Dünya ile
Athena salonda oturmuş, karşılarında oturan Enyonas’ın yüzüne bakıyorlardı.
Dünya şaşkınlığını kelimelere döktü.
“Biz de mi
davetliyiz?”
Enyonas kibar
bir tavırla başını salladı. “Prenses Tenq Baur-Enwar sizinle tanışmak istiyordu
fakat özel bir görüşme için vakit olmadı. Kutlama törenine davet ederek sizi
onurlandırıyor.”
“Onurlandırması
bizi çok mutlu etti ama önceliğimiz kendi evimize dönmek biliyorsun. Bunun için
de bazı bilgilere ihtiyacımız var, belki bu tarihinizle ilgili olabilir. Bizi
bu konularda onurlandırmasını tercih ederiz.” Dedi Athena umursamaz bir
tavırla.
“İsteğinizi
Yaşlı Ruh’a iletirim ama bizim önceliğimiz de, tahta çıkış seremonisidir.
Zenwar tarihinin gelmiş geçmiş en kudretli dönemine geçişimize şahit
olacaksınız, sevinin.”
Dünya ve
Athena aynı anda iç geçirdi. “Sevinelim, bakalım.”
Son derece
resmi bir toplulukla masaların sıralandığı bir salonda oturuyorlardı. Yaşlı Ruh
ünvanlı kadın ve müritleri, kral ve ailesinin olduğu baş masadaydılar. Kralın
yanındaki iki sandalye boştu ve prenses henüz teşrif etmemişti. Kral şık
kıyafetinin içinde yaşını almış bir adamdı, anaerkil bir hanedan olduklarını
bir kez daha vurgularcasına, kralın iki oğlu bu saygın gruba birkaç sandalye
uzaktaydı. İnsanlar daha şık giyinmişlerdi, Dünya ve Athena’da ortama uygun bir
kıyafet içindeydi. Enyonas yapılması gerekenleri kısaca onlara açıklarken
kıyafet getirmeyi unutmamıştı. Şimdi ise küçük toplulukları ile fazla sohbet
etmeksizin sabırla bekliyorlardı.
Dünya etrafa bakarak
Athena’ya doğru eğildi ve fısıldadı. “Bu kutlamadan daha eğlenceli cenazeler
var.”
Athena
gülmemek için dudağını sıktı. Hak vermemek mümkün değildi, güya doğum günü
kutluyorlardı. Gerçi doğum günü çocuğu da ortalarda yoktu. Salona girdiğinde
bakışları Dea’yı aradı ama genç adam da ortalıkta yoktu. Bu tarz bir törene
çağrılmak için rütbesinin yetmediğini hayal kırıklığı ile anladı. Dünden sonra
genç adamı görme konusunda da kararsızdı, çünkü kızmıştı ama her şeye rağmen
çok özlemişti. İtirafını anımsamak ise kalbini durduran bir heyecan dalgasına
neden oluyordu. Üstündeki büyüye bir kez daha lanet ederken genç adamın
çağrılmamasına sevindi, yakışıklı yüzünü görmeye hazır değildi.
Sabırlı
topluluk da çaktırmadan onları izliyordu, bazıları küçümseyen bazıları da
gizlemeye çalıştığı meraklı bakışlar atıyorlardı. Athena onların bu tepkilerini
elbette bekliyordu çünkü görevlerinde birçok kez farklı boyutlara seyahat
etmişlerdi ve çeşitli törenlere katılmaları gerekmişti. Özellikle Zeus’un kızı
olduğu ortaya çıkınca ve Ares ona Olimpos’u temsil görevini kilitledikten sonra
yolculukları görevden çok ziyaret maksadıyla gerçekleşmişti.
Athena
salondakileri ustalıkla süzerken Dünya’nın tespitinin doğru olduğunu hayretle
fark etti. Kadınlar ortalama bir fiziksel yapıya sahipti, hatta ilginçtir
süslerine ve bakımlarına dikkat etmelerine rağmen çarpıcı bir güzelliğe sahip
bir kişiye dahi rast gelmemişlerdi. Belki bu yüzden ikisinin yabancı oldukları
hemen anlaşılıyordu. Erkekler de şık ve bakımlıydılar ve bariz şekilde
kadınlardan yüz ve fizik olarak güzeldiler. Fakat Dea başka bir kademeydi ve
gerçekten de güzellik bakımından Adonis ile yarışırdı. Çekicilik bakımında da
Ares ile kapışabilirdi ama anlaşılan adamdaki bu bariz üstünlüğü kimse garip
bulmuyordu.
Görevliler
atıştırma tabaklarını masalara dağıtırken salonun yan kapısı açıldı ve
görevliler gerilerken diğerleri ayağa kalktılar. Dünya ve Athena da bu saygı
duruşuna katılmak için ayağa kalktığında fark etti ki ayaklanmayanlar sadece
Yaşlı Ruh ve onun müritleriydi. Genç bir adam güçlü bir sesle duyurdu.
“Zenwar’ın
güneşi Tenq Baur-Enwar!”
Genç bir kadın
gururlu adımlarla salona girdi ve sandalyesine oturmak yerine Yaşlı Ruh’un
yanında ayakta durdu. Yaşlı Ruh ona doğru yürüyen prensese bakmak dışında bir
tepki vermedi, prenses yanında durduğunda ise, konuşması için izin verir gibi
yanındaki kadına baktı. Bu daha önce sözcülük yapan orta yaşlı kadındı. Kadın
sessizliğin tadını çıkarırcasına yavaş hareketlerle ayağa kalktı, prensesin
diğer tarafında durdu. Salonu kısa bir an süzdü, herkesin dikkatini sağladığına
karar vermiş olacak tok bir sesle konuşmaya başladı.
“Bu gün kutlu
günlerimizin başlangıcı, Zenwar tahtının yükselen gücünün ilk adımıdır. Tenq
Baur-Enwar’ın yüce kraliçelerimizin arasına katılacağının işaretleri, taht
yaşını doldurmasına yakın belirmeye başladı ve müstakbel eşinizin belirmesinden
sonra onaylanmıştır.” Dedi kadın ve belki de ilk defa hafifçe gülümsedi. Yaşlı
Ruh da kırışık yüzünü hareketlendiren bir memnuniyetle bu sınırlı coşkuya katıldı.
Orta yaşlı kadın gülümsemesini çabucak yüzünden silerek prensese baktı.
“İzninizle Yıldız Okuyucuyu çağırıyorum.”
Prenses
heyecan kırıntıları sezilen bir sesle konuştu. “İzin verildi.”
Öndeki masadan
bir kadın öne çıktı ve prensese klasik bir selam verdi. “Yıldızlar, prenses
Tenq Baur-Enwar’ın taht hakkını onaylayarak eşinin adını gösterdiler. Yüce
Kurul tarafında da geçerli bulunan okuma sonrasında bu ismi kabulünüz için
huzurunuza çağırıyorum.”
Prenses hoşnut
bir tavırla gülümsedi ve geldiği tarafın tersi yöne döndü. Salonun diğer
tarafındaki kapı açılırken Yıldız Okuyucu yüksek sesle ismi söyledi.
“Deacas
Tai-Darin!”
Salona
memnuniyet uğultusu dağılırken Athena yerinde sallandı, Dünya şaşkınlığına
rağmen zamanında tepki vererek çaktırmadan düşmesine engel oldu. Kapıdan giren
genç adam ifadesiz bir yüzle ileri bakarak prensese doğru yürüdü, karşısında
durdu ve resmi selamını verdi. Prenses, önünde başı eğik duran adama doğru yürüdüğünde
Dea başını kaldırdı ama bakışları prenseste değildi. Bir kukla gibi sağ kolunu
kıvırıp prensesin ilgisine sundu. Kadın büyük bir ödül bahşettiğinin haklı
gururuyla elini zarif bir edayla kaldırdı, genç adamın kolunun üzerine
yerleştirdi ve ona bakmayan adama doğru konuştu.
“Ben Tenq
Baur-Enwar, eş olarak kaderime yazılan Deacas Tai-Darin’i kabul ediyorum. “
Athena
gözlerinin önünde gerçekleşen felaketi izlerken Dünya’nın desteğiyle ayakta
durabiliyordu. Aynı anda öfkeden delirip Dea’yı biçebilir, zavallı parçalanan
kalbi yüzünden son nefesini verebilir, kıskançlık hiddetiyle kıymetli prensesin
saçını başını yolabilir, ardına bakmadan salondan kaçabilir, gözlerinde yaş
tükenene dek ağlayabilir, salonda huşuyla töreni izleyen herkesin gözlerini
oyabilirdi. Birçok duygu ve isteği aynı anda yaşıyordu. Dea prensesin eşi mi
olacaktı! Yüzyıllar sonra bir adama aşık olmuştu, adam ise başkasına söz
verilmişti! Aşkının sahte olup olmaması umurunda değildi, acısı oldukça
gerçekti.
Dea, prensese
sandalyesine kadar eşlik edip oturttuktan sonra salondakiler de yerlerine
oturdular. Genç adamın üzerinde her zaman giydiği uzun ceket yerine kısa ve
sade bir ceket vardı. Gümüş düğmeleri yakasına dek iliklenmişti, bunun haricinde
süs olarak ceketinin sağ omzunda altın sırmayla işlenmiş bir şekil vardı.
Pantolonu da sadeydi, kemerindeki kında duran çapraz hançerler dışında
aksesuarı yoktu. Uzun saçlarını zarif bir örgüyle toplamıştı; ölümcül derecede solgun,
güzel yüzünü ortaya çıkarmıştı. Sol kulağında bir küpe ışıldıyordu. Dea,
prensesin yanına oturdu ve sabit bakışlarını öylesine öne çevirdi, odağında
kimse yoktu. Bakışları bomboştu.
Yemek servisi
başladığında salonda zoraki bir muhabbet de başladı, mesafeli ve öylesine
yapılan sohbet, törenin havasına uygundu. Diğer köşede yavaş ritimle garip
müzik aletleri çalan bir grup dikiliyordu, her şey genel matem hissini
pekiştiriyordu. Tören uzadıkça Athena nefes alamadığını hissetti, Dea’nın
olduğu tarafa bakamıyordu bile. Neden hiçbir şey söylememişti… Sorumluluğunun
gelecekteki kral olması hafife alınacak bir görev değildi. Dünya milletin
yemeğe dalmasını fırsat bilip hafifçe onun koluna dokunduğunda, Athena başını
çevirdi.
“Nasıl
hissediyorsun?” dedi kısık sesle fısıldayarak.
“Ölüyor
gibiyim…” dedi Athena güçsüzce. “Canım acıyor…”
Dünya onu çok
iyi anlıyordu, geçmişte Ares’in Afrodit ile nişanlı olduğunu öğrendiğinde tüm
dünyası başına yıkılmıştı ki, sonra onları her gördüğünde onu kavuran
kıskançlık hiçbir şeydi. Adamı hala kıskanıyordu ama kalbine ve sadakatine
sahip olduğunu bildiğinden yakışıklı ölümsüze işkence etmiyordu. Sadece kocasına
yaklaşanları perişan ediyordu. Şimdi de Athena benzer durumdaydı, sadece ondan birazcık
daha çaresizdi.
Kısa süren
yemek faslından sonra Yüce Kurul üyeleri salondan ayrıldı, ardından prenses Dea’nın
kolunda salınarak geldiği kapıdan kayboldu. Kalan kraliyet üyeleri de salondan
ayrıldığında kalabalık dağılmaya başladı. Dünya saçma sapan geçen gecenin
bitmesine sevinerek yemek boyunca gergin duruşunu bozmayan Athena’yı dürttü.
“Yiyeceğimizi
yedik gidelim artık.”
Athena
kalabalığı takip etmek için dönecekken yanlarında Enyonas belirdi. Prensesin
onları beklediğini söyledi. Athena soğukkanlı duruşunu zoraki koruyordu ve bu
gerilim Dünya’yı panikletmeye başlamıştı. Gerçi kadını takdir ediyordu çünkü o,
Athena kadar tepkilerine hakim olamazdı. Görüşmenin olacağı odaya giderken
Dünya dua ediyordu, Dea’nın odada olmaması için. Fakat bir duası daha kabul
edilmedi. Prenses gösterişli bir koltukta kraliçe edasıyla oturuyordu, bir
yanında Dea diğer yanında Yaşlı Ruh oturuyordu. Kral haricinde orta yaşlı kadın
ile Enyonas da odadaydılar. Enyonas onları prensese tanıtırken Dea hariç
hepsinin bakışları onların üzerindeydi. Genç adam bunalmış gibi ceketinin
kapalı düğmelerinin birkaçını çözmüştü ve her nasılsa yüzü daha süzülmüştü,
dudaklarının rengi dahi solgundu.
Athena, kadını
Zenwar resmi selamıyla selamladığından Dünya da ona uydu. Prenses heyecanlı bir
sesle konuştu.
“Zenwar’a hoş geldiniz.”
Dedi ve ayağa kalkıp onların yanına geldi. “Geleneklerimizi bu kadar çabuk
öğrenmeniz çok sevindirici!”
Athena soğuk
bakışlarını kadına doğrulttu ve bakışlarına tezat kibar bir sesle konuştu.
“Teşekkür ederiz majesteleri, geleneklerinize uymak bizim açımızdan zor değil.
Misafirperverliğiniz sayesinde ruhumuz coşkuyla doluyor ve öğrenmek için daha
istekli oluyoruz.”
Tenq garip bir
tavırla yüzüne ilişmiş maske gülümsemesini korudu. “İsimlerinizi öğrendim ama
sizden daha detaylı bir tanıtım istesem sıkıntı vermem, değil mi?”
Athena kadının
niyetinin hadlerini bildirmek olduğunu fark etti, ülkelerine yabancı bir yerden
gelmişlerdi ve eşi olarak tayin edilen Dea’nın ilgisine kavuşmuşlardı. Rahatsız
olması normaldi. Athena uyumlu bir tavırla başıyla onayladı.
“Elbette,
prenses Tenq Baur-Enwar. Kendimizi tanıtmaktan mutluluk duyarım.” Dedi kadının
da unvanını özellikle belirterek. Sonra Dünya’ya baktı ve onları dinleyen
herkesin duyabileceği bir sesle onu tanıttı. “Olimpos evinin resmi anahtarı,
evlerin onaylanmış ana lideri Ares’in eşi, güç varisinin annesi, kafeterya
müdürü Dünya’yı size tanıtıyorum.”
Athena yeniden
prensese döndü, göz ucuyla Dea’nın kımıldadığını ve başını ona doğru yarım
döndürdüğünü gördü. Genç adam bu oyuna ilgisiz durmaya çalışıyordu ama
anlaşılan zorlanmaya başlamıştı. Athena ise dikkatini dağıtmadı. Dünya’yı
tanıtırken odadaki herkesin şaşkınlığını izlemek de güzeldi, kendini tanıtmayı
ilk başta kısa tutmaya karar vermişti ama özellikle Dea’nın beklentisi hoşuna
gittiğinden tanıtımını tam yapmak istedi. Prensesin gözlerine bakarak resmi
tonda devam etti.
“Ben Athena,
Olimpos’un strateji komutanı ve elçisi, eski lider Zeus ve zeki Metis’in kızı,
Olimpos evinin lideri Ares’in kardeşi, sanat ve zanaatın koruyucusuyum. Olimpos
evi adında sizi selamlarız.”
Dea tanıtımı
soluksuz dinledi. İlk kelimesinden sonra kendine koyduğu engeller yıkıldı ve
bakışlarını, güzelliği ile nefesini kesen Athena’ya çevirdi. Tenq’in küçümsemesine
verdiği cevap hepsini afallatmıştı. İki kadının özellikle Athena’nın asil bir
duruşu olduğu barizdi ama bu kadar ağır bir unvanı kimse beklemiyordu. Göz
ucuyla yaşlı kadına baktı, kadının kurnaz gözlerinden okunanlar onu rahatsız
etti.
“Ah! Hiç
ummazdım, bana gelen bilgiler sizin yolunuzu kaybetmiş kadınlar olduğunuzdu.
Meğer soylu bir kana sahipmişsiniz.” Dedi ve şaşkınlığını gizlemeye çalışan bir
gülümsemeyle ona döndü ve elini uzattı. “Yanıma gel Deacas.”
Sıkıntısını
belli etmemek için ifadesini düz tuttu ve ayağa kalkıp prensesin uzanan elini
tuttu. Kadın hoşnut bir sokulmayla çekinmeden onun elinden tutup koluna
yaslandı. “Senin de haberin yoktu sanırım sevgili Deacas. Konuklarımızın ne
kadar önemli insanlar olduklarını bilseydin mutlaka bana söylerdin.”
“Bilmiyordum
prensesim.”
Yaşlı Ruh sert
bir sesle konuşmaya girdi. Onlara yanaşırken doğrudan Dea’ya doğru konuştu. “Bu
hiç iyi olmadı Deacas! Dikkatinden kuşku duymuyorum ama görünüşe göre,
incelemen özensiz olmuş.” Dedi genç adama bakarak. “Bu, senden beklenmeyecek bir
sorumsuzluk!”
Çenesi kasılan
Dea kadına karşı kendini savunmadı, zaten yaşlı kadın da savunma istemiyordu
sadece uyarıyordu. Yaşlı Ruh’un bulutlu gözleri ona sarılan prensesin eline
ilişti ve sahte bir anlayışla kadına gülümsedi. “Prenses Tenq, anlaşılan eş
seçiminden oldukça memnun kaldınız.” Sonra gülümsemesi dağılıp yüz ifadesi
soğurken ekledi. “Bari yarın yapılacak nişana kadar kıymetli bedeninizin
isteklerini bastırmayı deneyin.”
Utancından
kaskatı kesilen Dea, uyarıyı hiç umursamayan Tenq’in yerine de buz kesti.
Kolunu kadının temasından çekmemek için kendisiyle mücadele ederken kral lafa
girdi.
“Onlar genç,
Yaşlı Ruh.” Dedi yarı sarhoş bir sesle. “Bu denli mutlu bir günde bu tarz
samimiyeti hoş karşılamalısın. Zaten yakında evlenecekler.”
Dea
dayanamadı. Öfkesini bastırmaya çalışarak kolunu Tenq’in temasından sıyırırken
geriledi. “Tüm saygımla prensesim, kralım özür dilerim. Yaşlı Ruh’a hak
veriyorum. Prensesimizin ilgisi için sabırlı olmak benim için büyük bir onurdur.”
Yüzü kırmızıya
dönen Tenq hiddetini kusacakken Yaşlı Kadın elindeki asayı yere belli belirsiz
vurdu ve Tenq derin bir nefes alarak ifadesini düzeltti. Dea bu terslemenin
intikamının alınacağından emindi. Fakat endişesi başına gelecekler için
değildi. Kaşlarının altından Athena’ya baktı, önlerindeki rezaleti şaşkınlıkla
izliyorlardı. Hemen bakışlarını kaçırdı. Bu gece olanlardan sonra büyü altında dahi
olsa Athena’nın saygısını kaybetmiş olabilirdi.
“Saygıdeğer
Athena!” dedi Yaşlı Ruh. “Konakladığınız ev sizin için uygun değil. Sizi saraya
aldıracağız. Böylece uzun sohbetler yapabiliriz.”
Onları saraya
alarak gözlerinin önünde tutmak istiyorlardı. Athena da bunu fark etmiş olacak
kararlı olduğunu belirten otoriter bir sesle konuştu. “Saray yerine konak bizim
için daha uygun, konuşmak istediğinizde bulmanız daha kolay olur.”
“Saraya
taşınacaksınız!” Tenq’in sesi aniden patladı.
Athena başını
çevirerek prensese tepeden baktı ki, aralarındaki boy farkı sayesinde kolay
olmuştu. “Esir miyiz?” dedi normal bir sesle ama sesinin tınısı tehdit gibi
çıkmıştı.
Tenq kibirli
bir tavırla konuştu. “Olasılık dahilinde!”
Athena kadına
doğru bir adım attı. “Kuşkunuz varsa bize misafiriniz gibi davranmayın, ya
sınır dışı yapın ya da hapsedin. Kimsenin riske girmesine gerek yok.”
Aşırı
davrandığını fark eden kadın yardım için Yaşlı Ruh’a baktı ama kadın hiç oralı
değildi. Sen batırdın sen temizle der gibi ifadesiz bir suratla duruyordu,
aynen diğerleri gibi. Babası zaten içkinin etkisi altında iyice uyuşmuştu. Kararsız
kalan Tenq ne cevap vereceğini düşünürken Dea işlerin daha da karışmasına engel
olmak adına araya girdi.
“Prensesim, konuklarımız
için ben kefil oldum, herhangi bir sorun halinde cezalarını paylaşmam gerek.”
Tenq panikle ona bakınca, sakinleştirmek için hafifçe gülümsedi. “Fakat siz de
bana hak vereceksiniz, kendi diyarlarında yüklendikleri kibir yüzünden saygı
konusunda kusurlu davranabilirler. Asil kana sahip olmak görgüyü beraberinde
getirmiyor.”
Athena’nın
onaylamayan sinirli sesini duydu fakat dikkatini Tenq’e verdi. “Af etmek bazen
karşıdakinin düşünmesini sağlar. Kararı yüce gönlünüze bırakıyorum.”
Konuşmasının
Tenq’in hoşuna gittiği, kadının yumuşayan yüz ifadesinden belliydi. Çocukluğundan
beri ona zaafı olduğunu saklamıyordu, şimdi daha cesurdu. Tenq yeniden
Athena’ya döndüğünde, sakindi.
“Konakta
kalmaya devam edebilirsiniz.” Dedi ve diğerlerine kısa bir bakış attı. “Yarın
yorucu bir gün olacak, dinlenmeye geçelim. Çekilebilirsiniz.”
Athena ve
Dünya kadının lafını ikiletmediler. Athena’nın gidişini izlemek canını acıtsa
da elinden gelen bir şey yoktu, çaresizlik kalbine saplanmış bir ok gibi onu
kıvrandırıyordu. Diğerleri de kapıya doğru yürümeye başlamıştı. Dea kadına
selam verip ayrılmayı düşünüyordu ki, Tenq ona elini uzattı. “Deacas nişan
hakkında konuşmamız gerek.”
“Çok önemli
değilse, Deacas’la ben görüşmek istiyorum, prensesim.”
Dea konuşan
kadına bakmadı fakat Tenq itiraz edemeyeceğinin farkında olarak havadaki elini
indirdi, kadına doğru döndü. “Sonra da görüşebiliriz.”
Tenq odadan
çıktığında Dea başını kaldırıp karşısındaki kadına baktı. Duygusuz sert yüz
ifadesi umut verici değildi. Aniden elini kaldırdı ve onun yüzüne çok sert bir
tokat attı. Dea engel olmadı, yeniden döndüğünde hırsını alamayan kadın öfkeyle
bir tokat daha attı. Yanağı alev almış gibi yanıyordu, başını yeniden kadına
doğru döndürdüğünde kadın öfkesini kusmaya başladı.
“Sen ne
yaptığını sanıyorsun? Kimse ağzını açmazken o kadınları savunmak sana mı
düştü?”
Dea oynanan
oyunu bozduğu için kızdığını biliyordu. Tepkisiz kalıp kadının öfkesine
katlanmayı seçti, pişman olmuş gibi başını hafifçe eğdi. “Özür dilerim, tahmin
edemedim.”
“Sen mi tahmin
edemedin? Karşında salyaları akan Tenq yok, Deacas! Beni o kadar kolay
kandıramazsın.”
“Kandırmaya
çalışmadım anne.” Dedi sakin kalmaya çalışarak.
“Tenq çok
yakında tahta çıkacak.” Dedi annesi dişlerinin arasından. “Yaşlı Ruh’un da
fazla vakti kalmadı. O gidince, Yüce Kurulun Yaşlı Ruh’u ben olacağım, sen de
kraliçenin eşi olacaksın. Ağabeyini de Baş Orun ilan ettirdiğimizde, Zenwar
bizim hâkimiyetimize girecek. Fakat senin sivri dilin yüzünden her şeyi hatta
hayatımızı dahi kaybedebiliriz.”
Ona iyice
yaklaştı. “Sorumluluklarını unutma Deacas! Senin tek görevin var, müstakbel
kraliçenin arzularını tatmin etmek! Her bakımdan!”
“Anne!”
“Başka bir
görevin yok Deacas. Sen onu memnun et ki, annen diyarı yönetebilsin. Senin için
zor olmayacak. Anlamışsındır, Yıldız Okuyucunun yıldızlarla uğraşmasına gerek
kalmadı, Tenq onun yerine okudu ve bu deliyi idare edebilecek tek kişi sensin. O
seni istiyor, ben de Zenwar’ı! Sakın beni hayal kırıklığına uğratma, senin için
çok uğraştım Deacas! Çabalarımı boşa çıkarma!”
“Beni idam ediyorsun.”
Dedi üzgün bir sesle fakat kadının fikrini değiştirmeyeceğini biliyordu.
Yıllardır duyduğu sözleri kanıksamıştı ama başarılarının annesinin planlarını
değiştireceğini ummuştu. Baş Orun olması ve laun def eden tek kişi olması, onu
Tenq’in yatağından kurtarmaya yetmemişti.
“Seni kral
yapıyorum oğlum.” Dedi kadın sırıtarak. “Ve daha fazlası… Laun taşı çok
dengesiz, bir değişim geliyor ve sanırım bu değişim yararımıza olacak.”
Annesi
sırıtmaya devam ederek odadan çıktığında, Dea kendini koltuğa bıraktı. Herkesin
ondan beklentisi vardı. Son hamlenin zamanı gelmişti fakat teslim olmak isteği
yoktu. Planları sorgulaması da annesinin hoşuna gitmiyordu. Tenq onunla
evlenmeyi uzun süredir istiyordu, ret etme seçeneği yoktu. Yıldız Okuyucunun
tayin ettiği eş kesindi, özellikle gelecek kraliçenin duyurulan eşi. Belirlenen
eşin sorumluluğunu yerine getirememesi durumda tüm ailesi idam edilirdi. Dea
evlenmeden bir şekilde hayatını kaybetse dahi, bu ceza geçerliydi. O nedenle
yarın nişandan sonra Baş Orun unvanını bırakacaktı. Hançerlerinden ayrılmak ona
zor geliyordu.
“Kahretsin!”
dedi ve bedenini saran öfke ateşiyle doğruldu. Damarlarında akan kanı alev
almıştı sanki… Uzun adımlarla açık havaya ulaşmak için acele etti, yoksa tüm
sarayı yakması içten değildi.
* * * * *
Ares odada
dolanırken Apollon hepsine bilgi veriyordu. “Tüm kadim kayıtları inceledik, hiç
ipucu yok. Hekate hala ayna büyüsünü güçlendiriyor fakat sonuç yok. Dünya bize
ulaşmak istemiyor olabilir…”
Ares gözlerini
çevirdi. “Öyle bir olasılık yok Apollon!” dedi ve durdu. “Yazılı ritüeller
dışında bir şey öğrenebildik mi? Kapalı veya dengesiz boyutları nasıl
bulacağımızı bilen biri yok mu?”
“Hala
araştırıyoruz Ares.” Dedi Adonis. “Evler gönüllü olarak yardım ediyorlar fakat
kapalı boyutlar herkes için bilinmez. Anlaşılan geçişleri kimse kontrol
edemiyor.”
Ares onca
uğraşın boşuna olmasını hazmedemiyordu. Dünya kadar yetenekli bir anahtarı
hangi kilit durdurabilirdi? Günler
aktıkça korkunç bir olasılık zihnine sızıyordu, ya hiç dönemezse… Bu korku
hiçbir şeye benzemiyordu, şimdiye kadar çektiği işkenceler daha insaflıydı.
Sevgilisine nasıl ulaşacaktı? Aniden doğruldu ve onu dikkatle izleyen Adonis ve
Solan’a baktı.
“Adonis, Solan
peşimden gelin!”
Adonis iki
adımda geçide ulaştı ve Ares’in ardından geçide adımladı. Solan düşünmeden
doğruldu ve açılan geçitten adamı takip etti. Artemis az önce Solan’ın durduğu
boşluğa bakarken hırsla söylendi. “Lanet olsun, yine bir şey demeden gitti!
Kırmızıyı niye alır ki, ben dururken!”
Odadakiler
Artemis’in çenesinden çekinerek birbiri ardına yönlendiler ve araştırmaya geri
döndüler. Artemis dudağını büktü. “Adiler!”
Ares iblis
büyüsüyle açtığı geçitten adımladığında alacakaranlığın hüküm sürdüğü bir
bahçeye ayaklarını bastı, ardından Adonis belirdi. Damarlarında akan Kaos kanı
sayesinde iblis geçitlerini kolayca kullanabiliyordu. Geçit kapanırken peşinden
Solan girdi. Etrafa kısa bir an bakan adam ona sırıttı.
“Akıllıca…
Daha önce neden düşünmedik?”
Çürümüş
ağaçlar halka şeklinde bir alanın etrafını sarıyordu, havadaki ağır ve pis bir
koku insanın boğazına yapışıyordu. Alanın tam ortasına, uçları yukarı bakan
hilal şeklinde simsiyah mermerden oyulmuş bir heykel dikilmişti. Heykelin
tabanında girdap gibi dönen ince bir hendek vardı ve dumanları tütüyordu. Ares
kenarda durmaya devam ederken diğerlerine doğru konuştu.
“Kısa bir
zamanımız var. Adonis kaosa hükmet ve Solan büyüyü tamamlayana dek, dengeleri
koru.”
“Doğru kişi
olduğuna emin misin?” dedi Solan.
“Olmasını
umuyorum, çünkü onun dışında boyut dengesine hakim olabilecek bir güç yok.”
“Pek
anlaşamadığınızı hatırlıyorum.” Dedi Adonis. “Yardım etmesini nasıl
sağlayacaksın?”
“İlgisini
çekmeliyim.” Dedi düşünceli bir tonda. Düşünüyordu çünkü ilgisini nasıl
çekeceğini bilmiyordu.
Ares zamana sızıp
gücünü alana yaydı ve kısıtlanmış bir alanda zamanı dondurdu. İlk başta biraz
zorlandıysa da gücünün kontrolünü çabuk sağladı. Adonis hemen ardından alandaki
kaosa hükmederek tüm dengeleri sabitledi ve kötücül kalıntıları temizledi.
Solan ellerini sıkarak enerjisini ortaya çıkardı, yemyeşil ışıltılar
parmaklarını çabucak sardı. Becerikli tavırlarla havaya bir rün çizdi. Ares
olimposun yargısını adamın enerjisine doğru yönlendirdi ve Solan’ın elindeki
yeşil ışıltı siyah bir dumana çevrildi. Güçler birleşince hava elektriklendi ve
enerji doğrudan hilal şekline aktı. Solan’ın kolu titremeye başlamıştı, çünkü
karşısındaki güç devasa bir enerjiye sahipti. Neyse ki, bu enerji özellikle
canlandırılmış bir enerji değildi, yoksa zapt etmek mümkün olmayacaktı. Hilalin
rengi açıldı derken tüm renklerin birleşimi beyaz olunca Solan gücü kesti ve
geriye doğru sendeledi. Ares ve Adonis, ona doğru hareketlenecekken heykel
çatırdayarak yıldırımlar çıkardı. Üç adam dağılan güç yüzünden geriye uçtular
ve sertçe yere düştüler. Solan kalkmakta zorlanırken Ares ve Adonis onu
korumaya alarak savunma duruşuna geçip heykele döndüler.
Hilal şekli ay
gibi parlamaya başlamıştı, taştan yavaşça yayılan bir güç etrafı değiştirmeye
başladı. Kuru ve pis kokulu yarıklara sahip toprak çimleniyordu, havadaki ağır
koku yerini taptaze çiçek kokularına evirdi. Ağaçlar sarsıldı, dalları güçlendi
ve yapraklandı. Kelebekler çimenlerin arasından yükselen çiçeklerin tepesinde
süzülüyordu, geride kalan ağaçlarda kuşlar şakımaya başladı.
Taş hilal
şekli parlaklığını yitirirken genç bir adam rahat bir tavırla heykele yaslanmış
bir halde ortada belirdi. Omuzlarına değen saçlarını yarım toplamış yüzü
açıktaydı, yüz hatları düzgündü ve delici bakışlara sahip gözleri yüzünün en
çarpıcı yeriydi. Adamın gözleri griye dönük buz mavisine dönüşürken bakışları
doğruca Ares’in üzerindeydi.
“Çok küstahsın
Ares.” Dedi derinden gelen güçlü bir sesle. “Herhangi bir sınırın yok mu?”
Ares’in
gözleri altın pırıltıları saçmaya başlamıştı, iki gücün birbirine yansıması
ikisinin de elinde değildi. Savunma duruşunu çözdü ve gururlu bir duruşla
yerinde doğruldu.
“Yapabileceklerin
hakkında bir sınır belirlediğini bilmiyordum efendi Baal. Küstahlık konusunda
da senin seviyene yetişebileceğimi sanmıyorum.”
Baal başını
arkaya atarak kristal berraklığında hoş bir kahkaha attı. Yeniden Ares’e
döndüğünde ifadesini yine ciddileştirmişti.
“Seni en başta
Olimpos’a kaptırmamalıydım.” Diye onu süzerek mırıldandı. “Çok daha fazlası
olabilirdin.”
Baal’ın
bakışları, Solan ve onu destekleyen Adonis’e döndü. Alanda yükselen muazzam güç,
Solan’ın enerjisiyle çarpışmıştı, Solan bu baskıyı emmeye çalışırken
zorlanıyordu. Büyücünün bu güce dayanması bile mucizeydi, demek ki, Olimpos’un
Ares sayesinde güçlendiği doğru diye düşündü. Yeniden Ares’e döndü.
“Neden
buradasın?”
“Evimizden iki
kişi ortadan kayboldu ve hiçbir iz yok. Boyutlardan birinde hapsolduklarını
düşünüyoruz.”
Baal gözlerini
kıstı ve hafifçe öne doğru eğildi. “Bunun için mi geldin? Madem boyuta gidecek
güçleri var, geri dönmek için de aynı gücü kullanabilirler. Anahtar çağıracak
büyünüz yok mu?”
“Kaybolanlardan
biri anahtar… Sana ait olan boyutlarda olabilirler.”
Ona bir an
bakan Baal güçlü bir kahkaha daha attı ve ayağa kalktı. İnce fakat güçlü bir
beden yapısına sahipti. Kas yapısı Ares kadar belirgin değildi ama onun ne
kadar çevik ve güçlü olduğunu bilmeyen yoktu. Karşılarında, unutulmuş zamanlarda
Fenike’den Kenan illerine dek hüküm sürmüş, doğunun ilk iblise dönüşmüş kralı
duruyordu. Zeus’un dahi çekindiği komutan efendi Baal, insanların arasında
korkulan bir saygıya sahipti, ona yeryüzünün karanlığı derlerdi. Emrindeki
iblis lejyonları acımasızlığı ile tüm boyutları uzun süre tehdit etmişti. Zihinlerine
hükmederek, yarattığı dehşeti, canlı olan herkese yaşatmıştı. Söylentiler vardı
fakat kimse bunun gerçekliğini öğrenememişti. Güçlü bir kralın iblise nasıl
dönüştüğü ve neden dönüştüğü, hükmünün zirvesindeyken de aniden neden her şeyi
bırakıp inzivaya çekildiğini kimse bilmiyordu. Unutulmayı kendisi seçmişti.
“Boyut geçiş
taşlarım bana ait Ares! Anahtarın onları kullanamaz, benden başka kimse
kullanamaz.”
“Onlar basit birer
geçit Baal, senin egemenliğine zarar vermeyeceğiz. Nasıl aktif ettiğinle
ilgilenmiyorum. Ayrıca iblislerin sızdığını uzun zamandır biliyorum ama sana
saygımdan müdahale etmedim.”
Baal hırlayan
bir sesle onun lafını kesti. “İblislerimin de beslenmeye ihtiyacı var!
Sorgulama hakkın yok! Lejyonlarım uykuda olsalar da yiyecek kırıntılara
ihtiyaçları var, kendi kaynaklarımı sana sunmamı bekleme. Taşlara
yaklaşamazsın!”
“Taşların
umurumda değil Baal, ben kayıplarımın peşindeyim. Sadece kontrol etmeme izin
ver.”
“Hayır!”
“İstediğin
garantiyi veririm, lütfen. Bakmadığımız yer kalmadı, denemediğimiz yöntem ve
büyü kalmadı, onlara ulaşamıyoruz. İnan bana, düzenini veya rahatını bozmaya
niyetim yok.”
“Sana söyledim,
benden izinsiz kimse geçitlerimi kullanamaz. Değil bir anahtar, sen bile
geçemezsin. Boşuna kuşkulanıyorsun.”
Ares öfkesini
bastırmaya çalışarak dudaklarını sıktı. “Sıradan bir anahtardan bahsetmiyoruz
Baal, onun yapabileceklerinin de sınırı yok!”
Baal duyduğu
itiraf karşısında hoşnut bir ifadeyle sırıttı fakat hala inanmadığı yüzünden
belliydi. Yürüyerek tam Ares’in karşısında durdu, gözlerindeki parlaklık usulca
geriledi ve mavi yeşil bir denize dönüştü. Bir süre sadece baktıktan sonra
ciddileşti ve kısık bir sesle konuştu.
“Riske girmeme
değer mi acaba?” dedi ve doğrulup arkada bekleyen Adonis ile Solan’ı işaret
etti. “Onları gönder ve benimle savaş! Silahımı yere düşürebilirsen anlaşmayı
düşünürüm.”
İki adam
itiraz edecekti ama Ares’in onlara bakışı yüzünden sustular. Çaresizce Solan’ın
açtığı iblis geçidinden geçtiler. Baal onları alaycı bir ifadeyle izliyordu,
çok uzun süre beklemişti. Ares, delice bir arzuyla istediğine kavuşmasını
sağlayacaksa zayıflığını adama emanet etmeyi düşünebilirdi. Ares ölümsüzleri
gönderdikten sonra Baal’a döndü.
“Savaş
bahanesini kullanmana gerek yoktu, yalnız görüşmemize ses çıkarmazlar. Onları
boşuna endişelendirdin.”
Baal sırıttı.
“Bahane mi?” dedi ve iki elini yanlara uzattı. Parmakları değişerek uzadı ve
bir eli iki başlı bir baltaya diğeri de kalın bir kılıca dönüştü. “Konuşurken
biraz eğlenmek hoşuma giderdi. Uzun zamandır savaşmaya değer biriyle
karşılaşmamıştım.”
Ares
omuzlarını oynattı. “Elbette, eski kan! Sana bir iki yeni numara öğretmeme ne
dersin?” Baal keskin bir kahkaha attı, keyiflenmişti. Ares saldırı pozisyonuna
geçerken iki elini birleştirdi ve ışıldayan metalden uzun kılıcı parmaklarının
arasından uzadı. Ares kılıcının ucuyla adamın ellerini işaret etti. “Silahını yere
düşürme şartın hala geçerli mi?”,
Baal ellerinin
uzantısı olan silahlarını öne doğru tuttu, bedeninin bir parçası olduğunu bir
kez daha vurgulayarak. “Ne yapacağını izlemek için sabırsızlanıyorum.”
Ares hızla
saldırdı, Baal kolayca karşılayıp darbesini savuşturdu. İki silahının olmasının
avantajını kullanıyordu, biriyle saldırırken diğeri ile savunmaya geçiyordu.
Fakat Ares’in kılıcı ve saldırı taktikleri adamın avantajını yok ediyordu.
Sadece silahına güvenmeyen Ares arada attığı tekme ve yumruklarıyla Baal’ın
dengesini bozmaya çalıştı. Ellerinin uzantısı olan silahlarının metali, kendi
gücüyle oluşmuş kılıcı kadar güçlüydü. Baal onun darbesinden kurtulup çevik bir
dönüşle Ares’in boşluğuna dizini geçirdi ve gelecek hamleden sakınarak
uzaklaştı.
“Çok iyi Ares!
Yeterince ısınmadın mı, saldır artık!”
Ares aldığı
darbeye aldırmadan bastırdığı öfkesini saldı ve adama doğru bir dizi hamle
yaptı. Arka arkaya aldığı darbelerle gerileyen Baal, dengesini korumayı bildi.
Hatta bir şekilde baltasını Ares’in kılıcına takıp neredeyse onun elinden
kurtulmasını sağlayacaktı. Ares dengiyle karşılaştığının farkındaydı, keyifle
gülerek kılıcını yok etti ve adamı boşluğa düşürdü. Silahlarından sakınarak
göğsüne bir tekme attı. Baal bu kez sarsılmıştı ama hemen kendini topladı ve
silahsız duran Ares’e saldırdı. Ares kılıcı yeniden ellerinin arasında
oluşturdu ve iki silahı da havada durdurdu, kilitlendiler. Yüz yüze
kalmışlardı, ikisi de terlemiş ve nefes nefeseydi.
“Sana yardım
ederim ama bazı şartlarım var. Sana güvenmem için sorgulamadan şartlarımı kabul
etmen gerek.” Dedi Baal, soluğunu kontrol etmeye çalışırken. “Konuşmamız
aramızda kalacak!”
“Şartların
sadece benim hakkımdaysa kabul ederim, başkasının adına anlaşma yapmam.”
“Zaten sadece
sen yapabilirsin.” Dedi Baal gözlerini kısarak. “Senin çağrını neden yanıtladım
sanıyorsun. Seni neden korumam altına aldım sanıyorsun.”
Ares şaşaladı
ama gardını düşürmedi. “Koruma mı?”
Baal güçlü bir
hamleyle kilidi çözdü, son darbeyi vurmak için karşılaması zor çapraz bir
atakla Ares’in üzerine atıldı. Ares saldırıyı bloke etmek yerine bacaklarının
gücüyle adama doğru sıçradı. Kılıcını ustalıkla çevirdi, bir kalkan misali
savurarak Baal’ın saldırısını boşa çıkardı. Durmaksızın dönerek adamın arka
tarafına geçti ve sırtına güçlü bir tekme attı. Baal zaten saldırısı yüzünden
hızlıydı, Ares’in ivmesiyle öne doğru uçtu. Ares yere kapaklanan Baal’ın
yüzünün yanına kılıcını sapladı ve eğildi. Baal’ın kulağına doğru konuştu.
“Silahların yerde!”
dedi Baal’ın yere sabitlenmiş kollarını göstererek.
Baal yorgun
bir tavırla bedenini gevşetti, silahları dumana dönüşürken elleri normale
döndü. Ares adamın yanından uzaklaştı, kılıcı havaya karışmıştı. Sırtüstü dönen
Baal’a elini uzattı. Baal pes etmiş bir halde onun elini tuttu ve ayağa kalktı.
Dağılan kıyafetlerini düzeltirken Baal gülüyordu.
“Yenilgimi birine
anlatırsan intikamım acı verici olur.”
“Övünmeyi
sevmem.” Dedi Ares kaşlarının altından adama bakarak. “Benden ziyade senin anlatacak
çok şeyin var. Önce şu koruma olayından başla.”
Baal doğruldu,
öne düşmüş saçlarını eliyle geriye taradı. “Metis benim arkadaşımdı, daha
doğrusu ben annenin hayranıydım, o benimle arkadaş kalmayı seçti. Zeus’u hiç
sevmedim, belki kıskançlıktandı ama o zamanlar pek bunu düşünecek durumda
değildim. O zamanlar, başımda bir sürü dert vardı. Bir gün Metis benden yardım
istedi fakat ben gidemedim. Seni korumamı istiyordu. En güçlü komutanlarımı
sana gönderdim ve Zeus’u biraz korkutmalarını söyledim. İşe yaramıştı. Zeus’un
iblis korkusu sayesinde hayatta kaldın.”
Ares
duydukları karşısında bir an tepki veremedi. Kaç gündür duygusal olarak
çökmüştü, bir de annesi hakkında konuşmak fazla gelmişti. Baal elini onun
omzuna koydu. “Zeus’un seni almasını istememiştim ama karar bana ait değildi. Onun
baskısı altındayken yaşadıklarını duydum ama müdahale etmedim. Güçlenmeni
izlemek bana bir çeşit gurur vermişti ve çoğu sıkıntıya bu gurur sebep oldu.”
“Teşekkür
ederim.” Dedi Ares gergin bir sesle. “Anlattığın için… Koruma için de…”
“Teşekkür
etmen için anlatmadım. Benim sorunumla bağlantılı olduğu için anlattım.”
Omzundaki elini çekti ve hilal şeklindeki heykele doğru yürüdü. “Kayıplarını
araman için sana yardım edeceğim, kaynaklarımın senin tarafından kontrol
edilmesine izin vereceğim.” Heykelin kenarına yaslanıp ona baktı. “Karşılığında
sen de benim kaybımı bulacaksın.”
* * * * *
Yatakta dönüp
duruyordu ama uyumak ne mümkün! Aslında uyumayı çok istiyordu çünkü Morpheus’a
ulaşmaya çalışmalıydı, bu gece yaşadıklarından sonra bir an önce güvenli
alanına dönmek istiyordu. Düşünmek istemese de Dea’nın prensese uzattığı eli
gözünün önünde tekrardan canlanıyordu. Üzüntüsü ve kalp kırıklığı canını öyle
yakıyordu ki, hiçbir acıyla kıyaslayamıyordu.
“Aşktan nefret
ediyorum!” diye homurdandı yatakta tam bir dönüş yaparak. “Lanetlerin en
beteri!”
Oflayarak
üstündeki örtüyü tekmeledi ve tavana bakarak yatakta sere serpe uzandı. Acaba
Dea şimdi ne yapıyordu? Vakit geç olmuştu, prensesin pençelerinden kurtulmuş
olmasını umut etti. Sonra bu umudun çok zavallıca olduğunu fark etti, en geç
bir ay içinde evli olacaklardı ve aynı yatağı paylaşacaklardı. Kendi kendine
kızdı, bu kadar detaylı düşünmesi gerekiyor muydu? Gözlerini sıkıca yumdu ve
gözlerinin önüne genç adamın hafifçe parlayan güzel gözleri belirdi.
“Hena…” diyen
ses, zihninin derinlerinde yankılandı. “Beni duyuyorsan, lütfen, aşağı salona gel.”
Gözleri aniden
açıldı ve yatakta doğruldu. Zihnindeki ses yeniden fısıldadı. “Hena, seninle
konuşmalıyım…” Ses çok gerçekti, zor duyuluyordu ama netti. Bir hamlede
yataktan fırladı, sandalyeden atkıyı aldı ve geceliğinin üstüne örttü.
Kıyafetle uğraşamazdı. Mantıklı düşünseydi, aklını kaçırdığını anlaması
gerekiyordu ama kalbi göğsünde çırpınırken mantık buhar oldu.
Konağın her
duvarını kaplayan pencerelerden süzülen ay ışığı sayesinde önünü rahatça
görüyordu. Hızlı adımlarla merdivenlere yürüdü, çıplak ayakları hiç ses
çıkarmıyordu. Zaten küçük konakta Dünya ve ondan başka kimse yoktu. Salona inen
merdivenlere yaklaştığında kalbi çıldırmıştı, soluğunu düzgün alarak heyecanını
bastırmaya çalıştı ama başaramadı. Basamakları inerken salonda gezinen sabırsız
adımların sesini duydu. Merdivenin köşesinden döndüğü anda salondaki adım
sesleri kesildi.
Dea loş ışıkta
bir gölge misali salonun ortasında duruyordu. Athena memnuniyetle adamın eski
kıyafetini giydiğini fark etti, onun Dea’sına dönmüştü. Athena son basamağa
kadar indi ve durakladı. Öfkesi, heyecanıyla birlikte daha da güçlenmişti. İki
hasım gibi karşı karşıya kalmışlardı, kimin daha önce saldıracağını
bekliyorlardı. Athena yumruklarını sıktı, hıncını almak için silaha ihtiyacı
yoktu. Dea kararsız bir adım attığında, Athena da çözüldü. Aralarındaki mesafe
iki adımda kapandı. Dea soluk dahi almadan onun dudaklarına dudaklarını
bastırdı ve kollarını beline sıkıca doladı. Athena öpücüğü büyük bir hasretle
karşıladı ve genç adamın saçlarını dağıtmak pahasına parmaklarını saç
tutamlarına geçirdi.
Ansızın
başlayan öpücük dudakların birbirini okşamasına dönüştü ve derinleşti. Dea
hayatı buna bağlıymış gibi Athena’ya sarılmıştı ve dudaklarını nefes almak için
dahi çekemiyordu. Saçlarını okşayan nazik parmaklar çenesine indi, boynuna
ulaştı. Dea başını döndüren dokunuşlar karşısında hafifçe inledi. Athena
düşünmüyordu, anın büyüsü altında Dea’nın tadını çıkarıyordu. Nefes almak için
zoraki çekildiler ama ayrılmadılar. Dea sızlayan dudaklarını onun çenesinde ve
yanaklarında dinlendirirken kısık bir sesle mırıldandı.
“Gelmeyeceksin
diye çok korktum.”
Athena başını
hafifçe geriletti ve genç adamın dağılmış yüzüne baktı. Dudakları öpülmekten
belirginleşmişti, muhteşem gözleri asıl rengine dönmüş kendi ışığıyla parlıyordu,
saç dalgaları tutamlar halinde yüzünün etrafına dağılmıştı. Bu hisler sahte bir
aşkın eseri olamazdı çünkü kalbinin derinlerinden geliyordu. Elini, genç adamın
yüzüne yükseltti ve kusursuz hatlarını parmaklarıyla okşadı. Zor çıkan sesiyle
konuştu.
“Seni öpmeden
öldürmek istemedim.”
Dea gülümsedi.
“Ölmeye değerdi.”
Athena da genç
adamın dudaklarına bakarak gülümsedi ve yeniden uzandı. Küçük dokunuşlarla
öptüğü dudaklar, öpücüğü güçlendirdi. Yumuşak fakat derin öpücük dizlerinde
derman bırakmamıştı. Bu kez Dea başını geriletti, bakışlarını onun gözlerinden
çekmeksizin bir süre Athena’nın yüzünü seyretti. Uzun ve güçlü parmaklarını,
sırtında yavaşça gezdiriyordu. İkisi de az önce yaşananların rüyada olmasından
çekinerek kollarını çözmekten çekiniyordu. Düşüncelerine yavaşça kavuşan
Dea’nın ifadesi soldu ve heyecanın yerini derin bir hüzün kapladı. Dea güçlükle
yutkunup kırık bir sesle fısıldadı.
“Ne yapacağımı
bilmiyorum Hena…” dedi. “Varlığın her şeyi karıştırdı.”
Athena
kollarını genç adamın boynuna sardı, gözlerinin derinliklerinde kaybolurken
istemsiz bir fısıltıyla konuştu.
“Seni
seviyorum Dea.”
Dea’nın
yükselen kalp atışları rahatça duyuluyordu, dudakları titredi ve alnını onun
alnına yasladı. “Bana bunu neden yapıyorsun? Neden bu kadar acımasızsın?”
“Acımasız olan
ben değilim. Sana aşık olmak benim kurallarıma da aykırıydı.”
Başını hafifçe
doğrulttu ve Dea’nın gergin dudaklarına yeniden dokundu. Genç adamın
duygularını hala bastırmaya çalıştığını hisseden Athena üstüne gitmemek için
gerileyecekken Dea canlandı. Onun belindeki elini çekerek nazikçe boynuna sardı
ve kaçınmasını engelleyerek öpücüğü sonlandırmasına izin vermedi. İlk öpücüğünü
teslim ettiği dudakların tadına doyamıyordu, başka fırsatının olacağını umut
etmeye cesaret edemiyordu. Gerileyerek kanepeye düştüler fakat birbirlerinden
kopamadılar. Dea öpücüğü farklı bir aşamaya götürmemek için kendini zor
tutuyordu, tutkuyu ilk defa bedeninde bu denli yoğun hissediyordu. Bu kadar
hoşuna gideceğini hiç tahmin etmemişti.
Athena artık
durması gerektiğini düşünüyordu, yapamıyordu. İlk öpücüğünü verdiği adamın
dudaklarının lezzeti onu baştan çıkarmıştı. Dea’nın kucağındaydı, genç adam onu
sıkmadan kolları arasına almıştı. Nefesleri giderek ağırlaşmaya başlamıştı ki
Athena zorlanarak kendini geri çekti. Yine de kucağında ve kolları arasında
olmaktan memnundu. Dea uyuşmuş gözlerle bakarken çok çekiciydi. Athena talihine
içinden küfretti, aşık olmak için fazla yakışıklı birini bulmuştu.
“Hislerinin
büyü yüzünden olduğunu biliyorum Hena, buna rağmen kendimi engelleyemediğim
için senden özür dilerim.”
“Dünya mı?”
dediğinde Dea usulca başını salladı. “Olaya karışmasa şaşırırdım.”
“Seni korumaya
çalışıyor.”
Athena
bakışlarını kaçırdı, aklını toparlamak için genç adamın açılmış gömleğinin
yakasını düzeltirken konuştu.
“Ben sana
kıyasla çok uzun süredir yaşıyorum Dea. Upuzun hayatım boyunca kimseye ilgi
duymadım, tek düşündüğüm kötülüğe karşı verdiğimiz savaştı.” Gözlerini onu
dikkatle dinleyen adama çevirdi. “Aşkı küçümsüyordum ve bu denli kolay oluşan
fiziksel bir çekimin insanları neden delirttiğini anlayamıyordum. Kontrolsüz
olduğuna inanmıyordum. Etrafımdakilerin aşk için neleri göze aldığını görünce
sinirleniyordum. Ben, onlar kadar kendimi kaybetmem diyordum.”
Gülümsedi ve
Dea’nın kucağında doğruldu. “Şimdi düştüğüm duruma bak! Karşında aptal bir
aşığa dönüştüm. Bunca yıl romantik bir sarılmadan bile kaçınan Athena, ilk
öpücüğünü alan adamın kollarından ayrılmak istemiyor. Tüm boyutların maskarası
olacağım, kesin! Eros’un tepkisini düşünmek bile istemiyorum.”
Afallayan Dea
elini kaldırıp Athena’nın yanağını okşadı. İkisi için yazılmış kadere
inanamıyordu, sanki büyü sadece Athena’ya yapılmamıştı. Acaba çok mu kibirli
davranmışlardı? İlkleri birlikte yaşadıklarını öğrenmek zavallı kalbini
eritirken, geleceklerinin olmaması öfkelendiriyordu. Athena ipeksi yanağını
onun avcuna yasladı.
“Yaşadığım
hislerin sadece büyüden kaynaklanmasını kabullenemiyorum Dea.”
“Büyüyü tam
olarak anladığımı söyleyemem. Benim bildiğim büyüye en yakın şey, hayvanların
zihnine ulaşabilmemdi, insanları etkileyeceğimden haberim yoktu. Bugün de
zorunda kaldım ve sana ulaşmaya çalıştım. Aşk büyüsü yapılabileceğini, sen
gelince öğrendim. Bu nedenle büyünün gücü hakkında fikrim yok. Seni bu denli
etki altına aldığı için de üzgünüm. Bu çok insafsız… Her ikimiz için de…” dedi
ve bırakmayı ret edercesine kollarını onun beline biraz daha sıkı kenetledi. “Yine
de sen şanslısın. Büyü bozulunca…”
Dea sesinin
titremesine mani olamadı. Yutkunup devam etti. “Benimle olan bağın kopacak.”
Onun sözleri
Athena’ya başka bir sorunu anımsattı. “Sen zaten başka birine bağlısın!” dedi
ve genç adamın kollarından sıyrılıp ayağa kalktı. “Büyünün bozulması seni de
rahatlatacak.”
“Bundan
sonraki hayatımda beni rahatlatacak hiçbir şey yok.”
Athena, gergin
bir tavırla koltukta oturan adama döndü, kıskançlık hissetmesine şaşırıyordu ve
tepkilerini engellemeyi de düşünmüyordu. “Tatlı prensesin bu konuda senden
farklı düşünüyor ve yardım için oldukça istekli görünüyor. Ne saçmalık! Tüm
hafta boyunca başımın etini yedin, görev ve sorumluluk diye. Meğer aklındaki
görev aşkı başkaymış!”
Kaşlarını
çatarak onu dinleyen Dea, biçilen geleceğine karşı daha da nefret duydu.
“Anlamanı beklemiyorum.” Dedi öfkesini bastırmaya çalışarak. “Elimden gelseydi
bu evlilikten kaçınırdım. Denemediğimi sanma fakat kararlar bana bırakılmıyor.
Sen kadın olduğun için beni anlayamazsın.”
“Kadın olmamla
ne alakası var?”
Dea ayağa
kalktı, gururunu korumaya çalışarak duruşunu düzeltti. “Siz kadınlar karar
verirsiniz biz erkekler size uyarız. Yasalar hep kadınlardan yana, erkek olarak
hakkımızı savunmamız bile yasak. Mesela Tenq’in ilgisini çekmem benim suçum
değildi, eş olarak seçilmem de. Fakat karşı çıkamam. Özellikle gelecekteki
kraliçenin seçilmiş eşi olduğum için…” Bunları söylemek acı veriyordu ama bir
daha konuşma fırsatı eline geçmeyecekti. Athena’nın saygısını temelli
kaybetmemek için kendini açıklamalıydı, bu onun için çok önemliydi. “Bu
sorumluluktan kaçınamam, kendime zarar veremem. Yoksa tüm ailem idam edilir.
Benim yüzümden öldürülürler. Kaç senedir bu kaderden kurtulmak için yapmadığım
şey kalmadı ama o vaz geçmiyor.”
Ağzı açık
kalan Athena duyduklarına inanamıyordu. Dea’nın doğru söylediğini biliyordu ama
bu kadar saçma bir yasanın uygulanmasını aklı almıyordu. Dea bakışlarını yere
indirdi.
“Kurallarına
uygun davranmadığım takdirde, zarar görenler ailem ve ben olmayacak. Sen de
tehlikedesin Hena. Çünkü sen etrafımdayken tepkilerime hakim olamıyorum. Sana
olan ilgimi, birinin fark etmesi ölümcül sonuçlara yol açar. Nişan töreninden
sonra gözetim altında olacağım ve düğüne kadar hapis hayatı yaşayacağım. Bu
yüzden, bu gece seni görmek istedim.” Üzgün bakışlarını onun gözlerine
yükseltti. “Sana veda etmek istedim.”
“Senin
isteklerin üzerinde nasıl bu denli baskı kurabilirler? Uzaklara gitmene de
karışacaklarını sanmıyorum, henüz evlenmedin.”
Dea çaresiz
bir gülümsemeyle başını salladı. “Gerçekten durumumu anlamıyorsun. Nereye
kaçacağım Hena? Diyelim ailemin katledilmesini önemsemedim ve kaçtım. Peşimden
gelmelerini de bir şekilde önledim. Bir kaçak ve sürülmüş bir adam olarak başka
bir diyarda onursuzca nasıl yaşarım?”
Her zamanki keskin
mantığı duyduklarından sonra çökmüştü. Dea’nın bu denli zor durumda olduğunu
tahmin edememişti. Ne saçma yasaları vardı bu ülkenin! Ne düşüneceğini bilemez
haldeydi, teselli de edemiyordu. Dea ona doğru adımladı ve elini kaldırıp
omuzlarından dökülen bir saç tutamını nazikçe okşadı.
“Senin aşkın
sahte ama benim hislerim bir anda kaybolmayacak kadar gerçek. Her şeyi göze
aldım diyelim, büyün bozulunca ben ne olacağım?” Saç tutamını bıraktı ve eliyle
onun sıkılı yumruğunu kavradı. Parmaklarını yavaşça açıp onun elini
rahatlatırken devam etti. “Bu günden sonra seni görmek bana acı verecek,
biliyorum. Fakat gittiğini hayal etmek daha beter bir korku… Günün birinde bana
olan aşkın bitse de gitme Hena! Ne istersen yaparım, yeter ki, seni
görebileceğim kadar yakınımda ol!”
Bu lanet olası
boyuta sıkışıp kaldığı yetmiyormuş gibi, ilk aşkını da, saçma yasaları kendi
amaçları için kullanan şımarık bir prensese kaptırmak üzereydi. Erkek egemen
toplumların gariplikleri, kadın egemen toplumlarda da devam ediyordu. Anlayış
ve sağduyu olmadığı sürece her cins kendine göre davranmaya eğimliydi demek ki.
“Başka birine
söz verilmiş olman beni durduramaz. Sana veda etmek niyetinde değilim Dea.”
Dedi ve parmaklarını okşayan eli kavradı, parmaklarını birbirine sıkıca
kenetledi. “Senin niyetin de veda değildi boşuna kendini kandırma. Yoksa
yakalanma tehlikesini alarak buraya gelmezdin.”
“İşleri
zorlaştırmayalım.” Dedi Dea, elini ondan çekmeye davrandı ama Athena bırakmadı.
“Zor işleri
çözmekte üstümüze yoktur.” Dedi ve genç adama bir adım yaklaştı, aralarındaki
mesafeyi kapatarak. “Ben bu sorunla ilgileneceğim ama senden istediğim bir şey
var.”
Göğsünde
yeşeren umut filizi Dea’nın ruhunu yatıştırmıştı, Athena’dan bu tepkiyi hiç
beklememişti. Genç kadının aşkını savunmaktaki tehlikeli kararlılığı ona gurur
verdi. Sahte aşkından kuşku duymuyor ve her şeye rağmen umudu kırılmıyordu.
Katı kuralların bir açığını bulmak için zamanında çok uğraşmıştı ama karşısında,
Zenwar yasaları ile kraliçenin gücü vardı.
Dea birbirine
kenetlenen ellerini kaldırdı ve dudaklarını Athena’nın eline bastırdı. İpeksi
tenini koklayarak yumuşak bir öpücük bıraktı, bakışlarını gözlerine çevirdi.
Loş ışıkta bile mücevher misali parlayan mavi hareler daha da güçlü
ışıldıyordu. Heyecanını bastıramadan kısık bir sesle konuştu.
“Ne olursa,
emrini söyle.”
Athena dudağını
ısırarak gülümsedi. Bu duyguların coşkusu ve aşkına verilen karşılık fazlasıyla
hoşuna gidiyordu. Sevilmenin bu denli harika hissettireceğini hiç düşünmezdi.
Gözlerini genç adamın gözlerinden ayırmadan usulca konuştu.
“O kadının
sana dokunmasını istemiyorum. Bir daha görürsem rezalet çıkarırım. Bu Olimpos
evinin bir geleneğidir bebeğim, sakın hafife alma!”
Dea’nın
şaşkınlığını izlemek hoşuna gitti. Yüzünü yüzüne yaklaştırdı. “Sözlerimde
ciddiyim Dea. Ve şimdi beni tekrar öp ki, uyumaya gideyim. Yoruldum.”
Emrini
ikiletmeyen Dea eğildi ve dudaklarını kavrarken gözlerini kapattı. Hiç acele
etmeden tadına vararak uzun bir öpücükle ruhlarını ve kalplerini güçle
doldurdular. Dea güçlükle ayrıldı ve hala gözleri kapalı bekleyen Athena’nın
yüzünü parmaklarıyla okşadı. Genç kadın huşu içinde gözlerini araladığında; Dea,
nefesini kesen bir aşkla fısıldadı.
“Seni
seviyorum.”
Başka bir şey
demeden elini onun elinden çekti ve uzun adımlarla salondan çıkıp gitti. Athena
rüyada gibiydi, bir süre daha genç adamın arkasından baktı. Ne gündü! Şiddetli
duygu fırtınaları onu gerçekten yormuştu ama Dea’nın gelişi cehennemini cennete
çevirmişti. Sadece varlığı ile onu mutlu etmişti çünkü sözleri pek umut verici
değildi. Anlattıklarına rağmen cesareti kırılmamıştı.
“Beni
seviyor.” Dedi kendini gerçekliğine inandırmak için. “Ve ben, bu adamın beni
aptallaştırmasına izin veriyorum!”
Kendini
koltuğa bıraktı. Dudakları hala sızlıyordu, parmağıyla dokundu. İnsanların bu
fiziksel dokunuşlara neden ihtiyaç duyduklarını artık anlıyordu. Dea’nın
dudaklarının ve ellerinin müptelası olmak onun için çok kolay olmuştu.
Gözlerini kapattı. Hissettiği aşkın kalbini tıka basa doldurmasının zevkini
çıkardı. Dea’ya ulaşmak için aşması gereken engeller çok zorluydu ama başarması
gerekiyordu. Dünya ile konuşmayı aklına yazdı, ona yardım edebilecek biri
varsa, Dünya’dan başkası olamazdı.
Gözlerini
açtı. Kıpırdamadan etrafa göz gezdirdi ve doğruldu. Artık konağın salonunda
değildi. Tanıdık bir bahçede, rahat bir koltukta oturuyordu. Tam karşısında da
onu izleyen Morpheus duruyordu.
“Uyuduğuma
inanamıyorum.” Diye mırıldanarak nefeslendi.
“Hoş geldin.”
Dedi Morpheus. “İyi uykular.”
“Teşekkür
ederim.”
Morpheus üst
üste attığı bacaklarını çözdü ve ayağa kalktı. Athena da doğrulup ayağa kalktı,
adamın bakışlarından hoşlanmamıştı. Sinirli ve gergin görünüyordu. Can
sıkıntısını gizlemiyordu. Adamın hareketlerini dikkatle izlerken çabucak etrafa
baktı. Daha önce geldiği bahçenin devamı olduğunu fark etti çünkü ilerde Lethe
ırmağı usulca akıyordu. Irmağa bu kadar yakın olmaktan huzursuz oldu. Yeniden
Morpheus’a döndüğünde adamın ona yaklaşmış olduğunu fark etti, gerilememek için
kendini zor tuttu.
“Ares ile
görüştün mü?”
“Sen ne
durumdasın?” dedi Morpheus ciddi bir ifadeyle onun tepkilerini izlerken.
“Durumunda herhangi bir değişiklik var mı?”
Athena daha
önce pek dikkatini çekmeyen adamı doğal olarak pek tanımıyordu. Olimpos evine
bağlıydı ama neden bağlıydı hiç irdelememişti. Umurunda bile değildi. Birkaç
görevde birlikte çalıştıklarını anımsıyordu, güçlü bir ölümsüzdü ama yardım
için pek gönüllü olmazdı. Adamın aklında bir plan olduğunu sezdi, bu yüzden
düşünerek hareket etmeye karar verdi. Dünya’nın dediği gibi nazik ve uyumlu
davranacaktı ama kendi gibi…
“Daha rahat
bir yerde kalıyoruz. Sağlığımız da yerinde… Sen söyle, Ares ile görüştün mü?”
“Ares meşgul. Onun
peşinde koşmaktansa, sana yardım etmenin bir yolunu aramayı tercih ettim.” Uzun
beyaz saçlarını salmıştı ve gür saçları incecik kumaş gömleğinin omuzlarında
dağılmıştı. Bugün özellikle süslenmişti sanki… “Ve sorunlarını çözmeye yaklaştığımı
düşünüyorum.”
“Nasıl?”
Morpheus
heyecan ve gerginliğini zor bastırıyordu, yanlış bir söz veya hareketiyle
kurnaz Athena planını anlardı. Küçük bir kuşku bile ona pahalıya mal olabilirdi,
Athena onu asla af etmezdi. Olimpos’un beyni sayılan Athena, güzelliği ve
zekasıyla her zaman onun başını döndürmüştü. Fakat ulaşılmazlığını kimse
kıramamıştı, deneyenler ise hüsrana uğramıştı. Belki bu kadar cesur olan tek
kişi oydu. Yanlış aşk büyüsünü bozmayı başardığında yeniden yaptıracaktı çünkü
büyünün güçlü olduğunu artık biliyordu.
“Ghede ile
yeniden konuştum ve senin yeteneklerini baskılayan büyüyü kaldırabileceğini
söyledi. Aynı yöntemi kullanarak tersine döndürüp etkisizleştirebilirmiş. Fakat
fiziksel olarak büyüye dokunamayacağın için vakit alabilirmiş. Yeteneklerini
kazanman ve yönlenebilmen için bir süre geçmesi gerekiyormuş.”
Bu sözleri
oldukça rahat söylemeye çalıştı. Yalan söylemeye pek ihtiyaç duymazdı ama
rüyalarla uğraşırken gerçek ve arzulananları çarpıttığı zamanlar olmuştu.
Athena’nın kendi isteği ile veveri kabul etmesi için onun yalan söylediğini
anlamaması gerekiyordu. Ghede’nin yenilediği vever, büyüyü bozacaktı ama sadece
aşk büyüsünü… Yönlenme sıkıntısının nasıl çözüleceğini bilmiyordu çünkü bu onun
bilgisi dışındaydı. Veveri kullanarak yaptığı çağırma büyüsü nasıl olduysa
sapmış ve Athena’yı mağara yerine ulaşılamaz bir boyuta göndermişti. Yanında
anahtar ile birlikte… Tüm gücünü kaybettiren bir büyü çarpmasıyla… Bu yüzden
Athena’yı şimdilik geri getiremiyordu fakat aşk büyüsünü bozarak Athena’ya
karşı umutlanmaya devam edebilirdi. Bu arada Athena ile rüyalarda buluşup
sadece kendisine özel bir planla kalbine yaklaşmaya çalışacaktı. Etrafta
kadının ilgisini çekecek biri veya görev olmayınca, nihayet onu görmeye
başlayacaktı.
“Yani
üzerimizdeki büyüyü tamamen kaldıracak ama bir süre geçmesi gerekiyor.”
Morpheus başıyla onayladı. Athena emin olmak için sordu. “Süreye ne gerek var?”
“Onların
tekniği biraz faklıdır bilirsin… Voodonun inceliklerine onlar vakıf! Büyü
olgunlaşması diye bir şey tutturmuş.”
Athena bu
detayı elbette biliyordu fakat adamı sorgulamadan duramadı. Yönlenme sorunu
çözülünce sorunu da çözülmüş olacaktı. Dünya da bir şekilde bu büyüden
etkilenmişti, yeteneğini geri kazanınca kapıya hükmedecek gücü kazanacaktı. Hızlı
düşünceler zihninde oluşurken kalbini sızlatan bir soru belirdi. Üzerindeki aşk
büyüsü kalkınca ne olacaktı? Dea’ya olan hisleri hiç olmamış gibi kayıp mı
olacaktı? Nasıl hissedecekti? Aşk yok olunca arkasına bakmadan Dea’yı terk edip
evine dönecek miydi? Genç adamın ne hissedeceğini umursamayacak mıydı? Dea’yı,
Tenq’e bırakıp nasıl gidecekti? Düşünceler kalbine bıçak misali saplandı ve
kriz hissiyle kasıldı. Onu üzeceğinin düşüncesi bile ölümcüldü. Rüyası da bu
düşünceyi güçlendirip sahte de olsa somut bir acıya dönüştürdü.
Morpheus,
elini kalbine götürüp kasılan Athena’ya doğru atıldı, yere düşmeden tutmayı
başardı. Aniden ne olmuştu anlayamadı. Canının yandığı belliydi. Endişe
yüzünden az daha rüyanın hakimiyetini kaybedecekti ki, hemen kendini toparladı
ve rüyayı besledi. Hemen rahat bir koltuk yarattı ve nazikçe kadını oturturken
neler olduğunu soruyordu. Paniklemişti. Athena onun temasından kurtulmak için
kollarını ittirdi.
“İyiyim, sorun
yok! Bırakabilirsin!”
Kaşları
çatılan Morpheus isteksiz bir tavırla onu bıraktı ve geri ayağa kalktı. “Ne
oldu sana? Bedenin güvenli bir yerde değil mi?”
Athena başını
salladı ve kesik bir nefesle doğruldu. Yüzü hala solgundu. Morpheus kararsız
kaldı, Athena birden bire güçten düşmüştü, büyüyü denemek o kadar cazip
gelmiyordu. Ghede zaten güvenilir biri değildi ki, sırf aşk büyüsünü bozmak
için sevdiği kadını tehlikeye atma uğruna, ters büyüde ısrar edemezdi. Elini
havada belli belirsiz salladı. Ferah bir esinti bahçeye yayıldı, insanı
rahatlatan ve serinleten esinti Athena’nın kendini toplamasına yardım edecekti.
Gücünü zorlayarak etraftaki çiçek kokularını güçlendirdi. Normal de rüyalarda
tat, koku almak zordu ama Morpheus bunu başaracak kadar yetenekliydi.
Değişimleri
fark eden Athena rahatlamış bir tavırla ona baktı. Bu bakışı sürekli görmeyi
çok arzuluyordu, yaptığı küçük bir detayın onun tarafından fark edilmesi ve
beğenilmesi çok hoşuna gitmişti. Keşke hep rüyalarda olduğu gibi baş başa
kalabilselerdi. Bencillik ve sahiplenme hissi bir yılan misali aklına
süzülürken masum bir tavırla ona bakan kadına sarılmamak için kendini zor
tuttu.
“Bence…” dedi
kırık bir sesle. “Bence büyüyü bugün başlatmayalım. Zayıf görünüyorsun.”
Athena hemen
ayağa kalktı. “Hayır, iyiyim. Başlatalım.”
“İstemiyorum.”
Dedi az önceki hali gözünün önünden gitmiyordu.
Athena
sinirlenmeye başladıysa da yüz ifadesini sakin tutmaya özen gösterdi. Zaten
zamanla ilgili bir büyüydü, geç başlaması demek, Dea’yı, azgın prensesin
kollarına atmak demekti. Kararını vermişti, ilerde kaybolacak aşkını şimdiki
zamanda başkasına kaptırmayacak kadar çok seviyordu. Aşkı bitse de adamı zor
durumda bırakacak kadar da adi değildi. Bir şekilde onu istediği gibi özgür bir
hayata kavuşturacaktı, zamanla genç adamın… Bunu şu an düşünmeyi istemedi.
Dea’nın ondan vaz geçme ihtimali… Çok berbat bir histi. Düşünmek bile canını
yakıyordu.
“Bana yardım
etmeyeceksen rüyalarıma girip durmana gerek yok.” Dedi oldukça sakin bir sesle.
“Boş sohbetlerden hiç hoşlanmam.”
Adamın
yakışıklı yüzü kasıldı. Onun sözlerini hakaret olarak aldığını fark etti fakat
başka türlü adamı ikna edemezdi. Dürüst olmalıydı. Kibrini körüklediğinde,
gücünü ona ispat etmeye çalışacağını hesaplayıp adamı biraz zorladı.
“Senin de
hoşlanmadığını düşünüyorum, bu bakımdan birbirimize benziyoruz. Yardım teklif
eden sendin, bunun için sana teşekkür ediyorum. Fakat yardım edemeyeceğini
anlayınca, suçu benim güçsüzlüğüme atmanı beklemiyordum. Benim sorunumu kendi
şahsi sorunun olarak alman da çok mantıksız. Bu inada devam etme ve Ares’e ulaş
ki, bizi kurtarsın.”
Bahçe
dalgalandı, renkler soldu ve mis kokuları yok oldu. Gölgelerin sardığı bahçede
ikisinden başka renk kalmadı. Öfkelenen Morpheus derin soluklar alıyordu ve
yumrukları sıkılıydı. Dişlerinin arasından mırıldandı.
“Yeter! Buna
dayanamıyorum! Beni ne zaman göreceksin Athena! Daha ne kadar bekleyeceğim!”
Athena
şaşaladı, böyle bir tepki beklemiyordu. Derken zihninde bazı taşlar yerine
oturdu. Donup kaldı. Eğer tahmini doğruysa şu anda bir bıçağın sırtında
dikiliyordu. Morpheus’un bir emriyle bu rüyada hapis kalabilirdi ve elinden
hiçbir şey gelmezdi. Morpheus kendi başına oldukça güçlü bir ölümsüzdü ki,
Nyx’in korumasını düşünmek dahi istemiyordu. Dünya’nın önerdiği taktiği
uygulamaktan başka çaresi kalmamıştı. Ürkek bir tavırla geriledi, hiç
deneyimlemediği bir hareket olduğundan rol olduğu bariz belliydi ama Morpheus
öfkesinden bunu fark etmedi.
“Morpheus…”
diye kısık sesle mırıldandı. Elini teatral bir tavırla kaldırdı, zarif bir
kendinden geçme yapacaktı ama elini nereye koyması gerektiğini anımsayamayınca
eli öylece havada kaldı.
Ölümsüz ayılır
gibi irkildi, ne yaptığının anca farkına varmıştı. Athena’yı korkutup
kaygılandırmıştı, öyle ki kadın hiç huyu olmadığı halde tutunacak bir dal arar
gibiydi. Hemen kadının havada asılı duran elini yakaladı ve iki eliyle
kavrayarak göğsüne dayadı.
“Üzgünüm
Athena! Bana ne oldu bilmiyorum. Seni korkutmak istemedim.”
Athena masum
bir ceylanı andıran bakışlarını ona çevirdi. “Ama korkuttun Morpheus. Ne dedim
ki ben sana?”
Morpheus özür
üstüne özür dilerken Athena ifadesini düz tutmakta zorlanıyordu. Adam üstünde
bu kadar etkisi olması inanılmazdı. Yeteneklerini geri kazanması için gerekli
büyü için kolayca ikna olan adam, ikisini rüyada yönlendirerek karanlık
mağaraya taşıdı. Yerde parlayan veverin anlamını bilmiyordu ama durumundan daha
kötü bir hale gelmesi olanaksızdı. Morpheus’un ona zarar verecek bir şey
yapmayacağına emindi, çünkü kuşkusu birkaç dakika önce buhar olmuştu.
“Bu vever,
güçlerimizi kaybetmemizi sağlayan büyüyü mü etkisizleştirecek?”
Morpheus onu
onayladı. “Evet ama dediğim gibi zaman alacak. Fakat bu süre boyunca ben hep
senin yanında olacağım.”
Athena
müteşekkir bakışlarını adama çevirdi, fazla abartmadığını umuyordu. Gerçi
adamın tepkisine göre rolünde gayet başarılı idi. “Sen olmasan ne yapardım?”
dedi yumuşak bir sesle ve hemen ekledi. “Hadi, işimize bakalım. Ne yapmam
gerek?”
Duygudan
duyguya sürüklenen Morpheus’un kafası karışmıştı, fakat ona hafif bir
hayranlıkla bakan kadına olan düşkünlüğü baskın çıkıyordu. Ghede’nin ona
anlattıklarını kadına aktardı.
“Vevere temas
etmen yeterli ama rüyada olduğun için şeklin üstünde bir süre beklemen gerek.
Rüyanı sonlandıracağım, sen uyanacaksın.” Dedi ve ona doğru bir adım attı.
Omzunu ve kollarını saran ince atkıyı parmaklarının ucuyla tuttu, gözlerini
onun gözlerine çevirdi. “Daha önceki teklifim geçerli, büyü etkisini kaybedene
dek rüyanda benimle vakit geçirebilirsin. Bu garip kıyafetler yerine sana layık
giysiler giyip arzu ettiğin her şeyi elde edebilirsin.”
Athena atkıyı
adamın temasından çekmemek için kendini zor tuttu, bu atkı Dea’nın idi ve en
kıymetli giysisiydi. Morpheus’a gülümsedi. “Sadece kendimi düşünseydim,
teklifini kabul ederdim ama biliyorsun, Dünya’yı orada bırakamam.”
“Pek ala.” Adam
başını salladı ve kumaşı bırakıp geriledi. “Yeniden görüşene dek, günaydın
Athena.”
Athena
kibarlıkla uğraşmadan veverin ortasına oturdu ve onu izleyen adamın bakışları
altında gözlerini kapattı. Veverin enerjisini hissetmeye odaklanmıştı ama
bedenini saran hafif bir soğukluk dışında hiçbir şey hissetmedi. Gözlerini açtı
ve karşısında sandalye çekmiş oturan Dünya’nın uykulu suratına baktı. Dünya
bıkkın bir tavırla homurdandı.
“Morpheus
muydu?”
“Evet, ne
öğrendiğimi tahmin bile edemezsin.” Dedi ve Dünya’nın merakla kısılan
bakışlarına doğru konuştu. “Bana aşk büyüsü yapan Morpheus’muş. Beni kendine
aşık etmeye çalışan sersem oymuş.”
Dünya öfkeli
bir küfür salladıktan sonra nefeslendi. “Her şeyi anlat!”
Athena
rüyasını en ince detayına dek anlattı. Dünya elini dizine vurdu. “Biliyordum! O
kibirli rüya tanrısının durup dururken olayın merkezinde olması tesadüf
olamazdı.”
“Ondan
ummazdım.” Dedi hayal kırıklığı ile.
“Sen zaten
kimseden ummazsın, aklın fikrin görevlerde. Etrafındaki erkeklerin seni sadece
arkadaş olarak gördüğünü düşünmen gerçekten saflığın en üst zirvesi! Hiç
değilse Morpheus sonunda cesaretini toplamış, harekete geçmiş. Beceriksiz ve
aptal olması senin şansızlığın!” dedi ve düşünceli duran kadının gözlerinin
önüne elini salladı. “Neyin var? Yeteneklerimizin engeli kalkınca buradan
gidebileceğiz, daha ne düşünüyorsun? Morpheus’a inanmıyor musun?”
“İnanıyorum.
Yaptığı büyüyü bozmak onun için zor olmaz ama şu aşk büyüsü… Aklımı
karıştırıyor.”
“Ne demek bu?”
Athena koltuğa
yaslandı ve içini çekti. Onun konuşmasını bekleyen Dünya’nın tepkisini göze
alarak konuştu.
“Dea’nın
aşkından vaz geçmek istemiyorum. Ona aşık olmak, bana yaşadığımı hissettirdi.
Dea benim başıma gelen en güzel şey.”
Sonra dün gece
Dea’nın kısa ziyaretini anlattı, elbette öpücükleri kendine saklayarak.
Anlatırken bile genç adamın varlığını hissedip heyecanlanıyordu. Birkaç saat
önce onun kolları arasında erirken şimdi o anları yeniden yaşıyordu. Dün
geceden sonra Dea’ya karşı hisleri daha bir güçlenmiş ve netleşmişti. Belki
genç adamın sevgisinden emin olduğu için kendini daha cesur hissetmişti çünkü
büyü bozulsa bile Dea’ya karşı kayıtsız kalamayacağını düşünüyordu.
“Kahretsin! Adamın
kişiliği on numara! Kuyruğunda o prenses bozuntusu olmasaydı, Dea’yı kaçırmana
yardım ederdim ama söz konusu, basit bir aile gerilimi olmayacak.” dedi Dünya
hayıflanarak. “Masal kahramanı gibi gecenin bir vakti sırf senin duygularını
önemsediği için gizlice gelmesi… Benden bayağı bir puan aldı.”
“Benden de…”
diye iç geçirdi ve doğruldu. “Şimdi yapmamız gereken sakin kalmak ve
yeteneklerin bir an önce geri gelmesi için dua etmek. Şu düğün olayını
erteleyecek bir şey var mı onu da araştırmamız gerekiyor.”
“Morpheus’un
aşk büyüsü hakkında bir şey yapmaması garip değil mi?”
“Adamın
özgüveni oldukça yüksek, belki beni bir şekilde etkileyeceğine inanıyor belki
de sonrası için bir planı var. İnan, hiç umurumda değil. Büyü beni rahatsız
etmiyor, hatta hoşuma gidiyor. Zaten aşk büyüleri, en çetrefilli büyülerdir.”
Gülümserken
dudaklarını ısıran Athena, Dünya’nın dikkatini çekmişti. Anlatmadığı bazı
detaylar yüzünden gece randevularının olumlu geçtiğini düşündü. Üstelemedi,
dediği gibi, öncelikleri Olimpos’a dönmekti. Çünkü her geçen gün Dünya’nın özlemi
artıyordu ve sabırsızlanıyordu. Aklı sürekli çocukları ile Ares’te idi. Öte
yandan Ares’in hala onlara ulaşmaması sinirini bozuyordu, ne halt ediyordu bu
adam!
Gelenekler ve
olası boyut kapıları hakkında bir şey öğrenme umuduyla, onları kontrole gelen
Enyonas’tan kütüphane olup olmadığını sordular. Athena etrafta dolanıp saray
sakinlerini sorgulamaya gönüllü oldu, Dünya da Enyonas ile birlikte kütüphaneye
gitti. Fakat düşündükleri kadar kolay olmadı çünkü konuşma diliyle
anlaşmalarına rağmen yazıları farklıydı. Baktığı kitapların hiçbirinde
yazılanları anlamadı. Enyonas da tercüme için isteksizdi, bilgi konusunda da
oldukça ketum davranıyordu. Sonuçsuz kalan araştırmalarından sonra öğle yemeği
için konaklarına geçtiler. Orada onları başka bir sürpriz bekliyordu.
* * *
Arka bahçeye
açılan terasta küçük bir masa kurulmuştu ve üç kişilik servisin hazırlandığı
masanın başında Yaşlı Ruh’un yardımcısı kadın sabırla bekliyordu. Enyonas
kadını görünce bir an şaşaladı, kadının bir işaretiyle selam verip yanlarından
ayrıldı. Kadın zarif ve alçakgönüllü bir
tavırla oturduğu sandalyeden hafifçe doğruldu.
“Haber
vermeden geldiğim için kusura bakmayın.”
“Ziyaretiniz
bizi asla rahatsız etmez, hoş geldiniz.” Diyen Athena, Dünya ile onlara ayrılan
sandalyelere doğru yürüdüğünde kadın devam etti.
“Teşekkür
ederim. Bu arada sorularımız umarım sizleri gücendirmemiştir. Politik
konuşmalardan, sohbet etmeye pek zaman kalmadı. Ben de bu güzel günde sizinle
yemek yiyerek aramızdaki gerginliği kaldırmak istedim.”
Kadının aşırı
kibarlığı ve samimi duruşu garipti, geldiklerinden beri onlardan memnun
görünmeyen kadın şimdi oldukça kibardı. Athena önyargılı bir insan değildi ama
bu kadını görünce, tehlike fark etmiş kedi misali tüyleri diken diken oluyordu.
Dünya, kadının Athena’ya olan ilgili bakışlarını bölmek için araya girdi.
“Çok iyi bir
fikir! Düşünceli tavrınız için teşekkür ederim. İlginiz bizim için hayli
yeterliydi.”
Kadın yüzeysel
bir gülümsemeyle masadaki sürahiye uzandı. Kristal kadehlerine hoş kokulu bir
içecek doldururken konuşmaya devam etti.
“Diyarımıza
pek ziyaretçi kabul edilmez, tacirler ve elçiler dışında. Doğal olarak
sınırlarımız konusunda hassasız. Yine de sizin ziyaret şeklinizdeki
olağandışılığı olumlu kabul edip misafirliğinizi onayladık, elbette bu konuda
Baş Orun yargısı da etkiliydi. Sanırım bu konular size anlatılmıştır.”
Athena’nın başıyla onaylamasını bekledikten sonra kendi kadehine doldururken
konuştu. “Dediğim gibi, bağlar zayıf olsa da diyarlar birbirlerinin
geleneklerine benzer kurallara sahiptir. Fakat Zenwar halkı diğer diyarlar için
örnek teşkil edecek kadar kadim ve medenidir. Koruyucu diyar olmak
sorumluluğumuzu daha da katlıyor. Bu yüzden yasa ve törelerimizden asla taviz
vermeyiz, kimliği önemli değil, cezalar herkesi kapsar.”
Athena kadının
niyetini anlamaya başlamıştı ama bu görevi neden üstlendiğini çözmeye
çalışıyordu. Kadın içeceğinden büyük bir yudum aldı ve zevkini çıkarırcasına
mırıldandı.
“Bu güzel bir
maya, seçimimden memnunum. Lütfen, siz de tadına bakın.”
“Gündüz
içmem.” dedi Athena sakin bir sesle. Dünya ise boğazını temizleyip kadehine
uzandı. Bu sohbeti içkisiz kaldıramayacaktı. Kadın, onları uyaran kelimelerini
oldukça yumuşak ve sorgulanamaz şekilde söylemeyi başarıyordu. Yüce Kurul’un
manevi bir destek sağlamadığını, asıl karar verici olduğunu öğrenmişlerdi fakat
bu denli politik tavır beklememişti. Kadının bir an susmasından istifade ederek
konuştu.
“Söylediklerinize
elbette katılıyoruz, her toplumun kendine has yasaları vardır, ayrıca genel
yasaları da… Kesinlikle itiraz edemeyiz. Fakat bizim derdimiz, evimize geri
dönebilmek! Aramızdaki farklılıklar yüzünden de nasıl döneceğimizi bilmiyoruz.
Bazı konularda bilgiye ihtiyacımız var, belki Yaşlı Ruh bizimle konuşursa…”
“Bilgiler,
Yüce Kurul içinde tutulur, sadece Yaşlı Ruh’un tekelinde değildir. Söylenmesi
gerekenler de zaten söylenmiştir, fazlası eğitimsiz zihinlerde sorun yaratır. “
“Launların
nasıl ortaya çıktığı ve neyin aracı olduğu gibi mi?”
Kadın donuk
mavi gözlerini Dünya’ya döndürdü. O kadar sakindi ki, insanı geriyordu. “Bu
sizi ilgilendiren bir konu değil.”
“Tam tersi,
bizi ilgilendiriyor.” Dedi Athena kararlı bir sesle. “Geldiğimiz yerde onlarla
savaşıyoruz ve burada da onlarla karşılaştık. Onlara bir şeyi yol gösterdiğini
veya bir şekilde çağırdığını düşünüyoruz, belki biz de o şekilde dönebiliriz.”
“Launların
yolunu kullanmanız olası değil, ayrıca bu sırdır. Yüce Kurul dışında kimseye
anlatılamaz.”
“Başka
diyarlarda mı sizin gibi?”
“Zenwar’a eş
bir diyar olmadığını söyledim, biz koruyucuyuz.”
“Yani Zenwar
sınırları dışında hiçbir yerde laun belirmiyor.” Dedi Dünya sorudan çok cevabı
söyleyerek.
“Son kez
söylüyorum, bu bilgiler kimseye açıklanamaz. Casus olmadığınızı ve bize zarar
verme amaçlı olmadığınıza ikna olduk, yine de bizim hoşgörümüzü fazla
sınamayın.”
“Onlarla
savaşmanın ne kadar zor olduğunu biliyorsunuz ve saf launları durdurmak için
özel metallere ihtiyacınız olduğunu da biliyorsunuz. Biz de biliyoruz. Acaba saldırılar
sık olmadığı için mi tehlike karşısında bu denli pervasızsınız!” Dedi Athena
otoriter ve güçlü bir tavırla. “Biz de sizin gibi koruyucuyuz ama bilgi
saklayarak kimseye üstünlük taslamıyoruz. Gelecekte yoğun bir istila olursa ne
yapacaksınız?”
“Sanırım bir
önerin var!” dedi kadın alaycı bir kibirle.
“İşbirliği
yapmak herkesin yararına olur. Olimpos evi adil bir şekilde birçok boyutun
güvenliğini sağlıyor. Liderimiz, size de destek vermekten kaçınmaz.”
“Bizim güçlü
savaşçılarımız var, evinizden gelen bize anca sıkıntı verir. Biz başımızın
çaresine bakarız.”
Kadının
bakışları sertleşmeye başlamıştı, Athena ile düelloya hazırlanıyor gibiydi. Athena
gözlerini kadından ayırmadan konuştu.
“Şanslıymışsınız.”
Dedi sözlerinin önemini kaçırmaması için yavaş konuşarak. “Diyarınız gerçek bir
saldırı ile karşılaşmamış.”
“Cümleniz
nahoş algılanabilir.” Dedi kadın. “Size kefil olanı da zor durumda bırakmamanız
için kelimelerinizi düşünerek seçin.”
Dünya araya
girdi. “Konunun ciddiyeti yüzünden açık konuşuyoruz. Kimseyi zor durumda
bırakma niyetimiz yok. Geçenlerde tanık olduğumuz saldırı yüzünden onlarca
insan öldü. Sadece iki iblis… Yani iki laun vardı. Hatta onlara gerek bile
kalmamıştı, ancak bizim müdahalemizle kendilerini gösterdiler. O insanlar,
melezlere bile karşı koyamadılar.”
“Olayın detaylarını
biliyorum. Sizin neden orada olduğunuz da ayrı bir soru ama iki launla bile baş
edemeyen siz, kalkıp bana işbirliği öneriyorsunuz. Baş Orun Deacas yetişmeseydi,
bu sohbeti yapamayacaktık.”
“Çünkü bizim
elimizde ölümcül silahlarımız yoktu fakat onda vardı.” Dedi Dünya sertçe.
“Sanırım o silahlar nadir ve elinizde sadece bir tane Deacas var. Hiç iblis
ordusuyla savaşmamış biri olarak çok cesur konuşuyorsunuz, ona danışın. Bakalım
size ne söyleyecek. Bakın, biz bir şekilde buraya gelebildiğimize göre
diyarınızın dengesinde bir şeyler değişmiş olmalı. Bu da beraberinde tehlikeler
getiriyor. Siz bize yardım edin, biz de size…”
Kadın yüzünde
gram bir oynama olmaksızın bir süre düşündü. Tam ikna olmamıştı ama aklına
biraz olsun girmeye başlamışlardı. Sonra kadehine uzandı, kalan yudumu içerek
masaya bıraktı. İkisine ayrı bir dikkatle baktıktan sonra konuştu.
“Görüşeceğiz.”
Dedi kadın doğrularak. “Fakat önümüzde çok önemli günler var ve son zamanlarda
kurulumuz çok yoğun. Taht törenleri bittikten sonra tartışmak için zaman
yaratabiliriz.”
“O kadar uzun
süre beklemeye ne gerek var?” dedi Dünya. “Zaten Yüce Kurulun bir üyesinin
bildiğini diğer de biliyor dediniz. Birinin bize yardım için…”
Kadın yavaşça
ayağa kalktı. “Ne yapacağımızı sorduğumu hatırlamıyorum.” Dedi Dünya’ya soğuk
bir bakış atarak ve Athena’ya döndü. “Bu arada Olimpos evinde seçkin biri
olabilirsiniz fakat burası Olimpos evi değil. Size gösterilen iyi niyeti başka
amaçlarla kullanmanızı tavsiye etmem. Gelecekteki kraliçemizin seçilen eşinin
size kefil olması, sizleri kuralların dışında tutmuyor. Sevgili oğlumun
görevleri zaten başından aşkın, size kefil oldu ama onun sorumluluğu altında
değilsiniz. Nişandan sonra orunluk görevini de bırakacak yani görüşmeniz için
hiçbir sebep yok. Herkesin iyiliği için oğlumdan uzak durmanızı istiyorum.”
Kadının
ardından ayağa kalkan Athena donuk bir yüz ifadesiyle kadına bakıp kalmıştı,
Dünya ise şaşkınlığını saklamadı.
“Oğlun mu?”
Kadın başını
gururla doğrulttu. “Ben Baş Orun Deacas’ın annesi, Ganor Tai-Darin! Daha önce
resmi bir tanışma olmadığı için, sizinle neden görüşmeye geldiğimi
anlamamışsınızdır. Sanırım şimdi özel konuşmamız önem kazanmıştır.”
Athena,
kadının, Dea ile aralarındaki ilişkiden emin olmadığını fark etti, sadece ağız
aramaya ve gözdağı vermeye gelmişti. Kadın kuşkusunun sebebini de kısaca
belirtmişti, yüksek bir kıdemde olan Dea onlarla bizzat ilgilenmiş hatta kefil
olmuştu. Onun rütbesindeki bir adam için beklenmeyen bir hareket olduğu
milletin tepkisinden belliydi. Kadına gülümsedi.
“Bu görüşmeyi
özellikle sizin yapmanız bizim açımızdan pek önemli değil. Dediğiniz gibi, Yüce
Kurulunuzun herhangi bir üyesi de bu konuşmayı yapabilirdi, sizin yorulmanızı
pek anlamadım. Çünkü şahsi olarak sizinle herhangi bir alışverişimiz yok. Yine
de bir üzüntüm var, Deacas gibi mükemmel bir savaşçıyı, kraliçenizin koltuk
değneğine dönüştürmeniz çok mantıksız. Bu sözümü de hakaret olarak almayın,
lütfen, geldiğimiz yerde kocaları öyle tanımlarız. Barbarlık bunu gerektirir.”
Ganor tepkisiz
durmaya çalışıyordu ama bedenindeki hafif titremeler, öfkesini belli ediyordu.
Dünya da kibar bir tavırla gülümsedi.
“Daha fazla
vaktinizi almayalım. Ne de olsa, sevgili oğlunuzun nişan töreni için
hazırlanmanız gerekiyordur. Sanırım bu özel törene katılma iznimiz yok, bizim
adımıza genç çifte mutluluklar dileyin.”
“Törene
katılacaksınız?”
İkisi de aynı
anda “Ne?” diye şaşaladı.
“Bizzat
görmek, insanın bazı şeyleri daha iyi kavramasını sağlar. Nişan için sizin de
hazırlanmanız gerekiyor bu nedenle sohbetimizi burada sonlandıralım. Törene
katılmanız zorunludur.”
Kadın son
cümlesinden sonra hızlı adımlarla çekip gitti. Athena masada duran dolu
kadehine uzandı ve bir dikişte tüm içkiyi midesine gönderdi. Dünya hala kadının
ardından bakıyordu, sonra Athena’ya döndü.
“Ne kaynana
yahu!” dedi ve sandalyeye oturdu. “Çok şanssızsın Hena!”
* * * * *
Dea aile
evindeki odasında tek başına oturuyordu, dalgın bakışları elindeki sopanın
üzerindeydi. Olabildiğince düzeltilip mızrağa benzetilen sopayı parmakları
arasında ustalıkla çevirirken aklı dün gecenin anılarındaydı. Athena’yı
düşünmek üzerinde sadece ince gömlek olmasına rağmen tenini ateşe veriyordu.
Elindeki sopa yüzünden tartıştıkları an, onu gülümsetirken genç kadının
dokunuşları ve öpücükleri hala nefesini kesiyordu. Dün gece bir rüya gibiydi,
eve dönünce uyanmış ve gerçeklik üstüne bir kabus misali inmişti. Yine de son
bir hafta yaşadıkları son nefesine dek ona mutluluk vermeye yetecek kadar kalbinde
yer etmişti. Seçilen eş dışında başka biriyle bu denli yakınlaşması yasaktı,
hayatı boyunca ilk defa yasak olan bir şey yapmıştı. Nedense suçluluk
hissetmiyordu, bu da onun canını sıkıyordu çünkü kontrolünü kaybetmesi daha
kolay olurdu. Sözlerine hatta bakışlarına bile dikkat etmesi gerekiyordu.
Konak ziyareti
sırasında görüldüğünü sanmıyordu ama annesi bir şeylerden şüphelenmiş olmalı,
sabah oldukça sert bir şekilde ona görevlerini hatırlatmıştı. Hareketlerine
dikkat etmesi konusunda ısrarla onu uyarmıştı. Sıkıntıyla iç geçirip küçük
odasına baktı. Fazla eşya yoktu, evde uzun süre kalmadığı için onun odasına
özen gösterilmemişti. Odadaki en gösterişli eşya, yatağın yanında askıda duran,
Tenq tarafından gönderilmiş kıyafetiydi. Onu giyip elini Tenq’e uzattıktan
sonra hapis hayatı başlayacaktı. Bu düşünce onu soluksuz bıraktı, oturduğu
koltuktan kalktı. Elindeki sopayı yanında götüreceği az eşyasının bulunduğu
küçük sandığa bırakıp sandığı kapattı. Eski hayatından yanına alabileceği pek
bir şey yoktu, özellikle istediği bir iki eşya dışında diğerlerinin önemi de
yoktu. Yatağın üstünde duran ikiz hançerler ve Athena’nın el yapımı mızrağı
bırakmak istemedikleri arasındaydı, fakat hançerleri ağabeyine teslim etmesi
gerekiyordu. Bugünden itibaren Baş Orun oydu, hak edip etmediği tartışma konusu
olmasına rağmen annesinin usta baskısı sayesinde itiraz eden olmamıştı.
Parmakları,
hançerin değerli kınında, okşarcasına dolandı. Eline ilk aldığı ana gitti
zihni, kendini hiç o kadar güçlü hissetmemişti. İkiz hançerlerin kabzalarını
kavrayan parmakları önce alev almıştı, elinden atmaya çalışmıştı ama daha sıkı
kavrarken bulmuştu kendini. Alevler aniden buza dönüşmüştü, sonrasında da
inanılmaz bir rahatlamayla tüm bedeni güçlenmişti. Çok gençti, çocuk denecek
bir yaştaydı, yine de savaşçıların içinde yetenekleriyle sıyrılmayı bilmişti.
Bu nedenle erken yaşta Baş Orun olması kimsenin garibine gitmedi. Launları dahi
öldürebilen hançerlerin ilk sahibi oydu ve annesi aile yadigarı olduğunu
söylemişti. Ondan başka kimsenin dokunmadığı değerli silahların ona emanet
edilmesi ona gurur vermişti. Çünkü tüm diyarlarda laun öldüren üç silahtan
ikisi ona verilmişti, diğeri Yüce Kurulun sahipliğindeki geniş bir hilale
benzeyen iki ucu keskin bir silahtı. Hançerlerden önce çok nadir ortaya çıkan
launları sadece bu silahla öldürebiliyorlardı. Nedense annesi hançerleri onun
için saklamıştı ve şimdi de onlardan ayıran da oydu.
Kapı açılınca,
hançerlerin sarılı olduğu kadife kumaşı silahların üstüne örtüp kapıdan giren
ağabeyine baktı. Boyu ondan kısa, beden olarak ondan iriydi. Ukain savaşçı
olarak fena değilse de, Dea herhangi bir savaşta ona arkasını dönecek kadar
güvenmezdi. Hantal oluşu sıkıntıydı. Birbirlerine hiç benzemiyorlardı, gerçi
Dea ne annesine ne babasına benziyordu. Ukain ise babasının fiziğindeydi ve
annesinin yüz hatlarına sahipti. Dea onların arasında bir yıldız gibi
parlıyordu ve ailenin diğer üyeleri bundan pek hoşnut değildi.
“Giyinmemişsin.”
Dedi Ukain, askıdaki kıyafete göz atarak. “Annem birazdan burada olur, tören
öncesi sarayda olmak istiyor.”
“Hazırlanmak
çok vaktimi almaz.”
Ukain
onaylamaz bir tavırla dudağını büktü ve askıdaki kıyafete doğru yürüdü. “Hak
ettiklerinden fazlasını kazanmaya alıştın elbette.” Dedi ve kaliteli kumaşın
işlemelerine elini gezdirdi. “Evliliğin de bir istisna olmadı.”
Dea kaşlarının
altından Ukain’e baktı. Anlaşılan bir kez daha onu aşağılayarak kendini
rahatlatmaya gelmişti. Anneleri her tartışmada ağabeyinden yana tavır
aldığından bu konuda oldukça cesurdu. Ukain’e karşı durduğu her zaman
cezalandırılan Dea oluyordu, çocukluğundan bu yaşına dek suçlu olup olmamasına
bakılmamıştı. Ukain ondan ses çıkmayınca başını ona doğru çevirdi, eli hala
kıyafetin üzerindeydi. Kıskançlığını belirtir şekilde, parmaklarıyla hassas
kumaşı kavramıştı.
“Ne o,
ukalalık yapmak için fazla mı asil oldun?” dedi ve kumaşı bir an daha sert
sıkıp bırakıverdi. “Kral olmak seni bizden üstün mü yapıyor?”
“Ukain zaten
yeterince canım sıkkın, lafların inan beni etkilemiyor. Ne söyleyeceksen söyle,
ikimiz de rahatlayalım.”
“Dün gece
neredeydin?”
Dea tepki
vermemeye odaklandı, görülmemişti… Dikkatliydi… “Sence?” dedi gayet sakin bir
tavırla.
Ukain
karşısında durdu bildiği bir şey varmış gibi. “Odanda olmadığını biliyorum.”
“Bu sorgunun
amacı ne?”
“Amacı yok.”
Dedi Ukain, umursamaz bir tavırla. “Sadece beni sabaha kadar uyutmamanın
sebebini öğrenmek istiyorum. Dün geç vakte kadar seni bekledim ama dönmedin.
Anneme söyleyince, Tenq’in odasında olacağını düşündü ve beni o geç vakitte
saraya gönderdi. Fakat ne garip, prenses yatağında tek başınaymış. Yemekten
sonra kimse seni görmemiş. Annemi uzun zamandır o kadar sinirli görmemiştim. Bu
yüzden sen sabaha karşı gelene kadar beni nöbetçi bıraktı. Geç saatte, o kadar
mutlu nereden dönüyordun?”
“Tamon’u
gezdirdim.” Dedi düşünmeden.
Eve dönerken
yanında Tamon olduğundan, söyledikleri yalan sayılmazdı. Ukain’in
söylediklerinden sonra annesinin sabahki tavrı anlam kazandı. Her zamanki
alışkanlığından bir kere çıkmıştı onda da yakalanmıştı. Ukain gözlerini kıstı.
“Yanında
Virton yoktu, yaverin olmadan ortalıkta gezdiğin pek görülmez. Özellikle o
kadar geç bir saatte başıboş dolaşmanı açıklamak için daha iyi bir yalan
bulmalısın.”
Dea öfkesini
bastırmaktan sıkılmıştı. Herkes tarafından takdir ediliyordu ama kendi ailesi
hiçbir hareketini onaylamaz ve sürekli onu aşağılardı. Ukain’e doğru bir adım
daha attı, ondan biraz kısa olan adamın bu eksikliğini vurgulamak için tepeden
baktı.
“Yalan bulmaya
ihtiyacım yok Ukain, hatırlatırım, ben kral olacağım. Bu günden sonra huzuruma
çıkmak için izin isteyecek olan sensin, muhtemel Baş Orun!”
Ukain öfkeyle
kasıldı, her zamanki gibi Dea’ya vurmak için yumruğunu sıktı ama havaya
kaldırdığı elini indiremedi. Dea kendini savunmadan adamı izliyordu. Onun
yüzünü hedefleyen yumruk havada iken Dea gülümsedi.
“Bu evden kırgın
ayrılmak istemiyorum, Ukain.”
Ukain yumruğu
geri çekti. “Ben de sürekli isteklerine kavuşmanı izlemek istemiyorum. Nihayet
ayağımın altından çekiliyorsun ama kral olarak! Senden nefret ediyorum Deacas!”
Dea adamın
hiddetle kızarmış yüzüne bakmıyordu, içinden bunları son kez duyduğunu
tekrarlayıp teselli buluyordu. Ukain onun bu tavrını aşağılama olarak görmüş
olmalı, öfkeyle homurdandı.
“Düğüne kadar
yaşamandan başka bir dilek bekleme benden! Sonrasında dileğim senin iyiliğine
olmayacak.”
Dea’nın
kayıtsızlığı karşısında delirmiş gibi atıldı ve gömleğin yakasını yırtarcasına
iri elleriyle yakayı tuttu. Dea tamamen istem dışı kendini savundu, sertçe
bileğine vurdu ve becerikli bir hamleyle saldırıyı kesti. Etkisiz hale
getirdiği adamın yüzüne yumruğunu vuracakken son anda kendine geldi. Ukain can
acısıyla bağırırken Dea ona vurmamak için yumruğunu zor tutuyordu. Derken iki
şey aynı anda gerçekleşti. Kapı aniden ardına dek açıldı. Görüşünü kaplayan
anlık bir görüntü gözlerinin önünde belirdi. Gözlerinin parladığını biliyordu,
hemen kapattı. Ukain’i ondan çeken ellere karşı koymadı. İtildiğini hissetti,
yine direnmedi. Çünkü anlık görüntüsü korkunçtu.
Hançerlerin
olduğu yatağa doğru döndüğünde gözlerini açtı. Acele etmeliydi. Fakat yapamadı,
hançerlere ulaşmasını engelleyen annesi onu geri itti.
“Ne yaptığını
sanıyorsun? Sersem çocuk, şimdi de kardeş katili mi olacaksın?”
Hançerlere
uzanmasını annesi yanlış anlamıştı. “Saldırı var anne, hemen gitmeliyim.”
“Hiçbir yere
gidemezsin Deacas! Hemen üstünü değiştir, gecikmek…”
“Hayır!” dedi
Dea, çaresizce. Annesinin hemen arkasında babası ve Ukain duruyordu.
Bakışlarından anladığı yardım etmeye hiç niyetleri olmadığıydı. Yeniden
annesine döndü. “Anne, çok kalabalıklar! Çok yakınlar!”
“Biz saraya
gideceğiz. Launların nerede olduklarını söyle, Ukain kontrol eder.”
“Nişan mı
önemli insanların hayatı mı?”
Annesi sertçe
sözünü kesti. “Senin için nişan önemli! Sorumluluğundan kaçınmak için saldırı
hilesi yapmadığını nereden bileceğim!” dedi ve Ukain’e döndü. “Rütbe onayı
verilmedi ama hançerlerin el değiştirmesine kimse itiraz etmez. Hançerleri al
ve Deacas’ın söyleyeceği alanı kontrol et.”
Ukain
sırıtmasını bastırmaya dahi çalışmadan gözlerini Dea’ya çevirdi ve hançerlere
doğru yürüdü. Annesi yeniden ona döndü.
“Neredeler?”
Onu delirten
öfkeye rağmen annesine baktı. “Doğuda, Gümüş Yaprak orman yolunda… Anne,
lütfen…”
Annesi onu
dinlemeden Ukain’e baktı. “Duydun, yanına Deacas’ın özel birliğini al. Çabuk ol
ve tören bitmeden yetiş.”
“Tamam, anne.”
Diyen Ukain, hançerlerin sarılı olduğu kadife kumaşı aldı ve uzun adımlarla
odadan çıktı.
“Sen de
hazırlan! Bekliyorum.”
Annesi,
babasını da alıp odadan çıktığında titremesini bastırmayı bıraktı ve yatağa
çöktü. Başını elleri arasına aldı ve bağırmamak için dudağını ısırdı. Ukain’in
bu işte başarılı olmasını tüm kalbiyle diliyordu. Gördüğü laun gölgelerinin
sayısı hiç olmadığı kadar fazlaydı ve şehre çok yakındı. Normalde bir veya iki
laun gelirdi ama son zamanlarda sıklaşması bir yana sayıları da artıyordu. Özel
birliğine güveniyordu ama savaşın akıbeti Ukain’in becerisine ve yönetme
ustalığına bağlıydı.
“Kahretsin!”
dedi, elinden bir şey gelmemesine öfkelenerek. Akmayan gözyaşı yüzünden yanan
gözlerini onu bekleyen kıyafete çevirdi. Parçalamamak için kendini zor
tutuyordu.
* * *
“Bu berbat
elbiseleri giymem!” dedi Athena. Onlar için getirilen kıyafetler tam bir facia
idi. Yerleri süpüren etekleri, çenesinin hemen altında biten boynunun
fırfırlarla dökülen yakası, sıcağa rağmen kollarının inanılmaz uzunluğu ve
genişliği, süs olarak da oradan buradan sarkan taşlarıyla iki elbise birbirine
benzerdi ama ikisi de zevksizliğin zirvesiydi.
“Bunları kesin
kaynanan seçmiştir.” Dedi Dünya yüzünü buruşturarak.
Zenwar’a
özellikle Hancar’a geldiklerinden beri rüküş giysi giyen bir kişi dahi görmemişlerdi.
Günlük kıyafetleri sadeydi ama onlar bile herhangi bir davette sırıtmayacak
kadar zarif giysilerdi. Bu gönderilenler ise göz kanatan cinstendi.
“Geceliğimle
gitmeyi tercih ederim.”
Dünya etrafa
bakındı ve masanın üstündeki meyve servisine gözü ilişti. Elmaya benzeyen ama
daha sert kabuklu bir meyveye saplanan bıçağı görünce sırıttı. Masaya doğru
yürürken hırsla söylendi.
“Şimdi
halledeceğim.” Dedi bıçağı tek hamlede elmadan çekerek. Athena’ya döndü. “Şu
saçma boncukları temizler misin?”
Elbiselerde
gördüğü tüm kumaş fazlalıklarından kurtuldu, bıçağın keskin olması bu kesme
biçme işlerinde çok yararlı olmuştu. Athena’nın elbisesinin eteğini yanlamasına
verev keserek uzun bacaklarının belli belirsiz görülmesini sağladı, kollarını
iyice kısaltıp dökümlü halde omuzlarında aşağı dökülmesini sağladı. En zoru
yakası olmuştu. Düzgün kesmek bir yana ne kadarına cesaret edeceğini önce
kestiremedi. Kadınlar rahat giyiniyorlardı ama çok dekolte sevilmiyordu.
Elbisenin yakasını yüksek ve boyundan bağlamalı olarak düzenledi ve arkasına v
şeklinde kısa bir sırt açıklığı verdi. Kumaşlardan sökülen boncukları da ince
tel kancalarından birleştirerek şık bir kemer haline getirdi ve kadının ince
belini meydana çıkardı. İşi bittiğinde Artemis’in dahi beğenebileceği bir giysi
ortaya çıkmıştı.
Kendi
elbisesinin eteklerini yerleri süpürmeyecek bir kısalığa getirdi ve bir yanını
dilimleyerek diğer yanına dokunmadı. Kollarını omuzlarından kesti ve kesilen
tülleri bileğinden dirseğine dek örerek doladı. Athena’nın sırtına verdiği kısa
v dekoltesinin benzerini kendi göğsüne inecek şekilde kesti. İnce kol tüllerini
örerek kemer haline getirdi ve beline düzgünce taktı. Saçlarını birbirlerine
yardım ederek taradılar ve biri dağınık diğeri sıkı olacak şekilde topuz
yaptılar.
“Dünya! Sen
moda ile ilgilenmeliymişsin, beceriksiz bir anahtar olmak yerine!”
Dünya gülerek
kadının koluna vurdu. “Buraya kadar şikayetçi değildiniz ama!”
İkisi de güldü
ve kendilerinden memnun bir tavırla nişana katılmak için saraya doğru yola
çıktılar. O kadar araştırdıkları halde bu nişanı durdurma yolu bulamamışlardı.
Athena kendini düğüne daha var diye teselli ediyordu ama şu an için sevdiği
adamın nişanına gittiği için kalbi parçalanıyordu. Tepkilerini kontrol
etmeliydi ve Dea’nın başını derde sokmamak için aralarındaki ilişkiyi ifşa
etmemeliydi. Çünkü genç adam sadece kendini değil ailesini de düşünüyordu, Dea
bu kadar fedakar davranırken onun düşüncesiz davranması acımasızlık olurdu.
Yine de bu acısına çare olmuyordu, her adımı kalbine saplanan bir bıçak gibi
canını yakıyordu. Acaba Morpheus’tan önce aşk büyüsünü bozmasını mı rica
etseydi…
Davetli sayısı
az olduğundan küçük bir salonda toplanmışlardı, ilerideki müzisyenler yumuşak
bir melodi çalıyordu. Saygılı bir konuşma gürültüsüyle dolanan konuklar, arada
yiyecek çeşitlerinin ve içkilerin olduğu masalara yanaşıyorlardı. Dünya ve
Athena salona girdiklerinde herkesin gözlerinin saldırısına uğramışlardı, vakit
geçmesine rağmen arada onları süzenler vardı. Pahalı görünen kumaş giysilerin
yanında kendilerinin elbiseleri fakir işiydi ama onların elbiselerinden daha
çarpıcıydı. Dünya‘nın aklına Ares’in onu kızdırmak için kendi salaş
tişörtlerinden birini verdiği an geldi, tişörtü kendine göre kesip biçmiş
Ares’in tüm gün diken üstünde durmasına sebep olan bir elbise yapmıştı.
Yakışıklı ölümsüzün ona bakışları aklına geldikçe tüm bedenini ateş basıyordu,
hala…
Athena
kulağına yaklaştı. “Dea ortada yok. Prensesin yanında olması gerekmiyor mu?”
Dünya gece
mavisi kıyafetinin içinde hoş görünen kadına doğru bir bakış attı. Çok dikkatli
hazırlanmıştı, her detayını düşündükleri belliydi ama abartı yoktu. Eğlenceli
bir nişan töreninden ziyade resmi bir iş kokteyline benzeyen davet sıkıcı
geçiyordu. Gerçi düşününce bu bir aşk töreni değildi, bir çeşit anlaşma
davetiydi. Genç adamın yokluğu da daveti eksik hissettiriyordu. Athena’nın
beklentili haline engel olamadığını fark etmek de Dünya’yı üzüyordu. Ares
birlikteliklerini duyurmadan önce çektiği çileyi hatırlıyordu, aynı işkenceyi
şimdi Athena çekiyordu.
Salondaki
hareketlenmeden Dea’nın salona girdiğini anladılar ve Athena kalp çarpıntıları
içinde hareketin başladığı tarafa doğru baktı. Genç adam, gururla yürüyen annesinin
hemen ardında, duygusuz bir yüz ifadesiyle doğrudan öne bakıyordu. Üzerindeki
kıyafet çok zarifti ve ona inanılmaz yakışmıştı. Donuk bakışlarına ve sıkı çene
hatlarına rağmen çok yakışıklıydı. Prensese fazla yaklaşmadan durdu ve kadına
resmi selamını verdi, sonrasında salona döndü ve sadece başını hafifçe eğerek
konukları selamladı. Prensesin gözleri parlamıştı, ne kadar şanslı olduğunu
düşündüğü yüzünden belliydi. Kendini tutamadan hızlı adımlarla Dea’nın yanına
geldi ve beklentiyle adama baktı. Dea bir an kararsız kaldı, başını belli
belirsiz annesine doğru çevirdi. Fakat annesine tam bakmadan prensese doğru
kolunu uzattı. Prenses zarif bir el hareketiyle elini genç adamın koluna koydu
ve çok kalabalık olmayan davetlilere döndü.
“Taht yolunun
ilk günü ve Deacas ile birlikteliğimizin ilk günü kutlu olsun. Zenwar sonsuza
dek!”
Davetliler de
ikisini selamladılar ve nişan dedikleri saçma tören devam etti. Dea selamdan
sonra kolunu kadının temasından çekmiş ve aralarında mesafe bırakmak için
kralla sohbet etmeyi seçmişti. Prenses de onlara katıldı ama Dea’dan yüz
bulamadığı için canı sıkılıyordu. Dünya, bakışlarını Dea’dan almakta zorlanan
kadına doğru konuştu.
“Onun nesi
var? Çok kötü görünüyor?”
“Buna rağmen
çok yakışıklı! Lanet olası büyü yüzünden hissettiğim aşk, kalbimi durduracak!”
Dünya bıkkınca
ona döndü. “Yemin ederim benden beter oldun. Neyse ki senin durumun büyü
yüzünden… Adamın güzelliğine bir şey dediğim yok da, baksana, gözlerini yerden zor
kaldırıyor. Hasta mı acaba?”
“Fark ettim
ama ne yapacağımı bilemiyorum. Yanına gitmemiz tepki çeker.”
Dünya göz
ucuyla Yaşlı Ruh’a doğru baktı. “Belki bir aracı kullanabiliriz.”
Athena sırıttı
ve doğruca Yaşlı Ruh’un yanına gittiler. Kadına çifti kutlama geleneklerinin
olduğunu fakat yanlış anlaşılmaktan çekindiklerini söyledi ve kibar bir tavırla
tavsiye istedi. Yaşlı Ruh, onlarda özellikle gidip kutlama yapılmadığını
söylese de, kendilerini rahat hissetmeleri için eşlik etmeyi teklif etti. Sakin
bir tavırla manipüle ettikleri teklifi kabul eden Athena, Dünya’ya kurnaz bir
gülümseme gönderdi. Küçük bir grup halinde prenses ve Dea’nın yanına giderken
Athena çok heyecanlıydı.
Huzursuz
bakışları yerde olan Dea, onların yaklaştığını fark etmiş gibi başını kaldırdı
ve doğruca Athena’ya baktı. Ve bakışları ona kenetlendi. O gelene dek sadece
ona baktı. Athena çok istediği karşılaşmaya yaklaştıkça, ağzının kuruduğunu ve
dizlerinin tutmadığını sıkıntıyla fark etti. Adamın karşısına geldiğinde diz
üstü bile kalabilirdi. Neyse ki böyle bir şey olmadı. Küçük grubun nişanlı
çifte doğru yürüdüğünü gören Ganor da sohbeti kesip hızlı adımlarla onlara
doğru gelince hepsi bir yerde toplandılar. Dea’nın bakışları yumuşamıştı, hatta
cüret edip Athena’yı beğenen gözlerle süzmüştü. Annesi ve prenses kollarına
girince irkildi ve hemen tepkilerine çeki düzen verdi.
Yaşlı ruh, yanlarına
gelme nedenini açıklamaya başlamıştı ki, bir adam telaşla koşar adım geldi ve
henüz lafa başlamış Yaşlı Ruh’un kulağına fısıldadı. Kadın bir an dondu kaldı
ve doğrudan Ganor’a baktı.
“Launlar…
Senin haberin var mıydı?” diye fısıldadı.
Nerede
olduğuna dahi aldırmadan sorduğuna göre iş ciddiydi. Athena hemen Dea’ya baktı,
adamın yüzü iyice kasılmıştı ve bakışları Yaşlı Ruh’un üzerindeydi. İblislerden
haberi olduğunu anladı belki bu yüzden bu kadar gergindi. Ganor pek önemsemeyen
bir tavırla konuştu.
“Sıradan bir
saldırı, canını sıkmaya değmez. Ayrıca Ukain ilgileniyor.”
Yaşlı Ruh
kadının üzerine doğru yürüdü ve kısa boyuna rağmen üstünlüğünü vurgulayan bir
sesle söylendi.
“Beş tane
laun! Şu anda şehrin doğusunu talan etmişler.” Dişlerinin arasından tısladı.
“Senin salak oğlun saldırının en başında yaralanmış!”
Ganor buz
kesmişti. Prenses panikle Dea’nın koluna asılınca, adam kolunu ondan çekip
yaşlı kadına yaklaştı.
“Nişanı
erteleyin, lütfen…”
“Nişan
ertelenemez!” dedi prenses araya girerek ve Yaşlı Ruh’a baktı. “Başlayan bir
töreni erteleyemezsin, ayrıca o artık eşim sayılır. Ona zarar verecek bir
saldırıya gitmesi yasak!”
Kral da
onayladı, yaşlı kadın kararsız kalmıştı. Dünya ve Athena, onları dinlerken ne
yapabileceklerini düşünüyorlardı. Çünkü iblisler vahşi ise öldürülene dek
durmazlardı. Athena hemen öne çıktı.
“Bana silahını
ver, onları ben durdurabilirim.”
Sözlerini
kimse ciddiye almamıştı, Dea dışında ama onun başka bir sıkıntısı vardı.
Athena’nın istediği silahların ne olduğunu biliyordu. Başını salladı.
“Bende değil.”
Dedi ve ona baktı. “Olsa da, tek başına seni oraya göndermem.”
“Benim için
sorun bile sayılmaz…”
“Hayır!” diye
kestirip attı Dea ve onları dinleyenlerin garip bakışları altında gerildi.
Yaşlı Ruh,
salondakilerin ilgisini çektiklerini fark edince ifadesini yumuşattı ve sakin
bir sesle konuştu.
“Bunu başka
yerde tartışalım.” Dedi ve tam adımlayacakken duraklayıp Athena’ya baktı. “Siz
de katılın.” Sonra prensese döndü. “Siz ve eşiniz törene devam edin…”
“Ben hala Baş
Orunum!” dedi Dea sinirle. “Oradaki de benim halkım! Kral olunca onlara nasıl
hesap vereceğim? Sizin eşiniz çocuğunuz can verirken ben sarayda eğlence
yapıyordum mu diyeceğim?”
“Konu bu değil
Deacas!” dedi annesi kısık ve öfkeli bir sesle. “Yasalar, halkı korumak için
yapıldı. Senin önceliğin kraliyet soyunun devamını sağlamak, seçilen eş bu
nedenle kendini korumalı!”
“Sevgili eşim,
diyarımızdaki tek savaşçı sen değilsin.” Dedi Tenq.
Dea’nın
çaresizliği yüzünden okunuyordu, dayanamayan Athena teskin etmek için ağzını
açacakken Dünya yardıma koştu. Hemen onların kararını bekleyen ulağa döndü.
“Oğlu nasıl
yaralandı? Yani kendini savunacak bir silahı yok muydu?”
Adam hemen
açıkladı. “Onu yaralayan da zaten silahlarıymış görenlerin ifadesine göre.
Hançerler, Ukain’in ellerini kötü yaralamış ve savunmaya katılamamış bile.”
Dünya
gözlerini kısarak Athena’ya bakınca, o zaten olayı çözmüştü. “Silahlar nerede?”
“Yaver Virton
aldı ama kullanmadı. Çevreyi boşaltmaya çalışıyor.”
Athena
kararını vererek Yaşlı Ruh’a döndü. “Biz saldırıyı durdurabiliriz. Bu adam bizi
Virton’un yanına götürsün.”
“İzin
vermiyorum.” Dedi Dea ve iki adımda Athena’nın karşısına dikildi. “Duymadın mı
Hena? O silahlar da tehlikeli! Ukain’e ne olduğunu anlamadan, kimse onlara
dokunamaz.”
“Bize bir şey
olmaz.” Dedi Athena, hala ölümsüz olmaları için dua ederek. “Sana sonra
anlatırım.”
Dea başını
sallarken gözlerini onun gözlerinden çekmedi. “Hayır!”
Tartışmaları
artık iyice ilgi çekmişti, özellikle Dea’nın Athena için göstermekten
çekinmediği endişesi. Tenq sinirinden yüzü morarmışken; Ganor, genç adamı
parçalayacak gibi bakıyordu. Yaşlı Ruh bastonu hafifçe yere vurdu.
“Deacas bize
katılın.” Dedi ve arkasını dönerek kalabalığın arasından yürümeye başladı. Yüce
Kurulun diğer üyeleri de onun ardına düşmüşken Ganor bir an kararsız kaldı
çünkü oğluna karşı hıncını çıkartamamıştı.
Athena
kımıldayınca, Dea da tuttuğu nefesi bıraktı ve yana çekilerek onun yolunu açtı.
Dünya ile Athena’nın diğerlerinin ardından ilerlemesini bekledikten sonra
peşlerine düşecekken Tenq yanında belirdi.
“Kolunu uzat.”
Dedi gergin bir sesle. Dea kolunu hafifçe kıvırarak öne uzatınca elini onun
koluna yerleştirdi. Asil bir tavırla
yürümeye başladı ve kısık sesle söylendi. “Bana açıklama yapacaksın Deacas.”
Bekleme
odasına benzeyen küçük bir odaya geçtiler. Yaşlı Ruh ulağa yeniden söz verdi ve
olanları anlatmasını istedi. Güçlü beş iblis karşılarına çıkan herkesi önce
inceliyor sonra büyük küçük demeden öldürüyordu. Ukain liderliğinde gelen
birlik iblislerin safkan iblis olduklarını anlayınca, meydanı Ukain’e
bırakmışlardı çünkü onların stratejisi buydu. Eğer safkan iblis saldırısı
olursa, Dea ve silahları savaşırdı; melezlerle hepsi savaşırdı. Gerçi bu konuda
Dea onları yönetiyordu, Dea olmadığı için deneme yanılma taktiğini
uygulamışlardı. Yani saldırdıkları iblisi öldüremeyince, geri çekilip Ukain’i
öne atmışlardı. Ukain elini kana bulamayacağını düşünürken önde kalıverince
hançerleri ortaya çıkarmıştı ve olan olmuştu. Hançerlerin kabzalarına dokunur
dokunmaz derisi yarılıp elleri parçalanmaya başlamıştı. Virton hemen atılıp
silahları koruyucu kumaşa geri sarmış ve adamdan uzaklaştırmıştı. İşin ciddi
olduğunu anlayan yaver, ulağı hemen saray göndermişti.
“Birlik fazla
dayanmaz.” Dedi ulak zaten sıkıntı içinde kıvranan Dea’ya. “Yardım etmelisiniz,
Baş Orun.”
Dea kararlı bakışlarını
yaşlı kadına çevirdi. “Herkesi öldürecekler. Buna izin veremem.”
Yaşlı Ruh
diğer kurul üyelerine kısaca göz gezdirdi. Yasaları uygulama pahasına koca
şehri iblislerin insafına bırakıyorlardı. Yüzlerindeki ifadeye göre de; yasalar,
insanların hayatından daha önemliydi. Athena dayanamadı.
“Şu törenin
bitiş saati var mı? Yani şu andan sonra eş oldu diyebileceğiniz bir zaman var
mı?”
Yüce kuruldan
biri cevapladı. “Hayır, törenin sona ermesi majestelerin inisiyatifindedir.
Nişan sonrası seçilen eş onaylanmış...”
Kadının lafını
kesen Athena prensese döndü. “Töreni biz dönene kadar bitirmeyin ve ben de
eşinizin çizik bile almadan size dönmesini sağlayayım. Böylece, hem halkınızı
kurtarmış olursunuz, hem de gelecekteki krallarına saygı duymalarını
sağlarsınız. Bencil bir kraliçe olmaktansa, Zenwar’ın koruyucu kraliçesi olarak
herkesin gözünde yükselirsiniz.”
Tenq hiç memnun
değildi ama öneri aklına yatmıştı. Dea’ya doğru baktı, birkaç saniye
düşündükten sonra asıl endişesini söyledi.
“Laun sayısı
fazla Deacas. Zarar görmeyeceğine nasıl emin olabilirim?”
“Merak etmeyin,
ben onu koruyacağım.” Dedi Athena hiç düşünmeden.
“Sen mi…” dedi
Dea ve hemen oyuna katıldı. “Evet, sen beni koru. Kendimi şimdiden güvende
hissettim.” Sakince Tenq’e döndü. “Adım duyuruldu prensesim, o vakitten sonra
birleşen kaderimizi kimse değiştiremez. Bir avuç launun bu kutsallığa gölge
düşürmesine izin veremem.”
Sözlerden
etkilenen Tenq istemsiz bir gülümsemeyle Dea’nın yüzünü süzdü. “Çabuk dön.”
Üçü kapıya
doğru dönmüşlerdi ki, Ganor’un sesi duyuldu.
“Dünya bizimle
kalsın.” Onların duraklayıp dönmesinden sonra devam etti. “Deacas’ın sağlam
dönme sözüne karşılık bizim garantimiz olacak.”
Athena öfkeyle
bir adım atınca, Dünya onu durdurdu. “Git ve iblisleri durdur Hena.
Oyalanmayın.”
İtiraz etmemek
için kendini zor tutan Athena, onun ısrarlı bakışları karşısında pes etti ve
onu bekleyen Dea’ya doğru yürüdü. İkisi hızlı adımlarla giderken Yüce Kuruldan
iki kadın da Dünya’nın yanı başında belirdiler. Dünya iç geçirdi ve dişlerinin
arasından mırıldandı.
“Döndüğümde
seni mahvedeceğim Ares!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder