Dea onlara
haber getiren ulağı da yanına almış, Virton’u en son nerede gördüğünü ve
planını öğrenmeye çalışıyordu. Aslında tahmin ediyordu, bu tarz bir saldırıda,
tehdidi mümkün olduğunca halktan uzakta tutmaya çalışmalıydı. Dea onları
eğitmişti ama şehre bu kadar yakın olması işleri karıştırıyordu ki, launları
istedikleri yöne çekmek zordu. Yine de boşaltılan bir mahalle olduğunu ve
Virton’un launları o tarafa çektiğini öğrendi. Kendilerine yardımcı silahlar
almak için cephaneye uğradılar, yoldaki askere bir birlik toplamalarını ve
önde beklemelerini emretti. Athena sessizce adamı takip ediyordu ve gittikçe
hayran kalıyordu. Akıllıca insanları yönetmesi ve etkili emirler vermesini
izlemek adama olan aşkını iyice güçlendiriyordu.
Cephanede
kaliteli bir kılıç seçen Dea, zarif ceketinden kurtuldu ve kılıcı giyinmeye
başladı. Kaşlarının altından ona baktı.
“Sen konağa
dön, beni orada bekle.” Dedi çabucak. “Törene gitmeden önce seni oradan
alırım.”
Athena yarım
ağızla güldü ve kılıçlardan birini de kendisi için seçti. “Seni koruyacağımı
söyledim.” Dedi ve Dea’ya baktı. “Ve sözlerimde ciddiydim.”
“Bu kılıkta
seni savaşa götüremem.” Dedi Dea ona doğru bir adım atarak.
“Daha şık
kılıkta da savaştım. Hem ne varmış elbisemde!”
Dea kesik bir
nefes verdi. “Sana çok yakışmış.” Dedi kısık sesle, etraflarında koşan
askerleri unutmuş gibiydi. “Çok güzelsin Hena.”
Gülmemek için
dudağını ısırdı. “Ne sersemsin!”
Bir adam
koşarak yanlarına gelip her şeyin hazır olduğunu söyleyince, aralarındaki
büyülü an insafsızca kesildi. Dea, onu ikna edemeyince pes etti ve onları
bekleyen birliğe katılmak için yürüdüler. Hazırlanan govasklara bindiler ve son
hızla doğuya sürdüler.
Askerler
tarafından boşaltılan mahallelere ulaştılar, insanlar korku içinde
kaçışıyorlardı. Dea’nın birliği sayesinde, panik kontrol altındaydı ama durumun
çok kötü olduğu daha varmadan belli olmuştu. Kıdemli askerlerinden biri Dea’ya
hızlı bir rapor verdi. Launların alışık olduklarından farklı olduğunu ve bir
amaç doğrultusunda hareket ettiklerini anlattı. Sanki birini arıyorlardı,
kontrol etmeden kimsenin canını almıyorlardı. Birinin vakit doluyor diye
homurdandığını duymuşlardı. Dea, Virton’un yerini sordu ve o yöne doğru
bineğini çevirdi. Hançerlerine ulaşması hayati bir önem taşıyordu.
Cesetlere
rastlamaya başlamışlardı ki, Dea yanlarındaki askerlerine etrafa dağılma emri verdi.
Launlara asla bulaşmayacaklardı ve sağ kalanları uzaklaştıracaklardı. Govaksları
yükselen seslere doğru çevirdiler ve sonunda üç iblisin tehdidi altındaki bir
grup askere rastladılar, askerler ağır yaralı Virton’u korumaya çalışıyorlardı.
Dea, govaksı durdurup kılıcını çekti ve iblislerin ilgisini kendine çekmek için
haykırarak saldırdı. Athena da hiç duraksamadan saldırıya geçmişti ama
önceliğin hançerlere ulaşmak olduğunu biliyordu.
“Virton’a
git!” dedi Dea’ya ve önüne gelen ilk iblise saldırdı. “Ben bunları oyalarım.”
Dea hemen
savunmaya geçti, seri ve usta hareketlerle iblislerin ataklarından sıyrıldı.
Virton’u koruyan askerler de liderlerini görünce cesaretlendiler ve genç adama
alan açmak için iblislere karşı saldırıya geçtiler. Dea, kanlar içindeki adamın
yanına çöktü. Ağır yaralı adam gözlerini zor açık tutuyordu. Onu görünce
sırıttı ve acı içinde kasıldı.
“Nihayet…”
dedi ama devam edemedi. Elini sırtına doğru uzattı. Dea, ne demek istediğini
anlayarak elini adamın sırtına uzattı ve kadife kumaşa sarılı hançerleri aldı.
Kanla ıslanmış kumaş hançerlere yapışmıştı.
“İyi olacaksın
Virton, sakın pes etme.”
Adam başını
salladı, ses çıkaramadı. Dea hançerleri kumaştan çıkarırken ayağa kalktı ve
hemen Athena’ya doğru baktı. Dans edercesine zarif ve becerikli hamlelerle
savaşan kadını izlemek başlı başına bir göz ziyafetiydi ama oyalanacak zaman
değildi. Üç iblise karşı koyan sadece iki kişi kalmışlardı ve Athena ikisiyle
baş ediyordu. Gerilerden gelen iki laun da işi kolaylaştırmayacaktı. Dea çevik
bir hamleyle ilk launun kalbine hançeri sapladı ve çevirdi, diğer hançeri de
boğazına sapladı. Laun ölümcül darbe sonrasında küle dönüşürken diğer launa
doğru atıldı. Bir yandan da Athena’ya seslendi.
“Hena!”
Kadın,
elindeki kılıcı ustaca sallayarak launun darbesinden sakındı ve ona doğru kısa
bir an baktı. “Hançerin birini bana at!” dedi Athena, onun elindeki hançerleri
görünce. “Onlar bana bir şey yapamaz, güven bana!”
Dea, launa
karşı durmaya çalışıyordu, çabuk olmalıydı çünkü diğer launlar yaklaşmıştı. Kararını
verdi, güçlü bir tekmeyle launu kendinden uzaklaştırdı, çevik bir dönüşle
elindeki hançerlerden birini fırlattı. Hançer hızla uçarak Athena’nın savaştığı
launun alnına saplandı. Athena aniden boşa çıkınca şaşaladı ve omzunun üstünden
Dea’ya baktı. Genç adam tatlı bir gülümsemeyle onu mest ettikten sonra yaklaşan
iblislere döndü. Athena başını salladı.
“Bu adamı
seviyorum.” Diye mırıldandı ve küllerin içindeki hançere uzandı. Tereddüt
etmeden parmaklarını hançere sardı ve doğruldu. Sadece iki iblis kalmıştı. Onlar
da saldırmak yerine ikisini izliyordu. Athena yan gözle Dea’nın hançeri
karşısındaki iblise saplamak için fırsat kolladığını gördü ve hemen diğer iki
iblise döndü. Herhangi bir insandan farklı değillerdi sadece biraz daha
iriydiler. Yarım akıllı iblislerden olmadıkları belliydi.
“Sizi kim
gönderdi?” diye bağırdı.
İblisler, siyah
çukurları andıran gözlerini kıstılar. Ondan tarafta olan iblis hırıltılı bir
sesle yanıtladı. “Kimsin?”
Athena, Dea’ya
doğru yürürken genç adam iblisi öldürmüş, doğruluyordu. Son iki iblise
saldırmak için gerilirken Athena’yı fark edip bekledi. Athena onun yanında
durdu.
“Sizi Ares mi
gönderdi?”
İki iblisin
gözleri alevlendi. “O kral… Bizi yanına almaz… Sen Olimpos’un kanından mısın?”
“Kimi
arıyorsunuz?”
İblis sırttı
ve ikisi de kararlaştırmış gibi aynı anda uzun kılıçlarını çektiler. “Bu o…”
dedi iğrenç bir sesle fısıldayarak. “Sen yanındakini öldür.”
“Onu da
alalım.” Dedi diğeri. “İstenen bir kişi değildi, bu arananlardan biri
olabilir.”
Kim emir
verdiyse, Olimposlularla bir derdi vardı anlaşılan ve amacını bilmeden teslim
olma niyeti yoktu. Özellikle Dea’yı yanında sürükleyemezdi. Yanında çoktan
savunmaya geçmiş adama fısıldadı.
“Biri sağlam
kalsın.”
“Neden?”
“Bizi eve
götürmesi için ikna edebilirim, keşke Dünya’yı da getirseydim.”
Başı dönen Dea
tokat yemiş gibi dondu kaldı ve Athena’ya baktı. Gitmekten bahsediyordu. Onu
geride bırakıp hiçbir şey yaşanmamış gibi gidecekti. Athena onun donukluğunu
fark edip kısa bir bakış attı.
“Ne oldu?”
Dea acıyan
kalbini görmezden gelip başını salladı ve launlara döndü. “Hiç!”
Şimdi launları
daha da çok öldürmek istiyordu ama Athena’nın şansını elinden almak da
istemiyordu. Gerilen omuzlarını gevşetti ve elindeki hançeri çevirdi. Kendini
toplamalıydı ama göğsü acı içindeyken odaklanmak zordu. Athena meydan okuyan
sakin bir sesle launlara seslendi.
“Anlaşmaya
niyeti olanın canını bağışlayacağım.”
“Kiminle
uğraştığını bilmiyorsun.” Dedi iblis ve dişlerini sergileyen bir sırıtmanın
ardından hızla hareket etti.
Athena hazırlıklıydı,
hemen kılıcı ve hançerini kullanarak iblisin kılıcına karşı bir kalkan
oluşturdu. İblisin karnına güçlü bir tekme attı. Dea nedense bu saldırıya tepki
verememişti, kafası karışıktı. Athena genç adama seslendi.
“Dea! Kendine
gel!”
Dea uykudan
uyanır gibi gözlerini kırpıştırdı, fakat geç kalmıştı. Diğer iblis çevik bir
atakla onun hançer tutan koluna bir tekme attı, duraksamadan yeniden döndü ve
bu kez de yüzüne rast gele bir yumruk attı. Dea darbenin etkisiyle hem
hançerini düşürdü hem de dengesini kaybetti. Athena panikle davrandı ve onu
oyalayan iblisle uğraşmamak için iki hareketle hançeri iblisin boğazına
sapladı. Sert bir çekişle iblisin boğazını parçaladı ve beklemeden Dea’ya
saldırmaya çalışan iblise tüm öfkesiyle döndü. Fakat iblis kurnazlık yapmıştı,
aklınca silahsız kalan Dea’yı tehlikesiz bularak Athena’yı hedefe koymuştu. İblis
uzun parmaklarıyla Athena’yı boğazından yakaladı. Hançer tutan kolunu kıvırdı
ve bedenini kendine siper alarak ona döndüğünde, Dea kararsız kaldı. Hançerine
ulaşması yeterli değildi, şimdi vereceği karar çok sıkıntılıydı. Athena’ya
zarar vermeden iblisi öldürebilirdi, hızlıydı, yakındı… Fakat küçük de olsa,
Athena eve dönme şansını kaybederdi. Onun gitmesini istemiyordu.
“Akıllı
insan!” diye hırladı laun. “Senin için sonra geleceğim.”
Dea iyice
gerildi, çünkü bir şeyler olmak üzereydi, hissediyordu. Laun sırıtırken Athena
boğazını sıkan parmaklardan kurtulmaya çalışıyordu ama laun onu çok sıkı
tutuyordu. Dea hançer tutan elinin terlediğini fark etti, biraz gevşetti. Çünkü
sabrı tükenmişti ve zaten gitmesini istemediği kadının hayatı daha önemliydi.
Derken launun az ötesindeki hava titreşti, bir bıçak gibi yırtılırken Athena
daha çok çırpınmaya başladı. Dea daha fazla düşünmeden elindeki hançeri launa
fırlattı ve Athena’yı tutmak için atıldı. Hançer launun alnına saplandı ve küle
dönüşürken beraberinde Athena ve ona sarılmış Dea’yı da geçitten geçirdi.
Athena hiç
tanımadığı bir boyuta geçtiklerini anlayınca, riske girmedi. Dea’yı çektiği
gibi kapanmaya başlayan geçide atladı. Son anda geçmişlerdi. Soluk soluğa ve
birbirlerine sarılmış bir halde yere düştüler, birkaç dakika nefeslerinin
düzelmesini beklediler. Dea altta kalmıştı ve ona sıkıca sarılmıştı. Athena hoş
ten kokusuyla sarmalanmış halde başını Dea’nın boynundan çekti ve derin
nefesler alan genç adamın yüzüne baktı. Dudağı yarılmıştı ve yanakları yaşanan
heyecan sonrası pembeleşmişti. Dudakları aralandı ve nefes nefese kalmış bir
sesle sordu.
“İyi misin?”
Athena huşu
içindeydi, genç adamın yüzünden bakışlarını alamıyordu, hareket etmeye de hiç
istekli değildi. Öpme arzusuyla dudakları karıncalanırken kendini tuttu.
Duruşları çok uygunsuzdu, fark edince hemen doğrulmak için davrandı. Dea’nın
kolları, bir an onu bırakmamak için kasılsa da, sonra bıraktı ve uzanmaya devam
etti. Athena az önceki dövüşte bu kadar heyecanlanmamıştı. Dea’nın kaslı ve
güçlü bedenine bu kadar yakın olmak… Ve hiçbir şey yapamamak…
“Lanet olsun!”
dedi ve kendini toparlamaya çalışarak tepkisi için başka bahane buldu. “Biz
neredeyiz?”
Dea da dirseklerinin
üzerinde doğrulup etrafa bakındı. Karanlıktı, kayalık bir araziydi, tek tük
ağaçlar dışında topraktan çıkan başka bitki görünmüyordu. Başka canlı da yoktu.
Dea geri yerine yattı.
“Hiçbir fikrim
yok.”
* * * * *
Vakit geç
olmuştu ve başında iki nöbetçi kurul üyesi kadınla tek başına bir odada
oturuyordu. Gerginliği elle tutulacak kadar yoğunlaşmıştı. Kapı açılınca
endişeyle doğruldu. Yaşlı Ruh ve Ganor ağır adımlarla odaya girdiler. Yüz
ifadeleri çok katıydı.
“Döndüler mi?”
dedi Dünya heyecanla.
Ganor ona cevap
vermektense yanında duran kadınlara baktı. “Onu taş için hazırlayın.”
Kadınlar ona
doğru atıldılar. Dünya, onu yakalamaya çalışan kadınları basit birkaç dövüş
hareketiyle kolayca saf dışı bıraktıktan sonra Ganor’a bağırdı.
“Ne oluyor? Ne
yapıyorsunuz?”
Yaşlı Ruh
cevapladı. “Asıl siz ne yapıyorsunuz?” dedi ve sakin suratı öfkeyle kasıldı.
“Deacas’ı nereye götürdünüz?”
“Ne?” dedi
Dünya ve hemen ekledi. “Athena nerede?”
“Bilmiyor gibi
davranıyor.” Dedi Ganor. “Acele edelim, taş kan istiyor. Deacas’ın yokluğunda,
gelecek tek laun bile bizi mahveder.”
Yaşlı Ruh
girişten çekildiğinde, içeri giren askerler Dünya’ya saldırdı. Dünya’nın baş
edemeyeceği kadar kalabalıktı, yine de iyi dayanmıştı ama başına gelen bir
darbe sonrası bilinci kapandı. Kulağına belli belirsiz gelen sesleri kimin
söylediğini anlayamadı, gözlerini açamadı ve bedenini kontrol edemedi. Sadece
hızla taşındığını fark etti.
Kendine
geldiğinde gözleri kapalıydı, elleri önde bağlanmıştı ve onu iki yanından tutan
kadınların desteği ile ayaktaydı.
“Uyandı.” Dedi
bir ses.
“Son kez
soralım.” Dedi başka bir ses. “Deacas’ı bulmak daha önemli, her zaman kurban
bulanabilir.”
Gözlerini
kapatan kumaş indirildi. Dünya gözlerini kırpıştırarak etrafa bakındı. Tuhaf
bir alandaydı, karşısında siyah bir mermer duruyordu ve damarları canlı gibi
belli belirsiz ışıldıyordu. Yüce Kurul üyeleri etrafını sarmıştı ve tam
karşısında elinde boynuz veya hilale benzeyen çift uçlu bir bıçakla duran Yaşlı
Ruh ile Ganor vardı. Yaşlı Ruh ona hitaben konuştu.
“Bize bilgi ver,
biz de canını bağışlayalım.”
“Nerede
olduklarını bilmiyorum!” dedi gıcırtılı bir sesle. Darbeler yüzünden vücudu
sızlıyordu, başının arkası da ritmik bir zonklamayla canını yakıyordu. “Beni
bırakın, yoksa çok pişman olursunuz!”
“Konuşmazsan
sen pişman olursun!” dedi Ganor.
“Yargısız
infaz etmeye hakkınız yok. Bize söz vermiştiniz!”
“Kes sesini!”
dedi Ganor ama Yaşlı Ruh elini kaldırdı.
“Bekle Ganor.”
Dedi düşünerek. Sonra feri kaçmış gözlerini ona çevirdi, kısık sesle konuştu. “Deacas’ı
nereye götürdüğünüzü itiraf edersen, biz de sana iyi niyetli davranabiliriz.”
“Anlamıyor
musun? Bilmiyorum! Ben zaten elinizdeydim.”
“Sana
inanmıyorum.” Dedi Ganor ve Yaşlı Ruh’a doğru eğildi, fısıldayarak bir şeyler
söyledi. Yaşlı Ruh başıyla onaylayıp taşın etrafında dizilen üyelere seslendi.
“Hepiniz
çekilin, mabede gidip taşı durdurmak için duaya başlayın.” Dedi ve Dünya’yı
tutan kadınları da girmeleri için işaret etti.
Dünya
dudağından akan kanı omzuna silerek ayağa kalktı. İki kadının ne yapmaya
çalıştığını anlamak için dikkatini topladı. Herkes ayrılınca, Yaşlı Ruh
elindeki iblis öldüren silahı Ganor’a verdi, gerektiğinde kullanması için
Ganor’a güveniyordu. Yaşlı Ruh, ona bakarak konuştu.
“Şu anda
yalnızız Dünya, bize anlatırsan sana elimden gelen yardımı yaparım. Hatta
Athena’nın canını dahi bağışlarız.”
Dünya sabırsız
bir panikle lafını kesti. “Ne olduğunu anlatın ki, ben de bir şeyler anlayıp
açıklama yapabileyim.”
Ganor sinirle
araya girdi. “Tuzağınız işe yaramadı,
geriye bir tanık bırakmışsınız.”
Dünya elleri bağlı
olmasına rağmen bu kadını dövebileceğini biliyordu ve kendini zor tutuyordu.
Ganor elindeki bıçağı parmaklarıyla sıkarak karşısına dikilince Yaşlı Ruh onu
uyardı.
“Öfkeni
kontrol edemezsen, yeterince yükselemezsin Ganor. Gerile!”
Ganor hiç
istifini bozmadı, tehdit edici tavrını geri çekmedi. Yaşlı Ruh bıkkın bir
tavırla konuştu.
“Athena,
saldırı alanında launla anlaşmış ve Deacas’ı kaçırıp hep birlikte ortadan
kaybolmuş. Yaver Virton bu kendi gözleriyle görmüş. Size yardım edenler laun
muydu? Deacas’ı nereye götürdünüz?”
Dünya aklına
gelen fikirle sırıtmamak için kendini zor tuttu. Ve denemek için bakışlarını az
ötede titreşen mermer taşa çevirdi. Athena ile Deacas iblis geçidi
kullanabilmişlerdi, demek ki, boyut geçitlerinde bir sızıntı vardı. Zihninde
kapıyı aradı ve zayıf bir aralık hissetti. Ona doğru eğilmiş ağzından çıkacak
bir lafı dikkatle bekleyen Ganor’a döndü ve kadına gülümsedi. Kadın bir
şeylerden kuşkulanırken Dünya tüm gücüyle alnını, kadının burnuna yapıştırdı.
Ardından ortadan kayboldu.
Ganor çığlık
çığlığa elindeki bıçağı sağa sola salladı. Görüşü acıyla kapanmıştı ve burnu
patlamış gibi hissediyordu. Eline kan boşanırken hedefinde kimse olmadığını
fark etti. Deli bakan gözlerini afallamış Yaşlı Ruh’a çevirdi.
“Nerede o?”
diye boğuk bir sesle bağırdı.
“Aniden
kayboldu.” Yaşlı kadın uykudaymış gibi konuştu. “Yok oldu! Şimdi ne yapacağız?”
dedi korkuyla taşa döndü. “Hemen bir kurban bulmalıyız, taş parçalanacak!”
Ganor
öfkesinden kuduruyordu. Muhteşem geleceği ellerinden kayıp gidiyordu. Tenq’i
parmaklarında oynatan Deacas ortada yoktu ve ölüm yatağındaki Virton’un
itirafına göre; sersem çocuk, Athena’ya ilgi duyuyordu. Bu itirafı Tenq’in
önünde yapacak kadar kendinden geçmiş yaver yüzünden, Tenq çok öfkelenmişti ve
Ganor’u tehdit etmişti. Deacas bir an önce dönmezse ilk idam edilecek kişi
Ganor olacaktı, sonra da sırasıyla diğer aile üyeleri. Neyse ki, Tenq oğluna
aşırı düşkündü, yasaları hiçe sayan oğlunu bağışlamaya hazırdı. Sadece
Virton’un susturulması gerekecekti, tek tanık oydu. Baş Orun olmasını umut
ettiği Ukain’in parmakları kemiğine dek erimişti ve yarı delirmiş bir halde
zavallı babasının şefkatine sığınmıştı. Deacas her şeyi mahvetmişti.
“Aklını başına
topla Ganor!” dedi Yaşlı Ruh, bastonunu onun gözleri önünde sallayarak. “Kurbana
ihtiyacımız var diyorum!”
Ganor başını
hafifçe çevirdi ve gözlerini kırpmadan elindeki bıçağı, yaşlı kadının kırışık
boğazına sertçe sürdü. Kadın donmuş halde gözlerini kırpıştırdı ve tek elini,
boğazına götürdü. Boynundan boşanan kanı tutamayan kadın sendeledi. Ganor deli
bir sırıtmayla elini kadının saçlarına doladı ve bedenini taşa doğru çevirdi.
Kadının başını geriye attı ve elindeki bıçağı daha derin bir kesik için tekrar
kadının boğazına sürttü. Kadın hırıltılarla can çekişirken kadının güçsüz bedenini
taşın oluğuna doğru itti. Kan yavaşça taşa doğru süzülürken Ganor sadece
izledi. Karanlıkta koyu kırmızı görünen kan mermere ulaştığında, mermer aç
kalmış bir hayvan gibi kanı emdi ve damarlarını canlandıran ışıltı yavaşça
soldu. Ganor yere düşen bastonu aldı ve bakışlarını ileriye döndürdü.
Geleceklerini kendisinden başkası kurtaramayacaktı, kimse onu suçlayamazdı. Yaşlı
Ruh’un bedenini ayağıyla dürttü, hiç hareket yoktu, öldüğüne kanaat getirip
mabede doğru koşar adım yürümeye başladı. Dünya’nın onun burnuna vurması iyi
olmuştu, saldırı iddiasını güçlendiriyordu. Bundan sonra, ne Dünya ne de Athena
serbestçe gezinemeyeceklerdi, yakalandıkları an idam edileceklerine emindi.
Sonuçta suçları büyüktü, mahkemeye dahi gerek yoktu. Launlarla işbirliği yapan
casuslar, kraliçenin eşini rehin almışlar, Yaşlı Ruh’u öldürmüşler ve ona
saldırıp kaçmışlardı. Deacas sağ salim döndüğünde her şey yoluna girecekti,
şimdi gidip sevgili kraliçesine olanları anlatıp tavsiye verecekti. O kadar…
Dünya tüm
bedenini mengenede ezen yönelmeden sonra Olimpos’taki yatak odalarında belirdi.
Geri döndüğüne inanamıyordu, kan içinde ve nefes nefese birkaç dakika sadece
yerde uzandı. Ayağa kalacak gücü kendinde bulamıyordu. Tonlarca ağırlığın
altında ezilmiş gibiydi. Durumunun kötü olduğunun farkındaydı gücünü zorlukla
topladı ve özlediğini dillendirdi.
“Ares…”
İkinci defa
düşünmesine bile gerek kalmadı, hava müthiş bir güçle dolarken Ares hemen
yanında belirdi. Endişeli ve şaşkın bir haldeydi, onun adını seslenerek
kollarını ona doladı. Dünya nihayet biraz olsun huzur bulduğunu hissetti.
Güçsüz kollarını ölümsüzün boynuna doladı ve gözlerini araladı. Bakmaya
doyamadığı altın gözler nemlenmişti, inanamayan bir şaşkınlıkla ona bakıyordu.
“Yönlenmeye
dayanabilir misin?” dedi Ares yumuşak bir sesle.
“Evet.” Diye
fısıldadı ve başını mis kokulu boyna yasladı. Ares’in ten kokusunu derin bir
nefesle içine çekerken Sirona’nın katına yönlendiklerini hissetti. Solan’ı
çağıran Ares’in sesini duydu hayal meyal. Yumuşak bir yatağa yatırıldı ve bilinci
karanlığa evrilirken etrafının kalabalıklaştığını fark etti. Kendini
kaybetmeden önce son hissettiği kuru dudakların alnına dokunmasıydı.
* * * * *
“Aklım hala
almıyor.” Dedi Dea yanında yürüyen Athena’ya bakarak. “O geçit dediğin şeyden
başka bir yere geçtiğimizi, sonra kapanmak üzereyken yeniden geçtiğimizi ama
nerede olduğumuzu bilmediğini mi söylüyorsun? Neden aynı geçidi kullanmamıza
rağmen başka bir yere geldik? Hancar’da neden değiliz.”
Athena
sözlerinin ne denli tuhaf olduğunu biliyordu. “Gerçek bazen kafa karıştırıcı
olabilir. İblis geçitlerini ben kontrol edemem Dea, onun kimyası farklıdır.”
dedi ve onu izleyen genç adama baktı. “Törene yetişemeyeceksin.”
Dea sıkıntıyla
ileriye baktı ve başını salladı. “Yetişemeyeceğiz.”
Törene
yetişmesi zor ihtimaldi, nerede olduklarını bilmiyorlardı. Hançerlerden birini
kaybetmişlerdi. Ailesi ve Dünya, rehindi ve hepsinin hayatı, Yüce Kurul ile
Tenq’in ağzından çıkan kelimelere bağlıydı. Omuz omuza savaştığı askerleri
belki de yaşamıyordu, yaveri ve arkadaşı Virton da ağır yaralıydı, çoktan ölmüş
olabilirdi. Sevdiği kadını, kendi kötü kaderinden korumayı dahi başaramıyordu.
Athena önüne
geçince duraklayıp ona baktı. Dağınık haline rağmen güzelliği ile başını
döndüren kadın, elini kaldırdı ve dudağının kenarında kurumuş kanı başparmağı
ile sildi. Parmaklarını usulca çene hattında sürükledi, şakağına dek nazikçe
okşadı. Dea tepki veremiyordu, anın verdiği zevkle gözlerini kırpamıyordu. Kalbi
ve verilmiş sözler arasında sıkışmış kalmıştı. Athena’nın varlığı ise
karanlığını ışıltıya boğan bir güneş gibi ruhuna umut veriyordu. Athena elini
aşağıya doğru indirdi, boynundan göğsüne dek. Gömleğin yırtık yakasından inerek
kas hatlarını takip etti ve avcunu delice atan kalbinin üzerine koydu. Güzel
gözlerini yeniden onun gözlerine çevirdi.
“Törene dönmek
istemiyorum, Dea. Seni başkasıyla görmeye dayanamam.” Dedi üzüntüyle kırılan
bir sesle.
Dea yoğun
duygularla nefes alamaz halde ellerini, Athena’nın elinin üstüne koydu, kalp
atışları kendi kulaklarını sağır ediyordu. “Ben de sensizliğe dayanamam, Hena. Launla
gitmek istediğini söylediğinde, aklımı kaçırıyordum. Hayatımda bu kadar
korktuğum bir an olmamıştı. Tenq ile evlenmemin herkesi güvende tutacağını
sanıyordum ama anladım ki, senden uzak kalmak benim için güvenli değil. Bencil
olmayı hiç bu kadar istememiştim. Sen benim inandığım her kurala karşısın ve
ben seni sevmekten kendimi alamıyorum. Bir gün büyün bozulup beni unutmaya
karar verirsen… Beni arkanda sağ bırakma.”
Athena
dehşetle karşı çıkarak “Dea!” deyince, elini uzatıp dudaklarına koydu. Boğuk
bir sesle devam etti.
“Bu evliliğe
katlanamam Hena. Büyü yüzünden sana da acı veriyorum. Bana bir iyilik yap ve
sevmekten vaz geçtiğinde beni de kurtar, çünkü ben seni sevmekten vaz
geçmeyeceğim. Gittiğini görmek…”
“Sus!” dedi
Athena ve adama sıkıca sarıldı. Düşüncesi bile çıldırmasına yetmişti. Gözlerinden
akan yaşı bastırmaya çalışmadan yüzünü genç adamın boynuna yasladı. Dea bir an
duraksadıktan sonra kararsız kollarını onun beline doladı ve kendine sıkıca
bastırdı. “Sana seni sevdiğimi söyledim ve bu lanetten kurtulmamak için elimden
geleni yapacağım. Ömrümüzün sonuna dek aşk büyüsüyle bağlı olacağız.”
Dea başını ona
yasladı. “Ama duyguların sahte… Bu gerçek beni mahvediyor.”
Athena başını
onun boynundan çekti, genç adamın kusursuz hatlarını bakışlarıyla tararken
fısıldadı. “O zaman beni kendine aşık et Baş Orun Deacas Tai-Darin.” Dedi
titreyen bir sesle. “Yaşamak için kalbimin sahibi ol. Ben başardım, şimdi seni
görelim.”
Dea üzüntüsüne
rağmen gülümsedi, eğilip Athena’nın mükemmel burnuna bir öpücük kondurdu. Neden
yaptığını bilmiyordu, fakat Athena ile yapmayı istediklerinin gün geçtikçe
arttığını biliyordu. Burun köprüsüne dudaklarını dokundurduğunda Athena’nın
verdiği tepki hoşuna gitmişti. Boğuk bir sesle mırıldandı.
“Yaşamak
istiyorum…” tuzlu yaşlarla ıslanmış gözlere ufak öpücükler bıraktı. “Seninle
birlikte…” Kollarını incecik belden çözdü ve genç kadının yüzünü elleri arasına
aldı. Dudaklarını, Athena’nın ılık pürüzsüz yanağında sürükledi ve onun dudaklarına
indi. “Son nefesime kadar…”
Athena
heyecanını artık bastıramıyordu, uyuşmuş bedeni güçlü kolların arasında
erimişti. Yüzünü öpücüklerle okşayan Dea, onun dudaklarına doğru indikçe başı
dönmeye başladı. Sözleri de doğrudan kalbini hedeflemişti. Bu adam bu denli
etkileyici lafları nereden buluyordu? Onu başka bir evrene sürükleyen ellerini
ve dudaklarını nasıl bu kadar ustalıkla kullanabiliyordu? Bir iblis olsaydı
kesinlikle incubus olurdu diye düşünmeden edemedi. Çekiciliği ile ağına
düşüremeyeceği kimse olmazdı. Şimdi o da tuzağındaydı. Fısıltısını dudaklarının
üzerinde hissedince nefes almadan genç adamın dudaklarını kavradı ve kollarını
sırtına sardı. Dea, öpücüğün kontrolünü ona bırakmadan aşk ve şefkatle
yoğurduğu tutkusunu yumuşak dokunuşlarla ona sundu.
Etraflarını
saran yüksek kayaların koruması altında tüm her şeyden soyutlanmışlardı. Sorun
ve sorumluluklardan kaçmıyorlardı ama gereken gücü de birbirlerinde buluyorlardı.
Athena, yüzyıllarca kendine yasakladığı ve umursamadığı birçok duygu ve zevki
Dea’dan almak istiyordu. Hiçbir şeyi düşünmeden birini sevebileceğini hayal
dahi etmemişti. Genç adamın sırtına sarılmış parmakları öpücüğün heyecanıyla
kasıldı ve tırnaklarını ince kumaşın altındaki tene bastırdı. Dea’nın hafifçe
inlediğini işitti, acı yüzünden olmadığını tahmin etti. Dea öpücüğü
derinleştirdi ve onu iterek arkadaki kayaya yasladı. Athena daha fazlasını
istiyordu, bu vahşi dansı teşvik edercesine Dea’nın sırtını okşadı. Dokunuşlarından
aldığı zevki hiç saklamayan Dea, boğuk bir sesle dudaklarına fısıldadı.
“Seni
seviyorum Hena.”
Güçlü bir
kavramayla dudaklarına yeniden saldırdı ama bu kez uzatmadı. Sözünü tutkulu bir
öpücükle mühürleyen Dea, heyecanını bastırmak adına, biraz geriledi ve kendine
gelmek için bir elini kayaya yerleştirdi, diğer eliyle de onun beline
sarılmıştı. Derin nefeslerle birbirlerine bakıyorlardı. En küçük bir kıvılcım
yetecekti, ikisi de farkındaydı. Dea’nın muhteşem dudakları aralıktı,
bakışlarını öpücüklerin güzelleştirdiği yüzden çekemiyordu. Athena, genç adamın
onu bırakmaktaki isteksizliği izlerken ruhu mutlulukla doldu. Dea ona
dokunmaktan çok hoşlanıyordu, aynı kendisi gibi. Gülümsedi.
“Dudağındaki
yarayı açtım.”
Doğrulan Dea
çabucak elini dudağına silerek kanı temizledi. “Özür dilerim.” Dedi utangaç bir
bakışla. “Ben fark etmemişim, umarım tiksinmemişsindir.”
Tiksinmek
aklına bile gelmemişti. Uzandı ve Dea’nın irkilmesine aldırmadan, parmağıyla
küçük bir damla haline gelen kanı temizledi. “Biraz daha hoşuma gidersen
tehlikeli olacağım Dea. Sonra uyarmadı deme!”
Karşısındaki
tehlikenin heyecanıyla kasılan Dea güçlü bir yutkunmayla başını salladı. “Uğraşmaya
devam edeyim o halde.”
Athena şakacı
bir yumrukla Dea’nın omzuna vurdu, gerileyen adamın yanından geçip gitti.
Yatağı olan bir odada yalnız kalmadıkları için şansına küfrediyordu.
Nişanlanmak üzere olan bir adamı baştan çıkarmanın uygunsuz bir davranış
olduğunun farkındaydı ama Dea’nın ilgisinden vaz geçmek istemiyordu. Hissettiği
aşk, çok övündüğü mantığının önüne geçmişti ve onu hiç rahatsız etmiyordu. Aşkı
için savaşmanın bu kadar mutluluk vereceğini hiç tahmin etmezdi.
Tanımadıkları
araziye dağılmış iri kayaların arasında geçtiler, kayalar giderek küçüldü ve
toprak bir yola rast geldiler. Acıkmışlardı ve yorulmuşlardı, sabahın ilk
ışıklarında küçük bir çiftlik evine vardılar. Genç bir kız hayvanlarla
ilgilenmek için dışarı çıktığı sırada onları gördü ve geri eve girdi. Dea kısık
sesle fısıldadı.
“Ben
konuşayım.”
Kapı yeniden
açıldı ve iki orta yaşlı insan dışarı çıktı. Dea çit kapısının yanına gelip
durunca, çift de onlara doğru yürüdüler. Kadın öndeydi ve kıstığı gözleriyle
ikisini süzüyordu. Dea resmi bir selam verdi ve gelenlere seslendi.
“Aydınlık
günler üstünüze!”
Çift
aralarında mesafe bırakarak durdu, anlaşılan saldırıdan çıkmış kıyafetleri
yüzünden tedbirli olmaya çalışıyorlardı. Silah olarak kadının elinde iri bir
kasap bıçağı vardı, adamda da küçük bir orak. Kadın cevapladı.
“Sizin de
üstünüze! Buraya nasıl geldiniz?”
Sorunun garipliği
ilgisini çekse de, ifadesini bozmadı. Ciddi bir tavırla soruyu cevapladı.
“Bineklerimiz yüzünden bir kazaya uğradık ve yolumuzu kaybettik. Nerede
olduğumuzu bilmiyoruz. Yardımınızı rica ederiz ama şimdilik ödeyecek durumumuz
yok.”
Kadının
bakışları, Athena’ya ilişti. “Hangi diyardan geliyorsunuz?”
Dea yeniden
konuştu. “Başka bir diyardan geldiğimizi neden düşündünüz?”
“Nerede
olduğunu bilmiyorsun genç adam.” Dedi kadın. “Bu kadar kaybolmuş olamayacak
kadar akıllı görünüyorsun. Tedbirli konuşman hoşuma gitti. Ve yanındaki kadın insan
olamayacak kadar güzel ama sucubbus değil. Taş mı çağırdı sizi?”
“Taş mı?” dedi
Athena tüm dikkatiyle kadına bakarak.
Kadın yan
gözle Dea’ya baktı, sonra bıkkın bir tavırla elini salladı. “İçeri gelin,
ayakta konuşulamayacak kadar uzun bir mesele!”
“Sizi rahatsız
etmeyelim.” Dedi Dea son derece soğuk bir sesle. “En yakın kasaba ne tarafta?”
Kadın eğlenen
bakışlarını yeniden onlara çevirdi. “Hiç rahatsız olmam. Adın ne?”
Athena
sohbetin gidişatından hiç hoşlanmamıştı, üstelik bu kadında ve çiftlikte onu
rahatsız eden bir şey vardı. “Önce sen söyle!” dedi meydan okuyan bir duruşla.
Geride sessiz
duran adam, heykel gibiydi, sakinliğini koruyordu. Konuşulanlar hiç umurunda
değildi. Kadın çitin dibine kadar geldi. Tüm dikkatiyle Dea’nın gözlerine
baktı. Başını hafifçe eğerek yeniden Dea’ya doğru konuştu. Sesinde gergin bir
merak seziliyordu.
“Tanrı Baal’ın
sembolünü taşıyorsun. Göster bana.”
“Neden
bahsettiğinizi bilmiyorum.”
“Hilali
andıran geniş bir boynuz sembolü, hissediyorum, sende Baal’ın kutsaması var.”
Dea birkaç
saniye kararsız kaldı, sonra eli beline gitti ve hançeri çıkarttı. Ucundan
tutup kabzasını kadına çevirdi. Hançerin kabzasında gömülü bir sembol vardı,
geniş aralığıyla hilal ve boynuz karışımı bir mücevher işlenmişti. Hançeri
yavaşça çekti ve hançerin üstüne çizili sembolü de kadına gösterdi. Kadın
sembole bakarken değişmeye başladı, zayıfladı, gençleşti ve saçları iri
dalgalar halinde beline salındı. İri güzel gözlerini, Dea’ya kenetledi.
“Bu neden
sende?”
Athena tehlikeyi
iliklerine dek hissediyordu, Dea adına korkuyordu. Genç adamın gösterilenden
daha önemli biri olduğunu tahmin ediyordu ve bu düşünce endişesini
arttırıyordu. Gözlerinin önünde basit bir köylü kadından kraliçeye dönüşen
kadın da bu fikri destekliyordu.
“Sorularımızı
cevaplamadan çok fazla soru soruyorsun. Asıl sen kimsin?”
“Dürüst
olalım, değil mi?” dedi ve elinin küçük bir hareketiyle çiftlik evi değişmeye
başladı. “Uzun zamandır konuk ağırlamamıştım, sabırsızlığımı mazur görün.”
Çiftlik evi;
berrak suların aktığı, küçük doğal havuzlarda nilüferlerin açtığı, içinde
renkli balıkların yüzdüğü kanallarla çevrilmiş bir araziye dönüştü. Küçük
ağaçlar yemyeşil yapraklarıyla yumuşak çimenlerin üzerine gölgelerini
yayıyordu. Ağır hava yavaşça hafifledi ve mis kokular etrafı sardı. Kadın
araziyi bölen derenin üstündeki zarif köprüye doğru döndü.
“Gelin, hadi,
sizi hapsetmeyeceğim. Baal ile tartışmak özlediğim bir eğlence değil.”
Athena
sıkılmış bir ifadeyle adımlayacakken Dea uzandı ve onun elini tuttu. Parmaklarını
onun parmaklarının arasına geçirirken konuştu.
“Böyle daha
rahat hissedeceğim.”
Athena
kanatları olmadığı için sevindi çünkü bu adam yüzünden havalanması içten
değildi. Şimdiden bulutların üzerindeydi… Genç adamın liderliği ve sahiplenici
tavırlarından çok hoşlanıyordu. Normalde gereksiz bulduğu bu sahiplenme
tavırları, Dea’dan geldiğinde hiç rahatsız etmiyordu. O kadar doğal
davranıyordu ki, onun varlığını küçültmek yerine yükseltiyordu. Dea için önemli
ve değerli olduğunu iliklerine dek hissediyordu. Dea’ya gülümsedi. “Güzel
hamleler komutan, beğendim.”
Dea da
karşılık olarak gülümsedi ve bakışlarını kadının gittiği yöne çevirerek takip
etmeye başladı. Kadın onları zarif bir gölgeliğin kapattığı, konforlu kısa
bacaklı divanların olduğu bir açıklığa davet etti. Kendisi minderlerle kaplı
arkalıklı bir divana rahatça kuruldu. Onlar oturana dek konuşmadan bekledi.
“Kendimizi
tanıtalım. Önce, konuklar!”
“Ben Athena,
Olimpos evinden.”
“Olimpos’tan
Athena… Demek o sensin, çok ilginç. Hakkında çok söylenti duydum. Bana çok
benzediğini söylemişlerdi ama sende herhangi bir güç sezemiyorum. Beni seninle
kıyaslamaları saçmalık! Yoksa Baal’ın gölgesinde mi kaldın?”
“Baal
unutulmayı seçen bir ölümsüz, evini dağıttı ve yokluğa karıştı. Çağrıları
duymuyor. Aslı ortalarda değil ki, gölgesi olsun. Benim güç kaybımın nedeni
başka, anlatacak kadar da sana güvenmiyorum.”
Kadın onun
güvensizliğini şahsi almadan rahat bir tavırla konuştu.
“Sen bu
konular için çok gençsin Athena. Anlaşılan, Zeus, gözdesi olmana rağmen
paylaşım konusunda sana da cimri davranmış. Ares bu konuda biraz daha kurnaz ve
kural konusunda daha esnek olduğundan bilgiye erişmek onun için kolay, belki bu
yüzden Ares lider. Sen bilgece düşünmene rağmen fazla katısın. Yani
düşündüğünün tersine, yetenek kaybın hakkında da senden daha fazla bilgim var.”
Dedi ve onun şaşkınlığı karşısında keyiflendi. “Bana öyle bakma! İnzivada olmam
kulaklarım olmadığı anlamına gelmez. Burası bir ara alan, fark etmemen ilginç… Sanırım
yeteneklerin uykuda olduğundan sezemedin. Konuşmayı seven ve hilelerim
konusunda sizin kadar uyanık olmayan misafirlerim oldu, sıkılmamı engelleyen ve
bilgiye ulaşmamı sağlayan misafirler.”
Ara alanlar
çok değişken ve yüksek risk taşıyan alanlardı. Tartaros girişi gibi, enerjinin
yoğun biriktiği yerlerde oluşurdu ve güvenliği güçlü büyülerle ve kırılması zor
mühürlerle sağlanırdı. Karşısındaki kadın bu ara alanı kontrol edebiliyorsa,
asla hafife alınmaması gerekiyordu çünkü tek başına bir ara alana hükmedebilen
birinin gücü, kadim titanlara eşit olmalıydı. Athena temelli gerilmişti, Dea
başparmağıyla onun elini okşayınca tepkilerine hâkim olarak sakin bir sesle
konuştu. “Sanırım bu bilgilerle bize yardım etmen, senin daha çok eğlenmeni
sağlar.”
“Başımı derde
sokar.” Dedi kadın duraksamadan. Sonra Dea’ya döndü. “Sıra sende.”
“Baş Orun
Deacas Tai-Darin, Zenwar diyarından.” Dedi Dea tekdüze bir sesle.
“Zenwar demek.
Oradan geldiniz ve dönmek istiyorsunuz. Ne oldu da buraya yönlendiniz? Boyut taşlarına
kurban sunmadılar mı?” Onların şaşkınlığı karşısında güldü. “Gizli yapıyorlar,
ilginç. Demek Baal’ın varlığı ile kutsadığı boyut Zenwar idi. Fakat sen onun
gücüne nasıl bağışık olabiliyorsun. İlk önce senin de incubus olduğunu
sanmıştım ama değilsin. Soyunda iblis veya ölümsüz kanı olmalı, diğer türlü bu
sembol seni öldürür.”
İtiraz etmedi
çünkü söyledikleri kafasını karıştırmıştı, Athena ise soğukkanlılığını geri
kazanmıştı. Anlaşılan anlatılanlar onun için mantıklıydı.
“Boyut taşını
kullanmadık.” Dedi Athena. “Ve soruların da çok kişisel olmaya başladı.”
“Belki kişisel
bir sıkıntım vardır.” Dedi kadın kaşlarının altından Athena’ya bakarak. “İlgim
seni rahatsız mı etti, Olimposlu?”
“Evet, kim
olduğunu bilmediğim birinin bu kadar derin sorular sormasından hoşlanmam.”
Onu daha
dikkatli süzen kadın biraz doğruldu ve bir bacağını altına alıp diğerini
kırarak kolunu dizine dayadı. Kendine güvenli bakışlarla konuştu.
“Haklısın,
merakıma engel olmam gerekiyordu. Benim adım Tanit ve burası da benim cezamı
çektiğim cennetim. Biricik sevgilim Baal’ın iblis ordularını zapt etmesini
sağlayan kıymetli taşlarını gözetiyorum. Onları besleyen gücü yönetiyorum. Arada
gönderildikleri boyutlarda kalmakta ısrar eden iblisler oluyor elbette ve ben
memnuniyetle icabına bakıyorum. Zenwar’ın bu konuda taşı yeterince doyurduğunu,
bu nedenle iblis geçişlerini engellediğini sanıyordum ama demek ki bu
mükemmelliğin sebebi senmişsin.” Dedi bakışlarını Dea’ya çevirip. “Özellikle
son senelerde Zenwar’daki geçide müdahale etmeme hiç gerek kalmamıştı.”
Athena duyduklarından
sonra neden etkisiz kaldıklarını anlamaya başladı. Baal ve Tanit kadim ve çok
güçlü ölümsüzlerden idi. Onlar hakkında bildikleri destan söylentileriydi,
çünkü çok önceden kaybolmuşlardı. Yine de Fenike evinin o dönemin en güçlü evi
olduğunu ve herkes tarafından kabul gördüğünü biliyordu. Baal’ın kontrolünde
olan herhangi bir boyutta, başka bir ölümsüzün esemesi okunmazdı. Zenwar,
Baal’ı etkisindeyse, doğal olarak onların yetenekleri ve güçleri de
etkisizleşirdi. Fark ettiği kadarıyla, Dea bu yasağın dışındaydı, onun
yetenekleri Zenwar sınırlarında bile etkiliydi. Belki Baal’ın sembolüne sahip
olduğu için olabilirdi ama bu işte başka bir şeyler olduğunu hissediyordu.
Tanit
inceleyici bakışlarını Dea’dan çekmiyordu, kuşkulandığı her neyse kadın için
önemliydi. Sadece kuşkusunu nasıl gidereceği hakkında ipucu bulmaya
çalışıyordu. Dikkatli bir bakışla sordu.
“Hançer,
babandan gelen bir hediye mi?”
Dea soğuk
ifadesini koruyarak cevapladı. “Hançerle neden bu kadar ilgilendiğini anlamadım
ama hançer, Yüce Kurul’un bana teslim ettiği bir emanettir. Askeri unvanım
sayesinde verilen sembolik bir silahtır.”
Cevap kadını
pek tatmin etmemişti, düşündüğü her neyse ona uyumlu değildi. Athena, Dea’nın
keskin zekasını içinden takdir etti, hançerleri kendi soyuna bağlamayarak
kadının hesabını boşa çıkarmıştı. Kendi önemini basitleştirmişti. Athena’nın konuyu
acilen değiştirmesi gerekiyordu.
“Seninle
tanışmak bizim için büyük bir onur Tanit. Bilgilendirici sohbet için de çok
teşekkür ederiz. Fakat Zenwar’daki engelleme yüzünden sıkıntı çekiyorum, bu
konuda yardımcı olabilir misin?”
“Hayır!” dedi
katı bir sesle Tanit. “Durumunuz hakkında parmağımı kımıldatmam. Gerçi
yapabilsem de yapmazdım, Baal’a çok öfkeliyim ama onun sözünden çıkacak kadar
değil.”
“Bizi yeniden
Zenwar’a gönderemezsin!” dedi Athena sinirli bir sesle. “Orada çok güçsüzüm,
Zenwar benim için işkenceden farksız! Yeteneklerimi kullanabileceğim bir boyuta
gitmeme yardım edeceksin!”
Dea’nın bozulmuş
ifadesine aldırmadan devam etti. “Zenwar’da sıkılmaktan başka bir şey
yapamıyorum, benim gibi güçlü bir ölümsüz için çok aşağılayıcı! Zavallı duruma
düşecek biri değilim ben, yeteneklerimi kullanamadığım aptal bir boyutta kapalı
kalmaktan nefret ediyorum.” dedi ve kadına sırıttı. “Gerçi bu duyguyu sen daha
iyi bilirsin.”
Tanit’in
gözlerinde resmen kasırga koptu, dudakları ince bir çizgiye dönüşürken korkunç
bir sesle bağırdı.
“Seni saygısız
pislik!” dedi tiz bir tonda. “Zenwar’da birkaç yüzyıl geçir, bakalım bu kadar
kibirli olabilecek misin? Çekil huzurumdan!”
O anda hava
çatırdayarak yırtıldı ve engel olamadan ikisini içine çekti. Bir saniye
sonrasında siyah mermer taşın yanındaydılar. Dea alışık olmadığından dengesini
bir an sağlayamadı, Athena elini ona uzatıp kolundan tutunca düşmekten
kurtuldu. Buna sevindi çünkü düşeceği yer korkunçtu. Taze kanın suladığı toprak
cıvık cıvıktı. Kokusu da ölümün nefesi gibi keskin ve iğrençti, insanın
midesini bulandırıyordu. Hava aydınlanmıştı, vahşetin tüm detaylarını görmek
kolaydı. Taşa doğru akan oluk, taşa aktarılan kan yüzünden kızıl çamurdu. Taş
ise uğursuz bir anıt gibi kan çemberinin ortasında dikiliyordu.
Dea çevik bir
hareketle Athena’yı kucağına alınca, Athena neredeyse çığlık atacaktı. Bu
kibarlık beklenmedikti. Dikkatli adımlarla onu berbat çamur alandan uzaklaştırdı
ve temiz toprağa gelince rahat bir nefes aldı. Athena kalbi aşkta ağırlaşmış
bir halde; bu kadar zarif, düşünceli, yakışıklı, kibar, güçlü, anlayışlı ve
mükemmel bir erkeğin nasıl var olabileceğini düşünüyordu. Bir erkeğin
ilgisinden hoşlanacağını bile hayal etmemişti. Şimdi ise Dea’nın kollarında
gayet rahattı. Onu bırakmak için Dea’nın da acelesi yoktu, muhteşem gözlerini
onun yüzüne çevirdi, gülümsedi.
“Onu
kızdırarak yardım etmesini sağlaman çok zekice bir taktikti. Hayran kaldım.”
Dea’nın
takdiri tabi ki hoşuna gitmişti ama aklındaki şeyi yapmadan konuşmak içinden
gelmiyordu. Dea’nın yüzüne uzandı ve ten kokusunu içine çekerek yanağına bir
öpücük kondurdu. Ve donmuş kalmış adamın kulağına doğru kısık sesle fısıldadı.
“Beni
kucağından indirdikten sonra hayran kalmaya devam etsen daha iyi olacak.” Dedi
ve başını geriletip ışıldayan gözlere baktı. “Sana aşık birine bu kadar yakın
olman çok riskli! Bir daha tekrar etmeyeceğim, doğrudan göstereceğim.”
Dea’nın
gülümsemesi daha da genişledi, yine de ona itiraz etmeden yavaşça yere indirdi.
“Riske girmeyi severim.” Dedi iç geçirerek. “Fakat seni riske atamam.” Dea onu
bıraktıktan sonra etrafına bakarken huzuru bozulmuştu, can sıkıntısıyla ilan
etti. “Çünkü Hancar’a yakınız.”
Athena etrafa
bakındı. “Burası neresi?”
Dea
dudaklarını ısırarak bir süre alanı inceledikten sonra gergin bir sesle
konuştu. “Laun Taşı! Ben sadece dua edildiğini sanıyordum…” Dedi dökülen kanlar
yüzünden iğrenç bir çamura dönüşmüş toprağa bakarak. “Bu alana girmek
yasaktır.”
Öfkesi tüm
bedenini sararken saflığına inanamıyordu. Kutsal saydığı her şey birer birer
yıkılırken hayal kırıklığı ile baş etmekte zorlanıyordu. Yasak denen yasaların
insanları koruduğunu düşünüyordu, vahşeti gizlemek için kullanıldığını öğrenmek
inandığı her şeyi parçalıyordu. Yutkundu, Athena’ya bakmadan konuştu.
“Tüm bunları
gördüğün için üzgünüm Hena.” Dedi bakışlarını taşa çevirerek. “Sana
yaşattıklarım için özür dilerim. Keşke başına gelenleri ve tüm bunları
engelleyecek gücüm olsaydı.”
Athena onun
önüne geçti ve taşa olan bakışlarını kendine çevirdi. “Herkes kendi yaptığından
sorumludur Dea. Sen kötü hiçbir şey yapmadın. Onların hırsı için kendini kurban
etme, lütfen.”
Hala gergin
duran Dea düşünceli bir tavırla başını sallayıp onayladı. Athena adamın hala
sorumluluk hissettiğini ve bu vahşeti daha önce ortaya çıkarmadığı için kendine
kızdığını görebiliyordu. Yine de sözlerinin onu teskin etmesini umuyordu. Dea
başını saray tarafına çevirdi.
“Gidelim.”
Alandan uzaklaşıp saraya giderken Tanit’in kibir tuzağına düşmesini konuştular. Kadının Dea’ya olan ilgisi yüzünden kolay kurtulamayacaklarını anlayan Athena, kadının gururuna küçük bir saldırı yapmıştı. Athena eskiden Tanit’e benzetildiğini hatırlamıştı, kadın da bunu duyduğunu ima etmişti. Kıyaslanmasından duyduğu kıskançlığını saklamayı başaramamıştı. Athena da kadını bu zayıflığından vurmuştu, yine de bu kadar hızlı çileden çıkmasını beklememişti, kadının duygu durumunun bu denli dengesiz olması onların şansınaydı.
* * * * *
Yoldayken ilk
karşılaştıkları askerler koşarak onlara doğru geldiler. Resmi bir selamdan
sonra acil bir durum olduğunu ve saraydan beklenildiğini söylediler. Dea,
kıdemli askerden rapor isteyince, adam kararsız kaldı, Athena’ya kısa bir bakış
atıp yeniden ona döndü.
“Efendim,
sarayda size açıklama yapılacaktır.”
Dea adamın
tepkisine şaşırdı. “Şimdi anlat!”
“Üzgünüm
efendim, size açıklayacak kadar bilgim yok.” Dedi asker ve çekinerek ekledi.
“Ayrıca konuğa eşlik etmemiz de emredildi.”
“Eşlik mi? Ne
için?”
“Yüce Kurulun
emriyle gözetim altına alınacak!”
“Bu ne
saçmalık! Zaten bizi bekliyorlar!”
Askerler,
Dea’nın öfkesi karşısında gerildiler ama ısrarlarından vaz geçmediler. Athena
işlerin karışacağını anlayınca Dea’ya yaklaştı.
“Bu tepkiyi bekliyordum.
Sözümüzü tutamadık, geç kaldık. Fakat kendini açıklamak için geç değil. Uyumsuz
olmak bir şey kazandırmaz. Git ve kurulla görüş.”
Dea kaşlarını
çatarak bir an düşündü, sonra askere döndü. “Nereye götüreceksiniz?” adam
başını yere indirince, cevap alamayacağını anlayan Dea sinirle saraya giden
yola döndü. “Kahretsin!”
Athena, genç
adamın uzaklaşmasını bir süre izledikten sonra askerlere döndü. “Nereye
gidiyoruz?”
Dünya’nın
tutulduğu yer olmasını umut ederken asker isteksiz bir tavırla soruyu yanıtladı.
“Zindana!”
* * *
Dea uzun
adımlarla koridorları geçerken ortamdaki huzursuz bakışlardan endişelenmeye
başlamıştı. Doğruca Yüce Kurulun salonuna gitti, kapıdaki nöbetçiler onun
gelişiyle kapıları açtılar. Duraksamadan içeri girdi ve iki adım sonrasında kalakaldı.
Ne düşüneceğini bilemeden önündeki manzaraya baktı kaldı.
Salonun
ortasında yükseltilmiş bir lahitte ince kumaşlarla sarılmış bir beden
yatıyordu, yüzünün göz kısmı dışında tamamen kefenlenmişti. Gözlerinin üstünde
de yas örtüsü örtülmüştü. Cesedin başında dört Yüce Kurul üyesi bekliyordu.
Kadınlar yas kıyafetleri içindeydi ve saygıyla nöbet tutuyordu. Lahidin üstünde
yatanın kim olduğunu bilmiyordu ama göğsünün sıkışmasına engel olamadı. Annesi
olamazdı, değil mi? Yumruklarını sıktı ve iki adım daha atabildi. Kısık bir
sesle sordu.
“Ne oldu?”
Üyelerden
Enyonas bakışlarını ona çevirdi. “Yaşlı Ruh katledildi.”
Tokat atılmış
gibi irkildi. Sargılar içindeki bedenin annesi olmamasına sevinmişti ama Yaşlı
Ruh… Onu kim katletmişti ve neden? Enyonas’a doğru döndü.
“Üye Ganor
nerede?”
“Prenses
Tenq’in yanında, son dua için hazırlık yapıyorlardı. Kül salonunda olmalılar.”
Lafın sonun
beklemeden geri döndü ve açılan kapıdan hızla geçti. Yokluklarında neler
olmuştu ve sonuçları ne olacaktı? Hissettiği endişe kalbini acıtırken kül
salonuna giden koridora yürüdü. Üstüne başına çekidüzen vermeliydi ama şu anda
kıyafetinin uygunsuzluğu umurunda değildi. Athena gözetim altındaydı ve
olaylara bakılırsa, tehlike büyüktü. Acaba nişan töreninde mi bir şey olmuştu?
Başka laun varlığı hissetmemişti ama yanılmış mıydı? Kül salonuna inen
merdivenleri koşar adım indi ve açıklık alana vardığında, annesi ve yanında
Tenq ile birkaç kişinin konuştuğu grubu gördü. Yaşlı Ruh için yapılacak son
görev hakkındaki hazırlıkları inceliyorlardı. Burası kutsal bir alandı, sadece
kraliyet ve Yüce Kurul üyeleri için kullanılıyordu. Yaşlı Ruh’un üstüne
konacağı odun yığını, uğursuz bir işaret gibi salonun ortasında
yerleştirilmişti.
Onun varlığını
ilk önce annesi fark etti. Annesinin burnu hafifçe şişmiş ve çevresi
renklenmişti. Sanki saldırıya uğramıştı. Yüzü her zamankinden daha asıktı ve
onu görmek de rahatlamasını sağlamamıştı. Elinin bir işaretiyle yanındakilerin
uzaklaşmasını emretti. Tenq o sırada ona doğru döndü. Hepsi yas kıyafetleri
içindeydi, hatta Tenq’in süsü ve makyajı her zamankinden sadeydi. Diğerleri ona
kısa bir selam vererek uzaklaşırken Dea da son kalan ikiliye doğru adımlamaya
başladı. Tenq, annesinin aksine onu görünce mutluluğunu gizlemedi. Nerede
olduklarını umursamadan Dea’ya doğru yürüdü ve kollarını açarak ona sarıldı.
Dea kaba olmamak adına kadının sarılmasına dayanırken sorularla dolu bakışları,
annesinin üzerindeydi.
“Nihayet
geldin Deacas!” dedi Tenq hissettiği endişeyi sesine yansıtarak. “Sana da bir
şey olmasından o kadar korktum ki!”
Dea, kadını
teselli eden bir tavırla elini sırtına koydu ve hafifçe sıvazladı. Çabuk
okşamanın ardından kendini Tenq’in kollarından sıyırdı. “Burada neler oldu?”
dedi doğruca annesine seslenerek.
“Nereye
gittin?” dedi Ganor sert bir sesle ve yüzünü buruşturarak onu süzdü. “Ve bu
halin ne?”
Dea
hırpalanmış gömleği ve dağılmış halinin şu durumda sorgulanmasına sinir olsa da,
duruşunu düzeltti ve annesine cevap verdi.
“Launun bir
hilesi yüzünden tuzağa düştük, üzgünüm.”
“Geri döndün.”
Dedi Tenq araya girerek. Sonra kadına döndü, otoriter bir sesle konuştu. “Başka
bir şey önemli değil Ganor. Sen yakılma töreninin hazırlıkları ile ilgilen,
bizim konuşmamız gerek.”
Dea sabrını
kaybetmeye başlamıştı, Tenq’e döndü. “Majeste, öncelikle neler olduğunu üye
Ganor’dan duymak isterim.”
Ganor gergin
bir sesle konuştu. “Kraliçenin sözünü dinle Deacas. Beni sorgulamaya yetkin
yok. Sen önce af edilmen için kraliçeye yalvar, henüz canın bağışlanmadı.”
Annesinin
elindeki bastona gözü ilişti, Yaşlı Ruh sembolü şimdi annesinin elindeydi.
Gözlerindeki ısrarcı bakıştan anladığı kadarıyla, kazanmak üzere olduğu unvana
sahip olmasının, onun boyun eğmesine bağlı olduğunu anladı. Tenq uzanıp eliyle
onun elini kavradı ve hafifçe çekiştirdi.
“Ben sana her
şeyi anlatacağım Deacas, benimle gel.”
Annesinden
yardım alamayacağını görüyordu. Hayatları bıçak sırtındaydı, Tenq’in hoş
görüsünü sağlamak onun tavırlarına bağlıydı. Ganor’un duruşundan anladığı tek
ipucu buydu. Başını salladı ve kapıya döndü, Tenq elini ondan çekti mecburen
ama uzaklaşmadı. Dea, Tenq’in bir adım arkasında yürürken düşüncelerinin içinde
kaybolmuştu, şimdi daha çok endişeliydi çünkü olaylar iyice kontrolden
çıkmıştı. Tenq, onu kendi yatak odasına götürdü. Nerede olduğunu kapı kapanınca
fark eden Dea, soran bakışlarını Tenq’e çevirdi. Kadın cilveli bir tavırla ona
yaklaştı.
“Merak etme
kralım, ben her şeyi ayarladım. Kaybın düşündüğünün aksine eş unvanını
tehlikeye sokmadı. Hala seçilmiş eşim olduğun için odamızda bulunman uygunsuz
karşılanmaz.”
Dea gerildi.
“Bu kurallara aykırı, tören…”
“Tören
kimsenin umurunda değil ve korkma, düşmüş olduğunuz tuzaktan kimsenin haberi
yok. Tören tamamlanmış sayılıyor çünkü o gece ortalık bayağı karıştı.” Dedi ve
karşısında durdu. Beğeni akan gözleriyle onu süzerek kısık sesle konuştu. “Ben
her şeyi hallettim, sevgili eşim.”
Olaylar aniden
bir kabus gibi üstüne çöktü. Dönen başını sabitlemek için gözlerini kapattı,
aldığı nefes ciğerlerine yetmiyordu. Yokluğu bir şekilde gizlenmiş ve
karışıklık yüzünden tören tamamlanmış sayılmıştı. Tenq düşündüğünden daha
kurnazdı, yasa ve kuralları kendine göre çevirmişti. Yutkundu.
“Majeste…
Sorgulanıp yargılanmam gerek, temize çıkmadan eş unvanını koruyamam.”
“Seni benden
başka kimse yargılayamaz.” Dedi Tenq kesin bir sesle. Dea gözlerini açıp kadına
baktığında, onun sırıtan yüzüyle karşılaştı. “Ölüm riski olan bir sorguya seni
teslim etmeyeceğimi bilmen gerekiyordu Deacas. Bana döndüğüne göre, hiçbir
sorun kalmadı. Yokluğun fark edilmedi. O kadın… O kadının yanında kaybolduğunu
bilen biri de yok.”
“Yok mu?” dedi
ve devamında Virton diyemedi.
Tenq onun ne
düşündüğünü anlamış gibi önce sırıttı, sonra sahte bir üzüntüyle dudaklarını
büzdü. “Tüm birliğin laun saldırısında helak oldu ve zavallı Virton’un külleri
ailesine teslim edildi. Güzel bir törendi.”
Yüzü bembeyaz
olan Dea’nın sarsılmasını ve tutunacak bir şey aramasını izleyen Tenq,
olayların onun isteğine göre evirilmesinden hissettiği mutluluğu saklamayı
başaramıyordu. Genç adamın en yakın bulduğu koltuğa düşercesine oturmasını izleyen
Tenq, Virton hakkında verdiği karardan memnundu. Ne de olsa, eşinin o kadınla
ortadan kaybolmasına tanıklık eden tek kişi artık yaşamıyordu. Kimse Deacas’ı
sadakatsizlik ile suçlayamazdı. Söyleyecekleri her yalanı kabul etmek
zorundaydılar ki zaten onu sıkıştırabilecek kişi de Ganor’dan başkası değildi.
Henüz Yaşlı Ruh olmamıştı ama sözleri ve davranışlarıyla onu desteklediğini
defalarca göstermişti. Virton’un canını aldığını anlamasına rağmen Ganor onun
kararına uyumlu davranmıştı. İlk defa birini öldürmüştü ve basitliği karşısında
şaşırmıştı. Zaten adam can çekişiyordu, onun için hiç önemi olmayan birini
gözden çıkarmak kolaydı. Fakat Deacas’ın bu kadar üzülmesini beklememişti.
Genç adam
üzüntüyle ellerini saçlarının arasına geçirdi ve başını eğdi. Sürekli duygusuz
ve sert görmeye alışkın olduğu adamı bu denli dağılmış görmek kafasını
karıştırdı. Ona ihanet eden Virton’un ardından yas tutmasını hiç beklememişti.
İçini kavuran kıskançlık ve öfkeye rağmen genç adama bir şey yansıtmamaya
çalışıyordu ama onu böyle görmek de istememişti. Deacas’ın Athena’ya olan
ilgisini ifşa eden Virton’u öldürmek bile hiddetini bastıramamıştı. Tek çaresi,
kadının kanının kurban taşına sunulması olacaktı fakat Deacas’ın tepkisinden
çekinmeye başlamıştı. Athena’nın kurban seçildiğini öğrenmemesi belki daha
hayırlıydı. Kadının da aynı arkadaşı gibi ortadan kaybolduğunu
söyleyebilirlerdi, Ganor bu konuda ona arka çıkardı. Ha ortadan kaybolmuş, ha
kurban edilmiş, onun için önemli değildi. Her iki halde de o uğursuz kadın,
sevgili eşine uzak olacaktı.
Saçlarını
okşayan eli hissedince kendine gelen Dea, göğsündeki yangına rağmen
soğukkanlılığını geri kazandı. Dağılmanın zamanı değildi. Başını kaldırdı ve
çöktüğü sandalyeden ayağa kalktı. Tenq ona nasıl yaklaşacağını bilemez bir haldeydi
ve kadını rahatlatmak içinden gelmedi. Şu an tek düşündüğü Athena’nın durumuydu
ama sormak çok uygunsuz olacaktı.
“Özür dilerim
majeste, ben bir an kendimi kaybettim.”
Tenq uzandı ve
parmağını usulca yanağında gezdirdi. “Özür dileme Deacas, ayrıca baş başa iken
resmi davranmanı istemiyorum. Benim yanımda rahat olman hoşuma gider.” Elini
ondan çekti ve gülümsedi. “Sen üstünü değiştir, sakinleş, biraz dinlen. Benim
ilgilenmem gereken işler var, yemekte bana katılırsın. Seni çağırtırım.”
Tenq’in isteksiz
adımlarla odadan çıkmasını izledi. Kapı kapandığında koca odaya çabucak
bakındı. Gösterişli yatak canının sıkıntısını iyice artırdı. Burada
yaşamaktansa hayatının sonuna kadar laun kovalamayı tercih ederdi. Üstündeki
hırpalanmış gömleği başından sıyırdı ve banyo olduğunu tahmin ettiği odaya
yürüdü. Zenwar kraliçesine uygun konforlu banyoda çabucak temizlendikten sonra
ona özel hazırlanmış kıyafetlerin olduğu dolaptan sade bir giysi seçti. Eski
kıyafetlerini şimdiden özlemişti. Kaliteli giysilerin içinde rahat
hissetmiyordu, yine de yapacağı bir şey yoktu. Tek kalan hançeri, kemerine
sıkıştırıp uzun ceketi üzerine giydi.
Odadan çıkıp
kül salonuna doğru yürürken Ganor’un orada olmadığını öğrendi. Kadın şifa evine
gitmişti. Duraksamadan şifa evine döndü ve annesini bir odadan çıkarken
yakaladı. Kadın, onu görünce doğruldu ve kısa bir bakış atarak peşinden
gelmesini istedi. Ganor önde, o hemen arkasında, şifa evinden çıkıp Yüce
Kurulun ana mabedine gittiler. Mabette dua eden üyeleri geçip eskiden Yaşlı
Ruh’a ait olan odaya girdiler. Ganor odanın ortasında duraklayıp ona döndü.
“Az daha her
şeyi berbat ediyordun! Doğduğun güne lanet olsun, başıma bela açmaktan başka
bir şeye yaramıyorsun!” dedi dişlerinin arasından tıslayarak. Burnundaki hasar
yüzünden sesi boğuk çıkıyordu ama tehditkar tınısı yerindeydi. “Sürekli senin
arkanı toplamaktan sıkıldım artık Deacas! Bu günden sonra aklını başına
almazsan, kral olman da, seni benden koruyamaz!”
“Yüzüne ne
oldu?” dedi annesinin öfkesine alışkın bir tavırla. “Canını kim yaktı?”
“Seni
ilgilendirmez!” diye tersledi annesi. “Ukain’in yanında benim canım acımış
umurunda mı?”
“Elbette
umurumda anne, siz benim ailemsiniz. Ukain’i…”
“Onun adını
ağzına alma! Senin yüzünden ellerinden oldu ve baş orun unvanını alamadan
kaybetti. Aptal hançerlerin ona zarar vereceğini nasıl söylemezsin!”
“Bilmiyordum.”
Dedi ama annesini teselli edecek bir cevap olmadığını biliyordu. Daha sakin
konuşmaya çalıştı. “Bana neler olduğunu anlatır mısın?”
“Ne olacak?
Ağabeyin hançerleri eline alır almaz parmakları mum gibi erimeye başlamış.
Neyse ki, zamanında bırakmış yoksa tek gurur kaynağımı kaybedecektim. Sen gelip
alana dek, yaverin Virton hançerlere sahip çıkmış. Nasıl yaptın da, launlara
karşı tek savunmamız olmayı başardın Deacas? Nasıl bir hile bu!”
“Hançerleri
bana veren sendin anne, şimdi de bana mı soruyorsun?”
Ganor eliyle
kavradığı bastonu öyle sıktı ki, eklemlerinin beyazladığı gözle
görülebiliyordu. Seçilmiş eşe zarar vermeme yasası olmasaydı, bastonu
kullanmaktan çekinmeyeceği yüzünden belliydi. Öfkesi yüzünden hafifçe ürperen
kadın zoraki kendini toparladı ve kelimeleri ezerek konuştu.
“Tenq’e dua
et, onun akılcı yönetimi sayesinde hepimiz hayattayız ve eş statünü
kaybetmedin. Hain kadınla kaybolduğun için seni sadakatsizlikle suçlayabilirdi
ama yapmadı. Üstüne üstlük bu aptallığını örttü. Elbette yaverinin ölmesi de
işimizi kolaylaştırdı, böylece senin sorumsuzluğunu bilen kimse kalmadı.
Hainleri saraya soktuğunu kimse ispat edemeyecek.”
“Onlar hain
değil!”
“Bir daha o
kadınları koruduğunu duymayacağım, Deacas! Onları düşünmeni bile yasaklıyorum!”
Dedi ve hırsla ona doğru yürüdü. Alevlenmiş gözlerini onun gözlerine
doğrultarak tısladı. “O kadınlardan biri Yaşlı Ruh’u öldürdü, gözümün önünde!”
Buz gibi bir
his tenine yayıldı. Sesini sakin tutmaya çalışarak sordu. “Dünya nerede?”
Ganor doğruldu
ve hoşnutsuz bir tavırla dudağını büktü. Tiksindiğini belli ederek konuştu.
“Yaşlı Ruh’u öldürdükten sonra beni de yaralayıp kaçtı, engel olamadık.”
“Hiç sebep
yokken Yaşlı Ruh’u öldürdüğünü sonra da onca askerin arasından ve arkasında
Athena’yı bırakarak kaçtığını mı söylüyorsun?” Annesi umursamaz bir ifadeyle
başını yana çevirince Dea tepkisine dikkat ederek sordu. “Siz ona ne yapmaya
çalışıyordunuz?”
Kadın sinirle
ona döndü. “Ne demek istiyorsun?”
Annesine bir
adım daha attı ve tam karşısında durdu. “Laun taşını gördüm anne, etrafındaki
kan gölünü de… Orada nasıl bir ayin yapıldığını da biliyorum.” Annesinin
gözleri açıldı. Tahminini doğrulayan bu tepkiyi görmek midesini bulandırdı.
“Dünya nerede?”
Tereddütle
gerileyen annesinin kolunu tuttu ve kendine çekti. Yüzüne eğildi. “Ona ne
yaptınız?”
“Hiçbir şey…”
“Anne!”
Kadın öfkeyle
kolunu çekti ve sertçe göğsüne vurarak onu geriletti. “Ona bir şey yapmadık!
Beni duymadın mı? Bize zarar verip kaçan o kadındı, biz ona bir şey yapmadık! Fakat
diğerinin kaçmasına asla izin vermeyeceğiz.”
“Athena’yı
hapsetmenize izin vermiyorum.”
Ganor sinirden
titrer halde ona baktı, sözlerindeki kesinliği hissetmişti ve aniden oğlunun
üstüne fazla gitmesinin sorun yaratacağını fark etti. Sınırını fazla zorlamıştı
ve biliyordu ki, Deacas’ın sakin bakışı
çok yanıltıcıydı. İtiraf etmese de, kucağına aldığı günden beri ondan korkuyordu
ve bu korkusunu genç adama baskı olarak yansıtmıştı. Deacas’ın gönüllü boyun
eğişini gördükçe cesaretlenmişti. Fakat ne olduysa, son zamanlarda
zincirlediğini sandığı canavar ona karşı çıkmaya başlamıştı. Göz bebeklerinden
yayılan ışıltı, Ganor’un sınırını belirtiyordu, çünkü şimdiye kadar emrine hiç
karşı gelmeyen Deacas gücünü ona da göstermeye başlamıştı.
Duruşunu
düzelterek doğruldu. “Henüz karar verilmiş bir şey yok Deacas.” Dedi yalan
söyleyerek. Tenq’in aklındakini ifşa etmek istemedi. “Taştan nasıl haberin
oldu?”
“Gördük.” Dedi
kısaca. “Amacını anlamak için görmek yeterliydi.”
Ganor nefeslendi.
“Sana her şeyi anlatacağım. Madem gördün, önemini de anlamalısın.”
* * * * *
Küçük hücrenin
taş zemininde otururken hayatı boyunca hiç bu kadar hapsedildiği bir boyuta
gitmediğini düşünüyordu. Zenwar’a geldiğinden beri sürekli hapisti. Onu buraya
getiren askerleri tepelemek zor değildi ama yapmadı. Dünya’nın nerede olduğunu
merak ediyordu, karşılaşacağını düşünmüştü ama anlaşılan onu başka yerde
tutuyorlardı. Derken kısık bir kükreme duydu ve loş ışığın aydınlattığı kısa
koridorda tembel adımlarla ona doğru yürüyen Tamon’u gördü. Görünüşe göre,
kimse hayvanı engellemeye cesaret edememişti. Hayvan, parlak gözleri onun
üzerinde olduğu halde, parmaklıkların sınırına dek geldi ve ona bakarak koca
ağzını açarak esnedi. Athena şaşırarak doğruldu ve hayvanın yanına gitti.
Eğilip gözlerine baktı.
“Seni Dea mı
gönderdi?”
Hayvan
yelelerini dağıtarak başını salladı ve hücrenin önüne kıvrılıp uzandı. Genç
adam onun yanına gelemeyince Tamon’u göndermişti. İçini kaplayan mutlulukla
gülümsedi. Parmaklıkların dibine oturdu. Dea yanında değildi ama Tamon’u koruma
olarak yine ona göndermişti. Kalbi aşkla sızladı. Hissettiği sevgiyi
kelimelerle anlatamıyordu, o yüzden elini yumuşak yelelere uzattı ve okşarken
fısıldadı.
“Teşekkür
ederim.”
Hayvanın
varlığı zindandaki nöbetçileri geriletmişti, hücreden uzak duruyorlardı. Athena
parmaklıkların dibine uzanmış Tamon’un yanına oturup zamanın geçmesini bekledi.
Hayvanın sıcaklığı ona güven veriyordu, Dea’nın onu düşündüğünü
hissettiriyordu. Rahatladı ve gözlerinin kapanmasına engel olamadı. Uyuşukluk
üstüne çökerken Tamon’un derinden gelen hırıltısını belli belirsiz duydu ama
uykusuna teslim oldu. Gözlerini araladığında hücresinde değildi. Bıkkın bir
soluk alarak doğruldu ve karşısında onu bekleyen Morpheus’a baktı. Yakışıklı
ölümsüz saten minderlerin üzerine rahatça oturmuş onu izliyordu. Hoş ve egzotik
bir odadaydılar; etrafları minderler, şamdanlar ve ipek perdelerle sarılıydı.
Perdelerdeki elmaslar loş ışıkta bile göz alıcı bir ışıltıyla parlıyordu.
Zenginliğin ve refahın hüküm sürdüğü salon pek yabancı gelmedi. Daha önce de
buraya gelmişti.
“Buluşmak için
Nyx’in evini mi seçtin?”
Morpheus
yumuşak bir sesle konuştu. “Ziyarete gelmiştim. Ayrıca seni burada görmek hep
hoşuma gitmiştir.” Dedi ve ilgili bir sesle ekledi. “Nasılsın?”
“Berbat.”
Morpheus
keyfini kaçıran bu cevap sonrasında doğruldu. “Seni kurtarmak için uğraşıyorum.”
“Bizi
kurtarmak için mi annenin evine sığındın?” dedi ve soğuk öfkesinin yansıtan
gözlerini adama doğrulttu. “Annen seni Ares’in hışmından koruyamaz. Sana
tavsiyem, bir an önce bildiklerini Ares’e anlatman! Belki sana acır da, çukura
sürülmekten kurtulabilirsin.”
Morpheus donuk
bakışlarla bir süre ona baktı, sonra yarım ağızla güldü. Açığa çıkmaktan pek
rahatsız olmamıştı, belki yalanlardan sıkılmıştı. “Bravo Athena, ne zaman
çözdün?”
“Aslına
bakarsan, planını ben değil Dünya anladı. Hatırlarsan, ben delice aşık olmakla
meşgulüm, çocukça oyunun hakkında düşünmeye zamanım yok.”
“Çocukça
değildi, gayet kusursuz bir plandı. Bunu sen de takdir edersin. Fakat anahtar
her şeyi berbat etti.” Dedi ve eğlenen bir gülümsemeyle ona doğru eğildi. “Bu
arada aşk hayatın nasıl gidiyor? Bıkmaya başladın mı?”
“Aşk hayatım
senin kulakların için fazla değerli, Morpheus. Beni bıktıran tek şey senin bu
gereksiz ziyaretlerin!”
“Hala aşık olman
imkansız!” dedi Morpheus kaşlarını çatarak. “Beni kızdırmak için yalan
söylüyorsun.”
“Seni
kızdırmak zerre umurumda değil ama gerçeklikte karşıma çıkman için
sabırsızlanıyorum.”
Rüya
dalgalandı, Morpheus’un kuşkusu yüz ifadesine yansırken. Ölümsüzün bu tepkisi
de, Athena’yı kuşkulandırdı, yine bir şeyler çeviriyordu. Çabucak etrafa
bakındı, herhangi bir büyü izi aradı veya garip şekilli vever çizgilerini.
Yoktu. Üzerinde şık bir elbise vardı, büyü rünü göremedi. Aniden adamın sözleri
anlam kazandı, başını ölümsüze çevirdi.
“Vever! O
vever bana ne yapıyor?”
Morpheus
kaşlarının altından ona baktı, öfkeli dudakları sıkılmaktan çizgiye dönüşmüştü.
Oturduğu yerden kalktı, sinirine hakim olmak adına birkaç adım attı. Rüyanın
doğası da, ölümsüzün ruh hali gibi değişmişti. Perdeler uçuşuyor, nereden
geldiği belli olmayan bir rüzgar salonda güçleniyordu. Athena da ayağa kalktı.
“Cevap ver,
Morpheus!”
Morpheus
yürümeyi bırakıp ona döndüğü anda hemen karşısında bitti. Güçlü rüzgarın sesini
bastırmaya çalışır gibi öfkeyle söylendi.
“Senin
başkasına aşık olmanı izleyemeye devam edeceğimi mi sandın! Sen bana aşık
olmalıydın! Anahtar işe karışmasaydı, şimdi ikimiz de çok mutlu olacaktık. Seni
çok mutlu edecektim Athena, hala da edebilirim. Büyün ortadan kalktığına göre
benim de şansım olmalı.”
Kelimesiz
kalmıştı. Aşk büyüsü bozulmuş muydu? Yani günlerdir büyü altında değil miydi?
Buna rağmen Dea’ya olan aşkı günden güne nasıl oluyor da güçleniyordu? Öfkeli
Morpheus’a bakarken düşündüğü tek şey Dea idi.
“Şans mı?”
dedi gayet sakin bir ifadeyle.
“Senin uğruna
yapamayacağım şey yok Athena!”
Rüyanın
ölümsüzün kontrolünde olduğunu biliyordu ama şu an adamı yumruklamayı çok
istiyordu. Sağ eli istemsizce hareketlendi, yumruğa dönüşen parmakları hedefine
doğru uçmadan başka bir güç belirdi ve Morpheus’u boğazından yakaladı. Athena
şaşkınlıkla irkildi ve yanlarında beliren Ares’e baktı kaldı. Saçları esen
rüzgarda dalgalanırken ve gözleri alevlenmiş bir parlaklıkla ışıldarken çok
korkunç görünüyordu.
“Seni aşağılık
hain!” dedi tek eliyle yakaladığı Morpheus’u kendi yüzüne doğru çevirirken.
“Benim sana yapacaklarımdan hoşlanmayacaksın!”
Morpheus
dehşet içindeydi, şaşkındı. Ellerini boğazını sıkan elin bileğine kenetledi,
kurtulamayacağını bilse de, debelendi. Ares gözlerini kıstı.
“Nyx’e söyle! Seni
teslim etmezse, Olimpos evinin hiddetiyle yüzleşmek zorunda kalır.” Dedi ve
doğruldu. “Bir daha kardeşimin etrafında dolandığını görürsem ilk hadım ölümsüz
olmanı sağlarım Morpheus!”
Adamı iterek
bırakınca Morpheus dengesizce geriledi ve düşerken ortadan kayboldu. Ares vakit
kaybetmeden ona döndü ve sıkıca sarıldı.
“Üzgünüm Hena,
başına bunun gelmesini engelleyemediğim için çok üzgünüm.”
Athena
duygulanmasına sinirlendiyse de kendini kontrol etmeyi başardı, ağlamadı.
Karşılık olarak Ares’e sarıldı. “Ares, Dünya iyi, onu merak etme…”
Ares doğruldu.
“Biliyorum, şu anda çocukların yanında. Sen neden yönlenmedin?”
“Dünya seninle
mi?” dedi gerileyerek. “Ama nasıl olur? Kapı yok. Nasıl yönlenmiş olabilir?”
“Başka güçler
söz konusu Hena.” Dedi telaşla ve ekledi. “Fazla vaktimiz yok. Hypnos sayesinde
Morpheus’un güçlerine müdahale edebildim ama zaman sınırlı. Az daha sabret,
seni oradan alacağım.”
Rüya dağılmaya
başlamıştı, sadece Ares’in iradesi sayesinde tutunuyordu. Ares onun yüzünü
sıcak avuçları arasına aldı. “Dünya bana her şeyi anlattı, sakın endişe etme.
Büyün bozulduğunda, bağlılığından da kurtulacaksın, dert etme.”
Athena güldü.
“Kurtulmak mı?” Dedi ve ekledi. “Sanırım bunun için çok geç kaldım.”
Ares’in
şaşkınlığını izlerken rüya tamamen dağıldı ve Athena hücresinde doğruldu. Tamon’un
dikkatle onu izleyen gözlerinin parıltısı altında rahatlayarak gerindi. Dünya
eve dönmüştü, Ares her şeyi çözmek üzereydi ve büyüsü de yapan tarafından
bozulmuştu. Sırıttı. Acaba büyü çarpması kimi vuracaktı? Ghede olmasını diledi
çünkü Morpheus’un cezasını bizzat kendisi vermek istiyordu.
Tamon’un
doğrulup hırıldadığını duyunca, düşüncelerinden sıyrıldı. Ellerinde mızraklarla
onlara yaklaşan yarım düzine asker koridorda belirmişti. Ayağa kalktı,
anlaşılan bir şeylerin vakti gelmişti. Tamon da onunla birlikte doğruldu ve
gelenlere doğru tehditkar bir kükreme saldı. Askerler hayvanı oradan
uzaklaştırmak için korkutmaya çalışıyorlardı. Fakat Tamon’un vaz geçmeye niyeti
yoktu. En yakındaki mızraklı askerleri birkaç pençe darbesiyle geriletti ve
mızraklarını güçlü vuruşlarla kırdı. Askerlerin cesareti pamuk ipliğine
bağlıydı, Athena’ya seslendiler.
“Sizi oradan
çıkaracağız, lütfen, onu sakinleştirin.”
Athena
kollarını göğsünde kenetledi. “Sizi izlemeyi tercih ederim.”
Lafı biterken
Tamon kulakları yırtan bir kükremeyle koridoru inletti. Askerler neredeyse
titriyorlardı, Dea’nın hayvanının gücüne defalarca şahit olduklarından
korkmaları normaldi. Sadece Dea’nın emrini dinleyen hayvanı öldüremezlerdi de,
Dea’nın hışmından daha çok çekiniyorlardı. Birkaç asker daha koşarak geldi ve
bağırarak atak yaptılar. Tamon için zor değildi, birkaç çevik sıçrayış ve
darbeyle askerleri yaralama pahasına geriletmeyi başardı. Yaralı askerleri
çeken askerler kararsız kalmışlardı. Tedirgin bir duruşla arkada kalan sorumlu
askere baktılar, ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Kıdemli asker çaresizce
gerileme emrini verdikten sonra diğerlerini koridor başına dek çekti ve oradan
uzaklaştı. Tamon ise hala tetikteydi.
* * * * *
Ona sunulan
yemeklerin hiçbirine dokunmamıştı. Öğrendiklerinden sonra hizmet ettiği
kraliyet soyundan ve Yüce Kurul adı verilen acımasız topluluktan iğrenmişti.
Çocukluğundan beri korumaya çalıştığı yapı bu muydu? Aptal bir taşa verilen
kurbanları düşündükçe içi öfkeyle doluyordu. Onca kurbana rağmen launları
engelleyemiyorlardı ama yine de insanları ölüme göndermekten vaz geçmiyorlardı.
Kraliçeler ise sadece kendi zevkleri için kurallar koyup yasalar icat etmekten
geri kalmamışlardı. Kadın üstünlüğü düzeni sağlıyordu ama eşitsizlik insanları
baskı altında tutuyordu. Şansın varsa gerçekten mutlu olabiliyordun. Sevgi bile
yasalara tabiydi.
“Neden
konuşmuyorsun Deacas?”
Başını
kaldırıp ona seslenen krala baktı, adam yine sarhoştu. Gerçi babası kraldan
önce sarhoş olmuştu, hatta sızmak üzereydi. Annesinin uyaran bakışları
olmasaydı çoktan devrilmişti. Onun yerine Tenq cevap verdi.
“Dinlenmeye
fırsatı olmadı, değil mi eşim?”
Onaylarcasına
başını salladı. “Kusura bakmayın.”
Tenq anlayışlı
bir tavırla uzanıp masada duran elini tuttu. Dea dokunuşun etkisiyle kasıldı,
başını kadına çevirdiğinde Tenq gülümsedi. “İstersen dinlenmeye geçebiliriz.”
“Gerek yok.”
Dedi çabucak ve doğrulup elini, Tenq’in elinden çekti. Kadehine uzandı. “O
kadar yorgun değilim.”
“O zaman bir
şeyler ye!” dedi Ganor gergin bir tonda.
Aksi cevap
vermedi ama yemeğe de uzanmadı. İçkisinden küçük bir yudum alıp kadehi masaya
bıraktı. Tenq’in yakınlaşma girişimleri iyice canını sıkıyordu, sert bir tepki
vermemek için konuyu değiştirmeye karar verdi.
“Baş Orun
olarak kim seçilecek, karar verildi mi?”
Ganor
hoşnutsuz bir tavırla başını çevirirken Tenq, onu cevapladı. “En iyi aday büyük
kuzenim ama liderlik tecrübesi fazla yok.”
“Liderlik
yapmasına gerek yok.” Dedi kral, gülerek ekledi. “Kimseden Deacas olması
beklenmiyor.”
Ganor ve onun
dışındaki herkes bu lafın üstüne kıkırdadı, tek keyifsiz olan ikisiydi. Tenq
fırsattan istifade ederek elini onun bacağının üstüne koyunca, boş bulunan Dea
irkildi. Masadakilerin fark etmediği bu dokunuşun ardından Tenq yumuşak bir
sesle konuştu.
“Kimse eşim
gibi olamaz zaten.”
Yüksek masa ve
gizleyici açı yüzünden cesaret alan Tenq elini onun bacağında ilerletirken Dea
kadının elini son anda tuttu ve ters bir bakışla kadına baktı. Tenq hiç
aldırmadan elini onun elinden çekti ve sırıttı. Dea gecenin devamı konusunda
korkmaya başlamıştı. Henüz kraliçe seremonisi tamamlanmamıştı ama yıldızlar
tarafından seçilen eş olduğu için tamamen Tenq’in kontrolündeydi. Beden diline
göre de, Tenq sabırlı durmak niyetinde değildi.
“Bu arada…”
diye ilgiyi kendi üstüne çekti Tenq. “Ganor’un Yaşlı Ruh ilanı için beklemeye
gerek olmadığını düşünüyorum. Kül töreninden sonra duyuru yapılsın. Sonuçta bu
beklenmeyen bir durumdu ve onaylamak için kraliçeliğimin tasdik edilmesini
beklemem gereksiz. Zaten bu tahta çıkışın uzun sürmesinin anlamı yok. Neden
günlerce süren bir süreç yapılmış ki!”
Kral sarhoş
ağızla açıklamaya çalıştı. “Tarihimiz boyunca tek aday olmadığı dönemlerde
oldu. Kimin daha…”
“Soru
sorduğumu sanmıyorum.” Dedi Tenq adamın lafını keserek. “Şimdi tek aday benim
ve kraliçeliğim sorgulanamaz.” Sonra Ganor’a döndü. “Haksız mıyım Ganor? Acaba
Yaşlı Ruh olunca bu konuda bir şeyler yapamaz mısın? Rakibimin olmadığı bir
süreci uzatmanın anlamı yok. Evliliği tamamlamak için de beklemek istemiyorum.”
Ganor bu gece
ilk defa hoşnut bir şekilde başını salladı. “Çok iyi bir fikir kraliçem! Yasayı
bozmayız ama uygulanışı duruma göre hızlandırılabiliriz.”
“Böylece
herkes mutlu olur.”
Dea
birbirlerine sırıtan kadınlara bir şey dememek için yanağını çiğniyordu, son
laf üzerine kadehine uzandı ve tek dikişte hepsini içti. İçki boğazını yakarken
kadehi sertçe masaya vurdu. Ayrılmayı düşünürken salonun ana kapısı açıldı ve
Enyonas kapıda belirdi. İzin ister gibi Ganor’a bakıyordu. Ganor, kadına
yaklaşmasını işaret edince; Enyonas, onlara doğru yürüdü. Ganor’un kulağına
eğildi ve eliyle ağzını siper ederek fısıldamaya başladı. Ganor kadını
dinlerken bakışlarını Dea’ya çevirdi ve ifadesi sertleşti. Enyonas doğrulmadan
Ganor dönüp kadının kulağına bir şeyler fısıldadı, sonrasında onun cevabını
dinledi. Tenq ise bu gizemden rahatsız olmuştu, yine de beklemeyi seçti.
Enyonas
doğrulduğunda, Ganor bakışlarının hedefindeki Dea’ya daha da kinlenmişti. Bu
kini sesine de yansıdı. “Hayvanını geri çek Deacas.”
“Ne demek
istediğini anlamadım.”
“Bana numara
yapma! Neyi kast ettiğimi biliyorsun!”
“Ona emir
verebildiğimi nereden çıkardın?”
Ganor öfkeyle
elini masaya vurunca uyuklayan babası ve sızmak üzere olan kralın gözleri
açıldı. Ganor ikisine de bakmadan bağırdı. “Odalarınıza gidin!”
İki adam sarsakça
ayaklanırken onlara yardım etmek için askerler koşarak geldi. Enyonas’a da kapı
dışında beklemesini söyleyince, salonda sadece üçü kalmıştı. Ganor daha sakin
bir tonda konuştu.
“Hayvanını
geri çek!”
Tenq araya
girdi. “Bahsettiğin hayvan, Tamon mu?” Ganor onu onaylayınca gergin bir sesle
sordu. “Burada neler olduğunu bana açıklayın!”
“Deacas, aptal
hayvanı zindana göndermiş, kadının yanına kimseyi yaklaştırmıyor.”
“Neden?” dedi Ganor
yeniden Dea’ya dönerek. “Onu neden koruyorsun?”
“Ben Tamon’a
emir vermedim, kendi başına karar vermiş olmalı.”
Onun rahatlığı
karşısında çileden çıkan Ganor öfkesini bastıramadı. “Onun senin sözünden
çıkmadığını biliyorum Deacas, beni kandıramazsın! Kimi kimden koruyorsun?”
Dea rol
yapmayı bıraktı, gözlerini annesi doğrulttu. “Benim dışımda kimse ona
yaklaşamaz.”
Ganor
çıldırmış gibi elindeki bastonu masanın üstündeki eşyalara savurdu, yere
saçılan kristal kadeh ve tabaklar parçalanırken kadın ayağa kalktı.
“Son kez
uyarıyorum Deacas! O lanet olası hayvanı geri çek!”
“Hayır.”
Ganor’un yüzü
kıpkırmızı olmuştu. Sözünün dinlenmemesine hiç alışık değildi. Tenq de ayağa
kalktı ve Dea’nın hemen dibine dikildi.
“Tüm bunlar ne
anlama geliyor?”
Dea gözlerini
kapatıp derin bir nefes aldı ve o da ayağa kalktı. Tenq’e doğru döndü.
“Anlamı şu,
üzgünüm kraliçem ama zindana attığınız Athena benim için çok değerli. Sebepsiz
yere onu hapsettiğinize göre aklınızda bir plan var ve bu beni kaygılandırıyor.
Onu incitmenize asla izin vermem.”
Tenq bir an
donup kaldı, sonra yavaşça konuştu. “Yaverin doğru söylüyormuş. Bu davranışının
beni ne duruma düşürdüğünü anlamıyor musun? Sadakatsizliğini gizlemek için onca
uğraştıktan sonra, hayvanını o kadını korumak için nasıl gönderirsin? Bu
ihaneti nasıl örtmemi bekliyorsun?”
“Athena ile
uğraşmayı bırakın, ben de rolüme devam edeyim ama başka bir şey beklemeyin
benden.”
“Rol mü?” dedi
Tenq iğrenç bir şey tatmış gibi yüzünü buruşturarak. “Ben senin rol yapmanı
istemiyorum, her şeyinle bana ait olmanı istiyorum. Başkasını düşündüğünü
anlamadığımı mı sanıyorsun Deacas? Gözümün önünde başka bir kadına ilgi
göstermeni izleyecek değilim.”
“Hepimizi
öldüreceksin Deacas!” dedi Ganor bir kez daha şansını deneyerek. “Yasalar
katıdır ve ceza tüm aileyi kapsar.”
Dea kararında
ısrar etti. “Tamon bir hayvan ve benim emrimi dinlediğini kimse kanıtlayamaz.
Hayvanın içgüdüleri de beni bağlamaz, size ihanet etmiş sayılmam kraliçem.
İstediğiniz zaman oldukça ikna edici olabiliyorsunuz, benim bu olayda ilgim
olmadığını söylerseniz kimse karşı çıkamaz. Size söz veriyorum, Athena güvende
olduğu sürece hiçbir emrinize karşı çıkmayacağım.”
Tenq, konuşmak
üzere olan Ganor’u elini kaldırarak susturdu ve Dea’ya geri döndü. Genç adamın
kusursuz yüz hatlarını gözleriyle süzerken elini uzattı ve parmağını onun
dudağına hafifçe bastırdı. Gözlerinde özlem dolu bakışlarla, taş kesilmiş
adamın dudağını okşadı ve gözlerini onun gözlerine kaldırdı.
“Bana ihanet
ettin mi?”
Konuşmasına
izin verdiğini göstermek için parmaklarını biçimli dudaklardan çekti fakat Dea
kararsızdı. Kalbine ve öpücüklerine sahip olan kişi Athena’ydı, Tenq ise
gelecek vaatlerine sahipti, her ne kadar kendi kararı olmasa da… Bu durumda
kime ihanet ediyordu? Yutkundu ama cevap veremedi. Tenq anlayacağını anlamıştı,
derin bir nefes alıp bir adım geriledi. Kararını vererek Ganor’a döndü.
“Athena
ölecek.”
Dea panikleyerek
Tenq’in kolunu tutunca, kadın hırsla kolunu ondan çekti ve itti. “Öyle ya da
böyle, o kadının bu gece ölmesini istiyorum.”
“Tenq! Bunu
yapma!”
Tenq tokatlama
niyetiyle elini kaldırdı ama kıyamayıp indirdi. “Seni benim elimden almasını
izleyecek değilim. Askerler!”
“Eğer ona
zarar verirsen, bu evlilik asla gerçekleşmez.”
Koşup gelen
askerlere aldırmadan kahkaha atan Tenq çıldırmış gibi konuştu. “Bu evlilik gerçekleşecek
sevgili eşim, sen ne yaparsan yap.” Sonra aklına gelmiş gibi Ganor’a döndü. “Şu
hayvanı ne yapacağız.”
Ganor rahatça
cevapladı. “Birini öldürmek için illa yaklaşmak gerekmiyor. Okçuları gönderdim,
emrini bekliyorlar.”
Tenq daha da
keyiflendi ve askerlere Dea’yı yakalamalarını ama zarar vermemelerini söyledi.
Dea onu tutan kalabalığa karşı fazla direnemedi, üzüntüsünden yıkılmıştı.
Çaresizce ikna etmeye çalışması da boşunaydı. Onu zorlukla tutan askerlerin
ellerinden kurtulmak için debelenirken Tenq yaklaştı ve yüzüne doğru fısıldadı.
“Değerlini
kurban olarak sunarken izlemeni sağlayacağım sevgili eşim. Böylece yerini
hatırlamış olursun ve sorumluluklarını bilirsin.” Sonra doğruldu ve askerlere
emir verdi. “Eşimi odamıza götürün ve çenenizi kapalı tutun.”
“Anne! Onlara
zarar vermesine izin verirsen, hiçbirinize acımam.”
Ganor onu
sürükleyen askerlere seslendi. “Bekleyin!”
Askerler
duraksayınca, masadan bir peçete aldı ve üzgün bakışlarla ona yaklaştı. Peçeteyle
genç adamın açılan dudağından sızan kanı sildi ve oğluna gülümsedi. Sonra çevik
bir hareketle Dea’nın kemerine uzandı, elindeki peçeteyi hançerin kabzasına
sarıp çekti aldı. Elinde hançer doğruldu ve gülümsemesi soldu.
“Kralınızı
odasına şimdi götürebilirsiniz.”
Dea öfkeyle
atıldı ama kollarını tutan adamlardan kurtulamadı. Güç bela onu dışarı
çıkardılar ve kraliçenin odasına taşıyıp onu sıkıca sandalyeye bağladılar.
Kapıyı kapattıklarında Dea tüm hiddetiyle bağırdı, tüm bedeni yanıyordu sanki.
Çaresizliği saf öfkeye dönüşmüştü, kendine zarar verme pahasına bağlarını
zorladı ama nafile. Aklını kaybetmek üzereyken korkunç bir çare zihnine sızdı.
Derin nefesler alarak odaklanmaya çalıştı. Öğrendiği bilgileri ve herkesten
sakladığı güçlerini kullanabileceği bir plan oluşurken düşüncelerini Tamon’a
yönlendirdi. Sevdiği kadın uğruna riske girecek ve sonuna kadar gidecekti.
Gerekirse tüm diyarı ateşe verecek kadar gözünü karartmıştı.
* * * * *
Tüm boyutlara
açılan taş odada adımlayan Ares iyice sabırsızlanmaya başlamıştı. Yanında
sadece Dünya vardı, diğerleri hazırlıkları yapmış bekliyorlardı. Dünya
gözleriyle onu takip ederken bıkkınca söylendi.
“Otur artık
Ares, başım döndü.”
“Neden hala
gelmedi? Beklemek sinirimi bozuyor.”
“Onu ikna
ettiğini söylememiş miydin?”
Ares ona
döndü. “Anlaşmayı onayladım ama isteğinden vaz geçerse, onu zorlayacak gücüm
yok.”
Dünya ayağa
kalktı ve altın gözlüye yaklaştı. Ares hiç nazlanmadan kollarını açarak
karısını kucakladı. Dünya yakışıklı ölümsüzün gözlerine bakarak konuştu. “Her
şey yoluna girecek, merak etme. Hena’yı oradan alacağız, ona hiçbir şey olmaz.”
“Buna nasıl
emin oluyorsun? O boyutlar çok değişken ve kapıyı araladığımızda, kimseye zarar
vermeden iblis ordularını kontrolünü sağlamak da zor olacak. O boyutların
dengesi çok kararsız. Karmaşada Hena’nın zarar görmesinden korkuyorum.”
“Karamsar olma
sevgilim. Sen en güçlü iblis efendisisin, ayrıca herkes savaş için hazır. Diğer
evlerden de yardıma gelen var. Hena yeteneklerini kaybetmiş olabilir ama yanında
onu her zaman koruyacak biri var.”
Ares’in yüzü
asıldı. “O herif de benim canımı sıkıyor. Umarım büyü bozulduğunda, Hena adam
için üzülmez.”
“Neden üzülsün
ki?”
“Çünkü
kardeşime aşık olduğu için o herifi bir güzel benzeteceğim. Büyü altında
olduğunu bilerek Hena’nın duygularını kullanıyor.”
Dünya
umutsuzca başını salladı. “Sen iflah olmazsın Ares!”
“Ne?” dedi
kollarını biraz daha sıkarak Dünya’yı kendine çekti. “Yüzyıllar sonra bir sürü
kardeşim oldu ve şimdi de sırayla eş edinmeye başladılar. Beni mi beklemişler!”
Dünya durumun
tuhaflığına rağmen güldü ve Ares’in dudaklarına uzandı. Ares düşünmeden eğildi
ve ona can veren dudakları aşkla kavradı. Masum başlayan öpücük, ikisinin
katkısıyla güç kazanınca, Dünya isteksizce kendini geri çekti.
“Hey, burada
duralım yoksa kötü yakalanacağız.”
Ares eğilip
kısa bir öpücük daha çaldı ve doğruldu. “Haklısın papatyam. Elimde değil seni
çok özledim.”
“Seni
seviyorum.”
Ares boğuk bir
sesle fısıldadı. “Seni seviyorum.” Ve eğilip alnına küçük bir öpücük bıraktı.
Taş odanın
havasındaki küçük değişiklik Ares’i uyarırken; Ares, kollarını çözdü ve
beklentiyle, oluşan yırtığa baktı. Hava gelen gücün etkisiyle çatırdarken
yırtık genişledi ve içinden Baal tüm görkemiyle çıktı. Bakışları ikilinin
üstünde hızlıca dolandıktan sonra Ares’e döndü.
“Yerinde olsam,
eşime bu kadar güvenmem. En büyük darbeler en yakınlarından gelir.”
Ares, elini
tuttuğu Dünya’ya kısa bir bakış atıp Baal’a döndü. “Sana hak verecek kadar
tecrübe edindim.”
Dünya onun
parmaklarını sıktı ama Ares’in canını acıtmak için değil. Uyarıyı alan Ares
boğazını temizledi ve konuştu.
“Biz hazırız.
Tedbirimizi aldık, işimiz bitene dek iblis ordularını püskürteceğiz. Aklıma
takılan bir soru var, aradığın kişinin Zenwar’da olduğuna nasıl emin
olabiliyorsun?”
“Athena’yı
araştırmak için gönderdiğim iblislerin çoğu geri döndü, sadece Zenwar’a
gönderdiklerim dönmedi. Benim boyutlarımda kimse iblislerime karşı koyamaz,
Athena da bu etkiden muaf değil. Sadece işaretime sahip olan kişi, iblis
komutanlarımı öldürebilirdi. O, Zenwar’da! Onu bul ve anlaşmamıza uy.”
“Zenwar’a
gönderdiklerin, Athena’ya zarar verebilecek kadar güçlü müydü?”
Baal başını
salladı. “Boyutlarımda benim gücüne kimse karşı koyamaz. İblis komutanlarım
süre bitmeden Athena ile karşılaşsalardı ve kim olduğunu anlayamasalardı,
seninle anlaşma yapma olasılığım olmayacaktı.”
Ares gözlerini
kısarak Baal’a doğru adımlayınca, Dünya onu çekti. “Ares…”
Uyarı üzerine
tepkisini azaltan Ares, Baal’a doğru konuştu. “Bu olasılık için şanslısın.”
Baal, tehdit
karşısında kayıtsızlığını korudu. Dünya konuya geri dönmek için araya girdi.
“Şu aradığın
kişi her kimse, Ares onu nasıl tanıyacak?” derken zihninde bir şimşek çaktı. Ve
tereddüt ederek sordu. “O kişiyi neden arıyorsun?”
“Anlaşmayı
Ares ile yaptım anahtar, seninle değil. O kişiye ne yapacağımı sana anlatacak
değilim. Fakat bir şey biliyorsan, bizimle paylaşsan iyi olur.”
Dünya
düşüncesini açıklayıp açıklamama konusunda kararsızdı. Zenwar’da iblislere
karşı koyabilen bir kişi tanıyordu, ona da zarar gelmesini istemiyordu. Keşke
Ares’i anlaşmanın içeriği hakkında biraz daha zorlamış olsaydı, belki ağzından
laf alabilirdi. Acaba Baal’ın Dea ile ne derdi vardı da aslında hiç
umursamayacağı bu işe girişmişti. Yanıt bekleyen adama başını salladı.
“Ne bileceğim?
Bana bir şey anlatan mı var?”
Ares şaşkın
bir ifadeyle ona bakınca, o da ters bir bakışla adamı susturdu. Adamın bu
huyunu bir türlü düzeltememişti, planlarının ayrıntılarını hep kendine saklayıp
riske kendi giriyordu. Dünya yeniden Baal’a döndü.
“Aslında ben
de Ares’e katılmalıyım, tek başına olmasından daha iyidir.”
“Hayır.” Dedi
Ares. “Bir kere daha oraya gitmeni istemiyorum, yirmi gün bana yetti.”
Baal onun geçiştirip
bir şey bilmediğini iddia etmesine pek ikna olmamıştı ama Ares’in görevi
başaracağına inandığından ses çıkarmadı. En büyük sırrını, Olimpos’un liderine
açıklamaya karar vermişti, eğer görev başarılı olursa… Yani Ares’e o kadar
güvenmek istiyordu. İşlerini kolaylaştıran ve düşüncelerinden emin olmasını
sağlayan ipucunu Ares’e vermek için Dünya’nın da odadan çıkmasını istedi.
Ares’e elbette güveniyordu ama eşler konusunda riske girmeyecekti. Dünya odadan
çıktığında, Ares’e doğru yürüdü ve hiç beklemediği bir anda kucağına düşen
ipucunu ortaya çıkarmadan önce bir kez daha uyarmayı ihmal etmedi.
“Sana
söyleyeceklerimi başkası öğrenmemeli, özellikle Tanit.” Dedi hançeri kemerinden
çekti ve sadece Ares’in duyabileceği bir tonda konuşmaya devam etti. Son
bilgiler de değiş tokuş yapıldıktan sonra, kurulan plan işlemeye başladı.
* * *
Ne kadar zaman
geçtiğini bilmiyordu, tüm enerjisi tükenmişti sanki. Bedeni güçsüzce bağlandığı
sandalyeden sarkıyordu, başını kaldırmak bile zor geliyordu. Kapının açıldığını
duydu, yumuşak adımlar ona yaklaştı. Bir el saçlarını okşayarak dağınık saç
tutamlarını yüzünden çekti, çenesine nazikçe dokunarak başını yukarı yükseltti.
Dea kurumuş dudağını diliyle ıslatarak gözlerini araladı. Tenq üzgün bir
ifadeyle ona bakıyordu. Onun başını elleri arasına aldı ve karşısına diz çöktü.
“Bu kadar
yaralandığını fark etmemiştim Deacas, üzgünüm.” Dedi ve parmaklarıyla yüz
hatlarını okşadı. Şefkatli bir sesle konuştu. “Sana dokunan askerlerin hepsini
öldürteceğim.”
Dea konuşmak
için yutkundu. “Ellerini üstümden çek!”
Ondan böyle
bir kabalık beklemeyen Tenq bir an irkildi. Yine de ellerini çekmedi. “Seni bu
halde görmek kalbimi parçalıyor. Tek isteğim beni kabullenmen ve yanımda
olmandı. Tüm bunlara hiç gerek yoktu, beni sevseydin, bunları yapmak zorunda
kalmayacaktım.”
“Beni sürekli
hapsedemezsin Tenq.” Dedi başını gerileterek, fakat kaçınacak yeri pek yoktu.
“Yapabilirim
sevgili eşim.” Dedi kadın, okşayışları daha ısrarcı olmaya başlamıştı. Köprücük
kemiklerinin üstünde dolanan parmaklardan kurtulmak için debelenecek gücü henüz
toplayamamıştı. Kolları sırtına doğru büküldüğü için de hareketleri çok
kısıtlıydı. Tenq onun bu durumundan faydalanmaktan hiç çekinmiyordu. Her bir
kasını özenle okşayarak göğsüne kadar indi. İnce kumaş gömleği de onu
koruyamıyordu.
“Midemi
bulandırıyorsun.”
Tenq
bakışlarını onun gözlerine kaldırdı, sinirlenmişti. Tokatlayacakmış gibi bir an
ona baktı, sonra aniden onun dudaklarına uzandı. Dea son anda başını
çevirmişti. Kadın amacına ulaşamayınca, öfkeyle saçlarını kavradı ve onun
başını kendine çevirdi. Boştaki eliyle onun çenesini sıkıca tuttu.
“Ben mideni
bulandırıyorum ha! O kadınları saraya adım attıklarında idam ettirseydim, çoktan
yatağıma girmiş olurdun! Benim olmuştun! Şimdi mideni bulandırıyorum demek!”
Yutkunan Dea
konuşmaya denedi. “Geç değil.”
“Geç değil,
haklısın, hiç değilse birini idam ettireceğim.”
Onu serbest
bıraktı, doğruldu. Dea’nın çenesi ve saç dipleri tutuşun etkisiyle sızlıyordu.
Tenq ona bir süre baktıktan sonra yüksek ayaklı masaya gidip kendine bir içki
doldurdu. Dea, kadının gergin olduğunu fark etti ve kendi gücünün de yavaş
yavaş yerine geldiğini. Damarlarında akan kan yavaşça ısınmaya başlamıştı.
İkinci kadehini dolduran kadını izlerken konuştu.
“Hata
yapıyorsun.” Tenq başını ona çevirdiğinde devam etti. “Onu kurban edersen, launlara
karşı korumanız kalmayacak. Zenwar’ı kendi ellerinle yok edeceksin!”
Tenq tüm
bedenini ona çevirdi. “Ne demek bu?”
Sandalyesinde
olabildiğince doğrulan Dea sırıttı, cevap vermedi. O sırada kapı çalındı. Tenq
gözlerini ondan ayırmadan kapıdakine izin verdiğinde, Yüce Kurul üyelerinden
biri içeri girdi. İvedi adımlarla Tenq’in yanına geldi ve kulağına fısıldadı.
Dea, Enyonas’ın ne dediğini duymadı ama biliyordu. Tüm olanları Tenq odaya
gelmeden önce Tamon’un gözlerinden izlemişti.
* * *
Athena
sürüklenerek getirildiği kurban alanında olanlara inanamayan bir ifadeyle
donmuş kalmıştı. Olaylar çok hızlı gelişmişti. Hücresinde otururken Tamon
kımıldandı ve gözleri derinlerinden gelen bir ışıkla parıldadı. Hafif bir
kükremeyle doğruldu, geldiği gibi koridor boyunca yürüyüp ortadan kayboldu. Dea
bir nedenle hayvanı geri çekmişti. O an terk edildiğini hissetti, ağır bir
üzüntüyle kalbi kasıldı. Dea, ondan vaz geçmişti. Hayvan onun seslenmesine bile
aldırmamıştı. Derken koridor asker doldu, onu hücresinden zorla çıkardılar. Bir
grup asker, onu sıkıca bağlayıp taşın az ötesinde bıraktıklarında, içinden
ölümsüzlüğünün etkili olması için dua etmeye başlamıştı. Yüce Kurul üyeleri
gururlu adımlarla yaklaşırken, askerler geriye çekildi, geldikleri yöne dönerek
uzaklaştılar. En önde Ganor vardı. Kadının bakışları çok acımasızdı, elinde
boynuz şeklinde mat metalden bir bıçak tutuyordu.
Yüce Kurul
taşın yanında dizildi ve Ganor dizlerinin üstünde duran Athena’nın karşısına
geldi. Sıkıca bağlı duran Athena’yı kibirli bir tavırla süzdü, eğilip ağzını
kapatan kumaşı sıyırdı.
“Çok sıkıntı
çıkardın Olimposlu Athena.” Dedi kadın kısık sesle. “Nihayet sonuna geldin.”
Athena çabucak
etrafa bakındı, Dea’yı görmek istiyordu. Fakat genç adam ortalarda değildi,
sadece çok ileride karanlıkta parıldayan bir çift göz fark etti. Tamon idi.
Onları izliyordu. İri gözlerinin parıltısı, ona Dea’nın gözlerini anımsattı.
Acaba bağlantıda mıydı? Onun başına gelecekleri mi izliyordu? Neden? Ganor
ilgisini çekmek için eliyle çenesini tutup sertçe kendine çevirince Tamon ile
olan göz teması kesildi.
“Boşuna yardım
arama.” Dedi ve parmaklarıyla onun çenesini sıkarken eğildi, kulağına
fısıldadı. “Sen burada kanını dökmeye hazırlanırken Deacas yataklarında
kraliçeyi memnun ediyor.”
Kadına
inanmıyordu ama olasılığı dahi göğsünü yakıp geçmişti. Tamon’un gözlerinden onu
izlediğine göre Dea, kraliçeyle birlikte olamazdı, değil mi? Kıskançlık ve
üzüntünün bir insanın canını bu denli acıtması anlamsızdı. Gözlerinin önünde
genç adamın çekici gülümsemesi belirirken gözlerine dolan yaşları zorlukla
kontrol etti.
“Sen ne biçim
bir annesin.” Dedi kısılmış sesiyle. “Senden daha şefkatli iblisler tanıdım.
Kendi oğluna hiç mi acımıyorsun?”
Ganor
gözlerini kıstı. “Deacas lanetli!” diye tısladı, kimsenin duyamayacağı bir
sesle ekledi. “Onun var olmaması gerekiyordu, iğrenç laun soyuna adımı verdiğim
için şanslı. Borcunu ödemektense, bana ihanet etmeyi seçti, piç! Laun babası
gibi beni ortada bırakacaktı.”
Athena
şaşaladı. “Laun mu?”
Ganor fazla
konuştuğunu fark edip doğruldu ve onları dinleyen biri var mı diye bakındı. Tüm
üyeler odaklanmış dua ediyorlardı. Athena tekrar sordu.
“Ne dediğini açıkla!”
“Kapa çeneni!”
dedi kadın sertçe. “Ölmek üzeresin, soru soracağına duanı et.”
Athena ayağa
kalkmaya çalıştı ama bacaklarındaki bağlar yüzünden kımıldayamadı, düşmemek
için dengesini zor korudu. Dea’nın tuhaflığının nedenini anlamaya başlamıştı, o
sıradan bir insan değildi. Annesinin itirafına göre, babası iblis idi ama nasıl
olurda, Ganor gibi bir kadın bir iblisle birlikte olurdu. Ayrıca iblislere özgü
belirtiler göstermeyen Dea melezlere de benzemiyordu.
“Cevap ver
Ganor!” dediğinde kadın panikle ona sert bir tokat attı.
Athena geriye
doğru savrulduğunda, uzaktan öfkeli bir kükreme duydu. Ganor ve diğer üyeler,
dehşet içinde sesin kaynağına bakarken Athena da kendini geriletti. Tamon
korkunç bir kükreme daha saldı, onlara yaklaşmıştı ve saldırmamak için kendini
zor tutuyordu. Ganor hayvanın varlığı yüzünden bir an kararsız kaldı,
yanlarında güvenebilecekleri askerler yoktu. Üyeler de bu kadar güçlü bir
hayvanı durduramazlardı, yanlarındaki tek silah da ayin bıçağı idi. Tamon
durakladı ve dişlerini göstererek pozisyonunu aldı. Gözleri alevle dövülmüş
elmaslar gibiydi, muhteşem renkteki güzellikleri kan dondurucuydu.
Derken hava
ağırlaştı ve insanın nefesini kesen bir güç etrafa yayıldı. Aynı anda havayı
saran yırtılma sesleri birkaç üyenin korkuyla çığlık atmasına neden oldu,
kaçmamak için kendilerini zor tutuyorlardı. Ganor bile ne yapacağını
bilememişti. Kısacık bir zamanda olan bu kontrol kaybı kadını felç etmişti.
Oluşan iblis geçitlerinden geçen devasa altı iblis zemine adım attığında, taş
korkunç bir ses çıkardı. Hissedilen basınç çok fazlaydı, güç resmen somut bir
hale dönüşmüştü. Ellerinde silahlarıyla Athena’nın çevresini saran iblislerin
gözleri alev alevdi. Son derece disiplinli tavırlarla onu koruma çemberine alan
iblisler köze dönüşmüş bakışlarını doğrudan Ganor’a diktiler. İçlerinden biri
Athena’nın yanında diz çöktü.
Genizden gelen
kalın bir sesle konuştu. “Seni taşımak için çağrıldık, geçidi güvenle
kullanabilirsin.”
“Kim çağırdı?”
dedi Athena cevabını tahmin etse se, duymak istiyordu.
“Komutan
Deacas, yolu açmamızı emretti. Fazla zamanımız yok, taş uzun süre dayanmaz.”
Athena
olanlara inanamıyordu. Dea, onu kurtarmak için her şeyini riske atmıştı.
Gözleri ona kinle bakan Ganor’a döndü. İblislerin ardından gittiğinde, bu
kadının Dea’nın hayatını cehenneme çevireceğine emindi. Öte yandan bir daha
buraya dönemeyecekti, Dea’yı bir daha göremeyecekti. İblis yeniden homurdandı.
“Geçmek için
hazırlan!”
Havada dolanan
gücün zayıfladığını hisseden Athena bakışlarını, iblisin alevli gözlerine çevirdi.
Ona bakarken iblisin gözleri parıltısını kaybetti ve simsiyah birer boşluğa
döndü. Diğer iblislerle birlikte Tamon’un da bağlantısı kopmuştu. Yine de
değişen bir şey yoktu, iblisler ona yardım edecekti, Tamon ise korumacı bir
tavırla üyeler ile arasında duruyordu. İçi titreyerek nefeslendi. Arkasındaki
taştan yükselen çatırtı ve iniltiler iyice artmıştı. İblis ona uzandığında,
kendini geri çekti ve çevik bir zıplamayla ayağa kalktı. İblise bağlarını
kesmesini söyledikten sonra Ganor’a döndü.
“Deacas’ı
kraliçenin yatağından alıp buraya getirin yoksa launları şehre salarım.” Dedi
ve sırıttı. “Sanırım onları elindeki aptal bıçakla durduramayacağının
farkındasındır.”
“Seni lanet
olası…”
“Hey, kaba
olmaya gerek yok. Deacas’ı getirmek için fazla zamanınız kalmadı, taşa bir göz
at istersen.”
İblisler onun
ardında heykel misali dikilirken Ganor tehdidin gerçekliğinin farkındaydı.
Enyonas’a işaret etti, kadın ardına bakmadan koşarken Ganor tüm kiniyle ona
döndü. Athena ise gururla başını doğrultup Dea’yı beklemeye başladı. Bir yandan
da genç adamı onunla gelmesi için nasıl ikna edeceğini düşünüyordu. Ailesine ve
sorumluluklarına düşkün olan Dea’nın isteğini ret etmesinden çekiniyordu. Sevdiği
adamın bir kez olsun bencil davranmasını tüm kalbiyle diliyordu fakat umudu
yoktu.
Yüce Kurul
üyeleri mümkün olduğunca onlardan uzakta yere çökmüş korkuyla duaya devam
ederken, yoldan gelen askerler de saldırı emri için yığılmaya başlamışlardı. Az
sonra bu yığılmanın sebebi de teşrif etti. Tenq yanında Dea olduğu halde göründüğünde
Athena’nın kalbi göğsünün içinde zıpladı. Dea normalin ötesinde solgun
görünüyordu ve düzgün yürümekte zorlandığı belliydi. Genç adamın yaklaşmasıyla,
iblisler tek ellerini göğüslerine atıp pençe misali tırnaklarıyla derilerini
yoldular ve selam olarak hırladılar. Athena bu selamı biliyordu ama diğerleri
bilmediğinden hepsinin yüzü sarardı, hatta üyeler ve bazı askerler başlarını
çevirdiler. Bu iblisler gerçekten de Dea’nın hükmündeydiler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder