KAYIP (Tutsak Serisi - 5. Kitap) 5. Bölüm

 

Askerlerin yanında duran Tenq, onların grubuyla aralarında uzak bir mesafe bıraktı ve uzanıp Dea’yı durdurdu. Genç adam duygusuz bir ifadeyle kadına döndüğünde, Tenq onun yüzüne doğru bir şeyler fısıldadı. Dea tepki vermeden kadını dinledi, sonra kolunu yavaşça çekerek onlara doğru yürümeye devam etti. Ganor’un yanında durdu. Athena hayatı boyunca cesaretini hiç kaybetmemişti ama şimdi konuşmayı başlatacak cesareti dahi toplayamıyordu. Dea’nın ne düşündüğünü anlamak için tüm dikkati genç adamdaydı.

“Neden gitmedin?”

Sesi de yüz ifadesi gibi soğuktu. Athena’nın içi buz gibi oldu, koşarak adama sarılma güdüsünü bastırmak için tüm bedeni kasıldı. Büyü altında olmadığı halde, hissettiği aşk, Athena’yı iyice çaresiz bırakıyordu.

“Benimle gel.” Dedi sesini düzgün tutmaya çalışarak ama neredeyse yalvaracaktı. Kendine kızması gerekiyordu ama o kadar çaresizdi ki, yalvarması gerekirse tereddüt etmeyeceğinin farkındaydı. Geçmişte alay ettiği aşk hikayeleri şimdi intikamlarını alıyorlardı.

“Neden?” dedi Dea, acımasızca. “Ailemi ve geleceğimi ne uğruna terk edeyim? Günün birinde yüzüme dahi bakmayacak bir kadından aşk dilenmek için mi? Geride kalanları ölüme terk ederken kendimi neden karşılıksız olması muhtemel bir sevgiye adayayım? Ne kadar uğraşırsam uğraşayım, senin yanına yakışmayacağım Athena! İleride seni de mutsuz edeceğim belki benden nefret edeceksin. Benden bıktığında…”

“Hayır!” diye lafını kesti. Buna inanamıyordu, karşısına geçmiş bir zamanlar Dünya’ya söylediği onun laflarını ona tekrarlıyordu. Artemis’in aşkını umursamayan kalbi şimdi azap içindeydi ve gerçek aşkın değerini tüm hücrelerinde hissediyordu. “Benimle gel Dea! Sana değer vermeyen ailene bağlılığın sadece sana zarar veriyor. Ailen güç için seni harcamaktan çekinmiyor. Tenq seni sevseydi, sana sahip olmaya çalışmazdı, seni zorlayarak elde etmeye çalışmazdı.”

“Seninle gelmek istemiyorum, Athena! Şansını kullan ve git!”

Bakışlarındaki keskinlik bir türlü kırılmıyordu. Onu tanımasa, sözlerine inanırdı ama anıları ona umut vermeye devam ediyordu.

“Burada kalamazsın Dea…”

“Burası benim diyarım ve ben bu diyarın kralıyım! Başka bir yerde olamam.” Dedi Dea ve gözlerini iblislere çevirdi. “Onu buradan götürün!”

Athena panikle, ona uzanan iblisten kaçındı. “Sakın!” diye teması engelledi ve bir kez daha genç adam döndü. “Dea, seni seviyorum, benimle gel!”

Dea’nın yüzündeki kayıtsızlık maskesi çatlarken genç adam olduğu yerde sallandı. Bir eli zor nefes alıyor gibi göğsüne giderken sendeledi. Ganor onu tutmasaydı düşecekti. Kadın sinirle Athena’ya bağırdı.

“Def olup gitmen için daha ne demesi lazım!”

Athena, onu açılan geçide sürükleyen iblisten yumruk ve tekmelerle kurtulup Dea’ya doğru atılmıştı ki, başka bir iblis belinden tuttuğu gibi onu engelledi. “Dea!” diye bağırdı Athena. “Deacas, seni seviyorum.”

Dea güçlükle başını kaldırıp ona baktı, gözleri dolu doluydu. “Ben de seni seviyorum Hena, bu yüzden lütfen git!”

Ne ara ağlamaya başladığını bilmiyordu, akan yaşları gözlerini kavururken öfkesinden bağırdı. “Hayır! Gitmeyeceğim!”

O anda, taştan gelen çatırtılar somut akımlara dönüştü ve etrafa kıvılcım gibi sıçramaya başladı. Kıvılcımların dokunduğu yerlerden geçitler açıldı, onlarca melez geçitlerden alana adımladılar ve delirmiş gibi insanlara saldırmaya başladılar. Askerler ve üyeler birden karıştı, o karışıklığın başladığı ilk birkaç saniyede toprak kan içinde kalmıştı. Melezler uluyarak dağılıp kurbanlarını ararken şaşkınlıklarını üstünden atan Dea ve Athena hemen harekete geçtiler. Dea hala güçsüzdü ama iblislere komuta edebiliyordu. Melezlere saldırı emri verince, iblisler hiç düşünmeden saldırdılar. Dea, annesinden hançeri ve bıçağı alıp kadını, Tenq’i koruyan askerlere teslim etti ve güvenli bir uzaklığa çekilmelerini söyledi. Athena da genç adamın yanına gelmişti, hançeri ona uzatınca düşünmeden aldı ve doğruca yaklaşan melezlere doğru atıldı.

Bu baskının nedeni ise birkaç dakika sonra açılan geçitten belirdi. Ares ve Solan savaş alanına dalarken Athena sevinçten bayılacak kadar mutlu olmuştu. Ortalık birbirine girmişken Athena, Dea’nın yanından ayrılıp kardeşinin yanına gidemiyordu. Dea çok iyi savaşıyordu ama garip bir şekilde aşırı güçsüzdü. Her an yıkılmasından korktuğu için genç adamı bırakamadı. Tamon bile genç adamı korumak için yanına gelmiş, yardım ediyordu.

Dea boynuz şeklindeki iki uçlu bıçağı ustalıkla kullanıyordu, iki melezle aynı anda savaşırken göz ucuyla alanın diğer tarafındaki iki adamı gördü. İkisi de uzun boyluydu, biri daha ince yapılıydı ve adamın parmaklarından çıkan yeşil ışıklar önüne çıkan melezleri yakıp kül ediyordu. Uzun kırmızı saçları, olmayan rüzgarda savaşın şiddeti yüzünden dağılıyordu. Diğeri ise kumral saçlarını garip bir şekilde toplamıştı ve ilginç kıyafeti, görkemli kaslarını hiç gizlemiyordu. Adam oldukça yakışıklıydı ve gözleri ilginç bir ışıltıya sahipti ki, bu kadar uzaktan bile seçiliyordu. Güçlü kılıcını her salladığında karşısındakini kolayca biçiyordu.

“Bunlar kim?” dedi yanında savaşan Athena’ya.

Athena hançerini sapladığı göğse bir tekme atıp hançer kurtulurken ona döndü. “Onlar bizden.” Dedi mutlu bir ifadeyle.

Dea gözlerini kısıp savaşan adamları izlerken sıkıntıyla söylendi. “Fazla yakışıklılar! Dönmek için bu kadar istekli olmana şaşırmadım.”

Dea, hıncını karşısındaki melezden çıkarırken Athena duraklayıp genç adama baktı. Ne yani, bu ortamda ve bu durumda Dea onu kıskanmış mıydı? Hem de kardeşi ile eniştesinden! Gülmemek için dudağını ısırdı ve Dea’nın uğraştığı iri meleze yardıma gelen meleze doğru atıldı. Sonunda savaş durulduğunda, Dea askerleri şehre doğru kaçan birkaç melezin peşinden gönderdi ve bakışlarını, kumral adama sıkıca sarılmış Athena’ya çevirdi. Yorgunluktan bitmişti ama ikisinin birbirine sarılmasını izlemek savaşma isteğini körüklüyordu. Acaba Athena’nın yanında bekleyen Tamon’a ikisini ayırmasını mı emretmeliydi? Kan ve ceset denizinin ortasında, yumruklarını sıkmış, sevdiği kadının ilgisini bekliyordu ama o ilgi başkasından geldi.

“Hala yaşadığımıza inanamıyorum Deacas!” dedi Tenq onun boynuna sarılarak. “Çok korktum!”

Dea ise dikkatini Athena’dan çekemiyordu, sanki her an geçit açılıp ortadan kaybolacaktı. Athena launlarla gitmek istememişti ama bu yeni gelenlere çok değer verdiği belliydi. Savaş sırasında dahi genç kadının bakışları sürekli onların tarafına kayıyordu. Keşke şu büyüyü daha güçlendirebilseydi, Athena’nın aşkını hissetmeye çok ihtiyacı vardı. Fakat öyle bir gücü yoktu. Gerçi, bugün yaptıklarını yapabilmesi de rüya gibiydi. Launları çağırabilecek kadar hükmetmeyi beklemiyordu ama denedi ve oldu. O anda aklına geldi, launlar neredeydi?

Ona sarılan Tenq’i de o sırada fark etti, laun ararken. Tenq kollarını ona dolamış, sürekli bir şeyler söylüyordu. Kaşlarını çatarak kadının kollarını sertçe çözdü ve kendinden uzaklaştırdı.

“Ne yapıyorsun?”

Gözleri ağlamaktan kıpkırmızıydı. “Öleceğimizi sandım Deacas ama sen muhteşem bir savaşçıymışsın. Beni kurtardın sevgili eşim.”

“Eş olayını sürekli hatırlatma!” dedi sinirle ve bakışlarını yeniden üçlüye çevirdiğinde, onlara doğru geldiklerini fark etti. Tamon hala Athena’nın arkasındaydı. Tenq’in yüzüne döndü. “Sana söz verdim değil mi? Zenwar’ı korumak için elimden geleni yapacağımı söyledim. Ve yaptım da! Eşlerin sorumluluklarını biraz olsun genişletemez misin? Ben sadece senin yatağında olmak istemiyorum.”

Tenq kıpkırmızı olurken yanlarına gelen Ganor, araya girdi. “Yasalar senin için değişmez!”

Annesine döndüğünde, kadın konuşmaya devam etti. “Haddini bilmiyorsun Deacas. Kapa çeneni ve sadece emirleri uygula!”

“Emirler konusunda bazı sıkıntılar var!” dedi kumral adam ve üçünün karşısında durdu. Bal rengi gözlerini geride duran askerlerden alıp Ganor’a çevirdi. “Sizi saygıyla selamlarım, hanımlar. Sanırım bir konuşma yapmamız gerekiyor ama özel olarak.”

“Konuşun ama önce kendinizi tanıtın.” Dedi Ganor.

“Fazladan kulak varken olmaz.” Dedi kumral adam. “Askerler uzaklaşsın. Bu sizin hayrınıza, bizim değil.”

“Tehdit mi ediyorsun?” dedi Ganor aksi bir tonda.

Bıkkınca soluklanan adam Ganor’a döndü. “Tehdit etmek hiç tarzım değil, ben doğrudan işe girişirim. Fazla vaktim yok, emrimi uygulayın.”

Ganor da Tenq kadar kızardı ama öfkesinden. Askerlere doğru elini sallayarak uzaklaşmalarını emretti. Adamlar gidince, kibirli bakışlarını üçlüye çevirdi. Kumral adam, bir an Dea’ya baktıktan sonra ilgisini Tenq’e çevirdi ve konuşmaya başladı.

“Athena ve Dünya’ya gösterdiğiniz misafirperverlik için teşekkür ederim. Zor durumda yardımınıza gelerek, borcumu da ödedim. Hatta alacaklı duruma düştüğümü düşünüyorum.” Dedi ve yanında duran Athena’nın omzuna elini atıp kendine çekti. “Olimposlular olarak, bu konuda çok hassasızdır. Sanırım, siz de sorumluluklara fazlasıyla sadıksınız.”

Kumralın Athena’ya sarılmasına iyice sinir olan Dea bakışlarını kaçırdı. Neden bu kadar samimiydiler? Athena neden izin veriyordu? Yoksa büyünün etkisi kaybolmaya mı başlamıştı… İkisini birbirinden ayırma isteğiyle kasıldı, fakat müdahalesinin işleri daha karıştıracağını tahmin edebiliyordu.

“Zenwar kraliçesi Tenq Baur-Enwar olarak, yardımınız için teşekkür ederiz Olimposlular.” Dedi Tenq diplomatik bir ifadeyle. Dea’nın aksine ikilinin samimiyetinden hoşlanmıştı. “Eşim ve ben, her zaman…”

“Daha lafımı bitirmedim kraliçe!” dedi kumral ve yüz ifadesi ciddileşerek kolunu, Athena’dan çekti. “Sizin ve kurulunuzun marifetleri yüzünden birçok kişi zor durumda kaldı. Daha düşünceli ve anlayışlı bir tavırla yönetmenizi beklerdim ama ben kimim ki, size karışacağım! Ben sadece kendi boyutumdan sorumluyum ve evime bağlı olanlardan. Bu yüzden zararımın giderilmesini talep ediyorum.”

“Zarar mı?” dedi Ganor, kafası karışarak.

“Ben kraliçeyle konuşuyorum.” Dedi kumral adam oldukça keskin bir sesle. “Bir şeye karar vermek için yardımına ihtiyaç duyarsa kraliçen seninle konuşur, ben değil.”

“Ukala…”

Tenq öne çıktı. “Ganor, dinleyelim.”

Neler olduğunu kavramaya çalışan Dea, Athena’ya doğru bakmaya cesaret etti. Athena, az önce savaştan çıkmıştı ve saatlerdir hücrede kalmasına rağmen güzelliği ile hala nefes kesiyordu. Kan lekeli elbisesi ve gururlu duruşuyla tam bir savaş kraliçesiydi. Elinde hala onun hançerini tutuyordu, diğer eliyle de Tamon’un yelelerini okşuyordu. Bu kadına aşık olmamak zordu. O bakarken Athena da bakışlarını ona çevirdi, Dea bir süre fark etmedi. Sonra ayılır gibi gözlerini yeniden kaçırdı, kendine gelmeliydi. Giderek gerilen bir tartışmanın ortasında aptal bir aşık gibi görünmek istemiyordu. Athena’nın duygularından emin olamamak yeterince acı vericiydi.

“Dediğim gibi fazla vaktim yok, o yüzden konuya giriyorum. İblislerin çağırılması dengeyi bozdu ve bu yüzden birçok boyut saldırıya uğradı. Hala püskürtmeye çalıştıklarını biliyorum. Buna neden olan kişiyi cezalandırmaya hakkım var ve bunu talep ediyorum. İblisleri kim çağırdı?”

Dea irkildi ve hemen Athena’ya baktı. Genç kadın meydan okuyan bir tavırla ona bakıyordu, neredeyse zevk alıyor gibiydi. Onu ele vermesine şaşırdı. Tenq kararsız kalarak Ganor’a bakınca, kadın kaşlarını çattı. Ondan yardım alamayacağını anlayan Tenq, konuşan kumrala döndü.

“İblis dediklerin laun ise, bizden biri olmadığını size söyleyebilirim. Bir hata olmalı.”

“Hata yok.” Dedi kumral adam ve elini Athena’ya uzattı. Athena hançeri adama verdiğinde, adam kemerinden diğer hançeri çıkardı. İkisini de öne uzattı. “Bunlar kime ait?”

Tenq panikle Dea’ya bakarken Ganor öfkeyle bağırdı. “Siz ne yapmaya çalışıyorsunuz? Bu ne biçim bir oyun!”

“Oyun yok!” dedi kumral adam ve ondan yayılan güç hepsinin nefesini kesti. Öfkesi sıcak bir rüzgar gibi havaya dağılırken kumral konuştu. “Her şeyi karıştıran bu hançerleri kullanan kişidir. Zarar gören taraf olarak da onu cezalandırmaya hakkımız var.”

Dea öne çıktı. “Onlar bana ait.”

Tenq uzanıp onu bileğinden yakaladı ve kendine çekti. “Seni onlara verecek değilim Deacas!” dedi ve kumrala doğru döndü. “O hançerler eşim Deacas’a aitti ama artık değil. Kimse benim eşimi cezalandıramaz!”

Kumral yüzünü buruşturarak Athena’ya döndü. “Eşi mi? Gerçekten mi, Hena? Başkasını bulamadın mı?”

Athena ensesini kaşırken utangaç bir tavırla mırıldandı. “Burada işler biraz karışık, sonra anlatırım.”

Kumral nefeslenip yeniden ciddileşti. “Zenwar kraliçesi olarak, eş konusunda biraz daha dikkatli olmanızı tavsiye ederim. Eş olarak aldığınız adam, size pek uygun değil.” Dedi ve Ganor’a döndü. “Anne rolünü oynayan biri olarak, sen ne dersin?”

Ganor renkten renge girdi, hırsından dudakları titriyordu. Tükürür gibi konuştu. “Rol mü?”

“Daha da açayım mı?”

“Hayır!” dedi Ganor çabucak ve doğruldu. Birkaç saniye suskun kaldıktan sonra Tenq’e döndü. “Deacas eş olarak uygun değil. Bu adam nereden biliyor anlamadım ama doğruyu söylüyor. Deacas, Zenwar’ın asil kanına karışmaması gereken biri.”

“Buna kimse karar veremez!” dedi Tenq ısrarını koruyarak. “Yasalara göre; Deacas benim yıldızlar tarafından seçilmiş eşim.”

“Yalanlarını bana tekrarlama Tenq! İkimiz de biliyoruz ki, Yıldız Okuyucu senin baskın yüzünden Deacas’ı eş olarak ilan etti. O yüzden bu gereksiz saplantından vaz geç!” dedi ve diğerlerine döndü. “Ona ne ceza vereceksiniz?”

“Olimposta yargılanacak, o yüzden onu almamız gerekiyor.”

“Geri gelecek ama değil mi?” dedi Tenq yalvaran bir sesle.

Dudağını büken kumral adam umursamaz bir tavırla cevapladı. “Bence şu okuyucuya bir rüşvet daha verin de, size uygun birini bulsun çünkü işlenen suçun cezası biraz uzun sürebilir. Boşuna kralsız kalmayın.”

Tenq duyduklarından sonra donup kalmıştı. Kumral adam kırmızı saçlı adama döndü ve geçidi açmasını isterken ayıldı ve Dea’nın eline tutundu. “Gidemez!” dedi engel olarak ve çılgına dönmüş bir sesle bağırdı. “Laun saldırılarından bizi kim koruyacak? Taş eskisi kadar koruyucu değil, Deacas’a ihtiyacımız var.”

Kumral aklına yeni gelmiş gibi onlara döndü. “Nerdeyse unutuyordum. Haklısın kraliçe, bu konuda sorumluluğunu hatırlamana sevindim. Size başka birini bulduk, Deacas kadar iyi savaşacağına sizi temin ederim.”

Lafı biterken geçitten başka biri atılır gibi geçti. Kumral adam yeni savaşçıyı onlara tanıttı. “Bu Morpheus, bundan sonra sizi korumak için o savaşacak!”

Morpheus onu sıkça saran siyah dumanların arasında debelenirken kumral adam elini Dea’ya uzattı. “Elindeki silahı ona teslim et Deacas ve sonra bizi takip et.”

Elini Tenq’in tutuşundan kurtaran Dea, elindeki boynuz bıçağı gelen adamın önüne fırlattı ve duraksamadan Tamon’u takip ederek Athena’nın peşinden geçide adımladı. Alacağı ceza umurunda değildi, evlilik bağından kurtulmuştu ve sevdiği kadına yakın olmaya devam edecekti. Hapis bile gözünde değildi.

                                                *    *    *    *    *

Devasa taş duvarları olan yüksek bir salonda buldu kendini, duvarlar boyunca garip şekilli girişler vardı. Şaşkınlıkla etrafa bakınırken kumral adam karşısına geçti, yanında Athena ile Tamon duruyordu. Kırmızı saçlı adam ortada yoktu.

“Evine hoş geldin Deacas!” dedi kumral adam ve zoraki bir gülümsemeyle kendini tanıttı. “Benim adım Ares, Olimpos evinin lideriyim.”

Athena hoşnut bir tavırla ekledi. “Yani benim küçük kardeşim.”

“Kardeş mi?” dedi Dea soluksuzca, kıskandığı adamın Athena’nın kardeşi çıkması onu inanılmaz rahatlatmıştı. “Yani, ben… Özür dilerim. Sizi saygıyla selamlarım.” Dedi resmi bir selamla.

Ares, onu inceleyen bakışlarla süzerken Athena’nın dirseğiyle doğruldu. “Her neyse, benim yapmam gereken işler var. Sizin yüzünüzden ortalığı karıştırdım.” Dedi ve Athena’ya döndü, kemerindeki hançerleri ona uzattı. “Sen her şeyi ona tanıtırsın bebek ama diplomatik olarak, samimi değil. Tekrar ediyorum, samimiyet yok!”

“Git Ares!” dedi Athena gözlerini kısarak.

Ares oflayarak ortadan kaybolunca Dea irkildi, geçit filan açmadan öylece yok olmuştu. Ne olduğunu sormak için Athena’ya dönmüşken onun ürkütücü bakışlarıyla karşılaştı. Tedirgin bir sesle konuştu.

“Yardım etmeme izin vermez mi?”

“Sen asıl kendine yardım et, Baş Orun! Sana çok kızgınım!” dedi Athena ve Tamon’a onları beklemesini söyledikten sonra ona uzanıp yakasından tuttuğu gibi başka bir yere taşıdı.

Uzun bir koridordalardı ve koridor boyunca kapılar vardı, Athena onu bir kapının önüne getirmişti. Athena ona doğru döndü ve gözlerine bakarak konuştu.

“Odama girmeye izinlisin Deacas.”

Sonra kapıya doğru döndüğünde, kapı ardına dek açıldı. Dea’nın şaşkınlığı karşısında oflayan Athena kolundan çekiştirerek onu içeri çekti.

“Sürekli peşinden koşmama çok alıştın sen!”

Dea kapının ardında bu kadar büyük bir oda beklemiyordu. Duvarı boylu boyunca kaplayan pencere tüm odayı ışığa boğmuştu, zarif heykeller odanın dört bir yanını süslüyordu, bir kenarda asılı duran mızrak ve kalkan dışında silah yoktu. Pencereye doğru dönmüş büyük bir yatak vardı, üzerinde incecik tülden perdeler asılıydı. Dea bakışlarını odadan alıp onu izleyen Athena’ya çevirdi. Hala Athena ile olduğuna inanamıyordu, acaba savaşırken yaralanmış mıydı? Can çekişirken insanların garip sayıklamalarını çok dinlemişti, belki onların yaşadığı an da buna benziyordu.

“Rüya mı görüyorum?” diye fısıldadı.

Kollarını kenetleyen Athena başını doğrulttu. “Kabus olabilir, anlatacaklarına göre…” dedi ve gözlerini kıstı. “Kraliçenin yatağından kalkman zor oldu galiba!”

“Yatağı mı?” dedi afallayarak. “Sana ne söylendi bilmiyorum ama onunla aramda hiçbir şey olmadı. Asıl senin yaptığın neydi? Ben o kadar uğraşıp seni kurtarmaları için laun çağırayım, sen kapris yap. Az daha her şey mahvoluyordu.”

“Benden kurtulmak için laun çağırmanı hoş görecek değilim!” dedi sinirle. “Sana seni sevdiğimi söyledim sersem herif! Buna rağmen seni orada bırakıp gitmemi benden nasıl beklersin?”

“Bana beni sevdiğini söyleyip durma dikkatimi dağıtıyorsun, ne söyleyeceğimi unutuyorum.”

“Bak sen ne zor bir durum! Madem alışmanı sağlayayım. Seni seviyorum, seni seviyorum, seni…”

Lafını bitiremedi, Dea atılıp yüzün avuçları arasına aldı ve dudaklarını dudaklarına bastırdı. Tutku dolu yumuşak bir kavrayışla öpücüğü derinleştirdi, hissettiği aşkı ve özlemi sevdiği kadının dudaklarına mühürledi. Athena ellerini onun belinin iki yanına koyarak biraz daha yaklaştı ve dudaklarını aralayarak aldıkları zevki arttırdı. Dea dolgun dudaklara doyamayacağını biliyordu ama konuşmaları gerektiğini hissediyordu. Cezasıyla yüzleşmeden geçirecekleri zaman kısıtlıydı. İsteksizce kendini çekti ve gözlerini açtı. Güzelliğiyle bir kez daha aklını başından almıştı, her bakışında kalbini ısıtan Athena mücevhere dönüşmüş gözlerini araladığında, Dea mest oldu, boğuk bir sesle fısıldadı.

“Dikkatimi dağıt Hena, hiç değilse büyün etkisini kaybeden dek beni çıldırtmaya devam et.”

Athena gülümsediğinde, Dea derin bir nefes alma ihtiyacı hissetti. Bir zamanlar Athena ona meydan okumuştu, onu kendisine aşık etmek için çabalamasını söylemişti. Acaba bunu yapmasına izin verecek miydi? Avuçları arasındaki güzel yüze eğildi ve dudaklarını alnına bastırdı, derin bir nefes alarak saçlarının mis kokusunu içine çekti. Bundan nasıl uzak kalacaktı? Düşünceleri dudaklarından çıkarken biraz geriledi.

“Üstündeki büyüden bu kadar rahatsız mısın? Bana aşık olmak seni hala sinirlendiriyor mu?”

Athena bakışlarını onun gözlerine doğrulttu. “Sana kötü bir haberim var. Uzun süredir büyü altında değilim ve nedense seni daha çok seviyorum. Yani Baş Orun Deacas Tai-Darin, sanırım cezan çok ağır geçecek!”

Dudakları kendiliğinden yayıldı, tutamadı. “Büyü yok ve hala…” Derin bir nefes aldı ve Athena’yı kendine çekti, kollarını sıkıca ona doladı. “Böyle cezayı ömrüm boyunca çekmeye razıyım, Hena. Seni seviyorum.”

İkisinin de kalp atışları kolayca duyuluyordu, Dea kollarının arasındaki kadını hiç bırakmak istemiyordu ama kapıdaki bir ses onların bu anını böldü.

“Hey! Hena! Gelir gelmez odana kapanmak da ne oluyor!”

Athena bedeni gevşerken bıkkınca nefeslendi. “Senden hiçbir boyutta kurtulamayacak mıyım ben?”

Dea kollarını açarken Athena ona çabucak bir öpücük verdi ve kapıya doğru yürüdü. Kapı yaklaşmasıyla açılınca, karşında Apollon’un dev gülümsemesini gördü. Apollon ona sıkıca sarıldı ve yanağına kocaman bir öpücük bıraktı.

“Nihayet döndün!” dedi ayrılırken ve bakışlarını onları izleyen Dea’ya çevirdi. “Meşhur iblis savaşçısını hemen odana mı attın? Çok ayıp!”

Athena, adamın karnına dirseğini geçirdiğinde, oflayarak gerileyen adamı ona tanıttı. “Bu zevzek adam da Apollon, diğer baş belası kardeşim.”

“Kaç tane kardeşin var?” dedi Dea kendini tutamadan.

Apollon onun yerine cevap verdi. “Hiç sorma! Zeus’un yediği naneleri anlatmak günler sürer.” Dedi ve Athena’ya döndü. “Çok acıktım, gelin de yemeğe geçelim. Dünya siz gelmeden kimseyi masaya oturtmuyor. Senin yerine göz koydu anlaşılan, annelik hiç yaramıyor bu kadına!”

“Tamam, birazdan geliriz.” Dedi ve onu iterek uzaklaştırdı. “Daha elimi bile yıkamadım.”

“Ben de bu koku nereden…” derken kapı Apollon’un yüzüne kapandı.

Athena evine dönmenin mutluluğu ve Dea’nın varlığı ile mest olmuş bir halde hazırlanmaları için genç adamı banyoya gönderdi. Dea için kıyafet yoktu ama genç adam zaten yeterince hoş görünüyordu. Onun tersine temiz savaşmıştı. Hemen üstüne düzgün bir şeyler giydi ve Dea’nın banyodan çıkmasını bekledi. Dea temizlenmiş bir şekilde banyodan çıkarken şaşkındı.

“Ne kadar büyük…” Bakışları onu bulduğunda sesi azaldı. “Bir banyo…”

Gözlerindeki beğeni onu inanılmaz mutlu etmişti. Sade bir gömlek ve kot pantolon giymesine rağmen genç adamın bakışları hayranlıkla ışıldıyordu. “Pantolonun bir kadına yakışacağını hiç tahmin etmezdim. Bu sizin resmi kıyafetiniz mi?”

Athena sırıttı. “Öğreneceğin o kadar çok şey var ki, aklın hayalin almaz.”

Genç adamı yemek salonuna götürürken anlattığı her şeyi çocuksu bir merakla dinleyen Dea’yı izlemekten çok hoşlanmıştı. Yönlenmek yerine yürümeyi de bu yüzden tercih etmişti, böylece etrafı tanıtırken bilgilendirmek istemişti. Yine de anlatacağı çok şey vardı. Hayatı boyunca Zenwar’dan başka bir yer görmeyen Dea için her şey çok yabancıydı. Onların ilk geçtikleri zaman yaşadıklarını, şimdi Dea yaşıyordu. Yine de gayet çabuk kavrıyordu, zekasını burada da ispat etmesine hiç şaşırmadı.

Yemek salonu kalabalıktı, iblis saldırısını püskürtüp görevlerini tamamlayan herkes buradaydı. Gerçi Artemis, Solan, Ares ve Hermes henüz dönmemişlerdi ama diğerlerini Dea ile tanıştırırken onların da yemeğe yetişeceklerini tahmin ediyordu. Dünya çocukları önceden yedirmiş vakit geçirmeleri için Sirona’nın yanına bırakmıştı, o yüzden serbestliğin tadını çıkarıyordu. Ona sarıldıktan sonra Dea’ya doğru gülümsedi.

“Seni en iyi anlayan benim Dea, o yüzden hiç kasılmamanı tavsiye ederim. Rahat ol. Eminim çok çabuk alışacaksın, yani tecrübeyle sabittir. Zaten en aksi Olimposluyu dize getirdikten sonra, diğerlerini etkilemen hiç zor olmaz.”

“Aksi diyene bak!” diye homurdandı Athena.

Dea’nın gülümsediğini göz ucuyla görünce içini saran sıcaklıkla yumuşadı. Gerginliğini yavaşça üzerinden atmasına sevinmişti. Artemis salona girdiğini belli etmişti, yanındaki Solan’ı çekiştirerek onların yanına geldi.

“Bensiz maceraya atılmanı nasıl af ettireceksin acaba?”

“Denemeyeceğim bile!” dedi Athena ve ona sarılan kardeşine karşılık sarıldı. Sonra Dea’ya döndü ve Artemis’i tanıştırdı. “Artemis, o da benim kardeşim.”

Artemis uzun kızıl saçlarını savurarak ekledi. “Yani en güzel kardeşi!”

“Çünkü diğerleri erkek…” diye homurdandı Dünya. “Gerçi Ares senden güzel ama tabi konumuz bu değil.”

“Yemin ederim çok sinir bozucusun Dünya!” dedi Artemis ve Dea’ya gülümsedi. “Hoş geldin aramıza!”

Ares’in gelmesiyle yemeğe oturdular. Athena bir gün içinde her şeyin nasıl değiştiğini düşünürken Dea’nın parmaklarının masada duran elini kavradığını hissetti ve düşüncelerinden sıyrılarak başını genç adama çevirdi. Her ikisi için de zor bir gün olmuştu ama o Dea’nın tersine, yuvasına dönmüştü, Dea ise her şeyi bırakıp onun peşinden gelmişti. Dea ona güç vermek istercesine elini okşayarak gülümsedi. Athena gördüğü her şeyin Dea’ya dönüşmesini huşu içinde izlerken genç adamın dudaklarına atılmamak için kendini zor tuttu.  Giderek Afroditleşmeye mi başlamıştı ne?

Yemekten sonra nektar servisi için geniş salona geçince herkes rahatlayıp sohbete geçtiler, konu elbette o günkü iblis ataklarıydı. Athena sadece Zenwar’dakini biliyordu ama anlaşılan farklı yerlerde daha küçük saldırılar olmuştu. Ares’in idaresi sayesinde, boyutlar çok zarar görmeden planı uygulamışlardı ama hala tüm detayları bilmiyordu. Öğrenmek için de beklemek sinir bozucuydu. Ares yine her zamanki gibi açıklama yapmaktansa yönetmeyi tercih etmişti, bu nedenle bilgi sahibi olan tek kişi oydu.

“Adonis ile Nelai nerede?” dedi onları görmediğini fark edince.

Artemis kayıtsızca cevapladı. “Karışıklığı düzeltmek için Kaos’un güçlerini kullanıyor, o yüzden geç kalacaklarmış. Artık ne karışıklığıysa, bu kaç saattir çözemediler.” Dedi ve ilerde Hades ile konuşan Solan’ı işaret etti. “Kızılın sorunu da bu, yanında ben olsam dahi görevlerinde hiç oyalanmayı sevmiyor. İblis kafası, romantik olmaktan çok, sorun çözmeye odaklı!”

“İblis mi?” diye araya girdi Dea.

“Ah! Sen bilmiyorsun tabi…” diye lafa giren Artemis, Solan’ın karmaşık soy ağacını anlatmaya başladı. Dea’nın zaten zor tutunan aklını da oracıkta iyice çorbaya çevirdi.

Athena’nın müdahale etmesi bile işe yaramadı. Artemis lafını bitirip yanlarından ayrıldığında Dea ona döndü.

“Başım ağrıyor.”

“Biliyorum, onun böyle bir etkisi vardır.” Dedi Athena ve genç adamı kalabalıktan uzaklaştırmak için terasa doğru çekti. “Biraz hava alalım.”

Bahçeye açılan terasa geçtiler. Dea korkuluklara yaslanarak Athena’yı kendine çekti. Hiç nazlanmadan genç adamın kollarının arasına sığınan Athena derin bir nefes aldı.

“Sıkıldın mı?”

“Hayır.” Dedi Dea ve yanağını onun saçlarına yasladı. “Sen yanımdayken hissettiğim tek duygu mutluluk Hena.”

“Böyle konuştuğunda başımın dönmesi normal mi acaba?”

Dea’nın gülümsediğini görmese de hissediyordu. Başını geriletip güzel gülümsemeyi yakalamak istedi ve amacına ulaştı. Dea’nın bakışları derinleşti ve ona sarılan kolları gerildi. Dudaklarındaki muhteşem gülümseme solup yerini başka bir ihtiyaca bırakırken ona doğru eğildi. Fakat dudakları birleşemeden terasa girenler yüzünden birbirlerinden uzaklaştılar.

Ares’i geri çekmeye çalışan Dünya kısık sesle söylendi. “Biraz yalnız kalmaya ihtiyaçları yok mu sence?”

“Kesinlikle yok.” Diyen Ares, Dünya’yı da dışarı çekerek terasa adımladı. “Yalnız kalıp ne yapacaklar?”

“Sence?” dedi Dünya.

“Demek ki bence yalnız kalmamalılar! Athena…” diye seslenirken onları fark etti. “Burada mıydınız?”

Dünya adamı taklit etti. “Burada mıydınız? Ne saçma bir giriş!”

Ares tatlı bir gülüşle uzanıp eşinin elini tuttu ve yürümesi için çekiştirdi. “Sana deli olduğumu söylemiş miydim, papatyam!”

“Tekrar etmenin zararı yok.” Diye mırıldanan Dünya, nazı bırakıp Ares’in peşinden onlara doğru yürüdü. “Kusura bakma Hena, Ares’in açıklama yapası gelmiş, hiç huyu olmamasına rağmen.”

Athena bu isteğin sebebini tahmin etse de, konuşmanın zamanını ertelemenin de gereği olmadığını biliyordu. “Sorun değil. Biz de sabırsızlıkla bekliyorduk.”

Karanlık bahçe ay ışığıyla aydınlanıyordu, kuru dalların altında sıralanan kırık oturaklara geçtiler. Dea’nın bu bakımsızlığı garip bulduğunu bakışlarından anlayabiliyordu ama anlatılacak daha önemli konular vardı. Ares devrik bir kütüğün üstüne oturdu ve onların yerleşmesini bekledikten sonra konuşmaya başladı.

“Size şimdi anlatacaklarım, aslında anlatmam gerekenlerin küçük bir kısmı fakat açıklamaya iznim olan diğer kısımlar, başka birine ait bir hikaye olduğundan, bu kadarıyla yetinmenizi rica ediyorum.” Dedi ve bakışlarını, Dea’ya çevirdi. “Sanırım aklında bazı şeyler oluşmuştur. Yani Zenwarlı sıradan bir insan olmadığını anlamışsındır. Sen de bizler gibi ölümsüzlerden birisin ve anlaşılan oldukça yeteneklisin. Yani, hayatında hiç nektar içmeden yeteneklerini bu denli kusursuz sergilemen etkileyiciydi. Özellikle iblislere hükmetmek pek görülen bir yetenek değil, güçlü iblisleri kast ediyorum tabi.”

“Pek etkileyici değildi, az daha ölüyordum.” Dedi Dea aklına o hali gelince.

Ares dirseklerini dizlerine koyup eğildi. “Kendini zorlanmış hissetmen normal. Koruma altında değildin ve o güçleri ilk defa kullanıyordun. Öte yandan, hükmettiğin iblisler, çok güçlü bir efendiye bağlıydı. Altı iblisi, bağlarına rağmen, tamamen mühürlü bir boyuta çağırmayı başardın, efendilerinin iradesini hiçe sayarak. Gerçi bizi biraz telaşlandırdın ama neyse ki, hazırlıkları yapmıştık. İblis efendisi de bu küstahlığını hoş karşıladı, sadece işleri hızlandırmak zorunda kaldık. Kendi adıma, zamanlaman için sana çok teşekkür ederim. Athena’ya daha çabuk ulaşmamızı sağladın.”

Dünya araya girdi. “O boyutta yeteneklerimizi kullanamazken Dea nasıl kullanabiliyordu? Orada doğduğu için mi?”

Ares kaşlarını çattı, söyleyip söylememe konusunda bir an kararsız kaldıktan sonra kısaca cevapladı. “Zenwar’da doğmadı, oraya bırakıldı. Ailesi sandığı kişiler onun öz ailesi değil.”

Savaştan önce, Ganor’un ağzından kaçırdığı kelimeler ve Dea’ya karşı tavrı şimdi anlam kazanmıştı. Dea’nın gerildiğini fark eden Athena, onun adına üzüldü. Genç adam birden bire kimsesiz kalmıştı, kısacık bir zamanda tüm dünyası değişmişti. Bir şeyden emindi; Dea, Ganor’un iddia ettiği gibi iblis soyundan biri değildi. Ares’in hesaplayarak anlatmasına bakılırsa; kimliğinin ortaya çıkması Dea’yı tehlikeye sokacaktı, diğer türlü onu terk eden ailesi için Ares kılını kıpırdatmazdı. O yüzden olayı deşmeden dinlemeye odaklandı, soru sormayacaktı. Çünkü Dea verilecek cevaplardan gerçeği çıkarabilecek kadar zekiydi. O yüzden soru sormaması için Dünya’ya küçük bir işaret gönderdi, ne demek istediğini anlayan Dünya başını sallayıp dinlemeye devam etti.

“Asıl ailem laun… Yani iblis olabilir mi? Fakat ben hançerlere dokunabiliyorum. Etkilenmeyen bir iblis soyundan gelmiş olabilir miyim?”

Ares sadece başını sallayarak tahminini ret etti. “Sana tavsiyem geçmişini fazla kurcalama!”

“Tavsiyen için teşekkür ederim ama buna karar verecek olan kişi benim.” Dedi Dea soğuk bir sesle. “Olimpos evine borcumu bir şekilde ödeyeceğim ve uygun gördüğünüz cezaya katlanacağım. Fakat soyu belli olmayan biri olarak yaşamayı ret ediyorum.”

“Soyunu öğrenmek insanı her zaman mutlu etmeyebilir.” Dedi Ares. “Ben öğrenmeden önce daha huzurluydum.”

“Huzur umurumda değil. Kim olduğumu bilmeden sevdiğim kadının elini nasıl talep ederim.” Dedi ve yan tarafında oturan Athena’ya baktı. “Ona layık olmayan bir soya aitsem, nasıl gururla yanında dolaşabilirim.”

“Ailenin kim olduğunu umursayan biriyle de beraber olma bir zahmet!” diye söylendi Dünya sonra parmağını dudağına koydu. “Üzgünüm, konuşmayacaktım.”

Athena bakışlarını ondan ayırmadan elini uzattı, Dea kaşlarını çatarak birkaç saniye sadece ona uzatılan ele baktı. Sonra bakışları yeniden Athena’nın gözlerine dönerken fısıldadı.

“Bunu yapma…”

Athena elini uzatmaya devam ederek konuştu. “Dünya haklı, Dea. Ailenin kim olduğunu değil, senin kalbini umursayan biriyle beraber ol bir zahmet.” Dedi ve elini salladı. “Sen daha talep etmeden benim ellerim sana uzandı, hatırlatırım.”

“Dea, Hena’nın elini çabuk tut ve daha çabuk bırak da bu işkence bitsin!” diye homurdandı Ares. “Bir zamanlar bize kızana bak, her fırsatta…”

“Ares!” diyen Dünya’nın sesi yüzünden Ares cümlenin geri kalanını yuttu.

Dea, ona uzatılan eli, iki eliyle kavradı ve başını eğerek dudaklarını kısacık dokundurdu. Ufak dokunuş sonrası isteksizce Athena’nın elini salıverdi, kardeşinin gözü önünde daha fazlasına cesaret edememişti. Gözleriyle genç kadının gözlerinin onayını aldıktan sonra doğrulduğunda, içini kavuran yangının söndüğünü hissetti. Hayatı boyunca bir şeylere layık olmaya çalışmıştı, burada ise sadece Dea olarak değer gördüğünü hissediyordu. Bu his ona çok yabancıydı. Athena’nın rahatlayarak gülümsemesi bile onu sevindirdi, rahatlattı. Yeniden Ares’e döndüğünde, adamın hoşnutsuz bakışlarıyla karşılaştı. Boğazını temizleyerek bakışlarını kaçırdı, yanaklarının ısındığını hissediyordu.

“Konumuza dönelim.” Dedi Ares bozuk bir sesle. “Sana bir teklifim olacak, umarım kabul edersin. Seni Olimpos evine davet ediyorum, nektarımızı iç ve bize katıl. Olimpos’un koruması altında olman hepimizi mutlu eder.”

“Diğer evler sıkıntı çıkarır mı?” dedi Athena.

“Onlarla ilgilenmeyi bana bırak Hena.” Dedi ve yeniden ona döndü. “Kararın nedir?”

“Kabul ediyorum.” Dedi Dea, tereddüt etmeden.

“O halde diğer konuya geçelim. Yeteneklerin bazıları için aşırı gelecektir, o yüzden herkesin gözü önünde kullanmamalısın. Bir süre yanında birileri olmadan tek başına dolaşma. Öğrenmen gereken her şeyi sana anlatacağız, özellikle Adonis, Solan, Apollon ve Athena’nın sözünden asla çıkmamalısın. Tekrar ediyorum, asla ve asla yeteneklerini kullanma. Eminim gelişmeye devam edeceksin çünkü sen daha çok gençsin. Lafımı yanlış anlama, bir ölümsüz olarak bebek sayılırsın. Gelişimine bakılırsa potansiyelin çok yüksek o yüzden kendini sakın ve belli etme.”

“İhtiyaç halinde kullanmamam saçma değil mi?”

“İnan bana, kullanmamam daha iyi.”

“Abarttın yine Ares, sen yeteneklerini sakladın da ne oldu?” dedi Athena. “Herkes gücünün farkındaydı.”

“Bunun da bir çaresini düşündüm. Dea’nın tüm yeteneklerini mühürlemek istiyorum. Böylece istemsiz ifşa olmasını engelleriz. Hekate ile Solan bu konuda yardımcı olacaklar.”

Athena kaşlarını çattı. Bu kadar çabalamanın sebebi neydi? Ares yıllarca yeteneklerini gizlemişti ve bunun zorluğunu da çekmişti. Şimdi de aynı şeyi Dea’dan istiyordu ve bu konuda da fazla ısrarlıydı. Tüm planını da yapmıştı ki, detaylarını bile hesaplamıştı. Ares ile iyi bir konuşma yapması gerektiğini aklına yazarak konuşan Dea’ya baktı.

“Gizleme konusunda tecrübeliyim, mühür her neyse ona gerek yok. Yıllardır beni yakalayan tek kişi Athena oldu.”

“Zenwar’daki son karmaşayı merak edenler çıkarsa, nasıl açıklayacaksın? Suçu bana atabilirsin ama altı iblisi açıklamak biraz can sıkıcı olabilir. Merak etme, yeteneklerini kullanmadan da idare edeceğine eminim. Seni savaş alanında gördüm, çoğu evin savaşçılarının toplamından daha iyiydin. O kadar kusursuz savaşan birinin yeteneğe ihtiyacı yoktur.”

Dea nefeslendi ve kararını açıkladı. “Davetini kabul ettiğime ve kendimi Olimpos evine adadığıma göre, kurallarına da uymam gerekir. İstediğini yapacağım.”

Ares sadece başını salladı. “Nektar servisi başlamak üzere, siz geçin, ben de az sonra katılırım.”

Athena ayağa kalktı. “Yönlenmeyi de ben öğreteyim sana.” Dedi ve Dea’ya elini uzattı, elini tutan Dea ile birlikte yönlendiler.

Onlar gidince, Dünya ayağa kalktı ve Ares’in yanına geldi. Ares düşünceli bir ifadeyle karısına uzandı, belinden tutarak kucağına çekti. Dünya çok sevdiği kolların arasına girerken yumuşak bir sesle sordu.

“Koruduğun kim veya ne?”

Ares bakışlarını onun yüzüne çevirdi ve dudaklarına küçücük bir öpücük bırakıp doğruldu. “Mümkünse herkesi korumaya çalışıyorum papatyam.”

“Yeteneklerini ondan alamazsan ne olacak? Zeus da senin yeteneklerini aldığını sanmıştı ama alamamıştı.”

“Bu yüzden yardım istedim, Olimpos lideri olarak bu ufaklık üzerinde etkim yok. Evimize katılsa da onu durdurma gücümün olduğunu sanmıyorum.”

“Ufaklık demen komik oldu.” Diye güldü Dünya. “Sonuçta senin enişten olacak.”

Ares duyduğundan hoşnut olmadığını belli eden bir tavırla ona baktı. Dünya, altın gözlünün tepkisi karşısında daha da güldü. “Ablasını mı kıskanıyormuş, bak sen! Beni bu kadar kıskanmadın yahu!”

“Sen öyle san!” diye homurdanan Ares, Dünya’nın kalçasına hafif bir şaplak attı. “Hadi, nektardan önce kısa bir işim daha var. Sen de bu arada çocukları kontrol etsen iyi olur. Geçen sefer Sirona’nın nadir bitkilerini talan etmişlerdi. Kadını çıldırtmayalım.”

“Sirona onları seviyor, kızmadı bile.”

“Kadının gözünde yaş gördüm, ilk defa!”

“Abart, yani hiç durmadan abart.” Dedi ve kucağından kalkmak için davranınca, Ares izin vermedi. Onu kendine çekerek dudaklarını esir aldı, onu eriten bir tutkuyla öptükten sonra bir nefes ötesinde fısıldadı.

“İkizler üç yaşına geldiler, belki kardeş istiyorlardır, ha, ne dersin?”

Dünya başını geriletti ve gözlerini kıstı. “Babanı geçmeye mi çalışıyorsun?”

Ares omzunu silkti. “Hiç değilse talebim tek kadından!”

“Bu iyi bir nokta, tek kadın! Başkası olamaz, yoksa…”

Ares çabucak tekrar uzandı ve tehdide başlayan dudakları kendi dudaklarına hapsetti. Dünya, onu inleten öpücük sonrasında ne konuştuğunu unutmuştu. Ares’in elleri ve dudaklarının okşayışlarıyla kendinden geçmişti. Nerede olduklarını güç bela anımsayınca, kendini geri çekti ve Ares’in kollarından sıyrıldı.

“Bir bahçede yapmadığımız kalmıştı.” Diye söylenerek üstüne başına çeki düzen verdi.

Ares gülen gözlerle onu izliyordu, yakışıklı ölümsüzün gömleği karnına dek açılmıştı ve saçları dağılmıştı. Köprücük kemiğinin hemen altındaki kızarıklık da tam zamanında durduğunu ispat edercesine belirgindi.

“Bence salona kadar yürüyelim. Anca nefesimi toparlarım.” Dedi ve yaşanan anın etkisiyle kısılmış sesiyle ekledi. “Sen de toparlansan iyi olur.”

Ares gülümsemeye devam ederek doğruldu ve gömleğinin kopmuş düğmelerini gösterdi. “Sanırım odaya uğramam gerek.”

Dünya başını sallarken utanmayı da başarmıştı. “Öyle görünüyor.”

                                                    *    *    *

Dünya’yı salona gönderdikten sonra odası yerine taş solana yönlendi. Geçidi açtı, duraklamadan geçti. Baal onu bekliyordu. Ares etrafa bakınarak adama yaklaştı. Küçük bir kara parçasındaydılar ve göz alabildiğinse suyun ötesinde hiçbir şey görünmüyordu. Yağmur öncesi gibi boğuk ve gri bir havası vardı. Daha önce hiç böyle bir yere gelmemişti.

“Değişik bir zevkin var.” Dedi adamın karşında durarak.

Baal’ın üzerinde kenarları işlemeli kolsuz bir kaftan vardı, göğsünün ortasına dek uzanan ince zincirlerle eski zamanları hatırlatıyordu. “Burası evimden daha güvenlidir.” Dedi. “Hallettin mi?”

“Lejyonların uyanmadan işi tamamladık ama seninki az daha hepsini salacaktı.”

“Fark ettim, neyse ki sadece liderleri çağırmış. Lejyonların zincirlerine göz kulak olmak bana kaldı. Onu evine katılması için ikna ettin mi?”

“O konuda zorluk çıkarmadı ama Deacas çok gururlu ve biraz dediğim dedik biri, onu zapt etmek zor olacak.”

“Ona sadece sen örnek olabilirsin Ares ve koruyabilirsin. Bu konuda sana inancım tam.” Dedi Baal ve bir an düşündükten sonra ekledi. “Yeteneklerini mühürlemene bir şey dedi mi?”

“Gönülsüzdü ama kabul etti. Nasıl yapacağımızı araştırıyoruz çünkü ben onun yeteneklerini alamam. Diğer evleri huzursuz etmemek için onun baskılanması gerekiyor, denge konusunda evler sıkıntı çıkarır.”

“Evlerin ne düşündüğü benim umurumda değil. Kimliğinin gizli kalmasını istiyorum, başka bir dileğim yok. Dikkat çekmemek için şimdiye kadar ben bile araştırmadım. Seninkiler sayesinde onu oradan alabildim, bahanem oldu.”

Ares kaşlarını çattı, çünkü soracağı soru onu da rahatsız ediyordu. “Deacas’ı oğlun olarak neden ilan etmiyorsun? Çekindiğin şey ne?”

“Seni ilgilendirmez!” dedi Baal gerilerek. “Oğlum olduğunu bir daha tekrar etme.”

“İstenmeyen biri mi yoksa tehlikeli mi? Bunu bilmek de benim hakkım!” dedi Ares sertçe. “Onu evime aldım, hatta canım kadar sevdiğim biriyle birlikte olmasını seyrediyorum. Korkun veya tereddüdün varsa bilmeliyim. Sebebi bunlardan biri değilse de, korumam altındaki birinin babası tarafından terk edilmesini hoş karşılamayacağımı da sen bil. Yeteneklerini alarak onu güçsüz bırakmam senin işine mi yarayacak yoksa onu mu koruyacak?”

“Beni Zeus ile karıştırma!” dedi öfkeyle, adamın gözleri buz mavisine dönerken. “Ben oğlumu seviyorum, ona zarar gelmemesi için uğraşıyorum. Fakat benim de elimi bağlayan güçler var ve eğer o ortaya çıkarsa, yok etmeye veya kullanmaya çalışacaklardır.”

“Kimler?” dedi Ares. “Onu kimden koruyorsun?”

Bakışlarını ileriye çeviren Baal’ın hiddeti duruldu ama hala gergindi. “Yalan söylemeyeceğim. Çocuk sahibi olmak hiç ilgimi çekmiyordu. Rahatım yerindeydi, emrim altında mükemmel bir ordu vardı, hükmüm altındaki topraklar verimliydi. İnsanlar bana gönüllü tapıyorlardı. Fakat hırsıma yenik düştüm, daha fazlasını istedim. İblis büyücülerin yardımıyla, gücümü iblis soylarına kabul ettirdim ve insanların yanında iblis ordularının da kralı oldum. Her şeye sahip olduğumu düşünüyordum.” Dedi ve bakışlarını ona çevirdi. “Sonra bir gün Metis benden yardım istedi, seni korumamı istedi. O an hiç sahip olmadığım bir şey olduğunu fark ettim, bir varis. Duygusal bir anıma denk gelmişti, sanırım. Eşim Tanit de uzun zamandır çocuk istiyordu, ben kayıtsız kalıyordum. Bu nedenle isteğimi öğrendiğinde sevindi ama bir türlü çocuk sahibi olamadık. Görünüşte sorun yoktu, bir sebepten dolayı çocuklar onun rahminde canlanmıyordu. Bunun onu etkilediğini de anlayamamıştım. Tanit güçlü bir ölümsüzdü ve önceleri çok sevecendi, halkımız tarafından çok seviyordu. Ruh halinin değiştiğini çok geç fark ettim, daha doğrusu yaptıklarını öğrendiğimde…”

Baal kaşlarını çattı ve derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. “Sorunun kendinde olduğunu sanıyordu ve çareler arıyordu. Sanırım ona sadık olmadığımı öğrenseydi, karanlık yollara girmek yerine benden acısını çıkartırdı. Fakat lanetlenen bendim, benim çocuğum olmuyordu. Tanit de bilmediği için kendini suçluyordu ve çaresizlik onu delirtti. Çocuk sahibi olmak için adaklar adamaya başlamış, bebekler, çocuklar… Kanlarını kurban olarak sunmuş. Sırf rahmindeki bebeklerden biri hayata tutsun diye… Yüzlerce çocuk öldürtmüş. Müdahale etmek için geç kalmıştım. Onca acı ve ölüm de iyi bir şey doğurmaz. Bilmeden bir lanet zinciri başlatmıştık, kadim güçleri uyandırmıştık. Bu güç, titanlardan bile eskiydi. O gücü boyutlarıma yönlendirdim ve uykuya gönderdiğim iblis ordularımı beslemek için kullandım. Kontrol altında tutabilmek için de boyutlarımdaki taşları yarattım, kadim gücün kan büyüsüyle. Onu öyle oyalayacağımı ve açlığını doyurabileceğimi düşündüm. Fakat kötülüğü bir kez salınca kimleri vuracağını tahmin etmek zor oluyor. Tanit hamile kalmıştı, haberi bile yoktu. İblis büyücülerinin yardımıyla bu hamileliğin ilerlemesini çok uzun süre durdurdum çünkü Tanit’in uyandırdığı karanlık, çocuğumuzu kendine almak istiyordu. Kendimi temelli geri çektim hatta Tanit’i ceza bahanesiyle ara boyuta gönderdim. Sadece çocuğumu korumak istiyordum, doğmasa da. Unutulmak istedim, o laneti sadece iblis ordularıyla oyalayabileceğimi sandım. Fakat bebek, varlığını benim bile saklayamayacağım kadar güçlüydü ve büyücülerim gelişmeye başladığını söyleyince, başka çarem kalmamıştı. Hamile olduğunun farkında olmaması için Tanit’i gebeliği boyunca büyüyle uyuttum, o hala cezalandırıldığını sanıyordu. Çünkü deliliği ruhuna kadar sızmıştı, o gücün kuklası haline dönüşmüştü. Bebek doğunca, onu saklamak adına egemenliğim altındaki boyutlardan birine gönderdim ki, ben bile nerede olduğunu bilmiyordum. Ona sadece bana ait olan hançerleri verebildim.”

“O lanetli güç hala Deacas’ın peşinde mi?” dedi Ares, Baal’ın birkaç saniyelik suskunluğunu değerlendirerek.

Baal başını salladı. “Varlığını gizlemek için her şeyi yaptım. Hatta bana yardım eden büyücüleri ve Tanit’in lanet büyücülerini bile öldürdüm. Sahip olduğum her şeyden vaz geçtim, kendimi sadece görevime adadım. Tanit’ten uzak durdum, bir çocuğumuz olduğundan haberi yok.” Bakışlarını onun gözlerine çevirdi. “Aslında düşmanın kim olduğunu bilmiyorum. Herkes olabilir. O lanetli gücün kimi etkisi altına alacağını bilmiyorum. Şimdiye kadar güvendiğim tek kişi sen oldun Ares, sana anlattım. Bana geldiğinde bu talebini fırsat olarak değerlendirmek istedim. Bencil olmalıydım. Deacas’ın yeteneğinin sınırı yok ve o karanlık ruh her yerde onu arıyor çünkü o kanlı ayinler yüzünden oğluma bağlandı. Onu kullanmak istiyor. Onu saklamalısın Ares, başka türlü onu koruyamam.”

Ares ne düşüneceğimi bilemedi. Varlığının annesi tarafından dahi bilinmesi sakıncalı olan birini gizlemeyi nasıl başaracaktı. Bu bilgiyi kimseyle paylaşamadan, çarelere nasıl ulaşacaktı? Baal tekrar konuşunca adama baktı.

“O iyi biri, lekelenmedi. Olimpos evi onu sakladığı sürece de, lanetli güç tarafından lekelenmeyecektir. Fakat ele geçirilirse, Deacas’ın karşısında ne evler durabilir ne de titanların kutsanmış varisleri.”

Salondaki ölümsüzler içinde, dikkatli bakışlarının hedefinde bir kişi vardı. Koltuğa oturmuştu ve ilerideki grubun sohbetini kibar bir ifadeyle dinleyen Deacas’ı izliyordu. Az sonra nektar dağıtımı başlayacaktı ve genç adamın Olimpos’a kabulü kesinleşecekti. Baal ile yaptığı konuşmadan sonra Ares iyice huzursuz olmuştu. Deacas’ı evine almakla hata mı ediyordu? Peşindeki lanet, kadim iblis kral Baal’ı dahi korkuturken; bu adamı, Athena’nın yanında görmeye nasıl katlanacaktı, bilmiyordu.

“Adamı gözlerinle öldürmeye mi çalışıyorsun, sevgilim?” dedi yanına oturan Dünya. “Şu kıskançlığını biraz kontrol et.”

Ares uyanır gibi doğruldu ve geriye yaslandı. Kolunu açınca Dünya hemen altına girdi ve ona sarıldı.

“Çocuklar nasıl?”

“Uyumuşlar.” Dedi Dünya. “Nektar servisinden sonra eve gideriz, değil mi?”

“Tamam, papatyam.” Dedi Ares neşesiz bir gülümsemeyle eğildi ve başının üstünü öptü. “Ben de yoruldum.”

“Neler duyuyorum, yüce savaş tanrısı Ares yorulduğunu itiraf ediyor.” Dedi doğrulup onun yüzüne baktı. “Canını sıkan ne Ares?”

Ares kısa bir nefes aldı ve başını geriye yasladı. “Yanlış bir karar almaktan ve herkesi tehlikeye atmaktan korkuyorum.” Dedi kısık bir sesle. Başını kaldırdı ve Dünya’ya baktı. “Diyelim ki, ateş çukurunun içine düşmek üzere olan çok vahşi bir aslan yavrusu var. O yavru büyüyünce sana zarar da verebilir. Kendi canını hiçe sayıp o yavruyu kurtarır mısın?”

Dünya gülümsedi ve uzanıp dudağına küçük bir öpücük kondurdu. “Sen asla ihtimalleri hesaplayıp iş yapmazsın Ares. Yardıma ihtiyacı olanın kim olduğuna da bakmazsın. Bu yüzden lidersin, sevgilim. Gelecek tahminlerine veya kişisel yararlara göre hareket ettiğini de hiç görmedim.” Elini onun karnından alıp göğsündeki kalbinin üstüne koydu. “Yüreğin sana ne söylüyorsa o doğrudur. Ayrıca o vahşi yavruyu senden daha iyi yetiştirebilecek birini tanımıyorum. Kimsesiz kalmasındansa, sevgiyi tatması daha iyi değil mi?”

“Seni çok seviyorum.” Dedi Ares boğuk bir sesle ve karısını kendine çekip dudaklarını tutkuyla kavradı. Dünya bir anlığına itiraz edecek oldu ama o an çok kısa sürdü. Nektar servisi için museler odaya gelene dek, Ares, Dünya’nın dudaklarından kopamadı.

                                                *    *    *

Athena nektar servisi başladığında heyecanını bastırmakta zorlanmaya başlamıştı. Birazdan Dea, Olimpos evine resmi olarak katılacaktı ve genç adam özgürleşecekti. Museler içki kadehlerini herkese dağıtırken Dea kibar bir ilgiyle olanları izliyordu, kadehlerin dokunuşla şekil değiştirmesini ilginç bulduğu, tepkilerinden belliydi. Genç adamın içkisini Ares vereceğinden şu anda onun içki kadehini getiren museyi izliyordu. Athena bakışlarını genç adamın yakışıklı yüzünden alıp kadehe uzandı ve dokunuşuyla kadeh değişerek altın dallarla sarılı kristal bir şarap kadehine dönüştü, içindeki sıvı ise mavi yeşil renklerde ışıldayan parlak bir içkiye. Athena, o anda fark ettiği detay yüzünden gülümsedi ve kadehini Dea’ya gösterdi.

“Şimdi fark ettim, bana güç veren içkimin rengi, senin gözlerinin rengiymiş.” Dedi ve sevdiği gözlere baktı. “Bunca zamandır senin gözlerinin rengini içiyormuşum.”

Dea hafif bir şaşkınlığın ardından gülümsedi. “Benimle ilgili her şeyin seni mutlu etmesini diliyorum, Hena.” Yüz ifadesi ciddileşti. “Beni seçtiğine pişman olmaman için her şeyi yaparım. Ömrümün sonuna dek sana layık biri olmaya çalışacağım.”

Athena nefesini kesen adamı dinlerken gerçekten de nefes almadığını fark edince hafifçe irkildi. Neredeyse kadehi elinden düşürecek kadar heyecanlanmıştı. Ona bir şeyler söylemek istedi ama ne beyni ne de dudakları çalışmıyordu, sadece baktı kaldı. Aslında aklına gelen bir şey vardı ama şu anda yapmak çok uygunsuz kaçacaktı. Kendi kendine kızdı, şimdiye kadar biriyle yakınlaşmayı hiç arzulamamışken bu adamı odasından çıkarmak istemiyordu.

Athena, bakışmalarını bozan Dea’nın nereye baktığını takip edince, Ares’in onlara doğru yürüdüğünü gördü. Zamanı gelmişti. Ares’in hemen ardından gümüş bir tepside tek bir kadeh taşıyan bir muse geliyordu. Ares, Dea’nın karşısında durunca, genç adam duruşuna askerlikten kalma olduğu çok belli olan resmi bir hava verdi. Boyları birbirine yakın olduğundan ikisinin duruşunu garip bir şekilde meydan okuyan iki rakibe benzetti. Athena bu düşünceyi hemen aklından sildi, onlar rakip olamazlardı, bu ifade düşmanlığı çağrıştırıyordu.

Kalabalık merakla etraflarına toplanınca, Ares net bir sesle konuştu.

“Deacas Tai-Darin, eşim Dünya ve kardeşim Athena’yı zor durumlarda koruduğun ve kurtarmamıza yardım ettiğin için Olimpos adına sana teşekkür ediyorum. Sana Olimpos evini açıyorum Deacas.” Dedi ve elini uzattı, avuçları arasında renkli yaprakların sardığı ambrosiayı uzattı. “Olimpos’a katılmayı kabul ediyor musun?”

Athena da Dea gibi afalladı, ölümsüz birine ambrosia vermesine gerek yoktu ama Ares’in bildiği bir şey olduğunu düşünüp çiçeği alması için Dea’nın koluna hafifçe dokundu. Dea şaşkınlığını üzerinden atıp çiçeği aldı ve ona baktı. Ne yapacağını bilmiyordu. Athena gülümsedi ve çiçeği ondan alıp yapraklarını soydu, ortasındaki küçük meyveyi onun dudaklarına uzattı. Dea tereddüt etmeden küçük meyveyi ısırıp yuttu. Yeniden Ares’e döndü. Genç adamın teni yıldız tozuna bulanmışçasına ışıldayıp normale döndüğünde, Ares geri çekilerek museye yer verdi. Muse elindeki tepsiyi yukarı kaldırdı ve kadehi ona sundu.

Dea kesik bir nefes aldı, kısacık bir duraklamanın ardından elini kadehe uzattı ve basit kadehi kavradı. Kadeh onun elleri arasında şekil değiştirmeye başladı, gümüşten yapılmış kadehin üzerinde altından boynuzu andıran bir hilal, siyah mücevherden işlenmiş bir üçgenin üzerinde çizgi ile elmas kakmalı bir güvercin şekli vardı. Dea dudağını kısaca yaladı, sonra kararsızlığını üstünden atarak kadehinden büyük bir yudum aldı. Şeffaf renkteki içki sert gelmişti, büyük bir yudum aldığına bir an pişman oldu ama yuttuktan sonra gerginliği buhar oldu. Başını kaldırıp Ares’e baktı.

Altın renkli birer kehribara dönüşmüş gözler çok dikkatliydi ama onun bakışıyla rahatladı, gülümsedi.

“Evine hoş geldin Deacas.”

Salondan gelen alkışların Dea’yı heyecanlandırdığını fark eden Athena, destek olmak adına elini onun eline dokundurdu. Dea bu teması bekliyormuş gibi hemen parmaklarını onun parmakları arasına geçirdi. Belli belirsiz titreyen Dea, başını eğdi.

“Teşekkür ederim, evinizi yüceltmek için elimden geleni yapacağıma yemin ediyorum.”

“Yeminin kabul edildi.” Dedi Ares ellerini cebine atarak ve Athena’ya döndü. “Bundan sonrası sana ait, Hena.”

Onu bekleyen Dünya’nın eline uzandı ve kadını kendine çekerek, nektarlarını bitirmek üzere olan ölümsüzlere doğru yürüdü. Üstlerindeki ilgi kaybolunca Athena, Dea’nın elindeki kadehe baktı. Dea da zarif kadehi inceliyordu. Hilal şekli tanıdıktı ama diğerleri onun için anlamsızdı.

“Neden her şeyde bu hilal şekli var?” dedi kadehi Athena’ya çevirirken. “Benimle ilgili her şeyde belirmesi garip değil mi?”

“Nektar senin özünü temsil eder, kadehin verdiği mesajlar kişiseldir, Dea. İçkinin tadı nasıl?”

“İlk başta sert ama yuttuktan sonra hoşuma gitti. Kokusu da çok güzel…” Dedi ve kadehi ona uzattı.

“Aynı kokuyu alacağımı sanmıyorum.” Dedi gülümseyerek ama yine de eğildi, kokladı. Şaşkınlıkla kokusunu alabildiğini fark etti, çok taze ve ferah bir kokuydu. Dea gibi kokuyordu. Bunu adama itiraf etmeye utandığından doğrulup başını salladı. “Koku yok.”

Dea kaşlarını çattı. “Gerçekten mi?” dedi hayal kırıklığı ile. “Neyse, rengi de yok zaten.”

İçkiyi tek yudumda bitirdikten sonra kadehin parmakları arasında yok olmasını seyretti. “Daha ne kadar şaşırabilirim acaba?”

Athena çapkın bir tavırla genç adama gülümsedi. “Bence kendine sınır koyma.” Dedi ve ekledi. “Bu arada Prometheus, evinin önünde Tamon’un dolanmasından çok memnun, yani endişelenmene gerek yok. Hermes’e ona rahat bir yer ayarlayacağını söylemiş. Seninle de bir ara tanışmak istiyormuş.”

“Anlayışı için teşekkür etmem gerekiyordu zaten.” Dedi, Tamon’u ihmal ettiği için kendine kızmıştı ama Tamon’a güveniyordu, her zaman kendi yolunu bulurdu.

Salondakiler ayrılırken Athena, Dea’ya öğrettiği gibi yönlenmesini istedi. Dea onun anlattığı gibi yönlenecekti ama hedefi bilemedi.

“Olimpos artık senin evin, kendine ait bir yer hissetmiyor musun?”

Ne dediğini anlayarak, Athena’nın eline uzandı ve yönlendi. Az sonra simsiyah yüzeyi olan bir kapının önünde durmuş yüzeyine işlenmiş mavi kristalden aslan başına bakıyorlardı. Parlak mavi kristal çok parlaktı ve mükemmel bir işçilikle detaylı olarak kesilmişti. Athena’nın oda kapısı yerine, başka bir kapının önünde olduğunu anlayan Dea başını çevirip ona baktı.

“Burası neresi?”

“Senin odan.” Dedi Athena, kapının güzelliğine bakarak. “Dokunursan açılacaktır, kapı kolu arama boşuna.”

Dea’ya döndüğünde genç adamın suratının asıldığını gördü. Tam ne olduğunu soracakken Dea başını kapıya çevirip bir adım attı, kapı ardına kadar açıldı. Ayrılık vaktinin gelmesinden hoşlanmıyordu ama dinlenmeleri gerekiyordu. Dea adımlayınca, elini genç adamın elinde çekti. Ona dönen adama gülümsedi.

“Sabaha görüşürüz, kahvaltı için seni almaya gelirim.”

“Gidiyor musun?” dedi Dea, geri onun yanına geldi. “Benimle… Yani odamı görmek istemez misin?”

Kalbi göğsünde ters döndü. Odasını görmek istemez miydi? Çok isterdi hatta şu anda başka bir şey istemiyordu ama genç adamı zorlamak da istemiyordu. Kısa sürede çok şey yaşamıştı ve düşünüp hazmetmesi için zamana ihtiyacı olacaktı. Dea sözlerinin yanlış anlaşılacağını anlamış olmalı, yanakları kızardı. Parmaklarıyla burun köprüsünü sıkıştırdı ve sonra nefeslenip başını geriye attı.

“Konuşmayı yeniden öğreniyorum sanki.” Diye mırıldandıktan sonra, gülümsemesini bastırmaya çalışan Athena’ya baktı. “Alay etme, Hena. Bana inan, kötü niyetle söylemedim. Sadece seninle biraz daha vakit geçirmek ve seni odama davet etmek istedim.”

“Acele etme Dea, odalar kişiye özeldir ve davet edeceğin kişileri sen seçersin. Anlatmıştım. Kimse davet edilmediği için gönül koymaz. Mesela Solan hala Artemis’i odasına davet etmedi, sadece orada başını dinleyebiliyormuş. Artemis de buna bir şey demiyor, daha doğrusu, beklendiğinden daha az tepkili.”

Dea ciddi bir tavırla konuştu. “Ben Solan değilim.”

Aniden değişen Dea’nın karşısında bocalayan Athena bir adım geriledi. Dea aradaki mesafeyi kapatırken kesin bir dille ekledi. “Senden saklayacak veya sakınacak hiçbir şeyim de yok.” Dedi gözlerinde sözlerini keskinleştiren bir bakışla. “Beni etrafındaki erkeklerle kıyaslama.”

Aralarındaki çekim soluk kesiciydi, Athena genç adamın cazibesini tüm hücrelerine dek hissediyordu. Ona böyle meydan okuyan birinden etkilenmesi alışılmadık bir yenilikti ama şu an adama sinirlenmektense… Bedenini ateş basmıştı. Dea uzanıp belini tuttu ve onu sertçe kendine çekti. Yüzüne doğru fısıldadı.

“Kalbime girerken izin almadın, odam için izin beklemen anlamsız olmadı mı?” Bakışları, onun aralı duran dudaklarına ilişti. “Odama girmeye izinlisin tanrıçam.”

“Dea…” diye inleyen Athena, daha fazla kendini tutamadan kollarını, genç adama dolayarak muhteşem dudaklarına uzandı. Tutkulu öpücüğü kesmeden gerilediler ve öpüşerek kapıdan geçtiler. Kapı arkalarından yavaşça kapandı.

                                                    *    *    *

Dünya salondaki kanepeye uzanmış, elindeki telefondan gelen mailleri kontrol ediyordu. Yokluğunda Sedef kafayı yemişti, kafenin malzeme siparişleri o kadar karışmıştı ki, sayım yapmadan yeni sipariş geçemiyorlardı. Bu yüzden Dünya, Demet’in gönderdiği listeyi inceliyordu. Yani çok meşguldü, fakat altında sadece eşofmanla içeri giren Ares onun tüm dikkatini kendine çekti. Anlaşılan çocukları uyuttuktan sonra banyo yapmıştı çünkü saçları nemliydi ve dalgaları dağınıktı.

Dünya kaşlarının altından adamın ona yaklaşmasını izlerken homurdandı. “Evde bu kadar seksi dolaşmanı yasaklamamış mıydım?”

Ares fiziğinin tüm üstünlüklerini sergileyen rahat adımlarla ona doğru yürürken güldü. “Çocuklar uyudu ve yalnızız papatyam.” Dedi eğilip onun bacaklarını çekti ve oturup nazikçe kucağına bıraktı. “Yani istediğim kadar seksi dolaşabilirim.”

Gözlerini kısan Dünya bakışlarını, muhteşem göğüs hatlarından çekerek telefonu yeniden önüne aldı. “Gerçi sana ne kızıyorsam, elinde değil, çuval içinde bile iyi görünüyorsun.”

Ares uzanıp telefonu ondan alınca Dünya itiraz edercesine doğruldu. “Hey!”

Telefonu sehpaya fırlatan Ares, doğrulan Dünya’ya döndü. “Ne?” dedi azarlar gibi. “Döndüğünden beri bana hiç ilgi göstermedin. Kurtarmaya gelemedim diye kızmana bir şey demiyorum ama kaçmanı sağlayan geçidi açan bendim. O yüzden ödülü hak ediyorum.”

“Ödül mü?” dedi Dünya ve yavaşça geriye uzandı. Gözleriyle yakışıklı ölümsüzün heykel misali bedenini süzerken devam etti. “İyi bir fikir ama bir iki sorum olacak.”

Ares başını geriye yasladı. “Seni baştan çıkarmaya çalışıyorum, senin aklın başka yerde!” diye söylenip doğruldu. “Tahmin edeyim, ona neden ambrosia verdiğimi merak ediyorsun.”

“Bildin!” dedi Dünya. “Ama nasıl bildin?”

“Sana olan ilgimi ve dikkatimi küçümsüyorsun papatyam, tepkilerinden ne düşündüğünü çözmek en sevdiğim görevlerden biri…” dedi ve elini onun bacağı boyunca gezdirdi. “Sen daha konuşmadan ne söyleyeceğini tahmin etmeye bayılıyorum.”

“Ares!” dedi bacağını ondan çekerek. “Konuyu değiştirme.”

Oflayan Ares ciddileşti. “Pek ala, onun zaten bir ölümsüz olduğunu herkesten saklamak istedim. Ambrosia sayesinde ölümsüz olduğunun düşünülmesi, soyuna olan merakı engelleyecekti.”

“Onu gizleme konusunda kararlısın?”

“Evet. Onun Zenwarlı sıradan bir insan olduğu konusunda kimsenin kuşkusu olmamalı.” Dedi ve Ares elinde kalan bacağı alıp yanına bıraktı, gövdesi boyunca ona doğru uzandı. Ağırlığını vermiyordu ama onu hissedebileceği kadar yakınlaşmıştı. “Hatırlamamız gereken tek şey bu, papatyam.”

Dünya kendini Ares’in altında daha rahat bir şekle sokarken sorularına devam etti. “Morpheus’u teslim etmesi için Nyx’i nasıl ikna ettin?”

Ares burnunu onun burnuna sürttü ve boğuk bir sesle cevapladı. “Oğlunu cezalandırmama izin vermezse, Morpheus’un Athena’ya yaptığını yapacağımı söyledim.” Ares eğildi ve dudaklarını onun boynunda dolandırmaya başladı. “Nyx oğluna çok düşkün ama hakkım olana karşı da saygılıdır.”

Dünya dokunuşlar karşısında erimeye başlamıştı. Nefessiz bir sesle sordu. “Peki… Ah, Ares… Aşk büyüsünü bozmak için yapılan ters büyü kimi çarptı o zaman?”

Ares başını geriletti ve bıkkınca yüzüne baktı. “Soruların bitmeyecek mi? Üç oldu.”

“Son soruydu.”

Konuşmak için dudaklarını yalayan Ares hızlı bir cevapla konuyu bitirdi. “Ghede belirsiz bir süreliğine taşa dönüştü, ben de onun bol güvercinli bir meydana dikilmesini sağladım.” Dedi ve bakışları dudaklarına düştü. “Şimdi tatmin oldun mu?”

“Henüz değil.” Diye mırıldanan Dünya onun boynuna sarılıp kendine çekti. Gözlerinin ışıltısı altında fısıldadı. “Seni çok seviyorum Ares.”

Ares gülümsedi ve karısının dudaklarına doğru fısıldadı.

“Seni çok seviyorum, Dünya’m.”

 

The End

Hiç yorum yok:

Seri Hikayelerin Düzeni

TUTSAK SERİSİ 1. Kitap    Tutsak 2. Kitap    Anahtar 3. Kitap    Dünya 4.Kitap    Cehennem Hikayelerin dizilişi bu şekildedir. Diğer ...