Bay Muhteşem Sırt

 

''Tekin!''

Dış kapıya kadar tüm ofis, onun çınlayan sinirli sesiyle inledi. Muhatabının henüz ofise varmadığını tahmin ediyordu ama emin olmalıydı. Sekreter kız, onun ısrarı bitmeyecek olan haykırışını susturmak için hemen ayaklandı. Bir kez daha bağırdığında, Hale odasının kapısında belirmişti fakat onu fark etmediğinden öfkesini dillendirmeye devam etti.

''Tekin, çabuk odama gel!''

''Tekin hala dışarıda Melek, bir kez daha aramamı ister misin?''

Başını monitörden kaldırıp Hale'ye baktı. ''Dışarıda hala ne işi var?'' derken telefonuna uzandı. ''Geri zekalı adam, müşteriyle tartışmayı biliyor ama zamanında iş yerinde olmayı bilmiyor!''

Hale yutkundu. ''Ben… Şey, çıkarken kapıyı kapatayım mı?''

Elini 'git' anlamında salladı ve çalan telefonun cevaplamasını beklerken Hale kapıyı sessizce kapattı. Parmaklarını masaya sinirle tıkırdatmaya başladı, telefonu açan yoktu. Tekin işi yüzüne gözüne bulaştırmıştı ve şimdi de kayıplardaydı. Dördüncü çalıştan sonra telesekretere geçti ve Melek yumdu gözünü açtı ağzını.

''Adamı ikna etmen gerekiyordu, seni işe yaramaz adam! Kime hava atıyorsun sen? Çabuk ofise gel! Yoksa bir daha gelmek zorunda kalmayacaksın!''

Telefonu kapattı ve derin nefesler alarak ayağa kalktı. Küçük odasında, kapıdan pencereye olan beş adımlık mesafeyi topuklarını vurarak aşmaya başladı. Organizatörlüğe başladığından beri, tek başına aldığı en büyük iş, ellerinin arasından kayıp gidiyordu. Tek sorumlusu da; müşterinin her bir yarışmacı için istediği gerçek boyutlardaki karton heykelleri komik ve gereksiz bulan elemanıydı. Toplam yirmi tane kahrolası kartondan kaçınmak için her şeyi bilen Tekin Bey ''Çok şey istiyorsunuz'' demişti ve adam, anlaşma aşamasında düşünmeye karar vermişti. Tekin, kartonların görüntü olarak işi basitleştireceğini düşünmüştü kendi başına, sanki düşünme yetisi varmış gibi...

Genç adama o kadar sinirlenmişti ki, aklındaki intikam fikri; bugünü sağ salim atlatabilirse, karton heykelleri Tekin'e yaptırmaktı. En kısası bir altmış sekiz olan yirmi adet kızın heykelini ona yaptırırsa, belki kızgınlığı bir parça yatışırdı. Karşılarındaki müşteri zevksiz olabilirdi ama bu ukala dümbeleği bunu neden müşterisinin yüzüne vuruyordu ki? 

''Adamı ikna et, imzayı attır, gerisini sonra hallederiz!'' diye karşısında Tekin duruyormuş gibi söylendi. ''İmza attırmadan neyin tartışmasını yapıyorsun aptal herif! Sanki işi aldı da... Budala!''

Hırlayarak kapıya yürüdü. İşler böyle giderse yakında şirketine iflas bayrağını asacaktı. Zaten piyasa kurtlar sofrasıydı, işi onunla birlikte öğrenen ekibini daha ne kadar ayakta tutabilirdi? Toplam altı kişilerdi ve herkes, her işi yapmak zorunda kalıyordu. Ekibinin her elemanını seviyordu ve güveniyordu ama organizatörlük zor işti. Alnının akıyla şirketi başarıya kavuşturmak için çok çalışması gerekiyordu. Buna mecburdu. Para yüzünden değildi, bu hedefi; kendini, en çok kendine ispatlamalıydı. 

Masaların arasından geçerken Taner'in telefonla konuştuğunu duydu. Kreş için mezuniyet partisi hazırlıyordu ve sihirbaz ayarlamaya çalışıyordu. Sekreter Hale'nin hafta içi randevuları düzenlediğini göz ucuyla gördü. Mehmet ise Tekin'in ilgilenmesi gereken organizasyon için otel araştırması yapıyordu. Yanından geçerken Mehmet'e fısıldadı.

''Konferans salonunu da sor, şu adı neydi, büyük otelin yanındaki.''

Mehmet telefonda olduğundan sadece başını salladı ve karşı taraf ile konuşmaya devam etti. Kahve makinesine nihayet ulaşmıştı. Fincanına sade kahve doldurdu ve kalçasını masaya yaslayıp yudumlamaya başladı. İşi almalıydı ama nasıl? Müşteriler, Tekin'e çok kızmışlardı. Haklıydılar, en çok da önerileri konusunda dalga geçilir gibi konuşmasına bozulmuşlardı.

İki senedir kendini piyasaya kabul ettirmeye çalışıyordu ve bu iş sayesinde, beklediği fırsat eline geçmişti. Tek başına üstleneceği organizasyon aslında başını ağrıtmayacaktı, yani ağrıtmaması gerekiyordu. Netice de bir güzellik yarışmasıydı, tüm organizasyon planlarını adamlara kabul ettirmişlerdi bile. Tekin gidip ön sözleşmeyi imzalattıracaktı. Yapması gereken sadece buydu...

Sıcak kahveyi nasıl bitirdiğini anlayamadı. Bir kahve daha doldurdu ve odasına doğru yürüdü.

''Yasemin nerede?'' dedi Hale'nin yanından geçerken.

''Tarja'nın menajeriyle görüşmeye gitti. Fiyat konusunda...''

''Her neyse...'' dedi başını sallayarak kızın lafını kesti. ''Umarım pazarlığı iyi yapar.''

Masasına oturup Fatih'in gönderdiği maili yeniden okudu ve telefonu eline aldı. Sinirli yüz kaslarını gülümseme moduna aldı ve adamı aradı. İkinci çalışta telefon açıldı.

''Merhaba Fatih Bey, umarım sizi rahatsız etmiyorum.'' dedi kibar bir neşeyle ve tasarladığı konuşmayı yapmaya koyuldu.

On dakika sonra telefonu kapattığında derin bir nefes aldı. Adam bir kez daha görüşmeyi kabul etmişti ama başka organizatörlerle de konuşacağını ima etmesi canını sıktı. Sözleştikleri yemek boyunca sürekli dil dökmesi gerekecekti. Ve yemeği Melek ısmarlayacaktı! Yeni masrafın sinirini kimden çıkaracağını düşündüğü sırada, potansiyel en iyi kurban oskarını alan Tekin sessizce ofise girdi. Açık kapısından, adamın başı önde kendi bölmesine usulca yürüdüğünü gördü, paravanın arkasında kaybolmasını beklemeden kükredi.

''Tekin!''

Buz kesen Tekin duraklayıp ona baktı. Gözlerini adamdan ayırmadan işaret parmağıyla onu yanına çağırdı. Tekin'in omuzları düştü ve aslanın kafesine doğru ayaklarını gönülsüzce sürüdü.

''Bak, haksız göründüğümü biliyorum ama adam işi zorlaştırmak için...'' kapıdan girer girmez konuşmaya başlamıştı.

''Kapıyı kapat Tekin, seni öldürürken kimsenin şahit olmasını istemiyorum.''

Tekin ''Odana girdiğimi gördüler ama...'' diye mırıldandı ama kısılan gözleri görünce kaşlarını çatıp masanın önünde dikildi.

Karşısında masum bir tavırla dikilen adama baktı. Açık kumral saçlı, kahverengi gözlü, orta boylu genç adamı işe alalı bir buçuk sene olmuştu. Sempatik adam hoş fiziği ve şakacılığıyla, olumlu puan topluyordu ama çok ukalaydı. Adamın bu huyunu yontmaya çalışmaktan bıkmaya başlamıştı. Uyumlu davranması gerekirken birden ya şakalaşmaya ya da bilmişlik yapmaya başlıyordu. Bir dakika çenesini kapatsa her şey tamam olacakken; o, koca çenesini açıveriyordu.

''Bu sana son uyarım Tekin.'' dedi koltuğuna yayılarak.

''Beni dinleyecek misin Melek?''

''Önce uyarımı yapayım müsaade edersen...''

''Ama...''

Koltuktan doğruldu. ''Aması yok! Dinle beni! Sözümü kesip durma. Ben konuştuktan sonra, eğer ihtiyaç duyarsam, ben seni dinlerim. Sana kaç defa söyledim, onlar müşteri! İkna etmen gereken insanları veya onların isteklerini aşağılayamazsın.''

Tekin'in kaşları iyice çatıldı ve gözlerini masaya dikti. Genç adamın bu hali yine de içine dokundu, bıkkınca konuştu.

''Otur.''

Tekin misafir koltuğuna kendini bıraktı. Sakin bir sesle konuşmaya devam etti. 

''Adam ile konuşman için gönderilmemiştin, adama sadece imza attıracaktın.'' Tekin konuşmak için ağzını açınca elini kaldırıp adamı susturdu. ''Taleplerini profesyonel bir tavırla not edip, sözleşmeye eklemeden de çözülebileceğini söyleyebilirdin. Eğer çok önemli bir maddeyse, beni arayabilirdin. Kalkıp adama bakkal tanıtımı mı yapıyoruz demenin ne âlemi vardı?''

Tekin onun yüzüne bakamadığı için başı öne eğikti. Genç adamın kafası iyi çalışıyordu ama yerinde kullanmayı bilmiyordu.

''Şimdi sen konuş bakalım.'' dedi kollarını masaya koyarak.

Tekin bakışlarını kaldırıp yüzüne baktı. ''Özür dilerim, bakış açına göre ben haksızım.''

''Şimdi sen sadece benim bakış açıma göre mi özür diledin?''

''Tamam, Melek üzgünüm. O an düşünemedim. Adama sinir olmuştum. Vereceği paraya bakmadan sürekli isteklerini yeniliyor ama ücretin yükselmemesini istiyor. Benim de kafam attı. Bizi aptal yerine koymasına izin veremezdim. Sadece şirketini düşündüm.''

Tekin'in dürüst yüzüne baktı, genç adama olan öfkesi zaten dinmişti. Konuyu uzatıp gergin olan sinirleri iyice esnetmek istemedi. Yarım ağızla gülümsedi.

''Yine de bir daha ki sefere, şirketi düşünmeden önce benim fikrimi sorarsan sevinirim. Kaz gelecek yerden tavuğu esirgersek yakında hepimiz iş aramaya başlarız. Bu arada yardım organizasyonunu tamamlamışsın, aferin. İyi iş.''

Genç adam haylaz bir çocuk gibi ona sırıttı. ''O halde beni affettin mi?''

Melek sırıtmaya devam ederek cevapladı. ''Hayır, bir süre gözüme gözükmesen iyi olur. Seni öldürme hislerim hala güncel!''

Tekin ayağa kalktı. ''Bak, gerçekten özür dilerim. Bir daha olmayacak.''

''Olmayacak zaten, bu hata senin son hatandı.'' dedi tehditkâr bir bakışla. Kaç kere bu tehdidi ettiğini hatırlamıyordu ama devam etti. ''Şimdi odamdan defol, işe yaramaz şey!''

Tüm ciddiyetini takınan Tekin asker selamı verip odadan çıktı. Adamın gidişini seyrettikten sonra sakince nefesini verdi ve telefonu eline aldı. İki gündür annesini aramamıştı, küstürmeden önce araması gerekiyordu.

''Alo...'' diye, nazlı bir tavırla kelimeyi uzatarak telefonu açan annesini neşeyle selamladı.

''Nasılmış annelerin en güzeli?''

''Kızı nihayet aramayı akıl ettiği için mutlu!'' dedi sahte bir kızgınlıkla.

''İş güç anne, hemen çemkirme.'' dedi gözlerini devirerek. Ağzıyla kuş tutsa acaba memnun kalır mıydı? ''Sen arasaydın madem.''

''Sen de İzmir'e taşınsaydın, madem. Ben de biricik kızımın sesini duymak için telefona muhtaç olmazdım.''

Eski mesele nedense bir türlü eskimiyordu. O da duymamış gibi davrandı. ''Neler yapıyorsun bakalım?''

Annesi, babasının yeni hobisinden dert yandı birkaç dakika. Maket ve ahşap oymaya merak salmıştı, evin dört bir yanını dağıtarak. Annesinin her sitemine hak vermesi gerekiyordu yoksa telefonu yarım saat kapatamazdı.

''Bu arada Ayla'yı arasan iyi olur.'' dedi sitemi bitince.

''Hayırdır neden?''

Ayla Teyze, annesinin okuldan beri dost olduğu en iyi arkadaşıydı ve onun da eski kayınvalidesi. Ayla Teyze ile yaklaşık altı aydır görüşmemişlerdi. Anlaşamadıklarından değil, çok iyi anlaşıyorlardı. Ama aramak canını sıkıyordu. Hayatının o sayfası sürekli açık kalmış gibi... Bir türlü kapatamıyordu.

''Geçmiş olsun diye...'' dedi annesi.

Yüreği cız etti, rahatsız olan kimdi acaba? Hızlanan kalbine inat sakin konuşmaya gayret etti.

''Geçmiş olsun diye mi?''

''Evet, üç hafta önce ağır bir ameliyat geçirdi. Kalp krizi geçirmiş. Benim de geç haberim oldu, onu aramalısın. Ayıp olmasın.''

''Ah, çok üzüldüm ya. Şimdi nasıl?''

Annesi nefeslendi. ''İyiymiş ama bir süre dinlenmesi gerekiyormuş. Ararsan öğrenirsin.''

''Tamam, tamam, arayacağım dedim ya. Onu severim bilirsin.''

''O, çok iyi bir kadın.''

İçinden 'oğlu dangalağın teki ama' diye geçirdi ama sesli söylemedi. Dünyanın dört bir yanına dağılmış bir oteller zincirini, kadın ve oğlu olacak işkolik herif birlikte yönetiyordu. Kadının kocası aniden ölünce, ikisinin üstüne oldukça ağır bir yük yüklenmişti. Zavallı adam, oğlu okuldan mezun olduğu sene geçirdiği araba kazasında ölmüştü. Bu yüzden holdingle birlikte yurt dışındaki otellerle ilgilenmek yeni mezun oğluna kalmıştı. Ayla Teyze ise yurt içindeki üç oteli yönetiyordu, oğlu sadece yurt içi otellerinin hesaplarını kontrol ediyordu. Gayrimenkul zengini olmaları da cabasıydı. Anne oğul hırslı birer yöneticiydiler ve oğlu, kadından da beterdi. Hatta bin beterdi...

Elini kaleme uzattı, parmakları arasında çevirirken öylesine konuştu. ''Birazdan ararım anne, şimdi kapatmam gerek.''

''Tamam, güzel kızım, bu arada teyzenin selamı vardı. Onu da arasan iyi olur.''

''Hazır başlamışken tüm sülaleyi arayayım bari.'' diye mırıldandı.

''Çok iyi bir fikir!'' dedi annesi. ''Ama Ayla'yı unutma! Baban da selam söylüyor, elindeki yapıştırıcıyı temizleyemediği için telefonu vermiyorum da.''

Annesiyle uzun süren kapatma faslından sonra telefonu masaya bıraktı. Dalgınca kararan ekrana baktı. Ayla'yı aramadığı için kendini suçlu hissediyordu, oğlunun aptal olması, kadının suçu değildi ki. Annesinin yakın arkadaşı olduğu için çocukluğundan beri kadını severdi. Oğlu ile Melek arasında bir buçuk yaş vardı. Ayla Teyze, Melek ile ne zaman karşılaşsa, gelin şakasıyla onu utandırırdı. Kadının bu şakasının bir gün gerçeğe dönüşeceğini o zamanlar hiç tahmin edememişti. Çünkü onun bir oğlu olduğunu bile bazen unutuyordu. 

Dengesiz oğlu, öğrenimini ve işi dolayısıyla hayatını Amerika'da sürdürdüğünden evlenene kadar adamla bir türlü tanışamamıştı. Bir kez fırsatı olmuştu ama çocukça bir gurur yüzünden genç adamdan uzak durmuştu. Ayla Teyze de fazla utandırmamak için ısrar etmemişti. Aslında o zamandan belliydi, asla tanışmamaları gerektiği... Kaderin bir cilvesi evlenmişlerdi ve çok geçmeden de boşanmışlardı. 

Evlilikleri sona erdiğinde ki, Melek istemişti, kadın ile görüşmeye doğal olarak devam etmişlerdi. Annesinin yakın arkadaşı olması bir yana, Ayla Teyze'sinin bu konudaki anlayışlı ve onu koruyan tavrına hayran kalmıştı. Altı ay önce kadının söylediği bir söz yüzünden çok sevdiği eski kayınvalidesini bir daha arayamamıştı. Sadece bir süre ara vermek istemişti, sonra da arayacak cesareti bulamamıştı. Kadının onu sevdiğini biliyordu. O kelimeyi de bu yüzden söylemişti.

''Keşke barışsanız...'' demişti kadın tüm içtenliğiyle. ''Gelinim olmandan çok memnundum.''

Kadına teşekkür etmiş ve kibarca oğluyla uygun olmadıklarını söylemişti. Sonra kadın onu iki defa aradı ama telefonu açamadı. Şimdi de bu düşüncesiz davranışı hakkında rahatsızdı, daha önce aramadığı için çok pişman oldu. Kadının ona tepkisi nasıl olacaktı acaba? Boşandığından beri, yani iki senedir Ayla Teyze'sinin evlerinden birinde kaldığı için nankörlüğünü yüzüne vurursa söyleyecek bir şeyi olmazdı. Çünkü kadın boşanmalarına rağmen ona yardımcı olmaya devam etmişti.

Dalgınlığını telefon sesi bozunca bir an irkildi. Ekranda Yasemin yazıyordu. Hemen açtı ve sesini düzelterek konuştu.

''Bana 'oldu bu iş' de Yasemin! İhtiyacım var!''

''Iııhh, oldu gibi. Fiyata tamam dediler ama masrafları bize yıkmak istiyor.''

''Masraflar?''

''Tahmin edersin; makyöz, kıyafet, kuaför ve dört gece konaklama...''

''Dört gece mi?'' derken gözleri açılmıştı.

Yasemin bıkkın bir sesle konuştu. ''On beş kişilik bir ekip için hem de!''

''Halt yesin!'' diye söylendi ve ağzından çıkmaya çalışan küfrü son anda geriye itti. ''Ne yapacakmış dört gece İstanbul'da, hem de tüm ekip?''

''Tatil.'' dedi. ''İstanbul'a gelmişken fırsatı değerlendirmek istiyor.''

''Bütçemizi aşarak mı?'' diye homurdandı. ''Bağlayamadığımız bir iş için kadına boşuna para vermeyelim. Onları ne kadar oyalayabilirsin?''

''Yarına kadar.'' dedi Yasemin. ''Tarja en ucuz ünlü Melek. Onu kaçırırsak, rezil oluruz.''

''Ama işi batırdık galiba, Fatih nazlanıyor.''

''Sen ikna edersin.''

Nefes aldı. ''Of, deneyeceğim. Sen de yarına kadar Tarja'yı oyala. Ve kıyafeti bari çıkarttır ya, ne bu?''

''Ben de denerim.'' dedi Yasemin.

Telefonu kapattı ve koltuğa yaslandı. Fatih ile ikinci keredir çalışıyorlardı. İlkinde yardımcı organizatör olarak resmen sürünmüştü, tüm işi o yürütmüştü ama kaymağını büyük abi yemişti. Fakat bu onun için çok iyi bir tecrübe olmuştu. Pek para kazanamamıştı ama artık ne yapılacağını biliyordu. Bu bilgi, paradan da önemliydi. Fatih bunu fark ettiği için midir nedir, bu sefer doğrudan ona gelmişti. Ama normalde bu boyutta bir organizasyon için gereken fiyatı düşürerek...

Gözlerini kapattı ve düşüncelerinin düzene girmesini bekledi. Yarışma, onların şirketi için büyük bir olaydı. Lüks bir şekilde hazırlanmasını istiyorlardı, yarışmadan önce sponsorlar için yemek verilecekti. Televizyon kanalları ile görüşmeler tamamlanmıştı. Ücretleri istediği yere çekmeyi başarmıştı ama asıl konular sallantıda kalmıştı. İlk başta Fatih'in işi başkasına vermemesini sağlamalıydı. Ve en önemlisi yapılacak mekanı kesinleştirmeleri gerekiyordu.

Masa telefonuna uzandı. Dahili hattı aradı.

''Mehmet ne yaptın?''

Adam konuşmaktan çatlamış sesiyle yanıtladı. ''Bütçeyi aşacağız galiba ama konferans salonunu henüz aramadım.''

''Reklamlarını yapacağımızı da söyle. Ayrıca otel olması daha iyi, Tarja konaklama istiyormuş. Otele ayrı para vermeyelim, daha fazla tutar. Yasemini ara, detayları öğrenirsin.''

''Tamam.''

Telefonu kapattı. Başı ağrımaya başlamıştı. Soğumuş kahvesini bir dikişte içti, çantasını ve telefonun alarak odasından dışarı çıktı.

''Hale, ben...'' dedi durakladı, tüh! Ayla'yı aramayı unutmuştu. ''Sen, Fatih'in asistanını arayıp yarın sabah için randevu ayarlar mısın? Ayrıca tahmini raporu da temize geçelim, evde çalışacağım. Bana mail atarsın.''

''Tamamdır.'' dedi Hale.

Ofistekilere el sallayıp dışarı çıktı. İş hanında onlardan başka beş tane daha ofis vardı; bir avukat bürosu, iki mali müşavir, bir dişçi, bir tur şirketi. En üst katı avukatla beraber paylaşıyorlardı. Karşılaştıklarında selamlaşmak dışında, pek görüşme imkanları olmadığından diğer ofisleri tanıyor sayılmazdı.

Asansörle inerken bir kez daha iki sene önce bitmiş evliliğini düşündü. Başladığı gibi çabucak sonlanmıştı, ne olduğunu anlayamamıştı bile. Boşanmak istediğini bile telefon ile söylemişti, adam da hiç önemsemeden kabul etmişti. Niye evlenmişlerdi ki zaten... Neden o adamın, kendisini büyülemesine izin vermişti?

Arabasına bindi ve çantasını yan koltuğa koydu. Telefonu elindeydi, geciktirmesi anlamsızdı. Rehberden Ayla Teyze'yi buldu ve aradı. Üçüncü zilde kapatmaya hazırlanmıştı ki telefon açıldı.

''Alo.''

''Merhaba Ayla Teyze, nasılsınız?''

''Ah, Melek kızım, iyiyim canım. Sen nasılsın?''

Kadının sesi yorgun geliyordu ama coşkulu bir şekilde onu cevaplayınca Melek iyice gerildi.

''İyiyim ben de, rahatsızlığınızı yeni duydum. Kusura bakmayın, bayağıdır arayamamıştım.''

''İşlerin çok yoğunmuş, Selma söyledi. Haberlerini ondan alıyorum ben de. Aramana sevindim.''

''Çok geçmiş olsun Ayla Teyze, şimdi nasıl oldun?''

Kadının gülümsediğini duyar gibi oldu. ''Sürekli yatıyorum, nasıl olacağım. Sıkıldım. Hiç alışık değilim yan gelip yatmaya, kendimi yaşlı hissetmeye başladım.''

''Kendine dikkat etmen gerekiyor Ayla Teyze, iyice dinlen.'' dedi göğsünde sebebini anlayamadığı bir ağırlık vardı. Kendini kötü hissetti. ''Emekli olup eş dostu dolaşmanın vakti geldi bence.''

''Annen de aynı şeyi söyledi kızım.'' dedi kadın kibarca kıkırdadı. ''Dolaşacak bir ev bulursam önerinizi tutacağım merak etmeyin. Sen neler yapıyorsun?''

''Aynı.'' dedi. ''İş güç uğraşıp duruyorum.''

''Duydum, işleri büyütüyormuşsun. Aferin sana ama hayatın tadını çıkarmayı da unutma. Bak ben unuttum da ne oldu, kalbim itiraz ediverdi. Gençsin iş her zaman olur, hayatın tadını çıkarmayı unutmamalısın.''

Konu yine istemediği yönlere kaymaya başlamıştı. Bir an önce telefonu kapatmalıydı. ''Haklısın Ayla Teyze, bu arada neredesin? Ziyaretine gelmek isterdim.''

''Ah, çok sevinirim kızım ama ben yurt dışındayım. Bir süre daha kontrol altında kalmam gerekiyormuş.''

Rahatladı ama rahatladığı için de vicdan azabı hissetti. ''Neyse dönüşünüzde uğrarım size.''

''Duyduğuma göre Fatih ile iş yapıyormuşsun.''

Melek durakladı, nereden biliyordu? Kekeledi. ''E... Evet, siz nereden biliyorsunuz?''

''Tatlım, tüm gün yatıyorum ama havadislerden daha çabuk haberim oluyor. Yardım edebileceğim bir şey olursa aramaktan çekinme.''

Oteller... Hem de ülkenin en iyi otelleri... Arayıp da bulamayacağı kadar müthiş, etkili bir imaj... Ücret konusunda da onu zorlamayacak bir Ayla Teyze...

''Teşekkür ederim ama her şey ayarlandı zaten.'' diye yalan söyledi. Belki batacaktı ama gururlu bir şekilde.

''Sen yine de önerimi düşün. Fatih'e pek yüz vermem ama arada sen varken elimden geleni yaparım.''

Melek yeniden teşekkür etti ve içinden de gerek kalmaması için dua etti. Telefonu en kısa zamanda yeniden aramak için sözleşip kapatırken eli titriyordu. Eski kayınvalidesiyle konuşmakta neden zorlanmıştı? Peki, kadın ile konuşurken sersem oğlunun yüzü neden gözlerinin önüne geliyordu? Gerçi ne zaman başka bir ilişkiye başlamaya karar verse, o duygusuz adamın yüzü yine gözünün önüne geliyordu. Bu yüzden yeni ilişkisinde uyumlu olamıyordu veya bilinç dışı olarak ilişki kurmaya tövbe ettirdiğinden mi bilinmez, hiçbir ilişkisi yürümüyordu.

Evine gidip hızlı bir duş aldı. Rahatlamıştı, kendine bir kahve hazırladı. Bilgisayarının başına geçti. Raporları ve hesapları incelemeyi bitirdiğinde güneş çoktan batmıştı. Saate baktı, dokuz buçuğa geliyordu. Karnının acıktığını fark etti, televizyonu açıp müzik kanalını ayarladı ve çalan şarkıyı mırıldanarak mutfağa gitti. Salata hazırlamaya karar vermişti ama masanın üzerindeki yemyeşil elmaları görünce birini kaptı. Sebzeleri yıkarken bir yandan da elmayı kemiriyordu.

Sebze atıklarını balkondaki çöp kutusuna atmak için elmayı, dişleri arasına sıkıştırıp balkona çıktı. Ve ağzında elma, elinde çöplerle, kapının önünde öylece durdu. Gözlerini dikkatle kıstı çünkü şu anda çok hoş bir şeye bakıyordu. Hoş şeyin sırtı ona dönüktü ama fiziğinin düzgün olduğu sırt ve kol kaslarından anlaşılıyordu. Yüzücüyü andıran kaslı bedeni, ince bir bel ile tam bir göz ziyafetine dönüşmüştü. Üzerinde sadece düşük bel bir kot vardı. Kutudaki mutfak gereçlerini tezgâha çıkartan adamın yüzünü göremiyordu. Gerçi bu kadar yenesi fiziğe sahip birinin yüzünü görmek bile gerekmezdi. Olanı izlemek yetiyordu. 

Aylardır boş olan karşı çaprazındaki lüks daireye nihayet biri taşınmıştı. 

Ah! Hayır... İki kişiydiler.

Sarışın uzun boylu bir kadın mutfağa girdi ve kollarını adamın beline doladı. Kadın dudaklarını adamın boynuna gömerken adam onu hafifçe ittirdi. Şakalaştıkları belliydi. Kadın ısrarla adamı taciz etmeye başlayınca adam, kadını yakalayıp tezgâha yasladı. Eğlenceli bir boğuşma başladı.

İkisini izlerken ağzının suları akıyordu. Bunun tek sebebi, adamın olağanüstü sırt kasları değildi; ısırdığı elma hala ağzındaydı. Gözlerini karşı daireden ayırmadan elindeki çöpü, kutuya bıraktı ve elmayı ağzından çıkarıp yutkundu. Naklen yayınlanan güreşi, dikkatle izlemeye devam etti.

Kadın, adamın kısa saçlarına parmaklarını geçirdi ve daha şevkle öpmeye başladı. Şakalaşma ciddiyete dönüşmek üzereydi. Adam, sarışının kalçalarını elleriyle kucakladığı anda, kadın uzun bacaklarını adama doladı. Yükselmesini fırsat bilen adam; başını, kadının boynuna doğru indirdi. Yutkunan Melek başını sallayıp geriledi. Ne yapıyordu? Balkonda durmuş karşı daireyi dikizliyordu, ne sapıklık! Ya onu görürlerse...

Hemen mutfağa girdi ve lambayı kapattı. Şimdi göremezlerdi. Balkona doğru yürüdü. Kadın başını geriye atmış, adamın öpücüklerine teslim olmuştu. Kadın çok güzeldi, üzerindeki tek parça elbise bedeninin tüm cazibesini ortaya koyuyordu. Adamın yüzünü görmek kısmet olmamıştı ama gördükleri bile Melek'in röntgencilik güdüsünü harekete geçirmeye yetmişti. Melek, anlamsızca onları seyretmeye dalmışken; bay hoş fizik, tek eliyle kadını kalçasından tutarak kucakladı ve öpüşmeye devam ederek mutfağı terk ettiler.

Gösteri bitmişti... 

Salondan gelen ışıkta salatasını sosladı ve elinde salata kâsesiyle çalışma masasına geri döndü. Aklı hala az önce şahit olduğu görüntüde kalmıştı. Fizik olarak birbirine bu kadar uyumlu bir çift hiç görmemişti. Adamın bedeninin arkadan görünüşü nefes kesiciydi. Geniş omuzlar, ince bir bel, uzun bacaklar ve dar kalça... Normalde insanların fiziğini pek önemsemezdi, ama bu adam umursanmayacak gibi değildi. Yeni biriyle çıkmanın zamanı gelmişti galiba, yani gerçek bir birliktelik yaşayabileceği biriyle...

Salatasını kalan elmayla birlikte yedikten sonra son kez Mehmet'in gönderdiği otellere baktı. İçlerinden bir tanesi, Ayla Hanım'ın otellerinden biriydi. Aslında onun tam istediği gibi bir oteldi, çok lüks ve kolay ulaşılabilen. Devasa bir salonu da vardı. Fiyatı ise en üst sıralardaydı ama o standartta bir otel için normal bir ücreti vardı. Yasemin'i gönderip pazarlık yapmasına karar verdi. Aslında Tekin'i göndermesi gerekiyordu ama bu günkü işi yüzüne gözüne bulaştırdığı için cesaret edemedi.

Eğer kimliğini gizlerse Ayla Hanım yurt dışında olduğu için kadın fark etmeden fiyat pazarlığı yapabilirlerdi. Ne de olsa otel müdürü, bu kadar basit bir şey için kadını rahatsız etmezdi. İşleri gereği günün birinde çalışma ihtimalleri vardı, o gün neden bugünlerde olmasındı ki? Tamam, yarın Yasemin'i otele gönderecekti. Bakalım Ayla faktörü olmadan işi bağlayabilecek miydi?

O gece rüyasında eski kocasını gördüğüne şaşırmadı. Zaten ne zaman aklına gelse, lanet herif hemen rüyasına da giriyordu. İki ay evli kaldığı adamı neden rüyasında görürdü, hala mantığı almıyordu. Üstelik ondan sonra üç kişiyle daha çıkmıştı, hem de kocası olacak o adamdan daha ilgili ve şefkatli. Hırslarının içine boğulmuş bir iş manyağı yerine, onun gözlerinin içine bakan ve onu dinleyen üç kişi... Ama o ne yapıyordu? Balayının ikinci gününde bile onu yalnız bırakıp New York'taki otelinin aşçı problemiyle ilgilenmeye giden adamı rüyasında görüyordu.

Hayatında hiç kendini o kadar önemsiz ve gereksiz hissettiği bir zaman olmamıştı. Kocası olacak adamın gözünde değer kazanamamıştı. Tamam, ikisi de çok gençti ama hiç değilse, adamın işine verdiği önemin birazını görmek isterdi. Belki uzun bir zaman geçmediği için o sersemi unutmakta zorlanıyordu...

O yüzden sabah sinirli kalktı. İlk iş keyfi yerine gelsin diye sütlü kahve hazırlamak için mutfağa gitti. Belki karşı dairedeki doğaüstü afetin yüzünü de görebilirdi ama mutfakta diğeri vardı. Sarışın kadın tek başına kahvaltı yapıyordu ve önündeki bilgisayardan gözünü kaldırmıyordu. Kahvaltının tek kişilik olduğunu görünce tuhafına gitti. Adam mı çalışmıyordu, yoksa kadın mı bencildi, anlayamadı. Röntgenciliğini daha fazla geliştirmemek için bakışlarını sabahın bu vaktinde bile bakımlı olan kadından ayırdı. Aslında kendi hali normaldi, yataktan kalktığı belliydi ama kadın, onun tersine sanki az sonra podyumda yürüyecekmiş gibi duruyordu. Omzunu silkip kahvesiyle birlikte yatak odasına gitti.

Evinden çıkıp yola koyulmuşken, Hale arayıp Fatih ile randevusunu hatırlattı. Aklından çıkıp gitmişti, kendi kendine sinir oldu. İşi batırmak için Tekin'e gerek yoktu anlaşılan, kendisi de bu konuda oldukça yetenekliydi. Telefonu kapatmadan Hale'ye, Yasemin'in Kristal Otel'e gitmesini ve yarışma için ciddi bir teklif almasını söyledi. Diğer işler için de kısa bir rapor alırken arabasını Fatih'le buluşacağı restauranta doğru çevirdi. Hızlı olması gerekiyordu yoksa bu trafik yüzünden randevusuna geç kalacaktı.

Görüşme sandığı kadar gergin geçmemişti. Sunduğu yenilenmiş rapor adamın hoşuna gitti, özellikle tam boyutlu karton heykelleri eklediğini de görünce. Fiyatın birazcık yükseldiğini fark eden adam bir an için kaşlarını çattı, neyse ki ana sponsorla yaptığı kısa bir telefon görüşmesinden sonra kabul etti.

Fatih yarışmanın yapılacağı yeri hemen öğrenmek istiyordu, çünkü medya tanıtımlarını başlatacaktı. Melek bir iki otelle anlaşmaya varmak üzere oldukları yalanını attı. Adam ısrarla isimlerini sorunca, sıkışan Melek aklına gelen iki oteli söyleyiverdi. Biri Ayla Teyze'nin oteliydi. 

Elbette, Fatih otelin adını duyunca keyiflendi ve o oteli istediğini söyledi doğal olarak. Lanet olası dilini neden tutamamıştı ki? Melek profesyonel olarak düşünmelerini salık verdi ve hangi otelin işlerini daha iyi yansıtacağına göre karar verilmesinin gerektiğini anlattı. Adamın bu kıvırmaları pek yemediği belliydi çünkü Kristal için ısrar edebileceğini ima eden bir bakışla sadece gülümsedi.

Ofise öğleden sonra gelebildi. Fatih'in yemek isteğini anlamazdan gelme lüksü olmadığından her görüşmesinde adamdan kurtulması zor oluyordu. Melek, sadece Fatih ile yemek yemesi için ayrı bir eleman tutması gerektiğini ciddi ciddi düşünmeye başladı. Adamın yavaş konuşması başka bir olaydı, çok konuşması ayrı bir işkenceydi. İnsan bir süre sonra konuşmaya odaklanmak da zorlanıyordu. Bir de bu eziyeti çekerken yemek yemeye çalıştığınızı düşünün...

Dış toplantılarını bitiren Yasemin yerindeydi. Girer girmez kadını odasına çağırdı ve anlaşma raporlarını temize geçmesi için Hale'ye bıraktı. Yasemin'in elinde iki dosya vardı, birini masasına bıraktı.

''Kıyafet işi tamam!''

Başını kaldırıp kadına baktı. ''Ne kıyafeti?''

''Tarja'nın kıyafeti tabi ki de.''

Elini alnına koydu. ''Doğru ya, nasıl unuttum. Başım çatlayacak gibi, Fatih'te bir çene var susmak bilmedi. Diğer iş ne oldu?''

Yasemin diğer raporu da masaya bırakırken konuştu. ''Otelin yeni müdürüyle konuşma şansım oldu. Sahibi rahatsızmış ve yeni müdür İstanbul'a geleli bir hafta olmuş. Yabancı bir kadın ve anlayışlı biri, yani çoğu konuda anlaştık. Fakat bütçe görüşmesi için ise seninle konuşmak istiyor.''

''Benimle mi?''

Yasemin misafir koltuğuna oturdu. ''Evet, şirket sahibi ile konuşmak istediğini söyledi. Sonuçta kadın, onun işi olmamasına rağmen benimle ilgilendi aynı ilgiyi senden istemesi normal.''

Kaşlarını çattı. ''Adımı biliyor mu?'' 

Yeni müdür biliyorsa, Ayla Teyze'nin öğrenme olasılığı yüksekti. Eski kayınvalidesine belli etmeden işi nasıl kotaracaktı? Kadın ona yeterince destek olmuştu, bir de işine yardım etmesini istemek yüzsüzlük olurdu.

''İsmini ben söylediğim için elbette biliyor. Ayrıca şirket ismi olarak, soyadını kullanmak gibi dahiyane bir fikir akıl ettiğin için, tahmin etmesi zor değil. Gerçi Türkiye'ye yeni geldiği için pek çevreyi bilmiyor ama çok akıllı bir kadın.''

''Öyle olmasa, Ayla Hanım güvenip gözbebeği oteli kadına emanet etmezdi.'' Dedi kendi kendine konuşur gibi. "Ayrıca aradaki laf sokuşturmanı sana ödeteceğimden emin olabilirsin."

"İsmini bilmesi neden önemli?"

Ofiste onun ilk evliliğini bilen kimse yoktu. Daha doğrusu bir zamanlar kiminle evli olduğunu söylemezse öğrenmeleri de zordu. Gazetelerde haberi çıkalı oldukça bir süre olmuştu ve bir tek kare fotoğrafı basılmamıştı. Ayla Teyze ve oğlu bu konuda çok ketumdular, özel hayatlarını reklam malzemesi yapmaktan özellikle kaçınırlardı. Reklama da pek ihtiyaçları yoktu. 

Konuyu kapatmak için elini havada sallayarak lafı değiştirdi.

"Konuşuyorum işte, bana bakma sen. Sabah sabah yüksek doz Fatih aldım, beynim hala ısısını koruyor."

''Fatih ile görüştüysen işi halletmişsindir. Bu iyi bir haber, yani demek istediğim, Fatih'i ikna ettiğine göre Kristal ile anlaşabiliriz, değil mi? Randevu ayarlayayım mı?''

Alnını eliyle ovalarken başını salladı. ''Tamam, en yakın ne zaman olursa.''

Yasemin düşünceli bakışlarla onu bir an süzdükten sonra usulca konuştu. ''Doktora gitmeye ne dersin Melek, son zamanlarda baş ağrıların sıklaştı.''

Gözlerini Yasemin'e çevirdi. ''Adam beni psikoloğa gönderir, psikolog da cüzdanıma el koyar. Ben sorunu biliyorum zaten param cebimde kalsın.''

''O zaman o ilaçları atıp durma.'' dedi Yasemin. ''Mideni duman ettin.''

''İşinin başına dönsene sen.'' diye şaka yollu Yasemin'i azarladı. ''Merak etme, kötüye bir şey olmaz.''

Yasemin sırıttı. ''Ben de bundan korkuyorum ya, alınma ama sen iyilerdensin Melek.''

Kadın odadan çıkarken arkasından söylendi ''Sadece ismim Melek tatlım, ben değilim.''

Yasemin gülerek kapıyı kapattı. Aslında haklıydı, baş ağrısını durduramayan hapları almaktan vaz geçmeliydi. Bilgisayarını açtı ve başını işlerine gömdü. Akşamın olduğunu anlayamamıştı. Becerikli Yasemin, Kristal Otel'in yeni müdürüyle iki gün sonraya randevu ayarlamıştı. Ön anlaşmayı yarın sabah incelemesi için kadına gönderecekti. Melek, Ayla Hanım'ın yardım etmesine gerek kalmadan işi çözeceği için biraz heyecanlıydı, bir yandan da sanki kadının ardından iş çeviriyormuş gibi kendini suçlu hissediyordu.

***

İki gün çabucak geçti. Ofise uğrayıp Yasemin'i aldıktan sonra Kristal Otel'e doğru yola çıktılar. Yeni müdür ön anlaşmayı uygun bulduğunu sabah arayarak Yasemin'e bildirmişti. Melek de onu sıkıştırıp duran Fatih aradığında, Kristal Otel'i bağlamak üzere olduklarını ağzından kaçırdı. Pişman olmuştu ama iş işten geçmişti. Fatih sıkıştırdıkça o saçmalıyordu ve tarih sürekli tekerrür ediyordu. Yine de akıl edip, adama kesin sonuç için beklemesini salık vermeyi unutmadı. Ne olur ne olmaz...

Otelin görkemli girişine yaklaşırken kalbi, okulun ilk günüymüş gibi atıyordu. Ellerinin terlemesine sinir oldu. Ayla Teyze her an bir yerlerden çıkacak gibi hissediyordu ama kadın binlerce kilometre uzaktaydı.

Arabasını valeye teslim ettikten sonra Yasemin ile birlikte otele girdiler. Dışarıdan göründüğü kadar içeriden de muhteşem bir oteldi. Masal gibi her yer kristallerle bezeliydi ama gözü rahatsız etmeyecek kadar estetik ve şık bir dekora sahipti. Derin bir nefes alıp danışmadaki kıza doğru yürüdü ama Yasemin koluna dokununca durakladı.

''Samantha Collins burada, bak ilerde. Şu sarışın kadın!''

Bakışlarını Yasemin'in gösterdiği yöne çevirdi. Lobide oturan üç kişi vardı, iki adamın arkası onlara dönüktü ama önlerinde oturan kadını görünce gözleri sonuna kadar açıldı. Bu kadın, onun geçen gün mutfakta dikizlediği kadındı. Sarışın kadın bacaklarını üst üste atmış karşısındaki adamı dikkatle dinliyordu.

''Ne diyorsun? Yeni müdür bu kadın mı?'' dedi hayretle.

''Evet, hoş kadın öyle değil mi? Ama tuhaf biri, seninle konuşuyor ama sanki başka yerde gibi, anlayamadım.''

Yutkundu, yanaklarının ısındığını hissetti. Çünkü aklına, bay muhteşem sırt ile kadının tutkulu öpüşmeleri gelmişti. ''Yabancı olduğundandır.'' Diye mırıldandı.

''Belki.'' dedi Yasemin ve danışman kızın yanına gidip müdürlerine haber vermesini rica etti.

Melek kendini daha da rahatsız hissetti, Ayla Teyze'nin yeni müdürü onun utanmadan röntgenlediği kadın çıkmıştı. Bu ne tesadüf!

Danışman kız, müdürünün yanına gitti. Hafifçe eğilip onların geldiğini haber verirken, sarışın kadın başını kaldırdı ve inceleyici gözlerle ikisine baktı. İlk önce kadının kaşları çatıldı ama sonra kıza başını sallayıp yüzüne profesyonel bir gülümseme yerleştirdi ve ayağa kalktı.

Melek, yanında Yasemin olduğu halde kadına doğru yürümeye başladı. Sarışın kadın ayağa kalkarken diğer adamlara bir şeyler söyledi, duymasa da adamlara veda ettiğini tahmin etti. Adamlar da ayağa kalkıp onlara doğru döndüler. Melek sağdaki adama baktı, orta yaşını bayağı aşmış adam hafifçe gülümsüyordu. Yüzüne kibar bir gülümseme yerleştirip diğer adama baktı. Genç adam kesinlikle gülümsemiyordu ve dehşete düşmüş bir halde ona bakıyordu. Adımlarını atarken adamın bakışı yüzünden tereddüt etti, tanışıyorlar mıydı? Uzun boylu adam, ciddi siyah bir takım giymişti ve oldukça yakışıklıydı. Yüzüne daha dikkatli baktı ve adamın yüzündeki dehşet ona da bulaştı. Hem de en korkuncundan...

Bu genç ve yakışıklı adam, onun eski kocasıydı ama en az elli kilo eksik haliyle...

''Trafik, tüm metropollerin ortak sorunu ama benim canımı sıkmıyor. O karmaşıklık, şehrin çekiciliğini bozmuyor. Ben İstanbul'u ve Türkiye'yi çok sevdim, keşke daha önce gelme fırsatım olsaydı. Okan Bey de bana şehrin bu kadar göz alıcı olduğunu anlatmamıştı.'' Diyerek ona doğru sitemli bir bakış attı.

''Uzun süredir, ben de ülkemden uzaktaydım Sam, biliyorsun.'' diye homurdandı.

Cevat kibarca araya girdi. ''Daha yeni geldiniz Samantha Hanım. Ama baştan söyleyeyim; değil Türkiye'yi, İstanbul'u bile bir ömür gezseniz yine de doyamazsınız.''

Sıkılmaya başlamıştı, içini huzursuz eden bir şey vardı ama sebebini bilmiyordu. Kalbini sıkıştıran bir heyecanla telefonuna baktı. Arayan yoktu ama bu bir şeylerin ters gitmediğine işaret olamazdı. Aklı annesinde olduğu için mi bu şekilde hissediyordu acaba? Onu hasta haliyle yalnız bırakmamalıydı... Lafını neden dinlemişse! Annesinin doktorunu aramayı düşündü. Gitmek için tam doğrulacaktı ki, Sam'ın yanına gelen danışmadaki kız, beklenen misafirlerin geldiğini söyledi.

Gelenler büyük bir yarışma organizasyonu için Sam ile anlaşmaya çalışıyorlardı. Annesi genelde bu tür olaylara karşı olsa da bu kez hiç ses çıkarmamıştı. Bu uyumlu tavrına şaşırmıştı çünkü annesi, Sam söz konusu olduğunda, fikrin ne olduğuna bakmadan karşı çıkmayı huy edinmişti. Belki aylar sonra Sam'a karşı yumuşamaya başlamış olabilirdi, çok ama çok küçük bir belki... Bu çok zordu ama umut da hayatın gerçeğiydi. 

Sam ayağa kalkarken Cevat da onunla birlikte ayaklandı. Telefonunu eline alarak, o da Cevat'ın ardından ayağa kalktı. Gelenlere merhaba dedikten sonra annesini aramaya karar vermişti. Başka türlü sıkıntılı heyecanını bastıramayacaktı. Gelen kadınlardan birinin elinde dosya çantası vardı. Genç ve sevimli bir kızdı. Genç kızın bakışları Sam'ın üzerinde olduğundan öylesine diğer kadına bakışlarını çevrildi. Derin bir nefes aldı ve telefonu, güçsüzleşen elinden kayarak yere düştü. Bu kadının burada ne işi vardı? Çok sevdiği İzmir'de, anneciğinin dizinin dibinde olması gerekmiyor muydu? Garip heyecanı hızlıca öfkeye dönüştü, çenesi kasıldı. Anlamsızca ona bakmasından anladığı kadarıyla Melek onu tanıyamamıştı. Nasıl tanısın, sanki evli oldukları dönemde de yüzüne bakmıştı da...

Ayakları yere kök salmıştı. Bedenini felç eden bir duygu karmaşası içinde Melek'e bakarken nihayet eski karısı onu tanıdı ve görünmez bir duvara toslamış gibi aniden durakladı. Aralarında üç dört metre kalmıştı. Samantha onların yanına giderken Melek taşa dönüşmüş bir halde ona bakıyordu. Onun duraksamasının nedenini anlayamayan Cevat, bir an kararsız kaldı, sonra Sam'a yardımcı olmak için kadınlara doğru yürüdü ama o sadece yerinde dikildi. Melek şok içindeki beyazlamış yüzünü ondan çevirip Sam'a ve Cevat'a döndü. O ise kıpırdamadan, duyarsız kadının yüzüne bir gülümseme yerleştirerek diğerleriyle konuşmasını seyretti.

Onca sene sonra, geçici bir süre için ülkesine dönüyor ve bir hafta sonra eski karısıyla karşılaşıyordu. Bu tesadüf olamazdı. Sinirle nefes aldı. Annesi! Zaten boşandıklarından beri sürekli onu suçlayıp durmuştu ama Melek ne demeye yaşlı bir kadına uyuyordu? Amacı neydi? Boşanmak istediğini yüzüne söyleyecek kadar saygısı olmayan bir kadın, iki sene, üç ay ve on gün sonra neden karşısına çıkardı?

Sam'ın ona baktığını fark edince bakışlarını güçlükle Melek'ten aldı. Sam hoş bir gülümsemeyle onun dikkatini çekmek için sesini yükseltti.

''Okan Bey, Kristal Oteller zincirinin yönetim kurulu başkanı ve şirketin sahibidir.'' diye onu işaret etti ve kadınlara döndü. ''Tabi, siz bunu biliyorsunuzdur.''

Okan, Melek'in tepkisine baktı. Acaba kocası olduğunu söyleyecek miydi? Eski kocası... Melek selam olarak tanımlanabilecek bir hareketle başını salladı ama ona bakmaktansa yere baktı. Saçları hatırladığından kısaydı, omuzlarının hemen altına dek dalgalar halinde dökülüyordu. Parlak hareli gözlerini hafif bir makyajla öne çıkarmıştı ve ona göre bu taktiğe hiç gerek yoktu. Yeterince ilgi çeken gözleri vardı. Kahverengi gözlerini süsleyen ve ayrı bir ışıltıya ve tona sahip olan hareler... Uzun ve gür koyu kirpikleri sayesinde makyaj yapmasa da; bu gözler, herkesin beğenisini kolayca üstüne çekerdi. Lanet olası kıvrımlı dudakları hoşnutsuz bir tavırla bükülmüştü. Bir şeylere sinirlendiği zaman bu dudakların genel tepkisiydi, bükülme... Fakat Okan'da her zaman başka hisler uyandırırdı. Kavga ettikleri konuyu unutturmayı başaracak kadar büyülüydü, bu bir çift dolgun et parçası...

Karşılaşmalarına olan tepkisi yüzünden, İstanbul’a dönüşünden kadının da haberi olmadığını anladı. Melek de onu karşısında görmeyi beklemiyordu. Ne yani, gerçekten de tesadüf müydü? Canı sıkıldı. Melek buraya sadece iş için mi gelmişti?

''Bir şey mi var Okan?''

Sam'ın sözlerini duyunca kendine geldi ve toparlanıp adım attı. Bir çatırtı sesiyle irkildi. Yere düşen telefonuna basmıştı.

''Hay, lanet!''

Eğilip parçalanmış telefonunu alırken yüzüne hücum eden sıcaklık yüzünden iyice gerildi. Yeniden liseye mi başlamıştı, ya da ilk defa mı bir Melek görmüştü? Heyecanını anlamsız buldu. İşe yaramaz telefonu sehpaya atarak gruba doğru yürüdü. Ne diye eline aldıysa!

Yiyecek içecek müdürü olan Cevat restauranttan çağırılınca adam özür dileyerek yanlarından ayrıldı. Toplantıya sonra katılacaktı. Grup lobiden ayrılıp Sam'ın odasına doğru yürürken Sam onları tanıştırma görevini üstlendi. Çünkü onun gelişiyle hem Melek, hem Yasemin sessizleşmişti.

''Organizasyon şirketinin sahibi Melek...'' dedi Sam, ona karısını göstererek. Sonra Melek'e döndü. ''Sorry, ben soyadınızı hatırlayamadım.''

Okan yan gözle Melek'e baktı, kadın üst dudağını kemirirken sadece Sam'a bakıyordu. Ne cevaplamaya ne de konuşmaya niyeti yok gibiydi. İkisinin de sıkıntısı elle tutulacak kadar somuttu, Okan nefes alamadığını fark etti. Ve daha da sinirlendi.

''Melek'i tanıyorum.'' dedi sert bir sesle. ''Soyadına hiç gerek yok.''

Şaşalayan Sam ona baktı. ''Ya öyle mi? Senin uzun süredir iş için İstanbul'a gelmediğini sanıyordum.''

Sam'ın gereksiz sorgulamasına aldırmadan toplantının yapılacağı odaya doğru yürüdü. Gergin geçen tanışma faslından sonra toplantı için yuvarlak toplantı masasına geçtiler. Yasemin dosya çantasından evrakları çıkartırken Sam dayanamayarak meraklı bir tavırla sordu.

''Okan ile nereden tanışıyorsunuz?''

Ondan bulamadığı cevabı öğrenmek için ısrar eden Sam ilgiyle Melek'e bakıyordu. Okan da kadının sorusuna Melek'in ne cevap vereceğine dikkat kesilerek ellerini masanın üstünde kenetledi. Melek, Yasemin'in uzattığı dosyayı alırken Sam'a kibarca gülümsedi ve sorusuna cevap verdi.

''Eski bir arkadaş, kendisiyle uzun...''

''Eski koca!'' dedi kadının lafını keserek. ''Arkadaş olduğumuzu hiç hatırlamıyorum Melek!''

Melek kıpkırmızı oldu ve kaşlarının altından ona baktı. Hep hatırladığı gibiydi, sadece daha da güzelleşmişti. İş kadını kimliği Melek'i olgunlaştırmıştı ve çekiciliğini arttırmıştı. Kalbi bir takla atarken öfkesinin yatıştığını hissetti çünkü artık Melek öfkeliydi. Bu çok hoşuna gitti.

Sam hayretle doğruldu. Bir an konuşamadan Melek'in yüzüne dikkatlice baktıktan sonra bakışlarını ona çevirdi. Gergin ve şaşkın bir sesle sordu.

''Sen ve Melek Hanım mı?''

Bakışlarını Melek'ten alıp Sam'a baktı. Sam eski karısının sadece ismini biliyordu, neye benzediğini görmemişti. Bir kere fırsatı olduğunu ama Melek'e hiç dikkat etmediğini söylemişti. Bu olasıydı çünkü Sam tam bir işkolikti. Düğün fotoğrafları dışında pek fotoğraf çektirmeye de şansları olmamıştı. Elinde az olan Melek'in fotoğrafları, başkası tarafından kesinlikle görülemeyecek bir yerdeydi. Giyinme odasındaki en alt rafın en sonunda...

Ortam daha bir soğumuştu ama umurunda değildi Melek'i sinirlendirmek ona yetmişti. Karısı karşısında, kendine güveni yerine gelirken güç aldığı etkiyi devam ettirmek istedi.

''İnanılmaz bir şey değil mi? Ben ve Melek! Bu kadar uyumsuz bir çift görmek herkese nasip olmaz.''

''Neyse ki, uyumsuzluğumuzu erken anladık ve evliliği sonlandırdık.'' dedi Melek dişlerinin arasından. ''Sanırım ikiniz de yoğunsunuzdur, fazla vaktinizi almamak için toplantıya geçelim mi?''

"Sonlandırmadık! Sen sonlandırmak istedin! Ben de kabul ettim!"

Bu çıkışından sonra, odaya hüküm süren kutup soğuğuna, bir de fırtına öncesi havanın elektriklenmesi eklenmişti. Melek inanmaz gözlerle ona baktı. Öfkesini kusan Okan umursamazca elini salladı ve emredercesine konuştu.

"Şimdi toplantıya geçin!"

Sam'ın gözleri kısılmıştı, sinirlendiğinde olduğu gibi burnunu kırıştırıp duruyordu. Ve kadının bu aptalca hareketinden ölesiye nefret ediyordu. Gözünün önünde durmadan hareket eden bir burun... Boğazını temizleyerek en ikna edici sesiyle konuştu.

''Okan... Okan Bey, ben toplantı hakkında bilgilendirme raporunu Tülin'e bırakırım...''

''Neden? Ben zaten buradayım.'' dedi Sam'a bakarak.

''İşinin olduğunu söylemedin mi? Zaten rahatsız gibisin.'' diye tatlı bir gülümsemeyle ona bakan Sam'ın bakışları bir yılanı andırıyordu. Melek'i kıskanıyordu, buna şaşırdı. Evliliğini biliyordu, karısıyla karşılaşınca neden kıskanmıştı, anlayamadı.

''Önemsiz bir işti. Şimdi, toplantıya başlayabilirsiniz.'' Dedi. “Dinliyorum.”

Sam sesindeki uyarıyı almış olacak ısrar etmedi. Duruşunu düzeltip suspus kalmış ikiliye doğru döndü. Toplantı boyunca Okan hiç konuşmadı, yorum da yapmadı. Görüşmenin bitmesine yakın Cevat da katıldı, Melek'in yemek konusundaki önerilerini dinledi. Fiyatlandırmayı konuştular. Sam ön bütçeyi fiyatlandırınca Melek'i arayacağını söyledi. En geç yarın diye söz verdi.

Ve Melek toplantı boyunca ondan tarafa hiç bakmadı. Lafını düzeltmesine bozulması saçmalıktı. Her zamanki Melek diye aklından geçirdi. Lafın içinde bir şeye sinirlenirdi. Açıklama istemektense, küçük detayı kafasında kurar kurar, sonunda küçücük ayrıntıyı buzdağına dönüştürürdü ve zavallı Okan gelir o dağa çarpardı. Terk eden taraf Melek'ti ama sanki o terk etmişçesine kızgın gibiydi. Ya da üzgün... Terk ettiği için değil tekrar karşılaştıkları için üzülme olasılığı içine dokundu. Canı yanan oydu ama kapris yapan Melek'ti. Bir kere bile aramamıştı, bir kere bile yetecekti ama aramamıştı. Onu hiç sormamıştı…

Of ya! Yine aynı bunalıma düşmek üzere olduğunu hissedince kendi kendine kızdı. Kadının ne düşündüğü kimin umurundaydı? Boşanmış ve ayrı hayatlar süren insanlardı. Acaba evli miydi? Parmaklarına baktı, evlilik yüzüğü yoktu ama bu hiçbir şeyi kanıtlamazdı. İki aylık evlilikleri boyunca ikisi de yüzük takmamıştı. Belki bu yüzden boşanmışlardı, belki bu yüzden Melek ona bağlanmamıştı. Dişlerini sıktığını fark edince çenesini gevşetti. Gittiğinde ne kadar yaralanmıştı, hayatının en zor dönemiydi.

Masadaki elinin üstünde bir el hissedince, gayri ihtiyari başını kaldırıp Melek'e baktı. Kadının dosyadaki bir şeyi işaret ederek yanındaki elemanıyla konuştuğunu görünce şaşalayarak diğer tarafa baktı. Eline dokunan kişi Sam'dı. Ona dokunanın Melek olduğunu sanması saflıktı, umması ise saflığın ötesinde aptallıktı. Beklentisi yerine, gerçeği yavaşça konuştu.

''Nereye gitmiştin?'' dedi Fransızca. ''Kötü görünüyorsun.''

''Annemi düşünüyordum.'' diye Fransızca cevapladı. ''Bugün konuşamadık... Ah! Lanet telefon aşağıda kaldı.''

''Yeni telefon aldıralım.'' dedi hırçın ve sahte bir gülümsemeyle ona baktı. ''Üstüne bastığını gördüm, işe yaramaz hale gelmiştir.''

''Ben hallederim.'' dedi kendi diline dönerek.

Onlar konuşurken Melek ve yardımcısı gitmek için hazırlanmıştı. Hep birlikte ayağa kalktılar, gönülsüzce o da ayaklandı. Melek'i biraz daha sinirlendirmek isterdi, yanında kalması için onu oyalayacak bir şeyler düşündü ama aklına hiçbir şey gelmedi. Biraz intikam alsa fena olmazdı ama vakit yoktu. Öğle yemeği içinse çok erkendi, hem davet etse kabul edeceğini sanmıyordu. Ayrılmak için çabucak toparlanan Melek, Cevat ve Sam ile tokalaştı, Yasemin de tokalaşırken; mecbur kaldığı belli olan karısı elini ona uzattı. Bakışları bir an elinde takılı kaldı, isteksizce o da elini uzattı.

Melek rahat bir sesle, ''Görüştüğümüze sevindim.'' dediğinde midesi kasıldı. İkisi de biliyordu ki, sevinen kimse yoktu.

Kadının yumuşak ve narin elini tuttu. ''Ben de!'' dedi resmi bir sesle.

Parmakları özlemle aranarak kadının ılık elini daha fazla sarmak isterken Melek hemen elini çekti. Anlaşılan ona dokunmaktan artık hoşlanmıyordu. Bu his, canını iyice sıktı. Yasemin ile el sıkıştıktan sonra Sam'ın onları geçirmesini seyretti. Patlamak üzereydi, Melek ile konuşmak istiyordu ama ne diyecekti? Hesap sormak için çok geçti.

Koridorun sonunda kaybolmalarını izledi ve diğerlerine bir şey demeden kendi odası olarak kullandığı annesinin odasına doğru döndü. Odaya giderken yumruklarını sıkıyordu. Kafası allak bullaktı ve kalbi de incecik sızlıyordu. Kanıyor demek daha doğruydu. En çok karısının karşısında heyecanlanmasına sinirlenmişti. Hayal kırıklığı da ikinci darbe olmuştu çünkü hayal kırıklığı ona karşı umudu olduğunu ifade ediyordu ve hala umudunun olması imkansızdı. Kapıyı hızla kapattı ve ceketini çıkarıp koltuğun üstüne çarptı.

''Anne! Eğer bu işte parmağın varsa...'' diye söylendi.

Başka açıklaması olamazdı. Bu tam da Ayla sultanın yapacağı bir kurnazlıktı. İzmir'de olduğunu düşündüğü Melek'in İstanbul'da olduğunu bilseydi... Yine de gelirdi çünkü Melek onun ilk aşkıydı. Bu itirafı da kendisinden başkasına yapacak değildi. Bir kere daha o kadının etkisine girmeyecekti, annesine rağmen... Bu konuda da güvenebileceği ve tek yardım aldığı kişinin yanında olmasına şükretti.

Boğazı kurumuştu. Daha öğle bile olmamıştı ama canı sert bir içki istiyordu. Sakin olmalıydı. Heyecanı yersizdi. Karısı ile... Yani eski karısı ile sadece bir iş yapacaklardı ve sonra bir daha görüşmeleri gerekmeyecekti. Organizasyon ile ilgilenmesine gerek bile yoktu. Sam her şeyi hallederdi. En iyisi Amerika'ya dönmekti ama annesine söz vermişti. Ayrıca neden dönecekti? Duygu yoksunu, düşüncesiz Melek'ten mi kaçacaktı? Onca zamandan sonra eski karısına karşı hiç mi güçlenmemişti? İnsanlara hükmetmeye alışkındı fakat konu Melek olunca basireti bağlanıyordu. Neden?

Kapı açılınca yürümeyi bırakıp kapıya döndü. Sam yüzünde sahte bir gülümsemeyle odaya girdi.

''Dünya ne küçük değil mi Okan?'' diye kendi dilinde konuşmaya başladı ve ona doğru yaklaştı. ''Demek, seni delirten meşhur Melek, bu kadın! Daha gösterişli birini bekliyordum, hayal kırıklığına uğradım. Eski karının burada olduğundan bana hiç bahsetmemiştin.''

''Bahsedecek bir şey yok.'' Dedi, İngilizceden devam ederek. ''Onun burada olduğunu bilmiyordum. İş için onunla anlaşan sensin, ben değil.''

Sam kollarını onun boynuna doladı. ''Şaka mı bu?''

Kadının kollarını boynundan çözdü. ''İş yerinde bu tarz hareketleri sevmediğimi biliyorsun.''

Sam doğrulup soğuk mavi gözlerini ona dikti. Bu bakışlarından da son zamanlarda hiç hoşlanmıyordu, hesapçı ve kinli bir bakıştı.

''Hala ondan etkilendiğini görüyorum, ben de bu gibi şeylerden hoşlanmam. Artık bu takıntını aştığımızı düşünüyordum, daha doğrusu aştığını.''

''Onunla annemin isteğiyle evlendiğimi biliyorsun Sam. Evlendiğimizde o kadını tanımıyordum bile. Zalimliğini tahmin edecek kadar tanısaydım evlenir miydim sence? Ayrıca... O... O günler geride kaldı, bir daha aynı hataya düşmem. Sadece birden karşımda görünce şaşırdım.''

''Annenin isteğiyle veya değil. O kabullenişin hiç senin tarzın olmadığını biliyordum ama sebebini bugün daha iyi anladım.''

''Anladığın ne, sorabilir miyim?''

''Eski karın senin için yeterince eski olmamış. Kendini yine bırakma Okan, bu kadın sana sadece zarar veriyor. Seninle oynuyor. Bakışlarından ona karşı zayıf olduğun rahatça okunuyor. Unutmak için çabaladığın günlere dönmek istemezsin, değil mi? O berbat günlere... Yanında ben olmasaydım ne yapacaktın?''

''O kadın benim için bir yabancıydı ve hep yabancı kalacak!'' Diye homurdandı. ''Öyle birini tanımıyorum say.''

Sam'ın ona bakışları, Okan'ın içinde sakladıklarını su yüzüne çıkarırcasına keskindi. Kadının, onun tepkilerini çok iyi çözümlemesine her zaman hayret etmişti. Şimdi de Sam'ın ona inanmadığını o buz mavisi gözlerde görebiliyordu.

Evlenmeden önce, Melek'i ilk kez, annelerinin ortak bir dostlarının düğününde görmüştü. Bundan Melek'in haberinin olmadığına emindi. Düğün boyunca annesi, kızı dansa kaldırması için ısrar etmişti ama o, öylece masada oturup içmeyi tercih etmişti. O sıralarda Amerika'da okuyordu ve Türkiye'de fazla kimseyi tanımıyordu. Nasıl tanısın, yıllardır tatil amaçlı bile İstanbul'a gelmemişti ki. Tüm çevresi, büyüdüğü yer olan New York'taydı. Burada sayılı bir iki arkadaşı anca vardı.

Okuluna döndükten sonra, mavi giysisinin içinde parlayan genç kızı uzun süre unutamamıştı. Melek'i görene dek kızlara karşı hiç çekingen olmamıştı ama Melek tarafından beğenilmemek onu korkuyordu. Korktuğu da, onunla evlendiğinde başına gelmişti. Elinin kolunun bağlı olduğu ve can derdinde olduğu bir dönemde kız, onu terk etmişti. Her şeyi yoluna koymaya çalışmasına aldırmamıştı, onun için sabretmemişti. Saçma gerekçelerle onu bırakan kızın bağlanma sorunu vardı, fakat o aptaldı. Karısına çoktan bağlanmıştı. Kaybetmemek için de kendi yollarını kullanarak bayağı uğraşmıştı. Terk edildiği o günden sonra dünyası alt üst olan Okan, terapi niyetiyle işine daha sıkı sarılmıştı. Fayda etmemişti.

''Her neyse.'' dedi ceketine uzandı. ''Ben çıkıyorum.''

''Organizasyona izin verecek misin?'' dedi Sam arkasından.

Durdu ve kadına döndü. ''Zarara uğratmayacak bir şeye benziyor. Şu sponsorları bir araştır, ters bir durum yoksa kabul ederiz.''

''Ücret?''

Dudağını yalayıp bir süre düşündü. ''O konuda istediğin kadar zorlayabilirsin, ne de olsa onların sağlayacağı reklama ihtiyacımız yok.''

''Vaz geçerlerse...'' dedi kadın alaycı bir tavırla elini kalçasına koydu.

''Vaz geçsinler bize ne?'' dedi

''Eski karın kızmasın sonra...''

Sam'ın alaycı gözlerine baktı ama bir şey söylemedi. Ceketini omzuna atıp kapıya döndü. Sam yeniden konuştu.

''Akşam bana gelecek misin?''

Kapı kolunda durakladı. ''Ararım seni.'' dedi ve dışarı çıktı.

Sam iyi bir çalışandı ve zevkli bir yatak arkadaşıydı. Birkaç aydır da sevgili olarak birliktelerdi. Kadının sorgulamayan ve yardımcı olmaktan başka bir amaç taşımayan kişiliği, onun en zor döneminde ayağa kalkmasına yardım etmişti. Gerçekten de, Sam ona destek olmasaydı; Okan şu anda ne durumda olurdu? Sam'a çok şey borçluydu.

Kısa bir süre için de olsa, Türkiye'ye dönmek hiç aklında yoktu. Annesi rahatsızlanınca, en çok önem verdiği ve ilk otelleri olan Kristal'e bizzat Okan'ın göz kulak olmasını istemişti. O yüzden Okan, birlikte olduğu Sam'ı otele genel müdür olarak atamıştı. İş konusunda yeteneğini çoktan kanıtlayan kadın, ona yardımcı olmak için yanında gelmişti.

Sekreterinden kırık telefonunu aldı ve kartı çıkarıp telefonu çöpe attı. Dış kapıya varmadan arabası hazır edilmişti, valenin tuttuğu kapıdan bindi. Hiç beklemeden trafiğe çıktı. Bir süre yoğun trafikle boğuştuktan sonra alışveriş merkezine gitti. Yeni bir telefon aldı ve evi için biraz alışveriş yaptı. Geçen hafta Sam'ın evini yerleştirmesine yardım ettiği için kendi evine sadece uyumak için geç vakitlerde gitmişti. Kahvaltısını da otelde yapmıştı, bu yüzden yiyecek namına bir şey yoktu.

Aklında, Melek ile yeniden karşılaşmaları sürekli dönerken evine vardı. Üstünü değiştirip aldıklarını dolaba yerleştirdi. Annesini arayacaktı ama biraz toparlandıktan sonra. Spor odasına gitti ve bir saat kadar kum torbasını yumrukladı. Sakinleşemiyordu. İçinde gezinen canlı bir his vardı ve sürekli etrafını çimdikleyerek dolanıyordu.

Duşunu aldıktan sonra önce annesinin doktorunu aradı. Annesinin sağlık raporu konusunda aklına takılanları sorması gerekiyordu. Annesi beş gün önce eve alınmıştı ve doktorun kontrolüne göre her şey normaldi. Başında iki hemşire dönüşümlü olarak bekliyordu. Annesinin buna çıldırdığını tahmin ederek sırıttı. Sonra annesini aradı. Telefon ikinci çalışta açıldı.

''Nasılmış benim tatlı oğlum?''

İçi eriyiverdi, annesi iş dışında aşırı sevecen bir kadındı. Tatlı dili her kapıyı açardı. Her başı sıkıştığında, annesini aramak onu rahatlatırdı. Melek hakkında tarafsız olmaması nedeniyle, sadece o konuda annesine açılamamıştı. Gerçi sorunu hakkında konuşmasalar da, annesinin cana yakın sesini duymak ona yeterdi. Ama iş konusunda tam bir cadıydı.

''İyi, sen nasılsın anne?''

''Tepemde iki hemşireyle boş boş oturuyorum nasıl olayım? Televizyona, kitaba, bilgisayara, telefona yani kısaca her şeyime karışıyorlar. Bunlar benim yaşamamı istemiyorlar.'' Sesi biraz uzaklaştı, yanındaki birine söylendi. ''It's my son, don't disturb us! Leave me alone!'' (*O, benim oğlum, bizi rahatsız etme! Beni yanız bırak!*)

Kadın sert bir sesle yanındaki hemşireye söylenirken o, gülüyordu. Annesi yanındakine yeterince söylendikten sonra yeniden ona döndü.

''Sen neler yapıyorsun, Sam nasıl?''

''Sam iyi, tahsis ettiğin daireye yerleşti ve eve bayıldığını sana söylememi istedi.''

''Yani, hala ayrılmadınız.'' dedi hayıflanarak. Sorusunun amacı buydu elbette!

''Anne!'' dedi uyaran bir sesle. ''O iyi bir kadın ve onunla olmak hoşuma gidiyor. İlişkimiz mantıklı ve sağlıklı ilerliyor. Senin gözüne giremedi diye ayrılacak değiliz.''

''Mantıklı ilişki mi olur Okan, o kadın içten pazarlıklı.''

''Hangimiz değiliz ki!'' dedi manalı bir tonda. ''İçten pazarlıklı dedin de aklıma geldi. Bugün kiminle karşılaştım tahmin et.''

''Tahmin etmek en zor yaptığım şey oğlum, sen söyle.''

''Melek İstanbul'daymış. Tabi ki senin haberin vardır, yanılıyor muyum?''

''Ah, Melek seni mi aradı? Ne tatlı kız!''

''Anne!'' dedi. ''Sakın bana haberin olmadığını söyleme! Onu otele sen yönlendirmedin mi?''

''Melek'in İstanbul'da olduğunu biliyordum ama senin orada olduğunu benden duymadı. Hayırdır, ne oldu?''

''Ne olacak organizatör olmuş hanım. Bugün otele geldi, bizimle anlaşma yapmak için. Beni neden uyarmadın?''

Annesi derin bir soluk aldı. ''Seni ne için uyaracaktım Okan?''

Bir an ne diyeceğini bilemedi. Doğru, neden uyaracaktı? ''Hiç değilse İstanbul'da olduğunu söyleyebilirdin.'' Diye mırıldandı.

''Sordun mu?''

''Of anne, ne demek istediğimi biliyorsun.''

''Bilmiyorum Okan. Son zamanlarda seni tanıyamıyorum. Onu görmek neden birden bire bu kadar önemli oldu, boşandıktan sonra kızın ismini bir kere bile telaffuz etmedin. Hakkında konuşmama dahi müsaade etmedin, benimle kavga ettin. Karşılaşmanız kaderin bir cilvesi, ben ayarlamadım.''

''Kötü şans!'' diye homurdandı. “Kaderin cilvesi diyerek bu azabı romantikleştirme!”

''Telefonu kapatmam gerekiyormuş oğlum. Uzun süre konuşmam yasak.''

''Tamam, anne ama şunu bil hiç inandırıcı değilsin. Beni kandıramadın. Seni seviyorum, kendine dikkat et.''

''Ben de seni seviyorum oğlum, ayrıca şansın iyisi kötüsü olmaz. Değerlendirdiklerin ve kaçırdıkların olur. Sonra daha çok üzülme. Öpüyorum canım.''

Annesi lafı sokup telefonu kapattı. ''Kötü şans! Kötü şans işte!'' diye yeniden söylendi ve o anda telefonuna mesaj geldi. Sam eve geçtiğini haber veriyordu. Lafının üzerine gelen mesaj karşısında içini çekti ve dolaba gidip soğumuş biralardan birini aldı. Televizyonu açıp karşısında yayıldı. Üçüncü biradan sonra televizyonu izlemediğini sadece kısacık evliliğinin anılarıyla cebelleştiğini fark edince ayaklandı. Melek'i unutmuştu, o kadını düşünmesi anlamsızdı, değil mi? Ama Sam'ın evine gidene kadar Melek'i hayal etti. Keşke hiç karşılaşmasalardı...

Onu sinir eden karısının hayalinden kurtulmak için sığındığı Sam, onu oldukça hoş bir şekilde sıcak karşıladı. Üzerinde ince bir kazak ve şort vardı. İnce kazağının altında başka bir şey olmadığı belliydi. Saçlarını salmıştı. Güzel ve çekici bir kadındı ve ona olan ilgisini hiç saklamamıştı. Ne kapris yapardı ne hesap sormaya kalkardı. Olması gereken ilişki buydu, onun ihtiyacı olan ilişki buydu. 

Kapıdan girer girmez, Sam kollarını onun boynuna doladı ve dudaklarına uzandı.

''Gelmeyeceğinden korkuyordum.'' diye fısıldayarak tutkulu bir öpücükle onu kapıya yasladı.

Sam'ın kazağını sıyırdı ve ellerini kadının sıcak teninde dolaştırdı. Sam vücudunu ona iyice yaslamıştı. Sert öpücük Sam'ın soluğunu kesmişti. Nefeslenmek için dudaklarını ondan çekti. Ondan ayrılmadan fısıldadı.

''Sen içtin mi?''

Dudaklarını yalayıp kadının bedenini kendinden uzaklaştırdı. ''Bir, iki bira...''

Sam'ın kaşları çatıldı. ''Eski günlerin hatırına mı?''

Az önce ne düşünmüştü? Hesap sormayan mı? Sinirli bir şaşkınlıkla kadının yüzüne baktı ve başını çevirerek içeri yürüdü. Sam peşinden geliyordu.

''Belki daha sert bir şeyler içmeliydin. Bira, seni pek sakinleştirmemiş.''

Ceketini çıkarıp anahtar ve telefonuyla birlikte koltuğa bıraktı. O kadar yolu Sam'ın sorgusunu çekmek için gelmemişti. Hem de nedensiz yere. Kanepeye boylu boyunca uzandı, Sam hemen başucuna yere oturdu. Kolunu okşarken bir kedi gibi yanı başına kıvrılmıştı. Bir süre sessizce çalan müziği dinlediler. Sam arada ona uzanıp parmaklarını onun saçlarında ve yüz hatlarında gezdiriyordu, bu rahatlatıcı okşamalara kendini teslim edip gözlerini kapattı. Hiçbir şey düşünmemeye odaklandı ki, Sam huzurunu bozdu. Omzuna küçük bir öpücük konduran kadın usulca konuşarak onu gerçeğe döndürdü.

''Ben organizasyonu kabul etmemeye karar verdim.''

Başını çevirip kadına baktı. ''Neden?''

''Onu yani eski karını görmek seni sarstı. Bağları koparırsak, kendini daha iyi hissedeceksin.'' dedi ve gözleri onun gözlerinde olduğu halde sordu. "İşi almazsak, peşine düşmeyeceğine bana söz verir misin?"

''Peşine düşmek mi? O kadar aptal mıyım veya düşkün? Ayrıca ben ondan kaçmıyorum Sam. Onu görmek beni etkilemiyor sana söyledim.” Başını karşı duvara çevirdi. “İşi iptal etmeyeceksin.''

Sam elini uzatıp çenesini okşadı ve hafif bir baskıyla onun yüzünü yeniden kendine çevirdi. ''Emin misin?''

''Bu konuda konuşmak istemiyorum. Buraya o lanet kadını konuşmaya gelmedim.''

Sam çapkınca sırıttı. ''Peki, neden geldin?''

''Yaklaş kulağına fısıldayayım.'' Diye mırıldandı.

Sam şuh bir kahkaha attı ve ayağa kalkıp onun üzerine uzandı. Öpüşerek üstlerindeki fazlalıklardan kurtuldular. Yatak odasına geçmeden önce pantolonun cebindeki paketi aldı ve Sam'ın onu odaya sürüklemesine izin verdi. Aklını Sam'a verirse bu saçma halinden kurtulması daha kolay olacağını düşündü, başka çaresi yoktu.

Birkaç saat sonra Sam yanında uyuyakalmıştı. Bir kolunu sahiplenici bir tavırla onun boynuna dolamış, çıplak bacağını onun üstüne atmıştı. O ise gözleri tavanda öylece yatıyordu. Sevişmeleri her zamankinden daha tatsızdı, onu delirtmemiş sadece tatmin olmasını sağlamıştı. Aklı öptüğü ve seviştiği kadında olmayınca, kendini bir türlü olaya verememişti. Komodinin üstündeki saatine baktı. Üçe yirmi vardı, uykusu yoktu. Zaten yanında sabahladığı bir kadın olmamıştı, birisi yanında yatarken uyuyamıyordu. Melek hariç diye içinden geçirdi. Ellerini saçlarına daldırdı.

''Git başımdan.'' diye Melek'in hayaline fısıldadı.

Melek gitmedi ama Sam uyarısını duymuş gibi kolunu ondan çözerek uykusunda kenara kaydı. Tek kaşını kaldırıp uyuyan kadına baktı. Bu rastlantı, ona bir işaret olmalıydı. Yataktan kalktı ve oturma odasına gidip üstüne pantolonunu geçirdi. Boğazı, hem sevişmeleri hem de öncesinde aldığı alkol yüzünden çöle dönmüştü. Gitmeden önce mutfağa doğru yürüdü ve buzdolabından soğuk suyu çıkardı. Karanlık mutfak geniş pencereden gelen ay ışığı ile aydınlanıyordu ama su bardağı bulması için yeterli değildi. Lambayı açtı ve bardakları nereye koyduğunu aranmaya başladı. Üçüncü dolapta bulduğu bardağa suyu doldurdu ve başına dikti. Şişeyi yarılamıştı. Elleri tezgâhta bir süre bekledi. Melek yine varlığıyla kafasını karıştırmayı başarmıştı, ama bu sefer kadının büyüsüne kapılmayacaktı. Çünkü o büyümüştü, yirmi üç yaşında bir çocuk değildi. Doğruldu ve lambayı kapatıp mutfaktan çıktı. Üstünü hızlıca giyinip evine dönmek için daireden ayrıldı.

       Melek yatakta bir tur daha attıktan sonra doğruldu. Uyuyamayacaktı. Sıcak olmamasına rağmen boğazı kurumuştu. O yüzden uyuyamıyor olabilirdi, su içerse kesinlikle uyku onu kabullenecekti. Yoksa gözünü kapattığında ona bakan bir çift koyu yeşil göz umurunda bile değildi. Simsiyah kirpiklerin arasında, siyah bir halkayla çevrelenmiş koyu yeşil muhteşem gözler... Mutlu olduğunda gözlerindeki daha açık yeşil hareler birer güneş misali parıldardı. Ama bugün ışıltısını görmek nasip olmamıştı, dipsiz birer kuyu kadar karanlıktılar.

            İki senede onun bu denli değiştiğine gözüyle görmese inanmazdı. Kilolarından arınınca sevimliliği azalmıştı ama keskin bir çekicilik kazanmıştı. Sol yanağında ansızın beliren gamzeye ne olduğunu merak etti. Gülümsediğinde hafifçe derinleşirdi. Okan eskiden de yakışıklıydı, hatta onu ilk gördüğünde gözlerini alamamıştı.

Annesinin arkadaşının düğünündeydi. Düğündeki diğer kızların, sürekli Okan'ı göstererek kıkırdamasına çok bozulmuştu. Okan ise kızların ilgisine aldırmaz bir tavırla annesinin yanından ayrılmamıştı. Düğün boyunca Okan'a bakmamak için kendini zorlamıştı, uydu gibi onu takip eden kızlardan biri olmak istememişti. Kıkırdayan kızlardan biri ona dirseğini vurmuş ve hınzırca takılmıştı.

''Bu kadar yakışıklı birini ilk defa kanlı canlı görüyorum. Ne tatlı değil mi Melek? Annesinin dibinden bir ayrılsa...''

''Bana ne ya.'' demişti kıza cevap olarak.

''Sanki bu tarafa bakıyor, sence de öyle değil mi?'' dedi kız heyecanla. ''Bana bakıyor, kesin bana bakıyor! Acaba ben mi dans teklif etsem? Ne de olsa Amerika'da buna alışmıştır.''

Melek, kızdan kolunu kurtarıp söylenmişti. ''Hiç durma.''

Kız cesaret edip Okan'a dans teklif edememişti ama o günden beş sene sonra Melek kendi düğünlerinde Okan ile dans etmişti. Heyecanından yüzüne bakamadığını dünmüş gibi hatırlıyordu ama tüm bunları, gecenin iki buçuğunda neden hatırlıyordu?

Yastığıyla biraz daha boğuştuktan sonra saate baktı. Üçe çeyrek vardı. Susuzluktan dili damağına yapışmıştı, sonunda üşenmeyip su içmeye karar verdi. Mutfağa gidip dolabı açtı. Raftaki şişeyi alırken gözleri, çapraz daireye kaydı. Lamba açıktı. Şişeyi tezgâha bırakıp balkona doğru yürüdü. Mutfaktakinin kim olduğunu görememişti, çünkü yaklaşmasıyla ışık söndü. Acaba sarışın kadın mıydı, yoksa kanlı canlı dolanan Adonis'miydi? O kasların tamamını görmek için yakında mutfakta nöbet bekleyeceğini fark etti. İçini çekerek tezgâhta bıraktığı şişeye döndü. Yatağına yürürken esnemeye başlamıştı, demek derdi suymuş, aptal eski kocası değil. Bu düşünceyle sırıttı ve ardından yeniden esneyerek yatağa bir taş gibi düştü.

                                    *          *          *

          Sabahtan beri Fatih'in üçüncü arayışıydı. Adam ondan onay bekliyordu ama Melek muhatabı olduğu Kristal Otel'den henüz yanıt alamamıştı. Telefon elinde odasından dışarı çıktı.

''Yasemin, otel müdüründen haber var mı, fiyatlandırma hakkında?''

Yasemin başını monitörden kaldırdı. ''Hayır, Melek. İki defa aradım, toplantıdaymış. Mail attım, bakalım ne zaman dönecek.''

"Amma nazlı çıktı ya!" diye söylendi. Sıkıntıyla hala çalan telefonuna baktı ve odasına geçip nefeslendi. Telefonu açtı. ''Fatih Bey!'' dedi heyecanlı bir sesle.

''Merhaba Melek Hanım, bu sizi son arayışımdı.''

''Özür dilerim, önemli bir toplantıdaydım ve telefonu yanıma almamışım.'' Dedi, koltuğuna oturdu. ''Otel hakkındaki seçenekleri genişletmeye çalışıyordum. Belki daha beğeneceğiniz bir otel olabilir, telaşlanıp şansımızı kaçırmak istemem.''

''Otel kararlaştırılmıştı. Kristal Otel dememiş miydiniz?'' dedi Fatih şaşırmış ve hafif öfkeli bir sesle.

''Aslında demedim… Yani tam onaylamamıştım. Yarışma konseptine göre daha...''

''Hayır, Melek! Kristal Otel olacak, sponsorlara bilgi verildi ve reklam hazırlanmaya başlandı. Değiştiremezsin.''

''Benden haber bekleyecektin!'' dedi kibarlığı boş vererek. ''Kesinleşince bilgi vereceğimi söylemiştim sana.''

''Ben anlamam, sen Kristal Otel dedin ve ben de ona göre her şeyi ayarladım. O oteli istiyorum.''

Sakinleşmesi gerekiyordu, yüzünü ovaladı. Makyaj yaptığını unutmuştu ve rimeli yanağına kadar bulaştı. ''Kristal Otel büyük ihtimalle olacak ama ya işimize daha yarayacak bir oteli gözden kaçırırsak.''

''Bu saatten sonra değiştiremezsin Melek. Sana birazdan mail atacağım. Yarışma formatı hazırlandı. Bundan sonrası sana kalmış. Tüm programı ayarlayıp son halini bana mail atarsan sevinirim. Az zamanımız kaldı.''

''Beni ateşe atıyorsunuz Fatih Bey.''

''Tam tersi Melek Hanım, ben sizi düze çıkarmaya çalışıyorum. Durumunuzdan haberim var, şansınızı iyi değerlendirmenizi tavsiye ederim. İyi günler.''

''İyi günler.'' dedi dişlerinin arasından.

Ne demeye Kristal Otel'i adama söylemişti ki? Çenesini tutmalıydı. ''Düze çıkarmaya çalışıyormuş, adi herif. Düzeceğim demiyor da...'' diye hırladı. ''Yasemin!''

''Yasemin!''

Üçüncü kere ağzını açmıştı ki Yasemin odasına girdi.

''Geldim Melek.''

Melek kaşlarının altından Yasemin'e baktı, öfkeden yanıyordu. ''Fatih piçi sponsorlara otelin kesinleştiğini söylemiş. Oysa ben ona benden haber bekle demiştim, budala.''

Yasemin yüzünü ekşitti. ''Şimdi ne yapacağız?''

Melek gözünü kapatıp başını koltuğa yasladı. ''Samantha ne isterse vereceğiz, başka çaremiz yok. Umarım vaz geçmemiştir.''

Yasemin kapıyı kapatıp masasına yaklaştı.

''Belki Okan Bey'i aramalısın, sonuçta patron olan, senin eski kocan.''

Doğruldu ve neşesiz bir sırıtmayla Yasemin'e baktı. ''Cümlendeki eski lafı dikkatini çekmiştir umarım. O adam kar yapmayacağı hiçbir işe girmez, hele işin ucunda benim mutluluğum varsa kılını bile kıpırdatmaz.''

''İyi birine benziyordu.'' dedi Yasemin. ''Sonuçta Samantha onun elemanı...''

''İyi biriydi ama iş konusunda anlayışlı diyemem.'' diye mırıldandı. ''Ama iki senedir onu görmemiştim. Onun kadar hırslı biri, sırf bana yardımcı olmak için göz bebeği otelinin zarara uğramasını istemez.''

''Yapma, onlarca otelleri varmış. Bizim uğratacağımız zarar devede kulak bile sayılmaz.''

''Yasemin, eski kocamla, ona yalvararak iş yapmayacağım. Olursa olur olmazsa başka hal çaresine bakarız. Şimdi, kimseye o adamın benim kocam olduğunu söyleme, tamam mı?''

''Eski kocan!'' dedi Yasemin.

''Ben ne dedim?''

''Kocam.''

''Lanet olsun ona! Nereden çıktı geldi? Eski kocamdan kimsenin haberi olmayacak ve sen doğrudan Samantha ile görüş. O adamın işlerimize burnunu sokmasına izin vermeyelim.''

''Adam patron, Melek!'' dedi Yasemin kaşlarını kaldırarak. ''Karışmak hakkı değil mi? Ayrıca Samantha bence beni sallıyor, senin aramanı bekliyor. Beni kendi klası olarak görmüyor sanırım.''

''İyi ben ararım madem.'' dedi. ''Telefonunu ver otelin ve sen de bu arada otelin yemek planı ile hazır yemek firmasının planını karşılaştır. Bari oralardan kar yapabilir miyiz bakalım.''

''Bir de rimelin tüm yanağını kaplamış, silmek ister misin? Yoksa bu, yeni bir tarz mı?''

''Ne? Rimel mi?'' dedi bilgisayarın kapalı monitörüne baktı. ''Hay lanet, neden söylemedin?''

''Gülmemek için kendimi zor tutmakla meşguldüm.'' dedi kıkırdayarak.

''Aslında seni kovmam gerekiyor ama dua et, fazla maaş vermiyorum.'' Diye lekeyi, ıslak mendil ile temizlerken homurdandı. ''Hadi, işinin başına dön.''

''Peki patron.''

Yasemin kapıya dönmüştü ki yeniden seslendi. ''Bu arada Hale'ye söyler misin? Yardım olayı bittiğine göre, Tekin şu özel kreşte düzenlenecek doğum günü partisinin hazırlıklarını yapsın. Sorumluluğu onda! Hale gerekli bilgileri ona yollasın.''

Yasemin sırıtarak ona döndü. ''Doğum günü partisi mi? Tekin delirir.''

Omzunu silkti. ''Malulen emekli yaparız bizde.''

Yasemin gülerek dışarı çıktı, bir dakika sonra otelin telefonunu ona getirdi. Ofiste ise Tekin'in itirazları yükseliyordu.

''Kreş mi? Ben ne anlarım palyaço bulmaktan, ah, selam Melek. Nasılsın?''

Tekin'in sesi kesildi ve aralık kapıdan görünen Melek'e el salladı. Melek sadece sırıttı ve Yasemin kapıyı kapatana kadar kısık ve tehditkar gözlerini Tekin'den ayırmadı. Biraz burnunun sürtülmesi gerekiyordu, kendini bir şey sanmaya başlamıştı.

Cep telefonuyla oteli aradı ve Samantha'yı istedi. Santral beklemesini söyleyip telefonu aktardı. Müziği dinlerken gergin bir tavırla parmaklarını çıtlatıyordu, sonunda telefon açıldı.

''Alo.'' dedi hemen.

Karşıdaki ses Samantha'nın değildi. ''Alo?''

''İyi günler, Samantha Collins ile görüşebilir miyim? Ben, Güvensoy Organizasyon'dan Melek.''

Telefondaki birkaç saniye bekledi ve tok bir sesle konuştu. ''Merhaba Melek, ben Okan!''

Soğuk bir akım tüm bedeninde dolandı ve onu soluksuz bıraktı. Ne diyeceğini bilemedi. ''Ah!'' dedi sonunda konuşmayı başararak. ''Yanlış oldu sanırım. Ben, Samantha ile görüşmek istemiştim, sana mı aktardılar?''

''Onun odasındaydım.'' diye kısaca açıkladı. ''Nasılsın?''

Yaptığı kabalığa inanamadı, temelli eli ayağına dolaşmıştı. ''Pardon, şaşkınlıktan aptalca davrandım. İyiyim sen nasılsın?''

Okan sanki onunla konuşmaktan rahatsızmış gibi nefeslendi. ''Aynı, neyse, ne konuşacaktın Sam ile?''

''Şey, bize kararını söyleyecekti, onun için aradım.''

''Senin aramana ne gerek var? Sam sonucu söylemek için seni aramayacak mıydı?'' dedi son derece katı bir sesle.

Azarlar gibi otoriter konuşması canını sıkmıştı ama şu anda otelin patronunu kızdırmak en son istediği şeydi. Biraz uyumlu olmaya karar verdi.

''Yoğun olduğu için hatırlatmak istemiştim. Niyetim sıkıştırmak değildi.'' dedi gayet sakin bir sesle.

''Merak etme Sam akıllı biridir, sorumluluklarını kesinlikle unutmaz. Senin alışık olduğun insanlar gibi değildir. Kimseyi zor durumda terk edip gitmez.''

Sakin mi konuşacaktı? Okan ile mi? Tepesi attı. ''Ne demek istiyorsun?''

''Hiçbir şey, sen neden alındın?'' sesindeki keyifli tını, Melek'i çıldırttı.

''Samantha Hanım orada mı?'' diye soğuk bir sesle homurdandı. Sakin olma treni kaçmıştı, patronmuş! Peh!

''Sam!'' dedi Okan telefondan uzaklaşarak. ''Kadının biri seninle konuşmak istiyor.''

Telefonu dişlerinin arasına alıp hırlama isteğiyle kasılan Melek sinirle ayağa kalktı. Odada dolanmaya başlarken Okan'ın alaycı tınılarla dolu sesi yeniden duyuldu.

''Bilmem, sesinden tanıyamadım. Konuşmak istemezsen kapatırım. Önemli biri olduğunu sanmıyorum.''

Geriden kadının sesi gelince, Okan Fransızca konuşmaya döndü, sesinden ne kadar keyifli olduğunu kolayca anlayabiliyordu. Laf söylememek için çenesini sıkan Melek, adamın kahkaha atmak üzere olduğunu hissedebiliyordu. Haksızca lafı sokmuş şimdi de dalga geçiyordu. Telefonu kapatmayı deli gibi istiyordu ama Fatih'in işgüzarlığı yüzünden yapamadı.

''Hello!'' dedi bir kadın sesi.

''Merhaba Bayan Samantha, ben Melek, Güvensoy Organizasyon'dan.''

''Merhaba Melek Hanım, hatırladım.'' dedi. ''Üzgünüm Okan sesinizden sizin kim olduğunuzu anlayamamış.''

''Fark ettim, sorun değil. Rahatsız ettiğim için kusura bakmayın, teklifimizi düşünebildiniz mi?''

''Evet, biz de onu görüşüyorduk. Acaba vaktiniz varsa uğrayabilir misiniz?''

''Nereye?'' dedi kaşlarını çatarak. Bir daha o otele ayak basmayacaktı, hiç değilse Okan orada olduğu sürece.

''Otele tabii ki de. Size restaurantımızda bir yemek ısmarlamak isterim.''

''Ben, şey, eğer vaktiniz varsa ben size yemek ısmarlasam. Yeni geldiğiniz için farklı yerleri görmek istersiniz.''

''Rüşvet mi teklif ediyorsunuz yoksa?'' dedi kadın gülerek.

''İşe yarayacaksa neden olmasın?'' dedi o da neşeyle. Kadın fena birine benzemiyordu, hiç değilse şakadan anlıyordu. Okan gibi kazma değildi.

''Peki, o zaman. Bana adresi gönderin, on ikiye doğru buluşalım. Dosyayı getirmeyi unutmayın lütfen.''

''Elbette.'' dedi rahatlayarak. ''Görüşmek üzere.''

''See you soon. Bye.''

Ofise geçti, Hale'ye şık bir restaurantta yer ayırmasını ve adresi de Samantha'ya göndermesini söyledi. Ofistekileri kontrol etti ve yardımcı olmaya çalıştı. Tekin hala kreş hakkında sızlanıyordu. Otel konusunda yardım edebileceğini ima etti ama şu aşamada Tekin'i işe karıştırmak aklındaki son şeydi. Belki anlaşamazlarsa, Samantha'nın üstüne adamı salabilirdi. Çünkü Tekin kurbanına bir yapıştı mı, ne yapar ne eder istediğini alırdı. Sepetteki tüm yumurtaları kırsa bile...

***

Başka bir telefon konuşması ve iki tanıdık ses…

"Sence hayatlarına karışmakla iyi mi ediyoruz Ayla?"

"Elbette Selmacığım, o iki inatçı keçi birbirlerini çok seviyor ama bunu itiraf edemiyorlar. Bak, göreceksin, bir aya kalmaz biz evleniyoruz diyecekler. Geçen sefer de sana söylememiş miydim?"

Selma Hanım nefeslendi. "Ama Aylacığım onların birbirini sevdiklerine nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Okan'ın sevgilisi var dememiş miydin?" dedi kocası duymasın diye bahçeye çıkmıştı, fısıltıyla konuşmaya devam etti. "Melek iki dünya bir araya gelse, Okan'a yüz vermez."

Ayla tısladı. "O kadına sevgili denmez Selma, valla aklıma getirdin cinlerimi tepeme çıkardın. Okan o kadını sevmiyor, eminim, sevgili de değiller. O kadın belanın ta kendisi! Okan'a bir yapıştı, iki senedir, çocuk nereye gitse gölge gibi takip ediyor. Kadın ne yapıyor ediyor, Okan'ın peşinden ayrılmıyor. Bak, İstanbul'a gönderdim çocuğu, kadın nasıl ettiyse ikna edip yanına damladı. Şuraya yazıyorum, o kadın olmasaydı, bizimkiler daha en başta barışacaklardı."

"Ben hala emin değilim Ayla..."

"Ben eminim canım arkadaşım, bir şans daha ver bana. Allah'ın işi bu kriz olmasaydı başka bir yolunu bulacaktım Okan'ı İstanbul'a gönderecektim. O kadar ayarlama yaptım, sersem Fatih'i de ayarladım bizim otelde diretsin diye. Vallahi şu anda vaz geçemem. Melek ve Okan birbiri olmadan mutlu olamazlar."

"Senden korkulur Ayla." dedi Selma Hanım, kahkahasını bastıramadan. "Çocuklar bu planlarını duyunca ne diyecekler bakalım."

"Nasıl duyacaklar ayol, ben her şeyi ayarladım. Okan şimdiden çözülmeye başladı. Bugün yarın o sarı çıyanı bırakıp Melek'in önüne diz çökecektir. Okan, Melek'i çok seviyor Selma, öyle böyle değil. Melek'imizi mutlu etmek için elinden geleni yapacaktır. Sadece sabredip bekleyelim."

"İyi, bakalım Aylacığım, sen diyorsan öyle olsun. Ha, bu arada Nermin'in ne halt ettiğini duydun mu?"

Ayla Hanım kahkaha attı. "Duymam mı kız? Kadın geldi elli beş yaşına neyine senin bungee jumping yapmak! Dua etsin, halat kopup kafa üstü yere çakılmadı."

"Ay, dur, en fenası da ona atlaması için yardım eden çocuğa, sen son dakika bir sarıl."

"Ne?"

"Ya, öyle. Bırakmasaymış ikisi de aşağıyı boylayacaklarmış. Madem bayılacak kadar korkuyorsun..."

İki kadının dedikodusu sürerken, hakkında planlar yapılan eski karıkoca, bu planları boşa çıkarmak için ellerinden geleni artlarına koymayacaklardı.

Öğleye doğru teklif dosyasını aldı ve Samantha ile buluşacakları restauranta doğru yola çıktı. Heyecanından restauranta giden yolu karıştırıp on dakika dolanmak zorunda kalmıştı. Kendi kendine bu telaşa gerek yok diye hatırlatıyordu ama ne mümkün. Ya Okan da gelirse... Sadece Samantha'yı davet etmişti ama Okan değerli otelini savunmak için gelirse; anlaşma suya düşebilirdi.

Masaya geçtiği sırada kadın, son derece şık ve pahalı kıyafetinin içinde salınarak geldi. Tek başınaydı... İçi tuhaf bir hisle burkuldu. Kadını tek başına görene kadar Okan'ın gelmemesi için dua ederken; şimdi adamın neden gelmediğini merak ediyordu. Eski bir alışkanlığın eseri olarak; kesin çok işi var, diye düşündü. Sonra bu düşüncesini beyninden kovdu, ona neydi? Hem neden gelecekti, onu görmek için mi? Adam onun sesini duyunca bile alay etmeye başlıyordu, en iyisi yüz yüze gelmemekti.

Resmi bir gülümsemeyle el sıkıştılar ve yemeğin siparişini verdiler. İçecek olarak Samantha martini almıştı, Melek gündüz vakti asla içki içmezdi ama kadının yanında tuhaf durmamak ve şekli kurtarmak için votka nane istedi. Kadının yanında soda içemezdi ya... Ön sunum olarak kalamar salatası ve peynir dolgulu domates aldılar.

Bir süre hava durumundan bahsettiler doğal olarak. Melek konuşmayı nasıl işe döndüreceğini düşünmeye başlamıştı. Çünkü kadın, New York ile California'nın hava durumunu kıyaslamayı bir türlü bitiremiyordu. Okan bir de bu kadına akıllı demişti. Hah!

''Eminim İstanbul'un havasını daha çok seveceksiniz.'' dedi sonunda.

Samantha gülümseyen bir yüzle ona baktı. ''Şimdiden sevdim bile. Yerleşmeyi isterdim, çok fantastik bir şehir. Köşeyi döndüğünüzde ne ile veya kim ile karşılaşacağınızı kestiremiyorsunuz. Sürprizlerle dolu.''

Kadının lafı onu nedense dürttü, amacını sorgulamak için yüzüne baktı. Hala gülümsüyordu. Kesin ona laf sokmuştu. Aklınca patronunun intikamını alıyordu. O da kadına gülümsedi.

''Hayatı güzelleştiren de bu sürprizler değil midir?''

"Çok iyimser bir felsefeden bahsediyorsun. Her sürpriz, hayatı güzelleştirmez. Ben gerçekçiyimdir, yani sözünü ettiğin mutluluk oyunu için olgun bir kadınım."

Melek umursamazca omzunu kaldırdı. "Başlatan sizdiniz, ben değil."

Kadının yüz ifadesi bir anlığına dondu. Sonra gülümsemeye çalışarak konuşmaya devam etti. 

''Bak ne diyeceğim, sizli bizli konuşmasak. İkimiz de nerede nasıl konuşacağımızı bilen insanlarız. Hiç değilse birlikteyken biraz daha samimi olabiliriz.''

Melek votkasından minicik yudumladı. ''Şey, bu bir iş yemeği değil mi?''

Samantha burnunu kırıştırdı. ''Evet, ama biraz daha rahat hitap edebiliriz değil mi? Bana Sam diyebilirsin, ben de sana Melek.''

''Benim açımdan sorun yok.''

''Oldu o zaman.'' dedi kadın, boşalmış kadehini masaya koydu ve garsona küçük bir işaret etti.

Garson hemen yanlarına geldi. Melek'in garipseyen bakışları altındaki Sam, adamdan şarap menüsünü istedi. Adam gittikten sonra rahat bir tavırla ona döndü.

''Yeni arkadaşlıklar kutlama gerektirir değil mi?''

Yeni arkadaşlıklar mı? Kutlama mı? Şarap mı? Melek dudağını ısırdı ve kadına gülümsedi. 

''Tabi, yakında baş başa rakı sofrasına da otururuz.''

''Ah, love it! *bayılırım.'' dedi kadın sevinçle. ''Rakıyı çok severim! Okan beni New York'ta bir davete götürmüştü. İlk orada içmiştim, sonra bağımlısı oldum. Keşke rakı isteseydik.''

Okan ile o kadar samimi olduklarını hiç düşünmemişti. Yine de renk vermedi. Gerçi Okan çevresine karşı rahattı, onun yanında ise kasıntı birine dönüşüyordu. Adam ile baş başa kaldıkları sayılı zamanlarda dahi, Okan elinden telefonu düşürmezdi. Kaldı ki, ne bir eğlence ne bir davete gitmemişlerdi. Tabi, ona neden aldırsın. Melek, onun okuldan yeni mezun olmuş, kariyersiz ve tecrübesiz genç karısıydı. Okan ise, daha o yaşta koca bir holdingi yönetiyordu. Melek ile evlenmek istemesi bile büyük lütuftu.

Votkasını dudağına götürürken konuştu.

''Bir dahaki sefere artık.'' dedi ve bardağı masaya bıraktı. ''Bu arada kararınız nedir?''

''Hemen iş mi konuşacağız? Bana biraz kendinden bahsetsene, Okan'ın eski eşi olduğundan başka bir şey bilmiyorum.''

Başka bilgiye neden ihtiyacı vardı? Sabırlı ol Melek, kadın sadece arkadaş olmaya çalışıyor. Bacaklarını üst üste attı ve sandalyesine yaslandı.

''Bir buçuk senedir organizasyon işleri ile uğraşıyorum...''

''İşi boş ver, özel hayatında biri var mı?'' diye lafını kesti Sam. ''Senin gibi hoş bir kadının bekâr olması zor, kesin biri vardır.''

Boğazını temizledi. Yasemin haklıydı, bu kadın tuhaftı. Gözlerini ondan hiç ayırmadan konuşması da oldukça rahatsız ediciydi. Gerilmeye başladı. Acaba o da, kadına mutfaktaki bay muhteşem sırtı sorsa mıydı? Ne de olsa artık samimiydiler. Peh!

''Teşekkür ederim.'' dedi. ''Yani iltifatın için. Bu aralar pek erkek arkadaşla uğraşmaya vaktim yok. Kendimi geri çekmeye karar verdim.''

''Yapma, özel biri vardır elbette.''

''Niye olsun ki?'' dedi sabrı taşmaya başlamıştı. Garsonun yemek servisi için gelmesi konu değiştirmesi için bahanesi oldu. Daha sakin bir sesle sordu. ''Oteliniz de hangi mutfaklar var?''

Sam buz mavisi gözlerle onu bir an süzdü, çabasını anlamış olacak nefeslenip soruyu cevapladı. 

''Türk, İtalyan ve Fransız mutfağı ağırlıklı ve Japon mutfağından da seçeneklerimiz var. Cuma günleri de Çin mutfağı sunuyoruz.'' Dedi ve önündeki kanlı bifteğe baktı. ''Aşçılarımız çok yeteneklidir, her mutfakla çalışabilirler.''

''Mükemmel.'' dedi, konunun değişmesine sevinerek. ''Sponsorlar için yemek verilecek, sanırım otelinizde planlasak hepimiz için daha uygun olur.''

''Biz henüz teklifini kabul etmedik ama.'' dedi Samantha son derece sakin bir sesle.

Melek tokat yemiş gibi afalladı. ''Anlaşacağımızı düşünüyorum.'' dedi. ''Bir sorun mu var? Bütçede beğenmediğiniz bir konu varsa hemen kontrol edebiliriz.''

Onun telaşına aldırmayan Samantha içini çekti ve bifteğinden kestiği küçük parçayı kırmızı dudaklarının arasına sıkıştırdı.

''Mmm, nefis...'' dedi. Ve ona cevap vermektense şarap menüsüne uzandı. “Bakalım, burada neler var?”

Melek'in iştahı kaçmıştı, çenesini kasarak kadının rahat hareketlerini izliyordu. Madem onu ret edecekti, neden yemek teklifini kabul etmişti?

''Kırmızı şarap alırsın değil mi?'' dedi kadın, onun önündeki dana rostoyu işaret ederek. “Kırmızı ve kırmızı…”

''İyi olur.'' dedi ve içinden ekledi. 'Fare zehri aromalı'

Kadın menüdeki en pahalı şarabı sipariş ederek inceleyici bakışlarını yeniden ona çevirdi.

''Demek Okan ile ayrıldıktan sonra hiç görüşmediniz. Çok mu kötü ayrıldınız?''

Pes! Yine mi aynı konu! Melek olayın iç yüzünü kendi arkadaşlarına bile anlatmamıştı, şimdi bir şaraplık arkadaşı ona ait en özel şeyleri sormakta sakınca görmüyordu. Ve bu kadın, Okan'ın çalışma arkadaşıydı.

''Bu konuları konuşmayı uygun bulmuyorum.'' dedi kibar bir sesle.

"Gizleyecek ne var ki?" dedi Sam küçümser bir tavırla. "Okan benimle dertleşmeyi sever, aramızda sır yoktur. Sonuçta olmuş bitmiş ilişkinin sonunda, iki medeni insan gibi oturup iş yapabiliyorsunuz."

“Aranızda sır olmadığını söyledin ama eski karısını sana anlatmadığına göre, bunu iddia edemezsin. Ayrıca ilişkimizi bana sorman saçma değil mi Sam? Yani, patronun senin arkadaşın olabilir ama ben sadece şimdilik iş yaptığını geçici biriyim. Dertleşmek istediğim biri olduğunu da düşünmüyorum.”

İfadesiz bir yüzle ona bakan kadın yavaşça konuştu. “Neden ayrıldığınızı bilmediğimi söylemedim, her detayını biliyorum. Ben sadece senin açından ne kadar kötü olduğunu öğrenmek istemiştim. Dertleşmek aramızdaki bu gerginliğin sona ermesini sağlar ve gerilim bitince işimize daha iyi konsantre olabiliriz. Yoksa ne hissettiğin inan benim de umurumda değil, Okan’ın da umurunda değilsin.”

Kadına bakıp kalan Melek, yutmayı unuttuğu tükürüğünde neredeyse boğulacaktı. İki öksürükten sonra hemen su kadehine sarıldı ve Sam'ın sahte ilgiyle dolu bakışlarının altında suyu bitirdi. Okan özel hayatını, bu kadına mı anlatıyordu! Adam sohbet etmesini bile bilmezdi ki! Sonunda nefes almayı başarınca Sam üzgün bir suratla konuştu.

''Ah, kabalık yaptım, sorry. Ben böyle şeyleri aştığını düşünmüştüm. Okan’ın bu konuda rahat olduğunu öğrenmenin seni de rahatlatacağını sanmıştım."

 "Okan gevezeliği sevebilir ama ben ondan ketumumdur. Özel konularım bana özel, dertleşme konusu yapmam hele ki yeni tanıdığım biriyle.''  

" Seni üzmek istemedim.'' dedi Sam özür diler bir tavırla ciddileşerek.

''Üzülmedim ama eski konularla yemeğimizin tadını bozmayalım değil mi?” 

''Çok mantıklı.'' dedi Sam. ''İş konusuna dönersek; finans bölümümüz henüz incelemesini bitirmedi. Organizasyonda, en başından sonuna kadar, Kristal'in isminden ve imkânlarından yararlanılacağı için ayrıntılı bir rapor yapıyorlar.''

Melek gülümsedi. ''O zaman anlaştık sayılır, çünkü anlaşma tamamen adil bir çerçevede.''

''Bir haberim daha var.'' dedi Sam gözlerini kısarak. ''Bu işle, Okan bizzat ilgilenmek istedi.''

İşte, tam burada çığlık atabilirdi. Buz gibi olduğunu hissetti. ''Nasıl? Neden?'' diye kekeledi. ''Onun rahatsız olmasına gerek yok. Ana noktalarda anlaştıktan sonra sizi bile yormayacağız. Bizim ekip...''

Lafını katı bir sesle kesti.

''Ekibin önemli değil, Melek. Seni az önce bu yüzden sorguladım. Eski ilişkinizin anlaşmayı kötü etkilemesinden çekiniyorum, yani Okan açısından değil, o son derece profesyoneldir. Fakat seni tanımıyorum. Okan seni tanıyor ve bu işle bizzat ilgilenmek istemesi senin hakkında kuşku duymama yol açtı. Yani sözün kısası, Okan bu konuda ısrarlı Melek, dosyaları gönderdim bile. Otelin imajı konusunda çok titiz, belki bilmiyorsun ama Kristal Otel, grubumuzun en önemli otelidir ve Okan ile annesinin gözbebeğidir. Yanlış bir hareket, bunca senelik onurlu geçmişe leke sürebilir.''

Kadının konuşmasındaki küçümseme yüzünden kendini kötü hissetti. Güçlü olan taraf, karşısındaki kadının temsil ettiği otoriteydi, muhtaç olan ise kendisiydi. Ve sadece kendisini temsil edebiliyordu. Fatih'e, Kristal Otel dediği güne bir kez daha lanet etti ve adama da ısrarcılığından dolayı lanet etti. Gözlerini, kadının gözlerine dikti.

''Aynı şey benim için de geçerli.'' Dedi kararlı bir sesle. ''Ve Ayla Teyze'nin oteline zarar vermektense, işi tümden iptal ederim. Bu konuda bana güvenebilirsin.''

''Güvenmeyen ben değilim Melek.'' dedi kadın. ''Okan güvenmiyor.''

Yumruk atsa bu kadar canını yakamazdı. Yine de kadına gülümsedi. "Bu beklenebilir bir şey…" diye mırıltıdan farksız konuştu. "Raporlara göz atarsa, bana değil ama işime güvenebileceğini görecektir."

Garson şaraplarını doldurmuştu. Canı çok sıkılmıştı ama belli etmemeliydi. Kadehi meydan okuyan bir tavırla yukarı kaldırdı.

''Sağlığına!''

Sam kadehini onun kadehine dokundurdu. ''Sağlığına!''

Sonraki yarım saat yemeklerine yoğunlaştılar ve sponsorlar hakkında konuştular. Melek fırsattan istifade, iki tarafın canını sıkabilecek tek adam olan Fatih'in tuhaf huyları olabileceğini belirtti. Memnuniyetsizlik, adamın karakteri olmuştu ve kendi hatalarını sürekli başkalarına atardı. Tabi Melek bunları söylemedi. Sadece Fatih hakkında bir sorun olursa kendisinin ilgileneceğini söyledi.

''Şu Fatih Bey ile aran iyi sanırım.'' dedi kadın ikinci kadehini de bitirmişti.

Melek de ikinci kadehi yarılamıştı ve o çok ama çok kolay sarhoş olurdu. İkinci yudumdan sonra devam etmemesi gerektiğini de iyi bilirdi. Okan aptalı kafasını bu kadar karıştırmasaydı, bu huyunu kesin hatırlardı. Artık iş işten geçmişti, çoktan sarhoş olmuştu. Gülerek elini salladı.

''Allah korusun! Onunla iyi olmak, şeytanın boynuzlarından birine sahip olmak demektir. Ki bende yok, yani bildiğim kadarıyla.'' Dedi ve parmağıyla şakağını yokladı.

Sam hoş bir kahkaha attı. ''Bu gerçekten komikti.'' dedi. ''Şu Fatih'i çok merak ettim, doğrusu.''

Melek saatine baktı, üçe geliyordu. O kadar olmuş muydu ve bu halde arabayı nasıl kullanacaktı? Sam'ın karşısında aptal durumuna düşmek istemiyordu. İki kadeh içkiyle sapıtan biri, kesin dalga konusu olurdu ve ciddiye alınmazdı. Düşüncelerini toparlamaya çalışırken Sam'in sesini işitti.

''İznini istiyorum Melek. Makyajımı tazelemem gerek.'' Dedi ve gözünü kırptı. ''Sevgilime güzel görünmeliyim.''

Melek aptalca sırıttı. Bay muhteşem sırt, bu özeni kesinlikle hak ediyordu.

''Elbette, keyfine bak.''

Sam çantasını alıp gözden kaybolunca Melek hemen telefonuna sarıldı.

''Alo.''

''Alo Tekin.''

''Evet, Melek, benim.''

''Kaldır kıçını ve hemen Hale'den adresini al ve buraya gel.''

''Adresimi mi? Benim mi?"

"Saçmalama Tekin!" diye cırladı. "Hale'den adresini al!"

"Sen gerçekten iyi misin, Hale'nin adresini ne yapacaksın?'' dedi adam. ''Sen neden bah...''

''Bu restaurantın adresini! İçinde oturduğum ve yemek yenen binanın adresini!'' diye hırladı. Bu adam niye anlamıyordu? Yoksa o da mı sarhoştu? ''Çabuk ol. Taksiye atla ve gel beni al.''

''Bir sorun mu var? Sen iyi misin Melek?''

''Hemen gelmezsen sorun olacak. Çabuk dedim sana!''

Telefonu kapattı ve düzgün durmaya gayret etti. Birisiyle sohbet ederken sarhoşluk bu kadar baskın olmuyordu, tek başına kaldığında tüm restaurant çevresinde dönüyor gibiydi. O ikinci bardak şaraba hiç başlamayacaktı. Tekin gelmeden önce Sam geldi, dinç ve güzelleşmiş olarak.

''Vaktimiz var değil mi Melek? Birer şarap daha alır mıyız?'' dedi. ''Aslında benim aklım çikolatalı suflede kaldı. Deneyelim mi?''

Melek dudaklarının kontrolünü ele geçirip konuştu. ''Çikolata bana dokunuyor.'' Aslında şu anda midemi bulandırıyor...

Son derece başarılı bir cümleydi. Takılmadan söyleyebildiği için kendi kendini tebrik etti.

Sam elini şişeye uzattı. ''O zaman şunu bitirelim. Sufleyi, paket yaptırayım.''

Garsona siparişi verirken; Melek, kadının üstünü doldurduğu kadehe bakıyordu. İçmemeliydi, yoksa rezil olacaktı. İçmeliydi, yoksa kadın onu daha da küçümseyecekti, zaten şişenin çoğunu Sam içmişti. Ona neden bir şey olmuyordu? Eli kadehe gitti ve içmeye başladı. Dünya iyice yavaşladı, Sam konuştu ama kelimeler ona evren boşluğundan sekerek kulaklarına ulaştı. Cevapları ise kısaydı.

''Seni bir kere görmüştüm.'' dedi Sam. ''Vegas'daki otelde...''

''Yaa...'' dedi Melek gözlerini kapıya çevirdi. Tekin nerede kalmıştı? Geri zekâlı cimri adam, kesinlikle otobüse binmiş olmalıydı.

''Evet, sanırım o sendin. Bana Okan'ın eşi olduğunu söylemişlerdi. Tanışamamıştık. Saçların daha uzundu, değil mi?''

''Hıı hı.''

''O günü çok iyi hatırlıyorum, korkunç bir gündü.'' dedi içini çekerek.

Melek sabitlemeye çalıştığı bakışlarını kadına çevirdi. İlgili ve kibar olmaya devam etmeliydi. O günün korkunç olması umurunda değildi çünkü bugün kesinlikle korkunç olacaktı. Çünkü Tekin gelince adamı öldürecekti, acı çektirerek, yavaş yavaş...

''Korkunç mu?'' dedi kelimeyi son anda toparlayarak. Bir de bakışlarını sabitlemeyi başarsaydı…

Sam soğuk bakışlı gözlerini kısarak ona dikkatlice baktı. ''Evet, korkunçtu çünkü o gecenin sonunda Okan vurulmuştu.''

Aniden her şey dondu, zaman akmayı bıraktı.

Sam onun halini fark etmeden devam etti.

''Saçma bir mafya kavgasıydı, yan otelde. Bizim güvenlik onları durdurmaya çalışmış. Tam o sırada Okan da otele gelmiş. Kapıdaki tartışmayı görünce müdahale etmek istemiş. Adamlardan biri de çekmiş silahı, Okan'ı göğsünden vurmuş.''

Melek'in başından aşağı kaynar sular döküldü. O günü hatırlıyordu. Okan, onu hava alanına bırakmıştı ve adam işyerine, o da Türkiye'ye dönmüştü. Ve adam onu uzun bir süre aramamıştı. Umursamazlığına kızdığı için o da Okan'ı aramamıştı. Kocası en sonunda aramaya tenezzül ettiğinde ise, onunla dalga geçer gibi saçma sapan bir teklifte bulunmuştu. Melek ayrılmaya o an karar vermişti ve doğrudan adamın yüzüne söylemişti.

Üzüntüsü ilk günkü kadar canlı olan Sam devam etti. ''Okan hastaneye kaldırılırken yanındaydım. Benden, kimseye söylememi istedi, özellikle annesine. Duyarsa, Ayla Hanım'ın rahatsızlanacağından korkuyordu. O durumda bile annesini düşünüyordu. Hayret etmiştim çünkü senin hakkında hiçbir şey dememişti. Seni aramamı bile istememişti.''

Melek titreyen elini şarap kadehine uzattı ve kalan şarabı tepesine dikti. Yerin dibine girdiğini hissediyordu. O süre boyunca Okan'a ne çok kızmıştı, işten başını kaldırıp aramadığını sanıyordu. Daha da kötüsü onu unuttuğunu... Önemsemediğini... Meğer adam canıyla uğraşıyormuş. Neden söylememişti ki?

Sam kadehinden bir yudum aldı. Ve mezardaki Melek'in üstüne toprak atmaya devam etti. 

''Beş gün komada kaldı, yaşayacağını sanmıyorlardı. Kurşun kalbinin çok yakınına isabet etmiş. Çok kan kaybetmişti. Fakat ben ona inandım, iyileşeceğini biliyordum. Oteldeki herkesi susturdum, gazeteleri isim verilmemesi konusunda ikna ettim ve sürekli dua ettim. Neyse ki, kimse fark etmeden iyileşti.''

Melek ağlamak üzere olduğunu hissetti. Gözlerini başka yere çevirdi ve Tekin'in hızlı adımlarla ona geldiğini gördü.

''Bilmiyordum.'' diye mırıldandı, başı dönerken.

''Kimseye söylemememi istemişti, duymaman normal. Yine de senin araman gerektiğini düşünmüştüm ama sonra öğrendim ki, siz zaten ayrılmışsınız.''

Ayrılmamışlardı... Ve Sam haklıydı, araması gerekiyordu. Gurur yapmasaydı ve o telefon konuşması o şekilde olmasaydı, şimdi her şey daha farklı olabilirdi. Melek hala Okan'ın ona hazırladığı bunalım hapsinde gün dolduruyor olabilirdi. Okan'ın bencilliği ve iş hırsı, onun ayrılık kararı almasına neden olmuştu. Her şeyi isteyen ve kaybetmeyi hazmedemeyen bir adamla baş edemeyeceğini o konuşma esnasında anlamıştı. Melek de geri planda unutulan bir eş olmak yerine, altın kafesinden kaçmıştı. Okan'ı unutmaya çalışmıştı ve bunu dahi başaramamıştı.

Derin bir nefes aldı ve ayağa kalktı.

''Açıklamaların için teşekkür ederim.'' Dedi cansız bir sesle ve yanına gelen Tekin'i işaret etti. ''Şimdi kusura bakmazsan, bu güzel yemeği sonlandırmak isterim.''

Sam ayağa kalkmıştı. ''Vakit geç oldu zaten, aslında nazik davetin için ben teşekkür ederim.'' dedi ve yanlarına gelen Tekin'e yan gözle baktı. ''Selam, ben Sam!''

Tekin'in kadına alıcı gözle bakarak kabalık yapmasına bile aldıracak hali yoktu. Tekin elini uzattı. ''Memnun oldum, ben Tekin.''

Sam, onlarla vedalaşıp gittikten sonra Melek masaya geri oturdu. Tamamen çökmüştü. Kendi gözündeki varlığı en alt kademeye düşmüştü, hamamböceği kadar bile değeri yoktu. İki aylık evliliğini sonlandırma kararını, Okan onu aramadığı için, pişman olacağını hiç düşünmeden vermişti. Neden aramadığını sormamıştı bile… Şimdi ise genç adamı, hasta yatağında terk ettiğini öğreniyordu. Kaşlarının altından onu izleyen Tekin'e baktı. Tekin kollarını kavuşturmuştu ve halini hiç onaylamayan bakışlarla onu bekliyordu.

''Anlamıyorum bu kadar içecek ne vardı?''

Yüzünü buruşturdu. ''Kapa çeneni, bir şişe daha içsem de bu günü unutsam ne güzel olur.''

Tekin başını salladı. ''Kadın teklifi ret mi etti?''

''Teklifin canı cehenneme!'' diye homurdandı. ''Ben aşağılık adi karının tekiyim, bunu anladım.''

''Bunu biliyoruz zaten.'' diye omzunu silkti ve durakladı. ''Sarhoş olduğunda konuşulanları hatırlar mısın?''

Melek kızgın bakışlarını adamdan ayırmadan cevapladı. ''Hem de her kelimesini.''

''Az önce dediklerimi geri alıyorum.'' dedi Tekin. ''Sen mükemmel bir insansın Melek.''

''Hesabı öde ve beni eve bırak Tekin. Aralarda da kesinlikle konuşma.''

Tekin onun uzattığı kredi kartıyla hesabı ödedi. Koluyla ona destek olarak dışarı çıktılar. Biraz yalpalasa da, gayet iyi yürüyordu. Bir de bastığı yer sürekli altından çekilmeseydi... Düşmesinden korkan Tekin dayanamayıp onu belinden tuttu, daha samimi bir şekilde arabaya kadar yürüdüler. Başı deli gibi dönüyordu. Tekin arabayı çalıştırırken koltuğa yayıldı.

''Ölmek istiyorum.'' diye mırıldandı, gözlerinin önündeki cadde beşik gibi sallanırken.

Başka bir şey dikkatini çektiğinden cevap olarak Tekin'in ne dediğini anlamadı. Açık tutabildiği tek gözünü kıstı ve dikkatle baktı. İlerde sokağın başında duran arabanın sürücüsü aynı Sam'a benziyordu. Sarışın kadın gözlerini iyice buza çeviren duygusuz bir bakışla, elleri direksiyona kenetli, doğruca ona bakıyordu. Dikkatli bakışlarını saymazsa, kadının yüzünde hiçbir duygu emaresi yoktu. 

Başını diğer tarafa çevirdi ve Tekin'e bakmaya çalıştı.

''Çok pis sarhoş oldum. Hayal görüyorum. Eve giderken bir şişe şarap alabilir miyiz?''

Tekin güldü. ''Sen gerçekten sarhoş olmuşsun, benimle kibar konuşmandan belli.''

''Kes sesini de sür arabayı!''

''Zaten yola çıktık Melek.'' dedi Tekin alaycı bir sesle.

''Ha, iyi o zaman! Bu arada arabayı ne güzel sürüyorsun, hiç yalpalamıyor.''

''Çünkü son iki dakikadır restaurantın köşesindeki kırmızı ışıkta bekliyoruz.''

Melek doğrulup etrafa baktı. ''Hımm.'' dedi, ''Haklısın. Daha buralardaymışız.''

''Ben seni uyandırırım.'' dedi Tekin. ''Sen keyfine bak.''

“İçki alabilir miyiz?”

“İlk söylediğinde de duymuştum Melek, alırım sorun değil.”

“Ukalalık yapma, hiç havamda değilim.” dedi ve mırıltıyla ekledi. ''Şarabı almayı unutma!''

Tekin'in cevabını dinlemeden koltukta sızdı kaldı. 

Uyandığında hava daha yeni aydınlanıyordu. Başında müthiş bir ağrıyla gözünü açtı. Yorganına iyice sarmalanmış bir haldeydi. Zorlukla kendini kurtardı ve sarsak hareketlerle yataktan kalktı. Üstü başı kırışmıştı, kıyafetiyle uyumuş olmasına şaşırdı. Bir tek ayakkabıları eksikti. Aynada kendine baktı, saçı başı darmadağındı, makyajı bozulmuştu. Ağlamış mıydı, anlayamadı. Gözleri kırmızıydı, yanıyordu ve tüm makyajı birbirine karışmıştı.

''Sana ne oldu?'' diye aynadaki aksine sordu. ''Susuyorsun, iyi numara.'' dedi ve su içmek için mutfağa doğru yürüdü.

Salondan geçerken kısık bir horultu işitti ve buz kesti. Yavaşça kanepeye doğru yürüdü. Ve bir çığlık attı. Tekin, onun kanepesine uzanmış uyuyordu. Çığlığını duyan genç adam aniden uyanarak yerinde zıpladı. Ve Melek'i görünce o da bir çığlık koyuverdi.

"Allah'ım aklıma mukayyet ol! Bu surat ne?" dedi elini saçlarına geçirerek nefeslendi. ''Ne oldu Melek, ne bağırıyorsun sabah sabah? Ne var?''

''Ne mi var? Asıl senin benim evimde ne işin var?'' diye adama bağırdı. ''Hem de... Hem de... Sakın o örtüyü üstünden çekme! Çıplak mısın sen?''

Tekin doğruldu ama örtü boğazına kadar çekili halde. ''Tamam, sakin ol. Tam çıplak değilim, bir parça kıyafetim üstümde. Dün geceyi hatırlamıyor musun?''

''Utanmam gereken bir şeyse, hatırlatma Tekin.'' dedi etrafa bakınarak.

İki boş şarap şişesi yerdeydi, Tekin'in kıyafetleri de koltuğun üzerindeydi. Tekin kıpırdamadan ona bakıyordu, sonunda adama döndü.

''Ben kahve yapacağım, sen de o arada giyin.'' dedi ve ağrıyan başını alıp mutfağa gitti.

Neler olmuştu? En son bir bardak şarap içtiğini hatırlıyordu ama yanında Samantha vardı. Tekin'i hiç anımsamıyordu, ne ara kadınla yer değiştirmişlerdi? Elini yüzünü mutfak lavabosunda yıkadı. Kahve makinesine kahve koydu ve bir ağrı kesici alıp içti. Balkonun kapısını açtı, temiz havaya ihtiyacı vardı. Kendini iğrenç hissediyordu.

''Yiyecek bir şey almamı ister misin?''

Mutfağa giren Tekin'e döndü. ''Midem bulanıyor. Sence ister miyim?''

''Tuzlu alırım. Bulantıyı giderir.'' dedi Tekin ve balkona geldi. ''Bu arada evin çok güzelmiş patron.''

''Kira.'' Dedi, geniş balkonuna bakarak. Ederinden az kira veriyordu gerçi ama teklif eden Ayla Teyze'ydi. ''Yine de teşekkür ederim.''

''Bak ne diyeceğim. Ben karşıdaki pastaneden bir şeyler alayım ve patronumla güzel bir kahvaltı yapalım. Ne dersin?''

''Kreş konusunda fikrim değişmeyecek Tekin.'' dedi sırıtarak.

Tekin suratını buruşturdu. ''Çok zalimsin patron.''

Tekin pastaneye gitti, o da kahveleri balkondaki masaya bıraktı. Aslında iyi fikirdi. Sabahın serinliği baş ağrısına ve mide bulantısına iyi gelirdi. Üstünü değiştirdi. Salondaki şişeleri çöpe atarken Tekin kapıyı çaldı. Elindeki sıcacık poğaça ve simitleri görünce dört köşe oldu. Tekin ile hoş bir kahvaltı yaptılar.

Tekin ona dün yemekte onu aradığını ve sarhoş bir halde eve getirdiğini söyledi. Şarap içmekte diretince iki şişe şarap alıp gelmişti. Yarım şişeden sonra iyice zom olduğunda, Tekin onu yatağa götürmüştü.

Güneş yükselirken Tekin üçüncü kahvelerini getirdi. Sandalyesine oturdu ve kararsız bir sesle konuştu.

''Söylemem gereken bir şey var Melek. Dün gece biz biraz konuştuk.''

''Konuşmak iyidir, hareket kötüdür.'' dedi Melek.

Tekin gülümsedi. ''Beni öpmeye çalışman dışında hareket olmadı zaten.'' dedi ve Melek'in açılan gözlerini görünce hemen devam etti. ''Şaka! Şaka yapıyorum, vallahi, sadece konuştuk. Bana evliliğinden bahsettin. Ben senin evlendiğini bile bilmiyordum.''

Hay, düşük çene ve bir şişe şarap... 

''Ne konuştuk?'' dedi tereddütle.

''Bayağı küfrettin. Bir kadından duymayı hiç düşünmediğim küfürlerdi ki, bu kadın, sen bile olsan. Adamın sana ne yaptığını bilmiyorum ama hem kendine, hem adama bayağı saydırdın.''

''Ah!''

''Merak etme, sana şantaj yapacak değilim.'' dedi gülerek. Sonra ciddileşti. ''Sadece çok üzgündün Melek, senin adına çok endişelendim. O yüzden yanında kalmak istedim, umarım beni yanlış anlamamışsındır.''

''Çok özür dilerim Tekin. Tüm geceni ve gününü mahvettiğim için, gerçekten ben hiç hatırlamıyorum. Çok üzgünüm.''

''Sorun değil, dedim ya ben senin için endişelendim. Kendine o kadar kızgındın ki, sen iyice sızana kadar başında bekledim.''

Başını öne eğdi. Ayıldıkça hatıraları parça parça uyanıyordu. Sam'ın söyledikleri aklında belirdi ve kendine neden kızgın olduğunu hatırladı. Kendi duyarsızlığına ve adamın başına gelenleri saklamasına yeniden öfkelendi. Ona yakın olmaya ve onu anlamaya hiç çalışmayan bir adam karşısında, haksız ve zalim bir duruma düşmüştü. Tek hatası da, adam can çekişirken; onun ayrılmaya karar vermesiydi. Nasıl bilebilirdi ki? Başına geleni saklaması Okan'ın suçuydu.

''Hey, bu kadın dün yemek yediğin kadın değil mi?''

Melek uykudan uyanır gibi Tekin'e baktı. Tekin'in bakışları çapraz daireye çevrilmişti. Baktığı yöne döndü. Samantha mutfağının geniş penceresinin önünde durmuş, şaşkın bakışlarla onları izliyordu. Kadının gözleri kısılırken Tekin konuştu.

''O, gerçekten de! Karşı apartmanda mı oturuyordu?''

Melek yutkundu ve kadına gülümsemeye çalıştı. Samantha'nın bakışları yumuşadı ve gülümseyerek elindeki kupayı kaldırıp onları selamladı. Sonra pencerenin önünden hızla ayrıldı.

''Öyle görünüyor.'' dedi bakışları hala pencerede olduğu halde. ''Tesadüfe bak sen.''

Tekin'e döndü. ''Başka bir şey konuştum mu?''

''Hayır, sürekli söylendin durdun. Hatta bir ara ben televizyonu açıp film seyrettim ama senin için pek fark etmedi. Konuşmaya devam ettin. Yalan değil, vallahi, sızdığına şükrettim.''

''Hadi ya, kusura bakma. Bugün izinlisin işe gelme tamam mı?''

Tekin kaşlarının altından ona baktı. ''Melek, bugün Pazar, zaten izinliyim.''

''Her lafa da bir cevabın var.'' diye homurdandı.

"Patronum soru sorarsa, ben daima cevaplarım. İyi bir çalışan sorunlar karşısında yılmaz."

"Yalakalığı bırak Tekin, işe yaramıyor."

Tekin ona doğru eğildi. ''Melek, sakın bakma ama kadın yine pencereye geldi. Sanırım gözü bende kaldı.''

Melek de genç adama doğru eğildi. ''Avucunu yalarsın, onun çok çekici bir sevgilisi var. Seni ne yapsın?''

''Hadi ya...'' dedi ve doğruldu. ''Şansım olsa anamdan kız doğardım zaten."

Göz ucuyla yeniden baktı ve dudağını büktü. "Neyse şimdi gitti. Ve benim de gitme zamanım geldi. Eve gidip uyumak istiyorum. Ayrıca mesai verirsin umarım.''

Melek ayağa kalktı. ''Şarap ve kahveyi mesai ücreti olarak sayabilirsin.'' Dedi ve boş kahve fincanlarını alıp mutfağa girdi.

''Bari otobüs parasını ver.'' Diye arkasından inleyen Tekin'i duymazdan geldi.

Tekin'in gönderdikten sonra utanç, öfke ve suçluluk hissiyle banyoya gitti. Serin bir duş aldı. Bedeni rahatlamıştı ama hisleri yerli yerinde duruyordu. İşyerine gitmeyeceği için bilgisayarını açtı ve diğer işlerle ilgili raporları kontrol etmeye başladı. 

Sabahın köründe otele gelmişti ve sırf vakit geçsin diye diğer otellerinden gelen raporlara iki saattir göz atıyordu. Ayrıntılı gönderilen raporlarda her şey yolundaydı. Çalınan kapının açıldığını duydu, gelenin kim olduğunu bildiğinden başını çevirmeye gerek duymadı.

''Good morning my love.''

''Sana da günaydın.'' dedi.

Sam yanına gelip yanağına bir öpücük kondurdu. ''Hemen işe dalmışsın aşkım. Kahvaltı yaptın mı?''

''Yemek nasıl geçti?'' dedi dünden beri aklını kurcalıyordu. Gitmemek için kendisiyle savaştığına ve kazandığına pişman olmuştu. Uykusuz bir geceye mal olan bu inadı yüzünden meraktan sabahı sabah etmişti. Sam rapor vermek için aramamıştı, o da gurur yaptığı için arayamamıştı.

''Yemek mi?'' dedi Sam. ''Melek ile olan yemeği mi soruyorsun?''

Koltuğunu kadına doğru çevirdi. ''Elbette o yemek. Başka ne olabilir?''

Sam kalçasını masaya dayadı. Bugün Pazardı ve resmi bir toplantı olmadığı için daha rahat bir kıyafet giymişti. Geniş paçalı kumaş pantolonu kalçalarını sarıyordu, etek görüntüsü vererek iniyordu. Üzerinde de dar bir bluz vardı, göğüslerini güç bela kapatan derin dekoltesiyle bayağı dikkat çekiciydi.

''İyiydi, işten konuştuk.''

''Söyledin mi?'' Sam onaylarcasına başını sallayınca sordu. ''Ne tepki verdi?''

Ellerini masaya dayayan kadın onu süzdü. ''Tepki vermedi, sanırım onun için pek problem değil. Seninle veya başka biriyle çalışmak onun gözünde aynı…''

Kaşlarını çatıp dudaklarını kemirirken Sam doğruldu ve parmaklarını ona uzattı, sabah pek özenmediği için kısa olsa da dağınık duran saçlarını geriye taradı.

''Ne tepki vermesini bekliyordun ki?'' dedi eliyle onun çenesini tutup kendine çevirdi. ''Sonuçta kadın bizimle iş yapmaya çalışıyor. Tek düşüncesi şirketini rahatlatacak anlaşmayı imzalatmak, kiminle çalışmak zorunda olduğunu önemsemiyor. Sen veya benle muhatap olmak, onun umurunda değil. Sen neden umursuyorsun?''

"Umursamıyorum."

"Beni kandıramazsın Okan." dedi Sam, eğilip onun gözlerine bakarak. "Fakat sorun değil, o kadının oyunları hakkında tecrübeliyim. Aynı hastalığa tekrar düşmene izin vermem. Sorun şu: Yeniden o günlere dönmeyeceğin konusunda sen kendine güveniyor musun Okan?"

"Güveniyorum."

Sam ile konuşuyordu ama Okan şu anda orada değildi. Duyduklarından sonra temelli içi sıkılmıştı. Karısı, Sam'ın söylediği şarta her hangi bir tepki verseydi. Hoşuna gitseydi, sorgulasaydı, kızsaydı veya itiraz etseydi… Yapmamıştı. Melek her zamanki ona karşı duygusuzdu. Neden dert ettiğini bilmiyordu ama onda hiçbir iz bırakmadığını bir kere daha anlamıştı. Sam onu öpmek için eğildiğinde, bu kez kadını ittirmedi. Dudakları yumuşak bir kıvrılmayla buluştu. Kısa süren öpücükten sonra kendini geri çekti.

''Çalışmam gerek Sam.''

Kadın bıkkın bir tavırla doğruldu. ''Always!'' diye mırıldandı ve kapıya döndü. Duraklayıp yeniden ona baktı. ''Ah! Bu arada, Melek'i sevgilisi almaya geldi. Keşke seni de çağırsaydım, çift randevusu olurdu. Gerçi adam sürpriz yaptı sanırım. Çok hoş ve yakışıklı bir adam...''

Soran gözlerle kadına baktı. ''Sevgilisi mi?''

Sam gülümsedi. ''Evet, çok tatlılardı.  Sen bana hiç öyle kibarlık yapmıyorsun aşkım. Melek adamın sürprizinden hoşlanmışa benziyordu. Restauranttan sarmaş dolaş çıkışlarını görseydin, birbirlerine bayağı âşık olmalılar. Bence bir akşam, yemeğe çağırmalıyız.''

Eski kurşun yarasının altı yırtılırcasına sızladı. Demek Melek'in bir sevgilisi vardı! Nedense öfkelendi. Kendini Melek tarafından ihanete uğramış gibi hissediyordu. Dişlerini sıktı ve bilgisayarına döndü. Görmeyen gözlerle, raporları incelemeye devam etti. Sam, onun konuşmayacağını anlayınca fazla oyalanmadan odadan çıktı. Üstüne gitmemesi gerektiğini iyi biliyordu. Kadın odadan çıkınca, öfkesinden titreyerek masaya bir yumruk attı.

''Seni yalvartacağım Melek!'' diye hırladı. ''Beni terk ettiğine pişman olacaksın!''

Yerinde duramıyordu, ayağa kalkıp pencereye yürüdü. İstanbul'un en güzel yerindeydiler ve otel, boğazı gören muhteşem bir manzaraya sahipti. Ellerini cama dayadı ve sakinleşmek adına derin nefesler aldı. Melek'in bekâr biri olduğunu biliyordu. Tamam, ama hayatında başka biri olabileceğine inanamıyordu. Âşık olması ise başlı başına felaketti.

İstanbul'a gelirken onunla karşılaşmayı hiç hesaplamamıştı. Ayrılmadan önceki son telefon görüşmelerinde ailesini çok özlediğini ve Okan yüzünden onlardan ayrı kalmak istemediğini söylemişti. Ailesiyle kalmak için ondan ayrılmak istediğini ve Amerika'ya geri dönmeyeceğini söylemişti. Bahane olduğunu şimdi anlıyordu. Kadın her zamanki gibi salt varlığıyla onu mahvetmeyi başarmıştı.

Okan, İstanbul'a dönerken sadece annesi iyileşene kadar veya Sam buraya alışana kadar kalmayı hesaplamıştı. Kısa bir zaman alacağını düşünüyordu. Sam'ı burada bırakıp geri dönmesi için ikna olması gereken kişi annesiydi ve Sam'a bu kadar karşı ve katı olmasaydı, kendisi gelmeyecekti bile. Sam'a planlarından bahsetmeye gerek duymamıştı, zaten kadınla birlikteliklerinde duygu yoktu. Bir süreliğine yurtiçindeki otellerin başına geçmekten hoşlanacağını biliyordu. Bu fırsat, onun kariyeri için büyük bir adımdı. Melek'i görene kadar düşünceleri bunlardı, şimdi başka planları vardı. İntikam almak istiyordu, ilk defa birini duygusal olarak mahvetmek istiyordu. Başkasına âşık olan karısını diğer adamdan çalacak ve terk edecekti, onu acılar içinde bırakacaktı.

Masasına geri döndü ve hızlıca raporları cevaplamaya başladı. Bir saat sürmüştü, gözlerini ovuşturarak doğruldu. Sekreterinden yarışma ile ilgili teklif dosyasını istedi. Yaklaşık iki saatte onun hakkında çalıştı çünkü bir açık bulmaya uğraşmıştı ama her şey mükemmeldi. Otel de kazanacaktı, ayrıca reklam tarafı çok iyiydi. Sponsorları da önde gelen firmalardı, onlarla ilgili de sorun bulamadı. Sorun yapacağı noktayı bulamadığından kendisi problem yaratmaya karar verdi. Ve bazı fiyat kalemleriyle biraz oynadı, eklemeler yaptı.

Sekreteri Fatih'in numarasını bulmuştu. Beklemeden adamı aradı. Biraz baskılayarak Melek ile anlaştıkları ücreti öğrenmeyi başardı. Kendi hesaplarına göre Fatih'in vereceği parayla kağıtta gördüğü bedeli Melek'in ödemesi imkansızdı. Yani karısının bütçesi tamamen tepetaklak oluyordu. Tuhaf, rahatsız bir hisle geriye yaslandı. Melek'i iş yönünden vurmak acımasızlıktı ama kaşınıyordu. Hem onu terk etmişti hem de ondan başkasına âşık olmuştu.

                *           *          *

Sonraki üç gün boyunca, Melek'i resmen peşinde koşturdu. Ne telefonlarına çıktı ne de Sam'ın cevaplamasına izin verdi. Sam kuşkulu gözlerle sürekli onun davranışlarını izliyordu ama hesap sormuyordu. Çarşamba sabahı işyerine geldiğinde de uykusuz ve gergindi. Bir süre rutin işlere göz attıktan sonra masadaki zarf dikkatini çekti. Zarf onun adınaydı ve bir yardım kuruluşunun amblemi vardı.

Zarfı açtığında bir davetiye olduğunu gördü. Hastanenin çocuk servisi için, açık arttırmalı satış yapılacağı ve hasta çocuklara eğlence programı sunulacağı yazıyordu. Eğlence ve açık arttırma, çocuklar ve katılımcılar için verilecek piknikten sonra yapılacaktı. Tarihe gözü ilişti yarın tarihliydi, yarın için programı doluydu. Belki muhasebe müdürünü gönderebilirdi veya Cevat beyi. Davetiyeyi zarfa geri iterken Güvensoy Organizasyon yazısını gördü ve durakladı. Bu Melek'in şirketiydi, organizatör olduğuna göre orada olacağı kesindi. Masa telefonuna uzandı.

''Tülin, yarın için tüm programı bir sonraki günlere kaydır. Rusya'dan gelen konuklara da otelin spasında masaj hediye edelim. Toplantı için onları oyalayacak bir program hazırla. Bu arada masamın üzerindeki zarfı kim getirdi?''

''Davetiye zarfı değil mi efendim?''

''Evet.'' dedi davetiyeyi çevirirken.

''Efendim, o zarf geçen gün kurye ile gelmişti. Samantha Hanım ilgilenmeyeceğinizi söyleyerek atmamı istedi. Ben görmek isteyebileceğinizi düşündüm. Sizi kızdırdıysam özür dilerim, sorumluluk bana ait.'' Diye gergin bir sesle konuşan kız ekledi. ''Bir daha olmaz Okan Bey.''

''Samantha bunun ne olduğunu biliyor muydu?'' kaşları çatılmıştı. Sam, bu tarz yardımlar konusunda onun ne kadar hassas olduğunu bildiği halde neden davetiyeyi attırmak istemişti ki?

''Aynı davetiyeden kendisine de geldiği için bildiğini düşünüyorum.''

''Tamam, Tülin. Teşekkür ederim. Benim ismime gelen hiçbir şeyi bana sormadan atmaman akıllı bir davranış. Cuma günü randevularını ayarlayınca bana planı gönder ayrıca bak bakalım bugün bitirebileceğimiz toplantılar var mı?''

''Evet efendim. Bugün için aslında bir mesajınız var. Güvensoy Organizasyondan bir hanım ısrarla görüşmek istiyordu. Meşgul olduğunuzu söyleyeyim mi?''

Melek köşeye sıkışmıştı. Fiyat alamadığı bir yeri tanıtıma koyarsa olacağı buydu. Fatih'in firmasından otelin tanıtımı için cd istemişlerdi, Tülin'e adamların istediklerini göndermesi için talimat vermişti. Demek ki, Melek oldu gözüyle bakıyordu. Düşüncesiz kadın, ya bu işlerden hiç anlamıyordu ya da istediğini almak için onun annesini devreye sokacaktı. Karısı hala annesinin göz bebeği idi. Eski karım diye düzeltti düşüncelerini ve nefes alıp Tülin'e yanıt verdi.

''Ona sadece akşam boş olduğumu söyle. Yani tekrar ararsa, akşam yemeğinde onu dinleyebileceğimi söyle.''

''Peki, Okan Bey!''

Telefonu kapattı ve sırıttı. Bakalım hanımefendi akşam yemeği teklifini nasıl karşılayacaktı?

                  *          *          *

Normalde Perşembe günü yapılması gereken ama erkene aldığı personel toplantısından çıkıp odasına giderken Tülin masasında ayağa kalktı.

''Okan Bey.'' Kadına bakınca Tülin konuşmaya devam etti. ''Güvensoy'daki hanım tekrar aradı. Teklifinizi kendisine ilettim. Akşam için planı olduğunu üzülerek bildirmemi istedi.''

''Planı mı varmış?'' diye homurdandı, sıkıcı geçen toplantıdan sonra onu sinirlendirecek haberi duyunca patlamıştı. ''Akşam akşam ne planı olabilir ki?''

''Sormadım efendim.'' Dedi kararsızca, sorunun tuhaflığına afalladığını saklayamamıştı.

Odasına sinirli adımlarla yürürken arkasından Sam seslendi. ''Okan Bey, konuşabilir miyiz?''

''Gel!'' dedi kapıyı açık bırakarak.

Kadın içeri girdi ve kapıyı kapatır kapatmaz söylenmeye başladı. ''Perşembe günü için tüm randevuları iptal etmişsin. Tüm programım alt üst oldu, neden yaptın? Bir sorun mu var?''

Masasındaki koltuk yerine oturma grubuna oturdu ve ayakkabılarını çıkartıp ayaklarını sehpaya uzattı.

''Perşembe günü için acil işim çıktı. Sana sormam gerektiğini bilmiyordum.''

Sam bir an afalladı. ''Sormak değil Okan, şey, ben annene bir şey oldu sandım da o yüzden endişelendim. Bugünlerde neden sinirlisin? Bir şey mi oldu?''

Okan başını geriye yaslayıp kadını süzdü ve yavaşça konuştu.

"Bana gelen davetiye zarflarını vetolama hakkını sana ne zaman verdim? Kiminle görüşeceğime veya nereye gideceğime ne zamandan beri sen karar veriyorsun?"

Sam şaşırdı. "Ne?"

"Bu gereksiz işi, ben ve Tülin kendi aramızda hallediyorduk. Sana ne oluyor Sam?"

Sam gülümsemeye çalıştı ama gerginlikten başaramadı. Ona doğru adımlarken Okan elini kaldırıp yaklaşmasını engelledi. Olduğu yerde duran Sam tedirgin bir sesle konuştu.

"Bana da gelmişti my love, kimin ne amaçla gönderdiğini tahmin ettiğim için görmeni istememiştim. Okan, ben sadece seni düşündüm. Seninle oyun oynamasına izin veremezdim. O bencil ve aptal kadın seninle dalga geçer gibi bir de yardım..."

Başını doğrultan Okan sert bir sesle lafını kesti. "Melek'e bir daha hakaret etme Sam. Asla! Bir daha duyarsam canını sıkarım."

Sam irkildi ve dudakları titredi. "Ben... Ben özür dilerim... Seni sinirli bir insana çevirdiğini gördükçe üzülüyorum. O sana zarar veriyor Okan. Ben katlanamıyorum."

"Ben baş edebilirim, sen yorum yapmasan da olur."

"Baş edebildiğini iki sene önce gördüm!" dedi Sam tuhaf ve gergin bir sesle. Okan kaşlarını çatınca, Sam hızlı bir iki adım attı ve Okan'ın yanına çöktü. Sesi yumuşamıştı. "Özür dilerim, gerçekten. Ben sadece seni korumaya çalışıyordum."

"Buna gerek yok ben iyiyim." dedi ve derin bir solukla gözlerini kapattı. "Çok iyiyim."

Birkaç saniye kimse konuşmadı. Sam Okan'a dokunmaya çekinir bir duruşla, tepkisini izliyordu. Okan gözlerini aralayana kadar hiç kıpırdamadı. 

"Başka bir şey mi var Sam?" 

Kadın tedirgin bir sesle konuştu. "Bana çok kızdın mı Okan?"

Okan dudaklarını kemirerek bir süre kadının üzgün yüzüne baktı. Sam mahcup bir bakışla sanki ona yalvarıyordu. Cesaretini toplayan Sam elini uzatıp Okan'ın kanepede duran eline dokundu, parmaklarının uçlarına. Bakışları hafifçe okşadığı parmaklarda olduğu halde titrek bir sesle konuştu.

"Seni uzun zamandır bu kadar dağılmış görmedim Okan. Sen iyileşmiştin. Benimle mutlu olduğunu düşünüyordum ama İstanbul'a geldik ve sen benden uzaklaştın. Bu benim canımı acıtıyor. " Gözlerini kaldırıp onu izleyen Okan'a baktı. "Ben sana yetemiyor muyum?"

Okan elini çekip saçlarına daldırdı ve bakışlarını karşı duvara dikti. "Klasik bir cevap olacak ama şu durum için doğru bir saptama. Sorun sende değil Sam, ben de. Kendi mutluluğuna odaklanmalı ve benimle uğraşmayı bırakmalısın." dedi ve yutkundu. "Sanırım akıllanmayacağım çünkü ruhum yine zehirlendi."

Melek zehri tarafından zehirlenmişti ve panzehri de yine katilinin elindeydi. Acaba bu hali psikolojik miydi, yani terk edilmenin verdiği bir hazımsızlık durumu muydu? Okan ilk defa terk edilmişti ama bu sarsıntının yaratacağı depresyona kapılacak kadar duygusal biri değildi. Belki kendisini tanımıyordu.

"Yaptığım düşüncesizlik için beni affet Okan ve sana yine yardımcı olmama izin ver. Ona olan duygularını yok etmeni sağlayabilirim." Okan başını çevirip ona baktığında devam etti. "Ne istersen yaparım Okan."

"Neden bana karşı bu kadar ilgilisin Sam?" dedi aylardır aklına gelmesi gereken bir detaymış gibi aniden soruverdi. Her şeye o kadar yabancı kalmıştı ki, unutmuştu, duygular yenice anlamlanmaya başlamıştı. Sanki son iki senedir hissetmiyordu da, hissetmeyi yenice hatırlamıştı.

"Çünkü senin yanında güvendeyim Okan." dedi kadın. "Mutlu oluyorum. Daha mutlu olmam için beni affettiğini söyle, lütfen."

"Af edecek bir şey yok, Sam ama bir daha yapmamanı rica ediyorum." dedi bıkkınca. "Şimdi, beni yalnız bırakır mısın?"

Sam doğruldu ama ayağa kalkmaktansa geniş sehpanın üzerine oturdu. Kısacık eteği, uzun bacaklarını pek saklamıyordu. ''Yalnız kalıp düşüncelerinin arasında kaybolmanı istemiyorum Okan. Beni gerçekten affettiysen bunu göstermelisin. Seni rahatlamama izin ver my love.''

''Yorgunum.'' dedi, başını geriye yasladı. ''Biraz dinlenmek istiyorum. Bir saat sonra telekonferansım var. Çenemin gücünü ona saklamalıyım.''

Sam sırnaşık bir tavırla elini onun bacaklarına koydu ve baskılı dokunuşlarla yukarıya doğru okşayarak yükseldi. Gözlerini yarı yarıya aralayıp kadının ne yaptığına baktı. Sam istekli bakışlarla onu süzüyordu.

''Zaman kısa ama elimden gelenin en iyisini yapacağım ve çenesini yoran sen olmayacaksın." 

Az önce ağlamak üzere olan kadındaki ani ruh değişikliğine şaşıran Okan tepki vermeyince; Sam biraz daha yanaştı ve fısıldadı. "Benden uzaklaşma lütfen. Ret etme."

"Senden uzaklaştığım yok, yorgunum dedim." diye bıkkınca konuştu. 

"Şu gereksiz öfkeni yatıştırmamız gerek ve aklıma çok cazip bir yol geliyor. Biliyorum iş yerinde sana yaklaşmamı istemiyorsun ama belki gerginliğini alabilirim. Bana ihtiyacın var aşkım.''

Kadının parmakları izin ister gibi pantolonun kemerinde oynaştı. Okan uzanıp kadının elini tutup çekti.

"Yapma Sam, istemiyorum."

"İstemediğini sanıyorsun ama ihtiyacın var Okan. Sana burada ve hemen dokunmama izin ver, bir kez olsun aşkım."

Bir kural yıkacaktı, neden olmasın? Zaten hayatı yeniden tepesine devrilmişti. İki sene öncesi gibi kendini sefil hissediyordu. Dudaklarını yaladı ve başını kanepeye yasladı.

"Farkında mısın ama az önce biz tartıştık. O gerginliğin üzerine seninle sevişmemi bekleme."

Pes etmeyen Sam şuh bir kahkaha attı. Eğildi ve elini yeniden zevk merkezine uzattı. "Okan, aşkım, şu sözü hiç duymadın mı? En iyi sevişme kavgadan sonra yapılırmış. Bunu test etmeye ne dersin?"

Okan kadının okşayışlarına kayıtsız kalmayı başaramamıştı. Arzu onun bedenini ele geçirmişken mantığı son bir gayretle mırıldandı. ''Yanımda prezervatif yok.''

Sam gülümsedi ve ona yaklaşarak eteğini yukarıya çekti. Kucağına oturdu. Dudakları onun kulak memesini çekiştirirken fısıldadı.

''Yapacağım şey için ona gerek yok. Kendini bana bırak Okan ve senin zehrini dudaklarımla çekeyim.''

Okan başını geriye yasladı, boğazını kadının dudaklarına teslim etti. Sam kibar ama baskılı öpücüklerle yüzünü ve boynunu öperken bir yandan da kravatını çözdü. Birkaç düğmeden sonra tutkulu dudaklar onun göğsüne indi. Kemerini çözen parmakların fermuarını indirdiğini hissetti ve kendini tutamayan Okan elini, kadının eteğinin altına attı. Varla yok arasında tutunan iç çamaşırına ulaşmışken Sam kendini geri çekti. Okan parmaklarının ucuyla dokunabildiği sıcaklıktan yoksun kalınca homurdandı. Sam onun hoşnutsuzluğunu zevke çevirmek için elini pantolonundan içeri soktu.

''Keyif alacak olan sadece sensin my love, sadece sen.'' diye fısıldayan kadın, eliyle onun hassas bölgesini avuçladı. Masaj yaparak okşarken Okan boynunda gezinen dudakların da etkisiyle hafifçe inledi. Sam kesinlikle rahatlatma işini iyi biliyordu.

Okan ellerini kadının kalçasından çekti ve kollarını kanepenin arkasına attı. Sam boynundan yarı yarıya açık olan göğsüne indi, bir yandan da eliyle onu okşamaya devam ediyordu. Okan aldığı hazza kendini bırakmıştı. Sam iyice eğildi ve onun hassaslığına, dudaklarını usulca sürterken bir yandan da inledi. Onu çıldırtmaya çalışıyordu. Kadının oynadığı oyun derinleştikçe, daha hoşuna gider olmuştu. Sıcak dudakların baskılı masajıyla kasılan Okan'ın şehvete bulanmış zihni bambaşka yerlerde uçuyordu. 

Zirveye yükselirken aklına gelen tek isim ise duyarsız karısıydı, ismini haykırmamak için kendini zorladı. Sonunda beyni çalışmayı bıraktı ve bir an sonra odaklandığı tek şey, Sam'ın hünerli ağzındaydı. Dişlerini dudağına saplayan Okan inlemesini bastırdı, sarsılarak ve kasılarak rahatladıktan sonra bir süre soluğunun düzelmesi için bekledi.

Sam dağılmış saçına ve makyajına çeki düzen verirken o da yerinden doğruldu ve fermuarını çekti. Gömleğinin düğmelerini ilikledi ve kırışmış gömleği eski haline getirmeye çalıştı. Sam kravatına yardım ettiğinde uzun ve tutkulu bir öpücükle kadına sarıldı.

''Şimdi gitmeliyim my love.'' dedi Sam onun yüzünü okşayarak. ''Akşama bana gelirsen hiç pişman olmazsın. Seni çok özledim.''

''Belli oluyor.'' dedi ve yarım gülümsemelerinden birini gönderdi.

Sam parmağını yanağında dolandırdı. ''Gülümsemene ve şu dimple olayına bayılıyorum.''

''Hadi, şimdi git de konferans için kendimi toplayayım.'' Diyerek kadının kalçasını okşadı ve ileri iteledi.

''Akşamı unutma.''

Yapacak başka bir şeyi yoktu nasıl olsa... ''Tamam, unutmam.''

Telekonferans bittikten sonra bankacılarla kısa bir toplantı yaptı. Herkesi gönderince koltuğuna yığılır gibi oturdu. Birkaç imza işi kalmıştı, onları hallettikten sonra hemen eve gitmeyi planladı. Çok uzun bir gün olmuştu. Aklı Sam'ın sözleriyle meşguldü ve geçmişe baktıkça kadına hak vermekten kendini alamıyordu. Okan iki sene önceki adam değildi, çok fazla kırılmıştı. Ve onu parçalara ayıran zalim, başkasıyla beraberdi. İhanete uğramış hissetmemesi gerekirdi, Melek'in yaptığı normaldi. Ama o Melek'i severken, Melek nasıl olur da başkasına aşık olabilirdi... Unutmak istedikçe hücrelerine sızıyordu. İçinden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Tek yapmak istediği eve gidip biraz spordan sonra kendine içki alıp televizyonun karşısında saatlerce oturmaktı. Boş gözlerle televizyona bakmak ona bir çeşit terapi sağlıyordu. Hiçbir şey düşünmek istemiyordu. Özellikle de Melek'in erkek arkadaşını... Şanslı piç!

Karar vermişti ama yapamayacağını yoldayken anlamıştı. Tek başına evinde oturması demek, tüm gece boyunca öfkeden kudurması demekti. Çünkü aklı sürekli Melek'in sevgilisindeydi. Adamın nasıl biri olduğunu dahi merak ettiğini fark etti. Tercih edildiği adamın nasıl bir özelliği vardı da Melek'i etkilemeyi başarmıştı. Arabasını sürerken kaza yapmamak için ellerini gevşetip derin bir soluk aldı. Sakinleşmeliydi ve bunun için de nereye gideceğini iyi biliyordu.

Evine gidip hızlı bir duş aldı. Uzun kollu bir tişört giyip kotunu da çektikten sonra Sam'a gitmek için yola çıktı. Yarı yolda telefonu çaldı, arayan Sam'dı.

''Evet.''

''Okan yolda mısın?''

''Yaklaştım sayılır.''

''Aşkım meyve alır mısın? Ben almayı unutmuşum. Yemek yemedin değil mi?''

Aklına bile gelmemişti. Sam'ın dediği doğruydu galiba, yine yemek yemeyi unutuyordu. İki sene öncesi gibi...

''Yemedim, tamam alırım. Özellikle istediğin bir şey var mı?''

''Karışık bir şeyler alırsan sevinirim.''

''Tamam, az sonra görüşürüz.''

Telefonu kapatıp Sam'ın evinin bir sokak aşağısındaki markete doğru arabasını yönlendirdi. Markete uğraması iyiydi, bu gece için ihtiyacı olacak olanı almayı unutmuştu. Sanki Sam ile sevişmeyeceklerdi de... O an aklına gelen bir düşünceyi şimdiye kadar nasıl fark etmediğini anlayamadı. Sam ile sevişmek aklında yokken dahi kadın ne yapıp edip onu yatağa çekiyordu. Tamam, çok ısrar etmesine gerek kalmıyordu ama bu yine de bu saat itibarıyla tuhafına gitti. Acaba doyumsuz olan hangisiydi?

 Marketin küçük otoparkına arabasını park etti ve markete girdi. Sebze reyonundan biraz elma, kiwi, muz, armut aldı. İçki reyonuna uğradı, şarap ve viski aldıktan sonra kasaya gitti. Market tenhaydı, o yüzden sıra beklemedi. Kasanın yanındaki prezervatiflerden de bir paket alıp malzemelerin yanına bıraktı.

''Okan?''

Başını çevirip duymayı hiç beklemediği sesin sahibine baktı. Melek elinde alışveriş sepetiyle az ötesinde duruyordu. Onu gördüğüne şaşırmış bir hali vardı, zaten o da şaşırmıştı.

''Senin ne işin var burada?'' dedi şaşkınlığının verdiği kaba bir sesle. Tüm gün ona öfkelenmişti, tepkisini normal tutamadı. ''Yoksa beni mi takip ediyorsun?''

''Ne münasebet!'' dedi Melek sepeti boş kalan uca yerleştirirken. ''Aynen senin gibi, ben de alışverişe gelmiştim.''

Melek alışveriş amacını keskinleştirmek için eliyle onun aldıklarını işaret ederken bakakaldı. Ne şans, kasiyer de o sırada prezervatif paketini okutuyordu. Melek kızın elindeki pakete baktı ve sonra da onun yüzüne. İkisinin yüzü aynı anda kızardı. Birbirlerine asır gibi gelen birkaç saniye baktıktan sonra Melek başını indirdi. Okan, paket için rahatsız olmaması gerekirken nedense gerilmişti. Aldıklarını hemen poşete koymaya başladı.

''Buralarda mı oturuyorsun?'' dedi rahat bir tavırla konuşmaya çalışmıştı ama pek başarılı olamadı.

Melek kendi sepetine bakmaya devam etti ve omzunu silkti. ''Öyle''

Okan elinin ayağına dolaşmasına sinir oldu, neden Melek'i her görüşünde aptallaşıyordu? Öfken yüzünden diye hatırlattı kendine. Unuttun mu o seni terk etti, şimdi de başkasıyla iş pişiriyor. Acaba sevgilisi kimdi? Kaşlarını çatmış, onu seyrederken; Melek başını kaldırıp Okan'a baktı.

''Okan.''

''Evet Melek.''

Melek kaşlarının bir hareketiyle kasiyer kızı gösterdi. ''Arkadaş sana sesleniyor.''

"Hangi arkadaş?"

Yan taraftan bir kıkırdama gelince başını çevirdi ve ona sırıtan kasiyerle göz göze geldi. Okan buharlaşma isteği ile kıvranarak dudağını ısırdı. Kız imalı bir şekilde sırıtışını genişletip konuştu.

''Üç yüz elli iki, otuz yedi.''

Kotunun arka cebinden cüzdanı çıkardı ve kartını kıza uzattı. Utancından Melek'e bakamıyordu, onun yerine hala sırıtışı yüzüne yapışmış kasiyere bakışlarını dikti. Kız hiç acele etmeden kartı makineye okuttu, sayıları girdi, bekledi... Bekledi... Bekledi. İyiden iyiye gerilen Okan sabırsızca kıza bakmaya devam ediyordu, Melek ise konuşmuyordu. Kartın işi bitince kız gözlerini süzerek ona uzattı.

''Buyurun beyefendi, yine bekleriz.''

Okan kartı cüzdanına koyarken kıza cevap olarak homurdandı.

''İyi günler.''

Sonra Melek'e baktı. Genç kadının gözleri yine kendi alışveriş sepetine dikilmişti. Uzun kirpiklerinin yanağını gölgelendirmesine hayranlıkla bakarken derin bir nefes aldı.

''Seni bırakayım mı?''

Melek başını kaldırdı. ''Gerek yok, arabam var.''

Karısı aldıklarını kasiyere uzatırken Okan da konuşmayı nasıl uzatacağını düşünüyordu. Eski! Eski karısı! Karısı değil!

''Aldıkların için yardıma ihtiyacın var mı?'' dedi son bir gayretle.

Melek kendi aldıklarına baktı. Bisküvi, cips, iki paket çikolata, süt, üç paket kraker... Sonra Okan'a döndü, gülmemeye çalışan ciddiyeti her an yıkılacak bir suratla.

''Sanırım taşıyabilirim.'' dedi. ''Süt zorlar ama baş edebilirim.''

''Taşımaya değil, tüketmeye yardım etmeyi teklif etmiştim.'' dedi.

Melek ile birlikte kasiyer kız da aynı anda kahkahayı bıraktı. Okan elinde kendi poşetiyle gülen kadınlara baktı ve o da sırıttı. Melek öyle samimi ve tatlı gülüyordu ki daha fazla ciddi duramadı. Onun daha önce hiç bu kadar coşkulu güldüğünü duymamıştı. Belki karısını o güldürememişti. Eski karısını...

''İyi geceler Okan.'' dedi Melek kasiyere aldıklarını uzatmaya devam etti. ''Görüşme talebime evet dersen sana bir paket cips veya çikolata getiririm, söz.''

''Şimdi karşındayım ya.'' dedi. ''Fırsat ayağına geldi.''

Melek kaşlarının altından ona baktı. ''Teklif dosyam yanımda değil. Ve çok yorgunum. Sana açıklama yapamayacağım.''

Işıldayan gözlerine hasta olmuştu, çünkü şu anda Melek mutluydu. Evliliğinde Melek'i mutlu görmek için ne çok çabaladığını anımsadı. Aksilikler peşini bırakmamıştı ama arada ışıldayan gözler onun ödülü olmuştu. Onunla vakit geçirmeyi özlediğini fark etti. Bir gün olsun Melek'i yanında istiyordu. Özgürce konuşabileceği ve doya doya güzel yüzüne bakabileceği bir gün istiyordu. Melek kartını, kıza uzatırken; Okan onun ilgisini çekmek için bir adım yaklaştı.

''İşten başka bir şey düşünmez misin?''

Melek yan gözle ona baktı. ''Peki, sen ne zaman işten başka bir şey düşünmeye başladın?'' Okan kaşlarını çatınca, sahte bir gülümsemeyle ekledi. ''İyi geceler Okan!''

Melek kibarca onu kovuyordu, belli ki onu bekleyen adama daha önem veriyor ve burada durup Okan ile vakit kaybetmek istemiyordu. Samimi ortam birden buza döndü. Melek'in akşam için bir randevusu olduğunu hatırladı ve bu yüzden onun yemek teklifini ret ettiğini. Süt içip çikolata yiyeceği bir adam için, bir iki saatini olsun onunla harcamak istememişti. 

Okan elindeki poşeti sıkarken homurdandı.

''Yetişmen gereken biri mi var?''

Onları merakla izlemekten işini yavaş yapan kasiyerin önünde kavga etmemek için kendini tutması gerekiyordu ama ilkel güdüleri şu anda beynini kızartıyordu. Bir zamanlar yanı başında olan kadınını, gözlerinin önünde başkasına kaptıran mağara adamından farksızdı. Melek'i saçlarından yakalayıp mağarasına sürükleyebilirdi, bunu yapardı. Fakat Melek daha ustaca bir silah çekti. Başıyla onun poşetini gösterdi.

''Benim değil de senin yetişmen gereken biri var anlaşılan.'' dedi ve sinirli bakışlarını ona çevirdi. ''Fazla bekletme bence, ateşi sönmesin.''

Melek kendi poşetini aldı ve kıkırdayan kasiyer kıza teşekkür edip kapıya döndü. Okan, karısının peşinden giderken kasiyer kızın sesini işitti.

''Ne demek benim için zevkti.'' Dedi ve resmen güldü. ''Asıl ben teşekkür ederim. Ne zamandır böyle tutkulu bir aşk filmi seyretmemiştim.''

Okan kapıdan çıkarken kıza sert bir bakış attı ama kız sırıtışını hiç bozmadı. Melek gri renkli bir Opel Astra'nın yanındaydı, aldıklarını yolcu koltuğuna koyuyordu.

''Melek, seninle konuşabilir miyim?''

Melek kapıyı kapatıp ona döndü. ''Son birkaç gündür buna fırsatın vardı Okan. Beni niye sürekli ret ettin?''

''İşle ilgili değil ya.'' dedi kadının karşısında durdu. ''İşi unut şimdi.''

''Unutamam, bana ne azap çektirdiğini biliyor musun?''

''Yoğundum anlayamadın mı? Ayrıca seni davet ettim, ret eden sendin.''

''Sen hep yoğunsun zaten.'' diye ağzının içinde homurdanan Melek yumuşamamak için kendini zor tutuyordu, yüzünden belliydi.

''Yemeğe davet ettim ama!'' dedi kendini haklı çıkarmak için. “Ret eden sendin!”

Melek'in son günleri oldukça kötü geçmiş olmalıydı. Bütçe konusunda sıkıştıran Fatih'in eski karısının üstüne çok gittiğini tahmin etti. Yüzünün solgun olduğunu fark etti, az önce kızaran yanakları yüzünden bu solgunluğu anlayamamıştı. Fatih'e sadece fiyatı yükseltmemesini söylemişti ama anlaşılan sersem adam bu izinden istifade edip Melek'i köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Yarın Fatih'i arayıp ağzına sıçmayı beynine not etti. Melek'i onun dışında kimse süründüremezdi.

''Ne yemeği ya!'' diye söylendi. ''İşimizi pek ciddiye almıyorsunuz anlıyorum, ne de olsa siz koskoca Kristal Grupsunuz. Size bir şey olmaz! Yine de iş gereği bir cevap verebilirsiniz, değil mi? Ne kadar zor durumda kaldığımı… Lanet olsun! Talihin böylesi… Her neyse, iş konusunda seni daha profesyonel sanırdım, yanılmışım!”

Kalbinin çevresine inşa ettiği devasa kale, acımasızca saldıran düşman tarafından sarsılıyordu. Masum görünen şeytanının yanına gidip Melek'i kollarına alma isteğine çok baskındı, teselli etmek istiyordu. Asıl üzgün olan kendisiyken onu çılgına çeviren duygusuz bir meleği teskin etmek istiyordu.

''Melek...'' dedi yumuşak bir sesle.

Sokak lambalarının ve otopark ışığının aydınlattığı durgun yüzünü ona çevirdi. Melek gergindi ve bakışlarında onu seneler öncesine götüren bir çekingenlik vardı. Elindeki poşetleri yere bıraktı ve genç kadının yanına yürüdü. Melek soran gözlerle onu izliyordu, sırtını iyice arabasına dayadı. Okan, genç kadına dokunmadı ama ona, nefesini hissedecek kadar yaklaştı.

"Bana tek bir cevap ver."

Melek soluksuzca konuştu. "Sana cevap verme zorunluluğum yok."

"Henüz sorumu sormadım tatlım." diye fısıldadı.

"Sadece iş hakkındaki sorularını cevaplarım. Başka..."

Okan onun lafını kesti. "İşin canı cehenneme Melek." dedi sakin ve yumuşak bir sesle. "Lütfen bana cevap ver. Beni hayatında başka biri olduğu için mi bıraktın, yoksa içinde ben olduğum için mi o hayatı bıraktın?''

Melek dehşete düşmüş bir tavırla irkildi. Kaçacak gibi duruyordu, Okan ellerini iki yanına dayadı. Yüzüne doğru eğildi. 

"Söyle Melek."

"Önemli mi?" diye titrek bir sesle konuşan Melek'in tedirginliği başını döndürdü.

"Evet, benim için önemli." dedi ve derin bir nefes aldı. 

Melek kekeledi. "Her ikisi... Dediğin sebeplerin her ikisi de doğru değil." dedi zorlukla konuşarak. "Eski sayfaları karıştırmayalım Okan, ikimize de zarar verir."

Parfümü enfes kokuyordu. Gözlerini kapatıp nefis kokuya kapılmış bir halde arzusunun kaynağına doğru eğildi. Burnunu Melek'in coşkuyla atan şah damarının üstünde gezdirdi ve kokladı. Nasıl da özlemişti bu cennet kokusunu! Dudaklarına… Tenine dokunamazsa çıldıracaktı. Kalbi deliye dönmüştü. Melek'in yalvaran sesini duymamış olsaydı, öpecek kadar kendinden geçmişti.

''Okan...''

Gözlerini açtı ve bir santim ötesinde duran Melek'in aralanmış dudaklarına baktı. Ve uzun kirpiklerin arasında buğulanmış gözlerine... Neredeyse ağlayacaktı. Korkmuş muydu? Yaşlarını gözlerine hapsetmek için yavaşça kapatan Melek kıpırdamaksızın yalvarır gibi inledi.

''Okan... Lütfen!''

Ona neler oluyordu, hemen kendini geri çekti. Karısı ona hiç bir şey yapmamıştı ama o sersem baştan çıkmıştı. Tüm bedeni titrerken ellerini saçlarına daldırdı.

''Lanet olsun!'' diye saçlarını çekiştirdi. Kadını resmen taciz etmişti ve şimdi de utancından yerin dibine girmeyi diliyordu. ''Ben... Bunu amaçlamamıştım Melek, bu duruma nasıl geldim anlamıyorum.''

Melek yutkundu. Titrek bir sesle konuştu.

''Sanırım yeniden karşılaşmak ikimize de yaramadı.''

İkimize de mi? Şaka yapıyor olmalıydı, aptallaşan bir tek kendisiydi. Melek her zamanki gibi kendini çok iyi kontrol edebiliyordu, mantıklı ve düzgün davranıyordu. Karşısındaki kadını korkutmak pahasına güdülerinin esiri olan oydu.

"Ben sadece sana bir soru sormak istemiştim." dedi kendi kendine öfkelenerek.

"Sana verecek cevabım yok Okan. Ben... Artık... Gitmeliyim.'' dedi Melek sarsak hareketlerle doğruldu. ''Sonra görüşürüz.''

''Melek...'' dedi yeniden ama asıl sormak istediği şeyi yuttu. Sevgilisi olup olmadığını onun ağzından duymaya ihtiyacı vardı. İtiraz etmesine ihtiyacı vardı, doğruyu duymak istemiyordu. Fakat tamamen kendinden geçerek yaptığı tacizin utancıyla başını salladı. ''Ben çok üzgünüm. Sonra görüşürüz.''

Başını çabucak sallayan genç kadın panikle ondan kaçarken kendisine bildiği tüm küfürleri sallıyordu. Melek arabayı çalıştırdıktan sonra bir an ona baktı ve başını çevirip gaza bastı. O ise gidenin ardından baktı kaldı, tek başına ve karışık duygularla başı dönerken. İntikam mı alacaktı, kimden? Bu oyunda çoktan yenilmişti, acı çeken sadece kendisiydi. Bir ihtimal Melek'i de kendi cehenneminden tattırabilirdi, tabi az önceki kadar aptalca davranmazsa.

Telefonu çalınca kendine geldi. Arayanın kim olduğunu tahmin ediyordu. Yerdeki poşetleri aldı ve arabasına gitti. Telefon nihayet susmuştu. Kadına gelemeyeceğini söyleyen bir mesaj attı ve arabayı boğaz manzaralı uygun bir yer bulana kadar sürdü. Viski şişesini çıkarttı ve dibini görüp arabasında sızmadan elinden bırakmadı.

Kalbi gümbür gümbür atarken arabasının kontağını zorlanarak çevirdi. Heyecandan soluğu kesiliyordu, eli ayağı titriyordu. Az daha Okan onu öpecekti ve o da öpmesini o kadar istiyordu ki; beklenti ve heyecanından dolayı adamın ismini boğazından kaçırıvermişti. Neden inlemişti? 

Okan da ne yaptığını fark edip o büyüden kurtuluvermişti. Çenesini tutsaydı özlem duyduğu dokunuşa kavuşacaktı. Başını çevirip karanlık bakışlarla ona bakan genç adama baktı. Davranışı için çoktan pişman olduğu dağılmış yüzünden belliydi. Anlık bir arzuya kendini kaptırdığını görebiliyordu.

Başını ileriye çevirdi ve kendi kendine mırıldandı.

''Salaklaşma, onun bir sevgilisi var. Lanet paketi, kendi gözlerinle gördün. Balon niyetine almış olamaz.''

Okan'ı otoparkta bırakıp giderken hala yaşadığı baştan çıkarıcı anın etkisindeydi. Onu ne hale getirdiğini görmüyor muydu? Karşısında nasıl zayıf kaldığını anlamıyor muydu? Okan onunla resmen dalga geçmişti ama kısacık bir an, genç adamın samimi olduğunu hissetmişti. Öpücük için, resmen gözleriyle adama yalvardığını düşündükçe çıldırıyordu. Okan'dan uzak durmalıydı. Terk ettiği için onu affetmeyeceğini biliyordu çünkü önleyemediği anlık karşılaşmalar dışında genç adam, onu görmek bile istemiyordu. Yoksa Okan ona yakın kalabilmek için kendini tutamazdı, tabi bu onunla ilgili olduğu geçmiş zamandı.

İki aylık dönemde Okan bedenen onun yanındaydı fakat zihin ve kalben çok uzaklarda olduğu belliydi. Tek başına yurt içindeki otelleri yöneten annesini kollamasına ve düşünmesine elbette itirazı olamazdı. Yine de Ayla Teyze'ye ayırdığı kalbinin bir parçasını ona bağışlayabilseydi... Hepsini istemiyordu, onu düşündüğünü bilecek kadar sevgi ona yeterdi. Yanında bir çanta olarak gezmek zoruna gitmeye başlamıştı ki, değerli iş çantası bile çoğu zaman Okan'ın işine yarıyordu.

Okan'ın hırsı, onu, o zamanlar korkutmuştu. Kazanmaya olan doyumsuz açlığı Okan'ın aklını her şeyden çok meşgul ediyordu. Melek, Okan'ın yanında aksesuar olarak hayatını sürdüremezdi. Okan'ı seviyordu ama gün gelecek onun sevgisi, ikisine birden yetmeyecekti. İkisi de çok gençti, belki Melek o nedenle ilk aşkının sevgisini hissetmek istiyordu ve bu his onun için çok önemliydi. Okan'ın ise bu çabaya hiç vakti yoktu.

Galiba Okan'ın sadece onu sevmek için vakti yoktu...

Direksiyonu sıkan ellerini serbest bıraktı ve yola odaklandı ama geç kalmıştı. Dönmesi gereken yeri kaçırdı. Şimdi dört kilometre sonraki sapağa kadar gitmesi gerekecekti.

''Ne şans...'' diye homurdandı. ''Sen kalk koca İstanbul'da, gel bizim sokağın marketinden...'' durakladı. ''Lan! Yoksa Bay Muhteşem Sırt sen misin?''

Sam'ın mutfağındaki adama tip olarak çok benziyordu. Gerçi Okan'ı hep takım elbiseyle görmüştü fakat bugünkü rahat kıyafeti, genç adamın hoş bedenini daha iyi sergiliyordu. Sam ile sevgili olma ihtimali kalbine kızgın yağ dökülmesine neden oldu. Bayan Seksi Vücut ve Bay Muhteşem Sırt...

Gaza bastı ve ışığı bekleyen arabanın önüne geçti, ardından çalan kornaları önemsemeden sapağı hızla döndü. Kocasını basmaya giden bir kadın gibi öfkeyle homurdandı.

''Tabi ya, nasıl düşünemedim. Başka kim olabilir?''

İkisini yakalamak için doğruca Sam'ın dairesine dalmak isteğiyle kasıldı. Ama ne diyecekti? Gerçi ikisini yan yana görünce diyecek bir şeyler bulurdu ama güvenlikten geçemezdi. Yan sitede kiracıyım, sahibinin eski geliniyim de, şimdi de kocam olacak sersemi sevgilisiyle basmaya geldim mi, diyecekti. Güvenlik onu polise vermezse şanslı sayılırdı.

Ah! Nasıl da... O kadını saran kollarını kırıp, öpen dudaklarını japon yapıştırıcısıyla yapıştırması gerekiyordu. Yine de bu saldırısı için açıklama yapmak zorunda kalacağını biliyordu. Omzunu silkti.

''Seni o mutfakta bir göreyim de, diyecek lafım olur o zaman.'' dedi dişlerinin arasından. “Bir de dalga geçiyor, yemeğe davet etmişmiş de…”

Aklına adamın sekreterinin akşam yemeğinde müsait olduğunu söylediği geldi. Teklif karşısında şaşıran Yasemin gidemeyeceğini çünkü bir planı olduğunu söylemişti ve Melek gizlemek istese de Okan’ın arkadaşını yemeğe çağırmasına bozulmuştu. Davet en başından saçma gelmişti ama az önceki konuşmalarından anladığı kadarıyla Okan onu yemeğe çağırmıştı, Yasemin’i değil. Kendi kendine gülerek başını salladı, yanlış anlaşılmalara göre, ya iletişim konusunda başarısızdılar ya da kaderlerinde anlaşmak yoktu. Kader dalga geçmeyi seviyor olsa gerek, ikisini sürekli karşı karşıya getirmeyi de bırakmıyordu.

Arabasını park edip torbalarını aldı ve bir solukta dairesine çıktı. Poşetiyle ile birlikte mutfağa koştu. Işıkları açmamıştı. Nefes nefese pencerenin önüne dikildi. Çaprazındaki mutfak karanlıktı. Yanağını kemirerek gözlerini kıstı. Belki daha gelmemişti ama gelmesi gerekiyordu. Onun ardından yola çıktıysa ve onun gibi yolu şaşırmadıysa, şu anda Sam'ın dairesinde olmalıydı. Eliyle alnına vurdu.

''Geri zekalısın kızım sen ya. Adam gelince mutfakta mı oturacaklar? Ne romantik!''

Poşeti tezgâha bıraktı ve yatak odasına gidip üstüne tişörtle şortunu giydi. Mutfağa geri döndüğünde karşı mutfakta ışıkların açık olduğunu görünce hemen pencereye yapıştı. Sam, üzerinde gayet seksi bir kıyafetle, masa hazırlıyordu. Kadının heyecanı hareketlerine yansımıştı, tavırlarında içi içine sığmıyor gibi sabırsız bir neşe hakimdi. Gözlerini, mutfakta hareket eden kadından ayırmadan sandalyeyi pencerenin önüne çekti ve poşetten cipsi aldı. Elinde cips paketiyle mutfak penceresinin önünde pusuya yattı. Az sonra Bay Muhteşem Sırt olan eski kocasını görecekti.

Birkaç kez mutfaktan ayrılan Sam bir süre sonra dönüp masanın başına geçti, yemeğini yedi, bulaşıkları topladı. Neşesi kaybolmuştu, ifadesi çok durgundu. Sonra geniş pencerenin önüne geldi ve camı açtı. Bir sigara çıkartıp yaktı ve pencerenin pervazına oturup içerken elindeki şarabı yudumladı. Kadın tek başınaydı, hala… Neden? Aklı karıştı, yanılmıştı. Daha önceleri Sam'ın mutfağında gördüğü adam, Okan olsaydı, şimdi yanında olması gerekiyordu. Sandalyesine yayıldı ve ayaklarını tezgâha uzattı.

Sam bir kadeh daha doldurdu ve pervazda oturmaya devam etti. Yaklaşık iki saat oturdu, bir şişe şarap ve sayısını bilmediği kadar sigara içti. Melek ise cipsi bitirmiş çikolata paketinin birini, iki bardak sütle götürmüştü. Dolapta bir aydır ikamet eden yarım kutu dondurmayı da kaşıkla, mideye yollamış. Şimdi de tuzlu bisküvinin de paketini açmıştı. Midesi allak bullaktı, aynı düşünceleri gibi. Bir yandan gizemli adamın, Okan olmamasına seviniyordu; bir yandan da eğer Okan'ın sevgilisi Sam değilse kim diye merak ediyordu. Sam tanıdığı biriydi ama diğer sevgilisi tamamen kontrol dışıydı.

Zihninde başka sorular beliriyordu ama o sorulara cevap vermek istemiyordu. Hadi, ikisinin sevgili olduğunu kanıtladın, ne değişecekti? Adama olan sevgin azalacak mıydı? Onun gözündeki değerin mi değişecekti? Üstün dedektiflik yeteneğinden mi etkilenecekti? Vay, Melek sen sandığımdan daha zekiymişsin, beni yakaladın ve ben de sana aşık olduğumu anladım mı diyecekti? Karşı komşusuyla onun gözünün önünde olmaktan utanacak mıydı? 

Tüm bu cevapsız sorulara rağmen Okan hakkında her şeyi bilmek istediğini fark etti. Bir haftalık nişanlılık durumu ve iki aylık evlilikte de genç adamın tepkilerini izlemeye çalışmıştı. Neyi sever neyi sevmez... Tam başarılı olmadı, çünkü Okan'a yetişmekte zorlanmıştı. Muhteşem geçen birkaç anı ise tüm şatafatıyla, aşık olduğu adamı, ona özletmeye devam ediyordu. Okan'ın onu gerçekten gördüğü bir kaç hatıra... Kalbini bir türlü adamdan alamamasının sorumlularıydı, yoksa Melek ilk aşkı da olsa Okan'ı unuturdu. Emin değildi ama şu halinden iyi olacağını düşünüyordu.

Adamın yeniden karşısına çıkması kaderin bir oyunu filan değildi. Bu haksızlıktı.

Pencereyi kapatan Sam, boş kadehi makineye koyarak mutfaktan ayrıldı. Melek yanlış av peşinde olan bir avcı gibi ayaklarını sürüyerek olay yerinden uzaklaştı. Midesi çok fena bulanıyordu, dondurma, cips ve çikolata dışında yarım pakette bisküvi yemişti. İki bardak süt hepsinin üstüne cila çekmişti ve kusmamak için kendini zor tutuyordu. Telefonu çalınca irkildi. Çantasını bulup telefonu çıkardı. İki cevapsız arama vardı ve ekranda Ayla Teyze yazıyordu. Ani bir panik haliyle telefonu açtı.

''Alo?''

''Nihayet kızım, neredesin sen?'' kadının sağlıklı azarını duyunca rahatladı.

''Aklım çıktı Ayla Teyze, bir şey oldu sandım. Bu saatte aramanı beklemiyordum.''

''Orada saat on bir civarı olabilir ama burada henüz gündüz vakti Melek kızım.''

''Kusura bakma Ayla Teyze, boş bulundum.'' Dedi yatağa doğru giderken. ''Nasılsın, umarım ters bir şeyler yoktur.''

''İyi ki kalp krizi geçirdim, şimdi kimi arasam o kalp krizi geçiriyor. Öbür dünyadan aramıyorum ki kızım, bu kadar telaş etmeyin.''

Güldü. ''Sağlıklı olduğunu anladım şimdi Ayla Teyze.''

''Evet, gayet iyiyim. Bir de şu hemşirelerden kurtulsam daha iyi olacağım. Sen nasılsın?''

''İyiyim.'' dedi alışkanlık gereği ve karşıdaki insanların duymak istediği gibi. ''Aynı, uğraşıp duruyoruz.''

Sandalyeye tünemekten tüm kasları ağrımıştı ve zavallı kalbi, şu anda derbeder midesinde atıyordu. Yatağa uzanınca biraz rahatladı. Bu gece ne saçma geçiyordu böyle. Ayla Teyze'nin bir şey söylediğini duydu.

''Efendim, anlamadım Ayla Teyze''

''Dedim ki; Okan ile karşılaşmışsınız, duyunca şaşırdım.''

''Benim kadar şaşıramazsın.'' diye mırıldandı, kadın anlamadığını söyleyince sesli konuştu. ''Ya, evet, büyük tesadüf! Bizim şirketten biri Kristal'den teklif almış, galiba sizinle çalışacağız Ayla Teyze.''

''Kulağıma çalındı ama bana niye söylemedin kızım? Ben Okan'a...''

''Hiç gerek yok Ayla Teyze, biz anlaşmaları yaptık sayılır. Rica ediyorum siz yorulmayın. Dinlenmenize bakın.''

Kadın nefeslendi. ''Okan sorun çıkarabilir Melek.''

Kaşları çatıldı ve yataktan doğruldu. Zaten sorun çıkartıyordu ama kadının sesinden daha fazla bir şey olduğunu hissetti.

''Neden sorun çıkarsın?''

''Canım, o biraz değişti. Yani sen gittikten sonra... Toparlanması çok uzun sürdü. Sana kızgın olabilir. Çok kızgın...''

Melek ne diyeceğini bilemedi. Kızgın mıydı? Bunca zaman sonra... Ona aldırmıyordu bile nasıl kızgın olabilirdi. Ayrıca gayet toparlanmış görünüyordu. Tatlı bir çekicilikten dayanılmaz cazibeye dönüşmüştü. Adam baktığı her yeri ve her şeyi ateşe veriyordu. Ve akşamüstü az daha otoparkı alevlendirip cehenneme çevirecekti, o denli... Of, of!

Ayla Teyze yeniden konuştu.

''Orda mısın Melek?''

''Evet, Ayla Teyze. İçiniz rahat olsun herhangi bir sorun yok. Okan da iyi görünüyor, keyfi yerindeydi, yani en son gördüğümde öyleydi.''

''Üstüne gelirse bana haber ver tamam mı Melek?''

''Ben, sizi anlamıyorum.'' dedi. ''Üstüme neden gelsin?''

Ayla sıkıntılı bir sesle konuştu. ''Güzel kızım, Okan uzun zamandır çok suskundu. Ben onun bu halinden korkuyorum...'' Lafı başka bir sesle kesildi, kadın telefonda homurdandı. ''Just a minute! I'm talking! Sersem kadın...'' *Bir dakika! Konuşuyorum! Stupid women!*

Sonra Melek'e geri döndü. ''Dediğim gibi aşırı davranırsa bana haber ver. Çünkü içinde biriken çok fazla duygu var.''

''Göz kulak olacağım merak etme Ayla Teyze ama o yetişkin ve akıllı bir adam. Endişelenmeyin Okan hayatımda gördüğüm kendine en hâkim insan.'' dedi ve benim tersime diye içinden ekledi.

Hatta fazla kontrollü... Duygusuz... Kibirli... Doyumsuz... Kontrol düşkünü... Yakışıklı... Çok yakışıklı…

''Ama söylediklerim aramızda kalacak tamam mı Melek?'' dedi kadın, Melek'in düşüncelerini keserek.

''Aşk olsun Ayla Teyze!''

''İnşallah.'' der gibi mırıltılı bir ses duydu.

''Ne? Anlayamadım?''

''Hemşire telefonu kapatmam gerektiğini söyledi de kızım, ben de inşallah dedim. Yani sen kapatırsan... Kusura bakma artık sonra konuşuruz.''

Melek bir şey demesine fırsat vermeden kadın 'Görüşürüz.' dedi ve kapattı. İyice sersemlemiş Melek bir süre telefona baktı kaldı sonra telefonu yatağa bırakıp karşı duvara dikti gözlerini.

''Amerika'daki hemşireler ne zamandan beri inşallahı anlıyorlar?''

Kadının söyledikleri yüzünden uykusu kaçmıştı. Ana oğul sanki onu uyutmamak için işbirliği yapmışlardı. Mide bulantısını gidermek için soda içmeye karar verdi. Mutfağa gitti ve buzdolabından bir soda aldı. Açacağı ararken tezgâhtaki boş paketler gözüne ilişti, koku yüzünden midesi yeniden alt üst oldu. İçinde bir şeyler çürümüştü, emindi. Paketleri toplayıp balkondaki çöpe attı, geri mutfağa girecekken gözü Sam'ın dairesine ilişti.

Kadın karanlıkta pervaza oturmuş doğruca ona bakıyordu. Bu saatte! Bir an şaşaladı. Eli kapını kolunda durakladı. Kinli bakışını aniden düzelten Sam doğruldu ve ona soğuk bir yüzle gülümsedi. Melek de gülümsedi ve elini salladı. Sam'ı aynı vaziyette bırakıp soda elinde mutfaktan çıktı. Kendini suçlu hissetmesi bir yana kadının bakışlarından rahatsız olmuştu. Az önce onu dairesini dikizlerken görmüş olması olanaksızdı. Ama biliyor gibiydi. İçi buz tuttu, kadını izlememesi gerekiyordu. Bay muhteşem sırtın Okan olmadığını anladığına göre artık ondan tarafa bakmayacaktı.

Bulanık zihninde başka bir soru daha oluştu. Tamam, Melek kadının dairesini izlemeyi görev haline getirmişti çünkü kadını Okan'ın sevgilisi sanmıştı. Peki, Sam neden onun dairesini izliyordu. Az önceki bakışmaları kesinlikle tesadüf değildi. Kadın kasıtlı olarak onun mutfağını dikizliyordu.

Sodası bitince kanepeye uzandı ve elinde televizyon kumandası kanalları zaplamaya başladı. Bir ara kumanda elinden kaydı, bilincine sızan uykuya teslim oldu. Karışık rüyaların arasında sabaha kadar savruldu. Gözlerini, midesini kasan krampla aynı anda açtı. Zorlukla doğrulup lavaboya koştu ve klozetin içine midesinde ne var ne yoksa kustu. Zavallı bedeninde hiç sıvı kalmayınca, klozetin yanına çöktü kaldı. Vücudundaki tüm kaslar ayrı acıyordu, çok bitkindi. Keskin bir baş ağrısı, başını döndürüyordu. Yeni bir bulantıyla midesi kasılana kadar klozetin yanında oturdu. Kalan safrayı da boşalttıktan sonra emekleyerek lavaboya gitti. Evyeye tutunup kendini çekti ve serin suyu yüzüne çarptı. Aynadan ona bakan zombiyi kesinlikle tanımıyordu.

Yalpalayarak duşa gitti ve kıyafetlerini bile çıkarmadan suyun altına girdi. Midesi öyle bulanıyordu ki, ağlamak istiyordu. Üstüne yapışmış kıyafetlerden kurtulup duştan çıktı. Bornozuna sarılarak uyumak için yatağına gitti. Gözünü yeni kapatmışken telefonunun ısrarla çaldığını duydu.

''Allah'ım al canımı!'' diye inleyerek ve cansız ayaklarını sürüyerek salona doğru yürüdü.

Tekin arıyordu ve adama kızmak için bile enerjisi yoktu. Sonra saate gözü ilişti, dokuza geliyordu. Yatağa gittiğinde hava karanlıktı ve o sadece gözünü kapatmıştı. Ne ara güneş açmış ve saat dokuza dayanmıştı. Peki, bugün günlerden hangi gündü?

''Ne var Tekin?'' dedi telefonu kulağına götürerek.

''Bir saattir seni arıyorum Melek, polisi arayacaktım artık. Kapıdayım.''

''Ne kapısı?''

''Gönlünün kapısı!'' diye homurdandı Tekin. ''Ne kapısı olacak, senin evin kapısındayım. Halime acıyan güvenlik siteye aldı ama seni uyandıramadık. Yoksa evde değil misin?''

''Biraz daha sessiz konuşur musun?'' dedi öğürtüsünü kontrol etmeye çalışarak. ''Baştan başla ama yavaşça.''

''Şimdi açık konuşuyorum Melek, kapıyı aç!''

''Tekin sen salak mısın? Niye kapıyı açayım, defol git nereye gideceksen.''

''Patron lütfen, bana yardım etmek zorundasın.''

''İyi geri zekalı, bekle beş dakika.'' diye hırladı ve telefonu kapattı.

Patron olan oydu, her gün işe gelmesi gerekmiyordu ki? Ama Tekin salağı ne yapıyordu, Melek bir gün işten kaytarıyordu ve adam kapısına dayanıyordu. Hem de sabahın köründe... Güvenliğe bilgi verip Tekin’e izin verdikten sonra yatak odasına döndü. Üstüne daha uygun şeyler giydi ve ısrarla çalan kapıya gitti, açtı. Merdivenlere oturmuş Tekin kapının açıldığını duyunca ayağa fırladı.

''Nihayet!'' diye adımladı ve durakladı. ''Sana ne oldu böyle?''

''Midem rahatsız.'' dedi ve içeri yürüdü.

Tekin kapıyı kapatıp peşinden geldi. ''Seni doktora götüreyim mi?''

Kanepeye uzandı. ''Hayır, sadece evimden çıkıp gitmen iyileşmem için yeterli olur. Bu arada sabah sabah neden kapıma dayandın?''

Tekin kararsızca sol kaşını kaşıdı, endişelendiğinde sürekli yaptığı bir tikti. ''İş hakkındaydı ama şu haline bakınca geri planda kaldı. Seni hastaneye götürmemiz gerek.''

''Hastaneyi unut! Anlat!''

Tekin boş soda şişesini yana ittirip sehpaya oturdu. ''Bugün yardım organizasyonu vardı ya...'' dedi ama söylemekte çok kararsızdı.

''Tekin, beni yorma.'' diye homurdanınca genç adam cesaretlendi.

''Tamam, ben tek başıma gitmeye çekiniyorum. Yüzüme gözüme bulaştırmaktan korkuyorum, seni hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum.''

Melek gözlerini adama çevirdi. ''Bir anlamda oradaki işleri üstlenecek bir enayi arıyorsun.''

Tekin sırıttı. ''Sen bir numarasın Melek, nasıl anladın?''

''Sana bir şey derdim ama çok kötüyüm. Sana edeceğim hakaretlerin tadına varamayacağım, bugün git yarın gel Tekin.''

''Şaka bir yana...'' diye lafına başladı ama Melek lafını kesti.

''Ben şaka yapmıyorum!''

Tekin dizlerinin üstüne çöktü. ''Melek, ne olur benimle pikniğe gel. Tek başıma kalmak istemiyorum, sadece otur ama yanımda ol. Hatta sana uzun bir sopa veririm, saçmaladığımda popoma vurursun.''

"Popona mı?" dedi yüzünü buruşturarak. "Kırbaç bulsan da sırtını paralasam olmaz mı?"

"Çok hınzırsın Melek, kırbacı tercih etmen benim masumiyet dolu önerimi gölgede bırakıyor."

"Ay, valla, bana gelen gelecek şimdi Tekin! Git başımdan!"

"Lütfen, patron... Lütfen... Şaka bile yapmayacağım." durakladı ve hemen ekledi. "Yemin etmiyorum, şaka konusunda ama sadece yanımda ol."

''Senin o Ağrı Dağı kadar yüksek özgüvenine ne oldu Tekin? Hani her şeyi başarıyordun?''

Genç adamın yüzü pembeleşti. ''Bu benim tek başıma üstlendiğim ilk iş, yanımda olmanı isterdim.'' Pes etmiş bir ifadeyle ayağa kalktı. ''Fakat bencillik yapmamalıyım. Üzgünüm, seni hasta halinle rahatsız ettim. Yapabileceğim bir şey var mı? Seni arada arayıp kontrol etsem, bana kızmazsın, değil mi?''

Melek nefes alıp başında dikilen adama baktı. Üzerinde koyu mavi bir gömlek ve siyah kot vardı. Bakımlı, ciddi, kendinden emin ve fiziksel olarak da çekiciydi. Genelde özgüveni yüksekti hatta istediğinden daha çok ama şu an ona ihtiyacı vardı. Onu o kadar çok azarlamıştı ki, sonunda adam, kendi adımlarından korkar olmuştu. Bu arada, kendisi ne ara duyarlı bir insan olmaya başlamıştı? Bir patron olarak işverenlerin yüz karasıydı. Empati yapmanın sırası mıydı acaba?

Yattığı yerden doğruldu.

''Attığın bu trip tüm dişilerde işe yarıyor mu?''

Tekin elini ona uzattı. ''Yaramayanını görmedim.''

Ters bir bakışla adamın elini tutarken Tekin hemen ekledi. ''Şaka yapıyorum Melek, yemin ederim. Sana orada ihtiyacım var. Bir kenarda otur, tüm hizmetin benden. Seni yormamak adına kimseyle konuşmana bile müsaade etmem. Ayrıca seni bu halde evde tek başına bırakmak içimden gelmiyor.''

''Sana ayaklarımı da yıkatmam gerekiyor aslında.'' diye homurdandı.

Tekin ona çapkın bir bakış atınca elini adamdan kurtardı ve konuşmaması için elini havaya kaldırdı. ''Sakın! Sakın, tek kelime bile etme. Birazdan hazır olurum, sen aşağıda bekle.''

''Yapma Melek, bir kahve ısmarlamayacak mısın bana?''

''Şimdiden sorun çıkartıyorsun.'' diye söylendi. ''Git kendine yap, mutfağın yerini biliyorsun.''

''Sen istemiyor musun?''

Yüzünü buruşturan Melek odasına girerken cevapladı. ''Üstüne kusma tehlikem var.''

''Seni rahatlatacaksa sorun değil!'' diye seslenen Tekin'in üstüne kapıyı kapattı.

Bu halde pikniğe gittiğine inanamıyordu, salona kadar zor yürümüştü, şimdi şehrin bir ucuna gidecekti. Çenesi düşük Tekin yüzünden yaptığı şey delilikti. Üzerine mevsimlik uzun bir kazak ve dar kumaş pantolonunu giydi. Saçlarını kurutup atkuyruğu yaptı. Ölü suratına biraz pudra sürüp hafif bir makyaj yaptı. Midesi buruluyordu ama artık çıkartacak bir şey kalmamıştı. O yüzden acısını göz ardı etti. On beş dakika sonra hazırlanmış ve Tekin'in insafında yola çıkmışlardı.

Tekin bir süre hastaneye uğrama konusunda ısrar etti. Sonrasında çalan telefonlarına cevap vermekten ve yola odaklanmaktan onunla pek ilgilenemedi. Piknik yerine vardıklarında çoğu konuk gelmişti, neyse ki Yasemin imdatlarına yetişmiş ve Tekin gelene kadar milleti idare etmişti. Yasemin'i ofise gönderen Tekin, onu kalabalıktan biraz uzakta küçük bir masaya götürdü. Ve adam gerçekten de her yere yetişti, ne onu ihmal etti ne de organizasyonu. Hatta o arada bir doktor bile bulmuştu. Doktor onu ayaküstü muayene etti, seruma ihtiyacı olduğunu söyleyip piknikten sonra muayenesine uğramasını istedi. Midesini bozduğunu biliyordu zaten, doktor ısrar edince tamam dedi ve adam çocuklarla ilgilenmek için yanından ayrıldı. Kibar ve genç doktorun çocuklarla şakalaşmasını izlerken dibinde gürleyen sesle irkildi.

“Hasta mısın?”

Başını heyecanla kaldırıp yanı başına dikilmiş Okan'a baktı. Nefesi kesildi. Adam günün her saatinde bu denli yakışıklı olmayı nasıl başarıyordu? Ayrıca hem asık suratlı hem de çekici nasıl olabiliyordu? Bugün baştan aşağı siyahlar içindeydi, hoşnutsuz bakışlı gözleri, doktora kenetlenmişti. Adam yüzüne bakmaya tenezzül etmediğine göre sohbeti de hak etmiyordu. Ters bir sesle cevap verdi.

“Hayır!”

Okan hala doktordan yana bakmaya devam ederek söylendi. ''Favorin bir doktor demek, ne şanslısın, bedava check up yaptırırsın artık.''

''Adam doktor ama bana neden bedava check up yapsın, onu anlamadım.'' dedi, yukarı doğru bakmak yeniden başını döndürmüştü. Belki adamın varlığı yüzündendi.

Okan karşısına geçti, tam da doktor ile onun arasına. Doktoru görmesine engel olan Okan kollarını kenetledi; giydiği tişörtü dar değildi ama duruşundan dolayı gerilmiş ve kasları belirginleşmişti. İki senede kendini bu denli değiştirmesine bir kere daha hayret etti. Sırf kaslarını seyrederek bile gayet hoş vakit geçirebilirdi. Bay muhteşem sırttan önce erkeklerin kas olayına fazla dikkat etmediğini fark etti. Muhteşem sırttan sonra şimdi de Okan'ın biçimli kasları ilgisini çekiyordu. İki senelik hormon uyuması aniden canlanmıştı galiba.

''Sersem doktor...'' diyen Okan eğlenen bir yüzle ona baktı. Arkasında yükselen güneş yüzünden olduğundan daha heybetli görünüyordu. Her an için sırtından kanatları çıkabilirdi, o denli göz alıcı ve meleksi bir adamdı.

Sonra ona veda etmeden yürüdü gitti. Okan'ın kalabalığa karışmasını izlerken hala ne demek istediğini anlamaya çalışıyordu. Kendini sandalyeye iyice bıraktı. Hiç enerjisi kalmamıştı. O an fark etti. Okan da çok yorgun görünüyordu. Sanki tüm gece uyumamış gibi akşamdan kalmaydı. Marketten aldığı prezervatiflerin hepsini kullanmış olmalıydı, bu düşünce midesinin yeniden kıvranmasına neden oldu. Kıskançlıktan kısılmış gözlerle adamı izledi. Ardında kalan güneş sayesinde genç adam dönerken yüzünü tam görebildi. Az önce, alışılmadık derecede bitkin ifadesini, sinirli tavrıyla maskelemişti. Ayla Teyze'nin dedikleri aklına geldi, kadının korktuğu şey bu muydu? Okan ruhsal bir karmaşa içinde miydi? Peki, neden? Hayatında Okan kadar mantık delisi birini tanımamıştı ve ona göre mantık her şeyi çözerdi. 

Sadece evliliklerinde işe yaramamıştı...

Cesaretini toplayıp Okan'ın peşinden gitmeye karar verdi, ona ne olduğunu öğrenmeliydi. Tekin'in ona doğru geldiğini görünce yerinde çakılı kaldı. Adam elindeki bir tabak sandviçi masaya bıraktı.

''Her şey yolunda.'' dedi bir sandalye çekip yanına oturdu. ''Çocuklar mutlu, misafirler de öyle, sponsorlar dört köşe, kısacası geldiğin için yeniden teşekkür ederim.''

''Ne demek.'' dedi, tabağı burnundan uzağa itti.

''Bir şeyler yemelisin Melek, bunu doktorun gönderdi.'' Dedi ve ima dolu bir bakışla göz kırptı. ''Hoş adam değil mi?''

Kaşlarının altından adama baktı. ''Çöp çatan!''

''Ne büyük iftira!'' dedi sahte bir hayretle. ''Aklıma bile gelmedi. Biliyor musun, adam bekâr!''

''Tekin!''

''Kızma hemen, sadece haberin olsun diye söyledim. Bu arada balon fikrim nasıl?''

Melek çevreye bakındı. ''Balon mu?''

''Balonları görmediğini söyleme.'' dedi çocukların elindeki balonları işaret ederek. ''Ana sponsor kocaman flamalar istedi. Ben de firma amblemi olan balonların daha hoş olacağını söyledim. Ve bak, herkesin elinde balonlar var.''

Melek Tekin'e hak verdi. Balonlara dikkat etmemişti, kendiyle ilgilenmekten pikniğe dikkat edemiyordu, ne bencildi.

''Kafan arada çalışıyor senin Tekin, hayret.''

''Aşk olsun Melek.'' dedi dudağını sarkıtarak.

Melek'in aklına Ayla Teyze'nin dediği laf geldi. ''İnşallah.'' diye mırıldandı.

Tekin şaşkınca ''Ne?'' diye söylenirken Melek uzaktan onlara bakan Okan'ı gördü.

Bakışları doğrudan Tekin'in üzerindeydi, sanki düşmanını tartıyordu. Yüz ifadesini tam seçemese de beden dili tehlikeyi çağrıştırdı. Şaşkın zihni ona oyun oynuyor olmalıydı, çünkü Okan'ın Tekin'den rahatsız olması için bir neden yoktu. Tabi, Tekin iki arada bir derede gidip adamı sinirlendirecek bir şey yapmadıysa... Fakat o tarz bir tartışmayı fark edeceğini düşündü, sorun hayali bir tartışma olamazdı. Melek dikkatle adama bakarken küçük bir çocuk geldi ve Okan'ın elini çekiştirdi. İrkilen Okan başını çevirdi ve gülümseyerek çocuğa doğru eğildi. Çocuğa bakışları öyle tatlıydı ki, Melek eridiğini hissetti. Okan ile konuşan çocuğun yanına birkaç çocuk daha geldi ve adam diz çökerek onların heyecanlı konuşmalarını dinlemeye başladı.

''Bu adamın çocukları bu kadar sevdiğini söyleseler, konuşanı terlikle kovalardım.'' diye mırıldanan Tekin'e baktı.

''Hıı?''

''Okan Bey'i diyorum.'' dedi, Melek'in tabağındaki sandviçlerin birini kemirmeye başlamıştı. ''Adam benim on yıllık maaşımı bir çırpıda bağışladı, yetmezmiş gibi açık arttırmaya katıldı. Ve çocuklarla teker teker ilgileniyor. Kadın olsam, o herife aşık olabilirim.''

Melek tabaktaki diğer sandviçi kaptı. ''Belki kadın olmana gerek yoktur, git bir şansını dene.''

Tekin abartılı bir taklitle onu omzundan itti. ''Seni gidi çöp çatan, utandırma beni!''

''Aptal şey!'' diye gülerek sandviçinden ısırdı.

Tekin sponsorlardan biri tarafından çağırılana kadar yanında oturdu. Tekin'in ayrılmasını fırsat bilip Okan'ı aramak için ayaklandı. Az önce olduğu yere gitti, yoktu. Kalabalıkta Okan'ı aramaya başladı. Sandviçi yemesi iyi olmamıştı. Bulanan midesi, hareketi fark ettiğinden geleni dışarı atmak için çırpınıyordu. Soğuk terler dökerken Okan'ı görebilme umuduyla dişini sıktı. Çocukların oynadığı eğlence alanlarını gezdi, misafirlerin arasında dolandı. Tanıdıkları selamladı ve elinden geldiğince gülümsemeye çalıştı. Konuşmakta zorluk çekmeye başlamıştı. Yerine dönmek için kör adımlarla döndü, başı dönüyordu. Derken tökezledi ve onu yere düşmekten bir çift kol kurtardı.

''Ah!'' diye başını kendini tutan adama çevirdi. ''Teşekkür ederim.''

Doktor, endişeli bir bakışla onu desteklemek için sarıldı. ''Dolaşmamalısın Melek.'' diye söylendi. ''Gönderdiğim sandviçi yedin mi?''

Adamın, onu yerine yönlendirmesine izin verdi. ''Yedim ve şimdi daha çok midem bulanıyor.''

"Sanırım serum için beklememeliyiz. Hafif bir zehirlenme geçiriyorsun ama ciddileşebilir."

Melek yutkundu. İnsan yutkunurken de midesi bulanır mıydı? Öğürmemek için eliyle ağzını kapattı. Doktor endişeli bir gülümsemeyle onun yüzüne doğru eğildi ve eliyle yanağını tuttu. Sonra ateşini ölçme amacıyla yüzüne dokundu.

"Belki kusmalısın Melek."

Başını hafifçe salladı. Kesik bir nefes aldı ve yüzünü adamın temasından çekmek için doğruldu. Destek olmak için yapılan masum bir dokunuştu ama hiç hoşuna gitmemişti. Uyandırdığı his farklıydı, gereksiz derecede samimi.

"Biraz otursam geçecek sanki."

''Sana yardım edeyim.'' diyen doktor kolunu, onun beline iyice sardı.

''Yürüyebilirim.'' diye inledi. Kusacaktı, hem de doktorun tepesine. Ne rezalet!

Doktor onu dinlemeden masasına geri götürdü. ''Burada bekle, Tekin'e haber vereyim, sonra biz çıkalım. Senin ayakta duracak halin yok.''

Boyun eğdi. ''Peki...''

Doktor birkaç saniye sonra Tekin ile birlikte çıkageldi. Melek araba kullanacak durumda olmadığından doktorun arabasıyla gitmesine karar verdiler. Melek de kendi arabasının anahtarını Tekin'e verdi.

''Sakın çarpayım deme.'' diye uyardı.

''Depo dolu mu?'' dedi Tekin anahtarı kaparken.

''Dolu, eğer boşaltırsan anlarım.''

''Doluysa çarpmam merak etme, gezecek çok yer var.'' dedi ve aniden ona sarılıp yanağından öptü. ''Bu haline rağmen yine de geldiğin için teşekkür ederim patron.''

''Patronlar ne içindir?'' diye mırıldandı ve doktorun koluna girerek piknik yerinden uzaklaştı. Başı da dönmeye başlamıştı.

Melek'in doktorun koluna girerek ayrılmasını uzaktan seyrediyordu. Kafası karışmıştı ve çok öfkeliydi. Doktorun, karısının yanağını okşadığını görmek ve müdahale edememek onu fena halde sinirlendirmişti. Bu kadının sevgilisi kimdi yahu? Yakın ilgisinden dolayı onun, doktorla birlikte olduğunu düşünmüştü ama şu Tekin denen herifle de sıkı fıkıydı. Hatta doktorun koluna girip yürümeden önce Tekin, Melek'e sıkıca sarılmıştı. Arabasının anahtarını Tekin'e verdiğine göre işler ciddiydi. Acaba evinin anahtarını da... Lanet olsun, neler düşünüyordu? Ona neydi?

Telefonu cebinde yeniden titreşti. Sinirle açtı.

''Ne var Sam?''

Sam bir an tereddüt etti, sonra yavaşça konuştu. ''Nerede olduğunu merak ettim Okan, dün bana gelmedin ve bugün de otelde yoksun. Telefona da çıkmadın.''

''Telefonu açmıyorsam açmak istemiyorumdur!'' diye suçsuz kadını azarladı. ''Ne diye ısrar ediyorsun?''

''Cevap vermeyince başına bir şey...''

''Tamam, uzatma. Neden aradın?''

Sam, ağlamamak için titreyen bir sesle konuştu. ''Bugün otele gelip gelmeyeceğini soracaktım, imzalar var da.''

''Tülin'e söylemiştim. Bugün işe gelmeyeceğim, dün neden attırmamış imzaları?''

''Ödemeler için...''

''Bekletsin, yarın gelince imzalarım.'' Dedi ve telefonu kapattı. Gözleri otoparka doğru yürüyen çiftteydi.

İvedi adımlarla arabaların park ettiği yere yürüdü. Arabasına vardığında, doktorun arabasını yanında Melek olduğu halde yola döndüğünü gördü. Arabasına binip aptalca olduğunu bilmesine rağmen onları takip etmeye başladı. Öfkesi bir zehir gibi içine dökülüyordu. Kendini kaybettiğinin ve mantıksız davrandığının farkındaydı ama başka türlüsü elinden gelmiyordu. Anlamsızca kıskanıyordu. İntikam almak için bilendiği kadına, ilgisi için yalvaracak hale gelmişti.

O duygu harbinin ortasında aklına başka bir şey takılmıştı. Melek neden o kadar solgun görünüyordu? Dün gece gördüğünde gayet iyiydi hatta güzelliğiyle aklını başından almıştı. Ne rahatsızlığı varsa, bir gecede süzülmüştü. Piknik boyunca halsizce sandalyede oturmasının sebebini yenice anlıyordu.

''Doktor sana iyi bakmıyor sanırım karıcığım.'' diye mırıldandı ve arayı açmamak için gaza bastı.

Doktor önce özel bir hastaneye uğradı. Melek arabada adamın dönmesini bekledi. Elinde bir çantayla gelen adam yeniden yola çıktı ve iki katlı bir muayenenin garajına arabasını sürdü. Okan kenara çekti ve gözlerini kapıya dikerek beklemeye başladı. Melek neden buraya gelmişti? Doktorun işyeri olduğu için mi, yoksa Melek gerçekten de bayağı rahatsız mıydı? Tekin ile doktorun samimi olduğunu görmüştü. Belki Tekin, Melek'i arkadaşı olan doktora emanet etmişti. O zaman Melek kesinlikle hastaydı, o halinin başka açıklaması olamazdı. Telefonunu aldı ve sekreterini aradı.

''Tülin, bana Güvensoy Organizasyondan Melek Hanım'ın telefonunu bulur musun?''

''Rehberimde kayıtlı Okan Bey, müsaitseniz söyleyeyim mi?''

Okan telefonuna Tülin'in söylediği ama kendisinin de ezberinde olan numarayı yazdı. Bu karısının iki sene önceki numarasıydı, Okan'ın ona aldığı hattı kullanıyordu. Değiştirmemişti, oysa Okan boşanır boşanmaz değiştireceğini sanmıştı. Çünkü kendisi öyle yapmıştı. Tülin'e teşekkür edip telefonu kapattı ve Melek'i aradı. Telefon açılmadı. Yeniden aradı, açan yok.

Başını koltuğa yasladı ve gözlerini tavana dikti. Neden açmıyordu? Birkaç dakika için gözlerini kapattı, yeniden açtığında havanın kararmış olduğunu görünce irkildi. Saate baktı.

''Kahretsin dört saattir uyuyor muyum?''

Telefona baktı. Beş çağrı vardı ama hiç biri Melek değildi. İkisi Amerika'daki otellerden gelmişti, biri Sam, diğer iki numarayı tanımıyordu. Telefonun çaldığını duymayacak kadar derin uyumasına şaşırdı. Kaç günlük uykusuzluk bugün kendini belli etmişti, ne şans! Ensesini ovuşturarak doğruldu, boynu tutulmuştu.

Arabasından indi ve karşıya geçip muayeneye girdi. Danışmadaki kıza doktoru sordu. Adamın ismini piknikteyken duymuştu. Kız, adamın çoktan çıktığını söyleyince, kıza yanındaki kadını sordu. Danışman doğal olarak Okan'a kim olduğunu sorunca, tereddütsüzce 'Ben Melek Hanım'ın eşiyim' dedi ve bunu ne kadar kolay söyleyebildiğine şaşırdı. Sanki ezelden beri karı kocaydılar. 'İşi yüzünden buluşma zamanını kaçırdığını' da ekledi, şüphe çekmemek için. Kız, Melek'in rahatsızlığını söyledi ama Okan ne olduğunu anlamayınca daha basit tabiriyle midesini bozmuş olduğunu söyledi. Halsizliğinin sebebi buydu demek. Okan, kıza teşekkür edip arabasına geri döndü.

Danışmadaki kızın tavrı, doktor ile Melek'in arasında bir şey olmadığını düşünmesini sağlamıştı. Melek'ten 'hastamız' diye bahsetmişti. Daha önce görmediği belliydi. Demek ki, Melek'in sevgilisi Tekin'di. Adamın ukala yüzü gözlerinin önüne gelince dişlerini gıcırdattı. Ne tuhaftı, ikisi de işyerinden biriyle beraberdi. Tek farkla o Sam'a âşık değildi ama Melek'in gözleri âşık biri gibi sürekli parlıyordu. O an Tekin'den ölesiye nefret etti.

Sam'ın evine doğru giderken; annesinin, Melek ile evlenme önerisini ve sonrasında kızın arkadaşlarıyla tatil için otele gelmesini hatırladı. O zamanlar daha yirmi üç yaşındaydı ve Melek de yirmi iki. Annesi uzun zamandır Melek ile arasını yapmaya çalışıyordu. Okan da düğünden beri kızı unutamamıştı ama işten başını kaldıramıyordu. Annesinin ısrarı sonunda, Okan onca işin arasında vakit bulmaya çalışarak Melek ile tanışmayı kabul etti.

Anneleri, ikisinin birbirini tanıması için bir haftalığına, Santa Barbara'daki otelde Melek ve arkadaş grubuna tatil ayarlamışlardı. Okan her zamanki gibi yoğundu, kızla pek ilgilenememişti. Aslında Melek orada olduğu için o kadar heyecanlıydı ki, karşılaşmaktan çekiniyordu. Aklını işine bile veremiyordu ve nedense tüm sorunlar üst üste geliyordu. Annesi arayıp azarlayınca, utangaçlığına ket vurup kendine geldi ve kızla konuşmak için otelde kızı aradı.

Melek'i sahildeki bir şezlongda tek başına otururken buldu. Telefonunu sessize aldı. Yanına oturdu ve sabaha kadar sohbet ettiler. O gece kıza iyice tutuldu. Hayatının en güzel gecesi olduğuna yemin edebilirdi, evlendikleri gün dışında. Ertesi gün arkadaşlarının önünde Melek'e evlenme teklifi etti. Apansız teklifini ret edip etmemesi umurunda değildi çünkü ikna edene kadar uğraşacaktı. Melek onu şaşırtarak teklifini kabul etti ve daha da şaşırtarak kollarını boynuna doladı, onu öptü. Bir hafta içinde Melek onun karısı olmuştu. Tozpembe bir rüyada gibiydi, çok yakında kâbusa dönecek bir rüya...

Arabasını sitenin otoparkına park etti ve Sam'ın dairesine çıktı. Yan yana üç site annesine aitti, o yüzden güvenlik onu tanıyordu. Gerçi Sam'in evini yerleştirmesine yardım ederken de sık sık siteye gelmesi gerekmişti. Yine de başka biri olsaydı, bu kadar sorgusuz girebilir miydi, merak etti. Sam kapıyı açıp onu karşısında görünce bir an afalladı.

''Okan?''

''Selam Sam, haber vermedim ama içeri gelebilir miyim?''

Kadın hemen kapının önünden çekildi. ''Sorry, çok şaşırdım da. Gel tabi aşkım.''

Üzerindeki yazlık elbise kalçalarını anca örtüyordu. Ona öylesine bakan Okan, kadının bu halde kapıya çıkmasını hiç umursamadığını fark etti. Bu farkındalık canını iyice sıktı. Çünkü istemsizce Melek'in her kıyafetine dikkat ediyordu ve ne giydiğini aklında tutuyordu, bu çok aptalcaydı.

Salona doğru yürürken Sam ardından geliyordu.

''Geleceğini sanmıyordum… Yani aradığım için…''

Okan koltuğa oturdu ve ayakkabılarından kurtulup geriye yaslandı. Çok yorgun hissediyordu. ''Bir kez daha söylüyorum, sürekli aranmaktan hoşlanmıyorum. Bana hesap sorulmasından da!''

Sam koltuğun koluna ilişti. ''Merak ettim sadece Okan, hesap sorma niyetim yoktu.'' Kadın onun saçlarını okşadı. ''Kötü görünüyorsun aşkım, tıraş olmamışsın.''

Okan başını yaslayıp Sam'ın yüzüne baktı. ''Beğenmedin mi?'' dedi alaycı bir sesle.

Sam gülümseyerek kirli sakalını okşadı, eli boynundan ensesine doğru kıvrıldı. ''Hayır, bayıldım.'' dedi kısık sesle fısıldadı. ''Her halin baş döndürücü aşkım.''

Sam onun yüzüne eğildi, Okan'a sadece beklemek düştü. Yumuşak bir öpücükten sonra Sam kucağına kaydı. Okan kadının kalçasını kavrayarak kendine çekti ve Sam'ı inleten ateşli bir öpücükle kadını nefessiz bıraktı. Sam titrek ve acele hareketlerle onun tişörtünü çıkarıp yere bıraktı. Kemerine saldırdığı anda Okan kadını durdurdu. Dudaklarını kadının dudaklarına bastırdı. Hayalinde başka bir kadını öperken tüm arzusunu yanındaki Sam'a yöneltti.

Parmakları Sam'ın bacaklarının arasına doğru kaydı. Kadın istekli bir şekilde bacaklarını aralayınca, Okan ona beklediği dokunuşu verdi. Sam küçük bir çığlık atarak sarsıldı ve kendini tamamen ona teslim etti. Okan kadının elbise askısını indirdi ve dudaklarını, göğsüne kapattı. Sam'ın parmakları saçlarına dolandı ve daha fazla dokunuş için kıvranmaya başladı. Kadının tırnakları, onun çıplak tenine geçmişti. Onun elinin ve dudaklarının her hareketinde, Sam tutkuyla inliyordu. Okan daha fazla dayanamadı, parmaklarını Sam'dan çekip halının üstüne yatırdı. Pantolonundan kurtuldu, cebinden paketi alıp Sam'ın üzerine uzandı.

Bir süre sonra tatmin olmuş bir şekilde soluk soluğa kendini halıya bıraktı. Az önce Melek'in ismini ağzından kaçırdığına yemin edebilirdi. Fazla ısınmış beyni ona oyun oynamıştı, Sam'ın duyup duymadığını anlamadı. Çünkü kadın, aldığı zevkten kendinden geçmişti, duymamış olabilirdi ya da Okan ismi sadece zihninde seslendirmişti.

Sam doğrulup göğsüne çenesini dayadı.

''Muhteşemdi Okan, birkaç günlük ara sana yaramış.'' Diye kıkırdadı ve dilini göğsünde dolandırdı. ''Ben çok acıktım.'' dişini göğsüne geçirdi ve hafifçe derisini çekiştirdi. ''Sen de acıktın mı?''

''Evet, ama önce bir duş almam gerek. Sabahtan beri dışarıdaydım, leş gibi olmuşumdur.''

Sam uzanıp diliyle onun boynunu yaladı. ''Her zamanki gibi çok güzel kokuyorsun aşkım, seni yiyebilirim.''

Okan sırıttı. ''Duş alayım da sonra sana yiyecek bir şeyler veririm.''

Kahkaha atan kadını üstünden çekip ayağa kalktı ve banyoya gitti. Kadının tepkisine bakılırsa, Melek'e sadece beyninin kuytularından seslenmişti, Sam duymamıştı. Yoksa bu kadar sakin olmasını bekleyemezdi. Kızmasa da, söyleneceğine emindi. Kısa bir duş aldı ve beline havluyu dolayarak mutfağa gitti. 

Sam, güzel bir sofra hazırlamıştı bile. Mevsim salata ve rus salatası masadaydı, yanında bir şişe soğuk beyaz şarap duruyordu. Şimdi de tavuk kızartıyordu. Kadına belinden sarıldı ve bedenini sırtına yasladı.

''Güzel kokuyor.''

Sam, elinde maşayla ona döndü ve uzun uzun öpüştüler. ''Hımm, senin kadar güzel değil.'' dedi kadın gülümseyerek.

Okan kollarını ondan çözdüğünde, Sam pişen tavukları tabaklara koymak için ocağa geri döndü. Sam yemeği masaya getirirken o da şarabı açtı. Kadehlere boşalttı, kendi kadehini kocaman birkaç yudumda içti. Buz gibi sıvının boğazından akması susuzluğunu bir nebze olsun bastırmıştı. Kadehi tazelerken, Sam gidip pencerenin perdelerini sonuna kadar açtı.

''Ne yapıyorsun Sam? Milletin bizi izlemesi gerekmez.''

Sam ona döndü, çapkın bir bakışla. ''Kim izleyecek ki aşkım? Ayrıca seyreden varsa ne harika bir adamla birlikte olduğumu görüp çatlasın istiyorum.''

''Saçmalama Sam, havluyla oturuyorum. Ayıp ya.''

''Ne fark eder ki!'' diye Sam omzunu silkti. ''Okan sen her halinle çekicisin. Sakın bana utandığını söyleme.''

''Utanmışsam ne olacak?'' dedi ve perdeyi çekmek için ayağa kalktı. "Kapa şunları!"

''Bu saatte komşuların beni izlediğini sanmıyorum.'' diye Sam onun önüne geçti. ''Hadi, Okan baksana ay ışığı çok güzel.''

''İyi o zaman mum getir de ışıkları kapatalım. Ya da masayı balkona kuralım. Üstümü giyeyim…''

Lafını bitirmesine izin vermeyen Sam sırtını yasladığı camdan doğruldu, Okan'ın havlusundan yakaladı ve kendine doğru çekti. ''Ben halimden memnunum.''

Okan sırıttı. ''Ama ben değilim.''

Sam pervaza yükselip oturdu ve bacaklarını onun beline doladı. Eli havlunun sınırından aşağı doğru kayarken kulağına doğru fısıldadı.

''Böylesi heyecanlı değil mi my love?''

Sam'ın parmakları, hassaslığını havlunun üstünden kavrayınca Okan geriledi. ''Lanet olsun Sam, bundan hoşlanmıyorum.''

''Kim, ne diyecek Okan?'' Diye boynuna indi, öpücüklerinin arasında mırıldandı. ''Bana burada sahip olmanı istiyorum. Çok heyecanlı...''

Okan gözlerini açtı ve kadının dokunuşundan uzaklaştı. ''Yeter artık!'' dedi ve kadını masaya doğru hafifçe iterek onun yerinde geçti, pencereye sırtını yasladı. ''Sen acıkmamış mıydın?''

Sam pes etmemişti önünde durdu. ''Sen de bana yiyecek bir şeyler vermeyecek miydin?''

Okan güldü ve başını salladı. ''Yemek masada, onu ye.''

Sam ellerini onun göğsüne koydu ve yavaş hareketlerle okşayarak, parmaklarını aşağı doğru kaydırdı. ''Sen bana sahip olmazsan; ben, seni alırım aşkım.''

Kadının tavrına şaşıran Okan doğruldu ve Sam'ı omuzlarından tutarak kendinden uzaklaştırdı. ''Sana ne oldu Sam, çıldırdın mı?''

''Beni delirten sensin Okan.'' dedi kadın. ''Senin yanındayken kendimi tanıyamıyorum. Tüm dünyam sen oluyorsun. Artık kalbime söz geçiremiyorum. Ben delicesine sana aşığım Okan.''

''Sam...'' dedi ama ne söyleyeceğini bilemedi. Kadının duygularının ne anlama geldiğini kavramaktan uzaktı. Yatakta çok iyi anlaşıyorlardı, iş yerinde de öyle ama hepsi bu kadardı. O kadarla kalacaktı. ''Ben...''

''Bir şey söylemene gerek yok Okan.'' dedi anlayışlı bir sesle, onun şaşkınlığına aldırmadan uzanıp dudağına hafifçe dokunup geri çekildi. Sonra gülümsedi daha sakin bir sesle ekledi. ''Ben mumları getireyim''

Kadın onu mutfakta darmaduman bırakıp gitti. Sam ona âşık mıydı? Uzun zamandır ona 'aşkım' diyordu ama bu bir hitap şekli olduğundan Okan önemsememişti. İşler ne ara ciddileşmişti? Derin bir nefes aldı, bu sorunu kökünden çözmeye karar verdi. Başka çaresi yoktu.

Belindeki havluyu sağlamlaştırdı ve perdeleri kapatmak için pencereye döndü. Kumaşı çekerken gözleri yan sitedeki apartmana ilişti. Perde elinde öylece kalakaldı. Çaprazındaki balkonda onlara bakan kadın Melek'ti. Karısı elindeki çay fincanını yere düşürdü, yüzündeki ifadeden düşen fincanı fark etmediği belliydi. Okan elini cama koydu, sanki karşı balkona kadar uzanmak istercesine.

''Melek...'' diye fısıldadı.

Ne zamandır oradaydı? Neden oradaydı?

Melek kendinde değilmiş gibi geriye adımladı ve balkonun kapısından içeri girip gözden kayboldu. Okan yaşadığı paniğe anlam veremedi, elini camdan çekip ıslak saçlarına geçirdi. Melek'in şok olmuş bakışları, gözlerinin önünden gitmiyordu.

''Kahretsin!'' diye hırladı.

Salona doğru yürürken mutfak girişinde Sam'a çarptı.

''Hey, ne oldu?'' diyen kadını duymazdan gelip üstünü giymeye başladı.

''Okan neyin var?'' diye söylenen kadın peşinden geldi. Elindeki şamdanı sehpaya bıraktı ve ona uzandı.

Silkinip kadının elinden kurtuldu. 

"Biliyordun, değil mi? Onun orada olduğunu ve bizi görebileceğini biliyordun!"

"Kim?" 

Kadının yüz ifadesi şaşkın görünüyordu ama kanmadı, Sam biliyordu! Melek'in yan apartmanda oturduğunu biliyordu. Onu mutfakta baştan çıkarmasının sebebi bu olmalıydı. Kendisi neden bu kadar sarsılmıştı bilmiyordu ama Melek'in yüzündeki bir ifade onu delirtmişti. Bitti, artık tamamen hiçbir bağ kalmadı! Bana ihanet ettin! 

"Neden bunu yaptın Sam?"

Sam öfkeyle soluklandı. "Kendine gel Okan, her zamankinden farklı bir şey mi yaptım? Neden kızıyorsun?" Giyinirken Sam söylenmeye devam etti. "Nereye gidiyorsun Okan?"

"Seni ilgilendirmez!"

"İlgilendirir, bunu kendine yapma Okan. Pişman olacaksın! Okan!"

Sam'ın ona seslenmesine aldırmadan kendini daireden dışarı attı. Durup kadınla tartışmaya devam ederse onun canını yakabilirdi, eliyle değil ama diliyle. Sam'a çok kızgındı. Melek'i bu kadar önemsediği için kendisine çok kızgındı. Okan'ı hiç önemsemediği halde, salt bakışlarıyla onu taa kalbinden vuran eski karısına çok kızgındı.

Telefonu elinde çevirdi ve Melek'i aradı. Cevap yok. Diğer siteye kadar aramaya devam etti. Güvenlikten geçip apartmanın önüne geldi. Kapı zillerinden Melek'in adını buldu ve zile bastı. Bir yandan da telefonla sürekli arıyordu. Sonunda telefon açıldı, buz gibi bir ses;

''Alo.'' dedi.

''Melek, kapıyı açar mısın?'' dedi gözlerini kapatıp kapıyı açması için dua ederek.

''Ne işin var burada Okan? Sizi izlemek istemedim, ben...''

''Melek lütfen kapıyı aç!'' diye lafını kesti. "Lütfen!"

''Olmaz Okan, saat geç oldu...''

''Konuşmalıyız Melek.'' dedi ısrarla. Çünkü konuşmazsa her şey bitecekti, bunu hissetmek bile onu delirtiyordu.

''Bak, hiç gerek...''

''Gerek olmasaydı, kapında yalvarmazdım!''

Birkaç saniye sonra konuşan Melek ''Tamam.'' dedi üzgün bir sesle.

Telefonu kapattı ve açılan dış kapıdan apartmana girdi. Onun katına kadar merdivenleri üçer dörder tırmandı, asansörü beklemeye sabrı yoktu. Melek onu kapıda karşıladı. Nefes nefese kadına bakarken çenesi kasıldı. Melek karşısındaydı işte... Ama ne diyecekti? Ona doğru adımladı.

''Hoş geldin.'' diyerek kapıdan çekildi, onun içeri girmesi için.

''Hoş buldum.''

Okan sıcacık ve samimi bir dekorla döşenmiş eve adımını attı, her yer Melek'in ferah ve nefis kokusuyla doluydu. Melek öne düşerek onu oturma odasına yönlendirdi. Aldığı derin nefesler yüzünden başı dönen Okan elleri ter içinde, kadının yürüyüşünü izledi. Geldiğine pişman değildi ama bir de kafası çalışsaydı. Ne konuşacaktı?

''Evin dekorasyonu çok hoş.'' dedi sonunda.

Melek neşesizce gülümsedi ve karşısındaki koltuğa oturdu. ''Senin evin.'' dedi. ''Ev sahibi, annen!''

Okan, Melek'in gözlerine baktı. Kesinlikle kırgındı, anlam veremedi. Onu buraya kadar getiren de bu bakış değil miydi? Kanepeye oturdu. ''Ev güzel demedim ki, dekoru çok hoş dedim. Annem dekorla da uğraştıysa o başka.''

''Teşekkür ederim.'' dedi yüzüne kısa bir bakış attı. ''Neden geldin?''

Okan dudağını ısırdı. ''Ben senin burada oturduğunu bilmiyordum. Yani bilseydim... Ben... Bizi görmene izin vermezdim. Yani o şekilde görmeni istemedim…''

Melek'in yüzü sarardı. Onun hasta olduğu aklına gelince, Okan iyice gerildi. Öne doğru eğildiğinde Melek aradaki mesafeye rağmen oturduğu yerde geriledi. Okan'ın canı sıkılmıştı ama belli etmedi. Melek onun yanında hiçbir zaman rahat olamayacaktı, her an bir mayına basmak üzereymiş gibi tetikteydi.

''Sorun değil.'' dedi hemen, sanki Melek konuyu kapatmak için can atıyordu.

''Bak, inan bana sana nispet yapmak istemedim.''

''Nispet mi?'' dedi Melek şaşkınlıkla. ''Bana neden nispet yapasın?''

Okan kaç gündür gittikçe yoğunlaşan kıskançlığına gem vurmaya çalışarak gülümsedi.

''Yani bilirsin, bak senin sevgilin varsa benim de sevgilim var, tarzı bir şey.'' dedi omzunu silkti. Melek'ten olumlu olumsuz bir tepki alamayınca, saçmalamaya başlamıştı. ''Sonuçta ikimiz de boşanmış medeni insanlarız. İlişkilerimizin olması çok normal zaten olması da gerekir.''

Sözleri kendine bile batıyordu ki, Melek'in iyice süzülmesini normal karşıladı. Söylediğine gerçekten inanıyorsa, neden tüm gün doktor ve Tekin'i kıskanıp işkence çekmişti? Ve neden her zamanki gibi, Sam'ın kollarına sığınmak ihtiyacını hissetmişti?

Melek zorlukla yutkundu ve kararsızca konuştu.

''Sam güzel ve akıllı bir kadın… Dediğini gibi, ilişkiniz gayet normal ama ben nispet olayını pek anlamadım.''

Kelimeler, Melek'in tatlı dudaklarından takılarak çıkıyordu. Okan aptal olmalıydı veya düşüncesiz. Hasta haliyle kadını rahatsız ediyordu, oysaki Melek'in onu umursamadığı belliydi. Neyi, ne diye açıklamaya gelmişti ki? Genç kadının gözlerinin altındaki karartılara ve solgun dudaklarına baktı.

''Bugün neyin vardı?'' dedi istemsizce. ''Piknikten erken ayrıldın. Seni aradım ama bana geri dönmedin.''

''Telefon beklemiyorsam, tanımadığım numaralara pek geri dönmem. Önemli bir şey değildi zaten. Midemi bozmuşum, abur cubur yemekten.''

''Aldıklarını bitirme konusunda sana yardım etmeyi teklif etmiştim değil mi?” dedi gergin bir tavırla. Melek’in dudaklarının ucunda beliren gülümsemeyi fark edince biraz rahatladı. “Şimdi nasılsın?''

Gülümsemesi geldiği hızla kaybolmuştu. Melek, gözlerini nihayet onun yüzünde sabitledi. Yorgun bir bakış olduğunu düşündüğü hüzünlü bakışlarla bir süre gözlerine baktı. Okan kalp atışlarının hızlandığını ve ruhunun Melek'e doğru çekildiğini hissetti. İşin tuhafı Melek'in de aynı durumda olduğunu beden hareketlerinden hissetti.

''İyiyim.'' dedi sonunda zorlukla. ''Dinlenmem gerekiyormuş.''

''Doktor mu söyledi?'' dedi alay edercesine sırıtarak. ''Yoksa Tekin mi?''

''Doktor söyledi tabi ki.'' dedi kaşlarını çattı. ''Tekin ne karışıyor?''

Tekin ile aralarındaki ilişki de Melek baskın taraftı, anlaşıldığı kadarıyla. Zaten adamın bugün etrafında pervane olmasından bunu tahmin etmeliydi. Baskı ve aşırı ilgi varsa, pek uyumlu bir birliktelik sayılmazdı, parçalanması kolay olurdu. Bu düşünce onu inanılmaz keyiflendirdi ve Melek'e bakan gözleriyle birlikte dudakları da gülümsedi. 

Melek afallayarak başını çevirdi, yanakları pembeleşmişti.

 ''Sam ile ne zamandır berabersin?'' dedi birden bire sert bir sesle.

Sorgulandığını düşündüğünden Melek karşı atağa geçmişti. Bu kez hesap sorulması hoşuna gitmişti. Okan bu hissin keyfine varmak adına, kanepeye yaslandı ve ellerini karnında kenetledi. Melek ona bakana kadar da öylece onu izledi. Ne çok özlemişti... Sorusuna cevap alamayan Melek sinirli bakışlarını yüzüne çevirince konuştu.

''Birliktelik sayılmaz ama yakınlaşmamız beş altı ay kadar önceydi.'' dedi. ''Ama eski çalışanımızdı. Yani benim çalışanım, senin değil.''

Melek dudağını büktü. ''Kimin çalışanı olduğunu az önce mutfakta gördüm.''

''Kıskandın mı?'' dedi alaycı bir umutla.

Melek yüzünü buruşturdu. ''Hı, çok kıskandım. Hep öyle bir yardımcım olsun isterdim.''

''Zor bulursun.'' diyen Okan sırıttı. ''Bana içecek bir şeyler ikram etmeyecek misin?''

''Hayır.''

''Neden?''

''Kalman gereken zamandan daha uzun süre kalırsın o zaman.'' dedi dik başlı bir tavırla. ''Ve benim işim gücüm var.''

Başıyla açık bilgisayarı gösterdi. Okan masadaki bilgisayara baktı. Gecenin bu saatinde hala hesap kitapla uğraşıyordu.

''Ne o, çalışacağın oteli ikna edemiyor musun?'' dedi ve Melek'e döndü. İnanılmaz eğleniyordu.

''Son derece kendini beğenmiş bir patronları var. Adam görüşmek bile istemiyor ve insanlara karşı o kadar güvensiz ki; işi, sevgilisine devredip kurtulmuyor da...''

''İşi, niye sana devredecekmişim?'' dedi alaycı bir tavırla ve söylediği şey yüzünden bir an dondu kaldı. Lanet dili!  Melek'in ağzı açık kalmıştı, kadının konuşmasına fırsat vermeden ekledi. ''Yani Sam'a demek istedim, sana değil, dilim sürçtü. Belki bana soda filan bir şey vermelisin. Boğazım kurudu da.''

Yanakları kızaran Melek ayağa kalktı. ''Tabi, neden olmasın. Gideceğe benzemiyorsun, bari boğazını ıslatalım da kelimeler yanlış çıkmasın.''

Melek odadan ayrılınca yumruğunu sıkıp kanepeyi yumrukladı. ''Ne kadar şaşkınsın Okan!'' diye homurdandı. Bazen diline hâkim olamıyordu, özellikle Melek yanındayken veya onu düşünüyorken...

Melek elinde tepsiyle geldiğinde hala kendine kızıyordu. Tepsinin içinde iki sade kahve ve iki tabak kurabiye vardı. Midesinin boş olduğunu nefis kokuları duyunca daha bir hissetti. Sabah yediği peynirli sandviç dışında bir şey yememişti. Ve küçük bir sandviç bir doksanlık boyu ve doksan beş kiloluk ağırlığı tüm gün taşıyamazdı.

''Sade kahve.'' dedi gülümseyerek Melek'e baktı. ''Hatırlıyorsun.''

Melek sıkılmış gibi kıpırdandı. ''Unutmuş gibi davranmak istemedim. Seni olduğundan fazla önemsediğimi düşünme.''

"Olduğu kadarı yeter bana tatlım, şimdilik."

"Sınır zaten buydu Okan Başar." diye homurdandı Melek. "İlerisini umut etme."

"Kahve ve kurabiye demek." dedi Okan. Sonra omzunu kaldırdı. "Hiç değilse, midem boş kalmayacak."

Okan ona gülümserken Melek kaşlarını çatıp bakışlarını tepsiye çevirdi. Keşke Melek onun varlığından bu kadar rahatsız olmasaydı...

''Sevgilin pencerenin önünde kamp kurmuş.'' dedi huzursuzca, tabağını tepsiden alırken. ''Sanırım buraya gelmenden hoşnut değil.''

Okan aldırmadı, kurabiyelerden birini alıp yemeğe başladı. Tadı nefisti, ya da aç olduğundan ona öyle gelmişti. İkinci kurabiyeye atılırken Melek boğazını temizledi. Okan ilgisini kurabiyelerden alıp Melek'e baktı. Ağzı dolu olduğu halde konuştu.

''Ne var?''

Melek bıkkınca nefeslendi. ''Diyorum ki; kız arkadaşın buraya gelmenden hoşnut değil. Belki yanına dönmelisin.''

''Bu muhteşem kurabiyeleri bırakıp mı, delirdin mi sen?'' dedi kurabiyeyi ağzına tıktı. ''Nereden aldın bunları? Nefis.''

Melek kaşlarını çattı. ''Ben yaptım. Sana paket yapabilirim, böylece Sam'a da...''

''Senin böyle becerilerin olduğunu bilmiyordum.'' dedi Melek'in önerisini duymazdan gelerek. “Hayatımda yediğim en nefis kurabiye olmalı.”

Neden onu göndermekte bu kadar ısrar ediyordu? Onun canını sıkan bir şey yapmamıştı ki, sonra aklına otoparktaki olay geldi. Melek onu son anda uyarmasaydı, Melek'i öpecekti. O kadar pervasızca, kendini karısına kaptırmıştı ki... Melek tekrarlanmasından korkuyor olmalı diye düşünüyordu ki tepkisi daha farklı bir şekilde geldi.

''Sen beni tanıyor muydun ki? Adımı hatırlaman bile senin için büyük başarı!'' dedi aniden Melek öfkeli bir sesle. Okan şaşkın bakışlarla ona bakarken nefeslendi. ''Özür dilerim. Sana bağırmak istemezdim, son günlerde biraz gerginim.''

Sonra hızla ayağa kalktı. ''Bana biraz müsaade eder misin? Çamaşır makinesini çalıştırmam gerekiyor da.''

Sessizce Melek'in odadan kaçmasını izledi. Tepkisine şaşırmıştı, gerçekten de o kadar bencil miydi? Melek onun kahveyi nasıl içtiğini bile hatırlıyordu ama o Melek'in de sade kahve içtiğini yeni fark etmişti. Melek'in varlığının onu ne kadar mutlu ettiğini hatırlıyordu ama daha onun hangi rengi sevdiğini bilmiyordu.

Eli, eski yara izine gitti. Durup durup sızlamasına sinir oluyordu. Sürekli o günü hatırlatıyordu, terk edildiği günü. Ve sonrasındaki azap dolu ayları... Öfke beynini kavururken Melek'e neden hesap vermeye çalıştığını düşündü. Ne gerek vardı ki? Melek zaten onu sorgulamıyordu. Sam ile olan ilişkisi onun umurunda değildi.

Gitmek için ayağa kalktı, gözü kitaplığa ilişince durakladı. Tıka basa kitapla dolu kitaplığa yürüdü. Birkaç fotoğraf çerçevesi rastgele dağılmıştı. Küçük bir çerçevenin içindeki fotoğrafı görünce soluğu kesildi. İkisinin evlilik fotoğrafıydı, küçük bir fotoğraftı. Melek mutlu bir şekilde onun elini tutmuş objektife gülümsüyordu. Okan ise bir elini onun beline dolamıştı, sevgi dolu bir bakışla karısına bakıyordu.

Hayatının en güzel günüydü.

Resmi eline aldı ve parmağının ucuyla Melek'in gülümseyen yüzünü okşadı. Uzun süredir içinde buza dönüşmüş bir şey parçalanarak tüm bedenine dağıldı. Sıcacık bir histi; mutluluk ve umut veriyordu. Evlilikleri boyunca, ilişkileri dışında, kendini bir şeyleri düzeltmeye o kadar kaptırmıştı ki, Melek'in ne hissedebileceğini göz ardı etmişti. İşleri yüzünden ilgilenmekte zorlanmıştı ve bunu anladığında yanlış bir adım atmıştı. O panikle Melek'i kaybetmemeye odaklanması, ellerinin arasından kaçmasına neden olmuştu. Acaba Melek onu hiç sevmiş miydi, ya da ona karşı sevgiye yakın bir duygu hissetmiş miydi? Hiç denemiş miydi?

Resmi aynı yere bıraktı ve yerine oturdu. Savaşmaya devam etmeye karar verdi, bu sefer ondan intikam almak için değil, onu kazanmak içindi. Kendi içinde beslediği duygular intikam almak için fazla güçlüydü, almaya kalkarsa her ikisini de yakardı. Kısa bir hesapla kararını verdi. Melek ona, ikisinin evlilik fotoğrafını saklayacak kadar değer veriyorsa, şansı hala yüksekti. Kendi ilgisine kılıf bulup intikam denen zavallı duygunun ardına saklanmak zorunda değildi.

Sehpanın üzerindeki telefon çalmaya başlayınca, başını kaldırıp Melek'in telefonuna baktı. Ekranda 'Tekin' yazıyordu.

''Hiç şansın yok dostum.'' dedi ve telefonu meşgule attı. ''O, benim karım.''

Melek döndüğünde kahvesini yarılamıştı. Son kurabiyeye uzandı ve kayıtsızca konuştu. "Gerginliğinin sebebi ben miyim?"

Melek kararsızca ona baktı. Baktığını göz ucuyla görüyordu ama yüzüne bakamıyordu. Melek usulca sordu. "Benden ne istiyorsun Okan?" dedi. "Kendini neden bana açıklama gereği duydun?"

Okan ne diyecekti? Paniğini ve kaybetme korkusunu anlatamazdı ki, Melek anlamazdı. Nefes alıp başını salladı.

"Bilmiyorum. Sadece..." Bakışlarını karısının yüzüne kaldırdı. "Sanırım utandım."

Melek aniden gülümsedi. "Benden mi utandın? Seni daha önce çıplak gördüm Okan..."

Lafını söyler söylemez Melek boğazına kadar kızardı ve yutkundu. İstemeden söylediği belliydi. Söylediğini toparlamak için kekeledi. "Şey, ben... Aslında düşününce haklısın. Bu halin daha farklı tabi... Kaslarını kastettim... Yani çok gelişmişler... Ben ne diyorum ya... Ah, lanet... Beni durdursana Okan!"

Okan dayanamayıp kahkaha attı. "Sen hızlı gidiyorsun bebeğim, ezip geçtin beni. Nasıl durdurayım?"

Melek küskünce suratını astı ve homurdandı. "Yine de seni Sam ile o şekilde görmek pek hoş olmadı elbette."

"Kıskandın!"

 "Saçmalama, teşhirciliğinizi neden kıskanayım?"  

"Çok kıskandın!"

  "Kes sesini!"  

"Ah, sen kıskançlıktan delirmişsin!"

  "Avucunu yala!"   

Okan imalı bir şekilde kurabiyeyi ısırırken, çapkın bakışlarını Melek'in üzerinden çekmedi. Karısının öfkeli yüz ifadesinin erimesini ve şaşkın bakışlarının onun dudaklarına doğru yönelmesini keyifle izledi. Kurabiye kırıntılarını toplamak için yavaşça dudağını yaladığında da, Melek nefeslenerek başını mutfaktan yana çevirdi. Melek'i daha fazla kızdırmamak için konuyu değiştirdi.

''Az önce telefonun çaldı, ben de meşgule attım.''

''Aaa, neden attın?'' diye telefonuna uzandı. ''Seslenseydin ya.''

''Çünkü meşguldün.'' dedi kurabiyeden büyük bir ısırık aldı. "Yani benimle meşguldün."

Melek gözlerini tehditkar bir şekilde kısarak telefonu kulağına götürdü. Birkaç saniye sonra konuştu.

''Yine ne var başımın belası.'' diye telefondakine söylendi. Ayağa kalkıp kitaplığa doğru yürüdü.

Okan dikkatle onun hareketlerini izliyordu. Melek bir süre dinledikten sonra homurdandı.

''İyiyim daha ölmedim ve ayrıca ölsem de; o kreş işini, sen yapacaksın Tekin. Çok söylenme.''

Melek'in sesi birden kısıldı ve omzunun üstünden ona yan bir bakış attı. Okan görmezden gelip kahvesiyle ilgileniyormuş gibi yaptı. Melek onun bakmadığına kanaat getirerek, elini az önce onun incelediği resme attı ve çaktırmamaya çalışarak resmi kitapların arasına hızlıca ittirdi. Okan gülmemek için dudaklarını ısırdı. 'Tatlı budala, ben çoktan gördüm' diye için için gülerek bacağını diğerinin üstüne attı ve keyifle kahvesini bitirdi.

Melek yürürken bir yandan da konuşmaya devam etti. 

''Tamam, araba sende kalabilir, buraya kadar getirme ama sabah beni alman gerek.'' Durakladı. ''Ne demek! Otobüsle sen gel sersem herif. Sabah sekizde kapının önünde olmazsan arabam çalındı diye polise haber veririm ona göre.''

''Yaparım!'' Dedi ve elini ahizeye gererek daha kısık sesle ekledi. ''Beni rezil ediyorsun Tekin. Kapat telefonu... Hayır, poğaça alma... Hayır, dedim... O bir kere olur, hem o zaman çok sarhoştum.'' Diye fısıldadı. ''Şansını zorlama.''

'Bir kere olur!' Okan'ın kaşları çatıldı. Kahve fincanını gürültüyle tabağa çarpınca Melek irkildi. Ona doğru dönerken telefondaki salağa mırıldandı.

''Bak kapatmam gerek, sabah görüşürüz.''

Okan başının tepesine hücum eden sıcaklık yüzünden ısınan gözlerini Melek'e dikmişti. Melek derin bir nefes aldı ve sırıtmaya çalışarak telefonu salladı.

''Patron olmak kolay değil. Sen daha iyi bilirsin.''

Bir kere olur demek ha! Bağırmamak ve Melek'i kollarından tutup sarsmamak için kendini zor tutuyordu. Tahmin etmek bir şeydi, bilmek bambaşka bir şeydi. O ukala adamın karısına dokunan ellerini kırmaktan başka bir şey düşünmeyen beyni uğulduyordu. Ayağa kalktı, yumruklarını sıkıyordu. Öfkesini bir şekilde bastırmalıydı, o yüzden Melek'in yanından hemen ayrılmaya karar verdi. Gergin bir sesle konuştu.

''İkram için teşekkür ederim. Pazartesi günü buluşup senin işini konuşalım.'' Taş kesilmiş Melek'e doğru yürüdü ve telefonunu elinden aldı. Kendi numarasını rehbere kayıt etti. Geri Melek'in eline bıraktı. ''Beni ararsın, o güne kadar çok yoğunum.''

Melek şaşkınlıkla telefonunda yazana baktı. Okan yazdığına ne tepki vereceğini dikkatle izledi. Çünkü telefona 'eşim' diye yazmıştı. Melek dişlerini sıkarak hızla yazıyı düzeltti ve Okan'ın yüzüne tuttu.

'Eski eşim'

Okan sinirli bir şekilde güldü ve arkasını dönüp kapıya gitti. İçinden yakında oraya 'biricik sevgilim' yazacaksın diye geçiriyordu. Tekin gibi birinin, onun karşısında hiç şansı yoktu. Melek arkasından bağırdı.

''Bu güzel gece için teşekkür ederim.''

Okan hiç dönmeden bağırarak yanıt verdi. ''Tüm günüm sayende çok güzeldi, asıl ben teşekkür ederim.''

Kapıyı çarpıp dışarı çıktı, karmaşık duygularına rağmen sırıtmaktan kendini alamıyordu. Melek onu sonunda duygu mazoşisti yapmıştı, sadist kadın.

Sam'ın kaldığı apartmanın otoparkına geldiğinde, arabasının tüm lastiklerinin sönmüş olduğunu gördü. Kim olduğunu tahmin ettiği biri, bıçakla lastikleri deşmişti. Bu arabasını çok severdi ve Türkiye'ye gelirken de yanına getirtmişti. Aston Martin One 77'nin yedek parçalarını sağlamak zordu ama arabasından vaz geçmezdi. Parçalar gelene dek birkaç gün diğer arabalarından birini kullanabilirdi. Sam ile gereksizce tartışarak canını sıkmak istemedi, lastiklerin ücretini kadının maaşından keserek de cezalandırabilirdi. Arabasını orada bıraktı ve taksiyle evine döndü.

Pazartesi gününe kadar içi içine sığmamıştı. Okan ile ilk kez yüz yüze görüşmek için oteline gittiği gün olduğu kadar heyecanlıydı. Belki daha fazla... İlk kez birbirlerini gördükleri o düğünden sonra, Okan'ı ikinci kez gördüğü o günü hayal etti. Otelde onları karşılayıp odalarına yerleştirirken anlamsız bir heyecanla genç adamın her hareketini izleyen Melek, heyecanından bayılacağını sanmıştı. Şimdi de genç adamla görüşmeye otele gitmek için sarsak hareketlerle dosyasını toparlarken yüzü alev alevdi. Bir haftadır rüyada gibiydi zaten.

Perşembe gününden beri, kendi evinin mutfağına girerken hırsız gibi davranıyordu. Sam'ın mutfak ışığı yanıyorsa, hemen salona kaçıyordu. Okan'ın 'Bay Muhteşem Sırt' olduğunu öğrenmek onun için çok sarsıcı olmuştu. Özellikle ikisini birbirlerine sarmaş dolaş görmek canını inanılmaz derecede acıtmıştı. 

Çayını içmek için balkona çıktığında, mutfağa girip Sam'a sarılan Bay Muhteşem Sırtı görmüştü ve engel olamadığı bir merakla izlemeye dalmıştı. Öpüşen çift ayrılıp da adamın kim olduğunu açıkça gördüğünde, soğuk bir kova su, başından aşağı dökülmüştü. Elinde çay fincanıyla öylece durup onlara bakakalmıştı. Bay Muhteşem Sırt, Okan'dan başkası değildi ve Sam'ın sırnaşmasını memnuniyetle karşılıyordu. Hele pencere önündeki tutkulu öpüşmeleri ve kısa sevişmeleri tüm bedenini germişti.

Şaşırtıcı olan şey ise; Okan'ın onu fark ettikten sonra dairesine gelmesiydi. Hiç beklemiyordu. Ağzı açık onları izlediği için Okan'ın ona kızdığını düşünmüştü ama genç adam, Sam ile olan ilişkisini ona açıklamaya çalışmıştı. Melek'e açıklama yapmasına bile gerek yoktu aslında. Her ne kadar sinir olsa da, ikisi de birlikteliklerinde haklıydı, çekici bir adamdı ve bekârdı. Yine de onun Sam'ı kabullenmesini beklemesi canını sıkmıştı. Her şey bir yana genç adamı, kendi evinde görmek onu hayallere sürüklemişti.

''Kendini topla.'' diye homurdandı. ''O sadece seninle dalga geçiyor. Hırsından öyle davranıyor.''

Neyse ki düğün fotoğrafını görmemişti. Tekin ile rahatça konuşmak için kitaplığına yürüdüğünde gözü çerçeveye ilişmişti ve beyninden vurulmuşa dönmüştü. Hemen sakladı, Okan bunu fark etmemişti. Şimdi yatak odasındaki tuvalet masasının üzerinde duruyordu. Okan, onun yatak odasına girmeyeceği için artık fotoğrafı göremezdi. Gerçi kendini Okan'ın büyüsünden kurtarmadığı sürece kimse, o çerçeveyi, bulunduğu yerde de göremeyecekti. Âşık olmak ne zordu, Okan'a hissettiği aşkı unutmak ise imkânsızdı.

Kâğıtları dosyanın içine sıkıştırdı ve çantasını aramaya başladı. Etrafta görünmüyordu, çantayı en son Mehmet'e verdiğini hatırladı. Birazdan adamdan almayı beynine not ettiği sırada telefonu çaldı. Ekranda ısrarcı doktorun ismini görünce iç geçirdi. Adam perşembeden beri her gün arıyordu. Sürekli atlatmasını olumsuz bir işaret olarak almadığını anlayınca biraz sert konuşmaya karar verdi.

''Evet.''

''Selam Melek.''

''Selam Doğan.''

''Nasılsın?'' dedi özgüveni yüksek bir sesle.

''Çok meşgulüm.'' dedi telefonu kulağı ile omzunun arasına sıkıştırarak. Bir yandan masasında unuttuğu bir şey var mı diye kontrol ediyordu. ''Bir şey mi vardı?''

''Sanırım seni rahatsız ettim, hemen konuya gireyim.'' dedi Doğan. ''Akşam boş musun diye soracaktım.''

Melek masa saatine baktı. Öğleye geliyordu, daha Okan'ın sekreterini randevu için arayacaktı. İşleri toparlamamıştı bile. Ayağa kalktı, Mehmet'ten çantasını istemek için. Dosyaları dağıtmadan taşımak için başka çaresi yoktu.

''Kusura bakma Doğan. Sen iyi birisin ama ben şu an için...''

''Hemen kestirip atma Melek. Seni tanımak istiyorum. Beni tanımanı istiyorum.''

Eli, kapısının kolunda nefeslendi. Bir sen eksiktin diye içinden söylenerek kapıyı açtı.

''Başka zaman buluşsak...''

Durdu. Kapıdan geçemedi çünkü Okan kapının önünde dikiliyordu, bir eli kapıyı tıklatmak için havadaydı. Melek lafını tamamlayamadan öylece Okan'ın yüzüne baktı. Doğan hala telefondaydı, adamın sesini sinek vızıltısı gibi duydu.

''Sadece bir kahve içelim, eminim sohbetimden hoşlanacaksın.''

Okan'ın ardında tüm ofis başlarını, onlara doğru çevirmişti. Yasemin tuhaf ve anlamlı bir ifadeyle sırıtıyordu. Omzundaki telefonu eliyle tuttu. ''Bir saniye'' dedi Doğan'a ve kulağından çekti.

''Ben de seni arayacaktım.''

Okan, elindeki telefona baktı ve bakışlarını ona çevirirken tek kaşını kaldırdı. ''Tabi, telefonunu kapatır kapatmaz değil mi?''

Tekin'in meraklı bir bakışla ayağa kalktığını gördü. Herkes Okan'ın buraya neden geldiğini merak ediyor olmalıydı, kendisi de bu kişilere dâhildi.

''İçeri buyurmaz mısın?'' dedi kapıdan çekilip. Okan içeri girerken Hale'ye iki kahve getirmesini istedi. Sert olmasını özellikle belirtti ve kapıyı kapattı.

Okan çoktan misafir koltuklarından birine kurulmuştu. İnceleyici bakışlarla odasını süzüyordu. Şu andaki karmaşadan pek hoşnut göründüğü söylenemezdi. O da adamın karşısına oturdu ve elinde fazlalık olan telefonu önlerindeki sehpaya bıraktı. Okan'ın yüzüne soran gözlerle baktı.

Okan pis pis sırıttı. ''Telefonu kapat da karşıdaki beklemesin.''

''Hay, lanet.'' diye telefonu eline aldı. Doğan hala hattaydı. ''Kusura bakma Doğan.''

Okan'ın seslice nefeslendiğini duyunca ayağa kalktı ve dosya dolabına doğru yürüdü.

''Bak gerçekten meşgulüm.''

''Çok nazlanıyorsun Melek, altı üstü bir kahve. Seni ısırmam merak etme, eğer ısırmamı istersen o zaman başka.''

''Gereksiz bir espriydi.'' dedi yedek yarışma dosyasını raftan alarak. Sehpadaki evraklara uzanmak ve Okan ile yan yana çalışmak şu duygu haliyle çok tehlikeliydi. Şık elbisesinin içindeki genç adam yine bir içim suydu ve Melek çok susamıştı.

''Özür dilerim.'' dedi Doğan. ''Bu geceye ne dersin?''

''İyi, tamam, bu gece.'' dedi adamdan kurtulamayacağını anlayınca. ''İşim bitince seni ararım.''

''Kaç gibi?'' dedi adam. ''Hasta randevusunu ona göre ayarlayacağım.''

Melek ofladı. ''İki saate ararım, hadi görüşürüz.''

''Telefonunu bekliyorum.''

''Görüşürüz.''

Telefonu kapattı ve doğrulup Okan'a döndü. Adam ilgisizce masadaki kâğıtlara göz atıyordu. Onun bütçe hesaplamaları! 

"Sen ne yapıyorsun?" diye hemen atıldı ve kâğıtları onun elinden almak için uzandı. 

Okan kağıtları tutmayı bırakıp onun bileğini tuttu ve kendine doğru çekti. Adamın dokunuşuyla, sıcak bir akım kolundan tırmanıp çırpınan kalbine ulaştı. Zaman durdu. Gözleri birbirine kenetlendi ve büyülenen gözleri, tamamen Okan'ın yemyeşil bakışlarıyla kamaşan Melek titrek bir nefes aldı. Elini çekecekken Okan daha sıkı kavradı ve tok bir sesle söylendi.

''İki saate işinin biteceğini sanmıyorum hayatım. Randevunu gelecek yüzyıla kadar ertelesen iyi olur. Tüm gün benimle uğraşmak zorundasın.''

"Ne?"

Bu tam bir soruydu. Okan'ın neyi kast ettiğini gerçekten anlamadı çünkü sadece adamın onda yarattığı heyecana yoğunlaşmıştı. Sesinin tınısı tüylerini diken diken etti. İçinde hem kızgınlık hem de tehlikeli talepler vardı. Okan'ın öpücük vaat eden bakışları onun dudaklarına kayınca, Melek dudaklarını istekle araladı. Onun etkisindeyken kendini asla tutamıyordu. Sürekli aralarında asılı duran o öpücüğe ihtiyacı vardı. O sırada kapı çaldı, alarma basılmış gibi birbirlerinden ayrıldılar.

''Gel!'' dedi Melek elini, diğer eliyle ovuşturarak. Adamın dokunuşu tenini karıncalandırmıştı ve zihnini uyuşturmuştu.

Hale elinde tepsiyle içeri girdi ve kahveleri masaya bıraktıktan sonra gülümseyerek dışarı çıktı. Yüzlerinden bir şey olduğu apaçık ortadaydı, sanki saatlerce öpüşmüşler gibi ikisinin de yanakları alev almıştı. Hadi kendisi manyaktı, Okan'a ne demeliydi.

''Bence...'' diye lafına başladı ama nefes almamış olacak sesi güçsüz çıktı. Boğazını temizledi. ''Toplantımızı burada yapabiliriz Okan, yani her şey ortada değil mi?''

Kendi koltuğuna oturdu, bacakları onu taşıyamayacaktı ve Okan'ın karşısına oturamayacağını da iyi biliyordu. Okan yan gözle ona baktı.

''Orada oturunca daha mı iyi oluyor?'' dedi ve oturmak için dosyayı koyarak hazırlık yaptığı koltuğu gösterdi. ''Karşıma geçsene.''

''Böyle iyi teşekkürler.'' dedi.

"Bana yakın olmaktan korkuyor musun?"

Melek onun meydan okuyan ifadesine karşılık ters bir bakış attı. "Ben, burada rahatım. Benim ofisimde olduğunu unutmamanı rica ediyorum."

Okan dudağını ısırarak gülümsedi. Ah, o gamze... Melek aptallaşarak adamı izlediğini fark edince hemen toparlanıp bakışlarını Okan'dan çevirdi. Gıcık Hale ikisinin kahvesini yan yana koymuştu. Şimdi aynı anda, aynı yere uzanmamak için Okan'ı kollaması gerekecekti. Okan konuşunca özlem duyan bakışları yeniden genç adama döndü.

''Sen bilirsin.'' dedi ve saatine baktı. Takımının ceketini giymemişti ve açık mavi gömleğiyle çok yakışıklıydı. Rahat bir şekilde gömleğin kollarını katlamıştı. ''O halde, kahvelerimizi içtikten sonra çıkalım mı?''

Okan'ı seyretmeyi bırakarak irkildi. ''Hı? Nereye?''

Okan bıkkınca ona doğru baktı. ''Öğle yemeği zamanı Melek! Yemek yerken de konuşabildiğini hatırlıyorum, yoksa değiştin mi?''

''Öğle yemeğine mi gideceksin? Daha yeni gelmiştin.'' Diye hayal kırıklığı dolu bir panikle söylendi. Keşke iki saat konusunda saçmalamasaydı. Okan kızmış olmalıydı. İşi bahane edebilirdi. ''Cevabını bile söylemedin.''

Okan hala kahvesine uzanmamıştı ve Melek'in o kahveye acilen ihtiyacı vardı. Çünkü beyni ile hormonları güç yarışına girmişlerdi ve hormonları oldukça öndeydi. Bir daha Okan'a dokunmaması gerekiyordu, yoksa olacakların önüne geçemezdi. Genç adamın zarif parmaklarının onun teninde dolaştığını düşünmemeye çalışmak bile bedenini ateşe veriyordu, acaba düşünse ne olurdu... Adama karşı her yönden savunmasızdı. Ama aralarında Sam vardı ve kadının varlığını hesaba katması gereken kişi ise umursamaz Okan idi. Ve şu anda en az Okan kadar umursamazdı, çünkü kendi hormonlarının, Okan'ın ihanetine çanak tutmasına aldırdığı yoktu. Çapkın adam madem ona kur yapıyordu gününü görecekti. Ama burası çok uygunsuz bir yerdi.

''Yemeğe sen de geleceksin Melek. Her lafımı tersinden almayı nasıl beceriyorsun?''

''Davet ettiğini de ben hatırlamıyorum Okan. Emrivaki yapman çok kaba bir hareket, tersinden anlamam normal. Ben kibar biriyim senin aksine.''

Genç adam ayağa kalktı. ''Melek, beni gerçekten yoruyorsun. Vaktim az ve karnım aç, iki işi bir arada halletmek için üşenmeyip buraya kadar geldim. Sen ise aptal ayağına yatıyorsun. Karşında doktor bey yok, bu numaralar bana sökmez. Beni geçiştirme.''

Yanında geldi ve kolundan asılarak onu ayağa kaldırdı.

''Hey!'' diye kendini geriye çekti. ''Sana numara yaptığım filan yok. Ayrıca vaktin azsa neden buraya kadar geldin, emretseydin ben gelirdim. Her zaman yaptığın gibi...''

Duraklayan Okan bir an ona baktıktan sonra çekici bir gülümsemeyle ona yaklaştı. Sesi konuşurken bir yerlere giden Melek sustu ve beklenti içinde nefeslendi. Sersemlemiş başı yeniden dönmeye başlamıştı, geçen hafta midesini bozduğu zaman gibi. Zaten midesi de tuhaf bir hisle buruluyordu. Bu adama hasta olmaya mı başlamıştı, yoksa? Yani, bir şeyin onu hasta ettiği kesindi. 

Genç adam onun yüzüne doğru eğildi. ''Emrettiğim her şeyi yapacak mısın yani?'' diye fısıldadı.

"Okan, yapma."

"Neyi?"

"Şu an yaptığın şeyi."

Okan biraz daha yaklaştı ve Melek'in kalan aklını yok eden bir fısıltıyla nefesi tenini yaladı. "Neyi?"

Melek yutkundu. "Uzaklaş, bu son uyarım Okan!"

Okan burnunu onun burnuna sürterek dudaklarına doğru mırıldandı. "Uyarın için teşekkürler, bebeğim."

''İşleri neden zorlaştırıyorsun Okan?'' dedi başını biraz daha geriye attı. Ancak bu kadar uzaklaşmıştı çünkü kalçası masaya dayanmıştı ve gidecek bir yeri kalmamıştı. ''Bana kızgın olduğun için mi tüm bunlar?''

Okan başını salladı ve boğuk bir sesle konuştu. ''Evet, sana çok kızgınım.''

Melek bir nefes ötesindeki genç adamdan gözlerini alamıyordu. Parmaklarının ucuyla masaya dokundu, yere yığılmamak için destek almalıydı. Okan tüm cüssesiyle karşısındayken ne ellerinin ne bacaklarının titremesine engel olabiliyordu. Sonra genç adam ellerini uzatıp onu belini kibarca sardı. Kalçasının sınırına kadar inen eller yavaşça geri çıktı ve sırtını kavradı. Bu dokunuş hem iyiydi hem de korkunçtu. Kaynak alevine tutulmuş dondurma gibi eriyiverdi. Okan onu kendine doğru çekerken Melek sonunda konuşabildi.

''Aradan uzun zaman geçti, neden hala kızgınsın?''

Okan kendinde değil gibiydi, bakışları tek bir şeye odaklanmıştı. Arkasındaki masanın, adamın gözünde yataktan farkı olmadığını anlamak zor değildi. İşin tuhafı masası, ona da yumuşacık bir yatak gibi geliyordu, şöyle bir uzansa... Fakat burası onun ofisiydi, dışarıda arkadaşları vardı ve biraz da olsa kendine saygısı kalmıştı. Hala Sam ile beraber olan bir adamı öpemezdi, yani burada değil. Ayrıca Okan'ın ne düşündüğünü bilmiyordu ama onun tek hedefi öpmek de değildi. Yoksa hiç kendine saygısı kalmamış mıydı?

"Ben ciddiyim Okan." dedi son bir gayretle. Okan'ın güçlü kollarından sıyrılmak için kıvrandı. ''Ne yapmaya çalışıyorsun?''

Genç adam onu bırakmakta gönülsüzdü. ''Seni öpmeye çalışıyorum.'' diye boğuk bir sesle fısıldadı.

''Kızgın olduğun için mi?'' dedi kendini geri çekerek, beli arkaya doğru iyice gerilemişti.

Okan siyah kirpiklerinin arasında koyulaşan zümrüt yeşil gözlerini kapatıp onun dudaklarına uzandı. ''Hayır, uzun zamandır istediğim için.''

Bu çılgınlıktı! Ani gelen panikle, son anda elini adamın göğsüne koyarak ittirdi. Okan beklemediği tepki yüzünden boş bulundu, dengesini kaybedip gerilerken onun koltuğuna takıldı, sonra da sırtını duvara hızla çarptı. Refleks olarak bir yerlere tutunmaya çalışırken elini savurdu ve avucuna dosya dolabının demir parçası saplandı. Dolaptan çıkmış menteşe demiri yumuşak deriye bıçak gibi girmişti. Okan can acısıyla elini çekince; menteşe, bileğinin hemen üstündeki eti kesti.

''Ah!'' diye inleyerek elini kendine çekti.

Melek donmuş kalmıştı, yarılan etin arasından akan kan yere damlamaya başlamıştı. Kusursuz gömleği kırmızıyla lekelenmişti.

''Okan, çok üzgünüm.''

Adamın eline atılınca Okan elini kendine çekti. ''Dokunma!''

''Çocuk gibi sızlanmasana, dur bakayım.''

"Bakınca iyileşecek mi?"

"Okan!"

Okan kaşlarını çattı ve küçük bir çocuk gibi somurtarak elini uzattı. Kesik kısaydı ama oldukça derindi. Aşırı kanıyordu, kesik bileğine yakın olduğundan tehlikeliydi. Hemen koltuğun üstüne attığı hırkasını alıp kanayan ele doladı.

''Doktora gitmeliyiz.''

Okan sinirle güldü. ''Sanırım tanıdığın bir doktor vardır.''

''Kes alay etmeyi de yürü.''

Ofistekilerin şaşkın bakışları altında Ayla Teyze'nin gittiği özel hastaneye doğru yola çıktılar. Yol boyunca yanında oturan Okan'ın yüzünden düşen bin parçaydı. Elindeki hırka kana bulanmıştı ve Melek kendini çok kötü hissediyordu. Öpseydi ne olacaktı ki? O da istiyordu ama yok, yaparsa Okan’a teslim olmuş anlamına gelirdi.

Hastaneye vardıklarında genç adamla hemen ilgilendiler. Melek'i beklemesi için özel bir odaya almışlardı. Bir saat sonra Okan elinde sargıyla ve üstünde hastane tişörtüyle odaya girdi. Yüzü bembeyazdı. Melek adamı kapıda karşıladı.

''Nasılsın?''

Okan yan gözle ona baktı. ''Kötü haber, yaşayacakmışım.''

''Saçma sapan konuşma Okan. İsteyerek yapmadım biliyorsun. Senin yüzünden oldu.''

Okan iki kişilik koltuğa gidip oturdu. Elini yana koyup derin bir nefes aldı. Melek üzüntüden kıvranıyordu, yanına gittiğinde genç adam ona baktı.

''Sadece küçük bir öpücük istemiştim.''

Melek yutkundu, küçük bir öpücük filan olmazdı. Okan'dan gelecek olan en ufak yakınlığın bile onun için değeri büyüktü. Tabi, bunu adamın anlamasını beklemek çöle yağmur yağmasını beklemek gibiydi. Okan dağılmış saçlarını geriye attı.

''Bunu niye bu kadar büyüttüğünü anlamadım. Daha önce de öpüştük, hem de defalarca.''

''Biz o zamanlar evliydik.'' diye kendini savundu.

Okan homurdandı. ''Evlenmeden önce de öpüşmüştük.''

''Aynı şey mi Okan, biraz mantıklı olur musun?''

Okan ayağa kalktı, ani hareketi yüzünden yüzü bembeyaz oldu. Melek adamın bayılacağını sandı ve ona doğru adımladı ama Okan sağlam elini önde tutarak onu durdurdu. Kaşlarının altında alevlenen gözleri tehlikeli bir ışıltı saçıyordu.

''Bana mantıktan bahsetme!'' dedi öfkeyle. ''Başıma ne geldiyse mantıklı davranmaya çalışmaktan geldi.''

''Evliliğimiz gibi mi?'' dedi Melek.

''Özellikle evliliğimiz...'' dedi ve yeniden kanepeye oturdu. Kan kaybı adamı güçsüz bırakmıştı. ''Beni bir türlü kabul edemedin sen. Ne o zaman için, ne de bu zamanda...''

''Kabul etmek mi? Sen hiç benim yanımda mıydın?'' dedi kendini tutamıyordu. ''O otelden, bu otele peşinden savrulmak evlilik miydi? Sen kendine eş değil, seni hep bekleyecek bir yatak arkadaşı arıyordun. Ben evde senin çocuklarına bakayım sen gez, oh ne ala. Dikkatinizi çekerim Okan Bey ben de bir insanım.''

''Bana hiç söylememiştin.'' dedi Okan şaşkınca ekledi. ''Yani böyle hissettiğini...''

''Anlatmaya çalıştım Okan ama sen beni anlamak istemedin. Uğraşmadın. Şimdi hem yatak arkadaşına hem de iş arkadaşına sahipsin ama sana bu da yetmiyor. Gelip benim huzurumu kaçırman gerekiyor değil mi? Her şey senin olsun istiyorsun. Benim hayatımı mahvetmeye yemin mi ettin?''

''Mahvetmek mi? Tüm bunlar senin yüzünden oldu. Sen bağlanmaktan korkuyordun Melek, hâlbuki ben seni...''

Kapı ardına kadar açılınca şaşıran Okan sustu. Odaya giren Sam telaşla Okan'ın yanına yürüdü.

''Aşkım bana neden haber vermedin?''

Genç adam afallamıştı, Sam onun yüzünü elleri arasına alarak öperken bile tepki veremedi. Kısa öpücük sonrasında kadın geriledi.

''Elin çok mu kötü durumda?'' dedi endişeyle, adamın gözlerine bakarak.

''Ben iyiyim.'' diye mırıldandı. ''İki üç dikiş var sadece. Önemli değil.''

Melek az önceki tartışmanın ve Sam'ın, Okan'ı öptüğü anın etkisindeydi, soğuk bir his beynini uyuşturmuştu. Sam ona döndü.

''Ah! Selam Melek, telaştan seni fark etmemişim.''

''Selam.'' dedi ve geriye adımladı. ''Benim biraz işim var, sen de geldiğine göre en iyisi gideyim.''

''Hiçbir yere gitmiyorsun, daha konuşmamız bitmedi.''

Melek kaşlarını çatıp Okan'a baktı, sonra da kısık gözlerle onu izleyen Sam'a. Okan avını yakalamak için gerilen bir kaplan gibi tetikteydi. Sanki gitmek için adım atarsa, kaplan atılıp dişlerini ona geçirecekti. Sam teskin etmek isteyen bir tavırla elini adamın bacağına koydu.

''Senin dinlenmen gerekiyor Okan. Çok kan kaybetmişsin. İş sonraya kalabilir.''

''İşten konuşan kim?'' dedi Okan ve Sam'a baktı. ''Sen burada olduğumuzu nereden öğrendin?''

''Ruslar, otel zincirini satmaya nihayet karar vermişler. Onu söylemek için seni aradım ama telefona Melek'in ofisinden biri çıktı. Senin yaralandığını ve hastaneye gittiğinizi söyleyince aklıma burası geldi, annenin arkadaşının hastanesi...''

''Tamam, sen otele döner misin? Ruslar satış sözleşmesini göndersinler, sen de avukata gönderirsin. İnceledikten sonra beni arasın.''

''Sen gelmiyor musun?''

''Hayır. Benim Melek ile biraz işim var.''

Sam soğuk bir tavırla ayağa kalktı. ''Sen eve git Okan, ben Melek ile toplantıyı yaparım. Dinlenmelisin.''

Okan da ayaklandı. ''Ne zamandan beri sen patron oldun Sam?'' dedi uyaran bir sesle. ''Benim ne yapacağıma sen mi karar veriyorsun?''

''Niyetim...''

''Niyetinden bana ne, şimdi otele dön ve işini yap. Maaşını hak et.''

Okan'ın azarından sonra Sam kötücül bir bakışla ona döndü. Melek, kadının gözlerinde bıçak olsaydı çoktan ölmüş olacağını hissetti. Okan'ın kadına yaptığı acımasızcaydı ve kadın, bunun sorumlusunun Melek olduğuna karar vermiş gibiydi.

''Tamam, Okan. Sen nasıl istersen.'' dedi kadın ve Melek'in yanından geçerken homurdandı. ''Görüşürüz Melek.''

''Görüşürüz Sam.'' dedi kadının onu uyaran buz mavisi gözlerinin hapsindeyken.

Sam gittikten sonra odayı bir sessizlik kapladı. Okan nefesinin düzelmesini bekliyordu. Sonra doğruldu.

''Beni eve götürür müsün? Bu elle araba kullanabileceğimi sanmıyorum. Önce telefonumu senin ofisten alalım.''

''İzin verirler mi?'' dedi Okan'ı durdurdu. ''Kan kaybın fazla...''

''Lütfen Melek.'' dedi üzgün bakışlarla. ''Benim, sana ihtiyacım var. Bir kez olsun beni ret etme. Değerli doktorunla sonra buluşursun.''

''Aklıma bile gelmedi.'' Diye mırıldandı, Okan'ın sesi ve sözleri onu büyülemişti.

Okan sağlam elini kaldırdı ve usulca yanağını okşadı. Bu dokunuş Melek'i birden eskilere götürdü, evliliğinin toz pembe sayfalarına. O günlerde Okan yanında olduğu sürece her şey yolunda giderdi ama seyahatlere ve işe gömülünce Melek çıldıracak gibi olurdu. Oyalanacak hiçbir şeyi yoktu, tanımadığı bir yerdi, arkadaşı yoktu. Patronun karısı olunca kimse onunla arkadaş olamıyordu.

''Aklına gelmemesine sevindim.'' diye gülümsedi. ''Erkek arkadaşından beter kıskanç oldum ben de.''

Bu gülümseme tehlikeliydi işte, ne diye sürekli kıvrılıyordu o dudaklar. Yer altında sallandı çünkü o tatlı gamze yeniden belirdi. Derin bir nefes alıp bakışlarını zorlukla o çekici kıvrımdan uzaklaştırdı ve yeşilin en güzel tonuna bulanmış gözlere çevirdi. Az önce ne demişti?

''Kıskanç mı?'' durakladı. ''Erkek arkadaş mı? Ben anlamadım.''

"Merak etme, sen anlamadan ben onun çaresine bakacağım." Diyerek ona göz kırpan Okan gülümsemeye devam etti ve elini indirdi, onun elini tuttu. 

"Ney?"

"Ney değil tatlım, zurna. O, ancak zurna olabilir." dedi Melek'in elini dudaklarına götürüp öptü ve ciddi bir tavırla ekledi. "Hadi, vakit az ve bizim çok işimiz var Melek Güvensoy."

Okan yerine Melek bayılacaktı, görünen oydu. Okan, doktoru ikna edip taburcu oldu. Birlikte şirkete döndüler, Okan arabada beklerken Melek gidip telefonu ve kendi çantasını aldı. Ofistekilerin coşkulu laf atmalarından kurtulup Okan'ın yanına döndü. Anlaşılan herkes Okan'ın, onun eski kocası olduğunu öğrenmişti.


Hiç yorum yok:

Seri Hikayelerin Düzeni

TUTSAK SERİSİ 1. Kitap    Tutsak 2. Kitap    Anahtar 3. Kitap    Dünya 4.Kitap    Cehennem Hikayelerin dizilişi bu şekildedir. Diğer ...