BİRİNCİ BÖLÜM : Ruhun İçindeki Cehennem...
Soğuk taş koridoru sessizce adımladı. Ruhuna yavaşça işleyen gücün tadını hissetmek istercesine derin bir nefes aldı. Çoktandır karışık olan duyguları artık netti. Bundan böyle sadece kendini ve onu bu duruma düşüren ölümsüzlerden alacağı intikamı düşünecekti. Bu lanetli hediyeyle, tahmininden de öte bir kavramayla rahatlamıştı. Kimse önemli değildi, kendinden başka. Artık özgürdü; kaygılarından uzaklaşmak, ona gerçekte var olmayan kanatlar vermişti. Acelesiz adımlarını atarken elleri cebinde, neredeyse neşelenecekti. Tek derdi önündeki büyük sınavdı, bugünü atlattığı takdirde gerisi kolaydı. Yarım akıllı ölümsüzleri kandırmak onun için çocuk oyuncağı olsa da tedbiri elden bırakmamalıydı. Sevgili kraliçesinin ısrarla belirttiği gibi kuşku çekmemeliydi. Hiç değilse, istediklerine ulaşıncaya kadar...
Parmaklarını taş duvara sürterek yürümeye devam etti. Hayalinde, parmak uçlarından kıvılcımlar çıktığını ve kıvılcımların çatallanarak yangına dönüştüğünü, Olimpos'u devasa alevlerin sardığını görüyordu. Keyifle sırıttı ve köşeyi dönecekken durakladı. Ve hemen gölgelerin arasına geri çekildi. Koridorun sonunda, mavi boyalı bir kapının önünde Afrodit, Hera ve Zeus dikiliyordu. Zeus, elindekini nesneyi Afrodit'e uzattı.
''İksion'a hiç güvenmiyorum Afrodit.''
''Bende güvenmiyorum ama Hypnos ile görüşebilen tek kişi o. Ona, ihtiyacı olanı verdiğim takdirde bana ödemeyi yapacaktır.''
Dünya saklandığı yerden 'Ödeme istediğin şeyle olmayabilir aşağılık kadın' diye dişlerinin arasından keyifle mırıldandı. Zeus'un elinden keseyi alan Afrodit, pelerinin iç cebine atarken Hera sıkkın bir sesle mırıldandı.
''Ben, bu plana hala karışıyım, yanlış yapıyoruz.''
Zeus ters bir bakışla kadına baktı. Afrodit adama konuşma fırsatı vermemek için Hera'nın elini tutup yardım istercesine sıktı.
''Yanlış değil, Hera. Çoktan yapmamız gereken bir şeyi yapıyoruz. O lanet anahtar geldiğinden beri Ares'in ne hale geldiğini kendi gözlerinle gördün. O kadın bir cadı!''
''Söz konusu olan kişi, Ares.'' dedi Hera elini kadından çekti. ''Onu büyülemek ve iradesini elinden almak hiç hoşuma gitmiyor.''
''Onun iradesi canımı yeterince sıktı.'' dedi Zeus. ''Sen sadece Hermes'in güçlerini; ona, niyetimizi belli etmeden kullan. Ve çeneni kapamanı tavsiye ederim. Çünkü hoşuna gitse de gitmese de Ares, Afrodit ile en geç bu bahar evlenecek Hera. Böylece bir daha yeryüzüne ayak basmayacağını garantiye alacağız, iblis liderliği hevesi de ortadan kalkacak. Onun işine geldiği gibi yasak koyup sonra kuralları hiçe saymasına daha fazla göz yumamam. Bu yapacağımız şey onun yararına. Ölümlü merakından vazgeçmeli. Anahtardan vazgeçmeli.''
Hera'nın Zeus'a bakışı kin doluydu. Kadın üzerine giydiği kırmızı elbisenin rengine dönen öfkeli yüzünü, Afrodit'e çevirdi. Gayet memnun bir yüzle ona bakan Afrodit'e fısıltı gibi tehditkâr bir sesle söylendi.
''Sırf Ares, Olimpos'tan ayrılmasın diye sana destek veriyorum Afrodit. Sakın onun büyülü aşkını suiistimal etmeye kalkma.''
Afrodit'in sahte bir anlayışla başını eğmesinin ardından Hera ortadan kayboldu. Koridorda Zeus, Afrodit ve gölgelerin arasına saklanan Dünya kalmıştı. Dünya gözlerini iyice kıstı. Düzenbaz ölümsüzlerin her lafına kulak kesildi.
''Hera'ya hiç söz etmemeliydik.'' dedi Afrodit. ''Umarım planı bozmaya kalkmaz.''
''O kadarına cesaret edemez.'' diye homurdandı Zeus. ''Ayrıca Hera'ya söz etmeden onca seyahati nasıl yapmayı düşünüyordun? Tek başına yönlenmeye mi başladın?''
Afrodit, sinirli konuşan Zeus'a yaltaklanarak yaklaştı.
''Üzgünüm Zeus, haklısın ama anlamıyorum. Hera'nın nesi var? Koruma olayı yüzünden mi böyle davranıyor? Yoksa suçluluk mu duyuyor?''
Zeus masmavi parlayan gözlerini Afrodit'e dikti. ''Keşke öyle olsaydı.'' diye hırladı. ''Neyse bu senin üstüne vazife değil. İksir hazır mı?''
Afrodit şeytani bir gülüşle adama baktı. ''Elbette, iksir yakında hazır olur ama İksion'a istediğini verme konusunda kararsızım. O lanet adam, bunu hak etmiyor.''
''İksion hak ettiğini alacak. Ona verilen cezadan kurtulabildiğine göre biraz da benim uygun gördüğüm cezanın tadına baksın.'' Dedi ve doğruldu. ''Şu saçma toplantıları bitmeden işleri hallet. Yarın, Dionsys'un eğlencesinde iksiri, Ares'e içirmelisin.''
Afrodit gülümsedi ve hafifçe başını salladı. ''Sende bu arada onun koruma almayacağına emin ol o halde.''
''Henüz koruma kabul etmedi. Sanırım asiliği ve inatçılığı bu sefer işime yarayacak.''
Yarım akıllı Afrodit pırıltılar içinde kaybolurken Zeus sinsi bakışlarla koridoru yavaşça taradı, sanki bir şey aranıyordu. Zeus'un kaşları çatıldı ve dikkatlice onun olduğu yere bakışlarını dikti. Dünya, yumruklarını sıktı ve adamın görüşünden sakınarak iyice gölgelere sığındı. Adamın onu görebilmesi olanaksız olsa da iğrenç mavi gözlerini tam üstüne dikmişti. Tam o sırada koridorun diğer köşesinden konuşma sesleri gelince Zeus hoşnutsuzca doğruldu ve ortadan kayboldu.
Dünya, iyice ona yaklaşan seslerin tersi bir yöne girerek hızla yürüdü. Koca malikâne köstebek yuvasından farksızdı, birbiri içine geçmiş koridorlar ve sayısız kapılardan başka bir şey yoktu. Bir an ölümsüzlerin saçma toplantısına katılmayı düşündü. Vazgeçti, ona toplantıda neler konuşulduğunu anlatacak bir saf mutlaka bulurdu. Yararsız sohbetleriyle canını sıkmamaya karar verdi.
Aklı Zeus ve Afrodit'in konuşmasına gitti. Hera'nın onlarla işbirliği yapması yeni bir haberdi. Kadın istememesine rağmen, gizli aşığının büyülenmesine göz yumuyordu. Neden istesin ki... Dünya'nın yaşam süresi azdı fakat Afrodit bir ölümsüzdü; o, Dünya'nın aksine, Hera'nın önünde uzun süreli bir engeldi. Hera'nın bilmediği tek şeyse; Afrodit, Dünya, onun canını alana kadar yaşayacaktı. Fakat Hera bu habere sevinecek durumda olmayacağından Dünya, onu rahatlatmak istemedi.
Aptal ölümsüzler, Ares'i Dionsys'un eğlencesinde büyüleyeceklerini söylemişlerdi. Dünya'nın bu eğlenceden haberi yoktu, davetli olmama ihtimalini düşünmek canını sıktı. Ölümsüzler onu kendilerinden biri olarak gördüklerini söylüyorlar ama eğlencelerinden bahsetme gereği bile duymuyorlardı. Lanet Ares bile bu konuda hiçbir şey söylememişti. O eğlenceye katılmanın bir yolunu bulmalıydı. Çünkü iksiri işe yaramayınca, Afrodit'in yüzünün alacağı hali görmeyi çok istiyordu.
Adımlarının onu tepeye taşıdığını fark ettiğinde kemerli girişin önüne varmıştı. Duraksamadan rüzgârda savrulan tüllerin arasından geçti ve basamakların önünde durdu. Geniş basamaklar yuvarlak terası bir çember gibi sarmıştı. Mermerden kemerler ay ışığı altında buğulu bir ışıltıyla yanıyordu. Her bir kemeri örten tüller, esintiyle dalgalanırken Dünya'nın gözüne tam karşısındaki taht ilişti. Zeus'un tahtı...
Kısa basamakları saymazsa taht yüksekte değildi. Asteria'nın tahtı gibi süslü hiç değildi ama gücü temsil eder biçimde heybetliydi. Mermer yerine kayadan oyulmuştu ve dört kısa basamakla çıkılıyordu. Kibirli adımlarla alana ayakbastı ve tahta doğru yürüdü. Şiddetlenen rüzgârın etkisiyle saçları uçuşuyor ve kinli bakışların yerleştiği yüzünü dövüyordu. Kısa basamakların önünde durdu. Zeus'un gücünün simgesi tam karşısındaydı.
Yandaki elleri yumruk şeklini alırken tüm bedeni öfkeyle titremeye başladı. Kalbini dolduran nefreti canını yakacak kadar yoğundu. İntikam almak istiyordu. Faniliğinden doğan güçsüzlüğü onu, bu hapishanede tutsak etmişti. Ama artık hiçbir şey eskisi gibi değildi, şimdi kozlar onun elindeydi. Ölümsüzlerin hepsini önünde diz çökertebilirdi. Sadece Olimpos'u değil, tüm evleri ayakları altına alabilirdi. O, tek anahtardı.
Güçlü bir kanat sesiyle bakışlarını tahttan alıp yukarı çevirdi. Kâhinin kargasının, geniş kanatlarını açarak üzerine doğru alçaldığını göz ucuyla gördü. Elini kargaya doğru savurarak yolundan çekildi. Karga onu sıyırarak yeniden yükseldi ve dönerek tahtın koluna kondu. Büyük sarı, keskin gözlerini onun üzerine dikti. Gagası yeniden saldıracakmış gibi aralıydı. Kanatlarını kapatmadan yeniden çırptı ve kulağı zorlayan bir sesle çığlık attı. Bu hayvanla oldu olası anlaşamamıştı.
Dünya sırıttı.
''Tahtı sen mi koruyacaksın?'' dedi. Karga, onu anlamış gibi kanatlarını iyice açarak başını hafifçe eğdi. ''Tahtta gözüm yok. Kâhinin içi rahat olsun.''
Masum bir yüzle ellerini açtı. ''Benden kimseye zarar gelmez.''
Kargayla olan monologu onu eğlendirdi, kahkaha atarak geriye adımladı. ''Eğer dilin varsa kâhine söyle, çok yakında çayını içmeye geleceğim. Onu çok özledim.''
Taht gerçekten de gözünde değildi çünkü Olimpos ile işi bittiğinde ne taht kalacaktı, ne de orada oturmak isteyen bir kral!
Dünya arkasına döndü ve tepenin girişine doğru adımlarken karga hiç kıpırdamadan iğrenç sarımsı gözleriyle onu takip etti. Onun işini bir tek kâhin bozabilirdi. Ama aptal kâhinin onu ele verip vermemesi umurunda değildi. Ölümsüzlerin ona dokunamayacağını adı gibi biliyordu. Anahtar olması bir yana güçlü Ares'in aşkına sahipti. Altın gözlünün, onu, ölümsüzlerden ve iblislerden ölümüne koruyacağına emindi. Asteria'da, onu kendi buyruğu altındaki iblislerinden koruyacaktı çünkü Dünya'ya ihtiyacı vardı. İksion'un umutsuzluğuna bakılırsa; tüm müttefikleri onu yaşatmak için ellerinden geleni yapacaklardı. Onun zaten mükemmel bir tahtı vardı, Zeus'un adi tahtını ne yapsın?
***
Mutfağa indi. Uyumadan önce bir şeyler atıştırmak istiyordu. Bugün bir türlü bitmek bilmiyordu, normalden fazla saat eklenmiş gibiydi, güne. Hala doğum gününde olduğuna inanmak çok zordu. Zaten doğru dürüst bir hediye bile almamıştı. Kafedeki personelin gereksiz hediyeleri hariç... Gerçi hediyeye ihtiyacı yoktu çünkü en güzel hediye Asteria tarafından verilmişti. Kalbi, büyülü mücevherin etkisiyle hala soğumaya devam ederken lanetin enerjisini damarlarına pompalıyordu. Her atışında canını biraz yaksa da, gereksiz duygularından kurtulmuş olması kendini daha iyi hissetmesini sağlıyordu.
Mutfakta kimse yoktu. Dolaptan bir tabak tavuk kızartması ve gazoz alıp masaya oturdu. Henüz ikinci budu midesine indirirken Eros içeri girdi.
"Bana da bıraktın mı? Kurt gibi açım" dedi ve teklifsizce yanına oturdu. "Sen nerelerdeydin?"
Eros onun tabağından bir but alınca Dünya, soluklanıp ergen tavırlı ölümsüze baktı. Neden kendine bir tabak hazırlamaktansa onun tabağına bulaşırdı ki... Onun olan şeylere saygı göstermemesini bir kenara yazdı.
"Orda burada dolandım." dedi. Geriye yaslandı. "Toplantı nasıldı? Tüm evreni kurtarabildiniz mi bari?"
Eros buttan kocaman bir ısırık alıp başını salladı. "Sadece yarısını, diğer yarısını sana bıraktık."
Bu, bir espriydi ama çok bayağı ve saçma olduğundan Dünya gülmeye tenezzül etmedi. Basit esprisine yorum alamayan Eros, buna pek aldırmadan sırıttı:
"Bize katılacağını sanıyordum. Hermes seni dolanırken görmüş, yanımıza geleceğini söylemişti."
"Bana gerek yoktu, biraz kafa dinlemek istedim." dedi ve sıkkın bir tavırla etrafa baktı. "Diğerleri nerede?"
Eros omzunu silkti ve kemiğine kadar sıyırdığı butu kenara bıraktı. "Ares'i soruyorsan, bilmiyorum." diğer buta uzandı. "Odasına gitmiş olabilir."
Ares'in nerede olduğuyla zerre kadar ilgilenmiyordu. Hatta karşısına çıkmadığına memnundu, âşık numarasıyla uğraşmak içinden gelmiyordu. Ama sırnaşık savaş tanrısı yerine, Apollon'u sormasının tuhaf karşılanacağını düşündüğünden, tıkınmaya çalışan ölümsüze sormak istemedi. Fakat merak ettiği şeyi başka türlü sorup bu aptaldan bilgi alabilirdi.
"Oda demişken; kendi odalarınıza izin verdikleriniz dışında kimse giremiyor değil mi? Bu kadar uzun süre birlikte olduğunuza göre, bu güvensizlik biraz sinir bozucu olmalı."
Eros yan gözle ona baktı. "Herkesin kendine ait bir alanı olmasının nesi sinir bozucu?"
Dünya omzunu silkti. "Neden birbirinizden bir şey saklama gereği duyuyorsunuz? Güvenmiyor musunuz?"
"Bunun güvenle alakası yok Dünya." dedi Eros, dalgalı saçlarını temiz eliyle geriye atarak. "Odalar özeldir."
"Kasa gibi yani." dedi Dünya. "Başkalarının görmesini istemediğiniz şeyleri saklamak ve gizli işler çevirmek için."
Eros saf bir şapşallıkla başını salladı. "Kimseden bir şey sakladığımız yok. Odaların bize verilmiş bir hak olduğunu düşün, dinlenebildiğimiz evimiz gibi."
"Soruma yanıt değil." dedi Dünya. "Mesela sen, Apollon'un odasına girebiliyor musun?"
"Girebilen birkaç kişiden biriyim." dedi Eros basitçe.
"Demek ki sana güveniyor." dedi ve kayıtsız bir ifadeyle devam etti. "Acaba sen ona güvenmeli misin? Odasında senin için kilitli bir yer olmadığına eminsin, değil mi?"
Eros onu anlamak istercesine gözlerini kıstı. Fazla mı açık olduğunu düşünürken Eros sorusunu yanıtladı.
"Apollon'un odasındaki tek kilitli yer aynanın olduğu kapıdır. Anahtarların belirdiği ayna, bizim için önemli olduğundan sorumluluk gereği odayı kilitler. Bu gerekli bir şey, odasına girenlerin niyetlerini bilemeyiz ve Apollon kimseyi güç durumda bırakmamak için o odayı sürekli kapalı tutar."
Tabi ki! O odada, ayna vardı. Duyduğu rahatlamayı fark ettirmemek için gazozuna uzandı. Sırıtmasını ancak bu şekilde gizleyebilirdi. Şu Eros ne boşboğazdı. Ayna, Dünya'nın herkes için önemini zedeleyebilecek yegâne güçtü. Başka bir anahtarın varlığını ilan edebilecek tehlikeli bir tılsımdı.
"Saklayacak bir şeyi olmak, ondan fayda sağlamaya çalışmaktır." Diye mırıldandı ve boş bardağı masaya bırakıp ayağa kalktı. "Bu güzel sohbet için teşekkür ederim Eros, o kadar sıkıcıydın ki, benim uykumu getirdin."
"Sen de benimkini kaçırdın." dedi Eros.
Dünya, adamın ifadesine yayılan kuşkuya aldırmadan mutfaktan çıkıp gitti. Biraz uyumalıydı, yarın davet edilmediği eğlencede güzel gözükmek için uyku gerekliydi.
Etkisiz bir güneşin aydınlattığı odasında gözlerini açtı. Hava gri ve kasvetliydi; bunu yattığı yerden görebiliyordu ve perdelerin tamamen açık olmasına rağmen odası loştu. Gerinerek pencereye doğru yürüdü. Ölü bahçe, yağmurun geldiğini bildiren bulutlar yüzünden daha da karamsar bir görüntüdeydi. Önceden yağmuru sevdiğini düşündü ama şimdi bakarken içinde hiçbir duygu hissetmiyordu. Hissiz gözlerle öylesine bahçeye göz gezdirdi. Acaba saat kaçtı? Erken olmalı diye düşündü, yoksa ölümsüzlerden biri onu rahatsız etmek için mutlaka kapısına dayanırdı. Hiç değilse Ares, onu görmek için dahi olsa gelirdi. Bakışları kapıya döndü. Mutfaktaki karşılaşmalarından beri Ares'i görmemişti, önemli bir şeylerin peşinde olabileceği fikri canını sıktı. Bir an önce yokluğunda neler olduğunu kontrol etmesi gerekiyordu.
Hazırlanması kısa sürdü. Duşunu alıp üzerine dolaptaki saçma kıyafetlerden birini geçirmesi yetti. En kısa zamanda bu paçavralardan kurtulmayı beynine not etti. O anahtardı ve çok iyi giyinmeliydi. Pahalı ve gösterişli... Nihayet değerli Ares ile karşılaşmanın zamanı gelmişti. Onu eski Dünya olduğuna inandırıp inandıramayacağını sınaması gerekiyordu. Sonuç, Dünya için pek önemli değildi hatta adamın, ondaki değişimi anlaması işine gelirdi. Böylece bu aptalca casusluktan sıyırabilir ve Asteria'nın yanına dönebilirdi. Fakat önce bıçağı arayacaktı. Aklına gelen tek yer de adamın odasıydı, kimsenin giremediği...
Koridorda acelesiz adımlarla yürümeye başladı. Adonis'in odasına yaklaşmışken kan dokulu kapı açıldı ve Adonis dalgın bir yüzle koridora çıktı. Üzerinde siyah, ince bir kazak ve lacivert kot pantolon vardı, saçlarını ensesinde bağlamıştı. Dünya, olduğu yerden adama bakarken Adonis alışkanlıkmış gibi onun odasına doğru öylesine başını çevirdi ve göz göze geldiler. Adonis'in onu görmeyi beklemediği yüz ifadesinden anlaşılıyordu, yine de başını çevirmeden bakmaya devam etti.
"Merhaba." dedi Dünya.
"Merhaba."
Adonis'in kolye yüzünden hala ona kırgın olduğu belliydi ama affetmeyi de çok istediği bakışlarından anlaşılıyordu. Dünya, bu konuda ona yardımcı olmaya karar verdi ve adama doğru yürüdü.
"Nasılsın?"
"Uykusuz." dedi Adonis, Dünya'yı süzerek ekledi. "Sen iyi gibisin."
Dünya, adamın karşısına dikildi. "Evet, kendimi çok iyi hissediyorum. Bu arada, dün geceki toplantınız nasıl geçti?"
"Gelip, kendin görseydin." dedi Adonis. "Dünden beri ortalarda yoksun."
Dünya omzunu silkti. "Yorulmuştum, odama gidip yatmak daha cazip geldi."
"Hermes senin tek başına koridorda dolandığını söyledi. Bize katılmanı bekledik ama gelmedin. Tek başına ne arıyordun?"
Adonis'in imalı konuşması hoşuna gitmemişti. Onu terslememek için zoraki bir gülümsemeyle adamın gece mavisi gözlerine baktı. Göz alıcı güzellikteki adama doğru bir adım attı.
"Ne o, yoksa beni mi özledin?" diye tatlı ve oyuncu bir sesle sordu.
Adonis bir an afalladı, kaşlarını çatarak kaçamak bakışlarını koridorda gezdirdi.
"Sadece yalnız başına dolaşmanı istemiyorum." diye homurdandı. "Tuhaf şeyler olurken kendine dikkat etmelisin. Bir de senin için endişelenemeyiz."
Asıl tuhaflık sizsiniz demek isterdi ama onun yerine anlayışlı bir bakışla adama bakmaya devam etti. Ve kanayan yarasına basmaktan kendini alamadı.
"Konunun endişe olduğunu sanmıyorum. Sen kolye yüzünden hala bana kızgınsın. Ama haksızlık ediyorsun çünkü o kolyeyi, odanın kapısına ben bırakmadım Adonis." dedi. Adonis ona döndüğünde ekledi. "Onu, benden Ares isteğim dışında almıştı. Hatta geri istedim diye, onunla kavga ettik. Benim için değerli olmasına nedense katlanamıyor. Kapının önüne kimin bıraktığını ise bilmiyorum."
Adonis'in yüzünde oluşan kırgınlığı seyretmek çok hoştu. Kararsızca mırıldandı.
"Ares'in yaptığını mı söylüyorsun? Bunu neden yapsın?"
Dünya, asıl suçluyu adı gibi bilse de masumca omuzlarını kaldırdı.
"Ares'in yaptığını söylemedim ki, sadece kolyeyi benden onun aldığını söyledim. Ares böyle can sıkıcı bir şeyi neden yapsın, bu kadar acımasız ve kötü bir şakayı." Dedi, Adonis'i yönlendirmeye devam etmek için düşünceli bir ifadeyle mırıldandı. "Gerçi dünden beri düşünüyorum başka kim yapabilir ama aklıma kimse gelmiyor. Sen, bana inanıyorsun, değil mi Adonis?"
Adonis yutkundu. İnanacaktı çünkü ondan hoşlanıyordu. Ona inandığı için de, içi rahat etmeyecekti çünkü Ares'in bu denli küçük bir oyun yapmayacağını da iyi biliyordu. Aşk mı, dostluk mu kazanacaktı? Önceki hikâyelerinden anladığı kadarıyla Adonis açısından hep aşk kazanmıştı. Çünkü ölümsüz adam, aşkı çok zor bulmuştu. Yani, onu yanına çekmek bu kadar basitti. Uzandı ve Adonis'in elini tuttu. Adam bir an irkilerek elini onun elinden çekmeye davrandı ama bakışları yumuşayarak Dünya'ya baktı. Dünya parmaklarını Adonis'in parmaklarına geçirdi ve hafifçe sıktı.
"Sana bu acımasız şakayı ben yapmadım. Duygularınla asla dalga geçmem."
Adonis başını eğdi. "Senin bırakmadığına inandım Dünya ama Ares..."
Dünya parmağını adamın dudağına koyarak düşünmesini ve konuşmasını engelledi.
"Her kim yaptıysa, canımızı sıkamayacağını anlaması için aramızın bozulmasına izin vermeyelim."
Parmaklarıyla Adonis'in güzel yüzünü okşarken Adonis gözlerini kapatıp nefes almaksızın onun dokunuşlarına yoğunlaştı. Dünya, adamın güzelliğinin tadını çıkartırcasına düzgün yüz hatlarını okşadı. Böylesi güzel bir varlık dururken kendini beğenmiş Ares'e âşık olması çok ilginçti. Tamam, Ares çok hoş biriydi ama Adonis'le karşılaştırılınca yakışıklılık bakımından biraz sönük kalırdı. Ares'te güzellikten çok çekicilik baskındı ve bu durum Dünya'nın hiç hoşuna gitmiyordu. En önemlisi, Ares başına buyruktu ama Adonis onun her lafına inanacak kadar saftı. Bu saflık, Dünya'nın daha çok işine yarayabilirdi.
Adonis gözlerini açtı ve yüzünü okşayan Dünya'nın elini, eline aldı.
"Beni mahvediyorsun Dünya." diye fısıldadı. "Her bakışın umut, her dokunuşun cennet ama tüm bu vaat dolu sözlerinin sonunda kime gideceğini biliyorum. Yine de senin aşkın için hırslanmaktan kendimi alamıyorum. İkimizi hatırlamayı ne çok istediğimi tahmin bile edemezsin."
Dünya gülümsedi. "Hatıraları geri kazanmak için geç bir vakitteyiz Adonis ama yeni anılar yapmak bizim elimizde." Adonis'in onun sözlerini anlamlandırmaya çalışmasını izledi. Elini onun elinden çekti. "Aslına bakarsan herkesi yeni tanımaya başladım ve bazı fikirlerim değişmeye başladı. Duygularım konusunda aceleci mi davrandım diye kendi kendime soruyorum."
"Neden böyle konuşuyorsun?" dedi Adonis. "Son görüştüğümüzde bayağı kararlıydın. Dünden beri ne değişti?"
Dünya dudağını büktü. "Bir yaş daha büyüdüm sadece..." Adonis ona bakmaya devam ederken Dünya iç geçirdi. "Ve senden hediye bile alamadım."
Adonis'in gülümsemesi yüzünü aydınlattı. "Hediyen hazır." dedi. "Yeni yaşının ilk günü vermek istedim. Odam..."
Adonis, birden belirerek lafını kesen Hermes yüzünden sustu. Ansızın yanlarında beliren sıska suratlı ölümsüz, Dünya'nın da keyfini kaçırdı.
"Selam! İkinizi bir yakalamam iyi oldu. Hadi, öğle yemeği için millet sizi bekliyor."
Dünya nefeslenip Hermes'e baktı. "Uygunsuz zamanlarda milleti yemeğe veya toplantıya çağırmaktan başka işin yok mu senin?"
Hermes neşeyle omzunu silkti. "Son günlerde yok, çok şükür." dedi ve sırıttı. "Sakin günler."
Hediye olayını unutan Adonis, Hermes'in lafına gülümserken Dünya sadece homurdandı. Hermes her zamanki aceleciliğiyle ortadan kaybolunca, Adonis ile Dünya yemek salonuna doğru yürüdüler.
Demek öğle olmuştu, tüm sabah uyuması hiç iyi değildi. Saatinin veya telefonunun çalışmaması canını sıktı, bu lanet yerde ne çalışıyordu ki. Ölesiye değil de, öldüresiye nefret ettiği bu yerden bir an önce kurtulmalıydı. Her dakika artan öfkesi, sabırsızlığını körüklüyordu, bıçağı eline alacağı anı iple çekiyordu.
"Çok sessizsin."
Dünya düşüncelerinden sıyrılıp öfke dolu gözlerle adama baktı. "Sen konuş o halde, demek ki benim kelimelerim tükenmiş."
"Bugün sende bir şeyler var ama ne, anlayamadım." dedi Adonis kaşlarını çatarak. "Çok farklısın."
Dünya bir an afalladı. Vaktinden önce açığa çıkması işine gelmezdi. Kendini kontrol etmeliydi, içindeki soğuk öfke göğsünün içinde dolanırken nefeslendi ve Adonis'e baktı.
''Arkadaşlığım hoşuna gitmedi mi?''
''Karar veremedim.'' dedi Adonis yarı şaka yarı ciddi. ''Ama daha mutlu olmanı tercih ederdim.''
''Rahat değilim, o yüzden olmalı.'' dedi, tavırlarına başka bir açıklama getirmek için. Adonis hemen onun beklediği soruyu sordu.
''Neden rahat değilsin?''
''Çünkü anahtar olmak dışında bir işe yaradığım yok. Bana yakın davranıyorsunuz, hepiniz ama sizin için önemim görevimle sınırlı.''
''Hayır, sen bizden birisin...''
Adonis'in lafını kesti ve karşısında dikildi. ''Sizden biri değilim Adonis. Sürekli bu lafı duyup ardında da dışlanmak beni iyi hissettirmiyor.''
''Seni kimse dışlamadı Dünya.'' dedi Adonis.
''Tabi, dışlamadınız. Ne büyük yalan! Görev olunca aklınıza ilk ben geliyorum. Kapıyı aç Dünya, kapıyı kapa Dünya ama diğer her şeyde ben yokum. Dün toplantıya gelmemi gerçekten isteseydiniz beni de çağırırdınız. Sadece ne işler karıştırdığımı kontrol etsin diye Hermes'i gönderdiniz.''
Adonis şaşkınlıkla yüzüne baktı. ''Çağırmak mı? Buna ne gerek var? Sen biliyordun ama gelmek istemedin. Seni kontrol etmek gibi bir düşüncemizde olmadı yani senin ima ettiğin tarzda.''
''Sana inanayım mı?'' dedi Dünya alaycı bir sesle. ''Sen ki; Ares ile birlik olup diğerlerinin arkasından iş çeviriyorsun. Ares'in niyetinden benden önce senin haberin oluyor. İstediğiniz zaman oyuna soktuğunuz kuklanızdan başka bir şey değilim. Yüzyıllardır aynı çatı altında yaşadığınız insanlardan bile gizli işler çevirdiğinize göre bir iki haftadır tanıdığınız beni ne kadar önemsersin, düşünmek bile istemiyorum.''
Adonis, sertçe kollarından tutup Dünya'yı kendine çekti. Öfkesinden yüzü bembeyaz olmuştu. Dişlerinin arasından söylendi.
''İşlerin nasıl yürüdüğünü bildiğini sanıyordum ama yanılmışım. Bazen perdenin ardına geçip olayların düzenlenmesi gerekir. Ellerini kirletebilmelisin. Bu durumda, kötülüğü iyilerden uzak tutabilmek için Ares tüm sorumluluğu üstüne alıyor. Bunu anlamak senin için çok mu zor? Senden bir şey sakladığımız veya seni kullandığımız kanısına nerden kapıldın bilmiyorum ama büyük bir yanılgı içindesin.'' Adonis gözlerini kapatıp soluklandı ve gözlerini tekrar açtığında hiddeti biraz olsun azalmıştı. İfadesiz bir yüzle izleyen Dünya'yı tutan eli gevşedi ve hafifçe onun kollarını okşadı. ''Özür dilerim sana biraz sert davrandım. Karmaşanı anlamalıydım. Burada kendini rahat hissetmediğin için üzüldüm. Ares ve Artemis söylemişti, arkadaşlarını özlüyormuşsun. Bir şekilde bunun çaresine bakacağız ama senden biraz daha sabır istiyoruz.''
Arkadaşları? Adonis'in kafedeki elamanları kastettiğini bir an anlayamadı. O eski sıkıcı hayatını neden özlesin ki? Adonis'in sözlerine karşı çıkmadı ve başını eğdi.
''Aklım çok karışık Adonis.'' diye mırıldandı. En iyisi dokunaklı ve masum bir duruştu.
''Biz yanındayız Dünya.'' dedi Adonis. ''Her şey yoluna girecek.''
Dünya kaşlarının altından adama baktı. Zaten her şey yolundaydı ama bu güzel çocuk bunu anlamaktan çok uzaktı. Ayrıca Adonis az önce Ares'in bir şeyler planladığını açık etmişti, sözde düzeni sağlamak için. Belki de onu özgürlüğüne kavuşturmak için... Yoksa adam onun hafızasını yeniden silmek mi istiyordu? Dünya buna izin veremezdi. Ares, ona söz vermişti, hafızasıyla bir daha oynamayacaktı. Adamın yalan söylediğine inanamadı. Dünya'nın kafasından bin bir kuşku filizi açarken; Adonis ona güven vermek için gülümseyince o da adama gülümsedi. Birilerinin canını sıkmalıydı.
Dünya ''Keşke kalbim sadece seni görseydi...'' dediğinde Adonis'in gülümsemesi birden buharlaştı. Onun kollarını okşayan elleri güçsüzce yanlara düştü. Dünya derin bir nefes alarak Adonis'in kalbine bir yumruk daha gönderdi. ''Geç mi kaldık? Belki Ares'in büyüsünden kurtuluyorum? Onun hafızalarımızla oynayan baskısı olmasaydı, biz bu durumda olmayacaktık, kim bilir?''
Adonis bir adım geriledi. ''Bunu bana yapma Dünya.'' dedi titrek bir sesle.
Zavallı adam, onun karşısında ne kadar zayıftı. Dünya, adamın özenle kurduğu kumdan kalesini tek darbeyle yıkabilirdi. Şimdiye kadar Adonis, Dünya'dan nefret etmişti... Aşkını istemişti... Arkadaşlığına razı gelmişti... Şansını denemişti... Bütün bunları Dünya'dan bir karşılık alamayacağından yapmıştı, Ares'e karşı durması gerekmeyeceğini düşündüğünden vicdanı rahattı. Dünya'nın sözlerinden sonra umut, zehir misali kalbine ve zihnine akıyordu. Aşk mı, dostluk mu? Her ikisini de aynı anda kazanmak zordu ve Adonis sınırda durduğunu yeni fark etmişti.
Dünya, ona doğru bir adım attığında Adonis geriledi ve sırtını duvara yasladı. Dünya, Adonis'in üstüne gitmeye devam etti.
''Neyi yapmayayım? Dün gece kafede söylediklerinde samimi değil miydin? Beni bir öpücük için kandırmaya mı çalışıyordun? Yoksa bir ölümlü olduğum için öylesine mi söylemiştin. Hafızanı kaybetmek cesaretini de mi yok etti? Anlaşmadan sonraki ilk fani-ölümsüz âşıkların biz olduğumuzu söylediğini unuttun mu? Belki de anılarını sildiği için Ares'e hak vermeye başladın. Asıl sen de ne değişti?''
Adonis'in yüzü kasıldı ve gözlerini kapattı. Çelişkisi elle tutulur gibi somuttu. Eli göğsüne gitti ve kalbini avuçlarcasına yumruğunu sıktı.
''Ares...'' diye fısıldadı.
''Ares artık bir ölümsüz!'' dedi Dünya, duygu yoksunu bir sesle. ''Her ikinizin şansı da aynı, yani, sizin kitabınıza göre sıfır. Ve benim kitabıma göre; sıfır, başlangıçtır.''
Adonis'i allak bullak bırakarak arkasını döndü ve keyifle sırıtarak yürümeye başladı. Madem diğerleri gibi olağanüstü güçleri yoktu, elindekileri kullanmakta bir sakınca görmedi. Duygularla biraz oynamak, işin eğlencesiydi.
Yemek odasına veya mutfağa gitmektense yukarı kata çıktı. Herkes yemekte olduğuna göre Ares'in odasını rahatça arayabilirdi. Bıçağı her gördüğünde adamın üstündeydi ama sürekli yanında taşıyamazdı ya. Odasında fazla dolap olmadığından kolayca bulacağına emindi. Siyah kadifeyi andıran kapının önünde durdu ve koridora bir göz atarak elini kapıya yerleştirdi. Nazlanmadan açılan kapıdan içeri girdi. Gündüz olmasına rağmen siyah perdeler çekili olduğundan oda oldukça loştu. Şamdanlar yanmıyordu o yüzden perdeleri açmak için pencereye yürüdü ve iki adım sonra olduğu yerde kalakaldı.
Ares odadaydı.
***
Odadan çıkıp çıkmamak konusunda kararsızca durakladı, yatakta uyuyan ölümsüze baktı. Kaslı kollarıyla, yüzünü yasladığı yastığına gevşekçe sarılmıştı. Bedenini yarım yamalak örten çarşaf, bacaklarına dolanmıştı, çıplak üst kısmını meydana çıkarıyordu. Saçları, gevşek dalgalar halinde gözlerinin üstüne düşmüştü. Varlığının baş döndürücü gücüne rağmen, yakışıklı Ares şu anda çok savunmasızdı. Dünya, adamı süzerken kendini tuhaf hissetti. Onu ne çok seviyordu, birkaç saat öncesine kadar Ares'in gülümsemesi onun için hayat demekti. Yoksa hala öyle miydi?
Gözlerinin önüne serilen anılar, başını döndürdü. Duyguları, bir dakika öncesine kadar puslu bir gölgeydi ama adamın varlığıyla aniden canlandı. Ares'in ona sarılışı, gülümserken gözlerinin kısılıp pırıltılar saçması, hüzünlü bakışları, özlediği teninin kokusu, ses tonu... Her biri birer sancı halinde, içinde çakmaya başladı.
Görüşü buğulanırken sendeledi ve zoraki adımlarla geriledi. Sırtını duvara yasladı, soluduğu hava buz kesmişti ya da kendi bedeni çok ısınmıştı. Ayırt edemedi. Bilincine üşüşen duygulardan sakınmak istercesine kollarını kendine doladı. Neler oluyordu? Kalbi ikiye ayrılırcasına sancılandı. Zihninde birbiri ardına patlayan anılar canını yakıyordu.
Odadan bir an önce çıkması gerektiğini anladı. Bir yanlışlık olmalıydı. Ruhu, bu karşılaşmaya henüz hazır değildi. Asteria ile konuşması gerekiyordu. Bu anlamsızlıkta ona ancak Asteria yardım edebilirdi. Yaslandığı duvardan güç alarak doğruldu ve kapıya doğru görmeyen gözlerle döndü.
"Dünya?"
Ares'in uykulu sesi onu durdurmaya yetti. Odaya yayılmış muhteşem ten kokusunu içine çekerek Ares'e doğru baktı. Saçları dağılmış adam, uyku sersemliği okunan bir yüzle yataktan doğrulmaya çalışıyordu. Dünya, adamın göğsündeki iyice solmuş sıralı yıldızlara baktı. Son yıldızın içi hala boştu. Fakat o yıldızla birlikte işlemesi gereken lanet, çoktan ruhunu pençeleri arasında almıştı ve şimdi zavallı ruhu, Ares'in karşısında kıvranıyordu. Asteria, onu korkulardan azat etmişti ama asıl pisliği ondan çekememiş olmalıydı. Sıcacık bir his, acılar içindeki ruhunu kavradı. Adım atması, kaçması gerekiyordu. Kıpırdayamadı. Ares ayılmaya çalışırken mırıldandı.
"Gitmene gerek yok, uyandım."
Dünya, kalbinin her atışında onu kapsayan duvarı kırdığını ve ince camları bedenine dağıttığını hissediyordu. Neden Ares'e bakarken canı bu denli yanıyordu? Fiziksel çekiciliği olduğuna inanmak istedi. Ares iyice doğrularak sarıldığı yastığı yatağa bıraktı.
"Uyuduğunu düşünemedim." dedi Dünya. Konuşurken sesinin bu kadar güçsüz çıkmasından nefret etti. Gelmemeliydi, araştırma yapmak için daha uygun bir zamanı kollamalıydı.
Ares, yüzünü ovuşturdu ve bacaklarına dolanmış çarşafı çekiştirdi.
"Bu kadar uyuyabileceğimi bende düşünemedim." dedi ve başını kaldırıp gülümsedi. "Günaydın."
Gülümsemeyle birlikte hayali ve kocaman bir yumruk midesine indi, Dünya'nın başı döndü. İçini dilimleyen keskin bıçaklara aldırmadan başını dikleştirdi.
"Günaydın."
Loş odayı aydınlatan Ares'in gülümseyen gözleri, mutlulukla ışıldadı.
"Dün gece duyduklarından sonra bana hala kızgın olduğunu sanıyordum. Tekrar yüzüme bakana kadar beni bayağı uğraştırırsın diye düşünmüştüm. Ama şimdi buradasın."
Dünya, Hera meselesini hatırladı. Zeus, Ares ile Hera'nın sevgili olduklarını söylemişti. Ares'i kıskandığı için ne kadar öfkeli olduğunu anlayınca kendine geldi. Hafifçe sırıttı.
"Hayat, kızgın kalmak için çok kısa..." dedi kendine gelmeye çalışan bir sesle. "En iyisi dünü unutalım."
Ares şaşkınlıkla bir an ona baktı ve sonrasında dudağını ısırdı. Rahatlayan bakışları değişti, haylaz bakışlarla onu süzerek mırıldandı. "Dünden pek şikâyetim yok. Her şeyi unutmak istemem."
Dünya yutkundu. Muzip bir tavırla onu süzen Ares'in neyi kastettiğini anlamıştı. "Her neyse" dedi düşünmemeye çalışarak. "Yemeğe geliyor musun diye sormak için gelmiştim."
"Sor o zaman." dedi Ares.
"Yemeğe geliyor musun?"
Ares yataktan kalkarak ona doğru yürüdü. Dünya tamamen buz kesmişti. Duvara iyice yaslandı, yaptığı hataya bir kere daha lanet ederek, yüzünde muhteşem bir gülümsemeyle ona yaklaşan yarı çıplak ölümsüzden gözlerini alamadı. Emindi, etkilenmesi tamamen fiziksel olmalıydı ama canını sıkacak derecede güçlü bir çekimdi. Ares'in kendine has çekiciliğine karşı koyması şu an için imkânsızdı. Asteria'nın bu konuda onu uyarmamasına içinden küfretti.
Lanet ve endişe yüzünden Dünya'nın bedenini saran serin dalgaya inat Ares, tüm sıcaklığıyla ona sarıldı. Dünya, istemsizce adamın kolları arasında gevşedi ve omzuna kollarını doladı. Ares, ona daha sıkı sarıldı ve kulağına doğru fısıldadı. Cümlesinin başı cansızdı ama sonu canını yakacak kadar netti.
"... Seviyorum."
Dünya'nın başı döndü, dizleri titredi. Bu kelimeyi duymak istemiyordu. Onun için anlamsız olması gerekiyordu. Zincirlerinden koparak ruhuna dağılan başıboş duygular, onu soluksuz bıraktı. Lanete göre bunları hissetmemeliydi, Ares ile karşılaşana kadar hissetmemişti de... Yanlış giden bir şeyler vardı. Asteria ona her şeyi anlatmamıştı, bu duyguları hissedebileceğini söylememişti. Her şeyin silinmiş olması gerekiyordu. Ares'ten, en az diğerlerinden ettiği kadar, nefret etmeliydi. Yumruk yaptığı ellerini sıktı, tırnakları avucuna batıyordu ama acısı şu anda içinde olduğu cehenneminin yanında hiçbir şeydi. Ares dudaklarıyla, Dünya'nın yanağını okşadı.
"Papatyam..."
Dünya gözlerini kapatıp kendinden geçercesine Ares'in omzuna yaslandı. Yumrukları gevşedi ve kendine engel olamadan elini yükseltip Ares'in saçlarında gezdirdi. Yumuşak dalgalar, parmaklarının arasından kayarken bedeninde dolanan soğukluğa yoğunlaştı ve onun, kalbine doğru yöneldiğini hissetti. Damarlarında akan zehrin tadını alabiliyordu. Amacına odaklanmış bir halde başını, adamın geniş omzundan kaldırdığında hisleri uyuşmuştu.
Ares'in altın pırıltılı gözlerine baktı. Kısa bir an için ağır bir hüzün dalgasıyla bulanan altın gözler toparlandı ve duygu dolu gözler yavaşça kapandı. Ares ona doğru eğilirken Dünya da adamın dudağına doğru yükseldi. Ares'in özlem dolu nazik öpücüğüne, kendi zayıflığına olan kiniyle karşılık verdi. Gittikçe çoğalan öfkesini kontrol etmekte zorlanıyordu. Ares onu şaşırtarak sert öpüşüne aynı şekilde cevap verdi.
Dünya, Ares'in parmaklarını saçını toplayan tokada hissetti. Bir an önce kendini kontrol etmesi gerektiğini düşünürken Ares tokayı çıkarttı ve ellerini Dünya'nın dağılan saçlarına geçirdi. Dünya duyduğu arzudan dolayı hırslanarak Ares'in dudağını dişledi, adamın canını yakmak istiyordu. Belki öpmekten vaz geçerdi ama Ares kaçınmadı. Bedenini kullanarak Dünya'yı duvara sabitlemişti. Tek eli Dünya'nın belindeydi, parmakları tişörtü delercesine onun bedenine kenetlenmişti. Saçlarını sıkıca tuttu ve Dünya'dan hafifçe ayrıldı.
Dünya, gözlerini aralayıp bir nefes ötesindeki adama baktığında bir anda güzel gözlerinde kaybolduğunu hissetti ve dizlerinin bağı çözüldü. Masum ama vahşi bir arzuyla ona bakan Ares hoş bir sesle dudaklarının üzerinde mırıldandı.
"Seni istiyorum Dünya'm."
Ona cevap bile veremedi, tüm bedeni zevkten uyuşmuştu. Onu cesaretlendirmek için elini, adamın güçlü karın kaslarında gezdirdi ve mesajı alan Ares gülümsedi.
"Kendini benden bu kadar esirgediğin için sana ceza vermem gerek papatyam." diye çekici bir sesle fısıldadı. Bir eliyle Dünya'yı kalçasından tutup yukarı, kendine doğru çekti ve kulağına eğildi. "Bakalım ne yapabilirim..."
Dünya'nın bedeni zaten erimeye başlamıştı. Beklentiyle sızlayan dudaklarını Ares'in boynuna sürtünce, Ares derin bir nefes aldı. İç gıcıklayıcı bir gülümsemeyle birlikte kalçasında gezinen parmaklarını sıktı.
"Yine büyük konuştum sanırım." Diye homurdandı.
Dünya dayanamayıp kıkırdadı, bundan nefret etti ama kendine engel olamıyordu. Ellerini yukarı doğru çıkartırken dokunmak için delirdiği kaslarını okşadı. Ölümsüzün teni canlı bir ipeği andırıyordu, sıcak ve cezp edici. Ve öpüşleri istemsizce sertleşti, Ares'i dudaklarıyla içmek istiyordu. Çılgınca bir tutkuyla sarmalandı, daha fazlasına ihtiyacı vardı. Ares'in teninde gezinen dudakları ve elleri ilkel bir güdüyle tamamen kontrolden çıktı. Ta ki Ares onu çenesinden tutup dudaklarını arzulu bir öpüşle kapatana dek... Bu naif ama tutkulu öpücük onu sakinleştirdi ve bir parça avuttu. Dudakları birbirinden ayrılmadan önce Ares durakladı. Nefes nefese kalan Dünya devam beklentisiyle gözlerini araladığında altın renkli gözlerle karşılaştı.
"Seni çok seviyorum papatyam." dedi Ares uzunca bir süre ona baktıktan sonra ve Dünya'nın kalbine hayali bir bıçak daha sapladı. "Hep seni sevdim ve seveceğim. Benim için bir tek sen varsın, ne olursa olsun. Sadece sen..."
Zihni ve bedeni allak bullaktı. Tepki bile veremedi zaten Ares de beklemiyordu. Adam, ona doğru eğilirken başını geriye doğru yasladı. Ares'in sıcak nefesi teninde dolanırken baştan çıkmış bir şekilde inleyen kendi sesini duydu. İçindeki soğukluğa yoğunlaşmakta zorlanıyordu. Bir yanı her şeyi boş verip Ares'e teslim olmasını arzuluyordu, diğer yanı bunu yaptığı takdirde yeni ve özgür Dünya'nın tamamen zayıflayacağını fısıldıyordu. Bu, onu endişelendirdi ve gözlerini araladı. Ares dudaklarını boynundan aşağıya okşarcasına gezdirirken Dünya başını yana çevirdi. Odada, onlardan başka biri daha vardı.
Asteria'nın kinli bakışlarla ona bakan gölgesini gördüğünde buz kesti. Kadın odanın diğer ucundaydı ve yarısaydam bir şekilde öfkeden ellerini yumruk yapmıştı. Kin dolu bakışlardan anlaşılan tek şey; Asteria, Dünya'yı şu anda öldürebilirdi. Asteria başını dikleştirdi ve o anda ortadan yok oldu. Dünya mesajı anlamıştı.
Dünya, dehşete düşmüş bir halde kasılınca Ares bunu fark etti ve ellerini üstünden çekmese de, ondan ayrıldı.
"Bir sorun mu var, papatyam?"
Dünya, adamın parıldayan gözlerine baktı. Kelimeler bir türlü aklına gelmiyordu, adamın çekimindeyken düşünmek çok zordu. Ares, endişeli bir bakışla kaşlarını çattı ve Dünya'nın yanağını şefkatli bir dokunuşla okşadı. Dünya, bir an önce ondan uzaklaşması gerektiğini biliyordu. Asteria'ya gidip yanlışlığın ne olduğunu sormalıydı ve şahit olduğu durum için kadını yatıştırmalıydı. O kadın, Ares'i kendisi için istiyordu, Dünya'yı adama yaklaşmaması için uyarmıştı. Ama belki de kastettiği şey başkaydı. Her ne kadar lanetli mücevher, onu özgürleştirmiş olsa da, duygularından tamamen kurtulamamış olabilir miydi?
"Sevgilim?"
Ares'in daha çok endişelenmemesi için ona cevap vermeliydi ama boğazı kurumuştu. Gözlerini adamdan kaçırmak için başını salladı ve ellerini adamın omzuna koydu. Böylesi daha iyiydi.
"Başım döndü bir an." dedi kırık bir sesle.
"Özür dilerim sevgilim." dedi Ares, onu kendine çekti ve gevşekçe sarıldı. "Buraya neden geldiğini ve yemeği unuttum. Aç olmalısın, düşünemedim."
Sesi tuhaf biçimde olması gerekenden fazla üzüntülüydü. Sesinin tonundan etkilenmek, Dünya'nın daha çok canını sıktı. Açlıktan başının dönmesi onu öldürmezdi ya... Fakat bu saçma şefkat, canını ölümcül derecede yakıyordu. Başını Ares'in omzuna yaslarken dişlerini sıktı. Bir daha bu kadar düşmek istemiyordu. Kontrolünü kaybetmek istemiyordu. Adam tek bakışıyla onun bedenine ve zihnine hükmetmişti, buna katlanamazdı. Artık Asteria'nın Ares'i yanına alarak iblislere hükmetmesi umurunda değildi, hatta ona elinden geldiğince yardım edecekti. Yeter ki, onu bu aptalca zayıflıktan kurtarsın, bir süre Asteria'nın kölesi olmaya bile razıydı. Kendi elleriyle çapkın ölümsüzü hiç acımadan öldürebilirdi, ömrü boyunca Ares'in gönüllü kölesi olmak yerine...
Ares sırtını okşayıp saçlarından öptü. Dünya'nın yanaklarını, sıcak elleriyle avuçladı ve bir an yüzüne baktı. İfadesi anlaşılmazdı. Dünya duygularıyla savaşırken sanki onun acısını çözmeye çalışır gibi gözlerine baktı ve hafifçe gülümsedi.
"Yemeğe gitmiyor muyduk?" Ses tonu kırık ve üzgündü. Hayal kırıklığından çok hüzün seziliyordu.
Dünya başını salladı. Duyguları ve arzuları biraz olsun sakinleşmişti. Kendini daha da iyi hissetmek isterdi ama önce karşısındaki ölümsüzden kurtulmalıydı. Adam ellerini isteksizce onun yüzünden çekti ve yanından ayrıldı. Arkasını dönüp uzaklaşırken Dünya çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu. Titreyen dizleri ayakta durmasına hiç yardımcı olmayınca kendini ikili kanepeye doğru yönlendirdi. Ares'in hızlıca hazırlanmasını kanepede oturup sakinleşmeye çalışırken seyretti.
Ares banyoya girdiğinde adamın etkisinden biraz olsun sıyrılan Dünya, ayağa kalktı ve masaya doğru yürüdü. İki sıra halinde dizilmiş kitaplara hızlıca göz attı, hepsi sıradan kitaplardı. Hiçbir şey gizlemiyorlardı. Masanın üstüne göz gezdirdi. Kadife kutuda, kuru çiçeklerden oluşan taç dışında başka bir şey yoktu. Aklına dün gördüğü çiçek kutusu geldi, ortalıkta görünmüyordu. Ares, onu Dünya için hazırlamamış mıydı? Neden hediyesini ona vermiyordu? Böylece hırsını o çiçeklerden alabilirdi. Çekmecesi olmayan masanın üstündeki normal eşyalara bakındı. Bıçağı buraya saklaması olanaksızdı. Yatağın yanındaki komodine doğru dönmüşken Ares, belinde bir havluyla dışarı çıktı. Saçlarından ve teninden sular damlıyordu. Utangaç bir tavırla sırıttı.
"Kıyafet almayı unutmuşum."
Yarı çıplak Ares'i görünce, çukurdaki yaptığı banyoya aklı kayan Dünya, soluğunu tutarak gözlerini yere indirdi. Kalbi atmaya çalışırken çevresini saran buzdan zar çatlıyordu. Lanetin gidişatı hakkında iyice endişelenmeye başlamıştı. Ares hiç duraksamadan dolaba gitti ve içinden bir kat kıyafet alıp yeniden banyoya gitti. Büyülenen Dünya gergin bir halde odanın ortasında dikilmişti, adam tam bir göz ziyafetiydi. Kapı çalınca kendine geldi. Açmamaya karar vermişti ki, Hermes'in sesi diğer taraftan duyuldu.
"Ares!"
Bu sıska ile her gittiği yerde karşılaşmak zorunda mıydı? Dünya, gözlerini devirerek kapıya gitti ve açtı. Hermes onu gördüğüne hiç şaşırmamıştı.
"Yemek haberini ben verdim, sana gerek yok." Dedi Dünya suratını buruşturup.
"İşimi elimden almaya mı çalışıyorsun yoksa?" dedi Hermes ve şakacı bir tavırla ellerini beline koydu. Tüm dişlerini ortaya çıkartan bir gülümsemeyle Dünya'ya sırıttı.
"Posta güvercini olma gibi bir amacım hiç olmadı."
Hermes "Oysa ben güvercinleri severim tatlım ve eminim senden de mükemmel bir güvercin olurdu." derken Ares banyodan çıktı. "Hey, Ares, Marduk seni görmek istiyor. Özel olarak!" diye kısık sesle ekledi.
Dünya kaşlarını çatarak Ares'e baktığında onunda yüzünün asıldığını gördü. Marduk'un hangi konuda görüşmek istediğini ikisi de biliyordu. Ares başını sallayıp "Tamam" dedi.
Hermes kapıya bir adım daha yaklaştı ve zor duyulur bir sesle konuştu.
"Ares, bizi bırakmanı istemiyoruz, biliyorsun ama bu senin için daha iyi olacaksa kararına saygı göstermekten başka çaremiz yok."
Dünya, sıska adamın yüzündeki üzgün ifadeye tiksintiyle baktı. Ares gibi güçlü bir ölümsüzü kaybetmek istemiyorlardı. Hem onu yanlarında istiyorlardı, hem de yardım etmek için kıllarını kıpırdatmıyorlardı. Düzenbaz pislikler! Koruma için Zeus'la hiç birinin konuşmadığına emindi. İkna etmek için çabalamamışlardı bile, yine de her şeyi düzeltmesi için Ares'i etkilemeye çalışıyorlardı. Ares başka bir eve geçtiği takdirde Olimpos daha zayıf kalırdı. Böylece Asteria ve Dünya tek darbeyle Olimpos'u yerle bir edebilirdi. Bu düşünce Dünya'yı rahatlattı. Derin bir soluk alarak Ares'e baktı. Ares bakışlarını Hermes'e çevirdi ve hafifçe sırıttı.
"Biliyorum Hermes."
Hermes başını salladı. "Marduk, seni bekliyor." dedi ve ortadan kayboldu.
Ares düşüncelerinin içinde yanağını kemiriyordu. Koyu bordo bir tişört ve altına siyah bir kot giymişti. Nemli saçları yüzüne doğru kayarak düştü.
"Ne cevap vereceksin?" Sesi sinirli ve gergin çıkmıştı ama aldırmadı.
Ares başını kaldırıp kollarını kenetledi. "Bilmiyorum."
"Kabul etmelisin Ares." dedi Dünya. "Marduk'un teklifini kabul etmelisin. Görmüyor musun, buradakiler sadece korumanın kalkmasına üzülmekle kalıyor. Aslında seni değil, yeteneğini kaybet..."
"Aynı fikirde değilim." diye kestirip atınca Dünya tepki çekmemek adına devam edemedi. Ares sıkıntıyla soluklandı. "Sen odana git papatyam, ben Marduk ile konuşup yanına gelirim."
Dünya ona bakmaya devam ederken rahat bir sesle ekledi.
"Yemeği dışarıda baş başa yemeğe ne dersin?"
Önceden olsaydı bu fikre balıklama atlardı ama şimdi Olimpos'ta kalıp Ares'teki bıçağı almaya çalışmak daha cazip geliyordu. Yine de şimdilik uyumlu davranmakta sakınca yoktu. Bu arada Asteria ile konuşma fırsatını geri tepemezdi. Başını salladı.
"Sen Marduk ile konuş, yemeği sonra düşünürüz."
Ares'in hala ona bakmasına aldırmadan açık kapıdan dışarı çıktı. Topuklarını sertçe yere vurarak merdivenlere doğru yürüdü. Köşeyi dönecekken Afrodit'in diğer koridordan başı önde yürüdüğünü gördü. Duraksadı ve kadının yaklaşmasını bekledi. Üzerinde her zamankinden daha sade bir kıyafet vardı. Dümdüz kahverengi elbisesinin etekleri yeri süpürürken dalgın bakışları yerdeydi. Dünya'nın dikildiğini son anda fark edince bir anda irkildi. Ardından başını dikleştirip kibirli bir bakışla öylesine onu süzdü ve Ares'in odasına doğru döndü.
"Biraz daha yalvarmaya mı gidiyorsun aşk tanrıçası?"
Sesindeki alaycılık Afrodit'in sinirini körükledi ve ateş saçan gözlerle Dünya'ya döndü. Dünya umursamaz bir tavırla elini salladı.
"Kendini bu kadar düşürdüğün için bir bayan olarak senden utanıyorum."
Afrodit gözlerini kıstı. "Beni çok zorluyorsun insan!" diye tehditkâr bir sesle hırladı. "Bir gün daha sabret!"
Afrodit saçlarını havalandırarak yürüdü. Dünya'nın aklı karışmıştı. Bir gün daha sabret demekle neyi kastetmişti? Kadının şu anda umutsuz olması gerekiyordu, kendine güvenli değil. Köşeye çekildi ve Afrodit'i izlemeye devam etti.
Kadın, Ares'in odasının önünde dikilirken; Dünya, Afrodit'in istediği şeyi İksion'dan alma ihtimalini düşünüyordu. İksion onu kandırmış olabilir miydi? Asıl iksir şişesini bu boyalı sürtüğe mi vermişti? Sıktığı yumruğu duvara dayadı. Eğer bunu yapmışsa İksion'u acılı bir ölüm bekliyordu, ne pahasına olursa olsun bu ölümü ona sağlayacaktı. Dünya'yı kandırmamışsa da güzel ve ani bir ölüm sunabilirdi. Ares'in kapısı açıldığında Dünya köşeye sindi. Ne konuştuklarını duyamıyordu ama adam, Afrodit'i gördüğüne hiç şaşırmamıştı. Gelmesini bekliyormuş gibi...
Dünya sıkıntıyla kaşlarını çattı. Ares kapıdan kaybolduğunda Afrodit onun olduğu yöne kısa bir bakış attı. İzlediğini fark etmemesi için Dünya geriledi. O ikisi bir yere gideceklerdi. Ve düzenbaz Ares her zamanki gibi Dünya'ya bir şey anlatmamıştı. Tüm bedeni öfkeyle karıncalanıyordu. Merdivene döndü ve hızlı adımlarla inmeye başladı.
Demir kapının önüne gelene kadar duraksamadı. Bildiği en kısa yoldan gitmişti ama sanki yol uzamış gibi bitmek bilmemişti. Koridora dikkatli bir bakış atarak kimsenin olmadığına kanaat getirdikten sonra sürgüleri çekti. Tüm olanlardan sonra, Ares'in ona açık olduğunu düşündükten sonra bile sakladığı şeylerin ortaya çıkması sinirinden köpürmesine yol açıyordu. İki yüzlü Ares, Zeus'un kızdığı kadar vardı. Öfkesiyle birlikte içindeki soğukluğun yeniden güçlendiğini hissetti.
***
Sağdaki kapıdan hiç duraksamadan geçti ve nemli taş koridorları dün gecekinden daha hiddetli bir halde aştı. Düne nazaran daha çok iblis etrafta dolanıyordu ve hiç biri Dünya ile ilgilenmiyordu. Dünya da onları umursamadan doğruca Asteria'nın taht odasına gitti ve kapıyı açıp sadece mumların aydınlattığı geniş odaya girdi. Asteria tahtında değildi, elinde bir içki kadehiyle kürk kaplı divanın karşısında dikiliyordu.
"Bunlar ne demek oluyor?" diye Asteria'ya seslice söylendi. "Hani duygularım..."
"Dünya, hayatım!" dedi sert ve uyaran bir sesle Asteria. "Odama böyle dalman hoş bir davranış değil. Misafirimiz var."
Dünya şaşkın bakışlarla Asteria'nın gösterdiği divana çevirdi gözlerini. Misafir de en az onun kadar şaşırmıştı. Bu adamın yüzünün yarısından anlaşılabiliyordu. Dünya gözlerini kısarak adama doğru yürüdü.
"Seni pis yalancı!"
İksion iyice dehşete düşmüştü. Maskesinin ardındaki gözleri kocaman açıldı ve yanında duran kırmızı saçlı iblise baktı. İblis çabucak hareket ederek Dünya'yı İksion'a yetişmeden durdurdu. Kollarını tutan ellere aldırmadan Dünya adamın üzerine atılmak için debelendi. Dünya onu yakalayan iblisi tanıyordu, o tuhaf su birikintisinde onu tuzağa düşüren iblisti. Zayıf görünen iblisin bedeni inanılmaz kaslı ve güçlüydü.
Dünya ondan kurtulmak için başını, ona doğru savurdu. İblis başını korumak isterken Dünya dizini kırarak iblisin bacağına hızlı bir tekme salladı. İblis bu şaşırtmacayı hiç beklemediğinden kolayca yuttu ve dengesizce gerilerken Dünya bedeninin esnekliğini kullanarak kendini çevirdi. Tek bir hareketle yüz yüze kalmışlardı, Dünya boşa çıkan elini yumruk yapıp Solan'ın yüzüne salladı. Çenesine gelen yumruk yüzünden Solan'ın onu tutan eli gevşedi ve yere düştü.
"Bu kadar yeter!"
Dünya hiddetinden titreyerek kavgayı durduran Asteria'ya baktı. Solan dudağındaki kanı silerek ayağa kalkarken Asteria'nın korkunç bir sakinlikle yanan gözleri İksion'un üzerindeydi. Baştan aşağı pelerinine sarılmış adamdan bakışlarını ayırmadan yürüdü.
"Dünya, bu saldırının anlamı ne?"
"O, senin anahtarın mı?" dedi şaşkın ve kısık bir sesle İksion.
"Sen sus İksion!" dedi Asteria yumuşak ve korkutucu sesiyle. "Evet, Dünya?"
Solan yemyeşil gözlerini öfke ve dikkatle kısmıştı, ses çıkarmadan Dünya'nın yanına dikildi. İblisin onu durdurmak için büyüsünü kullanmadığını fark etti, yoksa Asteria iblisin bu özelliğini bilmiyor muydu? Dünya derin bir soluk alarak doğruldu. Tüm gerçeği açıklamak işine gelmiyordu, o yüzden biraz değiştirmekte sakınca görmedi.
"Afrodit ile Zeus'u konuşurken duydum." dedi. Eliyle İksion'u işaret etti. "Bu yarım akıllı, o şıllığa bir çeşit iksir vermiş."
Asteria'ya baktı ve kelimelerinin üstüne basarak devam etti. "Ares'e kalıcı bir aşk büyüsü yapması için..."
İksion hemen ayağa kalktı. "Hayır, Asteria, Afrodit'e aşk iksiri için malzeme vermedim."
Asteria hiçbir şey söylemeden bir an durdu. Aklından her ne geçiyorsa her şeyi öğrenmeden harekete geçmeyecekti. Dolgun dudaklarını büktü ve elindeki kadehi Solan'a doğru uzattı. Solan hızla gelip kadehi kadının elinden alırken Asteria nihayet konuştu.
"Afrodit, Ares'e büyü yapamaz." dedi ve rahatça dönüp İksion'a baktı. "Korumanın kalkanı, Ares'i korur, değil mi İksion?"
İksion kafası karışmış bir halde yanıtladı. "Zeus, Ares'in korumasını bir süreliğine kaldırmış." diye mırıldandı.
"Ve sen bunu bana söylemiyorsun?" dedi Asteria, sesindeki kızgınlık kıvılcımları yavaşça tutuşmuştu. "Değerli kralımın tehlikede olmasına göz yumuyorsun."
"Benim de yeni haberim oldu Asteria." dedi İksion. "Sana haber vermek için gelmiştim bende."
Dünya, bu yalan karşısında yarım ağızla sırıttı ve tekrar yanında beliren Solan'ın varlığından rahatsız oldu. Dudağından sızan kanı yalayan iblis, bir gölge gibi Dünya'nın dibindeydi. Asteria onunla konuşunca Solan'a ters ters bakmaktan vazgeçip kadına döndü.
"Sen neden İksion'a yalancı dedin?" dedi Asteria, lafıyla kendini ele veren Dünya'ya bakarak.
Onun da yalanı hazırdı. "Sinirimden ne dediğimi bilmiyorum. Kafam karışıktı ve sen sebebini gayet iyi biliyorsun."
Sözlerindeki imayı anlayan Asteria hoşnutsuzca Dünya'yı süzdü. Ares ile onu yakaladıktan sonra şüphelenmesi normaldi ama Dünya'yı böyle bir şey için uyarması gerekiyordu. Adama karşı lanetinin zayıf olduğunu baştan söyleseydi Ares'in yanına bile yaklaşmazdı. Bedenini ne kadar isterse istesin...
"Konuşacağız." dedi Asteria ve İksion'a döndü. "Gelelim sana, Afrodit senden ne istedi?"
"Hypnos'un kanını..." dedi titrek bir sesle ve hemen ekledi. "Ama ona istediğini vermedim, bana inan Asteria."
Dünya, hızla atılıp kimse onu durduramadan İksion'un maskesini tek hamlede çekti. Maskenin ardından çıkan yüze hazırlıklı olsa da şaşırdı. Maskesi düşen İksion gerileyince başındaki pelerin başlığı kaydı. Dünya elindeki maskeyi fırlatıp geriledi. Karşısındaki adam artık kan, et ve irin yığını değildi. Gümüşi tellerin süslediği uzun siyah saçların çevrelediği yüz, neredeyse Adonis ile yarışacak kadar güzeldi. Açığa çıkan İksion'un düzgün kaşları çatıldı ve sıkıntılı bir tavırla Asteria'ya bakan gri gözleri, siyah kirpiklerinin arasında gölgelendi.
"İşte!" dedi Dünya. "Bu kimin ödülü olabilir Asteria? Bu yüz, güzellik tanrıçasından başka kimin yardımıyla kazanılabilir?"
Asteria durakladı, ardından keskin ve güçlü bir kahkaha attı. İksion'u yanına çağırdı. İksion tereddüt etse de karşı koymadan kadının yanına süklüm püklüm ilerledi. Asteria'dan sadece birkaç santim uzun olduğundan yüz yüze durmaları kolay olmuştu. Asteria elini kaldırıp adamın pelerinin bağını çözdü. Pelerin kurtulurken İksion'un kısa deri zırhı ve hala iyileşen kusursuz bedeni ortaya çıktı. Asteria, elini biçimli kasların üzerinde gezdirerek adamın çevresinde bir tur dolandı. İksion her an bir darbe bekler gibi kasılmıştı.
"Bunun için Afrodit'e ne verdin?"
İksion cevapladı. "Nar şerbeti."
"Ve Afrodit anlamadı?"
"İstediğini elde ettiği için pek düşünmedi." Diye mırıldandı.
Asteria ani bir kahkaha attı ve "İksiri etkisiz olduğunda deliye dönecek. Adi fahişe, Hepiastus'u asla bırakmamalıydı. Ares'in ona çok fazla olduğunu öğrenmeli..." diyerek Dünya'ya yan gözle bakıp ekledi.
"Ares'i kimse elimden alamaz." Tepkisiz kalan Dünya'ya keyifle sırıtıp İksion'a döndü. "Yine de... Bu halin, iğrenç halinden daha iyi İksion." diye mırıldandı ve adamın karşısına geçti.
"Tiksinmeden sana bakabilmek büyük zevk. Bu kadar güzel olduğunu unutmuşum."
Asteria eliyle adamın çenesini okşadı ve aniden elinin tersiyle sert bir tokat attı. İksion ani tokatın etkisiyle sendeledi ama kendini toparlayarak dik durdu. Yanağı kızarmaya başlarken İksion kaşlarının altından kadına baktı. Asteria adama iyice yaklaştı. Adamı tedirgin etmekten büyük zevk aldığı yüzünden belliydi. İnce parmakları İksion'un dudaklarında gezindi ve sivri tırnakları boğazından göğsüne doğru indi. Tırnaklarının geçtiği teni yırtarak kanlı izlerle boyarken huşu içinde konuştu.
"İyileştiğin halde, bu güzelliği benden neden sakladın?"
Amacı sorgulanan İksion can acısıyla kıvransa da, boğazını temizleyerek cevapladı. "Yeni gelmiştim Asteria, sana her şeyi açıklayamadan anahtar odaya daldı, sonrasını biliyorsun."
Asteria adamdan biraz ayrıldı. Parmaklarına bulaşmış kanı dudaklarıyla temizledikten sonra söylendi. "Her zaman bir bahanen vardır." dedi ve elbisesinin eteklerini savurarak divana gidip oturdu. "Dünya gelmeseydi, bunları senden duyacağımdan şüpheliyim ama bu içten pazarlıklı halini hep sevmişimdir. Bana bir zararı dokunmadığı sürece..."
İksion tek dizinin üstüne çökerek kadının önünde durdu.
"Otoriteni sarsma gibi bir düşüncem asla olamaz muhteşem kraliçem." dedi yaltaklanan bir saygıyla. "'Ben sadece Afrodit ile biraz eğleniyordum."
Dünya yan gözle Solan'a baktı, kedimsi gözleri İksion'un üzerindeydi. Yüzünde anlaşılmaz bir ifadeyle Asteria'ya yaltaklanan efendisini seyrediyordu. Aniden başını çevirince göz göze geldiler ve Dünya iblise duyduğu nefretle yüzünü buruşturdu. Solan onun tepkisine eğlenerek yarım ağızla sırıttı ve İksiona'a geri döndü.
Asteria, adama ayağa kalkması için eliyle işaret etti. "Şimdi beni Dünya ile yalnız bırak. Raporun biraz daha bekleyebilir."
İksion, lafı ikiletmeksizin yerdeki pelerini eline alıp kapıya doğru yürüdü. Hem Asteria'nın ondan kuşku duymasından, hem de kendince yaptığı planların bu şüphe yüzünden bozulacak olmasından dolayı tedirgindi. Solan bir iki saniye daha kararsızca durdu, ardından İksion'u takip ederek kapıya döndü.
Asteria ikisinin çıkmasını sabırla bekledikten sonra ayağa kalktı ve iki adımda Dünya'nın yanına geldi. Pençe gibi eliyle kazağının yakasından tuttu ve kendine çekti.
"Seni gerizekalı!" diye hırladı. "Ares konusunda seni uyarmıştım. Ona yaklaşma dedim. Sana dikkatli olmanı emretmiştim, o gördüğüm manzara neydi? Az daha laneti kıracaktın. Onun yatağından uzak dur! Bir daha tekrarlanırsa seni kendi ellerimle öldürürüm."
Dünya silkinerek Asteria'nın yakasını bırakmasını sağladı. "Onun yatağı umurumda bile değil. Asıl sen cevap ver, hani lanet, duygularımı silecekti? Ares beni etkilemeyecekti."
"Ares'e karşı bu kadar kuvvetli duygular beslediğini bana en başta söylemeliydin aptal kadın. Onu baştan çıkarmak da ne demek oluyor? Ares iblislerin kralı! Sen onu basit bir yatak arkadaşı mı sanıyorsun?" Asteria tükürür gibi devam etti. "Dikkatli olmanı kaç defa söyledim? Oyun değil! Lanet kötülükle mühürlenmediği sürece havaidir. Sakın laneti zorlamaya kalkma. Ne zamanki mücevhere layık olduğunu kanıtladın, o zaman özgürleşirsin."
"Bunun anlamı ne?"
"Henüz kan dökmedin." dedi Asteria basitçe.
"Kimin kanını dökmem lazım? Bana söylemen yeterli. O ölümsüzün yanındayken ruhum ikiye ayrılıyor gibiydi. Aynı acıya bir kez daha katlanamam."
Duyduklarından hoşlanmayan Asteria doğruldu ve soruyu dolaylı olarak cevapladı. "Öldürmelisin. Sadece kan dökmek yeterli olmaz. Ben eşimin kanını dökmüştüm, en çok sevdiğimin."
Dünya kaşlarını çattı. Onun kimi öldürmesi gerekiyordu, Ares'i mi? Bunu yapabileceğini sanmıyordu, hem aptal adama karşı olan zayıflığından dolayı, hem de ölümsüz birini nasıl öldürebilirdi ki?
Asteria onun düşündüğünü anlamış gibi homurdandı. "Sakın Ares'e elini sürmeye kalkma!" dedi. "Ama bıçağı ondan aldıktan sonra istersen tüm Olimpos'u kesebilirsin, Ares ve Adonis dışında. Onlar benim."
"Bıçağa bu kadar ihtiyacın varsa, neden Olimposlulara verdin?"
"İhtiyacım mı?" dedi Asteria öfkeyle.
"Evet, ölümsüzleri öldürebileceğin tek silahın, onların eline geçmesine neden müsaade ettin?"
"Seni aptal!" diye hırladı Asteria. "Ben bir titanım. Ölümsüzleri yok etmek için bıçağa ihtiyacım yok. Fakat senin var. Başka türlü laneti, ruhuna mühürleyemezsin. Ayrıca onları yok etmek sadece senin eğlencen ve intikamın. Benim umurumda değil. Onlar bana asla engel olamaz."
"Bıçağı benim için mi istiyorsun?" Dünya hoşnutsuzca mırıldandı. "Bıçağı alamazsam bu iğrenç duygulara katlanmam mı gerek?"
"Aklın hiç çalışmıyor senin değil mi? O yüzden senden ilk olarak bıçağa ulaşmanı istedim. Daha çabuk olmanı beklerdim ama sen gidip kralıma aptalca kur yapmakla meşgulsün."
Dünya'nın kafasında her şey mantığa oturdu. Asteria'nın niyeti, en başından beri onu lanetlemekti; Ares ile yaptığı sözde pazarlık, bıçağı alması konusundaki ısrarı, Ares'e kesinlikle yaklaşmamasını söylemesi... Titan olduğu için ölümsüzleri öldürebilecek gücü olmasına rağmen her karşılaştıklarında Ares'ten bıçağı almaya çalışması... Hepsi Asteria'nın planının parçasıydı.
"Ölümsüz olması şart mı?" dedi, aklına kafedekiler gelince. Belki onlardan birini ortadan kaldırırsa sorun çözülürdü. Mesela Sedef, Dünya onu çok severdi. Belki de hepsini boğazlarsa, lanetin işlemesini kolaylaştırabilirdi, neden birini seçip riske girsin ki?
"Bedenindeki alelade bir büyü değil." diye yüzünü buruşturdu Asteria. "Lanet, ancak ölümsüz kanıyla mühürlenir."
"Bunu bana söylemeliydin." diye homurdandı.
"Haddini bil anahtar!" dedi Asteria. "Sen, bana hesap soramazsın. Dediklerimi uygulamaktan başka seçeneğin yok. Ben emrederim, sen yaparsın."
"Belki evet, belki hayır..." dedi Dünya gözlerini kısarak. "Anahtar olan benim ve Olimpos'ta özgürce dolaşabilende benim Asteria. Asıl, sen bana mecbursun."
Asteria'nın güzel yüzü, korkunç bir öfkeyle çarpıldı. Dünya umarsızca ekledi. "Ve bana zarar verdiğin takdirde tüm kozunu kaybedersin. İstediğin şeyleri sana ben sağlayabilirim. Beni bu yüzden istiyorsun."
Kadının bedeninden siyah tütsüye benzeyen dumanlar çıkıyordu. Yere doğru akan dumanlar zemine dağıldı ve taşların arasında kayboldu. Asteria kendini zor kontrol ediyordu ve Dünya'nın haklılığı karşısında ondan sinirini çıkartamayacağının da farkındaydı. Dünya yine de şansını zorlamak istemedi. Yavaş ve sakin bir sesle ekledi.
"Asteria, senin ve benim amacımız aynı, ikimizde yok etmek istiyoruz. Bana istediğim şansı verirsen senin için savaşmayı onur sayarım."
"Eğer arkamdan iş çevirmeye kalkarsan, yetenekli bir anahtar olman seni kurtarmaz Dünya." diye hırladı. Aynı anda birkaç kişi konuşuyormuş gibiydi.
Kadının etrafa dağılan gücü, teninin üzerine buz gibi iğnelerle batarken Dünya ürperdi. Kollarını ovuşturmamak için yumruklarını sıkıca kapattı ve doğruca kadının yüzüne baktı.
"Arkandan iş çevirmekle elime bir şey geçmez Asteria." dedi.
"Bu doğru, anahtar." diye mırıldanan Asteria doğruldu. "Bıçağı alıp kurbanını öldürmeden lanet bedeninde tam olarak işlemez. O zamana kadar kendini Ares'ten uzak tut. Ölümsüz olduğu için yasaya uyması gerek, bunu kullan."
Dünya olur demek yerine başını salladı. Peki, bunu nasıl yapacaktı, kendisi de adamı o kadar isterken. Asteria devam etti.
"Odana girme izni var mı?"
"Hayır, sadece Adonis girebiliyor. Ne ara izin verdim bilmiyorum."
Asteria hoşnut bir ifadeyle gülümsedi. "İşte, bu iyi, Ares'e sakın izin verme. Seninle odanda görüşebiliriz. Ani ve pervasız davranışlarda bulunma, düşündüklerini kendine sakla. Sırlarını öğrenmeye ve odalarını araştırmaya odaklan. Küçük dokunuşlarla ölümsüzleri yönetmelisin, dolaylı olmalı. Fikrin senden geldiğini bile anlamasınlar. Önce nefreti kullan, nefretten doğan kıskançlığı körüklemelisin. Sevgiden doğarsa fedakârlığa yol açar ve tüm her şey tersine döner. Bunu istemeyiz. Geçen seneki olayda, Adonis lanet olası sevgisi ve bağlılığı yüzünden kendini feda etmişti. Güzelim planımı altüst etmişti, bunun tekrarlamasını istemiyorum. Adonis naif ve hırslı olabilir ama mide bulandıracak kadar sadıktır."
"Kafasını karıştırmak çok kolay." dedi Dünya küçümseyerek. "Bana âşık, onu Ares'e karşı kışkırtabilirim. O ikisinin arasını çok kolay boz..."
"Hayır, sen beni dinlemiyor musun?" dedi Asteria. "Bu denendi. Adonis'in hafızası lekeli olduğundan, bir yere kadar aldatılabilinir ama kurnaz Ares kesin şüphelenir. Tuzak olduğunu fark eder. Bu riske giremeyiz."
Dünya suratını astı. "Denendiğini nerden bileyim? Benim hafızam tamamen katledilmiş."
"O yüzden bana söylemeden kendince plan yapma. Çünkü asıl istediğimi almadan oradan kaçmak zorunda kalırsan... Benim değil ama senin canın çok sıkılır." dedi Asteria. "Şimdi git, burada fazla kaldın. Senin odanda buluşmamız daha güvenli."
"İhtiyacım olduğunda sana nasıl ulaşacağım?"
"Buraya gel." dedi bıkkınca ve elini ona uzattı. "Bana elini ver."
Dünya kadının yanına gitti ve uzattığı eline, elini koydu. Asteria bileğini çevirdi ve tırnağını bastırarak iç kısmına küçük bir yıldız çizdi. Sivri tırnağı teninde kırmızı bir iz bıraktı, çevresinde minik kandamlaları belirdi. Kadın tırnağını işaret parmağına bastırdı ve akan bir damla kanı yıldızın üstüne damlattı. Kan tenine değer değmez Dünya'nın soluğu kesildi. Canı yansa da elini çekmedi. Asteria başparmağını yıldızın üstüne bastırdı ve bir iki saniye bekledikten sonra çekti. Dünya, bileğinde oluşan kanlı yıldıza bakarken teni kanı emdi, geriye siyah bir yıldız kaldı. Çok belirgindi, saklaması zor olacaktı. Tam kadına bunu söyleyecekken siyah yıldız derisinin içine gömüldü ve geriye hafif bir kızarıklık kaldı.
"Acil bir şey olursa bu yıldıza kendi kanından bir damla akıtman yeterli." dedi ve siyah gözlerini Dünya'ya dikti. "Ama sadece acil bir şey olursa kullan. Seninle uğraşmaktan daha önemli işlerim var."
Dünya uysalca başını salladı.
"İyi, şimdi geri dön ve çıkarken İksion'a söyle, içeri gelsin."
Dünya yanağını kemirerek kapıya doğru adımladı. Asteria ona yardımcı olamayacaktı, saçma sapan duygularıyla kendi başına kalmıştı. Ares'ten uzak durmayı nasıl başaracaktı ki? Tek dayanağı yasaydı, ölümsüz-ölümlü aşkının yasaklandığı kural. Kapıya yaklaşmışken durakladı.
"Adonis ile bana neden karşı çıkılmadığını biliyor musun?" dedi ve Asteria'ya baktı.
Asteria sıkkın bir tavırla geriye yaslandı. "O, Zeus'un bir kurnazlığıydı. Ve Ares'e kurduğu ilk tuzak da değil ama en iyisiydi diyebilirim. Adonis, Zeus ile bir anlaşma yapmış. Ares'i öldürecek ve onun hafıza yeteneğini alıp yerine geçecekti. Güçsüz kalan Ares, Tartaros'u boyladığında Zeus rahatlayacaktı. Ares tehlikesi kalkacak ve Zeus, Adonis'e ambrosia verecekti, senin ölümsüz olabilmen için. Sen ölümsüz olduğunda bu yasak geçersiz olacaktı. Anlaşma buydu. Adonis, Ares'i kurtarma bahanesiyle geldiğinde benden bıçağı istedi. Bende ona Ares'i, bana yani Tartaros'a temelli göndermesi için bıçağı verdim. Hesaba katmadığım şey; Ares'in ölümlü olmaya devam etmesi ve Adonis'in sadakatiydi. Kralımı az daha sonsuza kadar kaybedecektim. Bu yüzden onun ölümsüz olması için seni kullandım, riske giremezdim. Ares, her ne kadar sert mizaçlı olsa da; ölümlü birinin kendisi yüzünden zarar görmesine katlanamıyor, diye düşünmüştüm. Buna o zamanlar anlam verememiştim ama neden katlanamadığını da bugün anlamış oldum. Demek ki, seni yatağına almak istiyormuş."
Son lafını tiksindiğini belli edercesine söylemişti. Kadının kıskançlığından zerre kadar etkilenmediği için Dünya sözlere hiç aldırmadı. Zaten Zeus'un tavırları en baştan beri Dünya'ya pek mantıklı gelmemişti. Son bir soru için durakladı.
"Zeus, Ares'i kıskandığı için mi öldürmek istiyor?" Aklı, Hera ile olan yasak ilişkisine kaymıştı.
Asteria sahte bir şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Kıskançlık mı? Bu nereden çıktı? Zeus'un başka korkuları var. O hikâyeyi, sana daha sonra anlatırım çünkü bir tekrar yapma isteğim şu an yok."
"Peki." dedi Dünya uyumlu bir tavırla ve uzanıp kapıyı açtı. Demek ki, Asteria, Hera meselesini bilmiyordu. Olayı sonra anlatabilirdi çünkü o da, şu an kadını aydınlatmaya istekli değildi. O, her şeyi öğrenecek ve yeri geldiğinde kullanacaktı.
Kapının biraz ötesinde dikilen İksion ve Solan'a bakarak kapıyı kapattı. İksion, onu görünce sinirle kaşlarını çattı ve yanına geldi.
"Bu yaptığın saçmalıkta neydi? Mücevhere çoktan sahip olduğunu, geldiğinde neden söylemedin?" dedi kısık sesle.
"Tatlım!" dedi Dünya üzüntülü bir ifadeyle. "Kaşlarını çatmak güzel yüzüne hiç yakışmıyor. Hazır yeni düzeltmişken kırışmasını istemezsin, değil mi?"
"Soruma cevap ver!" diye İksion hırladı.
"Senin soruların umurumda değil pislik." dedi ve başıyla kapıyı gösterdi. "Kraliçen seni bekliyor. Git ve seni af etmesi için ayaklarını yala."
"Seninle sonra görüşeceğiz." dedi İksion ve bakmaya devam ederek Dünya'nın dibinden biraz uzaklaştı.
"Ben sözümü tutacağım İksion." Diye fısıldadı Dünya. "O bıçak senin olacak ama anlarsın ya, kendimi Asteria kanıtlamam gerekiyordu. Senin foyanı o yüzden ortaya çıkartmak zorunda kaldım, bence çokta kötü olmadı. Böylece yüzünü sürekli saklamak zorunda kalmadın. Aslında bu iyiliğim için bana teşekkür etmen gerekir."
İksion öfkeyle soluyarak kapıya yürüdü ve açıp içeri girdi. Solan ikisinin konuşmasını keyifle dinliyordu. Dünya iblise döndü.
"Sen niye sırıtıyorsun?"
Solan duvara dayandı ve kollarını kavuşturdu. İnce bedenini saran işlemeli deri şeritler ve tuhaf pantolonuyla, etraftaki kaba iblislerin arasında bile ilginç bir görüntü sergiliyordu. Onlar kadar çirkin değildi, hatta yüzü çekici hatlara sahip olsa da, bu ibliste onu şaşırtan başka bir ilginçlik vardı. Bunu ilk gördüğü andan beri hissediyordu.
Solan onun sorusuna cevap verirken rahattı.
"Dilini pek tutamıyorsun. Bu sana zarar verecek."
"Seni ilgilendirmez." dedi. "Sen büyü yapabildiğini neden saklıyorsun?"
Solan birden afalladı ve doğrularak hızlıca koridora bakındı. Ona en yakın iblis beş metre uzağındaydı ve yere oturmuş kanlı bir et parçasını kemiriyordu.
"Aptal iblisler bizi dinlese de anlayacak kadar zeki değiller." dedi Dünya, büyücü iblisin bakışlarını takip ederek. Ona doğru dönen Solan'a gözlerini dikti. "Peki, övgü olarak alma ama sen neden zekisin?"
Solan kaşlarını çattı. "Git başımdan!"
Dünya, bilmiş bir tavırla Solan'a sırıttı ve gözlerini iblisten ayırmadan koridorda yürüdü. Solan da dikkatlice onun gidişini seyretti. Sırlarla dolu bu yer, Dünya'yı keyiflendiriyordu, her birinin kuyruğunu elinde tuttuğu takdirde bu çakallar sürüsüne istediğini yaptırabilirdi. Solan'ı geride bıraktığı iki adım sonrasında, kapıyı düşündü ve bir saniye sonra girdiği kapının önündeydi. Merdivenleri hızla tırmandı ve kendi odası yerine mutfağa doğru seri adımlarla ilerledi. Kurt gibi acıkmıştı.
***
Midesini tırmalayan açlığı bastırmak için mutfak dolabını karıştırırken mutfağa birinin geldiğini hissetti ama aldırmadan raftaki tencereyi çekti.
''Burada kimler varmış, Ares'in eski küçük yatak oyuncağı.''
Dünya eli hala tencerede sesin geldiği yere doğru yan gözle baktı. Misafir olan elçilerinden biri tezgâha dayanmış onu süzüyordu. İsmini hatırlamaya çalıştı ama hiçbirinin ismi akılda kalıcı olmadığından bulamadı. Adama aldırmadan tencereyi çıkartıp kendi tabağına yeşil bir otla yapılmış yemekten koydu ve tabağı eline alıp masaya oturdu.
''Duyduğuma göre Ares senden vazgeçip ölümsüz olmuş.'' dedi üzerinde yakası açık keten bir gömlek ve pantolon olan elçi.
Dünya adama bakmaya bile tenezzül etmeden yemeğini kaşıklamaya devam etti. Adamı gördüğünden beri zaten gereksiz biri olduğunu biliyordu. Bu yüzden onu özellikle kızdırmaya çalışması umursayacağı kadar önemli bir şey değildi. Cevap vermekle bile uğraşmayacaktı.
Adam doğruldu ve tezgâha kollarını dayayarak ona eğildi. ''Yatakta o kadar kötü müydün? Ares senin oyunlarından çabuk bıkmış. İstersen sana bir iki numara öğretebilirim, ne dersin?''
Dünya kaşlarının altından adama baktı. Adamın siyah gözleri alaycı bir ışıltıyla parlıyordu, koyu teni hoş bir renkteydi. Saçları olmamasına rağmen kirpikleri gür ve uzundu, kaşları çok düzgündü. Beyaz dişlerini göstererek sırıttı.
Dünya doğruldu ve gözlerini kıstı.
''Adın neydi senin?''
Adamın yüzü bir anda bozuldu. Şaşkınca cevapladı.
''Ghede?''
''Hım, bak Ghede, seninle konuşmak istemiyorum çünkü o kadar aptalca konuşuyorsun ki sesini duymak zorunda kalan kulaklarıma yazık. Sözlerini anlamlandırmaya çalışmak bile beynime haksızlık, o yüzden neden odana gidip aynanın karşısında konuşmuyorsun? Seni bir tek o dinler gibi geliyor, tabi çatlamazsa.''
Ghede'nin yüzü nasıl olduysa kıpkırmızı oldu. ''Seni saygısız fani!'' diye homurdandı. ''Ben seninle ilgilenerek, seni onurlandırıyorum.''
''Hiç gerek yok, git başkasını onurlandır.'' dedi Dünya ve kaşığını tabağına daldırdı.
''Benimle bu şekilde konuştuğun için pişman olacaksın!''
''Çoktan oldum bile, seninle konuşmak tam bir işkence.'' diye mırıldanan Dünya boştaki elini 'git' anlamında adama doğru salladı.
Ghede öfkeyle mutfağı terk ederken Dünya umarsızca yemeğine odaklandı. Başında zaten bir aptallar sürüsü varken yeni birine hiç gerek yoktu. Asteria'nın dediklerini düşünmeye başladı. Bıçağın ortaya çıkması için ne yapabilirdi?
En güçlü olduğu anda, onu ve lanetini sarsan duygu fırtınasına son verecek mührün geçerli olabilmesi için bıçağa ihtiyacı vardı. Ne saçma bir lanetti, bu üzerine yapılan. Zayıf bir noktası olması şart mıydı? Kaşığı tabağa bırakıp ayağa kalktı. Bir şeylere acı verme isteğiyle titredi, öfkesini başka türlü doyuramayacaktı.
''Ghede'yi delirtenin sen olduğunu tahmin etmeliydim.''
Dünya başını kaldırıp mutfak kapısının önünde dikilen Athena ve Artemis'e baktı. Onları ilk defa normal kıyafetlerle görmek tuhafına gitti. Athena kot pantolon ve uçuk yeşil bir gömlek giymişti, Artemis ise kot etek ve yarım kollu, üzerinde kocaman parlak bir A harfinin olduğu bir kazak. Neşeyle konuşan Artemis ona doğru yürüdü.
''Koridorda karşılaştığımızda hala sinirle söyleniyordu.''
Athena dolaba doğru gitti ve bir şişe meyve suyu çıkarttı. Dünya yanına dikilen Artemis'e omzunu silkti.
''Boş boş konuşuyordu, sadece beni yalnız bırakmasını söyledim.''
Athena bardaklara meyve suyunu doldururken omzunun üstünden Dünya'ya baktı.
''Ghede kendini beğenmiş biri olabilir ama kara büyü ustasıdır. Sen yine de ona fazla bulaşma.''
''Kaşınan oydu.'' dedi başını doğrultarak.
Artemis yanındaki sandalyeye oturdu. ''Ghede'yi boş ver Hena, o her zaman büyük konuşur ama cesareti azdır. Anahtara zarar veremeyeceğini bilir.''
Anahtar! Dünya, derin bir soluk aldı ve sandalyesine geri oturdu. Ona baktıklarında gördükleri tek şey, geçici bir anahtardı. Ve Apollon'un odasındaki ayna yüzünden bu küçük ayrıcalığı her an için elinden alınabilirdi. Yeni bir anahtarın belireceği düşüncesiyle ürperdi. Tüm özelliğini kaybederdi. Olimpos'tan gitmeden önce kristal bıçağın yardımıyla lanetinin tam gücünü elde etmeliydi. Anahtarlık da vazgeçemeyeceği bir diğer güçtü. Önüne konan bardak düşüncelerinden sıyrılmasını sağladı. Başını Athena'ya çevirdi.
''Yemeğe katılmadın ama bizimle bir şeyler içersin değil mi?''
Dünya başını sallayıp bardağa uzandı. Artemis Athena'ya teşekkür edince kendine gelip o da teşekkür etti. Kızıl saçları sinir bozucu bir parlaklıkla omuzlarına dökülüyordu. Athena ise topuz yapmıştı ve kusursuz yüzünü kibirlice gözler önüne sermişti. İkisi de Dünya'nın canını sıkıyordu, sürekli güzelliklerini vurgulamak zorunda mıydılar?
''Sen yine Ares'le mi kavga ettin? Bana barıştığınızı söylemişti.''
Artemis'e baktı, onunla konuşuyordu. Başını sağa sola salladı. ''Hayır, kavga etmedik.''
''Neden bu kadar gergin ve sinirlisin?'' dedi ve bardaktan bir yudum daha aldı.
Dünya, onu süzen Athena'ya bir bakış atıp Artemis'e döndü. ''O nerede?''
Artemis dudağını büküp ''Seninle buluşacağını söylemişti.'' dedi ve Athena'ya baktı. ''Ben yanlış mı anladım, yoksa?''
''Öyle söyledi.'' diye yanıtlayan Athena elini salladı. ''Boş ver, yine bir iş çeviriyordur. Çok yakında kokusu çıkar.''
Kızıl sıkıntıyla soluklandı. ''Rahat batıyor bu adama. Artık ölümsüz de olduğuna göre iyice zıvanadan çıkacak. Gözlerimizi ondan ayırmamalıyız.''
Athena, Dünya'nın masadaki elini tuttu. Dünya bir an irkilip kadına baktı. Athena gözlerinde şefkatli bir bakışla Dünya'ya gülümsedi.
''Onun yeniden ölümsüz olmasını sağladığın için sana çok teşekkür ederiz Dünya.''
Dünya'nın gözleri ikisinin eline düştü. Damarları büzülüyormuş gibi canı acıdı. Bedeninde dolanan soğuk asit yüzünden midesi yandı. Ölümsüzlerin ona hissettiği minnet duygusu, beynini kavururken dudakları zoraki kımıldandı.
''Ben... Yapmam gerekeni yaptım.''
Athena yavaşça elini çekti ve sandalyesine yaslandı. Gözlerini kadına çevirdiğinde Athena'nın kaşları çatıktı. Artemis konuşarak aradaki gerilimi dağıttı.
''Her zamanki gibi en iyisini yaptın. Sen mükemmel bir anahtarsın. Bir de koruma olayını çözdük mü her şey normale dönecek.''
Dünya, Artemis'e döndü.
''Zeus, onu yeniden korumasına alacak mı?''
''Almasa da, Ares'in başka bir evin korumasında olması canımı eskisi kadar sıkmıyor. Önemli olan onun sağlığı ve güvenliği...''
''Zeus onu kabul etmek zorunda!''
Athena'nın sert sesi yüzünden Artemis şaşaladı. ''Ben de isterim ama...''
''Aması yok!'' dedi Athena, gözlerindeki hareler birer pırlanta misali parlıyordu. ''Zeus, lider kalmaya devam etmek istiyorsa, lider gibi davranmalı. Tiranlık yapmasına müsaade etmem!''
''Hena!'' dedi Artemis.
Athena ayağa kalktı. ''Endişelenme Artemis, kendimdeyim. Kimse zarar görmeyecek. Hadi, bizde gidip birkaç boyutu kontrol edelim. Eğlencede göreve çağrılmaktan hoşlanmam.''
''Ne eğlencesi?'' dedi Dünya, bilmiyormuş gibi.
Artemis, Athena'ya bir bakış attı. Onun cevaplamasını istiyordu. Kadın bu isteği geri çevirmedi.
''Bu gün sonbahar ekinoksu, o yüzden bu günü kutlamak için Dionsys her sene festival düzenler.''
Artemis lafın sonunda hemen ekledi. ''Geçen sene çok sönük geçmişti. Olaylar yüzünden ama bu sene eğlencenin mükemmel olması için bayağı uğraştığını duydum.''
Athena yan gözle Dünya'ya baktı. ''Adonis ve senin hafızalarınızın silinmesi, Ares'in dış boyutlarda görevlendirilmesi yüzünden sakin geçmişti.'' Diye açıkladı.
''Olimpos'ta mı yapılacak?''
''Hayır'' diye cevapladı Artemis. ''Zaten sen katılamazsın.''
''Nedenmiş o?''
''Fani olduğun için'' dedi üzgün bir tavırla.
Dünya bir şey söylemedi, masanın altındaki elini yumruk yaptı ama yüzündeki ifadeyi sabit tutmayı başardı. ''İyi, bende biraz başımı dinlerim.''
''Dionsys'un eğlencesi ölümlüler için değil Dünya'' dedi Athena. ''Sana zarar verebilir.''
Dünya omzunu silkerek ayağa kalktı.
''Eğlence havasında değildim, isabet olmuş.''
Athena'nın yanından hızlıca geçip mutfaktan çıktı. Eğlence dedikleri şeyin ona nasıl zarar verebileceğini aklı almıyordu. Bunun tek açıklaması: sen ayağımıza dolanma olabilirdi. Bizler ölümsüzleriz, fanilerin aramızda işi olamaz. Kendi odasına giderken merdivenleri ikişer ikişer tırmanıyordu. Hala sabitleyemediği soğukluk, hissettiği öfkeyle sarhoş olmuş, damarlarında coşkun bir hızla gezinirken teni elektriklenmişçesine alev almıştı. İki kişinin konuşmasını duyunca yavaşladı ve merdivenin başında durakladı.
''Arkanı öylece dönüp gidemezsin Ares!''
''Sana ne dememi bekliyorsun?''
Bir anlığına duraksama oldu ve ardından Adonis'in öfkeli homurtusunu işitti. ''Kahretsin, çok dik kafalısın. Onun için kendini tehlikeye atmaktan vazgeç artık. Evlerden birinin korumasını kabul et.''
''Bunu yapmayacağım.''
''Yasağı ve içinde bulunduğun tehlikeyi, pervasızca görmezden gelemezsin''
''Sana ne Adonis, tehlikede olan benim ruhum. Ben başka bir evin korumasını kabul edip buradan ayrılınca, Dünya sana mı kalacak sanıyorsun? Yasak, beni olduğu kadar seni de bağlıyor, bunu biliyorsun.''
''Yasağın seni engellemediğini gördük.'' diye homurdandı Adonis.
''Ben karşılıksız bir şey için savaşmadım!''
Adonis'in sessizliği karşısında Ares daha sakin devam etti. ''Üzgünüm Adonis, hiçbir eve bağlanmayacağım ve hiçbir kuralın bizi ayırmasına izin vermeyeceğim. Seni sevdiğini bilseydim...''
Ares lafını tamamlayamadan sustu. Derin sessizliği, karanlık kadar yumuşak başka bir ses bozdu. ''Ares haklı Adonis, Dünya'nın seçimi her zaman Ares'ti. İkinizin de sakin olup bazı şeyleri kabullenmeniz gerek.''
''Neyi kabulleneceğim Hades?'' dedi Adonis. ''Madem ölümlüler bize yasak, Ares bundan muaf olamaz. Eğer o, yasağı kırabiliyorsa, benim de geriye çekilmeye niyetim yok.''
Dünya'nın dudakları kıvrıldı. Adonis onun için Ares'e meydan okuyordu. Asteria aynı tuzağa düşmeyeceklerini söylemişti ama iki adam da Dünya'nın çabasızca ördüğü ağın tam ortasındaydı.
''Bu sözlerin anlamı ne?'' diye Ares hırladı.
''Ares!'' diye Hades adamı uyardı. Dünya, onların birbirine saldırmasını görmek istiyordu ama duvarın korumasından çıktığı anda fark edilirdi. O yüzden kulaklarını dört açıp yerinde sabit kaldı.
''Koruma kabul etmemen; seni tehlikeye atsa da kurallardan azat olmanı sağlıyor.'' Dedi Adonis alaycı bir sesle. ''O halde ben de, sen koruma alana kadar senin koyduğun kuralları hiçe sayacağım.''
Dünya dayanamayıp köşeyi döndü ve koridorun ortasında karşı karşıya dikilmiş adamlara baktı. Ona sırtı dönük Ares yumruklarını sıkmıştı ve öfkeyle yanan gözleri Adonis'in üstündeydi. Hades omzundan tutmasa Adonis'in üstüne atılması içten değildi. Adonis ise saldırmasını bekliyor ama umursamıyor gibiydi.
''Bunu neden yapıyorsun?'' dedi Ares. Sesi öfkeyle hayal kırıklığı arasında bir yerdeydi.
Adonis gözlerini yere eğdiğinde Hades, Ares'i tutmayı bıraktı ve Adonis'e döndü. ''Koruma için ikna yöntemin kabul edilir değil Adonis. Kararına saygı göstermen gerekirken sen kendine yontuyorsun.''
Adonis'in uzun kirpiklerinin arasında gözleri bir anlığına titreşti ve bakışlarını yerden kaldırıp doğruca Dünya'ya baktı. ''Ben sözümü söyledim, gerisi sana kalmış.''
Hades, omzunun üstünden Dünya'ya bakarken Adonis odasına doğru yürüdü. Ares, adamı durdurmak için hareketlendi ama Hades ona izin vermedi. Kolundan tutup Adonis'in peşinden gitmesini engelledi. Çılgına dönmüş Ares, Hades'i ittirdi ve öfkeyle kükredi.
''Bırak beni!'' dedi ve kapısına varan Adonis'e seslendi. ''Adonis!''
Adonis duymazdan gelip odasına girmişti bile. Ares sıktığı yumruğu duvara vurdu, duvardan dökülen tozlara aldırmadan yine yumrukladı. İçeriye göçen duvara dayadığı yumruğundan kan sızmaya başlamıştı ama görünüşe göre Ares acısını duymuyordu. Diğer elini de duvara dayadı, ve ne Hades'e ne de Dünya'ya bakmaksızın mırıldandı.
''Bizi yalnız bırakır mısın, Hades?''
Dünya, sırtı dönük Ares'in onun orada olduğunu nasıl bildiğini düşünürken Hades karanlık bakışlarını Dünya'ya dikti. Duygusuz ve soğuktu. Derken hafifçe dudağı kıvrıldı ve alaycı sırıtışıyla ortadan kayboldu. Dünya, başını yukarıya kaldırdı ve Ares'e yaklaştı.
Saçları yüzüne düşmüştü, gözlerini göremiyordu ama bedeni ve yüzünün görünen kısmı kızgınlığını gayet iyi yansıtıyordu. Ellerini duvardan çekti. Dünya'yı üzüntü ve hiddetin karışımı bir suratla karşıladı. Bir an gerilemek istese de kendini tuttu. Delirmiş vahşi bir aslandan farkı yoktu. Yine de büyülenmişçesine adamın karşısında ayakları yere kök saldı.
Ares, ceza biçiyormuş gibi baştan aşağı Dünya'yı süzdü. Dünya, inceleyici bakışlar yüzünden rahatsız olmuştu ama ifadesini bozmadan ölümsüzün yüzüne bakmaya devam etti. Onun gerçekliğini anladıysa ne yapacağını düşünüyordu, lanetini anladıysa kaçmak için yeterli zamanı olur muydu? Odasına yakındı ama Ares çok hızlıydı. Adım atamadan onu yakalardı.
Kalbini saran soğuk mücevher her atışında göğsüne yeniden batmaya başlamıştı. Bu hali hayra alamet değildi. Sakin kalması gerektiğini kendine hatırlatarak riske girdi ve elini, Ares'in kanayan eline uzattı. Ares karşı koymadı. Hırpalanmış elini, Dünya'nın elleri arasına bıraktı. Eklemlerinin derisi parçalanmıştı, parmaklarının üst kısmı bile soyulmuştu. Yaranın kenarlarından hala kan sızıyordu. Duvarın hasarına göre kemiklerinin normalde un ufak olması gerekse de bu kadar bereyle kurtulmuştu.
Ares'in yarasına bakarken Dünya'nın göğsünün içinde, biri buzdan diğeri alevden iki ejderha savaşıyordu. Pençelerin arasındaki kalan kalbi çıldırmış gibi atıyordu. Ares'in diğer elini yüzünde hissetti. Gözleri istemsizce kapandı ve ardından yanağını sıcak avuca teslim etti.
''Ölümsüzlerin arasında kalmak iyi değildir.''
Gözlerini açıp altın gözlere baktı. ''Bunu daha önce de söylemiştin.''
''Şimdi ne demek istediğimi anladın mı?'' dedi Ares, hüzünlü gözleri Dünya'nın yüzünde dolanırken.
Lanetini seziyormuş gibi konuşması aklını karıştırdı. Anlama ihtimaline rağmen istifini bozmadı. Başını doğrulttu. ''Şikâyet ettiğimi duydun mu?''
Ares gülümsedi.
Artık koridorda değillerdi, Ares'in odasına yönlenmişlerdi. Dünya bir an panikledi, kedi tarafından kapana kısılmış bir fare gibi. Onunla yalnız kalmamalıydı. Adam ona yaklaşırsa, Ares'i durduramayacağını biliyordu. İstemiyordu da... Ares ellerini ondan alarak banyoya doğru gittiğinde derin bir soluk aldı. Yeniden Asteria tarafından uyarı almak hiç işine gelmezdi.
Kapının üstündeki tek yıldıza baktı, Asteria'nın odaya girmesini sağlayan büyüye. Acaba Hera'nın odaya giriş izni var mıydı? Yoksa Ares, Hera ile daha rahat buluşabilmek için mi Asteria'nın büyüsüne ihtiyaç duymuştu? Asteria'yı tanıdığı kadarıyla bu konuda onun yardımını alamazlardı. O kadının, Ares'i paylaşmaya niyeti olmadığını çoktan anlamıştı. Bu bilgi onun içini ürpertti ve kalbini acıtırcasına burktu. Düşündüğü şeyler saçmalıktı, kıskançlıktan başka bir şey değildi. Ares'i kıskanmaması gerekiyordu.
Başını çevirdi ve gözüne bir pırıltı ilişti. Yatağın yanındaki komodinin üstünde kristal bıçak duruyordu. Aradığı şey, hiç beklemediği bir anda ve kolayca avucuna düşmüştü.
***
Adımını atmasıyla banyonun kapısının açılması aynı anda oldu. Dünya olduğu yerde kalakaldı. Ares eline sardığı bir havluyla odaya girdi. Üstündeki tişörtü çıkartmıştı; dirseğine yakın, kalın, deri bir kayış Dünya'nın gözüne ilişti. Ares, eline sardığı havlunun temiz kısmıyla, ıslanmış kolunu ve göğsünü silerek komodine yürüdü. Dünya'nın dikkatli bakışları altında kristal bıçağı kayıştaki kına taktı. Dünya kendi kendine lanet etti; aptal gibi kapının üstündeki yıldıza bakmak yerine odaya göz atsaydı, şimdi bıçak onun ellerindeydi. Ares, kan lekeli havluyu komodinin üstüne bırakıp Dünya'ya döndü.
''Senin hazırlanmış olman gerekmiyor muydu?''
Dünya hala elinden kayıp giden bıçağın yasındaydı. Bağırmamak için kendini zor tutuyordu. Gözlerini kırpıştırarak, anlamsızca Ares'e baktı.
''Neden?''
''Dışarı çıkacaktık.''
Hatırladı, şehre gitmeyi teklif etmişti. Bıçak iki metre ötesindeyken şehre gitmek istediği son şeydi. Dudaklarını yaladı.
''Olimpos'ta vakit geçirmeyi tercih ederim, ayrıca aç değilim. Gitmemize gerek yok.''
Altın gözler, kısılırken koyu renk kirpikleri arasında daha bir parladı. Kımıldamamıştı ama Dünya, adamın sıcak kollarının ona dolandığını hissetti. Nefesi kesildi. Çapkın tanrının, belinden gevşekçe sarkan pantolonu dışında kıyafeti olmadığını fark edince midesi, tuhaf bir duyguyla havalandı. Bedeninin bir yanı adamın dokunuşunu ihtiyacın ötesinde bir özlemle istiyordu, diğer yanı her saniye artan bu istekten nefret ediyordu. Dünya, bakışlarını Ares'in çekici vücudundan alarak yüzüne yükseltti. Ares'in öpülesi dudakları hafifçe kıvrılmıştı.
''Peki...'' dedi hoş bir sesle. ''Olimpos'ta ne yapmak istersin?''
Adamı bu denli istekli süzmesi yanlıştı ama elinden başka bir şey gelmiyordu. Hala içinde dolanan canlı duygulara lanet ederek yumruklarını sıktı. Gözleri bileğindeki bıçağa kaydı.
''Belki'' dedi, sesi titrek çıkmıştı. Canı sıkılarak başını doğrulttu. ''Bana bıçakla bir iki numara gösterebilirsin.''
Ares, inanmazcasına tek kaşını kaldırdı. ''Sana dövüş dersi vermemi mi istiyorsun?''
Başını salladı. ''Neden olmasın?''
Ares dudağını büktü. ''Daha önce, dersler konusunda benim, seni zorladığımı düşünürsek; bu talebin senden gelmesi, beni şaşırttı.''
Ellerini beline koydu. ''Kendimi korumak istemem seni neden şaşırttı? Savaş tanrısı geçinen senin bile kendini korumak için bıçağın var.''
''Kimden korunacaksın?''
''Şu durumda liste çok kabarık.''
''Korktuğun biri mi var, Dünya?'' dedi Ares ciddileşerek kaşlarını çattı. ''Birisi seni tehdit mi etti?''
Tenini yalayan ürpertiyi önemsemeden tekdüze bir sesle cevapladı. ''Son iki haftadır konuşulan başka bir şey oldu mu? Yoksa senin de mi hafızan silindi?'' dedi soluklandı. ''Yapılan tüm toplantıların ana konusunun 'hadi, anahtarı yok edelim' olduğunun farkında değil misin?''
Ares ona doğru bir adım attı. ''Onlar sadece konuşmaydı, kimse cesaret edip eyleme geçemez. Kimse, iblisler de dâhil, hiç kimse sana zarar veremez.''
Lafını kesti. ''Tamam, anladık. Basit bir isteği bu denli büyütmen gerekmezdi. Sormadım say.''
Ares nefeslenip başını salladı. ''Bu yanlış anlamaların beni delirtiyor.'' diye homurdandı. Kaşlarının altından ona baktı. ''Öğretmeyeceğim demedim, hatta buna memnun bile olurum ama neden gereksinim duyduğunu bana söylemelisin. Sen, sözlerden kolay korkacak biri değilsin.''
Ares'in aşırı korumacı tavrı konuyu başka yöne saptırmıştı. Şimdilik kabullenip başka bir fırsat kollamaya devam etmeliydi. Korkaklık işe yaramamıştı çünkü Ares, onu sandığından iyi tanıyordu.
''Korkmuyorum zaten.'' dedi ve sırtını duvara yasladı. Kollarını kavuşturdu. ''Sadece havalı birkaç numara öğrenirsem, şu yok etme saplantılarını köreltirim diye düşünmüştüm.''
Ares güldü ve apansız gülüşü Dünya'nın göğsünü sıkıştırdı. Yumuşak bir his omurgasından yukarı süzüldü. Ares gülmeye devam ederek ona yaklaştı, tam önünde durdu ve bileğindeki deri bilekliği okşadı.
''Yakında böyle bir bıçakta istersin sen.'' diyerek gözlerini gözlerine dikti. ''Biliyor musun, birden gözüme çok çekici geldin.''
Ona doğru hafifçe eğildiğinden yüzleri çok yakındı. Dünya, yine kelimesiz kaldı. Tenleri birbirine temas etmemişti ama aralarında oluşan elektriğin kollarını yalamasıyla derin bir nefes aldı. Kalbini saran ince zırhtan sızan kan, damarlarını buza çevirdi. Elini adamın boğazına atıp, tırnaklarını, öpmek isteğini boynuna saplamamak için kollarını kendine iyice sardı. Ares'in üzerine atılmamak için kendini zor tutuyordu, hem canını acıtmak istiyordu hem de...
Ares'in çekiminden kurtulmak için yana kaydı ve ondan biraz uzaklaştı. Başını sallayıp düşüncelerini toparlamaya çalıştı.
''Tamam, unut dediğimi! Bıçak filan istemiyorum.'' dedi ve adama bakmaksızın homurdandı. ''Sen de üzerine bir şeyler giysen iyi edersin''
''Of!'' dedi Ares. ''Bu halim, seni niye rahatsız ediyor anlamıyorum. Sürekli şikâyet edip durman gerçekten tuhaf...''
Dolaba doğru yürüyen adama baktı. ''Sürekli mi?''
Ares dolaptan uzun kollu bir tişört çekerken homurdandı. ''Boş ver.''
Dünya da boş verdi. Ares, kendi fiziksel çekiciliğinden bu kadar bihaberse adamı uyandırmak Dünya'ya düşmezdi. Zaten onu deli eden yanını zoraki bastırıyordu, bir de bu çekimi ona karşı kullanmasını istemezdi, o kaplıcadaki gibi. Koltuğa gidip oturdu.
''Eğlence ne zaman başlayacak?''
Ares, giydiği tişört yüzünden dağılan saçlarını düzeltmeyi bırakıp Dünya'ya baktı. ''Haberin oldu demek.''
''Neden olmasın ki?''
''Katılmak için iznin olmadığını da biliyor olmalısın.''
Dünya cevap vermeden önce birkaç saniye adama gözlerini dikti. Saçma eğlencelerinin ne önemi vardı ki, onun olmasını istemiyorlardı? İyice ilgisini çekti.
''Zamanını sordum, gelmek için izin istemedim.''
Ares, Dünya'nın ters konuşmasını soğuk bir bakışla karşıladı. ''O halde zamanı senin için önemli olmamalı.''
Dünya dudağını ısırarak başını çevirdi. Adamın bu ketumluğu onu çıldırtıyordu. Ares yanına oturdu ve çenesini tutarak yüzünü kendisine çevirdi. Bakışlarındaki ifadede birçok duygunun gölgesi dolanıyordu. Hüzün, kararsızlık, arzu, merak... Yanağını yavaşça okşadı ve boynuna indi.
''Beni özlemeden yanında olacağıma söz veriyorum papatyam.'' diye mırıldandı.
''Bana neden papatyam diyorsun?''
Ares gülümsedi. ''Papatyanın anlamı, gerçek sevgidir. Gerçek sevginin; söylenmeden, doyasıya yaşanmadan ve asla kavuşamadan da var olabileceğini bana sen yaşattığın için sen, benim papatyamsın. Seni sevdim, kavuşamama ihtimalim olduğunu bilerek, acı çekmeyi göze alarak. Beni yanıtsız bırakmanı umursamadan... Sen, benimsin... Gerçek ve biricik aşkımsın.''
Dünya'nın içinde bir şeyler dağılırken zavallı diline söz dinletemedi. ''Ares'' diye güçsüzce mırıldanarak adamın dudaklarına uzandı. Damarlarında akan sıvı, aside dönüşmüştü ama ılık dudaklar ona hayat verdi. Ruhunu kaplayan karanlık dağılmasa da titreşti ve bir an olsun Ares'in nefesiyle huzur buldu. Adamdan yayılan sevgi, acısının üstünü onu koruyan ipek bir örtüyle örterek bastırdı.
Kendine geldiğinde ikili koltukta Ares'in üstündeydi ve bir eli Ares'in eline kenetli, diğer eli ise istekle adamın tişörtünü avuçlamıştı. Ares, belindeki eliyle sırtını okşadı. Gözleri ışıltıya boğulmuştu ve Dünya bu gözlerde kendini görebiliyordu. İçinden lanet olsun diye haykırsa da geri çekilemedi. Eğildi, yeniden öptü. Ares'in eli, kalçalarına inerken zor olsa da adamdan ayrıldı ve elini koltuğun kenarına koyarak doğruldu.
''Seninle tartışmaktan nefret ediyorum.'' diye heyecandan kısılan sesiyle konuştu. ''Her tartışmanın sonunda kendimi senin kollarında buluyorum.''
Ares keyifle güldü. ''Demek o yüzden sürekli benim damarıma basıyorsun. Tartışmak ve devamında olacak olanlar için...''
Dünya dikkatini Ares'in gezinen elinden almaya çalıştı ama bu çok zordu. ''Hemen ukalalık yapma.'' dedi yüzünü buruşturarak.
Ares aniden doğruldu ve Dünya birden kendini adamın kucağında oturur halde buldu. Ares, onun ellerini sırtında birleştirmişti. Tek eliyle, onun bileklerini sıkmadan tutuyordu. Dudaklar, boynunda belli belirsiz dokunuşlarla gezinirken içini çekti. Ares boştaki eliyle ensesinden tutuyordu, parmakları saçlarını avuçlamıştı.
''Ben, sana yasak değil miyim?'' diye fısıldadı.
Ares, çenesine yükseldi ve kulağının yanında mırıldandı. ''Benden kaçmak için bahane bulmaya çalışma.''
''Bahane arıyormuş gibi mi görünüyorum?''
Ares'in gülümsediğini teninde hissetti. Dil ve dişlerin karıştığı yumuşak ve sarsıcı bir öpücüğün ardından geri çekilen adamın uzaklaşmasına isyan eden bedenine inat, o da kendini geriletti. Ona yaşattığı zevk bambaşkaydı. Asteria'nın dileği Ares'e sadece bıçağı almak için yaklaşması olsa da, bundan faydalanmaktan kendini alıkoyamadı. Ares, bileklerini bıraktı ve koltuğa yaslandı. Elleri, onun bacaklarını okşuyordu. Dünya yakın olmalarına rağmen hissettiği özlemle adamın yüzünü okşadı. İçindeki bir şeylerin, Ares'in varlığıyla uyuştuğunu ve kafesine sindiğini biliyordu. Zevk aldığı sürece, yani şimdilik buna itirazı yoktu.
''Koruma kabul etmedim.'' dedi Ares, onun sorusunu cevapladı. ''Nektar içmediğim için de ölümsüzlüğüm mühürlenmedi. Bu demek oluyor ki; bana güçlenmem için seçenek sunmadıkları için üstümde baskı kuramazlar. Yasaklar benim için geçersiz, yani şu anda kör noktadayım. Bana laf geçiremezler.''
Dünya'nın parmağı Ares'in yanağında durakladı. ''Neden?'' dedi şaşkınlıkla. ''Savunmasız kalmaman gerektiğini söylemiştin. Savaşırken tehlikede olacağını söylemiştin.''
Ares yarım ağızla sırıttı. ''İyi hatırlattın. Belki beni koruman için sana dövüş dersi vermeliyim.''
Dünya, konuya geri dönmesi için adamın omzuna vurdu. ''Sen önce soruma cevap ver.''
Ares, Dünya'yı kendine çekti. ''Emredersin sevgilim.'' dedi ve ciddileşerek soruyu yanıtladı. ''Tehlike her zaman vardır. Ama koruma ve nektardan sonra ilişkimize karışma imkânları olacak. Bunu engellemek için bağımsız takılmaya karar verdim.''
''Nektarın seni etkilemediğini söylemiştin zaten, yanılıyor muyum?''
''Bunu onlar bilmiyor.'' dedi Ares kaşlarının altından ona bakarak ekledi. ''Ayrıca nektar kabul etmek, evi kabullenmek sayılır. Bana ambrosiayı sen verdin yani bağımsız biri ama nektarı kabullendiğim takdirde evi de kabullenmiş sayılırım. Zeus'a koruma teklifi için bir nevi yol açmış olurum. Şu anda onların gözünde yarı ölümsüzüm. Ve ben kimseye bağlanmak istemiyorum. Koruma da istemiyorum.''
''Ne inatçısın Ares, Zeus'a kafa tutmak için her şeyi kullanıyorsun.''
Ares ona bir an baktıktan sonra yavaşça konuştu. ''Beni tanıdığını sanıyordum papatyam. Seni gördüğüm günden beri yaptığım her şey, Zeus ile inatlaşmak için değil. Sadece senin sağlığın ve bizim içindi. Ben, ikimize ait bir gelecek kurmaya çalışıyorum.''
''Bunu yapmana izin vermezler. Özellikle Olimposlular...'' dedi hayretini gizlemeye çalışarak. Onun için, bunu göze almasına inanamıyordu. Ne aptallık! ''Seni tanıdığım kadar ölümsüzleri de tanıdım. Ve düşüncem hala aynı... Koruma alman gerek.''
''İzin mi?'' dedi Ares, dudağını kıvırarak. Önemsemediğini belli eden tavrından sonra yüzüne yaklaştı. ''Ben senin koruman altında olmayı yeğlerim.''
Dünya'nın kalbi sıkıştı, bu seferki sebebi adamın yakınlığı değildi, sözlerinin anlamıydı. Dünya kimseyi korumak istemiyordu. O, önüne gelen her şeyi yok etmek, ölümsüzlerin birliğini dağıtmak istiyordu. Ne diyeceğini bilmez halde kasılıp kalmıştı ve Ares'in dokunuşları aklını karıştırıyordu. Ares dudaklarını, Dünya'nın çenesinde gezdirirken mırıldandı.
''Bu kadar kasılma sevgilim, sadece şakaydı.''
Dudaklarının yeniden kıvrıldığını teninde hissetti. Adamın gülümsediğini ve onunla alay ettiğini anlayınca ellerini Ares'in omzuna koydu ve onu ittirdi. Ares kaşları çatık, hareketinin anlamsızlığı karşısında sinirli bir bakışla ona baktı. Ares'i iki nedenle ittirmişti, şaka da olsa istediği vaat canını yakmıştı çünkü düşüncelerine tamamen zıttı. İkincisi ise onun incinmesinden korktuğunu hissetmişti ki, bu vaatten daha ürkütücüydü. Her iki nedeni Ares'e söyleyemeyeceğinden romantik başka bir sebebe yapıştı.
''Lanetlere karşı savunmasız olmanın neresi şaka!''
Ares'in gözleri kısılırken toparlanıp kucağından kalktı. Ölümsüzden az da olsa uzaklaşmak işe yaramıştı, daha net düşünebiliyordu. Taş kesilmiş Ares'e döndü.
''Sana bir şey olursa, bundan kendimi sorumlu tutarım.'' Dedi ve rolünün gereği kollarını kendine kenetleyip yana baktı. ''Koruma almamana sebep olduğum için kendimden nefret ediyorum.''
Ares'ten ses gelmeyince başını çevirip sıvı altına dönüşmüş gözlere baktı. Sandığı gibi üzüntülü, hüzünlü, kırgın, düşünceli veya şaşkın bakmıyordu. Adamın gözleri saf öfkeyle yanıyordu. Dünya'nın nefesi kesildi ve foyasının ortaya çıkma ihtimaliyle titredi. Tedirgince alt dudağı seyirdi.
''Lütfen, Olimpos'tan vazgeçmelisin.''
''Hayır.''
Ares'in ses tonu öyle katıydı ki, Dünya bir an ürktü ve bir adım daha geriledi. Bağırmamıştı, kararlılığının verdiği güçle çıkan ses tonuyla, ona karşı gelmemesi gerektiğini Dünya'ya bildiriyordu. Ares ayağa kalktı. Dünya yutkundu ve yeniden geriledi.
''Ne Olimpos'tan, ne de senden vazgeçmeyeceğim.''
''Ben...'' diye kekeleyen Dünya'nın lafını kesti.
''Artık ben yok Dünya, biz var. Hala tekil düşünmene inanamıyorum. Olaylar ve zorluklar karşısında sadece kendini veya beni düşünemezsin. Başımıza her ne gelirse gelsin, biz, üstesinden geleceğiz. Anlıyor musun, biz...''
Aptallaşmış bir halde adama bakıp kalmasını engelleyemiyordu. Belki Afrodit'e istediği iksir malzemesini vermesi en doğrusu olacaktı. Ares gibi bir ölümsüzün, Dünya'yı bu denli sevmesi akıl alacak gibi değildi. Mücevherden önceki Dünya'nın hali içler acısıydı. Saf, delice kıskanan kör bir âşıktan başka bir şey değildi. Ares, onun bu haline nasıl olur da âşık olabilirdi?
''İlk başta Zeus'a içerlemiştim ama en doğrusunun bu olduğunu anladım. Gidip ona teşekkür etmeliyim. İstemeden de olsa bizi birleştirdi.''
Düşüncelerinden sıyrılıp dikkatlice adama baktı. İfadesi yumuşamıştı ama gözlerinin alevi henüz sönmemişti. Dünya nihayet dilini oynatabildi.
''Beni bu kadar çok mu...'' dedi, lafını tamamlayamadı. Fakat Ares anlamıştı, hafifçe gülümsedi. Başını salladı.
''Evet''
''Neden?''
Ares nefes aldı ve iki adımda yanına geldi. Sıcacık ellerini Dünya'nın buz tutmuş kollarına koydu.
''Olduğun şey yüzünden sevgilim.'' diye yüzüne karşı eğildi. ''Bana bakışların için, gülümsediğin için, kızdığın için... Beni, biz yaptığın için; ruhumdaki boşluğu doldurduğun için seni çok seviyorum.''
Dünya, elini Ares'in göğsündeki yıldızlara yerleştirdi. Gözlerini tişört yüzünden göremediği lanetin üstüne dikmişti.
''Lanet beni alsa bile mi?'' Neden sesi titremişti, bundan nefret etti.
Ares saçlarını öptü. ''Ne fark eder ki, sen hep cadının tekiydin zaten.''
Dünya, kollarından tutan ellerden kurtulmak için debelenirken homurdandı. ''İşte, şimdi saçmaladın.''
Ares gülerek onu belinden yakalayıp kendine çekti. Güçlü kollara daha fazla karşı koyamadı ve pes etti. Bedenleri birbirine yapışmıştı. Dünya içinde dolanan soğukluğun güçsüzleştiğini hissediyordu ama umursamıyordu. Ares'in gülümseyen yüzü ona doğru eğildi ve kapı çaldı.
***
''Ares, odandan ne zaman çıkacaksın?''
Bu Eros'un sesiydi. Ares aldırmaksızın Dünya'yı öptü. Eros kapıyı sıkıntılı bir ritimle çalmaya devam ederken Ares parmaklarını Dünya'nın saçlarına geçirdi ve öpücüğüne karşı konulmaz bir tutku ekledi. Ondan ayrıldığında Dünya'nın tüm bedeni alev almışçasına yanıyordu.
''Ares, hadi ama!''
Eros'un bıkkın sesine karşılık Ares gözlerini devirdi ve Dünya'dan ayrıldı. Ares kapıya doğru yürürken Dünya kendini yatağın üstüne bıraktı, ayakta duramayacak kadar afallamıştı. Çorbaya dönen duyguları, nefretinin üstüne kalın bir battaniye sermişti ve Dünya'nın katılaşan ruhu, bu yığının altında nefes alamıyordu. Asteria hazır korkuyu ve sevgiyi yüreğinden sökmüşken tutkuyu da alsaydı çünkü ölümsüze duyduğu tutku tüm her şeyin ötesine geçmek üzereydi. Asteria'nın onu uyardığı şey buydu ama elinden bir şey gelmiyordu. Ölümlü Dünya, ölümsüzlerin içinde ne kendi kaderini ne de kalbini kontrol edebiliyordu.
Kapıyı açan Ares homurdandı. ''Ne var Eros?''
''Elçiler eğlence için toplanıyor.'' dedi ve ekledi. ''Selam Dünya''
Dünya kapıya doğru baktı, sarı buklelerin sardığı sırıtan yüze. Münasebetsiz bir vakit olduğunun bilincinde değildi. Dünya ona el sallayan ölümsüze sadece elini kaldırarak selam verdi. Ares sabırsızca konuşunca Eros bakışlarını adama çevirdi.
''Bu konuda ne yapmam gerek?''
''Hera, festivalden önce evcil iblislerini kontrol etmeni istedi. Biz eğlencedeyken kıyameti başlatmalarını istemiyormuş.''
Dünya yatakta gerinirken kendi kendine mırıldandı. ''Hermes'ten sonra Eros da haberci olmuş. Bunların canları gerçekten sıkılıyor olmalı.''
Ares onu duymuş olmalı, omzunun üstünden Dünya'ya kısa bir bakış fırlattı. Ardından Eros'a döndü.
''Enyo, Phobos ile Deimos iblisleri kontrol altına alacak, yani sorun yok.''
Eros'un kaşları çatıldı. ''Eris?''
Ares omzunu kapıya yaslayıp kollarını kavuşturdu. ''Eris, festivalde olacak. Bu tarz şeylere katılmayı çok sever. Hatırlarsan, çağrılmadığı en son partiyi, savaşa çevirmeyi bilmişti.''
Eros burnunu kırıştırdı. ''Ah, evet, Paris.''
''Hera'nın içi rahat olsun.'' dedi Ares. ''İblisler sorun çıkarmayacak.''
''Buna inanmayı ne çok isterdim.'' dedi Eros. ''Biz yine de boyutlarda kısa bir devriyeye çıkacağız, katılmak ister misin?''
Ares başını salladı. ''Hiç gerek yok.''
Eros onlara veda edip gittiğinde Ares kapıyı kapatıp Dünya'ya doğru yürüdü. Yattığı yerden doğrulan Dünya, yatağın ucunda dikilen ölümsüze baktı.
''İblisler hakkında bu kadar kesin konuşman diğerlerini rahatsız ediyor.''
''Seni?''
Dünya, birkaç saniye, kaşlarının altından adama baktı. ''Hayır, rahatsız olmuyorum. Ama senden neden korktuklarını anlamıyorum. Onlar çok güçlü ama sen ölümlüyken bile senden çekiniyorlardı.''
Ares dudaklarını büktü. ''Sana demiştim, onlar bana karşı gelemez.''
''Bıçak yüzünden olmasın?'' Ares anlamsızca yüzüne bakınca ekledi. ''Kolundaki bıçak yüzünden mi, baş iblis efendilerini kolayca öldürebileceğini bildiklerinden mi?''
Ares, deri bilekliği okşadı. ''Hayır.'' diye mırıldandı ve Dünya'ya gözlerini çevirdi. ''Sana anlatmıştım, bıçak yüzünden değil. Doğduğumdan beri onları yönetme gücüne sahibim, sana anlattığım şeyler abartı değildi Dünya. Ben çoğu kişi için lanetin ta kendisiyim.''
Dünya yatakta sırtüstü uzandı. Bu kelimeler hoşuna gitmişti. Ares'in bu kadar ölümcül özelliğe sahip olup kullanmak istemeyişi saçma gelse de, kendisini iblislerin kraliçesi olarak düşünmek hislerini coşturmuştu. Asteria'yı daha iyi anlayabiliyordu, onca güç ve baştan çıkarıcı Ares... Daha başka ne istenebilirdi ki?
''Aklına gelen ne?''
Dünya başını hala yatağın ucunda dikilen ölümsüze çevirdi. ''Hıı?''
''Gülümsüyorsun.'' dedi Ares. ''Ne düşündün?''
Dünya hızlıca yataktan kalktı. ''Saçma sapan bir şey...'' dedi. ''Lanet deyince aklıma geldi.''
''Ne?''
Önemsiz bir şeymiş gibi elini salladı. ''Saçma bir şey işte, Afrodit'in bana yapmaya çalıştığı lanetli büyü aklıma geldi. Ölümsüzler laneti bu kadar acemice yapıyorlarsa; korumaya pek ihtiyaç duymaman normal.''
Ares taş kesilmiş bir halde Dünya'ya bakmaya devam etti. Dünya karşısına dikilince zorlanarak konuştu.
''Ne demek bu?''
''Dediğimin neresi anlamsız?'' diye sakince konuştu. ''Çukura gittiğimiz gün Afrodit yolumu kesti ve beni tehdit etti. Beni korkutamadığını anlayınca bir aşk laneti yapmaya çalıştı. Fakat çok beceriksizdi. Biraz tartıştık, sonra gitti.''
Ares elini kaldırıp şakağındaki incecik ize dokundu. ''Bunu sana yapan o muydu?''
Dünya sırıtmamak için kendini zorlayarak masum bir tavırla başını salladı. İyileşen yara, geriye incecik bir iz bırakmıştı. Önemsizdi ama Ares sanki hala canının yanacağından çekinir gibi kibarca izi okşadı. Gözlerinde yükselen öfkeyi izlemek Dünya'yı kendinden geçirdi. Ares, yönlendirilmek için fazla gizemliydi ve kontrol edilemezdi, Adonis gibi değildi. Tepkileri daha coşkuluydu, bir an için sakinken vahşi yönü aniden ortaya çıkarak Dünya'yı heyecan içinde bırakıyordu. Ares, onun anlamadığı dilden bir şeyler mırıldandı ve elini Dünya'dan çekerek kapıya doğru yürüdü.
''Nereye gidiyorsun?'' diye peşinden koşarken bile Ares'in gittiği yeri biliyordu. İçi pırpır ederek öfkeli ölümsüzü takip etti. Bileğindeki hançeri kullanmasını deli gibi istiyordu, hatta hançeri ona vermesini ve intikamını kendisinin almasına izin vermesi için yalvarabilirdi. Bıçağın Afrodit'e saplanışını hayal edince heyecan içinde titredi.
Ares hızlı adımlarla aşağı kata indi ve doğruca Afrodit'in odasına yürüdü. Dünya, adama yetişmekte zorlanıyordu. Yönlense bu kadar hızlı gidebilirdi ama adamın kasten yönlenmediğini anlaması zor olmadı. Yakalanmak istemiyordu. Yol boyunca attığı bakışlarla kadına, odasından önce rast gelmeyi umuyor gibiydi. Dünya, adama yetişmeye çalışırken bir yandan da rolü gereği Afrodit'e bir şey yapmaması için adama sesleniyordu. Afrodit'i kendisi öldürmek isterdi ama bu gidişle izlemekle yetinecekti. Hiç yoktan iyidir diye düşünüp adımlarını hızlandırdı. Ares, Afrodit'in odasına ulaşmıştı, duraksamadan içeri girdi. Dünya, çığlık sesi için kulak kabartarak koştu ve nefes nefese kapıya vardığında Ares'in odanın ortasında dikildiğini gördü. Afrodit görünürde yoktu.
İstiridye şeklindeki görkemli kapının aksine oda, beklediğinden daha sadeydi. Ama kendi odasından daha çok fanteziyi çağrıştırdığı apaçıktı. Kısa ayaklı ve minderlerden oluşan bir oturma grubu odanın ortasındaydı. Duvarın biri, işlemeli aynalardan oluşmuştu, kalın tüylü halılar etrafa serpiştirilmişti. Çıplak bir Afrodit heykeli bir kenarda tek başına dikiliyordu. Tüllerden oluşan bir kapı yatak odasına açılıyordu, göz ucuyla içeride kocaman bir yatak olduğunu gördü. Ares, Dünya'nın banyo olduğunu düşündüğü odaya seyirdi. Adamın peşinden gitmektense, odayı dikkatli gözlerle süzerken gözüne pencerenin önündeki masa çarptı. Masanın üzerindeki eşyaların arasında İksion'dan aldığı iksir şişesinin aynısı duruyordu ve boştu. Acaba, hazırladığı sözde aşk iksiri neredeydi?
Ares banyodan çıktı ve yatak odasına fırtınaya dönüşmüş gözlerini dikti. Öfkesi o kadar sıcaktı ki, teninden buhar çıksa Dünya hiç şaşırmazdı. Biraz ötesindeki Afrodit heykeline başını çevirdi ve aniden bir tekme attı. Heykel, taştan değil de kâğıttan yapılmışçasına uçtu ve aynalı duvara çarparak tuzla buz oldu. Tüm aynalar birer birer duvardan koptu ve parçalara ayrılırken Ares, Dünya'ya döndü.
''Eninde sonunda karşıma çıkacak!'' diye homurdandı. ''Onu bu konuda uyarmıştım, sözümü dinlemediğine onu pişman edeceğim!''
Dünya gülmemeye çalışarak adama yaklaştı. Dokunmaksızın karşısına dikildi. Eski Dünya ne derdi? Sakinleştirmeye çalışırdı.
''Boş ver onu Ares, zaten amacına ulaşamadı. Bir daha deneyeceğini sanmıyorum.''
''Bir kere denemesi bana yeter.'' dedi Ares, başını yükseltti. ''Ona korkacağı bir şeyler vermem gerek.''
''Ne gibi?''
''Yakında duyarsın.'' dedi Ares, Dünya'yı iyice merakta bırakarak.
''Görmeyi veya şu anda duymayı tercih ederim.''
Ares sırıttı. Dünya'ya cevap vermektense kolları arasına aldı. Oda değiştireceğini anlayan Dünya, çaresizce adamın onu yöneltmesine boyun eğdi. Olimpos canını çok sıkıyordu. Tadamadıktan sonra Ares'in çekiciliği de bir yere kadardı, uzaktan bakmak sadece canını yakıyordu. Olimpos'ta oyalandığını hissediyordu ve bu da onu delirtiyordu. Sırtına değen deri bilekliğin farkındaydı ama bıçağa ulaşamıyordu. Ares'ten almanın bir yolunu düşünürken kendini koridorda kendi odasının önünde buldu. Ares hafifçe sırtını okşadı.
''Madem benimle dışarı çıkmak istemiyorsun, en iyisi odanda otur.''
''Odamda oturmak mı?'' dedi kaşlarını çatarak.
''Seninle kaçamak yapamadığım için, ertelediğim birkaç ayarlamayı yapmam gerek papatyam.'' dedi Ares gülümseyerek. ''Diğerleri de eğlence hazırlığındalar. Seninle ilgilenecek kimse yok. Olimpos'tan çıkamayacağına göre usluca odanda oturursan içim rahat eder.''
Kollarından sıyrıldı. ''Hala tutsak mıyım?''
Ares dudaklarını yalayıp Dünya'nın yüzünü süzdü. ''Anahtar olarak gözüktüğün sürece...''
Cümlesini tamamlamamıştı ama demek istediği gayet açıktı. Anahtarlar işleri bitene kadar Olimpos'ta hapis kalmak zorundaydılar. Dünya gözlerini kısıp adama bakarken Ares sırıttı ve tek gözünü kırptı. Başka bir şey demeden ortadan yok oldu. Dünya derin bir nefes aldı.
''Hepiniz aynısınız!'' diye homurdandı. Kapıya dönerken ekledi. ''Ama artık ben farklıyım, tutsak değilim! Artık değilim!''
***
On dakikadır odasının içinde yukarı-aşağı yürüyordu. Bileğindeki görünmeyen dövmeye bir bakış daha attı. Onun yeri Olimpos değildi, burada pençeleri sökülmüş bir kediden farkı yoktu. Neyi beklediğini bilmiyordu. Saatin kaç olduğunun farkında değildi, öğleden sonra herhangi bir zaman olabilirdi. Odanın ortasında dikildi ve gözlerini sıkıca kapatıp düşüncelerine yoğunlaşmaya çalıştı. Aklına Ares'in sözleri geldi.
'Diğerleri de eğlence hazırlığındalar, seninle ilgilenecek kimse yok.'
Gözlerini açtı ve masaya doğru gitti. Üzerindeki kolyeyi alıp boynundan geçirdi. Tenine değen metal garip bir şekilde sıcaktı. Kazağının yuvarlak yakası hafifçe yüksek olduğundan zincir görünmüyordu. Kapıya dönecekken gözüne siyah kutu ilişti. Masanın alt rafında öylece duruyordu.
Onu en son banyoda gördüğünü anımsadı. Kendi başına hareket etmesi saçma gelse de, başka açıklaması yoktu. Raftan alıp masaya koydu ve elinin ayasını üstüne yerleştirerek çevirdi, kutu açıldı. İçinde siyah, parlak bir tüy duruyordu. Ve tüyün sahibini tanıyordu. Öfkeyle hırlarken kutuyu alıp duvara fırlattı, kutu kapanarak yere düşerken Dünya kapıya doğru yürümeye başlamıştı.
''O kâhini öldüreceğim!'' diye homurdandı. ''Kalbini bıçakla kazıyacağım!''
Ama önce bıçağı elde etmeliydi.
Koridora adım attı ve Adonis'in kapısının önündeki Hades ile göz göze geldi. Simsiyah saçlarının altından parlayan karanlık gözlerini ona dikmişti. Sakinleşip ölümsüze doğru yürürken Adonis kapıdan çıktı.
''Tamam'' dedi ve Hades'in baktığı yöne dönüp lafını tamamladı. ''Hazırım.''
İki adama yaklaşmış olan Dünya masumca sordu. ''Neye hazırsın?''
Adonis onu gördüğüne şaşırmıştı. Hades, konuşamayacak halde olan güzel ölümsüzün yerine soruyu cevaplarken kollarını kenetledi.
''Adonis ile ikimiz Tartaros'a gidecektik.'' dedi alaycı bir gülümsemeyle ekledi. ''Bizimle gelmek ister misin?''
Adonis kaşlarını çattı. ''Hades, bunun şakası bile kötü.''
Dünya, Hades'in lafından sonra ısınan omzunu silkti. Yalancı pislik! ''Evet, espri yeteneğin en az yöneticiliğin kadar işe yaramaz.''
Hades, Dünya'nın sözlerinden etkilenmemiş gibi davranmaya çalışsa da gözlerinde büyüyen hırs ve öfke kolayca onu ele veriyordu. Dünya, ona bakmaktan vazgeçip Adonis'e döndü.
''Adonis, seninle konuşmam gerek. Ares hakkında endişeleniyorum.''
Adonis anlamsızca yüzüne bakınca sıkıntıyla ekledi. ''Onun Afrodit'e bir şey yapmasından çekiniyorum.''
''Afrodit'e neden bir şey yapsın ki?'' dedi Hades. ''Bence Afrodit'ten korkması gereken kişi Ares.''
Keyifle gülen ölümsüzlere aldırmadan endişeli gözlerle aslında olmayan sorusunu cevapladı. ''Ares, Afrodit'in beni lanetlemeye çalıştığını öğrendi ve şimdi de her yerde onu arıyor.'' dedi ve dramatik bir şekilde sesini titretti. ''Elinde kristal bıçak var.''
Hades dudaklarını kemirerek Adonis'e baktı. Adonis ise tepkisizce Dünya'ya bakıyordu. Dünya ikisini de tokatlayıp yüzlerine bağırma isteğini geriletti. Neden harekete geçmiyorlardı? Ares'ten bıçağı almaya çalışmaları gerekiyordu. Çünkü sonrasında onlardan bıçağı almak Ares'ten almaktan kolaydı.
''Afrodit, seni lanetlemeye mi çalıştı?''
Soran Adonis'e baktı ve başını salladı. Hades inanmaz bir tavırla başını salladı. ''Bu ondan beklenebilecek bir şey.''
Adonis adama döndü. ''Ama buna hakkı yok!'' dedi sinirle gerilen dudaklarından öfkeyle çıkan ses Hades'in suratını asmasına sebep olmuştu.
''Engelleyen bir yasa da yok.'' dedi Hades, sertçe.
Adonis'in çenesi kasılırken Hades devam etti. ''Sonuçta onu öldürmeye çalışmamıştır.'' dedi ve Dünya'ya döndü. ''Değil mi?''
Dünya yalan söylemenin tam sırası olduğunu biliyordu ama bu yalanı ona olan güvenlerini tamamen silebilirdi. O yüzden başını salladı.
''Hayır, öldürmeye çalışmadı. Beni dinlemiyor musun sen? Lanetlemeye çalıştı ve Ares, şu an çok öfkeli. Afrodit'e bir şey yapmadan onu durdurmalısınız. Bıçağı ondan almalısın Adonis.'' Dedi Adonis'e dönerek.
Hades yarım bir sırıtışla Dünya'ya baktı. ''Ah, tatlım, ne şefkatlisin. Seni büyülemeye çalışan birini nasıl da koruyorsun.''
''Seni aptal ölümsüz.'' dedi Dünya daha fazla dayanamayarak. ''Madem bana yardım etmeyeceksiniz, ben tek başıma Ares'i durdururum.''
Hades, burnunu kibirlice kırıştırıp Adonis'e döndü. ''Benimle geliyor musun, yoksa gelmiyor musun?''
Dünya, ikisinden umudunu kesip koridorda yürümeye başlarken Adonis'in cevabını duydu. ''Gelmiyorum, plan değişti.'' dedi ve ardından seslendi. ''Beni bekle Dünya!''
Dünya'nın dudakları hafifçe kıvrıldı ama yürüyüşünü yavaşlatmadı. Hâlbuki nereye gideceğini bile bilmiyordu. Adonis ona kolayca yetişip kolundan yakaladığında ifadesini ciddileştirdi.
''Bırak beni!''
''Sakinleşir misin?'' dedi Adonis. ''Ares'in Afrodit'i öldüreceği filan yok, endişelenme.''
''Anlamıyorsun, çok sinirliydi.'' Dedi kolunu çekiştirerek. ''Elindeki kristal bıçağın ne yapabileceğini bilmiyorsun.''
Adonis kolunu bıraktı. ''O bıçağı biliyorum Dünya, ne yapabileceğini de.''
Dünya gözlerini adamın yüzüne diktiğinde Adonis nefeslenip doğruldu. ''Göğsümdeki yarayı açan şey, o bıçaktı.''
''O, seni de mi öldürmeye çalıştı?''
''Ares değil.'' dedi Adonis. ''Ben olanları hatırlamıyorum ve bence bu hem iyi hem de kötü. Vicdan azabımı biraz olsun azaltıyor ama yaptığım ihanetin zehri hala içimde bir yerlerde dolanıyor.''
Dünya ölümsüzün lacivert gözlerine uzun uzun baktı. Güzel yüz hatları, çektiği azabın acısıyla kasılmıştı. Dünya fısıltı gibi bir sesle konuştu.
''Hafızanı sildiler ama sana ıstırap verecek kadarını anlattılar. Ya anlattıkları yalansa? Bu nasıl bir kötülüktür?''
Adonis'in gözleri Dünya'nın yüzünde dolandı. ''Benim yaptığım kadar değil. Ayrıca anlatmaları için ben zorladım, her şeyi bilmem gerekiyordu.''
''Neden?''
Adonis dudaklarını yaladı. ''Aşkının beni dönüştürdüğü canavarı tanımam gerekiyordu.''
''Kendine haksızlık ediyorsun.'' dedi Dünya. Onu etkilemek için bir adım daha atıp aradaki mesafeyi kapattı. ''Bu işte, sen ne kadar canavarsan ben de o kadar canavarım. Ama Ares hepimizden daha kötü, ikimizin de duygularını silerek bize haksızlık etti.''
''Duyguları silemez Dünya, sadece hatıraları...'' derken Dünya uzanıp parmağıyla adamın dudağını kapattı.
''Seni ilk gördüğümde bana olan nefret dolu bakışlarının başka açıklaması olamaz. Sözlerin bunun ispatı oldu.''
Adonis kararsızca elini göğsüne götürdü. Canı yanıyormuşçasına dudakları gerildi. ''Sana açıklamıştım.''
Dünya elini Adonis'in göğsündeki elinin altına soktu. Kalp atışlarını bu kadar net duymak tuhafına gitmişti. Avucunun altındaki kalp bir kuşun kalbinden farksızdı. Adonis onun elini avuçladı ve hafifçe sıktı. Dünya ölümsüzün gözlerine bakarken gülümsedi.
''Haklısın Adonis. Hatıralarını sildi çünkü bana karşı duygularının öleceğini sanmıştı. Bunu itiraf ettiğini sen unutsan da ben unutmadım. Benden nefret ettin çünkü ilk gördüğün andan beri ikimizin arasındaki etkileşimi fark ettin. Belki ben ölümlü olduğum için benden nefret ettin, Ares'in faniliğinin sebebi olduğum için değil. Çünkü ölümlü olmam sana yasak olmam anlamına geliyordu.''
Adonis'in kaşları çatıldı. Dünya elini uzatıp Adonis'in ensesine dökülen saçlarını okşadı. ''Bunu saklayamazsın çünkü bende seni ilk gördüğüm zaman aramızdaki çekimi hissettim. Gözlerimi senden alamamıştım.''
Söylediği yalana inandırıcılık vermek için bakışlarını adamın dudaklarına kaydırdı ve öpmek istiyormuş gibi ona uzandı. Adonis aniden gerileyince bir anda sendeledi. Yaptığı şey için adama kızmaya hazırlanmıştı ama sesleri duyunca kaçmasına hak verdi.
Onlara yaklaşan iki kişi koridoru dönerken Adonis elini saçlarına geçirerek dağılan ifadesini toparlamaya çalışıyordu. Dünya ise yaşanan romantizmden zerre kadar etkilenmeksizin diğer ölümsüzlere baktı. Gelen ölümsüzlerden biri Neith idi, uzun boylu kadın, oldukça ölümlü bir kıyafet giymişti. Dar kot pantolonu uzun bacaklarını sarmış, sanki topuğa ihtiyacı varmış gibi giydiği topuklu çizmeleriyle boyu daha da uzamıştı. Diğer ölümsüz ise Marduk'tu. Sert yüzü rahat bir ifadeyle gevşemişti.
''İkinizi aynı anda bulmamız ne şans.'' dedi Marduk.
Üzerindeki gömlek ve kotla çok genç duruyordu. Neith'in Adonis'e attığı kaçamak bakışlarından, duyduğu heyecanı bastırmaya çalıştığı belliydi. Adonis elini ensesine kenetleyip boynunu sıkıştırdı. Düşüncelerini toplamaya çalıştığı öyle belliydi ki... Güçsüzce sordu.
''Bizi mi arıyordunuz, neden?''
Neith Adonis'in yanına dikildi. ''Marduk, eğlenceden önce Nabi ile Dünya'yı tanıştırmak istiyordu.''
''Peki, beni neden arıyordunuz?'' dedi Adonis.
''Seni arayan bendim.'' dedi Neith. ''Hera'dan rica ettim, beni Mısır'a yönlendirecek. Benimle gelmek ister misin diye sana sormaya gelmiştim. Uzun zamandır görmedim ve özledim.''
Kadının ne özlediği belliydi ama Dünya sadece suratını asmakla yetindi. Adonis, Neith'e gülümsedi. Adonis'in kadınla birlikte Mısır'a gitmeyi kabul edeceğini düşününce araya girmenin zamanı geldiğini anladı. Dünya, Marduk'a döndü.
''Nabi kim?''
Marduk dikkatini ona çevirdi ve cevapladı. ''Nabi bir çeşit okuyucu, içinde olan gerçekliği ortaya çıkartır. Belki ayna konusunda yanlış giden şeyi bulabilir.''
Dünya dehşetle sarsıldı ama yumruklarını sıkmaktan başka yüzeysel bir tepki vermedi. ''Neden onunla tanışmam gerek, benden hala şüpheleniyor musunuz?''
''Tanışmayı o istedi, bu kadar uzun süre anahtar olmaya dayanan faniyi merak ediyor.''
''Ben incelenecek bir ucube değilim!'' diye hırladı.
''Böyle bir niyetimiz yok ki.'' dedi Neith.
Dünya gözlerini yavaşça kadına çevirdi. Üstüne vazife olmayan şeylere burnunu sokmaya bayılan kadına haddini bildirme isteğiyle yanıp tutuşuyordu.
''Senin niyetinin ne olduğu aşikâr.'' dedi ve anlamlı bir bakışla Adonis'e döndü.
Adonis onun ne demek istediğini anladığından huzursuzca gözlerini yere indirdi. Dünya şaşkınlıkla ona bakan kadın yerine Marduk'a döndü.
''Nabi ile görüşmek istemiyorum. Beni sürükleyerek götürmek zorundasın.'' dedi ve onlardan uzaklaşmak için Marduk'un yanından geçti. ''Size iyi eğlenceler.''
Marduk ''Dur orda!'' dediğinde ayakları taşa dönüştü ve adım atamadı. Omzunun üstünden gözleri kısılmış ölümsüze baktı.
''Seni hiçbir şey için zorlamıyorum fakat...'' dedi Marduk. ''Uzun süre anahtar olmak ölümlü bir zihnin kaldırabileceği bir şey değil.''
''O halde beni yok edin ve herkesi kurtarın.''
Marduk'un yüzü taşa dönüştü. ''Belki en başta yapılması gereken şey oydu.'' diye tekdüze bir sesle konuştu.
Adonis adamın karşısına geçti. ''Dünya'ya dokunursan cezasını çekersin!''
Marduk koyulaşmış gözlerini Adonis'e dikti. ''En başta dedim Adonis, yani, şu an çok geç.''
Marduk lafının ardından ortadan kayboldu. Adonis öfkeyle Neith'e döndü. ''Sende mi aynı fikirdesin?''
Neith kararsızca Dünya'ya baktı. Başını salladı. ''Hayır.''
Adonis'e döndü ve gözlerini adamın yüzüne dikti. ''Benim açımdan hiçbir şey geç değildir.'' Adonis'in gerilen yüzünü süzen bakışları sertti. ''Mısır gezisi sanırım iptal oldu.''
''Doğru bildin.'' dedi adam.
Neith'in Dünya'ya dönen gözlerinde camlaşmış bir kırgınlık vardı. ''Durga'nın öngörüsü bir kez daha doğru çıktı ama umarım Nabi'den kaçınmanı gerektiren şey, güce olan hırsın değildir.''
''Ne gücünden bahsediyorsun?'' dedi Dünya. ''Ben bu lanet yerde sizin esirinizim. Anahtar olmak çok mu hoşuma gidiyor sanıyorsun?''
Marduk gittikten sonra hareket edebilmişti, o yüzden yürümeye devam etti. ''Sizlerden kurtulmayı benim kadar isteyen kimse olamaz!''
Adonis'in öfkeyle, Neith'e bir şeyler söylediğini duyuyordu ama yanlarında daha fazla kalmak istemedi. İki düşman daha kazandığının farkındaydı ama bu umurunda değildi. Çok yakında hepsi kristal hançerin tadına bakacaktı ne de olsa.
Tek endişesi iradesinin yavaşça çözülmesiydi, eski Dünya olmadığını anlıyorlardı. Hepsi onun neye dönüştüğünü iyice anlamadan buradan kaçmalıydı. Asteria'ya giderse kadının hışmıyla karşılaşacaktı, İksion'a sığınmak doğru gelmedi. Kime gidecekti, ona kim yardım edebilirdi?
Merdivenleri tırmandı, köşeyi döndü ve o hızla birine çarptı. Çarptığı kişi en az onun kadar şaşırmıştı. Başını kaldırdı. Loki'ydi.
''Ne o, peşinde iblis sürüsü mü var?'' dedi adam.
''Önüne baksana sen!''
''Önümde sen varsın.'' dedi Loki sakince. ''Bende sana bakıyorum.''
Dünya nefes aldı ve adamın koyu yeşil gözlerine baktı. Suratı ölü gibi bembeyazdı, kemikli ve sivri hatlara sahip yüzü çok kibirliydi. Zayıf bedeni diğer ölümsüzlere göre çok çelimsizdi, belki Hermes sıskalıkta ona yaklaşabilirdi. Ama Loki, Hermes'ten uzun olsa da ondan daha sıskaydı. Sanki onu yiyip bitiren bir şey varmış gibi...
''Festivale katılmayacak mısın? Neden hala buradasın?''
Loki omzunu silkti. ''Daha başlamadı...'' diye kendini açıklamaya başlamışken Dünya, adamın lafını kesti.
''Sende hazır herkes bir şeylerle meşgulken etrafı araştırmak istedin, değil mi?''
Loki alaycı bir gülüşle sahte bir kahkaha attı. ''Araştırmak mı, bunu neden yapayım?'' Elini duvara dayadı ve Dünya'ya doğru eğildi. Sır verir gibi fısıldadı. ''Ama gördüğüm bazı şeyler hoşuma gitmedi değil.''
''Yapma'' dedi Dünya, adamın ona asılmasına inanamayarak. ''Kel adamdan sonra sıra sende mi? Bu ne yahu, ölümlüyü ilk kim tavlayacak yarışması mı?''
''Kel mi?'' dedi Loki gözleri ışıldayarak doğruldu. ''Ghede sana mı asıldı? Bak buna hiç şaşırmadım.'' Başını salladı. ''Ama ben sana asılmıyordum tatlım, az önce gördüğüm şey daha ilginçti.''
''Ne gördün?''
Loki ince dudaklarını büktü. ''Sana söylemek istediğimi hiç sanmıyorum.''
''O halde neden konusunu açtın?''
''Çok sivri bir dilin var.'' dedi Loki. ''Bu çok hoş, seninle iyi anlaşacağız.''
''Seninle iyi anlaşıp ne yapacağım Loki?'' dedi Dünya küçümseyen bir bakışla. ''Benim işime yaramazsın.''
''Kurulda söylediklerim yüzünden bana kızgınsın.''
''İşe yarasaydı kızabilirdim.'' dedi adamın yüzüne doğru sırıtarak. ''Neyse ki herkes senin ne kadar boş konuştuğunu biliyor.''
Loki bir an Dünya'nın yüzüne baktı. Soğuk yüz ifadesinden, duygularını okumak zordu ama sinirlendiğini tahmin etmek çok kolaydı. Dünya tam yanından geçip gitmeye hazırlanmıştı ki adam konuştu.
''Olimpos'un kibri sana da bulaşmış.'' dedi. ''Fani halinle bize kafa tutmanın başka açıklaması olamaz. Çok güvendiğin Ares'in senin arkandan çevirdiği işleri duyunca ne yapacaksın bakalım.''
Dünya duraklayıp adama döndü. ''Sen yalancının birisin.'' dedi ama yalan söylemediğini biliyordu, omzu tepkisizdi.
Loki, onun attığı oltaya gelerek başıyla geriyi işaret etti. ''Git ve kendi gözlerinle gör, seradalar. Tabi hala oradalarsa...''
Sera, Sirona'nın katındaydı ve şifa dışında oraya genelde gidilmezdi. Dünya adama kinli gözlerle bakmayı bırakıp koridorda yürümeye başladı. Loki'ye doğru tekrar baktığında adam yoktu ama Adonis'in hızlı adımlarla ona yaklaştığını gördü.
''Dünya!'' dedi Adonis.
Dünya başını ileriye çevirip yürümeye devam etti. Adonis ona yetiştiğinde Sirona'nın katının merdivenlerine varmıştı.
''Acelen ne?'' dedi Adonis ''Nereye yetişmeye çalışıyorsun?''
''Yine gizli bir şeyler mi yapıyorsunuz?'' dedi Dünya.
''Ne demek istiyorsun?''
Adonis'in haberi yoktu, yüz ifadesinden anlaşılıyordu. Merdivenleri tırmanmaya başladı. ''Şimdi ne halt olduğunu anlarız.'' dişlerinin arasından mırıldandı.
Adonis ses çıkarmadan onu takip etti. Beraberce Sirona'nın karmaşık serasına doğru gittiler, ölümsüzlerin şifa için bu kadar bitkiye ihtiyaç duyması saçmaydı. Bir insan gibi yemeğe ve şifa için bitkilere ihtiyaçları olmasına bir türlü anlam veremiyordu. Belki bu ölümsüzler sandığı kadar güçlü değillerdi.
***
Doğruca en büyük seraya yürüdü. Başka yerde olmalarına ihtimal yoktu. Diğer seralar küçücüktü. Dünya cam kapıyı yavaşça araladığında sesleri duymaya başladı. Hepsi aşağıdaydı ve koyu bir tartışmanın içindeydiler. Dünya bitkilerin gizleyiciliğine sığınıp terasa yöneldi. Adonis hemen arkasındaydı. Bol yapraklı bir bitkinin arkasında çömeldiler ve aşağıya baktılar.
Ares, Athena, Artemis, Eros, Apollon, Durga, Marduk, Hades, Hera, Zeus, Sirona, Afrodit, Poseidon ve elçilerden ismini hatırlamadığı birkaçıyla birlikte bankların çevrelediği alanda konuşuyorlardı. Ares'in oturmaktansa etrafta dolandığını görünce adamın öfkeli olduğunu anladı. Adonis kulağının yanında fısıldadı.
''Burada neler oluyor?''
Dünya cevap vermedi, dikkati konuşmanın konusundaydı. Gruplar kendi aralarında tartışmaya girdiklerinden ilk önce anlamakta zorlandı. Zeus'un içinde olduğu Marduk, Poseidon ve Apollon'dan oluşan grup; aynanın büyüsünün yenilenmesini tartışıyorlardı. Hoşnutsuz Apollon, bunun için Hekate'ye ihtiyaçları olduğunu söyledi. Kendisi iki defa yenilemişti ama değişen bir şey olmamıştı, aynayı yapan Hekate olduğu için büyü yenilemesini o yapabilirdi. Afrodit, Sirona, Hera ve Eros ise onları izlemekle yetiniyorlardı. Artemis, elçilerin olduğu gruptaydı. Anladığı kadarıyla eğlencede oldukları sırada güvenliğin sağlam olduğu konusunda onları ikna etmeye çalışıyordu. Kalanlar Ares'e yakın olan gruptaydı ve Dünya'nın daha önce hiç görmediği, orta yaşlı bir adamın oturduğu bankın etrafını sarmışlardı. Başı önde olan adam, gözlerini yere dikmiş sakince oturuyordu. Athena, Ares'e seslendi.
''Dolaşmayı bırakıp aklındakini söylersen daha iyi olur Ares!''
''Yeterince konuştuk Hena.'' dedi Ares. ''Tek sorunumuz Asteria ama onun karşısına çıkmaya neden korkuyorsunuz, bunu anlamıyorum.''
''O bir titan ve çok kurnaz.'' dedi Hades. ''Sana karşı zayıflığının olması; onu, kolayca yenebileceğini göstermez.''
Dünya, Zeus'un yan gözle Ares'e baktığını gördü, adamın dikkati diğer grubun konuştuğu konuya kaymıştı. Hades'in uyarısını önemsemeyen Ares hoşnutsuz bir sesle söylendi.
''Onun nerede olduğunu biliyorum. Bana sadece yolu açın.''
Tam o sırada bankta oturan adam başını kaldırdı ve dosdoğru Dünya'nın saklandığı terasa baktı. Dünya bir anda irkildi, adamın gözbebekleri yoktu. Bembeyaz gözlerini kırpmadan konuştu.
''Ares, yine öfken seni yönetiyor.'' dedi adam sakin bir sesle. Dünya gerileme ihtiyacı duydu ama Adonis hemen ardındaydı, kımıldayamadı. Olduğu yerden, adamın onu görmesi olanaksız olsa da bakışlarının üstünde olması midesini kastı.
''Şefkat başımızı belaya soktu, bu sefer öfkeyi kullanmak daha akıllıca olmaz mı?'' dedi Ares.
''Hades'in dediği gibi; o kadının bir titan olduğunu unutuyorsun Ares.'' dedi Durga. ''Asteria yok edilemez!''
Ares alaycı bir gülüşle kadına baktı. ''Hiç bir şey yok edilemez değildir.''
''Bir yolu mu var?'' diye Durga, Ares'e sırıttı.
Orta yaşlı adamın ona doğru diktiği bakışlarına takılan Dünya kısık sesle homurdandı. ''Bu neden bana doğru bakıyor? Burada olduğumuzu nereden anladı?''
Adonis cevapladı. ''O kör, Dünya, seni göremez.''
Dünya adamın süt beyazı ifadesiz gözlerine baktı. Adam az önce görüyor gibi bakıyordu oysaki şimdi onu göremediği apaçıktı. ''Kim o?'' diye fısıldadı.
''Nabi''
Meşhur Nabi, karşısında duran orta yaşlı, kör adam mıydı? Çok çelimsiz ve yaşlı geldi gözüne. Ondan çekinmesi saçmaydı. Ares tekrar konuşunca dikkatini adamın sözlerine verdi.
''Siz o kadını bana bırakın!'' dedi Ares, Durga'ya cevap olarak.
Durga ayağa kalktı. ''Tek başına onu alt edemezsin Ares!''
''Tek başıma mı?'' dedi Ares sırıttı ve onun lafını Nabi tamamladı.
''Asteria'nın yakınında olan biri Ares'e yardım edecek.'' dedi ve başını eğdi. ''Tek başına değil.''
Dünya duyduğuna inanamadı, Asteria'nın evinde casus mu vardı. Kimdi? Derken kim olduğu aklında belirdi, başkası olamazdı. İksion. O yalaka adamın, kendi rahatı için feda etmeyeceği şey yoktu. Bunu Asteria'ya söylemesi gerekiyordu ama önce casus olduğunu ortaya çıkarmalıydı. İksion iyice rezil olmalıydı ve Asteria'nın güvenini tamamen kazanmalıydı. Hermes alanın ortasında belirince herkes dönüp sıska adama baktı.
''Büyük bir sorunumuz var.'' dedi Zeus'a bakarak. ''Eğlenceye erken başlayan sarhoş satirler şu anda museleri kovalıyor. Dionsys onları durdurmak yerine nehrin suyunu şaraba çevirdi. Bir an önce el koysanız iyi olur, yoksa festival başka bir şeye dönüşecek.''
''Aptal çocuk!'' diye söylenen Zeus, Hera'ya döndü. ''Bizi doğruca yönlendirebilir misin sevgilim?''
Hera başını sallarken Nabi seslendi. ''Ares ve benim konuşmamız gereken bir şey var, daha sonra katılmamız sorun olmaz, değil mi?''
Zeus kaşlarını çatıp Ares'e baktı ama adamın yüz ifadesinden bu konuşma talebinden bihaber olduğunu anlayınca başını salladı. ''Elbette, Nabi.''
Hera herkesi yönlendirdikten sonra kendisi de yok oldu. Bahçede Ares ve Nabi yalnız kalmışlardı.
''Benimle ne konuşmak istiyorsun?''
''Yalnız olabileceğimiz bir yere gitsek?'' diye Nabi önerdi.
''Zaten yalnızız, herkes gitti, bizden başka kimse yok.''
Nabi ayağa kalktı ve elini Ares'e uzatırken mırıldandı.
''Bitkiler var, Ares, bitkiler...''
Ares sıkıntıyla kolunu adama uzattı ve yok oldular. Kulağının yanında seslice soluk alan Adonis'in varlığını unutan Dünya bir anda boş bulunup irkildi. Saklandıkları bitkinin ardından çıktılar.
''Kalbi atmayan birine göre çok seslisin.'' dedi Dünya.
''Şaşırmadığını söyleme.'' dedi Adonis. ''Toplantıdan haberin var mıydı?''
''Dışlanmışlar ülkesine hoş geldin.''
Adonis düşünceli bir bakışla az önce ölümsüzlerin olduğu yere bakarken, Dünya adamı düşünmesi için serbest bıraktı. Terasın tırabzanına tırmanıp oturdu. Adonis bakışlarını yavaşça ona çevirdi ve dudağını ısırıp tırabzana baktı. Dünya adamın neden baktığını önce anlayamadı, ardından iyileşmiş olan yükseklik korkusu aklına gelince buz kesti. Adamın tepkisine dikkatle izledi ama yüzünde, anımsamaya dair bir işaret bulamadı. Adonis gözlerini ona geri diktiğinde, Dünya tırabzandan inip inmemeyi düşünüyordu.
''Sence Ares, Asteria'yı bu sefer öldürür mü?'' dedi Adonis, dikkatlice yüzüne bakarak.
Omzunu silkip yere doğru kaydı. ''Öldürmeyi istediğinden bile şüpheliyim.'' dedi.
''Neden?''
''Asteria çok güçlü ve Ares'in peşinde, kim böyle bir hayran istemez ki?''
Adonis ona doğru yürüdü ve elini hemen yanındaki tırabzana koydu. ''Çıkarını düşündüğünü mü söylüyorsun?''
Adonis hafifçe eğilmişti, yüzleri birbirine çok yakındı. Adamın yıldızlı gözlerine baktı ve gülümsedi.
''Onu benden iyi tanıyorsun, sence?''
''Ama onun sevgilisi olan sensin.''
Nefesini hissedecek kadar yaklaşıp fısıldadı. ''Ben onun yerinde olsam sadece gücü değil, anahtarın açabileceği kapıları da düşünürdüm.''
Adonis gülerek başını geriletti. ''Benimle hala oyun oynuyorsun Dünya. Ares, mantığına göre hareket etmez, duyguları onun dümenidir. Sana ne dememi bekliyorsun? Asteria'nın, onun tarafından bir kere öldürüldüğünü benden iyi biliyorsun ama bu sandığın gibi kenara konan bir destek için olmadı.''
''Neden onu öldürmedi, peki?''
Adonis uzunca bir süre ona baktı. Aralarındaki çekişmeye rağmen güzel ölümsüz, Ares'in en güvendiği dert ortağıydı. Dünya'nın bile yaklaşamayacağı kadar birbirlerine yakındılar. Bu sadakati temelli bozmak Dünya'yı bir nebze olsun tatmin edebilirdi. Adonis elini kaldırıp Dünya'nın yanağını okşadı, çenesini kendisine doğru yükseltti.
''Senin yüzünden.'' dedi, Dünya'nın içini gıcıklayan bir sesle. ''Asteria o gece sağ bırakıldıysa bu senin yüzündendi.''
''Benim mi?'' Bu sefer gerçekten afallamıştı.
Adonis elini Dünya'nın yüzünden çekti ve usulca başını salladı. ''Evet, iblis mücevherini saklamıştı ve yerini bilen tek kişi Asteria'ydı. Eğer onu öldürürse mücevheri bulma umudu tamamen yok olabilirdi. Asteria, mücevherin başkasının eline geçmesini sağlayabilirdi, pazarlık yapmayı istemeyen birinin eline. Bu olasılıktan çekindiği için Ares onu öldürmedi.''
Tüm bu fedakârlıklara rağmen iblis mücevheri, Dünya'nın ruhunu süslüyordu. Bir an için gülme isteğiyle kasıldı ama Adonis'in şüphesini çekmemek için dudaklarını bastırıp başını eğdi. Asteria'nın aklına ve insanları yönlendirme kabiliyetine şaşmamak kolay değildi. Küçük hilelerle hepsini istediği kıvama getirmeyi nasılsa başarıyordu. En başından beri istediği şeylere kavuşmuştu; iblislerden oluşmuş bir ordu, lanetli bir anahtar, ölümsüzlüğü kabul etmiş Ares, ondan çekinen bir ölümsüzler çetesi...
Adonis'in konuştuğunu duydu ama ne dediğini anlamayınca dikkatini adama çevirdi.
''Efendim?''
''Dedim ki, Asteria'nın işi bu sefer zor, ölümden kurtulmak için hiçbir kozu yok.''
''Mücevher?''
Adonis başını sallayıp tırabzana yaslandı. ''Sen artık güvendesin, Olimpos'tasın. O kadının pençesinden çok uzaksın. Mücevher sana ulaşamaz, bu yüzden Asteria'nın infazı kesin.''
Dünya, adamın karşısına geçti. ''Bir de Ares'e yardım eden yandaşını saymalıyız.'' dedi. ''Sen kim olduğunu biliyor musun?''
Adonis dudağını büktü. ''Bilmiyorum ki, etrafını saran iblislerden biri olsa gerek.''
''Sana söylemedi mi?'' dedi alaycı bir bakışla.
''Son zamanlarda aramız pek iyi değil, fark etmişsindir.''
''Ne yazık, artık beraber iş çeviremiyor musunuz?''
Adonis'in ona sırıtışı hiç masum değildi. Koyu ve gür kirpiklerinin arasından paha biçilmez bir safir misali gözleri ışıldadı.
''Sanırım ikimizin ortak olamayacağı bir av bulduk.''
Dünya içinden gelerek adama yaklaştı. Adonis kollarını açtığında kendini adama yasladı ve ellerini boynuna uzattı. Adonis belinden gevşekçe sarılmıştı.
''Bu av, ben miyim?'' diye mırıldandı.
Adonis'in sırıtışı gülümsemeye dönüştü, bunu izlemek nefes kesiciydi. Eğildi ve burnunu Dünya'nın burnuna sürttü.
''Uzun zamandır bu kadar güzel bir av peşinde koşmamıştım.'' diye yumuşak ve çekici bir sesle fısıldadı.
Dünya, adamın iltifatına değil, ondan almak üzere olduğu öpücüğe odaklanmıştı. Ares ve Adonis, Asteria tarafından ona yasaklı olduğu için daha çekici geliyordu. Başını yana doğru yatırdı ve Adonis'in dudaklarına uzandı. Adonis'i öperken içindeki soğukluğun coştuğunu hissetti. Kalbine ihanet ediyordu ve mücevher bundan çok hoşlanmıştı. Kristal güçlenerek kalbini sardı ve demirden bir pençeye dönüştü. Dünya, daha fazlası için öpüşünü derinleştirdi. Umut ettiği küçük öpücükten öte bir şeyle karşılaşan Adonis'in bir an şaşırdığını ama devamında onu tutkuyla sardığını hissetti. Sırtındaki ellerini kullanarak Dünya'yı kendine doğru iyice çekti.
Dudakları birbirinden ayrıldığında Dünya, soğuyan hisleri nedeniyle, nefes nefese kalmıştı. Ruhunda hissettiği bu katılık, Adonis'in enfes dudaklarından bile iyiydi. Kendine gelmek için Adonis'in göğsüne dayandı, adamın güçlü kalp atışlarını duyabiliyordu. Adonis, Dünya'yı kolları arasında sıkıca sardı ve başını onun başına yasladı.
''Kimi istediğine emin olmamak canımı yakıyor, bebeğim.''
Dünya yüzünü buruşturdu, neyse ki Adonis bunu göremiyordu. Adonis'i öpmek istemişti ve öpmüştü, daha neydi ki? Yine benzer şekilde, hiç istememesine rağmen, Ares'ten de zevk alıyordu. İki ölümsüzden birini seçmek zorunda kalması anlamsızdı. Daha önceki sevgililerinde böyle bir talepleri olmadığı da belliydi. Dünya neden seçim yapsın? Ellerini koyduğu göğüsten başını kaldırıp adama baktı. Mutluluk ve kararsızlık gölgesindeki güzel yüze...
''Devamı olmayan bir ilişki için seçim yapmam saçma değil mi?''
''Ne demek istiyorsun?'' diye kasıldı ölümsüz.
''Elinde fazladan bir ambrosia olmadığına ve işim bitince beni boş bir beyinle evime bırakacağınıza göre; benden bir seçim yapmamı nasıl bekliyorsun?''
Adonis'in yüzündeki tüm duygular silindi. Dünya gözlerini adamdan ayırmaksızın kollarından sıyrıldı. Karşısına dikildi.
''Seni eğlenceye bekliyorlardır.'' dedi. ''Benim gibi bir fani yüzünden, ölümsüzlerin müthiş festivalini kaçırmanı istemem.''
Arkasını döndü ve cam kapıya doğru yürüdü. Adonis onu durdurmaya çalışmadı. Cevap veremeyeceği bir soruyla adamı baş başa bırakıp koridorda yürümeye devam etti. Pek yakında Adonis ona bir ambrosia getirirse buna hiç şaşırmazdı. Ellerini cebine atarak mutfağın olduğu kata kadar rahat adımlarla ilerledi. Sırf davet edilmediği için o aptal festivale katılmanın bir yolunu bulmalıydı. Ama nasıl?
***
Mutfağın girişinden adımını attı ve başını kaldırdığında mutfakta yalnız olmadığını gördü. Ardına kadar açılmış pencerelerin önündeki masada; yüksek sandalyelerden birine oturmuş, ellerini masanın üstünde birleştirmişti. Dirseklerine kadar çektiği kazağının altında, deri bilekliği görünüyordu. Sanki Dünya'nın bıçağı istediğini biliyor ve nispet yapıyormuş gibiydi.
Ares, başını kaldırıp kaşlarının altından Dünya'ya baktı. Gözlerindeki hareler alevlenmişti, öfkeli olduğu apaçıktı. Nabi'ye kızgın olduğunun düşüncesi Dünya'nın hoşuna gitti.
''Ne yapıyorsun burada?'' dedi Dünya ve dolaba doğru yürüdü.
''Asıl sen ne yapıyorsun?''
Sesindeki tını, sohbet havasında olmadığını gayet iyi yansıtıyordu. Ares şu anda ne yaptığını değil de, yaptığı sakıncalı bir şey olup olmadığını soruyordu. Bu yüzden Dünya anlamazlığa geldi ve dolaptan meyve suyu sürahisini alıp adama gösterdi.
''Bir tahmin hakkın var.'' dedi ve sırıttı. ''İster misin?''
Ares 'hayır' anlamında başını sallayınca omzunu silkti. ''Sen bilirsin.''
Kendine bir bardak taze meyve suyundan doldurdu ve adamın yanına gitti. ''Şimdi cevap verme sırası sende. Şu çok gizli ayarlamalarını yaptın mı?''
Ares'in, onu tuhaf bakışlarla izlemesi tenini karıncalandırıyordu. Bozuntuya vermeden yanındaki sandalyeye tırmandı. Ares yan bakışla ona baktı ve gözlerini yeniden ellerine çevirdi. Çenesini sıktığını görebiliyordu. Dünya, başını ona doğru eğip elini omzuna koydu.
''Neyin var senin?''
''Sorun yok.'' dedi ve dokunuşundan kaçınmak istercesine doğruldu. ''Afrodit ile konuştum.''
Dünya kaşlarını çatıp geriledi. Az önceki toplantıda Afrodit de vardı ama ikisi hiç de tartışmışa benzemiyorlardı. O kadın ile sadece konuşmasına inanamadı. Ares sandalyeye dayanmıştı ama gözleri hala masadaydı.
''Bir daha sana saldırmaya kalkmayacak.'' dedi ve ona döndü. ''Ama aklımı kurcalayan bir şey söyledi.''
Dünya bardağından bir yudum aldı ve tahmin ettiği şeyi söyledi. ''Benim ona saldırdığımı söylemiştir.''
''Bunu yaptın mı?''
Bardağı masaya bıraktı. ''O kadın beni lanetlemeye çalışırken öylece durup izlememi mi isterdin?''
Ares bedenini ona çevirdi. ''Elbette, hayır.'' dedi. ''Ama üstünde bir koruma yokken ona nasıl karşı koyabildiğini merak ettim doğrusu. Ayrıca bana neden daha önce söylemedin?''
Dünya derin bir nefes aldı. Afrodit'e gününü göstermektense, onu sorgulamasına inanamıyordu. Dişlerini sıkarak adama cevap verdi.
''Çok öfkelenmiştim, nasıl yaptığımı bilmiyorum.'' dedi ve gözlerini adamın yüzüne dikti. Ona inanmıyordu, sakladığı bir şeyler olduğunu sezdiğini yeniden düşündü. Ama o kim oluyordu da Dünya'yı yargılıyordu? Bu kendini beğenmiş altın gözlünün canını yakmak istiyordu. Bu acının elleriyle olmasını tercih etse de, şimdiki durumda sözleriyle şansını deneyecekti. ''Sana daha önce anlatmadım çünkü elinden bir şey geleceğini düşünmüyordum.''
Ares, dudağını kemirerek bir an düşündü. Ardından sandalyesinden indi.
''Doğru, artık elimden hiçbir şey gelmez.''
Dünya da sandalyeden inip adamın karşısına dikildi.
''Bu ne demek?''
Ares omzunu silkti. ''Az önce söylediğin şey''
''Yani...'' diye kekeledi. ''Afrodit'e bir şey yapmayacak mısın?''
Ares sırıttı. ''Yapmadığımı kim söyledi?''
Dünya'nın iyice kafası karışmıştı. Ares'in öfkeli hali, can sıkan alaycı bir tavra dönüşmüştü ve bu onu tamamen germişti. Yüzündeki sırıtışa rağmen adamın gözleri hala alev alevdi. Bakışları, Dünya'yı düşünme gücünden azat etti. Şaşkın ve kelimesiz bir halde adama bakarken Ares eğildi. Dudaklarına kondurduğu küçük ama devamı için yalvarttıran bir öpücük sonrasında ''Benim üstümü değiştirmem gerek, sonra görüşürüz.'' diye fısıldadı ve kayboldu.
Dünya boşluğa düşer gibi sallandı, elini uzatıp sandalyeye dokundu. Varlığı ayrı acı veriyordu, yokluğu ayrı... Önceden bu kadar etkileniyor muydu, yoksa yenilenmiş ama değişken ruhu yüzünden mi bu denli sarsılıyordu, hatırlayamadı. Ona güç veren lanetinin elinden kayıp gitmesine izin veremezdi. Laneti sabitlemek için zamanının azaldığını hissetmek onu delirtse de elinden hiç bir şey gelmiyordu. Sanki Ares bu ruh karmaşasını biliyordu ve onunla dalga geçiyordu. Eliyle ensesini sıkıştırdı.
''İşler istediğin gibi gitmiyor, galiba.''
Hızla sesin geldiği yöne döndü. Solan, açık pencerenin pervazına gayet rahat bir duruşla tünemişti. Yeşil gözleri, vahşi bir hayvan gibi kısılmış; Ares'in sonrasında kendine gelmeye çalışan Dünya'yı izliyordu. Kırmızı uzun saçları, usul esen rüzgârda dalgalanırken bir kedi kıvraklığıyla mutfağa sıçradı.
''Ne yaptığını sanıyorsun? Biri bizi konuşurken görmeden defol buradan!''
Solan aldırışsız bir tavırla Dünya'nın karşısına dikildi. Teni öyle beyazdı ki, altındaki mavimsi damarlarını görebiliyordu. Güneşten yana nasibini alamadığı belliydi.
''Seni kontrol etmeye gelmiştim anahtar.'' dedi. ''Görüyorum ki, hala aynı noktadasın.''
''Sana defol dedim!'' diye Dünya hırladı.
''Bu kadar endişelenme.'' dedi yüzünü buruşturarak. ''Fazla kalmayacağım.''
Solan'ın İksion için casusluk yaptığı aklına gelince bir şey demeden iblisin yanından geçmek için hareketlendi. Solan, kolunu tutup onu durdurmasaydı ardına bakmadan uzaklaşacaktı.
''Dur orda anahtar, buraya sadece senin Ares karşısında aptallaşmış yüzünü görmeye gelmedim.''
Kolunu çekti.
''Aptal olan asıl sensin, iblisin tekiyle Olimpos'ta sohbet edecek kadar delirmedim.''
''Sana bir iyilik yapmak için gelmiştim ama vazgeçtim. Ne de olsa bir iblisten iyilik de kabul etmezsin.''
''İyilik mi? Sen mi?''
Solan diliyle dudaklarını yaladı ama cevap vermedi. Dünya çileden çıkmıştı.
''Söyle de, seni reddetme zevkini bana yaşat!''
''Tek verebileceğim zevk bu olmasa da...'' dedi kelimelerin üstüne basarak. ''Ben, aslında seni partiye davet etmek için gelmiştim.''
''Ne partisi?'' derken neden bahsettiğini biliyordu. Ama mantıksız geldi, Solan'ın festivale katılması saçmaydı.
''Ne kadar çok kelime harcatıyorsun, bu gerçekten sinir bozucu.'' dedi Solan, bıkkınca. ''Neyi kastettiğimi biliyorsun, istediğin bir şey için beni neden oyalıyorsun?''
''Belki beni kandırma olasılığın olduğu içindir.''
''Seni, istediğim zaman istediğim yere götürebilirim fani kadın, neden kandırma zahmetinde bulunayım?''
Dünya gözlerini kıstı. ''Sakın, Dionsys'un eğlencesine davetli olduğunu söyleme.''
''Değilim.'' dedi Solan kollarını kenetleyerek. ''Sen de davetli değilsin, işin eğlencesi de bu ya.''
Dünya bir süre düşündü, fırsat ayağına gelmişti. Sırf Solan'a güvenmediği için şansı elinden kaçırmak istemedi.
''Bir saat sonra ilk karşılaştığımız yerde.'' dedi Solan onun ne düşündüğünü anlamış gibi keyifle sırıtarak ve elinin bir hareketiyle havada karanlık bir boşluk yarattı. Ardından içine girerek ortadan kayboldu.
Dünya odasına geri döndü. Koca malikânede tek başına gibiydi. Kısa bir duş alıp üstünü değiştirdi. Siyah kargo pantolonu ve yarım kollu kazağıyla eğlence için hazırdı. Solan'ın planı neydi bilmiyordu ama ölümsüzler onun da eğlencede olduğunu anladıklarında ne tepki vereceklerdi; bunu merak ediyordu.
Banyonun aynasından kendine baktı. Makyajsız yüzü ve sade kıyafetiyle daha çok dikkat çekerdi. Lanet dolapta başka kıyafet olmadığından elinden bir şey gelmiyordu. Kazağın yakasından görünen kolyeyi dışarı çıkartıp gümüş çiçeği parmakları arasında okşadı. İçinde bulunduğu zaman ve mekân değişti.
Ares'in karşısındaydı. Ölümsüzün kahrolmuş ifadesine bakarken gözyaşlarını tutamıyordu. Ares dudağını ısırarak parmaklarıyla yanaklarına süzülen yaşları sildi. Soluk almakta zorlanırcasına nefeslenen ölümsüz, yutkundu.
''Lütfen, ağlama.'' dedi kapıya bakarak.
''Kendimi tutamıyorum.'' dedi Dünya, fısıltıdan farkı olmayan bir sesle. ''Neden böyle olmak zorunda?''
Ares buğulanmış gözlerini Dünya'ya çevirdi. Yüzü hastalıklı gibi beyazlamıştı. Dünya'nın yanaklarını tutan parmakları titriyordu. Ares konuşmaksızın bakmaya devam edince Dünya, adama bir adım daha yaklaştı. Bedenleri sıcaklıklarını hissedecek kadar yakındı. Ellerini Ares'in kollarına koydu.
''Seni bir daha göremeyeceğim, bari hatıralarını benden alma.''
Ares gözlerini kapatıp yeniden açtığında yüz ifadesi sertleşmişti.
''En iyisi bu, inan bana Dünya.''
''Bunu nasıl söylersin?''
Ares, avuçları arasına aldığı çenesini daha sıkı tuttu.
''Keşke biri de benim hafızamı silseydi. Seni hatırlamanın ama ulaşamamanın ne kadar zor olduğunu bilmiyorsun. Bu ikinci anahtar görevindi ve benim için çok zor bir görevdi. Özellikle sonlara doğru...''
Dünya kaşlarını çattı. ''Sevgilini kaybedeceğinden korkmuş olmalısın.''
Ares'in gözleri, Dünya'nın çenesindeki iyileşmekte olan ize kaydı. Sözlerine bozulmamıştı, ne kızdı, ne gülümsedi. Sadece başını salladı.
''Evet, sevdiğimi kaybedeceğimden çok korktum.''
Dünya'nın içi sızladı. Afrodit'in onun asıl sevgilisi olduğunu biliyordu ama Ares'in, kadını sevdiğini ilk defa dile getirdiğini işitiyordu. Hem de bugün... Hafızasının silinecek olmasına sevindi, bu berbat anı hatırlamayacaktı. Ares yeniden gözlerini onun gözlerine çevirdi. Uzun zamandır duymayı beklediği itiraf nihayet öpülesi dudaklardan fısıltı gibi bir sesle kurtuldu.
''Seni kanlar içinde gördüğümde aklımı kaybediyordum sevgilim, her şeyim. Seni seviyorum Dünya, seni çok seviyorum. Sana bir şey olsaydı... Eğer orada... Ben...''
Soluksuz kalan Ares cümlesini bitirmeden ona sarıldı. Dünya, aynı anda hem Cennet'e kadar yükselmişti hem de kaderine lanet etmeden kendini alamamıştı. Delice âşık olduğu Ares'in de ondan etkilendiğini biliyordu ama duygularının bu denli güçlü olduğunu ilk defa duyuyordu. Kendini yakışıklı ölümsüzün oyun oynadığına inandırmaya çalışmıştı ama duyguları samimiydi. Bu durumda onu kaybedemezdi. Hafızasını silemezdi, bu kelimeden sonra onu unutmasına izin veremezdi. Ares kararlı bir sesle konuştu.
''Bir daha saçının teline zarar gelmemesi için elimden geleni yapacağım sevgilim. Kimse sana zarar veremez. Beni bir daha görmesen de, ben hep senin yanında olacağım, seni koruyacağım.''
Tüm ruhuyla sevdiği adama sıkıca sarıldı, başını Ares'in göğsüne yasladı. Konuşacak halde değildi, sadece vakti gelene kadar Ares'in kolları arasında kalmaktan başka bir şey istemiyordu. Afrodit'i o kaleden kurtarmışlardı ve sonrasında Ares'i yine o kadına bırakmak zorunda kalmıştı. Zeus'un şüpheleri yüzünden Ares'ten uzak durup Adonis'e yakınlaşması gerekmişti. Arkadaş grubundaymış gibi görünmek daha iyiydi. Adonis'in duygularının arkadaşlıktan öte olacağını tahmin edememişti ve kabullenileceğini ise hiç hesaba katmamıştı. Ares'in ona bakışlarına bile tepki gösteren Zeus, Adonis'in duygularını açıklamasına ses çıkartmamıştı. Yasaktan sonraki ilk fani aşkını nedense herkes desteklemişti. Kısacık bir anda oluveren bu olaylar karşısında ne yapacağını dahi bilememişti. Adonis'ten belki hoşlanıyordu ama Ares'i kesinlikle seviyordu, tüm kalbiyle ve ruhuyla.
İkisi de Ares'in yüzyıllar önce koyduğu yasağın tuzağına düşmüşlerdi. Ares biraz sonra Dünya'nın hafızasını silecekti ve Ares'in varlığı ile birlikte Dünya'nın aşkı da, beyin kıvrımlarının boşluklarında ebediyen kaybolacaktı. Ares'e iyice sarıldı.
''Seni çok seviyorum.''
Ares, saçlarına yanağını dayadı. ''Seni çok seviyorum.''
Dünya'nın içi parçalanıyordu. Ayrılık, ölümcül bir zehir gibi tüm benliğini mahvediyordu. Hatırlamayacak olması bir çare olmuyordu, şu anki duyguları gerçekti. Göz pınarları kuruduğundan damla gelmiyordu. Yanan gözlerini adama çevirdi.
''Keşke seninle kalabilseydim, ömrümün sonuna kadar.''
Ares kaşlarını çattı, kararsızca düşündükten sonra Dünya'nın alnını öptü. Sıcak dudakları hala teninin üzerindeyken fısıldadı.
''Bunun çaresi olabilir ama çok riskli, yanlış bir hareketimde tüm denge üstümüze yıkılır.'' Dünya başını kaldırıp ona baktığında devam etti. ''O denli yüksek bir gücü kontrol edemeyebilirim.''
''Neden bahsediyorsun?''
''Titanların gücü.'' dedi Ares. ''Bir kere almayı düşünmüştüm, sahip olmak için değil. Gücü birinden korumak için ama başka bir yanlış anlama yüzünden sürgün edildim. Niyetimi bilmedikleri için şanslıyım, Hera amacımı öğrenseydi, kesinlikle sürgünle kurtulamazdım.''
''Hera mı?''
Ares başını salladı. ''Hera, kalbin koruyucusu. Saklanmış kalbi ele geçirmek demek güçlü bir tılsıma yani titanların gücüne sahip olmak demektir.''
''Onun peşinde olduğunu bilmiyorlarsa neden sürgün edildin?''
Ares gülümsedi. ''Odamı Zeus'a kapattığım ve ona karşı koyduğum için.'' Dünya anlamsızca bakınca eliyle sırtını okşadı. ''Şimdi boş ver eski olayları, zaten...''
Kapısının çalınmasıyla Ares'in sözü yarım kaldı. Kapının ardından Eros, Dünya'ya seslendi.
''Dünya, hafızan silinmeden önce Adonis'i görsen iyi olur.''
Ares'in kollarının kasıldığını hissetti. Adonis'in adı ne zaman geçse aynı tepkiyi veriyordu. Altın gözler, kapıyı öldürecekmiş gibi kısılınca Dünya hemen atıldı.
''Adonis'e veda etmek istiyorum.''
Ares'in yüz ifadesi bir an donsa da çabucak çözüldü.
''Tabi, papatyam'' dedi hafifçe gülümsedi. ''Ben seni burada bekliyorum.''
Kollarından ayrılmak istemiyordu ama Adonis'e haksızlık etmemek için diğer odaya geçmek için Ares'ten ayrıldı. Dünya odasının kapısına ulaşmadan Ares, Eros'a seslendi.
''Gel içeri Eros.''
Eros içeri girerken Dünya ile bakıştılar ve Dünya üzgün yüzünü yere indirerek salona giden koridora geçti. Ares, hafızasını silmek için onu evine getirmişti. Olimpos'tan önce bu ev onun yuvasıydı, sığınağıydı. Artık boş duvarlardan başka bir şey hissetmiyordu, soğuk ve sevgisiz...
Salona vardığında Adonis'i kanepeye oturmuş, önünde kavuşturduğu ellerine bakarken gördü. Saçları yüzünü örtmüştü ve çok gergindi. Odaya girdi ve adama seslendi.
''Adonis''
Adonis'in parmakları iyice birbirine kenetlendi ve başını yavaşça kaldırdı. Güzel gözleri, dökülen yaşlar yüzünden parlaklaşmıştı. Dudaklarını tuzlu gözyaşları yüzünden şişmişti. Dağınık saçlarının arasından görünen yüzünü, perişan bir ifadeyle Dünya'ya çevirdi. Sıktığı parmaklarının arasından, ona verdiği kolye sarkıyordu.
''Başka bir yolu olmalıydı.'' diye mırıldandı. ''Bu haksızlık!''
Aniden yaşadığı ana geri döndü. Aynaya bakan gözleri karmaşık duyguları yüzünden keskinleşmişti. Dudaklarını yalayıp Adonis'in son sözlerini tekrar etti.
''Başka bir yolu olmalıydı.''
Geçmişinden bir anı olduğunun bilincindeydi ama o kadar net hatırlamıştı ki, bir an banyoda olduğuna şaşırdı. Ellerini tezgâha koyup nefeslendi. Beyninin karanlığından çıkıp gelen anı yüzünden tüm bedeni buz gibiydi. Duygularını yüzeyin altına atabildikten sonra başını kaldırdı ve aynadaki aksi sırıttı.
''Saklanmış kalp...'' diye mırıldandı ve sırıtışı yüzüne iyice yayıldı.
***
Suların dalgalanarak yeşil ışıklara dönüştüğü sığ göletin içine doğru adımladı. Botlarının üstünü örten su, uğursuzca parıldıyordu. Hava serindi, montuna gömülerek kollarını kenetledi. Solan ortalarda görünmüyordu. Aptal iblis onu oyuna getirmiş olabilirdi ama malikânede gezindiği yarım saatte kimseye rastlamayınca gelmekten başka çaresi kalmamıştı. Ares'in odasını araması da sonuç getirmemişti; kurnaz ölümsüz ya bıçağı yanına almıştı, ya da odasından faklı bir yere saklamıştı. Bıçağı ele geçirir geçirmez, Asteria'nın karşı çıkmasına rağmen, Ares'i öldürmeye karar verdi. O, Dünya için tehlikenin ta kendisiydi.
''Hazır mısın?''
Dünya, başını sese doğru çevirdi. Solan iki metre ötesinde, kollarını kavuşturmuş ona bakıyordu. Omuzlarından inen saçları bir pelerin gibi dalgalanırken ona doğru adımladı. Tepeden tırnağa siyahlar içindeydi. Dünya, iblisin ona yaklaşmasını izledi, her zamanki saçma kıyafeti yerine daha resmi bir kıyafet giymesi tuhafına gitse de, yorum yapmadı.
''Hazırım.''
Solan kaşlarının altından Dünya'yı süzdü.
''Bu kılıkta göze çarparsın, seni değiştirmemiz gerek.''
Kollarını çözünce elinde incecik bir taç olduğunu gördü. Solan, elindeki tacı Dünya'ya uzattı. ''Bunu tak.''
Küçümser bir bakışla tacı, Solan'ın elinden aldı.
''Ah, evet, bu teli kafama takınca beni kimse tanıyamaz, değil mi?''
Solan cevap vermek yerine bakmaya devam edince, Dünya, iç geçirerek tacı saçlarına geçirdi. Platin taç, çok zarifti ama onda pek bir değişim yaratmamıştı. Dünya ellerini iki yana açtı.
''Beni tanıyabildin mi?'' dedi alaycı bir sesle.
Solan sırıttı. ''Aklından birinin görünüşünü geçir.''
''Dalga geçecek başka birini bul.'' diye hırlayarak elini başındaki taca uzattı.
Solan elini yakalayıp onu durdurdu. ''Sana ne diyorsam onu yap anahtar!''
Dünya kinli bakışlarını, Solan'ın hayvansı bir ışıltıyla parlayan gözlerine dikti. Birkaç saniye birbirlerini tarttıktan sonra Dünya, elini adamdan kurtardı. Denemekten zarar gelmez diye düşünerek aklına film karakterlerinden birini getirdi. Bedenini saran derisi gerildi ve sanki bir tül üzerine serildi. Boyu uzadı ve kıyafetleri değişti. Artık, uzun boylu, tepeden tırnağa kaslı ve saçsız bir erkekti.
Solan'a sırıttı ve iblise tüm gücüyle bir yumruk attı. Solan'ın başı yana savruldu, dengesini yitirse de düşmedi. Elinin tersiyle, patlayan dudağını silerek Dünya'ya doğru döndü. Öfkeden gözleri parlıyordu.
''Bu, beni itip kalktığın içindi.'' dedi Dünya gümbürdeyen bir sesle. ''Bana saygı göstermeyi öğreneceksin!''
Solan çenesini ovaladı ve kanamaya başlayan dudağını yaladı. Saldırısını hiç umursamadan açıklamaya devam etti. ''Daha az tanınan ve mümkünse dişi birini düşün. Güzel olsun.'' dedi. ''Böylece muselerden biri olduğuna ikna edebiliriz ve senin yüzüne bakarken biraz olsun zevk alabilirim.''
İblisin hakaretine kafa yormadı. ''Festivale gitmem için bana neden yardım ediyorsun?''
Solan gözlerini kıstı. Düşündüğünü söyleyip söylememekte bir an kararsız kaldıktan sonra dudağının kanını silip başını dikleştirdi.
''Şöyle düşün, sen eğlenceye katılacaksın ben de almam gereken bir şeyi alacağım.''
Dünya büründüğü karakterin ağzıyla sırıttı. ''Sen... Boyut kapısını açamıyorsun, değil mi?''
Solan hoşnutsuzca burnunu kıvırdı. Dünya kısık bir kahkaha atarak başka bir film karakterini düşündü. Eski bir film oyuncusuydu, ölümsüzlerin oturup film seyretme gibi bir alışkanlıkları olduğunu sanmamasına rağmen tedbir olsun diye hatırlaması zor birini seçmişti. Boyu kısaldı, saçları uzadı ve bal rengi dalgalara kavuştu. Beden kıvrımları biçimlendi. Üzerindeki giysisi, tül ve satenlerden oluşan bir kıyafete dönüştü.
Onu izleyen Solan kaşlarını çattı, sonra aniden başını çevirip eliyle havada küçük bir daire çizdi. Parmakları arasındaki yeşil ışık, havayı yardı ve kıvılcımlı siyah bir boşluk oluştu.
''Beni takip et!'' diye homurdanarak boşluğa adımladı.
Dünya, tacın mucizesinden dolayı memnun bir ifadeyle Solan'ı takip etti. Çok kullanışlı bir taçtı, işi bittiğinde Solan'a vermese de olurdu.
Boşluğa adımını attığında, kendini aniden buz gibi soğuk bir yerde buldu. Kuru ağaçların üstü, yağan kar yüzünden beyazdı, karanlıkta buğulu bir ışıkla sarılmışlardı. Kar, kuş tüyleri gibi tepeden dökülüyordu ve önlerinde uzanan patikayı neredeyse kaplamıştı. Dünya titreyen kollarını kendine doladı.
''Bu ne ya, çok soğuk!''
Solan hiçbir şey demeden hızlı adımlarla yürümeye devam etti. Dünya iblise ayak uydurmak için uzun adımlarla peşine düştü. Yolun kenarlarında kırık ve yıkık heykeller görünmeye başlamıştı. Ağaçlardan farkları kalmamış heykeller, yüzyılların verdiği hasarla etrafa uyum sağlamışlardı. Dünya, artık yeryüzünde olmadıklarının farkındaydı ama bu boyut hiç tanıdık değildi. Birkaç dakika sonra bir harabenin önünde durdular. Solan yıkık geçitten içeri girdi. Dünya bozulmuş basamakları dikkatlice inerek onu takip etti.
Kar yağışı durmuştu ama yerler daha kayganlaşmıştı. İnce kıyafetini değiştirmesi gerektiğini düşünürken Solan ellerini iki yana salladı. Elleri yeşil ışıklara bulandı. İblis yere eğildi ve avuçlarını sertçe yere bastırdı. Ellerinden yayılan ışıklar alevlere dönüştü. Dünya etraflarını damarlar halinde saran alevlerden kaçınmak için gerileyecekti ki, alevlerin sıcak olmadığını ve büyüden ibaret olduğunu hissetti. Yakmıyordu ama enerjisi insanın tüylerini diken diken ediyordu.
Solan yere eğilmiş bir halde konuştu.
''Bana geçidi göster!''
Dağılan alevler parlayarak yükseldi ve helezonlar çizerek sağ taraftaki yıkık duvara doğru hareketlendi. Duvar, mavi yeşil ışıklara büründü ve parlak alevler, eskilemiş bir kapının hatlarını ortaya çıkardı. Solan ellerini yerden çekti ve dudağına bulaşmış kanı koluna silerek Dünya'ya döndü.
''Sıra sende.''
Dünya karşısındaki iblisi inceleyici gözlerle süzdü. Bu denli güçlü bir iblisin İksion'un emrinde olması çok saçmaydı. Yaptığı büyünün enerjisini, insan olmasına rağmen hissedebilmişti. Solan, sabırlı bakışlarla Dünya'yı beklerken; Dünya, nasıl bir oyun içinde olduğunu düşünmeye başladı. Omzunu dikleştirdi ve kaşlarının altından iblise bakmaya devam ederken mırıldandı.
''Evet! Sıra bende.''
Kapıya doğru döndü ve parlak hatlı kapının tam ortasına elini dokundurdu. Solan, hemen arkasında duruyordu. İblisin ılık elini kolunda hissetti, onu atlatarak kaçmasından korktuğunu düşündü. Solan onsuz kapıdan geçemiyordu, işte bu ilginç bir haberdi. Kapının açıldığını hayal etti ve aniden hava değişti.
***
Ölü ve karanlık ormandan, mis kokulu çiçeklerin sardığı yemyeşil bir bahçeye geçmişti. Akşamüstüydü, hava ilkbahar gibi ılık ve ferahtı. Ne ilginçtir ki, soluduğu havayı hoş bir likör kokusu sarmıştı. Sanki likörü koklamayıp yudumlamış gibi başı döndü. Acaba nefes alarak sarhoş olabilir miydi ama iki nefes sonrasında bu sersemlemiş halini umursamadı. Küçük ağaçlar çiçeklenmişti ve canlı çimenler yerleri bir halı gibi kaplamıştı. Bahçeye aralıklarla mermer banklar konmuştu ve bankların kenarlarına, karanlık olmamasına rağmen, yanan fenerler bırakılmıştı.
Solan elini onun kolundan çekince Dünya kendine geldi.
''Millet nerde?''
Solan'ın canı bir şeye sıkılmış gibi kaşları çatıktı, başıyla ileriyi işaret etti. Yeşil yapraklı çalıların yanından geniş taşlardan oluşmuş bir yol uzanıyordu. Dünya yola doğru adımladı.
''Bizi daha yakına ışınlasaydın olmazdı, değil mi?''
''Bunu ben değil, sen yaptın.''
Dünya dudağını büktü. ''O zaman, düşündüm de, çok iyi bir yermiş. Hiç değilse görünmeyiz. Bana aferin.''
''Açtığın geçidi kapat anahtar!''
Dünya burnunu kırıştırarak yıkık duvardaki kapıyı gözünde canlandırdı ve kapıyı kapattı.
''Bana emir vermeyi kes iblis bozuntusu!''
Solan homurtulu bir gülme sesi çıkartınca ters bir bakışla omzunun üstünden baktı. ''Ciddiyim.''
''Bunu görebiliyorum.'' dedi Solan. ''Kendini haddinden çok önemsiyorsun ama sonuçta sen bir anahtardan başka bir şey değilsin.''
Dünya sırıttı. ''Evet.'' dedi usulca. ''Ben 'bir' anahtardan başka bir şey değilim, yani, tek anahtarım.''
Solan'ın kedimsi gözlerinde eğlenceli bir ifade oynaştı. Laf dalaşından gerçekten hoşlanıyordu. Dünya ise onun zeki bakışlarından hiç hoşlanmıyordu. Yarım akıllı bir iblis olmasını tercih ederdi. Derin bir nefes alarak taş yola doğru hızlandı.
Kulağına, uzaktan gelen bir müzik sesi çalındığında yola iyice yaklaşmıştı. Solan ona çok yakın yürümeye başladı sanki aynı adımlarla yürüyor gibiydiler. Bu yakınlık Dünya'yı rahatsız etti. Söylenmeye başlayacakken bir gülme sesiyle başını yola çevirdi.
Çalının ötesinden bir çift onlara doğru geliyordu. Erkek olan yalpalayarak yürüyordu ve ışıktan oluşmuş kanatlarının ucu yere değiyordu. Üzerinde açık gri bir pantolondan başka kıyafet yoktu. Kanatları açtı ve yanındaki kızla şakalaşarak çıplak ayakları çimenlerin üzerinden havalandı. Kız, adamın şakalarına gülerek yakındaki banka doğru yürüdü. Üstünde uzun bir elbise vardı, etekleri bir bulut gibi yeri süpürüyordu. Mavi gözleri bir an için Dünya'ya doğru kaysa da fazla oyalanmadan dikkatini adama çevirdi. Dünya da ikisini umursamadan yürümeye devam etti. Neşeli çift, içinde bir şeyleri oynatmıştı ve bu hiç hoşuna gitmedi. Bundan sonraki hayatı boyunca, aşk denen zayıflığı değil hissetmek, görmek bile istemiyordu.
Yol, mermer basamaklara ulaştığında festivalin asıl merkezine geldiğini görebiliyordu. Ölümsüzler çok kalabalıktı. Geniş meydanı doldurmuşlardı. Yiyecek ve içecek konusunda bir sınır olmadığı, kurulan masaların çokluğundan anlaşılıyordu. Renk cümbüşü içinde kimin kim olduğu belli değildi. Bazıları tuhaf kostümler ve maskeler giymişti. Masaların ve bankların etrafına yayılmış ölümsüzlerden tanıdık birini göremedi. Uzun mermer sütunlara iliştirilmiş meşaleler sayesinde alan aydınlıktı. Müzik sesi meydanın ortasındaki bir gruptan geliyordu. Tuhaf müzik aletlerini üflerlerken yanlarındaki kızlı erkekli bir grup ritimli bir dansla çevrelerinde dönüyorlardı.
Dünya, geniş ve derin basamakları inmek için adımladığında Solan kolunu tuttu.
''Fazla vakit yok, ben yanına geldiğimde hemen döneceğiz. Dikkat çekmemeye çalış, burada olduğun bilinmesin. Hiçbir şey yeme ve içme, ilgini çeken bir şey olursa uzun süre sakın bakma. Beni anladın mı?"
Dünya sinirle homurdandı. "Onların pis yemekleri için ölmüyorum."
"Bu çok iyi çünkü yersen veya içersen ölebilirsin. Dalgın olduğunu anladığın vakit olduğun yerden uzaklaş. Tekrar ediyorum, sana ikram edilenleri alma. Tadına dahi bakma. Aptal numarası yapabilirsin, senin için pek zor olmaz.''
Bu hakaretlerini vakti geldiğinde iblise ödetmeye yemin ederek şimdilik kendini tuttu. Bakışları onun ile aynı fikirde değildi. Kötücül gözlerle iblise bakan Dünya kolunu, onun elinden hızla çekti.
''Sen ne yapacaksın?''
''Önemsiz bir iş.'' dedi Solan.
''Kimin için önemsiz?''
Solan iyice doğrulup Dünya'ya tepeden baktı. Boyu zaten uzundu bir de basamak farkıyla iyice uzamıştı. Dudakları gerildi ve sırıttı.
''Sana iyi eğlenceler anahtar.''
Sözlerinin ardından Solan'ın bedeni titreşti ve ellerinden başlayarak tüm bedeni, buğulu bir yeşil ışığa büründü. Dünya'nın omzundaki benden ılık bir ısı dökülürken Solan uzaklaştı. İblisin görünmez olduğunu veya başka bir şeye dönüştüğünü anlamıştı. Omzundaki beni sayesinde iblisin gerçek halini hala görebiliyordu.
Dünya kalabalık meydana döndü. Onun kim olduğunu anlamalarından çekinmeden aşağıya adımladı. Binbir çeşit kostümler giymiş, ilginç ölümsüzlerin arasında geçinmeye başladı. Çimenlerin üzerindeki minderlere veya mermer banklara oturmuş ölümsüzler, doyasıya yiyip içiyorlardı. Gözleriyle, Olimposluları aradı. Küçük bir gölün yanındaki, sarmaşıkların sardığı bir çardakta Artemis, Apollon, Hades ve Athena'yı gördü. Çardağa doğru yürüdü.
Kayıtsız olmaya gayret ederek çevrelerinde dolandı. Eğlenen, şakalaşan ölümsüzler onun varlığından habersiz festivalin tadını çıkarıyorlardı. Bir kaç muse, ışığa gelen pervaneler gibi çoktan Apollon'un etrafını sarmışlardı. Yarım akıllı kadınlar hayran bakışlarla adamın ağzının içine bakıyorlardı, Apollon ise ilgiye alışmış olmanın rahatlığıyla diğer ölümsüzlerle sohbet ediyordu.
Dünya gezinerek bakınmaya devam etti. Ares ortalarda görünmüyordu. Onun bu kalabalıkta bile kolayca göze çarpacağını bildiği için adamın şu anda alanda olmadığına karar verdi. Ve kendine kızdı. Buraya Ares'i görmek için gelmemişti, ona yasakladıkları eğlencelerini merak ettiği için gelmişti. Şimdi ise gözleri deli gibi adamı arıyordu.
''Sen de kimsin?''
Dünya, sese doğru döndü. Afrodit tozpembe bir elbisenin içinde salınarak ona doğru yürüdü. Sarı saçları dalgalar halinde omuzlarından dökülüyordu.
''Ben...'' diye lafına başladı ama devamı aklına gelmiyordu.
''Peri misin? Muse mi?''
''Peri'' dedi, başını öne eğdi.
Afrodit kibirli bir bakışla ellerini beline koydu. ''Adın ne?''
''Laurie'' dedi, bunu düşünmesine gerek kalmamıştı. Görüntüsünü aldığı oyuncunun ismini de almasına kimsenin itiraz etmeyeceğine emindi.
''Artemis'in perilerinden misin? Tipin pek benzemiyor ama belli olmaz.''
Dünya başını salladı. ''Hayır.'' dedi. Kaşlarının altından sarışına baktı. ''Değilim.''
''Peki, Laurie.'' dedi Afrodit kibirli bir memnuniyetle. ''Gel benimle.''
Afrodit onu gül ağaçlarının arasındaki bir mağaraya götürdü. Mağaranın girişini örten ışıltılı danteli aralayıp içeri girdi, Dünya da peşinden. Mağaranın içi kristalden oyulmuştu. İşlemeli kristal duvarlar dışarıdan sızan gün ışığı sayesinde buğulu bir parlaklık saçıyordu. Geniş salonun çıkıntılı duvarlarında, düzensiz sıralı raflar vardı. Dünya, kendini, yansıması olmayan cam bir kafesin içinde hissetti. Görkemli olsa da çıkıntılar bir bıçak gibi keskin uzanıyordu. Sakınarak geçtiği raflarda gümüş sürahiler duruyordu. Sürahilerin üzerinde bir çiçeğe benzeyen bir amblem işlenmişti. Afrodit sürahilerden birini eline aldı ve yanındaki kristal kadehlerden birini doldurdu. Dünya dikkatle kadını izledi, sürahilerin içindekini tahmin edebiliyordu. Ölümsüzlük içkileri... Nektar...
Afrodit kadeh elinde Dünya'ya döndü.
''Periler, birazdan nektar servisine başlayacak. Bu kadehi, tam benim yanımda duran adama vermeni istiyorum. Anladın mı?''
Dünya başını salladı. ''Evet.''
''Tam yanımdaki adama.'' diye tekrar etti. ''Sakın yanlış birine vereyim deme!''
''Sizin yanınızdaki adam.'' dedi. ''Anladım tanrıçam.''
Afrodit şaşırdı.
''Tanrıça mı?'' dedi sırıttı. ''Sen eskilerden olmalısın.''
''Evet.'' dedi Dünya.
Tanrıça lafı Afrodit'in çok hoşuna gitmişti. Dünya kadının kibrini körüklemek için söylediği söz, Afrodit'in ona güvenmesini sağlamıştı. Afrodit memnuniyet damlayan bir suratla boynundaki kolyeyi göğüslerinin arasından çıkarttı. Boynundan çözdüğü kolyenin ucunda küçük iki tane şişecik vardı. Şişedeki sıvıları birer birer kadehe boşalttı. Boş şişeleri mağaranın gerilerine fırlattı ve kadehi Dünya'ya uzattı.
''Diğer perilerle birlikte hareket et. Periler birazdan gelecek. Mağaradan ilk sen çıkmalısın, bize ilk sen ulaşmalısın. Çardağın yanında olacağız. Yanlış yaparsan gazabımdan kurtulamazsın.''
''Emredersiniz.''
''Sen ne kadar söz dinleyen biriymişsin.'' dedi Afrodit.
''Sizleri nihayet görebildiğim için çok mutluyum.'' dedi ve kadehi alıp kadına gülümsedi. ''Özellikle sizin güzelliğinize hayran kaldım. Efsanevi çekiciliğinizi hiçbir kelime anlatamaz. Emrinizi yerine getirmek benim için şereftir.''
Afrodit bir kahkaha attı ve girişe döndü. ''Aferin, adın neydi senin?''
''Laurie'' diye fısıldadı kadının arkasından, duymayacağını bile bile.
Afrodit gittikten sonra verdiği kadehi kenara bıraktı. Dünya yerdeki içinde aşk iksiri olan küçük şişeyi aldı. Dibinde biraz daha sıvı kalmıştı. İksion'un verdiği sıvıya benzeyen diğer şişeyi ayağıyla basarak kırdı. Sürahilerden bir kadeh daha doldurdu ve kalan üç damlayı içine boşalttı. Yeteceğini umarak kemerinde sakladığı asıl şişeyi çıkarttı.
''Bakalım nasıl bir etkin varmış Hypnos.'' dedi ve kemerinde çıkardığı şişeyi de kadehe boşalttı, büyüyü tamamladı. Artık elinde tam bir aşk iksiri tutuyordu.
Dışarıdan gelen sesleri duyunca biten şişeleri mağaranın derinliklerine fırlattı. Doğrulduğunda birbirinden tuhaf kızlar mağaraya girmeye başladı. Dünya kızların sürahilerden kadehlere nektarları neşe içinde doldurmasını izledi. Perilerin her biri birbirinden farklıydı. Bazılarının ten renkleri bile ilginç bir renkteydi. Dünya elindeki aşk iksiri bulunan kadehi pembe saçlı bir periye uzattı.
''Al bunu, ben iki tane doldurmuştum.''
Peri, açık mavi gözlerini Dünya'ya çevirdi. ''Teşekkür ederim, çok iyisin.''
''Bence bu kadehi en çirkin ölümsüze vermelisin.'' dedi. Afrodit'in çirkin aşığının ısrarcı biri olmasını diledi, böylece biraz olsun eğlenebilirdi.
Peri şaşırdı. ''Neden?''
''Çünkü ben öyle yapacağım.''
Peri kararsızca başını salladı. ''Tamam.''
Dünya periye sırıttı ve girişe döndü. Kendi kendine mırıldandı.
''Bakalım aşk iksiri kime denk gelecek tanrıça Afrodit?''
***
Dünya mağaradan çıkıp çardağa doğru yürüdü, peşinden gelen periler etrafa dağılmaya başlamıştı. Çardağa yaklaştığında Olimposluların bazılarının toplandığını gördü. Afrodit, Ares'in yanındaydı. Ölümsüz adam gergin bir ifadeyle çardağın yanındaki mermer banka oturmuştu. Diğer yanında Hera duruyordu. O da en az Ares kadar suratsızdı.
Onun yaklaştığını gören Afrodit, elini Ares'in omzuna koydu. Adam anlamsız hareket karşısında başını kaldırıp kadına bakınca, Afrodit sadece gülümsedi ve yavaşça elini çekti. Aslında anlamsız değildi, Afrodit kendince Dünya'ya adamı işaret ediyordu. Ne aptal kadın!
Bu arada onlara yaklaşan Dünya elindeki kadehi Ares'e doğru uzattı. Altın gözler, Afrodit'ten çevrildi ve Dünya'nın gözlerine kenetlendi. Bakışlar karşısında bir an nefes alamayan Dünya'nın kadeh tutan eli titredi, neyse ki kadehi düşürmemeyi başardı.
''Nektar istemiyorum.'' dedi Ares, sakin bir sesle.
''Bunu konuşmuştuk.'' dedi Afrodit. ''Ölümsüzlüğünü mühürlemen gerek. Gücünü toparlamalısın."
"İstemiyorum."
"Ares! Anlaştığımızı sanıyordum.''
''Afrodit'i dinle Ares.'' dedi Hera zoraki bir sesle konuşuyordu. ''Yeniden ölümlü olamayacağını biliyorsun. Nektara direnmen gereksiz bir inat, bize geri dön.''
Ares oldukça kayıtsız bir tavırla tek bacağını ileri uzattı. Dünya'nın karşısında dikiliyor olmasına aldırmıyordu. O kısa bakışmadan sonra orada olduğunu unutmuşa benziyordu. Boş gözlerle öylesine bakarak Hera'nın sözlerine cevap verdi.
''Zeus beni evinden de kovana kadar Olimpos'tayım zaten, dert etme Hera.''
O sırada Zeus çardaktan dışarı çıktı.
''Yeni bir anlaşmaya ne dersin Ares? Nektarı kabul ettiğin takdirde...'' dedi Ares'e yaklaştı. ''Hak ettiğin ambrosiayı alacaksın.''
Ares hızla ayağa kalktı. Sinirlenmişti. ''O kadar görevden sonra hiç alamadığım meyveyi, sırf nektar içtim diye mi vereceksin? Beni neredeyse kovdun şimdi de katılmam için rüşvet mi teklif ediyorsun?''
''Niyetini bilmediğimi sanma Ares. Ambrosiayı, ölümsüzlüğü lekeli birine ikram etmene izin veremezdim. Şimdi nektar içtikten sonra yeniden aramıza katılacaksın. Böylece ölümsüzlük meyvesine sahip olacaksın.''
''Sana veya boş vaatlerine inanmıyorum Zeus!''
Hera ayağa kalktı ve Zeus'un yanına yürüdü. Çünkü iki adamın birbirlerine bakışı kıvılcımlanmaya başlamıştı. Zeus, Hera'nın koluna dokunmasıyla ayılır gibi başını doğrulttu. Kızgın ifadesinin yerini soğuk bir maske ile kapattı.
''Sana vaat etmiyorum Ares.'' dedi elini, kolunu tutan Hera'nın elinin üstüne koydu. ''Olimpos'un güvenini kazanman için bir şans veriyorum. Niyetini açığa çıkarman için... Kimi seçiyorsun?''
Etrafını saran Olimposlular dikkatle Ares'in cevabını bekliyordu. Dünya nefesini tuttuğunu fark edince hafifçe soluğunu dışarı verdi. Ares'in ret etmesini ve Olimpos'u gücünden mahrum etmesini deli gibi istiyordu. Böylece Dünya, Olimpos'u mahvederken Ares engeli karşısına çıkmayacaktı. En azından ondan temelli kurtulana kadar adamın güçlerini küçümsememesi gerektiğini biliyordu, ne onu küçümsemeliydi, ne de adamı kendine isteyen Asteria'yı...
Ares, tek kaşını kaldırıp etrafındaki ölümsüzleri süzdü. Alevli gözleri en sonunda Dünya'da karar kıldı. Bakışı karşısında Dünya bir robot gibi, elindeki kadehi yeniden Ares'e uzattı. Bir yandan kadehi almamasını isterken bir yandan da kadehin içinde nasıl bir şey olduğunu merak etmeye başlamıştı. Elindeki kadehte İksion'un Afrodit'e verdiği ve zararsız bir meyve suyu dediği karışım vardı. Pembe saçlının kadehindeyse asıl aşk iksiri karışımı vardı. Ya İksion ona yalan söylediyse...
Acaba elindeki içki, Ares'e zarar verecek bir karışım mıydı? Bunu neden düşünsün ki? Ölümsüz biri aptalca bir karışım yüzünden zarar görebilir miydi? Of, düşünme! Elini geri çekme isteğiyle kasıldı. Ares kadehi ondan alınca, ellerini yumruk yaparak yutkundu ve birkaç adım geriledi. Kadeh Ares'in parmakları arasında şekillendi. Afrodit heyecanlı ve sabırsız bakışlarla Ares'in her hareketini izliyordu. Dünya dudaklarını kemirerek biraz daha geriledi, yoksa kadehi adamın elinden alacaktı. Tüm oyunu alt üst etmekten korktu.
Festival coşkusu, Olimposluların etrafında olanca neşesiyle sürerken birkaç kişi dışında nektar anlaşmasıyla ilgilenen yoktu. Olimpos'un ölümsüzlerinin tüm dikkati ise Ares'te idi. Biraz ötelerinde dönen eğlence ile ilgilenmiyorlardı. Onlara ikram edilen nektar kadehleri parmaklarının dokunuşuyla şekillenirken; Dünya etrafa göz attı.
Merakla pembe saçlı periye bakındı. Neyse ki fazla aranmasına gerek kalmadı çünkü kadın uzakta değildi. Ve pembe saçlı perinin elindeki kadehi kime verdiğini görünce kalakaldı. Adonis! Adam pembe saçlıdan kadehi alıp periye iltifat olsun diye gülümserken; Dünya da şansına küfretti. Adonis kadehten aldığı tek yudumdan sonra Afrodit'in ellerine düşecekti. Planları gözünün önünde yıkılırken Dünya taş kesilmiş halde Adonis'e baktı. Neden tüm işleri ters gidiyordu?
Adonis elindeki maviye dönüşmüş sıvıya bakıyordu. Dünya dehşet içinde yudumlamasını beklerken Adonis arkasını döndü ve Ares'i izleyen diğerlerine katılmaksızın çardağa geri gitti. Ares kadehi dudaklarına götürürken Dünya adamın yanından geçip çardağa doğru yürüdü. Büyülü içkiyi içmeden Adonis'e yetişmeliydi. Aptal sarmaşıklar yüzünden içerisi görünmüyordu. Sağlam tek müttefikini Afrodit'e kaptırma telaşıyla sonunu düşünmeden çardağa daldı.
Adonis çardakta yalnız değildi.
***
Dünya girişin önünde çakılı kaldı. Adonis başını ondan yana çevirmişti ama diğeri hala yere bakıyordu. Çardağı bir baştan bir başa çevreleyen minderli bir divan vardı. Tam ortada daha küçük, daire şeklindeki divan sırasının ortasındaki boşlukta rengârenk çiçekler, kalın dallı bir ağacın gövdesini sarmıştı. Ağaç, çardağın tavanından dışarı çıkmıştı. Dünya geri dönmeye hazırlanırken diğer ölümsüz bembeyaz gözlerini ona çevirdi.
''Kimsenin bana nektar getirmeyeceğini düşünürken iki ikram birden mi geldi? Bugün şanslı günüm olmalı.''
Dünya omuzlarını dikleştirdi. Adonis soran gözlerle hala ona bakıyordu.
''Ben nektar getirmedim. Yanlışlıkla içeri girdim.'' dedi Dünya, çıkmak için arkasını döndü. Karşılaşmaması gerekenlerden biri de o adamdı. En az kahin kadar tehlikeli olduğunu hissediyordu.
''Sen nesin?''
Adamın sesiyle durakladı. Omzunun üstünden adama baktı. İçinden 'Sana ne kör adam, görmediğin şeylere karışma' demek gelse de, kendini tuttu.
''Peri'' dedi. Keşke peri cinsleri ve davranışları hakkında araştırma yapabilseydi.
''Seni daha önce görmedim.'' dedi Adonis, hoş ve oyun isteyen bir sesle.
Dünya, Adonis'e döndü. Gülümsedi. ''Ben de seni''
Adonis sırıttı ve ayağa kalktı. Nabi'ye döndü.
''Dediğini yaptım, şimdi, gidebilir miyim?''
Nabi beyaz gözleri Dünya'nın üzerinde adama cevap verdi.
''Teşekkür ederim Adonis. Artık eğlencenin tadını çıkartabilirsin.''
Adonis yan gözle Dünya'ya baktı. Nabi devam etti. ''Çardaktan dışarıda bir yerde ve başka biriyle...''
Adonis iç çekerek diğer girişten çıkıp gitti. Dünya konuşulanlardan bir şey anlamamıştı. İçindeki alarm bir an önce buradan çıkma zamanının gerildiğini bildiriyordu. Dikkatli ve sessiz bir adımla geriye adımladı. Nabi ayağa kalktı.
''Sen burada kalacaksın, peri!''
Adam ayağa kalkınca divanın üstünde bir kadeh gördü. Düşündü, Adonis'in elinde kadeh görememişti. Ölümsüz, büyülü kadehini Nabi'ye mi vermişti? Gülmemek için dudağını sıktı. Nabi'nin Afrodit'in aşkı için yalvardığı gözlerinin önünde canlanınca dayanamayıp güldü.
''Neden güldün?''
Dünya adamın görmeyeceğini bilse de omzunu silkti.
''Kâhin olan sen değil misin? Tahmin et!''
Nabi, ona doğru bir adım daha attı ve Dünya'yla karşı karşıya geldi. Aralarında iki metre ancak vardı. Dünya'nın adamdan hissettiği şeyler tuhaftı. Durağan bir şeye bakıyordu, sanki karşısında bir duvar duruyordu. Nefret edilesi bir sakinlik, adamı kaplamıştı. Dünya elini kaldırıp salladı. Tepkisizdi. Adamın göremediğini anlayınca elini indirdi.
''Ben, kâhin değilim.'' dedi adam sakin bir sesle. ''Ayrıca kâhinler tahmin etmez küçük peri.''
''Her neyse.'' dedi Dünya, gereksiz sohbet konusunda Olimpos'un kâhininden aşağı kalır yanı olmayan adama bakarak. ''Benden bir şey mi istiyorsun? Gerçi nektarın da var. Afiyet olsun, hadi içsene.''
''Evet, düşünceli Adonis bana getirdi. Zaten ben senden nektar istemiyorum.''
''Peki, bir periden, başka ne isteyebilirsin?''
Nabi beyaz irisli korkunç gözlerini bir kez kırptı. Zihninde bir şeyleri tartıyor gibi düşündü. Dünya; adamın, onun gerçek kimliğini anlama olasılığı var mıydı, bilmiyordu ama peri olduğunu sürekli söylememesi gerektiğini düşündü. Bu daha fazla şüphe çekerdi.
''Sana yardım edeceğim anahtar!'' dedi adam. Dünya derin bir nefes alırken sözlerine devam etti. ''İçindeki ruhun nasıl karmaşa içinde olduğunu sezebiliyorum. Merak etme, seni ele vermem. Ayrıca seninle işbirliği yapmak istiyorum.''
''Anahtar olduğumu...''
''Biliyorum.'' dedi adam sadece.
Dünya onları kimsenin duymayacağına emin olmak için etrafa bakındı. Çardağın girişinde kimse yoktu. Dışarıda, ölümsüzler yüksek sesle konuşmaya devam ediyorlardı. Onlarla kimse ilgilenmiyordu. Adama doğru yaklaştı, ondan uzaklaşmak istemesine karşın.
''Bilmen veya başka birine söylemen beni ilgilendirmiyor.'' dedi hırçın bir fısıltıyla. ''Ruhum karmaşada filan değil. Ayrıca seninle konuşmaya devam etme niyetim de yok ihtiyar.''
Nabi gözlerini onun yüzüne dikmişti. Göremediğine inanmak adamın bu bakışı yüzünden imkânsızlaştı. Beyaz gözlerindeki şeffaf perdeyi yakından görebiliyordu, dolunaydan yapılmış gibiydi adamın gözleri.
''Ares'i öldürmelisin.''
Dünya tokat yemiş gibi sarsıldı. ''Ne?''
''Onu öldürmelisin.'' dedi adam yeniden. ''Ares'i!''
Dünya kekeleyerek konuşabildi. ''Tam tersini kastetmen gerekirdi.''
''Sana bıçağı vermesini sağlayacağım.'' dedi adam ve kemikli elini onun koluna atınca Dünya titredi. ''Onu tam kalbinden bıçakla. Ve bıçağı çek. Başka türlü öldüremezsin.''
Dünya kolunu bir dakika sonra adamın elinden çekmeyi akıl edebildi. Ne düşüneceğini bilemez halde dudakları kıpırdadı.
''Ares'i öldürmek...'' dedi ve kaşlarının altından adama baktı. ''Benim için zor...'' cümlesini tamamlayacaktı. ''Olmaz ama bıçağı bana vermesini nasıl sağlayacaksın?''
''O konuyu dert etme.'' dedi adam gerileyip divana oturdu. ''Sana çok güveniyor.''
Ama Dünya adama güvenmiyordu. İsteği çok mantıksızdı. Oyun olduğunu düşündü. Tuzaktı. Neşesiz bir şekilde güldü, kendi sesi çok yavan gelmişti.
''Beni salak mı sandın?'' dedi. ''Ares'i neden öldüreyim?''
Nabi ellerini önünde birleştirdi, başı eğikti.
''Prometheus ile konuştum. Benimle aynı fikirde olmasına karşın işbirliği yapmak istemiyor. Ares'in yok edilmesi gerek anahtar. O çok tehlikeli biri, bir anlık delilikle tüm her şeyi alevlerin arasına atmaktan çekinmez. Dengeyle bu denli kolay oynaması bunun bir işareti, Zeus haklı. O umursamaz çocuk artık durdurulmalı! Sonsuza kadar!''
''Sen, Marduk evinden değil misin? Marduk, Ares'i korumasına almayı bile teklif etti. Sen, neden Zeus'un ağzından konuşuyorsun?''
''Marduk fazla iyimser, Ares'in hırsını kontrol edebileceğini sanıyor.''
''Sen?''
Nabi başını kaldırdı. Ürkütücü gözleri tuhaf bir ışıltıyla parladı. ''Ben, Ares'i tanıyorum.''
Dünya alt dudağını ısırarak bir süre düşündü. Asteria, Ares'in öldürülmesini hoş karşılamazdı. Dünya kadına bağlı olmasa da hala bir ölümlüydü. Yani uzun bir süre daha ölmek istemiyordu.
''Diyelim ki, istediğini yaptım. Diğerlerinin hışmından nasıl kurtulacağım? Ben hala ölümlü bir insanım.''
Nabi gülümsemeye benzeyen bir dudak büküşüyle başını yana eğdi. ''Ares'e hediye edilecek ambrosianın sahibi sence kim?''
Ah, nasıl gözden kaçırmıştı? Zeus altın gözlüye ölümsüzlük meyvesini hediye edecekti ve Ares de onu... Nabi konuşarak düşüncelerini böldü.
''Zeus ile küçük bir görüşme yaptım. İkna etmem zor oldu ama sonunda Ares'i ödüllendirmesi gerektiğine ikna oldu.''
Zeus'un az önce çıktığı çardağın bu çardak olduğunu hatırlayınca, adamın sözleri mantığa oturdu. Yine de Ares'in ölümünü istemesi abartıydı, başka türlü neden durduramıyorlardı bu adamı? Ve neden ondan istiyorlardı?
''Hala anlamıyorum.'' dedi Dünya. ''Senin bu işteki çıkarın ne? Bana, sakın hayatın devam etmesini istiyorum diye martavallar okuma!''
Nabi ellerini dizlerine koydu. Başı yine öne düşmüştü. Söylemek ile söylememek arasında bocaladı, ardından kararını verdi.
''Sebep Ares'in babası...'' dedi ve yavaşça ekledi. ''Ve büyükbabası...''
''Sen onları tanıyor musun? Kim onlar?''
Nabi elini kaldırdı.
''Bu kadar konuşma yeter, yoruldum...''
''Bana cevap ver, seni lanet olası ihtiyar!''
Nabi, aniden gözlerini ona çevirdi. Sakinliği kaybolan bakışlarda ıssızlığın verdiği dehşet vardı. ''Sakın!'' dedi hırıltıyla. ''Bir daha sakın!''
Dünya nefeslendi ve birkaç adım geriledi. Konuşamayacak kadar boğazı kurumuştu. Yaşlı adam birden dehşetin bedene bürünmüş haline dönüşmüştü. Zihnine egemen olan korku hissi o kadar gerçekçiydi ki, bedeni buz gibi oldu.
''Sana ölümsüzlük sağlıyorum, bir de ölümün gücünü.'' dedi Nabi. ''İyi kullanmanı tavsiye ederim anahtar!''
Dünya titrememek için kendini zor tuttu. Asteria bile onu bu denli ürkütememişti. Adam başını çevirdi, görmeyen gözleri ileride, tok bir sesle konuştu.
''Şimdi, git!''
Dünya yumruklarını sıkıp dışarı çıkmak için döndü. İki adım atmıştı ki, durdu. Arkasına baktı. Adam yoktu, yanı başındaki kadehte...
''Umarım içersin lanet olası ihtiyar.'' diye mırıldanıp çardaktan dışarı çıktı.
***
Dünya güç istiyordu ama ölümlü haliyle bu isteği zor gerçekleşirdi. O halde ölümsüzlüğü elde etmesi gerekiyordu. Ölümlü bir anahtar olarak yapabilecekleri sınırlıydı. 'Geri zekâlı' diye dişlerinin arasından mırıldandı. Dışarıda eğlenen ölümsüzlere göz attı. Hepsi Dionsys'un onlar için hazırladığı meydanda gülüşüp eğleniyorlardı, sınırsız yiyecekler ve içeceklerle keyif yapıyorlardı. Müzik ve kahkaha sesleri çınlarken Dünya hiçbir şey duymuyordu, beyni uyuşmuştu.
Gözleri yeniden Ares'i aradı. Adam ortalarda yoktu. Dalgın bir tavırla masadan bir kadeh alıp öylesine dolanmaya başladı. Tanıdık bir iki yüz görmüştü ama Ares yanlarında değildi. Afrodit kayıptı, Ares kayıptı, Zeus ve Hera kayıptı. Ve Dünya, içinde bulunduğu bu bedenden sıkılmaya başlamıştı.
''Selam güzel kız.''
Başını çevirdi. Hermes ilginç kahverengi kıyafeti içinde yanında dikiliyordu. İçki yüzünden gevşemiş kelimelerle Dünya'ya yanaştı.
''Sen buralarda yenisin galiba.'' dedi Hermes elindeki yılan şeklindeki sopaya dayandı. ''Daha önce seni hiç görmemiştim.''
Dünya talihine küfretti ama rolüne bürünmekten de geri kalmadı.
''Evet, ilk defa katılıyorum.''
''Beni tanıyor olmalısın.'' dedi Hermes bir sarhoş çapkınlığıyla sırıttı. Bu saçma ifade, kemikli yüzüne de pek yakışmıştı. Dünya adamın daha fazla ne kadar salak görünebileceğini düşündü. Sonunda adamın bu konuda sınır tanımadığına karar verdi.
''Olmalı mıyım?''
Hermes dudağını büktü. ''Olmalısın.'' dedi ve sopayı elinde çevirip sırtındaki düzeneğe taktı. ''Ya da olma. En iyisi biz tanışalım. Ben Hermes.''
Hermes saçma bir eğilmeyle Dünya'yı selamladı ve ekledi. ''Tanrıların habercisi!''
Dünya eğilen adamın yüzüne, diz atmamak için kendini zor tuttu. Hafifçe sırıttı. ''Hadi ya ama ben burada Tanrı göremiyorum.''
Hermes kıkırdadı. ''Aman ya, eski zamanlarda ne havalı bir lakabım vardı. Şimdi kimse etkilenmiyor. Peki, tatlı kız, sen kimsin?''
Dünya elini salladı. ''Önemsiz bir peri''
Hermes ağzını açacaktı ki, ölümsüzlerin hareketlenmesi yüzünden lafına başlayamadı. Gruptan şaşkınlık mırıltıları yükseldi. Dünya ve Hermes, diğerlerinin baktığı tarafa başlarını çevirdiler. Meydana inen merdivenlerin başında bir çift duruyordu. Dünya çifti görünce ellerini yumruk yaptı ve kötücül gözlerini kadın olana çevirdi.
Eris, tüm azametiyle, Ares'in kolunda mermer basamakları iniyordu. Hermes yanında soluksuzca mırıldandı.
''İnanmıyorum, gerçekten de onu getiriyor.''
Baş iblis baştan aşağı alev gibiydi. Kırmızı siyah kıyafetinin içinde gururlu bakışlarla ölümsüzleri süzerek meydana adımladı. Ares sakindi, ne rahatsız olmuş gibiydi, ne de tepkiler umurundaydı. Kalabalığı yararak çardağın yanında duran Olimpos grubuna yaklaştılar. Her kafadan, aynı türde fısıldanmalar çıkıyordu.
Athena, en cesurları olarak Ares ve Eris'in karşısında durdu. Öfkesinden kaşlarını çatan kadın, bir güneş gibi, beyaz kıyafeti içinde parlıyordu.
''Bu kadarına cesaret edebileceğini sanmıyordum Ares!''
Ares, altın gözlerini Athena'ya çevirdi ve gülümsedi.
''Eris, bir ölümsüz.'' dedi. ''Burada olanların bazılarından çok; o, burada olmayı hak ediyor.''
Adam kolunda Eris olduğu halde kalabalığa seslendi. ''Rahatsız olan varsa şimdi konuşsun, yoksa hepimiz eğlenmeye devam edelim.''
Dünya'nın boğazına bir yumru oturmuştu. Eris'in eğlenceye katılacağını biliyordu ama bu şekilde değil. Baş iblisin Ares'in kolunda olmasından nefret ettiğini hissetti. Ares onundu, başkasıyla paylaşamazdı. Derin bir nefes aldı. Bu düşünceden kurtulmalıydı ama yapamıyordu. Sanki içinde keskin bir bıçak vardı ve sürekli dönerek göğsünü deşiyordu. Çifte doğru adımlayacaktı ama durmayı başardı.
Baş iblis efendisinin elini tutan Ares, sessizleşen ölümsüzleri birkaç saniye daha bekledi. Sonra sırıttı. ''O halde eğlenmeye devam edin.''
Eris ile birlikte, kızgınlıktan mora dönüşmüş Athena'yı geçip daha önce Afrodit ile dikildiği içki masasına doğru ilerledi. Athena şaşırtıcı bir hareketle onlara müdahale etmedi ama öfkeyle o gruptan ayrıldı. Dünya, Apollon ve Artemis'in de Athena'nın peşinden ayrıldığını gördü ve kinli bakışlarını Ares'in sırıtan yüzüne çevirdi. Tepkiler azalarak kayboldu ve ölümsüzler yavaşça önlerine döndüler.
Eris'ten gözlerini ayırmayan Ares masadan bir kadeh alıp Eris'e uzattı. Eris memnun bir sırıtışla kadehi adamın elinden hiç acele etmeden aldı. Dünya hipnotize olmuş gibi ikisini izlemeye devam etti. Ares iyice vurdumduymaz olmuştu. Eğer bu hareketi yüzünden ölümsüzlük meyvesini kaybederse, Asteria'nın yasağına rağmen, adamın kalbini deşerdi. Dünya bir an sonra aslında adamın kalbini neden deşmek istediğinin farkına vardı. Çünkü onun kolundaki kadın Eris'di, Dünya değil. Kıskançlık yine onu delirtmeye başlamıştı.
''Senin neyin var yahu?''
Hermes'in sesiyle irkildi ve bay ukalanın yüzüne baktı. Hermes tuhaf bir bakışla onu seyrediyordu.
''Çok kötü bakıyorsun.''
''Hiçbir şeyim yok.'' dedi Dünya ve adamın yanından uzaklaşmak için arkasını döndü.
Artık bıçağı elde etmekten başka bir şeyi düşünemez olmuştu. Ölümsüzleri öldürebilecek bıçağı aldıktan sonra onu sinirlendiren herkesin icabına bakacaktı. Ne duyguları ne de aldığı emirler önemli değildi. Lanet olası Eris...
Hızlı adımlarla meydandan uzaklaştı. Küçük ağaçların sardığı bir koruda kafasını dinlemek için havuzun başına yürüdü. Meydandaki kalabalıktan uzaklaşmıştı ama burada da birkaç kişi vardı. Ve onlardan biri de pembe saçlı periydi.
Dünya iki kişiyle konuşan periye doğru yürüdü, adımları sakindi ama ruhunda fırtına kopuyordu. Pembe saçlı perinin yanında durdu.
''Seninle konuşabilir miyim?'' dedi tüm kibarlığıyla.
Kız onun sırıtmasına coşkulu bir sırıtmayla karşılık verdi.
''Elbette''
Dünya'nın peşinden kimsenin olmadığı koruya girdi. Dünya seslerden uzaklaşabilecekleri kadar yürüdü ve pembe saçlıya döndü.
''Alanda gördüğün en çirkin adam demiştim.'' dedi kıza, sakinliğini hala koruyarak. "Beni neden dinlemedin?"
Pembe saçlı peri şıkırdayan bir kahkaha attı. ''Ah, evet ama ben, senin ne demek istediğini hemen anladım. Baktım sen Ares'e gidiyorsun, ben de onun eşiti olabilecek tek kişiye nektarı sundum.''
''Ne? Nasıl?'' dedi Dünya kaşlarını kaldırıp zoraki gülümseyerek.
''Sen, bana alandaki en çirkin kişiye nektarı sunacağını söylemiştin ya, ben de seni takip ettim. Baktım Ares'e gidiyorsun, sözlerindeki kelime oyununu o anda anladım. Şakalaşmayı ben de çok severim. Ve Adonis bildiğim en güzel erkek olduğundan ben de nektarı ona sundum. Sanırım bu yarışı ben kazandım.''
Kızın memnun gülümsemesine bakan Dünya, nefes aldı. Yaklaşık on dakikadır sıktığı yumruğu kızın yüzüne tüm gücüyle geçirdi.
''Çok iyi yaptın, aptal peri!''
Kız, tepki veremeyecek kadar afallamıştı. Diğer yumruğu da yiyene kadar anca sendeledi. Dünya, pembelinin yan tarafına bir tekme yapıştırdı ve iyice dengesini kaybetmiş perinin bacaklarını çeldi. Pembeli düşerken Dünya üstüne atıldı ve ardı ardına yumrukları perinin şaşkın yüzüne gömdü. Tüm hırsını periden alırken, peri ona karşı koyamamıştı. Kanlı ellerini, bayılan kızın üstüne sildi ve doğruldu. Dağılan saçlarını eliyle toparladı. Baygın yatan periye iki tekme daha attı ve geldiği yola geri döndü. Madem öldüremiyordu, o halde öldüresiye dövebilirdi.
Havuzun başındaki grup dağılmıştı. Çekinmeksizin havuza yürüdü ve kan sıçrayan kollarını iyice yıkadı. Elbisesinin üstüne de damlalar bulaşmıştı. Temizlemeye çalıştı ama bu çabası, lekeleri pembeye dönüştürmekten başka bir işe yaramadı. Sıkıntıyla kendini havuzun taşlarına bıraktı ve başını eğdi. Kolları titriyordu. Başı az önceki adrenalin yüzünden dönmeye başlamıştı. Fakat çok eğlenmişti. Soluduğu havanın sarhoş eden etkisi ile adrenalin karışınca olduğundan fazla keyiflenmişti. Kendi kendine gülümsedi ve başını kaldırdı.
Solan banka oturmuş ona bakıyordu.
''Gitme zamanı mı?''
Solan başını salladı ve ayaklandı. Aniden taş kesildi ve temelli şeffaflaştı. Dünya iblisin kimden saklandığını az sonra gördü. Onun kaybolma gücü olmadığından korudan çıkan Ares ile karşı karşıya kaldı. Şeffaf Solan, ağaçların arasında kaybolmuştu.
***
Dalgın adımlarla yürüyen Ares, başını kaldırdığında, karşısında donmuş kalmış Dünya'yı fark etti.
''Başımı dinleyebileceğim bir yer bulamayacağım, galiba.'' diye homurdandı.
Onu tanımadığı için rahatlayan Dünya, adamı süzüp ''Evine dön o halde!'' diye tersledi.
Ares'in tek kaşı havalandı. ''İyi fikir.'' dedi. ''Kafası çalışan biriyle karşılaştım, hayret!''
Ares kendini az önce Solan'ın oturduğu banka bırakırken; Dünya da iblisin nerede olduğuna hızlıca bakındı. İblis ortalarda görünmüyordu. Ares yorgun bir halde banka yayılmıştı, başını arkalığa yasladı. Dünya, tanınmayacağından emin adamı izledi. Koyu lacivert bir gömlek giymişti, bol gömleğinin kollarını dirseklerine kadar sıvamıştı. Altında siyah bir kot ve botlarıyla, birbirinden şık ölümsüzlerin içinde ayrı bir havası vardı. Dünya, adamın bileklerini o an fark etti. Bıçak yanında değildi. Deri bir bileklik dışında bir şey yoktu.
''Senin üstündeki lekeler de ne?''
Dünya ayılıp kendine baktı, kan lekeleri hala pembe gölgelerle elbisesinde görünüyorlardı.
''Şarap'' dedi ve tepkisine bakmak için bakışlarını Ares'e çevirdi.
Ares dudağını büktü. ''Kötü'' dedi. ''Zor çıkar.''
''Aynı kan gibi...'' dedi Dünya.
Ares derin bir nefes aldı ve başını salladı.
''Evet, aynı kan gibi...'' Elini ona doğru salladı. ''Gelsene buraya.''
''Neden?''
''Sen gel, sebebini söylerim.''
''Yanında getirdiğin... O şey, bir şey demesin. Yani beni senin yanında görünce...''
Ares güldü. ''Hemen heveslenme, seninle kırıştıracak değilim. Ayrıca benim zaten bir sevgilim var.''
Dünya'nın nefesini yeniden kesti, tek lafı yetmişti. Sevgilim var. Heyecanlanmasına sinir oldu ama kendini adama doğru adımlarken fark edince durmadı. Ares yana kaydı. Dünya bankın kenarına oturunca, tek ayağını banka koyup Dünya'nın bacaklarına başını yerleştirdi. Gözleri kapalıydı. Dünya, bir an ellerini nereye koyacağını bilemeden öylece oturdu. Ares onu bunun için mi yanına çağırmıştı, yastık olsun diye...
Birkaç saniye öylece bekledi. Ares ellerini karnına birleştirdi, tek bacağı yerdeydi. Adam hiç oralı olmayınca Dünya, Ares'in omzunu dürttü.
''Sen ne yaptığını sanıyorsun? Öylece yatacak mısın?''
Ares, gözlerini açmadan mırıldandı. ''Neden, başka bir şey mi ummuştun?''
''Bu lafından etkilenmeli miyim?''
''Etkilendin mi?'' dedi Ares.
''Etkilenmiş gibi mi görünüyorum?''
''Görünüşe kanmalı mıyım?''
Dünya bir an durakladı. Ares'in, onu tanımasına imkân yoktu, hala aktristin görünüşündeydi. Ama adamın son cümlesi o kadar anlamlıydı ki... Bir an önce buradan ayrılmalıydı.
''Beni bunun için mi yanına çağırdın?'' diye homurdandı.
Ares gözlerini açıp bakışlarını ona doğrulttu. ''Yapacak daha iyi bir işin mi var?''
''Bu, iş mi oluyor şimdi?''
Ares, Dünya'nın yüzüne daha iyi bakmak için başını çevirdi.
''Soru cümlesi olmayan bir cümle kuralım mı?''
''Tamam, kuralım.'' dedi Dünya. ''Kalk üstümden!''
Ares güldü ve başını eski yerine getirdi. Gözlerini yeniden kapattı. ''Bu çok iyiydi.'' dedi. ''Gerçekten hoşuma gitti.''
''Şaka yapmıyorum.'' dedi Dünya, sinirden yüzü ısınmıştı veya başka bir histen.
Ares'in dudakları hoş bir şekilde kıvrıldı. Eğlendiği her halinden belliydi. ''Ben de şaka yapmıyorum. Seninle ettiğim bu sohbet, festivalin en eğlenceli kısmıydı.''
Dünya, kucağında yatan ölümsüzün onda yarattığı karmaşadan hoşlanmaya başlamıştı. Kızdırıyordu, hırslandırıyordu, nefret ettiriyordu, bağımlılık yaratıyordu... Ares, Nabi'nin dediği gibi çok tehlikeliydi.
Eli yavaşça aşağı indi. Ares'in çenesini başparmağıyla okşadı. Diğer eli, adamın mükemmel saç dalgalarının arasına indi. Duygularına çektiği engeli yeniden sarsılmıştı ve kendine gelmek istemiyordu. Parmakları pürüzsüz yanağında gezinirken Ares kıpırdandı.
''Sevgilim var.'' dedi uykulu bir sesle ve ekledi. ''Ve hatırlatayım; sen, benden hiç etkilenmemiştin.''
"Etkilenmediğimi söylemedim ki..."
Ares keyifli bir sırıtmayla mırıldandı. "Az önce beni kovduğuna emindim oysa ki."
''Belki naz yapmışımdır.'' Dedi, Ares'in tadını çıkartmaya devam etti.
Ares'in uzun kirpikleri kıpırdadı ve altın gözleri, kara kirpiklerin arasında bir güneş gibi belirdi. İçi eriyordu, adama baktıkça içindeki soğukluk volkana dönüşüp damarlarını lava boğuyordu. Ares'ten elini çekince, Ares hızlıca doğruldu ve dikkatle onun yüzüne baktı. Adamın yüzünde gördüğü endişeli ifadeye daha fazla dayanamadı. Aniden ayağa kalktı. Kalbi göğüs kafesini döverken Ares'ten uzaklaştı. Koşar adımlarla koruya girdi. Bir el, onu durdurana kadar yeterince uzaklaştığını sanıyordu.
''Ne oldu?''
Dünya kolunu adamdan kurtardı. ''Bırak beni!''
''Gitme!'' dedi Ares.
İstek dolu emir karşında Dünya durdu. Ares'in yüzüne bakamıyordu. Ares karşısına dikildi. ''Seni üzmek istememiştim.''
''Üzmedin.'' dedi sonunda. ''Benim...'' cümlesinin devamı gelmedi. Sustu.
''Seni rahatsız mı ettim?''
Dünya, gözlerini kapattı ve duygularının yatışmasını bekledi. Yararsız bir bekleyişti. Ares hala yanındaydı. Güçlü varlığı ve çekici kokusuyla temelli sarhoş olmuştu. Tam bir baş belasıydı. Gözlerini yeniden açtığında doğrudan ona bakan hüzünlü gözlere bakışlarını dikti.
''Neden yanımdasın?''
Ares vereceği cevabı düşünürken gözleri etrafı taradı ve gerileyip ellerini cebine attı. Omuz silkti.
''Bilmiyorum.''
Dünya başka bir şey demeden yürümeye başladı. Kalbi artık çıldırmıştı, adımlarını atmak dünyanın en zor işiydi. Yürüdüğü yeri bile görmüyordu. Sendeledi ama düşmeden toparlandı. Ağaçların arasına girdi. Meydandan olabildiğince uzaklaşmıştı ve Ares, onu takip etmiyordu. Koşmaya başladı. Nereye gittiğini bilmiyordu ve umurunda değildi. Nefes nefese durduğunda bacakları titriyordu. Ağaca yaslandı ve yere doğru kaydı. Yanakları ıslaktı, koşarken ağlamış olmalıydı. Neden?
Tırnaklarını toprağa sapladı. ''Lanet olsun!''
Kopardığı çimlerle birlikte toprağı ileri fırlattı.
''Lanet olsun. Bunları yaşamak zorunda mıyım? Hala neden...'' kelimesi boğazında tıkandı kaldı. Hala neden Ares'i sevmeye devam ediyordu? Neden? Yeniden hıçkırdı ve kirli elleriyle yüzünü sildi.
''Hala neden?''
Onun dediği son lafı tekrar eden Solan'ın sesi yukarıdan gelmişti. Dünya irkilerek ayaklandı. Solan uzandığı daldan yere atladı. Yüzündeki iğrenç sırıtış, Dünya'yı öfkelendirdi. Solan memnun bir yüzle son söylediğini tekrar etti.
''Hala neden, Dünya?''
''Sana ne!'' dedi hırçın bir sesle. ''Buradan gidelim!''
Solan ellerini açtı. ''Elbette, anahtar olan sensin.''
Dünya başını dikleştirdi. ''Değil mi?'' dedi ve kapıyı düşünürken fısıldadı. ''İblis bozuntusu!''
Solan can havliyle ona atıldı. Dünya onsuz gideceğini düşünürken bileğine yapışan Solan ile birlikte kendini suyun içinde buldu. Yeşil ışıklar saçan gölete geri dönmüşlerdi. Solan öfkeyle hırladı.
''Beni geride bırakacaktın!''
''Eğer yeterince hızlı olsaydım.'' diye iblisin lafını tamamlayınca Solan daha fazla köpürdü.
''Sana yardım ettim!''
''Bunun için yalvardığımı hatırlamıyorum.'' dedi ve başındaki tacı sıyırdı. Kendi bedenine bürünürken boyu uzadı ve zayıfladı. ''Ayrıca asıl ben sana yardım ettim, istemesem de.''
Solan tacı almak için elini uzattı. Dünya tek kaşını kaldırıp iblisin yüzüne baktı. İnce tacı montunun iç cebine atarken; Solan'ın gözleri kısıldı.
''Bana daha çok yakıştı.''
''Geri ver!''
Dünya iblise sırtını döndü. ''Gel de al!''
İblis hırlayarak omzuna elini attı. Dünya tek hareketle ondan kurtuldu ve dönüp iblisin kolunu kıvırdı. İblisin arkasına geçti ve kolu iyice kanırttı. Solan'ın boştaki eli yeşil alevlere büründü. Dünya parmaklarını iblisin uzun saçlarına geçirdi ve başını geriye çekti.
''Sakın bana büyü yapmaya kalkma gerzek!'' dedi ve kulağına eğildi. ''Yoksa seni pişman ederim.''
''Bunu nasıl yapacaksın insan?''
Dünya güldü. ''Dostlarım var desem.''
Solan homurdandı, elindeki yeşil ışık söndü. Dünya iblisin kolunu bırakıp ileri ittirdi.
''Şimdi iyi bir iblis ol ve efendinin yanına git. Onun için her ne yaptıysan, ödülünü al. Yani kemiğini...''
Dünya kendi esprisine gülerek malikâneye doğru yürümeye başladı. Solan öfkeden kudursa da, İksion veya Asteria'dan çekindiği için ona bir şey yapamadı.
Odasına döner dönmez banyoya gitti. Tüm kirlerinden kurtulmak için uzun süre sıcak suyun altında dikildi. Banyodan çıktığında yarı haşlanmıştı. Üzerine bir şeyler giydi ve doğruca Ares'in odasına gitti. Boş odayı baştan aşağı aradı ama bıçağı yine bulamadı. Darmadağın odanın ortasında hırsından köpürerek dikildi. Aramak boşunaydı. Ares bıçağı nereye sakladıysa ondan başkasının bulamayacağı bir yer olduğu kesindi. İşin tuhafı Ares'in odasında hiç silah yoktu.
'Ne biçim savaş tanrısısın' diye mırıldandı ve dağınık odadan çıktı.
Koridorda dikildi. Apollon'un odasına doğru döndü. Zorlanmadan odaya girdi ve aynanın olduğu odanın aralı olduğunu görünce sırıttı. Duraksamadan odaya girdi. Karanlık odanın ortasında ayaklı yuvarlak cam bir kâse duruyordu. Kâsenin içindeki cıvaya benzeyen sıvı, çelik parlaklığındaydı ve karanlıkta ışıldıyordu.
Bakışları yere düştü. Üçlü ayağın altında ve çevresinde bir şekil vardı. Sınıra benzetti, alarm gibi bir şey olmasından çekindi. Sarmaşık dallarına benzeyen çizimin kenarında durakladı. Tehlikeli olabilirdi. Bu ölümsüzlerin acayip hileleri vardı. Ayakların altında da güneş şekli duruyordu. Karanlıkta zor seçilse de kâseden yayılan ışık sayesinde görebilmişti. Dallara elini sürdü. Hiçbir şey olmadı. Omzunu silkip ayağa kalktı. Anahtarı engelleyebilecek bir şey olmadığını düşündü. Kâseye doğru adımladı.
''Demek ayna dedikleri şey sensin.'' dedi.
Farklı bir şey olduğunu düşünmüştü ama hiç böyle bir kâse beklememişti. İşi kolay olacaktı. Ayaklara baktı. Demir ayaklar sabit değildi. Tüm gücüyle tekme attı. Kâsenin içindeki yoğun sıvı sandığı kadar ağır olmadığından yerinden fırladı. Kristal cam kırılmadı ama içindeki sıvı, kabında hiç kalıntı bırakmadan yerlere saçıldı.
''İşte, böyle!'' dedi gülümseyerek. ''Benden başka anahtar olmayacak.''
Arkasını dönüp odadan çıktı. Elindeki kozları sağlama almanın memnuniyeti ile odasına geri döndü. Ve kapısı oldukça sesli bir şekilde çalınana kadar uyudu.
***
Kapısının önünde en az iki kişinin konuşması odaya kadar geliyordu. Başını kaldırıp pencereye baktı. Henüz hava aydınlanmadığından vaktin erken olduğunu anladı. Üzerindeki yorganı sıyırarak ayağını yere bastı.
''Bu kadar erken saatte...'' diye derin bir nefes aldı.
Uyku sersemi kapıya doğru yürüdü. Duvara dokunmayı ihmal etmemişti. Karanlık korkusu olduğunu cümle âlem biliyordu. Kapıyı açtığında iki değil, üç kişi karşısındaydı. Gözlerini kırpıştırıp adamlara baktı. Eros ve Hades'le tartışan Ares, kapı açılınca ona döndü.
''Bu saatte kapımda ne işiniz var?'' diye homurdanınca Ares geriledi.
Eros gözlerini devirip açıklamaya başladı.
''Bu münasebetsizin seni göresi gelmiş. Erken dememize aldırmadı.''
Dünya gözlerini Ares'e çevirdi. Sarhoş olduğunu anlamak için kokuyu duymasına gerek yoktu. Ares tam anlamıyla darmadağındı. Kaşları ve saçlarının altından Dünya'nın tepkisini izliyordu. Dünya ise nasıl bir tepki vereceğini şaşırmıştı. Uyandırıldığı için içinden hepsini tekmelemek geçiyordu ama davranışlarını kontrol etmeliydi. Önceki Dünya ne yapardı? Düşündü, düşündü ve suskun kaldı.
''Hadi, Ares. Odasında ve iyi olduğunu gördün, şimdi gidebiliriz.'' Hades, adamın kolundan çekiştirdi. ''Boşuna uyandırdık.''
Ares'in ayakları yere kök salmıştı. Hades'in elinden kurtulup duvara geriledi. Başı öndeydi. Dünya neden kapısına dayandığını anladı. Kılık değiştirdiğini Ares fark etmiş olmalıydı ama bir türlü emin olamıyordu. Adamın hislerine lanet etti içinden. Kimliğinin ortaya çıkması tüm planlarını suya düşürürdü. Bıçağa asla ulaşamazdı. Sakin olmalıydı.
''Ares'' dedi Eros. ''Senin de dinlenmen gerek. Dünya iyi, gördün işte, gidelim artık.''
Ares'in dağınık saçları yüzünün yarısını anca örttüğünden ifadesindeki karmaşa apaçık ortadaydı. Eros ellerini adamın omzuna koydu ve adama eğilip anlamsız bir şeyler fısıldadı. Dünya'nın içinde bir şeyler oynadı. Eros'un ona dokunmasını istemiyordu. Ares ile ilgilenmesi gereken kişi kendisiydi, aptal bir ölümsüz değil. Kaşları çatıldı ve yumruklarını sıktı. Konuşmaya devam eden Eros tek elini Ares'in boynuna koyunca, Dünya'yı sabitleyen ipler koptu. Hızla adımladı ve Eros'un kolunu tutup çekti ve var gücüyle adamı ittirdi.
''Gidin buradan!''
Eros şaşkındı, Hades ise ondaki tavır değişikliğinden rahatsız bir bakışla Dünya'yı süzüyordu. İkisine de aldırmadı, ne düşündükleri umurunda değildi.
''Beni duydunuz mu?'' dedi öfkeyle. ''Gidin!''
''Ne oluyor?''
Dünya konuşan Eros'a döndü. ''Asıl sana ne oluyor? Neden sürekli Ares'in dibindesin? Başka işin yok mu? Git milleti okla!''
''Amacım...''
''Bana ne, senin amacından!'' dedi Dünya. ''Ama ellerini Ares'ten uzak tut! Ona dokunmayı kes!''
''Dünya!''
Ares'in sesiyle kendine geldi. Kendini kaybetmişti ve öfkesini kontrol edemiyordu. Eros, altın gözlüye yaklaşmamalıydı. Hırsla Ares'e döndü.
''Kendine gel.'' dedi Ares. Sesi sert çıksa da kelimeleri pek düzgün değildi. Yoksa hasta mıydı? Diğerlerine döndü. ''Siz gidin çocuklar, biz iyiyiz. Teşekkür ederim.''
Eros üzgünce ona bakarken Hades omzundan tuttu. ''Gidelim Eros.'' dedi. ''Dünya'nın uyku sonrası hali çekilmiyor. Gerçi hiçbir hali çekilmiyor ya neyse!''
''Ama...'' dedi Eros ama Hades'in karanlık bakışlarıyla itirazından vaz geçti. Ares'e döndü. ''Sen iyisin, değil mi?''
Ares yapışkan ölümsüze cansız bir gülümsemeyle bakınca Eros rahatladı. ''Sonra görüşürüz o halde.''
''Görüşürüz.'' dedi Ares. "Teşekkürler."
Eros, Hades'in peşinden gitmeden önce Dünya'ya baktı. ''Seni kızdırmak istemedim.''
Dünya adama hiç bakmaksızın elini salladı. ''Güle güle.''
Koridorda kaybolan kadar arkalarından baktı, ne diye ışınlanmamışlardı ki. Neden sürekli Ares'in peşinde dolanıyorlardı? Peki, o bundan neden bu kadar rahatsız oluyordu?
''Bu neyin tepkisiydi?''
Yorgun bir sesle konuşan Ares'e döndü. Sırtı duvarda dayalıydı ve elleri cebindeydi. Adama sarılma özlemiyle kasıldı. İçindeki tüm öfke birden eridi, geriye anlamsız bir boşluk kaldı. Şimdi açıklama zamanıydı ama beyni uyuşmuştu. Ares doğrulurken hafifçe sallandı. Tek eliyle duvarı, diğeriyle başını tuttu. Dünya adamı baştan aşağı süzdü. Onu en son gördüğünde bu kadar kötü durmuyordu.
''Sonra konuşuruz.'' dedi. ''Sen ayakta durabildiğin zaman''
Ares eliyle saçlarını sıvazladı. ''Ben iyiyim, sadece başım ağrıyor.'' dedi ve gözlerini ona dikti. ''Ayakta durabilirim.''
"Bu kadar içecek ne vardı?"
Ares yutkundu ve hafifçe doğruldu. Başını döndüğü belliydi ama acı çekiyor gibi görünmesine şaşırdı. Dünya adamın davranışlarında bir ipucu ararken, Ares sorusunu cevapladı.
"Çok içmedim ve sarhoş değilim Dünya, beni azarlamana gerek yok."
''Peki, kapıma neden dayandığını da söyleyebilirsin o zaman?''
Ares gülümsedi, buruk bir gülümsemeydi. ''Anlatırım ama deli gibi acıktım. En son ne zaman yemek yediğimi hatırlamıyorum.'' dedi ve tutması için elini uzattı. ''Bir şeyler atıştırırken bana eşlik eder misin?''
''Kahvaltı için çok erken.'' dedi ölümsüzün eline kısa bir bakış atıp yeniden gözlerine döndü.
Elini geri çeken Ares'in çenesi kasıldı. Aralarındaki gerilim sıcak bir akıma dönüştü ve Dünya'nın soluğunu kesti. Ölümsüzden uzak durmak zorundaydı. Onun yanındayken tüm savunması yerle bir oluyordu. Soğuk durması da Ares'i kızdırmaya başlamıştı.
''Ben...'' diye geriledi. Adamın isteğine karşı bir bahane aklına gelmiyordu. Ondan uzak durmak isterken dili ve beyni ona ihanet ediyordu. Lanetin soğukluğunu hissetmeye ihtiyacı vardı ama Ares tüm düşüncelerini doldururken odaklanamıyordu. "Böyle davranarak beni korkutuyorsun Ares? Bir şey mi oldu?"
Dünya aklına gelen bahaneyi söyleyince, Ares sırtını duvara yaslayıp nefeslendi.
''Özür dilerim... Ben sadece seni merak ettim. Bir an sanki gitmişsin gibi bir his, tam göğsümün ortasına oturdu. Terk etmişsin gibi...'' dedi Ares gergin bir sesle aniden. ''Özlediğim için, sanırım...''
Dünya anlamsızca adama baktı. Ruhu kahrolası bir karmaşanın içinde kaybolmuştu. Çıkış için tek ışık, karşısındaki ölümsüzün güzel gözleriydi. İradesizce elini kaldırdı ve Ares'in yanağını okşadı. Ares'in yüzü çok beyazdı ve teni serindi. Gözaltları hafifçe kararmıştı. Acı çekiyor olamazdı, değil mi? Bu ayrıntılara neden dikkat ettiğini düşünürken Ares konuşmaya devam etti.
''Eğlencede, bir periyle tanıştım.'' dedi daha sakin bir sesle. ''Bana seni anımsattı. Durumum çok kötü olmalı, karşılaştığım herkeste seni görüyorum. Senden yarım gün bile ayrı kalmayı kalbim kaldırmıyor.''
Ares, yanağını okşayan elini aldı ve dudaklarına götürdü. Dünya'nın avucuna, dudaklarını bir kelebeğin dokunuşu gibi değdirdi. Gözleri, Dünya'nın gözlerinde fısıldadı.
''Seni çok seviyorum Dünya'm. Sensiz yaşayamam.''
Dünya'nın başı döndü. Ağzı bir balık gibi açıldı ama uygun kelimeler dudaklarından çıkmadı. Söyleyemiyordu. Laneti, sevgisini dile getirememesi için diline kilit vurmuştu. Ama sadece o kadar... İçinde bir yerlerde hala saklıydı, bu duygunun varlığını bu denli güçlü hissetmek ise onu çıldırtıyordu. Tamamen koparılsaydı rahatlayacaktı. En kolay sözcüğü söylemekten başka çaresi kalmamıştı.
''Ben de...''
Ares'in gülümsemesi yayıldı. Başparmağıyla, çenesini okşadı. ''Ne sen de?''
Dünya kaşlarını çattı, bakışlarını indirdi. ''Biliyorsun.''
Ares inatla çenesinden tuttu ve yukarı kaldırdı. ''Neyi biliyorum?''
Onu zorlamasından nefret etti. Söyleyemeyecekti, söylememeliydi. Adamın yüzünden başka her yere baktı. Köşeye sıkışmıştı. O anda aklına gelen fikirle heyecanlandı, tehlikeliydi ama kurtuluş yolu olabilirdi. Bakışlarını yükseltti ve Ares'in dudaklarına gülümseyerek uzandı. Çenesini başka türlü kapatamayacaktı. O yüzden dudaklarını kapattı.
Küçük bir öpücüktü, dudakları belli belirsiz birbirine değdi. Ares ondan ayrılırken Dünya yutkundu. Teninin üzerinde yüzlerce kıvılcım tutuşmuştu, birden alevler içinde kaldı. Sol bileğinin içi kızgın bir demirle dağlanmışçasına yanınca yumruğunu sıktı. Asteria, damgaladığı yerden ona yaptığı yanlışı haykırıyordu.
''Ares...'' diye mırıldanıp gözlerini araladı.
Dünya'nın başladığı cümle, başka biri tarafından acımasızca kesildi.
''Kuralları daha ne kadar esneteceksin Ares?''
Ares başını çevirip sesin sahibine baktı. Durga arkasında Loki ile koridorda dikiliyordu. Ares gözlerini Durga'nın üstüne dikerken kadın sertçe konuşmaya devam etti.
''Nektar töreninden sonra artık bizden biri oldun, kural ve şartlarımızla birlikte bizi kabullendin. Ölümlü bedenlerden zevk almak yasak, hatırladın mı?''
Loki yüzünde pis bir sırıtışla onlara bakıyordu. ''Olimpos'un şımarık sahipsizi!'' dedi adam. ''Kuralları hiçe saymak alışkanlığı olmuş. Bu, tam Ares'e göre bir hareket!''
Ares doğruldu. Dünya, adamın yüz ifadesini tam göremiyordu ama kızdığı belliydi. Çünkü öfkesi, sıcak bir buhar gibi yayıldı. Çekinen Loki yan gözle Durga'ya baktı. Durga umursamazca Ares'e bakmaya devam ediyordu.
''Sen de beni cezalandırmaya mı geldin Loki?''
Loki tedirgince omzunu silkti. ''Ben o tür şeylerle ilgilenmem.''
''Evet.'' dedi Ares iki ölümsüze doğru adımladı. ''Sen anca gereksiz işler yaparsın.''
''Seninle kavga etmeyeceğim.'' dedi Loki.
Ares güldü.
''Ama çok fena kaşınıyorsun.''
Loki'nin kaşları çatıldı. ''Durga...'' diye mırıldandı. Ares onlara doğru bir adım daha atınca, Loki geriledi. Durga'dan istediği destek gelmiyordu. ''Şakaya da hiç gelmiyorsun Ares. Benim yapacak başka işlerim var.''
Sözlerinin ardından geriye dönüp hızlı adımlarla yürüdü. ''Sohbete sonra devam ederiz.''
Ares duraklayıp Loki'nin ardından baktı. ''Bundan hiç şüphen olmasın!'' diye seslenmeyi ihmal etmedi.
Durga, Loki'nin gidişiyle eğlenen bir tavırla güldü. ''Ne korkak bir adam bu Loki.''
Ares yorum yapmadı ama güçsüzce bir elini başına, diğerini karnına götürdü. Durga'nın ifadesi anında endişeye dönüştü.
''Senin neyin var?''
''Yok, bir şeyim.'' diye mırıldanan Ares'e yaklaştı.
Dünya, kadının sürekli Ares ile ilgilenmesine bozuluyordu. Sert bir sesle konuştu.
''Bir şeyi yok. İçkiyi fazla kaçırmış sadece ve ben onunla ilgilenirim.''
Durga, Dünya'nın sözlerine aldırmadan adamın yanına gitti. Kadın ellerini adamın yüzüne koydu ve başını kendine doğru çevirdi.
"Ari, neyin var?"
Acıyla kasılan Ares alt dudağını ısırdı ve gerilemeye çalıştı. Durga onu serbest bırakmadı. Kadının bu cüreti karşısında öfkelenen Dünya derin bir nefes aldı ve hızla yürüdü. Kadının ellerini Ares'ten çekerek ittirdi.
''Senin de yapacak bir şeyin yok mu?''
Durga gözlerini adamdan çevirip ona baktı.
''Aptal olma anahtar, içki yüzünden değil bu.'' dedi sinirle. ''Baksana...''
Ares elini, destek almak adına Dünya'nın omzuna gevşekçe koydu ama o anda yana doğru kaydı. Durga atılıp adamı yakaladı ve yere sertçe düşmesine engel oldu. Derken iki kadının şaşkın bakışları altında Ares'in dudaklarından kan boşaldı. Dünya taş kesilmişti. Ares'in kendinden geçmesini yıllar süren saniyeler boyunca izledi.
Ares'in yüzü ölü gibiydi ve gözleri kapalıydı. Şakaklarında minik ter damlaları belirmişti. Durga eliyle, adamın ağzından sızan kanı sildi ve rahatlatmak için gömleğinin üst düğmelerini çözdü. Bir yandan da endişeyle Ares'e sesleniyordu. Ares tepkisizdi. Durga tek elini adamın göğsüne koydu, içinden mırıldandı. İyileştirici gücü artık ölümsüz olmuş adamı etkileyemeyince, Durga başını kaldırıp felç olmuş Dünya'ya baktı.
''Ne duruyorsun, yardım çağır!''
''Kim?'' diye kekeleyen Dünya gözlerini adamdan ayıramıyordu.
Ares inleyerek yeniden kan kustu, sanki damarlarındaki tüm kan bedenini terk etmek için acele ediyordu. Onu zapt etmeye çalışan Durga telaşla Ares'in başını kolları arasına aldı ve seslendi.
''Hermes!''
''Neler oluyor?'' koşarak gelen Adonis'in sesi yanlarında patladı. ''Ares'in nesi var?''
''Bilmiyorum, yardım et!'' Dedi Durga, Adonis yanına çökerken.
Dünya bundan sonrasını buzdan oluşmuş bir suyun içinden izledi. Paniği ve korkusu tüm hücrelerini uyuşturmuştu, kalbi bile durmak istercesine yavaş atıyordu. Adonis, Durga ve Durga'nın çağırdığı Hermes ile birlikte yarı baygın Ares'i alıp göz açıp kapayana kadar şifa katına götürdüler.
***
Dünya koridorda tek başına kalmıştı. Bakışları hala Ares'in yığıldığı yerdeydi ve gözlerinin önünde yarı baygın hayali duruyordu. Yere saçılmış kanlara bakarken bedeni uyuştu. Ares... O... Ölüyor muydu? Ama bu olanaksızdı, Ares bir ölümsüzdü. Kollarını kendine sardı ve odasına doğru döndü. Kapısını kapattı. Taşlaşmış adımlarla yatağına yürüyüp oturdu. Sonrasında düşünceleri yavaşça akmaya başladı.
Afrodit kristal mağarada kadehin içine iksiri döküyordu ve Dünya, Ares'e kadehi uzatıyordu. Ares kadehi ellerinden alırken ona gülümsedi. Görüntü kaydı. İksion kendini savunuyordu.
''Afrodit ile Zeus'u konuşurken duydum. Bu yarım akıllı, o şıllığa bir çeşit iksir vermiş''
Bakışları Asteria'ya döndü ve kelimelerinin üstüne basarak devam etti. ''Ares'e kalıcı bir aşk büyüsü yapması için''
İksion telaşla ayaklandı. ''Hayır, Asteria, Afrodit'e aşk iksiri için bir şey vermedim.''
Dünya gözlerini kaldırıp duvara baktı. Parmaklarını yatağın kenarlarına geçirmişti. Sakin bir sesle mırıldandı.
''Peki, o halde, Afrodit'e ne verdin İksion?''
Ares hala bir evin korumasından yoksundu ve Dünya kendi elleriyle adama İksion'un hazırladığı büyüyü sunmuştu. Sorgulamamıştı bile, o anda adama ne olacağı umurunda değildi. Tek derdi Afrodit'in etkisine girmemesiydi. Ayağa kalktı ve koşar adım odasından çıktı.
Gün ışımaya başlamıştı. Çorak bahçenin içinden geçerken düşünceleri tek bir şeye kenetlendi. Serin havayı bile hissetmiyordu. İksion'un canını yakmak istiyordu. Ayakları suya değer değmez Solan'a seslendi. Dördüncü kere bağırmıştı ki Solan siyah bir yarıktan dışarı çıktı.
''Ne istiyorsun anahtar?'' dedi huysuzca.
''Beni, İksion'a götür!''
Solan yüzünü buruşturdu. ''Canın her istediğinde İksion'u...''
''Seni lanet olası iblis!'' diye iblisin üstüne yürüdü. ''Beni hemen efendine götür!''
Solan diliyle dudaklarını yaladı. ''Bunu yapmamı istemezsin.''
''Eğer beni hemen İksion'un yanına götürmezsen tüm Olimpos'u İksion'un karşısına dikerim.''
Solan tuhaf bir bakışla Dünya'nın yüzünü süzdü. ''Ne oldu? Neden bu kadar telaşlısın?''
''Senin üstüne vazife değil.'' dedi Dünya, iblisin hayvani gözlerine bakarak.
''Birine bir şey mi yaptın?''
Dünya dişlerini sıktı. Solan'ın sorularını cevaplamak yerine Asteria'ya gitmeye karar verdi. Arkasını döndü ama ikinci adımını atamadan Solan kolundan tuttu.
İblis, başka soru sormadan havayı ikiye ayırdı ve açılan boşluktan geçerken Dünya'yı yanında sürükledi. Pis kokulu taş binaya vardıklarında kolunu iblisten kurtardı ve hızlı adımlarla yürümeye başladı. Ucube iblislerin yanından geçerken hayvani seslerle Dünya'ya hırladılar. Bu iblisler daha önce gördüklerinden çok farklıydı, bir şekilde daha vahşilerdi. Solan'ın varlığı Dünya'ya yaklaşmalarını engelledi. Solan'ın korumasında İksion'un odasına vardı. İblis, kapının önünde Dünya'nın kolunu tutmaya yeltendi.
''Önce ben...''
Hızlı bir hareketle ondan kurtulup odaya daldı. Loş odada İksion tek başına değildi. Önceden divanın olduğu yerde şimdi geniş bir yatak vardı. Çıplak bir kadın, ipek çarşaflara dolanmış bir halde İksion'la birlikteydi. Ansızın odaya girince, kadın ve İksion şaşkınlıkla başlarını Dünya'ya çevirdiler.
''Seninle konuşmam gerek.'' dedi Dünya hallerini önemsemeden.
İksion, biçim kazanmış bedenini gizlemeye gerek duymaksızın bıkkınca doğruldu.
''Şimdi sırası mı?'' diye boğuk bir sesle konuştu.
''Evet'' dedi. ''Özel olarak!''
İksion eliyle yanındaki kadına gitmesini işaret etti. Çırılçıplak halde yataktan doğrulan adama bakmamak için arkasını dönen Dünya, ileride duran masaya yürürken; İksion pantolonunu üstüne geçirip yataktan kalktı. Solan hala odadaydı. Kadın, hiç acele etmeden ve bakışlarıyla iblisi süzerek odadan çıktıktan sonra kapıyı kapattı ve önünde durdu. Solan gitmeye niyeti olmadığını belirtircesine kollarını birbirine kenetledi ve duvara yaslandı.
Dünya iblisle uğraşmayı boş verip masadan içki dolduran İksion'a baktı.
''Afrodit'e ne verdin?''
İksion kadehten bir yudum aldı. ''Bundan sana ne?''
''Soruma cevap ver!''
İksion karşısındaki sandalyeye oturdu. Çekici olduğunu düşündüğü bir bakışla Dünya'yı süzdü. Kemiksi bedeni önceki haline göre daha şekillenmişti. Lanetinden kurtulduğundan beri, günbegün kendine geliyordu. Adonis'in gölgesi olabilecek kadar yakışıklı bir adamdı. Bedeninin değişiminden faydalanmaya başladığı da açıktı. Yoksa o kadını yatağına alabilmesi olanaksızdı. Oturduğu sandalyeye yayıldı.
''Biraz ondan biraz bundan...'' dedi umursamazca.
Dünya adama sırıttı. ''Yüzün ve bedenin gelişti ama beynin hala kendine gelemedi galiba. Net bir soru sordum ateştopu! Afrodit'e iksir için ne verdin?''
"Daha önce söylemiştim, nar şerbeti." Diye konuşan İksion ona doğru eğildi. ''Ne o, mükemmel Ares'e bir şey mi oldu?''
Dünya hala adama gülümsüyordu. İksion da sırıttı ve Dünya'nın elini kaldırdığını göremedi. Dünya adama elinin tersiyle bir tokat attı ve tek hamlede ayağa kalkıp sandalyesinin arkasına tekme attı. Dengesi tamamen bozulan adamı yere düşürdü. İksion tepki bile verememişti.
Tırnaklarını, adamın nefes borusuna geçirdi. Yan bakışla Solan'a baktı, iblis hareketsizdi. Tek bacağını İksion'un koluna koydu, bir eliyle de masadan aldığı bıçağı kalbinin üzerine dayadı. İksion ölümsüzdü ve adamı basit bir bıçakla öldüremezdi. Biliyordu ve başka bir şey daha biliyordu; adam acı çekmeyi sevmiyordu. Tırnaklarını nefes borusuna biraz daha geçirdi.
''Seni aptal ölümsüz!'' diye hırladı. ''Bıçak hala Ares'te ve bıçağı almadan onun ölmesine sebep olursan, asla bulamam. Bu da benim hiç hoşuma gitmez, dolayısıyla senin de hoşuna gitmemesini garanti ederim.''
İksion zorlukla fısıldadı. ''Sakin ol, tamam, cevap vereceğim.''
''Konuş!''
İksion'un debeleneceğini hisseden Dünya elindeki bıçağı adamın göğsüne sürttü ve derin bir kesik açılmasına neden oldu. İksion inledi. Eti ikiye yarılırken kızıl bir kan nehri, göğsünden aşağıya akmaya başladı. Dünya, bıçağı adamın karnına dayadı.
''Bir sonraki adımı tahmin et.'' diye fısıldadı.
''Solan! Anahtarı üstümden al!'' diye adam bağırınca Dünya bıçağın ucunu kalbinin üzerine yeniden dayadı ve hafifçe ittirdi. İksion can havliyle çığlık atarken Dünya adamın attığı çığlıkla kendinden geçti.
Göz ucuyla Solan'a baktığında, iblisin hoşnut bir ifadeyle sırıttığını gördü. Efendisine saldırmasına hiç öfkelenmemişti, bu çok tuhaftı. Kıpırdamaya niyeti olmamasına rağmen Dünya uyarmayı ihmal etmedi.
''Sakın iblis. Efendini öldüremem ama daha çok acı çekmesini sağlarım.''
Solan dudağını büktü ve gösteriyi izlemeye devam etti. Dünya bakışlarını iblisten alıp altında kıvranan İksion'a çevirdi. Adamın teni iyice muma dönmüştü. Yarasından akan kan, normal bir insanı öldürürdü veya kendinden geçirirdi. Tırnakları, boğazının hassas derisini yırtmıştı. Yüzüne doğru eğildi.
''Şimdi, söyle. Afrodit'e ne verdin?''
İksion hırıldadı. ''Güçlü bir afyon özü, şerbetin içine karıştırdım." dedi. ''Ares'in biraz güçsüz düşmesini sağlar. Bir ölümsüz içerse, ruh karmaşası yaratır, başka bir şey değil.''
Dünya adamın söylediklerini tarttı, doğru söylüyordu. Üzerinden kalkıp bıçağı elinde döndürdü. Dünya az önceki yerine otururken, Solan nihayet efendisinin yardımına koştu. Yataktan aldığı çarşafı göğsündeki yaraya bastırıp adamı kaldırdı.
Dünya kaşlarının altından rezil ölümsüzü izliyordu. Boğazındaki kanlı tırnak izleri ve bıçak kesikleriyle az önceki kibirli halinden eser kalmamıştı. Solan'ın yardımıyla sandalyesine oturdu. Siyah saçları ve güzel yüzü kan içindeydi.
''Seni öldürmem gerekirdi vahşi kadın.'' diye kısık bir sesle konuştu. ''İşbirliğinden bihabersin. Bu yaptığım senin de yararınaydı.''
Bıçağı tahta masaya sapladı.
''Benim yararım mı? Bu nasıl olacakmış?''
''Çok duygusuzsun ve bencilsin anahtar!'' dedi İksion. ''Güçsüz ve aklı karışık bir Ares'ten her istediğini kolayca alabilirsin''
''Adam bayıldı, gerizekalı. Belki de çoktan öldü.'' dedi Dünya. ''İstediğim şeyleri nasıl yapsın?''
''Bayılmaması gerek sadece güçsüzleşecek...''
Dünya hırladı. ''Sana bayıldı diyorum, bu cümlenin neresini anlamadın?''
İksion çektiği acıyla yüzünü buruşturdu ve sonunda halsizce konuştu. ''Belki yeni ölümsüz olduğundandır.''
''Verdiğin iksirin ne yapabileceğini nasıl bilmezsin? Dua et ki, Asteria duymasın.''
İksion acısına rağmen endişeyle Dünya'ya baktı, Asteria'ya anlatmasından çekinerek. Sonra kekeleyerek konuştu.
''Çabuk geçer, çoktan kendine gelmiştir.'' dedi İksion, kan kaybından iyice güçsüz düşmüştü. Solan'a döndü. ''Bana şişeyi getir!''
Solan, yeşil ışıklı eliyle havayı yardı ve içinde kayboldu. İksion eliyle göğsünü tutuyordu, elleri kan içinde kalmıştı. Dünya fazla derin kestiğini fark etti.
''Tatlı şey...'' dedi üzgün bir suratla. ''Çok mu acıyor?''
İksion, yorum yapmadan kaşlarının altından ona baktı. Konuşmaya gücü zor yetiyordu.
''Senin kadar güçsüz bir ölümsüz görmedim.'' dedi gülerek.
''Ben doğuştan ölümsüz değilim.'' dedi. ''Ölümsüzlüğü sonradan elde ettim.''
''Her neyse'' dedi elini salladı. ''Şimdi Ares'e yaptığın iksiri anlat.''
İksion dudaklarını sıkarak nefes aldı. ''Ares'in tek zayıflığı sensin anahtar. Ben de onun ruhunu karışık duygularla doldurdum. Afyonun etkisiyle, endişe hissetmesini sağladım. Bu onun düşüncelerini körleştirecek ve sağlıksızca sana uymasını sağlayacak. Tabi, yan etkisi de olabilir. Biliyorsun, Ares ölümsüz olalı fazla olmadı. Yine de iksirin etkisi geçici bir etkidir, yakında bir şeyi kalmaz. Senin için hisleri tavan yapınca gözü başka bir şey görmeyecek.''
''Benim için mi yaptın bunu?'' dedi Dünya inanmazcasına.
''Bu işte ortak değil miyiz?''
''Ortak mı?''
Solan karanlıktan yanlarına adımlayınca sohbetleri kesildi. Elinde kristal bir sürahi tutuyordu, küçük sürahinin yarısı doluydu. Bardaklardan birine altın rengi nektarı doldurdu ve İksion'a uzattı. İksion titreyen eliyle güç bela bardağı aldı ve bardak şekil değiştirirken nektarı yudumladı. Sıvı ateş rengine dönüşmüştü, bardağın içindeki alevleri yudumlayan İksion'un nefes alışı rahatladı. Solan nektarı Dünya'dan uzağa koydu ve gözlerini Dünya'ya dikti. İblisteki sinir bozucu tavır devam ediyordu ama Dünya nedense kendini iblise bir şekilde yakın hissediyordu.
''Amaçlarımıza ulaşmak için ortak olmalıyız anahtar.'' dedi İksion. Dünya bakışlarını ona çevirdiğinde konuşmaya devam etti. ''Benim kurnazlığım ve senin yeteneklerin sayesinde her şeye sahip olabiliriz.''
''Her şey demekle neyi kastediyorsun?''
''Ben yöneteceğim, sen tadını çıkaracaksın.''
''Asteria'yı gerçekten alt edebileceğini mi sanıyorsun?''
''Onu sen alt edeceksin.'' dedi İksion. ''Ben sana yardım edeceğim.''
Dünya dudaklarını yaladı. İksion bu konuda ona muhtaç olduğunu açıkça söylemişti ve sözlerini tavırlarıyla destekliyordu. Bir yere kadar adama uymasında sakınca yoktu. Dünya, Asteria'nın yakınındaki casusu bulmuştu. Acaba Ares'e ne satıyordu, haber mi, yoksa yeteneklerini mi? Omzunu silkti.
''Desene tüm iş bana kalıyor.''
İksion kımıldandı ama can acısıyla kasılınca elini Solan'a uzattı. Solan adamın elinden tutup ayağa kaldırdı. Adam Solan'ın ona destek olan elini ittirdi ve ağır adımlarla yatağa doğru yürüdü.
''Evet'' dedi. ''Tüm iş sana kalıyor ama önce şu aptal kalbine söz geçirmelisin.''
''Ne demek bu?'' diye doğruldu.
İksion yatağa uzandı. ''Duyguların hala amacın önüne geçiyor. Sevmeye devam ederken nasıl öldüreceksin?''
Dünya dişlerini sıktı. Onu ele veren Solan'a gözlerini dikti. ''Benim kimseye karşı bir duygum yok.''
''O zaman ispatla.'' dedi İksion. ''Evcil hayvanı gibi Ares'in peşinde dolanmaktansa bir şeyler yapmaya başla. Ve Asteria'nın, ona olan yoğun hislerini anlamaması için dua et.''
Bir şeyler yapmayı o da istiyordu ama Ares'in varlığı her şeyi bulandırıyordu. Altın parıltılı gözleri, gülümsemesi, sesi, kokusu... Kısacası adamın yanında olması bile aklının karışmasına yetiyordu. Ayağa kalktı ve yatağın yanına gitti. Yatakta uzanan İksion'un başucuna çöktü. Parmaklarıyla adamın kan lekeli yüzünü okşadı. İksion tedirgin bakışlarla onu izliyordu. Dünya adamın korkusunu kolayca hissediyordu. Uzun hayatı boyunca sürekli bir şeylere veya birilerine bağımlı olmuştu. Şimdi de ona bağlıydı. Zincirlerinden kopmak için kalan son gücüyle Asteria'ya oyun oynadığının farkındaydı ve en güçlü müttefiki Dünya'ya güvenmiyordu. Ama güvenmek istiyordu. Buna ihtiyacı vardı.
''Sana bir şey ispatlamak zorunda değilim tatlım.'' diye mırıldandı. ''Sen kendini toparlarken ben de gidip Olimpos'un tadını şimdiden çıkarmaya devam edeyim.''
Ayağa kalktı ve şefkatli bir gülümsemeyle adama baktı. ''Sonra görüşürüz. Sakın kalkma, dinlen biraz. Ben yolu biliyorum.''
Kapıya doğru yürürken Solan bir gölge misali peşine düştü. İblisin efendisine yardım etmek için kalacağını sanmıştı ama anlaşılan İksion'un sadece uyumaya ihtiyacı vardı. Hemen ardında Solan olduğu halde kapıdan çıktı fakat ilerleyemedi.
***
Karşısında dört iblis duruyordu. İkisi devasa boyutta ve kalın kıllarla kaplıydı. İnsan şeklinden çok gorile benziyorlardı. Tamamen kırmızı gözleri delice bakıyordu ve dişlerinin arasındaki dilleri çenelerinden sarkıyordu. Diğer iblis, çok zayıftı ve mavimtırak derisi irinle kaplıydı. Kokusu insanı bayıltacak kadar iğrençti. Son iblis ise kısaydı. Bir metre anca olan boyu ve siyah gözleriyle her an saldıracakmış gibi bir duruşu vardı. Keskin dişlerini göstererek tısladı.
''İnsan...'' dedi yılanımsı bir sesle. ''Demiştim, bu, dişi bir insan.''
Solan aniden önüne geçti. İki eli yeşil ışıklara bürünmüştü. İblislerin karşısında durdu.
''Bu insan, sizin yeminiz değil, yolu açın!''
Goril iblis bir adım öne çıktı.
''Çok açız. Bize dişiyi ver!'' diye homurdandı.
Dünya'nın daha önceki gelişlerinde iblislerden hiç biri ona dokunmamıştı ama bu sefer gözlerini kan bürümüş iblislerin hedefine dönüşmüştü. Dördünün arkasındaki köşelerden tek tük iblisler belirdi. Anlaşılan ziyafete katılacaklardı. Yemek durumunda olan Dünya sıkıntıyla gerildi.
''Geri durun!'' dedi Solan karşısındakileri uyaran bir sesle ve omzunun üstünden Dünya'ya döndü. ''Sen, kapıya git!''
Kısa boylu olan iblis yaltaklandı. ''Solan, bize hakkımız olan kanı ver. Yeryüzüne çıkamıyoruz, ayağımıza gelen yemeği esirgeyemezsin. Asteria bize, kan sözü vermişti!''
Solan ellerini yumruk yapınca yeşil alevler daha bir parladı.
''Dışarıda anca av olursunuz ama bu insan sizin değil. Vakit henüz dolmadı.''
Gorillerden ikisi dayanamayıp Dünya'ya doğru atıldı. Dünya şaşkınlığını üstünden atıp İksion'un kapısına doğru gerilerken; Solan, onun önüne geçip gorillerin önüne çıktı. Elinin bir hareketiyle yeşil ışık soldaki gorili sardı ve tavana çaldı. Diğeri havada taklalar atarak duvara sertçe çarptı. Zayıf iblis ile kısa ibliste harekete geçmişlerdi.
Kısa iblise dönen Solan, elinden uzanan yeşil ışığı bir kamçı gibi salladı. Yeşil ışık iblisin boğazına dolandı ve Solan yumruğunu sıktı. İblisin başı bedeninden ayrıldı. Karışıklıktan faydalanan zayıf iblis Dünya'ya ulaşmıştı. Dişleri ağzından korkutucu bir şekilde fırladı ve elini Dünya'ya uzattı. Dünya iblise tekme attı fakat faydasızdı. Kemik yığını iblis, taş kadar sertti.
Homurtu ve hırıltılar çoğaldığında Dünya panikledi. Hemen yanında beliren Solan yeşil ışıklı eliyle iblisin yüzünü yakaladı. Tek bacağını kullanarak iblisin dengesini bozdu ve kolunun tüm gücüyle, iblisi başından yere bastırdı. Havada yarım dönen iblis yere hızla çarptı. Solan'ın elinin altındaki kafatası çatırdayarak parçalandı. Kan ve kemik yığınından başka bir şey kalmadı. Ardından iki iblis küle dönüştü. Solan, elinden sızan kan çamuruyla doğruldu.
''Başka isteyen!'' dedi korkutucu bir sesle.
İblisler teker teker karanlık tünellerde kayboldu. Geride inleyen iki goril kalmıştı. Hızlı iyileşiyorlardı ama acıdan kükremeyi andıran inlemeleri kulak tırmalayıcıydı. Dünya tiksintiyle iblisleri süzdü. Solan eline bulaşmış kan çamurunu pelerine benzeyen cübbesine sildi ve pelerini yere atıp Dünya'ya döndü.
''Sana kapıya git dedim, neden sözümü dinlemedin? Senin yüzünden iki savaşçı daha kaybettik.''
Dünya yaslandığı kapıyı başparmağıyla gösterdi.
''Zaten kapının önündeyim.'' diye sırıttı.
Solan gözlerini kıstı. ''Onu kastetmediğimi biliyorsun.'' diye homurdandı. ''Bunlar yeni katıldı ve tamamen içgüdülerini dinliyorlar. Kolayca yem olurdun.''
Dünya umursamazca omzunu silkti. ''Seni pataklamalarını seyretmek istemiştim.'' dedi.
Solan tıslar gibi bir ses çıkartarak havayı yardı ve karanlık geçit belirdi. ''Burada, beni kimse yenemez.''
Dünya geçitten geçmeden önce Solan'ın önünde bir an durdu. ''Benden bile dayak yiyen birinden neler duyuyorum.'' dedi ve geçide adımladı.
Solan hala peşindeydi. Aydınlığa çıktıklarında Dünya'nın güçsüz gün ışığına rağmen gözleri kamaştı. Solan ışıktan hiç rahatsız olmamıştı, bu gerçekten tuhaftı. İblisin saçları kavga sırasında dağılmıştı ve serin rüzgârla dalgalanıyordu.
Cübbesinden kurtulduğu için üzerinde deri üstlüğü ve pantolonuyla kalmıştı. Tenindeki yara izlerini fark etti, daha önce hiç dikkatini çekmemişti. Omzunda dirseğine doğru pençe izine benzeyen, teninden bir ton beyaz bir iz ve boynunda çoktan iyileşmiş bir kesik izi vardı. Kısık gözlerle Solan'ı süzerken iblis az önceki lafına karşılık verdi.
''Sen beni dövmedin güzelim. Ben sana izin verdim.''
Dünya aralarında birkaç santim kalana kadar iblise yaklaştı. Solan'ın gözleri, siyah kaşlarının altında vahşi bir ışıkla canlandı. Temkinli bakışlarla onu izliyordu. Dünya başını dikleştirdi ve gözlerine gözlerini dikti.
''Sen iblis değilsin, değil mi?''
Solan'ın ifadesi yüzünde dondu. Kaşları çatıldı ve başını yana çevirdi. Dünya elini uzattı ve Solan'ın yüzünü kendine doğru döndürdü.
''Göründüğün ve olduğun şey arasında dağlar kadar fark var.'' dedi fısıltıyla. ''Senin kendini gizlemene sebep olan şey ne?''
''Ben kendimi gizlemiyorum!''
Dünya elini Solan'ın göğsüne indirdi ve kalbinin üstünde durdu. Elinin altındaki kalbin hızlı atışlarını hissedebiliyordu. Canlıydı, bu belliydi ama aslında ne olduğu hala gizemliydi. Öğrenmek işine yarar mıydı? Bu konuda düşünmüyordu çünkü karşısındaki bu varlığı merak ediyordu.
''Doğru'' dedi. ''Benden pek gizlemiyorsun ama diğerlerinden... Mesela İksion?''
Solan geriye çekildi.
''Küçük beyninle bunları anlayamazsın anahtar.''
''Anlayacağımı anladım zaten''
Dünya gerileyen sözde iblise yaklaştı. Solan köşeye sıkışmış gibi etrafına çabucak bir bakış attı ve Dünya'ya döndü. Dünya'nın sözlerini beyninde tartıyordu. Bu yüzden bilmiş bir sırıtmayla Solan'ın yüzüne bakmaya devam etti. Bir şeyleri kavradığını düşünürse çözülmesi daha kolay olurdu. İksion gibi bir parazitin emri altında, bu denli güçlü büyüler yapabilen birinin olması çok mantıksızdı.
Onun iblis olmadığını daha önce neden anlayamamıştı. Aptallığına sinir oldu. İblislerden yansıyan hastalıklı his Solan'da yoktu, havaya lanet veya korku yaymıyordu. Mutfaktaki pencerede saçlarının rüzgârda uçuşması aklına geldi. İblisler ortaya çıktığında hava dâhil her şey durağanlaşıyordu fakat Solan etraftayken bu değişim olmuyordu. Güneş onu hiç rahatsız etmiyordu. Zekiydi ve duygusuz bir çöp değildi. Onun, İksion'a saldırmasına hoşnut bir şekilde göz yummuştu ama dev iblislere karşı onu korumakta tereddüt etmemişti.
''Anlayabilmen güzel.'' dedi Solan gözlerini ona dikerek. ''Baştan beri sana anlatmaya çalıştığım şey; bir şey başladı, bunu başlatan sen değildin ama sen bitireceksin.''
''Ne demek istiyorsun?''
''Anladığını sanıyordum.'' dedi alaycı bir tavırla. ''Anahtar olan sen değil misin?''
Dünya soluklandı. ''Oyun oynayacak havada değilim Solan.''
''Tam da eğlenmeye başlamıştım ama neyse...'' dedi ve ciddileşti. ''Bu arada Ares'e ne oldu?''
''Salak efendin ona büyü yapmış duydun ya.'' diye cevapladı. ''Bari bıçağı bulmamı bekleseydi.''
''Bıçak senin için neden bu kadar önemli?''
''Sana ne?''
Solan dudağını büktü. ''Hemen öfkelenme. Belki bıçağın nerede olduğunu biliyorumdur.''
Dünya gözlerini Solan'a dikip bir süre baktı. Bu yaratığın ona neden yardım ettiğini bilmiyordu. İksion'un emriyle olduğunu düşünmedi, Solan'ın başka bir çıkarı vardı. Bu çıkarı onun hedefiyle çakışabilirdi.
''Sen, Ares hakkında nasıl bu kadar şeyi biliyorsun?''
Solan tuhaf bir bakışla ona baktı.
''Neden bilmeyeyim, Ares'i herkes tanır. Özellikle bizim çevreden herkes...''
''Bana masal okuma Solan.'' diye lafını kesti. ''Kendi iyiliğin için bana doğru cevap ver. Ares hayranı sıradan bir iblis olmadığını biliyorum.''
Solan'ın yeşil gözleri kısıldı. ''Ares'le ilgilenmiyorum bile, fark etmedin mi?''
''Çünkü o, seninle ilgilenmiyor, değil mi? Belki onun işine yarar bir yeteneğin yoktur.''
Solan, ona saldıracakmış gibi hırladı, ardından sırtını döndü. Ellerini yumruk yapmıştı, suyun üzeri dalgalanan yeşil ışıklar, ellerini kaplayarak alevlendi. Sırtı ona dönük olsa da; Dünya, adamın bedenindeki ince kasların, öfkeyle kasıldığını görebiliyordu. Tam doğru noktaya parmak bastığını anladı.
''Ares, bıçağı sürekli yanında taşıyor.''
Solan sözlerinden sonra havayı eliyle yardı ve tek adımda içinde kayboldu. Dünya pek uğraşmaksızın aldığı bilgiyi zaten tahmin etmişti.
''Demek, Ares'in üstünü aramam gerekirdi.'' dedi ve aklına gelen şey yüzünden kıkırdadı. ''Bakalım üstündekileri çıkartması için ikna edebilecek miyim?''
Malikâneye doğru yürürken son olayları kendi lehine nasıl çevirebileceğini düşünüyordu. Solan'ın iblis olmamasına rağmen iblislere komuta edebilmesi günün en ilginç gelişmesiydi. Mor gözlü kardeşi, adama nazaran daha bir iblisti. Belki kardeş bile değillerdi. Adamın bunu sır gibi sakladığına emindi. Acaba İksion biliyor muydu veya önemsiyor muydu? Sahi, Solan'ın yarım akıllı kardeşi neredeydi?
***
İblis tehlikesi azalınca Olimposluların üzerine zaten bir rahatlama çökmüştü. İblislerle kendileri uğraşmıyorlardı; Ares'in komutasındaki iblis efendileri onların yerine savaşıyordu. Her şey plana uygun gidiyordu. Öte yandan İksion'un bahsettiği nar şerbetinin içine karıştırdığı afyon özünün etkisine şaşırmıştı. Ares'e yapılan büyü o kadar basitti ki, işe yaraması komikti. Endişe ve kaygı... Bu kadar insani bir şeyin, Ares'i bu denli zayıflatması akıl alır gibi değildi. Ares'i gözünde çok mu büyütmüştü acaba? İksion'un kurnazlığı konusunda lafı yoktu ama son fikri alkışlanacak kadar parlaktı. İksion'u yok etmek zorunda olması gerçekten üzücüydü.Dünya sırıttı. Evet, bu adam kesinlikle işine yaramıştı.
Merdivenlere ulaştığında ismini seslenen Artemis'e doğru başını kaldırdı.
''Dünya, nerelerdeydin?''
Dünya hemen yüz ifadesini üzgüne çevirdi. Ve aklına gelen ilk yalan dudaklarından süzüldü.
''Kâhini görmeye gitmiştim ama yolu bulamadım.''
''Kâhin mi?''
Dünya başını salladı ve merdivenleri tırmandı.
''Ares bayılınca ne yapacağımı bilemedim. Bir şey biliyordur diye ona gitmek istedim.''
Artemis derin bir nefes aldı.
''Benim aklıma gelmemişti ama şimdi Ares iyi.'' dedi ve gülümsedi. ''Endişelenmene gerek yok.''
Ne endişesi? Bıçağı kaybetmekten korkmuştu o kadar... Yine de Dünya rahatlamış gibi kadına gülümsedi.
''Şükür.'' dedi. ''Neyi varmış?''
Birlikte malikâneye girdiler. Artemis elindeki zinciri sallayarak onun yanında yürüdü.
''Önemli bir şey değil. Sirona kontrol etti. Aramızda kalsın bence içkiyi fazla kaçırdı.''
''Şimdi nerede?''
"Zor bir soru." diyen Artemis omzunu silkti. ''En zayıf tahmin, Siro'nun katında olduğu...''
Ares'in sesi, saçma ve Dünya için zoraki sürdürülen sohbetlerini böldü.
''Asıl soru; siz, ikinizin neden dışarıda olduğu?''
Dünya başını kaldırdı ve koridorun başında dikilen Ares ve onun yanındaki Eros'a baktı. Kıvırcık adam, Ares'in gölgesi gibi dibinden ayrılmıyordu. Ares hala kötü görünüyordu ama son gördüğü halinden kat kat iyiydi. Saçları darmadağındı, üstüne ona bol gelen bir kazak giymişti. Bakışları doğruca onun üzerindeydi, gergin ve endişeliydi...
Dünya gülmemek için dudağını ısırdı. Neyse ki, Artemis onun yerine adama cevap verdi ve Dünya'nın ona attığı yalanı tekrarladı. Artemis konuşurken Ares, gözlerini Dünya'nın üzerinden ayırmamıştı. Kadının lafı bittikten sonra Ares başını doğrulttu.
''Bir daha yalnız başınıza dolaşmayacaksınız.'' dedi emir verircesine. ''Özellikle sen, Dünya!''
''Yalnız başına dolaşmamak mı?'' dedi Artemis yüzünü buruşturup. ''Bu da ne demek?''
Merdivenlerden inen Apollon, lafa karıştı.
''Ares haklı Artemis.'' dedi onlara doğru yürürken. ''Kimse silahsız dolaşmayacak.''
''Hey, Olimpos'tayız.'' dedi Artemis. ''Evdeyiz.''
Ares kararmış gözlerini kızıla çevirdi. ''Odanda bile silahınla uyuyacaksın Artemis. Olimpos güvenli değil.''
''Abartmayın.'' dedi Artemis gülerek. ''İblisler kontrol altında...''
''Hiçbir şey kontrol altında değil!'' diye hırladı Ares, kadının sözünü keserek.
Eros, Apollon'un lafına devam etti. ''Festivalde nymphlerden biri saldırıya uğramış. Başka bir nymph tarafından...''
''Nasıl?'' dedi Artemis hayretle.
Dünya da şaşkın görünmeye çalıştı. Hatta daha inandırıcı olsun diye eliyle ağzını kapattı. Ares'in yan gözle ona baktığını fark etti ama görmezden geldi. Eros üzgün bir yüzle anlatmaya devam etti.
''Peri oldukça hırpalanmış, hala kendine gelemedi. Onun en son başka bir peri tarafından çağrıldığını söylediler. Ares'e nektar veren peri tarafından...''
Dünya sıkılmaya başlamıştı ama dinler görünmeye çalıştı. Ne de olsa, bu önemli bir gelişmeydi ve dinlerken esnemesi hiç hoş olmazdı.
''Ares, o periyi daha önce hiç görmüş müydün?''
Artemis'in sorusuna Ares sadece başını sallayarak cevapladı. Dünya saldırgan periyi bulamayacaklarına emin olduğundan rahattı. Yanında duran Ares'i süzdü. Adamın giydiği salaş kazağın geniş yakası boynunu ve ensesini olduğu gibi sergiliyordu ve altında da siyah bir kot vardı. Öylesine giyindiği halde... Çok çekiciydi... Kahretsin ne giydiğine neden dikkat ediyordu ki?
''Bahçeye çıkmaya ne dersiniz?''
Herkes merdivenden inen Adonis'e baktı. Adonis acelesiz adımlarla basamakları inerken önerisinin gerekçesini tek kelimeyle açıkladı.
''Zeus buralarda dolanıyor.''
''Gidelim.'' dedi Apollon ve kapıya döndü.
Diğerleri adamı takip ederken Ares, Dünya'nın kolundan tuttu. Dünya bir an için onun yaptığını anlamasından korkarak adama döndü. Gergin bir ifadeyle Ares, elini kaldırdı ve Dünya'nın saçlarını okşadı. Kararsız gözleriyle Dünya'nın yüzünü taradı.
''Sen iyisin değil mi, Dünya?''
Dünya başını salladı.
''Evet, iyiyim. Neden sordun?''
Ares neşesizce sırıttı.
''İçimde tuhaf...'' dedi ve elini kendi kalbinin üzerine koydu. ''Adlandıramıyorum ama tuhaf bir his var.''
Ares sustu, çenesi kasıldı, düşüncesi bile canını yakıyormuş gibiydi. Adonis yanlarına dikilince, lafına devam etmedi ama sinirli bir ifadeyle kaşları çatıldı. Yakışıklı ölümsüzün varlığından rahatsız olduğu belliydi. Adonis ise kızgın olduğunu saklamadığı bir ses tonuyla söylendi.
''Kendine çabuk gelmişsin Ares, o kadar içkiden sonra ayakta durman mucize.''
''Başlama Adonis!'' bakışları yavaşça Adonis'e döndü. Tehdit dolu bir bakıştı. ''Kendi işine bak!''
Adonis dişlerinin arasından söylendi. ''Kendi işim mi? Ne işinden bahsediyorsun? İblisleri kovalarken şimdi kavga eden perilerin arasını yapmaya başladık. Başiblislere bizden daha çok güvenir oldun. Neler oluyor Ares? Benden ne saklı...''
''Kes sesini!''
Ares, Adonis'i tek lafıyla susturdu. Ardından Dünya'nın elini tuttu ve kapıya adımladı. Adonis'in ardından ismini seslenmesine aldırmadı. Merdivenlerin ortasında Adonis onlara yetişti ve kolundan tutarak Ares'i kendine çevirmeye çalıştı. Ares bir anda Dünya'nın elini bıraktı ve Adonis'in yakasından tuttuğu gibi ileri fırlattı. Her şey bir saniye içinde olmuştu. Merdivenlerin bittiği yere sertçe düşen Adonis, yuvarlandı. Bir an hareketsizce durdu. Her şey durmuştu, Dünya bile soluk almayı bırakmıştı. Bu kadar sert bir tepkiyi kimse beklemiyordu. Diğerlerinin şaşkın bakışları altında, Adonis kıpırdandı ve üzerine düştüğü kolunu tutarak yerden doğruldu.
''Sabrımı taşırıyorsun Adonis!'' dedi Ares. Gözleri ve sesi çok ürkütücüydü. Son basamakları inerken altın renkli gözler, Adonis'in üzerindeydi. ''Beni sorgulama hakkını kimden alıyorsun?''
Athena öne çıkarak yeniden saldırmak üzere olan Ares ve Adonis'in arasında dikildi. Ares, kadına hiç aldırmadan Adonis'in üstüne yürümeye devam etti.
''Sürekli bana hesap sorulmasından bıktım.''
Dünya olanları gizli bir keyifle izlerken; Athena, Ares'i durdurmak için elini adamın göğsüne koydu.
''Sorunu kavga etmeden çözeceğiz Ares!'' dedi sert bir sesle.
Ares bakışlarını Athena'ya çevirdi. ''Belki artık biraz kavga etmemiz gerekiyordur. Gerçek bir kavga, daha önce yapmaktan kaçındığım bir kavga!''
''Hayır.'' dedi Athena. ''Birlik olmamız...''
Ares, kadının elini kendinden çekip Athena'yı, Adonis'in üzerine doğru ittirdi. Adonis kendine çarpmak üzere olan kadını yakalayınca, Ares öfkeyle homurdandı.
''Siz anca birlik olun! Ben ve iblislerim sizin yuvanızı korumaya devam edelim.''
''Kendine gel Ares!'' dedi Apollon. ''Sen bizden birisin. İblisler her ne kadar senin emrinde olsalar da, sen onlardan biri değilsin.''
Dünya dudaklarını ısırdı. Bu... İnanamıyordu ama çok iyiydi. Ares'in diğerlerinden kopması an meselesiydi. Artemis'in ona yalvaran bakışlarına gözü ilişti. Her zamanki gibi onun Ares'i sakinleştirmesini bekliyordu ama çok beklerdi. Merdivenlerin başında durup şaşkın görünen bakışlarıyla onları izlemeye devam etmeye karar verdi. Şok içindeydi ne de olsa...
Ares'in bedenini buğulu bir ışık kaplamaya başladı. Bu değişimi, Dünya'dan başkası fark etmemiş gibiydi. Ares başını doğrulttu ve derin bir nefes aldı. Etrafına yayılan hiddet dalgalar halinde dağılıyordu. Hava iyice loşlaşmıştı ve bahçeyi uğursuz gölgeler sarıyordu. Ares omzunun üstünden Dünya'ya doğru baktı. Adam, duygusuz ve saf bir güçle doluydu. Dünya, bu güce karşı koyamadı ve ona doğru çekilmiş gibi basamakları inmeye başlarken Ares yüzünü diğerlerine çevirdi.
Koyu gri bulutlar gökyüzündeki cansız aydınlığı tamamen kapatmıştı. Sessiz bahçede Ares'in sakin sesi bir tokat gibi patladı.
''Ben onlardan biri değilim demek.'' dedi. ''Peki, Apollon ben kimim?''
***
Koyu gri bulutlar gökyüzündeki cansız aydınlığı tamamen kapatmıştı. Sessiz bahçede Ares'in sakin sesi bir tokat gibi patladı.
''Ben onlardan biri değilim demek.'' dedi. ''Peki, Apollon ben kimim?''
Apollon'un mavi gözlerinin rengi soldu ve donuk bir beyazlığa büründü. Dünya, bunu Nabi'nin gözlerine benzetti bir anda ama yaşlı adamın gözlerinden farklıydı. Kırçıllı bir dolunaydan çok saf bir beyazlıktaydı. Apollon şefkatli bir şekilde kollarını iki yana açtı. Ellerinden gün ışığını andıran bir aura yayılıyordu. Apollon, Ares'ten bakışlarını ayırmadan konuştu.
''Sen, kardeşimsin.'' dedi.
Ares'in kaşları çatıldı, Dünya'nın da. Çünkü omzu bu beyaz yalana hiç tepki vermemişti. Bu şu anda düşünmesi gereken bir şey olabilirdi ama Ares'in şaşkınlık ve kararsızlığa teslim olduğunu görünce kendine geldi. Ares'in elini tuttu. Adamın teni, alev alev yanıyordu. İçtiği iksir onun dengesini alt üst etmekle kalmamış, hasta olmasına neden olmuştu.
Diğerleri de Apollon'un ardında durdular. Işık tanrısından yayılan parıltı, bahçedeki gölgeleri onlardan uzaklaştırdı. Ares yanında duran Dünya'ya bakışlarını çevirdi. Dünya adama ölümsüzlere saldırmasını söylemeyi çok istiyordu ama şu durumda niyetini açığa vurmak zararına sonuçlanabilirdi. Ares'in de onlara saldırma gibi bir düşüncesi olmadığını seziyordu, sadece ondan kararsızlığı için bir işaret beklediğini anladı. Alamayacaktı, o yüzden Dünya başını öne eğdi. İyice kararsız kalan Ares, Apollon'a yeniden döndü.
''Bu yalanı söylemek için güçlerini sergilemen gerekmezdi Apollon.''
Işıltı aniden yok oldu. Şimdi, bahçe öncekinden daha karanlıktı. Athena şaşkındı, Apollon ise tam anlamıyla şoktaydı. Artemis hepsinin yerine açıklama yaptı.
''Hayır, Ares, bunun güç olmadığını bizden daha iyi biliyorsun. Apollon bizim için anlamını söylemek için gerçeklik büyüsü yaptı. Başka türlü bize inanmayacağını düşünmüş olmalı, değil mi Apollon?''
Apollon düşünceli bir bakışla Ares'e baktı ve sadece başını salladı. Adamın kafasını her ne karıştırmışsa önemli olmalıydı. Athena, bir adım öne çıktı. Eve doğru hızlıca bir bakış attı. İzlenip izlenmediklerini kontrol ediyordu. Kimsenin onlara aldırmadığına kanaat getirmiş olacak, yeniden Ares'e döndü.
''Ares, her ne kadar sakin günler geçirsek de, aslında bir şeylerin pusuda olduğunu sen de hissediyorsun, değil mi? Huysuzluğunun başka bir açıklaması olamaz.''
''Şimdi de huysuz mu oldum?''
''Elbette öylesin, her zaman öyleydin.'' dedi Athena gayet ciddi. ''Ama özellikle çukurdan döndüğümüzden beri seni bir şeyler rahatsız ediyor.''
''Bu, korumadan yoksun olduğu için olabilir.'' dedi Eros hırçın ve suçlayıcı bir sesle.
''Koruma benim için bir anlam ifade etmiyor, artık.''
Dünya adamın yalanını hissetti, Ares duygusuz durmaya çalışsa da hissettiği üzüntü gözlerinden belli oluyordu. Bağlı olduğu bir yerden bu şekilde dışlanmak onu yaralamıştı. Evinin lideri tarafından sürekli hor görülmekten bıktığı çok barizdi. Tüm bu aptalca duygular Ares'in zayıflamasına neden oluyordu. Dünya'nın elini konuşurken hafifçe sıkması bunu gösteriyordu. Destek bekliyordu.
''Biz de en az senin kadar Zeus'a kızgınız. Hatta senden bile fazla!'' dedi Artemis. ''Sen koruma alana kadar da koruma işini üstlendik, biliyorsun ama...''
Ares kızıla doğru ani bir bakış attı. Artemis'in sözleri dudaklarının arasında kilitlendi. Dünya, Ares'in tepkisi karşısında dikkat kesildi. Artemis koruma işini üstlendik demekle neyi kastetmişti? Ares dişlerinin arasından mırıldandı.
''Korumaya ihtiyacım yok!''
Adonis kenarda durmuş düştüğünde incinen kolunu ovuşturmaya devam ediyordu. Onun konuşmaya özellikle katılmadığını anladı, Ares'in kızgınlığını körüklemek istemiyordu. Gözleri bir birini bulduğunda, Adonis'in durgun ifadesi değişti ve aniden gülümsedi. Sanki hiçbir şey olmamış gibi, iki eski tanıdık birbirini görmüş gibi... Dünya, Olimpos'un onu kötü etkilediğinin farkındaydı. Olması gereken şeyler bir şekilde yoluna girmiyordu. Etrafta çok fazla mı iyilik vardı ne? Az önce birbirlerine giren ölümsüzler şimdi oturmuş sohbet ediyorlardı. Kavga hevesi, Dünya'nın kursağında kalmıştı. Ares'i nasıl destekleyeceğini anladı. Usulca adama yaklaştı. Duyduklarından bir anlam çıkaramasa da boşa sallamaya karar vererek konuştu.
''Ares belki de koruma altında olmalısın. Olimpos'un lideri seni dışladı ama arkadaşlarının onun yerine...''
Ares beklediği tepkiyi anında verdi. ''Şimdiye kadar Zeus'un yardımı olmadan hayatta kalabildiysem bundan sonra da kalabilirim. Seni de koruyabilirim, kendimi de. Bizim kimseye ihtiyacımız yok!''
Zeus'a olan öfkesi her daim canlı kalacaktı. Diğerlerine doğru bakan Dünya'nın bakışları, zayıf halka Eros'ta durakladı.
''Ayrıca koruduğunuzu söylerken ne demek istediğinizi pek anlayamadım.''
Eros dudaklarını kemirerek yardım için Athena'ya doğru baktı. Athena nefes alıp konuştu.
''Bu biraz detaylı bir konu Dünya, daha sonra konuşabiliriz.''
''Neden? Çabuk anlayamaz mıyım?''
''Onu demek istemediğimi gayet iyi biliyorsun.'' dedi Athena.
''Asıl konuşmamız gereken konu...'' diye lafına başlayan Apollon'un cümlesi başka bir sesle kesildi.
Hades merdivenlerden hızla inerken soğuk bir sesle söylendi.
''Neler oluyor burada? Duyduklarım doğru mu?'' Herkes yaklaşan Hades'e baktı. ''Elçiler toplantıda!''
Neler mi oluyordu? Dünya da merak etmeye başlamıştı. İki perinin kavgası bu kadar ciddi miydi? Hades karanlık bir hayal gibi hızla yanlarına geldi.
''Az sonra ikinizi çağıracaklar.''
''İkimizi?'' dedi Apollon.
Hades, yan gözle Ares'e baktı. ''Sen ve Ares'i''
Ares neşesizce sırıttı. ''İşe bak, bunun için de beni suçlayacaklarını tahmin etmeliydim.''
''Seni ne için suçlayacaklar?'' dedi Eros.
Apollon derin bir nefes alıp Ares'in yerine cevapladı. ''Aynalar işlev dışı''
Dünya şaşkınlıkla mırıldandı. ''Aynalar?''
Apollon başını salladı. ''Evet, bir saldırı olmuş. Tüm aynalar karardı, tamamen.''
Tüm aynalar? Dünya sadece Apollon'un aynasını dağıtmıştı tüm aynaları değil. Gerçekten, burada neler oluyordu? Artemis öne çıktı.
''Saldırı olduğuna emin misin? Belki doğal bir şeydir.''
''Sanmam.'' dedi Apollon. ''Bizimki dışında diğer aynalar çoktandır suskundu ama şimdi...''
Hermes yanlarında belirince Apollon susmak zorunda kaldı.
''Apollon'' dedi ve Ares'e döndü. ''Ve Ares, ikiniz tepeye çağrılıyorsunuz.''
Dünya bu eğlenceden geride kalamazdı. ''Ben de geleceğim.''
''Dünya haklı, hepimizin de gelmesi gerek.'' dedi Athena.
Hermes başını salladı. ''Hayır, sadece ikisini çağırdılar. Sizin girmeniz yasak.''
Ares ona doğru döndü. ''Odama git Dünya, ben çıkar çıkmaz yanına gelirim.''
''Hayır.'' dedi. Ne konuşacaklarını merak ediyordu ve tek kelimesini bile kaçırmaya niyeti yoktu.
Hades sırıttı. ''Geride kalmayacağı belli Ares, bırak şansını denesin.'' Ares adama dönünce, Hades Dünya'ya bakarak devam etti. ''Kimse ona zarar vermeye cesaret edemez. Ne de olsa elimizde yaşayan tek anahtar, Dünya kaldı.''
***
Tepede girişin önünde hepsi dikiliyordu. Önden Hades girdi, ardından girişten geçmek için Athena şansını denedi ama görünmez bir duvar tarafından durduruldu. Sinirle duvara bir yumruk attı ama tabi ki etkisizdi. Geriye çekilip Apollon'a baktı, Apollon omzunu silkip ileri yürüdü. Diğer tarafta ne olduğu görünmüyordu, boşluk varmış gibiydi. Bunun göz aldatmacası olduğunu Dünya anlamıştı. Ares elini tutunca bir an irkildi.
''Dünya'' dedi kısık bir sesle. ''Eğer doğruyu söylemeyeceksen kesinlikle konuşma.''
''Bu ne demek?'' dedi.
Ares, yüzüne doğru iyice yaklaştı. Diğer ölümsüzlerin duyamayacağı bir sesle fısıldadı.
''Sana soru sorulacaktır. Yalan söylemen gerekirse sakın ağzını açma.''
''Bana yalancı mı diyorsun?'' dedi. Dünya kırılmış gibi davranmak istemişti ama Ares'in bu uyarıyı neden yaptığı aklını karıştırmıştı. Sesi kırgından çok kızgın çıktı. Çok uzun sürmedi.
Tartışmak istiyordu, adama kızgın durabilmek istiyordu ama Ares'in altın bakışları altında nefeslendi. Ve sustu. Sanki tüm evrende sadece ikisi vardı. Etraflarındaki her canlı önemini yitirdi. Bedeninin bu yakınlık karşısında ısındığını hissetti. Gözleri Ares'in dudaklarına kaydı. Hoş bir kıvrımla bükülen dudaklar gülümsedi ve kımıldadı. Dünya çıkan kelimeleri duymamıştı, sadece öpmek istediği dudakların hareketini izledi. Ares eğilip alnından öpünce kendine geldi. Silkinip Ares'e baktı.
''Ne dedin? Ben...''
''Hadi, sağ salim şu işi bitirelim, sonra ne dediğimi tekrarlarım.'' dedi Ares, parlak bir gülümsemeyle.
Dünya ikisini izleyen diğerlerine baktı. Adonis dışındakilerin yüz ifadesinden anladığı kadarıyla hepsi Ares'in dediklerini duymuştu ve tek hoşlanmayan Adonis'ti. Ares elinden tutup tepeye doğru döndü ve görünmez duvardan ikisi de kolayca geçti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder