İKİNCİ BÖLÜM : DÖNÜŞÜM
Dünya içinin boşaldığını ve damarlarındaki zehrin bedenini terk ettiğini hissetti. Her zerresi titriyor ve karıncalanıyordu. Uyuşmuş bedeninden, ruhunun kaçmamasını engelleyen iki şey vardı ve Ares'e duyduğu ve karşılığını aldığı sevgi en güçlüsüydü. Diğeri Hekate'nin bahar tadını andıran taze büyüsüydü. Bedeni hafifledi, yaraları iyileşti ve Ares'in kolları arasına yığıldı. Gözlerini araladığında gördüğü ilk şey olağanüstü güzellikteki altın hareli gözlerdi. Adamın kirpikleri titreşti ve gözlerini ışıltıya bulayan bir damla yaş, göz pınarında gezindi. Dünya uzanıp gözyaşını sildi ve eliyle yüzünü okşadı.
''Seni az daha öldürecektim.'' diye soluksuz bir sesle fısıldadı.
Ares, onu göğsüne doğru çekti ve sıkıca sarıldı. Titreyen sesiyle zorlanarak konuştu. ''Seni az daha kaybedecektim.''
Hekate hemen yanlarında sakince söylendi. ''Hangisinin daha azap verici olduğuna karar veremedim.''
Dünya başını çevirip, eliyle onun bileğine dokunan kadına baktı. Diğer elini, avuç içi yukarı gelecek şekilde tutmuştu ve hemen üstünde, havada, büyük bir elmas sallanıyordu. Parıldayan elmas oldukça göz alıcıydı. İblis mücevheri olduğunu, tecrübe ederek öğrendiği elmasın içi tamamen boşalmıştı. Kadın elini onun bileğinden çekerek doğrulurken; Dünya'nın aklına yaptığı kötülükler birer birer gelince eliyle ağzını kapattı.
''Aman Allah'ım ben ne yaptım?''
Ares onun kalkmasına yardım etti ama her an kayıverecekmiş ellerini ondan çekmedi. Dünya etrafına baktı. Duvarlar yıkılmış ve göz göz boyutlar açılmıştı. Uğursuz bir duman odada dolanıyor, kollarını boyutlara uzatıyordu. Ares tişörtündeki birkaç yırtık dışında, Hekate'nin sayesinde, hasarı yoktu. İlerde yatan Adonis'e baktı ve ardından soran gözlerle Hekate'ye.
''O iyi.'' dedi Hekate. ''Koruyucu bir büyü yaptım. Uyanınca biraz halsiz hissedecek ama çabuk iyileşir.''
Dünya kendini çok kötü hissediyordu. İblis mücevherinin etkisi yüzünden, hiç var olmaması gerekenleri, masum canlıların üstüne salmıştı. Hekate konuşunca başını kaldırıp kadına baktı.
''Daha rahat edebileceğimiz bir yere gitsek?'' dedi Ares'e doğru. ''Ayrıca bu mücevherin de saklanması gerekiyor. Şu anda kendi başına bile zararlı.''
Ares gözlerinde intikam kıvılcımlarıyla kadına baktı.
''Benim daha iyi bir önerim var.''
Yerdeki kristal bıçağı aldı ve Hekate'nin avucunda salınan mücevheri. Mücevheri yere bırakıp kristal bıçağı tam ortasına sapladı. Dünya'nın nefesi kesildi ama kimseye belli etmeksizin ayakta kalmayı başardı. Ruhunun derinlerinde bir kıpırtı yavaşça karanlığa saklandı. Mücevherin etkisinden tamamen kurtulamamıştı ama küçük bağ kontrolü ele alamayacak kadar zayıftı. Mücevher, bıçakla beraber parçalara ayrıldı, bıçak parçaları suya dönüşürken mücevher sise dönüşüp dağıldı.
''Sanırım böylesi daha iyi.'' dedi kadın. "Yani umarım."
Ares, Dünya'nın beline sarıldı. ''Seni Sirona'ya götüreyim.''
''Hayır, ben iyiyim. Ayrıca yaptığım işi temizlemem gerek.''
Ares eliyle, onun yüzünü okşadı. ''Ben ilgilenirim papatyam, senin dinlenmen gerek.''
Dünya'nın hasarları Hekate'nin büyüsüyle iyileşmişti. Biraz halsizlik ve kafa karışıklığı dışında kendini iyi hissediyordu. Ama inanılmaz derecede utanıyordu, ne rezillikler yapmıştı öyle. Hepsini hatırlamak zorunda mıydı? Ölümsüzlerin yüzüne nasıl bakacağını bilmiyordu ama odasına kapanarak yan gelip yatamazdı da.
''Hala söz dinlemiyorsun, lanetten kurtulduğuna emin misin sen?''
Dünya, Ares'e doğru neşesizce gülümsedi. ''Eminim sevgilim. Eğer kurtulmasaydım, şu anda beni Hekate'nin boğazından almaya çalışıyor olurdun.''
Ares şaşkınca bakınca, kulağına eğilerek ekledi. ''Sana dokunuş şekli pek hoşuma gitmedi.''
Ares gülümsedi ve başını inanmazca salladı. ''Kıskanç sevgilim benim.''
''Salonda buluşmaya ne dersin Ares?'' dedi Hekate. ''Apollon büyüyle kapattığım dış kapıyı açmaya çalışıyor ama onunla şu anda karşılaşmaya hazır değilim. Biraz heyecanım yatışana dek, sen de herkesi toplarsın. Döndüğümü... Rica ederim söyleme.''
Ares'in onayından sonra kadın ortadan kayboldu. Dünya, Ares'e doğru başını çevirirken konuşmaya başladı. ''Kimi kast ediyor? Acaba...''
Ama lafı yarıda kaldı çünkü Ares, yüzünü avuçları arasına almış özlem dolu bir öpücükle onu susturmuştu. Kapı açıldı, Apollon'un ve Eros'un sesi odada yankılandı ama ikisi de onları duymadı. Zamanı durduran öpücük, Dünya'nın dizlerini titretti ve ruhunu güçle doldurdu. Midesindeki kelebeklerle birlikte kendinin de bulutlara doğru uçtuğunu hissetti.
Sonunda ayrıldıklarında, onları sabırla bekleyen iki adama doğru baktılar. Ares mutlu bir sesle ki, Dünya'nın içini eritti, konuştu.
''Lanetin işi tamam, eski aksi anahtarımıza kavuştuk.''
Dünya, Eros'tan nasıl özür dileyeceğini bilmiyordu ama yapmalıydı. Adamın, yakışıklı yüzünü süsleyen tatlı bir gülüşle ona bakışından cesaret aldı.
''Hepinizden çok özür dilerim.'' Dedi ve Eros'un koluna elini koydu. ''En çok da senden Eros, beni af et.''
''Özür dilemene gerek yok Dünya, neden öyle davrandığını öğrendim.''
Apollon dikkatlice etrafını süzüyordu. Kuşkulu bir yüz ifadesiyle Ares'e döndü.
''Lanetin geri tepmesinden nasıl kurtuldun?''
Ares başıyla yerde baygın yatan Adonis'i gösterdi. ''Lanetin önüne onu attım.''
''Ne?''
Eros telaşla Adonis'e doğru koşarken; Apollon, şakaya kanmayan gözlerini Ares'e dikti ama yorum yapmadı. Ares'in inanılmazı yapmasına alışmışlardı ne de olsa. Apollon, Adonis'i kontrol eden Eros'a doğru yürüdü.
''Onun bir şeyi yok Eros, telaşlanma. Yine de Sirona'ya götürsek iyi olur.''
Adonis'in kollarına giren iki adama seslendi Ares. ''Sonra küçük salonda toplanıyoruz Apollon. Kızlara da haber ver.''
Apollon başını olur anlamında salladıktan sonra kayboldular. Dünya, Ares ile baş başa kalmıştı. Durumun berbatlığına ve utancına rağmen heyecanlandı. Ares onu belinden tuttu ve kendine yeniden çekti. Dudaklarına doğru eğilirken mırıldandı.
''Sanırım sana bir türlü doyamayacağım. Hoş geldin sevgilim.''
''Umarım özlemin hiç bitmez.'' diye fısıldayıp Ares'in öpücüğünü delice bir aşkla karşıladı.
* * *
Ares, onu önce odasının katına yönlendirdi. Dünya duş alıp üstünü değişene kadar Ares hazırlanıp odanın kapısında beklemeye başlamıştı. Islak saçlarını toplarken Ares kapısını çaldı. Dünya'nın aklına adama hala giriş izni vermediği gelince saçlarını yarım yamalak toplayıp kapıya koştu.
Kapıyı açtı ve derin bir soluk aldı. Ve bıraktı.
''Vay anasını!''
Ares şaşkınlıkla tek kaşını kaldırıp tepkisine bakakaldı. Nemli saçlarını geriye atmıştı ve çekici yüz hatları daha bir keskinleşmişti. Yeniden tıraş olmuş olması bir yana, yüzündeki, tuhaf bir şekilde mutlu ifade gerçekten can yakıyordu. Yani kelimenin tam anlamıyla, kalp kasan birine dönüşmüştü. Üzerindeki dökümlü siyah gömleğin kollarını kıvırmıştı. Gömleğin biraz bol olmasına sevindi, bu hoşluğun üzerine bir de biçimli kaslarının hatlarını görmek, Dünya'nın aklını toplamasını zorlaştırabilirdi. Koyu renk kotu klasikti ama çok şıktı.
''Bu kadar salaş giyinip bu kadar çekici olmayı nasıl başarıyorsun?'' diye mırıldandı.
''Yılların getirdiği bir yetenek bir tanem, hazır mısın?''
Dünya başını sağa sola salladı. ''Sadece bir işim kaldı.'' Uzandı ve Ares'in elinden tuttu. ''Odama girmeye izinlisin Ares.''
Ares bir an sadece baktı. Dünya adamı içeri çektiğinde, bitkisel hayattan çıkıp sırıttı.
''İlk davetinde bile bu kadar heyecanlanmamıştım.'' Diye fısıldadı ve içeri girdi.
Ares parmaklarıyla onun yüz hatlarını okşadı. Dünya gözlerini kapatıp kendini adama teslim etti. Kalbinin atışı kendi kulaklarını sağır edecekti, Ares'i rahatsız etmemesini umdu. Ve günlerdir seslendiremediği cümle, kolayca dudaklarının arasından kaydı.
''Seni seviyorum Ares.'' gözlerini açtı ve adamın mutlu yüzüne baktı. ''Seni çok seviyorum.''
''Ne uğraştırdın beni. Bu cümleyi senden alabilmek için ne diller döktüm.'' Dedi alnına dudaklarını dayadı. ''O sabah odama geldiğinden ve lanetini anladığımdan beri, yaşadığım endişeyi sana anlatamam sevgilim.''
''O sabah mı anladın?'' dedi kekeleyerek.
Ares'in başını salladığını hissetti. ''Evet, sevgilim, bakışların öyle yabancıydı ki... Bana sarılışın... Öpüşün... En nefret ettiğim şeyse, canımı çok yakmasına rağmen umursamıyormuş gibi yapmak zorunda olduğum anlardı. Belli etmemeye çalışıyordum ama çılgına dönmüştüm.''
''Çok zeki olduğumu sanıyordum, herkesi kandırabildiğimi... Asıl kötülük bu olsa gerek, seni korumaya çalışanların arkasından iş çevirmeye çalışmak.''
''Kendine işkence etmene izin vermiyorum Dünya. Lanetin etkisi altındaydın. Yeterince güçlü olup laneti önleyemediğim için kendimi asla affetmeyeceğim.''
''Yapma Ares, benim salaklığımı üstüne almana gerek yok. Biraz gözüm açık olsaydı, bütün bunlar olmazdı.''
Ares, saçına bir öpücük kondurdu ve yüzüne bakmak için biraz ayrıldı. ''Koruyamadım işte, her şeyi yüzüme gözüme bulaştırdım. Asteria'nın sana ulaşacağı tüm yolları tıkadığımı sanıyordum ama adi kadın, seni lanetlemeyi başarmıştı.''
Dünya nefes aldı. Düzene giren anıları uyuşuk zihninde berraklaşmıştı. ''Her şey bir tuzaktı Ares, en başından beri, sana ulaşmak için beni lanetlemeyi planlamıştı. Kendi taşlarını sıralamıştı ve ben aptal gibi onun istediği hamleleri yaptım.''
''Ama sana nasıl ulaştığını hala anlamıyorum. Mücevheri nasıl sana verebildi? Laneti nasıl bağlayabildi?''
Dünya kaşlarını çattı. Saflığını açıklamak onu utandırsa da Ares'in her şeyi bilmeye hakkı vardı. Yatağa doğru yürüdü ve oturdu. Ares onu takip etti ve yanına oturduğunda anlatmaya başladı.
''Afrodit'i korkuttuğum gün; Asteria'nın zehirli gücü, zihnime kötülük tohumlarını ekmeye başlamıştı. Afrodit'i gönderdikten sonra odama girdiğimde, Asteria beni bekliyordu. Kolyemi benden aldı ve laneti onunla bağladı. Fakat iblis mücevherine dokunana kadar hiçbir şeyi hatırlamayacaktım. Kolyemi kaybetmiştim ve onu en son banyoda çıkardığımı hatırlıyordum. Tek bildiğim buydu.''
Parmakları istemsizce kolyeye gitti ve varlığını hissettiğinde rahatladı. Ve konuşmaya devam etti.
''Çok aradım ama olanları hatırlamadığım için ne yapacağımı bilmiyordum. Sen de kolyeyi takmadığım için öfkeliydin. Benden vazgeçmenden çok korkuyordum.''
Ares sinirle homurdandı. ''Bir kolye yüzünden mi? Nasıl böyle düşünebilirsin?''
''Aklım yerinde değildi. Hera yüzünden seni kıskanmıştım. Benim için değerli olduğunu sana ispat etmeliydim. Senin bana olan inancının eridiğini hissediyordum, sürekli sana sorun olmaktan bıkmıştım. Kâhine gitmeye karar verdim. Yolumu kaybettim, sonra iblis taklidi yapan bir çift aptalla karşılaştım.''
Ares'in sinirli hali birden uçuverdi, onun yerini alaycı bir gülüşle kıvrılan dudakları aldı. ''İblis taklidi yapan aptallar mı?''
''Evet.'' dedi öfkeyle. ''Her şeyin sorumlusu o kırmızı kafa. Beni kaçırdı ve İksion'a götürdü. Afrodit'in planını da böyle öğrendim...'' durakladı. Aklında beliriveren bir soru işaretiyle Ares'e baktı. ''Sen...'' dedi kuşkuyla. ''Sen planı nereden biliyordun?''
Ares sahte bir şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. ''Ne planı?''
Dünya bir zamanlar Athena'nın dediğine katıldı. Saf numarası yapmak bu zeki surata hiç yakışmıyordu. Gözlerini kıstı. ''Ne planıymış? O eğlencede yaptığınız kadeh değişimleri...''
Hayda, şimdi eğlencede olduğunu da açığa çıkarmıştı. Tüm yaptığı adilikleri birer birer söylüyordu. Ares dudağını ısırdı ve ona muzip bir gülümsemeyle baktığında, Dünya ellerini kaldırdı. ''Sıçtım bari sıvayayım değil mi?''
''Aynen öyle sevgilim.'' dedi Ares. ''O tatlı ve huysuz periyle olan sohbetimi unutamayacağım.''
Dünya gözleri kocaman açıldı. ''Biliyor muydun?'' Ares başını salladı. ''Ama... Ama nasıl?''
Omzunu silken Ares inatçı bir tavırla dudağını büktü. ''Biliyorsun ben adi bir serseriyim ve her serseri gibi hilelerim var. Sen devam et papatyam.''
''Aman Allah'ım, biliyordun ve benimle oyun oynadın. Nasıl anladın?''
''Yine bana bakışın yüzünden...'' dedi Ares ve Dünya'nın kucağındaki elini tuttu. Dudaklarına götürüp küçük bir öpücük bıraktı. ''Senin geleceğini biliyordum, nedenini nasılını sorma fakat ne kılıkta olacağını bilmiyordum. Kadeh verirken öyle tatlı ve kurnaz bakıyordun ki, almayı ret ettiğim kadeh, bir baktım elimdeydi. İşimi bitirdikten sonra her yerde seni aradım ve havuzun kenarında buldum.''
''Sen gerçekten adi bir serseriymişsin. Zavallı bir lanetliyi kandıracak kadar kötüsün.''
Ares yeniden sırıttı ama neşeli bir gülümseme değildi. ''İblisler boşuna bana itaat etmiyorlar.'' Dünya itiraz etmek için ağzını açınca, elini kaldırdı. ''Sadece şaka yapıyorum papatyam. Sen mücevhere nasıl ulaştığını anlatmaya devam et.''
Dünya omuzlarını düşürdü ve Ares'in isteği üzerine kaldığı yerden anlattı.
''İksion ve Afrodit'in planını duyunca seni uyarmak için odana geldim ama yoktun.'' Yüzü yine utanç ve kaybı yüzünden kızardı. ''Masada benim için hazırladığın hediyeyi gördüm ve kendimi kötü hissettim. Papatya kolyeyi bulmak benim için hayat kadar önemli olmuştu. Odama geri döndüm ve her yeri alt üst ettim. Sonra Hekate'nin sana gönderdiği tılsımı bulduğum siyah kutuyu gördüm ve açtım. İçindekinin ne olduğunu anlayamamıştım. Anlasaydım zaten hiç dokunmazdım. Sonrasını biliyorsun. Gerçi oldukça fazla şeyi biliyorsun galiba...''
Ares'e anlamlı bir bakış attı ama sırlarına gömülmüş adam onun sorgulayan bakışlarına hiç aldırmadan avucundaki elini sıktı. ''Sözünü ettiğin kutu şimdi nerede?''
Dünya Ares'in tatlı yüzüne dalan bakışlarını çevirip etrafına bakındı. Siyah kutuyu en son duvara fırlatmıştı. Şimdi yoktu. Kalkıp banyoya gitti, orada da yoktu. Odaya geri geldiğinde Ares'i odanın ortasında ayakta gördü.
''Yok.''
Ares onun yanına geldi. ''Sorun değil papatyam. Büyük ihtimalle Hekate'nin numarasıdır. Bir zamanlar böyle büyülü eşyalar yapmaya bayılırdı.''
Adam onu şefkat dolu gözlerle süzdü sonra korumacı bir tavırla sıkıca sarıldı. ''Kolye ısrarımın sonucunun böyle olacağını bilseydim o kolyeyi kendim parçalardım. Kıskançlığın yönettiği bir adam gerçekten tehlikeli olabiliyormuş.''
Buna tüm kalbiyle katılıyordu ve bu anı bozmamak için kıskanç bir kadının daha tehlikeli olduğunu eklemedi. Başını adamın göğsüne koydu. Güçlü bir ritimle atan kalbini dinlemek ona huzur veriyordu. Bir yandan da kendi kalbinin derinliklerinde hem suçluluğu hem de mutluluğu aynı anda hissediyordu.
''En başa dönüp her şeyi düzeltmek isterdim.'' diye fısıldadı.
''Sen anahtarsın Dünya, yaptığın her şey bir şeyin yararınaydı. İstesen de mahvedemezsin, sen düzeltensin papatyam.''
''Anlamadım?''
Ares ondan ayrılıp ellerini tuttu. ''Bu senin doğan, senin seçilme sebebin. Hepimizden üstün olan güç tarafından seçilen anahtarlar, her zaman için doğru olan şeyi yaparlar. Eninde sonunda yaptığın her şeyin iyiliğe çıkağını biliyordum. Asteria seni seçmekle büyük aptallık yaptı, anahtarın doğasını bilseydi eminim bu kadar uğraşmazdı. Sorunları çözmek için seni ortaya bırakmak yeterdi ama Asteria elbette bunu bilemezdi.''
''Beni rahatlatmak için söylüyorsun. Ares, ben kötü bir iblis ruhunu tüm boyutlara saldım. Olimpos'un eski büyüsünü kullanarak boyutların kapılarını kırdım. Kim bilir nasıl bir karmaşa yaratmışımdır.''
''Karmaşayı düzeltmek için vaktimiz var. Baş iblis efendileri boyut kapılarına geçici mühür yapıyorlar, ruh şimdilik istediği her yere ulaşamaz. Fakat sen bizim Hekate'ye ulaşmamızı sağladın. Bu bizim için ne kadar güzel bir hediye anlatamam.''
''Onu kıskanmalı mıyım, gerçekten düşünmeye başladım.''
Ares muzip bir gülümseme gönderdi. ''Hekate boşta olsaydı, belki. Ama hatırlarsan, ben onun annesiyle evlenmiştim. Ona da asılmam tuhaf kaçar.''
Midesine gelen yumruk yüzünden iki büklüm olsa da gülmeye devam eden Ares'i ittirdi. ''Konu sen olunca emin olamıyorum nedense.''
Ares karnını ovarak sızlandı. ''Ömrüm boyunca senden dayak yemeye devam edeceğim sanırım.''
Dünya dudağını büktü. ''Hayır, tatlım, benim ömrüm boyunca...'' dedi ve durakladı. Çünkü Ares'in ifadesi birden fırtına öncesi gibi bozguna dönmüştü.
Ares çenesini kastı ve kaşlarını çattı. Sonra derin bir nefes alıp kendini sakinleştirmeye çalıştı. ''Güzel bir espri değildi Dünya. Ayrıca Zeus aptalı bana ambrosia vermezse diğer evlerin teklifini kabul etmem gerekecek.''
Sakinleşmekte pek başarılı olamadığı belliydi. Zeus'un hatırlatılması bile adamı geriyordu. Aklındaki başka bir şey ise dudaklarından çıkmakta isteksizdi. Dünya gerçeği bir kere söylemişti ve adamın inanmamak için çok sebebi vardı. Yine de kuşkulandığını anlayabiliyordu. Asteria'nın sözleri aklına geldi, Ares'in gerçeğe, önemsediği birinden duyması halinde inanacağını söylemişti. Dünya o denli şeytansı bir durumdayken söylemişti ve Ares gülüp geçmek yerine şimdi düşünüyordu.
''Ares, Zeus hakkında...'' dedi, adamın ona dönen bakışları yalvarır gibiydi. Ne olur devam etme der gibi... Cümlesini düşündüğünden başka şekilde bitirdi. ''Şey, bence bizi Olimpos'ta tutmak onun için kininden daha önemlidir ha? Her neyse, belki artık salona gitsek daha iyi olacak. Yoksa seni yine yatağa atmaya çalışacağım.''
Ares dudaklarını yayarak gülümsedi. ''Bunun olmasını ikimiz de istemeyiz, değil mi?''
Salona kadar el ele yürüyerek gittiler. Ares sürekli yanında olduğunu kontrol etmek ister gibi bakıyor, eliyle yüzünü okşuyor ve parmaklarını kenetlediği eline, dudaklarını bastırıp öpüyordu. Dünya içinde büyüyen sıkıntıyı Ares'e yansıtmamaya çalışıyordu. Zeus'un, onun babası olduğunu ve annesini cehenneme gönderdiğini öğrendiğinde, Ares'in yapabileceklerinden çok korkuyordu. Bilen üç kişiden biriydi ve Nabi veya kâhinin Ares'e anlatacaklarını sanmıyordu.Saklamaya karar verdi ve dudaklarını mühürledi.
***
Salona girdiklerinde üç kadın onların gelişini fark etmemişlerdi. Yiyeceklerle donatılmış masada gülerek birbirlerine bir şeyler anlatıyorlardı. Onları ilk fark eden Athena oldu.
''Eh, tam zamanında!''
Artemis ve Hekate başlarını çevirip onlara döndüler. Dünya bu görüntü karşısında sırıtmadan edemedi ve ona doğru koşan Artemis'i kollarını açarak karşıladı. Kadın ona sıkıca sarıldı.
''Şükürler olsun Dünya, yeniden aklını başına toplamana ne kadar sevindiğimi anlatamam.''
''Anladım Artemis, ben ve kemiklerim sevindiğini gayet iyi anladı.''
''Pardon.'' diyen Artemis onu bıraktı bu sefer Ares'e sarıldı. ''Sana da teşekkür ederim serseri herif.''
Ares tek elini kadının sırtına koydu ve içtenlikle sarıldı. ''Benim için zevkti tatlım ama bu sefer tek başıma değildim. Yanımda olduğunuz için, asıl ben, hepinize teşekkür ederim.''
Artemis sırıttı ve adamdan ayrıldı. Athena da Dünya'ya sarıldı ve gülümseyerek diğer ikisine baktı. Dünya üç kardeşin mutlulukla aydınlanan yüzlerine baktı ve onları izleyen Hekate'ye. Sanki hiçbir şey olmamıştı, Dünya habis ruhu hiç salmamıştı. Yutkunup konuşacakken Athena elini onun omzuna koyup hafifçe sıktı.
"Sakın kendini üzgün hissetme, kimse seni suçlamıyor Dünya."
"Ama..." derken Artemis ofladı.
"Ben suçluyorum Hena, giysi zevki berbattı. İnanabiliyor musun..." derken Athena kadının ağzını kapattı.
"Yeter artık Artemis, aynı konuyu duymaktan sıkıldım."
İkisinin atışmasını izleyerek masaya geçtiler ve kapı açıldı. Dünya ilk giren Eros'un yüzündeki şaşkınlığı ve devamındaki sevinci izledi. Onun ardında Adonis son derece sağlıklı ama endişeli bir ifadeyle odaya girdi. Adonis'in gözleri onu bulduğunda, endişesi eridi yerini rahatlamaya bıraktı. Sonra Hekate'nin varlığına şaşırabildi.
''Hey! Bu ne güzel bir sürpriz!'' dedi Adonis ve Eros'un ardına düşüp Hekate'ye doğru yürüdü.
Hekate ile sarılarak selamlaştılar. Eski bir dostu görmenin neşesiyle, tüm odayı huzur kaplanmıştı. Hekate kibar ve cana yakın bir tavırla, her birine ayrı ilgi gösterdi. Yine de kadındaki gerginlik Dünya'nın gözünden kaçmamıştı. Kapıya doğru attığı kısa bakışlardan, başka birini daha beklediği apaçıktı ve beklediği kişinin vereceği tepkiden dolayı kararsızdı.
Yuvarlak masanın etrafını sardılar ve konuşarak yiyeceklerden atıştırmaya başladılar. Artemis, Hekate'ye son dedikoduları, yani sözüm ona önemli bilgileri veriyordu ve Athena sürekli kadının lafını düzeltmek zorunda kalıyordu. Dünya biraz sonra bu mutlu tabloyu bozmak zorunda kalacakları konuyu düşündükçe içine kapandı. Asıl bomba hepsi toplanınca patlayacaktı ve Dünya ona söylenecek her şeye razıydı. Ares sandalyesine yayılmış, heyecanla konuşan Artemis'i dinliyordu. Derken Ares masanın altından elini uzattı, Dünya'nın kendi bacağını sıkan gergin eline uzandı ve sıcacık parmaklarını onun eline doladı. Dünya gerginliğinin yatıştığını hissetti ve adama baktı.
''Bu kadar endişelenme.'' diye sadece dudaklarını oynatarak konuştu.
Dünya adama gülümsedi ve parmaklarını sıktı. Ne kadar şanslı olduğunu düşündü. Ares gibi bir erkek tarafından sevilmek için ne yaptığını bilmiyordu ama talihine şükrediyordu. Onu bu kadar iyi anlayabilen biri olacağına ve bu adamın da, Ares gibi mükemmel biri olacağını hayal bile edemezdi. Bir ay öncesinde sadece komşusuyken şimdi kalbinin sahibi olmuştu.
Apollon'un neşeli sesi adamın gelişini bildirdi. ''Bana yemek bırakmışsınızdır umarım, yoksa...'' ve sustu.
Dünya adamın yüzündeki ışıldayan gülümsemenin kara bulutlar arasına ne kadar hızlı çekildiğini izledi. Apollon'un kaşları çatıldı ve odanın ortasında kalakaldı. Bakışlarının hedefinde Hekate vardı. Artemis'in sesi bile adamın duruşunu bozmadı.
''Hekate geri döndü Apollon.''
Apollon'un sadece gözleri kıpırdadı ve doğruca Ares'e baktı. Bakışlarıyla sorduğu soru çok belliydi, neden bana söylemedin? Beni neden uyarmadın? Hekate ayağa kalktı ve Apollon'a doğru bir adım attı.
''Sürpriz!'' dedi hafifçe gülümseyerek.
Dünya, güzel kadının ayrı bir ışıltıyla Apollon'un tepkisini beklediğini gördü. Yanaklarından yayılan pembelik beklerken kırmızıya dönüştü. Apollon sonunda çözüldü ve bakışlarını kadından alıp masaya ilerledi.
''Hoş geldin Hekate.''
Sesindeki sertliğe rağmen Hekate rahatladı. ''Teşekkür ederim.'' dedi ve sandalyesine geri oturdu. Apollon'un şansına sandalyesi kadının tam karşısındaydı. Birbirlerine olan ilgileri, gözlerinden belliydi. Apollon gerginliğine rağmen bakışlarındaki özlemi silememişti, sonunda çareyi başını indirip kimseye bakmamakta buldu. Dünya yemeğin sadece kendisi için işkence olmayacağını fark etti. Peki, nasıl oluyor da, bu kadar birbirlerinden hoşlanırken nefret etmeyi başarabiliyorlardı?
Nektar servisine kadar son olaydan bahsetmediler. Apollon hiç konuşmadı, az yemek yedi ve gözlerini masadan pek kaldırmadı. Nektar servisi için odanın diğer tarafındaki oturma grubuna gittiler. Ares diğerlerine kısaca olayı anlattı. Lanetin bağlandığı şeyin kolye olduğunu Adonis'in öğrendiğini ve ona söylediği sırada iblis enerjisini hissettiğini anlattı. Sonrasında da Hekate'nin gelişini ve lanetin geri tepmesini önleyişini açıkladı. Dünya'nın öldürmek için bıçakla saldırdığı anıyı atladı. Fakat Dünya o sahneyi gözlerinin önünden silemiyordu, nasıl o kadar acımasız olabilmişti?
İblis ruhunun ne durumda olduğunu öğrenmek için Ares, Eris'i çağırdı. Kadın yine tüm oynaklığıyla raporunu sadece Ares'e verdi ve diğerlerinin sorularını duymadı bile. Eris, Dünya'nın çok büyük bir güç salıverdiğini söyledi. Tabi burada özellikle anahtar demişti, sanki onun ismi yoktu. Dünya artık kıskançlığına son vermesinin bilincinde konuya odaklandı. Eris, boyutları mühürleyemediklerini ama kısa süreliğine, geçişi azaltacaklarını anlattı. Dediğine göre; habis ruh, iblisleri bile korkutuyordu. Ares, kadını gönderdi ve kendi düşüncelerinin içinde kayboldu.
''Dünya boyutları kapatamaz mı?'' dedi Athena. ''Daha önce yapmıştı.''
Apollon cevaplamak için ağzını açtı ve Hekate ile aynı anda cevapladılar.
''Hayır.'' ikisi de durdu ve birbirlerine baktı.
Apollon alaycı bir yüzle eliyle kadını buyur etti. ''Sen konuş, her konuya bir lafın vardır zaten.''
Hekate güzel gözlerini adama dikti. ''Arada konuştuğum oluyor.'' dedi ve kaşlarını havalandırdı. ''Senden fırsat kaldığı anlarda, bay çokbilmiş''
''Ben mi çokbilmişim?'' dedi Apollon. ''Bayan felaket getirenden duyduğum nadir iltifatlardan biri olsa gerek.''
Hekate çenesini sıktı ve sinirle başını çevirdi. ''Hala bu kadar budala olmana şaştım doğrusu.''
Apollon gözlerini kadından ayırmadan tısladı. ''Budalaydım, doğru ama çok öncedendi.''
Hekate'nin hücuma geçmiş saldırı hatları birden bire yerle bir oldu. Başını öne eğdi ve yutkundu. Düzgün kaşlarını çatmıştı, Apollon'un sözlerindeki bir şeye üzülmüş ve kırılmış gibiydi. Herkes nektarları kenara bırakmış ikisinin atışmasını seyrediyordu. Sonunda Athena dayanamadı.
''Aranızdaki anlaşmazlığı sonra çözebilirseniz sevinirim. Şimdi ne yapacağımıza yoğunlaşalım. Bu ruha hükmedebilir misin Ares?''
Ares omzunu silkti. ''Denerim. Fakat çok dağılmış uzun sürer.''
Eros öne doğru eğildi. ''Başka çaremiz yok mu? Kapılar uzun süre dayanmaz.''
Hekate ile Apollon yine aynı zamanda konuşmayı başardılar. ''Kapı diye...'' ve ikisi de derin bir nefes alıp sustular.
Artemis gözlerini devirdi. ''Az önceki kavgayı Apollon başlatmıştı şimdi sıra sende Hekate. Ready and fight!''
Apollon'un kızgın bakışlarına hiç aldırmayan Artemis bacaklarını üst üste attı ve geriye yaslandı. Athena tüm ciddiyetiyle, Hekate'ye döndü.
''Apollon iyice sinirlendi, şimdi Olimpos yansa konuşmaz. Sen devam et bari.''
''Demek inatçılık konusunda da pek gelişememiş, neyse onun lafıma atlamasından korkmadan konuşayım o halde.'' Apollon'un dişlerini gıcırdatmasını memnuniyetle dinledi. ''Kapılar hiç dayanmaz çünkü ortada kapı diye bir şey kalmadı. Dünya tüm boyut kapılarını tabiri caizse patlattı. Ve Ares, o ruha tek başına hükmetmeye çalışırsan zarar görebilirsin.''
''Ne yapacağız öyleyse?'' dedi Ares. ''Burada durup ruhun, canlı her şeyi çıldırtmasını mı izleyeceğiz. Biliyorsun, iblisler korkuyla güçlenir ve o ruh, güçlendiğinde meydana gelecek şeyi görmek istediğimi sanmıyorum.''
''Ares!'' dedi Athena. ''Biz burada neyi feda edeceğimizi kararlaştırmıyoruz. Kimsenin zarar görmeyeceği bir çözümü arıyoruz. O yüzden maço tavırlarını bırak ve biraz söz dinle.''
Ares sevimli ama yaramaz bir çocuk gibi suratını astı ve odadaki asık surat sayısı üçe yükseldi. Dünya konuşmaya katılmayı istemiyordu, hala suçluluk hissederken ağzından çıkacak tek kelime özürdü. Adonis'in de canının sıkkın olduğu gözünden kaçmadı, dinliyor gibi görünmeye uğraşmıyordu. Elindeki kadehi avuçlarının arasında sağa sola sallarken bakışları da, çalkalanan sıvıdaydı.
İki saat sonra tartışmaya ara verdiler. Hepsinin kafası karışıktı. İkiayaklı iblisler ve onların tuzaklarıyla baş etmek daha kolaydı. İblis ruhu gibi insanın içine işleyen ve dokunduğu canlıyı delirten soyut bir şeyle nasıl savaşacaklardı ki? Akıllarına gelen tek şey büyü ve tılsım kullanmaktı. Hekate, iblis ruhunu alt edebilecek güçlü bir tılsım olup olmadığını araştırmaya karar verdi. Bu konuda en bilgili kişi Apollon'du ama kimse ikisinin beraber çalışma önerisini sunacak kadar delirmemişti.
Ares ile odadan ayrıldılar. Dünya'nın başı ağrıyordu ve midesindeki yanma son bir saattir bulantıya dönüşmüştü. Apollon onlardan çok önce ayrılmıştı, geride kalanlar sohbete devam ettiler.
Dünya dalgın adımlarla yürürken Ares onun kolunu okşadı.
''Hadi mutfağa gidelim de bir şeyler ye.''
Dünya adamın omzuna yaslandı. ''Aç değilim.''
''Yapma, yemek boyunca hiçbir şey yemedin. Bu kadar suçluluk duymana gerek yok. Sana söyledim, sen istesen de kötü bir şey yapamazsın. Bu olanların sonunda...''
Dünya doğruldu ve karşısında durdu. ''Sonunda iblis korkusunu tüm evrene saldım. İyi bir şey olmasını nasıl beklerim?''
Ares bıkkın bir nefes aldı. ''Göreceksin sadece sabırla bekle.''
''Of, Ares. Ben senin kadar güçlü değilim. Kıyameti başlattım ve senin benim pisliğimi temizlemeni seyretmek canımı acıtıyor.''
''Hena beni men etti, duymadın mı tatlım? Senin pisliğini hep beraber temizleyeceğiz.'' Dedi ve tatlı alaycılığıyla sırıttı. ''Beklerken de senin guruldayan aç midenin çaresine bakmaya ne dersin?''
''Gerçekten baş belasısın.''
''Biliyorum sevgilim. Kızlar bu yönüme hasta olur.'' Dedi ve Dünya'dan beklediği yumruğu engellemek için ellerine uzandı. Fakat tekmeyi hesaba katmamıştı. Kaval kemiğine yediği tekmeyle inledi. ''Of Dünya! Aç olduğunda hiç çekilmiyorsun.''
''Sen hiçbir zamanında çekilmiyorsun o ne olacak!'' diye hırladı.
Ares onu kolları arasına aldı. ''O halde, belki biraz itmelisin.'' Diye dudaklarına doğru fısıldadı. ''Mesela yatağa doğru...''
Dünya'nın boğazı kurudu ve sözler yine kuruyan boğazına takılı kaldı. Ares, dudaklarına kelebek kanadı yumuşaklığında dokundu ve geri çekildi. Dünya, vaat edilen öpücüğü talep ederek adamın dudaklarına uzandı. Ares yine aynı numarayla onun başını döndürdü. Tuzağa düşerek adama yeniden uzanmasına sinir olarak geriledi. Tam ağzını açıp bağırmaya başlayacaktı ki, Ares onun dudaklarını kapattı.
Yanlarından geçip giden Eros'un sesiyle birbirlerinden ayrıldılar.
''Odanıza gidin sapıklar!''
Ares gülümseyerek kendini çekti ve yürüyüp giden Eros'a seslendi.
''Alışsan iyi edersin!''
Eros sadece homurdandı ve basamakları çıkmaya devam etti. Ares'in kollarının arasından sıyrıldı.
''Mutfak önerin kabul edildi.'' Dedi rahat görünmeye çalışarak.
''İşte böyle!'' diye onun eline uzandı. ''Emirlerimi dinlemeye başlaman iyiye işaret.''
Dünya, Ares'in kibirli ifadesine burun kıvırdı. ''Cümledeki öneri kısmına dikkatini çekerim tatlım.''
Mutfağa gittiler ve üzüntü veren hiçbir şey hakkında konuşmadan sandviç hazırladılar. Ares hazırladığı ilk sandviçler çöpe gitmişti çünkü tuz yerine toz şeker atarak, ekmekleri yenilmez hale getirmişti. İkinci sandviçlerde işi kurtardı ve mideleri dolu olarak mutfaktan ayrıldılar. Dünya odasına gitmek istemiyordu ama vakit oldukça geçti. Ares'in yanından ayrılma düşüncesi onu sıkıyordu. Ares vakit kazanmak için veya diğerlerine yakalanmamak için yönlenmemişti. Dünya kendi katına çıkan merdivenlere yaklaştıkça Ares'i odasına çağırmayı düşünmeye başladı. Bu çağrı, ikisi açısından da pek masum olmayacaktı.
Lanetinin etkisiyle delirmiş iblis hali aklından gitmiyordu. Anısı bu kadar tazeyken Ares'e dokunmakla kutsal bir anı lekeleyeceğini düşünüyordu. İç sıkıntısı iyice tavan yapmıştı. Ares'in onun katına çıkan merdivenleri geçtiğini çok sonra fark etti. Elinden tutarak adamı durdurdu.
''Odam...''
Ares onu çekiştirdi. ''Odanın nerede olduğunu çok iyi biliyorum papatyam ama bu gece sensiz uyumayacağım.''
Dünya buz kesti ama ses çıkarmadan Ares'in adımlarına uydu. Heyecanını anlatacak kelime yoktu zaten olsa da Dünya'nın aklına şu anda gelmezdi.
***
***
En üst kata çıktıklarında onları bekleyen Apollon ile karşılaştılar. Apollon yaslandığı duvardan doğrulup Ares'e döndü.
''Seninle konuşmam gerek.''
''Hekate hakkındaysa, boşuna nefesini tüketme Apollon.''
''Onunla sadece konuşmaya çalıştığını sanıyordum. Kaçtığı her ne cehennemse, oradan çağırmanı beklemiyordum.'' Apollon zor zapt ettiği öfkeyle, Ares'in karşısında durdu. ''Bizim onun yardımına ihtiyacımız yok!''
Ortalığın karışacağını fark eden Ares, Dünya'nın elinden sıyrıldı ve onu odasına doğru döndürdü. ''Sen odaya geç Dünya. Ben birazdan gelirim.''
Dünya, Apollon'dan yayılan içki kokusu ve yoğun öfke yüzünden kararsızca kenara geçti. Odaya gitmek istemiyordu. Ares, sarhoş Apollon ile mesafesini koruyarak sakin bir sesle konuştu.
''Onu çağırmak istediğimi, en azından konuşmaya çalıştığımı biliyorsun Apollon. Ona ulaşmaya çalışırken yapılan büyünün beni çarptığını da... Fakat Hekate'nin gittiği boyuta ulaşamamıştık. Aşağının durumunu da biliyorsun, boyutların halini...''
Apollon, Ares'i sertçe ittirdi. ''Yalan söyleme!"
"Lafımı bitirmeme izin ver..."
"Bana yalan söyleme sen de! Onu çağırdın, yoksa gelmezdi.''
''Neden gelmesin, belki pişmandır.''
Apollon kötü bir kahkaha denemesi yaptı. ''O pişman olmaz. O kalplerle oynar ve sonra da bırakır, gider.''
''Onu terk eden sendin, şimdi kalkmış söyleniyorsun. Değerini bilemeyen sendin, o yüzden sızlanma.''
Ares yüzüne yediği yumrukla başı yana savruldu. Apollon hırsını alamamıştı. ''Beni aldattı!'' dedi dişlerinin arasından tıslayarak. ''Alay etti. Sonra da gitti.''
''Sen gittiği için kızgınsın...''
Apollon, Ares'in yakasından tuttuğu gibi duvara yapıştırdı ve yüzüne doğru kükredi. ''Ne bilirsin ki? Ben onu...''
Ares hiç tepki vermeden adamın yüzüne baktı. İstediği an Apollon'un ellerinden kurtulabilirdi ama yapmadı. Yavaş bir sesle konuştu.
''Sen onu seviyordun.''
Apollon'un yumruğu ağzının kenarında patlayınca, bu sefer Ares adamın ellerinden kurtuldu. Sarhoş adamı kendinden uzaklaştırmak için itti. Apollon gerileyip karşı duvara çarptı. Dünya dehşet içinde, iki adamın tartışmasını seyrediyordu. Ares patlayan dudağındaki kanı yaladı ve öfkesinin buğusundaki adama baktı.
''Son kez söylüyorum, ben onu çağırdığım için dönmedi. Boyutların kilitleri kırıldığı için o, dönmeyi seçti. Ve üzüldüğümü söyleyemem, çok sevindim. Onu özlemiştim. En az senin kadar!''
Apollon kaşlarının altından Ares'e bakıp homurdandı. ''Ondan nefret ediyorum.''
Ares elinin tersiyle ağzını silip adama yaklaştı. ''Ondan neden nefret ediyorsun?''
Apollon onu ayakta tutan duvarmış gibi yapışmış kalmıştı. Adamın yakışıklı yüzü kasıldı. ''Benimle dalga geçme. Aldattığını çok iyi biliyorsun.''
Ares iki elini adamın omuzlarına koydu. ''Peki, böyle bir şey yapacağını tahmin ediyor muydun? Senin yaptığın bir şey yüzünden intikam almak isteyeceğini bilmiyor muydun?'' Apollon cevap vermedi ama sessizliği bir onaydı. ''Onu tanıyordun ve onu olduğu gibi sevmiştin. O halde Hekate kendisi gibi davrandığı için neden ondan nefret ediyorsun?''
Apollon tükenmiş bir halde başın eğdi. ''Deli hallerini kabul ettim, doğru ama aldattıktan sonra benim için hiç savaşmadı. Gitti.''
Ares onu sarstı. ''Senin inadın kimse de yok. O kadının neler yaptığını bugün gibi hatırlıyorum ama sen yüzüne bile bakmadın. O, senin için savaştı.''
Apollon gözlerini kaldırıp Ares'e baktı. ''Yeteri kadar savaşmadı.'' Dedi ve güçsüzce ekledi. ''Sevmenin ne demek olduğunu bilmiyordu. Senin Dünya için katlandıklarını gördüm Ares. Hekate benim için bunların hiçbirine katlanmazdı. Sen neden çekip gitmedin?''
Ares ellerini adamdan çekip doğruldu. ''Gitmek çaresizliktir Apollon, karşısındakinden emin olamamaktır. Ben Dünya'nın sevgisinden emindim, o yüzden onu bırakmadım. Ben Dünya'yı seviyorum, iblis de olsa, lanetli de olsa...'' döndü Dünya'ya baktı. ''Evrenin en çekilmez insanı da olsa; onu, olduğu gibi seviyorum.''
Dünya aşktan ölebileceğini sandı. Göğsü deli gibi atan kalbine dar geliyordu. Yutkundu ve adama gülümsedi.
''Ben neden seni seviyorum bilemedim.''
Ares omzunu silkti. ''Dayanılmaz çekiciliğim mi acaba?''
Dünya gözlerini devirdi. ''Ah, nasıl da aklıma çıkmış?''
''Haklısın, ikimiz de inat ettik.'' Dedi Apollon duvardan doğruldu, eliyle dağılmış saçlarını geriye taradı. ''Ben... Üzgünüm Ares, kendimi çok kötü hissediyordum. Tüm öfkemi senden çıkardım. Bir kahve içsem iyi olacak, ayılmama yardım eder.''
Ares yan gözle Dünya'ya baktı, Apollon'u bu halde bırakmak istemediği açıktı. Dünya gülümsedi ve göz kırptı. ''Ben seni beklerim.'' Diye dudaklarının hareketiyle adamın istediği onayı gönderdi.
Ares sırıttı ve Apollon'un ardına düştü. ''Hey, serseri herif bana vurduğun için kahve borçlusun, sade ve dört şekerli.''
Dünya iki adam kaybolana kadar arkalarından baktı. Hislerinde yanılmamıştı. Hekate ile karşılaştığı rüyasında, Hekate'nin özlem dolu gözlerle kendi omzundaki mühre bakışından beri şüpheleniyordu. Ama bu denli çekişmeli bir aşk olduğunu sanmamıştı. Apollon gibi kibar ve neşeli bir adamın romantik bir sevgili olduğunu düşünmüştü. Kapıya elini uzattı. Kadife dalgalanarak kapı açılırken Dünya kaşlarını çattı.
Acaba Hekate, Apollon'u kiminle aldatmıştı? Ve Ares bu ihaneti neden doğal karşılıyordu?
''Saçmalama Dünya.'' diyerek Ares'in odasına girdi. Ares, Hekate'ye hayran gibiydi... Hem de oldukça ama... Hayır, bu şekilde düşünmeyi bırakacaktı, bir karar vermişti. Ama lanet kadın, Ares'i neden öyle okşamıştı ki?
Kafa karışıklığı yüzünden öylesine hareket ediyordu. Yarım saat kadar kestirmenin en iyi fikir olduğunu düşündü. Üzerine Ares'in uzun ve geniş tişörtlerinden birini geçirdi ve aklındakileri yatıştırmak için yatağın içine girdi. Zihninde çalışan film şeridinde, başlattığı kıyamet kısa bir geçiş yaptı ve geri kalan düşüncelerini Ares ve Hekate kapladı.
Mis gibi kokan ipeğin örttüğü sert bir sütuna, kollarını ve bacaklarını dolamış halde uyandı. Sütun tek kolunu, onun beline sarmış, sıyrılan tişörtün altından çıplak sırtına elini koymuştu. Dünya bacaklarını doladığı sütuna biraz daha sokuldu, sıcacıktı. Başını yasladığı yerin yavaş bir ritimle inip kalktığını fark etti. Ve gözleri o anda açıldı. Bir koala gibi sarıldığı şey, sütun değildi.
Ares sol kolunu yastığın altına sokmuş, başını da sağ omzuna doğru çevirmişti. Diğer eliyle de onun beline gevşekçe sarılmıştı. O gayet normaldi, tuhaf olan Dünya'nın haliydi. Adama öyle sıkı sarılmıştı ki, adamın bu şekilde nasıl uyuyabildiği muammaydı. Başını, adamın boynuna yakın göğsüne koymuş, ellerini adamın güçlü bedenine dolamıştı. İki bacağının arasına Ares'in bacağını almıştı. Aralarından havanın dahi geçebileceğini sanmıyordu. Üzerindeki geniş tişört, göğüslerine dek sıyrılmıştı. Bunu sadece hissediyordu çünkü ince bir örtüyle örtülmüşlerdi. Bacağını usulca oynattı, Ares pantolon giymişti ama kendisi penye çamaşır ve aile boyu tişörtle oldukça itici bir haldeydi. Ares, onu gündüz gözüyle, bu aptal kıyafetle görmemeliydi.
Bedeninin itirazları duymazdan geldi ve kendini mis kokulu çekici bedenden ayırmaya davrandı. Sağ bacağını usulca Ares'in bacağının altından çekti. Sadece bu hareketiyle bile nefes nefese kalmıştı. Başını kaldırdı ve derin uyuyan adamın yakışıklı yüzüne baktı. Kahretsin, bu kadar güzel uyumaya hiç hakkı yoktu. Dudağının ucunda hafif bir kızarıklıkla, uyuyan kanatsız bir meleğe benziyordu. Aklını istila eden hormonlarının çığlıklarını duymazdan geldi. Düşündüğünü yapmak tecavüze girebilirdi, en azından tacize.
Sağ elini adamın kolunun altından çekti, dikkati yüzünden ter içinde kalmıştı. Sağ kolundan destek alarak kendi bedenini yükseltti. Hemen altındaki muhteşem bedenden uzaklaştığı için beyni ve hormonları, kaslarına saldırmaya başlamışlardı. Kolu titreyince, az daha adamın üstüne geri kapaklanıyordu. İşin en zor kısmı kalmıştı. Ares'in elini kendi sırtından çekmek... Şansına, Ares uykulu bir inlemeyle başını diğer yana çevirdi ve o anda kolu onun üstünden kaydı. Serbest kalmıştı.
Dünya kısa bir nefes alarak vücudunu çevirdi ve yavaşça yatağa oturdu. Bir iki saniye kendine izin verdi. Omzunun üstünden Ares'e baktı. Saçları yastığın üstüne dağılmış, uykunun huzurlu güzelliği altında parlıyordu. Örtü bacaklarına kadar sıyrıldığı için güçlü ve zarif kasların donattığı heykel misali vücudu tam bir göz ziyafetiydi. Dünya dudağını ısırdı. Ya şimdi, ya da asla diyerek başını çevirdi ve ayaklarını aşağı sarkıttı. Fakat ayağa kalkamadı. Bir el, tişörtünden tutup onu hızla geriye çekince kendini yeniden yatakta buldu. Dünya çığlık bile atamadan yatağın üstüne devrildi.
Ares haylaz bir sırıtmayla üzerine çıktı ve ellerini bileklerinden iki yana bastırdı. ''Seni yakaladım.''
Dünya kaşlarını çattı. ''Pis numaracı, uyanıktın ve beni aptal durumuna düşürdün.'' diye homurdandı.
''Çok eğlenceliydi.'' dedi Ares yüzünü biraz yaklaştırdı ve fısıldadı. ''Kıvranmana bayıldım.''
Fısıltı, tenini okşayan bir meltem gibi bedeninde gezindi ve geçtiği yerleri ateş içinde bıraktı. Dünya, olağanüstü güzel gözlere baktı kaldı, hazırcevap dili her zamanki gibi adamın karşısında tatile çıkmıştı. Ares'in nefes alışı değişti, Dünya zaten nefes almadığından bu değişimi hissetmek onun daha fazla ateşlenmesine neden oldu. Ölümsüz, onu tutmaya devam ederek doğruldu. Tutkulu gözleri, Dünya'nın yüzünden aşağıya indi. Kendi göğüslerinin bu inceleyici bakışlara verdiği tepki onu utandırdı. Ares memnuniyetle sırıttı, gıcık herif, her şeyin farkına varması mı gerekiyordu?
Ares yutkundu ve gözlerini onun gözlerine çevirdi.
''Nereye gidiyordun?''
''Eee, ben...''
''Benden mi kaçıyordun? Sana dokunduğum için mi uzaklaşmak istedin?''
Dünya telaşla başını salladı. ''O kadar aptal değilim.'' dedi ve nefes alıp gerçeği söyledi. ''Kılığım çok kötüydü. Dün kafa karışıklığında senin tişörtünü giymişim, inan hatırlamıyorum. Beni bu salaş halimle görmeni istemedim.''
Ares gözlerini kıstı. ''Kötü görünmekten korktuğun için mi yataktan sıvışıyordun?'' Dünya başını salladı, yanakları kesin alev almıştı. Ares kahkahalarla kendini yana bıraktı. ''Sen beni bitiriyorsun Dünya'm.''
Dünya başını yana çevirip hala gülen adama baktı. ''Bu kadar komik olan şey ne?''
Ares gülmeyi zorla bırakıp dirseğinin üstünden doğruldu. ''Bu halinle ne kadar baştan çıkarıcı olduğunu bilsen...'' Dedi istekli gözler yine onu baştan ayağa süzdü. ''Gece, seni yatağımda bu şekilde görünce sadece uyumakta bayağı zorlandım. Beni büyülüyorsun tatlı cadı.''
Ares'in inceleyen gözleri, bacaklarında fazlaca oyalanınca Dünya'nın teninden bir ürperti geçti. Sanki gözünün değdiği yerleri elleriyle okşamıştı. Yanı başındaki adamı öyle çok istiyordu ki, bu arzu onu mantıksızlaştırıyordu. Bu yüzden hafifçe doğruldu ve Ares'i ittirip yatağa düşmesini sağladı. İlkel içgüdülerinin tesiri altında Ares'in üstüne oturdu. Ares beklenti dolu gözlerle onu izliyordu, çok çekiciydi ve onun tersine soğukkanlı görünüyordu. Fakat adamın da onun kadar heyecanlı olduğu kalp atışlarından ve nefes alışından anlaşılıyordu.
Parmaklarını, mükemmel kasların kapladığı bedende gezdirdi. Her bir kıvrımı parmaklarıyla severken Ares'in kımıldamadan durmak da zorlandığını hissediyordu. Karın kaslarına inmişti ki, dayanamayan Ares onu belinden tutup kendine çekmek istedi ama eliyle adamı durdurdu.
''Uslu dur eğer senin için mümkünse.''
Ares derin bir nefes alıp ellerini onun bacaklarına yerleştirdi. ''Dünya...'' diye mırıldandı. ''Biliyorsun, sen hazır olana kadar beklerim.''
Dünya, Ares'in aşkla parlayan gözlerine baktı. Oyuncu bir tavırla adamın çenesini ısırdı ve boynundan aşağıya sadece dudaklarını gezdirdi. Kulağına doğru ilerledi ve kulak memesini dişledi.
''Ne demek istediğini anlamadım sevgilim.''
Ares'in elleri, bacaklarından yukarı doğru çıktı ve Dünya'nın vücudundaki sinirleri de peşinden sürükledi. Ares Dünya'nın onunla oyun oynadığını fark edemedi, ilk defa safça onu cevapladı.
''İstemediğin bir şeyi diyorum.'' dedi boğuk bir sesle. Dili bağımsızlığını çoktan ilan etmişe benziyordu. ''Yani istemiyorsan, ben...''
Dünya, Ares'in saçlarına ellerini geçirdi ve asılarak başını geriletti. Çenesinden boyun çukuruna kadar yalayıp ısırarak teninin tadına baktı. Ares altında hareketlenmemek için kendini zor tutuyordu. Güçlü parmaklar, kalçalarını avuçladığında Dünya kuvvetli bir soluk verdi. Ares'in bir yalvarış gibi onun ismini fısıldadığını duydu.
"Dünya..."
Tüm bu zaman boyunca Ares onu kasten eritmişti, biraz da onun işkencelerine katlanması gerekiyordu. Dünya, beklenti içindeki adamın teninde dudaklarını gezdirmeye devam etti. Göğsüne kadar inmişti ki, Ares'in sesi yeniden duyuldu.
''Dünya, cevap?''
''Düşünüyorum...'' dedi ve dilini Ares'i inletecek şekilde kullandı. ''Yani sanırım düşünüyorum.''
Ares hırıldadı. ''Ne düşünmesi, sen bana resmen tecavüz ediyorsun.''
Dünya hafif ısırıklarla öptüğü göğüsten başını kaldırdı. ''Son yarım saattir, tam da dediğin şeyi yapmayı düşünüyordum. Olimpos'ta suç sayılır mı?''
Ares'in gözleri kısıldı ve dudaklarında hınzır bir gülümseme belirdi. ''Öyle mi? Neden baştan söylemedin papatyam? Suç işlemene yardım ederdim.''
Dünya havalandığını ve yatağa sırtüstü geri konduğunu hissetti. Ares onun üstündeki salaş tişörtü sıyırırken küçük bir kız gibi kıkırdamaktan başka bir şey yapamıyordu. Tişört gözden kaybolduktan sonra ona dönen Ares'in yüzündeki masum ve güzel ifadeyi zihnine kazıdı. Ares yavaşça ona eğildi ve dudaklarının tadına vararak uzunca bir süre öptü. Bedenleri birbirine karıştı, aşkın bal tadını doyasıya içtiler. Ve sevgilerini, birbirlerinin tenlerine mühürlediler.
Ve Dünya, Ares'in özlem dediği şeyin bedenle ilgisi olmadığını anladı.Sevmekle ilgisi vardı, sevdiğin kişiyi her daim özlerdin. Ares'in, ona, yanındayken bile özledim demesi anlam kazandı. Kesinlikle haklıydı. Ares onun içine işlemişti, son nefesine kadar bu çekici, ukala, serseri ve başına buyruk savaş tanrısını özleyecekti.
***
***
Ares'in göğsüne yorgun ve mutluluktan sarhoş olmuş bir halde uzandığında kalbi bir kuş gibi çırpınıyordu. Ares kolunu ona doladı ve kendine iyice çekti. Şefkatli ve korumacı kolların arasındayken, Dünya'nın içinde tuhaf bir panik duygusu filizlendi. Ares ölümsüzdü, evet, ama o kadar çok ölümün kıyısında yürüyordu ki... Ona anlatılan hikayelerde ve son haftalarda gördüğü kadarıyla ölüm, adamı sürekli teğet geçiyordu. Bu hissin bir öngörü olmasından korktu ve gözlerinin yaşlarla yandığını fark etti. Yutkunarak yaşları gerilemeye zorladı ama başaramadı. Gözyaşları iri damlalar halinde Ares'in göğsüne akarken Dünya adama sıkıca sarıldı. Hıçkırarak ağlamamaya çalışıyordu ama Ares zaten fark etmişti. Bir anda adamın bedeni gerildi, sonra Dünya'nın yüzünü kendine çevirdi. Gözlerinde uçuşan ifadelerin hiç biri Dünya'nın üzüntüsünü yansıtmıyordu.
"Ne oldu?"
Dünya güçsüzce mırıldandı. "Yok bir şey..."
''Pişman mısın?'' dedi sert ve suçlayıcı bir sesle. Adamın göğsü hızlı inip kalkıyordu. ''Söyle!''
Dünya başını sağa sola salladı. Konuşacak halde değildi, şu anda Ares'e bir şey olacak korkusuyla düşünceleri felç olmuştu. Ares'in ifadesi biraz daha gerildi.
''Neden ağlıyorsun hayatım? Canını mı yaktım?''
Dünya kolunu Ares'in boynuna doladı ve kendini çekerek yüzünü Ares'in yüzüne yaklaştırdı. Onu çeken ten kokusunu doyasıya kokladı. Ares hala gergindi ama onun sarılışına içtenlikle cevap verdi. Sakinleştirmek için bir yandan da saçlarını okşuyordu. Dünya onun boynuna gömülmüş ağlarken derin nefeslerinden başka ses çıkarmadı ve bekledi.
Dünya sonunda şişmiş bir yüzle doğruldu. Ares'in cevap bekleyen yüzünü okşadı. Adamı bu kadar çok sevmek onu korkutuyordu, tam kavuşmuşken ayrılmak zorunda kaldığını düşünmek kendini çaresiz hissetmesine neden oluyordu. Ares'in bu hissi ne kadar çok yaşadığını düşündü. Onun hafızasını silerek evine bıraktığında, adamın nasıl bir boşluğa düşmüş olduğunu ve tekrar karşılaştıklarında, kendisini tanımayan gözlere bakmanın ne denli azap verici olduğunu düşündü. Dünya, Ares'in kendisine yabancılaşmasına dayanamazdı. Fakat o, adama nazaran şanslıydı, anılarının yansıması rüyalarından başka, onun kafası rahattı. Ares'in onun yüzünden çektikleri ve hala çekmek zorunda olduğu çilelere aldırmadan onu sevmeye devam etmesi... Bu, onun için fazlaydı. Kaybetme korkusuyla karışan suçluluk duygusu çok ağırdı.
Ellerinin arasındaki güzel yüz, karmaşık duyguların istilası altında onu izliyordu. Dünya başparmaklarıyla Ares'in elmacık kemiklerini okşadı. Keşke elinden gelseydi ve sevdiğine verdiği azabı iz bırakmadan silebilseydi.
''Bana söz vermeni istiyorum.'' dedi gözünden akan yaşlar kadar ıslak bir sesle.
Ares alt dudağını ısırdı ve başını yatağın kenarına dayadı. Dünya ellerinin arasından sıyrılan adamın başını kendine çevirdi. Ares'in kalp atışları iyice hızlanmıştı.
''Neden?'' dedi üzgün bir sesle. ''Sürekli canımı yakmak zorunda mısın Dünya? Beni göklerin en tepesine çıkardıktan sonra neden hızla yere çarpıyorsun? Neden ağlıyorsun? Neden üzgünsün?''
''Üzgün değilim sevgilim. Korkuyorum. İçimde tuhaf bir his... Bilmiyorum. Bana söz ver, kendine çok dikkat edeceksin. Zarar göreceğin bir şey yapmayacaksın.''
Afallayan Ares bir an durdu, sonra da gevşeyerek güldü. ''Bu muydu? Hayatım, ben Ares'im unuttun mu? Bana bir şey olmaz. Ben, Olimpos'un başına çöken lanetli belayım. Bu bizzat liderimiz tarafından söylenmiş bir unvandır.''
Dünya adamın olayı kaynatmasına izin vermedi. ''Ares ben ciddiyim. İçimde kötü bir his var.''
Ares onun çenesini okşadı. ''Bunlar hep bizimkilerin suçu, sürekli korumacı davranınca etkilendin tabi.''
Dünya sinirli bir halde doğrulup yatağa diz çöktü. Ares'in ciddiyetsizliği ve umursamazlığını nasıl yok edecekti?
''Daha birkaç saat önce ben seni öldürecektim Ares! Ben! Orada öylece kolyeye uzanmak yerine dönüp beni etkisizleştirebilirdin ama sen inatla kolyeye uzanmaya devam ettin. Bir daha buna benzer bir şey yapmanı istemiyorum. Kendi hayatın tehlikedeyken inatla kafana koyduğun şeyi yapmanı istemiyorum. Olayları bazen oluruna bırakmalısın.''
Ares dirseğinin üzerine doğruldu. ''O kolyeyi kaybedip seni lanetine terk etseydim ben zaten yaşayamazdım. Ben orada bencillik yaptım. Kendi sağlığım için o kolyeye uzandım sevgilim.'' Ares'in gözleri onun boynundaki kolyeye kaydı. Elini uzatıp parmaklarıyla okşadı. ''Şimdi olması gereken yerde...'' dedi ve elleri biraz daha aşağıya, onun çıplak göğsüne indi. Zarif ve güçlü parmaklarıyla, göğsünün kavisini okşarken gözlerini onun gözlerine dikti. ''Aynı senin gibi...''
Dünya göğsünü kavrayan parmakların verdiği zevkten başka bir şey düşünemedi. Ares doğruldu ve dudaklarını diğer göğsüne kapattı. Dünya kendini tutamadan inledi. Göğsünü çekiştiren el, sırtına yöneldi ve omurgasını okşayarak kalçasına inerken Dünya ellerini adamın omzuna koydu, soluk soluğa tısladı.
''Ciddi olamaz mısın?''
Ares, onun canını acıtıp zevkle inleten bir ısırıktan sonra cevap verdi. ''Yatakta çok ciddiyimdir bir tanem, fark etmedin mi?''
''Pek anlayamadım.'' diye titrek sesle mırıldandı, kelimelere hâkimiyetini iyice kaybetmişti.
Kalçasını kavrayan parmakların sahibi ölümsüz, yoğun bir sesle karşılık verdi. ''O zaman konuyu tekrar edelim.''
Dünya parmaklarını Ares'in yumuşak dalgalarına geçirdi ve kendini haşarı prensinin kollarına bıraktı. Onu eriten öpücükler merhametsizce kesilene kadar bulutlara ulaşmaya çok yakındı. Ares dudaklarını onun teninden çektiğinde Dünya şimdiki zamana geri döndü. Kapıda biri Ares'e sesleniyordu. Ares kapıdakine cevap verirken, Dünya nihayet Ares'in sesinden ve hareketlerinden başka bir şeye odaklanabildi.
''Def ol git Hermes, inan hiç sırası değil.''
''Sürekli kovuyorsun zaten, sıramı bekleyecek değilim. Ayrıca sıradakilere neler yaptığını biliyorum ve hiç birine hevesli değilim.''
''Def ol!'' dedi Ares, Dünya'nın bacaklarını okşarken dudaklarını onun boynuna sürttü. ''Şu anda çok ciddi bir meseleyi tartışıyoruz. Ve ne yazık ki, en baştan başlamam gerekecek.''
Dünya gülerek adamın omzunu dişledi. Ares gerçekten dayanılmaz biriydi. Fakat Hermes'in bir sonraki cümlesiyle tüm mutluluğu kanatlanıp uçtu.
''Zeus, seni ve Dünya'yı tepeye çağırıyor, şimdi''
Ares kaşlarını çatıp Dünya'nın tepkisine baktı. Dünya taş kesilmişti, Zeus'un bu kadar erken döneceğini sanmıyordu. İşleri düzelttikten sonra gelmesini umut ediyordu. Umutlanması mantıksız geldi. Zeus, Olimpos'un kralıydı ve olup bitenlerden haberinin olmaması olanaksızdı. Ares doğruldu.
''Geliyorum.''
''Görüşürüz tatlı çocuk.'' dedi Hermes ve sesi kesildi.
Ares yataktan indi ve hiçbir şey demeden banyoya gitti. Dünya'nın paniği yeniden yükselirken halsizce yataktan kalktı. Kavga etmemeleri dilemek saçma olacaktı, o yüzden daha yararlı bir dileğe yoğunlaştı. Ne olur Zeus, Ares'i cezalandırmasın? Üstünü giydiğinde, Ares belinde havluyla odaya girdi. Dolabına doğru yürürken soğuk bir sesle konuştu.
''Sen duşunu alırken ben Zeus ile konuşur, dönerim.''
Dünya adamın kasten soğuk konuştuğunu anlamıştı. Duşta planlamış olmalıydı. Eğer sert ve soğuk olursa, Dünya'yı geride tutabileceğini sanıyordu. Zeus belasının karşısına tek başına çıkacak ve adamı istediği gibi yönlendirebilecekti. Tüm suçu kendi üzerine alacaktı ve Zeus'u memnun edecekti.
''Bizi çağırdı.''
Ares pantolonunu çekti ve sade bir tişörte uzandı. ''Gerekirse, seninle sonra görüşür. Önce ben derdi neymiş öğreneyim.''
Dünya aynı soğuklukla konuştu. ''Ben, sen yoktu hani, bundan böyle sadece biz vardık.''
Ares ona döndü. ''İnat etmenin zamanı mı acaba?''
''Ben de tam onu düşünüyordum.''
Ares ateş saçan gözlerle ona baktı. Sakinleşmek için bir süre öylece durdu sonra pes etti.
''O zaman git yüzünü yıka. Bu halinle çok seksisin.''
''Dalga geçiyorsun.'' dedi gülümsememeye çalışarak. ''Beni bırakıp gitmeyeceksin, değil mi?''
Ares başını salladı. ''Asla papatyam.'' dedi ve ona yaklaştı, parmağıyla dudaklarına dokundu. ''Dudakların çok öpülesi ve yumuşak... Kendimi zapt etmekte zorlanıyorum. Gözlerin, içine gökkuşağı düşmüş bir çiğ damlası gibi parlıyor. Nefesimi kesiyorsun papatyam. Belki soğuk su, bu güzelliği geriletir. Belki...''
''Bırakmak kısmına yeniden gel.'' dedi içi pırpır ederken. Bu adam bu lafları nasıl buluyor diye düşünüyordu ama onu kandırmasına izin vermemeliydi. Yine de sözleri, kalbinin en derinliklerine kazınmıştı.
''Bekliyorum.'' dedi ve eğilip küçük bir öpücükle sözünü mühürledi.
***
Tepeye vardıklarında girişte Hekate ile karşılaştılar. Kadın yüzünde zarif bir gülümsemeyle taht odasından çıkıyordu. Dünya, kadın ve Ares arasındaki kısa ama anlamlı bakışmayı görünce kasıldı. Kadın, Ares'e başıyla hafifçe selam verdi ve Dünya'ya dönüp gülümsedi.
''Işıltı saçıyorsun Dünya, gözlerimi kamaştırdın.''
Dünya, güzelliğiyle rakip kabul etmeyen Hekate'ye baktı. ''Teşekkür ederim abartı iltifatın için.''
''Alçakgönüllülük bir erdemdir biliyorum ama bu sefer benim sözlerimi gerçek manasında almanı istiyorum.'' Dedi ve Ares'e döndü. Gözlerini imalı bir bakışla, adamın gözlerine dikti. ''Sonra görüşürüz.''
Dünya hemen onun tepkisine baktı. Ares ağzının kenarıyla sırttı. ''Görüşürüz.''
Hekate yanlarından geçip giderken Ares, gizemli selamlaşma yüzünden kaşlarını çatmış Dünya'nın elinden tutup yürümeye devam etti. İçi içini yiyordu, tanıdık kurdun hala orada olmasına şaşırdı. Laneti kalktığında bu kıskançlık kurdunu da atması gerekmiyor muydu? Yoksa sürekli orada mıydı?
***
Tepenin basamaklarını indiler. Dünya hala Ares'in elini tutuyordu, bu arada parmaklarının arasındaki eklemleri kıracak güce sahip olsaydı tutmaktan daha ilginç şeyler aklından geçiyordu. Başını yerden kaldırıp tepenin ortasında volta atan Zeus'a gözü ilişti. Zeus onların yaklaşmasını sabırla bekledikten sonra durdu ve doğruca Ares'e kükredi.
''Sen ne yapmaya çalışıyorsun? Kapıları yıkmak da nereden çıktı?''
Dünya tam ağzını açacaktı ki, Ares elini sıktı ve sakin bir sesle, Zeus'a cevap verdi.
''Yaptığım bir şey yok Zeus. O kötü ruh boyutları yıktı ve odayı göçertti. Biz senin düşündüğünün tam tersi, kapıları toparlamaya çalıştık.''
''Siz mi?'' dedi Zeus tükürürcesine. ''Siz kim? Tek başına saldığın canavarın iblis olduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun? Anahtarı kullanman da, rezilliğinin sınırı olmadığını gösterir.''
Dünya, adamın lanetten haberinin olmadığını anladı. Zeus'a göre; Ares, onu kullanarak tüm boyutları patlatmış ve iblislerine sunmuştu. Ares hiçbir yorum yapmadan, aleve dönüşmüş gözlerini, Zeus'a dikti. Dünya, iki adamın arasındaki nefretin büyüklüğü karşısında panikledi. Ares sakin duruyordu ama Dünya, en çok adamın bu halinden korkuyordu.
''Seni her af edişimde, daha büyük bir sorunla, karşıma çıkıyorsun.''
Dünya taş kesildi. Zeus, Ares'in başına yeni bir bela sarmak üzereydi. Dayanamadı, onu engelleyen elden kurtulmaya çalışarak Zeus'a diklendi.
''Her af edişinde mi? Pardon ama ben, senin Ares'i af ettiğine hiç tanık olmadım.''
Ares kolundan asılıp Dünya'yı kendine çekti.
''Dünya!''
Dünya adama aldırmadı. ''Her fırsatta suçlu veya suçsuz cezalandırmaya çalıştığını gördüm. Senin saçma korkundan ve akıl almaz kininden bıktım artık!''
Ares onu zapt etmeye çalışırken Zeus kaşlarını çatmış sakince onu seyrediyordu. Dünya ise frenleri boşalmış kamyon gibi yokuş aşağı Zeus'a doğru gidiyordu. Başına gelebilecek hiçbir şey umurunda değildi.
''Sürekli ceza vermeye çalışacağına, önce sorunu çözüp sonra sopanı eline alsan olmaz mı? Merak etme, kimsenin kaçtığı yok!''
Zeus mavi alevleri andıran gözlerini kıstı ve Dünya'ya bakarak konuştu.
''Ares, bizi yalnız bırak.''
''Hayatta olmaz.'' diye tısladı Ares.
Zeus gözlerini Ares'ten yana çevirdi. ''Çık dışarı Ares, sadece anahtarla konuşmak istiyorum.''
''Beni duydun!''
Zeus onlara doğru iki adım attı. ''Sürekli kadının yanında mı olacaksın Ares? Onu, sensizken yakalayamayacağımı mı sanıyorsun? Belki bu dakika konuşamam ama bir saat sonra anahtarı bir emrimle dizlerimin önüne çöktürebilirim. İnan bana böylesi daha kötü olur.''
''O dediğini yapabilseydin benden dışarı çıkmamı istemezdin Zeus. Sırf eğlence olsun diye yapardın. Boş tehditlerine karnım tok. Saçma bir konu yüzünden beni karşına almak istemezsin değil mi?''
Zeus sırıttı. ''Kendine çok güveniyorsun Ares. Küstah ölümlü sevgilin ve sen iyi bir ikili olmuşsunuz.''
''Ölümsüz olması gereken sevgilim.'' diye Ares hatırlattı. ''Söz verdiğin ambrosia hala ortada yok Zeus.''
''Sen bu şekilde davranmaya devam ettiğin takdirde; o, ambrosianın tadına bakamayacak.''
''Adi!'' dedi Ares öfkeyle.
''Şimdi çık dışarı, fazla uzun sürmez. Kadın ile konuşmaya ben de can atmıyorum.''
Dünya, Ares'in parmaklarının arasından elini çekerken adam ayıldı.
''Katlanmak zorunda değilsin'' diye homurdandı. ''Biz onun evine tabi değiliz.''
Zeus'un homurdanmasına aldırmayan Ares, onunda konuşmayı ret etmesini umuyordu. Dünya adama gülümsedi.
''Zeus ile konuşmayı bende istiyordum.''
Ares birkaç saniye daha onun yüzüne baktı, daha sonra bakışları Zeus'u buldu. Tamamen elektrik yüklü bakışları saf bir uyarıyı yansıtıyordu. Arkasını dönüp giderken Dünya rahat bir nefes aldı. Ares girişte kayboldu ve girişi şeffaf bir örtü kapladı. Zeus onunla işi bitene kadar kimsenin konuşmayı bölmesini istemiyordu.
''Yaptığın işten memnun musun anahtar?''
Dünya yüzünü Zeus'a çevirdi. ''Neyi kast ediyorsun?''
''Sana bir anlaşma öneriyorum. Sana arzu ettiğin her şeyi verebilirim. Yeryüzünde lüks ve eğlence dolu bir hayat, sonsuz zenginlik, birbirinden yakışıklı erkekler ve bunlara ulaşman için yapman gereken tek bir şey var.''
Dünya güldü. ''Şimdi tam bir filme döndük Zeus. Senin biraz daha orijinal olmanı beklerdim. Tehdit filan mesela''
''Ares'in peşini bırak ölümlü!''
''Ben neden senin canını bu kadar sıkıyorum? Zaten aranıza katılmama izin vermeyeceksin.'' Durdu ve aklına gelen şeyi dile döktü. ''Diğer evler yüzünden, değil mi? Sen ölümsüz olmama karşısın ama onlar değil. Evlerden herhangi birini kabul etmem halinde Ares'in peşimden geleceğini biliyorsun. Onu elinin altında istiyorsun, korumasız ve Olimpos'a bağlı. Yani Ares'in başka bir evi kabul etmesi senin çıkarlarına uymuyor.''
''O bir Olimposlu, başka bir eve gitmez.'' Dedi adam küçümser bir bakışla.
''Yani sen izin vermezsin. Onu neden kontrol altında tutmak istiyorsun Zeus? Bırak hayatını yaşasın.''
Zeus ona bir adım daha yaklaştı. ''Asla!'' dedi. ''Onun varlığı çok tehlikeli.''
''Kimin için?''
Zeus ellerini iki yana açtı. ''Her şey için! Kendi zevki için yaptığı yıkımların hepsini sana sayacak değilim. Seni önemsediğini mi düşünüyorsun? Ömrün bitmeden o senden bıkacak, aldattığı kadınlardan biri olacaksın.''
Dünya kalbi sıkışırken derin bir nefes aldı. ''Dert etmiyorum. Bana yaşattığı bu aşk, yaşatacağı hayal kırıklarına değer. Yaşadığımı hissettirdi.''
''Senin hayatını mahvetti.''
''Onu seviyorum Zeus. Gerisi mühim değil.''
Zeus neşesizce güldü. ''Tam Ares'e göre bir cevap, bencilce ve umursamazca. Dengenin bozulması bizi ne kadar zora sokuyor biliyor musun? Boyutları sağlıklı tutabilmek için gücü daha fazla kullanmamız gerekiyor. Gerçi boyutlar artık düzeltilemez hale geldi ve gelecek tehlikede. Fakat bunu neden önemseyesiniz, siz kendi zevklerinizin peşinde koşmaya devam edin.''
Dünya yüzünü astı. ''Bu olanların hepsi benim suçum ama sen Ares'i cezalandırmaya çalışıyorsun.''
''Ares sorumluluğunu bilmeliydi. Ölümlü bir insanın düşünceli olmasını bekleyemeyiz.'' Dünya sesini çıkarmayınca Zeus devam etti. ''Onu bırak anahtar ve ben senin pişman olmamanı sağlayayım.''
''Bize bir şans ver.'' dedi ve başını kaldırıp Zeus'a baktı. ''Her şeyi düzeltebiliriz.''
''Hayır, şansını tükettin. Bu durum seni aşar.''
''Boyut kapıları için bana ihtiyacın var Zeus. Anahtar olmadan...''
Zeus öfkelenmeye başlamıştı. ''Anahtar olduğun günden beri sıkıntıdan başka bir şey getirmedin. Sensiz daha güvendeydik. Buna rağmen ettiğin bir iki iyilik için seni ödüllendiriyorum sense hala nankörlük yapıyorsun.''
Zeus'un sözleri Dünya'nın düşüncelerine bir yılan gibi sızıyordu. Anahtar olduğundan beri işleri karıştırdığı doğru muydu? Fakat Ares anahtarların düzeltici olduğunu söylemişti. Zeus ise tam tersini iddia ediyordu ve Dünya'nın kuşku duymasına neden oluyordu. Dünya gözlerini kıstı ve Zeus'a dikkatle baktı.
''Dengeyi bozan sen misin?''
Adam bir an afalladı ama sadece bir saniye, sonrasında kendini toparladı.
''Ne saçma bir soru.''
''Evet veya hayır diyebilirsin.'' dedi Dünya kaşlarının altından Zeus'un tepkilerine dikkat kesilerek.
''Ne hakla beni sorguya çekebilirsin?'' dedi Zeus, öfkesini gizlemeyi bıraktı. ''Şımarık ölümlü, sana son kez söylüyorum. Olimpos'u ve Ares'i terk et!''
Dünya adamın gizlediği bir sırrı olduğuna emin oldu. Dengeyi bozan oydu ama neden? Sırf Ares'in üstüne atmak için olduğunu sanmıyordu. Başını sağa sola salladı.
''Hayır, Ares'i terk etmeyeceğim ama istersen Olimpos'tan gidebiliriz.''
''Ares hiçbir yere gidemez!''
''Onu elinin altında tutarak kehanetin gerçekleşmesini önlediğini mi sanıyorsun Zeus?'' dedi Dünya öfkelenmişti ve kontrolünü kaybetmişti. ''Kehaneti önleyen Ares'in ta kendisi, senin sıkıcı baskın değil!''
Zeus'un yüzü birden bembeyaz oldu. İleri atılıp Dünya'yı kollarından yakaladı ve yüzüne karşı kükredi.
''Ne saçmalıyorsun sen?''
''Bırak beni!''
''Önce sen ne demek istediğini söyle ölümlü!''
Dünya kollarını koparırcasına sıkan parmaklara rağmen can acısına aldırmadı. ''Ares'in senin oğlun olduğunu ve tahtına ortak olduğunu biliyorum.''
''Yalan söylüyorsun!'' dedi adam ne kendine ne de gücüne engel olamıyordu. ''O serseri, benim oğlum değil.''
Dünya dişlerini sıktı. ''Bırak beni Zeus!''
Zeus onu oyuncak gibi yana fırlattı. Dünya'nın ayakları yerden kesildi ve külçe gibi yere düştü. Kolları demir mengeneyle ezilmiş gibi acıyordu ve düşerken dizini fena çarpmıştı.
''Kehanet diye bir şey yok ve Ares benim oğlum değil. Kim söylemişse seni iyi kandırmış.'' Dedi sakinleşmeye çalışıyordu ama başarılı değildi.
Dünya yerden doğruldu. Ve inlemediği için kendini tebrik etti. ''Asıl sen yalan söylüyorsun Zeus. Ares'in haberi yok ve ona söylemeyeceğim. Sana acıdığımdan veya senden korktuğumdan değil; Ares'in senin oğlun olduğunu duyduğunda yaşayacağı üzüntü yüzünden.''
Zeus vücudunu iyice dikleştirdi. ''Gazabımdan hiç mi korkmuyorsun küçük ölümlü? Seni ve sevgilini öldüremeyeceğimi mi sanıyorsun?''
Dünya güçlükle ayağa kalktı. ''Sevgilimi öldüremeyeceğini biliyorum Zeus. Yoksa kibirli ve acımasız varlığın devam edemez. İblisler öğrendikleri anda senin icabına bakar.''
Zeus'un bakışlarında, şimşekler çakıyordu. Yakışıklı yüzü acımasız ve insafsızdı. Dünya her an tepesine yağma ihtimali olan yıldırımları düşünmemeye çalışıyordu. Sözlerine sakince devam etti.
''Dengeyi neden bozduğunu bilmiyorum işin açıkçası umurumda bile değil. Ares'in onu da bir şekilde düzene sokacağını biliyorum. Sen de biliyorsun ve nedense bundan korkuyorsun. Onu engellemeyi bırak ve oğlunun yanında ol. Ares sana sadık.''
''Hiçbir şeyden haberin yok anahtar.'' dedi Zeus. ''O kimseye sadakat duymaz. O bir iblis, o yüzden iblislere hükmedebiliyor. Ne Olimpos'u ne de boyutları onun eline bırakmam.''
''Sana liderliği bırak demiyorum. Bırak, Ares sana yardım etsin.''
''Kimseyle paylaşmam, özellikle o iblis efendisiyle asla. Benim varisim Apollon'dur.''
Dünya bıkkınca nefes aldı. Adamı ikna etmesi olanaksızdı. Binlerce yıldır süren nefret ve korkuyu bir konuşmayla silebileceğini nasıl düşünmüştü? Başını salladı.
''Pek ala, senin duvarlarını yıkamayacağım. Başına geleceklerden kendin sorumlusun ve bu bir tehdit değil. Onu söyleyeyim de. Senden sadece zaman istiyorum. Bizi bir süre serbest bırak boyutları güvene alacağımıza eminim. Sonra ne yapacağımıza bakarız ve bu da bir tehdit değildi.''
Zeus kısa bir süre düşündü. Sonra hain bir sırıtmayla ona baktı. ''Boyutları kapatıp güvene alamazsan seninle işimiz biter. Anahtara ihtiyacımız kalmaz. Eğer Ares'e kehanet ile ilgili bir şey anlatırsan seni öldürürüm anahtar ve bundan zevk duyarım.''
Dünya şimdiden adamın öldürme düşüncesiyle kendinden geçen ifadesini görebiliyordu. Zeus'a beklediği titremeyi vermedi, duygusuz bir yüzle adama bakmaya devam etti. Zeus elini salladı.
''Sana on gün izin veriyorum. Sonra gelir canını alırım.'' Dedi ve onu geriletmek istercesine üstüne yürüdü. Dünya inatla yerinde durdu ve adamla karşı karşıya kaldılar. ''Kehaneti unutacaksın. Tek laf duymayacağım yoksa benden önce Ares ölür. İnan bunu sağlarım.''
Dünya da yapacağından emindi. Adamı onaylamak için başını salladı. ''On gün sonra görüşürüz.''
Zeus saatli bir bombaya bakar gibi Dünya'ya tedirgin bir bakış attı ama tehdit konusunda sınırları zorladığı için başka bir şey demeden ortadan kayboldu. Dünya adamın gidişiyle kollarına sarıldı. Uzun kollu tişörtü yüzünden adamın kollarına verdiği hasarı göremiyordu ama acısından görünüşüne aldırmıyordu. Dizindeki zonklama ise ayrı bir meseleydi. Kendine yaklaşan adım seslerine başını kaldırdı.
Ares'in koşar adım yanına geldiğini gördü. Dişini sıkarak doğruldu ve daha adam bir şey söylemeden konuştu.
''On gün boyunca ne yaptığımıza karışmayacak. Boyutları tamir etmeye hemen başlasak iyi olur.''
''Canını sıktı mı?'' dedi Ares endişeyle.
''Genelde ben onun canını sıktım'' dedi ve gülümsemeyi başardı.
''Neler konuştuğunuzu mutfağa giderken anlatabilirsin.'' Dedi Ares ve Dünya'nın yüzünü parmak uçlarıyla okşadı. ''Ve bir daha, tek başına Zeus veya başka bir liderle konuşmanı istemiyorum.''
''İstemiyor musun?'' dedi Dünya ve dudağını büktü. ''Sanırım bu seni ilgilendiren bir konu.''
Ares kollarını onun beline sardı ve kendine çekti. ''Sana çok yüz verdim galiba ölümlü.''
Dünya parmak uçlarında yükseldi ve Ares'in dudaklarına dokunmadan önce söylendi.
''Bir de soruyor musun? Sayende çok şımardım.''
***
***
Mutfakta onlara Eros ve Athena katıldı. Dünya onlara kısaca Zeus'un, karmaşayı düzeltmeleri için on gün verdiğini daha sonra evleri oyalayamayacağını söylediğini anlattı.
Ares kendinden emin bir tavırla sandalyesine yaslandı. ''On gün yeter de artar bile!''
''Kötülüğü durduramazsak liderler, kadim büyüyü kullanmak zorunda kalır Ares. Bunun anlamı da elimizdeki az olan güçleri de tamamen yitirmemiz anlamına gelir. O zaman savunmayı nasıl yapacağız?'' dedi Eros.
''İblisler bizim yerimize savaşır.'' dedi Ares sıkıntılı bir sesle.
''Ya onlara hükmedemezsen? Sınırlı güçlerini kaybettikten sonra onların hâkimiyetini de kaybedersen?''
Ares sırıttı. ''O kadar şanslı olduğumu sanmıyorum.''
Athena çayını içerken iki adamın konuşmasını dikkatle dinliyordu. Dünya ise kollarındaki sızıları düşünmemeye çalışıyordu ama öyle gerçektiler ki... Sonunda Sirona'ya uğramaya karar verdi. Bahanesi hazırdı.
''Eee, şey, ben Artemis'e bakayım.'' Diye ayağa kalkarken Ares'in de hareketlendiğini gördü. ''Yolu biliyorum Ares ve söz uslu olacağım, başka bir yıkım yapacak kadar enerjim yok.''
''Onun için...'' diye Ares kendini açıklamaya çalıştı. Dünya adamın lafını gülerek kesti.
''Biliyorum sadece şaka yapmak istemiştim. Artemis'in yanına gidene kadar bir şey olacağını sanmıyorum.''
Eros ellerini ensesinde birleştirdi. ''En son gördüğümde o ve Hekate kıyafet deniyorlardı.''
Dünya yüzünü buruşturdu. ''Ah, işte, şimdi kararsız kaldım.'' Diye mırıldandı ve Athena'ya baktı.
Kadın ellerini yukarı kaldırdı. ''Tehlikenin içine gözüm kapalı gitmem canım, sana iyi şanslar.''
Kapıya doğru yönelmişti ki, Ares elinden tuttu. ''Seni uzun süre paylaşmayacağım ona göre. Sohbetini kısa tut.''
Dünya'nın da Ares'ten ayrılmaya isteği yoktu ama gerçeği de söyleyemezdi. Sirona'ya gitme sebebi adamın öfkeden delirmesine yol açabilirdi. Ares'e sırıttı.
''Bencil herif.''
Ares kaşlarının altından ona çapkınca baktı. ''Öyleyimdir.''
Athena sızlandı. ''Çok vıcık vıcık oldun Ares. Ne bu ya! Aşık halin hiç çekilmiyormuş.''
''Çok tatlılar!'' diye iç geçiren Eros'un sesiyle Dünya elini adamın elinden çekti ve diğerlerine gülümseyerek dışarı çıktı.
Dizini fazla zorlamadan Sirona'nın yanına çıktı. Kadını küçük bir serada çalışırken buldu, iki kişi için dar olan seradan çıkana kadar koridorda bekledi. Fakat boşuna zaman kaybı oldu. Sirona ona hasarları için bir merhem verdi ve çabuk iyileşmesi için bir bitki... Dünya elinde çay yapması için gereken bitkinin olduğu keseyle Artemis'in odasına yollanırken şansına küfrediyordu. Normalden hızlı iyileşecekti ama istediği kadar değil. Ares'e çürükleri ve ezikleri göstermemenin yolu vardı ama bunu ne kendisi, ne de Ares kabul edebilirdi. Dün gece yaşananlardan sonra...
''Hey, kimi öldürmeye gidiyorsun?''
Dünya bir anda yerinde zıpladı. Düşüncelerine öyle dalmıştı ki Adonis'i fark etmemişti. Adonis kollarını kenetledi ve merdivenin yanında durdu. Açık yeşil V yaka kazağı ve kot pantolonuyla her zamanki gibi parlıyordu. Dünya lanetinin etkisindeyken Adonis ile yakınlaşmasını hatırlayınca utancından kızardı.
''Kimseyi...'' dedi olduğu yere demir attı. ''Şey, ben dalmışım.''
Adonis aralarındaki dört metrelik mesafeyi aştı ve yanına geldi. ''Sinirli gibisin.''
Dünya kaşlarını çattı, adamın yakınlaşmasını istemiyordu. Yaptıklarından sonra utandığı ve adama söylediği lafların hepsini hatırladığı için... Gerilemeyi de uygun bulmadı.
''Ben...'' dedi nefeslendi. ''Ben her şey için üzgünüm Adonis. Sana söylediklerim affedilir gibi değildi.''
Adonis Dünya'nın yüzünden gözlerini ayırmadan gülümsedi. ''İçinden gelenleri söyledin. Bazıları dışında haklıydın.''
Dünya anlamsızca adama baktı. ''Ne demek istiyorsun?''
Adonis ellerini koyacak yer bulamıyor gibi önce beline koydu, sonra cebine tıktı. ''Yani, bana sözlerini demek istiyorum. Neden tercih yapmak zorunda kalasın ki.''
Dünya bir anda buz kesti. ''Ama ben... Ben o sırada kendimde değildim Adonis. Deliydim.''
Adonis sırıttı. ''Deliler ve sarhoşlar her zaman içinden geleni dışarı atarlar. Sen deliydin, ben senin varlığınla sarhoştum. Bu yüzden öpücükler için utanmaya gerek yok. Ben utanmıyorum.''
''Saçmalama Adonis!'' dedi Dünya bir adım gerileyerek başını eğdi. ''Seni kandırmaya çalışıyordum, biliyorsun. Geçmişimizi kullandım.''
''İkimiz de geçmişimizi hatırlamıyoruz. Nasıl kullanabilirsin?'' dedi Adonis ama sesi biraz sertleşmişti. ''Fakat ben geçmişteki duygularımın sahte etkisinde değildim. Şimdi hissettiklerimin etkisindeydim. Senin halini bilerek kendimi tutmam gerekiyordu ama yapamadım. Zayıf düştüm.''
Adonis ona yaklaştı ve parmağının ucuyla Dünya'nın yüzünü kendine çevirdi. ''Seni ilk gördüğüm andan beri sana karşı zayıfım Dünya. Ve bu iyileşecek bir hastalığa benzemiyor. Lanetini kullandığım ve güçlendirdiğim için çok üzgünüm.''
Adonis'in güzel hatları sözlerinin samimiyetini yansıtıyordu. Elini, Dünya'nın yüzünden çekti ve biraz uzaklaştı. Gergin bir sesle konuştu.
''Geçmiş ikimiz için de geçmişte kaldı ve şimdiki zamanda; sen benim için çok değerlisin. Sen benim kalbimsin. Ve o senin yanında atmaya devam ettikçe, seni sevmeye devam edeceğimi biliyorum.'' İçini çekerek gülümsedi. ''Organ nakli yaptırmalıyım sanırım.''
Dünya tereddütlü de olsa rahatladı ve Adonis'in şakasına gülümsedi. ''Sen çok iyi birisin Adonis. Yardımın için... Yani ben'' dedi ve işaret parmağıyla kafasının yanında bir tur attı. ''O haldeyken yardım ettiğin için teşekkür ederim. Ares ve bana anlayışlı olduğun için de.''
Adonis dudağını büktü. ''Çok erken teşekkür ettin aşkım. Sana asılmayı bırakmayacağım ki, Ares çıldıracak ama ne yapabilirim.'' dedi ve gözlerini onun gözlerine dikerek sırıttı. ''Ben bir avcıyım.''
''İnanılmazsın.'' dedi Dünya. ''Sana kızsam mı, gülsem mi bilemiyorum.''
''Tercih hakkım olsaydı gülümsemeni seçerdim. Dudaklarının kıvrılmasına bayılıyorum.''
Dünya başını salladı ama gülümsemekten de kendini alamadı. ''Sapık!'' dedi. ''Seninle uğraşacak kadar zamanım ölümsüz, o yüzden ben yoluma devam ediyorum. Sana iyi yüzyıllar.''
Adonis gün ışığı kadar sıcak gülümsemesiyle ona baktı. Adamın yanından geçerken Dünya, asılmasını minimum düzeyde tutması için dua ediyordu. Sözlü olarak söyleyemezdi. Çünkü Adonis'ten rica ettiği takdirde sırf sinir etmek için elinden geleni yapacağına emindi. Merdivenlere ulaştığında Adonis'in sesi yeniden duyuldu.
''Dünya!'' dedi kararsız bir sesle. Dünya arkasını dönüp ona baktığında güzel yüzü ciddiydi. ''Bizi bırakma... Yani bizi bırakmayın, Olimpos'u.''
Dünya, adamın cevap bekleyen yüzüne bir süre baktı. Diyecekleri boğazına sıralanmıştı. Olimpos'a bu kadar zarar vermesine ve Ares'in ceza alarak Zeus tarafından dışlanmasına neden olmasına karşın onu yanlarında görmek istemeleri kocaman bir taş olup göğsünün ortasına oturdu. Zeus ise onun ölümsüzlere katılmasını istemiyordu ve elinden geldiğince engelleyecekti. Ve lider olan Zeus'tu.
Adonis'e aralarına katılmasının hayal olduğunu söylemedi. On gün içinde durumu düzeltemediği takdirde Zeus'un onu öldürmeye çalışacağını söylemedi. Belki bu yüzden her şeyin cehenneme dönebileceğini söylemedi. Aralarına katılsa da katılmasa da, Olimpos'un onun için ne kadar değerli olduğunu söylemedi. Sadece adamın güzel yüzüne baktı ve başını çevirdi, merdivenleri tırmanmaya başladı. Adonis'in onun ardından derin bir iç geçirdiğini duydu. Kırdığı onca şeyi nasıl düzeltebilirdi?
Artemis'in odasına kadar kasvetli ve düşünceli halinden kurtulamamıştı. Yeşil kapının önünde durdu ve bu halde girip onların neşesini de bozmaktan çekindi. Canlıymış gibi duran oymaları seyretti. Sarmaşıklar ve yapraklar içindeki kapının en üstünde büyük bir inci vardı ve ışıltısı ay ışığını andırıyordu. Güzel bir bahçeye vurmuş ay ışığı...
Kese ve merhemi pantolonunun cebine koymuştu. Belki Artemis ve Hekate'nin önünde surat asmaktansa çayı içmeliydi. Fakat mutfak doluydu.
''Kahretsin.'' diye fısıldadı.
Ve kapı açıldı, Hekate ile burun buruna geldiler. Daha doğrusu burun çeneye...
''Sana kapıda biri var demiştim Artemis.'' dedi Hekate içeriye doğru. Sonra ona döndü. ''Nasılsın Dünya?''
Dünya kadını baştan ayağa süzdü. Günlük kıyafeti içindeyken de çekici olması diplerde kalan neşesini de silip çöpe attı. Beyaz dar bir gömlek giymişti ve kot pantolon, ayakkabıları da çok şıktı. Onun giydiği kaba botlarla hiç alakası yoktu. Derin bir nefes aldı, kıskanmayacaktı. Ares ile arasında bir şey olmuşsa da, bu çok öncedendi. Hem Ares, onu seviyordu; güzeller güzeli Hekate ile ilgilenmeyecekti.
''Şöyle böyle.'' dedi Dünya. ''Sizi görmeye gelmiştim.''
Artemis, Hekate'nin ardında belirdi. ''Ben odana geldim ama kapı açılmadı. Uyuyor muydun?''
Dünya cevap veremeden Hekate atıldı, tek kaşını kaldırıp Artemis'e baktı. ''Tatlım sanırım bir suç ortağı daha bulduk.''
''Harika!'' dedi Artemis.
Dünya suç ortağı unvanını neden aldığını bilemeden kadınlar odadan çıktılar. Hekate Dünya'nın koluna girdi. Diğer koluna da Artemis... Dünya ''Neler oluyor?'' diye söylenirken onu sürüklemeye başlamışlardı bile.
Artemis kulağına eğildi. ''Şşşt, sessiz ol. Gizli görevdeyiz. Çok gizli! Apollon'un odasına gidiyoruz ve kimsenin yakalamasını istemiyoruz.''
''Neden?'' diye ayak direndi.
Apollon'un odasının önüne gelmişlerdi. Hekate siyah saçlarını omzundan geriye atarken cevap verdi.
''Çünkü o ukala dümbeleği benim odasına girmemi istemez.''
''Peki, neden giriyorsun o halde?''
Artemis atıldı. ''Aynanın durumuna bakması gerek. Biliyorsun aynaların büyüsünü Hekate yaptı. Apollon ile...''
''O adam pek işe yaramamıştı.'' diye Hekate mırıldandı. Apollon'a hala sinirliydi. Hem suçlu hem güçlü dedikleri bu olsa gerek.
''Apollon'dan rica edersen...''
Hekate sözünü kesti. ''Kesinlikle izin vermez.''
Artemis onayladı. ''Kardeşim diye demiyorum ama ben Apollon'u iyi tanırım ve Hekate haklı.''
Dünya sızlandı. ''Ya içerideyse, yakalanırsak?''
Hekate kollarını kenetledi. ''İçerde değil ama sen bizi oylamaya devam edersen kesin yakalanırız.''
Artemis onu ittirdi. ''Sadece bakıp çıkacağız Dünya, abartma.''
Dünya kapıya dokunurken yaptığına inanamıyordu. Aklına gelen son savunmayı da mırıldanmadan edemedi.
''Hekate içeri girmekte izinli mi?''
Sorusu Hekate'nin sabırsızca onun ardından odaya dalmasıyla cevaplandı. Kadın olağanüstü bir şey karşısındaymış gibi gözlerini odanın her tarafında gezdirdi. Tamam, oda Apollon'un odasıydı ama nihayetinde odaydı yani abartılacak ne olabilirdi ki. Hekate bakışlarıyla odayı içtikten sonra derin bir nefes alıp onlara döndü.
''Tekrar burada olduğuma inanamıyorum. Rüyada gibiyim.'' Dedi ve gözlerini Dünya'ya çevirdi. ''Geri dönmemi sağladığın için ne kadar teşekkür etsem azdır.''
Dünya içinden geçen yerine daha kibar bir cümle söylemeyi başardı. ''Lafı bile olmaz.''
Odanın içi ışıl ışıldı, sanki dışarıda bir değil birkaç güneş varmışçasına parlıyordu. Bahçenin halini bilmese pencereye gidip kontrol edebilirdi. Artemis'in uyarısıyla ikisi de kendini toparladı.
''Acele edin, her an gelebilir.''
Üçü birden aynanın olduğu odaya adımladılar. Dünya odanın son bıraktığı gibi olduğunu görünce dudağını ısırıp kenara geçti. Yerler cıvaya benzeyen sıvıya bulanmıştı, cam kase ters dönmüş bir halde demir ayaklığın yanındaydı. Hepsinin çevresini saran mühür izi ise solgundu, neredeyse hiç görünmüyordu.
Hekate'nin iç geçirdiğini duydu ama Artemis şaşkınlığını sözlü olarak belirtti.
''Vay anasını, mahvolmuş bu!''
Yerin yarılmasını ve içine düşmeyi dileme zamanı buydu. Hekate dökülenlere basmadan dikkatlice mührün etrafında dolanırken Artemis merakla kadını izliyordu. Hekate elini mührün kenarına doğrulttu ve mühür güçsüzce ışıldayana kadar elini yaklaştırdı.
''Anlamıyorum mühür hala aktif...''
Kadının elinden buhara benzeyen bir dalga çıktı ve mühürü kapladı. Mühür önce şiddetle ışıldadı, sonra hafifledi. Hekate gözlerini kıstı ve tek dizinin üstüne çöktü. Kararlı bir tavırla elini uzattı ve mührün koruduğu daireye ulaşmaya çalıştı. Mühür parladı ve elini engelleyen görünmez bir duvara çarptı. Can acısıyla elini çekti.
''Mührü geçemiyorum.'' diye sızlandı ve Artemis'e baktı. ''Anahtar havuzunu yerleştiremezsek büyüyü tekrar oluşturmama gerek kalmayacak.''
Dünya şaşırmıştı. Aynayı devirdiğinde daireyi kolayca geçtiğini anımsadı, belki o zaman mühür aktif değildi. Artemis sıkılmış bir sesle konuştu.
''Mühür konusunu Apollon'a danışmamız gerek. Belki o kaldırabilir.''
Hekate burnunu kıvırdı. ''O sarışının yaptığı her şeyi bende yapabilirim. Yardımına hiç ihtiyacımız yok.''
''İyi yap da görelim.'' dedi Artemis omzunu kaldırıp. ''Sirona'ya söyleyeyim sana en büyük odasını hazırlasın. Netice de uzun süre kalman gerekecek.''
Dünya kaşlarını çattı. Acaba mühür son sefer olduğu gibi onun geçmesine izin verir miydi? Hekate Artemis'in laflarına bozulmuştu, daireye dönerken somurttu.
''Ona muhtaç olmayı ret ediyorum.'' diye mırıldandı.
Hekate mührün ona zarar verme ihtimaline rağmen çabalamaya devam edecekti. İçinden bir ses bırak denesin ve milletin sevgilisine göz süzmek neymiş anlasın diyordu. Fakat iyi Dünya elbette diğer sesi dinledi. Omzunu dikleştirdi ve dizinin elverdiğince uzun adımlarla Hekate'nin yanından geçip daireye girdi. Artemis'in önce yükselen sonra gittikçe azalan hayret çığlığına aldırmadan cam kaseyi yerden alıp eski yerine koydu. Kızlara doğru döndü.
''Başka bir şey?''
Hekate şok olmuştu ama Artemis bayılmak üzereydi. Eli kalbinin üzerindeydi ve Hekate'nin yanında, dairenin sınırında durmuştu. Dünya cıvalara basmamak için yana kayarken Hekate soluğunu bıraktı.
''Sen gerçekten çok yetenekli bir anahtarsın Dünya.'' dedi içinde gurur okunan bir sesle. ''Mührü geçebilen bir anahtar... Görmesem inanmazdım.''
Artemis'in derdi ise başkaydı. ''Ares bu pervasızlığını duyunca, engel olmadığım için beni Tartaros'a kadar kovalayacak.''
''Söylemezsen duymaz Artemis.'' dedi omzunu silkti. Ares aptalca davranırken Dünya'yı umursuyor muydu? Hayır.
Hekate elini birbirine vurdu. ''Neyse ben büyüyü yapmaya başlayayım. Sen kenara çekil Dünya. Vaktimiz fazla kalmadı.''
''Aslında hiç vaktin yok!''
Odada gürleyen ses yüzünden hepsi oldukları yerde dondu kaldı. Başlarını kapıya doğru çevirdiklerinde onlara doğru öfkeyle bakan Apollon'un fırtınaya dönüşmüş gözleriyle karşılaştılar. Artemis yutkundu.
''Hey Apollon, ne haber?''
Apollon kardeşinin lafını duymazdan geldi, öfkesinin hedefinde Hekate vardı. Kapıdan geçip odaya girdi.
''Senin burada ne işin var?''
Hekate omuzlarını dikleştirdi. ''Sadece laf olsun diye sorduğunu varsayıyorum. Çünkü ne işim olduğu ayan beyan ortada...''
''Odamı terk et Hekate!'' Apollon'un sesi ne şakalaşmayı ne de alaycılığı kaldıracağa benziyordu.
''Olayı tek kişiye indirgemen çok hoş Apollon. Ayrıca kibarlığın da gözlerimi yaşartıyor.''
Dünya ile Artemis birbirine baktı ve ses çıkarmamanın daha akıllıca olduğuna karar verdiler. Apollon homurdandı. ''Kibarlığa değer vermeyen birinden ilginç sözler... Her neyse, odamdan çık!''
''Neden sadece beni kovuyorsun? Odana giren üç kişi, kovulan neden tek?''
''Çünkü varlığıyla beni rahatsız eden sensin.'' dedi Apollon tiksinir gibi yüzünü buruşturdu. ''Girmeni yasaklayabilseydim inan yapardım.''
Hekate diklendi. ''Odanın meraklısı değilim sarışın, biz aynanın ne halde olduğunu görmeye geldik. Düzeltebileceğimi düşünüyorum.''
''Benden izin almadan mı?''
''Neden izin almam gerekiyor? Ayna büyüsünü yapan benim, istediğim zaman görmeye hakkım var. Senin bir işe yaramadığın belli. Odandan geçmek zorundaydık çünkü aynaya gitmek için başka yol yok.''
''Odamdan geçmek için izin aldın mı?''
Hekate gözlerini adamın gözlerine dikti. ''Odana girebildiğime göre çoktan izin almışım demektir. Her girişimde yeniden izin almam gerektiği hiçbir yerde yazmıyor.''
Apollon kaşlarını çattı ve gözlerini kaçırdı. Sıkıntıyla söylendi. ''Uygunsuz durumda olabilirdim.''
Aklına gelenler yüzünden Hekate'nin yanakları pembeleşti. Yine de lafını esirgemedi. ''Görmediğim bir durum olmaz sonuçta.''
Apollon utangaç bir sinirle başını çevirdi, Artemis ve Dünya'ya döndü. Hekate'yi ikna için dil dökmekten bıkkın bir halde. Ağzını açtı ama onun yerine başka bir kadın sesi duyuldu. Sesi duyan Apollon bir avuç çivi yutmuş gibi gözlerini kapattı ve zaten gergin olan bedeni yay gibi gerildi.
''Ah, erken mi geldim?''
Üç kadın dönüp sesin sahibine baktılar. Kapının ağzında bal rengi saçlara sahip güzel bir kadın duruyordu. Yeşil gözleri beyaz teninde mücevher gibi parlıyordu. Kadın kararsızca Apollon'a bakarken Hekate sinirli ve alaycı bir sesle homurdandı.
''Ne için geldiğine bağlı.''
Kadının gözleri hala Apollon'daydı. Bu yüzden Hekate'nin yumruklarını sıktığını ayrıca yüzünün mora döndüğünü göremedi. Apollon kadına gülümsedi.
''Hayır, Daphne. Bana bir dakika müsaade eder misin? Sen içeride bekleyebilirsin.'' dedi ve kadın gittikten sonra Artemis'e ve Dünya'ya döndü. ''Kızlar sizden rica etsem...''
Hekate patladı. ''Rica filan edemezsin. O kadının ne işi var burada?''
Apollon Hekate'ye aldırmadan Artemis'e laf anlatıyordu. ''Rica etsem şu cadıyı odamdan çıkartabilir misiniz?''
''Hiçbir yere gitmiyorum!''
Apollon sinirle Hekate'ye döndü. ''Neden?''
Hekate hırçın bir sesle öfkesini kusmaya devam ediyordu ama beklenmeyen sözlerle. ''Aynayı düzeltmeden hiçbir yere gitmem.''
''Ah, yapma. Aynalar işlev dışı ve ben bu bahaneyle odama el koymana müsaade etmiyorum.''
Hekate yumruklarını sıktı. ''Lanet odanı başına çal! Adi kaltaklarınla birlikte mutluluklar ama büyüyü yapmadan gitmem.''
''İşe yaramıyor. Tamam mı?'' dedi Apollon kıpkırmızı bir yüzle. ''Ben denedim olmuyor. Ve Daphne'ye o şekilde hitap etmeni yasaklıyorum.''
Artemis cesaret edip araya girmeye çalıştı. ''Lütfen...''
Apollon ve Hekate aynı anda Artemis'e bakınca; sözlerini yutan Artemis elini havaya sallayarak mırıldandı. ''Lütfen devam edin, biz yokmuşuz gibi.''
Hekate başını yeniden Apollon'a çevirdi ve bıraktığı yerden söylenmeye devam etti. ''Senin zayıf büyün tabi işe yaramaz. Senin gücün anca içerdeki peri bozuntusuna yeter. Onlarla oynaşacağına...''
''Yeter Hekate!''
Apollon öfkeyle bağırınca Hekate sustu. Adamın teninden yayılan ışıltı, bedenini zırh gibi kaplamıştı. Kadının üzerine yürümemek için yumruklarını sıkıyordu. Mavi gözleri şimdiye kadar hiç görmediği kadar elektrik yüklüydü.
''Ayna büyüsünü tek başına yapmadın. Ne için uğraştığını anlayabilmiş değilim ama benim huzurumu bozmaya hiç hakkın yok! Bir şey yapacaksan, adabıyla yap!''
Hekate karşısında duran göz alıcı adama hala öfkeliydi. Her an saldırma ihtimaline karşı Dünya ne yapabileceğini hesaplıyordu ama çıkan sonuç sıfırdı. Ölümsüzlerin savaşında ölümlülerin payına tek düşen, can acısıydı.
''Huzuru sağlama şeklin çok anlamlı.'' dedi Hekate dişlerinin arasından. ''Hadi, durma, git. Kendini rahatlat.''
Apollon küçümser bir bakışla kadına baktı. ''Sana açıklama yapmak zorunda değilim. Daha fazla çirkinleşmeden git. Sonra aynayı incelemene izin verebilirim. Şimdi canımı sıktın.''
''Ah, canını ben mi sıktım?'' dedi ve Apollon'a doğru adımladı. ''O kadın odandan çıkmadan biz de çıkmayacağız.''
Tamam, oldu. Şimdi birbirlerine gireceklerdi. Dünya seyirci kalamazdı. Göz ucuyla Artemis'in hareketlendiğini gördü ve o da Hekate'ye doğru döndü. Tek adım bile atamadı. Onca zamandır ayakta kıpırdamadan durduğu için hasarlı dizi kilitlenmişti. Ayağını kaldırdığını sanıp öne doğru yaylandı ve kendini tutamadan önündeki cıva birikintisine doğru dalışa geçti. Çarpışının sert olacağını sandığından elini öne uzattı. Eli cıvayı geçti ve ardında bedeniyle birlikte yumuşak zemine daldı. Zemini geçtiğini hissedince panikle gözlerini kapadı ve kendini düşüşe hazırladı. Çarpma gerçekleşmedi ama yerdeydi. Kuru ve taşlık bir zeminde yüz üstü yatıyordu. Gözlerini açtı ve doğruldu.
''Lanet olsun artık Apollon'un odasında değilim.''
Apollon'un odasında değildi ama tanıdık bir yerdeydi. Etrafını kayalardan oluşmuş koridorlar sarılmıştı. Bu labirente daha önce gelmişti. Çukura giden ara boyuttaydı, tek başına...
***
Gökyüzü yine sessiz şimşeklerin çaktığı gri bir pusu andırıyordu. Ne yapacağını ne tarafa gitmesi gerektiğine bir an karar veremedi. Sonra eliyle kafasına vurdu. Neden düşünüyordu ki, anahtar olan oydu. Kapıyı düşünmesi yeterli olurdu. Tam zihninde boyut kapısını canlandırırken bir erkek sesi duydu ve sonra da kendi sesini.
''Demek dövüş dersleri almaya başladın?''
''Evet.'' dedi kendi sesi. ''Görev dediğiniz şey belli olana kadar, sıkılmamam için Ares ve Eros'tan dövüş dersi alıyorum.''
''Ne hoş!'' dedi ses ve o anda kim olduğunu anladı. ''Ares o kadar yoğunluğun arasında sana ders verdiğine göre, yetenekli olmalısın.''
Derken köşeyi dönen Zeus'u gördü. Buz kesti. Hemen yanında o vardı ama daha gençti. Kısa saçlarını ensesinde atkuyruğu yapmıştı ve sıkkın yüzü ortadaydı. Şimdiki halinden birkaç kilo daha fazlası vardı ve daha yumuşak yüz hatları. Zeus'un peşinden adama ayak uydurmaya çalışıyordu. Dünya o halini anımsamıyordu ama on dokuz olduğunu düşündü. İlk görevi...
''Sadece Ares'ten ders almıyorum.'' diye homurdandı. ''Eros ile arada, Artemis ve Hena da ders veriyor.''
Zeus yapmacık bir tavırla gülümsedi ''Ne kadar şanslısın Dünya ama ben daha çok Ares ile...''
''Ne demeye çalışıyorsan açıkça söyler misin? Sanırım bana ders verilmesi sorun olmamalı. İblisler sorun çıkarmadığı zamanlarda birkaç hareket göstermeleri neden ilgini çekiyor?''
Dünya kayaların arasında saklanarak ikiliyi takip ederken eski halinin diklenmesi karşısında sırıtmadan duramadı. Zeus'un ondan hoşlanmaması boş değildi. Zeus gözlerini kısarak kızın karşısında bir an durakladı. Dünya adamın gergin ama soğukkanlı halinin tehlikeli olduğunu anlayacak kadar tanıyordu ama anlaşılan gençken pek umarsızdı. Zeus birkaç saniye kızı süzdükten sonra yola devam etti.
''Şu görevini yapıp da evine geri döneceğin günü iple çekiyorum.'' Diye dişlerinin arasından mırıldandı. ''Baş belası!''
Genç Dünya yüzünü buruşturup adamın arkasından dilini çıkardı, sonra da ses etmeden takip etti. Dünya kıkırdadı ve hemen ağzını kapattı. Neyse ki, onu duymamışlardı. Belki de zaten onu ne görüyor, ne de duyuyorlardı. Yine de riske girmedi.
''Nereye gidiyoruz?'' dedi bir dönemeci döndükten sonra. ''Yoksa görev dediğiniz şey bu mu? Apollon'un anlattığına göre böyle olmaması gerekiyordu.''
Zeus homurdandı. ''Sen beni takip et sadece!'' dedi. ''Açman gereken bir kapı var ve çeneni kapat!''
Genç Dünya omuzlarını düşürdü ve ayaklarını sürüyerek yürümeye devam etti. Zeus kayalık koridorun köşesini döndü ve Dünya onlara ulaştığında üçgen bir mağara ağzıyla karşılaştı. Mağara ağzı, dantele benzeyen bir örümcek ağıyla örtülüydü ve Zeus ile genç Dünya tam önünde dikiliyordu.
''Açman gereken kapı burası.'' dedi Zeus. ''Ve sana hatırlatırım ki bu bir görev değil. Olimpos için yaptığın küçük bir yardım.''
''Ve bu yardımdan kimseye bahsetmemem gerek. Tamam, o kadarını anladım. Ama bu yardım ne onu anlamadım.''
Zeus, genç Dünya'nın yüzüne doğru eğildi. ''Eğer sonuç iyi geçerse bundan sonra hiçbir anahtarın hafızasını silmek zorunda kalmayız.'' dedi ve sırıttı. ''Hafızanın silinmesini, böylece Olimpos'u ve arkadaşlarını unutmak istemezsin değil mi?''
Dünya omzunun belli belirsiz uyarısı karşısında dikkat kesildi. Zeus karşısındaki Dünya'yı kandırıyordu. Amacını bilmese de, isteğinin hayırlı bir şey olmadığına emindi. Genç Dünya adamın çakmak parıltısındaki gözlerine korkmadan baktı ve sonunda başını salladı.
''Unutmak istemem ama kötü sonuçlanırsa, ne olacak?''
Zeus doğruldu. ''Hiçbir şey hayatım, sen okuluna ve arkadaşlarına geri döneceksin ama Olimpos'u anımsamayacaksın.''
Genç Dünya kaşlarını çattı ve başını eğdi. Dünya o halinin ne düşündüğünü anlayabiliyordu. Zeus'un yalanını ciddi olarak kafasında tartıyordu. Zeus bir kez daha konuştu.
''Eğer başarısız olursam, diğerlerinin öğrenip üzülmesini istemiyorum.''
Genç Dünya başını salladı. ''Anahtarların hafızasını silmekten hoşlanmıyor.'' dedi kendi kendine konuşur gibi.
Zeus gözlerini kıstı ve Dünya'nın hemen ardından genç halinin istemsizce sözlerini anlamlandırdı. Ares'in hafıza silme konusundaki isteksizliğini biliyor olmalıydı ve genç Dünya'nın Ares'e olan hayranlığını...
''Hadi kızım, kapıyı aç. Bende elimden geleni yapayım.''
Genç Dünya elini örümcek ağına dokundurdu ve örümcek ağı tel tel döküldü. Zeus ve genç Dünya açılan aralıktan geçtikten sonra ağ hızla örüldü. Dünya dudağını ısırarak saklandığı köşede kalakaldı. Peşlerinden gitmeyi istiyordu ama görülmesi halinde işleri batırmak da istemiyordu. Zaten yeterince sorun çıkarmıştı. Dudağını büktü, o kadar sorundan sonra bir yenisi kimsenin umurunda olmazdı.
Köşeden çıkıp ağa doğru yürüdü ve elini uzattı. Ağ yeniden döküldü ve Dünya içeri girdi. Olduğu yerde kaldı çünkü şu anda genç Dünya ile yüz yüzeydi. Genç Dünya ona aldırmadan etrafa bakınmaya devam etti. Dışarıdan gelen ışıkla duvarları inceliyordu ama onu görmüyordu. Dünya boğazını temizledi.
''Selam.''
Genç Dünya duymadı ve ilerideki tünele kısa bir bakış attı. Ardından iç geçirerek kapının yanındaki taşa yürüdü, oturdu.
''Aptal herif beni burada bıraktı. Bari yanıma bir silah alsaydım. Ne düşüncesizlik, umarım gece olmadan geri döner.''
Genç Dünya söylenirken o rahatladı. Görülmüyor ve duyulmuyordu. Seslice nefesini bıraktı ve ilerideki karanlığa doğru baktı. Aşağı doğru giden tünelin sonunda hafif bir ışık görünüyordu. Genç Dünya'yı tedirgin halde bırakıp tünele doğru yürüdü. Kızın karanlıktan korktuğunu biliyordu, onları takip edemezdi. Zeus'un neler karıştırdığını merak ederek hızla yürüdü. Artık duyulmaktan ve görülmekten çekinmediği için rahatlamıştı.
Tünel pürüzsüz bir taştan oluşuyordu sadece zeminde basamak gibi çıkıntılar vardı. Dünya düzgün çıkıntılara rağmen yürürken dikkat etti. Düşmesi halinde zarar görür müydü bilmiyordu ama başını, tek parça sevdiğinden kaymamaya çalıştı. Tünelin sonundaki ışık büyüdü ve kocaman bir odaya vardığında, ışığın sebebini gördü.
Granit duvarları olan devasa bir odanın ortasını kaplayan bir havuz vardı. Havuzun içi ışıldıyordu. Kenarında üç tane kadın yan yana oturmuştu. Kadınlardan biri, havuzun ışıldamasını sağlayan sayısız incecik ipe bağlı bir iğ tutuyordu. Bir diğeri, iğden çıkan iplerin havuza düzgünce akmasını sağlıyordu ve bir yandan da ölçüyordu. Üçüncü kadının elinde siyah bir makas vardı ve havuzdan çektiği ipleri kesiyordu. Kesilen ipler yumak haline gelip havalanıyor ve tepedeki bacadan kayboluyordu. Dünya şaşkın bakışlarla odaya adım attı, Zeus'un havuzun kenarında sabırsızca adımladığını o anda gördü. Aralarında birkaç metre vardı ve Zeus onun varlığını fark etmemişti. Kendine iyice güvenerek ortaya yaklaştı. Zeus adımlamayı bıraktı, başını kaldırıp üç kadına baktı.
''Daha ne kadar bekleyeceğim!'' diye kükredi.
Üç kadın aynı anda konuştular. ''Bu kadar sabırsız olma kral Zeus.''
''Beni oyalamayın Moiralar!''
Ortadaki kadın başını yaptığı işten kaldırdı ve rengârenk gözlerini adama dikti. Bakan tek ama konuşan yine üç kişiydi. ''Ödül olarak verdiğin cezayı hakkıyla yapmaya çalışan birini beklemek, oyalanmak değildir yüce Zeus.''
Zeus kibirle söylendi. ''Hiçbir özelliği olmayan ölümlü birini aramıza alarak, onu zaten ödüllendirdim.''
Kadın başını eğerken üçü konuştu. ''Sevenleri ayırmanın vebali büyüktür yüce Zeus.''
Zeus öfkeyle yeniden volta atmaya başladı. Adamın beklediği kişi kimdi? Dünya adamın yanından fazla uzaklaşmadan yere oturdu ve bekledi. Granit duvarlarda ileriye giden üç tane daha tünel ağzı olduğunu gördü. Kendi geldiğiyle birlikte dört tane çıkış vardı. Dikdörtgen şeklindeki derin ışıklı havuz ve üç kadının oturduğu tahta sandalyelerden başka bir şey yoktu. Moira... Acaba bunlar kimdi? Acaba Apollon'un odasına dökülmüş yerdeki civanın içine düştüğünü herhangi biri fark etmiş miydi? Onları bıraktığında oldukça hararetle kavga ediyorlardı. Hiç değilse Artemis'in onun yokluğunu fark edeceğini düşündü. Ortalığı ayağa kaldırmamasını ummaktan başka yapacağı bir şey yoktu çünkü Zeus'un neyin peşinde olduğunu anlamadan hiçbir yere gitmeyecekti.
Tünellerden birinde bir ışıltı gördü. Zeus da fark etmişti, sinirle tünele doğru gözlerini dikti. Bir kadın ortaya çıktı, elinde eski bir lamba taşıyordu. Lambayı tünelin ağzına bıraktı ve sakin adımlarla Zeus'a doğru yürüdü. Kadın çok güzeldi, bebek güzelliğindeki yüzünde masmavi büyük gözleri vardı. Sağlıklı teni tatlı bir pırıltı saçıyordu. Giydiği siyah elbiseye tezat kadın tazelik ve saflık abidesiydi. Küçük kırmızı dudakları tedirgince gerildi ve çatık kaşlı Zeus'un önünde hafifçe eğildi.
''Efendim.''
Zeus, kızı kolundan tutarak havuzun kenarından uzaklaştırdı ve tam Dünya'nın yanında durdular. Dünya biraz gerilemek zorunda kalmıştı.
''Nerede kaldın?'' dedi Zeus kızın kibarlığına karşın kabaca konuşarak. ''Yoksa emirlerimi umursamıyor musun?''
Kızın yüzü korkuyla gerildi. ''Asla efendim.'' Diye kekeledi. ''Ruhları düzene...''
''Bana bahane sayma Psykhe!''
Kız susup başını eğdi. Dünya adamın tavrına sinirlenmişti, yanlarına doğru yürüdü. Sonra görünmez olduğunu hatırlayınca, kollarını kenetleyip Zeus'a kindar bakışlarını dikmekle yetindi.
Zeus aşağılayıcı bir tavırla kızı süzdü. ''Sana ruhların kontrolünü verirken başa çıkabileceğini sanmıştım ama sanırım yanılmışım.''
Psykhe iyice gerildi, düşüp bayılırsa Dünya şaşırmazdı. Kız gür saçlarını örgülerle toplamıştı ve üzgün yüzü ortaya çıkmıştı. Ellerini önde kavuşturdu ve başını kaldırmadan Zeus'u dinlemeye devam etti.
Zeus nefeslenip daha sakin bir sesle konuştu. ''Seni korumama almayı isterdim Psykhe ama biliyorsun.'' diye sahte bir şefkatle kızın omzuna dokundu. ''Üzerindeki büyü kalkmadan koruma sahibi olamazsın.''
Kız başını salladı. ''Biliyorum yüce Zeus.'' dedi ve gözlerini yerden kaldırıp Zeus'a baktı. ''Benim için yaptıklarınız için minnettarım.''
Sözleri söylerken kızın sesi titremişti. Gözlerini ışıldatan nemin ardından çekinerek konuştu. ''O nasıl?''
Zeus elini çekti, önemsizce cevapladı. ''İyi tabi ki, hayatından memnun...'' Kızın yutkunarak başını eğmesine aldırmadı. ''Fakat ben memnun değilim. Moiraları ikna etmeye bile çalışmamışsın.''
Kız parıldayan yaşlarla dolu gözlerle Zeus'a baktı. ''Sizin emrinizi dinlemeyeni, ben nasıl ikna ederim?''
''Beni karıştırma! Sana bu görevi neden verdim Psykhe?''
''Ruhları...'' dedi kız konuşmaya zorlanarak. ''Kontrol için...''
''Moiraların ruhu var mı?'' Kız onaylamak için başını salladı. Zeus sahte bir şefkatle sırıttı. ''Peki, o halde onları kontrol altına neden alamıyorsun?''
''Onlar çok güçlü...'' dedi kız fısıltıyla.
Zeus sakinliği bıraktı kızı kollarından tutup salladı. ''Güçlü mü? Aptal kız, sana güvenmekle ne hata yapmışım. Onları ikna et, yargıya nasıl karşı koyabileceğimi ve kehaneti nasıl etkisizleştirileceğini öğren yoksa!'' Kız korkuyla Zeus'a baktı. Adamın gözlerinde acıma yoktu. ''Yoksa Eros ile karşılaşmanı sağlarım.''
''Lütfen Zeus!'' diye yalvardı kız. ''Elimden geleni yapacağım.''
Kızı hırsla bıraktı ve öfkeyle tısladı. ''Elinden geleni yapma, benim emrimi yerine getir.''
''Kehanetin ne olduğunu bile bilmiyorum yüce Zeus, Moiralar ise konuyla ilgilenmiyorlar. Bari kehanetin ne olduğunu söyleseniz.''
''Hayır.'' dedi Zeus ve sinirli bakışlarını kadınların üstüne dikti. ''Onlar ne olduğunu biliyorlar.''
Kızın omuzları düştü. ''Emredersin Zeus.''
Dünya adama yumruk atmamak için kendini zor tutuyordu. Kehanetin ne olduğunu bilmesi bir yana kehanetin etkisizleştirildiği takdirde ne olacağını da tahmin ediyordu. Ve adam otoritesini kullanarak kızı sindiriyordu. Zeus kıza son bir bakış atıp tünele dönerken Dünya olduğu yerde saplandı kaldı.
'Ya kehaneti etkisizleştirmenin bir yolunu bulursa... Ya da en kötüsü çoktan bulmuşsa...'
İçi buz gibi oldu. Zeus kendinden oldukça memnun bir ifadeyle onun yanından geçip giderken Dünya'nın başı dönüyordu. Başına keskin bir ağrı saplandı. Eli alnına doğru giderken hala Zeus'un ardından bakan Psykhe'e döndü. Kız üzgün gözlerle Zeus kaybolana kadar adamı izledi. Sonra kadınlara doğru başını çevirdi, kadınlar aynı anda başlarını yaptıkları işten kaldırıp kıza baktılar.
''Yapamayız Psykhe.'' dediler hep bir ağızdan. ''Yargı hileyle kandırılırsa, denge bozulur.''
Dünya olduğu yerde sallandı. Kadınların son sözü zihnine vurulmuş bir balyoz gibi onu parçaladı. Anlamını anlamak istemiyordu ama son iki kelime beyninde hortumlar oluşturup zorla bilinç kazanıyordu.
Denge bozulur!
Denge zaten bozulmuştu. Demek ki Zeus yargıya karşı gelecek gücü kazanmıştı. Gözü karardı ve kendini sabitleyemedi. Tek elini öne doğru tuttuğu anda dizleri çözüldü. Dünyası ters dönmüştü, büyük bir boşluğa düşer gibi öne kaydı. Ve bu sefer sertçe yüzüstü düştü.
***
''Dünya!''
Gözlerinin önünde yıldızlar uçuşuyordu. Ellerini yere koydu ve doğrulmaya çalıştı, fakat ıslaklık yüzünden kaydı. Çenesini yere çarptı, bütün dişleri çatlarcasına acıdı. Kulağına gelen seslere göre Apollon'un odasına geri dönmüştü. Tek elini havaya kaldırdı.
''Bağırmayın ne olur. Başım çatladı sanırım.''
Sesler kesildi. Zihni ortama adapte olmaya çalışırken yattığı yerde nefeslendi. Kolları ve dizine ek olarak çenesi de ağrıyordu artık. Kendini çevirdi. Beden ağrılarından çok tanık olduğu görüntü yüzünden canı acıyordu. Ares'in ipini çekmesi için Zeus'a yardım ettiğine inanamıyordu. Şimdi o kimden yardım isteyecekti? Ağlamamak için dişlerini sıktı ve hissettiği acı yüzünden elini çenesine götürdü.
''Kahretsin.''
''Dünya, bu tarafa gelebilir misin?''
Artemis'in sesiyle başını çevirdi. Kadın bir metre ötesindeydi ama ona ulaşamıyordu çünkü Dünya hala dairenin içindeydi. Artemis ise dizinin üstüne çökmüş yanında Apollon ve Hekate'yle ona bakıyordu. Elini salladı.
''Kolunu uzat Dünya, seni çekelim.''
''Kalkarım ben, biraz nefes alayım.'' Dedi ama şu anda tepesine toprak atılması ve mezar taşına da 'en beceriksiz anahtar ve sevgili' yazılmasından başka dileği yoktu.
Bekledi. Yer yarılıp onu içeri almayınca ayağa kalkmaya karar verdi. Dizi kilitlenmişti, diğer bacağına yüklenip ayağa kalktı ve tek ayaklı bir robot gibi daireden dışarı adımladı. Apollon hemen onu kucağına aldı ve içeri taşıdı. Yatağın üzerine dikkatlice bırakıldı. Artemis telaşla söyleniyordu.
''Nasıl düştün öyle?''
Apollon gergin bir sesle konuştu. ''Artemis banyoya git, havlu ıslat getir.''
''Ben bakayım Apollon, izin ver.'' dedi Hekate.
Dünya gözlerini açmayı başardı. Tepesinde ona bakan dört çift göz vardı. Hekate öne geçerken ona yol veren Apollon'u omzuyla kasten ittirdi ve dişlerinin arasından homurdandı.
''Sen de şu kadını buradan gönder. Ne işiniz varsa, başka bir zaman yaparsınız.''
Apollon sinirle Hekate'ye baksa da çenesini sıkıp bir şey demedi. Artemis banyoya koşarken Apollon da kadına doğru döndü.
''Zahmetin için teşekkür ederim Daphne, seni de yordum.''
''Sorun değil Apollon, anahtar için yardım edebileceğim bir şey var mı?''
Apollon'un konuşmasına fırsat vermeyen Hekate, Dünya'nın alnına elini koydu ve kadına sert bir sesle cevap verdi.
''Yok!''
Apollon omzunun üstünden Hekate'ye baktı. ''Susacak mısın sen?''
Hekate homurdandı. ''Doğru kelimeleri söylemeye başladığında neden olmasın.''
Apollon bir an afalladı ve başını Daphne'ye çevirirken öylesine konuştu. ''Sonra deneriz, ben sana haber veririm.''
Hekate ayağa kalkıp bağırmak için ağzını açtı ama Apollon hızlı davranıp tek eliyle, kadının ağzını kapattı. Daphne'ye gülümsedi. ''Tekrar sağ ol Daphne.''
Kadın tatlı bir gülüşle adama baktı ve Hekate'ye kısa bir bakış atıp odadan çıktı. Bu arada Artemis ıslak havluyu getirmiş Dünya'nın kıyafetine bulaşan gümüşümsü maddeyi siliyordu. Dünya tartışanlara daldığı için acılarını ikinci plana düşmüştü.
Hekate dudaklarının üzerindeki Apollon'un elini çekmeye bile çalışmadı. Apollon Daphne kapıyı kapatana kadar kadının arkasından baktı ve nefes alıp Hekate'ye döndü. Parmaklarının susturduğu dudakları o anda fark etti ve elini hemen çekti. Dünya hayranlıkla, iki ölümsüzün birbirine olan bakışmalarının havada yarattığı elektriklenmeyi izlerken Artemis'in havluyu kolundaki çürüğe bastırdığını göremedi.
''Lan!''
Artemis irkilerek havluyu çekti. ''Ne oldu?''
Bağırış karşısında Apollon ve Hekate gittikleri boyuttan aniden geri geldiler. Hekate'nin yanakları al aldı. Apollon, Artemis'in ne yaptığını gördüğünde söylenerek yanına geldi.
''Tatlı kardeşim havluyu temizlik için istemedim. Yüzüne koy, soğukluğu Dünya'yı ferahlatır.''
''Ah, özür dilerim ama çok kirlenmişti. Bak şimdi tertemiz.''
Apollon başını sağa sola sallayıp yatağın kenarına oturdu.
''Seni Sirona'ya götüreceğim Dünya.''
''Gerek yok.'' dedi ama çenesini açmakta zorlanıyordu. Sızlaması bir yana zonklaması ve iki kat büyükmüş hissi vermesi tuhaftı.
''Çeneni fena çarptın.''
Apollon'un sözünü Hekate kesti. ''Ben ilgilenirim Apollon.''
Apollon, kadına bakmadan konuştu. ''Ölümlülere gücün yetiyor mu?''
Sesi sertti ama her an kırılıverecekmiş gibi gergindi. Hekate dudaklarını ıslatıp anca konuşabildi. ''Evet''
Apollon Dünya'ya gülümsedi ve ayağa kalkıp Hekate'ye yer verdi. Biraz öteye gitti ve kollarını kenetleyerek Dünya'ya gözlerini dikti. Artemis elindeki havluyu sallayarak adamın yanında durdu. Hekate Dünya'nın kolunu sıyırdı ve çürükleri görünce kaşlarını çattı. Bedeniyle gerildiğinden diğerleri görememişti. Kadınla göz göze geldiler ve Dünya ses çıkarmaması için neredeyse gözleriyle yalvardı. Hekate başını salladı ve Dünya'nın ellerine uzandı, her iki bileğine, parmaklarını kenetledi. Yavaşça Dünya'nın bedenine bir ferahlık yayıldı. Beden acılarından hızla arındı, kalan tek şey yüreğindeki suçluluk duygusuydu.
Hekate ellerini onun bileklerinden çekti ve gülümsedi. ''Şimdi iyi misin?''
Dünya başını salladı. ''Teşekkür ederim.''
Hekate eliyle onun saçlarını geriye attı. ''İyi misin?'' diye fısıldadı.
Onun kalbini mi okuyordu bu kadın? Dudaklarını ısırdı ve başını yukarı aşağı salladı. Bununla yetinmesi gerekecekti çünkü Apollon ve Artemis'in tepkisinden çekiniyordu. Hekate doğruldu.
''Tamam, o halde, bundan sonra bastığın yere dikkat et.'' dedi ve göz kırparak sırıttı.
''İlk düşüş neyse de, ikinci düşüşün tam fiyaskoydu Dünya.'' dedi Artemis. ''Mesafe azdı ama kafanı kırmaya çalışıyormuşsun gibi kendini yere çarptın.''
Yataktan doğruldu. ''En iyisi için uğraştım.'' dedi ve kadını rahatlatmak için sırıttı.
Hekate unuttuğu bir şey aklına gelmiş gibi ellerini birbirine vurdu. ''Ne unutkanım, Sirona'yı ziyaret etmedim.'' Dedi ve Dünya'ya baktı. ''Benimle gelen var mı?''
Artemis elindeki havluyu dertop etti. ''Ben gelemem.'' dedi ve havlu topunu Apollon'a fırlattı. ''Kesin bu da gelmez.''
Apollon tek eliyle havluyu yakaladı ve Artemis'e ters bir bakış attı. Hekate içini çekti. ''Dünya bana eşlik eder misin?''
Yapacak ne işi vardı ki? Başını salladı. ''Önce üstümü değiştirmem gerek.''
''Doğru karar.'' dedi Artemis ve küçük burnunu kırıştırdı.
Hekate'nin aklında bir şey vardı. Aslında iki şey vardı ve Apollon banyoya doğru döndüğünde baklanın birini hemen çıkardı.
''Sarışın!''
Apollon bıkkınca derin bir nefes aldı ve yürümeyi bırakmadı. ''Beni öyle çağırmayı kes.''
''Neden? Sarışın değil misin?''
Apollon sinirle kadına doğru döndü ama Hekate hiç etkilenmemişti. ''Sana bir tek sorum var. Daphne ile ne deneyecektin?''
''Lütfen Hekate, varlığın yeterince eziyetken bir de oturup seninle sohbet edecek değilim.''
''Cevap için bu kadar kelime kullanmana gerek yoktu. Bak, ben şıllığa ismiyle hitap ettim, sen de soruma cevap verecek kadar kibarlaşabilirsin.''
Apollon bir an gülümseyecek gibi oldu ama kendini toparladı. ''Güle güle!''
Apollon banyoya yürümeye devam etti ama Hekate pes etmeye niyetli değildi.
''Soruma cevap ver!''
Apollon kapıyı sertçe kapattığında Hekate sinirden kıpkırmızı olmuştu. Yumruklarını sıktı ve banyoya doğru tepinir gibi adımladı.
''Seni aşağılık sarışın, utanmaz herif!''
Önüne çıkan Artemis olmasaydı kapıyı kırıp içeri dalacak gibiydi.
''Hekate sakin ol! Adam banyoda!''
''Pişkinliğini görmüyor musun Artemis.'' Dedi ve Apollon duysun diye daha sesli bağırdı. ''Artık odasına çağırır olmuş.''
Artemis ellerini açıp omuzlarını kaldırdı. ''Eee ne olmuş?''
Hekate bir an afalladı. Çıkışının ve öfkesinin saçma olduğunu fark etmişti ama hala sinirliydi. Pes etmiş bir halde mırıldandı.
''Önüne gelene giriş izni vermemesi gerekir. Tehlikeli...''
Artemis güldü. ''Evet, ne kadar tehlikeli olduğunu görebiliyorum. Her neyse, benim çıkmam gerek Neith ile buluşacağım. Sizinle sonra görüşürüz kızlar. Görüşürüz Apollon!''
''Görüşürüz.'' dedi Dünya, Hekate'nin suskunluğu karşısında rahat görünmeye çalışarak.
Banyodan gelen veda homurtusunun ardından Artemis, elini salladı ve odadan çıktı. Hekate hala banyo kapısının önünde dikiliyordu. Dünya kadının yanına gitti ve koluna dokundu.
''Hekate.'' dediğinde, kadın başını çevirip ona baktı. ''Sizi yalnız bırakayım mı?''
Hekate başını sağa sola salladı. ''Benden nefret ettiğine ikna oldum.'' dedi cansız bir sesle ve odadan çıkmak için kapıya yürüdü. ''Fakat henüz pes etmeye niyetim yok!''
Aşağı kata kadar konuşmadılar. Kendi sıkıntısı yeterken bir de Hekate'den yayılan sıkıntı onu iyice bunaltmıştı. Dünya sessizliği bozmaya karar verdi.
''Sirona'ya gitmeyi gerçekten istiyor musun?''
Hekate yan gözle ona baktı. ''Kesinlikle hayır.''
''Ben de, hadi bahçeye çıkalım.''
Hekate omzunu silkti. ''Neden olmasın, bahçeye çıkalım da, içimizi biraz daha kasvet sarsın.''
***
Bahçeye çıktılar ve kurumuş bitkilerin arasından çatlamış toprağı ezerek yürümeye başladılar. Tanık olduğu görüntüler Dünya'nın aklından bir türlü çıkmıyordu. Anlamlandırmakta hata yaptığını sanmıyordu ama durumun vahimliğini bir türlü kestiremiyordu. Her şey için geç kalınmamasını ummaktan başka bir şey aklına gelmiyordu.
''Bahçenin eski hali oldukça güzel olmalı.'' dedi en sonunda kafasını başka şeylere yönlendirebilirse aklına fikir gelmesi umuduyla.
Hekate başını salladı. ''Evet, muhteşemdi. Ta ki Adonis tarafından ret edilen Persephone yeryüzüne çıkmamaya karar verene kadar, bahçe çok güzeldi. Demeter'in öfkesini bugün gibi hatırlıyorum. Genelde sakin biridir ama o gün Vezüv gibi lav püskürtüyordu.''
''Üstüme vazife değil ama pek saklamadığınız için soruyorum. Sen neden Apollon'u bıraktın?''
Hekate devrik ölü bir ağacın yanına gitti ve oturdu. Güzel yüzü üzüntü ve pişmanlıkla doluydu. Dirseklerini dizine yerleştirip ellerini önde kenetledi. Dünya yanına oturunca konuşmaya başladı.
''Beni terk eden oydu, onu başkasıyla aldattığım için. Kendimi affettirmeye çalıştım ama fayda etmedi. Canım çok yanıyordu. Her gün onu görmeme rağmen, onun yüzüme bile bakmamasına dayanamıyordum. Yıllarca uğraştım ama onun inadını kıramadım. Sonunda katlanamadım ve Prometheus'tan yardım istedim. O da bana kaçtığım boyutu önerdi. Görmezsem belki onu umursamayabilirdim. Kabul ettim ama gördüğün üzere hiç işe yaramadı. Anılar, onun umursamaz varlığının bende yarattığı özlemden daha acımasız olabiliyormuş. Adonis'in boyuttaki varlığını hissedince ne kadar sevindiğimi anlatamam, gerçi onu yaralı halde bulmayı hiç düşünmezdim ama yine de kapı açılmıştı. Bu yüzden geri döndüm ve bunu sağladığın için sana müteşekkirim.''
Dünya aldattığı kişinin kimliğini sormaya çekiniyordu ama öğrenmezse daha da kuduracaktı. Direkt sormayı gururuna yediremedi, konuşturmaya devam etmeye karar verdi.
''Madem o kadar seviyordun neden başkasıyla aldattın? Aldattığın kişiye değer miydi?''
Hekate uzun bacaklarını öne uzattı ve ellerini ağaca dayadı. ''Aslında ona kızdığım için aldattım ama işin aslı, kişi bakımdan pişman değilim.'' Dünya'nın tüyleri diken diken oldu, bir kedi gibi kadının tepesine atılıp tırnaklarını geçirebilirdi. ''Apollon'un odasındaki kadını hatırlıyor musun?''
''Evet, Daphne.''
''Adı her neyse!'' dedi Hekate hızlıca. ''Apollon benden önce o kadınla birlikteydi. Apollon'un ona ne kadar âşık olduğunu görmeliydin, aptal adam! Kadın ona yüz vermiyordu, sarışın ise peşinden ayrılmıyordu. Eros'un yardımıyla, kadını baştan çıkarmayı başardı. Apollon romantiklik bakımından biraz az gelişmiştir. Bir süre sonra Apollon kadını bıraktı ve ben de şansımı denedim. Uzun bir süre her şey yolundaydı ama birden sarışının o kadından yardım isteyeceği tuttu. Yanında ben dururken o küçük periden yardım istiyordu.''
Hekate aynı duyguların hala etkisindeydi, sinirle konuşmaya ve eline aldığı bir dalı parçalamaya devam etti. ''Yasaklamama aldırmadı bile... Çok öfkelenmiştim ve ben öfkelenince kendimi birazcık kaybederim. Kesinlikle iyi bir özellik değil ama benim suçum da değil. İblis mücevherine dokunan biri, kim olursa olsun, etkisinden kurtulamaz. Bazı duygu dalgalanmaları kalıcıdır.''
Hekate son sözlerinin Dünya'yı nasıl etkilediğinden bihaber anlatıyordu. Mücevhere temas edenlerden biri de Dünya'ydı ve Hekate'den daha uzun süre etkisinde kalmıştı. Yani onunda mı kişiliği bozulmuştu? Düşünmekten yorulmuş bir halde, sadece ama sadece kadını dinledi. Dert arkadaşlığının tek taraflı olacağı bir noktadaydı ve morali o kadar bozulmuştu ki; Hekate onu dinleyecek olsa bile, Dünya konuşacak halde değildi.
''Kavgalar işe yaramayınca sonunda anlayışlı olmaya karar verdim ama görünüşte... Tüm dikkatim ikisinin üzerindeydi. Onları çok iyi takip ediyordum, bu yüzden koridorda öpüşürken yakalamam pek zor olmadı. Sarışın içkili olduğunu ve öpüşmeye ne ara başladıklarını anlamadığını söyledi. Gözüm dönmüştü, o an Apollon'u öldürebilirdim, bu yüzden uzaklaştım. Ve kendimi ondan soğutmak için, onu aldattım. O kadın gelip bana sarışını kendisinin öptüğünü söyleyene kadar Apollon'dan kaçtım. Haklı olduğumu sanırken en suçlu duruma ben düşmüştüm. Sarışın beni affetmedi.''
Dünya hala aldattığı kişinin kim olduğunu öğrenememişti. Rahatsızca kımıldadı. ''Apollon, onu kiminle aldattığını öğrendi mi?''
Hekate omzunu silkti. ''Sorun o değildi ki, sorun benim ihanetimdi.''
Belki Dünya için sorun olabilirdi ama Hekate bir türlü söylemiyordu. Dolaysız sormaya karar verdi, başka türlü öğrenemeyecekti. Ağzını açmıştı ki, Hekate konuştu.
''Senin de Ares ile ilişkin bayağı ilginçmiş. Zeus hiç onaylamıyor.''
''Onun onayına ihtiyacımız olduğunu sanmıyorum.'' dedi konu neden onların ilişkisine gelmişti ki?
''Ares bir ölümsüz ve Olimposlu.'' dedi Hekate. ''Bu durumda onaya ihtiyacınız var. Gerçi Zeus kısa sürecek bir heves olduğunu düşünüyor. Sizin hakkınızda konuştuğumuz için umarım bana kızmazsın ama adam kendisi anlattı.''
Dünya suratını astı. ''Ben sadece kendi duygularımı biliyorum ve diğerlerinin ne düşündüğü umurumda değil.''
Hekate bacaklarını toplayıp ona döndü. ''Adonis'i de etkilemişsin.''
Kadının yüzündeki haylaz bakıştan anladığı kadarıyla, Zeus kadına her şeyi anlatmıştı. Belki de Ares ile dertleşmişlerdi. Kendini birden yabancı gibi hissetti, şimdiye kadar hiç hissetmediği kadar.
''Ben senin yerinde olsam seçeceğim kişi...''
Dünya gözlerini kadının gözlerine dikti ve sert bir sesle lafını kesti. ''Benim yerimde değilsin Hekate!''
Hekate bir an afalladı ve kaşları havalandı. ''Beni yanlış anlama Dünya...''
Onlara yaklaşan ayak sesiyle irkildiler.
''Hala sohbet mi ediyorsunuz?'' Dünya daha sesi duymadan adamın gelişini sezen kalbi hızlanmıştı. Ares kütüğün üstüne oturmadan önce Dünya'nın saçlarına bir öpücük kondurdu. ''Sana fazla sabrım olmadığını söylememiş miydim papatyam?''
''Benim suçum.'' dedi Hekate. ''Dünya'yı ben lafa tuttum.''
Kadının sesi biraz buruk çıkmıştı. Dünya ise ona kollarını dolayan adamın ısısından başka bir şeyi düşünmek istemiyordu. Ares bacaklarını kütüğün iki yanına attı ve Dünya'yı kendine çekti.
''Seni çok özledim.''
Kulağına fısıldanan cümle karşısında kalbi göğsünde birkaç takla attı ve adama iyice sokuldu. Onu kendinden geçiren koku ve sıcaklığın karşısında dili bağlanmıştı. Ares kollarında onu tutmaktan hoşnut neşeli bir sesle Hekate'ye takıldı.
''Siz kızlar bir araya gelince, dedikodudan başka bir şey yapmazsınız. Kimi çekiştiriyordunuz?''
''Ah, ne basit bir yargı, senden daha iyisini beklerdim Ares.''
Ares güldü. ''Doğru mu değil mi? Kaçamak cevabına göre; yoksa beni mi çekiştiriyordunuz?''
Hekate sahte bir kahkaha attı. ''Kendini o kadar önemseme tatlı çocuk, senden daha ilginç şeyler de var.''
''Çok merak ettim neymiş bu?''
Dünya Ares'in varlığıyla huzur bulmuştu, nasıl oluyor da adamın yokluğunda bu kadar dağılabiliyordu? Zihni ve ruhu yatışırken konuşulanlara nihayet odaklanmayı başardı. Hekate'nin doğru ama gereksiz cevabını da o sırada duydu.
''Eski sevgililerimiz tabi ki.''
Ares'in gerildiğini hissetti, kalp atışı aniden hızlanmıştı. Bu tepkiye neyin neden olduğunu tahmin etmek istemiyordu ama Dünya adamın yüzüne bakmak için kendini geri çekti. Suçluluk... Panik... Karmaşa... Fakat Ares'in yüz ifadesi hiç birini yansıtmıyordu, tek anlaşılan duygu kızgınlıktı. Ares gözlerini indirip Dünya'ya baktı, altın gözlerinin içindeki hareler tehlikeli bir şekilde parıldadı.
''Eski sevgilileriniz mi?'' dedi kaşlarını çatıp. ''Sen kimi anlatıyordun?''
Dünya bir an afalladı. Adam Hekate'nin cevabını değil onun ne dediğini soruyordu. Ve sorguya çekilmek kesinlikle Dünya'nın aklında yoktu. ''Ne?'' diyebildi sadece.
''Hey, sana takılıyordum Ares.'' dedi Hekate gafını tamir etmek için. ''Ben Dünya'ya keçi inatlı sarışını anlatıyordum. Ve bilirsin, ben başladım mı susmam.''
Ares yutkundu ve boş kalan ellerini bacaklarına koydu. Dünya ikisinin arasında aniden oluşuveren görünmez soğuk duvar karşısında soluk almadığını fark etti. Hekate boğazını temizleyip ayağa kalktı.
''Şey, ben fazla konuştum sanırım gitsem iyi olacak. Beni dinlediğin için teşekkür ederim Dünya, sonra görüşürüz. Sen de biraz rahatla Ares.''
Dünya ''Görüşürüz.'' dedi, Ares ise gergin bir gülümseme gönderdi. Hekate eve doğru yürümeye başladığında Ares derin nefesler alıyordu. Sanki sıkıntısı yüzünden aldığı soluk ona yetmiyordu. Aralarındaki soğuk duvarı o da hissetmiş olmalıydı. Dünya bakışlarını bahçeden alıp adama çevirdi. Eve dönmeyi önerecekti. Ares onun konuşmasına izin vermedi.
''Özür dilerim, o şekilde kaba davranmak istemezdim. Ama başka bir adamı, ondan bahsedecek kadar düşünüyor olman beni sinirlendirdi.''
Dünya'nın kaşları havalandı. ''Kıskandığın için mi az daha parçalara ayrılacaktım?''
Ares gözlerini kapatıp başını geriye attı. ''Sana zarar vermem.'' diye mırıldandı. Hala kendini toparlamaya çalışıyordu. Küçük bir şakanın adamı bu hale getirdiğine inanmak zordu. Kendine güvenine ne olmuştu?
''Sorun iblis mücevheri değil mi?'' dedi Dünya. Ares gözlerini açıp ona baktı. ''Hekate'ye benzediğimi düşünüyorsun.''
Ares dudaklarını ısırarak bir süre öylece durdu. Dünya devam etti. ''Mücevherin düzeltilmeyecek etkisini biliyorum. Bana anlattı. Ondaki ruh halinin değişkenliği mücevherin dokunuşu yüzündenmiş.''
Ares gözlerini başka tarafa çevirdi ve başını salladı. ''Krizlerin umurumda bile değil. Canımı sıkan tek şey senin yüreğindeki yerimi kaybetme olasılığı... Başka bir erkek için beni bırakırsan... Başka birini seversen...'' dedi zorlukla. ''Ben... Dağılırım.''
Yakışıklı yüzü bembeyaz kesilmişti, dudaklarını sıkmaktan çenesi titriyordu. Endişesinin gurur yüzünden olmadığını hissediyordu. Ares; Olimpos'un prensi, Zeus'un belalısı, iblis efendisi, güç ve savaşın somut hali, aşk tanrıçasına diz çöktüren tek adam, Kronos'un veliahdı... Onun tarafından bırakılmaktan korkuyordu. Kalbine incecik bir sızı döküldü, elini uzatıp parlayan altın gözleri kendine çevirdi.
''Sen dağılırsın ama ben ölürüm sevgilim. Seni seviyorum Ares.''
Ares hızla ona sarıldı ve göğsüne bastırdı. ''Ve bunun sonsuza kadar devam etmesini sağlayacağıma emin olabilirsin. Benden bıkmana izin vermeyeceğim papatyam.''
Dünya kıkırdadı. ''Ne salaksın sen ya, başında onca sorun varken anahtarı tavlamaya çalışıyorsun.''
Ares onun sırtındaki ellerini aşağıya doğru indirirken mırıldandı. ''Hım... Ben çoktan tavladığımı sanıyordum.''
Belini kavrayan parmaklar onu havalandırıp Ares'in kucağına yerleştirdi. Dünya kollarını adamın boynuna doladı ve gözlerinin içine baktı. ''Hatırlatırım, seni yatağa atan bendim.''
Ares burnunu onun burnuna sürttü. ''Yatağa atmak mı, sen beni taciz ettin. Bu yüzden seni cezalandırmalıyım.''
''Ah, çok korktum.'' diye fısıldadı ve adamın dudaklarına eğildi. ''Hala bahçede miyiz?''
Ares'in gülümseyen dudaklarıyla buluştuğunda Dünya yönlendirilmeyi bekliyordu ama onun yerine unutmak istediği bir yırtılma sesi geldi. Havanın somut bir şeymiş gibi yırtılmasını duyunca buz kesip kendini çekti. Ares'e hareket kazandırmak için kucağından kalmaya yeltendi ama Ares onu bırakmadı. Dünya korkuyla sesin geldiği yöne başını çevirdi. Açılan yarıktan yanlarına geçen kişi Solan'dı. Solan mı?!
Kızıl saçlı büyücü ikisinin halini hiç umursamadan Ares'e doğru konuştu.
''Sana acil ihtiyacımız var Ares.'' dedi ciddi bir yüzle. ''Ruh iki boyutun kapısını tutan askerleri kontrolü altına aldı ve sızmayı başardı. Enyo tek başına askerleri engelleyemiyor. Bende çaresiz kaldım.''
Dünya boş boş Ares'in yüzüne baktı. Solan mı? Ares ise yalanı yakalanmış çocuk gibi sırıttı. ''Sonra açıklarım sevgilim ama şimdi gitmem gerek.''
Dünya kucağından indi ve yan gözle ona bakan Solan'a döndü. Şimdiye kadar Asteria'ya ihanet edenin İksion olduğunu sanıyordu ama asıl sinsi tam karşısındaydı. Ama neden?
''Fazla silahın var mı Solan?''
Solan'ın üstündeki tek silahı, sırtındaki kısa kılıçtı, çıkarıp Ares'e uzattı. ''Ben büyü yaparım zaten açığa çıktım.''
Ares başını salladı ve kılıcı adamın elinden aldı. ''Bana yolu aç ve Dünya'yı eve bıraktıktan sonra peşimden gel.''
''O herife ihtiyacım yok.''
Ares ona döndü. ''Tartışmanın sırası değil canım. Yanında biri olmadan bahçede dolaşmana izin vermiyorum ve konu kapanmıştır.'' Diyerek Dünya'nın itirazını kesti ve alnına bir öpücük kondurdu. ''Uslu dur anahtar, hiç değilse ben dönene dek!''
Ares, Solan'a döndü ve büyücünün açtığı yarıktan kayboldu. Bahçede ikisi kalmıştı ve birbirlerini düşmanca süzüyorlardı. İlk konuşan Solan oldu.
''Ares'i duydun. Yürü anahtar.''
''Daha fazla şok olamam diyordum.'' dedi kendi kendine. Başını salladı. ''Sen git ona yardım et. Ben yolu biliyorum.''
Yürümeye başladığında kırmızı saçlı gölgenin her zamanki gibi onu takip ettiğini fark etti. Dünya durup adama döndü.
''Beni takip etmek senin için alışkanlık mı oldu? Sana git dedim duymadın mı?''
Solan atılıp bileğinden tuttu ve eve doğru sürükler gibi götürmeye başladı. Dünya adamın elinden kurtulmak için ayak direndi ama tökezleyince pes etti.
''Tamam, adi herif, bırak beni.''
''Acelem var anahtar ve inan seninle uğraşmayı ben de istemiyorum.''
Solan onun bileğini bıraktı ve ilerlemesi için ona baktı. Dünya adamı dikkatlice süzdü. Sado-mazoşist kılığının daha yumuşak bir tarzını denemişti. Pantolonu mat deridendi ve aynı deriden kolsuz bir üstlük giymişti. Boynuna kadar kapalı kıyafetinin tek süsü artık boş olan kılıcın göğsünde birleşen kınıydı. Tabi bir de pantolonunun kemerine sabitlediği kısa sopa vardı. Saçlarını yanlardan örmüş ve böylece yüzünü meydana çıkarmıştı. Solan bakışlar karşısında rahatsızca kıpırdanınca Dünya eve doğru döndü.
''İksion nasıl?''
Solan onu takip ederken sorusunu cevapladı. ''İyileşiyor.''
''O da mı sizin gruptandı?''
''Hayır.''
Dünya omzunun üstünden bir adım ardındaki Solan'a baktı. İksion'un sağ kolu meğer Ares'in büyücüsüydü.
''Duyunca çok üzülmüş olmalı, yani ihanetini.''
''Bilmiyor.''
Tek kelimelik cevaplardan sıkılmıştı ve Solan ile sohbeti oldu olası sevmiyordu. Eve kadar sustu ve kapıya ulaştığında Solan merdivenlerde durup onun içeri girmesini bekledi. Dünya da adamın isteğini yerine getirdi, kapıyı hızla çarpmak için tüm gücünü kullanması gerekmişti ama çıkan ses hoşuna gitti. Hızlı adımlarla odasının olduğu kata doğru ilerledi.
Katlardaki boyut kapılarındaki tuhaflık o sırada ilgisini çekti. Boyutlara ait kapılar titreşen bir örtüyle kapatılmıştı, işlev dışı kalan geçitlerin bu şekilde güvene alındığını anladı. Acaba taş salon ne haldeydi? Gidip bakmaya cesaret edemedi. Odası yerine mutfağa döndü, içecek bir şey alıp odasına geçmeye karar vermişti. Mutfakta kendine meyve suyu alıp odasına gidene kadar kimseye rastlamadı. Ondan başka herkesin işi vardı. Ölümsüzlerin Ares sayesinde çıktıkları tatil dönemi Dünya yüzünden sona ermişti.
***
Odasının güvenliğine sığındı ve hızlı bir banyodan sonra meyve suyunu içti, yatağına uzandı. Bir yandan Ares'in ne durumda olduğunu merak ediyordu bir yandan da bu karmaşayı nasıl çözeceğini düşünüyordu. Bilgileri o kadar parçalıydı ki, hiç birini diğeriyle birleştirip sonuca varamıyordu.
Birine danışma ihtiyacı hissediyordu ama kiminle konuşacağını kestiremiyordu. Ölümsüzlerden biri olmazdı, miras hakkındaki sırlarını ifşa etmeden konuyu tam anlatamazdı. Kahin veya Nabi de olmazdı, kahin kesin yorumlarda bulunmuyordu ve aklını karıştırıyordu. Nabi'ye ise nedense güvenmiyordu. Ares ile konuşabilmeyi çok isterdi ama bu düşündüklerinin içinde en tehlikelisinin o olduğunu biliyordu.
''Of!'' diyerek yatakta yüzüstü döndü. ''Ne işim var burada benim ya? Yolu nasıl bulacağım?''
Gözlerini kapattı ve nedense karanlığında beliren yüz görmeyi beklediği yüz olmadı. Uçuşan kırmızı saçların arasında parlayan yeşil gözleri ve ince yüz hatlarıyla zihninde şekillenen surat Solan'dı. Aniden gözlerini açtı ve yüzünü ekşitti.
''Hayatta olmaz.'' diye yattığı yerden doğruldu.
Hain Solan'ın, Ares için çalıştığına hala inanamıyordu. Nasıl fark etmemişti? Acaba ne zamandan beri Ares'in sağ koluydu? İksion'a olan nedensiz bağlılığına anlam verememişti gerçi ama Ares... Bu daha anlamsızdı. Aklına İksion'u görmek için adamı çağırdığı an geldi. 'Beni efendine götür' dediğinde Solan'ın yüzünde beliren hınzır ifadeye o zaman aldırmamıştı ama 'efendi' olarak Ares'i kast ettiğini şimdi anlıyordu. Çünkü İksion lafından sonra onu yönlendirmeyi kabul etmişti. Ares'i lanet geri teptiğinde, en az onun kadar endişelenmişti. Neden endişelenmesin? Suç ortağı olarak, bunun olabileceğini zaten biliyordu. Adam iblisler gibi kendi kendini yönlendirebiliyordu, zekiydi ve çok güçlü bir büyücüydü. Diğer boyutlara geçtiğinde onu gölge gibi takip ettiğini hatırladı. Sebebini artık biliyordu çünkü Ares'in emirlerinden biri de, lanetli anahtarı korumasıydı. Yine de ondan yardım isteyemezdi ve adama güvenmiyordu.
Pencereden dışarı baktı, hava henüz aydınlıktı. Tabi gri pus ve şekilsiz bulutların örttüğü hava ne kadar aydınlık olabilirse o kadar. Bahçe dışındaki havanın böyle olmadığına bahse girebilirdi. Acaba Sedef ne yapıyordu? Onu özlemişti ve neşeli arkadaşlığını her şeyden çok arıyordu. Telefonun bu evde çalışmaması ne kötüydü... Ama belki bahçeyi aştıktan sonra çalışabilirdi. Gözleriyle odayı taradı ve çantasını masanın ayaklarının dibinde görünce keyfi yerine geldi. Çantasını kaptı ve giysi dolabından ince bir hırka alıp odadan dışarı çıktı.
Koridorda kimseyle karşılaşmayı beklemiyordu. Herkesin işi başından aşkındı. İki oda ötedeki Adonis'i görünce küçük bir çığlık atması o yüzden gayet normaldi. Adam bir yerden geliyordu ve üstü başı... Savaştan çıkmış gibiydi. En son üzerinde gördüğü kıyafet koyu renkli sıvıyla lekelenmiş ve yırtılmıştı. Adamın elindeki kılıçtan da pis kokulu, yoğun bir sıvı yere damlıyordu. Dünya'nın küçük çığlığından önce ondan tarafa baktığı belliydi.
''Bu bir sevinç çığlığı değil sanırım.'' dedi. Kırık burnu yüzünden hasta gibi konuşuyordu. ''Selam.''
''Ödümü kopardın, bu halin de ne?'' dedi elini kalbine götürdü. ''Sana da merhaba.''
Adonis sağ elini kaldırıp burun kemerini sıktı ve yerine oturttu. Şekli düzelse de, burnu hala kanıyordu ve hafifçe şişmişti. ''Aynı anda iki melezle savaşırken bir iki yumruk yiyebiliyorsun. Karşına bu kadar kötü çıktığım için üzgünüm.''
Hiç üzülmüşe benzemiyordu, alaycı bir ifadeyle ona doğru yürüdü. ''Yoksa seni çok mu korkuttum?''
Dünya adamın kolunda da bir kesik olduğunu gördü, sızan kan kılıcını kaplayan sıvıyla karışıp yeri damlıyordu. ''Sirona'ya gitmen gerek.'' diye fısıldadı.
Adonis onun baktığı koluna doğru döndü. ''Bu önemsiz bir yara.'' dedi ve tam karşısında durdu. ''Nektar gücümü toplamama yardım ederdi ama yanıma almamışım.''
Adonis'in bakışları elindeki çantaya ilişti ve kaşlarını çattı. ''Sen bir yere mi gidiyordun?''
Omzunu silkti. ''Telefonun çektiği bir yere.'' dedi Adonis'e doğruyu söylemekte sakınca yoktu. ''Arkadaşımla konuşmam gerek. Merak etmiştir.''
''Hangi arkadaşın?''
Adonis'in soruyu sorarken takındığı sert tavra anlam veremedi. ''Sanki çok arkadaşım varmış gibi bir de soruyorsun.''
''Kafedeki kız arkadaşını mı kast ediyorsun?'' dedi ve onun onaylaması için bekledi.
''Evet'' dedi ama düşünceli bir sesle çünkü Samet, Kerim ve Demet de onun arkadaşıydı ve Dünya onları hiç aklına getirmemişti. Aklına gelen tek kişi Sedef'ti.
''İstersen seni kafeye götürebilirim.'' dedi rahatlayan Adonis ve kötü kokan sıvıyla bulanmış üstünü kast ederek ekledi. ''Tabi birkaç dakika beni beklersen.''
''Sen yaralısın.'' dedi Dünya. ''Sirona'ya uğrasan daha iyi.''
''Sararım olur biter. Beni bekler misin?''
''Gerçekten gerek yok...'' dedi ama Adonis lafını kesti.
''Olmaz! Değerli anahtarımızın korumasız dolaşmasına izin veremem. Hem bir değişiklik, benim de hoşuma gider. Kaç saattir Calos'ta melez püskürtmeye çalışıyorum. Çok sıkıcıydı.'' Dedi ve odasını başıyla işaret etti. ''Hadi gel, sargı konusunda da bana yardım edersin.''
Adonis ile hem de adamın odasında yalnız kalmak iyi bir fikir değildi. Kabul etmemesi durumunda yeni oluşan arkadaşlığı kırılgan hale gelebilirdi. Kabul etmesi durumunda da yanlış anlaşılabilirdi. Ayrıca adamı bu halde Antalya'ya sürükleyecek kadar da zalim değildi.
''Bence iyi bir fikir değil.'' dedi ve gülümsedi. ''Telefon ile görüşmem yeterli olur, ayrıca biraz yorgunum. Antalya'ya gidip gelecek halim yok.''
Adonis'in yüzü asıldı. ''Benden uzak durmak istiyorsun. Anlıyorum.''
Dünya inkâr etmenin işe yaramayacağını biliyordu. Adonis'i kırmayı istemiyordu. Zaten en başında adamın duygularını alt üst eden kişi kendisiydi ve suçluluk duyuyordu.
''Bak ne diyeceğim, telefonun çektiği yere kadar yürüyelim. Yorgun değilsen tabi ki!'' Adonis'in gülümsemesiyle rahatladı ve devam etti. ''Ayrıca kolunun bandajlanması gerek. Özellikle canını acıtmaya gayret ederek sarılmasına yardım ederim.''
''Çok kötüsün anahtar...'' dedi şakacı bir sesle.
Dünya omzunu silkti. ''Huyum kurusun, biraz iblis havası kokladım.''
Adonis'in odasına geçtiler, adam hızlı bir banyodan sonra altında bir pantolon olduğu halde Dünya'nın yanına oturdu. Adama hediye ettiği kolye tek süsüydü. Adonis elindeki sargı bezlerini ona uzattı.
''Diyetini öde bakalım bebek.''
Dünya güzel ölümsüzün neşeyle parlayan yüzüne baktı ve gülümseyerek sargıları elinden aldı. Kusursuz tenini lekeleyen iki tane de beresi vardı, akşama kadar kesin çürüyecekti. Avuç içi büyüklüğündeki bere göğüs kafesinin hemen altındaydı, diğeri omzunun üstündeydi. Kolundaki kesik kısaydı ama derine benziyordu. Kan incecik sızmaya devam ediyordu. Belki dikmeden sarmamalıydılar. Kalbinin tam üstünde de iyileşmeyen eski yarası duruyordu.
''Kesik... Derinmiş...'' dedi ve kekeleyerek devam etti. ''Şey, belki yani Sirona'nın dikmesi gerekiyordur.''
Adonis dudağını büktü. ''Hızlı iyileşir dert etme sen, nektar olmadığı halde iki üç saate izi bile kalmaz. Bu sargı sadece kıyafete kan bulaşmaması içindi.'' Sonra göz alıcı çıplaklığını göstererek sırıttı. ''Tabi, bu halde etrafta dolaşmamı istiyorsan o başka.''
Dünya sargıyı açarken söylendi. ''Bu çirkinliğinle gözlerime eziyet çektirmek istemem.''
''Çirkin mi?'' dedi Adonis, kolunu ona uzattı. ''Bu lafı kendim için duyabileceğimi hiç sanmıyordum. Şaka bile olsa tuhaf.''
''Çok kendini beğenmişsin biliyor musun?'' dedi ve sargıyı düzgünce güçlü kasların üstüne sarmaya başladı.
''Beni beğenmeyen yok ki aşkım.''
Burnundaki bere ve yaralarıyla yine de muhteşem görünen ölümsüze baktı. Lacivert gözleri daha bir mavileşmişti, gülümseyen dudakları hoş ve tatlı görünüyordu. Banyo ısısı veya yaralarının verdiği halsizlik yüzünden yanakları hafifçe pembeleşmişti. Islanan saçları kıvrılmıştı ve adamın güzelliğini iyice keskinleştiriyordu. Son zamanlarda yüzünde gördüğü gerginliğin yerini heyecanlı bir mutluluk almıştı. Dünya gözlerini kısıp adamın oyununa katıldı.
''Sen ya çok dayak yemişsin ya da yeteri kadar yememişsin. Ama başına iyi darbe aldığın kesin, sayıklıyorsun.''
Adonis, Dünya'nın sargının ucunu bağlamasını seyrederken hiç sesini çıkarmadı. Sözlerinden sonra Dünya tuhaf bir ağırlığın ikisi arasında asılı kaldığının farkındaydı ve bu his onu gerdi. Adonis, dudaklarının ötesinde kalan kelimeler yüzünden dudağını kemiriyordu. Neyse ki ölümsüz konuyu uzatmadı. Dünya doğruldu ve gözü yeniden göğsündeki ize takıldı.
''Acaba bunu Hekate tamamen iyileştirebilir mi?''
Adonis'in onu izleyen gözleri titreşti ve başını eğdi. ''O yaranın iyileşmesini istemiyorum.''
Dünya adamı yanlış anladığını sandı. ''Ama onun iyileştirme gücü...''
''İyileşmesini ben istemiyorum Dünya.'' dedi gözlerini kaldırıp ona baktı. Kaşları çatıktı ve devam etmemesi için onu uyarıyordu.
Dünya sustu. Adonis derin bir nefes alıp ayağa kalktı. Yatağın başına bıraktığı bordo tişörtü üstüne geçirdi, zaten düzgün olan üstünü kontrol etmek için oyalandı. Dünya'nın yüzüne dönmeden önce kendi ifadesini toparlıyordu. Sonunda ona baktığında sakindi.
''Benimle kısa bir yürüyüşe çıkar mısınız güzel hanımefendi?'' dedi ve elini uzattı.
Dünya ne kadar anlamaya çalışırsa çalışsın Adonis'in bu saplantılı halini çözemeyecekti. Kuyruğuna basıldığında adamın gözü hiçbir şeyi görmüyordu. Kendi hislerine o kadar kapılıyordu ki, doğrularını şaşırıyordu. Ares gibi soğukkanlı olmayı başaramıyordu, taklit etmesi ise boşunaydı çünkü en ufak göz teması dağılmasına yetiyordu. Ares'in en coşkulu hali bile kesin bir kararlılık taşıyordu, hedeflerini biliyor ve gözünü hiçbir şey yıldıramıyordu. Aklı yeniden Ares ile dolmaya başlamıştı, özlemi karşında nefeslendi. Adonis'in ona uzanmış elini tuttu ve ayağa kalktı.
''Mecbur muyum?'' dedi sırıtarak.
Adonis başını salladı. ''Maalesef evet.''
''Katlanırım artık elden ne gelir.'' dedi ve gün içinde ikinci defa bahçeye çıkmak için yürümeye başladı.
***
Bahçenin dış kapısına kadar Adonis ona uğraştığı saldırıyı anlattı. İblis ruhu boyuta sızmayı başarmış ve daha önce delirttiği melezleri, beraberinde boyuta salmıştı. İblisler püskürtmeye çalışmış ama onlar da etkisi altına girmişlerdi. Eris ve Athena ile boyuta sızan kötülüğe karşı ellerinden geleni yapmışlardı. Centaur köyü yerle bir olmuştu ama kötülük daha fazla dağılmadan geri çekilmesini sağlamışlardı. Eris koruma büyülerini sabitlerken Athena onun yanında kalmıştı. Adonis dinlenmek için geri gelmişti.
Demir kapılar onların yaklaşmasıyla iki yana açıldı. Adonis taşıdığı çantayı ona uzatırken durakladı.
''Arkadaşına gerektiğinden fazla açıklama yapmamalısın Dünya. Sen artık Olimpos'a aitsin, geriye dönemeyeceksin.''
Dünya bir an adamın yüzüne baktı kaldı, sonra çantayı elinden aldı. Telefonunu çıkartırken Adonis'in sözleri zihninde dönüyordu. Olimpos onu istemiyordu ama adam bunu bilmiyordu. Dünya şu anda kısa da olsa geçmişinin değil, saldığı cehennemi nasıl toparlayacağının peşindeydi. Zeus'un onu ölü ya da diri bir yerlere göndereceğini tahmin ediyordu ve bu olmadan önce, sevdikleriyle ne kadar vakit geçirebilirse yanına kar kalacaktı. Ares'in onun yokluğuyla sınandıktan sonra normal hayatına devam etmesi için elinden geleni yapacaktı. Yüzyıllardır yaşayabildiğine göre, beş senelik bir ölümlü aşkı, Ares'in kalbini uzun süre meşgul etmezdi. Bu düşünce onu kalbinden yaralasa da, gerçek buydu.
Telefonunu açarken elleri titriyordu. Kapıdan çıktılar ve ilerleyip yolun ötesindeki ağaçlara doğru yürüdüler. Telefon biraz nazlandıktan sonra açıldı. Şarjı azdı ama yeteceğini düşündü. Adonis ağaca sırtını yasladı, kollarını kenetleyip etrafa bakınmaya başladı. Dünya daha rahat konuşabilmek için biraz uzaklaştı. Hat gelmişti ama çekimi azdı, yine de Sedef'in ismini buldu ve aramaya bastı. Aramaya başlamıştı, bir yandan da mesaj sesleri geldi.
''Hayırsız!''
Kulağının dibinde patlayan ses onu gülümsetti. Sedef sahte bir kırgınlıkla söylenmeye devam etti.
''Aramıyorsun bari arayanları aç kızım ya!''
''Sana da merhaba Sedef.'' dedi samimi bir sevinçle.
''Merhabaymış, partiden beri hangi cehennemdeydin? Pardon, cennetteydin olacaktı galiba. Ne de olsa yanında Aras var.''
''Telefon çekmiyor canım, ilk fırsatta aradım işte.''
''Çekmiyor mu? Ne saçma bahane! Kaçıncı yüzyıldayız Dünya, beni kandırma. Anlat bakalım.''
''Anlatacak bir şey yok, yan gelip yatıyorum. Sen nasılsın?''
''Nasıl olacağım hüsran içindeyim. En yakın arkadaşım top modellerin arasında tatil yapıyor ben kafede pinekliyorum. Ve kafe yüzyılın yoğunluğunu yaşıyor! Sence nasılım?''
''Kulağa hoş geliyor keşke ben de yanında olabilseydim.''
Sedef bir an durakladı. ''Ne oldu? Aras ile kavga mı ettiniz?''
''Hayır.'' dedi aceleyle. ''Biz çok iyiyiz, kafede çalışmayı özledim sadece. Yani sizi...''
Sedef gür bir kahkaha attı. ''Sen harbi delisin, istersen yer değiştirebiliriz. Senin yerine Aras'a seve seve katlanırım.''
''Hiç şansın yok tatlım.'' dedi gülerek. ''Herkes nasıl?''
''Bildiğin gibi ama Can acayip bozuldu. Seni aramış telefonun kapalı olunca sinirlendi. Aras'ı duyunca da köpürdü. Çocuğun duygularıyla oynamışsın haberin var mıydı?''
Dünya yüzünü buruşturdu. Gözlerini devirirken Adonis'in kaşlarının altından onu izlediğini gördü. Dinlemiyor gibi görünmeyi bırakmıştı.
''O öyle diyorsa doğrudur.'' Dedi ve Adonis'ten biraz daha uzaklaştı.
''İspanya'ya gidecektik beni ekti diyor, ben inanmadım. Bu arada o öpüştüğün yakışıklı da oralarda mı?''
Dünya bir an hatırlayamadı. ''Kim?''
''Ya kafenin önünde sizi bastığım yakışıklıyı diyorum.''
''Ah!'' dedi Adonis'le öpüşürken Sedef'e yakalandığını hatırladı. ''Arada görüyorum elbette.''
Sedef'in sesinin Adonis'e kadar gitmemesini umuyordu. Neden bu kadar bağırarak konuşuyordu ki? Sedef sorgusunda ara vermeden devam etti.
''İsimlerini aklımda tutamadım ama unutmadığım tek kişi, Apollon'du. Süper seksi sarışınım benim! Telefon numaramı ona hala vermediğine inanamıyorum yoksa beni arardı. Sahi onun gerçek ismi ne?''
Dünya konudan kopmaya başlamıştı bile. Sedef'in insanlar üzerinde bazen böyle etkisi olurdu. Sorguya başladığında ipin ucu kaçardı, karşısındaki ya tüm sorularına cevap vermeye başlardı ya da ne, kim, nasıl sorularını tekrarlamaya... Başka türlü susmazdı.
''Onlar bayağı meşgul Sedef, telefon etmeleri yasak diye biliyorum.''
''Beni sordu mu hiç? Bir gün kaçır getir ne olacak? Benden hoşlandığına eminim.''
Telefonun sinyaliyle ayıldı, şarjının bitmek üzere olduğunu düşündü.
''Canım kapatmam gerek, şarjı bitmek üzere.''
''Kaçamazsın Dünya!''
Dünya güldü. ''Yalan söylemiyorum ve ilk fırsatta hepsini toplayıp getireceğim merak etme.''
Sedef soluklandı. ''İyi ya tamam, şaka bir yana seni özledim arkadaşım.''
''Ben de seni özledim, kendine iyi bak.''
''Sen de ve Aras'tan ayrılmayı düşünürsen haberim olsun. O her zaman benim favorim olacak gibi.''
''Rüyanda görürsün.'' dedi ve iki arkadaş gülerek telefonu kapattılar.
Dünya telefonu kapatacakken bildirilere gözü ilişti. Adonis'e doğru yürürken kontrol etmek için ekrana bastı ama o sırada gelen aramayı yanıtlamış oldu. Ekran da kocaman Can yazıyordu. Panikle Adonis'e baktı ve gayri ihtiyari telefonu kulağına götürdü.
''Alo...''
''Nihayet telefonun açık, nerelerdesin tatlım sen?''
''Ben mi?'' dedi şaşkınlıkla
''Neden benden kaçıyorsun Dünya?''
''Ben mi?'' dedi yeniden. Aynı kelimeye neden saplanıp kaldığını bilemeden gözlerini Adonis'in dikkatli bakışlarından kaçırdı.
''Bak, ilgim seni fazla heyecanlandırmış olabilir tatlım. Kendini bana layık görmüyor olabilirsin ama seninle vakit geçirmekten hoşlanıyorum. Bir süre birlikte takılmamız, benim için hiç sorun değil.'' Dünya, Can'ın her zamanki ukala tavrı karşısında biraz toparlandı. ''Bu yüzden çekinmene gerek yok Dünya, beni eğlendirebileceğine eminim.''
Dünya kendini gülmemek için zor tuttu. Asla dalga geçmek gibi bir niyeti yoktu ama adamın alçakgönüllü kibarlığı karşısında gözleri yaşarmıştı. Kaşlarını çatan Adonis yaslandığı ağaçtan doğruldu.
''Kim o?''
Dünya elini yukarı kaldırıp Adonis'e susmasını işaret etti.
''Çekinmedim Can, tersine gurur duydum. Senin ilgine sahip olmayı kim istemez? Fakat bir sorunum var.''
Can kibirli bir sesle konuştu. ''Üstesinden gelemeyeceğim bir sorunun olduğunu sanmıyorum.''
''Çok tatlısın Can.'' dedi Dünya. ''Dönmek için iyileşmeyi düşünüyordum ama beni olduğum gibi kabul edeceğin için daha fazla saklanmama gerek yok.''
Can bir an sustu ve tekleyen bir sesle konuşmaya başladığında sesi zayıftı. ''İyileşmek mi? Nasıl yani?''
Dünya içini çekti. ''Seni üzmek istemem ama son derece bulaşıcı bir hastalığa yakalanmışım. Yaklaşık bir aydır devam ediyormuş. Hatta belki sana da bulaşmıştır.''
Can kesik bir nefes aldı. ''Nasıl? Ne hastalığı?''
''Dedim ya çok bulaşıcı, vücudunda kaşınan kocaman sulu çıbanlar çıkıyor. Kirpiklerin, kaşların ve saçların dökülüyor...''
''Ne?'' dedi Can seslice. ''Sedef bundan bahsetmedi''
''Seni üzmek veya panikletmek istememiştir. Sana bulaştırmış olabilirim, hatırlarsan o gün bayağı yakındık.''
Son kelimeyi oldukça vurgulu söylemişti. Adamın o günkü yapışkanlığını unutmasına imkan yoktu. Can'ın da unutmadığına emindi. Şu an da Can'ın sararan yüzünü görmeyi çok isterdi, şimdilik sesindeki titremeyle yetinmesi gerekecekti. İçini çekerek ekledi.
''Evimde buluşmaya ne dersin Can?''
''Hayır!'' adamın sesi panik ve dehşetin sesiydi. Tonunu biraz düşürdü ve devam etti. ''Bulaşıcı olduğuna emin misin?''
''Maalesef tatlım, çok bulaşıcı.''
Can'ın seslice yutkunduğunu duydu. ''Eee, şey, benim telefonu kapatmam gerek. Sen iyice dinlen. İyileşirsen görüşürüz.''
''Çok iyisin Can.'' dedi ''Görüşürüz.''
Can başka bir şey demeden telefonu kapattı, Dünya adamın kaba ve benmerkezci tavrının intikamını almıştı. Can'ın bir sonraki telefonunun özel doktoruna olacağına emindi. Gülümseyerek telefonu kapattı ve soru soran bir çift lacivert gözle karşılaştı.
''Hak etmişti, gerçekten.'' dedi adamın ayıplayan suratına bakarken.
Adonis başını salladı. ''Seni sevmek ne eziyetmiş. Neyse tek başıma olmadığıma sevindim."
"Can beni sevmiyor ki, onun derdi başka."
Adonis dudağını büktü. "Ben seviyorum da ne oluyor, aynı akibet."
Adonis'in umursamaz durmaya çalışan gözlerinin ardındaki üzüntüye bakarak konuştu. "Aynı değilsin Adonis, sen benim için çok değerlisin."
Adonis'in gözleri titreşti ve bakışlarını ileri çevirdi. "Ve bununla yetinmeliyim. Biliyorum." Diye mırıldanıp yürüdü. "Eve dönelim bebeğim."
Adonis'in son lafını duymazdan geldi ve kapılara doğru yürümeye başladı. Adonis hemen yanı başındaydı. Acaba Ares ne yapıyordu?
***
Ares iyi miydi? Bu son üç gündür tek düşündüğü şeydi. Apar topar gittiğinden beri adamı bir kez olsun görmemişti. Ne doğru dürüst uyuyabiliyordu ne de yemek yiyebiliyordu. Bütün gün hayalet gibi etrafta dolanmaktan başka bir şey yapmıyordu. Diğerleri arada gelip yeniden boyutlara gitmek zorunda kalıyorlardı ama Ares hala dönmemişti. Koca ev iyice ıssızlaşmıştı. Hekate bile Olimpos'un kalbi dedikleri taş odayı mühürledikten sonra boyutlarda süren savaşlara katılmaya gitmişti. İblis ruhu aman vermeden saldırıyordu ve ölümsüzler tüm güçleriyle onun zarar vermesini engellemeye çalışıyorlardı. Ares hakkında gelen haberler ise çok sinir bozucuydu.
'En son duyduğumda ruh boyuttaki tüm canlıları etkilemeye başlamış.'
'Katliamdan kurtulanları daha güvenli boyutlara aktarmaya çalışıyormuş...'
'Yaralanmadığını biliyoruz.'
'Biz boyuta giremiyoruz.'
'İçeriden mühürlendi ama iblis ruhu tarafından...'
'Bizim de yardıma gitmemiz gerekiyordu!'
Ares ve Solan yardım için gittikleri boyuta saplanmışlardı. Üçüncü günün sonunda onlardan haber dahi alamıyorlardı. Ölümsüzlerin Solan'dan haberi yoktu, Dünya söylemek istemedi çünkü yanında olup olmadığını gerçekten bilmiyordu. Ares'in tek başına katliamı durdurmaya çalışmasını hayal bile etmek istemiyordu. Bekleyiş Dünya'yı çıldırtacaktı. Birkaç kere taş odaya gitmişti ama mührü kırmaya cesaret edememişti. Anahtar olan oydu ama hiçbir işaret gelmiyordu. Ya da o anlamıyordu.
Koridorları arşınlayıp dönen birini yakalamaya çalışmaktan yorulmuştu. Zaten gelenler genelde yorgun oluyorlardı ve nektar almak veya dinlenmek için dönmüş oluyorlardı. Ona merak etmemesini söyleyip işlerinin başına dönüyorlardı. İblis ruhu azgın bir sel gibi tüm boyutları kaplarken bu vahşete sebep olan Dünya güvenli boyutunda oturuyordu. Zeus'un verdiği süre hızla azalıyordu ama Dünya ne yapması gerektiğini bilmiyordu.
***
Dördüncü günün sabahında odasının penceresinde oturup cılız şafağın sökmesini seyrediyordu. Kollarını dizlerine dolamış, görmeyen gözlerle alacakaranlığın gölgelerine bakıyordu. Gözleri uykusuzluktan yanıyordu ama uyumayı bir türlü başaramıyordu. Bir sene önceki haline geri dönmüştü. Çünkü ruhunda hissettiği ve sebebini bilmediği yoksunluğu şimdi yeniden hissediyordu. Sebebini o zamanlar bilmiyordu ama son bir aydır biliyordu. Ares yanında değildi.
Gözlerini kapatıp derin ama kırık bir nefes aldı ve yavaşça gözlerini açtı. Çürüyen bahçeye bakmaya devam etti. Merdivenlerin ilerisinde bir hareket gözüne ilişti. Hava karanlık bir geçidi ortaya çıkarırken ikiye ayrıldı ve bir silüet boşluktan süzüldü. Yarık hemen ardından kapandı. Tamamen siyahlar içindeki silüet, sanki Dünya'nın orada olduğunu biliyormuş gibi başını kaldırdı ve doğruca onun penceresine baktı. Yeşil gözler derin karanlıkta ışıldadı. Dünya ensesine kızgın bir demir değdirilmiş gibi yerinde zıpladı.
Her an kaybolacağını düşünerek Solan'a baktı ama adam sanki onu bekliyordu. Bu kesinlikle bir rüya değildi. Solan başını eğdi ve arkasını dönerken uzun ceketinin başlığını kafasına geçirdi. Eskiden havuz olan yıkık taşlara doğru gitti ve oturdu. Dünya kapıya doğru döndü. Durdu üstüne baktı. Uyuma umuduyla giydiği aptal geceliğini başından sıyırdı. Sandalyenin üstündeki kotunu ve kazağını giydi. Botlarını da çekti, bağlamaya gerek duymadan bahçeye doğru seğirtti. Solan'ı gördüğüne hiç bu kadar sevinmemişti. Yine de tek başına dönmüş olması göğsüne taş gibi oturdu.
''Ne olur, Ares iyi olsun, ne olur?'' diye dualar ederek bahçeye ulaştı.
Merdivenleri uçarcasına indi ve karanlıkla bütünleşmiş Solan'ın yanına kadar nefes almaksızın koştu. Solan başını kaldırıp kaşlarının altından ona baktı. Dünya'nın midesi endişe yüzünden bulanıyordu ve başı dönüyordu.
''Ares nasıl?'' diye yalvarır gibi sordu. İyi olduğunu söylemesine o kadar ihtiyacı vardı ki...
Solan ayağa kalktı. ''İyi.'' dedi ''Benimle gelmen gerek.''
''Nereye?'' dedi tereddütle. Solan hala onun için güvenilmezlerin başında geliyordu.
''Soru sorma lüksün yok anahtar.'' dedi ve elinde beliren yeşil ışığı saldı.
Yeşil ışık boşluk yaratırken Dünya kararsızca kaşlarını çattı. Ne olabilirdi ki? Daha kötü ne olabilirdi... Solan onun kolundan sıkıca tuttu ve ikisi birden boşluğa adımladılar. Buz gibi bir his tenini yaladı, ardından kısmen daha aydınlık bir yere geçtiler. Köy olabilecek bir yerleşim yerindeydiler. Tahta evlerin bazıları yanmış ve yıkılmıştı. Sokaklarda tek tük yaratıklar göze çarpıyordu, çoğu da yaralıydı. Başlarının üstünde küçük boynuzları vardı ve beden olarak insana benzeseler de, insan olmadıkları açıktı. Küçük siyah gözlerini, hızlı adımlarla yürüyen ikisinin üzerine diktiler. Kalabalık değildi, karmaşanın sonrasında olan gevşek bir yorgunluk hali ortama hakimdi. Kadın erkek hepsinin sivri burunları ve bir çizgiyi andıran memnuniyetsiz ağızları vardı. Yapılı bedenlerine tezat, yüzlerini İrlanda perilerine benzetti. Üstelerinde çeşitli renklerde kıyafetler vardı ve bazılarında baltayı andıran şekilsiz silahlar.
Solan onu kolundan sürüklerken Dünya etrafındaki tuhaflıklardan bakışlarını alamıyordu. Köyün çevresindeki orman da perişan durumdaydı. Devasa ağaçların çoğu yangın yüzünden kavrulmuştu. Yerler koyu renkte çamurla kaplıydı. Kaymamak için Solan'ın hızına ayak uydurmaya çalıştı. Birkaç defa dengesini şaşırsa da adam onu ayakta tutmayı bildi. Şaşkınlığını üstünden atmaya başlamıştı ve hala sürüklendiğini fark etti. Kolunu adamdan kurtardı.
''Kendim yürüyebilirim.''
''Bu çok iyi bir haber!'' diye homurdanan Solan, onu hiç de kibar olmayan bir şekilde bırakıverdi.
Kasabanın ilerisine, diğer evlerden daha büyük bir eve doğru ilerlediler. İki katlı ev basamaklarla yükseltilmişti, yanında bir kaç tane daha yapı üstü kapalı bir geçitle eve bağlanmıştı. Çamurdan uzaklaşmak için, birbirine bağlı yapıların hepsi yükseltilmişti. Solan duraksamadan basamakları çıktı ve yüksek eşikli kapıyı açtı. Dünya peşinden eve girdi.
Geniş bir holün karşısındaki odaya doğru yürüdüler. Kapıdan dışarıda gördüklerine benzer bir kadın çıktı ve Solan'ı görünce doğruldu. Kadın onların yaklaşmasını bekledikten sonra Solan ile, Dünya'nın anlamadığı bir dilden konuştular. Kadının kasları bir erkeğinkini aratmıyordu ve emir verici konuşması, kadının yüksek bir mevkiye sahip olduğunu gösteriyordu. Boynundan göğsüne kadar ahşap oyma bir kolye takmıştı, bir zırh gibi kumaş kıyafetinin önünü sarıyordu. Kadının siyah gözleri bir an için Dünya'ya döndü ve kalın kaşları hoşnutsuzca çatıldı. Solan kadına başıyla saygılı ve kısa bir selam verdi ardından Dünya'nın sırtına elini koydu. Odaya doğru hafifçe ittirdi.
Tahta mobilyalarla döşenmiş odada kimse yoktu. Altı kişilik bir masa, koltuk ve iki uzun divan, taştan oyulmuş ve odanın dekoruna hiç uymayan bir şömine vardı. Duvarlar ahşap süslemelerle ve duvara bitişik küçük heykellerle doluydu, hiç pencere yoktu. Girdikleri kapı haricinde bir tane daha kapı olduğu gözüne çarptı. Dünya Solan'a döndü.
''Ne işimiz var burada?''
Solan kayıtsız bir tavırla ince minderli divana yürüdü. Çamurlu botlarına aldırmadan bacağını diğerinin üstüne attı ve yaslandı. Dünya karşısına geçip daha sesli söylendi.
''Sana bir soru sordum. Burada ne işimiz var ve Ares nerede?''
Solan gözlerini onun yüzüne dikti ve sırıttı. ''Bu iki soru etti.''
''Daha fazla artmadan cevaplasan iyi olur o halde!'' kendini tuzağa düşmüş gibi hissederken aptallığına yanıyordu. Ve her aptallığında bu adam karşısına çıkıyordu. Neden hala peşine takılıyordu acaba?
''Seni Ares çağırdı ve kraliçe Yuında'nın dediğine göre, Ares evde değilmiş.''
''Ne demek evde değilmiş, peki, nerede? Onu görmek istiyorum.'' diye diklendi. Madem Ares çağırmıştı, neden bu adamı göndermişti? Kendi neden gelmemişti?
Solan derin bir nefes aldı. ''İnanır mısın bende!'' dedi iç geçirerek. ''Başıma sürekli seni sarmasından sıkıldım.''
"Bana tuzak kurduysan..."
"Ah, kendini gerçekten önemli sanıyorsun anahtar? Seninle oynayacak kadar boş vaktim yok benim. Hoş olsa da, sen en son sırada olursun! Burada olmanın sebebi, Ares istediği için."
''Kaç gündür neredeydi aklınız? Haber vermeyi hiç mi düşünmediniz?''
Solan ellerini başının ardında birleştirip Dünya'yı tartar gibi bir süre baktı. ''Sen anahtar olduğuna emin misin?''
''Ukalalığı bırak soruma cevap ver iblis''
''Boyutun kapandığından haberin var değil mi?'' dedi Solan ve Dünya onu onaylayınca devam etti. ''Ares o yüzden burada hapis kaldı ve iblis ruhunun etkilerini temizleyene kadar kapının kapalı kalmasını istedi. Boyut şimdi güvende ve buradaki işimiz bitmek üzere.''
''Yani Ares geri dönmek için kapıyı açmamı istiyor.''
''Nihayet!'' dedi Solan alaycı bir tavırla. ''Beyin kıvrımların hareket etti.''
''Ezberlediğin hakaretlerin bittiğinde konuşalım en iyisi. Canımı sıkıyorsun aptal iblis!'' dedi Dünya ve gözüne ilişen, Solan'a en uzak köşedeki, sandalyeye doğru gitti.
Ares'in iyi olduğunu öğrendiği için rahatlamıştı, şimdi saf bir özlemle heyecandan duramıyordu. Bakışlarını Ares'in gireceği kapıya dikti ve bedeni kaskatı oturdu. Ares Solan'ın açtığı geçitten neden gelmemişti de illa kapıyı açmasını istiyordu? İçi hala rahat değildi, Solan'ın yalan söylemediğini biliyordu ama yalanın gizlenerek söylenebileceğini lanetin etkisindeyken iyi öğrenmişti. Ölümsüzler bir tane bile yalan söylemeden onu idare edebilmişlerdi.
''Sanırım seninle arkadaş olamayacağız.''
Başını çevirip usulca konuşan Solan'a baktı. Adamın bakışları hala onun üzerindeydi. Hiç çekinmesi yoktu. Dünya adamın yüzünde her hangi bir alay ifadesi göremedi, sakin bir ifadeyle ona bakıyordu.
''Sanırım olamayacağız.'' dedi ve bedenini biraz gevşetti. ''Ama bu konudaki çabanı takdir ediyorum.''
Solan ilk defa gülümsedi. Ayağa kalktı ve masaya doğru yürüdü. Dünya adamın gülümsemesine şaşırdı, oldukça insancaydı. Hareketleri her zamanki gibi zarifti. Solan pembe bir sıvının olduğu sürahiyi bardağa dökerken Dünya masanın üzerinde bir şeyler olduğunu ancak fark etti.
''Çok ilginç biri...'' diye mırıldandı. Dünya'nın önünde Dünya hakkında konuşuyordu, acaba ilginç olan kimdi? Kendine bir bardak doldurup içindeki sıvıyı yudumladı.
Dünya'ya ikram etmeye gerek duymamıştı. Susadığını hatırlamanın zamanı mıydı? Dünya yutkunarak başını yeniden kapıya çevirdi. Solan içkisini yudumlayarak ona yaklaştı.
''Hekate'nin döndüğü doğru mu?''
Dünya karşısına dikilen adamı görmezden gelemedi. Başını kaldırıp Solan'a baktı.
''Bilmiyor musun?''
Solan omzunu silkti. Merak ettiği şey konusunda bu kadar kayıtsız nasıl davranabiliyordu. Dünya cevaplamakta sakınca görmedi. ''Evet, döndü. Bu seni neden ilgilendiriyor?''
''İlgilendirmiyor demeyi çok isterdim.'' dedi yarılamış içkisini başına dikmeden önce.
''O halde onu tanıyorsun?'' dedi ve onaylaması için adama baktı.
Geniş başlığı yüzünü kapatmıyordu, hoş hatlara sahip çehresi acı bir gülüşle kıvrıldı. Elindeki bardağı taş şömineye öylesine fırlattı ve cam tuzla buz olurken Dünya'nın yanındaki sandalyeye oturdu.
''Hiç görmedim.'' dedi ve Dünya'nın hayallerini yıktı.
Bir an için Hekate'nin gizemli aşığı bulduğunu sanmıştı. Peki, ne demeye kadını soruyordu? Sinirle adama döndü ve keskin gözlerle karşılaştı. Solan'ın sürekli onu izlemesi canını sıkmaya başlamıştı.
''O zaman neden soruyorsun? Aptallıklarınla beni meşgul edeceğine Ares'in yanına bir boyut açsan daha iyi olur.''
''Şu an Ares meşgul, bekleyeceksin. Ayrıca boyut mühürlü senin dışında kimseyi yönlendiremem.''
Solan'a ters bir bakışla baktı. ''O zaman tek başıma bekleyebilirim.''
Solan sahte bir şaşkınlıkla sandalyesine yaslandı. ''Beni kovuyor musun?''
Dünya sinirlenmeyi geçmiş adama kızmaya başlamıştı. ''Daha açık nasıl anlatabilirim. Sürekli beni izlemen hoşuma gitmiyor, gözlerinden rahatsız oluyorum.''
''Ares gözlerimi senden ayırmamamı söyledi.'' dedi adam bu sefer resmen alay ediyordu. Gülümsemeyi alışkanlık haline getirmiş olacak dudaklarının kenarında hazırda bekliyordu. ''Ve benim gibi aptalca davranan bir iblis emirleri dinler.''
''Sülük gibisin bir yapıştın mı bırakmıyorsun!'' diye homurdandı.
Solan'ın gözleri kısıldı. Dünya bir an adamın öfkelendiğini sanmıştı ama yanıldı. Solan doğruldu ve sandalyesini ona doğru çevirdi.
''Çok gerginsin, hep olduğundan daha çok.''
''Bundan sana ne!''
''Sorun ne anahtar?''
Dünya afalladı. Solan ciddiydi ve Dünya'nın gerginliğini doğru yorumlamıştı. Konuşamadı ve başını yeniden kapıya çevirdi.
''Ares senin bir şeyler karıştıracağına emin ve sanırım haklı, değil mi?'' Dünya adama bakınca Solan devam etti. ''Ama senin aklın karışık, ne yapacağını bilmiyorsun.''
Yeni bir kâhin olayıyla karşı karşıyaydı anlaşılan. İsabetli tahmini karşısında renk vermemeye çalıştı.
''Yanlış bir varsayım.'' dedi. ''Hiçbir şey yapma niyetim yok.''
''Çünkü ne yapman gerektiği hala belirmedi. Sana yardım edecek olan kişi; benim, her zamanki gibi.''
Dünya kazağının içinde geldiğinden beri ilk defa üşüdü. Solan onu ürpertiyordu ama tamamen olumsuz değildi. Neden olduğunu anlamıyordu, sanki adam olmaması gereken bir yerde duruyordu.
''Sen kimsin Solan?''
***
Solan'ın cevaplayıp cevaplamayacağını öğrenemedi çünkü odaya hızla dalan yakışıklı ölümsüz, Dünya'nın tüm dikkatini üstüne çekti. Ares odaya uzun ve hızlı adımlarla girdi, elinde tuttuğu kılıcı kınıyla birlikte Solan'a fırlattı. Solan kılıcı yakalarken Dünya ayağa kalkmıştı bile. Ares ona sıkıca sarıldı. Dünya nefesini kesen kollardan yana hiç şikâyeti yoktu.
Ares derin bir nefes aldı ve saçlarına dudaklarını gömdü. Dünya, Ares'i sağ salim gördüğü için rahatlamıştı. Bu duygunun mutluluğa dönüştüğünü ve kalbinin göğsünde delice çarptığını hissetti.
''Nerede kaldın?'' diye mırıldandı.
Ares ondan ayrıldı ve alnını onun alnına dayadı. ''Üzgünüm sevgilim, işler istediğim gibi gitmedi.''
Ares dudaklarına küçük ve yetersiz bir öpücük kondurup ondan biraz ayrıldı. Dünya odada yalnız olmadıklarını o anda fark etti. Daha önce gördüğü iri yarı kadın dışında iki adam ve bir kadın daha odadaydı. Adamlardan biri masadaki içkiden doldurmuş ve iki kadına ikram ediyorlardı. Diğer adam girişe yakın ayakta duruyordu, bir kolu boydan boya sargılıydı. Hepsinin yüz ifadeleri çok ciddiydi. Kadehi adamın elinden alan kadın, Ares'e doğru konuştu. Daha genç olan kadın, liderleri olduğu belli olan kadının yanında ayaktaydı.Dünya konuşan kadının dediğinden hiçbir şey anlamamıştı.
Ares gülümsedi ve Dünya'nın beline eliyle dokundu. Bir adım öne çıkıp kadına doğru yürüdü.
''Kraliçe Yuında, ortak dili kullanırsak sevinirim. Anahtar henüz dilinize hâkim değil.''
Kadın kayıtsızca Dünya'ya baktı. Sonra Ares'e döndü.
''Kabul.'' Kadının sesi Türkçeye göre sert çıkıyordu ama bir dakika, ortak dil Türkçe miydi? ''Güzel gelesin anahtar.''
Dünya bunun bir çeşit hoş geldin demek olduğunu düşündü ve hafifçe gülümsedi.
''Teşekkür ederim Kraliçe...'' İsmini telaffuz edemedi o yüzden gülümseyerek cümlesini sonlandırdı.
Kraliçe Yuında, Ares'e döndü.
''Göçmüşlerin gününe dek bizimle kalan mı Ares?''
Ares kadına doğru bir adım attı, saygılı bir tavırla başını eğdi.
''Onur duyarım Yuında ama ben yabancıyım. Benim katılmam geleneklerinize ters düşmez mi?''
Kraliçe başını yana eğdi. ''Üç klan liderinin dileği, eskimiş geleneklere bakmaz. Sen olamayaydın, ters düşeceğimiz bir gelenek kalmazdı. Talep ederim.''
Ares omzunun üstünden Dünya'ya kısa bir bakış attı. Sonra kraliçeye döndü. Dudaklarını çiğnemesi kraliçenin dikkatinden kaçmamıştı. Kadın eliyle Dünya'yı gösterdi.
''Anahtar bekler mi?''
Dünya cevaplaması için nedense Ares'e baktı. Varlığı, odadaki diğerleri gibi aksesuara dönüşmüştü. Ares kararsızca kadına cevap verdi.
''Zarif davetinizi kabul ediyorum.''
Kraliçe hoşuna gittiğini belirtmek için hafifçe başını eğdi ve ayağa kalktı. İki adam kapının önünde kadını beklerken Ares'e doğru yürüdü ve elini Ares'e doğru uzattı. Avucunu, ölümsüzün göğsünün ortasına koydu.
''Yüreğin yoluna yoldaş olsun.''
Ares kraliçeye gülümsedi. Kadın elini ondan çekti ve yanına gelen diğer kadına bir şeyler söyledi. Genç olan ona cevap verdi. O sırada Ares konuşmaya girdi.
''Anahtar benimle beraber Yuında, prensesin ilgisi için teşekkür ederim ama gerek yok.''
Kraliçe ilk defa Dünya'yı görerek baktı. ''Denen laflar doğru o vakit.'' dedi. ''Öndeki yılda, tüm taliplerini üzecen demek.''
Ares sağa sola salladı. ''Yılları elimden geldiğince uzatmak niyetindeyim Yuında. Ambrosia için anlaştık.''
Kadın şaşırdı. ''Değişim yakında dersin?''
Ares gözlerini kadına dikti, kadın için bu cevap yeterli olmuştu. Kraliçe küçük siyah gözlerini kıstı, bakışı vahşileşmişti.
''Hep ardındayız.'' dedi yavaşça.
Dünya isyan okunan bu sözler karşısında ürperdi. Değişimin tek anlamı olabilirdi ve görünüşe göre Ares taraftar toplamakta oldukça başarılıydı. Fakat Zeus'a karşı yeterli olacak mıydı?
Ares düşünceli bir ifadeyle kraliçeye baktı. ''Umarım desteğe ihtiyacım olmaz.''
''Büyük dilek dilemişsin Ares.'' dedi kadın. ''O halde büyük yıldız bulman gerek. Zeus'u tanırım ve senin kadar ona güvenmem. Sofra da bir olmak niyetiyle.''
Kraliçe ardındaki eşlikçileri ile odadan çıktı. Solan tüm zaman boyunca sessizce kenarda durmuştu. Dünya daha ağzını açamadan kırmızı saçlı konuştu.
''Bir gün daha mı burada kalacaksın?''
Ares keyifsizce nefeslendi. ''Yuında'yı duydun, ret etseydim alınırdı.''
Solan sırıttı. ''Teklifine çok şaşırdım. Cenaze törenine kendi asilleri dışında kimse alınmazdı. Kraliçe sana çok cömert davrandı. Belki ilk defa yabancı birine bu onur verildi.''
Ares, Solan'a doğru bakan Dünya'nın beline sarıldı. ''Gereksiz bir cömertlikti, şimdi boşuna bir gün daha burada tıkılı kaldık.'' Eğildi ve Dünya'nın boynuna bir öpücük kondurdu. ''Beni özledin mi?'' diye fısıldadı.
''Pek değil.'' diye yalan söyledi. Ares'in kollarından sıyrılıp adama baktı. ''Burada neler oluyor söylersen sevinirim.''
''Sen bana kızgın mısın?'' dedi Ares, sanki kızgın olması için bir sebep yokmuş gibi. Kaç gündür haber alınamayan biri olarak bayağı pişkindi.
''Niye kızgın olayım ki? Üç gün önce iblisle savaşmaya giden bir sevgilim var ve ondan sonra alabildiğim haberlerin hiç biri iç açıcı değildi.''
''Çok fazla endişeleniyorsun papatyam.'' dedi Ares ama hoşuna gitmiş gibi sırıtmayı ihmal etmemişti.
Dünya kaşlarının altından altın gözlere baktı. Ares'in anlamasını beklemiyordu. Çünkü en çok acıyı giden değil, kalan çekerdi. Gidenin düşünmesi gereken yol onu oyalardı, kalan ise sadece düşünürdü. Ve düşünmek, her zaman insanı rahatlatmazdı. Ares'in hep giden kişi olduğunu tahmin etmek zor değildi. Konuşması boşunaydı. Dünya başını sallayıp divana doğru yürüdü. İkinci adımında Ares kolundan yakalayıp onu durdurdu.
''Bir şey mi oldu Dünya?'' dedi, Dünya'nın önüne geçti. ''Seni üzen bir şey mi oldu?''
''Ne olsun Ares? Sen zaten her yere yetişip sorunları çözüyorsun. Bana sadece oturup muhteşem Ares'e yapılan övgüleri dinlemek kalıyor.''
Ares'in ifadesi buza dönüşürken Solan sıkkın bir sesle konuştu.
''Gitmeden önce son kez mühürleri kontrol edeyim. Yemekte görüşürüz Ares.''
Ares, ne havayı yırtan sesi ne de adamın sözlerini duydu. Dünya'nın kolunu daha sıktı ve kendine çekti.
''Sözlerinin anlamı ne?''
Dünya kolunu adamdan kurtarmak için çekiştirdi ama yararsızdı. Sonunda Ares'in yükselen öfkesiyle yüzleşti.
''Beni neden daha önce çağırmadın? Neden?''
Ares yüzünü buruşturdu. ''Çok tehlikeliydi. Ruhun etkisini bertaraf etmeden seni çağıramazdım.''
''Tek başına uğraşman şart mıydı? Boyut kapanmadan yardım istemek aklına gelmedi mi?''
''Yanımda Solan vardı Dünya!''
''Ah, tabi Solan... Çok rahatlatıcı!''
Ares dişlerini sıkarak Dünya'yı bıraktı. ''Biliyor musun, beni küçümseyen bir tek sensin. Baş edemeyeceğimi mi sandın?''
Dünya adamı omzundan ittirdi. ''Önemsemek, küçümsemek değildir Ares!'' dedi ve bağırdığını fark edince sakinleşmeye çalıştı. ''Bu belaya karşı birlikte savaşıyorlar ama sen yanına Solan denen herifi alıp kahramanlık yapıyorsun.''
''Ben kahramanlık yapmaya çalışmıyorum.'' dedi Ares kelimeleri ezerek. ''Senin beni anlamanı beklerdim. Ayrıca Solan'a seni emanet edecek kadar güvendiğime göre, başka yardımcıya ihtiyacım olmadığını fark etmen gerekirdi.''
''Boşuna konuşuyorum.'' diye söylenip arkasını döndü ve divana yürüdü.
Athena'nın sürekli azarına rağmen adam kendi bildiğini yapacaktı. Boyutun kapalı olması yerine Dünya boyutu açsaydı ve Ares ondan haber bekleyen Olimposluları da yardıma çağırsaydı, çoktan dönmüş olacağını anlamak istemiyordu. Ares'in hayranları çoğaldıkça Zeus daha da çıldıracaktı, buna emindi. Ares ise taraftar topladığının farkında olmadan, Zeus açısından yanlış anlaşıldığı üzere; bir şekilde Zeus'a meydan okuyordu.
Ares kafesteki bir aslan gibi, Dünya'dan gözlerini ayırmadan odada dolanmaya başladı. Dünya adamın bir an için odadan çıkıp gideceğini sanmıştı ve kalbi bu korkunun ağırlığıyla ezildi.
''Bu şekilde devam edemez.'' diye mırıldanınca Ares yürümeyi bıraktı, olduğu yerde durdu. Dünya konuştuğunu dahi fark etmedi çünkü kendi düşüncelerinin içine saplanıp kalmıştı. Onun da bir şeyler yapması gerekiyordu ama aydınlatıcı ışık bir türlü zihninde belirmiyordu. Anahtarın sorunları çözmesi beklenmiyor muydu? Dünya şimdiye kadar hep sorunun kaynağı olmuştu.
Ares önüne dikildi. ''Vaz geçtiğin şey ne?'' dedi iki yanında sıktığı yumrukları titriyordu.
Dünya başını kaldırıp Ares'in hiddetle kararmış güzel yüzüne baktı. Üzerine giydiği incecik deri üstlüğün kollarını dirseklerinin altına kadar kıvırmıştı. Düğme yerine çapraz geçen bantlarla bedenine sabitlenmişti. Tuhaf gömleğinin altında ondan birkaç ton koyu renkte deri pantolon giymişti. Dört gün önceki kıyafeti değildi, o kıyafetini işe yaramaz hale getiren savaşı düşündü. O iblis ruhunu neden salmıştı ki? Bunca acının nasıl bir yüce amacı olabilirdi?
''Olimpos'a dönmem gerek.'' dedi uyuşmuş bir sesle.
Ares gözlerini kıstı. ''Hiçbir yere gitmiyorsun.''
Dünya ayağa kalktı. ''Yarın törenden sonra gelip kapıyı aça...''
''Hayır!''
Dünya hafifçe gülümsedi ama gülüşünde neşe eksikti. ''Beni engelleyebilir misin Ares? Yoksa peşimden Solan'ı mı gönderirsin?''
''Neden dönmek istiyorsun? Söyle!''
Dünya cevap vermedi. Ares'i bu güvenli boyutta kapalı bırakma düşüncesi hoşuna gitmişti. Solan'a rağmen kapıyı açmayabilirdi. O boyutu açana kadar kimse Ares'e ulaşamazdı. Fikir bulanık zihninde gittikçe güçlenirken Ares'in kaşları çatıldı.
''Boyutu aç Dünya!'' dedi içinde panik kırıntıları sezilen bir sesle.
Dünya duyduğu ama daha önce hiç denemediği bir şeyi yapmaya karar verdi. Zihninde sarmaşıkların dolandığı ve büyük bir inci tanesinin aydınlattığı yeşil kapı şekillenirken Ares'e gülümsedi.
''Görüşürüz.''
***
Ares hızla ona atıldı ama geç kalmıştı. Dünya göz açıp kapayana kadar yönlendi, bir an Ares'in yüzüne bakıyordu, bir an sonra Artemis'in kapısına. Hiç duraksamadan elini kapıya koydu ve Artemis'in içeride olması için dua etti. Ve seslenmeden girdiği için onu affetmesini...
Duasının ilk kısmı kabul oldu. Artemis botlarının bağcıklarıyla uğraşıyordu, Dünya içeri girdiğinde başını kaldırıp ona baktı.
''Ah, Dünya, selam!''
''Artemis yardımına ihtiyacım var.''
Artemis botlarını bırakıp ayağa kalktı. ''Sorun ne Dünya?''
''Psykhe diye birini tanıyor musun?'' dedi yanına gitti. ''Onu görmeliyim.''
Artemis şaşkınca başını salladı. ''Tanıyorum elbette ama onunla ne işin olur?''
''Açıklayacak zaman yok. Ares beni yakalamadan önce o kadını görmeliyim.''
''Sen Ares'ten mi kaçıyorsun? Onu gördün mü?''
Dünya kadının koluna asıldı. ''Lütfen Artemis, sana yolda anlatırım ama acele et.''
''Tamam, tamam.'' dedi ve botunun son bağını bağladı. ''Silaha ihtiyacımız olacak mı?''
''Bilmiyorum.'' dedi gideceği yeri de bilmiyordu ki. ''Benim niyetim sadece konuşmak.''
Artemis oturduğu koltuğa dayalı kılıcını eline aldı. ''Ne olur, ne olmaz.'' dedi ve sırıttı. ''Hadi gidelim.''
Yerdeki kirli kıyafetlere göre kadın yeni gelmişti ve dinlenmeden onunla yola çıkıyordu. Dünya Artemis'in itirazsız uyumu karşısında gülümsedi.
İkisi birlikte hızlı adımlarla yürürken Dünya, son bir saatin özetini geçti. Solan dışında boyutta olanları hızlıca anlattı. Sürgülü demir kapının önünde durdular, Artemis sürgüleri kolayca çekerken kahkaha attı.
''Sana inanamıyorum. Yani sen Ares'i boyutta kilitli bırakıp benim odamın kapısına mı yönlendin? Hangisinden etkilensem karar veremedim şimdi.''
''Bana başka çare bırakmadı. Çok aksi!''
Son sürgüyü de çeken Artemis başını salladı. ''Bilmez miyim, fakat sana çok sinirlenmiştir şimdi. Döndüğünde ne yapacaksın?''
Dünya demir kapıyı açtı. ''Düşünmedim.'' dedi içtenlikle. ''Acaba onu orada mı bıraksam?''
Artemis güldü. ''Tatlım, sana acil ambrosia gerekiyor. Ölümlü halde Ares'in gazabıyla yüzleşmeni istemem.''
Dünya derin bir nefes alıp demir kapının ötesindeki koridoru geçti. Uzun merdiveni hızla indiler, karşılarına üç tane kapı çıktı. Dünya o anda anımsadı, kayalardan oluşmuş labirentten daha önce de geçmişti.
''Psykhe kim?'' diye sordu.
Artemis, onun soldaki kapıya dokunmasını izlerken sorusunu cevapladı.
''Ruhların bekçisi ve Eros'un sevgilisi.'' dedi ve Dünya'nın eli kapının biraz ötesinde duraklayınca Artemis omzunu silkti. ''Yani sevgilisiydi, uzun zamandır görüşemediler. Çok, çok uzun zamandır.''
Dünya kapıya dokundu, kapı hiç nazlanmadan açıldı. Artemis'in peşinden diğer boyuta geçtiler ve Dünya kapıyı kilitledi. Kaya koridorda Artemis'i izlemeye devam etti.
''Neden görüşmüyorlar?''
Artemis belindeki kılıcı çekti, temkinli adımlarla yürümeye başladı.
''Görüşemezler, eğer yüz yüze gelirlerse, Eros hayatını kaybeder. Ölümsüzlük bazen işe yaramayabiliyor.''
Dünya şaşkın bir ifadeyle Artemis'e baktı. Artemis derin bir nefes aldı.
''En iyisi sana en baştan anlatayım. Yolumuz zaten uzun. Çünkü Tartaros'a gidiyoruz.''
''Cehenneme mi?''
''Daha önce de gittin Dünya, senin için sorun olmaması gerekiyor. Hatta bizi zorla sürükledin, çok eğlenceliydi!''
Dünya kadının rahatlığı karşısında sorun olmayacağını düşündü. ''Pek ala anlat bakalım.''
''Dinle bakalım.'' dedi ve elinde kılıcı havada döndürürken devam etti.
''Psykhe bir zamanlar ölümlü bir kralın üç kızından biriydi, sevimliliği ve güzelliği o kadar çok iltifat alıyordu ki; bu, Olimpos'tan birinin canını sıktı. Kızın inkâr etmesine rağmen insanlar Psykhe'nin Afrodit olduğuna inanmaya başladılar. Afrodit için yapılan tapınaklara kızın heykelini diktiler. Afrodit daha çok sinirlendi ve kıza ceza vermeye karar verdi. Her zamanki gibi Eros'u yardıma çağırdı ve yaz festivalinde kızı konukların en çirkinine âşık etmesini rica etti. Eros açısından sorun yoktu. Afrodit'in istediği tek taraflı aşk yerine, adamı da kıza âşık etmesi vicdanını rahatlatacaktı. Eros maskeli sonbahar festivaline, yüzünde bir maskeyle katıldı. Kalabalık ve maskeli insanların içinde kızı aramaya başladı ama işi zordu çünkü daha önce kızı hiç görmemişti. Psykhe'yi ararken karşılaştığı bir kızı dansa kaldırmış. Kızın sohbetinden o kadar hoşlanmış ki, neden geldiğini bir süre için unutmuş. Kız dans sırasında bir dönüş yapıyormuş ve maskesi, Eros'un eline takılmış. Yüzü açığa çıkmış ve Eros kıza iyice vurulmuş.''
Dünya bir masal gibi gelen hikâyeyi nefes bile almadan dinliyordu. Tamamen Artemis'in kelimelerine yoğunlaşmıştı. Artemis'in hikâyeciliği de fena değildi.
''Kız ise maskesi açılınca utanmış ve dansı bırakmış, çevrelerinde süren dansa rağmen öylece durmuşlar. Ta ki, kızın ablalarından biri kızı çekiştirene kadar ve sonunda Eros, büyülendiği kızın, büyülemek için aradığı kız olduğunu anlamış. Ablası, kızın maskesini yüzüne takıp Eros'tan uzaklaştırmış ve Eros'un o gün ok atmasına gerek kalmamış. Festival boyunca birbirlerinden gözlerini alamamışlar. Gecenin sonunda Eros, başarısız olduğu görevi Afrodit'e açıkladığında, Afrodit çok sinirlenmiş. Kızın güzelliğe çok önem verdiğini ve bu yüzden Eros ile ilgilendiğini iddia etmiş. Eros ret etmiş, Afrodit ısrarcıymış. Eros sahip olduğu ambrosiayı kıza vermek için Zeus'tan izin istemiş. Afrodit, Zeus'a fikrini söyleyince; Zeus, aksini kanıtlaması için kızın Eros ile bir ay boyunca kalmasını şart koşmuş. Eros bu süre boyunca kıza yüzünü göstermeyecekmiş. Aşkı gerçek aşksa, Eros'un güzelliğinin önemli olmadığını söylemişler. Eros, kendine ve kıza güveniyordu. O yüzden saraya gidip Psykhe'ye onunla gelmesini istemiş. Kız kabul etmiş, babası ve ablalarının itirazına rağmen yüzünü dahi görmediği Eros'un peşine takılmış.''
Artemis nihayet kılıcı döndürmeyi bırakıp omzuna dayadı. Dünya da rahat bir nefes aldı. Artemis'in hızlı dönüşlerinden sakınmaya çalışarak hikâye dinlemek pek hoş değildi.
''Eros kızı kendi tapınağına götürmüş, kıza sadece geceleri buluşabileceklerini söylemiş. Gündüz ziyaret edemeyecekti. Kız kabul etmiş ve iki âşık geceleri görüşmeye başlamışlar. Bu arada Zeus ve Afrodit'in dikkati onların üzerindeymiş. İstedikleri olmayınca, Afrodit'in aklına bir hınzırlık gelmiş. Kılık değiştirip kızın ablalarına gitmiş ve bir kâhin olduğuna, kadınları inandırmış. Eros'un çok çirkin bir vahşi olduğunu ve kardeşlerini büyülediğini söylemiş. Kızın nerede olduğunu çıtlatmış. Tabi ablaları durur mu, doğruca kızın yanına gitmişler ve şans bu ya, bir ayın dolmasına bir gece kala, kızın kaldığı tapınağa varmışlar. Kızı rahat ve mutlu görünce büyü altında olduğuna inanmışlar. Afrodit'in dediklerini kıza tekrar etmişler. Kız onlara inanmayınca, sevdiği adamın yüzüne bir kere olsun bakmasını istemişler. Sonra gitmişler. Kız Eros'un çirkin olup olmamasını önemsemiyormuş ama merak etmeden de duramamış. Eros'un gelmesine yakın yatağın yanına bir lamba koymuş ve üstünü bir vazoyla kapatmış. Eros karanlık çökünce tapınağa dönmüş. Bir ayın tamamlandığını hesap edip Zeus'un iznini aldığını düşünmüş. Kendi ismini söylemese de, kıza, bir ölümsüz olduğunu açıklamış ve ambrosiayı kıza vermiş. Benimle sonsuza kadar yaşamayı kabul edersen, bu meyveyi yemen gerekiyor demiş. Kızın daha fazla istediği bir şey yokmuş, ölümsüzlüğü kabul etmiş.''
Artemis soluklandı. ''Of ya ne uzattım.''
''Devam etsene.'' dedi Dünya.
''Devam edeceğim ama yanıma su almadığıma pişman oldum.'' Diye hayıflandı.
Dünya Artemis'in konuşma konusundaki istikrarını bilmese suya gerçekten ihtiyacı olduğunu sanabilirdi.
''Psykhe, Eros'un uyuduğuna kanaat getirdiğinde, yataktan kalkmış. Vazonun altındaki feneri çıkarmış. Eros'un yüzünü gizleyen peçeyi yavaşça çözmüş. Ve Eros'un yüzünü görünce, heyecanından lambayı tutan eli titremiş. Sallanan lambadan düşen bir damla yağ, Eros'un göğsüne damlamış ve Eros uyanmış. Sevgilisinin yeminini bozduğunu görünce hayal kırıklığıyla tapınağı terk etmiş. Artık kendisi de bir ölümsüz olan Psykhe üzüntüsünden kahrolmuştu. Her yerde aradığı Eros'un onu affetmesi için o kadar çok yalvardı ki, yakarışları bize kadar ulaştı. Hepimiz, Zeus ve Afrodit'in oyununa kızmıştık ama bu, o zamanlar olağan bir şeydi. Tek farkı, Psykhe'nin de ölümsüz olmasıydı. Ares çok öfkelenmişti, olanlara kayıtsız kaldığı için Zeus ile birbirlerine girdiler. Zeus, Ares'i hapisten farkı olmayan bir sürgüne gönderdi ve Psykhe'nin Olimpos'a gelmesini emretti. Niyeti, kızın ölümsüzlüğünü çekerek canını almaktı. Eros'u bulamıyorduk ama Zeus'u durdurmamız gerektiğine emindik. Tepeye gelen Psykhe ise başına gelecek her şeye razıydı. Eros'un onu affetmesinden başka bir şey istemiyordu. Bu sefer hepimiz Zeus'un karşısına çıktık ve Psykhe'ye ölüm dışında bir ceza verilmesini rica ettik. Zeus hem Psykhe'ye, hem de onu dinlemeyip ambrosiayı erken veren Eros'a ceza olarak kızı Tartaros'a gönderdi. Eros'un yüzünü bir daha görecek olursa, Eros'un öleceğini söyleyerek kızı ve Eros'u etkileyecek bir lanet dillendirdi.''
''Rezil herif!'' diye mırıldandı. Artemis omzunu silkti.
''Hepimiz suçluyduk Dünya, bir tek Ares karşı çıkmıştı ama o da sürgüne gönderildi. En başta onun yanında dursaydık, Zeus bu kadar cüretkâr olamazdı. Bu yüzden Eros'un Tartaros'a gitmesi yasak, Psykhe'yi görmesi demek onun ölümü demek.''
''Ama ikisinin de suçu yok ki, oyuna gelmişler.''
''Evet ama dedim ya o zamanlar olağan şeylerdi. Bu, Ares'in karşı çıktığı bir üstünlüktü ama hiç birimiz işler ciddiye varana kadar aldırmamıştık. Eros döndüğünde, üzüntüsünden delirdi. Tartaros'a gitmeye kalktı ama Zeus eğer giderse, kızı o daha varmadan öldüreceğini söyledi. Bunu yapardı, çünkü sözü dinlenmeyen bir lider olarak çok öfkelenmişti. Hem Eros'u, hem de Ares'i saygısız olarak niteledi. Eros kendi içine kapandı ve uzun bir süre ortalarda görünmedi. Psykhe, Zeus'un verdiği görev için Tartaros'a gönderilmişti, Ares ise sürgüne... İblisler ayaklanana kadar da sürgünde çile çekti. Zeus, baş iblis efendileriyle uğraşamayacağını anlayınca, Ares'le anlaşma yapmak zorunda kaldı. Ares de o meşhur anlaşmayı öne sürdü. Çaresiz kalan Zeus, Ares'i geri çağırdı ve anlaşmayı kabul etti. Ve ölümlü insanlarla uğraşmamız yasaklandı, Zeus da tüm ölümsüzlerin güçlerini kısıtladı.''
''Demek, o yüzden Eros'un Tartaros'a gitmesi yasak. Sebebinin bu olacağını hiç düşünmezdim.''
Artemis sola doğru döndü ve karşılarına çıkan örümcek ağıyla kaplı tüneli gösterdi.
''İşte, Tartaros'a giden geçitlerden biri. Fazla yolumuz kalmadı, Tartaros'a girmemize gerek olmadan Psykhe'yi buluruz. Genelde kapıda olur.''
Dünya örümcek ağına dokundu, ağ parçalara ayrıldı. Yolun bu kısmını bildiği için doğruca tünele yürüdü. Artemis yanında yürüyordu.
''Burası!'' dedi sonunda ışık olan geçidi gösterdi. ''Moiraların yani kader işleyicilerinin salonu, yaşayanların ömürlerini ölçmek ve biçmekle uğraşırlar. Psykhe genelde yanlarında olurdu.''
Büyük havuzun olduğu alana geldiler, her şey tıpkı Dünya'nın anımsadığı gibiydi. Üç Moira, havuzun kenarında durmuşlar eğirdikleri ışık iplerin havuza veya tepeye kavuşmasını sağlıyorlardı. Dünya, son sıradaki kadının en son gördüğünden daha çok ipliği koparıp tepeye gönderdiğini üzülerek fark etti. Artemis havuza doğru yürüdü.
''Selam Klotho, Lakhesis, Atropos!''
Kadınlar başlarını işlerinden ayırmadan Artemis'in selamını aldılar.
''Selam sana Artemis, Zeus'un kızı!''
Dünya kadınları nasıl selamlayacağını düşünürken ortadaki kadın başını kaldırdı. İlk defa tek ses ile konuştu. ''Psykhe'yi yeryüzüne çıkarma zamanı mı geldi?''
Dünya afallayarak kadına baktı. Artemis onun yerine cevap verdi.
''Ah, hayır Lakhesis. Psykhe yeryüzüne çıkamaz biliyorsun, biz onunla konuşmaya geldik.''
Lakhesis kahverengi gözlerini Dünya'nın üzerinden çekmedi. Dünya rahatsızca kıpırdandı. Kadın bir şey anlatmaya çalışıyordu ama şu an için Dünya anlamaktan uzaktı. Buraya iblis sorunu için bir çözüm bulmak için geldiğini sanıyordu, Psykhe ve Eros'u ölüm nedeni olmaya değil.
''Psykhe girişte mi?'' dedi Artemis.
''Buradayım Artemis.'' dedi bir ses neşeyle.
İkisi dönüp onlara doğru gelen Psykhe'ye baktılar. Artemis gülümsedi.
''Seni görmek ne güzel Psykhe!''
Psykhe siyah elbisesinin eteklerini savurarak yanlarına geldi.
''Uzun zaman oldu Artemis.'' dedi Psykhe ve Artemis'in ona uzattığı ellerini tuttu. ''Bu karmaşa da beni ziyarete gelmen büyük incelik.''
''Bunu Dünya'ya borçluyuz.'' dedi Artemis eliyle, Dünya'yı işaret etti. ''Seni ziyaret etmek isteyen oydu.''
Psykhe iri mavi gözlerini ona çevirdi. Uzun saçlarını ensesinde toplamıştı ve porselen bebeğe benzeyen güzel yüzü ortaya çıkmıştı.
''Merhaba.'' dedi Dünya.
Psykhe'nin küçük kırmızı dudakları sevimli bir biçimde kıvrıldı. ''Merhaba Dünya.''
Artemis ikisini yalnız bırakması gerektiğini düşünerek lafa girdi.
''Cerberus buralarda mı? Hazır gelmişken onu da seveyim. Kıskanç Hades, onu yukarıya pek getirmiyor.''
Psykhe başıyla geldiği tüneli gösterdi. ''Ah, evet, kapıdaydı. Bana yardımcı oluyor. Bugünlerde ruhları düzene sokmakta zorlanıyorum.''
Artemis yanakları kızaran Psykhe'ye gülümsedi.
''Yakında düzelir Psykhe, sizi biraz yalnız bıraksam sorun olur mu?''
Dünya başını sağa sola salladı. ''Hayır, seni Psykhe ile beraber burada bekleriz.''
***
Artemis tünelden kaybolana kadar ardından baktılar. Konuya nasıl girmesi gerekiyordu? Kadının mavi gözleri ona döndüğünde boğazını temizledi.
''Sana sorun yarattığım için üzgünüm.'' dedi Dünya. ''Ruhların delirmesinin sorumlusu benim.''
Psykhe elini kaldırdı. ''Kendini suçlama Dünya, daha iyi bir dengeyi sağlamak için, çürümüş olanın temelinden sarsılması gerekiyordu.''
''Yani, dengenin tamamen bozulduğu doğru mu?'' Ve kehanetin silindiği diye de eklemedi.
Psykhe yerine Moiralar konuştu. ''Kadere karşı koyamazsın anahtar. Zeus kendi dileğinin gerçekleştiğini düşünüyor ama yanılıyor. Artık asıl taht sahibinin ortaya çıkması gerekiyor.''
Psykhe araya girdi. ''Zeus tek güç sahibi olmak için kadim büyüyü bahane ediyor, hatta şu anda diğer evleri ikna etmeye çalışıyor. Çoğu bir haftadır süren kör savaştan bıkmış durumda ve kayıpları fazla, o yüzden ona karşı koymayacaklardır.''
''Bu ne anlama geliyor?'' dedi Dünya.
Moiralar başlarını işlerinden kaldırıp cevap verdi. ''İblisleri tamamen yok etmek için tüm güçleri kendinde toplayacak ama onun derdi sadece iblis ruhu değil. Kehaneti kırmanın tek yolu da bu... Kronos gibi zamanı şekillendirebileceğini sanıyor.''
''Hayır, buna izin veremezsiniz.'' Dedi panikle yapılacak bir şeyler olmalıydı.
''Kader'' dediler ve son sıradaki kadın iki avuç dolusu iplik yumağını tepeye gönderdi.
Psykhe devam etti. ''Zeus ölümsüzlerin güçlerini aldıktan sonra kadim büyüyü yapabilir ve iblis ruhunu kontrol edebilir. Ama böylece ölümsüzler, boyutları savunmaları için gereken güçten yoksun kalırlar.''
''Bu çok kötü, Zeus'a teslim olamazlar.''
Psykhe başını salladı. ''Başka çare yok.''
Dünya Moiralara döndü. ''Olmalı, başka çare olmalı. Kader dediğiniz şey bir sürü yoldan oluşmaz mı? Seçenekler ve Zeus'un bulduğu gibi boşluklar yok mudur?''
Moiralar konuştu. ''İblis ruhuyla baş edebilecek tek kişi!'' dediler hep bir ağızdan. ''Kronos'un tahtının asıl sahibidir. Sana söylediğimiz gibi...''
Dünya neler döndüğünü anlamaya başlamıştı. Moiralar devam etti.
''Hak talep etmesi ve Kronos'un mirasına, kendini kanıtlaması gerekiyor. Sonra iblis ruhunu ait olduğu yere gönderebilir.''
''Anlıyorum.'' dedi Dünya.
Ortadaki kadın konuştu. ''Her şeyi değil anahtar. Titanlar çok güçlüdürler ve bu güç, onlarda delilik yaratır. Bu yüzden hapis edildiler, çılgın bir titan kadar zarar verici hiçbir şey yoktur. İblis ruhu bile yanında insaflı kalır. Kronos'un varisini bekleyen tehlike tam olarak bu, gücü hazmedemeyecek.''
Dünya içinden bir şeylerin çekildiğini ve kalbini yakan bir hançerin yavaşça göğsüne girdiğini hissetti. Üç moira aynı anda konuştular.
''Ruh kontrol altına alındıktan sonra Kronos'un varisi yok edilmeli!''
Dünya'nın başı döndü, Psykhe destek olmasaydı yere yığılacaktı. Duvarlar üstüne geliyordu. Koca salonda hava kalmamıştı. Psykhe'nin elinden kurtuldu, sendeleyen adımlarla, havuzun kenarına kadar yaklaştı. Hırıltılı soluklarla moiralara baktı.
''Kimse ama kimse Ares'in kılına zarar veremez!'' diye hırladı.
Moiraların gözleri Dünya'nın üzerindeydi, Psykhe panikle Dünya'ya atıldı.
''Sakin ol Dünya!''
''Bırak beni!'' diye kadının elinden kurtuldu. Havuzun içine düşmekten bile korkmuyordu. Kader işleyicilerin Ares'in geleceği hakkında bu denli kesin konuşup Zeus'a çıkar yol göstermelerine öfkelenmişti.
''Ares'i kullanmanıza izin vermiyorum. Zeus güç kazanmak için hile yapıyor ve siz ona nasıl yapacağını gösteriyorsunuz.''
''Kimse Ares'i kullanmıyor Dünya.'' dedi yanı başındaki Psykhe. ''Tehlikeli olan Kronos'un varisi!''
Dünya kadına ölümcül bakışlarla baktı. ''Hiçbir şeyden haberin yok Psykhe!''
Moiralar başlarını eğerken hep bir ağızdan konuştular.
''Metis'in bilgeliğini alsa da; en güçlü titanın varisi olsa da; bir ölümsüz, o gücü zapt edebilir mi anahtar?''
''Onu küçümsemeyin.'' dedi Dünya, Ares'in sözünü hatırlayarak. ''Ve kader dediğiniz yazıyı değiştirmeye hazır olun!''
Ortadaki kadın kaşlarının altından baktı. ''Ben hazırım anahtar.''
Kadın yeniden işine döndüğünde, Dünya'nın çenesi kasıldı, yerinde sallandı. Psykhe yeniden onu yakaladı ve gerilemesine yardım etti. ''Tamam, tuttum seni.''
Psykhe onu kendine doğru çevirdi. ''Nefes al Dünya, her şey düzelecek.''
''Nasıl?'' dedi Dünya yalvaran bakışlarla kadının yüzüne bakarken.
Psykhe Dünya'nın yanağını okşadı. ''Göreceksin Dünya, her şey yoluna girecek.'' dedi gözlerini onun gözlerine dikti. ''Anladığım kadarıyla; Ares, Kronos'un varisi değil mi?'' Dünya başını sallayınca Psykhe gülümsedi. ''O zaman Ares'i izlemek çok eğlenceli olacak. Ben ona güveniyorum.''
Dünya gözlerini kırpıştırarak Psykhe'ye bakarken Artemis, sessizliği bölen gür bir havlama eşliğinde, salona girdi. Dünya başını çevirdiğinde, ona doğru koşan kocaman siyah bir köpeğin salyalarla dolu yüzünü görebildi. Panikle derin bir nefes aldı ve köpek onun üzerine atıldı. Psykhe son anda çekilmeyi başarmıştı. Dünya tepesinde canavar ile birlikte yere düştü. Uzun bir dil, ıslaklığını, onun tüm yüzüne baştan başa yayarken Dünya çığlık atmak üzereydi. Dili yüzünde hissedince, çenesini kapalı tutmayı son anda başardı.
''Cerberus, çekil!'' Artemis köpeğin kalın ensesinden çekiştirirken bağırıyordu. ''Kötü köpek!''
Artemis ve Psykhe, köpeği onun üzerinden çekmeyi başardıklarında, Dünya'nın elinde ayağında derman kalmamıştı. Şaşkınlıkla doğrulup hala ona atılmaya çalışan köpeğe baktı.
''Bu da ne be?''
Artemis sırıttı. ''Özlemiş sanırım.''
''Ne özlemesi, resmen beni yemeye çalışıyor.''
''Abartma Dünya.'' dedi Artemis gülerek, bu arada köpeğin kalın ensesine sıkıca sarılmış, ayaklarını diremeye çalıyordu. ''Cerberus insan yemez ki.''
Dünya yüzündeki salyaları koluna silerek ayağa kalktı. ''İçim nasıl rahatladı, anlatamam.'' Diye homurdandı.
Köpek hala Dünya'dan ilgi bekliyordu. Kendini toparlayınca korkusunun geçtiğini ve öfkesinin azaldığını hissetti ve köpeğe baktı. Köpek salyalar sıçratarak havladı. Köpeğin boyu neredeyse Dünya'nın göğsüne kadar çıkıyordu.
''Bu haydutla tanışıyor muyuz?'' dediğinde köpek onu cevaplayarak havladı. Hızlı nefes alırken dili sürekli dışarıdaydı.
''Evet ama her karşılaşmanız fiyasko.'' dedi Artemis hayvandan temkinli bir şekilde biraz uzaklaştı.
Dünya Cerberus'un, onun elinden büyük tyanaklarını avuçları arasına aldı ve korkmadan hayvanı sevdi. Artemis, hayvanı tamamen bırakıp Psykhe'nin yanına dikildi. Kollarını kenetleyip Dünya'nın köpeği sevişini seyretti.
''Bu köpekten nasıl bekçi köpeği oluyor gerçekten anlamıyorum.''
Psykhe tatlı bir gülümsemeyle Artemis'e katıldı. ''Sevgi en iyi bekçidir belki de...''
Geri dönmenin zamanı gelmişti. Cerberus ve Psykhe ile vedalaştı. Dünya kalbinde filizlenen lekeli bir umutla Artemis'in elinden tuttu ve zihninde kapıyı şekillendirip yönlendi. Ardından Olimpos'a geçmek için kapının kilidini açtı ve yönlendi. Artık ne yapması gerektiğini biliyordu ama nasıl yapacağını bilmiyordu. Özellikle karşılaşması gereken öfkeden köpürmüş bir Ares olduğunu düşündükçe nefesi kesiliyordu.
Olimpos'a vardıklarında Artemis coşkuyla kahkaha attı. ''Vay sen ne kadar yeteneklisin Dünya. Başka neler yapabiliyorsun?''
Dünya omuzlarını kaldırdı. ''Bilmem ki, yaptığım şeyin yetenekle alakası var mı? Tamamen içgüdüsel bir şey, birden çıkıveriyor.''
''Süpermiş ya!'' dedi Artemis, sonra başıyla merdivenleri işaret etti. ''Hadi gel. Benim karnım acıktı, başka bir boyuttan çağrı gelmeden önce bir şeyler atıştırmam gerek.''
''O zaten biriyle yemeğe davetli!''
İkisi başlarını kaldırıp merdivenlerin tepesinde oturan adama baktı. Artemis kılıcını çekip adama yöneltti.
''Senin burada ne işin var? Olimpos'a nasıl girebildin?''
Solan ayağa kalktı. Adamın elmacık kemiğinin üzerinde kocaman bir kızarıklık vardı. İyi bir yumruk yediği belliydi. Dünya yine panikledi.
''Saldırıya mı uğradınız ama güvenli demişti. İblisler mi, melezler mi?''
Solan tek kaşını kaldırdı ve cevapladı. ''Ares.'' Dünya'nın bakışı karşısında devam etti. ''Kaçtığın için biraz gergin, şaka kaldırmadığını geç anladım.''
''Ares mi? Seninle mi?'' dedi Artemis, kılıcın ucu hala Solan'ı gösteriyordu. ''Biri bana burada neler oluyor açıklayacak mı?''
''Sırası değil Olimposlu.'' dedi Solan. ''Anahtar, gitmemiz gerek.''
Dünya Artemis'e döndü. ''Benimle geldiğin için teşekkür ederim Artemis ve Solan'dan hoşlanmasam da, Ares'i daha fazla kızdırmak istemem.''
Artemis'in güvensiz bakışları Solan'ın üzerindeydi. ''Şu kırmızı saçlı hainin Ares'e bağlı olduğunu mu söylüyorsun yani? Ares'in yanına götüren iblis bu muydu?''
Solan hoşnutsuzca sırıttı. ''Bana kırmızı saçlı diyene de bakın, adımı bildiğini sanıyordum Zeus kızı. Alışacağın için söylemekten mi kaçınıyorsun, yoksa adımı söylemek zaten hoşuna mı gidiyor?''
Artemis'in gözleri kısıldı. Elindeki kılıcı Solan'a doğrulttu ve sinirle tısladı. ''Seni...''
Dünya araya girdi. ''Tamam Artemis, yarın döndüğümüzde sana olanları açıklarım.''
Basamakları aceleyle tırmandı, Artemis hemen ardındaydı. Solan'ın alaycı bakışları karşısında dişlerini sıkıyordu ama Dünya'nın Solan ile gidişine sesini çıkarmadı. Solan geçidi açtı ve Dünya boyuta adımladı.
Odanın içinde fırtına kopmuş gibiydi. Masa parçalanmış üzerindekiler yerlere saçılmıştı. Sandalye kırıkları zemini kaplamıştı. Divanın üstündeki minderler parçalanmıştı. Solan başlığını sıyırdı ve etrafa bakındı.
''Sanırım Ares hava almaya çıkmış.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder