''Tekin!''
Dış kapıya kadar tüm
ofis, onun çınlayan sinirli sesiyle inledi. Muhatabının henüz ofise varmadığını
tahmin ediyordu ama emin olmalıydı. Sekreter kız, onun ısrarı bitmeyecek olan
haykırışını susturmak için hemen ayaklandı. Bir kez daha bağırdığında, Hale
odasının kapısında belirmişti fakat onu fark etmediğinden öfkesini
dillendirmeye devam etti.
''Tekin, çabuk odama
gel!''
''Tekin hala dışarıda
Melek, bir kez daha aramamı ister misin?''
Başını monitörden
kaldırıp Hale'ye baktı. ''Dışarıda hala ne işi var?'' derken telefonuna uzandı.
''Geri zekalı adam, müşteriyle tartışmayı biliyor ama zamanında iş yerinde
olmayı bilmiyor!''
Hale yutkundu. ''Ben… Şey,
çıkarken kapıyı kapatayım mı?''
Elini 'git' anlamında
salladı ve çalan telefonun cevaplamasını beklerken Hale kapıyı sessizce
kapattı. Parmaklarını masaya sinirle tıkırdatmaya başladı, telefonu açan yoktu.
Tekin işi yüzüne gözüne bulaştırmıştı ve şimdi de kayıplardaydı. Dördüncü
çalıştan sonra telesekretere geçti ve Melek yumdu gözünü açtı ağzını.
''Adamı ikna etmen
gerekiyordu, seni işe yaramaz adam! Kime hava atıyorsun sen? Çabuk ofise gel!
Yoksa bir daha gelmek zorunda kalmayacaksın!''
Telefonu kapattı ve
derin nefesler alarak ayağa kalktı. Küçük odasında, kapıdan pencereye olan beş
adımlık mesafeyi topuklarını vurarak aşmaya başladı. Organizatörlüğe
başladığından beri, tek başına aldığı en büyük iş, ellerinin arasından kayıp
gidiyordu. Tek sorumlusu da; müşterinin her bir yarışmacı için istediği gerçek
boyutlardaki karton heykelleri komik ve gereksiz bulan elemanıydı. Toplam yirmi
tane kahrolası kartondan kaçınmak için her şeyi bilen Tekin Bey ''Çok şey
istiyorsunuz'' demişti ve adam, anlaşma aşamasında düşünmeye karar
vermişti. Tekin, kartonların görüntü olarak işi basitleştireceğini düşünmüştü
kendi başına, sanki düşünme yetisi varmış gibi...
Genç adama o kadar
sinirlenmişti ki, aklındaki intikam fikri; bugünü sağ salim atlatabilirse,
karton heykelleri Tekin'e yaptırmaktı. En kısası bir altmış sekiz olan yirmi
adet kızın heykelini ona yaptırırsa, belki kızgınlığı bir parça yatışırdı.
Karşılarındaki müşteri zevksiz olabilirdi ama bu ukala dümbeleği bunu neden
müşterisinin yüzüne vuruyordu ki?
''Adamı ikna et,
imzayı attır, gerisini sonra hallederiz!'' diye karşısında Tekin duruyormuş
gibi söylendi. ''İmza attırmadan neyin tartışmasını yapıyorsun aptal herif!
Sanki işi aldı da... Budala!''
Hırlayarak kapıya
yürüdü. İşler böyle giderse yakında şirketine iflas bayrağını asacaktı. Zaten
piyasa kurtlar sofrasıydı, işi onunla birlikte öğrenen ekibini daha ne kadar
ayakta tutabilirdi? Toplam altı kişilerdi ve herkes, her işi yapmak zorunda
kalıyordu. Ekibinin her elemanını seviyordu ve güveniyordu ama organizatörlük
zor işti. Alnının akıyla şirketi başarıya kavuşturmak için çok çalışması
gerekiyordu. Buna mecburdu. Para yüzünden değildi, bu hedefi; kendini, en çok
kendine ispatlamalıydı.
Masaların arasından
geçerken Taner'in telefonla konuştuğunu duydu. Kreş için mezuniyet partisi
hazırlıyordu ve sihirbaz ayarlamaya çalışıyordu. Sekreter Hale'nin hafta içi randevuları
düzenlediğini göz ucuyla gördü. Mehmet ise Tekin'in ilgilenmesi gereken
organizasyon için otel araştırması yapıyordu. Yanından geçerken Mehmet'e
fısıldadı.
''Konferans salonunu
da sor, şu adı neydi, büyük otelin yanındaki.''
Mehmet telefonda olduğundan
sadece başını salladı ve karşı taraf ile konuşmaya devam etti. Kahve makinesine
nihayet ulaşmıştı. Fincanına sade kahve doldurdu ve kalçasını masaya yaslayıp
yudumlamaya başladı. İşi almalıydı ama nasıl? Müşteriler, Tekin'e çok
kızmışlardı. Haklıydılar, en çok da önerileri konusunda dalga geçilir gibi
konuşmasına bozulmuşlardı.
İki senedir kendini
piyasaya kabul ettirmeye çalışıyordu ve bu iş sayesinde, beklediği fırsat eline
geçmişti. Tek başına üstleneceği organizasyon aslında başını ağrıtmayacaktı,
yani ağrıtmaması gerekiyordu. Netice de bir güzellik yarışmasıydı, tüm
organizasyon planlarını adamlara kabul ettirmişlerdi bile. Tekin gidip ön
sözleşmeyi imzalattıracaktı. Yapması gereken sadece buydu...
Sıcak kahveyi nasıl
bitirdiğini anlayamadı. Bir kahve daha doldurdu ve odasına doğru yürüdü.
''Yasemin nerede?''
dedi Hale'nin yanından geçerken.
''Tarja'nın
menajeriyle görüşmeye gitti. Fiyat konusunda...''
''Her neyse...'' dedi
başını sallayarak kızın lafını kesti. ''Umarım pazarlığı iyi yapar.''
Masasına oturup
Fatih'in gönderdiği maili yeniden okudu ve telefonu eline aldı. Sinirli yüz
kaslarını gülümseme moduna aldı ve adamı aradı. İkinci çalışta telefon açıldı.
''Merhaba Fatih Bey,
umarım sizi rahatsız etmiyorum.'' dedi kibar bir neşeyle ve tasarladığı
konuşmayı yapmaya koyuldu.
On dakika sonra
telefonu kapattığında derin bir nefes aldı. Adam bir kez daha görüşmeyi kabul
etmişti ama başka organizatörlerle de konuşacağını ima etmesi canını sıktı.
Sözleştikleri yemek boyunca sürekli dil dökmesi gerekecekti. Ve yemeği Melek
ısmarlayacaktı! Yeni masrafın sinirini kimden çıkaracağını düşündüğü sırada,
potansiyel en iyi kurban oskarını alan Tekin sessizce ofise girdi. Açık
kapısından, adamın başı önde kendi bölmesine usulca yürüdüğünü gördü, paravanın
arkasında kaybolmasını beklemeden kükredi.
''Tekin!''
Buz kesen Tekin
duraklayıp ona baktı. Gözlerini adamdan ayırmadan işaret parmağıyla onu yanına
çağırdı. Tekin'in omuzları düştü ve aslanın kafesine doğru ayaklarını
gönülsüzce sürüdü.
''Bak, haksız
göründüğümü biliyorum ama adam işi zorlaştırmak için...'' kapıdan girer girmez
konuşmaya başlamıştı.
''Kapıyı kapat Tekin,
seni öldürürken kimsenin şahit olmasını istemiyorum.''
Tekin ''Odana
girdiğimi gördüler ama...'' diye mırıldandı ama kısılan gözleri görünce kaşlarını
çatıp masanın önünde dikildi.
Karşısında masum bir
tavırla dikilen adama baktı. Açık kumral saçlı, kahverengi gözlü, orta boylu
genç adamı işe alalı bir buçuk sene olmuştu. Sempatik adam hoş fiziği ve
şakacılığıyla, olumlu puan topluyordu ama çok ukalaydı. Adamın bu huyunu
yontmaya çalışmaktan bıkmaya başlamıştı. Uyumlu davranması gerekirken birden ya
şakalaşmaya ya da bilmişlik yapmaya başlıyordu. Bir dakika çenesini kapatsa her
şey tamam olacakken; o, koca çenesini açıveriyordu.
''Bu sana son uyarım
Tekin.'' dedi koltuğuna yayılarak.
''Beni dinleyecek
misin Melek?''
''Önce uyarımı yapayım
müsaade edersen...''
''Ama...''
Koltuktan doğruldu.
''Aması yok! Dinle beni! Sözümü kesip durma. Ben konuştuktan sonra, eğer
ihtiyaç duyarsam, ben seni dinlerim. Sana kaç defa söyledim, onlar müşteri!
İkna etmen gereken insanları veya onların isteklerini aşağılayamazsın.''
Tekin'in kaşları iyice
çatıldı ve gözlerini masaya dikti. Genç adamın bu hali yine de içine dokundu,
bıkkınca konuştu.
''Otur.''
Tekin misafir koltuğuna
kendini bıraktı. Sakin bir sesle konuşmaya devam etti.
''Adam ile konuşman
için gönderilmemiştin, adama sadece imza attıracaktın.'' Tekin konuşmak için
ağzını açınca elini kaldırıp adamı susturdu. ''Taleplerini profesyonel bir
tavırla not edip, sözleşmeye eklemeden de çözülebileceğini söyleyebilirdin.
Eğer çok önemli bir maddeyse, beni arayabilirdin. Kalkıp adama bakkal
tanıtımı mı yapıyoruz demenin
ne âlemi vardı?''
Tekin onun yüzüne
bakamadığı için başı öne eğikti. Genç adamın kafası iyi çalışıyordu ama yerinde
kullanmayı bilmiyordu.
''Şimdi sen konuş
bakalım.'' dedi kollarını masaya koyarak.
Tekin bakışlarını
kaldırıp yüzüne baktı. ''Özür dilerim, bakış açına göre ben haksızım.''
''Şimdi sen sadece
benim bakış açıma göre mi özür diledin?''
''Tamam, Melek
üzgünüm. O an düşünemedim. Adama sinir olmuştum. Vereceği paraya bakmadan
sürekli isteklerini yeniliyor ama ücretin yükselmemesini istiyor. Benim de
kafam attı. Bizi aptal yerine koymasına izin veremezdim. Sadece şirketini
düşündüm.''
Tekin'in dürüst yüzüne
baktı, genç adama olan öfkesi zaten dinmişti. Konuyu uzatıp gergin olan
sinirleri iyice esnetmek istemedi. Yarım ağızla gülümsedi.
''Yine de bir daha ki
sefere, şirketi düşünmeden önce benim fikrimi sorarsan sevinirim. Kaz gelecek
yerden tavuğu esirgersek yakında hepimiz iş aramaya başlarız. Bu arada yardım
organizasyonunu tamamlamışsın, aferin. İyi iş.''
Genç adam haylaz bir
çocuk gibi ona sırıttı. ''O halde beni affettin mi?''
Melek sırıtmaya devam
ederek cevapladı. ''Hayır, bir süre gözüme gözükmesen iyi olur. Seni öldürme
hislerim hala güncel!''
Tekin ayağa kalktı.
''Bak, gerçekten özür dilerim. Bir daha olmayacak.''
''Olmayacak zaten, bu
hata senin son hatandı.'' dedi tehditkâr bir bakışla. Kaç kere bu tehdidi
ettiğini hatırlamıyordu ama devam etti. ''Şimdi odamdan defol, işe yaramaz
şey!''
Tüm ciddiyetini
takınan Tekin asker selamı verip odadan çıktı. Adamın gidişini seyrettikten
sonra sakince nefesini verdi ve telefonu eline aldı. İki gündür annesini
aramamıştı, küstürmeden önce araması gerekiyordu.
''Alo...'' diye, nazlı
bir tavırla kelimeyi uzatarak telefonu açan annesini neşeyle selamladı.
''Nasılmış annelerin
en güzeli?''
''Kızı nihayet aramayı
akıl ettiği için mutlu!'' dedi sahte bir kızgınlıkla.
''İş güç anne, hemen
çemkirme.'' dedi gözlerini devirerek. Ağzıyla kuş tutsa acaba memnun kalır
mıydı? ''Sen arasaydın madem.''
''Sen de İzmir'e
taşınsaydın, madem. Ben de biricik kızımın sesini duymak için telefona muhtaç
olmazdım.''
Eski mesele nedense
bir türlü eskimiyordu. O da duymamış gibi davrandı. ''Neler yapıyorsun
bakalım?''
Annesi, babasının yeni
hobisinden dert yandı birkaç dakika. Maket ve ahşap oymaya merak salmıştı, evin
dört bir yanını dağıtarak. Annesinin her sitemine hak vermesi gerekiyordu yoksa
telefonu yarım saat kapatamazdı.
''Bu arada Ayla'yı
arasan iyi olur.'' dedi sitemi bitince.
''Hayırdır neden?''
Ayla Teyze, annesinin
okuldan beri dost olduğu en iyi arkadaşıydı ve onun da eski kayınvalidesi. Ayla
Teyze ile yaklaşık altı aydır görüşmemişlerdi. Anlaşamadıklarından değil, çok
iyi anlaşıyorlardı. Ama aramak canını sıkıyordu. Hayatının o sayfası sürekli
açık kalmış gibi... Bir türlü kapatamıyordu.
''Geçmiş olsun
diye...'' dedi annesi.
Yüreği cız etti,
rahatsız olan kimdi acaba? Hızlanan kalbine inat sakin konuşmaya gayret etti.
''Geçmiş olsun diye
mi?''
''Evet, üç hafta önce
ağır bir ameliyat geçirdi. Kalp krizi geçirmiş. Benim de geç haberim oldu, onu
aramalısın. Ayıp olmasın.''
''Ah, çok üzüldüm ya.
Şimdi nasıl?''
Annesi nefeslendi.
''İyiymiş ama bir süre dinlenmesi gerekiyormuş. Ararsan öğrenirsin.''
''Tamam, tamam,
arayacağım dedim ya. Onu severim bilirsin.''
''O, çok iyi bir
kadın.''
İçinden 'oğlu
dangalağın teki ama' diye geçirdi ama sesli söylemedi. Dünyanın dört bir
yanına dağılmış bir oteller zincirini, kadın ve oğlu olacak işkolik herif
birlikte yönetiyordu. Kadının kocası aniden ölünce, ikisinin üstüne oldukça
ağır bir yük yüklenmişti. Zavallı adam, oğlu okuldan mezun olduğu sene
geçirdiği araba kazasında ölmüştü. Bu yüzden holdingle birlikte yurt dışındaki
otellerle ilgilenmek yeni mezun oğluna kalmıştı. Ayla Teyze ise yurt içindeki
üç oteli yönetiyordu, oğlu sadece yurt içi otellerinin hesaplarını kontrol
ediyordu. Gayrimenkul zengini olmaları da cabasıydı. Anne oğul hırslı birer
yöneticiydiler ve oğlu, kadından da beterdi. Hatta bin beterdi...
Elini kaleme uzattı,
parmakları arasında çevirirken öylesine konuştu. ''Birazdan ararım anne, şimdi
kapatmam gerek.''
''Tamam, güzel kızım,
bu arada teyzenin selamı vardı. Onu da arasan iyi olur.''
''Hazır başlamışken
tüm sülaleyi arayayım bari.'' diye mırıldandı.
''Çok iyi bir fikir!''
dedi annesi. ''Ama Ayla'yı unutma! Baban da selam söylüyor, elindeki
yapıştırıcıyı temizleyemediği için telefonu vermiyorum da.''
Annesiyle uzun süren
kapatma faslından sonra telefonu masaya bıraktı. Dalgınca kararan ekrana baktı.
Ayla'yı aramadığı için kendini suçlu hissediyordu, oğlunun aptal olması,
kadının suçu değildi ki. Annesinin yakın arkadaşı olduğu için çocukluğundan
beri kadını severdi. Oğlu ile Melek arasında bir buçuk yaş vardı. Ayla Teyze,
Melek ile ne zaman karşılaşsa, gelin şakasıyla onu utandırırdı. Kadının
bu şakasının bir gün gerçeğe dönüşeceğini o zamanlar hiç tahmin edememişti.
Çünkü onun bir oğlu olduğunu bile bazen unutuyordu.
Dengesiz oğlu,
öğrenimini ve işi dolayısıyla hayatını Amerika'da sürdürdüğünden evlenene kadar
adamla bir türlü tanışamamıştı. Bir kez fırsatı olmuştu ama çocukça bir gurur
yüzünden genç adamdan uzak durmuştu. Ayla Teyze de fazla utandırmamak için
ısrar etmemişti. Aslında o zamandan belliydi, asla tanışmamaları gerektiği...
Kaderin bir cilvesi evlenmişlerdi ve çok geçmeden de boşanmışlardı.
Evlilikleri sona
erdiğinde ki, Melek istemişti, kadın ile görüşmeye doğal olarak devam
etmişlerdi. Annesinin yakın arkadaşı olması bir yana, Ayla Teyze'sinin bu
konudaki anlayışlı ve onu koruyan tavrına hayran kalmıştı. Altı ay önce kadının
söylediği bir söz yüzünden çok sevdiği eski kayınvalidesini bir daha
arayamamıştı. Sadece bir süre ara vermek istemişti, sonra da arayacak cesareti
bulamamıştı. Kadının onu sevdiğini biliyordu. O kelimeyi de bu yüzden
söylemişti.
''Keşke
barışsanız...'' demişti kadın tüm içtenliğiyle. ''Gelinim olmandan çok
memnundum.''
Kadına teşekkür etmiş
ve kibarca oğluyla uygun olmadıklarını söylemişti. Sonra kadın onu iki defa
aradı ama telefonu açamadı. Şimdi de bu düşüncesiz davranışı hakkında
rahatsızdı, daha önce aramadığı için çok pişman oldu. Kadının ona tepkisi nasıl
olacaktı acaba? Boşandığından beri, yani iki senedir Ayla Teyze'sinin
evlerinden birinde kaldığı için nankörlüğünü yüzüne vurursa söyleyecek bir şeyi
olmazdı. Çünkü kadın boşanmalarına rağmen ona yardımcı olmaya devam etmişti.
Dalgınlığını telefon
sesi bozunca bir an irkildi. Ekranda Yasemin yazıyordu. Hemen açtı ve sesini
düzelterek konuştu.
''Bana 'oldu bu iş' de
Yasemin! İhtiyacım var!''
''Iııhh, oldu gibi.
Fiyata tamam dediler ama masrafları bize yıkmak istiyor.''
''Masraflar?''
''Tahmin edersin;
makyöz, kıyafet, kuaför ve dört gece konaklama...''
''Dört gece mi?''
derken gözleri açılmıştı.
Yasemin bıkkın bir
sesle konuştu. ''On beş kişilik bir ekip için hem de!''
''Halt yesin!'' diye
söylendi ve ağzından çıkmaya çalışan küfrü son anda geriye itti. ''Ne
yapacakmış dört gece İstanbul'da, hem de tüm ekip?''
''Tatil.'' dedi.
''İstanbul'a gelmişken fırsatı değerlendirmek istiyor.''
''Bütçemizi aşarak
mı?'' diye homurdandı. ''Bağlayamadığımız bir iş için kadına boşuna para
vermeyelim. Onları ne kadar oyalayabilirsin?''
''Yarına kadar.'' dedi
Yasemin. ''Tarja en ucuz ünlü Melek. Onu kaçırırsak, rezil oluruz.''
''Ama işi batırdık
galiba, Fatih nazlanıyor.''
''Sen ikna edersin.''
Nefes aldı. ''Of,
deneyeceğim. Sen de yarına kadar Tarja'yı oyala. Ve kıyafeti bari çıkarttır ya,
ne bu?''
''Ben de denerim.''
dedi Yasemin.
Telefonu kapattı ve
koltuğa yaslandı. Fatih ile ikinci keredir çalışıyorlardı. İlkinde yardımcı
organizatör olarak resmen sürünmüştü, tüm işi o yürütmüştü ama kaymağını büyük
abi yemişti. Fakat bu onun için çok iyi bir tecrübe olmuştu. Pek para
kazanamamıştı ama artık ne yapılacağını biliyordu. Bu bilgi, paradan da
önemliydi. Fatih bunu fark ettiği için midir nedir, bu sefer doğrudan ona gelmişti.
Ama normalde bu boyutta bir organizasyon için gereken fiyatı düşürerek...
Gözlerini kapattı ve
düşüncelerinin düzene girmesini bekledi. Yarışma, onların şirketi için büyük
bir olaydı. Lüks bir şekilde hazırlanmasını istiyorlardı, yarışmadan önce
sponsorlar için yemek verilecekti. Televizyon kanalları ile görüşmeler
tamamlanmıştı. Ücretleri istediği yere çekmeyi başarmıştı ama asıl konular
sallantıda kalmıştı. İlk başta Fatih'in işi başkasına vermemesini sağlamalıydı.
Ve en önemlisi yapılacak mekanı kesinleştirmeleri gerekiyordu.
Masa telefonuna
uzandı. Dahili hattı aradı.
''Mehmet ne yaptın?''
Adam konuşmaktan
çatlamış sesiyle yanıtladı. ''Bütçeyi aşacağız galiba ama konferans salonunu
henüz aramadım.''
''Reklamlarını
yapacağımızı da söyle. Ayrıca otel olması daha iyi, Tarja konaklama istiyormuş.
Otele ayrı para vermeyelim, daha fazla tutar. Yasemini ara, detayları
öğrenirsin.''
''Tamam.''
Telefonu kapattı. Başı
ağrımaya başlamıştı. Soğumuş kahvesini bir dikişte içti, çantasını ve telefonun
alarak odasından dışarı çıktı.
''Hale, ben...'' dedi
durakladı, tüh! Ayla'yı aramayı unutmuştu. ''Sen, Fatih'in asistanını arayıp
yarın sabah için randevu ayarlar mısın? Ayrıca tahmini raporu da temize
geçelim, evde çalışacağım. Bana mail atarsın.''
''Tamamdır.'' dedi
Hale.
Ofistekilere el
sallayıp dışarı çıktı. İş hanında onlardan başka beş tane daha ofis vardı; bir
avukat bürosu, iki mali müşavir, bir dişçi, bir tur şirketi. En üst katı
avukatla beraber paylaşıyorlardı. Karşılaştıklarında selamlaşmak dışında, pek
görüşme imkanları olmadığından diğer ofisleri tanıyor sayılmazdı.
Asansörle inerken bir
kez daha iki sene önce bitmiş evliliğini düşündü. Başladığı gibi çabucak
sonlanmıştı, ne olduğunu anlayamamıştı bile. Boşanmak istediğini bile telefon
ile söylemişti, adam da hiç önemsemeden kabul etmişti. Niye evlenmişlerdi ki
zaten... Neden o adamın, kendisini büyülemesine izin vermişti?
Arabasına bindi ve
çantasını yan koltuğa koydu. Telefonu elindeydi, geciktirmesi anlamsızdı.
Rehberden Ayla Teyze'yi buldu ve aradı. Üçüncü zilde kapatmaya hazırlanmıştı ki
telefon açıldı.
''Alo.''
''Merhaba Ayla Teyze,
nasılsınız?''
''Ah, Melek kızım,
iyiyim canım. Sen nasılsın?''
Kadının sesi yorgun
geliyordu ama coşkulu bir şekilde onu cevaplayınca Melek iyice gerildi.
''İyiyim ben de,
rahatsızlığınızı yeni duydum. Kusura bakmayın, bayağıdır arayamamıştım.''
''İşlerin çok
yoğunmuş, Selma söyledi. Haberlerini ondan alıyorum ben de. Aramana sevindim.''
''Çok geçmiş olsun
Ayla Teyze, şimdi nasıl oldun?''
Kadının gülümsediğini
duyar gibi oldu. ''Sürekli yatıyorum, nasıl olacağım. Sıkıldım. Hiç alışık
değilim yan gelip yatmaya, kendimi yaşlı hissetmeye başladım.''
''Kendine dikkat etmen
gerekiyor Ayla Teyze, iyice dinlen.'' dedi göğsünde sebebini anlayamadığı bir
ağırlık vardı. Kendini kötü hissetti. ''Emekli olup eş dostu dolaşmanın vakti
geldi bence.''
''Annen de aynı şeyi
söyledi kızım.'' dedi kadın kibarca kıkırdadı. ''Dolaşacak bir ev bulursam
önerinizi tutacağım merak etmeyin. Sen neler yapıyorsun?''
''Aynı.'' dedi. ''İş
güç uğraşıp duruyorum.''
''Duydum, işleri
büyütüyormuşsun. Aferin sana ama hayatın tadını çıkarmayı da unutma. Bak ben
unuttum da ne oldu, kalbim itiraz ediverdi. Gençsin iş her zaman olur, hayatın
tadını çıkarmayı unutmamalısın.''
Konu yine istemediği
yönlere kaymaya başlamıştı. Bir an önce telefonu kapatmalıydı. ''Haklısın Ayla
Teyze, bu arada neredesin? Ziyaretine gelmek isterdim.''
''Ah, çok sevinirim
kızım ama ben yurt dışındayım. Bir süre daha kontrol altında kalmam
gerekiyormuş.''
Rahatladı ama
rahatladığı için de vicdan azabı hissetti. ''Neyse dönüşünüzde uğrarım size.''
''Duyduğuma göre Fatih
ile iş yapıyormuşsun.''
Melek durakladı,
nereden biliyordu? Kekeledi. ''E... Evet, siz nereden biliyorsunuz?''
''Tatlım, tüm gün
yatıyorum ama havadislerden daha çabuk haberim oluyor. Yardım edebileceğim bir
şey olursa aramaktan çekinme.''
Oteller... Hem de
ülkenin en iyi otelleri... Arayıp da bulamayacağı kadar müthiş, etkili bir
imaj... Ücret konusunda da onu zorlamayacak bir Ayla Teyze...
''Teşekkür ederim ama
her şey ayarlandı zaten.'' diye yalan söyledi. Belki batacaktı ama gururlu bir
şekilde.
''Sen yine de önerimi
düşün. Fatih'e pek yüz vermem ama arada sen varken elimden geleni yaparım.''
Melek yeniden teşekkür
etti ve içinden de gerek kalmaması için dua etti. Telefonu en kısa zamanda
yeniden aramak için sözleşip kapatırken eli titriyordu. Eski kayınvalidesiyle
konuşmakta neden zorlanmıştı? Peki, kadın ile konuşurken sersem oğlunun yüzü
neden gözlerinin önüne geliyordu? Gerçi ne zaman başka bir ilişkiye başlamaya
karar verse, o duygusuz adamın yüzü yine gözünün önüne geliyordu. Bu yüzden
yeni ilişkisinde uyumlu olamıyordu veya bilinç dışı olarak ilişki kurmaya tövbe
ettirdiğinden mi bilinmez, hiçbir ilişkisi yürümüyordu.
Evine gidip hızlı bir
duş aldı. Rahatlamıştı, kendine bir kahve hazırladı. Bilgisayarının başına
geçti. Raporları ve hesapları incelemeyi bitirdiğinde güneş çoktan batmıştı.
Saate baktı, dokuz buçuğa geliyordu. Karnının acıktığını fark etti, televizyonu
açıp müzik kanalını ayarladı ve çalan şarkıyı mırıldanarak mutfağa gitti. Salata
hazırlamaya karar vermişti ama masanın üzerindeki yemyeşil elmaları görünce
birini kaptı. Sebzeleri yıkarken bir yandan da elmayı kemiriyordu.
Sebze atıklarını
balkondaki çöp kutusuna atmak için elmayı, dişleri arasına sıkıştırıp balkona
çıktı. Ve ağzında elma, elinde çöplerle, kapının önünde öylece durdu. Gözlerini
dikkatle kıstı çünkü şu anda çok hoş bir şeye bakıyordu. Hoş şeyin sırtı ona
dönüktü ama fiziğinin düzgün olduğu sırt ve kol kaslarından anlaşılıyordu.
Yüzücüyü andıran kaslı bedeni, ince bir bel ile tam bir göz ziyafetine
dönüşmüştü. Üzerinde sadece düşük bel bir kot vardı. Kutudaki mutfak
gereçlerini tezgâha çıkartan adamın yüzünü göremiyordu. Gerçi bu kadar yenesi
fiziğe sahip birinin yüzünü görmek bile gerekmezdi. Olanı izlemek yetiyordu.
Aylardır boş olan
karşı çaprazındaki lüks daireye nihayet biri taşınmıştı.
Ah! Hayır... İki
kişiydiler.
Sarışın uzun boylu bir
kadın mutfağa girdi ve kollarını adamın beline doladı. Kadın dudaklarını adamın
boynuna gömerken adam onu hafifçe ittirdi. Şakalaştıkları belliydi. Kadın
ısrarla adamı taciz etmeye başlayınca adam, kadını yakalayıp tezgâha yasladı.
Eğlenceli bir boğuşma başladı.
İkisini izlerken
ağzının suları akıyordu. Bunun tek sebebi, adamın olağanüstü sırt kasları
değildi; ısırdığı elma hala ağzındaydı. Gözlerini karşı daireden ayırmadan
elindeki çöpü, kutuya bıraktı ve elmayı ağzından çıkarıp yutkundu. Naklen
yayınlanan güreşi, dikkatle izlemeye devam etti.
Kadın, adamın kısa
saçlarına parmaklarını geçirdi ve daha şevkle öpmeye başladı. Şakalaşma
ciddiyete dönüşmek üzereydi. Adam, sarışının kalçalarını elleriyle kucakladığı
anda, kadın uzun bacaklarını adama doladı. Yükselmesini fırsat bilen adam;
başını, kadının boynuna doğru indirdi. Yutkunan Melek başını sallayıp geriledi.
Ne yapıyordu? Balkonda durmuş karşı daireyi dikizliyordu, ne sapıklık! Ya onu
görürlerse...
Hemen mutfağa girdi ve
lambayı kapattı. Şimdi göremezlerdi. Balkona doğru yürüdü. Kadın başını geriye
atmış, adamın öpücüklerine teslim olmuştu. Kadın çok güzeldi, üzerindeki tek parça
elbise bedeninin tüm cazibesini ortaya koyuyordu. Adamın yüzünü görmek kısmet
olmamıştı ama gördükleri bile Melek'in röntgencilik güdüsünü harekete geçirmeye
yetmişti. Melek, anlamsızca onları seyretmeye dalmışken; bay hoş fizik, tek
eliyle kadını kalçasından tutarak kucakladı ve öpüşmeye devam ederek mutfağı
terk ettiler.
Gösteri
bitmişti...
Salondan gelen ışıkta
salatasını sosladı ve elinde salata kâsesiyle çalışma masasına geri döndü. Aklı
hala az önce şahit olduğu görüntüde kalmıştı. Fizik olarak birbirine bu kadar
uyumlu bir çift hiç görmemişti. Adamın bedeninin arkadan görünüşü nefes
kesiciydi. Geniş omuzlar, ince bir bel, uzun bacaklar ve dar kalça... Normalde
insanların fiziğini pek önemsemezdi, ama bu adam umursanmayacak gibi değildi.
Yeni biriyle çıkmanın zamanı gelmişti galiba, yani gerçek bir birliktelik
yaşayabileceği biriyle...
Salatasını kalan
elmayla birlikte yedikten sonra son kez Mehmet'in gönderdiği otellere baktı.
İçlerinden bir tanesi, Ayla Hanım'ın otellerinden biriydi. Aslında onun tam
istediği gibi bir oteldi, çok lüks ve kolay ulaşılabilen. Devasa bir salonu da
vardı. Fiyatı ise en üst sıralardaydı ama o standartta bir otel için normal bir
ücreti vardı. Yasemin'i gönderip pazarlık yapmasına karar verdi. Aslında
Tekin'i göndermesi gerekiyordu ama bu günkü işi yüzüne gözüne bulaştırdığı için
cesaret edemedi.
Eğer kimliğini
gizlerse Ayla Hanım yurt dışında olduğu için kadın fark etmeden fiyat pazarlığı
yapabilirlerdi. Ne de olsa otel müdürü, bu kadar basit bir şey için kadını
rahatsız etmezdi. İşleri gereği günün birinde çalışma ihtimalleri vardı, o gün
neden bugünlerde olmasındı ki? Tamam, yarın Yasemin'i otele gönderecekti.
Bakalım Ayla faktörü olmadan işi bağlayabilecek miydi?
O gece rüyasında eski
kocasını gördüğüne şaşırmadı. Zaten ne zaman aklına gelse, lanet herif hemen
rüyasına da giriyordu. İki ay evli kaldığı adamı neden rüyasında görürdü, hala
mantığı almıyordu. Üstelik ondan sonra üç kişiyle daha çıkmıştı, hem de kocası
olacak o adamdan daha ilgili ve şefkatli. Hırslarının içine boğulmuş bir iş
manyağı yerine, onun gözlerinin içine bakan ve onu dinleyen üç kişi... Ama o ne
yapıyordu? Balayının ikinci gününde bile onu yalnız bırakıp New York'taki
otelinin aşçı problemiyle ilgilenmeye giden adamı rüyasında görüyordu.
Hayatında hiç kendini
o kadar önemsiz ve gereksiz hissettiği bir zaman olmamıştı. Kocası olacak
adamın gözünde değer kazanamamıştı. Tamam, ikisi de çok gençti ama hiç değilse,
adamın işine verdiği önemin birazını görmek isterdi. Belki uzun bir zaman
geçmediği için o sersemi unutmakta zorlanıyordu...
O yüzden sabah sinirli
kalktı. İlk iş keyfi yerine gelsin diye sütlü kahve hazırlamak için mutfağa
gitti. Belki karşı dairedeki doğaüstü afetin yüzünü de görebilirdi ama mutfakta
diğeri vardı. Sarışın kadın tek başına kahvaltı yapıyordu ve önündeki
bilgisayardan gözünü kaldırmıyordu. Kahvaltının tek kişilik olduğunu görünce
tuhafına gitti. Adam mı çalışmıyordu, yoksa kadın mı bencildi, anlayamadı.
Röntgenciliğini daha fazla geliştirmemek için bakışlarını sabahın bu vaktinde
bile bakımlı olan kadından ayırdı. Aslında kendi hali normaldi, yataktan
kalktığı belliydi ama kadın, onun tersine sanki az sonra podyumda yürüyecekmiş
gibi duruyordu. Omzunu silkip kahvesiyle birlikte yatak odasına gitti.
Evinden çıkıp yola
koyulmuşken, Hale arayıp Fatih ile randevusunu hatırlattı. Aklından çıkıp
gitmişti, kendi kendine sinir oldu. İşi batırmak için Tekin'e gerek yoktu
anlaşılan, kendisi de bu konuda oldukça yetenekliydi. Telefonu kapatmadan
Hale'ye, Yasemin'in Kristal Otel'e gitmesini ve yarışma için ciddi bir teklif
almasını söyledi. Diğer işler için de kısa bir rapor alırken arabasını Fatih'le
buluşacağı restauranta doğru çevirdi. Hızlı olması gerekiyordu yoksa bu trafik
yüzünden randevusuna geç kalacaktı.
Görüşme sandığı kadar
gergin geçmemişti. Sunduğu yenilenmiş rapor adamın hoşuna gitti, özellikle tam
boyutlu karton heykelleri eklediğini de görünce. Fiyatın birazcık yükseldiğini
fark eden adam bir an için kaşlarını çattı, neyse ki ana sponsorla yaptığı kısa
bir telefon görüşmesinden sonra kabul etti.
Fatih yarışmanın
yapılacağı yeri hemen öğrenmek istiyordu, çünkü medya tanıtımlarını
başlatacaktı. Melek bir iki otelle anlaşmaya varmak üzere oldukları yalanını
attı. Adam ısrarla isimlerini sorunca, sıkışan Melek aklına gelen iki oteli
söyleyiverdi. Biri Ayla Teyze'nin oteliydi.
Elbette, Fatih otelin
adını duyunca keyiflendi ve o oteli istediğini söyledi doğal olarak. Lanet
olası dilini neden tutamamıştı ki? Melek profesyonel olarak düşünmelerini salık
verdi ve hangi otelin işlerini daha iyi yansıtacağına göre karar verilmesinin
gerektiğini anlattı. Adamın bu kıvırmaları pek yemediği belliydi çünkü Kristal
için ısrar edebileceğini ima eden bir bakışla sadece gülümsedi.
Ofise öğleden sonra
gelebildi. Fatih'in yemek isteğini anlamazdan gelme lüksü olmadığından her
görüşmesinde adamdan kurtulması zor oluyordu. Melek, sadece Fatih ile yemek
yemesi için ayrı bir eleman tutması gerektiğini ciddi ciddi düşünmeye başladı.
Adamın yavaş konuşması başka bir olaydı, çok konuşması ayrı bir işkenceydi.
İnsan bir süre sonra konuşmaya odaklanmak da zorlanıyordu. Bir de bu eziyeti
çekerken yemek yemeye çalıştığınızı düşünün...
Dış toplantılarını
bitiren Yasemin yerindeydi. Girer girmez kadını odasına çağırdı ve anlaşma
raporlarını temize geçmesi için Hale'ye bıraktı. Yasemin'in elinde iki dosya
vardı, birini masasına bıraktı.
''Kıyafet işi tamam!''
Başını kaldırıp kadına
baktı. ''Ne kıyafeti?''
''Tarja'nın kıyafeti
tabi ki de.''
Elini alnına koydu.
''Doğru ya, nasıl unuttum. Başım çatlayacak gibi, Fatih'te bir çene var susmak
bilmedi. Diğer iş ne oldu?''
Yasemin diğer raporu
da masaya bırakırken konuştu. ''Otelin yeni müdürüyle konuşma şansım oldu.
Sahibi rahatsızmış ve yeni müdür İstanbul'a geleli bir hafta olmuş. Yabancı bir
kadın ve anlayışlı biri, yani çoğu konuda anlaştık. Fakat bütçe görüşmesi için
ise seninle konuşmak istiyor.''
''Benimle mi?''
Yasemin misafir koltuğuna
oturdu. ''Evet, şirket sahibi ile konuşmak istediğini söyledi. Sonuçta kadın,
onun işi olmamasına rağmen benimle ilgilendi aynı ilgiyi senden istemesi
normal.''
Kaşlarını çattı.
''Adımı biliyor mu?''
Yeni müdür biliyorsa,
Ayla Teyze'nin öğrenme olasılığı yüksekti. Eski kayınvalidesine belli etmeden
işi nasıl kotaracaktı? Kadın ona yeterince destek olmuştu, bir de işine yardım
etmesini istemek yüzsüzlük olurdu.
''İsmini ben
söylediğim için elbette biliyor. Ayrıca şirket ismi olarak, soyadını kullanmak
gibi dahiyane bir fikir akıl ettiğin için, tahmin etmesi zor değil. Gerçi
Türkiye'ye yeni geldiği için pek çevreyi bilmiyor ama çok akıllı bir kadın.''
''Öyle olmasa, Ayla
Hanım güvenip gözbebeği oteli kadına emanet etmezdi.'' Dedi kendi kendine
konuşur gibi. "Ayrıca aradaki laf sokuşturmanı sana ödeteceğimden emin
olabilirsin."
"İsmini bilmesi
neden önemli?"
Ofiste onun ilk
evliliğini bilen kimse yoktu. Daha doğrusu bir zamanlar kiminle evli olduğunu
söylemezse öğrenmeleri de zordu. Gazetelerde haberi çıkalı oldukça bir süre
olmuştu ve bir tek kare fotoğrafı basılmamıştı. Ayla Teyze ve oğlu bu konuda
çok ketumdular, özel hayatlarını reklam malzemesi yapmaktan özellikle
kaçınırlardı. Reklama da pek ihtiyaçları yoktu.
Konuyu kapatmak için
elini havada sallayarak lafı değiştirdi.
"Konuşuyorum
işte, bana bakma sen. Sabah sabah yüksek doz Fatih aldım, beynim hala ısısını
koruyor."
''Fatih ile
görüştüysen işi halletmişsindir. Bu iyi bir haber, yani demek istediğim,
Fatih'i ikna ettiğine göre Kristal ile anlaşabiliriz, değil mi? Randevu
ayarlayayım mı?''
Alnını eliyle
ovalarken başını salladı. ''Tamam, en yakın ne zaman olursa.''
Yasemin düşünceli
bakışlarla onu bir an süzdükten sonra usulca konuştu. ''Doktora gitmeye ne
dersin Melek, son zamanlarda baş ağrıların sıklaştı.''
Gözlerini Yasemin'e
çevirdi. ''Adam beni psikoloğa gönderir, psikolog da cüzdanıma el koyar. Ben
sorunu biliyorum zaten param cebimde kalsın.''
''O zaman o ilaçları
atıp durma.'' dedi Yasemin. ''Mideni duman ettin.''
''İşinin başına
dönsene sen.'' diye şaka yollu Yasemin'i azarladı. ''Merak etme, kötüye bir şey
olmaz.''
Yasemin sırıttı. ''Ben
de bundan korkuyorum ya, alınma ama sen iyilerdensin Melek.''
Kadın odadan çıkarken
arkasından söylendi ''Sadece ismim Melek tatlım, ben değilim.''
Yasemin gülerek kapıyı
kapattı. Aslında haklıydı, baş ağrısını durduramayan hapları almaktan vaz
geçmeliydi. Bilgisayarını açtı ve başını işlerine gömdü. Akşamın olduğunu
anlayamamıştı. Becerikli Yasemin, Kristal Otel'in yeni müdürüyle iki gün
sonraya randevu ayarlamıştı. Ön anlaşmayı yarın sabah incelemesi için kadına
gönderecekti. Melek, Ayla Hanım'ın yardım etmesine gerek kalmadan işi çözeceği
için biraz heyecanlıydı, bir yandan da sanki kadının ardından iş çeviriyormuş
gibi kendini suçlu hissediyordu.
***
İki gün çabucak geçti.
Ofise uğrayıp Yasemin'i aldıktan sonra Kristal Otel'e doğru yola çıktılar. Yeni
müdür ön anlaşmayı uygun bulduğunu sabah arayarak Yasemin'e bildirmişti. Melek
de onu sıkıştırıp duran Fatih aradığında, Kristal Otel'i bağlamak üzere
olduklarını ağzından kaçırdı. Pişman olmuştu ama iş işten geçmişti. Fatih
sıkıştırdıkça o saçmalıyordu ve tarih sürekli tekerrür ediyordu. Yine de akıl
edip, adama kesin sonuç için beklemesini salık vermeyi unutmadı. Ne olur ne olmaz...
Otelin görkemli
girişine yaklaşırken kalbi, okulun ilk günüymüş gibi atıyordu. Ellerinin
terlemesine sinir oldu. Ayla Teyze her an bir yerlerden çıkacak gibi
hissediyordu ama kadın binlerce kilometre uzaktaydı.
Arabasını valeye
teslim ettikten sonra Yasemin ile birlikte otele girdiler. Dışarıdan göründüğü
kadar içeriden de muhteşem bir oteldi. Masal gibi her yer kristallerle
bezeliydi ama gözü rahatsız etmeyecek kadar estetik ve şık bir dekora sahipti.
Derin bir nefes alıp danışmadaki kıza doğru yürüdü ama Yasemin koluna dokununca
durakladı.
''Samantha Collins
burada, bak ilerde. Şu sarışın kadın!''
Bakışlarını Yasemin'in
gösterdiği yöne çevirdi. Lobide oturan üç kişi vardı, iki adamın arkası onlara
dönüktü ama önlerinde oturan kadını görünce gözleri sonuna kadar açıldı. Bu
kadın, onun geçen gün mutfakta dikizlediği kadındı. Sarışın kadın bacaklarını
üst üste atmış karşısındaki adamı dikkatle dinliyordu.
''Ne diyorsun? Yeni
müdür bu kadın mı?'' dedi hayretle.
''Evet, hoş kadın öyle
değil mi? Ama tuhaf biri, seninle konuşuyor ama sanki başka yerde gibi,
anlayamadım.''
Yutkundu, yanaklarının
ısındığını hissetti. Çünkü aklına, bay muhteşem sırt ile kadının tutkulu
öpüşmeleri gelmişti. ''Yabancı olduğundandır.'' Diye mırıldandı.
''Belki.'' dedi
Yasemin ve danışman kızın yanına gidip müdürlerine haber vermesini rica etti.
Melek kendini daha da
rahatsız hissetti, Ayla Teyze'nin yeni müdürü onun utanmadan röntgenlediği
kadın çıkmıştı. Bu ne tesadüf!
Danışman kız,
müdürünün yanına gitti. Hafifçe eğilip onların geldiğini haber verirken,
sarışın kadın başını kaldırdı ve inceleyici gözlerle ikisine baktı. İlk önce
kadının kaşları çatıldı ama sonra kıza başını sallayıp yüzüne profesyonel bir
gülümseme yerleştirdi ve ayağa kalktı.
Melek, yanında Yasemin
olduğu halde kadına doğru yürümeye başladı. Sarışın kadın ayağa kalkarken diğer
adamlara bir şeyler söyledi, duymasa da adamlara veda ettiğini tahmin etti.
Adamlar da ayağa kalkıp onlara doğru döndüler. Melek sağdaki adama baktı, orta
yaşını bayağı aşmış adam hafifçe gülümsüyordu. Yüzüne kibar bir gülümseme
yerleştirip diğer adama baktı. Genç adam kesinlikle gülümsemiyordu ve
dehşete düşmüş bir halde ona bakıyordu. Adımlarını atarken adamın bakışı
yüzünden tereddüt etti, tanışıyorlar mıydı? Uzun boylu adam, ciddi siyah bir
takım giymişti ve oldukça yakışıklıydı. Yüzüne daha dikkatli baktı ve adamın
yüzündeki dehşet ona da bulaştı. Hem de en korkuncundan...
Bu genç ve yakışıklı
adam, onun eski kocasıydı ama en az elli kilo eksik haliyle...
''Trafik, tüm
metropollerin ortak sorunu ama benim canımı sıkmıyor. O karmaşıklık, şehrin çekiciliğini
bozmuyor. Ben İstanbul'u ve Türkiye'yi çok sevdim, keşke daha önce gelme
fırsatım olsaydı. Okan Bey de bana şehrin bu kadar göz alıcı olduğunu
anlatmamıştı.'' Diyerek ona doğru sitemli bir bakış attı.
''Uzun süredir, ben de
ülkemden uzaktaydım Sam, biliyorsun.'' diye homurdandı.
Cevat kibarca araya
girdi. ''Daha yeni geldiniz Samantha Hanım. Ama baştan söyleyeyim; değil
Türkiye'yi, İstanbul'u bile bir ömür gezseniz yine de doyamazsınız.''
Sıkılmaya başlamıştı,
içini huzursuz eden bir şey vardı ama sebebini bilmiyordu. Kalbini sıkıştıran
bir heyecanla telefonuna baktı. Arayan yoktu ama bu bir şeylerin ters
gitmediğine işaret olamazdı. Aklı annesinde olduğu için mi bu şekilde
hissediyordu acaba? Onu hasta haliyle yalnız bırakmamalıydı... Lafını neden
dinlemişse! Annesinin doktorunu aramayı düşündü. Gitmek için tam doğrulacaktı
ki, Sam'ın yanına gelen danışmadaki kız, beklenen misafirlerin geldiğini
söyledi.
Gelenler büyük bir
yarışma organizasyonu için Sam ile anlaşmaya çalışıyorlardı. Annesi genelde bu
tür olaylara karşı olsa da bu kez hiç ses çıkarmamıştı. Bu uyumlu tavrına
şaşırmıştı çünkü annesi, Sam söz konusu olduğunda, fikrin ne olduğuna bakmadan
karşı çıkmayı huy edinmişti. Belki aylar sonra Sam'a karşı yumuşamaya başlamış
olabilirdi, çok ama çok küçük bir belki... Bu çok zordu ama umut da hayatın
gerçeğiydi.
Sam ayağa kalkarken
Cevat da onunla birlikte ayaklandı. Telefonunu eline alarak, o da Cevat'ın
ardından ayağa kalktı. Gelenlere merhaba dedikten sonra annesini aramaya karar
vermişti. Başka türlü sıkıntılı heyecanını bastıramayacaktı. Gelen kadınlardan
birinin elinde dosya çantası vardı. Genç ve sevimli bir kızdı. Genç kızın
bakışları Sam'ın üzerinde olduğundan öylesine diğer kadına bakışlarını
çevrildi. Derin bir nefes aldı ve telefonu, güçsüzleşen elinden kayarak yere
düştü. Bu kadının burada ne işi vardı? Çok sevdiği İzmir'de, anneciğinin
dizinin dibinde olması gerekmiyor muydu? Garip heyecanı hızlıca öfkeye dönüştü,
çenesi kasıldı. Anlamsızca ona bakmasından anladığı kadarıyla Melek onu tanıyamamıştı.
Nasıl tanısın, sanki evli oldukları dönemde de yüzüne bakmıştı da...
Ayakları yere kök
salmıştı. Bedenini felç eden bir duygu karmaşası içinde Melek'e bakarken
nihayet eski karısı onu tanıdı ve görünmez bir duvara toslamış gibi aniden
durakladı. Aralarında üç dört metre kalmıştı. Samantha onların yanına giderken
Melek taşa dönüşmüş bir halde ona bakıyordu. Onun duraksamasının nedenini
anlayamayan Cevat, bir an kararsız kaldı, sonra Sam'a yardımcı olmak için
kadınlara doğru yürüdü ama o sadece yerinde dikildi. Melek şok içindeki
beyazlamış yüzünü ondan çevirip Sam'a ve Cevat'a döndü. O ise kıpırdamadan,
duyarsız kadının yüzüne bir gülümseme yerleştirerek diğerleriyle konuşmasını
seyretti.
Onca sene sonra,
geçici bir süre için ülkesine dönüyor ve bir hafta sonra eski karısıyla
karşılaşıyordu. Bu tesadüf olamazdı. Sinirle nefes aldı. Annesi! Zaten
boşandıklarından beri sürekli onu suçlayıp durmuştu ama Melek ne demeye yaşlı
bir kadına uyuyordu? Amacı neydi? Boşanmak istediğini yüzüne söyleyecek kadar
saygısı olmayan bir kadın, iki sene, üç ay ve on gün sonra neden karşısına
çıkardı?
Sam'ın ona baktığını
fark edince bakışlarını güçlükle Melek'ten aldı. Sam hoş bir gülümsemeyle onun
dikkatini çekmek için sesini yükseltti.
''Okan Bey, Kristal
Oteller zincirinin yönetim kurulu başkanı ve şirketin sahibidir.'' diye onu
işaret etti ve kadınlara döndü. ''Tabi, siz bunu biliyorsunuzdur.''
Okan, Melek'in
tepkisine baktı. Acaba kocası olduğunu söyleyecek miydi? Eski kocası... Melek
selam olarak tanımlanabilecek bir hareketle başını salladı ama ona bakmaktansa
yere baktı. Saçları hatırladığından kısaydı, omuzlarının hemen altına dek
dalgalar halinde dökülüyordu. Parlak hareli gözlerini hafif bir makyajla öne
çıkarmıştı ve ona göre bu taktiğe hiç gerek yoktu. Yeterince ilgi çeken gözleri
vardı. Kahverengi gözlerini süsleyen ve ayrı bir ışıltıya ve tona sahip olan
hareler... Uzun ve gür koyu kirpikleri sayesinde makyaj yapmasa da; bu gözler,
herkesin beğenisini kolayca üstüne çekerdi. Lanet olası kıvrımlı dudakları
hoşnutsuz bir tavırla bükülmüştü. Bir şeylere sinirlendiği zaman bu dudakların
genel tepkisiydi, bükülme... Fakat Okan'da her zaman başka hisler uyandırırdı.
Kavga ettikleri konuyu unutturmayı başaracak kadar büyülüydü, bu bir çift
dolgun et parçası...
Karşılaşmalarına olan
tepkisi yüzünden, İstanbul’a dönüşünden kadının da haberi olmadığını anladı. Melek
de onu karşısında görmeyi beklemiyordu. Ne yani, gerçekten de tesadüf müydü?
Canı sıkıldı. Melek buraya sadece iş için mi gelmişti?
''Bir şey mi var
Okan?''
Sam'ın sözlerini
duyunca kendine geldi ve toparlanıp adım attı. Bir çatırtı sesiyle irkildi. Yere
düşen telefonuna basmıştı.
''Hay, lanet!''
Eğilip parçalanmış
telefonunu alırken yüzüne hücum eden sıcaklık yüzünden iyice gerildi. Yeniden
liseye mi başlamıştı, ya da ilk defa mı bir Melek görmüştü? Heyecanını anlamsız
buldu. İşe yaramaz telefonu sehpaya atarak gruba doğru yürüdü. Ne diye eline
aldıysa!
Yiyecek içecek müdürü
olan Cevat restauranttan çağırılınca adam özür dileyerek yanlarından ayrıldı.
Toplantıya sonra katılacaktı. Grup lobiden ayrılıp Sam'ın odasına doğru
yürürken Sam onları tanıştırma görevini üstlendi. Çünkü onun gelişiyle hem
Melek, hem Yasemin sessizleşmişti.
''Organizasyon
şirketinin sahibi Melek...'' dedi Sam, ona karısını göstererek. Sonra Melek'e
döndü. ''Sorry, ben soyadınızı hatırlayamadım.''
Okan yan gözle Melek'e
baktı, kadın üst dudağını kemirirken sadece Sam'a bakıyordu. Ne cevaplamaya ne
de konuşmaya niyeti yok gibiydi. İkisinin de sıkıntısı elle tutulacak kadar
somuttu, Okan nefes alamadığını fark etti. Ve daha da sinirlendi.
''Melek'i tanıyorum.''
dedi sert bir sesle. ''Soyadına hiç gerek yok.''
Şaşalayan Sam ona
baktı. ''Ya öyle mi? Senin uzun süredir iş için İstanbul'a gelmediğini
sanıyordum.''
Sam'ın gereksiz
sorgulamasına aldırmadan toplantının yapılacağı odaya doğru yürüdü. Gergin
geçen tanışma faslından sonra toplantı için yuvarlak toplantı masasına
geçtiler. Yasemin dosya çantasından evrakları çıkartırken Sam dayanamayarak
meraklı bir tavırla sordu.
''Okan ile nereden
tanışıyorsunuz?''
Ondan bulamadığı
cevabı öğrenmek için ısrar eden Sam ilgiyle Melek'e bakıyordu. Okan da kadının
sorusuna Melek'in ne cevap vereceğine dikkat kesilerek ellerini masanın üstünde
kenetledi. Melek, Yasemin'in uzattığı dosyayı alırken Sam'a kibarca gülümsedi
ve sorusuna cevap verdi.
''Eski bir arkadaş,
kendisiyle uzun...''
''Eski koca!'' dedi
kadının lafını keserek. ''Arkadaş olduğumuzu hiç hatırlamıyorum Melek!''
Melek kıpkırmızı oldu
ve kaşlarının altından ona baktı. Hep hatırladığı gibiydi, sadece daha da
güzelleşmişti. İş kadını kimliği Melek'i olgunlaştırmıştı ve çekiciliğini
arttırmıştı. Kalbi bir takla atarken öfkesinin yatıştığını hissetti çünkü artık
Melek öfkeliydi. Bu çok hoşuna gitti.
Sam hayretle doğruldu.
Bir an konuşamadan Melek'in yüzüne dikkatlice baktıktan sonra bakışlarını ona
çevirdi. Gergin ve şaşkın bir sesle sordu.
''Sen ve Melek Hanım
mı?''
Bakışlarını Melek'ten
alıp Sam'a baktı. Sam eski karısının sadece ismini biliyordu, neye benzediğini
görmemişti. Bir kere fırsatı olduğunu ama Melek'e hiç dikkat etmediğini
söylemişti. Bu olasıydı çünkü Sam tam bir işkolikti. Düğün fotoğrafları dışında
pek fotoğraf çektirmeye de şansları olmamıştı. Elinde az olan Melek'in
fotoğrafları, başkası tarafından kesinlikle görülemeyecek bir yerdeydi. Giyinme
odasındaki en alt rafın en sonunda...
Ortam daha bir
soğumuştu ama umurunda değildi Melek'i sinirlendirmek ona yetmişti. Karısı
karşısında, kendine güveni yerine gelirken güç aldığı etkiyi devam ettirmek
istedi.
''İnanılmaz bir şey
değil mi? Ben ve Melek! Bu kadar uyumsuz bir çift görmek herkese nasip olmaz.''
''Neyse ki, uyumsuzluğumuzu
erken anladık ve evliliği sonlandırdık.'' dedi Melek dişlerinin arasından.
''Sanırım ikiniz de yoğunsunuzdur, fazla vaktinizi almamak için toplantıya
geçelim mi?''
"Sonlandırmadık!
Sen sonlandırmak istedin! Ben de kabul ettim!"
Bu çıkışından sonra,
odaya hüküm süren kutup soğuğuna, bir de fırtına öncesi havanın elektriklenmesi
eklenmişti. Melek inanmaz gözlerle ona baktı. Öfkesini kusan Okan umursamazca
elini salladı ve emredercesine konuştu.
"Şimdi toplantıya
geçin!"
Sam'ın gözleri
kısılmıştı, sinirlendiğinde olduğu gibi burnunu kırıştırıp duruyordu. Ve
kadının bu aptalca hareketinden ölesiye nefret ediyordu. Gözünün önünde
durmadan hareket eden bir burun... Boğazını temizleyerek en ikna edici sesiyle
konuştu.
''Okan... Okan Bey,
ben toplantı hakkında bilgilendirme raporunu Tülin'e bırakırım...''
''Neden? Ben zaten
buradayım.'' dedi Sam'a bakarak.
''İşinin olduğunu
söylemedin mi? Zaten rahatsız gibisin.'' diye tatlı bir gülümsemeyle ona bakan
Sam'ın bakışları bir yılanı andırıyordu. Melek'i kıskanıyordu, buna şaşırdı.
Evliliğini biliyordu, karısıyla karşılaşınca neden kıskanmıştı, anlayamadı.
''Önemsiz bir işti.
Şimdi, toplantıya başlayabilirsiniz.'' Dedi. “Dinliyorum.”
Sam sesindeki uyarıyı
almış olacak ısrar etmedi. Duruşunu düzeltip suspus kalmış ikiliye doğru döndü.
Toplantı boyunca Okan hiç konuşmadı, yorum da yapmadı. Görüşmenin bitmesine
yakın Cevat da katıldı, Melek'in yemek konusundaki önerilerini dinledi.
Fiyatlandırmayı konuştular. Sam ön bütçeyi fiyatlandırınca Melek'i arayacağını
söyledi. En geç yarın diye söz verdi.
Ve Melek toplantı
boyunca ondan tarafa hiç bakmadı. Lafını düzeltmesine bozulması saçmalıktı. Her
zamanki Melek diye aklından geçirdi. Lafın içinde bir şeye sinirlenirdi.
Açıklama istemektense, küçük detayı kafasında kurar kurar, sonunda küçücük
ayrıntıyı buzdağına dönüştürürdü ve zavallı Okan gelir o dağa çarpardı. Terk
eden taraf Melek'ti ama sanki o terk etmişçesine kızgın gibiydi. Ya da üzgün...
Terk ettiği için değil tekrar karşılaştıkları için üzülme olasılığı içine
dokundu. Canı yanan oydu ama kapris yapan Melek'ti. Bir kere bile aramamıştı,
bir kere bile yetecekti ama aramamıştı. Onu hiç sormamıştı…
Of ya! Yine aynı
bunalıma düşmek üzere olduğunu hissedince kendi kendine kızdı. Kadının ne
düşündüğü kimin umurundaydı? Boşanmış ve ayrı hayatlar süren insanlardı. Acaba
evli miydi? Parmaklarına baktı, evlilik yüzüğü yoktu ama bu hiçbir şeyi
kanıtlamazdı. İki aylık evlilikleri boyunca ikisi de yüzük takmamıştı. Belki bu
yüzden boşanmışlardı, belki bu yüzden Melek ona bağlanmamıştı. Dişlerini
sıktığını fark edince çenesini gevşetti. Gittiğinde ne kadar yaralanmıştı,
hayatının en zor dönemiydi.
Masadaki elinin
üstünde bir el hissedince, gayri ihtiyari başını kaldırıp Melek'e baktı.
Kadının dosyadaki bir şeyi işaret ederek yanındaki elemanıyla konuştuğunu
görünce şaşalayarak diğer tarafa baktı. Eline dokunan kişi Sam'dı. Ona
dokunanın Melek olduğunu sanması saflıktı, umması ise saflığın ötesinde
aptallıktı. Beklentisi yerine, gerçeği yavaşça konuştu.
''Nereye gitmiştin?''
dedi Fransızca. ''Kötü görünüyorsun.''
''Annemi
düşünüyordum.'' diye Fransızca cevapladı. ''Bugün konuşamadık... Ah! Lanet
telefon aşağıda kaldı.''
''Yeni telefon
aldıralım.'' dedi hırçın ve sahte bir gülümsemeyle ona baktı. ''Üstüne
bastığını gördüm, işe yaramaz hale gelmiştir.''
''Ben hallederim.''
dedi kendi diline dönerek.
Onlar konuşurken Melek
ve yardımcısı gitmek için hazırlanmıştı. Hep birlikte ayağa kalktılar,
gönülsüzce o da ayaklandı. Melek'i biraz daha sinirlendirmek isterdi, yanında
kalması için onu oyalayacak bir şeyler düşündü ama aklına hiçbir şey gelmedi.
Biraz intikam alsa fena olmazdı ama vakit yoktu. Öğle yemeği içinse çok erkendi,
hem davet etse kabul edeceğini sanmıyordu. Ayrılmak için çabucak toparlanan Melek,
Cevat ve Sam ile tokalaştı, Yasemin de tokalaşırken; mecbur kaldığı belli olan
karısı elini ona uzattı. Bakışları bir an elinde takılı kaldı, isteksizce o da
elini uzattı.
Melek rahat bir sesle,
''Görüştüğümüze sevindim.'' dediğinde midesi kasıldı. İkisi de biliyordu ki,
sevinen kimse yoktu.
Kadının yumuşak ve
narin elini tuttu. ''Ben de!'' dedi resmi bir sesle.
Parmakları özlemle
aranarak kadının ılık elini daha fazla sarmak isterken Melek hemen elini çekti.
Anlaşılan ona dokunmaktan artık hoşlanmıyordu. Bu his, canını iyice sıktı.
Yasemin ile el sıkıştıktan sonra Sam'ın onları geçirmesini seyretti. Patlamak
üzereydi, Melek ile konuşmak istiyordu ama ne diyecekti? Hesap sormak için çok
geçti.
Koridorun sonunda
kaybolmalarını izledi ve diğerlerine bir şey demeden kendi odası olarak
kullandığı annesinin odasına doğru döndü. Odaya giderken yumruklarını
sıkıyordu. Kafası allak bullaktı ve kalbi de incecik sızlıyordu. Kanıyor demek
daha doğruydu. En çok karısının karşısında heyecanlanmasına sinirlenmişti.
Hayal kırıklığı da ikinci darbe olmuştu çünkü hayal kırıklığı ona karşı umudu
olduğunu ifade ediyordu ve hala umudunun olması imkansızdı. Kapıyı hızla
kapattı ve ceketini çıkarıp koltuğun üstüne çarptı.
''Anne! Eğer bu işte
parmağın varsa...'' diye söylendi.
Başka açıklaması
olamazdı. Bu tam da Ayla sultanın yapacağı bir kurnazlıktı. İzmir'de olduğunu
düşündüğü Melek'in İstanbul'da olduğunu bilseydi... Yine de gelirdi çünkü Melek
onun ilk aşkıydı. Bu itirafı da kendisinden başkasına yapacak değildi. Bir kere
daha o kadının etkisine girmeyecekti, annesine rağmen... Bu konuda da
güvenebileceği ve tek yardım aldığı kişinin yanında olmasına şükretti.
Boğazı kurumuştu. Daha
öğle bile olmamıştı ama canı sert bir içki istiyordu. Sakin olmalıydı. Heyecanı
yersizdi. Karısı ile... Yani eski karısı ile sadece bir iş yapacaklardı ve
sonra bir daha görüşmeleri gerekmeyecekti. Organizasyon ile ilgilenmesine gerek
bile yoktu. Sam her şeyi hallederdi. En iyisi Amerika'ya dönmekti ama annesine
söz vermişti. Ayrıca neden dönecekti? Duygu yoksunu, düşüncesiz Melek'ten mi
kaçacaktı? Onca zamandan sonra eski karısına karşı hiç mi güçlenmemişti?
İnsanlara hükmetmeye alışkındı fakat konu Melek olunca basireti bağlanıyordu.
Neden?
Kapı açılınca yürümeyi
bırakıp kapıya döndü. Sam yüzünde sahte bir gülümsemeyle odaya girdi.
''Dünya ne küçük değil
mi Okan?'' diye kendi dilinde konuşmaya başladı ve ona doğru yaklaştı. ''Demek,
seni delirten meşhur Melek, bu kadın! Daha gösterişli birini bekliyordum, hayal
kırıklığına uğradım. Eski karının burada olduğundan bana hiç bahsetmemiştin.''
''Bahsedecek bir şey
yok.'' Dedi, İngilizceden devam ederek. ''Onun burada olduğunu bilmiyordum. İş
için onunla anlaşan sensin, ben değil.''
Sam kollarını onun
boynuna doladı. ''Şaka mı bu?''
Kadının kollarını
boynundan çözdü. ''İş yerinde bu tarz hareketleri sevmediğimi biliyorsun.''
Sam doğrulup soğuk
mavi gözlerini ona dikti. Bu bakışlarından da son zamanlarda hiç hoşlanmıyordu,
hesapçı ve kinli bir bakıştı.
''Hala ondan
etkilendiğini görüyorum, ben de bu gibi şeylerden hoşlanmam. Artık bu takıntını
aştığımızı düşünüyordum, daha doğrusu aştığını.''
''Onunla annemin
isteğiyle evlendiğimi biliyorsun Sam. Evlendiğimizde o kadını tanımıyordum
bile. Zalimliğini tahmin edecek kadar tanısaydım evlenir miydim sence?
Ayrıca... O... O günler geride kaldı, bir daha aynı hataya düşmem. Sadece
birden karşımda görünce şaşırdım.''
''Annenin isteğiyle
veya değil. O kabullenişin hiç senin tarzın olmadığını biliyordum ama sebebini
bugün daha iyi anladım.''
''Anladığın ne, sorabilir
miyim?''
''Eski karın senin
için yeterince eski olmamış. Kendini yine bırakma Okan, bu kadın sana sadece
zarar veriyor. Seninle oynuyor. Bakışlarından ona karşı zayıf olduğun rahatça
okunuyor. Unutmak için çabaladığın günlere dönmek istemezsin, değil mi? O
berbat günlere... Yanında ben olmasaydım ne yapacaktın?''
''O kadın benim için
bir yabancıydı ve hep yabancı kalacak!'' Diye homurdandı. ''Öyle birini
tanımıyorum say.''
Sam'ın ona bakışları,
Okan'ın içinde sakladıklarını su yüzüne çıkarırcasına keskindi. Kadının, onun
tepkilerini çok iyi çözümlemesine her zaman hayret etmişti. Şimdi de Sam'ın ona
inanmadığını o buz mavisi gözlerde görebiliyordu.
Evlenmeden önce,
Melek'i ilk kez, annelerinin ortak bir dostlarının düğününde görmüştü. Bundan
Melek'in haberinin olmadığına emindi. Düğün boyunca annesi, kızı dansa
kaldırması için ısrar etmişti ama o, öylece masada oturup içmeyi tercih
etmişti. O sıralarda Amerika'da okuyordu ve Türkiye'de fazla kimseyi
tanımıyordu. Nasıl tanısın, yıllardır tatil amaçlı bile İstanbul'a gelmemişti
ki. Tüm çevresi, büyüdüğü yer olan New York'taydı. Burada sayılı bir iki
arkadaşı anca vardı.
Okuluna döndükten
sonra, mavi giysisinin içinde parlayan genç kızı uzun süre unutamamıştı.
Melek'i görene dek kızlara karşı hiç çekingen olmamıştı ama Melek tarafından
beğenilmemek onu korkuyordu. Korktuğu da, onunla evlendiğinde başına gelmişti.
Elinin kolunun bağlı olduğu ve can derdinde olduğu bir dönemde kız, onu terk
etmişti. Her şeyi yoluna koymaya çalışmasına aldırmamıştı, onun için sabretmemişti.
Saçma gerekçelerle onu bırakan kızın bağlanma sorunu vardı, fakat o aptaldı.
Karısına çoktan bağlanmıştı. Kaybetmemek için de kendi yollarını kullanarak
bayağı uğraşmıştı. Terk edildiği o günden sonra dünyası alt üst olan Okan,
terapi niyetiyle işine daha sıkı sarılmıştı. Fayda etmemişti.
''Her neyse.'' dedi
ceketine uzandı. ''Ben çıkıyorum.''
''Organizasyona izin
verecek misin?'' dedi Sam arkasından.
Durdu ve kadına döndü.
''Zarara uğratmayacak bir şeye benziyor. Şu sponsorları bir araştır, ters bir
durum yoksa kabul ederiz.''
''Ücret?''
Dudağını yalayıp bir
süre düşündü. ''O konuda istediğin kadar zorlayabilirsin, ne de olsa onların
sağlayacağı reklama ihtiyacımız yok.''
''Vaz geçerlerse...''
dedi kadın alaycı bir tavırla elini kalçasına koydu.
''Vaz geçsinler bize
ne?'' dedi
''Eski karın kızmasın
sonra...''
Sam'ın alaycı
gözlerine baktı ama bir şey söylemedi. Ceketini omzuna atıp kapıya döndü. Sam
yeniden konuştu.
''Akşam bana gelecek
misin?''
Kapı kolunda
durakladı. ''Ararım seni.'' dedi ve dışarı çıktı.
Sam iyi bir çalışandı
ve zevkli bir yatak arkadaşıydı. Birkaç aydır da sevgili olarak birliktelerdi.
Kadının sorgulamayan ve yardımcı olmaktan başka bir amaç taşımayan kişiliği,
onun en zor döneminde ayağa kalkmasına yardım etmişti. Gerçekten de, Sam ona
destek olmasaydı; Okan şu anda ne durumda olurdu? Sam'a çok şey borçluydu.
Kısa bir süre için de
olsa, Türkiye'ye dönmek hiç aklında yoktu. Annesi rahatsızlanınca, en çok önem
verdiği ve ilk otelleri olan Kristal'e bizzat Okan'ın göz kulak olmasını
istemişti. O yüzden Okan, birlikte olduğu Sam'ı otele genel müdür olarak
atamıştı. İş konusunda yeteneğini çoktan kanıtlayan kadın, ona yardımcı olmak
için yanında gelmişti.
Sekreterinden kırık
telefonunu aldı ve kartı çıkarıp telefonu çöpe attı. Dış kapıya varmadan
arabası hazır edilmişti, valenin tuttuğu kapıdan bindi. Hiç beklemeden trafiğe
çıktı. Bir süre yoğun trafikle boğuştuktan sonra alışveriş merkezine gitti.
Yeni bir telefon aldı ve evi için biraz alışveriş yaptı. Geçen hafta Sam'ın
evini yerleştirmesine yardım ettiği için kendi evine sadece uyumak için geç
vakitlerde gitmişti. Kahvaltısını da otelde yapmıştı, bu yüzden yiyecek namına
bir şey yoktu.
Aklında, Melek ile
yeniden karşılaşmaları sürekli dönerken evine vardı. Üstünü değiştirip aldıklarını
dolaba yerleştirdi. Annesini arayacaktı ama biraz toparlandıktan sonra. Spor
odasına gitti ve bir saat kadar kum torbasını yumrukladı. Sakinleşemiyordu.
İçinde gezinen canlı bir his vardı ve sürekli etrafını çimdikleyerek
dolanıyordu.
Duşunu aldıktan sonra
önce annesinin doktorunu aradı. Annesinin sağlık raporu konusunda aklına
takılanları sorması gerekiyordu. Annesi beş gün önce eve alınmıştı ve doktorun
kontrolüne göre her şey normaldi. Başında iki hemşire dönüşümlü olarak bekliyordu.
Annesinin buna çıldırdığını tahmin ederek sırıttı. Sonra annesini aradı.
Telefon ikinci çalışta açıldı.
''Nasılmış benim tatlı
oğlum?''
İçi eriyiverdi, annesi
iş dışında aşırı sevecen bir kadındı. Tatlı dili her kapıyı açardı. Her başı
sıkıştığında, annesini aramak onu rahatlatırdı. Melek hakkında tarafsız
olmaması nedeniyle, sadece o konuda annesine açılamamıştı. Gerçi sorunu
hakkında konuşmasalar da, annesinin cana yakın sesini duymak ona yeterdi. Ama
iş konusunda tam bir cadıydı.
''İyi, sen nasılsın
anne?''
''Tepemde iki
hemşireyle boş boş oturuyorum nasıl olayım? Televizyona, kitaba, bilgisayara,
telefona yani kısaca her şeyime karışıyorlar. Bunlar benim yaşamamı
istemiyorlar.'' Sesi biraz uzaklaştı, yanındaki birine söylendi. ''It's my son,
don't disturb us! Leave me alone!'' (*O,
benim oğlum, bizi rahatsız etme! Beni yanız bırak!*)
Kadın sert bir sesle
yanındaki hemşireye söylenirken o, gülüyordu. Annesi yanındakine yeterince
söylendikten sonra yeniden ona döndü.
''Sen neler
yapıyorsun, Sam nasıl?''
''Sam iyi, tahsis
ettiğin daireye yerleşti ve eve bayıldığını sana söylememi istedi.''
''Yani, hala
ayrılmadınız.'' dedi hayıflanarak. Sorusunun amacı buydu elbette!
''Anne!'' dedi uyaran
bir sesle. ''O iyi bir kadın ve onunla olmak hoşuma gidiyor. İlişkimiz mantıklı
ve sağlıklı ilerliyor. Senin gözüne giremedi diye ayrılacak değiliz.''
''Mantıklı ilişki mi
olur Okan, o kadın içten pazarlıklı.''
''Hangimiz değiliz
ki!'' dedi manalı bir tonda. ''İçten pazarlıklı dedin de aklıma geldi. Bugün
kiminle karşılaştım tahmin et.''
''Tahmin etmek en zor
yaptığım şey oğlum, sen söyle.''
''Melek
İstanbul'daymış. Tabi ki senin haberin vardır, yanılıyor muyum?''
''Ah, Melek seni mi
aradı? Ne tatlı kız!''
''Anne!'' dedi.
''Sakın bana haberin olmadığını söyleme! Onu otele sen yönlendirmedin mi?''
''Melek'in İstanbul'da
olduğunu biliyordum ama senin orada olduğunu benden duymadı. Hayırdır, ne
oldu?''
''Ne olacak
organizatör olmuş hanım. Bugün otele geldi, bizimle anlaşma yapmak için. Beni
neden uyarmadın?''
Annesi derin bir soluk
aldı. ''Seni ne için uyaracaktım Okan?''
Bir an ne diyeceğini
bilemedi. Doğru, neden uyaracaktı? ''Hiç değilse İstanbul'da olduğunu
söyleyebilirdin.'' Diye mırıldandı.
''Sordun mu?''
''Of anne, ne demek
istediğimi biliyorsun.''
''Bilmiyorum Okan. Son
zamanlarda seni tanıyamıyorum. Onu görmek neden birden bire bu kadar önemli
oldu, boşandıktan sonra kızın ismini bir kere bile telaffuz etmedin. Hakkında
konuşmama dahi müsaade etmedin, benimle kavga ettin. Karşılaşmanız kaderin bir
cilvesi, ben ayarlamadım.''
''Kötü şans!'' diye
homurdandı. “Kaderin cilvesi diyerek bu azabı romantikleştirme!”
''Telefonu kapatmam
gerekiyormuş oğlum. Uzun süre konuşmam yasak.''
''Tamam, anne ama şunu
bil hiç inandırıcı değilsin. Beni kandıramadın. Seni seviyorum, kendine dikkat
et.''
''Ben de seni
seviyorum oğlum, ayrıca şansın iyisi kötüsü olmaz. Değerlendirdiklerin ve
kaçırdıkların olur. Sonra daha çok üzülme. Öpüyorum canım.''
Annesi lafı sokup
telefonu kapattı. ''Kötü şans! Kötü şans işte!'' diye yeniden söylendi ve o
anda telefonuna mesaj geldi. Sam eve geçtiğini haber veriyordu. Lafının üzerine
gelen mesaj karşısında içini çekti ve dolaba gidip soğumuş biralardan birini
aldı. Televizyonu açıp karşısında yayıldı. Üçüncü biradan sonra televizyonu
izlemediğini sadece kısacık evliliğinin anılarıyla cebelleştiğini fark edince
ayaklandı. Melek'i unutmuştu, o kadını düşünmesi anlamsızdı, değil mi? Ama
Sam'ın evine gidene kadar Melek'i hayal etti. Keşke hiç karşılaşmasalardı...
Onu sinir eden
karısının hayalinden kurtulmak için sığındığı Sam, onu oldukça hoş bir şekilde
sıcak karşıladı. Üzerinde ince bir kazak ve şort vardı. İnce kazağının altında
başka bir şey olmadığı belliydi. Saçlarını salmıştı. Güzel ve çekici bir
kadındı ve ona olan ilgisini hiç saklamamıştı. Ne kapris yapardı ne hesap
sormaya kalkardı. Olması gereken ilişki buydu, onun ihtiyacı olan ilişki buydu.
Kapıdan girer girmez,
Sam kollarını onun boynuna doladı ve dudaklarına uzandı.
''Gelmeyeceğinden
korkuyordum.'' diye fısıldayarak tutkulu bir öpücükle onu kapıya yasladı.
Sam'ın kazağını
sıyırdı ve ellerini kadının sıcak teninde dolaştırdı. Sam vücudunu ona iyice
yaslamıştı. Sert öpücük Sam'ın soluğunu kesmişti. Nefeslenmek için dudaklarını
ondan çekti. Ondan ayrılmadan fısıldadı.
''Sen içtin mi?''
Dudaklarını yalayıp
kadının bedenini kendinden uzaklaştırdı. ''Bir, iki bira...''
Sam'ın kaşları
çatıldı. ''Eski günlerin hatırına mı?''
Az önce ne düşünmüştü?
Hesap sormayan mı? Sinirli bir şaşkınlıkla kadının yüzüne baktı ve başını
çevirerek içeri yürüdü. Sam peşinden geliyordu.
''Belki daha sert bir
şeyler içmeliydin. Bira, seni pek sakinleştirmemiş.''
Ceketini çıkarıp
anahtar ve telefonuyla birlikte koltuğa bıraktı. O kadar yolu Sam'ın sorgusunu
çekmek için gelmemişti. Hem de nedensiz yere. Kanepeye boylu boyunca uzandı,
Sam hemen başucuna yere oturdu. Kolunu okşarken bir kedi gibi yanı başına
kıvrılmıştı. Bir süre sessizce çalan müziği dinlediler. Sam arada ona uzanıp
parmaklarını onun saçlarında ve yüz hatlarında gezdiriyordu, bu rahatlatıcı
okşamalara kendini teslim edip gözlerini kapattı. Hiçbir şey düşünmemeye
odaklandı ki, Sam huzurunu bozdu. Omzuna küçük bir öpücük konduran kadın usulca
konuşarak onu gerçeğe döndürdü.
''Ben organizasyonu
kabul etmemeye karar verdim.''
Başını çevirip kadına
baktı. ''Neden?''
''Onu yani eski karını
görmek seni sarstı. Bağları koparırsak, kendini daha iyi hissedeceksin.'' dedi
ve gözleri onun gözlerinde olduğu halde sordu. "İşi almazsak, peşine
düşmeyeceğine bana söz verir misin?"
''Peşine düşmek mi? O
kadar aptal mıyım veya düşkün? Ayrıca ben ondan kaçmıyorum Sam. Onu görmek beni
etkilemiyor sana söyledim.” Başını karşı duvara çevirdi. “İşi iptal
etmeyeceksin.''
Sam elini uzatıp
çenesini okşadı ve hafif bir baskıyla onun yüzünü yeniden kendine çevirdi.
''Emin misin?''
''Bu konuda konuşmak
istemiyorum. Buraya o lanet kadını konuşmaya gelmedim.''
Sam çapkınca sırıttı.
''Peki, neden geldin?''
''Yaklaş kulağına
fısıldayayım.'' Diye mırıldandı.
Sam şuh bir kahkaha
attı ve ayağa kalkıp onun üzerine uzandı. Öpüşerek üstlerindeki fazlalıklardan
kurtuldular. Yatak odasına geçmeden önce pantolonun cebindeki paketi aldı ve
Sam'ın onu odaya sürüklemesine izin verdi. Aklını Sam'a verirse bu saçma
halinden kurtulması daha kolay olacağını düşündü, başka çaresi yoktu.
Birkaç saat sonra Sam
yanında uyuyakalmıştı. Bir kolunu sahiplenici bir tavırla onun boynuna dolamış,
çıplak bacağını onun üstüne atmıştı. O ise gözleri tavanda öylece yatıyordu.
Sevişmeleri her zamankinden daha tatsızdı, onu delirtmemiş sadece tatmin
olmasını sağlamıştı. Aklı öptüğü ve seviştiği kadında olmayınca, kendini bir
türlü olaya verememişti. Komodinin üstündeki saatine baktı. Üçe yirmi vardı,
uykusu yoktu. Zaten yanında sabahladığı bir kadın olmamıştı, birisi yanında
yatarken uyuyamıyordu. Melek hariç diye içinden geçirdi. Ellerini
saçlarına daldırdı.
''Git başımdan.'' diye
Melek'in hayaline fısıldadı.
Melek gitmedi ama Sam
uyarısını duymuş gibi kolunu ondan çözerek uykusunda kenara kaydı. Tek kaşını
kaldırıp uyuyan kadına baktı. Bu rastlantı, ona bir işaret olmalıydı. Yataktan
kalktı ve oturma odasına gidip üstüne pantolonunu geçirdi. Boğazı, hem
sevişmeleri hem de öncesinde aldığı alkol yüzünden çöle dönmüştü. Gitmeden önce
mutfağa doğru yürüdü ve buzdolabından soğuk suyu çıkardı. Karanlık mutfak geniş
pencereden gelen ay ışığı ile aydınlanıyordu ama su bardağı bulması için
yeterli değildi. Lambayı açtı ve bardakları nereye koyduğunu aranmaya başladı.
Üçüncü dolapta bulduğu bardağa suyu doldurdu ve başına dikti. Şişeyi
yarılamıştı. Elleri tezgâhta bir süre bekledi. Melek yine varlığıyla kafasını
karıştırmayı başarmıştı, ama bu sefer kadının büyüsüne kapılmayacaktı. Çünkü o
büyümüştü, yirmi üç yaşında bir çocuk değildi. Doğruldu ve lambayı kapatıp
mutfaktan çıktı. Üstünü hızlıca giyinip evine dönmek için daireden ayrıldı.
Melek yatakta bir
tur daha attıktan sonra doğruldu. Uyuyamayacaktı. Sıcak olmamasına rağmen
boğazı kurumuştu. O yüzden uyuyamıyor olabilirdi, su içerse kesinlikle uyku onu
kabullenecekti. Yoksa gözünü kapattığında ona bakan bir çift koyu yeşil göz
umurunda bile değildi. Simsiyah kirpiklerin arasında, siyah bir halkayla
çevrelenmiş koyu yeşil muhteşem gözler... Mutlu olduğunda gözlerindeki daha
açık yeşil hareler birer güneş misali parıldardı. Ama bugün ışıltısını görmek
nasip olmamıştı, dipsiz birer kuyu kadar karanlıktılar.
İki senede onun bu denli değiştiğine gözüyle görmese inanmazdı. Kilolarından
arınınca sevimliliği azalmıştı ama keskin bir çekicilik kazanmıştı. Sol
yanağında ansızın beliren gamzeye ne olduğunu merak etti. Gülümsediğinde
hafifçe derinleşirdi. Okan eskiden de yakışıklıydı, hatta onu ilk gördüğünde
gözlerini alamamıştı.
Annesinin arkadaşının
düğünündeydi. Düğündeki diğer kızların, sürekli Okan'ı göstererek kıkırdamasına
çok bozulmuştu. Okan ise kızların ilgisine aldırmaz bir tavırla annesinin
yanından ayrılmamıştı. Düğün boyunca Okan'a bakmamak için kendini zorlamıştı,
uydu gibi onu takip eden kızlardan biri olmak istememişti. Kıkırdayan kızlardan
biri ona dirseğini vurmuş ve hınzırca takılmıştı.
''Bu kadar yakışıklı
birini ilk defa kanlı canlı görüyorum. Ne tatlı değil mi Melek? Annesinin
dibinden bir ayrılsa...''
''Bana ne ya.''
demişti kıza cevap olarak.
''Sanki bu tarafa
bakıyor, sence de öyle değil mi?'' dedi kız heyecanla. ''Bana bakıyor, kesin
bana bakıyor! Acaba ben mi dans teklif etsem? Ne de olsa Amerika'da buna
alışmıştır.''
Melek, kızdan kolunu
kurtarıp söylenmişti. ''Hiç durma.''
Kız cesaret edip
Okan'a dans teklif edememişti ama o günden beş sene sonra Melek kendi
düğünlerinde Okan ile dans etmişti. Heyecanından yüzüne bakamadığını dünmüş
gibi hatırlıyordu ama tüm bunları, gecenin iki buçuğunda neden hatırlıyordu?
Yastığıyla biraz daha
boğuştuktan sonra saate baktı. Üçe çeyrek vardı. Susuzluktan dili damağına
yapışmıştı, sonunda üşenmeyip su içmeye karar verdi. Mutfağa gidip dolabı açtı.
Raftaki şişeyi alırken gözleri, çapraz daireye kaydı. Lamba açıktı. Şişeyi
tezgâha bırakıp balkona doğru yürüdü. Mutfaktakinin kim olduğunu görememişti,
çünkü yaklaşmasıyla ışık söndü. Acaba sarışın kadın mıydı, yoksa kanlı canlı
dolanan Adonis'miydi? O kasların tamamını görmek için yakında mutfakta nöbet
bekleyeceğini fark etti. İçini çekerek tezgâhta bıraktığı şişeye döndü.
Yatağına yürürken esnemeye başlamıştı, demek derdi suymuş, aptal eski kocası
değil. Bu düşünceyle sırıttı ve ardından yeniden esneyerek yatağa bir taş gibi
düştü.
*
* *
Sabahtan beri Fatih'in üçüncü arayışıydı. Adam ondan onay
bekliyordu ama Melek muhatabı olduğu Kristal Otel'den henüz yanıt alamamıştı.
Telefon elinde odasından dışarı çıktı.
''Yasemin, otel müdüründen
haber var mı, fiyatlandırma hakkında?''
Yasemin başını
monitörden kaldırdı. ''Hayır, Melek. İki defa aradım, toplantıdaymış. Mail
attım, bakalım ne zaman dönecek.''
"Amma nazlı çıktı
ya!" diye söylendi. Sıkıntıyla hala çalan telefonuna baktı ve odasına
geçip nefeslendi. Telefonu açtı. ''Fatih Bey!'' dedi heyecanlı bir sesle.
''Merhaba Melek Hanım,
bu sizi son arayışımdı.''
''Özür dilerim, önemli
bir toplantıdaydım ve telefonu yanıma almamışım.'' Dedi, koltuğuna oturdu.
''Otel hakkındaki seçenekleri genişletmeye çalışıyordum. Belki daha
beğeneceğiniz bir otel olabilir, telaşlanıp şansımızı kaçırmak istemem.''
''Otel
kararlaştırılmıştı. Kristal Otel dememiş miydiniz?'' dedi Fatih şaşırmış ve
hafif öfkeli bir sesle.
''Aslında demedim…
Yani tam onaylamamıştım. Yarışma konseptine göre daha...''
''Hayır, Melek!
Kristal Otel olacak, sponsorlara bilgi verildi ve reklam hazırlanmaya başlandı.
Değiştiremezsin.''
''Benden haber
bekleyecektin!'' dedi kibarlığı boş vererek. ''Kesinleşince bilgi vereceğimi
söylemiştim sana.''
''Ben anlamam, sen
Kristal Otel dedin ve ben de ona göre her şeyi ayarladım. O oteli istiyorum.''
Sakinleşmesi
gerekiyordu, yüzünü ovaladı. Makyaj yaptığını unutmuştu ve rimeli yanağına
kadar bulaştı. ''Kristal Otel büyük ihtimalle olacak ama ya işimize daha
yarayacak bir oteli gözden kaçırırsak.''
''Bu saatten sonra
değiştiremezsin Melek. Sana birazdan mail atacağım. Yarışma formatı hazırlandı.
Bundan sonrası sana kalmış. Tüm programı ayarlayıp son halini bana mail atarsan
sevinirim. Az zamanımız kaldı.''
''Beni ateşe
atıyorsunuz Fatih Bey.''
''Tam tersi Melek
Hanım, ben sizi düze çıkarmaya çalışıyorum. Durumunuzdan haberim var, şansınızı
iyi değerlendirmenizi tavsiye ederim. İyi günler.''
''İyi günler.'' dedi
dişlerinin arasından.
Ne demeye Kristal
Otel'i adama söylemişti ki? Çenesini tutmalıydı. ''Düze çıkarmaya çalışıyormuş,
adi herif. Düzeceğim demiyor da...'' diye hırladı. ''Yasemin!''
''Yasemin!''
Üçüncü kere ağzını
açmıştı ki Yasemin odasına girdi.
''Geldim Melek.''
Melek kaşlarının
altından Yasemin'e baktı, öfkeden yanıyordu. ''Fatih piçi sponsorlara otelin
kesinleştiğini söylemiş. Oysa ben ona benden haber bekle demiştim, budala.''
Yasemin yüzünü
ekşitti. ''Şimdi ne yapacağız?''
Melek gözünü kapatıp
başını koltuğa yasladı. ''Samantha ne isterse vereceğiz, başka çaremiz yok.
Umarım vaz geçmemiştir.''
Yasemin kapıyı kapatıp
masasına yaklaştı.
''Belki Okan Bey'i
aramalısın, sonuçta patron olan, senin eski kocan.''
Doğruldu ve neşesiz
bir sırıtmayla Yasemin'e baktı. ''Cümlendeki eski lafı dikkatini çekmiştir umarım. O
adam kar yapmayacağı hiçbir işe girmez, hele işin ucunda benim mutluluğum varsa
kılını bile kıpırdatmaz.''
''İyi birine
benziyordu.'' dedi Yasemin. ''Sonuçta Samantha onun elemanı...''
''İyi biriydi ama iş
konusunda anlayışlı diyemem.'' diye mırıldandı. ''Ama iki senedir onu görmemiştim.
Onun kadar hırslı biri, sırf bana yardımcı olmak için göz bebeği otelinin
zarara uğramasını istemez.''
''Yapma, onlarca
otelleri varmış. Bizim uğratacağımız zarar devede kulak bile sayılmaz.''
''Yasemin, eski
kocamla, ona yalvararak iş yapmayacağım. Olursa olur olmazsa başka hal çaresine
bakarız. Şimdi, kimseye o adamın benim kocam olduğunu söyleme, tamam mı?''
''Eski kocan!'' dedi
Yasemin.
''Ben ne dedim?''
''Kocam.''
''Lanet olsun ona!
Nereden çıktı geldi? Eski kocamdan kimsenin haberi olmayacak ve sen doğrudan
Samantha ile görüş. O adamın işlerimize burnunu sokmasına izin vermeyelim.''
''Adam patron,
Melek!'' dedi Yasemin kaşlarını kaldırarak. ''Karışmak hakkı değil mi? Ayrıca
Samantha bence beni sallıyor, senin aramanı bekliyor. Beni kendi klası olarak
görmüyor sanırım.''
''İyi ben ararım
madem.'' dedi. ''Telefonunu ver otelin ve sen de bu arada otelin yemek planı
ile hazır yemek firmasının planını karşılaştır. Bari oralardan kar yapabilir
miyiz bakalım.''
''Bir de rimelin tüm
yanağını kaplamış, silmek ister misin? Yoksa bu, yeni bir tarz mı?''
''Ne? Rimel mi?'' dedi
bilgisayarın kapalı monitörüne baktı. ''Hay lanet, neden söylemedin?''
''Gülmemek için
kendimi zor tutmakla meşguldüm.'' dedi kıkırdayarak.
''Aslında seni kovmam
gerekiyor ama dua et, fazla maaş vermiyorum.'' Diye lekeyi, ıslak mendil ile
temizlerken homurdandı. ''Hadi, işinin başına dön.''
''Peki patron.''
Yasemin kapıya
dönmüştü ki yeniden seslendi. ''Bu arada Hale'ye söyler misin? Yardım olayı
bittiğine göre, Tekin şu özel kreşte düzenlenecek doğum günü partisinin
hazırlıklarını yapsın. Sorumluluğu onda! Hale gerekli bilgileri ona yollasın.''
Yasemin sırıtarak ona
döndü. ''Doğum günü partisi mi? Tekin delirir.''
Omzunu silkti.
''Malulen emekli yaparız bizde.''
Yasemin gülerek dışarı
çıktı, bir dakika sonra otelin telefonunu ona getirdi. Ofiste ise Tekin'in
itirazları yükseliyordu.
''Kreş mi? Ben ne
anlarım palyaço bulmaktan, ah, selam Melek. Nasılsın?''
Tekin'in sesi kesildi
ve aralık kapıdan görünen Melek'e el salladı. Melek sadece sırıttı ve Yasemin
kapıyı kapatana kadar kısık ve tehditkar gözlerini Tekin'den ayırmadı. Biraz
burnunun sürtülmesi gerekiyordu, kendini bir şey sanmaya başlamıştı.
Cep telefonuyla oteli
aradı ve Samantha'yı istedi. Santral beklemesini söyleyip telefonu aktardı.
Müziği dinlerken gergin bir tavırla parmaklarını çıtlatıyordu, sonunda telefon
açıldı.
''Alo.'' dedi hemen.
Karşıdaki ses
Samantha'nın değildi. ''Alo?''
''İyi günler, Samantha
Collins ile görüşebilir miyim? Ben, Güvensoy Organizasyon'dan Melek.''
Telefondaki birkaç
saniye bekledi ve tok bir sesle konuştu. ''Merhaba Melek, ben Okan!''
Soğuk bir akım tüm
bedeninde dolandı ve onu soluksuz bıraktı. Ne diyeceğini bilemedi. ''Ah!'' dedi
sonunda konuşmayı başararak. ''Yanlış oldu sanırım. Ben, Samantha ile görüşmek
istemiştim, sana mı aktardılar?''
''Onun odasındaydım.''
diye kısaca açıkladı. ''Nasılsın?''
Yaptığı kabalığa
inanamadı, temelli eli ayağına dolaşmıştı. ''Pardon, şaşkınlıktan aptalca
davrandım. İyiyim sen nasılsın?''
Okan sanki onunla
konuşmaktan rahatsızmış gibi nefeslendi. ''Aynı, neyse, ne konuşacaktın Sam
ile?''
''Şey, bize kararını
söyleyecekti, onun için aradım.''
''Senin aramana ne
gerek var? Sam sonucu söylemek için seni aramayacak mıydı?'' dedi son derece
katı bir sesle.
Azarlar gibi otoriter
konuşması canını sıkmıştı ama şu anda otelin patronunu kızdırmak en son
istediği şeydi. Biraz uyumlu olmaya karar verdi.
''Yoğun olduğu için
hatırlatmak istemiştim. Niyetim sıkıştırmak değildi.'' dedi gayet sakin bir
sesle.
''Merak etme Sam
akıllı biridir, sorumluluklarını kesinlikle unutmaz. Senin alışık olduğun
insanlar gibi değildir. Kimseyi zor durumda terk edip gitmez.''
Sakin mi konuşacaktı?
Okan ile mi? Tepesi attı. ''Ne demek istiyorsun?''
''Hiçbir şey, sen
neden alındın?'' sesindeki keyifli tını, Melek'i çıldırttı.
''Samantha Hanım orada
mı?'' diye soğuk bir sesle homurdandı. Sakin olma treni kaçmıştı, patronmuş!
Peh!
''Sam!'' dedi Okan
telefondan uzaklaşarak. ''Kadının biri seninle konuşmak istiyor.''
Telefonu dişlerinin
arasına alıp hırlama isteğiyle kasılan Melek sinirle ayağa kalktı. Odada dolanmaya
başlarken Okan'ın alaycı tınılarla dolu sesi yeniden duyuldu.
''Bilmem, sesinden
tanıyamadım. Konuşmak istemezsen kapatırım. Önemli biri olduğunu sanmıyorum.''
Geriden kadının sesi
gelince, Okan Fransızca konuşmaya döndü, sesinden ne kadar keyifli olduğunu
kolayca anlayabiliyordu. Laf söylememek için çenesini sıkan Melek, adamın
kahkaha atmak üzere olduğunu hissedebiliyordu. Haksızca lafı sokmuş şimdi de
dalga geçiyordu. Telefonu kapatmayı deli gibi istiyordu ama Fatih'in
işgüzarlığı yüzünden yapamadı.
''Hello!'' dedi bir
kadın sesi.
''Merhaba Bayan
Samantha, ben Melek, Güvensoy Organizasyon'dan.''
''Merhaba Melek Hanım,
hatırladım.'' dedi. ''Üzgünüm Okan sesinizden sizin kim olduğunuzu
anlayamamış.''
''Fark ettim, sorun
değil. Rahatsız ettiğim için kusura bakmayın, teklifimizi düşünebildiniz mi?''
''Evet, biz de onu
görüşüyorduk. Acaba vaktiniz varsa uğrayabilir misiniz?''
''Nereye?'' dedi
kaşlarını çatarak. Bir daha o otele ayak basmayacaktı, hiç değilse Okan orada
olduğu sürece.
''Otele tabii ki de.
Size restaurantımızda bir yemek ısmarlamak isterim.''
''Ben, şey, eğer
vaktiniz varsa ben size yemek ısmarlasam. Yeni geldiğiniz için farklı yerleri
görmek istersiniz.''
''Rüşvet mi teklif
ediyorsunuz yoksa?'' dedi kadın gülerek.
''İşe yarayacaksa
neden olmasın?'' dedi o da neşeyle. Kadın fena birine benzemiyordu, hiç değilse
şakadan anlıyordu. Okan gibi kazma değildi.
''Peki, o zaman. Bana
adresi gönderin, on ikiye doğru buluşalım. Dosyayı getirmeyi unutmayın
lütfen.''
''Elbette.'' dedi
rahatlayarak. ''Görüşmek üzere.''
''See you soon. Bye.''
Ofise geçti, Hale'ye
şık bir restaurantta yer ayırmasını ve adresi de Samantha'ya göndermesini
söyledi. Ofistekileri kontrol etti ve yardımcı olmaya çalıştı. Tekin hala kreş
hakkında sızlanıyordu. Otel konusunda yardım edebileceğini ima etti ama şu
aşamada Tekin'i işe karıştırmak aklındaki son şeydi. Belki anlaşamazlarsa,
Samantha'nın üstüne adamı salabilirdi. Çünkü Tekin kurbanına bir yapıştı mı, ne
yapar ne eder istediğini alırdı. Sepetteki tüm yumurtaları kırsa bile...
***
Başka bir telefon
konuşması ve iki tanıdık ses…
"Sence
hayatlarına karışmakla iyi mi ediyoruz Ayla?"
"Elbette
Selmacığım, o iki inatçı keçi birbirlerini çok seviyor ama bunu itiraf
edemiyorlar. Bak, göreceksin, bir aya kalmaz biz evleniyoruz diyecekler. Geçen
sefer de sana söylememiş miydim?"
Selma Hanım
nefeslendi. "Ama Aylacığım onların birbirini sevdiklerine nasıl bu kadar
emin olabiliyorsun? Okan'ın sevgilisi var dememiş miydin?" dedi kocası
duymasın diye bahçeye çıkmıştı, fısıltıyla konuşmaya devam etti. "Melek
iki dünya bir araya gelse, Okan'a yüz vermez."
Ayla tısladı. "O
kadına sevgili denmez Selma, valla aklıma getirdin cinlerimi tepeme çıkardın. Okan
o kadını sevmiyor, eminim, sevgili de değiller. O kadın belanın ta kendisi! Okan'a
bir yapıştı, iki senedir, çocuk nereye gitse gölge gibi takip ediyor. Kadın ne
yapıyor ediyor, Okan'ın peşinden ayrılmıyor. Bak, İstanbul'a gönderdim çocuğu,
kadın nasıl ettiyse ikna edip yanına damladı. Şuraya yazıyorum, o kadın
olmasaydı, bizimkiler daha en başta barışacaklardı."
"Ben hala emin
değilim Ayla..."
"Ben eminim canım
arkadaşım, bir şans daha ver bana. Allah'ın işi bu kriz olmasaydı başka bir
yolunu bulacaktım Okan'ı İstanbul'a gönderecektim. O kadar ayarlama yaptım,
sersem Fatih'i de ayarladım bizim otelde diretsin diye. Vallahi şu anda vaz
geçemem. Melek ve Okan birbiri olmadan mutlu olamazlar."
"Senden korkulur
Ayla." dedi Selma Hanım, kahkahasını bastıramadan. "Çocuklar bu
planlarını duyunca ne diyecekler bakalım."
"Nasıl duyacaklar
ayol, ben her şeyi ayarladım. Okan şimdiden çözülmeye başladı. Bugün yarın o
sarı çıyanı bırakıp Melek'in önüne diz çökecektir. Okan, Melek'i çok seviyor Selma,
öyle böyle değil. Melek'imizi mutlu etmek için elinden geleni yapacaktır.
Sadece sabredip bekleyelim."
"İyi, bakalım
Aylacığım, sen diyorsan öyle olsun. Ha, bu arada Nermin'in ne halt ettiğini
duydun mu?"
Ayla Hanım kahkaha
attı. "Duymam mı kız? Kadın geldi elli beş yaşına neyine senin bungee
jumping yapmak! Dua etsin, halat kopup kafa üstü yere çakılmadı."
"Ay, dur, en
fenası da ona atlaması için yardım eden çocuğa, sen son dakika bir sarıl."
"Ne?"
"Ya, öyle.
Bırakmasaymış ikisi de aşağıyı boylayacaklarmış. Madem bayılacak kadar
korkuyorsun..."
İki kadının dedikodusu
sürerken, hakkında planlar yapılan eski karıkoca, bu planları boşa çıkarmak
için ellerinden geleni artlarına koymayacaklardı.
Öğleye doğru teklif
dosyasını aldı ve Samantha ile buluşacakları restauranta doğru yola çıktı.
Heyecanından restauranta giden yolu karıştırıp on dakika dolanmak zorunda
kalmıştı. Kendi kendine bu telaşa gerek yok diye hatırlatıyordu ama ne mümkün.
Ya Okan da gelirse... Sadece Samantha'yı davet etmişti ama Okan değerli otelini
savunmak için gelirse; anlaşma suya düşebilirdi.
Masaya geçtiği sırada
kadın, son derece şık ve pahalı kıyafetinin içinde salınarak geldi. Tek
başınaydı... İçi tuhaf bir hisle burkuldu. Kadını tek başına görene kadar
Okan'ın gelmemesi için dua ederken; şimdi adamın neden gelmediğini merak
ediyordu. Eski bir alışkanlığın eseri olarak; kesin
çok işi var, diye düşündü. Sonra bu düşüncesini beyninden kovdu, ona
neydi? Hem neden gelecekti, onu görmek için mi? Adam onun sesini duyunca bile
alay etmeye başlıyordu, en iyisi yüz yüze gelmemekti.
Resmi bir gülümsemeyle
el sıkıştılar ve yemeğin siparişini verdiler. İçecek olarak Samantha martini
almıştı, Melek gündüz vakti asla içki içmezdi ama kadının yanında tuhaf
durmamak ve şekli kurtarmak için votka nane istedi. Kadının yanında soda
içemezdi ya... Ön sunum olarak kalamar salatası ve peynir dolgulu domates
aldılar.
Bir süre hava
durumundan bahsettiler doğal olarak. Melek konuşmayı nasıl işe döndüreceğini
düşünmeye başlamıştı. Çünkü kadın, New York ile California'nın hava durumunu
kıyaslamayı bir türlü bitiremiyordu. Okan bir de bu kadına akıllı demişti. Hah!
''Eminim İstanbul'un
havasını daha çok seveceksiniz.'' dedi sonunda.
Samantha gülümseyen
bir yüzle ona baktı. ''Şimdiden sevdim bile. Yerleşmeyi isterdim, çok fantastik
bir şehir. Köşeyi döndüğünüzde ne ile veya kim ile karşılaşacağınızı
kestiremiyorsunuz. Sürprizlerle dolu.''
Kadının lafı onu
nedense dürttü, amacını sorgulamak için yüzüne baktı. Hala gülümsüyordu. Kesin
ona laf sokmuştu. Aklınca patronunun intikamını alıyordu. O da kadına
gülümsedi.
''Hayatı güzelleştiren
de bu sürprizler değil midir?''
"Çok iyimser bir
felsefeden bahsediyorsun. Her sürpriz, hayatı güzelleştirmez. Ben
gerçekçiyimdir, yani sözünü ettiğin mutluluk oyunu için olgun bir
kadınım."
Melek umursamazca
omzunu kaldırdı. "Başlatan sizdiniz, ben değil."
Kadının yüz ifadesi
bir anlığına dondu. Sonra gülümsemeye çalışarak konuşmaya devam etti.
''Bak ne diyeceğim,
sizli bizli konuşmasak. İkimiz de nerede nasıl konuşacağımızı bilen insanlarız.
Hiç değilse birlikteyken biraz daha samimi olabiliriz.''
Melek votkasından
minicik yudumladı. ''Şey, bu bir iş yemeği değil mi?''
Samantha burnunu
kırıştırdı. ''Evet, ama biraz daha rahat hitap edebiliriz değil mi? Bana Sam
diyebilirsin, ben de sana Melek.''
''Benim açımdan sorun
yok.''
''Oldu o zaman.'' dedi
kadın, boşalmış kadehini masaya koydu ve garsona küçük bir işaret etti.
Garson hemen yanlarına
geldi. Melek'in garipseyen bakışları altındaki Sam, adamdan şarap menüsünü
istedi. Adam gittikten sonra rahat bir tavırla ona döndü.
''Yeni arkadaşlıklar
kutlama gerektirir değil mi?''
Yeni arkadaşlıklar mı?
Kutlama mı? Şarap mı? Melek dudağını ısırdı ve kadına gülümsedi.
''Tabi, yakında baş
başa rakı sofrasına da otururuz.''
''Ah, love it! *bayılırım.''
dedi kadın sevinçle. ''Rakıyı çok severim! Okan beni New York'ta bir davete
götürmüştü. İlk orada içmiştim, sonra bağımlısı oldum. Keşke rakı isteseydik.''
Okan ile o kadar
samimi olduklarını hiç düşünmemişti. Yine de renk vermedi. Gerçi Okan çevresine
karşı rahattı, onun yanında ise kasıntı birine dönüşüyordu. Adam ile baş başa
kaldıkları sayılı zamanlarda dahi, Okan elinden telefonu düşürmezdi. Kaldı ki,
ne bir eğlence ne bir davete gitmemişlerdi. Tabi, ona neden aldırsın. Melek,
onun okuldan yeni mezun olmuş, kariyersiz ve tecrübesiz genç karısıydı. Okan
ise, daha o yaşta koca bir holdingi yönetiyordu. Melek ile evlenmek istemesi
bile büyük lütuftu.
Votkasını dudağına
götürürken konuştu.
''Bir dahaki sefere
artık.'' dedi ve bardağı masaya bıraktı. ''Bu arada kararınız nedir?''
''Hemen iş mi
konuşacağız? Bana biraz kendinden bahsetsene, Okan'ın eski eşi olduğundan başka
bir şey bilmiyorum.''
Başka bilgiye neden
ihtiyacı vardı? Sabırlı ol
Melek, kadın sadece arkadaş olmaya çalışıyor. Bacaklarını üst üste attı ve sandalyesine
yaslandı.
''Bir buçuk senedir
organizasyon işleri ile uğraşıyorum...''
''İşi boş ver, özel
hayatında biri var mı?'' diye lafını kesti Sam. ''Senin gibi hoş bir kadının
bekâr olması zor, kesin biri vardır.''
Boğazını temizledi.
Yasemin haklıydı, bu kadın tuhaftı. Gözlerini ondan hiç ayırmadan konuşması da
oldukça rahatsız ediciydi. Gerilmeye başladı. Acaba o da, kadına mutfaktaki bay muhteşem sırtı sorsa mıydı? Ne de olsa artık
samimiydiler. Peh!
''Teşekkür ederim.''
dedi. ''Yani iltifatın için. Bu aralar pek erkek arkadaşla uğraşmaya vaktim
yok. Kendimi geri çekmeye karar verdim.''
''Yapma, özel biri
vardır elbette.''
''Niye olsun ki?''
dedi sabrı taşmaya başlamıştı. Garsonun yemek servisi için gelmesi konu
değiştirmesi için bahanesi oldu. Daha sakin bir sesle sordu. ''Oteliniz de
hangi mutfaklar var?''
Sam buz mavisi
gözlerle onu bir an süzdü, çabasını anlamış olacak nefeslenip soruyu
cevapladı.
''Türk, İtalyan ve
Fransız mutfağı ağırlıklı ve Japon mutfağından da seçeneklerimiz var. Cuma
günleri de Çin mutfağı sunuyoruz.'' Dedi ve önündeki kanlı bifteğe baktı.
''Aşçılarımız çok yeteneklidir, her mutfakla çalışabilirler.''
''Mükemmel.'' dedi,
konunun değişmesine sevinerek. ''Sponsorlar için yemek verilecek, sanırım
otelinizde planlasak hepimiz için daha uygun olur.''
''Biz henüz teklifini
kabul etmedik ama.'' dedi Samantha son derece sakin bir sesle.
Melek tokat yemiş gibi
afalladı. ''Anlaşacağımızı düşünüyorum.'' dedi. ''Bir sorun mu var? Bütçede
beğenmediğiniz bir konu varsa hemen kontrol edebiliriz.''
Onun telaşına
aldırmayan Samantha içini çekti ve bifteğinden kestiği küçük parçayı kırmızı
dudaklarının arasına sıkıştırdı.
''Mmm, nefis...''
dedi. Ve ona cevap vermektense şarap menüsüne uzandı. “Bakalım, burada neler
var?”
Melek'in iştahı
kaçmıştı, çenesini kasarak kadının rahat hareketlerini izliyordu. Madem onu ret
edecekti, neden yemek teklifini kabul etmişti?
''Kırmızı şarap
alırsın değil mi?'' dedi kadın, onun önündeki dana rostoyu işaret ederek. “Kırmızı
ve kırmızı…”
''İyi olur.'' dedi ve
içinden ekledi. 'Fare zehri aromalı'
Kadın menüdeki en
pahalı şarabı sipariş ederek inceleyici bakışlarını yeniden ona çevirdi.
''Demek Okan ile
ayrıldıktan sonra hiç görüşmediniz. Çok mu kötü ayrıldınız?''
Pes! Yine mi aynı
konu! Melek olayın iç yüzünü kendi arkadaşlarına bile anlatmamıştı, şimdi bir
şaraplık arkadaşı ona ait en özel şeyleri sormakta sakınca görmüyordu. Ve bu
kadın, Okan'ın çalışma arkadaşıydı.
''Bu konuları
konuşmayı uygun bulmuyorum.'' dedi kibar bir sesle.
"Gizleyecek ne
var ki?" dedi Sam küçümser bir tavırla. "Okan benimle dertleşmeyi
sever, aramızda sır yoktur. Sonuçta olmuş bitmiş ilişkinin sonunda, iki medeni
insan gibi oturup iş yapabiliyorsunuz."
“Aranızda sır
olmadığını söyledin ama eski karısını sana anlatmadığına göre, bunu iddia
edemezsin. Ayrıca ilişkimizi bana sorman saçma değil mi Sam? Yani, patronun
senin arkadaşın olabilir ama ben sadece şimdilik iş yaptığını geçici biriyim. Dertleşmek
istediğim biri olduğunu da düşünmüyorum.”
İfadesiz bir yüzle ona
bakan kadın yavaşça konuştu. “Neden ayrıldığınızı bilmediğimi söylemedim, her
detayını biliyorum. Ben sadece senin açından ne kadar kötü olduğunu öğrenmek
istemiştim. Dertleşmek aramızdaki bu gerginliğin sona ermesini sağlar ve
gerilim bitince işimize daha iyi konsantre olabiliriz. Yoksa ne hissettiğin inan
benim de umurumda değil, Okan’ın da umurunda değilsin.”
Kadına bakıp kalan Melek,
yutmayı unuttuğu tükürüğünde neredeyse boğulacaktı. İki öksürükten sonra hemen
su kadehine sarıldı ve Sam'ın sahte ilgiyle dolu bakışlarının altında suyu
bitirdi. Okan özel hayatını, bu kadına mı anlatıyordu! Adam sohbet etmesini
bile bilmezdi ki! Sonunda nefes almayı başarınca Sam üzgün bir suratla konuştu.
''Ah, kabalık yaptım,
sorry. Ben böyle şeyleri aştığını düşünmüştüm. Okan’ın bu konuda rahat olduğunu
öğrenmenin seni de rahatlatacağını sanmıştım."
"Okan
gevezeliği sevebilir ama ben ondan ketumumdur. Özel konularım bana özel,
dertleşme konusu yapmam hele ki yeni tanıdığım biriyle.''
" Seni üzmek
istemedim.'' dedi Sam özür diler bir tavırla ciddileşerek.
''Üzülmedim ama eski
konularla yemeğimizin tadını bozmayalım değil mi?”
''Çok mantıklı.'' dedi
Sam. ''İş konusuna dönersek; finans bölümümüz henüz incelemesini bitirmedi.
Organizasyonda, en başından sonuna kadar, Kristal'in isminden ve imkânlarından
yararlanılacağı için ayrıntılı bir rapor yapıyorlar.''
Melek gülümsedi. ''O
zaman anlaştık sayılır, çünkü anlaşma tamamen adil bir çerçevede.''
''Bir haberim daha
var.'' dedi Sam gözlerini kısarak. ''Bu işle, Okan bizzat ilgilenmek istedi.''
İşte, tam burada
çığlık atabilirdi. Buz gibi olduğunu hissetti. ''Nasıl? Neden?'' diye kekeledi.
''Onun rahatsız olmasına gerek yok. Ana noktalarda anlaştıktan sonra sizi bile
yormayacağız. Bizim ekip...''
Lafını katı bir sesle
kesti.
''Ekibin önemli değil,
Melek. Seni az önce bu yüzden sorguladım. Eski ilişkinizin anlaşmayı kötü
etkilemesinden çekiniyorum, yani Okan açısından değil, o son derece
profesyoneldir. Fakat seni tanımıyorum. Okan seni tanıyor ve bu işle bizzat
ilgilenmek istemesi senin hakkında kuşku duymama yol açtı. Yani sözün kısası,
Okan bu konuda ısrarlı Melek, dosyaları gönderdim bile. Otelin imajı konusunda
çok titiz, belki bilmiyorsun ama Kristal Otel, grubumuzun en önemli otelidir ve
Okan ile annesinin gözbebeğidir. Yanlış bir hareket, bunca senelik onurlu
geçmişe leke sürebilir.''
Kadının konuşmasındaki
küçümseme yüzünden kendini kötü hissetti. Güçlü olan taraf, karşısındaki
kadının temsil ettiği otoriteydi, muhtaç olan ise kendisiydi. Ve sadece
kendisini temsil edebiliyordu. Fatih'e, Kristal Otel dediği güne bir kez daha
lanet etti ve adama da ısrarcılığından dolayı lanet etti. Gözlerini, kadının
gözlerine dikti.
''Aynı şey benim için
de geçerli.'' Dedi kararlı bir sesle. ''Ve Ayla Teyze'nin oteline zarar
vermektense, işi tümden iptal ederim. Bu konuda bana güvenebilirsin.''
''Güvenmeyen ben değilim
Melek.'' dedi kadın. ''Okan güvenmiyor.''
Yumruk atsa bu kadar
canını yakamazdı. Yine de kadına gülümsedi. "Bu beklenebilir bir şey…"
diye mırıltıdan farksız konuştu. "Raporlara göz atarsa, bana değil ama
işime güvenebileceğini görecektir."
Garson şaraplarını
doldurmuştu. Canı çok sıkılmıştı ama belli etmemeliydi. Kadehi meydan okuyan
bir tavırla yukarı kaldırdı.
''Sağlığına!''
Sam kadehini onun
kadehine dokundurdu. ''Sağlığına!''
Sonraki yarım saat
yemeklerine yoğunlaştılar ve sponsorlar hakkında konuştular. Melek fırsattan
istifade, iki tarafın canını sıkabilecek tek adam olan Fatih'in tuhaf huyları
olabileceğini belirtti. Memnuniyetsizlik, adamın karakteri olmuştu ve kendi
hatalarını sürekli başkalarına atardı. Tabi Melek bunları söylemedi. Sadece
Fatih hakkında bir sorun olursa kendisinin ilgileneceğini söyledi.
''Şu Fatih Bey ile
aran iyi sanırım.'' dedi kadın ikinci kadehini de bitirmişti.
Melek de ikinci kadehi
yarılamıştı ve o çok ama çok kolay sarhoş olurdu. İkinci yudumdan sonra devam
etmemesi gerektiğini de iyi bilirdi. Okan aptalı kafasını bu kadar
karıştırmasaydı, bu huyunu kesin hatırlardı. Artık iş işten geçmişti, çoktan
sarhoş olmuştu. Gülerek elini salladı.
''Allah korusun!
Onunla iyi olmak, şeytanın boynuzlarından birine sahip olmak demektir. Ki bende
yok, yani bildiğim kadarıyla.'' Dedi ve parmağıyla şakağını yokladı.
Sam hoş bir kahkaha
attı. ''Bu gerçekten komikti.'' dedi. ''Şu Fatih'i çok merak ettim, doğrusu.''
Melek saatine baktı,
üçe geliyordu. O kadar olmuş muydu ve bu halde arabayı nasıl kullanacaktı?
Sam'ın karşısında aptal durumuna düşmek istemiyordu. İki kadeh içkiyle sapıtan
biri, kesin dalga konusu olurdu ve ciddiye alınmazdı. Düşüncelerini toparlamaya
çalışırken Sam'in sesini işitti.
''İznini istiyorum
Melek. Makyajımı tazelemem gerek.'' Dedi ve gözünü kırptı. ''Sevgilime güzel
görünmeliyim.''
Melek aptalca sırıttı. Bay muhteşem sırt, bu özeni
kesinlikle hak ediyordu.
''Elbette, keyfine
bak.''
Sam çantasını alıp
gözden kaybolunca Melek hemen telefonuna sarıldı.
''Alo.''
''Alo Tekin.''
''Evet, Melek,
benim.''
''Kaldır kıçını ve
hemen Hale'den adresini al ve buraya gel.''
''Adresimi mi? Benim
mi?"
"Saçmalama
Tekin!" diye cırladı. "Hale'den adresini al!"
"Sen gerçekten
iyi misin, Hale'nin adresini ne yapacaksın?'' dedi adam. ''Sen neden bah...''
''Bu restaurantın
adresini! İçinde oturduğum ve yemek yenen binanın adresini!'' diye hırladı. Bu
adam niye anlamıyordu? Yoksa o da mı sarhoştu? ''Çabuk ol. Taksiye atla ve gel
beni al.''
''Bir sorun mu var?
Sen iyi misin Melek?''
''Hemen gelmezsen
sorun olacak. Çabuk dedim sana!''
Telefonu kapattı ve
düzgün durmaya gayret etti. Birisiyle sohbet ederken sarhoşluk bu kadar baskın
olmuyordu, tek başına kaldığında tüm restaurant çevresinde dönüyor gibiydi. O
ikinci bardak şaraba hiç başlamayacaktı. Tekin gelmeden önce Sam geldi, dinç ve
güzelleşmiş olarak.
''Vaktimiz var değil
mi Melek? Birer şarap daha alır mıyız?'' dedi. ''Aslında benim aklım çikolatalı
suflede kaldı. Deneyelim mi?''
Melek dudaklarının
kontrolünü ele geçirip konuştu. ''Çikolata bana dokunuyor.'' Aslında şu anda midemi
bulandırıyor...
Son derece başarılı
bir cümleydi. Takılmadan söyleyebildiği için kendi kendini tebrik etti.
Sam elini şişeye
uzattı. ''O zaman şunu bitirelim. Sufleyi, paket yaptırayım.''
Garsona siparişi verirken;
Melek, kadının üstünü doldurduğu kadehe bakıyordu. İçmemeliydi, yoksa rezil
olacaktı. İçmeliydi, yoksa kadın onu daha da küçümseyecekti, zaten şişenin
çoğunu Sam içmişti. Ona neden bir şey olmuyordu? Eli kadehe gitti ve içmeye
başladı. Dünya iyice yavaşladı, Sam konuştu ama kelimeler ona evren boşluğundan
sekerek kulaklarına ulaştı. Cevapları ise kısaydı.
''Seni bir kere
görmüştüm.'' dedi Sam. ''Vegas'daki otelde...''
''Yaa...'' dedi Melek
gözlerini kapıya çevirdi. Tekin nerede kalmıştı? Geri zekâlı cimri adam,
kesinlikle otobüse binmiş olmalıydı.
''Evet, sanırım o
sendin. Bana Okan'ın eşi olduğunu söylemişlerdi. Tanışamamıştık. Saçların daha
uzundu, değil mi?''
''Hıı hı.''
''O günü çok iyi
hatırlıyorum, korkunç bir gündü.'' dedi içini çekerek.
Melek sabitlemeye
çalıştığı bakışlarını kadına çevirdi. İlgili ve kibar olmaya devam etmeliydi. O
günün korkunç olması umurunda değildi çünkü bugün kesinlikle korkunç olacaktı.
Çünkü Tekin gelince adamı öldürecekti, acı çektirerek, yavaş yavaş...
''Korkunç mu?'' dedi
kelimeyi son anda toparlayarak. Bir de bakışlarını sabitlemeyi başarsaydı…
Sam soğuk bakışlı
gözlerini kısarak ona dikkatlice baktı. ''Evet, korkunçtu çünkü o gecenin
sonunda Okan vurulmuştu.''
Aniden her şey dondu,
zaman akmayı bıraktı.
Sam onun halini fark
etmeden devam etti.
''Saçma bir mafya
kavgasıydı, yan otelde. Bizim güvenlik onları durdurmaya çalışmış. Tam o sırada
Okan da otele gelmiş. Kapıdaki tartışmayı görünce müdahale etmek istemiş.
Adamlardan biri de çekmiş silahı, Okan'ı göğsünden vurmuş.''
Melek'in başından
aşağı kaynar sular döküldü. O günü hatırlıyordu. Okan, onu hava alanına
bırakmıştı ve adam işyerine, o da Türkiye'ye dönmüştü. Ve adam onu uzun bir
süre aramamıştı. Umursamazlığına kızdığı için o da Okan'ı aramamıştı. Kocası en
sonunda aramaya tenezzül ettiğinde ise, onunla dalga geçer gibi saçma sapan bir
teklifte bulunmuştu. Melek ayrılmaya o an karar vermişti ve doğrudan adamın yüzüne
söylemişti.
Üzüntüsü ilk günkü
kadar canlı olan Sam devam etti. ''Okan hastaneye kaldırılırken yanındaydım.
Benden, kimseye söylememi istedi, özellikle annesine. Duyarsa, Ayla Hanım'ın
rahatsızlanacağından korkuyordu. O durumda bile annesini düşünüyordu. Hayret
etmiştim çünkü senin hakkında hiçbir şey dememişti. Seni aramamı bile
istememişti.''
Melek titreyen elini
şarap kadehine uzattı ve kalan şarabı tepesine dikti. Yerin dibine girdiğini
hissediyordu. O süre boyunca Okan'a ne çok kızmıştı, işten başını kaldırıp
aramadığını sanıyordu. Daha da kötüsü onu unuttuğunu... Önemsemediğini... Meğer
adam canıyla uğraşıyormuş. Neden söylememişti ki?
Sam kadehinden bir
yudum aldı. Ve mezardaki Melek'in üstüne toprak atmaya devam etti.
''Beş gün komada kaldı,
yaşayacağını sanmıyorlardı. Kurşun kalbinin çok yakınına isabet etmiş. Çok kan
kaybetmişti. Fakat ben ona inandım, iyileşeceğini biliyordum. Oteldeki herkesi
susturdum, gazeteleri isim verilmemesi konusunda ikna ettim ve sürekli dua
ettim. Neyse ki, kimse fark etmeden iyileşti.''
Melek ağlamak üzere
olduğunu hissetti. Gözlerini başka yere çevirdi ve Tekin'in hızlı adımlarla ona
geldiğini gördü.
''Bilmiyordum.'' diye
mırıldandı, başı dönerken.
''Kimseye söylemememi
istemişti, duymaman normal. Yine de senin araman gerektiğini düşünmüştüm ama
sonra öğrendim ki, siz zaten ayrılmışsınız.''
Ayrılmamışlardı... Ve
Sam haklıydı, araması gerekiyordu. Gurur yapmasaydı ve o telefon konuşması o
şekilde olmasaydı, şimdi her şey daha farklı olabilirdi. Melek hala Okan'ın ona
hazırladığı bunalım hapsinde gün dolduruyor olabilirdi. Okan'ın bencilliği ve
iş hırsı, onun ayrılık kararı almasına neden olmuştu. Her şeyi isteyen ve
kaybetmeyi hazmedemeyen bir adamla baş edemeyeceğini o konuşma esnasında
anlamıştı. Melek de geri planda unutulan bir eş olmak yerine, altın kafesinden
kaçmıştı. Okan'ı unutmaya çalışmıştı ve bunu dahi başaramamıştı.
Derin bir nefes aldı
ve ayağa kalktı.
''Açıklamaların için
teşekkür ederim.'' Dedi cansız bir sesle ve yanına gelen Tekin'i işaret etti.
''Şimdi kusura bakmazsan, bu güzel yemeği sonlandırmak isterim.''
Sam ayağa kalkmıştı.
''Vakit geç oldu zaten, aslında nazik davetin için ben teşekkür ederim.'' dedi
ve yanlarına gelen Tekin'e yan gözle baktı. ''Selam, ben Sam!''
Tekin'in kadına alıcı
gözle bakarak kabalık yapmasına bile aldıracak hali yoktu. Tekin elini uzattı.
''Memnun oldum, ben Tekin.''
Sam, onlarla vedalaşıp
gittikten sonra Melek masaya geri oturdu. Tamamen çökmüştü. Kendi gözündeki
varlığı en alt kademeye düşmüştü, hamamböceği kadar bile değeri yoktu. İki
aylık evliliğini sonlandırma kararını, Okan onu aramadığı için, pişman
olacağını hiç düşünmeden vermişti. Neden aramadığını sormamıştı bile… Şimdi ise
genç adamı, hasta yatağında terk ettiğini öğreniyordu. Kaşlarının altından onu
izleyen Tekin'e baktı. Tekin kollarını kavuşturmuştu ve halini hiç onaylamayan
bakışlarla onu bekliyordu.
''Anlamıyorum bu kadar
içecek ne vardı?''
Yüzünü buruşturdu.
''Kapa çeneni, bir şişe daha içsem de bu günü unutsam ne güzel olur.''
Tekin başını salladı.
''Kadın teklifi ret mi etti?''
''Teklifin canı
cehenneme!'' diye homurdandı. ''Ben aşağılık adi karının tekiyim, bunu
anladım.''
''Bunu biliyoruz
zaten.'' diye omzunu silkti ve durakladı. ''Sarhoş olduğunda konuşulanları
hatırlar mısın?''
Melek kızgın bakışlarını
adamdan ayırmadan cevapladı. ''Hem de her kelimesini.''
''Az önce dediklerimi
geri alıyorum.'' dedi Tekin. ''Sen mükemmel bir insansın Melek.''
''Hesabı öde ve beni
eve bırak Tekin. Aralarda da kesinlikle konuşma.''
Tekin onun uzattığı
kredi kartıyla hesabı ödedi. Koluyla ona destek olarak dışarı çıktılar. Biraz
yalpalasa da, gayet iyi yürüyordu. Bir de bastığı yer sürekli altından
çekilmeseydi... Düşmesinden korkan Tekin dayanamayıp onu belinden tuttu, daha
samimi bir şekilde arabaya kadar yürüdüler. Başı deli gibi dönüyordu. Tekin
arabayı çalıştırırken koltuğa yayıldı.
''Ölmek istiyorum.''
diye mırıldandı, gözlerinin önündeki cadde beşik gibi sallanırken.
Başka bir şey
dikkatini çektiğinden cevap olarak Tekin'in ne dediğini anlamadı. Açık
tutabildiği tek gözünü kıstı ve dikkatle baktı. İlerde sokağın başında duran
arabanın sürücüsü aynı Sam'a benziyordu. Sarışın kadın gözlerini iyice buza
çeviren duygusuz bir bakışla, elleri direksiyona kenetli, doğruca ona
bakıyordu. Dikkatli bakışlarını saymazsa, kadının yüzünde hiçbir duygu emaresi
yoktu.
Başını diğer tarafa
çevirdi ve Tekin'e bakmaya çalıştı.
''Çok pis sarhoş
oldum. Hayal görüyorum. Eve giderken bir şişe şarap alabilir miyiz?''
Tekin güldü. ''Sen
gerçekten sarhoş olmuşsun, benimle kibar konuşmandan belli.''
''Kes sesini de sür
arabayı!''
''Zaten yola çıktık
Melek.'' dedi Tekin alaycı bir sesle.
''Ha, iyi o zaman! Bu
arada arabayı ne güzel sürüyorsun, hiç yalpalamıyor.''
''Çünkü son iki
dakikadır restaurantın köşesindeki kırmızı ışıkta bekliyoruz.''
Melek doğrulup etrafa
baktı. ''Hımm.'' dedi, ''Haklısın. Daha buralardaymışız.''
''Ben seni
uyandırırım.'' dedi Tekin. ''Sen keyfine bak.''
“İçki alabilir miyiz?”
“İlk söylediğinde de
duymuştum Melek, alırım sorun değil.”
“Ukalalık yapma, hiç
havamda değilim.” dedi ve mırıltıyla ekledi. ''Şarabı almayı unutma!''
Tekin'in cevabını
dinlemeden koltukta sızdı kaldı.
Uyandığında hava daha
yeni aydınlanıyordu. Başında müthiş bir ağrıyla gözünü açtı. Yorganına iyice
sarmalanmış bir haldeydi. Zorlukla kendini kurtardı ve sarsak hareketlerle
yataktan kalktı. Üstü başı kırışmıştı, kıyafetiyle uyumuş olmasına şaşırdı. Bir
tek ayakkabıları eksikti. Aynada kendine baktı, saçı başı darmadağındı, makyajı
bozulmuştu. Ağlamış mıydı, anlayamadı. Gözleri kırmızıydı, yanıyordu ve tüm
makyajı birbirine karışmıştı.
''Sana ne oldu?'' diye
aynadaki aksine sordu. ''Susuyorsun, iyi numara.'' dedi ve su içmek için
mutfağa doğru yürüdü.
Salondan geçerken
kısık bir horultu işitti ve buz kesti. Yavaşça kanepeye doğru yürüdü. Ve bir çığlık
attı. Tekin, onun kanepesine uzanmış uyuyordu. Çığlığını duyan genç adam aniden
uyanarak yerinde zıpladı. Ve Melek'i görünce o da bir çığlık koyuverdi.
"Allah'ım aklıma
mukayyet ol! Bu surat ne?" dedi elini saçlarına geçirerek nefeslendi. ''Ne
oldu Melek, ne bağırıyorsun sabah sabah? Ne var?''
''Ne mi var? Asıl
senin benim evimde ne işin var?'' diye adama bağırdı. ''Hem de... Hem de...
Sakın o örtüyü üstünden çekme! Çıplak mısın sen?''
Tekin doğruldu ama
örtü boğazına kadar çekili halde. ''Tamam, sakin ol. Tam çıplak değilim, bir
parça kıyafetim üstümde. Dün geceyi hatırlamıyor musun?''
''Utanmam gereken bir
şeyse, hatırlatma Tekin.'' dedi etrafa bakınarak.
İki boş şarap şişesi
yerdeydi, Tekin'in kıyafetleri de koltuğun üzerindeydi. Tekin kıpırdamadan ona
bakıyordu, sonunda adama döndü.
''Ben kahve yapacağım,
sen de o arada giyin.'' dedi ve ağrıyan başını alıp mutfağa gitti.
Neler olmuştu? En son
bir bardak şarap içtiğini hatırlıyordu ama yanında Samantha vardı. Tekin'i hiç
anımsamıyordu, ne ara kadınla yer değiştirmişlerdi? Elini yüzünü mutfak
lavabosunda yıkadı. Kahve makinesine kahve koydu ve bir ağrı kesici alıp içti.
Balkonun kapısını açtı, temiz havaya ihtiyacı vardı. Kendini iğrenç
hissediyordu.
''Yiyecek bir şey
almamı ister misin?''
Mutfağa giren Tekin'e
döndü. ''Midem bulanıyor. Sence ister miyim?''
''Tuzlu alırım.
Bulantıyı giderir.'' dedi Tekin ve balkona geldi. ''Bu arada evin çok güzelmiş
patron.''
''Kira.'' Dedi, geniş
balkonuna bakarak. Ederinden az kira veriyordu gerçi ama teklif eden Ayla
Teyze'ydi. ''Yine de teşekkür ederim.''
''Bak ne diyeceğim.
Ben karşıdaki pastaneden bir şeyler alayım ve patronumla güzel bir kahvaltı
yapalım. Ne dersin?''
''Kreş konusunda
fikrim değişmeyecek Tekin.'' dedi sırıtarak.
Tekin suratını
buruşturdu. ''Çok zalimsin patron.''
Tekin pastaneye gitti,
o da kahveleri balkondaki masaya bıraktı. Aslında iyi fikirdi. Sabahın
serinliği baş ağrısına ve mide bulantısına iyi gelirdi. Üstünü değiştirdi.
Salondaki şişeleri çöpe atarken Tekin kapıyı çaldı. Elindeki sıcacık poğaça ve
simitleri görünce dört köşe oldu. Tekin ile hoş bir kahvaltı yaptılar.
Tekin ona dün yemekte
onu aradığını ve sarhoş bir halde eve getirdiğini söyledi. Şarap içmekte
diretince iki şişe şarap alıp gelmişti. Yarım şişeden sonra iyice zom olduğunda,
Tekin onu yatağa götürmüştü.
Güneş yükselirken
Tekin üçüncü kahvelerini getirdi. Sandalyesine oturdu ve kararsız bir sesle
konuştu.
''Söylemem gereken bir
şey var Melek. Dün gece biz biraz konuştuk.''
''Konuşmak iyidir,
hareket kötüdür.'' dedi Melek.
Tekin gülümsedi.
''Beni öpmeye çalışman dışında hareket olmadı zaten.'' dedi ve Melek'in açılan
gözlerini görünce hemen devam etti. ''Şaka! Şaka yapıyorum, vallahi, sadece
konuştuk. Bana evliliğinden bahsettin. Ben senin evlendiğini bile
bilmiyordum.''
Hay, düşük çene ve bir
şişe şarap...
''Ne konuştuk?'' dedi
tereddütle.
''Bayağı küfrettin.
Bir kadından duymayı hiç düşünmediğim küfürlerdi ki, bu kadın, sen bile olsan.
Adamın sana ne yaptığını bilmiyorum ama hem kendine, hem adama bayağı
saydırdın.''
''Ah!''
''Merak etme, sana
şantaj yapacak değilim.'' dedi gülerek. Sonra ciddileşti. ''Sadece çok üzgündün
Melek, senin adına çok endişelendim. O yüzden yanında kalmak istedim, umarım
beni yanlış anlamamışsındır.''
''Çok özür dilerim
Tekin. Tüm geceni ve gününü mahvettiğim için, gerçekten ben hiç hatırlamıyorum.
Çok üzgünüm.''
''Sorun değil, dedim
ya ben senin için endişelendim. Kendine o kadar kızgındın ki, sen iyice sızana
kadar başında bekledim.''
Başını öne eğdi. Ayıldıkça
hatıraları parça parça uyanıyordu. Sam'ın söyledikleri aklında belirdi ve
kendine neden kızgın olduğunu hatırladı. Kendi duyarsızlığına ve adamın başına
gelenleri saklamasına yeniden öfkelendi. Ona yakın olmaya ve onu anlamaya hiç
çalışmayan bir adam karşısında, haksız ve zalim bir duruma düşmüştü. Tek hatası
da, adam can çekişirken; onun ayrılmaya karar vermesiydi. Nasıl bilebilirdi ki?
Başına geleni saklaması Okan'ın suçuydu.
''Hey, bu kadın dün
yemek yediğin kadın değil mi?''
Melek uykudan uyanır
gibi Tekin'e baktı. Tekin'in bakışları çapraz daireye çevrilmişti. Baktığı yöne
döndü. Samantha mutfağının geniş penceresinin önünde durmuş, şaşkın bakışlarla
onları izliyordu. Kadının gözleri kısılırken Tekin konuştu.
''O, gerçekten de!
Karşı apartmanda mı oturuyordu?''
Melek yutkundu ve
kadına gülümsemeye çalıştı. Samantha'nın bakışları yumuşadı ve gülümseyerek
elindeki kupayı kaldırıp onları selamladı. Sonra pencerenin önünden hızla
ayrıldı.
''Öyle görünüyor.''
dedi bakışları hala pencerede olduğu halde. ''Tesadüfe bak sen.''
Tekin'e döndü. ''Başka
bir şey konuştum mu?''
''Hayır, sürekli
söylendin durdun. Hatta bir ara ben televizyonu açıp film seyrettim ama senin
için pek fark etmedi. Konuşmaya devam ettin. Yalan değil, vallahi, sızdığına
şükrettim.''
''Hadi ya, kusura
bakma. Bugün izinlisin işe gelme tamam mı?''
Tekin kaşlarının
altından ona baktı. ''Melek, bugün Pazar, zaten izinliyim.''
''Her lafa da bir
cevabın var.'' diye homurdandı.
"Patronum soru
sorarsa, ben daima cevaplarım. İyi bir çalışan sorunlar karşısında
yılmaz."
"Yalakalığı bırak
Tekin, işe yaramıyor."
Tekin ona doğru
eğildi. ''Melek, sakın bakma ama kadın yine pencereye geldi. Sanırım gözü bende
kaldı.''
Melek de genç adama
doğru eğildi. ''Avucunu yalarsın, onun çok çekici bir sevgilisi var. Seni ne
yapsın?''
''Hadi ya...'' dedi ve
doğruldu. ''Şansım olsa anamdan kız doğardım zaten."
Göz ucuyla yeniden
baktı ve dudağını büktü. "Neyse şimdi gitti. Ve benim de gitme zamanım
geldi. Eve gidip uyumak istiyorum. Ayrıca mesai verirsin umarım.''
Melek ayağa kalktı.
''Şarap ve kahveyi mesai ücreti olarak sayabilirsin.'' Dedi ve boş kahve
fincanlarını alıp mutfağa girdi.
''Bari otobüs parasını
ver.'' Diye arkasından inleyen Tekin'i duymazdan geldi.
Tekin'in gönderdikten
sonra utanç, öfke ve suçluluk hissiyle banyoya gitti. Serin bir duş aldı.
Bedeni rahatlamıştı ama hisleri yerli yerinde duruyordu. İşyerine gitmeyeceği
için bilgisayarını açtı ve diğer işlerle ilgili raporları kontrol etmeye
başladı.
Sabahın köründe otele
gelmişti ve sırf vakit geçsin diye diğer otellerinden gelen raporlara iki
saattir göz atıyordu. Ayrıntılı gönderilen raporlarda her şey yolundaydı.
Çalınan kapının açıldığını duydu, gelenin kim olduğunu bildiğinden başını
çevirmeye gerek duymadı.
''Good morning my
love.''
''Sana da günaydın.''
dedi.
Sam yanına gelip
yanağına bir öpücük kondurdu. ''Hemen işe dalmışsın aşkım. Kahvaltı yaptın
mı?''
''Yemek nasıl geçti?''
dedi dünden beri aklını kurcalıyordu. Gitmemek için kendisiyle savaştığına ve
kazandığına pişman olmuştu. Uykusuz bir geceye mal olan bu inadı yüzünden
meraktan sabahı sabah etmişti. Sam rapor vermek için aramamıştı, o da gurur
yaptığı için arayamamıştı.
''Yemek mi?'' dedi
Sam. ''Melek ile olan yemeği mi soruyorsun?''
Koltuğunu kadına doğru
çevirdi. ''Elbette o yemek. Başka ne olabilir?''
Sam kalçasını masaya
dayadı. Bugün Pazardı ve resmi bir toplantı olmadığı için daha rahat bir
kıyafet giymişti. Geniş paçalı kumaş pantolonu kalçalarını sarıyordu, etek
görüntüsü vererek iniyordu. Üzerinde de dar bir bluz vardı, göğüslerini güç
bela kapatan derin dekoltesiyle bayağı dikkat çekiciydi.
''İyiydi, işten
konuştuk.''
''Söyledin mi?'' Sam
onaylarcasına başını sallayınca sordu. ''Ne tepki verdi?''
Ellerini masaya
dayayan kadın onu süzdü. ''Tepki vermedi, sanırım onun için pek problem değil.
Seninle veya başka biriyle çalışmak onun gözünde aynı…''
Kaşlarını çatıp
dudaklarını kemirirken Sam doğruldu ve parmaklarını ona uzattı, sabah pek
özenmediği için kısa olsa da dağınık duran saçlarını geriye taradı.
''Ne tepki vermesini
bekliyordun ki?'' dedi eliyle onun çenesini tutup kendine çevirdi. ''Sonuçta
kadın bizimle iş yapmaya çalışıyor. Tek düşüncesi şirketini rahatlatacak
anlaşmayı imzalatmak, kiminle çalışmak zorunda olduğunu önemsemiyor. Sen veya
benle muhatap olmak, onun umurunda değil. Sen neden umursuyorsun?''
"Umursamıyorum."
"Beni
kandıramazsın Okan." dedi Sam, eğilip onun gözlerine bakarak. "Fakat
sorun değil, o kadının oyunları hakkında tecrübeliyim. Aynı hastalığa tekrar
düşmene izin vermem. Sorun şu: Yeniden o günlere dönmeyeceğin konusunda sen
kendine güveniyor musun Okan?"
"Güveniyorum."
Sam ile konuşuyordu
ama Okan şu anda orada değildi. Duyduklarından sonra temelli içi sıkılmıştı.
Karısı, Sam'ın söylediği şarta her hangi bir tepki verseydi. Hoşuna gitseydi, sorgulasaydı,
kızsaydı veya itiraz etseydi… Yapmamıştı. Melek her zamanki ona karşı
duygusuzdu. Neden dert ettiğini bilmiyordu ama onda hiçbir iz bırakmadığını bir
kere daha anlamıştı. Sam onu öpmek için eğildiğinde, bu kez kadını ittirmedi.
Dudakları yumuşak bir kıvrılmayla buluştu. Kısa süren öpücükten sonra kendini
geri çekti.
''Çalışmam gerek
Sam.''
Kadın bıkkın bir tavırla
doğruldu. ''Always!'' diye mırıldandı ve kapıya döndü. Duraklayıp yeniden ona
baktı. ''Ah! Bu arada, Melek'i sevgilisi almaya geldi. Keşke seni de
çağırsaydım, çift randevusu olurdu. Gerçi adam sürpriz yaptı sanırım. Çok hoş
ve yakışıklı bir adam...''
Soran gözlerle kadına
baktı. ''Sevgilisi mi?''
Sam gülümsedi. ''Evet,
çok tatlılardı. Sen bana hiç öyle kibarlık yapmıyorsun aşkım. Melek
adamın sürprizinden hoşlanmışa benziyordu. Restauranttan sarmaş dolaş
çıkışlarını görseydin, birbirlerine bayağı âşık olmalılar. Bence bir akşam,
yemeğe çağırmalıyız.''
Eski kurşun yarasının
altı yırtılırcasına sızladı. Demek Melek'in bir sevgilisi vardı! Nedense
öfkelendi. Kendini Melek tarafından ihanete uğramış gibi hissediyordu.
Dişlerini sıktı ve bilgisayarına döndü. Görmeyen gözlerle, raporları incelemeye
devam etti. Sam, onun konuşmayacağını anlayınca fazla oyalanmadan odadan çıktı.
Üstüne gitmemesi gerektiğini iyi biliyordu. Kadın odadan çıkınca, öfkesinden
titreyerek masaya bir yumruk attı.
''Seni yalvartacağım
Melek!'' diye hırladı. ''Beni terk ettiğine pişman olacaksın!''
Yerinde duramıyordu,
ayağa kalkıp pencereye yürüdü. İstanbul'un en güzel yerindeydiler ve otel,
boğazı gören muhteşem bir manzaraya sahipti. Ellerini cama dayadı ve
sakinleşmek adına derin nefesler aldı. Melek'in bekâr biri olduğunu biliyordu.
Tamam, ama hayatında başka biri olabileceğine inanamıyordu. Âşık olması ise
başlı başına felaketti.
İstanbul'a gelirken
onunla karşılaşmayı hiç hesaplamamıştı. Ayrılmadan önceki son telefon
görüşmelerinde ailesini çok özlediğini ve Okan yüzünden onlardan ayrı kalmak
istemediğini söylemişti. Ailesiyle kalmak için ondan ayrılmak istediğini ve
Amerika'ya geri dönmeyeceğini söylemişti. Bahane olduğunu şimdi anlıyordu.
Kadın her zamanki gibi salt varlığıyla onu mahvetmeyi başarmıştı.
Okan, İstanbul'a
dönerken sadece annesi iyileşene kadar veya Sam buraya alışana kadar kalmayı
hesaplamıştı. Kısa bir zaman alacağını düşünüyordu. Sam'ı burada bırakıp geri
dönmesi için ikna olması gereken kişi annesiydi ve Sam'a bu kadar karşı ve katı
olmasaydı, kendisi gelmeyecekti bile. Sam'a planlarından bahsetmeye gerek
duymamıştı, zaten kadınla birlikteliklerinde duygu yoktu. Bir süreliğine
yurtiçindeki otellerin başına geçmekten hoşlanacağını biliyordu. Bu fırsat,
onun kariyeri için büyük bir adımdı. Melek'i görene kadar düşünceleri bunlardı,
şimdi başka planları vardı. İntikam almak istiyordu, ilk defa birini duygusal
olarak mahvetmek istiyordu. Başkasına âşık olan karısını diğer adamdan çalacak
ve terk edecekti, onu acılar içinde bırakacaktı.
Masasına geri döndü ve
hızlıca raporları cevaplamaya başladı. Bir saat sürmüştü, gözlerini ovuşturarak
doğruldu. Sekreterinden yarışma ile ilgili teklif dosyasını istedi. Yaklaşık
iki saatte onun hakkında çalıştı çünkü bir açık bulmaya uğraşmıştı ama her şey
mükemmeldi. Otel de kazanacaktı, ayrıca reklam tarafı çok iyiydi. Sponsorları
da önde gelen firmalardı, onlarla ilgili de sorun bulamadı. Sorun yapacağı
noktayı bulamadığından kendisi problem yaratmaya karar verdi. Ve bazı fiyat
kalemleriyle biraz oynadı, eklemeler yaptı.
Sekreteri Fatih'in
numarasını bulmuştu. Beklemeden adamı aradı. Biraz baskılayarak Melek ile
anlaştıkları ücreti öğrenmeyi başardı. Kendi hesaplarına göre Fatih'in vereceği
parayla kağıtta gördüğü bedeli Melek'in ödemesi imkansızdı. Yani karısının
bütçesi tamamen tepetaklak oluyordu. Tuhaf, rahatsız bir hisle geriye yaslandı.
Melek'i iş yönünden vurmak acımasızlıktı ama kaşınıyordu. Hem onu terk etmişti
hem de ondan başkasına âşık olmuştu.
*
* *
Sonraki üç gün
boyunca, Melek'i resmen peşinde koşturdu. Ne telefonlarına çıktı ne de Sam'ın
cevaplamasına izin verdi. Sam kuşkulu gözlerle sürekli onun davranışlarını
izliyordu ama hesap sormuyordu. Çarşamba sabahı işyerine geldiğinde de uykusuz
ve gergindi. Bir süre rutin işlere göz attıktan sonra masadaki zarf dikkatini
çekti. Zarf onun adınaydı ve bir yardım kuruluşunun amblemi vardı.
Zarfı açtığında bir
davetiye olduğunu gördü. Hastanenin çocuk servisi için, açık arttırmalı satış
yapılacağı ve hasta çocuklara eğlence programı sunulacağı yazıyordu. Eğlence ve
açık arttırma, çocuklar ve katılımcılar için verilecek piknikten sonra
yapılacaktı. Tarihe gözü ilişti yarın tarihliydi, yarın için programı doluydu.
Belki muhasebe müdürünü gönderebilirdi veya Cevat beyi. Davetiyeyi zarfa geri
iterken Güvensoy Organizasyon yazısını gördü ve durakladı. Bu Melek'in
şirketiydi, organizatör olduğuna göre orada olacağı kesindi. Masa telefonuna uzandı.
''Tülin, yarın için
tüm programı bir sonraki günlere kaydır. Rusya'dan gelen konuklara da otelin
spasında masaj hediye edelim. Toplantı için onları oyalayacak bir program
hazırla. Bu arada masamın üzerindeki zarfı kim getirdi?''
''Davetiye zarfı değil
mi efendim?''
''Evet.'' dedi
davetiyeyi çevirirken.
''Efendim, o zarf
geçen gün kurye ile gelmişti. Samantha Hanım ilgilenmeyeceğinizi söyleyerek
atmamı istedi. Ben görmek isteyebileceğinizi düşündüm. Sizi kızdırdıysam özür
dilerim, sorumluluk bana ait.'' Diye gergin bir sesle konuşan kız ekledi. ''Bir
daha olmaz Okan Bey.''
''Samantha bunun ne
olduğunu biliyor muydu?'' kaşları çatılmıştı. Sam, bu tarz yardımlar konusunda
onun ne kadar hassas olduğunu bildiği halde neden davetiyeyi attırmak istemişti
ki?
''Aynı davetiyeden
kendisine de geldiği için bildiğini düşünüyorum.''
''Tamam, Tülin.
Teşekkür ederim. Benim ismime gelen hiçbir şeyi bana sormadan atmaman akıllı
bir davranış. Cuma günü randevularını ayarlayınca bana planı gönder ayrıca bak
bakalım bugün bitirebileceğimiz toplantılar var mı?''
''Evet efendim. Bugün
için aslında bir mesajınız var. Güvensoy Organizasyondan bir hanım ısrarla
görüşmek istiyordu. Meşgul olduğunuzu söyleyeyim mi?''
Melek köşeye
sıkışmıştı. Fiyat alamadığı bir yeri tanıtıma koyarsa olacağı buydu. Fatih'in
firmasından otelin tanıtımı için cd istemişlerdi, Tülin'e adamların
istediklerini göndermesi için talimat vermişti. Demek ki, Melek oldu gözüyle bakıyordu. Düşüncesiz kadın,
ya bu işlerden hiç anlamıyordu ya da istediğini almak için onun annesini
devreye sokacaktı. Karısı hala annesinin göz bebeği idi. Eski karım diye
düzeltti düşüncelerini ve nefes alıp Tülin'e yanıt verdi.
''Ona sadece akşam boş
olduğumu söyle. Yani tekrar ararsa, akşam yemeğinde onu dinleyebileceğimi
söyle.''
''Peki, Okan Bey!''
Telefonu kapattı ve
sırıttı. Bakalım hanımefendi akşam yemeği teklifini nasıl karşılayacaktı?
*
* *
Normalde Perşembe günü
yapılması gereken ama erkene aldığı personel toplantısından çıkıp odasına
giderken Tülin masasında ayağa kalktı.
''Okan Bey.'' Kadına
bakınca Tülin konuşmaya devam etti. ''Güvensoy'daki hanım tekrar aradı.
Teklifinizi kendisine ilettim. Akşam için planı olduğunu üzülerek bildirmemi
istedi.''
''Planı mı varmış?''
diye homurdandı, sıkıcı geçen toplantıdan sonra onu sinirlendirecek haberi
duyunca patlamıştı. ''Akşam akşam ne planı olabilir ki?''
''Sormadım efendim.''
Dedi kararsızca, sorunun tuhaflığına afalladığını saklayamamıştı.
Odasına sinirli
adımlarla yürürken arkasından Sam seslendi. ''Okan Bey, konuşabilir miyiz?''
''Gel!'' dedi kapıyı
açık bırakarak.
Kadın içeri girdi ve
kapıyı kapatır kapatmaz söylenmeye başladı. ''Perşembe günü için tüm
randevuları iptal etmişsin. Tüm programım alt üst oldu, neden yaptın? Bir sorun
mu var?''
Masasındaki koltuk
yerine oturma grubuna oturdu ve ayakkabılarını çıkartıp ayaklarını sehpaya
uzattı.
''Perşembe günü için
acil işim çıktı. Sana sormam gerektiğini bilmiyordum.''
Sam bir an afalladı.
''Sormak değil Okan, şey, ben annene bir şey oldu sandım da o yüzden
endişelendim. Bugünlerde neden sinirlisin? Bir şey mi oldu?''
Okan başını geriye
yaslayıp kadını süzdü ve yavaşça konuştu.
"Bana gelen
davetiye zarflarını vetolama hakkını sana ne zaman verdim? Kiminle görüşeceğime
veya nereye gideceğime ne zamandan beri sen karar veriyorsun?"
Sam şaşırdı.
"Ne?"
"Bu gereksiz işi,
ben ve Tülin kendi aramızda hallediyorduk. Sana ne oluyor Sam?"
Sam gülümsemeye
çalıştı ama gerginlikten başaramadı. Ona doğru adımlarken Okan elini kaldırıp
yaklaşmasını engelledi. Olduğu yerde duran Sam tedirgin bir sesle konuştu.
"Bana da gelmişti
my love, kimin ne amaçla gönderdiğini tahmin ettiğim için görmeni istememiştim.
Okan, ben sadece seni düşündüm. Seninle oyun oynamasına izin veremezdim. O
bencil ve aptal kadın seninle dalga geçer gibi bir de yardım..."
Başını doğrultan Okan
sert bir sesle lafını kesti. "Melek'e bir daha hakaret etme Sam. Asla! Bir
daha duyarsam canını sıkarım."
Sam irkildi ve
dudakları titredi. "Ben... Ben özür dilerim... Seni sinirli bir insana
çevirdiğini gördükçe üzülüyorum. O sana zarar veriyor Okan. Ben
katlanamıyorum."
"Ben baş
edebilirim, sen yorum yapmasan da olur."
"Baş edebildiğini
iki sene önce gördüm!" dedi Sam tuhaf ve gergin bir sesle. Okan kaşlarını
çatınca, Sam hızlı bir iki adım attı ve Okan'ın yanına çöktü. Sesi yumuşamıştı.
"Özür dilerim, gerçekten. Ben sadece seni korumaya çalışıyordum."
"Buna gerek yok
ben iyiyim." dedi ve derin bir solukla gözlerini kapattı. "Çok
iyiyim."
Birkaç saniye kimse
konuşmadı. Sam Okan'a dokunmaya çekinir bir duruşla, tepkisini izliyordu. Okan
gözlerini aralayana kadar hiç kıpırdamadı.
"Başka bir şey mi
var Sam?"
Kadın tedirgin bir
sesle konuştu. "Bana çok kızdın mı Okan?"
Okan dudaklarını
kemirerek bir süre kadının üzgün yüzüne baktı. Sam mahcup bir bakışla sanki ona
yalvarıyordu. Cesaretini toplayan Sam elini uzatıp Okan'ın kanepede duran eline
dokundu, parmaklarının uçlarına. Bakışları hafifçe okşadığı parmaklarda olduğu
halde titrek bir sesle konuştu.
"Seni uzun
zamandır bu kadar dağılmış görmedim Okan. Sen iyileşmiştin. Benimle mutlu
olduğunu düşünüyordum ama İstanbul'a geldik ve sen benden uzaklaştın. Bu benim
canımı acıtıyor. " Gözlerini kaldırıp onu izleyen Okan'a baktı. "Ben
sana yetemiyor muyum?"
Okan elini çekip
saçlarına daldırdı ve bakışlarını karşı duvara dikti. "Klasik bir cevap
olacak ama şu durum için doğru bir saptama. Sorun sende değil Sam, ben de.
Kendi mutluluğuna odaklanmalı ve benimle uğraşmayı bırakmalısın." dedi ve
yutkundu. "Sanırım akıllanmayacağım çünkü ruhum yine zehirlendi."
Melek zehri tarafından
zehirlenmişti ve panzehri de yine katilinin elindeydi. Acaba bu hali psikolojik
miydi, yani terk edilmenin verdiği bir hazımsızlık durumu muydu? Okan ilk defa
terk edilmişti ama bu sarsıntının yaratacağı depresyona kapılacak kadar
duygusal biri değildi. Belki kendisini tanımıyordu.
"Yaptığım
düşüncesizlik için beni affet Okan ve sana yine yardımcı olmama izin ver. Ona
olan duygularını yok etmeni sağlayabilirim." Okan başını çevirip ona
baktığında devam etti. "Ne istersen yaparım Okan."
"Neden bana karşı
bu kadar ilgilisin Sam?" dedi aylardır aklına gelmesi gereken bir detaymış
gibi aniden soruverdi. Her şeye o kadar yabancı kalmıştı ki, unutmuştu,
duygular yenice anlamlanmaya başlamıştı. Sanki son iki senedir hissetmiyordu
da, hissetmeyi yenice hatırlamıştı.
"Çünkü senin yanında
güvendeyim Okan." dedi kadın. "Mutlu oluyorum. Daha mutlu olmam için
beni affettiğini söyle, lütfen."
"Af edecek bir
şey yok, Sam ama bir daha yapmamanı rica ediyorum." dedi bıkkınca.
"Şimdi, beni yalnız bırakır mısın?"
Sam doğruldu ama ayağa
kalkmaktansa geniş sehpanın üzerine oturdu. Kısacık eteği, uzun bacaklarını pek
saklamıyordu. ''Yalnız kalıp düşüncelerinin arasında kaybolmanı istemiyorum
Okan. Beni gerçekten affettiysen bunu göstermelisin. Seni rahatlamama izin ver
my love.''
''Yorgunum.'' dedi,
başını geriye yasladı. ''Biraz dinlenmek istiyorum. Bir saat sonra
telekonferansım var. Çenemin gücünü ona saklamalıyım.''
Sam sırnaşık bir
tavırla elini onun bacaklarına koydu ve baskılı dokunuşlarla yukarıya doğru okşayarak
yükseldi. Gözlerini yarı yarıya aralayıp kadının ne yaptığına baktı. Sam
istekli bakışlarla onu süzüyordu.
''Zaman kısa ama
elimden gelenin en iyisini yapacağım ve çenesini yoran sen olmayacaksın."
Az önce ağlamak üzere
olan kadındaki ani ruh değişikliğine şaşıran Okan tepki vermeyince; Sam biraz
daha yanaştı ve fısıldadı. "Benden uzaklaşma lütfen. Ret etme."
"Senden
uzaklaştığım yok, yorgunum dedim." diye bıkkınca konuştu.
"Şu gereksiz
öfkeni yatıştırmamız gerek ve aklıma çok cazip bir yol geliyor. Biliyorum iş
yerinde sana yaklaşmamı istemiyorsun ama belki gerginliğini alabilirim. Bana
ihtiyacın var aşkım.''
Kadının parmakları
izin ister gibi pantolonun kemerinde oynaştı. Okan uzanıp kadının elini tutup
çekti.
"Yapma Sam,
istemiyorum."
"İstemediğini
sanıyorsun ama ihtiyacın var Okan. Sana burada ve hemen dokunmama izin ver, bir
kez olsun aşkım."
Bir kural yıkacaktı,
neden olmasın? Zaten hayatı yeniden tepesine devrilmişti. İki sene öncesi gibi
kendini sefil hissediyordu. Dudaklarını yaladı ve başını kanepeye yasladı.
"Farkında mısın
ama az önce biz tartıştık. O gerginliğin üzerine seninle sevişmemi
bekleme."
Pes etmeyen Sam şuh
bir kahkaha attı. Eğildi ve elini yeniden zevk merkezine uzattı. "Okan,
aşkım, şu sözü hiç duymadın mı? En iyi sevişme kavgadan sonra yapılırmış. Bunu
test etmeye ne dersin?"
Okan kadının
okşayışlarına kayıtsız kalmayı başaramamıştı. Arzu onun bedenini ele
geçirmişken mantığı son bir gayretle mırıldandı. ''Yanımda prezervatif yok.''
Sam gülümsedi ve ona
yaklaşarak eteğini yukarıya çekti. Kucağına oturdu. Dudakları onun kulak
memesini çekiştirirken fısıldadı.
''Yapacağım şey için
ona gerek yok. Kendini bana bırak Okan ve senin zehrini dudaklarımla çekeyim.''
Okan başını geriye
yasladı, boğazını kadının dudaklarına teslim etti. Sam kibar ama baskılı
öpücüklerle yüzünü ve boynunu öperken bir yandan da kravatını çözdü. Birkaç
düğmeden sonra tutkulu dudaklar onun göğsüne indi. Kemerini çözen parmakların
fermuarını indirdiğini hissetti ve kendini tutamayan Okan elini, kadının eteğinin
altına attı. Varla yok arasında tutunan iç çamaşırına ulaşmışken Sam kendini
geri çekti. Okan parmaklarının ucuyla dokunabildiği sıcaklıktan yoksun kalınca
homurdandı. Sam onun hoşnutsuzluğunu zevke çevirmek için elini pantolonundan
içeri soktu.
''Keyif alacak olan
sadece sensin my love, sadece sen.'' diye fısıldayan kadın, eliyle onun hassas
bölgesini avuçladı. Masaj yaparak okşarken Okan boynunda gezinen dudakların da
etkisiyle hafifçe inledi. Sam kesinlikle rahatlatma işini iyi biliyordu.
Okan ellerini kadının
kalçasından çekti ve kollarını kanepenin arkasına attı. Sam boynundan yarı
yarıya açık olan göğsüne indi, bir yandan da eliyle onu okşamaya devam
ediyordu. Okan aldığı hazza kendini bırakmıştı. Sam iyice eğildi ve onun
hassaslığına, dudaklarını usulca sürterken bir yandan da inledi. Onu
çıldırtmaya çalışıyordu. Kadının oynadığı oyun derinleştikçe, daha hoşuna gider
olmuştu. Sıcak dudakların baskılı masajıyla kasılan Okan'ın şehvete bulanmış
zihni bambaşka yerlerde uçuyordu.
Zirveye yükselirken aklına
gelen tek isim ise duyarsız karısıydı, ismini haykırmamak için kendini zorladı.
Sonunda beyni çalışmayı bıraktı ve bir an sonra odaklandığı tek şey, Sam'ın
hünerli ağzındaydı. Dişlerini dudağına saplayan Okan inlemesini bastırdı,
sarsılarak ve kasılarak rahatladıktan sonra bir süre soluğunun düzelmesi için
bekledi.
Sam dağılmış saçına ve
makyajına çeki düzen verirken o da yerinden doğruldu ve fermuarını çekti.
Gömleğinin düğmelerini ilikledi ve kırışmış gömleği eski haline getirmeye
çalıştı. Sam kravatına yardım ettiğinde uzun ve tutkulu bir öpücükle kadına
sarıldı.
''Şimdi gitmeliyim my
love.'' dedi Sam onun yüzünü okşayarak. ''Akşama bana gelirsen hiç pişman
olmazsın. Seni çok özledim.''
''Belli oluyor.'' dedi
ve yarım gülümsemelerinden birini gönderdi.
Sam parmağını
yanağında dolandırdı. ''Gülümsemene ve şu dimple olayına bayılıyorum.''
''Hadi, şimdi git de
konferans için kendimi toplayayım.'' Diyerek kadının kalçasını okşadı ve ileri
iteledi.
''Akşamı unutma.''
Yapacak başka bir şeyi
yoktu nasıl olsa... ''Tamam, unutmam.''
Telekonferans
bittikten sonra bankacılarla kısa bir toplantı yaptı. Herkesi gönderince
koltuğuna yığılır gibi oturdu. Birkaç imza işi kalmıştı, onları hallettikten
sonra hemen eve gitmeyi planladı. Çok uzun bir gün olmuştu. Aklı Sam'ın
sözleriyle meşguldü ve geçmişe baktıkça kadına hak vermekten kendini
alamıyordu. Okan iki sene önceki adam değildi, çok fazla kırılmıştı. Ve onu
parçalara ayıran zalim, başkasıyla beraberdi. İhanete uğramış hissetmemesi
gerekirdi, Melek'in yaptığı normaldi. Ama o Melek'i severken, Melek nasıl olur
da başkasına aşık olabilirdi... Unutmak istedikçe hücrelerine sızıyordu.
İçinden hiçbir şey yapmak gelmiyordu. Tek yapmak istediği eve gidip biraz
spordan sonra kendine içki alıp televizyonun karşısında saatlerce oturmaktı.
Boş gözlerle televizyona bakmak ona bir çeşit terapi sağlıyordu. Hiçbir şey
düşünmek istemiyordu. Özellikle de Melek'in erkek arkadaşını... Şanslı piç!
Karar vermişti ama
yapamayacağını yoldayken anlamıştı. Tek başına evinde oturması demek, tüm gece
boyunca öfkeden kudurması demekti. Çünkü aklı sürekli Melek'in sevgilisindeydi.
Adamın nasıl biri olduğunu dahi merak ettiğini fark etti. Tercih edildiği
adamın nasıl bir özelliği vardı da Melek'i etkilemeyi başarmıştı. Arabasını
sürerken kaza yapmamak için ellerini gevşetip derin bir soluk aldı.
Sakinleşmeliydi ve bunun için de nereye gideceğini iyi biliyordu.
Evine gidip hızlı bir
duş aldı. Uzun kollu bir tişört giyip kotunu da çektikten sonra Sam'a gitmek
için yola çıktı. Yarı yolda telefonu çaldı, arayan Sam'dı.
''Evet.''
''Okan yolda mısın?''
''Yaklaştım sayılır.''
''Aşkım meyve alır
mısın? Ben almayı unutmuşum. Yemek yemedin değil mi?''
Aklına bile
gelmemişti. Sam'ın dediği doğruydu galiba, yine yemek yemeyi unutuyordu. İki
sene öncesi gibi...
''Yemedim, tamam
alırım. Özellikle istediğin bir şey var mı?''
''Karışık bir şeyler
alırsan sevinirim.''
''Tamam, az sonra
görüşürüz.''
Telefonu kapatıp
Sam'ın evinin bir sokak aşağısındaki markete doğru arabasını yönlendirdi.
Markete uğraması iyiydi, bu gece için ihtiyacı olacak olanı almayı unutmuştu.
Sanki Sam ile sevişmeyeceklerdi de... O an aklına gelen bir düşünceyi şimdiye
kadar nasıl fark etmediğini anlayamadı. Sam ile sevişmek aklında yokken dahi
kadın ne yapıp edip onu yatağa çekiyordu. Tamam, çok ısrar etmesine gerek
kalmıyordu ama bu yine de bu saat itibarıyla tuhafına gitti. Acaba doyumsuz
olan hangisiydi?
Marketin küçük
otoparkına arabasını park etti ve markete girdi. Sebze reyonundan biraz elma,
kiwi, muz, armut aldı. İçki reyonuna uğradı, şarap ve viski aldıktan sonra
kasaya gitti. Market tenhaydı, o yüzden sıra beklemedi. Kasanın yanındaki
prezervatiflerden de bir paket alıp malzemelerin yanına bıraktı.
''Okan?''
Başını çevirip duymayı
hiç beklemediği sesin sahibine baktı. Melek elinde alışveriş sepetiyle az
ötesinde duruyordu. Onu gördüğüne şaşırmış bir hali vardı, zaten o da
şaşırmıştı.
''Senin ne işin var
burada?'' dedi şaşkınlığının verdiği kaba bir sesle. Tüm gün ona öfkelenmişti,
tepkisini normal tutamadı. ''Yoksa beni mi takip ediyorsun?''
''Ne münasebet!'' dedi
Melek sepeti boş kalan uca yerleştirirken. ''Aynen senin gibi, ben de
alışverişe gelmiştim.''
Melek alışveriş
amacını keskinleştirmek için eliyle onun aldıklarını işaret ederken bakakaldı.
Ne şans, kasiyer de o sırada prezervatif paketini okutuyordu. Melek kızın
elindeki pakete baktı ve sonra da onun yüzüne. İkisinin yüzü aynı anda kızardı.
Birbirlerine asır gibi gelen birkaç saniye baktıktan sonra Melek başını
indirdi. Okan, paket için rahatsız olmaması gerekirken nedense gerilmişti.
Aldıklarını hemen poşete koymaya başladı.
''Buralarda mı
oturuyorsun?'' dedi rahat bir tavırla konuşmaya çalışmıştı ama pek başarılı
olamadı.
Melek kendi sepetine
bakmaya devam etti ve omzunu silkti. ''Öyle''
Okan elinin ayağına
dolaşmasına sinir oldu, neden Melek'i her görüşünde aptallaşıyordu? Öfken
yüzünden diye hatırlattı kendine. Unuttun mu o seni terk etti, şimdi de
başkasıyla iş pişiriyor. Acaba sevgilisi kimdi? Kaşlarını çatmış, onu
seyrederken; Melek başını kaldırıp Okan'a baktı.
''Okan.''
''Evet Melek.''
Melek kaşlarının bir
hareketiyle kasiyer kızı gösterdi. ''Arkadaş sana sesleniyor.''
"Hangi
arkadaş?"
Yan taraftan bir
kıkırdama gelince başını çevirdi ve ona sırıtan kasiyerle göz göze geldi. Okan
buharlaşma isteği ile kıvranarak dudağını ısırdı. Kız imalı bir şekilde
sırıtışını genişletip konuştu.
''Üç yüz elli iki,
otuz yedi.''
Kotunun arka cebinden
cüzdanı çıkardı ve kartını kıza uzattı. Utancından Melek'e bakamıyordu, onun
yerine hala sırıtışı yüzüne yapışmış kasiyere bakışlarını dikti. Kız hiç acele
etmeden kartı makineye okuttu, sayıları girdi, bekledi... Bekledi... Bekledi.
İyiden iyiye gerilen Okan sabırsızca kıza bakmaya devam ediyordu, Melek ise
konuşmuyordu. Kartın işi bitince kız gözlerini süzerek ona uzattı.
''Buyurun beyefendi,
yine bekleriz.''
Okan kartı cüzdanına
koyarken kıza cevap olarak homurdandı.
''İyi günler.''
Sonra Melek'e baktı.
Genç kadının gözleri yine kendi alışveriş sepetine dikilmişti. Uzun
kirpiklerinin yanağını gölgelendirmesine hayranlıkla bakarken derin bir nefes
aldı.
''Seni bırakayım mı?''
Melek başını kaldırdı.
''Gerek yok, arabam var.''
Karısı aldıklarını
kasiyere uzatırken Okan da konuşmayı nasıl uzatacağını düşünüyordu. Eski! Eski
karısı! Karısı değil!
''Aldıkların için
yardıma ihtiyacın var mı?'' dedi son bir gayretle.
Melek kendi
aldıklarına baktı. Bisküvi, cips, iki paket çikolata, süt, üç paket kraker...
Sonra Okan'a döndü, gülmemeye çalışan ciddiyeti her an yıkılacak bir suratla.
''Sanırım
taşıyabilirim.'' dedi. ''Süt zorlar ama baş edebilirim.''
''Taşımaya değil,
tüketmeye yardım etmeyi teklif etmiştim.'' dedi.
Melek ile birlikte
kasiyer kız da aynı anda kahkahayı bıraktı. Okan elinde kendi poşetiyle gülen
kadınlara baktı ve o da sırıttı. Melek öyle samimi ve tatlı gülüyordu ki daha
fazla ciddi duramadı. Onun daha önce hiç bu kadar coşkulu güldüğünü duymamıştı.
Belki karısını o güldürememişti. Eski karısını...
''İyi geceler Okan.''
dedi Melek kasiyere aldıklarını uzatmaya devam etti. ''Görüşme talebime evet
dersen sana bir paket cips veya çikolata getiririm, söz.''
''Şimdi karşındayım
ya.'' dedi. ''Fırsat ayağına geldi.''
Melek kaşlarının
altından ona baktı. ''Teklif dosyam yanımda değil. Ve çok yorgunum. Sana
açıklama yapamayacağım.''
Işıldayan gözlerine
hasta olmuştu, çünkü şu anda Melek mutluydu. Evliliğinde Melek'i mutlu görmek
için ne çok çabaladığını anımsadı. Aksilikler peşini bırakmamıştı ama arada
ışıldayan gözler onun ödülü olmuştu. Onunla vakit geçirmeyi özlediğini fark
etti. Bir gün olsun Melek'i yanında istiyordu. Özgürce konuşabileceği ve doya
doya güzel yüzüne bakabileceği bir gün istiyordu. Melek kartını, kıza
uzatırken; Okan onun ilgisini çekmek için bir adım yaklaştı.
''İşten başka bir şey
düşünmez misin?''
Melek yan gözle ona
baktı. ''Peki, sen ne zaman işten başka bir şey düşünmeye başladın?'' Okan
kaşlarını çatınca, sahte bir gülümsemeyle ekledi. ''İyi geceler Okan!''
Melek kibarca onu
kovuyordu, belli ki onu bekleyen adama daha önem veriyor ve burada durup Okan
ile vakit kaybetmek istemiyordu. Samimi ortam birden buza döndü. Melek'in akşam
için bir randevusu olduğunu hatırladı ve bu yüzden onun yemek teklifini ret
ettiğini. Süt içip çikolata yiyeceği bir adam için, bir iki saatini olsun
onunla harcamak istememişti.
Okan elindeki poşeti
sıkarken homurdandı.
''Yetişmen gereken
biri mi var?''
Onları merakla
izlemekten işini yavaş yapan kasiyerin önünde kavga etmemek için kendini
tutması gerekiyordu ama ilkel güdüleri şu anda beynini kızartıyordu. Bir
zamanlar yanı başında olan kadınını, gözlerinin önünde başkasına kaptıran
mağara adamından farksızdı. Melek'i saçlarından yakalayıp mağarasına
sürükleyebilirdi, bunu yapardı. Fakat Melek daha ustaca bir silah çekti.
Başıyla onun poşetini gösterdi.
''Benim değil de senin
yetişmen gereken biri var anlaşılan.'' dedi ve sinirli bakışlarını ona çevirdi.
''Fazla bekletme bence, ateşi sönmesin.''
Melek kendi poşetini
aldı ve kıkırdayan kasiyer kıza teşekkür edip kapıya döndü. Okan, karısının
peşinden giderken kasiyer kızın sesini işitti.
''Ne demek benim için
zevkti.'' Dedi ve resmen güldü. ''Asıl ben teşekkür ederim. Ne zamandır böyle
tutkulu bir aşk filmi seyretmemiştim.''
Okan kapıdan çıkarken
kıza sert bir bakış attı ama kız sırıtışını hiç bozmadı. Melek gri renkli bir
Opel Astra'nın yanındaydı, aldıklarını yolcu koltuğuna koyuyordu.
''Melek, seninle
konuşabilir miyim?''
Melek kapıyı kapatıp
ona döndü. ''Son birkaç gündür buna fırsatın vardı Okan. Beni niye sürekli ret
ettin?''
''İşle ilgili değil
ya.'' dedi kadının karşısında durdu. ''İşi unut şimdi.''
''Unutamam, bana ne
azap çektirdiğini biliyor musun?''
''Yoğundum anlayamadın
mı? Ayrıca seni davet ettim, ret eden sendin.''
''Sen hep yoğunsun
zaten.'' diye ağzının içinde homurdanan Melek yumuşamamak için kendini zor
tutuyordu, yüzünden belliydi.
''Yemeğe davet ettim
ama!'' dedi kendini haklı çıkarmak için. “Ret eden sendin!”
Melek'in son günleri
oldukça kötü geçmiş olmalıydı. Bütçe konusunda sıkıştıran Fatih'in eski
karısının üstüne çok gittiğini tahmin etti. Yüzünün solgun olduğunu fark etti,
az önce kızaran yanakları yüzünden bu solgunluğu anlayamamıştı. Fatih'e sadece
fiyatı yükseltmemesini söylemişti ama anlaşılan sersem adam bu izinden istifade
edip Melek'i köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Yarın Fatih'i arayıp ağzına
sıçmayı beynine not etti. Melek'i onun dışında kimse süründüremezdi.
''Ne yemeği ya!'' diye
söylendi. ''İşimizi pek ciddiye almıyorsunuz anlıyorum, ne de olsa siz koskoca
Kristal Grupsunuz. Size bir şey olmaz! Yine de iş gereği bir cevap
verebilirsiniz, değil mi? Ne kadar zor durumda kaldığımı… Lanet olsun! Talihin
böylesi… Her neyse, iş konusunda seni daha profesyonel sanırdım, yanılmışım!”
Kalbinin çevresine
inşa ettiği devasa kale, acımasızca saldıran düşman tarafından sarsılıyordu.
Masum görünen şeytanının yanına gidip Melek'i kollarına alma isteğine çok
baskındı, teselli etmek istiyordu. Asıl üzgün olan kendisiyken onu çılgına
çeviren duygusuz bir meleği teskin etmek istiyordu.
''Melek...'' dedi
yumuşak bir sesle.
Sokak lambalarının ve
otopark ışığının aydınlattığı durgun yüzünü ona çevirdi. Melek gergindi ve
bakışlarında onu seneler öncesine götüren bir çekingenlik vardı. Elindeki
poşetleri yere bıraktı ve genç kadının yanına yürüdü. Melek soran gözlerle onu
izliyordu, sırtını iyice arabasına dayadı. Okan, genç kadına dokunmadı ama ona,
nefesini hissedecek kadar yaklaştı.
"Bana tek bir
cevap ver."
Melek soluksuzca
konuştu. "Sana cevap verme zorunluluğum yok."
"Henüz sorumu
sormadım tatlım." diye fısıldadı.
"Sadece iş
hakkındaki sorularını cevaplarım. Başka..."
Okan onun lafını
kesti. "İşin canı cehenneme Melek." dedi sakin ve yumuşak bir sesle.
"Lütfen bana cevap ver. Beni hayatında başka biri olduğu için mi bıraktın,
yoksa içinde ben olduğum için mi o hayatı bıraktın?''
Melek dehşete düşmüş
bir tavırla irkildi. Kaçacak gibi duruyordu, Okan ellerini iki yanına dayadı.
Yüzüne doğru eğildi.
"Söyle
Melek."
"Önemli mi?"
diye titrek bir sesle konuşan Melek'in tedirginliği başını döndürdü.
"Evet, benim için
önemli." dedi ve derin bir nefes aldı.
Melek kekeledi.
"Her ikisi... Dediğin sebeplerin her ikisi de doğru değil." dedi zorlukla
konuşarak. "Eski sayfaları karıştırmayalım Okan, ikimize de zarar
verir."
Parfümü enfes
kokuyordu. Gözlerini kapatıp nefis kokuya kapılmış bir halde arzusunun
kaynağına doğru eğildi. Burnunu Melek'in coşkuyla atan şah damarının üstünde
gezdirdi ve kokladı. Nasıl da özlemişti bu cennet kokusunu! Dudaklarına… Tenine
dokunamazsa çıldıracaktı. Kalbi deliye dönmüştü. Melek'in yalvaran sesini
duymamış olsaydı, öpecek kadar kendinden geçmişti.
''Okan...''
Gözlerini açtı ve bir
santim ötesinde duran Melek'in aralanmış dudaklarına baktı. Ve uzun kirpiklerin
arasında buğulanmış gözlerine... Neredeyse ağlayacaktı. Korkmuş muydu?
Yaşlarını gözlerine hapsetmek için yavaşça kapatan Melek kıpırdamaksızın
yalvarır gibi inledi.
''Okan... Lütfen!''
Ona neler oluyordu, hemen
kendini geri çekti. Karısı ona hiç bir şey yapmamıştı ama o sersem baştan
çıkmıştı. Tüm bedeni titrerken ellerini saçlarına daldırdı.
''Lanet olsun!'' diye
saçlarını çekiştirdi. Kadını resmen taciz etmişti ve şimdi de utancından yerin
dibine girmeyi diliyordu. ''Ben... Bunu amaçlamamıştım Melek, bu duruma nasıl
geldim anlamıyorum.''
Melek yutkundu. Titrek
bir sesle konuştu.
''Sanırım yeniden
karşılaşmak ikimize de yaramadı.''
İkimize de mi? Şaka
yapıyor olmalıydı, aptallaşan bir tek kendisiydi. Melek her zamanki gibi
kendini çok iyi kontrol edebiliyordu, mantıklı ve düzgün davranıyordu.
Karşısındaki kadını korkutmak pahasına güdülerinin esiri olan oydu.
"Ben sadece sana
bir soru sormak istemiştim." dedi kendi kendine öfkelenerek.
"Sana verecek
cevabım yok Okan. Ben... Artık... Gitmeliyim.'' dedi Melek sarsak hareketlerle
doğruldu. ''Sonra görüşürüz.''
''Melek...'' dedi
yeniden ama asıl sormak istediği şeyi yuttu. Sevgilisi olup olmadığını onun
ağzından duymaya ihtiyacı vardı. İtiraz etmesine ihtiyacı vardı, doğruyu duymak
istemiyordu. Fakat tamamen kendinden geçerek yaptığı tacizin utancıyla başını
salladı. ''Ben çok üzgünüm. Sonra görüşürüz.''
Başını çabucak
sallayan genç kadın panikle ondan kaçarken kendisine bildiği tüm küfürleri
sallıyordu. Melek arabayı çalıştırdıktan sonra bir an ona baktı ve başını
çevirip gaza bastı. O ise gidenin ardından baktı kaldı, tek başına ve karışık
duygularla başı dönerken. İntikam mı alacaktı, kimden? Bu oyunda çoktan
yenilmişti, acı çeken sadece kendisiydi. Bir ihtimal Melek'i de kendi
cehenneminden tattırabilirdi, tabi az önceki kadar aptalca davranmazsa.
Telefonu çalınca
kendine geldi. Arayanın kim olduğunu tahmin ediyordu. Yerdeki poşetleri aldı ve
arabasına gitti. Telefon nihayet susmuştu. Kadına gelemeyeceğini söyleyen bir
mesaj attı ve arabayı boğaz manzaralı uygun bir yer bulana kadar sürdü. Viski
şişesini çıkarttı ve dibini görüp arabasında sızmadan elinden bırakmadı.
Kalbi gümbür gümbür
atarken arabasının kontağını zorlanarak çevirdi. Heyecandan soluğu kesiliyordu,
eli ayağı titriyordu. Az daha Okan onu öpecekti ve o da öpmesini o kadar
istiyordu ki; beklenti ve heyecanından dolayı adamın ismini boğazından
kaçırıvermişti. Neden inlemişti?
Okan da ne yaptığını
fark edip o büyüden kurtuluvermişti. Çenesini tutsaydı özlem duyduğu dokunuşa
kavuşacaktı. Başını çevirip karanlık bakışlarla ona bakan genç adama baktı.
Davranışı için çoktan pişman olduğu dağılmış yüzünden belliydi. Anlık bir
arzuya kendini kaptırdığını görebiliyordu.
Başını ileriye çevirdi
ve kendi kendine mırıldandı.
''Salaklaşma, onun bir
sevgilisi var. Lanet paketi, kendi gözlerinle gördün. Balon niyetine almış
olamaz.''
Okan'ı otoparkta
bırakıp giderken hala yaşadığı baştan çıkarıcı anın etkisindeydi. Onu ne hale
getirdiğini görmüyor muydu? Karşısında nasıl zayıf kaldığını anlamıyor muydu?
Okan onunla resmen dalga geçmişti ama kısacık bir an, genç adamın samimi
olduğunu hissetmişti. Öpücük için, resmen gözleriyle adama yalvardığını
düşündükçe çıldırıyordu. Okan'dan uzak durmalıydı. Terk ettiği için onu affetmeyeceğini
biliyordu çünkü önleyemediği anlık karşılaşmalar dışında genç adam, onu görmek
bile istemiyordu. Yoksa Okan ona yakın kalabilmek için kendini tutamazdı, tabi
bu onunla ilgili olduğu geçmiş zamandı.
İki aylık dönemde Okan
bedenen onun yanındaydı fakat zihin ve kalben çok uzaklarda olduğu belliydi.
Tek başına yurt içindeki otelleri yöneten annesini kollamasına ve düşünmesine
elbette itirazı olamazdı. Yine de Ayla Teyze'ye ayırdığı kalbinin bir parçasını
ona bağışlayabilseydi... Hepsini istemiyordu, onu düşündüğünü bilecek kadar
sevgi ona yeterdi. Yanında bir çanta olarak gezmek zoruna gitmeye başlamıştı
ki, değerli iş çantası bile çoğu zaman Okan'ın işine yarıyordu.
Okan'ın hırsı, onu, o
zamanlar korkutmuştu. Kazanmaya olan doyumsuz açlığı Okan'ın aklını her şeyden
çok meşgul ediyordu. Melek, Okan'ın yanında aksesuar olarak hayatını
sürdüremezdi. Okan'ı seviyordu ama gün gelecek onun sevgisi, ikisine birden
yetmeyecekti. İkisi de çok gençti, belki Melek o nedenle ilk aşkının sevgisini
hissetmek istiyordu ve bu his onun için çok önemliydi. Okan'ın ise bu çabaya
hiç vakti yoktu.
Galiba Okan'ın sadece
onu sevmek için vakti yoktu...
Direksiyonu sıkan
ellerini serbest bıraktı ve yola odaklandı ama geç kalmıştı. Dönmesi gereken
yeri kaçırdı. Şimdi dört kilometre sonraki sapağa kadar gitmesi gerekecekti.
''Ne şans...'' diye
homurdandı. ''Sen kalk koca İstanbul'da, gel bizim sokağın marketinden...''
durakladı. ''Lan! Yoksa Bay Muhteşem Sırt sen misin?''
Sam'ın mutfağındaki
adama tip olarak çok benziyordu. Gerçi Okan'ı hep takım elbiseyle görmüştü
fakat bugünkü rahat kıyafeti, genç adamın hoş bedenini daha iyi sergiliyordu.
Sam ile sevgili olma ihtimali kalbine kızgın yağ dökülmesine neden oldu. Bayan
Seksi Vücut ve Bay Muhteşem Sırt...
Gaza bastı ve ışığı bekleyen
arabanın önüne geçti, ardından çalan kornaları önemsemeden sapağı hızla döndü.
Kocasını basmaya giden bir kadın gibi öfkeyle homurdandı.
''Tabi ya, nasıl
düşünemedim. Başka kim olabilir?''
İkisini yakalamak için
doğruca Sam'ın dairesine dalmak isteğiyle kasıldı. Ama ne diyecekti? Gerçi
ikisini yan yana görünce diyecek bir şeyler bulurdu ama güvenlikten geçemezdi.
Yan sitede kiracıyım, sahibinin eski geliniyim de, şimdi de kocam olacak
sersemi sevgilisiyle basmaya geldim mi, diyecekti. Güvenlik onu polise vermezse
şanslı sayılırdı.
Ah! Nasıl da... O
kadını saran kollarını kırıp, öpen dudaklarını japon yapıştırıcısıyla
yapıştırması gerekiyordu. Yine de bu saldırısı için açıklama yapmak zorunda
kalacağını biliyordu. Omzunu silkti.
''Seni o mutfakta bir
göreyim de, diyecek lafım olur o zaman.'' dedi dişlerinin arasından. “Bir de
dalga geçiyor, yemeğe davet etmişmiş de…”
Aklına adamın
sekreterinin akşam yemeğinde müsait olduğunu söylediği geldi. Teklif karşısında
şaşıran Yasemin gidemeyeceğini çünkü bir planı olduğunu söylemişti ve Melek
gizlemek istese de Okan’ın arkadaşını yemeğe çağırmasına bozulmuştu. Davet en
başından saçma gelmişti ama az önceki konuşmalarından anladığı kadarıyla Okan
onu yemeğe çağırmıştı, Yasemin’i değil. Kendi kendine gülerek başını salladı,
yanlış anlaşılmalara göre, ya iletişim konusunda başarısızdılar ya da
kaderlerinde anlaşmak yoktu. Kader dalga geçmeyi seviyor olsa gerek, ikisini
sürekli karşı karşıya getirmeyi de bırakmıyordu.
Arabasını park edip
torbalarını aldı ve bir solukta dairesine çıktı. Poşetiyle ile birlikte mutfağa
koştu. Işıkları açmamıştı. Nefes nefese pencerenin önüne dikildi. Çaprazındaki
mutfak karanlıktı. Yanağını kemirerek gözlerini kıstı. Belki daha gelmemişti
ama gelmesi gerekiyordu. Onun ardından yola çıktıysa ve onun gibi yolu
şaşırmadıysa, şu anda Sam'ın dairesinde olmalıydı. Eliyle alnına vurdu.
''Geri zekalısın kızım
sen ya. Adam gelince mutfakta mı oturacaklar? Ne romantik!''
Poşeti tezgâha bıraktı
ve yatak odasına gidip üstüne tişörtle şortunu giydi. Mutfağa geri döndüğünde
karşı mutfakta ışıkların açık olduğunu görünce hemen pencereye yapıştı. Sam,
üzerinde gayet seksi bir kıyafetle, masa hazırlıyordu. Kadının heyecanı
hareketlerine yansımıştı, tavırlarında içi içine sığmıyor gibi sabırsız bir
neşe hakimdi. Gözlerini, mutfakta hareket eden kadından ayırmadan sandalyeyi
pencerenin önüne çekti ve poşetten cipsi aldı. Elinde cips paketiyle mutfak
penceresinin önünde pusuya yattı. Az sonra Bay Muhteşem Sırt olan eski kocasını
görecekti.
Birkaç kez mutfaktan
ayrılan Sam bir süre sonra dönüp masanın başına geçti, yemeğini yedi,
bulaşıkları topladı. Neşesi kaybolmuştu, ifadesi çok durgundu. Sonra geniş
pencerenin önüne geldi ve camı açtı. Bir sigara çıkartıp yaktı ve pencerenin
pervazına oturup içerken elindeki şarabı yudumladı. Kadın tek başınaydı, hala…
Neden? Aklı karıştı, yanılmıştı. Daha önceleri Sam'ın mutfağında gördüğü adam,
Okan olsaydı, şimdi yanında olması gerekiyordu. Sandalyesine yayıldı ve
ayaklarını tezgâha uzattı.
Sam bir kadeh daha
doldurdu ve pervazda oturmaya devam etti. Yaklaşık iki saat oturdu, bir şişe
şarap ve sayısını bilmediği kadar sigara içti. Melek ise cipsi bitirmiş
çikolata paketinin birini, iki bardak sütle götürmüştü. Dolapta bir aydır
ikamet eden yarım kutu dondurmayı da kaşıkla, mideye yollamış. Şimdi de tuzlu
bisküvinin de paketini açmıştı. Midesi allak bullaktı, aynı düşünceleri gibi.
Bir yandan gizemli adamın, Okan olmamasına seviniyordu; bir yandan da eğer
Okan'ın sevgilisi Sam değilse kim diye merak ediyordu. Sam tanıdığı biriydi ama
diğer sevgilisi tamamen kontrol dışıydı.
Zihninde başka sorular
beliriyordu ama o sorulara cevap vermek istemiyordu. Hadi, ikisinin sevgili
olduğunu kanıtladın, ne değişecekti? Adama olan sevgin azalacak mıydı? Onun
gözündeki değerin mi değişecekti? Üstün dedektiflik yeteneğinden mi
etkilenecekti? Vay, Melek sen sandığımdan daha zekiymişsin, beni yakaladın ve
ben de sana aşık olduğumu anladım mı diyecekti? Karşı komşusuyla onun gözünün
önünde olmaktan utanacak mıydı?
Tüm bu cevapsız sorulara
rağmen Okan hakkında her şeyi bilmek istediğini fark etti. Bir haftalık
nişanlılık durumu ve iki aylık evlilikte de genç adamın tepkilerini izlemeye
çalışmıştı. Neyi sever neyi sevmez... Tam başarılı olmadı, çünkü Okan'a
yetişmekte zorlanmıştı. Muhteşem geçen birkaç anı ise tüm şatafatıyla, aşık
olduğu adamı, ona özletmeye devam ediyordu. Okan'ın onu gerçekten gördüğü bir
kaç hatıra... Kalbini bir türlü adamdan alamamasının sorumlularıydı, yoksa
Melek ilk aşkı da olsa Okan'ı unuturdu. Emin değildi ama şu halinden iyi
olacağını düşünüyordu.
Adamın yeniden
karşısına çıkması kaderin bir oyunu filan değildi. Bu haksızlıktı.
Pencereyi kapatan Sam,
boş kadehi makineye koyarak mutfaktan ayrıldı. Melek yanlış av peşinde olan bir
avcı gibi ayaklarını sürüyerek olay yerinden uzaklaştı. Midesi çok fena
bulanıyordu, dondurma, cips ve çikolata dışında yarım pakette bisküvi yemişti.
İki bardak süt hepsinin üstüne cila çekmişti ve kusmamak için kendini zor
tutuyordu. Telefonu çalınca irkildi. Çantasını bulup telefonu çıkardı. İki
cevapsız arama vardı ve ekranda Ayla Teyze yazıyordu. Ani bir panik haliyle
telefonu açtı.
''Alo?''
''Nihayet kızım,
neredesin sen?'' kadının sağlıklı azarını duyunca rahatladı.
''Aklım çıktı Ayla
Teyze, bir şey oldu sandım. Bu saatte aramanı beklemiyordum.''
''Orada saat on bir
civarı olabilir ama burada henüz gündüz vakti Melek kızım.''
''Kusura bakma Ayla
Teyze, boş bulundum.'' Dedi yatağa doğru giderken. ''Nasılsın, umarım ters bir
şeyler yoktur.''
''İyi ki kalp krizi
geçirdim, şimdi kimi arasam o kalp krizi geçiriyor. Öbür dünyadan aramıyorum ki
kızım, bu kadar telaş etmeyin.''
Güldü. ''Sağlıklı
olduğunu anladım şimdi Ayla Teyze.''
''Evet, gayet iyiyim.
Bir de şu hemşirelerden kurtulsam daha iyi olacağım. Sen nasılsın?''
''İyiyim.'' dedi
alışkanlık gereği ve karşıdaki insanların duymak istediği gibi. ''Aynı, uğraşıp
duruyoruz.''
Sandalyeye tünemekten
tüm kasları ağrımıştı ve zavallı kalbi, şu anda derbeder midesinde atıyordu.
Yatağa uzanınca biraz rahatladı. Bu gece ne saçma geçiyordu böyle. Ayla
Teyze'nin bir şey söylediğini duydu.
''Efendim, anlamadım
Ayla Teyze''
''Dedim ki; Okan ile
karşılaşmışsınız, duyunca şaşırdım.''
''Benim kadar
şaşıramazsın.'' diye mırıldandı, kadın anlamadığını söyleyince sesli konuştu.
''Ya, evet, büyük tesadüf! Bizim şirketten biri Kristal'den teklif almış,
galiba sizinle çalışacağız Ayla Teyze.''
''Kulağıma çalındı ama
bana niye söylemedin kızım? Ben Okan'a...''
''Hiç gerek yok Ayla
Teyze, biz anlaşmaları yaptık sayılır. Rica ediyorum siz yorulmayın. Dinlenmenize
bakın.''
Kadın nefeslendi.
''Okan sorun çıkarabilir Melek.''
Kaşları çatıldı ve
yataktan doğruldu. Zaten sorun çıkartıyordu ama kadının sesinden daha fazla bir
şey olduğunu hissetti.
''Neden sorun
çıkarsın?''
''Canım, o biraz
değişti. Yani sen gittikten sonra... Toparlanması çok uzun sürdü. Sana kızgın
olabilir. Çok kızgın...''
Melek ne diyeceğini
bilemedi. Kızgın mıydı? Bunca zaman sonra... Ona aldırmıyordu bile nasıl kızgın
olabilirdi. Ayrıca gayet toparlanmış görünüyordu. Tatlı bir çekicilikten dayanılmaz
cazibeye dönüşmüştü. Adam baktığı her yeri ve her şeyi ateşe veriyordu. Ve
akşamüstü az daha otoparkı alevlendirip cehenneme çevirecekti, o denli... Of,
of!
Ayla Teyze yeniden
konuştu.
''Orda mısın Melek?''
''Evet, Ayla Teyze.
İçiniz rahat olsun herhangi bir sorun yok. Okan da iyi görünüyor, keyfi
yerindeydi, yani en son gördüğümde öyleydi.''
''Üstüne gelirse bana
haber ver tamam mı Melek?''
''Ben, sizi
anlamıyorum.'' dedi. ''Üstüme neden gelsin?''
Ayla sıkıntılı bir
sesle konuştu. ''Güzel kızım, Okan uzun zamandır çok suskundu. Ben onun bu
halinden korkuyorum...'' Lafı başka bir sesle kesildi, kadın telefonda
homurdandı. ''Just a minute! I'm talking! Sersem kadın...'' *Bir dakika! Konuşuyorum! Stupid
women!*
Sonra Melek'e geri
döndü. ''Dediğim gibi aşırı davranırsa bana haber ver. Çünkü içinde biriken çok
fazla duygu var.''
''Göz kulak olacağım
merak etme Ayla Teyze ama o yetişkin ve akıllı bir adam. Endişelenmeyin Okan
hayatımda gördüğüm kendine en hâkim insan.'' dedi ve benim tersime diye içinden ekledi.
Hatta fazla
kontrollü... Duygusuz... Kibirli... Doyumsuz... Kontrol düşkünü... Yakışıklı...
Çok yakışıklı…
''Ama söylediklerim
aramızda kalacak tamam mı Melek?'' dedi kadın, Melek'in düşüncelerini keserek.
''Aşk olsun Ayla
Teyze!''
''İnşallah.'' der gibi
mırıltılı bir ses duydu.
''Ne? Anlayamadım?''
''Hemşire telefonu
kapatmam gerektiğini söyledi de kızım, ben de inşallah dedim. Yani sen
kapatırsan... Kusura bakma artık sonra konuşuruz.''
Melek bir şey demesine
fırsat vermeden kadın 'Görüşürüz.' dedi ve kapattı. İyice sersemlemiş Melek bir
süre telefona baktı kaldı sonra telefonu yatağa bırakıp karşı duvara dikti
gözlerini.
''Amerika'daki
hemşireler ne zamandan beri inşallahı anlıyorlar?''
Kadının söyledikleri
yüzünden uykusu kaçmıştı. Ana oğul sanki onu uyutmamak için işbirliği
yapmışlardı. Mide bulantısını gidermek için soda içmeye karar verdi. Mutfağa
gitti ve buzdolabından bir soda aldı. Açacağı ararken tezgâhtaki boş paketler
gözüne ilişti, koku yüzünden midesi yeniden alt üst oldu. İçinde bir şeyler
çürümüştü, emindi. Paketleri toplayıp balkondaki çöpe attı, geri mutfağa
girecekken gözü Sam'ın dairesine ilişti.
Kadın karanlıkta
pervaza oturmuş doğruca ona bakıyordu. Bu saatte! Bir an şaşaladı. Eli kapını
kolunda durakladı. Kinli bakışını aniden düzelten Sam doğruldu ve ona soğuk bir
yüzle gülümsedi. Melek de gülümsedi ve elini salladı. Sam'ı aynı vaziyette
bırakıp soda elinde mutfaktan çıktı. Kendini suçlu hissetmesi bir yana kadının
bakışlarından rahatsız olmuştu. Az önce onu dairesini dikizlerken görmüş olması
olanaksızdı. Ama biliyor gibiydi. İçi buz tuttu, kadını izlememesi gerekiyordu.
Bay muhteşem sırtın Okan olmadığını anladığına göre artık ondan tarafa
bakmayacaktı.
Bulanık zihninde başka
bir soru daha oluştu. Tamam, Melek kadının dairesini izlemeyi görev haline
getirmişti çünkü kadını Okan'ın sevgilisi sanmıştı. Peki, Sam neden onun
dairesini izliyordu. Az önceki bakışmaları kesinlikle tesadüf değildi. Kadın
kasıtlı olarak onun mutfağını dikizliyordu.
Sodası bitince
kanepeye uzandı ve elinde televizyon kumandası kanalları zaplamaya başladı. Bir
ara kumanda elinden kaydı, bilincine sızan uykuya teslim oldu. Karışık
rüyaların arasında sabaha kadar savruldu. Gözlerini, midesini kasan krampla
aynı anda açtı. Zorlukla doğrulup lavaboya koştu ve klozetin içine midesinde ne
var ne yoksa kustu. Zavallı bedeninde hiç sıvı kalmayınca, klozetin yanına
çöktü kaldı. Vücudundaki tüm kaslar ayrı acıyordu, çok bitkindi. Keskin bir baş
ağrısı, başını döndürüyordu. Yeni bir bulantıyla midesi kasılana kadar klozetin
yanında oturdu. Kalan safrayı da boşalttıktan sonra emekleyerek lavaboya gitti.
Evyeye tutunup kendini çekti ve serin suyu yüzüne çarptı. Aynadan ona bakan
zombiyi kesinlikle tanımıyordu.
Yalpalayarak duşa
gitti ve kıyafetlerini bile çıkarmadan suyun altına girdi. Midesi öyle
bulanıyordu ki, ağlamak istiyordu. Üstüne yapışmış kıyafetlerden kurtulup
duştan çıktı. Bornozuna sarılarak uyumak için yatağına gitti. Gözünü yeni
kapatmışken telefonunun ısrarla çaldığını duydu.
''Allah'ım al
canımı!'' diye inleyerek ve cansız ayaklarını sürüyerek salona doğru yürüdü.
Tekin arıyordu ve
adama kızmak için bile enerjisi yoktu. Sonra saate gözü ilişti, dokuza
geliyordu. Yatağa gittiğinde hava karanlıktı ve o sadece gözünü kapatmıştı. Ne
ara güneş açmış ve saat dokuza dayanmıştı. Peki, bugün günlerden hangi gündü?
''Ne var Tekin?'' dedi
telefonu kulağına götürerek.
''Bir saattir seni
arıyorum Melek, polisi arayacaktım artık. Kapıdayım.''
''Ne kapısı?''
''Gönlünün kapısı!''
diye homurdandı Tekin. ''Ne kapısı olacak, senin evin kapısındayım. Halime
acıyan güvenlik siteye aldı ama seni uyandıramadık. Yoksa evde değil misin?''
''Biraz daha sessiz
konuşur musun?'' dedi öğürtüsünü kontrol etmeye çalışarak. ''Baştan başla ama
yavaşça.''
''Şimdi açık
konuşuyorum Melek, kapıyı aç!''
''Tekin sen salak
mısın? Niye kapıyı açayım, defol git nereye gideceksen.''
''Patron lütfen, bana
yardım etmek zorundasın.''
''İyi geri zekalı,
bekle beş dakika.'' diye hırladı ve telefonu kapattı.
Patron olan oydu, her
gün işe gelmesi gerekmiyordu ki? Ama Tekin salağı ne yapıyordu, Melek bir gün
işten kaytarıyordu ve adam kapısına dayanıyordu. Hem de sabahın köründe... Güvenliğe
bilgi verip Tekin’e izin verdikten sonra yatak odasına döndü. Üstüne daha uygun
şeyler giydi ve ısrarla çalan kapıya gitti, açtı. Merdivenlere oturmuş Tekin
kapının açıldığını duyunca ayağa fırladı.
''Nihayet!'' diye
adımladı ve durakladı. ''Sana ne oldu böyle?''
''Midem rahatsız.''
dedi ve içeri yürüdü.
Tekin kapıyı kapatıp
peşinden geldi. ''Seni doktora götüreyim mi?''
Kanepeye uzandı.
''Hayır, sadece evimden çıkıp gitmen iyileşmem için yeterli olur. Bu arada
sabah sabah neden kapıma dayandın?''
Tekin kararsızca sol
kaşını kaşıdı, endişelendiğinde sürekli yaptığı bir tikti. ''İş hakkındaydı ama
şu haline bakınca geri planda kaldı. Seni hastaneye götürmemiz gerek.''
''Hastaneyi unut!
Anlat!''
Tekin boş soda
şişesini yana ittirip sehpaya oturdu. ''Bugün yardım organizasyonu vardı
ya...'' dedi ama söylemekte çok kararsızdı.
''Tekin, beni yorma.''
diye homurdanınca genç adam cesaretlendi.
''Tamam, ben tek
başıma gitmeye çekiniyorum. Yüzüme gözüme bulaştırmaktan korkuyorum, seni hayal
kırıklığına uğratmak istemiyorum.''
Melek gözlerini adama
çevirdi. ''Bir anlamda oradaki işleri üstlenecek bir enayi arıyorsun.''
Tekin sırıttı. ''Sen
bir numarasın Melek, nasıl anladın?''
''Sana bir şey derdim
ama çok kötüyüm. Sana edeceğim hakaretlerin tadına varamayacağım, bugün git
yarın gel Tekin.''
''Şaka bir yana...''
diye lafına başladı ama Melek lafını kesti.
''Ben şaka
yapmıyorum!''
Tekin dizlerinin
üstüne çöktü. ''Melek, ne olur benimle pikniğe gel. Tek başıma kalmak
istemiyorum, sadece otur ama yanımda ol. Hatta sana uzun bir sopa veririm,
saçmaladığımda popoma vurursun.''
"Popona mı?"
dedi yüzünü buruşturarak. "Kırbaç bulsan da sırtını paralasam olmaz
mı?"
"Çok hınzırsın
Melek, kırbacı tercih etmen benim masumiyet dolu önerimi gölgede
bırakıyor."
"Ay, valla, bana
gelen gelecek şimdi Tekin! Git başımdan!"
"Lütfen,
patron... Lütfen... Şaka bile yapmayacağım." durakladı ve hemen ekledi.
"Yemin etmiyorum, şaka konusunda ama sadece yanımda ol."
''Senin o Ağrı Dağı
kadar yüksek özgüvenine ne oldu Tekin? Hani her şeyi başarıyordun?''
Genç adamın yüzü
pembeleşti. ''Bu benim tek başıma üstlendiğim ilk iş, yanımda olmanı
isterdim.'' Pes etmiş bir ifadeyle ayağa kalktı. ''Fakat bencillik
yapmamalıyım. Üzgünüm, seni hasta halinle rahatsız ettim. Yapabileceğim bir şey
var mı? Seni arada arayıp kontrol etsem, bana kızmazsın, değil mi?''
Melek nefes alıp
başında dikilen adama baktı. Üzerinde koyu mavi bir gömlek ve siyah kot vardı.
Bakımlı, ciddi, kendinden emin ve fiziksel olarak da çekiciydi. Genelde
özgüveni yüksekti hatta istediğinden daha çok ama şu an ona ihtiyacı vardı. Onu
o kadar çok azarlamıştı ki, sonunda adam, kendi adımlarından korkar olmuştu. Bu
arada, kendisi ne ara duyarlı bir insan olmaya başlamıştı? Bir patron olarak
işverenlerin yüz karasıydı. Empati yapmanın sırası mıydı acaba?
Yattığı yerden
doğruldu.
''Attığın bu trip tüm
dişilerde işe yarıyor mu?''
Tekin elini ona
uzattı. ''Yaramayanını görmedim.''
Ters bir bakışla
adamın elini tutarken Tekin hemen ekledi. ''Şaka yapıyorum Melek, yemin ederim.
Sana orada ihtiyacım var. Bir kenarda otur, tüm hizmetin benden. Seni yormamak
adına kimseyle konuşmana bile müsaade etmem. Ayrıca seni bu halde evde tek
başına bırakmak içimden gelmiyor.''
''Sana ayaklarımı da
yıkatmam gerekiyor aslında.'' diye homurdandı.
Tekin ona çapkın bir
bakış atınca elini adamdan kurtardı ve konuşmaması için elini havaya kaldırdı.
''Sakın! Sakın, tek kelime bile etme. Birazdan hazır olurum, sen aşağıda
bekle.''
''Yapma Melek, bir
kahve ısmarlamayacak mısın bana?''
''Şimdiden sorun
çıkartıyorsun.'' diye söylendi. ''Git kendine yap, mutfağın yerini
biliyorsun.''
''Sen istemiyor
musun?''
Yüzünü buruşturan Melek
odasına girerken cevapladı. ''Üstüne kusma tehlikem var.''
''Seni rahatlatacaksa
sorun değil!'' diye seslenen Tekin'in üstüne kapıyı kapattı.
Bu halde pikniğe
gittiğine inanamıyordu, salona kadar zor yürümüştü, şimdi şehrin bir ucuna
gidecekti. Çenesi düşük Tekin yüzünden yaptığı şey delilikti. Üzerine mevsimlik
uzun bir kazak ve dar kumaş pantolonunu giydi. Saçlarını kurutup atkuyruğu
yaptı. Ölü suratına biraz pudra sürüp hafif bir makyaj yaptı. Midesi
buruluyordu ama artık çıkartacak bir şey kalmamıştı. O yüzden acısını göz ardı
etti. On beş dakika sonra hazırlanmış ve Tekin'in insafında yola çıkmışlardı.
Tekin bir süre
hastaneye uğrama konusunda ısrar etti. Sonrasında çalan telefonlarına cevap
vermekten ve yola odaklanmaktan onunla pek ilgilenemedi. Piknik yerine
vardıklarında çoğu konuk gelmişti, neyse ki Yasemin imdatlarına yetişmiş ve
Tekin gelene kadar milleti idare etmişti. Yasemin'i ofise gönderen Tekin, onu
kalabalıktan biraz uzakta küçük bir masaya götürdü. Ve adam gerçekten de her
yere yetişti, ne onu ihmal etti ne de organizasyonu. Hatta o arada bir doktor
bile bulmuştu. Doktor onu ayaküstü muayene etti, seruma ihtiyacı olduğunu
söyleyip piknikten sonra muayenesine uğramasını istedi. Midesini bozduğunu
biliyordu zaten, doktor ısrar edince tamam dedi ve adam çocuklarla ilgilenmek
için yanından ayrıldı. Kibar ve genç doktorun çocuklarla şakalaşmasını izlerken
dibinde gürleyen sesle irkildi.
“Hasta mısın?”
Başını heyecanla
kaldırıp yanı başına dikilmiş Okan'a baktı. Nefesi kesildi. Adam günün her
saatinde bu denli yakışıklı olmayı nasıl başarıyordu? Ayrıca hem asık suratlı
hem de çekici nasıl olabiliyordu? Bugün baştan aşağı siyahlar içindeydi,
hoşnutsuz bakışlı gözleri, doktora kenetlenmişti. Adam yüzüne bakmaya tenezzül
etmediğine göre sohbeti de hak etmiyordu. Ters bir sesle cevap verdi.
“Hayır!”
Okan hala doktordan
yana bakmaya devam ederek söylendi. ''Favorin bir doktor demek, ne şanslısın,
bedava check up yaptırırsın artık.''
''Adam doktor ama bana
neden bedava check up yapsın, onu anlamadım.'' dedi, yukarı doğru bakmak
yeniden başını döndürmüştü. Belki adamın varlığı yüzündendi.
Okan karşısına geçti,
tam da doktor ile onun arasına. Doktoru görmesine engel olan Okan kollarını
kenetledi; giydiği tişörtü dar değildi ama duruşundan dolayı gerilmiş ve
kasları belirginleşmişti. İki senede kendini bu denli değiştirmesine bir kere
daha hayret etti. Sırf kaslarını seyrederek bile gayet hoş vakit geçirebilirdi.
Bay muhteşem sırttan önce erkeklerin kas olayına fazla dikkat etmediğini fark
etti. Muhteşem sırttan sonra şimdi de Okan'ın biçimli kasları ilgisini
çekiyordu. İki senelik hormon uyuması aniden canlanmıştı galiba.
''Sersem doktor...''
diyen Okan eğlenen bir yüzle ona baktı. Arkasında yükselen güneş yüzünden
olduğundan daha heybetli görünüyordu. Her an için sırtından kanatları
çıkabilirdi, o denli göz alıcı ve meleksi bir adamdı.
Sonra ona veda etmeden
yürüdü gitti. Okan'ın kalabalığa karışmasını izlerken hala ne demek istediğini
anlamaya çalışıyordu. Kendini sandalyeye iyice bıraktı. Hiç enerjisi
kalmamıştı. O an fark etti. Okan da çok yorgun görünüyordu. Sanki tüm gece
uyumamış gibi akşamdan kalmaydı. Marketten aldığı prezervatiflerin hepsini
kullanmış olmalıydı, bu düşünce midesinin yeniden kıvranmasına neden oldu.
Kıskançlıktan kısılmış gözlerle adamı izledi. Ardında kalan güneş sayesinde
genç adam dönerken yüzünü tam görebildi. Az önce, alışılmadık derecede bitkin
ifadesini, sinirli tavrıyla maskelemişti. Ayla Teyze'nin dedikleri aklına
geldi, kadının korktuğu şey bu muydu? Okan ruhsal bir karmaşa içinde miydi? Peki,
neden? Hayatında Okan kadar mantık delisi birini tanımamıştı ve ona göre mantık
her şeyi çözerdi.
Sadece evliliklerinde
işe yaramamıştı...
Cesaretini toplayıp
Okan'ın peşinden gitmeye karar verdi, ona ne olduğunu öğrenmeliydi. Tekin'in
ona doğru geldiğini görünce yerinde çakılı kaldı. Adam elindeki bir tabak
sandviçi masaya bıraktı.
''Her şey yolunda.''
dedi bir sandalye çekip yanına oturdu. ''Çocuklar mutlu, misafirler de öyle,
sponsorlar dört köşe, kısacası geldiğin için yeniden teşekkür ederim.''
''Ne demek.'' dedi,
tabağı burnundan uzağa itti.
''Bir şeyler yemelisin
Melek, bunu doktorun gönderdi.'' Dedi ve ima dolu bir bakışla göz kırptı. ''Hoş
adam değil mi?''
Kaşlarının altından
adama baktı. ''Çöp çatan!''
''Ne büyük iftira!''
dedi sahte bir hayretle. ''Aklıma bile gelmedi. Biliyor musun, adam bekâr!''
''Tekin!''
''Kızma hemen, sadece
haberin olsun diye söyledim. Bu arada balon fikrim nasıl?''
Melek çevreye bakındı.
''Balon mu?''
''Balonları
görmediğini söyleme.'' dedi çocukların elindeki balonları işaret ederek. ''Ana
sponsor kocaman flamalar istedi. Ben de firma amblemi olan balonların daha hoş
olacağını söyledim. Ve bak, herkesin elinde balonlar var.''
Melek Tekin'e hak
verdi. Balonlara dikkat etmemişti, kendiyle ilgilenmekten pikniğe dikkat edemiyordu,
ne bencildi.
''Kafan arada
çalışıyor senin Tekin, hayret.''
''Aşk olsun Melek.''
dedi dudağını sarkıtarak.
Melek'in aklına Ayla
Teyze'nin dediği laf geldi. ''İnşallah.'' diye mırıldandı.
Tekin şaşkınca ''Ne?''
diye söylenirken Melek uzaktan onlara bakan Okan'ı gördü.
Bakışları doğrudan
Tekin'in üzerindeydi, sanki düşmanını tartıyordu. Yüz ifadesini tam seçemese de
beden dili tehlikeyi çağrıştırdı. Şaşkın zihni ona oyun oynuyor olmalıydı,
çünkü Okan'ın Tekin'den rahatsız olması için bir neden yoktu. Tabi, Tekin iki
arada bir derede gidip adamı sinirlendirecek bir şey yapmadıysa... Fakat o tarz
bir tartışmayı fark edeceğini düşündü, sorun hayali bir tartışma olamazdı.
Melek dikkatle adama bakarken küçük bir çocuk geldi ve Okan'ın elini
çekiştirdi. İrkilen Okan başını çevirdi ve gülümseyerek çocuğa doğru eğildi.
Çocuğa bakışları öyle tatlıydı ki, Melek eridiğini hissetti. Okan ile konuşan
çocuğun yanına birkaç çocuk daha geldi ve adam diz çökerek onların heyecanlı
konuşmalarını dinlemeye başladı.
''Bu adamın çocukları
bu kadar sevdiğini söyleseler, konuşanı terlikle kovalardım.'' diye mırıldanan
Tekin'e baktı.
''Hıı?''
''Okan Bey'i
diyorum.'' dedi, Melek'in tabağındaki sandviçlerin birini kemirmeye başlamıştı.
''Adam benim on yıllık maaşımı bir çırpıda bağışladı, yetmezmiş gibi açık
arttırmaya katıldı. Ve çocuklarla teker teker ilgileniyor. Kadın olsam, o
herife aşık olabilirim.''
Melek tabaktaki diğer
sandviçi kaptı. ''Belki kadın olmana gerek yoktur, git bir şansını dene.''
Tekin abartılı bir
taklitle onu omzundan itti. ''Seni gidi çöp çatan, utandırma beni!''
''Aptal şey!'' diye
gülerek sandviçinden ısırdı.
Tekin sponsorlardan
biri tarafından çağırılana kadar yanında oturdu. Tekin'in ayrılmasını fırsat
bilip Okan'ı aramak için ayaklandı. Az önce olduğu yere gitti, yoktu.
Kalabalıkta Okan'ı aramaya başladı. Sandviçi yemesi iyi olmamıştı. Bulanan
midesi, hareketi fark ettiğinden geleni dışarı atmak için çırpınıyordu. Soğuk
terler dökerken Okan'ı görebilme umuduyla dişini sıktı. Çocukların oynadığı
eğlence alanlarını gezdi, misafirlerin arasında dolandı. Tanıdıkları selamladı
ve elinden geldiğince gülümsemeye çalıştı. Konuşmakta zorluk çekmeye
başlamıştı. Yerine dönmek için kör adımlarla döndü, başı dönüyordu. Derken
tökezledi ve onu yere düşmekten bir çift kol kurtardı.
''Ah!'' diye başını
kendini tutan adama çevirdi. ''Teşekkür ederim.''
Doktor, endişeli bir
bakışla onu desteklemek için sarıldı. ''Dolaşmamalısın Melek.'' diye söylendi.
''Gönderdiğim sandviçi yedin mi?''
Adamın, onu yerine
yönlendirmesine izin verdi. ''Yedim ve şimdi daha çok midem bulanıyor.''
"Sanırım serum
için beklememeliyiz. Hafif bir zehirlenme geçiriyorsun ama
ciddileşebilir."
Melek yutkundu. İnsan
yutkunurken de midesi bulanır mıydı? Öğürmemek için eliyle ağzını kapattı.
Doktor endişeli bir gülümsemeyle onun yüzüne doğru eğildi ve eliyle yanağını
tuttu. Sonra ateşini ölçme amacıyla yüzüne dokundu.
"Belki kusmalısın
Melek."
Başını hafifçe
salladı. Kesik bir nefes aldı ve yüzünü adamın temasından çekmek için doğruldu.
Destek olmak için yapılan masum bir dokunuştu ama hiç hoşuna gitmemişti.
Uyandırdığı his farklıydı, gereksiz derecede samimi.
"Biraz otursam
geçecek sanki."
''Sana yardım
edeyim.'' diyen doktor kolunu, onun beline iyice sardı.
''Yürüyebilirim.''
diye inledi. Kusacaktı, hem de doktorun tepesine. Ne rezalet!
Doktor onu dinlemeden
masasına geri götürdü. ''Burada bekle, Tekin'e haber vereyim, sonra biz
çıkalım. Senin ayakta duracak halin yok.''
Boyun eğdi.
''Peki...''
Doktor birkaç saniye
sonra Tekin ile birlikte çıkageldi. Melek araba kullanacak durumda olmadığından
doktorun arabasıyla gitmesine karar verdiler. Melek de kendi arabasının
anahtarını Tekin'e verdi.
''Sakın çarpayım
deme.'' diye uyardı.
''Depo dolu mu?'' dedi
Tekin anahtarı kaparken.
''Dolu, eğer
boşaltırsan anlarım.''
''Doluysa çarpmam
merak etme, gezecek çok yer var.'' dedi ve aniden ona sarılıp yanağından öptü.
''Bu haline rağmen yine de geldiğin için teşekkür ederim patron.''
''Patronlar ne
içindir?'' diye mırıldandı ve doktorun koluna girerek piknik yerinden uzaklaştı.
Başı da dönmeye başlamıştı.
Melek'in doktorun
koluna girerek ayrılmasını uzaktan seyrediyordu. Kafası karışmıştı ve çok
öfkeliydi. Doktorun, karısının yanağını okşadığını görmek ve müdahale edememek
onu fena halde sinirlendirmişti. Bu kadının sevgilisi kimdi yahu? Yakın
ilgisinden dolayı onun, doktorla birlikte olduğunu düşünmüştü ama şu Tekin
denen herifle de sıkı fıkıydı. Hatta doktorun koluna girip yürümeden önce
Tekin, Melek'e sıkıca sarılmıştı. Arabasının anahtarını Tekin'e verdiğine göre
işler ciddiydi. Acaba evinin anahtarını da... Lanet olsun, neler düşünüyordu?
Ona neydi?
Telefonu cebinde
yeniden titreşti. Sinirle açtı.
''Ne var Sam?''
Sam bir an tereddüt
etti, sonra yavaşça konuştu. ''Nerede olduğunu merak ettim Okan, dün bana
gelmedin ve bugün de otelde yoksun. Telefona da çıkmadın.''
''Telefonu açmıyorsam
açmak istemiyorumdur!'' diye suçsuz kadını azarladı. ''Ne diye ısrar
ediyorsun?''
''Cevap vermeyince
başına bir şey...''
''Tamam, uzatma. Neden
aradın?''
Sam, ağlamamak için
titreyen bir sesle konuştu. ''Bugün otele gelip gelmeyeceğini soracaktım,
imzalar var da.''
''Tülin'e söylemiştim.
Bugün işe gelmeyeceğim, dün neden attırmamış imzaları?''
''Ödemeler için...''
''Bekletsin, yarın
gelince imzalarım.'' Dedi ve telefonu kapattı. Gözleri otoparka doğru yürüyen
çiftteydi.
İvedi adımlarla
arabaların park ettiği yere yürüdü. Arabasına vardığında, doktorun arabasını
yanında Melek olduğu halde yola döndüğünü gördü. Arabasına binip aptalca
olduğunu bilmesine rağmen onları takip etmeye başladı. Öfkesi bir zehir gibi
içine dökülüyordu. Kendini kaybettiğinin ve mantıksız davrandığının farkındaydı
ama başka türlüsü elinden gelmiyordu. Anlamsızca kıskanıyordu. İntikam almak
için bilendiği kadına, ilgisi için yalvaracak hale gelmişti.
O duygu harbinin ortasında
aklına başka bir şey takılmıştı. Melek neden o kadar solgun görünüyordu? Dün
gece gördüğünde gayet iyiydi hatta güzelliğiyle aklını başından almıştı. Ne
rahatsızlığı varsa, bir gecede süzülmüştü. Piknik boyunca halsizce sandalyede
oturmasının sebebini yenice anlıyordu.
''Doktor sana iyi
bakmıyor sanırım karıcığım.'' diye mırıldandı ve arayı açmamak için gaza bastı.
Doktor önce özel bir
hastaneye uğradı. Melek arabada adamın dönmesini bekledi. Elinde bir çantayla
gelen adam yeniden yola çıktı ve iki katlı bir muayenenin garajına arabasını
sürdü. Okan kenara çekti ve gözlerini kapıya dikerek beklemeye başladı. Melek
neden buraya gelmişti? Doktorun işyeri olduğu için mi, yoksa Melek gerçekten de
bayağı rahatsız mıydı? Tekin ile doktorun samimi olduğunu görmüştü. Belki
Tekin, Melek'i arkadaşı olan doktora emanet etmişti. O zaman Melek kesinlikle
hastaydı, o halinin başka açıklaması olamazdı. Telefonunu aldı ve sekreterini
aradı.
''Tülin, bana Güvensoy
Organizasyondan Melek Hanım'ın telefonunu bulur musun?''
''Rehberimde kayıtlı
Okan Bey, müsaitseniz söyleyeyim mi?''
Okan telefonuna
Tülin'in söylediği ama kendisinin de ezberinde olan numarayı yazdı. Bu
karısının iki sene önceki numarasıydı, Okan'ın ona aldığı hattı kullanıyordu.
Değiştirmemişti, oysa Okan boşanır boşanmaz değiştireceğini sanmıştı. Çünkü
kendisi öyle yapmıştı. Tülin'e teşekkür edip telefonu kapattı ve Melek'i aradı.
Telefon açılmadı. Yeniden aradı, açan yok.
Başını koltuğa yasladı
ve gözlerini tavana dikti. Neden açmıyordu? Birkaç dakika için gözlerini
kapattı, yeniden açtığında havanın kararmış olduğunu görünce irkildi. Saate
baktı.
''Kahretsin dört
saattir uyuyor muyum?''
Telefona baktı. Beş
çağrı vardı ama hiç biri Melek değildi. İkisi Amerika'daki otellerden gelmişti,
biri Sam, diğer iki numarayı tanımıyordu. Telefonun çaldığını duymayacak kadar
derin uyumasına şaşırdı. Kaç günlük uykusuzluk bugün kendini belli etmişti, ne
şans! Ensesini ovuşturarak doğruldu, boynu tutulmuştu.
Arabasından indi ve
karşıya geçip muayeneye girdi. Danışmadaki kıza doktoru sordu. Adamın ismini
piknikteyken duymuştu. Kız, adamın çoktan çıktığını söyleyince, kıza yanındaki
kadını sordu. Danışman doğal olarak Okan'a kim olduğunu sorunca, tereddütsüzce 'Ben Melek Hanım'ın eşiyim' dedi ve bunu ne kadar kolay söyleyebildiğine
şaşırdı. Sanki ezelden beri karı kocaydılar. 'İşi
yüzünden buluşma zamanını kaçırdığını' da
ekledi, şüphe çekmemek için. Kız, Melek'in rahatsızlığını söyledi ama Okan ne
olduğunu anlamayınca daha basit tabiriyle midesini bozmuş olduğunu söyledi.
Halsizliğinin sebebi buydu demek. Okan, kıza teşekkür edip arabasına geri
döndü.
Danışmadaki kızın
tavrı, doktor ile Melek'in arasında bir şey olmadığını düşünmesini sağlamıştı.
Melek'ten 'hastamız' diye
bahsetmişti. Daha önce görmediği belliydi. Demek ki, Melek'in sevgilisi
Tekin'di. Adamın ukala yüzü gözlerinin önüne gelince dişlerini gıcırdattı. Ne
tuhaftı, ikisi de işyerinden biriyle beraberdi. Tek farkla o Sam'a âşık değildi
ama Melek'in gözleri âşık biri gibi sürekli parlıyordu. O an Tekin'den ölesiye
nefret etti.
Sam'ın evine doğru
giderken; annesinin, Melek ile evlenme önerisini ve sonrasında kızın
arkadaşlarıyla tatil için otele gelmesini hatırladı. O zamanlar daha yirmi üç
yaşındaydı ve Melek de yirmi iki. Annesi uzun zamandır Melek ile arasını
yapmaya çalışıyordu. Okan da düğünden beri kızı unutamamıştı ama işten başını
kaldıramıyordu. Annesinin ısrarı sonunda, Okan onca işin arasında vakit bulmaya
çalışarak Melek ile tanışmayı kabul etti.
Anneleri, ikisinin
birbirini tanıması için bir haftalığına, Santa Barbara'daki otelde Melek ve
arkadaş grubuna tatil ayarlamışlardı. Okan her zamanki gibi yoğundu, kızla pek
ilgilenememişti. Aslında Melek orada olduğu için o kadar heyecanlıydı ki,
karşılaşmaktan çekiniyordu. Aklını işine bile veremiyordu ve nedense tüm
sorunlar üst üste geliyordu. Annesi arayıp azarlayınca, utangaçlığına ket vurup
kendine geldi ve kızla konuşmak için otelde kızı aradı.
Melek'i sahildeki bir
şezlongda tek başına otururken buldu. Telefonunu sessize aldı. Yanına oturdu ve
sabaha kadar sohbet ettiler. O gece kıza iyice tutuldu. Hayatının en güzel
gecesi olduğuna yemin edebilirdi, evlendikleri gün dışında. Ertesi gün
arkadaşlarının önünde Melek'e evlenme teklifi etti. Apansız teklifini ret edip
etmemesi umurunda değildi çünkü ikna edene kadar uğraşacaktı. Melek onu
şaşırtarak teklifini kabul etti ve daha da şaşırtarak kollarını boynuna doladı,
onu öptü. Bir hafta içinde Melek onun karısı olmuştu. Tozpembe bir rüyada
gibiydi, çok yakında kâbusa dönecek bir rüya...
Arabasını sitenin otoparkına
park etti ve Sam'ın dairesine çıktı. Yan yana üç site annesine aitti, o yüzden
güvenlik onu tanıyordu. Gerçi Sam'in evini yerleştirmesine yardım ederken de
sık sık siteye gelmesi gerekmişti. Yine de başka biri olsaydı, bu kadar
sorgusuz girebilir miydi, merak etti. Sam kapıyı açıp onu karşısında görünce
bir an afalladı.
''Okan?''
''Selam Sam, haber
vermedim ama içeri gelebilir miyim?''
Kadın hemen kapının
önünden çekildi. ''Sorry, çok şaşırdım da. Gel tabi aşkım.''
Üzerindeki yazlık
elbise kalçalarını anca örtüyordu. Ona öylesine bakan Okan, kadının bu halde
kapıya çıkmasını hiç umursamadığını fark etti. Bu farkındalık canını iyice
sıktı. Çünkü istemsizce Melek'in her kıyafetine dikkat ediyordu ve ne giydiğini
aklında tutuyordu, bu çok aptalcaydı.
Salona doğru yürürken
Sam ardından geliyordu.
''Geleceğini
sanmıyordum… Yani aradığım için…''
Okan koltuğa oturdu ve
ayakkabılarından kurtulup geriye yaslandı. Çok yorgun hissediyordu. ''Bir kez
daha söylüyorum, sürekli aranmaktan hoşlanmıyorum. Bana hesap sorulmasından
da!''
Sam koltuğun koluna
ilişti. ''Merak ettim sadece Okan, hesap sorma niyetim yoktu.'' Kadın onun
saçlarını okşadı. ''Kötü görünüyorsun aşkım, tıraş olmamışsın.''
Okan başını yaslayıp
Sam'ın yüzüne baktı. ''Beğenmedin mi?'' dedi alaycı bir sesle.
Sam gülümseyerek kirli
sakalını okşadı, eli boynundan ensesine doğru kıvrıldı. ''Hayır, bayıldım.''
dedi kısık sesle fısıldadı. ''Her halin baş döndürücü aşkım.''
Sam onun yüzüne
eğildi, Okan'a sadece beklemek düştü. Yumuşak bir öpücükten sonra Sam kucağına
kaydı. Okan kadının kalçasını kavrayarak kendine çekti ve Sam'ı inleten ateşli
bir öpücükle kadını nefessiz bıraktı. Sam titrek ve acele hareketlerle onun
tişörtünü çıkarıp yere bıraktı. Kemerine saldırdığı anda Okan kadını durdurdu.
Dudaklarını kadının dudaklarına bastırdı. Hayalinde başka bir kadını öperken
tüm arzusunu yanındaki Sam'a yöneltti.
Parmakları Sam'ın
bacaklarının arasına doğru kaydı. Kadın istekli bir şekilde bacaklarını
aralayınca, Okan ona beklediği dokunuşu verdi. Sam küçük bir çığlık atarak
sarsıldı ve kendini tamamen ona teslim etti. Okan kadının elbise askısını
indirdi ve dudaklarını, göğsüne kapattı. Sam'ın parmakları saçlarına dolandı ve
daha fazla dokunuş için kıvranmaya başladı. Kadının tırnakları, onun çıplak
tenine geçmişti. Onun elinin ve dudaklarının her hareketinde, Sam tutkuyla
inliyordu. Okan daha fazla dayanamadı, parmaklarını Sam'dan çekip halının
üstüne yatırdı. Pantolonundan kurtuldu, cebinden paketi alıp Sam'ın üzerine
uzandı.
Bir süre sonra tatmin
olmuş bir şekilde soluk soluğa kendini halıya bıraktı. Az önce Melek'in ismini
ağzından kaçırdığına yemin edebilirdi. Fazla ısınmış beyni ona oyun oynamıştı,
Sam'ın duyup duymadığını anlamadı. Çünkü kadın, aldığı zevkten kendinden
geçmişti, duymamış olabilirdi ya da Okan ismi sadece zihninde seslendirmişti.
Sam doğrulup göğsüne
çenesini dayadı.
''Muhteşemdi Okan,
birkaç günlük ara sana yaramış.'' Diye kıkırdadı ve dilini göğsünde dolandırdı.
''Ben çok acıktım.'' dişini göğsüne geçirdi ve hafifçe derisini çekiştirdi.
''Sen de acıktın mı?''
''Evet, ama önce bir
duş almam gerek. Sabahtan beri dışarıdaydım, leş gibi olmuşumdur.''
Sam uzanıp diliyle
onun boynunu yaladı. ''Her zamanki gibi çok güzel kokuyorsun aşkım, seni
yiyebilirim.''
Okan sırıttı. ''Duş
alayım da sonra sana yiyecek bir şeyler veririm.''
Kahkaha atan kadını
üstünden çekip ayağa kalktı ve banyoya gitti. Kadının tepkisine bakılırsa,
Melek'e sadece beyninin kuytularından seslenmişti, Sam duymamıştı. Yoksa bu
kadar sakin olmasını bekleyemezdi. Kızmasa da, söyleneceğine emindi. Kısa bir
duş aldı ve beline havluyu dolayarak mutfağa gitti.
Sam, güzel bir sofra
hazırlamıştı bile. Mevsim salata ve rus salatası masadaydı, yanında bir şişe
soğuk beyaz şarap duruyordu. Şimdi de tavuk kızartıyordu. Kadına belinden
sarıldı ve bedenini sırtına yasladı.
''Güzel kokuyor.''
Sam, elinde maşayla
ona döndü ve uzun uzun öpüştüler. ''Hımm, senin kadar güzel değil.'' dedi kadın
gülümseyerek.
Okan kollarını ondan
çözdüğünde, Sam pişen tavukları tabaklara koymak için ocağa geri döndü. Sam
yemeği masaya getirirken o da şarabı açtı. Kadehlere boşalttı, kendi kadehini
kocaman birkaç yudumda içti. Buz gibi sıvının boğazından akması susuzluğunu bir
nebze olsun bastırmıştı. Kadehi tazelerken, Sam gidip pencerenin perdelerini
sonuna kadar açtı.
''Ne yapıyorsun Sam?
Milletin bizi izlemesi gerekmez.''
Sam ona döndü, çapkın
bir bakışla. ''Kim izleyecek ki aşkım? Ayrıca seyreden varsa ne harika bir
adamla birlikte olduğumu görüp çatlasın istiyorum.''
''Saçmalama Sam,
havluyla oturuyorum. Ayıp ya.''
''Ne fark eder ki!''
diye Sam omzunu silkti. ''Okan sen her halinle çekicisin. Sakın bana utandığını
söyleme.''
''Utanmışsam ne
olacak?'' dedi ve perdeyi çekmek için ayağa kalktı. "Kapa şunları!"
''Bu saatte komşuların
beni izlediğini sanmıyorum.'' diye Sam onun önüne geçti. ''Hadi, Okan baksana
ay ışığı çok güzel.''
''İyi o zaman mum
getir de ışıkları kapatalım. Ya da masayı balkona kuralım. Üstümü giyeyim…''
Lafını bitirmesine
izin vermeyen Sam sırtını yasladığı camdan doğruldu, Okan'ın havlusundan yakaladı
ve kendine doğru çekti. ''Ben halimden memnunum.''
Okan sırıttı. ''Ama
ben değilim.''
Sam pervaza yükselip
oturdu ve bacaklarını onun beline doladı. Eli havlunun sınırından aşağı doğru
kayarken kulağına doğru fısıldadı.
''Böylesi heyecanlı
değil mi my love?''
Sam'ın parmakları,
hassaslığını havlunun üstünden kavrayınca Okan geriledi. ''Lanet olsun Sam,
bundan hoşlanmıyorum.''
''Kim, ne diyecek
Okan?'' Diye boynuna indi, öpücüklerinin arasında mırıldandı. ''Bana burada
sahip olmanı istiyorum. Çok heyecanlı...''
Okan gözlerini açtı ve
kadının dokunuşundan uzaklaştı. ''Yeter artık!'' dedi ve kadını masaya doğru
hafifçe iterek onun yerinde geçti, pencereye sırtını yasladı. ''Sen acıkmamış
mıydın?''
Sam pes etmemişti
önünde durdu. ''Sen de bana yiyecek bir şeyler vermeyecek miydin?''
Okan güldü ve başını
salladı. ''Yemek masada, onu ye.''
Sam ellerini onun
göğsüne koydu ve yavaş hareketlerle okşayarak, parmaklarını aşağı doğru
kaydırdı. ''Sen bana sahip olmazsan; ben, seni alırım aşkım.''
Kadının tavrına
şaşıran Okan doğruldu ve Sam'ı omuzlarından tutarak kendinden uzaklaştırdı.
''Sana ne oldu Sam, çıldırdın mı?''
''Beni delirten sensin
Okan.'' dedi kadın. ''Senin yanındayken kendimi tanıyamıyorum. Tüm dünyam sen
oluyorsun. Artık kalbime söz geçiremiyorum. Ben delicesine sana aşığım Okan.''
''Sam...'' dedi ama ne
söyleyeceğini bilemedi. Kadının duygularının ne anlama geldiğini kavramaktan
uzaktı. Yatakta çok iyi anlaşıyorlardı, iş yerinde de öyle ama hepsi bu
kadardı. O kadarla kalacaktı. ''Ben...''
''Bir şey söylemene
gerek yok Okan.'' dedi anlayışlı bir sesle, onun şaşkınlığına aldırmadan uzanıp
dudağına hafifçe dokunup geri çekildi. Sonra gülümsedi daha sakin bir sesle
ekledi. ''Ben mumları getireyim''
Kadın onu mutfakta
darmaduman bırakıp gitti. Sam ona âşık mıydı? Uzun zamandır ona 'aşkım' diyordu ama bu bir hitap şekli
olduğundan Okan önemsememişti. İşler ne ara ciddileşmişti? Derin bir nefes
aldı, bu sorunu kökünden çözmeye karar verdi. Başka çaresi yoktu.
Belindeki havluyu
sağlamlaştırdı ve perdeleri kapatmak için pencereye döndü. Kumaşı çekerken
gözleri yan sitedeki apartmana ilişti. Perde elinde öylece kalakaldı.
Çaprazındaki balkonda onlara bakan kadın Melek'ti. Karısı elindeki çay
fincanını yere düşürdü, yüzündeki ifadeden düşen fincanı fark etmediği
belliydi. Okan elini cama koydu, sanki karşı balkona kadar uzanmak istercesine.
''Melek...'' diye
fısıldadı.
Ne zamandır oradaydı?
Neden oradaydı?
Melek kendinde
değilmiş gibi geriye adımladı ve balkonun kapısından içeri girip gözden
kayboldu. Okan yaşadığı paniğe anlam veremedi, elini camdan çekip ıslak
saçlarına geçirdi. Melek'in şok olmuş bakışları, gözlerinin önünden gitmiyordu.
''Kahretsin!'' diye
hırladı.
Salona doğru yürürken
mutfak girişinde Sam'a çarptı.
''Hey, ne oldu?''
diyen kadını duymazdan gelip üstünü giymeye başladı.
''Okan neyin var?''
diye söylenen kadın peşinden geldi. Elindeki şamdanı sehpaya bıraktı ve ona
uzandı.
Silkinip kadının
elinden kurtuldu.
"Biliyordun,
değil mi? Onun orada olduğunu ve bizi görebileceğini biliyordun!"
"Kim?"
Kadının yüz ifadesi
şaşkın görünüyordu ama kanmadı, Sam biliyordu! Melek'in yan apartmanda
oturduğunu biliyordu. Onu mutfakta baştan çıkarmasının sebebi bu olmalıydı.
Kendisi neden bu kadar sarsılmıştı bilmiyordu ama Melek'in yüzündeki bir ifade
onu delirtmişti. Bitti, artık
tamamen hiçbir bağ kalmadı! Bana ihanet ettin!
"Neden bunu
yaptın Sam?"
Sam öfkeyle
soluklandı. "Kendine gel Okan, her zamankinden farklı bir şey mi yaptım?
Neden kızıyorsun?" Giyinirken Sam söylenmeye devam etti. "Nereye
gidiyorsun Okan?"
"Seni
ilgilendirmez!"
"İlgilendirir,
bunu kendine yapma Okan. Pişman olacaksın! Okan!"
Sam'ın ona
seslenmesine aldırmadan kendini daireden dışarı attı. Durup kadınla tartışmaya
devam ederse onun canını yakabilirdi, eliyle değil ama diliyle. Sam'a çok
kızgındı. Melek'i bu kadar önemsediği için kendisine çok kızgındı. Okan'ı hiç
önemsemediği halde, salt bakışlarıyla onu taa kalbinden vuran eski karısına çok
kızgındı.
Telefonu elinde
çevirdi ve Melek'i aradı. Cevap yok. Diğer siteye kadar aramaya devam etti.
Güvenlikten geçip apartmanın önüne geldi. Kapı zillerinden Melek'in adını buldu
ve zile bastı. Bir yandan da telefonla sürekli arıyordu. Sonunda telefon
açıldı, buz gibi bir ses;
''Alo.'' dedi.
''Melek, kapıyı açar
mısın?'' dedi gözlerini kapatıp kapıyı açması için dua ederek.
''Ne işin var burada
Okan? Sizi izlemek istemedim, ben...''
''Melek lütfen kapıyı
aç!'' diye lafını kesti. "Lütfen!"
''Olmaz Okan, saat geç
oldu...''
''Konuşmalıyız
Melek.'' dedi ısrarla. Çünkü konuşmazsa her şey bitecekti, bunu hissetmek bile
onu delirtiyordu.
''Bak, hiç gerek...''
''Gerek olmasaydı,
kapında yalvarmazdım!''
Birkaç saniye sonra
konuşan Melek ''Tamam.'' dedi üzgün bir sesle.
Telefonu kapattı ve
açılan dış kapıdan apartmana girdi. Onun katına kadar merdivenleri üçer dörder
tırmandı, asansörü beklemeye sabrı yoktu. Melek onu kapıda karşıladı. Nefes
nefese kadına bakarken çenesi kasıldı. Melek karşısındaydı işte... Ama ne
diyecekti? Ona doğru adımladı.
''Hoş geldin.''
diyerek kapıdan çekildi, onun içeri girmesi için.
''Hoş buldum.''
Okan sıcacık ve samimi
bir dekorla döşenmiş eve adımını attı, her yer Melek'in ferah ve nefis
kokusuyla doluydu. Melek öne düşerek onu oturma odasına yönlendirdi. Aldığı
derin nefesler yüzünden başı dönen Okan elleri ter içinde, kadının yürüyüşünü
izledi. Geldiğine pişman değildi ama bir de kafası çalışsaydı. Ne konuşacaktı?
''Evin dekorasyonu çok
hoş.'' dedi sonunda.
Melek neşesizce
gülümsedi ve karşısındaki koltuğa oturdu. ''Senin evin.'' dedi. ''Ev sahibi,
annen!''
Okan, Melek'in
gözlerine baktı. Kesinlikle kırgındı, anlam veremedi. Onu buraya kadar getiren
de bu bakış değil miydi? Kanepeye oturdu. ''Ev güzel demedim ki, dekoru çok hoş
dedim. Annem dekorla da uğraştıysa o başka.''
''Teşekkür ederim.''
dedi yüzüne kısa bir bakış attı. ''Neden geldin?''
Okan dudağını ısırdı.
''Ben senin burada oturduğunu bilmiyordum. Yani bilseydim... Ben... Bizi
görmene izin vermezdim. Yani o şekilde görmeni istemedim…''
Melek'in yüzü sarardı.
Onun hasta olduğu aklına gelince, Okan iyice gerildi. Öne doğru eğildiğinde
Melek aradaki mesafeye rağmen oturduğu yerde geriledi. Okan'ın canı sıkılmıştı
ama belli etmedi. Melek onun yanında hiçbir zaman rahat olamayacaktı, her an
bir mayına basmak üzereymiş gibi tetikteydi.
''Sorun değil.'' dedi
hemen, sanki Melek konuyu kapatmak için can atıyordu.
''Bak, inan bana sana
nispet yapmak istemedim.''
''Nispet mi?'' dedi
Melek şaşkınlıkla. ''Bana neden nispet yapasın?''
Okan kaç gündür
gittikçe yoğunlaşan kıskançlığına gem vurmaya çalışarak gülümsedi.
''Yani bilirsin, bak
senin sevgilin varsa benim de sevgilim var, tarzı bir şey.'' dedi omzunu
silkti. Melek'ten olumlu olumsuz bir tepki alamayınca, saçmalamaya başlamıştı.
''Sonuçta ikimiz de boşanmış medeni insanlarız. İlişkilerimizin olması çok
normal zaten olması da gerekir.''
Sözleri kendine bile
batıyordu ki, Melek'in iyice süzülmesini normal karşıladı. Söylediğine
gerçekten inanıyorsa, neden tüm gün doktor ve Tekin'i kıskanıp işkence
çekmişti? Ve neden her zamanki gibi, Sam'ın kollarına sığınmak ihtiyacını
hissetmişti?
Melek zorlukla
yutkundu ve kararsızca konuştu.
''Sam güzel ve akıllı
bir kadın… Dediğini gibi, ilişkiniz gayet normal ama ben nispet olayını pek
anlamadım.''
Kelimeler, Melek'in
tatlı dudaklarından takılarak çıkıyordu. Okan aptal olmalıydı veya düşüncesiz.
Hasta haliyle kadını rahatsız ediyordu, oysaki Melek'in onu umursamadığı
belliydi. Neyi, ne diye açıklamaya gelmişti ki? Genç kadının gözlerinin
altındaki karartılara ve solgun dudaklarına baktı.
''Bugün neyin vardı?''
dedi istemsizce. ''Piknikten erken ayrıldın. Seni aradım ama bana geri
dönmedin.''
''Telefon
beklemiyorsam, tanımadığım numaralara pek geri dönmem. Önemli bir şey değildi
zaten. Midemi bozmuşum, abur cubur yemekten.''
''Aldıklarını bitirme
konusunda sana yardım etmeyi teklif etmiştim değil mi?” dedi gergin bir
tavırla. Melek’in dudaklarının ucunda beliren gülümsemeyi fark edince biraz
rahatladı. “Şimdi nasılsın?''
Gülümsemesi geldiği
hızla kaybolmuştu. Melek, gözlerini nihayet onun yüzünde sabitledi. Yorgun bir
bakış olduğunu düşündüğü hüzünlü bakışlarla bir süre gözlerine baktı. Okan kalp
atışlarının hızlandığını ve ruhunun Melek'e doğru çekildiğini hissetti. İşin
tuhafı Melek'in de aynı durumda olduğunu beden hareketlerinden hissetti.
''İyiyim.'' dedi
sonunda zorlukla. ''Dinlenmem gerekiyormuş.''
''Doktor mu söyledi?''
dedi alay edercesine sırıtarak. ''Yoksa Tekin mi?''
''Doktor söyledi tabi
ki.'' dedi kaşlarını çattı. ''Tekin ne karışıyor?''
Tekin ile aralarındaki
ilişki de Melek baskın taraftı, anlaşıldığı kadarıyla. Zaten adamın bugün
etrafında pervane olmasından bunu tahmin etmeliydi. Baskı ve aşırı ilgi varsa,
pek uyumlu bir birliktelik sayılmazdı, parçalanması kolay olurdu. Bu düşünce
onu inanılmaz keyiflendirdi ve Melek'e bakan gözleriyle birlikte dudakları da
gülümsedi.
Melek afallayarak
başını çevirdi, yanakları pembeleşmişti.
''Sam ile ne
zamandır berabersin?'' dedi birden bire sert bir sesle.
Sorgulandığını
düşündüğünden Melek karşı atağa geçmişti. Bu kez hesap sorulması hoşuna
gitmişti. Okan bu hissin keyfine varmak adına, kanepeye yaslandı ve ellerini
karnında kenetledi. Melek ona bakana kadar da öylece onu izledi. Ne çok
özlemişti... Sorusuna cevap alamayan Melek sinirli bakışlarını yüzüne çevirince
konuştu.
''Birliktelik sayılmaz
ama yakınlaşmamız beş altı ay kadar önceydi.'' dedi. ''Ama eski çalışanımızdı.
Yani benim çalışanım, senin değil.''
Melek dudağını büktü.
''Kimin çalışanı olduğunu az önce mutfakta gördüm.''
''Kıskandın mı?'' dedi
alaycı bir umutla.
Melek yüzünü
buruşturdu. ''Hı, çok kıskandım. Hep öyle bir yardımcım olsun isterdim.''
''Zor bulursun.''
diyen Okan sırıttı. ''Bana içecek bir şeyler ikram etmeyecek misin?''
''Hayır.''
''Neden?''
''Kalman gereken
zamandan daha uzun süre kalırsın o zaman.'' dedi dik başlı bir tavırla. ''Ve
benim işim gücüm var.''
Başıyla açık
bilgisayarı gösterdi. Okan masadaki bilgisayara baktı. Gecenin bu saatinde hala
hesap kitapla uğraşıyordu.
''Ne o, çalışacağın
oteli ikna edemiyor musun?'' dedi ve Melek'e döndü. İnanılmaz eğleniyordu.
''Son derece kendini
beğenmiş bir patronları var. Adam görüşmek bile istemiyor ve insanlara karşı o
kadar güvensiz ki; işi, sevgilisine devredip kurtulmuyor da...''
''İşi, niye sana
devredecekmişim?'' dedi alaycı bir tavırla ve söylediği şey yüzünden bir an
dondu kaldı. Lanet dili! Melek'in ağzı açık kalmıştı, kadının konuşmasına
fırsat vermeden ekledi. ''Yani Sam'a demek istedim, sana değil, dilim sürçtü.
Belki bana soda filan bir şey vermelisin. Boğazım kurudu da.''
Yanakları kızaran Melek
ayağa kalktı. ''Tabi, neden olmasın. Gideceğe benzemiyorsun, bari boğazını
ıslatalım da kelimeler yanlış çıkmasın.''
Melek odadan ayrılınca
yumruğunu sıkıp kanepeyi yumrukladı. ''Ne kadar şaşkınsın Okan!'' diye
homurdandı. Bazen diline hâkim olamıyordu, özellikle Melek yanındayken veya onu
düşünüyorken...
Melek elinde tepsiyle
geldiğinde hala kendine kızıyordu. Tepsinin içinde iki sade kahve ve iki tabak
kurabiye vardı. Midesinin boş olduğunu nefis kokuları duyunca daha bir
hissetti. Sabah yediği peynirli sandviç dışında bir şey yememişti. Ve küçük bir
sandviç bir doksanlık boyu ve doksan beş kiloluk ağırlığı tüm gün taşıyamazdı.
''Sade kahve.'' dedi
gülümseyerek Melek'e baktı. ''Hatırlıyorsun.''
Melek sıkılmış gibi
kıpırdandı. ''Unutmuş gibi davranmak istemedim. Seni olduğundan fazla
önemsediğimi düşünme.''
"Olduğu kadarı
yeter bana tatlım, şimdilik."
"Sınır zaten
buydu Okan Başar." diye homurdandı Melek. "İlerisini umut etme."
"Kahve ve
kurabiye demek." dedi Okan. Sonra omzunu kaldırdı. "Hiç değilse,
midem boş kalmayacak."
Okan ona gülümserken
Melek kaşlarını çatıp bakışlarını tepsiye çevirdi. Keşke Melek onun varlığından
bu kadar rahatsız olmasaydı...
''Sevgilin pencerenin
önünde kamp kurmuş.'' dedi huzursuzca, tabağını tepsiden alırken. ''Sanırım
buraya gelmenden hoşnut değil.''
Okan aldırmadı,
kurabiyelerden birini alıp yemeğe başladı. Tadı nefisti, ya da aç olduğundan
ona öyle gelmişti. İkinci kurabiyeye atılırken Melek boğazını temizledi. Okan
ilgisini kurabiyelerden alıp Melek'e baktı. Ağzı dolu olduğu halde konuştu.
''Ne var?''
Melek bıkkınca
nefeslendi. ''Diyorum ki; kız arkadaşın buraya gelmenden hoşnut değil. Belki
yanına dönmelisin.''
''Bu muhteşem kurabiyeleri
bırakıp mı, delirdin mi sen?'' dedi kurabiyeyi ağzına tıktı. ''Nereden aldın
bunları? Nefis.''
Melek kaşlarını çattı.
''Ben yaptım. Sana paket yapabilirim, böylece Sam'a da...''
''Senin böyle
becerilerin olduğunu bilmiyordum.'' dedi Melek'in önerisini duymazdan gelerek.
“Hayatımda yediğim en nefis kurabiye olmalı.”
Neden onu göndermekte
bu kadar ısrar ediyordu? Onun canını sıkan bir şey yapmamıştı ki, sonra aklına
otoparktaki olay geldi. Melek onu son anda uyarmasaydı, Melek'i öpecekti. O
kadar pervasızca, kendini karısına kaptırmıştı ki... Melek tekrarlanmasından
korkuyor olmalı diye düşünüyordu ki tepkisi daha farklı bir şekilde geldi.
''Sen beni tanıyor
muydun ki? Adımı hatırlaman bile senin için büyük başarı!'' dedi aniden Melek
öfkeli bir sesle. Okan şaşkın bakışlarla ona bakarken nefeslendi. ''Özür
dilerim. Sana bağırmak istemezdim, son günlerde biraz gerginim.''
Sonra hızla ayağa
kalktı. ''Bana biraz müsaade eder misin? Çamaşır makinesini çalıştırmam
gerekiyor da.''
Sessizce Melek'in
odadan kaçmasını izledi. Tepkisine şaşırmıştı, gerçekten de o kadar bencil
miydi? Melek onun kahveyi nasıl içtiğini bile hatırlıyordu ama o Melek'in de
sade kahve içtiğini yeni fark etmişti. Melek'in varlığının onu ne kadar mutlu
ettiğini hatırlıyordu ama daha onun hangi rengi sevdiğini bilmiyordu.
Eli, eski yara izine
gitti. Durup durup sızlamasına sinir oluyordu. Sürekli o günü hatırlatıyordu,
terk edildiği günü. Ve sonrasındaki azap dolu ayları... Öfke beynini kavururken
Melek'e neden hesap vermeye çalıştığını düşündü. Ne gerek vardı ki? Melek zaten
onu sorgulamıyordu. Sam ile olan ilişkisi onun umurunda değildi.
Gitmek için ayağa
kalktı, gözü kitaplığa ilişince durakladı. Tıka basa kitapla dolu kitaplığa
yürüdü. Birkaç fotoğraf çerçevesi rastgele dağılmıştı. Küçük bir çerçevenin
içindeki fotoğrafı görünce soluğu kesildi. İkisinin evlilik fotoğrafıydı, küçük
bir fotoğraftı. Melek mutlu bir şekilde onun elini tutmuş objektife
gülümsüyordu. Okan ise bir elini onun beline dolamıştı, sevgi dolu bir bakışla
karısına bakıyordu.
Hayatının en güzel
günüydü.
Resmi eline aldı ve
parmağının ucuyla Melek'in gülümseyen yüzünü okşadı. Uzun süredir içinde buza
dönüşmüş bir şey parçalanarak tüm bedenine dağıldı. Sıcacık bir histi; mutluluk
ve umut veriyordu. Evlilikleri boyunca, ilişkileri dışında, kendini bir şeyleri
düzeltmeye o kadar kaptırmıştı ki, Melek'in ne hissedebileceğini göz ardı
etmişti. İşleri yüzünden ilgilenmekte zorlanmıştı ve bunu anladığında yanlış
bir adım atmıştı. O panikle Melek'i kaybetmemeye odaklanması, ellerinin
arasından kaçmasına neden olmuştu. Acaba Melek onu hiç sevmiş miydi, ya da ona
karşı sevgiye yakın bir duygu hissetmiş miydi? Hiç denemiş miydi?
Resmi aynı yere
bıraktı ve yerine oturdu. Savaşmaya devam etmeye karar verdi, bu sefer ondan
intikam almak için değil, onu kazanmak içindi. Kendi içinde beslediği duygular
intikam almak için fazla güçlüydü, almaya kalkarsa her ikisini de yakardı. Kısa
bir hesapla kararını verdi. Melek ona, ikisinin evlilik fotoğrafını saklayacak
kadar değer veriyorsa, şansı hala yüksekti. Kendi ilgisine kılıf bulup intikam
denen zavallı duygunun ardına saklanmak zorunda değildi.
Sehpanın üzerindeki
telefon çalmaya başlayınca, başını kaldırıp Melek'in telefonuna baktı. Ekranda
'Tekin' yazıyordu.
''Hiç şansın yok
dostum.'' dedi ve telefonu meşgule attı. ''O, benim karım.''
Melek döndüğünde
kahvesini yarılamıştı. Son kurabiyeye uzandı ve kayıtsızca konuştu. "Gerginliğinin
sebebi ben miyim?"
Melek kararsızca ona
baktı. Baktığını göz ucuyla görüyordu ama yüzüne bakamıyordu. Melek usulca
sordu. "Benden ne istiyorsun Okan?" dedi. "Kendini neden bana
açıklama gereği duydun?"
Okan ne diyecekti?
Paniğini ve kaybetme korkusunu anlatamazdı ki, Melek anlamazdı. Nefes alıp
başını salladı.
"Bilmiyorum.
Sadece..." Bakışlarını karısının yüzüne kaldırdı. "Sanırım
utandım."
Melek aniden
gülümsedi. "Benden mi utandın? Seni daha önce çıplak gördüm Okan..."
Lafını söyler söylemez
Melek boğazına kadar kızardı ve yutkundu. İstemeden söylediği belliydi.
Söylediğini toparlamak için kekeledi. "Şey, ben... Aslında düşününce
haklısın. Bu halin daha farklı tabi... Kaslarını kastettim... Yani çok gelişmişler...
Ben ne diyorum ya... Ah, lanet... Beni durdursana Okan!"
Okan dayanamayıp
kahkaha attı. "Sen hızlı gidiyorsun bebeğim, ezip geçtin beni. Nasıl
durdurayım?"
Melek küskünce
suratını astı ve homurdandı. "Yine de seni Sam ile o şekilde görmek pek
hoş olmadı elbette."
"Kıskandın!"
"Saçmalama,
teşhirciliğinizi neden kıskanayım?"
"Çok
kıskandın!"
"Kes
sesini!"
"Ah, sen
kıskançlıktan delirmişsin!"
"Avucunu
yala!"
Okan imalı bir şekilde
kurabiyeyi ısırırken, çapkın bakışlarını Melek'in üzerinden çekmedi. Karısının
öfkeli yüz ifadesinin erimesini ve şaşkın bakışlarının onun dudaklarına doğru
yönelmesini keyifle izledi. Kurabiye kırıntılarını toplamak için yavaşça
dudağını yaladığında da, Melek nefeslenerek başını mutfaktan yana çevirdi.
Melek'i daha fazla kızdırmamak için konuyu değiştirdi.
''Az önce telefonun
çaldı, ben de meşgule attım.''
''Aaa, neden attın?''
diye telefonuna uzandı. ''Seslenseydin ya.''
''Çünkü meşguldün.''
dedi kurabiyeden büyük bir ısırık aldı. "Yani benimle meşguldün."
Melek gözlerini
tehditkar bir şekilde kısarak telefonu kulağına götürdü. Birkaç saniye sonra
konuştu.
''Yine ne var başımın
belası.'' diye telefondakine söylendi. Ayağa kalkıp kitaplığa doğru yürüdü.
Okan dikkatle onun
hareketlerini izliyordu. Melek bir süre dinledikten sonra homurdandı.
''İyiyim daha ölmedim
ve ayrıca ölsem de; o kreş işini, sen yapacaksın Tekin. Çok söylenme.''
Melek'in sesi birden
kısıldı ve omzunun üstünden ona yan bir bakış attı. Okan görmezden gelip
kahvesiyle ilgileniyormuş gibi yaptı. Melek onun bakmadığına kanaat getirerek,
elini az önce onun incelediği resme attı ve çaktırmamaya çalışarak resmi
kitapların arasına hızlıca ittirdi. Okan gülmemek için dudaklarını ısırdı. 'Tatlı
budala, ben çoktan gördüm' diye için için gülerek bacağını diğerinin
üstüne attı ve keyifle kahvesini bitirdi.
Melek yürürken bir
yandan da konuşmaya devam etti.
''Tamam, araba sende
kalabilir, buraya kadar getirme ama sabah beni alman gerek.'' Durakladı. ''Ne
demek! Otobüsle sen gel sersem herif. Sabah sekizde kapının önünde olmazsan arabam çalındı diye polise haber veririm ona göre.''
''Yaparım!'' Dedi ve
elini ahizeye gererek daha kısık sesle ekledi. ''Beni rezil ediyorsun Tekin.
Kapat telefonu... Hayır, poğaça alma... Hayır, dedim... O bir kere olur, hem o
zaman çok sarhoştum.'' Diye fısıldadı. ''Şansını zorlama.''
'Bir kere olur!'
Okan'ın kaşları çatıldı. Kahve fincanını gürültüyle tabağa çarpınca Melek
irkildi. Ona doğru dönerken telefondaki salağa mırıldandı.
''Bak kapatmam gerek,
sabah görüşürüz.''
Okan başının tepesine
hücum eden sıcaklık yüzünden ısınan gözlerini Melek'e dikmişti. Melek derin bir
nefes aldı ve sırıtmaya çalışarak telefonu salladı.
''Patron olmak kolay
değil. Sen daha iyi bilirsin.''
Bir kere olur demek
ha! Bağırmamak ve Melek'i kollarından tutup
sarsmamak için kendini zor tutuyordu. Tahmin etmek bir şeydi, bilmek bambaşka
bir şeydi. O ukala adamın karısına dokunan ellerini kırmaktan başka bir şey
düşünmeyen beyni uğulduyordu. Ayağa kalktı, yumruklarını sıkıyordu. Öfkesini
bir şekilde bastırmalıydı, o yüzden Melek'in yanından hemen ayrılmaya karar
verdi. Gergin bir sesle konuştu.
''İkram için teşekkür
ederim. Pazartesi günü buluşup senin işini konuşalım.'' Taş kesilmiş Melek'e
doğru yürüdü ve telefonunu elinden aldı. Kendi numarasını rehbere kayıt etti.
Geri Melek'in eline bıraktı. ''Beni ararsın, o güne kadar çok yoğunum.''
Melek şaşkınlıkla
telefonunda yazana baktı. Okan yazdığına ne tepki vereceğini dikkatle izledi.
Çünkü telefona 'eşim' diye
yazmıştı. Melek dişlerini sıkarak hızla yazıyı düzeltti ve Okan'ın yüzüne
tuttu.
'Eski eşim'
Okan sinirli bir
şekilde güldü ve arkasını dönüp kapıya gitti. İçinden yakında oraya 'biricik sevgilim' yazacaksın diye geçiriyordu. Tekin
gibi birinin, onun karşısında hiç şansı yoktu. Melek arkasından bağırdı.
''Bu güzel gece için
teşekkür ederim.''
Okan hiç dönmeden
bağırarak yanıt verdi. ''Tüm günüm sayende çok güzeldi, asıl ben teşekkür
ederim.''
Kapıyı çarpıp dışarı
çıktı, karmaşık duygularına rağmen sırıtmaktan kendini alamıyordu. Melek onu
sonunda duygu mazoşisti yapmıştı, sadist kadın.
Sam'ın kaldığı
apartmanın otoparkına geldiğinde, arabasının tüm lastiklerinin sönmüş olduğunu
gördü. Kim olduğunu tahmin ettiği biri, bıçakla lastikleri deşmişti. Bu
arabasını çok severdi ve Türkiye'ye gelirken de yanına getirtmişti. Aston
Martin One 77'nin yedek parçalarını sağlamak zordu ama arabasından vaz
geçmezdi. Parçalar gelene dek birkaç gün diğer arabalarından birini
kullanabilirdi. Sam ile gereksizce tartışarak canını sıkmak istemedi,
lastiklerin ücretini kadının maaşından keserek de cezalandırabilirdi. Arabasını
orada bıraktı ve taksiyle evine döndü.
Pazartesi gününe kadar
içi içine sığmamıştı. Okan ile ilk kez yüz yüze görüşmek için oteline gittiği
gün olduğu kadar heyecanlıydı. Belki daha fazla... İlk kez birbirlerini
gördükleri o düğünden sonra, Okan'ı ikinci kez gördüğü o günü hayal etti.
Otelde onları karşılayıp odalarına yerleştirirken anlamsız bir heyecanla genç
adamın her hareketini izleyen Melek, heyecanından bayılacağını sanmıştı. Şimdi
de genç adamla görüşmeye otele gitmek için sarsak hareketlerle dosyasını
toparlarken yüzü alev alevdi. Bir haftadır rüyada gibiydi zaten.
Perşembe gününden
beri, kendi evinin mutfağına girerken hırsız gibi davranıyordu. Sam'ın mutfak
ışığı yanıyorsa, hemen salona kaçıyordu. Okan'ın 'Bay Muhteşem Sırt' olduğunu
öğrenmek onun için çok sarsıcı olmuştu. Özellikle ikisini birbirlerine sarmaş
dolaş görmek canını inanılmaz derecede acıtmıştı.
Çayını içmek için
balkona çıktığında, mutfağa girip Sam'a sarılan Bay Muhteşem Sırtı görmüştü ve
engel olamadığı bir merakla izlemeye dalmıştı. Öpüşen çift ayrılıp da adamın
kim olduğunu açıkça gördüğünde, soğuk bir kova su, başından aşağı dökülmüştü.
Elinde çay fincanıyla öylece durup onlara bakakalmıştı. Bay Muhteşem Sırt,
Okan'dan başkası değildi ve Sam'ın sırnaşmasını memnuniyetle karşılıyordu. Hele
pencere önündeki tutkulu öpüşmeleri ve kısa sevişmeleri tüm bedenini germişti.
Şaşırtıcı olan şey
ise; Okan'ın onu fark ettikten sonra dairesine gelmesiydi. Hiç beklemiyordu.
Ağzı açık onları izlediği için Okan'ın ona kızdığını düşünmüştü ama genç adam,
Sam ile olan ilişkisini ona açıklamaya çalışmıştı. Melek'e açıklama yapmasına
bile gerek yoktu aslında. Her ne kadar sinir olsa da, ikisi de
birlikteliklerinde haklıydı, çekici bir adamdı ve bekârdı. Yine de onun Sam'ı
kabullenmesini beklemesi canını sıkmıştı. Her şey bir yana genç adamı, kendi
evinde görmek onu hayallere sürüklemişti.
''Kendini topla.''
diye homurdandı. ''O sadece seninle dalga geçiyor. Hırsından öyle davranıyor.''
Neyse ki düğün fotoğrafını
görmemişti. Tekin ile rahatça konuşmak için kitaplığına yürüdüğünde gözü
çerçeveye ilişmişti ve beyninden vurulmuşa dönmüştü. Hemen sakladı, Okan bunu
fark etmemişti. Şimdi yatak odasındaki tuvalet masasının üzerinde duruyordu.
Okan, onun yatak odasına girmeyeceği için artık fotoğrafı göremezdi. Gerçi
kendini Okan'ın büyüsünden kurtarmadığı sürece kimse, o çerçeveyi, bulunduğu
yerde de göremeyecekti. Âşık olmak ne zordu, Okan'a hissettiği aşkı unutmak ise
imkânsızdı.
Kâğıtları dosyanın
içine sıkıştırdı ve çantasını aramaya başladı. Etrafta görünmüyordu, çantayı en
son Mehmet'e verdiğini hatırladı. Birazdan adamdan almayı beynine not ettiği
sırada telefonu çaldı. Ekranda ısrarcı doktorun ismini görünce iç geçirdi. Adam
perşembeden beri her gün arıyordu. Sürekli atlatmasını olumsuz bir işaret
olarak almadığını anlayınca biraz sert konuşmaya karar verdi.
''Evet.''
''Selam Melek.''
''Selam Doğan.''
''Nasılsın?'' dedi
özgüveni yüksek bir sesle.
''Çok meşgulüm.'' dedi
telefonu kulağı ile omzunun arasına sıkıştırarak. Bir yandan masasında unuttuğu
bir şey var mı diye kontrol ediyordu. ''Bir şey mi vardı?''
''Sanırım seni
rahatsız ettim, hemen konuya gireyim.'' dedi Doğan. ''Akşam boş musun diye
soracaktım.''
Melek masa saatine
baktı. Öğleye geliyordu, daha Okan'ın sekreterini randevu için arayacaktı.
İşleri toparlamamıştı bile. Ayağa kalktı, Mehmet'ten çantasını istemek için.
Dosyaları dağıtmadan taşımak için başka çaresi yoktu.
''Kusura bakma Doğan.
Sen iyi birisin ama ben şu an için...''
''Hemen kestirip atma
Melek. Seni tanımak istiyorum. Beni tanımanı istiyorum.''
Eli, kapısının kolunda
nefeslendi. Bir sen eksiktin diye içinden söylenerek kapıyı açtı.
''Başka zaman
buluşsak...''
Durdu. Kapıdan
geçemedi çünkü Okan kapının önünde dikiliyordu, bir eli kapıyı tıklatmak için
havadaydı. Melek lafını tamamlayamadan öylece Okan'ın yüzüne baktı. Doğan hala
telefondaydı, adamın sesini sinek vızıltısı gibi duydu.
''Sadece bir kahve
içelim, eminim sohbetimden hoşlanacaksın.''
Okan'ın ardında tüm
ofis başlarını, onlara doğru çevirmişti. Yasemin tuhaf ve anlamlı bir ifadeyle
sırıtıyordu. Omzundaki telefonu eliyle tuttu. ''Bir saniye'' dedi Doğan'a ve
kulağından çekti.
''Ben de seni
arayacaktım.''
Okan, elindeki
telefona baktı ve bakışlarını ona çevirirken tek kaşını kaldırdı. ''Tabi,
telefonunu kapatır kapatmaz değil mi?''
Tekin'in meraklı bir
bakışla ayağa kalktığını gördü. Herkes Okan'ın buraya neden geldiğini merak
ediyor olmalıydı, kendisi de bu kişilere dâhildi.
''İçeri buyurmaz
mısın?'' dedi kapıdan çekilip. Okan içeri girerken Hale'ye iki kahve
getirmesini istedi. Sert olmasını özellikle belirtti ve kapıyı kapattı.
Okan çoktan misafir
koltuklarından birine kurulmuştu. İnceleyici bakışlarla odasını süzüyordu. Şu
andaki karmaşadan pek hoşnut göründüğü söylenemezdi. O da adamın karşısına
oturdu ve elinde fazlalık olan telefonu önlerindeki sehpaya bıraktı. Okan'ın
yüzüne soran gözlerle baktı.
Okan pis pis sırıttı.
''Telefonu kapat da karşıdaki beklemesin.''
''Hay, lanet.'' diye
telefonu eline aldı. Doğan hala hattaydı. ''Kusura bakma Doğan.''
Okan'ın seslice
nefeslendiğini duyunca ayağa kalktı ve dosya dolabına doğru yürüdü.
''Bak gerçekten
meşgulüm.''
''Çok nazlanıyorsun
Melek, altı üstü bir kahve. Seni ısırmam merak etme, eğer ısırmamı istersen o
zaman başka.''
''Gereksiz bir
espriydi.'' dedi yedek yarışma dosyasını raftan alarak. Sehpadaki evraklara
uzanmak ve Okan ile yan yana çalışmak şu duygu haliyle çok tehlikeliydi. Şık
elbisesinin içindeki genç adam yine bir içim suydu ve Melek çok susamıştı.
''Özür dilerim.'' dedi
Doğan. ''Bu geceye ne dersin?''
''İyi, tamam, bu
gece.'' dedi adamdan kurtulamayacağını anlayınca. ''İşim bitince seni ararım.''
''Kaç gibi?'' dedi
adam. ''Hasta randevusunu ona göre ayarlayacağım.''
Melek ofladı. ''İki
saate ararım, hadi görüşürüz.''
''Telefonunu
bekliyorum.''
''Görüşürüz.''
Telefonu kapattı ve
doğrulup Okan'a döndü. Adam ilgisizce masadaki kâğıtlara göz atıyordu. Onun
bütçe hesaplamaları!
"Sen ne
yapıyorsun?" diye hemen atıldı ve kâğıtları onun elinden almak için
uzandı.
Okan kağıtları tutmayı
bırakıp onun bileğini tuttu ve kendine doğru çekti. Adamın dokunuşuyla, sıcak
bir akım kolundan tırmanıp çırpınan kalbine ulaştı. Zaman durdu. Gözleri
birbirine kenetlendi ve büyülenen gözleri, tamamen Okan'ın yemyeşil
bakışlarıyla kamaşan Melek titrek bir nefes aldı. Elini çekecekken Okan daha
sıkı kavradı ve tok bir sesle söylendi.
''İki saate işinin
biteceğini sanmıyorum hayatım. Randevunu gelecek yüzyıla kadar ertelesen iyi
olur. Tüm gün benimle uğraşmak zorundasın.''
"Ne?"
Bu tam bir soruydu.
Okan'ın neyi kast ettiğini gerçekten anlamadı çünkü sadece adamın onda
yarattığı heyecana yoğunlaşmıştı. Sesinin tınısı tüylerini diken diken etti.
İçinde hem kızgınlık hem de tehlikeli talepler vardı. Okan'ın öpücük vaat eden bakışları
onun dudaklarına kayınca, Melek dudaklarını istekle araladı. Onun etkisindeyken
kendini asla tutamıyordu. Sürekli aralarında asılı duran o öpücüğe ihtiyacı
vardı. O sırada kapı çaldı, alarma basılmış gibi birbirlerinden ayrıldılar.
''Gel!'' dedi Melek
elini, diğer eliyle ovuşturarak. Adamın dokunuşu tenini karıncalandırmıştı ve
zihnini uyuşturmuştu.
Hale elinde tepsiyle
içeri girdi ve kahveleri masaya bıraktıktan sonra gülümseyerek dışarı çıktı.
Yüzlerinden bir şey olduğu apaçık ortadaydı, sanki saatlerce öpüşmüşler gibi ikisinin
de yanakları alev almıştı. Hadi kendisi manyaktı, Okan'a ne demeliydi.
''Bence...'' diye
lafına başladı ama nefes almamış olacak sesi güçsüz çıktı. Boğazını temizledi.
''Toplantımızı burada yapabiliriz Okan, yani her şey ortada değil mi?''
Kendi koltuğuna
oturdu, bacakları onu taşıyamayacaktı ve Okan'ın karşısına oturamayacağını da
iyi biliyordu. Okan yan gözle ona baktı.
''Orada oturunca daha
mı iyi oluyor?'' dedi ve oturmak için dosyayı koyarak hazırlık yaptığı koltuğu
gösterdi. ''Karşıma geçsene.''
''Böyle iyi
teşekkürler.'' dedi.
"Bana yakın
olmaktan korkuyor musun?"
Melek onun meydan
okuyan ifadesine karşılık ters bir bakış attı. "Ben, burada rahatım. Benim
ofisimde olduğunu unutmamanı rica ediyorum."
Okan dudağını ısırarak
gülümsedi. Ah, o gamze... Melek aptallaşarak adamı izlediğini fark edince hemen
toparlanıp bakışlarını Okan'dan çevirdi. Gıcık Hale ikisinin kahvesini yan yana
koymuştu. Şimdi aynı anda, aynı yere uzanmamak için Okan'ı kollaması gerekecekti.
Okan konuşunca özlem duyan bakışları yeniden genç adama döndü.
''Sen bilirsin.'' dedi
ve saatine baktı. Takımının ceketini giymemişti ve açık mavi gömleğiyle çok
yakışıklıydı. Rahat bir şekilde gömleğin kollarını katlamıştı. ''O halde,
kahvelerimizi içtikten sonra çıkalım mı?''
Okan'ı seyretmeyi
bırakarak irkildi. ''Hı? Nereye?''
Okan bıkkınca ona
doğru baktı. ''Öğle yemeği zamanı Melek! Yemek yerken de konuşabildiğini
hatırlıyorum, yoksa değiştin mi?''
''Öğle yemeğine mi
gideceksin? Daha yeni gelmiştin.'' Diye hayal kırıklığı dolu bir panikle
söylendi. Keşke iki saat konusunda saçmalamasaydı. Okan kızmış olmalıydı. İşi
bahane edebilirdi. ''Cevabını bile söylemedin.''
Okan hala kahvesine
uzanmamıştı ve Melek'in o kahveye acilen ihtiyacı vardı. Çünkü beyni ile
hormonları güç yarışına girmişlerdi ve hormonları oldukça öndeydi. Bir daha
Okan'a dokunmaması gerekiyordu, yoksa olacakların önüne geçemezdi. Genç adamın
zarif parmaklarının onun teninde dolaştığını düşünmemeye çalışmak bile bedenini
ateşe veriyordu, acaba düşünse ne olurdu... Adama karşı her yönden
savunmasızdı. Ama aralarında Sam vardı ve kadının varlığını hesaba katması
gereken kişi ise umursamaz Okan idi. Ve şu anda en az Okan kadar umursamazdı,
çünkü kendi hormonlarının, Okan'ın ihanetine çanak tutmasına aldırdığı yoktu.
Çapkın adam madem ona kur yapıyordu gününü görecekti. Ama burası çok uygunsuz
bir yerdi.
''Yemeğe sen de
geleceksin Melek. Her lafımı tersinden almayı nasıl beceriyorsun?''
''Davet ettiğini de
ben hatırlamıyorum Okan. Emrivaki yapman çok kaba bir hareket, tersinden
anlamam normal. Ben kibar biriyim senin aksine.''
Genç adam ayağa
kalktı. ''Melek, beni gerçekten yoruyorsun. Vaktim az ve karnım aç, iki işi bir
arada halletmek için üşenmeyip buraya kadar geldim. Sen ise aptal ayağına
yatıyorsun. Karşında doktor bey yok, bu numaralar bana sökmez. Beni geçiştirme.''
Yanında geldi ve
kolundan asılarak onu ayağa kaldırdı.
''Hey!'' diye kendini
geriye çekti. ''Sana numara yaptığım filan yok. Ayrıca vaktin azsa neden buraya
kadar geldin, emretseydin ben gelirdim. Her zaman yaptığın gibi...''
Duraklayan Okan bir an
ona baktıktan sonra çekici bir gülümsemeyle ona yaklaştı. Sesi konuşurken bir
yerlere giden Melek sustu ve beklenti içinde nefeslendi. Sersemlemiş başı
yeniden dönmeye başlamıştı, geçen hafta midesini bozduğu zaman gibi. Zaten
midesi de tuhaf bir hisle buruluyordu. Bu adama hasta olmaya mı başlamıştı,
yoksa? Yani, bir şeyin onu hasta ettiği kesindi.
Genç adam onun yüzüne
doğru eğildi. ''Emrettiğim her şeyi yapacak mısın yani?'' diye fısıldadı.
"Okan,
yapma."
"Neyi?"
"Şu an yaptığın
şeyi."
Okan biraz daha
yaklaştı ve Melek'in kalan aklını yok eden bir fısıltıyla nefesi tenini yaladı.
"Neyi?"
Melek yutkundu. "Uzaklaş,
bu son uyarım Okan!"
Okan burnunu onun
burnuna sürterek dudaklarına doğru mırıldandı. "Uyarın için teşekkürler,
bebeğim."
''İşleri neden
zorlaştırıyorsun Okan?'' dedi başını biraz daha geriye attı. Ancak bu kadar
uzaklaşmıştı çünkü kalçası masaya dayanmıştı ve gidecek bir yeri kalmamıştı.
''Bana kızgın olduğun için mi tüm bunlar?''
Okan başını salladı ve
boğuk bir sesle konuştu. ''Evet, sana çok kızgınım.''
Melek bir nefes
ötesindeki genç adamdan gözlerini alamıyordu. Parmaklarının ucuyla masaya
dokundu, yere yığılmamak için destek almalıydı. Okan tüm cüssesiyle
karşısındayken ne ellerinin ne bacaklarının titremesine engel olabiliyordu. Sonra
genç adam ellerini uzatıp onu belini kibarca sardı. Kalçasının sınırına kadar
inen eller yavaşça geri çıktı ve sırtını kavradı. Bu dokunuş hem iyiydi hem de
korkunçtu. Kaynak alevine tutulmuş dondurma gibi eriyiverdi. Okan onu kendine
doğru çekerken Melek sonunda konuşabildi.
''Aradan uzun zaman
geçti, neden hala kızgınsın?''
Okan kendinde değil
gibiydi, bakışları tek bir şeye odaklanmıştı. Arkasındaki masanın, adamın
gözünde yataktan farkı olmadığını anlamak zor değildi. İşin tuhafı masası, ona
da yumuşacık bir yatak gibi geliyordu, şöyle bir uzansa... Fakat burası onun
ofisiydi, dışarıda arkadaşları vardı ve biraz da olsa kendine saygısı kalmıştı.
Hala Sam ile beraber olan bir adamı öpemezdi, yani burada değil. Ayrıca Okan'ın
ne düşündüğünü bilmiyordu ama onun tek hedefi öpmek de değildi. Yoksa hiç
kendine saygısı kalmamış mıydı?
"Ben ciddiyim
Okan." dedi son bir gayretle. Okan'ın güçlü kollarından sıyrılmak için
kıvrandı. ''Ne yapmaya çalışıyorsun?''
Genç adam onu
bırakmakta gönülsüzdü. ''Seni öpmeye çalışıyorum.'' diye boğuk bir sesle
fısıldadı.
''Kızgın olduğun için
mi?'' dedi kendini geri çekerek, beli arkaya doğru iyice gerilemişti.
Okan siyah
kirpiklerinin arasında koyulaşan zümrüt yeşil gözlerini kapatıp onun
dudaklarına uzandı. ''Hayır, uzun zamandır istediğim için.''
Bu çılgınlıktı! Ani
gelen panikle, son anda elini adamın göğsüne koyarak ittirdi. Okan beklemediği
tepki yüzünden boş bulundu, dengesini kaybedip gerilerken onun koltuğuna takıldı,
sonra da sırtını duvara hızla çarptı. Refleks olarak bir yerlere tutunmaya
çalışırken elini savurdu ve avucuna dosya dolabının demir parçası saplandı.
Dolaptan çıkmış menteşe demiri yumuşak deriye bıçak gibi girmişti. Okan can
acısıyla elini çekince; menteşe, bileğinin hemen üstündeki eti kesti.
''Ah!'' diye inleyerek
elini kendine çekti.
Melek donmuş kalmıştı,
yarılan etin arasından akan kan yere damlamaya başlamıştı. Kusursuz gömleği
kırmızıyla lekelenmişti.
''Okan, çok üzgünüm.''
Adamın eline atılınca
Okan elini kendine çekti. ''Dokunma!''
''Çocuk gibi
sızlanmasana, dur bakayım.''
"Bakınca
iyileşecek mi?"
"Okan!"
Okan kaşlarını çattı
ve küçük bir çocuk gibi somurtarak elini uzattı. Kesik kısaydı ama oldukça
derindi. Aşırı kanıyordu, kesik bileğine yakın olduğundan tehlikeliydi. Hemen
koltuğun üstüne attığı hırkasını alıp kanayan ele doladı.
''Doktora
gitmeliyiz.''
Okan sinirle güldü.
''Sanırım tanıdığın bir doktor vardır.''
''Kes alay etmeyi de
yürü.''
Ofistekilerin şaşkın
bakışları altında Ayla Teyze'nin gittiği özel hastaneye doğru yola çıktılar. Yol
boyunca yanında oturan Okan'ın yüzünden düşen bin parçaydı. Elindeki hırka kana
bulanmıştı ve Melek kendini çok kötü hissediyordu. Öpseydi ne olacaktı ki? O da
istiyordu ama yok, yaparsa Okan’a teslim olmuş anlamına gelirdi.
Hastaneye vardıklarında
genç adamla hemen ilgilendiler. Melek'i beklemesi için özel bir odaya
almışlardı. Bir saat sonra Okan elinde sargıyla ve üstünde hastane tişörtüyle
odaya girdi. Yüzü bembeyazdı. Melek adamı kapıda karşıladı.
''Nasılsın?''
Okan yan gözle ona
baktı. ''Kötü haber, yaşayacakmışım.''
''Saçma sapan konuşma
Okan. İsteyerek yapmadım biliyorsun. Senin yüzünden oldu.''
Okan iki kişilik
koltuğa gidip oturdu. Elini yana koyup derin bir nefes aldı. Melek üzüntüden
kıvranıyordu, yanına gittiğinde genç adam ona baktı.
''Sadece küçük bir
öpücük istemiştim.''
Melek yutkundu, küçük
bir öpücük filan olmazdı. Okan'dan gelecek olan en ufak yakınlığın bile onun
için değeri büyüktü. Tabi, bunu adamın anlamasını beklemek çöle yağmur
yağmasını beklemek gibiydi. Okan dağılmış saçlarını geriye attı.
''Bunu niye bu kadar
büyüttüğünü anlamadım. Daha önce de öpüştük, hem de defalarca.''
''Biz o zamanlar
evliydik.'' diye kendini savundu.
Okan homurdandı.
''Evlenmeden önce de öpüşmüştük.''
''Aynı şey mi Okan,
biraz mantıklı olur musun?''
Okan ayağa kalktı, ani
hareketi yüzünden yüzü bembeyaz oldu. Melek adamın bayılacağını sandı ve ona
doğru adımladı ama Okan sağlam elini önde tutarak onu durdurdu. Kaşlarının
altında alevlenen gözleri tehlikeli bir ışıltı saçıyordu.
''Bana mantıktan bahsetme!''
dedi öfkeyle. ''Başıma ne geldiyse mantıklı davranmaya çalışmaktan geldi.''
''Evliliğimiz gibi
mi?'' dedi Melek.
''Özellikle
evliliğimiz...'' dedi ve yeniden kanepeye oturdu. Kan kaybı adamı güçsüz
bırakmıştı. ''Beni bir türlü kabul edemedin sen. Ne o zaman için, ne de bu
zamanda...''
''Kabul etmek mi? Sen
hiç benim yanımda mıydın?'' dedi kendini tutamıyordu. ''O otelden, bu otele
peşinden savrulmak evlilik miydi? Sen kendine eş değil, seni hep bekleyecek bir
yatak arkadaşı arıyordun. Ben evde senin çocuklarına bakayım sen gez, oh ne
ala. Dikkatinizi çekerim Okan Bey ben de bir insanım.''
''Bana hiç
söylememiştin.'' dedi Okan şaşkınca ekledi. ''Yani böyle hissettiğini...''
''Anlatmaya çalıştım
Okan ama sen beni anlamak istemedin. Uğraşmadın. Şimdi hem yatak arkadaşına hem
de iş arkadaşına sahipsin ama sana bu da yetmiyor. Gelip benim huzurumu
kaçırman gerekiyor değil mi? Her şey senin olsun istiyorsun. Benim hayatımı
mahvetmeye yemin mi ettin?''
''Mahvetmek mi? Tüm
bunlar senin yüzünden oldu. Sen bağlanmaktan korkuyordun Melek, hâlbuki ben
seni...''
Kapı ardına kadar
açılınca şaşıran Okan sustu. Odaya giren Sam telaşla Okan'ın yanına yürüdü.
''Aşkım bana neden
haber vermedin?''
Genç adam afallamıştı,
Sam onun yüzünü elleri arasına alarak öperken bile tepki veremedi. Kısa öpücük
sonrasında kadın geriledi.
''Elin çok mu kötü
durumda?'' dedi endişeyle, adamın gözlerine bakarak.
''Ben iyiyim.'' diye
mırıldandı. ''İki üç dikiş var sadece. Önemli değil.''
Melek az önceki
tartışmanın ve Sam'ın, Okan'ı öptüğü anın etkisindeydi, soğuk bir his beynini
uyuşturmuştu. Sam ona döndü.
''Ah! Selam Melek,
telaştan seni fark etmemişim.''
''Selam.'' dedi ve
geriye adımladı. ''Benim biraz işim var, sen de geldiğine göre en iyisi
gideyim.''
''Hiçbir yere
gitmiyorsun, daha konuşmamız bitmedi.''
Melek kaşlarını çatıp
Okan'a baktı, sonra da kısık gözlerle onu izleyen Sam'a. Okan avını yakalamak
için gerilen bir kaplan gibi tetikteydi. Sanki gitmek için adım atarsa, kaplan
atılıp dişlerini ona geçirecekti. Sam teskin etmek isteyen bir tavırla elini
adamın bacağına koydu.
''Senin dinlenmen
gerekiyor Okan. Çok kan kaybetmişsin. İş sonraya kalabilir.''
''İşten konuşan kim?''
dedi Okan ve Sam'a baktı. ''Sen burada olduğumuzu nereden öğrendin?''
''Ruslar, otel
zincirini satmaya nihayet karar vermişler. Onu söylemek için seni aradım ama
telefona Melek'in ofisinden biri çıktı. Senin yaralandığını ve hastaneye
gittiğinizi söyleyince aklıma burası geldi, annenin arkadaşının hastanesi...''
''Tamam, sen otele
döner misin? Ruslar satış sözleşmesini göndersinler, sen de avukata
gönderirsin. İnceledikten sonra beni arasın.''
''Sen gelmiyor
musun?''
''Hayır. Benim Melek
ile biraz işim var.''
Sam soğuk bir tavırla
ayağa kalktı. ''Sen eve git Okan, ben Melek ile toplantıyı yaparım.
Dinlenmelisin.''
Okan da ayaklandı.
''Ne zamandan beri sen patron oldun Sam?'' dedi uyaran bir sesle. ''Benim ne
yapacağıma sen mi karar veriyorsun?''
''Niyetim...''
''Niyetinden bana ne,
şimdi otele dön ve işini yap. Maaşını hak et.''
Okan'ın azarından
sonra Sam kötücül bir bakışla ona döndü. Melek, kadının gözlerinde bıçak
olsaydı çoktan ölmüş olacağını hissetti. Okan'ın kadına yaptığı acımasızcaydı
ve kadın, bunun sorumlusunun Melek olduğuna karar vermiş gibiydi.
''Tamam, Okan. Sen
nasıl istersen.'' dedi kadın ve Melek'in yanından geçerken homurdandı.
''Görüşürüz Melek.''
''Görüşürüz Sam.''
dedi kadının onu uyaran buz mavisi gözlerinin hapsindeyken.
Sam gittikten sonra
odayı bir sessizlik kapladı. Okan nefesinin düzelmesini bekliyordu. Sonra
doğruldu.
''Beni eve götürür
müsün? Bu elle araba kullanabileceğimi sanmıyorum. Önce telefonumu senin
ofisten alalım.''
''İzin verirler mi?''
dedi Okan'ı durdurdu. ''Kan kaybın fazla...''
''Lütfen Melek.'' dedi
üzgün bakışlarla. ''Benim, sana ihtiyacım var. Bir kez olsun beni ret etme. Değerli
doktorunla sonra buluşursun.''
''Aklıma bile
gelmedi.'' Diye mırıldandı, Okan'ın sesi ve sözleri onu büyülemişti.
Okan sağlam elini
kaldırdı ve usulca yanağını okşadı. Bu dokunuş Melek'i birden eskilere götürdü,
evliliğinin toz pembe sayfalarına. O günlerde Okan yanında olduğu sürece her
şey yolunda giderdi ama seyahatlere ve işe gömülünce Melek çıldıracak gibi
olurdu. Oyalanacak hiçbir şeyi yoktu, tanımadığı bir yerdi, arkadaşı yoktu.
Patronun karısı olunca kimse onunla arkadaş olamıyordu.
''Aklına gelmemesine
sevindim.'' diye gülümsedi. ''Erkek arkadaşından beter kıskanç oldum ben de.''
Bu gülümseme
tehlikeliydi işte, ne diye sürekli kıvrılıyordu o dudaklar. Yer altında
sallandı çünkü o tatlı gamze yeniden belirdi. Derin bir nefes alıp bakışlarını
zorlukla o çekici kıvrımdan uzaklaştırdı ve yeşilin en güzel tonuna bulanmış
gözlere çevirdi. Az önce ne demişti?
''Kıskanç mı?''
durakladı. ''Erkek arkadaş mı? Ben anlamadım.''
"Merak etme, sen
anlamadan ben onun çaresine bakacağım." Diyerek ona göz kırpan Okan
gülümsemeye devam etti ve elini indirdi, onun elini tuttu.
"Ney?"
"Ney değil
tatlım, zurna. O, ancak zurna olabilir." dedi Melek'in elini dudaklarına
götürüp öptü ve ciddi bir tavırla ekledi. "Hadi, vakit az ve bizim çok
işimiz var Melek Güvensoy."
Okan yerine Melek
bayılacaktı, görünen oydu. Okan, doktoru ikna edip taburcu oldu. Birlikte
şirkete döndüler, Okan arabada beklerken Melek gidip telefonu ve kendi
çantasını aldı. Ofistekilerin coşkulu laf atmalarından kurtulup Okan'ın yanına
döndü. Anlaşılan herkes Okan'ın, onun eski kocası olduğunu öğrenmişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder