda motosiklet durdu. Adonis göz alıcı gülümsemesiyle tek kaşını kaldırdı.
''Yetenek aşkım...'' dedi. ''Yetenek!''
Dünya, adamın ihanetine ait tüm izleri hiç olmamış gibi silmesine öfkelenirken kapı açıldı. Ve Ares eve girdi.
***
Ölümsüzün yüzü oldukça asıktı. Elinde küçük bir spor çantası taşıyordu. Onlara bakmadan çantayı koymak için masaya yürüdü. Adonis ise yüzsüzce adamı selamladı. Bu hareketi Dünya'nın çok hoşuna gitmişti. Daha bir dakika önce sevişmek üzere olduğu birinin sevgilisini, bu şekilde rahatça selamlamak herkesin harcı değildi... Ki bu adam en iyi arkadaşınsa...
''Nihayet geldin.'' Dedi kendini kanepeye bırakarak. ''Küçük iblisin canımı sıkmaya başlamıştı.''
Dünya hoşlanma kısmını hemen unuttu ve kızgın bakışlarını, Adonis'in üstüne odakladı.
''Ellerin kalçamdayken canın hiç sıkılmıyordu.'' diye hırladı.
Ares montunu üstünden sıyırırken kısacık bir an, belki bir kalp atışı kadar durakladı. Sonra montu hızla çıkarıp sandalyenin üstüne bıraktı.
''Sen Olimpos'a dönebilirsin Adonis.'' dedi onlara bakmadan. ''Beklediğin için teşekkür ederim.''
''Sen iyi misin?'' dedi Adonis tereddütle.
Ares başını adama doğru çevirdi. Solgun yüzünde hiçbir duygu okunmuyordu. Dünya bir şey olduğunu anladı ama ne olduğunu nasıl öğrenecekti? Ares elindeki anahtarı, Adonis'e fırlattı.
''Çok iyiyim.''
Anahtarı tek eliyle tutan Adonis, Dünya'ya kısa bir bakış atarak ayağa kalktı. Ve Ares'e döndü.
''Bu gece yanınızda kalmazsam, Athena canıma okur.''
Sözleri şaka değildi, demek istediği şey konusunda ciddiydi. Ares başını salladı.
''Dert etme, haberi bile olmaz. Ayinde olacak.''
Adonis dudaklarını yaladı, Ares'i bırakmak istemiyordu. Athena korkusu değil, onu başka bir şey korkutuyordu.
''Ares...''
''Sadece git, Adonis.'' dedi Ares sakin ama uyaran bir sesle. ''Git!''
Adonis başını keyifsizce salladı ve eğilip kılıcını aldı. Gözleri, Ares'in onu izleyen gözlerinde olduğu halde uzun adımlarla kapıya gitti. Ares bakışlarını yere indirdi, motorun çalışma sesini bekledi ve aracın uzaklaşmasını. Adonis'in gittiğinden emin olduktan sonra doğruldu ve merdivenlere doğru yürüdü. Dünya tam görünmez olduğunu düşünmeye başlamıştı ki, adam konuştu.
''Çantanın içinde yiyecek ve giysi var. Hepsi senin.''
Basamakları hızla çıktı ve ikinci katın koridorunda kayboldu. Dünya, adamın onu öylece bırakmasına hayret etti ve birkaç dakika öylece bekledi. Dönmüyordu, onu kontrol etmiyordu. Ares'in gözünde birden önemsizleşmiş miydi yani, sinirle ayağa kalktı. Tehdit etmeden, sakın bir yere gitme demeden öylece onu yalnız bırakmıştı. Dış kapıya hiç acele etmeden yürüdü. Herhangi bir adım da Ares'in dibinde biterek onu geri getireceğini sanıyordu. Kapıya ulaştı. Başını çevirip Ares'in kaybolduğu köşeye bir bakış attı. Karanlıktı.
''Seni budala piç!'' diye hırladı. ''Yürüyerek bile olsa, senden uzaklaşacağımı hesap edemedin. Sersem...''
Kapıyı açıp dışarı çıktı. Başını kaldırdığında, gözleri kocaman açıldı ve kendinden beklemediği kadar güçlü bir çığlık attı. Bu bir korku çığlığı değildi... Hissettiği saf öfkeyle, delice bir haykırış boğazından kontrolsüz olarak yükseldi. Krizdeki kadar çılgın bir titreyişle, önündeki manzaraya baktı. Karşısında, belki on tane iblis duruyordu. Hepsi kan bürümüş gözler ve hırıldayan ağızlarından yere damlayan salyalarla evin önünde nöbetteydiler. Derken iblisler yana kaydılar ve Deimos'a yol verdiler.
''İçeri gir anahtar!'' dedi Deimos kükrer bir sesle. ''Bu gece dışarısı tehlikeli!''
''Görebiliyorum.'' diye isterik bir sesle homurdandı. ''Bekçi köpeği durumuna mı düştün Deimos? Senin için oldukça küçük düşürücü olmalı, yoksa hep istediğin şey miydi?''
Deimos korkunç dişlerini göstererek hırladı. ''Git, efendimi hoşnut et anahtar. Yoksa senin askerlerimi hoşnut etmeni sağlarım.''
Dünya küçümseyen bir bakışla Deimos'u süzdü. Tehdidinin ne denli boş bir tehdit olduğunun ikisi de bilincindeydi. Tam damarına basmak için ağzını açmıştı ki, kıyamet koptu. Açıklığın ortasında havanın içeri göçtüğünü ve ardından da büyük bir basınçla patlar gibi yırtıldığını gördü. Yırtılan boşluk, buz gibi nefes veren bir ağzı andıran karanlık bir yere açıldı ve karanlık yarıktan devasa yaratıklar fırladı. Dünya kaç tane olduklarını sayamadan, yarıktan saçaklı kıllara sahip devler ve devlerin ardından etekleri yerleri süpüren üç tane kadın çıktı. Hava iyice ayaza dönüşmüştü. Kadınlar bir şeyler mırıldanırken devler, iblislerle savaşmaya çoktan başlamışlardı.
Çürük mavi derilerini örten buzdan yapılmış gibi görünen kıyafetleri ve tamamen siyah gözleri vardı. Yaratıkların hiç birinin saçı yoktu. Ellerinde buzdan yapılmış silahlar belirdi. Savaş naraları eşliğinde iblislere ölümcül darbeler atıyorlardı. Deimos ve iblisleri gözlerinde vahşetin işaretiyle yarıktan dökülen savaşçılara karşı koyuyorlardı. Dünya kapıdan eve doğru iki adım geriledi. Ve yanından ok gibi fırlayan Ares'e neredeyse çarpıyordu.
Ares sessiz bir alevli mızrak gibi, buz savaşçılarının içine daldı. Evle savaşçıların arasında kalmaya özen göstererek önüne geleni devirmeye başladı. Buz savaşçıları güçlü olsa da, Ares'in öfkesi karşısında pek varlık gösteremiyorlardı, hatta bazıları korkuyla geriliyordu. İblisler sayıca azdılar ama yanlarına Ares gelince her biri doping almış gibi vahşileşti. Savaş, iblislerin tarafına dönüyordu. Küçülmeye başlayan yarıktan geçen buz savaşçıların ise ardı arkası kesilmiyordu. Ve Ares gelenlerden hiçbirinin Dünya'ya yaklaşmasına  dahi izin vermiyordu.
Dünya, iblislerin ağır bastığı savaşı izlerken; uğultuya benzer bir mırıltı duydu ve geride kalıp göze ilişmeyen üç kadına baktı. Kadınlar yan yanaydılar. Ellerini iki yana açmışlardı. Üç kadın mırıldanmayı bıraktı ve hafifçe öne eğildiler ve aynı anda nefeslerini üflediler. Dünya, kadınların hedefine doğru baktı. Ve tamamen istem dışı ve savaş başladığından beri hissetmediği korku dolu bir sesle fısıldadı.
''Hayır... Hayır... Ares...''
Kadınların üflediği nefes, buhardan oluşmuş bir yılan gibi hızla Ares'e seğirtti. Yılan nefes, Ares'e ulaştı ve karşısındaki devin işini bitirip doğrulan adamı bir sevgili gibi sardı. Ares'in acıyla dişlerini sıktığını gördü ama Dünya taş kesilmişti. İçinden bir şeyler adamı uyarmak veya atılıp korumak isterken; o, felç halinde, cadıların büyüsünün Ares'i almasını seyretti. İblisler delirmiş gibi haykırdı ve Deimos'un gözleri alev aldı. Buz savaşçıları, bu şok halinden yararlanarak iblisleri birer birer biçiyorlardı. Deimos, yere düşen Ares'i yakaladı ve ayağıyla yere vurdu.
''Eris, Phobos, Enyo!''
Ares acıyla kasılarak elini göğsüne koydu. Dünya adamın nefes almaya çalıştığını ama ne kadar zorlandığını görüyordu. Sanki adamın ciğerleri buza dönüşmüştü ve o nasıl oluyorsa, bunu hissediyordu. Yumruklarını sıktı, yanına gitmeyecekti, adam için üzülmüyordu. Ama o anda kolundaki bileklikte kristal bıçağı gördü. Özgürlüğün tatlı çağrısını duydu. Gözleri ışıldadı ve kıpırdamayan bacakları hareket etti. 
Ares'in yanına ilerlerken karşısına bir buz savaşçısı çıktı. Tamamen bıçağa yoğunlaştığı için her şeyi unutmuştu, devin elindeki buz kılıcını ona salladığını gördü. Ölümcül darbe, başka bir kılıç tarafından başının az ötesinde durduruldu. Durduran kişi Enyo denen iblis savaşçıydı. Korkunç kadın, buz devinin işini kolayca bitirdikten sonra, eliyle Dünya'nın boğazından tuttuğu gibi eve sürükledi ve salona fırlattı. Sonra kapıyı hızla çekti.
Nefes almaya çalışan Dünya afallamış bir halde yerden doğruldu. Dışarıdaki kükremeler, bağırışlar ve çarpışma sesleri her yeri inletirken düştüğü yerde öylece oturdu. Işıklar yansıyordu ve evin içini gündüze çeviriyordu. Derken sesler ve ışıklar kesildi. Dünya neler olduğuna bakmak için ayağa kalktı ve kapı kırılırcasına açıldı.
İlk olarak içeri Eris girdi. Soğuk bakışlı kadın, Dünya'ya hiç aldırmadan kapıyı iyice açtı. Ares yalpalayarak içeri girerken hemen ardında ona destek olmak için bekleyen Deimos vardı. Dünya açılan kapının ötesine baktı. Dışarıda lapa lapa kar yağıyordu... Antalya'da! Ağaçlar şimdiden buzlanmışlardı ve yerlerde cama benzeyen buz parçaları vardı. Ve kapı kapandı.
Zorlukla yürüyen Ares göğsünü tutarak kanepeye çöktü. Hırıltıyla nefes alıyordu ve suratı ölü gibiydi. Eris hemen yanına oturdu.
''Loki'nin işi!'' diye hırladı.
Deimos, kaslı kollarını geniş göğsünde kenetledi. Yüzünde hala aynı ölümcül ifade vardı ve onun bir şey yapmasını bekliyor gibi tetikteydi. Ares dudağını ısırdı ve canını yakan derin bir soluk aldı.
''Kahretsin.'' dedi ve gözlerini açmadan konuştu. ''Deimos, Dünya'yı odasına götür ve ben gelene kadar başında bekle.''
''Hayır!'' diye bağırdı. ''Beni bu lanet iblisle baş başa bırakamazsın!''
Çığlığı boşa gitti çünkü Deimos kolundan sertçe tutup sürüklemeye başlamıştı bile. Ares halsizce mırıldandı.
''Daha nazik Deimos.''
Deimos tutuşunu gevşetti ve onu kucağına aldı. Dünya'nın çırpınması, bu deli canavarda işe yaramıyordu. Odasına götürülüp yatağa bırakılana kadar sadece tepindi. Deimos kapının önüne gidip sırtını dayadı ve iğrenç gözlerini onun yüzüne dikti.
''Köpek!'' diye haykırdı. ''Olimpos'un pisliğini yiyen pis domuz!''
Deimos hiç tepki vermeden onu izliyordu. Dünya daha da çıldırdı. Yataktan kalkıp iblise saldırmaya çalıştı ama iblis onu kolayca yatağa geri fırlattı.
''Ares sana ne vaat etti?'' dedi Dünya doğrularak. ''O, güçsüz ölümsüz sana ne verecek? Senin arzuladığın ödül ne?''
Deimos dehşet dolu sırıtmasıyla Dünya'ya gözlerini dikti.
''Ares'in seninle işi bittiğinde o küçük dilini koparıp yemek...'' dedi tıslayarak. ''İşte, bu bir ödül!''
''Rüyanda görürsün iblis!''
Deimos dudaklarını yayarak sırıtmasını genişletti. ''Evet, görüyorum.'' Dedi ve dilini çıkarıp dudaklarını yaladı. "Lezzetli..."
Dünya kin dolu bakışlarını iblise çevirdi. Ares'e olan anlamsız sadakatlerini kırmanın bir yolu yoktu. Parmaklarını çarşafa geçirdi ve Deimos'un dehşetli korumasından kurtulacağı anı bekledi. Asteria gibi güçlü olsaydı veya lanetinin vereceği güce ulaşabilseydi...
Kapı açıldığında, Dünya bakışlarını Deimos'tan alıp kapıya çevirdi. Ares eli kapının kolunda ona baktı ve Deimos ile konuştu.
''Zarar görmüş mü?''
Deimos ''O kadar şanslı değiliz.'' diye cevap verdi.
Ares gözlerini, iblise hoşnutsuzca çevirdi. ''Phobos ile Enyo geri döndü. Sen dışarıya göz kulak olmaya devam edebilirsin.''
''Anahtar ne olacak?'' dedi Deimos.
''O seni ilgilendirmez.'' dedi Ares sertçe. ''Emirlerimi çok sorguluyorsun Deimos ve bu benim canımı sıkmaya başladı.''
Deimos, Dünya'ya doğru ters bir bakış attı ve Ares'e döndü.
''Emredersin Ares.'' elinin bir hareketiyle boşluk yarattı ve içinde kayboldu.
Ares tükenmiş bakışlarını Dünya'ya çevirdi. ''Yemeğini yememişsin, gel bana katıl.''
Dünya, iblisi taklit etti. ''Emredersin Ares.''
Ares'in düzgün kaşları çatıldı ve eli hala kapının kolunda olduğu halde iyice doğruldu.
''Ne saçmalıyorsun? Bu bir ricaydı.''
Dünya yatağın üstünden kalktı ve adama doğru yürüdü.
''İblis olunca sana nasıl davranmam gerektiğini öğreniyorum. Ne var bunda?''
Ares, Dünya yaklaşana kadar gözlerine baktı. ''Sen ne iblis olacaksın, ne de lanetli, bu yüzden saçmalamayı kes.''
Dünya, Ares'in öfkeyle kasılmış dudaklarına dokundu ve parmağıyla hatlarını okşadı. ''Hala umudun var, ne kadar yazık.''
Ares'in gür kirpiklerinin arasındaki gözleri Dünya'nın içini titreten bir hisle ışıldadı. Dudağında dolanan parmağı öptü ve eline alıp Dünya'nın elini çevirdi. Avucunun ortasına sıcacık bir öpücük kondurdu. Öptüğü noktanın karıncalandığını ve onu uyuşturduğunu hissetti. Dizlerine kadar inen akım bacaklarını güçsüzleştirdi. Ares sihirli dudaklarını ondan çekip bir nefes ötesinde fısıldadı.
''Seni özledim papatyam.''
Elini adamın elinden hızla çekti. Başı döndüğünden fazla uzaklaşamadan sendeledi. Ares onu belinden yakaladı ve kendine çekti. Gülümsemesi güneş kadar yakıcıydı.
''Acıktın sanırım.''
Dünya nihayet soluk aldı. ''Evet, hem de çok''
Ares'in yüzünde gezinen duygular Dünya'nın bedenine arzu olarak yansıyordu. Ares onu öpecek gibi eğildi ve iç geçirerek mırıldandı.
''Ben de çok açım sevgilim.''
Dünya dudaklarını uzattı ama Ares çekilince tüm öfkesi beynini kavurdu.
''Benimle oynamayı kes, lanet olası!''
Ares gülerek onu bıraktı ve salona doğru yürüdü. Dünya adamla iyi bir kavga etmeyi çok istiyordu ama elinde kristal bir bıçakla. Gözü, Ares'in bilekliğine ilişti. Bıçak yoktu.
''Seni mahvedeceğim iblis efendisi! Beni duyuyor musun, sen yalvarırken kalbini iğrenç göğsünden sökeceğim!''
Ares ona dönmeden seslendi. ''Aman ne yaratıcı!''
Dünya yumruklarını sıkarak adamı takip etti. Salonda sadece Eris duruyordu. Kadın siyah ipekler içinde, gecelikten farkı olmayan bir kıyafetle az önce Ares'in oturduğu kanepede uzanıyordu. Kedi gözüne benzeyen sarı gözleri Dünya'nın üzerindeydi. Dantelimsi kanatları, uzandığı kanepeden bir tül gibi sarkıyordu.
Dünya kadından bakışlarını alarak masadaki çantayı karıştıran Ares'e doğru yürümeye devam etti. Bir yandan da öfkesini kusuyordu.
''Senden kurtulduğumu sanmıştım. Acı içinde kıvrandığını görmek bugüne kadar yaşadığın en güzel andı.''
Ares masaya sandviçleri bıraktı ve iki şişe de meyve suyu çıkardı. Sonra çantayı sandalyenin üstüne bırakıp dibine kadar gelen Dünya'ya döndü.
''Biliyorum güzelim.'' dedi eğlenen bir yüzle. ''İsmimi nasıl fısıldadığını duydum.''
Dünya'nın kaşları çatıldı. ''Fısıldamadım!''
''Üzüldün.''
''Gerizekalı!''
''Duydum inkâr etme.''
''O mutluluktandı.''
Ares onu kendine çekti ve tüm savunmasını yıkan bir öpücükle onu susturdu. Dirseklerini kullanarak direnmeye çalıştı ama iki saniye sonra kollarını Ares'in boynuna sardı. Soluk soluğa adamdan ayrıldığında gücünü toplamak için çekimine girdiği bedene yaslandı.
''Kahrolası ölümsüz, mutluluktandı.'' diye mırıldandı.
Ares çenesini onun başına koydu. ''Ne sebeple olursa olsun, ismimi söylemene bayılıyorum.''
Dünya'nın kalbinde bir şeyler burkuldu. Adonis'in yardımıyla topladığı lanetinin küfrettiğini duyar gibiydi. Zorlanarak adamdan ayrıldı ve kendini sandalyenin üstüne bıraktı. Ares masadaki sandviçi ona doğru iterken omzunun üstünden iblise doğru baktı.
''Eris, sen de ister misin?''
Eris'in sesi kıvrak bir dansöz kadar oynaktı. ''Senden bir öpücüğe asla hayır demem Ares ama sonrasında, o insan gibi durabileceğimi de sanmam.''
Dünya'nın içinde bir şeyler kasıldı ve Eris'i bir kere daha parçalama isteğiyle doldu. Tepki vermemek zordu ama başardı. Ares hiç rahatsız olmadan güldü.
''Ben sandviçi kast etmiştim.''
''Ah, hayır.'' dedi Eris. ''Basit insan yemeklerinden hoşlanmıyorum. Benim zevkimi çok iyi bilirsin.''
Dünya dönüp pişkince sırıtan kadına baktı. ''Ben de biliyorum.'' Dedi tıslayarak. ''Çukur ve prangalar!''
Eris onu parçalara ayıracakmış gibi gözlerini kıstı ama bakışları Ares'e çevrildiğinde yüzü düzeldi ve başını geriye yasladı. Ares yanına oturdu ve sandviçin ambalajını sıyırıp ekmeği yemeye başladı. Bu kadar mıydı yani? Eris'i tahrik ettiğinde kadının ona saldıracağını ve Ares'in de kadını kovacağını düşünmüştü. Bir anlığına... Umudu kursağında kaldı.
Midesi oldukça boştu o yüzden nazlanmadan sandviçle ilgilenmeye başladı. Bir yandan da Ares'in nasıl o kadar çabuk kendini toplayabildiğini merak ediyordu. Az önceki büyü adamı çökertmişti. Gözleriyle görmüştü ama şimdi Ares son derece çarpıcı bir ışıltıyla yanında oturuyordu. Neden işler sürekli sarpa sarıyordu? Bu adam neden ölmek bilmiyordu?
İkinci sandviçini bitiren Ares, bir diğerine geçti. Dünya geride kalan sandviçe yan gözle baktı ve uzanıp kendi tarafına bıraktı. Ares'in gülümsediğini hissetti ve hissedebildiği için de kendine kızdı. Dengesiz hislerinin, adamın her hareketine tepki vermesi mi gerekiyordu veya birbirlerine neden bu kadar dikkat ediyorlardı ki?
Ares kendi meyve suyunu alıp masadan kalktı. Dünya izlememeye çalışırken gözleri, iradesinin dışında adama doğru çevriliyordu. İçini kemiren fare, onu, hem sinirlendiriyor, hem de endişelendiriyordu. Çünkü Eris, adama sanki bir külah dondurmaymış gibi bakıyordu. Ve yalamak için can atıyor gibiydi. Ares koltuğa oturduğunda Eris kanepeden yere kaydı ve bir kedi gibi sırnaşarak Ares'e doğru yaslandı. Ares hiç rahatsız olmadan şişeyi başına dikmeye devam etti.
Dünya elindeki ekmeğin parmaklarının arasında ezildiğinden bihaber kadına bağırdı.
''Çek ellerini ondan kaltak!''
Eris gözlerini devirdi ama kımıldamadı. Ares ise bıkkınca Dünya'ya bakmakla yetindi. Dünya elinde sıktığı ekmeği fark ederek parmaklarını gevşetti ve ayağa kalktı.
''Kime diyorum?''
Eris, Ares'in omzuna başını koydu. ''Burada bir kaltak var, o da sensin.''
Dünya hışımla kadına yürüyünce Ares ayağa kalktı ve iki kadının arasında durdu.
''Tamam, Eris sen benim odama git. İhtiyacım ol...''
Dünya bir çığlık gibi adamın lafını kesti. ''Ne demek benim odama git. Başka yere siktirsin gitsin!''
''Yeter artık Dünya!'' dedi Ares onun kolunu tutarak. ''Sabrımı zorluyorsun.''
''Zorluyor muyum aman ne güzel! Sen Eris'i yatağına çağır, sonra sabrını zorlayan ben olayım.''
''Ben Eris'i yatağıma çağırmadım.''
''Odama git demek sanki bir çağrı gibi geldi bana!'' diye hırladı.
Ares cevap vermeden önce, birkaç saniye Dünya'nın yüzüne baktı. ''Odamda kalacağımı nereden çıkardın?''
Dünya adamın yüzüne baktı kaldı. Uyuşmuş beyni sözlerini anlamakta zorlanıyordu. O sırada kapı açıldı ve Dünya felçten kurtuldu. İçeri giren Deimos'a baktı, hayır, bu diğeriydi. Ürkütücü irilikteki iblis doğrudan Ares'e konuştu.
''Loki'nin işi tamam.'' dedi iblis. ''Uzun bir süre kendine gelemez.''
Eris'in kıkırdadığını duydu ve gözlerini nefretle kadına çevirdi. Aldırmaz bir tavırla ayağa kalkan kadın merdivenlere doğru salınarak yürüdü.
''Çok üstüne gitmeseydiniz.'' dedi Ares, onu bırakarak.
Phobos homurtuyu andıran bir sesle güldü. ''Dizlerinin üstüne çökmüş, Enyo'dan af dilerken hala tek parçaydı.''
''İyi.'' dedi Ares. ''Enyo ve senin hizmetine şimdilik ihtiyacım kalmadı. Gidebilirsiniz.''
***
Phobos odadan çıkarken Dünya, Ares'ten yayılan kudret karşısında sakinleşti. Kraldan öte bir efendiydi, gücü havaya elektrik misali dağılıyordu. Ve altın gözlü savaş tanrısı ona baktı.
''Artık güvendesin papatyam.''
''Saldıranlar Loki'nin savaşçıları mıydı?'' dedi kendini toparlayınca.
Ares başını salladı. ''Adi herif, koruma olmadığını hissettiği an şeytanlarını göndermiş.''
''Sen hazırlıklıydın. Nasıl bildin?''
Ares sandalyenin üstündeki çantaya doğru yürüdü. ''Uzun süredir onlarla birlikteyim. Tahmin etmek zor değil.''
''Ben anlamıyorum.''
Ares çantayı eline alıp ona geri döndü. ''Evlerin korumaları bizi büyülerden koruduğu gibi düşman gözlerden de saklar. Yani ben Olimpos'un korumasında olsaydım, Loki'nin benim yerimi saptayıp saldırması zor olacaktı. Ve saldırdığında da Olimpos'un öfkesini üzerine çekecekti.''
Dünya onu belinden tutarak odasına yönlendiren adama karşı koymadı. Sohbetin konusu daha ilgisini çekmişti. ''Diğerleri senin yanında olduğunda koruma geçerli oluyor mu?''
Ares başını salladı. ''Evet o yüzden bizimle kalmak istediler ama bu çok riskli. Benim çok fazla düşmanım var.''
''İblisler seni koruyor ama!''
Ares onu kapıdan geçirirken cevapladı. ''Apollon ve diğerleri benim iblislerden yardım almamı istemiyorlar.''
Dünya sırıttı. ''Onları tamamen bırakacağını düşünüyorlar.''
Ares duraklayıp yüzüne baktı. ''Hayır, sevgilim, benim onları terk etmeyeceğimi biliyorlar. İblislerin bu boyuta fazla gelmesi, insanların kötücül duygular ve korkulara kapılmasına yol açıyor ve saldırganlaşıyorlar. Bu yüzden yerleşim alanlarından bu kadar uzağa gelmek istedim.''
Dünya kaşlarını çattı. ''Neden önemsiyorsun ki, sen bir iblis efendisisin. Sıradan insanlar neden umurunda olsun?''
''Bu, hiç hoş bir yakıştırma olmadı.''
Dünya elini salladı. ''Hoş veya değil, doğru bir unvan. Ayrıca yaptığın çok anlamsız; insanları korumak için dağın tepesinde hapis kalıyorsun, Olimpos farelerini korumak için de konforundan feragat ediyorsun. Ve tüm bunları, onları kandırarak yapıyorsun.''
Ares tek kaşını kaldırıp ona baktı. ''Zekana hayran kalmamak imkansız tatlım.''
''Haklı mıyım? Olimpos'tan beni gözlerden saklayamayacağın için ayrılmadın, oraya saldırılmasını engellemek için ayrıldın. Ve hepsini gönderdin ki, seni kolayca bulabilsinler. Loki veya diğer düşmanların koruma olmadığından seni öldürmek için buraya gelebileceklerdi ve iblislerin ile karşılaşacaklardı. Böylece sana saldırmayı hesaplayan düşmanlarına gözdağı vererek gücünü gösterdin. Zavallı Loki, neredeyse onun için üzüleceğim.''
Ares güldü. Dünya'nın varsayımı hoşuna gitmişti. Dünya tuhaf bir gururla ve bu duygunun getirdiği hoşnutsuzlukla doğruldu.
''Her neyse, yine de anlamadığım bir şey var.''
Ares sırıtarak çıplak kolunu, parmağıyla okşadı. ''Neymiş çok merak ettim.''
''Ölü gibi içeri girdikten sonra beni dışarı çıkarttın ve on dakika sonra son derece canlı olarak kapıda belirdin. Neden ölüp gitmedin?''
''Bunu çok isterdin, değil mi?'' diye mırıldandı.
Bir yandan da parmakları, Dünya'nın omzuna doğru tırmanıyordu. Dünya sözlere yoğunlaşması gerektiğini kendine hatırlatarak adamdan uzaklaştı.
''Konuyu değiştirme.''
Altın gözler ona dikildi. ''Bir büyü yapılır, başka bir büyüyle kırılır sevgilim. Aynı senin lanetin gibi, bağlandığı şeyi bulduğum zaman, senin lanetini de kıracağım. Asteria büyüyü neye bağladı, söyle, seni kurtarayım.''
''Hala hayal dünyasındasın...'' dedi, gözleriyle adamın çekiciliğini bir şarap gibi içerken.
''Ben o Dünya'yı da seviyorum.''
Ares'in sözleri karşısında bir kez daha kalbinden vuruldu ve laneti kanatlarını iyice kapatıp karanlığa yuvarlandı.
''Böyle konuşma!'' diye tısladı.
''Nasıl?'' dedi sahte bir şaşkınlıkla. ''Ben ne dedim ki?''
Dünya adamı omzundan ittirdi. ''Bu boş sözlerinle beni etkileyebileceğini sanıyorsan yanılıyorsun sersem herif. Sadece komik oluyorsun.''
Ares çantayı yatağın üstüne bıraktı. ''O zaman sen de gülümse. Çünkü gülümsemene de bayılıyorum.''
Dünya derin bir nefes aldı, tam konuşmamaya karar vermişti ki, taşıdığı çantaya gözü ilişti. ''Ne var o çantada?''
Ares çantayı yatağa boşalttı. İçinden birkaç parça kıyafet yatağın üstüne saçıldı. Birkaç tane uzun kollu tişört, pantolon, iç çamaşırı ve pijamadan oluşan kıyafetlere baktı ve sonra da kaşlarını çatıp Ares'e.
''Benim kıyafetim üstümde zaten aptal. Tasarımı mı beğenmedin mi?''
Ares onu süzdü. ''Tam tersi fazlasıyla beğendim. Fakat sana bakan gözlerin bakışlarını hiç beğenmedim. O yüzden ya bunları giyersin, ya da üstündekinden de olursun.''
Dünya bu tehdide pabuç bırakmadı. ''Gel de çıkar o zaman çünkü sanırım ikinci seçenek hoşuma gitti. Gerçi biraz geç gelseydin, Adonis çıkartmamda yardım edecekti ama sen gelince ürktü.''
Ares'in alaycılığı mum gibi eridi ve onun yerini buz gibi bir ifadeye bıraktı. Gözlerinden taşan öfke karşısında Dünya bir an gerilemeyi düşündü ama dişlerini sıkarak yerinde durdu. Ares'ten gelecek bir harekete karşı savunmaya geçmişti ki, Ares kendi kendine homurdanarak kapıya gitti. Kilidi çevirdi ve anahtarı, pantolonun cebine attı. Dünya'nın yüzüne bile bakmaksızın tişörtünü üstünden sıyırdı ve öfkeyle sandalyeye fırlattı. Sonra yatağın içine girip başını yastığa gömdü.
Odanın ortasına öylece kalakalmıştı. Kilitli kapıya bir bakış attı, sonra da umarsızca yatmış Ares'e. Yapabileceği tek şeyi yaptı, yatağın üstündeki kıyafetleri alarak yere fırlattı ve nefes nefese kalana kadar üstünde tepindi. Yeterince hırsını çıkardıktan sonra sakinleşti. Yatağa doğru sakinleşmiş adımlarla yürüdü, içine girip kollarını Ares'e doladığında, adamın bıkkınca iç çektiğini duydu.
''Bir an hiç durmayacağını sanmıştım.'' Dünya'nın elini, kendi göğsünün önüne çekti ve sırtını onun göğsüne yaslandı. ''Tatlı rüyalar papatyam.''
Hareketlerindeki rahatlık karşısında sinirlenen Dünya, dişlerini adamın omzuyla boynu arasındaki yumuşak tene geçirdi. Dişlerini onun canını acıtmak için daha çok bastıracaktı ki, Ares'in kısık sesle inlemesi karşısında teni ürperdi ve dudaklarını adamdan çekti. Bu ses... Hıım, çok hoştu, hayır, berbat bir şeydi.
***
Uyandığında yatakta tek başınaydı. İnce örtüyü üzerinden attı ve gözlerini ovuşturarak doğruldu. Yarı kör, üzerine baktı. Ares'in pek boş durmadığını gördü çünkü üzerinde dün gece tepesinde tepindiği pijama vardı.
''Zeus'un aptal piçi!'' diye homurdanarak ayağa kalktı.
Lambayı açtı ve kendi tişörtüne bakındı. Ares'in getirdiği kıyafetler dışında başka giysi olmadığını görünce derin bir iç geçirdi. Dediğim dedik ölümsüz onu çıldırtıyordu ama dudağının kıyısında beliren gülümsemeye de engel olamadı. Bir parça kıyafet yüzünden adamın delirmesi ne kadar aptalcaydı, değil mi? Sonra suratını astı. Ares yanında değildi, acaba Eris neredeydi? Üzerini değiştirip doğruca Ares'i aramaya çıktı ve içinden de umarım ikinizi bir arada bulmam diye söyleniyordu.
Salona geçti. Ve odadaki tüm gözler ona çevrildi. Ares, Artemis ve Apollon masada kahvaltı ediyorlardı, Eros ise elinde bir elmayla koltukta oturuyordu. Eros onu görünce yüzünde kocaman ve iğrenç bir gülümsemeyle şakıdı.
''Günaydın Dünya.''
Dünya adama ters bir bakış attı ve kaşlarını çatarak kahvaltı masasına doğru yürüdü. Artemis ve Apollon da onu selamladılar ama Ares sesini bile çıkarmadan yemeğiyle ilgilendi.
''Size kahvaltılık bir şeyler getirdik.'' Dedi Artemis neşeyle ve bir tabak dolusu omleti onun önüne sürdü.
''Şükür, bir işe yaradınız.'' diye homurdandı.
Apollon, başı önde omletini kurcalayan Ares'e doğru eğildi. ''Geceyi seninle geçirdiği nasıl da belli.''
Ares kaşlarının altından adama bakıp hınzırca sırıttı. Dünya sürekli içinde dolanan öfke kıvılcımlarının yeniden canlandığını hissetti.
''Öküz gibi yatmayı tercih etmek, geceyi geçirmekse, ah! Evet, Ares en iyisini yaptı.''
Artemis'in gülmekle kahkaha atmak arasındaki kararsız bakışına karşılık Eros ve Apollon aynı anda kahkahayı patlattı. Ares bile bıyık altından gülünce Dünya daha da öfkelendi. Başını eğdi ve omletini hırsla yemeye başladı.
''Sanırım bu gece de kalmanız gerekecek Ares.'' dedi Apollon. ''Ghede ve Kuzgun hala evde, seninle konuşmak istiyorlarmış.''
Artemis araya girdi. ''Ne isteyeceklerini de sen biliyorsun.''
Ares derin bir nefes aldı ve kahvesine uzandı. ''Cevabımı da onlar biliyor.''
''Kuzgun seni ikna edeceğine emin.'' dedi Eros elma dolu ağzını şapırdatarak. ''Ghede ise sadece meraktan kalıyor ama bugün boyutuna geri dönmesi gerek. Ölüler gecesini kutlamak için ayine hazırlanacakmış.''
Artemis, Ares'e doğru çekinerek baktı. ''Ares...'' adam ona döndüğünde devam etti. ''Sen ve Adonis dün kavga mı ettiniz?''
''Neden sordun?''
Artemis omuzlarını kaldırdı. ''Yani, Adonis sabaha karşı geldiğinde karşılaştık. Çok üzgündü. Bize bir şey söylemeden odasına çekildi.''
Ares sandalyesinde doğruldu. ''Onu gece gönderdim sonra başına ne geldi bilmiyorum.''
Apollon düzgün kaşlarının altından Ares'e baktı. ''Sabaha kadar burada değil miydi?'' Ares olumsuz anlamda başını sallayınca sakin durmaya çalıştığı belli olan bir sesle konuştu. ''Anlaşmamız neydi Ares?''
''Anlaşmayı onayladığımı hiç söylemedim.''
''Senin onayını hiç sormamıştık.'' dedi Apollon.
Ah, sinirlenince ne kadar seksi oluyordu. Dünya karnını doyurmayı bırakıp sarışını izlemeye başladı. Bronz teninden yansıyan sabah güneşi adama ayrı bir çekicilik katıyordu. Sanki güneş sadece adamı süslemek için doğmuştu. Apollon'un çıkışı karşısında Ares aldırışsız bir tavırla kahvesini yudumladı. Apollon masmavi gözlerini kıstı.
''Seninle konuşuyorum Ares, biraz ilgileniyor gibi davranabilirsin. Dün koruma yokken mi buradaydın?''
Ares gözlerini kaldırıp Apollon'a baktı ve başını salladı. Apollon derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı. Belki en iyi azarını ayakta atabiliyordu, bu düşünce Dünya'nın sırıtmasına yol açtı.
''Yani dışarıdaki durumun sebebi, dün gece bir saldırıya uğradığın içindi, değil mi? Yani dediğin gibi; Dionysos, doğa perilerini eğlence için göndermemişti. Hani şu Adonis hayranı olan gürültücü perileri!''
Sesi neden hala sakindi? Kendini beğenmiş Ares'e güzel bir ders vermeye ne zaman başlayacaktı? Eris yüzünden hala adama kızgındı ve Apollon'un adamı biraz hırpalamasını umut ediyordu. Çünkü kendisi bir türlü başaramıyordu. 
''Evet.'' dedi Ares. ''Halledildi. Hem çok fazla da hasar yok.''
''Baş iblis efendiler mi?'' dedi Apollon. ''Sana onlar mı yardım etti?''
Eros ise başka bir yönden yaklaştı. ''Kim saldırmış?''
Ares masumca omzunu silkti. ''Bilmiyorum, ben evdeydim. Karmaşa olunca içeride, Dünya'nın yanında durdum.''
Artemis inanmaz bir ifadeyle güldü. ''Sen mi? Yalanın da böylesi!''
Apollon, Ares'in yanına oturdu ve elini omzuna koydu. ''Buna kimseyi inandıramazsın Ares. Şimdi, uslu bir çocuk olup dün geceyi baştan anlatır mısın?''
Ares pes ederek başını salladı. ''Peki ama dün gece geçti bitti. Kimseye de bir zarar gelmedi. Bu yüzden büyütüp beni engellemeye çalışmayın. Bu işten gerçekten de sıkılmaya başladım.''
Apollon otoriter bir sesle konuştu. ''Tek çıkış yolunu sen biliyorsun. Bugün zarar gelmedi diye sorumsuzluğuna devam etmene izin vermeyeceğim.''
''Aynı Zeus gibi konuştun.'' diye suratını buruşturdu.
Apollon omzunu silkti. ''Ataya çekiyorsun bir yerde.''
Onlar konuşurken Eros yanlarına gelmişti. Dünya'dan en uzak tarafa oturdu ama yüzünde ne kırgın, ne de küskün bir ifade vardı. Sadece Ares'in anlatacaklarını dinlemeye gelmişti. Bebek suratına ilgili bir ifade verip izlemeye başladı. Ares konuşunca Dünya bakışlarını Eros'tan alıp adama çevirdi.
''Şakası bile kötü. Sakın o adama benzeyeyim deme.'' dedi Ares şakacı bir bakışla.
Artemis sahte bir sırıtmayla dudaklarını gerdi. ''Apollon, Ares yine konuyu kaynatıyor haberin olsun.''
''Fark ettim tatlım.'' dedi Apollon. ''Merak etme, ben şimdi rotasını çeviririm.''
Ares sahteliği belli olan inanmaz bir tavırla ellerini havaya kaldırdı. ''Neden sürekli benim yaptıklarımı tartışıyorsunuz?''
Eros çenesini eline koydu. ''Sırada Afrodit'e yaptığın da var. Anlatmaya çabuk başlasan iyi edersin. Yoksa akşama kadar burada otururuz.''
''Afrodit'e ne yapmış?'' dedi Artemis. Dünya da en az kızıl kadar meraklanmıştı. Dün gece Ares'in hesapçı gülümsemesi aklına geldi ve pek hoş bir şey olmadığını düşündü.
''Baş belaları!'' diye homurdanan Ares, dün geceyi kısaca onu dinleyen gruba anlattı. Üç büyücü kadını ve yaptıkları müthiş büyüyü özellikle atlamıştı. Anlatması bitince Apollon'a döndü. ''Hepsi bu, sorun edilecek bir şey değilmiş, değil mi?''
Dünya, Afrodit olayına geçmesi için sabırsızlanıyordu ama atladığı noktanın önemli olduğunu hissetti.
''Büyücüleri neden anlatmadın cehennemimin bekçisi?'' dedi Dünya, tatlı bir sesle. ''Üç kadının seni tek nefeste ölümün kıyısına gönderdiğini neden atladın?''
Ares parıldayan gözlerini ona çevirdi ve yan bir sırıtmayla gözlerinin içine baktı. ''Çünkü gözümün gördüğü tek kadın sendin. Onları çoktan unuttum.''
Dünya kalbinin köşesindeki kıpırdanmaya aldırmadan dudağını büktü. Aniden gelen mutluluğu geriye atarak gülümsememeye çalıştı ve küçümser bir sesle konuştu. ''Daha orijinal bir söz beklerdim ama bu da idare eder.''
Ares gülümseyerek başını çevirdi ve ona bakan üç kızgın yüzle karşılaştı. Gözlerini devirdi. ''Tamam, büyücüleriyle beraber gelmişler. Kadınlar ufak bir büyü yapınca biraz halsiz düştüm. Hemen geçti...''
''Sirona'ya gidiyorsun!''
Apollon'un bu emri karşısında Ares'in omuzları düştü. Apollon ''Şimdi!'' diye ısrar edince Ares ayağa kalkmak üzere olan adamın kolunu tuttu.
''Büyü kırıldı Apollon. Onu çağırdım, büyüyü kırdı ve ben şimdi çok iyiyim.''
''Saldıran kimdi?'' dedi Eros yeniden.
''Bilmiyorum dedim ya.''
''Şaşırtmayı denedim.''
''Hiç başarılı değilsin o zaman.'' dedi Ares ve arkadaşına kocaman bir gülüş gönderdi. Dünya dişlerinin arasından söylendi.
''Loki'' dedi ikisinin bakışması karşısında köpürerek. ''Dün saldırı emrini veren kişi Loki idi.''
Ares limon yemiş gibi yüzünü buruşturduğunda Apollon elini masaya vurup ayağa kalktı.
''Buna nasıl cesaret edebilir!'' adamın öfkesi güneş kadar yakıcıydı. ''Olimpos'a nasıl saldırabilir.''
''Ben Olimpos değilim Apollon...'' dedi Ares adamın sakinleştirmek için. "Zaten onu..."
Apollon adama doğru eğildi ve Ares'i yakasından tuttuğu gibi yüzüne iyice yaklaştırdı. ''Sen Olimpossun baş belası serseri! Ve sana yapılmış bir saldırı hepimize yapılmış demektir. Loki bunu ödeyecek!''
Aynı hırsla Ares'i bırakınca, uğradığı ani saldırıyla şok olan Ares sandalyesine düşer gibi geri oturdu ve kısık sesle konuşmasını sonlandırdı. ''Cezalandırdım.''
Apollon ışıltılı gözlerini kıstı. ''Enyo mu?''
''Ve Phobos'' diye ekledi Ares.
Artemis küçük bir kız gibi kıkırdadı. ''Oh, inanamıyorum çok acımasızsınız.''
Apollon geri yerine oturdu. ''Yine de ona küçük bir hediye gönderebilirim.'' Diye kendi kendine mırıldandı. "Hak etti, aşağılık buz torbası!"
Eros'un sesi de tam o sırada kulağını tırmaladı.
''Peki, Afrodit cezalandırılmak için ne yaptı?''
Başını eğip suçlu suçlu dudağını sıkan tek kişi, Ares olmuştu. Eros'un anlattığına göre Afrodit'in vücudundaki tüm kıllar dökülmüştü, saçları, kaşları, kirpikleri... Tam bir epilasyondan geçmişti. Ve buna neden olan şey bulunamamıştı. Ares boşlukları tamamladı. Afrodit'in hazırladığı aşk iksirini iblisin birine içirmeleri, kadının yaptığı büyünün geri tepmesini sağlamıştı. Yarım akıllı iblis, doğal olarak olumlu bir duygu sahibi olamazdı, yani aşk iksiri dedikleri lanet geri tepmişti. Afrodit bu geri tepmeyi tüm şiddetiyle üstlenmek zorunda kalmıştı, buna rağmen iksirin işe yarayıp yaramadığından bile kadının haberi yoktu.
Afrodit odasına kapalı kalmıştı ve görüntüsünden dolayı çıldırıyordu. Eros'u bu halinin neden olduğu büyü tepmesi konusunda yardım etmesi için çağırmıştı. Zerre kadar bile olsun, Ares'ten kuşkulanmıyordu, çünkü bazı büyülerin bedeli vardı. Eros'a itiraf edemediği ama adamın bildiği büyünün, işe yaraması için bu çirkinliğine çare bulana kadar saklanmaya razıydı. Tek derdi onu bu şekilde birinin görmesiydi. Eros'a sorduğu diğer soru ise, Ares'in farklı davranıp davranmadığıydı. Onu soruyor muydu? Merak ediyor muydu? Görmek istiyor muydu? Eros, adamı o iyileşene kadar oyalayabilir miydi?
Ares, kadının bir ay sonra normale döneceğini söyledi. Büyünün geçmesi için ayın bir kez dönüş yapması gerekiyordu. Eros bu müjdeyi Afrodit'e vermeyecekti, yaptığı şeyin cezasını çekmesine karar verdiler. Dünya, Afrodit kaltağının ayakaltından çekilmesine memnun iç geçirdi.
''Aptal kadın!'' dedi. ''Ares uğruna katlandığı şeye bak. Başına gelenin de Ares sayesinde olması da ayrı bir komedi.''
Artemis ona tuhaf bir bakışla döndü. ''Sen olsan ne yapardın? Yüzyıllardır beklediğin adam, tam ona sahip olacağın zaman, bir insanı sevdiğini söyleyip seni terk etseydi. Onun aşkı uğruna, lanete razı olmaz mıydın?''
Dünya gözlerinin Ares'e doğru dönmesine mani olamadı. Altın gözlü ellerini masada birleştirmiş parmaklarına bakıyordu. Vereceği cevap için gerildiği belliydi. Fakat Dünya uzun bir süre cevap veremedi sadece Ares'e baktı. Yaptığı şey, bir nevi öyle değil miydi? Asteria onu lanetlediği zamandan, lanetin işlemeye başladığı vakte kadar Ares'e ne pahasına olursa olsun bağlı kalmaya devam etmemiş miydi? Adamın göğsünü süsleyen yıldızların verdiği acıyı kendininmiş gibi hissettiği zamanları hatırladı. Onca belaya Ares'in sevgisi için karşı durmamış mıydı? Yokluğunun korkusuyla çılgına dönmemiş miydi?
Uzun süren sessizlik sonunda Ares koyu renk kirpiklerinin güzelleştirdiği gözlerini ona doğru çevirdi. Hüzünlü gölgelerin bile kapatamadığı ışıltılı harelere bakarken Dünya'nın içi titredi. Dudakları kendiliğinden oynadı.
''Ben zaten lanetlendim.'' diye fısıldadı.
***
Apollon, Eros ve Artemis öğleden sonra Sedna'nın ayininin ikinci kısmına katılmak için evden ayrıldı. Ölümsüzlerin gidişinden sonra Dünya, sessizce, oturduğu koltuktan doğruldu ve odasına yürüdü. Yarı yolda Ares'in sesiyle durakladı.
''Dünya!'' diye ona seslenen ölümsüzün yaklaştığını hissetti. ''Kendini kötü mü hissediyorsun?''
Yanı başına gelen adama bakmadan yanıtladı. ''Hayır, gayet iyiyim. Sen oldukça becerikli bir gardiyansın.''
Ares parmağıyla çenesine dokundu ve göz göze gelene kadar başını yükseltti. Dünya hiçbir şey hissetmiyordu sanki içinde ne var ne yoksa ölmüştü. Kuru bir çölü yansıtan bomboş bakışlarını, endişeyle ona bakan Ares'e dikti.
''Bana bağırmanı veya saldırmanı tercih ederdim.'' dedi adam pek başarılı olmayan gülümseme denemesinden sonra birden Dünya'ya sıkıca sarıldı. Dünya tepkisizce Ares'in kollarında bekledi. ''Yalvarırım sevgilim bana bağlantıyı söyle, lanetinden seni azat edeyim.''
''Beni bırakmalısın.'' dedi Dünya fısıltı gibi bir sesle. ''Böyle yavaşça öldürmektense beni serbest bırak.''
Yakışıklı ölümsüz hüzünlü bakışlarla onun yüzünü süzdü ve mırıldandı. "Yapamam..."
Ares daha sıkı sarıldı, sanki Dünya'yı göğsüne sokup orada tutmak istiyordu. Dünya'nın bedenini karıncalandıran bir ısı dalgası sardı. Uyuşmuş veya ölmüş tüm sinirleri, elektrik verilmiş gibi canlandı. Kalbinin çevresinde kıvrılmış uyuyan ejderhalar uyandılar ve kükreyerek yeniden savaşmaya başladılar. İblis canavarı ve Dünya'nın enerjisinden oluşmuş canavar birbirine girerken laneti hala kanatlarının kozasında az kalan soğukluğu korumaya çalışıyordu. Ares kulağına doğru mırıldandı ama Dünya içindeki karmaşadan dolayı sözlerini anlamadı. Ares'in ondan uzaklaştığını hissetti ama izin veremezdi. Yoksa korkunç canavarlar, Dünya'yı ateşleriyle kavururlardı. Adam alnını, onun alnına dayadı ve fısıltıdan güçlü olmayan bir sesle konuştu.
"Asteria ile birlikte olmadım sevgilim. Seni tanıdıktan sonra senden başkasına yatağımı açmadım. Sana yemin ediyorum. Sen benim her şeyimsin papatyam. Lütfen... Lütfen aşkımız için bana yardım etmelisin çünkü sen yardım etsen de etmesen de, ben savaşmaya devam edeceğim."
Aniden bedenini esir alan mutluluk karşısında iyice güçsüz düştü. Ruhunda çarpışan güçler zavallı bedenine ağır geliyordu ve dayanacak hali kalmamıştı.
''Ares'' diye mırıldandı ve kollarını adama sıkıca doladı. ''Lütfen eve dönelim. Olimpos'a...''
Sözlerinden sonra canavarların hiddetine daha fazla dayanamadı ve teslim oldu. Hissettiği tek şey, onu esir alan umutsuzluğun ve sevgisinden kaynaklanan umudun verdiği şiddetli acıydı. Ares'in ismini seslendiğini belli belirsiz duydu. Sonrasında karanlık onu esir aldı.
***
Gözlerini araladı. Olmaması gereken bir yerde olduğunu anlaması birkaç saniyesini aldı. Olimpos'taki kendi odasındaydı. En son hatırladığı da, Ares'in ona sarıldığı andı, sonrası dehşetli bir karanlıktı. Beyni uğulduyor ve teninin normalden sıcak olduğunu hissediyordu. Kurumuş dudaklarını yaladı. Bir bardak hemen dudaklarıyla buluşunca şaşırmayı sonraya bıraktı ve suyun hepsini bitirdi. Başı nazikçe yastığa geri bırakıldı. Bakışlarını ona yardım edene doğru çevirdi. Adonis, endişenin yerleştiği gözlerini ona dikmişti.
''Çok sayıkladın.'' dedi adam gülümsemeye çalışarak.
''Küfür mü?''
Adonis başını sağa sola salladı. ''Hayır.'' dedi ve sandalyesinde doğruldu. ''Birkaç defa Ares,  birkaç kez de papatya ve kolyem dedin. Gerçi benim için küfür sayılabilir, bakış açısına bağlı.''
''Neden buradayım?''
Adonis alnına düşmüş saçları geriye taradı. ''Eve dönmek istemişsin. Odana tek girebilen ve yaşayan ben varım, o yüzden sana göz kulak olmak için seçildim.''
Dünya yana döndü ve kolunu yastığın altına soktu. ''Başka bir değişle, Ares'in önemli bir işi vardı ve kimsenin izinsiz giremeyeceği ikinci odada durmam daha sağlıklıydı.''
Adonis öpülesi dudaklarını ısırdı ve gerçek bir gülümsemeyle, onu doğru varsayımı için ödüllendirdi. Dünya bir kedi gibi gerindi ve bu arada konuştu.
''Kafamı karıştıran şey, beni neden sana emanet etti?'' Adonis'e baktı. ''Hiç mi kıskanmıyor bu adam?''
''Sanırım bana güveniyor.'' dedi Adonis basitçe.
Dünya yorganı üstünden sıyırarak doğruldu ve yatağın yanında sandalyede oturan Adonis'in bacaklarına ellerini koydu. Kendini, onun yüzüne doğru yükseltti. Yavaş hareket ediyordu ve Adonis'in kıpırdamadan onu seyretmesinden dolayı heyecanlanmıştı. Yüz yüze kaldıklarında yapabileceği en yumuşak tonda sordu.
''Peki, ya sen?'' dedi biraz daha yaklaştı. ''Sen kendine güveniyor musun?'' Adonis cevap vermeyince kendini adamın kucağına çekti ve oturdu. ''Kimse odaya giremez. Kimse bu odada ne yaşandığını öğrenemez.''
Adonis muhteşem dudaklarını, onun dudaklarına sürttü ve fısıldadı. ''Senin koca çenen ne olacak, ispiyoncu aşkım?''
Ve geri çekildi. Dünya hevesinin kursağında kaldığına mı kızsın, yoksa Adonis'in sözlerinin doğruluğuna mı bilemedi. Yükselen öfkesini bastırdı ve Adonis'e çapkın bir gülücük gönderdi.
''Sana kızmıştım.'' dedi masum bir yüzle. ''Ares'ten korktuğun için beni istemediğini düşündüm. Sen de haklı olduğumu ispat ettin. Geri çekildin.''
Dünya parmaklarını, Adonis'in gömleğinin düğmelerinde oyaladı. ''Şimdi yaptığın gibi sürekli geri çekiliyorsun ve ben bundan iyice sıkılmaya başladım.''
Adonis onun ellerini çekip kendinden uzaklaştırdı. ''Sıkıldıysan benimle oynamayı bırakırsın aşkım çünkü...''
Adonis'in sesi titreyince Dünya'nın ilgisini çekti. Salıverilen elini yeniden gömleğin düğmesine götürdü ve üsttekini açtı. Elini yavaşça açıklıktan içeri sokup omzundan ensesine değin okşarken, Adonis'in onu engelleme isteği veya ona katılma isteğiyle kasıldığını hissetti. Dünya adamı ikna edeceğini umarak mırıldandı.
''Çünkü...'' dedi ve diliyle adamın çenesinden alt dudağına kadar yaladı. Dudağın kenarında mola vererek fısıldadı. ''Lafını tamamla aşkım.''
Adonis sarhoş gibi Dünya'ya doğru eğildi ve dudaklarını onun dudaklarına bastırdı. Ellerini onun beline sardı ve kendine doğru çekti. Bir süre her şey çıldırdı, dudaklarından öteye geçmek ister gibi birbirlerine saldırdılar. Dünya yaşadığı coşkuyla başı döndü. Tüm bedeni enerji dolmuştu varlığını unuttuğu enerji onu tamamen kapsadı ve daha fazlası için Adonis'e atıldı. Parmakları hızla gömleğin düğmelerini çözüyordu ve Adonis kendini kaybetmiş gibi yüzünü, boynunu ve dudaklarını öpücüğe boğuyordu.
Dünya her öpücükte kendine geldi ve soğuk lanetinin tüm gücünü hissetti. Bu muhteşem bir şeydi, sonuna kadar götürmeliydi. İyice kırılgan olan lanetini başka türlü güçlendiremezdi.
Nefes almayı unutmuştu, Adonis onun başını yakaladı ve nefeslenmesi için eliyle sabitledi. Dünya adamın güzelliğinde kaybolduğunu hissetti. Adonis gözlerini onun gözlerinde ayırmadan boğuk bir sesle konuştu.
''Çünkü bebeğim, artık benim sana direncim kalmadı. Sana dayanamıyorum. Seninleyken sarhoş gibiyim, güzel gözlerinde kendimi kaybediyorum. Bana bunu yaptırma Dünya...''
''Bu kez durma...'' diye fısıldadı.
Adonis ona yaklaşırken belli belirsiz mırıldandı. ''Sen tanıdığım en mükemmel sucubbus'sun.''
Dünya o dediğinin ne olduğunu bilmiyordu ama devam etmesini sağlayacaksa, istediği şeyi söyleyebilirdi. Ellerini Adonis'in elinden kurtardı, adamın gömleğini geniş omuzlarına kadar sıyırdı ve keşfetmek için sabırsızlandığı bedende dudaklarını gezdirmeye başladı. Dişlerini pürüzsüz tene geçirdiğinde Adonis'in inlediğini işitmek lanetinin içinde kükremesine neden oldu. Kendi bedeni lanetinin gücüyle titredi, elini yavaşça aşağıya doğru götürdü ve pantolonun kemerinde durakladı. Hızlı davranıp Adonis'i ürkütmek istemiyordu. Adonis kısık bir nefes saldı.
''Seni seviyorum Dünya!'' diye güçlükle fısıldadığını duyduğunda dili ve dudakları adamın boynuna doğru ilerliyordu.
Öpücükler karşısında inleyen Adonis, istediği kıvama gelmişti. Biraz daha cesur olmaya karar verip pantolonun düğmesini çözdü. Adonis aniden irkilip başını geriletti. Dünya'nın bacaklarına kenetlenmiş elini çekti ve onun fermuarla uğraşan elini yakalayıp kendinden uzaklaştırdı.
''Yavaş ol aşkım.'' dedi yutkunarak. Diğer eliyle Dünya'nın çenesini yakaladı. ''Beni gerçekten istiyor musun?''
Dünya, adamın gözlerine baktı. Tutkuyla yanan gözleri onun sadece onaylamasını bekliyordu. Romantikleşmenin zamanı mıydı? İstemese tepesinde ne işi vardı? Güçlenmek için sabırsızca bekleyen laneti, bir yılan gibi tısladı, verilen ara yüzünden öfkelenmişti. Tenlerinin birbirine değmesi gerekiyordu. İblis etkisinden ve lanetinin kırıklarından doğan saflıktan bir an önce kurtulması için adama ve ihanete ihtiyacı vardı. Bağırmamak için kendini bayağı zorladı. 
Beklentiyle onu süzen gözlere, gözlerini dikti. Ve dudakları aralandığında omzundaki damgadan, buz kesmiş bedenine alev nehirlerini andıran lavlar döküldü. Karşısında gördüğü lacivert gözler değişti ve altın pırıltılarına boğuldu. Damgası, gerçekliği ondan söküp aldı. Gerçek; Adonis'in istediği değildi ama sorduğu soruya bir cevaptı. Cevabı hiçbir şey engelleyemezdi, talep edilmişti.
''Seni... istiyorum... Ares...'' dedi ve laneti çığlıklar atarak pençelerini kalbine saplarken acımasız hain dudakları ismi tekrarladı. ''Ares, ben seninim... Seni seviyorum Ares...''
Dünya tüm bedenini saran acı yüzünden kasıldı ve çığlık attı. Adonis'in onu zapt etmeye çalışması boşunaydı. Kudurmuş vahşi bir hayvan gibi eline geçen her şeyi parçalamak istiyordu çünkü laneti tüm öfkesini ona yöneltmişti. Damarlarındaki zehir yüzünden bilinci kör olmuştu. Tırnaklarının eti yardığını ve dökülen kanın parmaklarını yıkadığını hissetti. Kan kokusuyla birlikte karanlık pus zihnine yayıldı. Engellemeye rağmen parmağını ağzına götürdü ve leziz kanı istekle yaladı. Kokusu ve tadı, kuvvetli bir uyuşturucu gibi onu yatıştırdı. Ölümcül bir darbe almış lanetini, uçurumdan atan iblis mücevheri Dünya'nın kontrolünü ele geçirdi. Bedeni hala ateşler içinde yanarken Dünya gözlerini araladı.
Karşısında gördüğü manzaraya duygusuzca baktı. Oda ve yatak darmadağındı. Yerde yatıyordu ve ellerini bileklerinden tutan Adonis, onun üstündeydi. Adonis'in göğsündeki ve boynundaki tırnak izlerinden kan akıyordu. Kendi elleri kan içindeydi ve üstündeki tişört aynı yerdeki çarşaf gibi yırtılmıştı. Adonis'ten yansıyan korku, endişe ve üzüntüyü bir kadeh şarap gibi içti. Adonis onun ellerini tutmayı bıraktı ve üstünden kalktı. Kötü bir rüyadan uyanmış gibi adam etrafa baktı, sonra gözleri Dünya'ya ilişti. Dünya dudağına bulaşmış kanı yaladı ve adama sırıttı.
''Seni korkuttum mu aşkım?''
Adonis cevap vermeden arkasını döndü ve yerdeki sandalyeyi kaldırdı. Yorgun bir tavırla üstüne oturdu ve başını ellerinin arasına aldı. Dünya adamın saçlarından yüz ifadesini göremiyordu. Umursamazca ayağa kalktı, yırtık tişörtünü üzerinden sıyırdı, yere bıraktı. Kollarındaki kızarıklıklara bakılırsa Adonis onu tutmak için bayağı güç harcamıştı. Adonis'e şu iyileşme numarasını sormayı düşündü ve kıkırdadı. Yana kaymış sutyenini düzeltti ve adama döndü.
''Keşke sevişme konusunda pek tecrüben olmadığını baştan söyleseydin. Aslında oldukça yavaş davrandım ama sana fazla geldi sanırım güzel surat.'' Dedi adam hiç tepki vermeyince yanına gitti. ''Küstün mü yoksa bebeğim?''
Adonis başını ellerinin arasından çekti ama hala yere bakıyordu. ''Üstüme gelme Dünya, şu anda olmaz.''
''Üstüme gelme mi?'' dedi ve dizlerinin üstüne çöktü. ''Başka türlü seninle nasıl sevi...''
''Yeter!''
Adonis türlü duyguların uçuştuğu yüzünü kaldırıp ona baktı. Dünya izlediği yüzün çektiği ıstırabı anlamlandırmaktan bihaber adama sırıttı.
''Bu kadar mı kötü durumdasın?'' diye adam mırıldandı. ''Tahmin edemedim, ben çok üzgünüm.''
''Herkes üzülüyor'' dedi öfkeyle ayağa kalktı. ''Üzülmekten başka bir şey yapmayın siz, gerizekalı ölümsüz piçler!''
Adonis'in yüzüne tüm hıncıyla tokat attı. Tırnağı adamın yanağını yırttı ama Adonis tepkisizce ona bakmaya devam etti.
''Bana neden ihtiyacın var?'' dedi Adonis.
''Ne ihtiyacı? Benim kimseye ihtiyacım yok, kahrolası. Sadece bedenini istiyorum.''
Adonis ayağa kalktı, bedenindeki yaralar birer birer iyileşirken Dünya'nın önünde dikildi. ''Başka bir şey var Dünya. Lanet yüzünden değil mi?''
Dünya adamdan uzaklaşmak için davrandı. Fakat Adonis bileğinden tutup kendine çevirdi ve parmaklarını onun kollarına kenetledi.
''Laneti mi besliyorum?''
''Saçmalama, senin bir şeyi beslemeye gücün yok. Beni almaya bile...''
''Dünya, lanetin için mi bana yanaşıyorsun?''
Dünya, adamın yüzüne doğru hırladı. ''Seni seçmemem ne doğru olmuş iktidarsız köpek! Senden bir sikim olmaz! Yatak süsü bile olamayacak kadar beceriksizsin!''
Adonis başını salladı. Anlamıştı. Bu yüzünden belliydi. Dünya'nın lanetini besleme sebebini bilmediği düğümü Adonis çözmüştü. Adonis onu bıraktı ve geriye adımladı.
''Ne yapıyorsun?'' dedi kin dolu bir bağırışla.
''Taşıdığın laneti ben başlattım. Kaybımdan dolayı duyduğum kin yüzünden lanet oluştu, Ares'e olan nefretim ve sana olan tutkum yüzünden. Seni bu hale getiren canavar benim.''
''Yanlış zamanlarda suçluluk duyuyorsun tatlı çocuk.'' dedi sert bir sesle. ''Haklısın, beni güçlendiren sensin aşkım. Bu yüzden ilişkimize engel olanlara karşı, bizim birlikte olmamız gerekiyor.''
Adonis'in gözleri parladı ve tutamadığı iri bir damla yaş, kristal misali parıldayarak yanağına süzüldü. ''Sen, kimi istediğini zaten söyledin.''
Başka bir şey demeden arkasını dönüp odadan çıktı. Dünya elinden kaçan fırsata inanamadı. Aptal damgası ve işbirlikçisi dili yüzünden, tek çaresi Adonis ellerinden uçup gitmişti. İçinden yükselen şiddet arzusuyla, Adonis'in az önce oturduğu sandalyeye bir tekme attı.
''Umarım kendini öldürürsün ve yanında Ares'i de götürürsün.''
Yeniden kendi üstüne baktı ve topuklarının üstünde dönerek banyoya doğru yürüdü. Kan kokusu hoşuna gidiyordu ama Olimpos'ta böyle dolaşması pek yakışık almazdı. Çünkü yapacak son bir işi kalmıştı ve çağrıya uydu...    
***
Olimpos'un sıkıcı koridorlarında, içinde büyüyen kötücül bir hırsla ilerledi. İblis ateşinin içinde ve lanetinin gezindiği damarlarındaki zehrin yönlendirmesiyle kararlı adımlarla yürüdü. Gözünü intikam ve vahşet arzusu bürümüştü. Tek istediği de sonsuz bir yıkımdı, artık hedefi de sadece Olimpos değildi.
Şimdiye kadar öğrendiği bilgiler aklında dolanırken Olimpos'un kalbine doğru indi. İğrenç tüneli geçti ve taş odaya adım attı. İblis ateşi ondan korku talep ediyordu, korkuyu ona verecekti ve son damlasına kadar beslenmesini sağlayacaktı. Odanın ortasında durdu. O bir anahtardı ve görevini yapacaktı.
Tok bir sesle haykırdı.
''Kafesini kır iblis ve kendini bana göster!'' ve içindeki iblisin yolunu açtı.
Acıyla bağırdı. Bedeni ikiye ayrılıyordu ve derisinin tüm gözeneklerinden alev fışkırıyordu. Ellerini kaldırdı ve derisinden kurtulmak istiyor gibi tırnaklarını boğazına geçirdi. Çığlıklar içinde tırnaklarının, boynunun ince derisini yarmasına izin verdi. Göğsüne kadar yırttığı deri, tırnaklarının ucunda toplanıp sallanırken tüm gücüyle haykırdı.
''Kanımı yolunu açmak için kurban ediyorum. Duy çağrımı ve itaat et!''
İblis ruhu, kara bir ejderha gibi içinden fırladı. Hayalet misali havada asılı kaldı. Gözleri aynı Dünya'nın gözleriydi, kan dolu çukurları andırıyordu.
Dünya onu izleyen canavara seslendi.
''Güç istiyorum! Beslemen için benden ne talep ediyorsun?''
Karanlık ejderha tıslayan sesiyle, ona cevap verdi. ''Yaşayanların korkusunu ver bana!''
''Karşılığında?'' dedi Dünya.
''Korkuya sahip olduğumda, lanetini bağlayan mücevheri yok edeceğim ve lanetini sabitleyeceğim. Lanetin gücüne sahip olacaksın...''
''Yetmez!'' dedi Dünya aç gözlülükle. "Mücevher giderse sen serbest kalırsın, benim istediğim bu değil!"
İblis ruhu hırladı. ''Ordum emrinde olacak! Sana itaat edeceğim!''
''Benim hükmümden başka hükmü dinlemeyen bir ordu?'' dedi. ''Bana vaat ettiğin bu mu? Ares'in hükmedemediği bir ordu...''
İblis ruhu, yılan gibi kıvrıldı ve yüzüne yaklaştı. ''Eğer yeterince beslenirsem.''
Dünya sırıttı. ''Tüm boyutlar senin olacak. Bu yeter mi?''
''Kapıları kır, anahtar ve bırak, vahşetim tüm boyutları sarsın!'' dedi ruh, sabırsızca. "Sonra seni tatmin edecek gücü ayaklarının altına sererim!"
Dünya, odanın duvarlarına; her yere ulaşan ama hiçbir sırrı ele vermeyen duvarlara yoğunlaştı. Olimpos'un kalbinin tüm boyutlara açılan kapıları barındırdığını hissediyordu. Anahtarın tüm evrene ulaşmasına engel olamayacaklardı. Duvarlar sallanıp taşlar yere dökülürken iblisin korkunç kahkahasını işitti.
Gözlerini açtı, oda etrafında sallanıyor ve her noktadan boyutlar açılıyordu. Duvarlar yok oldu, görebildiği her şey kapıya dönüştü. Yarattığı güçten dolayı zeminde, görünmez bir bıçak tarafından deşiliyor gibi derin yarıklar oluştu. Dünya gücünü kapılara yöneltti ve kilitlerin parçalandığını hissetti. İblis, sabırsızca odanın ortasında dolandı ve hayalet bedeninden milyonlarca uzuv fırladı. Her kapıdan kötücül bir dumana dönüşerek geçti. Olimpos'un temelden tavana sarsıldığını fark etti, tepesine yıkılsa da umurunda değildi. Kendiyle bağı olan vahşeti, tüm kâinata göndermişti. İçinde salt lanetini hissederek dizlerinin üzerine çöktü. Canı yanıyordu, hem de dayanılmaz derecedeydi ama yaptığı şeyden memnun kahkahalarla gülüyordu.
''Dünya!''
Apollon'un sesiyle başını kaldırdı. Işıklar içindeki ölümsüzün hemen yanında Ares ve Adonis duruyordu. Girdikleri kapı parçalanmıştı.
''Yaklaşmayın!'' diye homurdandı. ''Her şey bitti. Bitti!''
Ölümsüzlerle arasında, boşlukta süzülen pis kokulu dumanlar geziniyordu. Dünya'nın öfkesine göre nefes alıp büyüyor ve genişliyordu. Adonis ona doğru atıldığında, Dünya sadece düşündü ve dumanlar kara bir mızrağa dönüştü. Adonis'in bunu beklemediği çok açıktı. Mızrak bedenine saplandı ve o hızla, adamı boyutlardan birine doğru fırlattı. Dünya, diğerlerinin bakışı karşısında kendisiyle gurur duyarak bir kahkaha attı.
Apollon'un karanlığı yaran göz kamaştırıcı ışığı artarken Ares'in gözleriyle etrafı süzdüğünü gördü. Hesapçı ölümsüzden önce, karanlığına saldıran Apollon'un icabına bakması gerekiyordu. Lanetinin buz gibi soğukluğuna odaklandı ve ellerini yere bastırdı. Lanetin gücüne sığındı ve karanlığı kendi nefretiyle besledi. Ellerinden bir akımın zemine daldığını ve hızla Apollon'a yöneldiğini hissettiğinde Apollon'un topladığı ışığını odaya yaydığını gördü. İblis gücüyle ilerleyen akım, yerdeki bir yarıktan fırladı ve siyah bir kılıca dönüştü. Kılıç Dünya'nın emriyle; gözlerini kapamış, tamamen ışığına yoğunlaşmış ölümsüze doğru uçtu. Kılıç, hedefine varmasına bir nefes kala, başka bir kılıç tarafından durdurulunca Dünya kulakları yırtan bir çığlık attı.
Kılıcı yok eden Ares, adama bağırdı. ''Dışarı çık Apollon.'' Sonra Dünya'ya doğru döndü. ''Ben bunun icabına bakarım.''
Apollon bir saniyelik kararsızlıktan sonra girdiği kapıya döndü ve odadan çıktı. Ares elindeki kılıcı yere doğru indirdi. Kara dumanlar adamın çevresini sarıyor ama dokunmuyordu. Uysal bir hayvanın yaranması gibi Ares'in peşindeydiler, köpek gibi bacaklarının etrafında dolanıyorlardı. Dünya olanları o an anladı. İblis işe yaramıyordu çünkü karşısında bir iblis efendisi duruyordu. Ares, Dünya'dan gözlerini ayırmadan tok bir sesle konuştu.
''Deimos.''
Lanet olsun, şimdi ne yapacaktı? İblis ateşinin herkesi durduracağını sanmakla aptallık etmişti. Belki açtığı boyutlardan birine kaçabilirdi ve saldığı canavarın doyuma ulaşmasını bekleyebilirdi. Deimos yırtılan havayla birlikte boşluktan belirdiğinde, Dünya gerilemeye başlamıştı. Ares, ona doğru temkinli adımlarla yürüdü, ne tarafa kaçacağını anlamaya çalışıyordu.
''Deimos, diğerlerine haber ver açılan her kapıya iblislerini göndersinler. Tüm boyutları mühürlemeye başlayın. Kaçan ruh parçalarıyla sonra ilgileniriz, önce boyutların içine yayılmayı önleyelim.''
Deimos emri aldıktan sonra boşlukta kayboldu. Şimdi Ares ile baş başa kalmışlardı ve en yakın boyut istediği kadar yakın değildi. Şansını denemeye karar verdi ve arkasını dönerek koşmaya başladı. Ares'in sesini duyduğunda kapıya oldukça yaklaşmıştı.
''Beni tanı iblis ve anahtarı yakala.''
Birden Dünya'nın elleri ve ayaklarına dolanan dumanlar onu hareketsizleştirdi. Dünya'nın debelenmesi de işe yaramadı. Ares'in bir el işaretiyle dumanlar Dünya'yı adama çevirdiler. Onun iblisi! Onun iblisi, Ares'e boyun eğiyordu, Dünya olanlara inanamaz bir halde öfkesinden tepinmeye başladı. Faydasızdı. Ares onun gözlerine bakarak konuştu.
''Ruhundaki iblisi salman çok iyi olmuş anahtar.'' dedi rahat bir sesle. ''Yoksa seni durduramayabilirdim. Fark ettiğin üzere en iyi yaptığım şey, her çeşit iblise hükmetmektir. Şimdi ruhu, boyutlardan geri çağır.''
''Asla!''
Ares'i kaplayan buğu yeniden ve çok güçlü bir şekilde belirdi. Bastırmaya çalıştığı öfke, sıcak bir hava akımı misali yayıldı. İblis ruhu, bu güç gösterisinden çok hoşlandı, derinden bir mırıltıyla etrafta dolandı. Dünya'nın laneti ise nefretle hırladı. Ares güçlü bir sesle yeniden konuştu.
''Çağır onu anahtar!''
Ares'in emrine karşı koymak çok zordu. Dünya'yı kıvrandırmasına rağmen dudakları, adamın istediği çağrıyı dillendirmedi. Ares eliyle, onun ensesini tuttu ve yüzünü kendine doğru çekti.
''Eğer çağırmazsan, daha çok kişi zarar görecek anahtar.''
''Benim de istediğim bu!''
"Lütfen Dünya..."
"Artık Dünya yok, iblis efendisi, cehennem var!"
Ares'in bakışları onun hırpalanmış bedeninde dolandı ve gözlerini daha büyük bir öfkeyle, ona çevirdi. Bir eli de cebine yönelmişti. Dünya, peşinde olduğu kristal bıçakla ölecek olmasının ne komik olacağını düşünmeye başlamıştı. Ares elinde cebinden çıkardığı şeyle söylendi.
''Demek önce lanetini kırmamız gerek, ne de olsa iblisten kurtuldun.''
Dünya o anda adamın elindeki cismi fark etti. Bu bıçak değildi, kahrolası papatya kolyeydi. Asteria'nın ondan aldığı... Kolyeyi ararken lanetini bulduğu... Lanetin zayıf noktası ve kırılma bağlantısı... Ares'in sağ kalan tek hediyesi... 
Uzak durmalıydı, o kolyeye dokunmamalıydı.
''O iğrenç şeyi benden uzak tut, Zeus'un adi piçi!''
Ares'e hissettiği nefret, lanetini oluşturan duygularla birleşti ve laneti, ölümlü bedenini zorlayan bir canavara dönüştü. Dışarı çıkmak ve karşısında duran ölümsüzün tüm varlığını içip tüketmek istiyordu. Dünya, Ares'teki bir anlık duraklamayı fark etti. Duyduğu şeye emin olamamıştı, Dünya da adamın emin olmasını sağladı.
''O kadar nefret ettiğin adamın piçi olmak nasıl bir duygu?'' sesindeki kükremeyi andıran titreşimde lanetinin hoş kıkırdamasını duydu. Laneti zevklenmişti ama ona daha çok acı vermeyi ihmal etmedi. Çığlık atmamak için titreyen Dünya, bakışlarını adamdan çekmedi.
Ares inanmayı ret ederek başını salladı ve elindeki kolyeyi sıkan avuçlarını gevşetti.
''Yalan söylüyorsun.''
Dünya odayı sarsan bir kahkaha attı. ''Aç gözünü budala Ares! Zeus neden senden bu kadar çekiniyor sanıyorsun? Tahtını elinden alacağını biliyor, o senin içindeki karanlıktan haberdar. Baban bu yüzden senden nefret ediyor!''
Ares'in üzüleceğini ve iblis mücevheri üzerindeki etkisinin zayıflayacağını sanmıştı ama tam tersi Ares daha fazla güçle sarmalandı. Sanki az önce hayatının en büyük gizemini öğrenmemiş gibi Dünya'ya doğru tüm azametiyle yürüdü.
''Önce seni geri almalıyım.'' diye dişlerinin arasından söylendi. ''Oyunlarınla sonra uğraşırım.''
Dünya çılgınca debelendi, dumanların prangasından kendini kurtaramadı. Ölümlü bedeni aldığı hasarlardan dolayı güçsüzleşirken; ruhunu ele geçirmeye çalışan canavar, can havliyle pençelerini sallıyordu. Ares ona yaklaştıkça kalbine yönelmiş laneti cam gibi parçalanıyordu. Dünya acısının ve öfkesinin gücüne sığındı var gücüyle Ares'e doğru haykırdı. Boğazını yırtan çığlık lanetinin büyüsüyle somutlaştı ve adamı hedef alan ve ardı ardına atılan üç iri oka dönüştü. Ondan böyle bir saldırı beklemeyen ya da umursamayan Ares ilk oktan son anda kurtuldu ama ikinci ok, onun göğsünün ortasına gömüldü. Ares'in dudaklarından kan boşandı, dizlerinin üzerine çökerken son büyülü ok omzuna saplandı.
Dünya'yı sabitleyen dumanlar çözülünce, Dünya da dizlerinin üstüne düştü. Ares'in göğsüne saplanan ok tıslayarak adamın derisinin içinde kaybolurken geriye kanayan bir yara bıraktı. Ares doğrulmaya çalıştı ve omzuna saplanan siyah oku çıkardı. Yana fırlattı. Yaralarından akan kan, çoğalarak yerde birikmeye başlamıştı. Ares ise hala doğrulmaya ve elindeki papatya kolyesini tutmaya çalışıyordu. Dünya adama yönelttiği büyülü okların onun bedenini terk etmesiyle acılarından kurtularak az da olsa rahatlamıştı. Yavaşça ayağa kalkarken Ares'in gözleri onun üzerindeydi. Tek eli yerdeydi, diğerinde kolyeyi sıkıca tutuyordu.
''Papatyam...'' dedi Ares, kalbindeki lanetli okun acısıyla kıvrandı yine de gözlerini ondan çevirmedi. Çaresizce...
Dünya, Ares ölümsüz olmasaydı çoktan cehennemi boylayacağı kesin olan yaralarına nefretle baktı. Şu anda görünmeyen ok, lanetli büyüsüyle adamın güçsüz düşmesine neden olmuştu. Dünya'nın zihninde, Ares'i birkaç defa daha yaralar içinde gördüğü anlar belirdi ve en son Asteria'nın saldırısından sonraki dövmeleri hediye ettiği an asılı kaldı. Hepsinde Dünya adama yardımcı olmaya çalışmıştı. Aşklarının gücü adamı diriltmişti ama bu sefer... Yardımcı olmayacaktı. Artık sona gelinmişti.
Dizini sertçe adamın çenesine vurdu ve Ares'in geriye düşmesini seyretti. Adamın parmakları tamamen kanla kaplandığı için elindeki kolyeyi tutamadı. Kolye bir metre ileriye fırladı ve sonu belli olmayan yarığın tam ucunda durdu. Her an aşağıya düşüp kayıplara karışabilirdi. Dünya, adamın ona saldırmasını beklerken; Ares sanki onu hayata bağlayan şey oymuş gibi, acı içinde kolyeye doğru uzanmaya çalıştı. Açılan belinde, kemerine bağlı bıçak Dünya'nın gözüne ilişti. Her şey yoluna giriyordu, nihayet. Aç gözlerle, bıçağa odaklandı ve ellerini uzatıp bıçağı çekti. Kristal bıçak ölümcül parıltısıyla onun parmaklarının arasındaydı. Hala kolyeye uzanmaya çalışan adamı süzdü ve sert bir tekme atıp Ares'in kendine doğru dönmesini sağladı. Elindeki bıçağı okun saplandığı noktaya hedefledi, tam kalbine.
Dünya yüzünde dehşetli bir sırıtmayla Ares'in tepesinde dikiliyordu.Gözlerinden akan kanlar, boynundaki yarıklardan akan kanlarla birleşip vücudunu kırmızıya boyuyordu. Korkunç bir iblis kraliçesi gibi gülümseyerek bıçağı yükseltti ve indirdi. Bıçak, zavallı hedefine doğru yol alırken Dünya'nın attığı kahkaha kesinlikle deliceydi ama tatmin ediciydi.
***
Havanın değişimini, bıçağı adama doğru hareketlendirmişken hissetti. Ilık ve ferah bir esinti, tam bıçak hedefine saplanmak üzereyken, Dünya'yı elinde bıçak olduğu halde yükseltti. Sonra da kaslarını taşa çevirdi, kuklaya dönmüş bedenini, esintinin geldiği yöne doğrulttu. Dünya elindeki bıçağı hala Ares'e saplamaya çalışıyordu ama kasları bir milim hareket etmiyordu. Ares sonunda yarığa doğru kayan kolyeye ulaşıp çekti ve kolye parmaklarının arasında doğrulurken; umudunu tamamen kaybeden Dünya, esintinin geldiği yöne bakmayı akıl etti.
Parlak gün ışığının yıkadığı bir boyutun önünde, simsiyah saçları dalgalanan çok güzel bir kadın duruyordu. Beyaz elbisesi bahar çiçekleriyle süslenmişti. Uzun boylu ve beyaz tenli kadın bir an ona tanıdık geldi. Gözlerini kısıp kadına hırladı.
Kadın, güzel yüzünde durgun bir ifadeyle odaya yürüdü. Arkasında Adonis baygın bir şekilde havada süzülüyordu. Kadın elinin tek hareketiyle, Adonis'in usulca yere bırakılmasını sağladı. Siyah mızrak, izleriyle birlikte çoktan kaybolmuştu, adamın yüzü uyuyor gibi huzurluydu. Kadının gözleri yeniden yaralı halde doğrulmaya çalışan Ares'e döndü, acelesiz ama uzun adımlarla adamın yanına gitti.
''Tatlı Ares.'' diye mırıldandı. "Uzun zaman oldu."
Ares'in yüzü şaşkınlık ve sevinçle aydınlanırken kadın adama gülümsedi. Ellerini adama doğru uzattı ve Dünya içini kavuran kıskançlıkla kadına bağırdı.
''Benim o, pis kaltak! Ona dokunma!''
Yabancı kadının Ares'in yüzünü okşamasını, elini göğsüne indirmesini seyretmek onu delirtmeye yetiyordu. Kadın elini, Ares'in kalbinin üstüne koydu ve bir saniye sonra çektiğinde vücudundaki yaralar hiç olmamış gibi kaybolmuştu. Ares mutluluk ve hayranlık karışımı bir yüzle kadını izliyordu. Kadın onun çenesini yeniden okşadığında, kendine gelip kadına gülümsedi. Hızla doğruldu ve kadına sarıldı. Dünya'nın canı hiç bu kadar yanmamıştı, sanki diken dolu bir pençe yüreğini avuçlamış gibi haykırdı. Fakat onu unutmuş gibiydiler. Ares gülümseyen bir suratla kadından ayrılıp nefeslendi, sanki huzura ermişti. Kadın, Ares'in pazubant gibi taktığı gümüş ve altın örgülü kolluğu hafifçe okşadı. Dünya kadının kim olduğunu anlamıştı ki, Ares'in dudaklarından bir fısıltı gibi işitti.
''Hoş geldin, Hekate.''
Karşısındaki lanet kadın, Asteria'nın kızı Hekate idi. Gelmiş geçmiş en iyi büyücü, ay ve güneşin kraliçesi, iyilik ve kötülükle birlikte gezen ruh; yerin, göğün ve ölülerin tanrıçası, en çok sevilen Hekate bütün görkemiyle Dünya'ya döndü. Asteria'ya olan benzerliğine ve daha önce görmüş olmasına rağmen kadını tanıyamamıştı, gerçi şu anda kimseyi tanıyamayacak haldeydi.
''Merhaba Dünya.'' dedi melodi gibi bir sesle. ''Yeniden karşılaştık küçük serçe.''
''İşime niye karışıyorsun şıllık?''
Hekate'nin kaşları havalandı ve yanına dikilen Ares'e baktı.
''Ah! İlk defa beni böyle selamladı.'' dedi ölümsüzün koluna girerek. ''Annemin etkisi olsa gerek.''
Ares yeniden gülümsedi. O gerizekalı aptal ölümsüz, kadının lafına gülümsedi! Hekate başını adamın omzuna koydu ve gözleri Dünya'nın üzerindeyken konuştu.
''Daha fazla acı çekmesin Ares.'' dedi yumuşak bir sesle. ''Senin de kahrolduğunu hissedebiliyorum. Sen bağlantıyı onun boynuna geçir ve lanetinden azat et. Ben yardımcı büyüyle iblis mücevherini bedeninden sökerim.''
''Bunu yapmasına izin verme Hekate!'' diye haykırdı Dünya. ''Yaparsa ben ölürüm, mücevher beni hayata bağlayan tek şey.''
Ares bir an panikledi ve elinde kolyeyle kalakaldı. Hekate ise rahattı.
''Seni hayata bağlayan şey, bir taş parçası değil Dünya. Bunu sen de benim kadar biliyorsun. Kurtar onu Ares.''
Hekate'nin elinden sıyrılan Ares ona doğru adımladı. Dünya dehşetli bir panik halinde ne yapacağını bilemiyordu. Karşısındaki kadın yalanlarını kolayca çözebilirdi çünkü onun da kara güneş damgası vardı. Ve şu anda Dünya'nın aklına yalandan başka bir şey gelmiyordu. Kudretiyle göz kamaştıran Ares, papatya kolyeyi onun boynuna taktı ve yüzünü ellerinin arasına aldı.

Hiç yorum yok:

Seri Hikayelerin Düzeni

TUTSAK SERİSİ 1. Kitap    Tutsak 2. Kitap    Anahtar 3. Kitap    Dünya 4.Kitap    Cehennem Hikayelerin dizilişi bu şekildedir. Diğer ...