Bölüm 11 : Biraz delirmiş olabilirim
"Öp beni Adonis."
Beklentiyle gerilmişken aniden yumuşak ve dolgun dudakları, dudaklarının üstünde hissedince inlememek için tüm bedeni kasıldı. Adonis'in dudakları onunkileri sertçe kavradı ve kapalı dudaklarını hafifçe emdi. Saçlarını sıkan el gevşedi ve başını nazikçe tutarak onu öpmeye devam etti.
Olimposlunun öpücüğüne cevap vermemek onun için işkenceydi. Adonis son bir kez dilini kullanıp onun sızlayan dudaklarını nemlendirip yavaşça öptü ve geriye çekildi. Soluk alamayan Nelai ayakta durmakta zorlanıyordu. Yine de güçsüzlüğünü adama belli etmemek için derin bir nefes alıp iyice kenetlediği parmaklarını açtı ve kendi sırtından çektiği ellerini, Adonis'in onu bıraktığında salıverdiği saçlarına geçirerek geriledi. Saçlarını düzeltme bahanesiyle, nefesini sakinleştirmeye çalışıyordu. Adonis'in sesini duyana dek ona bakmaktan kaçınmıştı.
"Artık işimize bakabilir miyiz?"
Sesinin tonu, onun bastırmaya çalıştığı heyecanını arttırmıştı. Adonis'in onu bu derece etkilemesini ummazdı, arzulaması normaldi ama bir öpücüğün göğsündeki kalbini büyütmesini beklemiyordu. Onu kibirli bir bakışla süzen ölümsüze kısa bir bakış atıp başını salladı ve kapıya doğru döndü.
"Merak etmem gereksizmiş." Diye mırıldandı. "Sıradan bir öpücük."
İki kanatlı kapının tek kanadına dokunduğunda eli hala titriyordu, o yüzden sıkıca bastırarak tepkisini azalttı ve kapıyı açtı. Adonis arkasından söylenirken kapıdan geçiyordu.
"Daha iyisiyle karşılaşmadığına eminim."
Omzunun üstünden ölümsüze doğru küçümser bir bakış attı. Adonis'in yüz ifadesi sakindi ama onun ne söyleyeceğini merak ettiği tahmin etmek zor değildi. Fazla oyalanmadan öylesine baktı ve başını bahçeye doğru çevirdi. Soluk gün ışığında, puslu bir görüntüsü olan bahçe, kuru ağaçların sıralandığı bir yol ve çorak toprağın üstündeki biçimsiz bitki kalıntılarıyla bezeliydi. Son yarım turunu atmaya çalışan güneş bile ağır bir tabaka sisle kaplanmıştı.
Dikkatini merdivenlere vererek Olimposlunun yol açtığı sarsıntıyı dindirmeye çalıştı. Hayatı boyunca böyle öpüldüğünü hatırlamıyordu, hem de onu arzulamayan bir adam tarafından. Son öpücüklerini çaldığı ve ona umutsuzca aşık olan hiç kimse onu bu şekilde öpmemişti ya da o hissedememişti. Keşke Adonis onun öpücüğe cevap vermesini isteseydi veya onu arzulayarak öpseydi.
Son basamaktan sonra ardından gevşek adımlarla yürüyen Adonis'i bekledi. Olimposlu ona yetiştiğinde bir iki adım ardından adamı takip etmeye başladı. Sık çalıları ve kurumuş ağaçları saran kuru sarmaşıkları aşıp küçük bir kulübeye vardılar. Kulübenin verandasındaki tahta sütuna tünemiş büyük bir karga, ikisini görünce uyaran bir sesle bağırıp kanatlarını açtı. Nelai karganın saldırmasını bekleyerek gerildi ama Adonis'in hiç aldırmadığını görünce kargadan gözlerini ayırmadan yürümeye devam etti. Verandanın basamaklarını tırmanıp tahta kapının önünde durdular. Adonis başını çevirerek ona baktı.
"Hazır mısın iblis? Bu eve senden başka bir iblis girdiğini sanmıyorum."
Nelai gözlerini akşam loşluğunda iyice koyulaşan gece mavisi gözlerden alıp tahta kapıya yöneltti. "O hazır olmalı öyleyse."
Adonis elini onun bileğine attı ve kapıya dokundu. Kapı gıcırtıyla açılırken bileğini saran sıcak parmaklar yürümesi için onu çekiştirdi. İblis olduğu için kapıdan geçemeyeceğin veya geçmek istemediğini sanmış olmalıydı. Adonis'in ardından girdiği odadaki parlaklık bir an için gözlerini kör edince istemsiz olarak onu tutan kola sarıldı. Adonis onun bileğini bırakmıştı ama o, sarıldığı koldan ayrılmak için acele etmedi.
"Öne yürü!"
Aldığı emirle gözlerini aralayarak sesin sahibine bakmaya çalıştı. Adonis ise onu iterek kendinden uzaklaştırmıştı. Adama tutunmaya çabalaması saçmalıktı, o yüzden öne doğru adımladı ve aniden boşluğa düşercesine tuhaf bir hafiflik hissetti. Sanki bedenindeki tüm kemikler yumuşamıştı, kendini taşıyamadan yere çöktü. Canı acımıyordu ama kolay hareket edemiyordu. Sonunda gözleri ışığa alıştığında karşısındaki iki adama baktı.
Uzun boylu, zayıf ve kel bir adam yere kadar uzanan krem rengi bir tunik ve üzerine keten bir ceket giymişti. Diğeri ondan daha açık tenliydi ve daha yaşlı görünüyordu. Kel olanın omzuna geliyordu ve gözleri tamamen mat bir beyazdı. Onun da üzerinde dizlerine gelen bir tunik vardı ama diğerininki gibi sade değildi, sırmalarla işlenmişti. Boynunda göğsüne doğru sarkan taşlarla süslü bir kolye vardı. İki adamın elinde de birer büyük kupa vardı ve içtikleri sıcak çayın kokusu çok hoştu. Ya da o acıkmıştı.
Bakışlarını kel olana çevirdi.
"Konuklarına böyle mi davranırsın kahin?"
Kahin elindeki kupayı Adonis'e doğru uzattı. Adonis iki uzun adımda adamın yanına gidip kupayı elinden aldı. Kahin ona doğru yürüdüğünde kendine gelerek yere baktı. Yerde onu kısıtlayan mührü görmek onu şaşırtmamıştı. Üçgen şeklinde çizilmiş mührü oluşturan şekillerden okuduğu kadarıyla mühür sadece onu güçsüz bırakıyordu. Ve Adonis onu tam mührün ortasına bırakmıştı.
Kahin yere dizini koyarak karşısına çöktü ve elini onun çenesine koyarak başını yükseltti. Öfkesini bastırmaya çalışarak ifadesizce adamın koyu renkli gözlerine gözlerini dikti. Kendisine enerji kaynağı bulamadığı için gittikçe güçsüzleştiğini hissediyordu ve şimdi kalan gücüne çok ihtiyacı vardı. Bu iki adamı kandıramazsa tüm plan boşa giderdi. Kahinin sorgulayan bakışlarına korkusuzca yanıt verdi, adam onun niyetini soruyordu. İradesini sağlamlaştırdı ve esas niyetini gizleyerek zihnini boşalttı.
Mühürden titreşen dumanlar sızmaya başlarken kahin doğrularak elini ondan çekti. Nelai derin bir nefes alırken kuruyan dudağını yaladı. Şimdi istediğine sahip olana dek Olimpos'u oyalama şansını kazanmıştı. Mührü kaldırmasını beklerken, Nabi'ye doğru konuşan kahinin sözleri onun taş kesilmesine neden oldu.
"Haklısın, ona ambrosia vermelisin."
Adonis araya girdi. "O bir iblis, ona ambrosia veremezsin."
Kahin ayağa kalktı ve Adonis'in elindeki kupayı aldı. "Bu kupa benim, sen git kendine ve iblisine çay doldur..."
Adonis lafını kesti. "Çay içmek istemiyorum ve o benim iblisim değil."
Nabi divana otururken adamın yanına giden kahin sakin bir sesle konuştu. "İstemiyorsun ama olacak olan bu."
Nelai onu kısıtlayan mührün kaybolduğunu görünce kımıldandı ama Adonis'in öfkeli bakışlarını üzerinde hissedince olduğu yerde ayakta kaldı. Adonis'in bakışlarından okunan tek duygu tiksinmeydi ve bu bakışı görmek canını sıktı. Yine de kendini toparlaması gerekiyordu, kahin sayesinde görevinin bir kısmını yapmıştı ve ikinci kısım için de, yakışıklı ölümsüzün güvenine ihtiyacı vardı. Kuşkusunu çekmemek için adama gülümsedi.
"Çay çok iyi bir fikir, nefis kokuyor."
Nabi güldü ve kahin de boştaki elini adamın omzuna koyarak neşeyle konuştu. "Nihayet Ares'ten başka çayımızın değerini bilecek biriyle karşılaştık." Dedi ve Adonis'e döndü. "Hadi Adonis, ona büyük bir bardak çay ikram edelim. Bu arada adın neydi?"
"Nelai!" diye hırladı Adonis, onun cevaplamasına müsaade etmeden. "Şeker ister misin?"
Adonis'e bakmadan elini salladı. "Sen varken şekere gerek yok tatlım, sana bakmam yetiyor."
Kalçalarını kıvırarak divana yürürken Adonis'in sinirle tısladığını ve odadan çıktığını işitti. Kahini görmek düşündüğü kadar kötü değildi. Adonis kapıyı çarparak kapattığında iki adama doğru döndü. Nabi hala aynı noktaya bakıyordu, kör adamın gözlerinin görmesine gerek olmadığını daha önce karşılaşmamasına rağmen biliyordu. Kahin çayını yudumlarken Nabi otoriter bir sesle konuştu.
"Adonis'i öldürmesine izin verecek misin?"
Kaşlarını çatarak adama baktı. Planda Adonis'i öldürmek yoktu ki, bu adam ne saçmalıyordu? Gerçi ölüp ölmemesi umurunda değildi, sonuçta o istediğini alınca kullanacağı araçlara ihtiyacı kalmayacaktı. Kahine kısa bir bakış attı. Adam sakince çayını içerken ilgisi üzerinde oturduğu kilim örtünün püsküllerindeydi ve sanki sohbet ediyormuşçasına tek eliyle düzelterek içini çekti. Nelai, Nabi'nin sesiyle yeniden irkildi.
"Gerçi engelleyeceğini sanmıyorum. Onun emirlerinden dışarı çıkacak kadar cesur değilsin."
"Sana anlatacak bir şeyim yok. O yüzden benden laf almak için saçmalamayı kes."
Nabi bembeyaz gözlerini ona çevirdi. Yüz ifadesi o kadar durgundu ki, içini ürpertti. Adamın konuşmasını beklerken diğeri kendi kendine konuşur gibi mırıldandı.
"Ona aşık olacaksın Nelai. Acı çekmemek için bunun olmasını beklemeden, onu kurban etmesi için sahibine sunmalısın."
Göğsünün içindeki kalbi kasılırken nefesi kesildi. Fısıldar gibi konuştu. "Benim sahibim yok. Ne kurbanından bahsediyorsunuz?"
Kahin dudaklarını kupadan çekip ona baktı ve gülümsedi. Nelai hızla ayağa kalktı ve kahinin karşısına geçti. Elini adamın boğazına atmamak için kendini zor tutuyordu. Aptalca görülerinin yanında, sahip lafına da sinirlenmişti. Ayrıca bütün bunları nasıl bilebilirlerdi? Tahmin ediyor gibi konuşmuyorlardı.
"Beni kızdırarak eline ne geçecek? Bildiklerimi söyledim, benden ne istiyorsunuz?"
Nabi sertçe konuştu. "Ona hizmet etmemeni! Seni de Adonis gibi kurban edeceğini bildiğin halde kendi ayağınla ona gitmeni istemiyoruz."
"Madem her şeyi biliyorsunuz, neden yapacaklarım için beni cezalandırıp herkesi kurtarmıyorsunuz?"
Kahin kupayı yana koydu ve bakışlarını ona çevirdi. "Çünkü henüz hiçbir şey olmadı ve bazı olanlar da olmak zorunda. Nasıl ki, ani değişen kararlar hayat kurtarır, tahmin edilenleri engellemeye çalışmak da felakete sebep olabilir. Yine de en masum olanı korumalısın çünkü sen o kadar acımasız olamazsın."
Nelai karışan düşüncelerini toplamak istercesine elini alnına götürmüşken mutfağın kapısı açıldı ve söylenen Adonis içeri girdi.
"Demir demliğinizden nefret ediyorum. Kötü koktuğu gibi, sapı çok sıcak oluyor. Elim yandı."
Kahin aklına bir şey gelmiş gibi Nabi'ye döndü. "Ah, şimdi anladım. Kötü koku bitkilerden gelmiyor demek ki, demliği değiştirmeliyiz."
"Bu hiç aklıma gelmemişti." Dedi Nabi ve ciddi bir tavırla sordu. "Demliği ne kadar sıklıkla temizliyordun?"
"Temizlemek mi?" Kahin kaşlarını çattı. "Temizlememe gerek var mıydı? Sonuçta içine su katıyoruz."
Nelai divana güçsüzce otururken iki adam ayağa kalktı ve elinde kupayla tartışmaya devam ederek onlara şaşkınca bakan Adonis'in yanından geçip gittiler. Adonis başını sallayarak ona doğru döndü.
"Bazen bu ikisinin büyük bir şaka olduğunu düşünüyorum."
Başını kaldırıp ona kupa uzatan ölümsüzün neşe pırıltıları saçan yüzüne baktı. Suratını asmasını tercih ederdi. Bu ukala ve neşeli hali, Adonis'e fazlasıyla yakışıyordu ve yüz ifadelerini izlemek zevke dönüşüyordu. Gerçi asık suratlı hali de çekiciydi ama o sırada Nelai, o ifadenin suçlusu olduğu için izlemekle uğraşmıyordu. Adonis'in elinden kupayı aldı ve oturması için biraz yana kaydı.
Adonis onun yanına ilişerek ilgili bir bakışla onu süzdü.
"Tahmin edeyim mi?"
Ölümsüzün yüzüne anlamsızca bakınca Adonis kibirli bir tavırla sırıttı. "Gelecekten bahsedip canını sıktılar."
"Bu da senin hoşuna gitmiş olmalı." Diye homurdandı ve nefis kokulu çaydan bir yudum aldı. "Fazla sevinme çünkü gördüklerimden sonra, ne laflarınıza inanırım ne de vaatlerinize."
"Ah, bu lafın kalbimi derinden yaraladı. Cidden, sanırım kederimden öleceğim."
Sahte bir üzüntüyle Adonis'e bakıp yeniden çayına döndü. Bu çay şimdiye kadar içtiklerine hiç benzemiyordu, sıcak çaydan büyük bir yudum alıp zevkine vararak yutkundu. İkinci yudumundan sonra Adonis'in sesinin çıkmadığını fark edip adama bakınca, Olimposlunun ilginç bir şey seyredermiş gibi ona baktığını gördü. Kupayı göstererek sordu.
"Bu ne çayı?"
"Defne..." dedi Adonis tereddütle. "Sanırım nane veya kekik aromalı. Limon da olabilir."
Başını sallayıp kupasından bir yudum daha aldı. Değişik bir karışımdı ve tadı nefisti. Olimposa geldiğinden beri başına gelen en iyi ikinci olay bu çaydı, birincisi tartışmasız Adonis'in öpücüğü idi. Zihni öpücüğün taze anısına doğru giderken engelledi ve şu andaki karmaşasına geri döndürdü. Kahin ve o garip adamla yaptığı görüşme düşündüğünden çok kısa sürmüştü, acaba görüşmeleri bitmiş miydi? Yoksa onların dönmesini mi bekleyeceklerdi? Adonis ve onun hakkında söylediklerini kafaya takmamaya karar verdi, sonuçta onun ağzından laf almak için söyleyemeyecekleri yalan yoktu.
"O şeyi gerçekten sevdin mi?"
Adonis'in sorusuna aldırmadan, yarıladığı çaydan bir yudum daha aldı. "Sevmediğim bir içeceği neden içeyim?"
"Biraz daha getirmemi ister misin?" dedi alaycı bir tavırla.
Olimposluya baktı ve başını hevesle salladı. "İsterim."
"Gerçekten mi?"
"Senin anlama sorunun mu var?"
Adonis kararsızca onun elindeki kupaya baktı ve sonra elini uzattı. "Ver tadına bakayım, güzelleştirmiş olamazlar ama sen aklımı karıştırdın."
"Benim kupamdan mı içeceksin?"
Adonis eli havada olduğu halde ona gülümsedi. "Dudaklarının tadına baktım, neden onların dokunduğu bir şeyden tiksineyim ki?"
Nelai hatıranın onda yaşattığı heyecan dalgasına kapılarak elindeki kupayı yakışıklı ölümsüze uzattı. Adonis hala gülümsemeye devam ederken sıcak çaydan bir yudum aldı ve yutamadan yere püskürttü.
"Ah, lanet olası, bu ne biçim bir tat."
"Yutmadın bile!"
Adonis dilini çıkarıp temizlemek ister gibi eliyle silerken homurdandı. "Hem sıcak, hem tatsız hem de berbat kokulu! Yalancısın sen."
"Tadına tam olarak bakmadan yorum yapıyorsun?"
Adonis kaşlarını çatıp bir süre ona baktı ve kupadan bir yudum daha aldı. Zorlukla yutup yüzünü buruşturdu.
"Hala çok kötü." Diyerek kupayı yana bıraktı.
Nelai kupayı alıp kalan sıvının hepsini içti ve sertçe divana geri bıraktı. "Sen çok zevksizsin!"
***
Ares odanın ortasında yukarı aşağıya yürürken bir yandan da konuşan Apollon'u dinliyordu. Az önce kahinin mutfağında Nabi ve kahin ile görüşmüştü ve ikisinin de kadın hakkındaki gizemi çözememiş olmaları canını sıkmıştı. Mutfağa çay doldurmaya gelen Adonis onunla aynı fikirdeydi. Kadının çok iyi sakındığı bir planı vardı ve kime sadakat duyduğu belli değildi.
Adonis Nelai'ye biraz daha iyi davranacağını söylediğinde, Ares kendini rahatsız hissetti. Adonis cazibesini kullanmayı çok iyi bilirdi ama bu succubus, Ares'in kafasını karıştırıyordu. Adonis'in yeteneklerine ve gücüne her zaman güvenmişti ama kendini koruma konusunda bazen dikkatsiz olabiliyordu. Onu yeniden sakince uyardı ve diğerleri ile konuştuktan sonra Athena ve Apollon'un yanına geri döndü.
"Loki saldırıyı kimseye söyleyemeyeceğimizi biliyor." Dedi Athena, Apollon'un sözüne müdahale ederek. "Söylersek, o aptal karşısında zayıf görüneceğiz."
"Zayıf görünmek umurumda değil." Diye homurdandı Ares ve çenesini sıkarak ikisinin yanına geldi. "O herife haddini bildirememek canımı sıkıyor."
"Sakin ol Ares!"
"Bana sakin olmamı söyleme artık Hena!"
Apollon yanına gidip omzuna elini koyduğunda Ares ile Athena'nın birbirlerine attıkları kızgın bakışları ona çevrildi. "Yapman gereken şey bu ama Ares. Yani Hena doğru söylüyor, öfkeni kontrol etmelisin. Çoğu ev seni destekliyor ama düzeni bozmak için fırsat kollayanlar da azımsanmayacak kadar çok. Sadece saldırıları püskürtmeye çalışmaktansa, sakin kalarak kargaşayı baştan çözmek daha iyi değil mi?"
Ares kaşlarını çatıp kendini koltuğa bıraktı. "Loki'yi şimdilik suçlamayacağım ama onu rahat bırakacağımı sanmayın. Bahçeye o kadar geçidi açabildiğine göre, gücü sandığımdan daha fazla ve geriye çekilirsem, daha fazlasına cesaret eder."
Apollon ve Athena iki yanındaki koltuklara oturdular. Apollon yeniden konuştu.
"Yardımsız yapamazdı. Önce ona yardım edeni bulmalıyız."
Ares gözlerini Apollon'un masmavi gözlerine doğru çevirdi. "Onu ziyarete gitmemin zamanı gelmiş. Jotunheim'de tatil yaparken başka misafiri var mı kontrol ederim."
"Sen gidersen kendini saklar." Dedi Athena. "Başka birinin gitmesi gerek, casus olarak. Ve casus olarak senden daha sakin birini seçmen gerekiyor."
"Seni duyan da beni manyak biri sanacak Hena." Dedi Ares koltuğuna yaslanıp alaycı bir bakışla Athena'ya baktı. "Acaba seni mi seçsem? Loki'yi özlemişsindir."
Athena, Ares'ten farkı olmayan ateşli gözlerini ona dikince Ares boğazını temizleyerek doğruldu. "Şey, diyecektim, Solan o sersemle başa çıkabilir. Sen ne dersin Hena?"
Athena ayağa kalktı ve ona sinirli bir bakış atıp kapıya doğru dönerken söylendi.
"Sanki fikrim önemliymiş gibi bir de soruyor. Sen her zamanki gibi burnunun dikine git! Bir gün o burnunu koparıp eline vereceğim o olacak!"
Kapıya yaklaşmışken Apollon kısık sesle mırıldandı. "O dediğin burun değil ama..."
Athena kapıdan çıkmadan Apollon'a hışımla döndü ve öfkeli bir bakış attı. "Aferin sana Apollon. Siz hiç büyümeyim tamam mı?"
"Özür dileriz Hena." Dedi ikisi birden. Sonra Apollon devam etti. "Bizi af et ve gel, otur."
"İşim var, zaten saçmalamak için bana ihtiyacınız yok."
"Sen nereye gidiyorsun?" dedi Ares.
"Artemis'in odasına, ona görevinde yardım etmeye gidiyorum." Dedi ve kapıyı açıp yola koyuldu.
Apollon bir an kadının arkasından baktıktan sonra içini çekerek Ares'e döndü. "Artemis'e ne görev verdin?"
Ares omzunu silkti. "Olimpiyat angaryasını vermiştim. Fakat şimdi Hena işe el attığına göre bizim ateş topu serbest."
"Bu kız fazla kurnaz." Diye mırıldanan Apollon geriye yaslandı.
Ares dudağını kemirirken zihni çok eski anılara takılmıştı. Kurnazdı ve Ares, kurnaz kızın zamanında canını çok acıtmış bir olayın sırrını ortaya çıkarmasından korkuyordu. Artemis'in başına gelen olayın, onun başına geldiğini düşünmek bile istemiyordu. Ares yaptığına pişmandı ama şu an için. O zamanlarda, yapması gereken bir şey yapmıştı ve tehlikeyi uzaklaştırmışlardı. Acı çeken Artemis olmuştu ve yıllardır vicdan azabıyla kavrulan da Ares. İşleri düzeltmek adına yaptığı yardım, bir sırra dönüşmüştü. Zaten bilen üç kişiydi. Adonis asla anlatmazdı ve diğerinin olayları hatırlamasının imkanı yoktu. Keşke o da hatırlamasaydı...
***
"Ben de ondan hoşlanmıyordum ama senin öfken aşırı değil mi?"
Artemis dinlenmek için Sedef'in odasındaki kanepeye uzanan Dünya'ya bıkkınca baktı. Neden herkes Solan'ı ona karşı savunuyordu ki? Sanki Artemis haksızdı da...
"Ben aşırı hiçbir şey yapmam Dünya. O adam bir iblis ve elini kolunu sallayarak Olimpos'ta dolaşması beni rahatsız ediyor."
Dünya başını yastığa koyarak iç çekti. "Bence aldırmamalısın. Ares'in söylediğine göre, zoraki durumlar dışında hiçbir toplantınıza katılmıyormuş. Ares de bundan şikayetçi."
"İsabet olmuş, ben de yüzünü görmeye can atmıyorum."
Ayaklarını masanın üzerine uzatınca Dünya başını yana çevirdi ve uyaran bir bakış attı. Artemis yutkunup bacaklarını usulca aşağıya indirdi. Yine de dişlerinin arasından söylenmeden duramadı.
"İyi be!"
Dünya gözlerini tekrar ileriye çevirirken konuştu.
"Onun sözde iblis olmasından başka nesinden hoşlanmıyorsun?"
"Toplamından! Adamın her hareketi bana batıyor."
"Ama neden?" dedi Dünya elini göbeğine koydu, gayriihtiyari okşarken ekledi. "Ben beni engellediği için ona öfkeliydim. Fakat Ares ile bağlantısını öğrenince, onu kabullendim. Hatta en iyi arkadaşlarımdan biri oldu."
Artemis omuz silkerek kollarını kenetledi ve masaya uzatamadığı bacaklarını ileriye uzattı. Motosikletle geldiği için rahat bir pantolon ve tişört giymişti. Yanına aldığı ince motorcu montunu ise sandalyesinin başlığına asmıştı.
"En iyi arkadaşın benim tatlım!" dedi uyaran bir tonda. "O aptal kırmızı ile aynı kategoride olmam imkansız. Bana hakaret sayılır."
Dünya bıkkınca nefeslenerek onu onayladı. "Elbette, en iyi arkadaşım sensin Artemis. Ne de olsa görümcemsin."
"O ne yahu?" dedi kaşlarını çatarak.
Dünya ona bakarak sırıttı. "Bir tanecik yakışıklı kocamın kardeşi olduğun için benim de görümcem oluyorsun."
"Söylenişi itici ama anlamı güzelmiş. Tabi yakışıklı kocanın en güzel kardeşi deseydin, kelimenin her halini beğenirdim."
Dünya onun lafına gülümseyince o da gülümsedi. Evlendiğinden beri Dünya daha güzelleşmişti, yüz hatları yumuşamıştı ve gözleri daha da ışıldıyordu. Aldığı kilolar yüzünden de olabilirdi çünkü hamileliğinin son aylarındaydı.
"Seni özlüyorum Dünya." Dedi aniden eski günler aklına gelince. "Olimpos çok sıkıcı."
"Ben de seni özlüyorum, bu yüzden daha sık gelmelisin." Dedi Dünya göbeğini okşamaya devam ederek. "Biliyorsun Ares, bu durumdayken Olimpos'ta olmamı istemiyor. Aslında içim hiç rahat değil, umarım tehlikeli bir şeyler karıştırmıyordur."
"Yok, canım, ne tehlikesi." Dedi hemen. "Her zamanki rutin işler!"
"O rutin işleri iyi bilirim." Diye homurdandı. "Benim anlamadığım şey şu; şimdiye kadar birçok ölümsüz hamile kalıp doğurdu. Hepsi olduğu yerden ayrılmadan mı yaptı bu işi? İblis etkisinden korkması da anlamsız, sonuçta Deimos'u başıma nöbetçi dikmesini biliyor. Bebeği etkileseydi, o etkilerdi. Bana çok mantıksız geliyor."
Artemis dudağını ısırarak Dünya'yı dinledi. Yönlenmesi sorun değildi ama Ares, eşini bu durumdayken gözlerden uzak tutmaya çalışıyordu. Son birkaç aydır Antalya'nın merkezi, çevresini saran koruma kalkanı sayesinde, Olimpos'tan daha güvenliydi. Dünya'nın haberi yoktu; o normal hayatını yaşamak istediği için Olimpos'un gücünün büyük kısmını, Antalya'ya yöneltmek zorunda kalmışlardı. Kimse bu özveriye karşı çıkmamıştı çünkü Dünya birçok kez kendini tehlikeye atarak onları kurtarmıştı.
"Ayrıca..." diye konuştu Dünya. "Şu misafir olan iblis efendisi hakkında şüphelenmekten kendimi alamıyorum. Eris gibiyse işimiz var. O kadının Ares'i baştan çıkarmak için yapamayacağı numara yok."
Artemis boş bulundu. "Hangi iblis efendisi?"
"Kaç tane var ki?" dedi Dünya. "Yoksa Boyutlararası iblis kongresi mi var? Şu kaybolan kolye için yardıma geleni söylüyorum."
Artemis aklına gelince elini alnına vurdu. "Ah! Nasıl da unuttum? Sen iblis deyince benim aklıma kırmızı geldi de..."
"Aklından hiç çıkmıyor ki..." diye mırıldanan Dünya'ya kaşlarını çatan Artemis homurdandı.
"Sen de mi Dünya?"
Elini salladı. "Her neyse, sen şu iblis efendisinden bahset."
"Kolye için yardıma geldi. Ares anlatmış ya..."
"O işine geleni anlatıyor." Diye söylendi. "Kadın mı erkek mi, onu bile söylemedi."
"Fark eder mi?"
Dünya doğruldu. "Elbette fark eder. Yani Ares için fark eder diye umuyorum."
Şakasını, o sırada başka şeyler düşünen Artemis anlamayınca, Dünya soluklandı. "Lafı kaynatma da söyle bakalım, onun yüzünden Olimpos'a gitmeme engel olan iblis nasıl biri?"
"Aman, nasıl olacak?" dedi ve sırıttı. "Sana inanamıyorum, sen Ares'i hala kıskanıyor musun?"
"Tatlım, benim onu kıskanmamam için nefes almamam gerek. Adamın yaptığı çapkınlıklar efsane olmuş."
"Onlar abartılmış birer masal Dünya..."
"Anlat Artemis!"
Artemis iç geçirdi. "Ama bu haksızlık! Ben seninle dertleşmek için ta nerelerden geleyim, sen beni muhbir olarak kullan."
"Aha! Biliyordum, kesin bir işler karıştırıyor!"
"Hayır, bak gerçekten de sorun yok. Kırmızı dışında ama onunla da ben ilgileniyorum. Dert etme, gözüm o yalancı iblisin üstünde! Ayrıca Olimpos'ta bir iblis dolaşırken orada olmama kararına bende katılıyorum. Yani iki mi demeliydim, çünkü kırmızı da bir iblis ne de olsa."
Yalan sözlere uyarı veren müthiş mührü bile bu oyuncu laflara karşı çaresizdi. Dünya kaşlarını çattı, ikna olmamıştı ama zorlamak istemedi. Sonuçta çapraz sorguyla çözemeyeceği bulmaca yoktu. Keşke anahtar yeteneğini kullanmamak için Ares'e söz vermiş olmasaydı. Sersem herif onun aklını çelmeyi çok iyi başarıyordu. Belki sırf bu yüzden Olimpos'a küçük bir ziyaret düzenlemeliydi. Düşündü, şekil değiştirmesini sağlayan taç hala ondaydı...
"Güvenlik konusuysa, ben de ona güvenmeliyim." Dedi kendi kendine konuşur gibi.
"Ares'i tanıyorsun." Dedi Artemis aldırışsız görünmeye çalışarak. "Belli etmese de koruma konusunda hepimizden takıntılıdır."
Dünya düşünceli bakışlarını okşadığı göbeğine dikerek bir süre suskunca durdu. Sonra yavaşça konuştu.
"Bu yüzden onun kaprisine boyun eğip sözünden çıkmıyorum. Bebeğime zarar getirecek bir şey yapmaktansa hayatımı veririm."
"Sanırım, o da bu olasılığı engellemeye çalışıyor." Dünya aniden ona bakınca telaşla konuştu. "Sadece şaka yapıyordum. Dedim ya, Olimpos'ta tehlikeli olan tek şey; kırmızının sinsice etrafta dolanması olabilir."
"Ya da senin soğuk şakaların." diye homurdandı Dünya.
Artemis sahte bir sevimlilikle sırıttı. "Bebeğim, Apollon espri konusunda benden beter neden ona çatmıyorsun?"
Sanki Apollon alarmı almış gibi Sedef odaya damlayınca sohbetlerinin konusu değişti. Kadının Apollon hayranlığı hala sürüyordu ve umutla ilgi beklemeye devam ediyordu. O yüzden Apollon Dünya'yı ziyarete gelemiyordu. Sedef'in ilgisi adamın umurunda değildi ama Hekate'nin hışmından çekinen Ares, özellikle, Apollon'a engel oluyordu. Apollon'un bu duyarsızlığı başına bela olmuştu ama huy huydu, değişmiyordu. Ona cilve yapan birinin niyetini anlamaması, komik durumlara yol açıyordu ama komedi tarafı öncedendi. Hekate geldiğinden beri adama ilgi gösterenler bizzat Hekate tarafından tenhada kıstırılıyorlardı.
Hekate ile Sedef, Apollon yüzünden kanlı bıçaklı olduğundan Dünya'yı kontrol etmeye kafeye onun gitmesi gerekmişti. Anahtar olarak Dünya'nın korunması şarttı ve şimdi iki katı dikkat edilmesi gerekiyordu. Çünkü tek anahtar olmasının yanında, Ares'in çocuğuna hamileydi. Ares yokluğunda Dünya'yı boş bırakmıyordu, Olimpos'tan biri kontrol için gidemediğinde Apollon'un muselerinden birilerini peşine takıyordu. Bu pek tercih edilmeyen bir yöntemdi çünkü nasıl bir iblis korku ve endişe yayıyorsa; en yeteneksiz muse de aşırı coşku ve ilham yayıyordu. İnsanlar kendilerindeki değişimlere şaşırmaları halinde, ölümsüzlerin saklı varlıkları tehlikeye girerdi.
Sedef onları bahçeye davet edince, eve gitmeden önce bir şeyler içmek için dışarı çıktılar. Kafe tenhalaşmıştı, fakat akşam yemeğiyle birlikte yeniden kalabalık olacaktı. Dünya o saatlerde evde oluyordu, hamileliği yüzünden kalabalık saatleri Sedef teslim almıştı. Şikayet etse de, Dünya'yı zorlamayı kendisi de istemiyordu. 'Aman, fazla gelirse, yarısını kovarım. Kafe benim değil mi?' demişti ve Dünya'nın iç geçirmesine neden olmuştu.
Bahçede keyifli bir sohbete başlamışlardı ki Sedef sipariş listesinin kontrolü için mutfağa geçti. Artemis fırsat bulup yeniden Solan'ı çekiştirmeye başlayınca Dünya dayanamadı.
"Söylemeyeyim diyorum ama dayamadım Artemis. Sen bu Solan'a gösterilen ilgiyi mi kıskanıyorsun?"
Artemis'in gözleri açıldı. "Sen de mi Dünya?"
"Aynı repliği söyleyip durduğuna göre, bu da önceden söylenmiş." Diye mırıldandı ama Artemis çoktan homurdanmaya başlamıştı.
"Ben o ahmak iblisin nesini kıskanayım. Rast geldiği periyi ağaca dayayıp bece... Ah! Bunu söylemeyecektim ayıp ama yaptığı buydu. Sana söylüyorum, o adamda bir şeyler var. Periye büyü yaptığından eminim yoksa kırmızıyı öpecek kadar aklını kaçırmışa benzemiyordu. Onları bir görseydin..."
"Tövbe, tövbe! Ben onları mı kast ettim Artemis? Yine aynı meseleye uçtun. Ben normal ilgiyi kast etmiştim, yani Ares ve Apollon'un ilgisi veya diğerlerinin. Anlaşamadığı tek kişi sensin."
"Çünkü ben onun ne mal olduğunun farkındayım."
Artemis'in lafı bir motor gürültüsüyle kesildi. Simsiyah bir Mustang kafenin yan tarafındaki otoparka dönünce Dünya, dünyadan koptu ve gözleri ışıldayarak aracı takip etti. Artemis bu saatten sonra konuşmanın gereksiz olduğunu bilincinde olarak küskünce arkasını yaslandı. Kimse onu anlamak istemiyordu.
Ares uzun adımlarla Dünya'ya doğru yaklaştı. Dünya hemen ayağa kalktı ve göbeğe rağmen adama sıkıca sarıldı. Ares kulağına eğilerek fısıldadı.
"Seni çok özledim papatyam."
Dünya içindeki heyecanı bastırmaya çalışarak mırıldandı.
"Seni seviyorum."
"Ben de seni çok seviyorum." Diye fısıldayan Ares gülümseyerek Dünya'nın saçlarına küçük bir öpücük kondurdu ve bir eli Dünya'nın göbeğine doğru inerken Artemis'e döndü.
"Senin yerine Hermes'in olması gerekmiyor muydu?"
"Dünya'yı özleyen tek sen misin?" diye homurdandı.
Ares kolları arasındaki karısının kulağına eğildi. Artemis'in duyacağı bir sesle fısıldadı.
"Çok konuşarak kafanı şişirmedi, değil mi sevgilim?"
Artemis sinirle doğruldu. "Daha konuşmaya başlamadım ama istersen başlayayım..."
Ares oflayarak elini salladı. "Aman, dur başlama."
Dünya Ares'in kollarından sıyrılarak yüzüne baktı. Kuşkulu bakışları üzerinde hisseden Ares hemen atıldı ve Dünya'nın oturması için sandalyesine uzandı.
"Tatlı karıcığım çok ayakta kalmamalısın, değil mi?"
"Ares! Eğer canımı sıkacak bir işler karıştırdığını duyarsam; sana yapacaklarım, önceki yaptıklarımı mumla arattırır."
Artemis güldü. "Yeniden boyut kapılarını patlatma ama!"
"Boyut kapısı için dua etsin!" diye söylenen Dünya, Ares'i bekletmemek için yerine oturunca; Ares kötücül bakışlarını Artemis'e dikti.
"Senin işin yok mu?"
Artemis omzunu silkti. "Senin işin yok mu? Bir de lider olacaksın, boşuna mı seçtik seni! Asıl senin ne işin var burada?"
"Sevgilimi görmeye geldim tatlım." Diye uyaran bir tonda konuşarak sandalyeye oturan Ares gözleri Artemis'te ama bir eli Dünya'nın eline kenetlenmiş halde devam etti. "Sana verdiğim görevi..."
"Unutmadım merak etme, ben ilgileniyorum."
"Nasıl ilgilendiğinden haberim var. Çok kurnazsın."
"Ay bir de bir şeyi bilme! Of, ya!"
Dünya tartışmaya başlamamaları için araya girdi. Parmaklarına kenetlenmiş Ares'in parmaklarını hafifçe sıkarak ilgisini kendi üstüne çekti.
"Sevgilim, biliyor musun, nihayet Artemis ile bebek odasını seçtik. Sen de beğenirsen siparişi vereceğim. Az zamanımız kaldı."
Ares yüzüne yayılan mutluluk ifadesiyle parlayarak ona döndüğünde, Dünya soluksuzca mırıldandı.
"Bana böyle gülümsemen çok tehlikeli ama... Yemin ederim bu bakış karşısında, her an doğurabilirim."
"Böyle şakalar yapma Dünya." Dedi Ares kaşlarını çatarak.
Dünya adama doğru uzanarak yanağını okşadı. "Şaka mı? Hani nerede?"
Ares ciddiyetini koruyamadı, gülümseyerek karısının elini yakaladı ve dudaklarına bastırdı. Artemis'in sesi olmasaydı, nerede olduklarına bakmadan Dünya'yı öpmek için uzanacaktı.
"Benim içime daral geldi! Ayın etkisi mi acaba? Herkes koklaşmak için fırsat kolluyor."
Ares ile Dünya yüzünü buruşturarak ona baktığında ekledi.
"Ne var, doğru değil mi? Neyse ki, ben sizin gibi boş adam değilim." Dedi ve ayağa kalktı. "İşim gücüm var. Sonra görüşürüz."
Artemis elini sallayıp otoparka doğru yürüdü. Ares köşeden kaybolana dek kardeşinin ardından baktıktan sonra yavaşça Dünya'ya doğru döndü. Dünya sevdiği adamın yüzündeki düşünceli ifadeyi görünce ciddileşti.
"Ne oldu Ares?"
Ares dudağını ısırıp bir süre eşinin yüzüne baktı. Sonra gülümsemeye çalışarak başını salladı.
"Yok bir şey papatyam, eski anılar aklıma geldi."
"Anılar mı? Bu senin için fazla nostaljik bir kelime oldu."
Ares Dünya'ya iyice yanaştı ve çapkınca sırıttı. "Nostalji demişken aklıma gelen başka anılar da var. Çok hoş anılar..."
"Ares!" dedi Dünya sahte bir kızgınlıkla kaşlarını çattı. Hızlıca etrafa bakıp olmayan müşterileri kast ederek söylendi.
"Birileri duyacak."
Ares biraz daha yaklaştı ve fısıldadı. "Apartmandaki komşularımızın yaşlı olması ne büyük şans değil mi? Birileri duyacak diye çekinmemiz gerekmiyor."
"Delirdin galiba!" diye söylenen Dünya da gülümsemesini bastıramıyordu.
"Evet" dedi Ares ve Dünya'nın kalbini hızlandıran bir sesle mırıldandı. "Biraz delirmiş olabilirim."
Sonra Dünya'nın gözlerine bakarak göbeğine eğildi. "Bebeğim, doğman için sabırsızlanıyorum ama sen yine de acele etme. Annene iyi bak ki, sonra şikayet etmesine fırsat vermeyelim. Başını asla ağrıtma, tamam mı bebeğim?"
Dünya yüzünü kızartan adamın parıldayan bakışlarına bakarken sözlerini ayıplamak aklına gelmiyordu. Kalbi aşkla çarparken ona muzip bakışlarla bakan altın gözlere doğru eğildi.
"Meydan okuduğun alan benim hakimiyetim altında savaş tanrısı! Ona göre ayağını denk al."
Ares tatlı kahkahasıyla içini ısıtırken Dünya, göğsünde yeşeren mutluluk hissiyle sarmalandı. Öyle ki, babasının sesiyle uyanan bebeğinin dahi gülümsediğini hissedebiliyordu. Babasına benzemesi halinde, oldukça hareketli bir annelik yaşayacağını biliyordu ama kızının ondan ziyade, Ares'i daha delirteceğine emindi. Bu yüzden huy olarak veya görünüş olarak Ares'e benzemesine itirazı olmazdı.
Bölüm 12 : Düşman
Artemis onları kafede bıraktıktan sonra Olimpos'a geri dönmek için motosikletle yola koyulmuştu. Ödünç aldığı Athena'nın motosikletine gaz vererek Kemer yoluna çıktı. İnsanların arasında gizli saklı yönlenmektense, motosikletle dolaşmak istemişti ve hazır Athena'yı ikna etmişken yolu uzattı. Akşam güneşi yerini loşluğa bırakırken Olimpos yoluna geri döndü. Aklını son olaylar meşgul ediyordu. Saldırılar ve Solan'ın gizemli tavrı...
Ondan başka herkesin iblis konusunda bu kadar rahat olmasını aklı almıyordu. Apollon ve Adonis'i anlayabilirdi, sonuçta o ikisi Solan'ı önceden tanıyorlardı ama diğerleri neden kabullenmişti ki? Solan'ın bile Olimpos'ta yaşamaya alışamadığı belliyken kimse adamın varlığını garipsemiyordu. Yaptığı işlerden kimse şüphelenmiyordu.
Derken telefonunun çaldığını duydu ve kenara park ederek cebinden telefonu çıkardı. Kaskını kaydırarak Athena'nın çağrısını cevaplandırdı.
"Alo, ben Artemis, mükemmel Artemis."
"Ben de Hena, kızgın Hena!" dedi Athena, sert bir sesle.
"Niye sinirlendin yine?"
Athena derin bir nefes alıp dişlerinin arasından tısladı. "İşe yaramaz bunca kardeşi olan birinin sinirli olması ne ilginç değil mi? Beş tane kardeş ve her biri ayrı sıkıntı yaratıyor."
"Ah, anladım!" dedi Artemis elini başına vurarak. Fakat kask olduğunu unutmuştu, acıyan elini sallayarak devam etti. "Ben seni ekmedim bebek, az sonra yanında olurum. Sen Olimpiyat için yapılacak oyunları düzenlemeye başla."
"Bütün işi benim üstüme yıkamazsın Artemis!"
"Bir türü yıkamıyorum zaten!" diye mırıldanan Artemis daha yüksek sesle devam etti. "Dünya'nın yanındaydım, unuttun mu? Az sonra oradayım..."
"Yönlensene!"
"Motosikletini olduğu yerde bırakayım o halde." Dedi Artemis ve Athena'nın tepkisini bekledi.
Bir iki saniye sonra pes etmiş Athena konuştu. "Hayır, bırakma. Tamam, ben başladım zaten ama sen de çabuk gel."
"Oldu bil bebek!"
"Bana bebek deme, ben senin ablanım sersem!"
"Haydi görüşürüz." Dedi Artemis telefonu kapattıktan sonra da sırıttı. "Koca bebek."
Güneş batmak üzereydi ve arada geçen yolcu minibüsleri dışında trafik yoktu. Motosikleti biraz hızlı sürmesinde sorun olmayacağını düşündü. Motorunu çalıştıracakken garip bir ses duydu ve ne olduğunu anlamadan gökyüzünden devasa bir buz mızrağı tam yolunun ortasına düştü. Ardından birer ikişer çevresine düşmeye başlayan mızraklar onu kafese almaya çalışıyor gibi sarıyorlardı.
Artemis montunu çıkarıp kolundaki zincire boşa aldı ve hemen etrafına bakındı. Yokuşun üstündeki kayanın tepesinde duran baştan aşağı pelerinle örtülmüş büyücü yeni büyüsünü hazırlıyordu. Durup dururken saldırıya uğramasının şokunu üstünden atarak zinciri salladı ve buzdan mızrağa doladı. Bedenine ivme kazandırarak kendini tepeye doğru çekti.
Zinciri yeniden boşa alırken; ayakları yere basar basmaz, zinciri büyücüye doğru salladı. Tam o sırada büyücü ona bir büyü yolladı ve güçlü bir kar hortumuna kapılan Artemis havalandı. Büyüden kurtulması için büyücünün dikkatini dağıtması gerekiyordu. Ay gücünü kullanarak parlayan bir zırhla kaplanınca, saçtığı ışık yüzünden, büyücü görülmeyen gözlerini korumak için geriledi ve pelerinin başlığı hafifçe kayarak saçından bir tutam dışarı çıktı. Büyücü hemen toparlanıp başlığı yeniden çekti ama Artemis göreceğini görmüştü.
Eriyen hortumdan kurtulup elindeki zinciri öfkeyle kayaya doğru fırlattı. Zincir parıltılar saçarak uzadı ve bir kırbaç gibi sert kayaya çarptı. Kaya büyük bir gürültüyle parçalara ayrılırken etraf toza dumana bürünmüştü. Tozlara aldırmayan Artemis kendine ışıktan bir kalkan yaratarak parçalardan korundu ve büyücüye doğru adımladı. Fakat onu bulamadı, yine de tozlar tamamen yatışana değin aramaktan vaz geçmedi.
Üstü başı toz toprak içinde ve öfkeden çıldırmış bir halde durduğunda, eskiden kaya olan tepede dikilip etrafa bakındı. Buz mızraklar erimiş ve mahvolmuş yolu su basmıştı. Sanki heyelan olmuş gibi yol kullanılamayacak haldeydi. İlerde birkaç araç yaklaşıyorlardı ama yolu geçemeyecekleri belliydi. Bakışlarını motosiklete doğru çevirdi. Mızraklardan biri, zavallı aracı parçalamıştı. Gözlerini kapatıp derin ve bıkkın bir nefes aldı. Yeniden gözlerini açarken mırıldandı.
"Lanet olası iblisi öldüreceğim."
Ona saldırması önemli değildi; bu saldırı, zaten onun beklediği bir şeydi. Çünkü kırmızı saçlı iblis, Artemis'in ondan şüphelenmesinden hoşlanmıyordu. Ağzını kapatmak istemiş olmalıydı. Fakat daha temiz bir saldırı düzenlemesini umardı, şimdi hem üstü kirlenmişti hem de Athena'nın motosikleti parçalanmıştı. Olimpos'a yönlenmeden önce dudağını sarkıtarak söylendi.
"Hena da beni öldürecek!"
Ares'in kapısına yönlenmişti, çaldığı halde kimse cevap vermeyince iç geçirdi. "Aklım nerede benim."
Ares odasında neden olsundu? Adamı Dünya'nın yanında bırakmıştı ve o da zaten Dünya'nın yanından geliyordu. Oflayarak Apollon'un odasına dönmüştü ki kapı açıldı ve Hekate koridora adım attı. Ardından kadının bileğinden tutan Apollon uzaklaşmasını engellediği kadını kapının pervazına yasladı ve dudaklarını onunkilere bastırdı. Artemis gözleri yuvalarından fırlamış bir halde ikisinin öpüşmesini seyretmeye başladı çünkü şaşkınlıktan kımıldayamamıştı. Ne ara barışmışlardı acaba?
Apollon Hekate'nin uzaklaşmaması için beden gücünü kullanıyordu. Bir elini kadının ensesine geçirmişti, diğeriyle belini tutuyordu. Hekate sonunda adamın baskısına karşılık vererek öpücüğü yanıtladı. Kollarını Apollon'un boynuna doladı ve başını kendine doğru çekti. Artemis'i görecek halde değillerdi, uzun süre öpüştükten sonra Apollon dudaklarını çekip alnını kadının alnına dayadı. Hoş bir sesle fısıldadı.
"Seni seviyorum."
Hekate kesik bir nefes alıp boğuk bir sesle mırıldandı. "Ben de seni seviyorum."
Artemis sonunda dayanamadı, kollarını göğsünde kenetleyip homurdandı. "Ben de sizi seviyorum çocuklar ama büyük bir sorun var ve bana yardım etmelisiniz."
Sesi duyunca sıçrayarak birbirlerinden ayrılan Hekate ve Apollon nefes nefese ona doğru baktı. Apollon dağılmış saçlarına çekidüzen vererek kırık bir sesle söylendi.
"Sen... Sen ne zamandan beri oradasın?"
"Bademcik ameliyatına başladığından beri!" dedi Artemis ve onlara doğru yürüdü. "Boş verin şimdi sizi. Daha önemli gelişmeler var. İçeri girin de neler olduğunu anlatayım."
Hekate ile Apollon'un kolundan tutarak içeri ittirdi ve kapıyı kapatıp başından geçenleri onlara anlatmaya başladı. Lafı bittiğinde minderde yan yana oturan ikiliye baktı. Hekate kaşlarını çatmıştı, onun soran bakışına sesli karşılık vermek için konuştu.
"Solan sana saldırmaz."
"Saçlarını gördüm diyorum. Ondan başka kimsenin o renk saçları olamaz."
Hekate inanmazca başını salladı. "Hayır, Solan'ın anlattığın şeyi yapmadığına eminim. Sana neden saldırsın Artemis?"
Artemis yürümeyi bırakıp Hekate'nin yanına oturdu. "Ben de inanamadım!" dedi, Apollon ona bakınca lafını düzeltti. "Yani birazcık inanamadım ama ne gördüğümü biliyorum. Yanılmadığımı da biliyorum. O Solan idi."
"Yüzünü gördün mü?" dedi Apollon.
Başını salladı. "Yüzünü çok iyi saklamıştı ama saçlar..."
"Saçlar kanıt olamaz." Dedi Hekate. "Bence bu işte başka bir iş var."
"Oğlun olduğu için duygusal davranman normal Hekate."
Apollon güldü. "Duygusal davranmak mı? Sen kimden bahsediyorsun Artemis çünkü Hekate kadar..." duraklayıp boğazını temizledi. Ona ters bir bakış atan Hekate'ye dönerek lafını tamamladı. "Mantıklı ve güzel bir kadının doğrucu olması kadar çekici bir şey olamaz."
Artemis gözlerini tepeye dikerek ofladı. "Aşık bir adamın sözleri kadar da değişken bir şey olamaz."
"Sana hak veriyorum Artemis." Dedi Hekate. "Apollon sinir edici bir laf ustasına dönüştü. Ona sinirlenemiyorum bile."
Artemis güldü. "Dudaklarından çıkanlarla ilgilenmek yerine bizzat dudaklarla ilgilenirsen, aklının karışması normal. O da zaten bunu istiyor."
Hekate çapkın bir bakışla Apollon'a bakınca, adamın yüzü kıpkırmızı oldu. Kendini savunmak için Artemis'e söylendi. "Onun aklını karıştırmaya çalışmıyorum, tamam mı?"
"Tamam şirin çocuk" dedi Artemis parmağıyla adamın burnuna fiske atarak. "Bak, beni de kandırdın ateş böceği."
Apollon yüzünü çekti ve homurdandı. "Ben Solan ile konuşurum ama saldırmadım derse ona inanırım."
"Doğruluk büyüsü yap." Dedi Artemis hemen.
Hekate araya girdi. "Büyü yapmasına gerek yok Artemis. Sen koruma altındasın ve eğer sana sadırdıysa bu kolayca anlaşılır. Apollon onunla konuşurken ben de gidip kontrol edeyim, böylece gerçek ortaya çıkar ve sen de rahatlarsın."
"Doğrudan cezalandırsak daha iyi olurdu. İçim kesinlikle rahatlardı."
Apollon onun lafını ayıplar bir ifadeyle bakıp yönlenirken Hekate adamı beğenen bakışlarla süzüyordu. Apollon ortadan kaybolunca içini çekti.
"Bu adama bayılıyorum."
Artemis yüzünü buruşturdu. "Bunca zaman sonra hala ona aşık olmana şaşırıyorum Hekate. O Apollon ya!"
Hekate güzel gözlerini ona çevirdi. Yüzünde hüzünlü bir gülümseme vardı. "Bir daha onu göremeyeceğimi sandığım zamanlarda çektiğim acıyı sana anlatamam Artemis. Pişmanlıktan delirecek gibi oluyordum. Onun için daha çok savaşmadığım için kendimi asla af etmeyeceğim, çünkü kaçmak çare değildi. Sevdiğin birini, ona kavuşamayacağını düşünerek özlemenin ne demek olduğunu anlayamazsın."
Hekate aniden konuşmayı bitirdi ve dudağını ısırarak mahcup bir ifadeyle ona baktı. Artemis'in gözleri buğulanırken başını güneşin parıldadığı pencereye doğru çevirdi. Anlayabilirdi çünkü bu onun hala yaşadığı bir şeydi. Hekate bu konuda kolaylıkla konuşmuştu çünkü o olay olduğu zamanlarda Hekate çoktan boyutuna kaçmıştı. Yaşananları bilmediğinden konuşurken rahat davranmıştı. Kendisini af ettirmek için doğrulan Hekate'nin sesini duydu.
"Ben... Özür dilerim Artemis..."
Gözünde akmak üzere olan yaşı silerek kadına doğru döndü ve gülümsedi. "Sorun değil Hekate, isteyerek yaptığını düşünmedim zaten. Hem artık benim de unutmam gerek, değil mi?"
Sesi hafifçe titremişti, gülümsemeye devam ederek güçlenmeye çalıştı. Hekate üzgün bakışlarla ona bakıp nefeslendi.
"Ben gideyim, sana saldıran hakkında ne bulacağıma bakayım."
Başını salladı. Hekate gittiğinde ise zorlukla tuttuğu yaşlarına akmaları için izin verdi. Ömrü boyunca sadece bir kişiyi sevmişti ve onu kendi elleriyle öldürmüştü. Yıllar geçmişti ama acısı biraz olsun azalmamıştı. Başka birini sevmek istememişti çünkü sevemeyeceğini biliyordu. Güneş batınca sevdiği adamı bir takımyıldızı olarak göreceğini bilmek onu teskin etmiyordu. Aşkı onun için bir sembole dönüşmüştü ama o yanında olmasını tercih ederdi.
Orion yakışıklı bir erkekti ve anlatılanların aksine aptal, kibirli ve çapkın bir avcı olmadığını Artemis biliyordu. Zaten Artemis'in ona aşık olmasının sebebi zekasıydı. İlk defa bir erkeğin omzuna başını koyup saatlerce sohbet etmekten hoşlanmıştı. Yüzyıllardır yaşıyordu ama Orion ile geçirdiği iki hafta ona gerçekten yaşadığını hissetmişti. Ve attığı bir ok, her ikisini de öldürmüştü. Biri öldüğü halde nefes alıyordu, diğeri gökyüzünde parlayan güzel bir takımyıldızına dönüşmüştü.
Gözlerini kurulayarak odasına gitmek için hareketlenmişti ki, Apollon geri döndü.
"İyi ki buradasın." Dedi ve onun yüzüne bakınca telaşlandı. "Ağladın mı sen? Ne oldu canım?"
"Yok bir şey." dedi çatlak bir sesle. "Leş gibiyim baksana, bu halde olmak canımı sıktı. Anlat bakalım, iblis efendisi ne dedi?"
Yalanını fark eden Apollon kaşlarını çattı ama onu zorlamaktan vaz geçip doğruldu. "Solan ile görüşemedim. Ares ona bir görev verdiği için dışarıdaydı, dönünce konuşacağım ama. Seni önemsemediğimi düşünme tatlım, suçluysa onu bizzat ben cezalandıracağım."
Artemis başını salladı. "Suçu kanıtlanana dek masumluğunu koruyacak demek ki."
Apollon'un yanından ayrılıp kendi odasına yürüdü. Yönlenmektense yürümeyi tercih etmişti ve iyi de oldu. Kendi odasına girecekken Hekate'nin sesini duydu. Merdivenlerin başında Athena ile konuşuyordu. Kısık sesle konuşmalarına rağmen onları duydu.
"Sanırım şimdi Apollon'un yanında." Dedi Hekate. "Solan ile anlaşamamalarını anlarım ama Artemis iftira atacak biri değil."
"Kontrol ettin mi?" diye fısıldadı Athena.
"Ettim ve buz büyüsünün izine rastladım. Madem Artemis'e zarar vermek istedi, Solan neden basit bir su büyüsü kullansın?"
Artemis içinden kadına cevap verdi. "Elbette bizi yanıltmak için ve amacına da ulaşmış."
Athena nefeslendi. "Bilmiyorum Hekate ama Artemis'i sakinleştirmeyi başaramazsak yakında Olimpos'un gördüğü en büyük kavgayı izliyor olacağız. Tabi Adonis ve Ares dışındaki."
"Solan'ın tek başına Jotunheim'e gitmesini istememiştim ama görüyorum ki, zamanlaması çok iyiymiş. O dönene dek, Artemis takıntısıyla baş etmeyi öğrenir. Yani umarım."
Artemis kaşlarını çattı. Solan buz ülkesine mi gitmişti? Şimdi anlıyordu, neden ona buz büyüsüyle saldırdığını. Yaptığı adiliği böyle örtbas edecekti ve aklınca onu komik duruma düşürecekti. Aslında ona kimsenin inanmaması, Solan'ın planını az da olsa başarmasını sağlamıştı. Athena yeniden konuşunca kulak kesildi.
"Aslında Artemis'in ondan neden hoşlanmadığını biliyorsun Hekate. Takıntı değil ama ön yargısından kurtulması da zor."
Artemis alt dudağını üst dudağının üstüne geçirdi ve kaşlarını iyice çattı. Solan'dan hoşlanmamasının tek nedeni yoktu ki, bir sürü neden sayabilirdi ve ön yargı da sayılmazdı. Adamı görmeye bile tahammül edemezken nasıl bir yargısı olabilirdi? Köşeden çıkıp Athena'ya sebepler konusundaki yorumlarını sormamak için kendini zor tuttu. Neyse ki Hekate o sormadan soruyu bir şekilde cevapladı.
"Solan bir iblis efendisinin soyundan geliyor ama o da babası gibi, yani bir iblis değil." Dedi oğlunu savunan bir anne edasıyla homurdanarak. "Bunu Artemis'in bilmesi gerekirdi. İblislere hükmetmeki iblis olmayı gerektirmiyor ve Solan iblis dahi olmuş olsa, benim gözümde o sadece benim oğlum. Onu her durumda seviyorum ve kabulleniyorum. Artemis'in onu arkadaş olarak kabul etmesini beklerdim ama bu kibarlığı yapamıyorsa da, iftira atmaması da benim için yeterliydi."
"Artemis delidir ama kalbinin temizliğini biliyorsun Hekate. Belki bir gün o da Solan'ı kabullenir ama bunun için onu zorlayamayız."
"Biliyorum Hena." Diye mırıldandı Hekate. "Her neyse, şimdilik bu kadar sohbet yeter. Benim Dünya'nın yanına gitmem gerek, Ares bu gece eve dönmeyebilir. Onun yanında kalacağım."
"Hermes yanında değil mi?"
"Değil. Hermes'i Dünya'nın yanına göndermekten vaz geçmiş. Bu aralar Hermes ile Ares'in arası gergin, sanırım Pan yüzünden. Atlatana dek Hermes'i hiçbir şeye karıştırmak istemiyor."
Artemis iki kadının konuşup vedalaşmasını dinledikten sonra kendini odasına attı. Düşünmemeye çalışarak banyoya gitti. Sıcak bir duş aldıktan sonra odasına geçti. Ona inanmamaları bir yana, herkes Solan'ı destekliyordu. Deli muamelesini gören de oydu. Yanlış görmediğine emindi. Gözlerini kapatınca dahi, o başlıktan süzülen kırmızı saç tutamı zihninde beliriyordu. Elbise odasının önünde dikilip gözlerini kıstı.
"Suçun kanıtlanana dek masumsan, bana yapacak tek şey kalıyor iblis. Suçunu kanıtlamak!"
Kafasında bir plan oluşturmak için en sevdiği işi yapıp elbiselerin arasına daldı ve plandan önce, beyaz pantolonun üstüne ne renk bluz giymesi gerektiğini düşündü. Solan, Loki'nin boyutuna gidecekti ve Artemis bu görevin kendi lehine gelişmesi için elinden geleni yapacaktı. Ares'in ona verdiği aptal Olimpiyat oyunlarını Athena'ya kilitlediğine göre, onu oyalayacak hiçbir şey yoktu. Keyfinden kahkaha atarken giyeceği bluz gözüne ilişti. Koyu mavi tek omzu açıkta bırakan bluzun üstünde gümüşümsü harflerle 'Ben kendimi çok seviyorum!' yazıyordu.
Bölüm 13 : İhtiyacın var mı?
Koyu renkli taşların üstünün buzlanmış olmasına aldırmadan kendinden emin adımlarla yürüyen pelerinli adam, Loki'nin sinirli adımlarının çınlattığı salona girdi. Salondaki fenerlerin çoğu sönüktü, demek ki karşılama töreni bitmişti. Kalan birkaç fener büyük odayı ancak aydınlatıyordu ama görmesi gereken kişiyi aydınlatmaya yeterliydi. Loki törenlerde giydiği komik zırhını giymişti ama yüzü hiç eğlenir gibi değildi. Upuzun boynuzlu miğferini çıkarıp yere sapladığı asasının tepesine astı ve onun geldiğini görünce doğrulup gözlerini kısarak baktı. Teni daha mavimsiydi, demek ki öfkesi gerçekti. Mor damarları belirginleşirken homurdandı.
"Senin ne işin var burada?"
Pelerinin eteklerini savurarak Loki'nin karşısında durdu ve başlığını yüzünden çekerek kırmızı saçlarının omuzlarına dökülmesine izin verdi. Bu halinden hoşlanmıştı, kendini daha çekici ve daha güçlü hissediyordu. Süreli olması can sıkıcıydı. Eskisi kadar yeşil olmayan gözlerini Loki'nin öfkeli yüzünde gezdirerek konuştu.
"Sorun ne?"
Loki hırladı, yani kelimenin tam anlamıyla hırladı. Dişleri dudaklarını sıyırırken derinden gelen sesle karşısındakini uyardı.
"Sorun senin umursamazlığın! Oğlunun yaptığı aptallık yetmiyor gibi bir de sen buraya bu şekilde gelip beni tehlikeye atıyorsun. Ares yaptığını duyarsa, benim canımı sıkacak ve sen Olimposlu olduğun için yine işin içinden sıyrılacaksın."
"Sana hiçbir şey olmaz Loki ve Ares, beni Olimposlu olduğum için kayırmaz." Dedi omzunu silkerek ve değişimin başladığını fark edip yüzünü astı. "Azıcık eğlenmemin ne zararı var. Kimseye bir şey olmadı."
Loki ona doğru eğilerek fısıldadı. "Onun burada olduğunu bilerek bu halde gelmeye nasıl cüret edersin? Ya seni görseydi?"
Saçları siyahlaşıp ince dalgalara büründü ve kısaldı. Yüz hatları az önceki zarifliğini kaybederken sevimli ve kemikli bir hale dönüştü. Üzerine oturan kıyafeti genişleyerek pelerinin etekleri yerleri süpürmeye başladı. Hermes derin bir nefes aldı ve dudağını büktü.
"Neyse, beni azarlamana bir şey demiyorum çünkü vaat ettiğin gibi çok eğlendim."
"Artemis'i kızdırabildin mi?" dedi Loki dikkatlice. Oyun ve kurnazlık peşindeki Hermes'i kandırmayı başarmıştı ama bakalım onun istediği olmuş muydu?
Hermes sırıttı. "Evet, yüzünü görmeliydin. Zaten Solan..." dedi ve sesini kıstı. Ares'in çok sevgili arkadaşının burada olduğunu biliyordu ve görülmek hesabında yoktu. "Yani, işte ondan nefret ediyordu şimdi ilk gördüğü yerde müthiş bir kavgaya tutuşacakları kesin."
"İyi, eğlencen bittiyse borcunu öde ve git artık."
Hermes dudağını ısırıp aklındakini söyleyip söylememekte kararsız kalarak düşündü. Loki onun hareket etmediğini fark edince uzun boyunu daha da dikleştirip küçümser bir bakışla adamı süzdü.
"Yine ne var?"
"Şey, diyecektim ki, şu bana verdiğin değişim iksirine yeniden ihtiyacım olursa..."
"Aklından bile geçirme! O çok değerli bir iksir ve sende harcadığıma zaten üzüldüm."
Hermes omzunu silkti. "Öyle olsun, nasıl olsa yine bana işin düşer."
Loki ona elini uzattı. Hermes düşünüyormuş gibi yapınca, Loki homurdandı.
"Ver, şu lanet şeyi!"
"Şaka bakımından tam bir kayıpsın Loki." Diye söylenen Hermes pelerinin içinden çıkardığı bir bitkiyi adama uzattı. "Al bakalım, Atlantis'in tek karasının en derin mağarasında yaşayan güzel periden küçük bir aşk hediyesi."
Bitkiyi buzdan bir küreyle kaplayarak kendine doğru yükselten Loki, memnuniyetsiz bakışlarla adama bakarken Hermes ona sırıttı ve yönlendi. Loki çenesini sıkarak bir süre boşluğa baktı. Solan'ın gelişi onu rahatsız etmişti, şimdi daha dikkatli olması gerekiyordu. Hatta o gidene dek planı durdurması daha iyi olabilirdi. Fakat Kirke'nin sabırsızlığı zaman konusunda onu sıkıştırıyordu.
Havada süzülen küredeki koyu yeşil bitkiye baktı. Nadir bitkiyi alması için Hermes'i ikna etmesi zor olmamıştı. Eğlence ve güzel bir periyle yaşayacağı birkaç saat ona yetmişti. Bir yandan da Artemis'i şaka yoluyla kızdırmak oyunun artısıydı. Ayda bir kere çiçek açan bitki Kirke'nin büyüsü için gerekliydi.
Bitki, sınırlı kişilerin gidebildiği bir boyut olan ve Poseidon'a ait olan Atlantis'te, derin bir mağarada yetiştiriliyordu. Bakıcısı olan dağ perisi de bitkileri konusunda oldukça cimriydi. Fakat bu katı cimriliği Solan kılığında onu ziyaret eden Hermes'te işe yaramamıştı. Solan'ın bedeni ve yüzü, Hermes'e hem bitkiyi hem de güzel periyi kazandırmıştı.
Perilerin Solan hayranlığına anlam veremiyordu. En dirayetli peri dahi Solan'ın soğuk cazibesi karşısında diz çöküyordu. Bu hileyi kullanan Loki, bir taşla iki kuş vurmuştu. Hem istediği bitkiye sahip olmuştu hem de Artemis'i adama karşı iyice düşman etmişti. Kızıl saçlı ölümsüzü biraz olsun tanıyorsa şimdi adamı nasıl alaşağı edeceğini düşünüyor olmalıydı. Nihayet keyifle sırıtarak buz kristalleriyle kaplı küreyi elinin tek hareketiyle gizledi. Kirke'nin büyüsü başladıktan sonra onu kimse durduramayacaktı. Ares bile!
***
Çizmelerinin altında ezilen kuru toprak, toza dönüşürken gecenin karanlığının keyfini çıkararak yürümeye devam etti. Rüzgarın esintisi saldığı saç dalgalarını okşarken gözleriyle etrafı taradı. Aradığını bulması uzun sürmedi. Adonis...
Yakışıklı ölümsüz, devrilmiş bir ağaç kütüğünün üstüne oturmuş onu izliyordu. Karanlıkta koyulaşmış gözlerinde çapkın bir ifade oynaşınca kesik bir nefesle göğsünü şişirdi. Yakışıklı ölümsüzün üzerinde geniş ve ipekli beyaz bir gömlek vardı. Gömleğin kol düğmeleri açık olduğundan bol bir şekilde sarkıyordu ve yaka düğmelerin ilk üçü açıktı. Dar pantolonu uzun bacaklarını sarmıştı.
Çenesine değen saçları dağınıktı ve yüzündeki istekli ifade baştan çıkarıcıydı. Adonis ona bakmaya devam ederek bacağının birini kütüğün diğer tarafına attı ve ona yer açtı. Bakışlarındaki meydan okuyan ifade onun içini titretiyordu. Öpücükten fazlasını vaat eden beden dili, onun tenini ateşe veriyordu. Saçlarına elini geçirerek havalandırdı ve ölümsüze doğru yürüdü.
Adonis'in yanına dikildiğinde; ölümsüz, bir eliyle onun bacağını sardı ve yavaşça okşayarak kalçasına doğru çıktı. Nelai okşayış karşısında hafifçe ürperdi, inlememek için dişlerini dudağına geçirdi. Uzun zamandır şehvetini doyurmamıştı ve güçsüzlüğü yüzünden Adonis'in cazibesine karşı daha zayıftı. Adonis onun kemerinden asılarak karşısına oturmasını sağladı. Nelai adamın bacaklarının arasına oturduğunda Adonis elleriyle belini tutarak onu kucağına çekti. Şimdi yüz yüzeydiler ve Nelai giderek heyecanlanmaya başlamıştı.
Adonis bakışlarını onun dudaklarına düşürerek mırıldandı. "Beni baştan çıkarmayacak mısın?"
Nelai yaklaştı ve boynuyla çenesi arasındaki bölgeyi derin bir nefesle koklayarak kulağına doğru yükseldi. Adamın teninin ürperdiğini hissediyordu ve bu ürperişin nedeni korku değildi. Dudaklarını ölümsüzün kulağına belli belirsiz dokundurdu ve fısıldadı.
"İhtiyacın var mı?"
Adonis hoş bir tınıyla güldü ve Nelai'nin direncini temelli kırdı. Kendinden geçercesine Adonis'in kulak memesini dudakları arasına alarak usulca emdi, sonra adamın saçlarını yana çekerek pürüzsüz teninde dudaklarıyla bir yol çizdi. Teni nefis kokuyordu, yüzü ve bedeni gibi mükemmeldi. Adonis gülmeyi kesmiş başını hafifçe geriye atarak kendini ona teslim etmişti.
"Sanırım ihtiyacım yok." Diye nefesiyle birlikte dudaklarından inlercesine çıkan kelimeler, Nelai'nin çok fazla hoşuna gitmişti.
Kendine güvenerek ellerini ölümsüzün muhteşem kaslarının üzerinde dolaştırmaya ve bir yandan da köprücük kemiğine doğru inmeye başladı. Adonis'in parmakları kumaşa rağmen onun tenine gömülmüştü. Teninin ne kadar ısındığını fark ediyor olmalıydı. Büyüsüz bu denli enerji toplayabildiğine şaşırdı.
Adonis derin bir nefes alarak elini onun saçlarına geçirdi ve başını kendi yüzüne gelecek şekilde yükseltti. Bir santim ötesindeydi ve ikisi de şimdiden soluk soluğa kalmıştı. Nelai tutkunu olacağını bildiği tenden ayrıldığı için neredeyse sızlanacaktı. Adonis'in gece mavisi gözlerinde gördüğü arzu onu daha da heyecanlandırdı. Parmakları adamın teninde kasıldı ve tırnaklarını, sert kasları örten yumuşak deriye geçirdi.
Adonis acının verdiği zevkle nefeslendi dudağını ısırdı ve gözlerini kapattı. Aldığı nefes ve yüz ifadesi muhteşemdi. Nelai burada ölse yine mutlu olacağını tahmin etti. Teni alevlenmişti artık. Adonis ona dokunmamıştı ama en tatmin edici birlikteliği yaşamış gibi bedeni ürperiyordu. Tırnaklarını kanattığı tenden ayırmayı başardığında Adonis gözlerini açtı. Uzun siyah kirpiklerinin arasındaki mücevher gözleri, onun gözlerine kenetlendi. Nelai'nin tüm bedeni kalp gibi atıyordu. Adonis'in dolgun dudakları kıpırdadı, hafifçe gülerek ona iyice yaklaştı. Dudakları dokunuşun özlemiyle karıncalanıyordu ama Adonis onu öpene dek bekleyecekti.
Adonis dudaklarını ona dokundurmadan mırıldandı.
"Uyan artık!"
Bölüm 14 : İtiraf mı? Tuzak mı?
Nelai ne olduğunu anlayamadan irkildi. Sıçrayarak doğruldu. Nefes nefese kalmıştı ve vücudu özlem hissiyle sızlıyordu. Bir an nerede olduğunu anlayamadı çünkü kütüğün üstünde, Adonis'in kucağında olması gerekirken, tek başına bir yatakta yatıyordu. Loş oda aniden aydınlandı. Nelai, birden yükselen ışık yüzünden rahatsız olarak, elini gözüne siper eti ve ışığın kaynağına döndü.
Adonis tek kişilik bir koltukta oturmuş onu izliyordu. Yanı başında eski model bir gaz lambası duruyordu. Oda küçüktü, bir yatak ve bir oturma grubu anca sığmıştı. Adonis gözlerini ondan ayırmadan öne doğru eğildi ve dirseklerini dizlerine yerleştirdi. Eğlenen bir sesle konuştu.
"Kabus muydu?"
Nefes nefese kalan Nelai hala rüyanın etkisindeydi. Sakinleşmek çok zordu. Ona ukala bakışlarını dikmiş Adonis'i baştan ayağa süzerek doğruldu ve gülümsedi. Rüyası bile gücünü toplamasına yardım etmişti. Gerçeğine yaklaşabilse, ne olurdu acaba? Kendini uykuya dalmadan önce hasta gibi hissederken şimdi çok iyiydi. Sebebi uyku değildi ama uykuyla gelen umut rüyasıydı.
Kahinin yanından döndükten sonra güçsüzlüğü iyice artmıştı, o yüzden bir şeyler atıştırdıktan sonra Adonis'in onu buraya getirdiğini anımsıyordu. Anlaşılan hemen uyuyakalmıştı. Hala aynı kıyafetleri giyiyordu ve banyo yapmaya fırsatı olmamıştı. Adonis ise üstünü değiştirmiş ve her zamanki gibi ışıldıyordu.
Acaba Adonis'ten, rüyasında görecek kadar, etkilenmesinin nedeni kahin ve o garip adamın sözleri miydi? İnkar edemezdi; Adonis, onun hayatı boyunca görüp görebileceği en güzel ve çekici erkekti. Adamın karakterinin zayıf olmasını beklemişti ama her bakımdan kusursuz biri olduğunu adamı tanıdıktan sonra anlamıştı. Bunca özelliğe rağmen bir erkeğin onu bu denli karmaşaya sürüklemesini beklemezdi çünkü Adonis'i bilerek ve tehlikeyi göze alarak buraya gelmişti.
Bacaklarını yataktan sarkıtarak gerindi. "Kabus sayılmaz."
"Ne gördün?" dedi Adonis.
Adonis'in sesinde ve bakışlarında merak seziliyordu. Acaba rüyanın tesiriyle bir ses mi çıkarmıştı veya hareket mi etmişti? İsmini sayıkladıysa hiç şaşırmazdı. Teni hararetinden nemlenmişti. Belki Adonis'in fark ettiği, onun beden sıcaklığıydı. Zaten onu alevlendiren de, Olimposlunun kendisi değil miydi? Saçlarını geriye atarak konuştu.
"Banyo yapabileceğim bir yer var mı?" dedi adamın sorusunu cevaplamaya gerek duymadan.
"Var ama seni tek başına bir odada bırakamam."
"Kaçmam, benim başımı derde sokar tatlım."
Adonis sırıttı. "Çok inandırıcısın... Tatlım!"
"Ne yapacağız o zaman sen söyle. Banyoda bana katılman benim için sorun değil, tabi korkmuyorsan. Aslına bakarsan, benim çok hoşuma giderdi."
Adonis gözlerini kısarak bir an ona baktı. Nelai bu bakış karşısında kararsız kaldı çünkü ölümsüzün aklından geçen her neyse, onun için hayırlı değildi. Şu anda adamın bacağına sabitlenmiş kında duran hançere doğru kısa bir bakış atıp yeniden Adonis'e döndü. İblisleri tek hamlede öldürebilen silahtan elbette çekiniyordu ancak Adonis'in o silahtan daha tehlikeli olduğunu seziyordu. Ölümsüz karşısında güçsüz kalmaktan nefret ediyordu ve adamı rüyasında görecek kadar çaresiz kalmasından.
Adonis ayağa kalkınca irkildi. İki adımda yanına gelen Adonis ona doğru eğildi. Nelai yatağa düşercesine gerileyince Adonis bir eliyle onun belini sardı, diğerini yatağa koyarak destek aldı. Nelai bu yakınlıktan dolayı yutkunarak ellerini ölümsüzün kollarına koydu. Ne yapmaya çalıştığını anlayamamıştı ve hızlı hareketi yüzünden başı dönüyordu. Hala rüyasının etkisindeyken bu yakınlık baş döndürücüydü.
Adonis gülümseyerek onun yüzüne doğru yaklaştı ve dudaklarına doğru fısıldadı.
"Şimdi derin bir nefes al."
Nelai kaşlarını çatıp ağzını açtığında, yönlenmenin soluk kesen baskısıyla kasıldı. Bir saniye sonra ise tepeden tırnağa ıslanmıştı. Nefesini kesen yönlenme yüzünden debeleniyordu ama Adonis onu sıkıca kendine bastırmıştı. Suyun içindeydiler ve Nelai yüzme bilmiyordu. Adonis'in onu yukarıda tutmaya çalışmasına aldırmadan bağırmak için ağzını açtığında tatlı su boğazına doldu. Az sonra Adonis'in sesini duydu.
"Sakin ol, ben seni tutuyorum. Debelenmeyi kes artık!"
Kendine hakim olamıyordu. Korku ve panik haliyle çırpınmaya devam edince, Adonis ona daha sıkı sarıldı. Nelai'nin başını kendi omzuna doğru yaslamaya çalıştı fakat başaramıyordu.
"Yüzme bilmiyor musun sen?" diye homurdanan adama cevap vermeye bile gerek duymadı. "Sakin ol! Kendini bana bırak!"
Adama güvenmeyi seçti, pişman olacağını hesap etmeksizin. Delice atan kalbi yatışmaya başlarken kendini Adonis'in kollarına bıraktı. Adonis ikisini birden suyun yüzeyinde sabit tutmayı başarmıştı. Öksürerek boğazındaki suyu atarken Adonis onu kendine doğru çekti ve sırtından sarılarak bedenini yapıştırdı. Böylece daha rahat öksürebilmişti. Gözleri, burnu ve boğazı yanıyordu.
Adonis onu yavaşça saldı ama bırakmadı. Kendine doğru çevirirken Nelai öfkeyle adama saldırdı.
"Seni sersem, beni öldürecektin!"
Adonis gülerek onun yumruklarından sakınıyor, bir yandan da suyun üstünde sabit tutmaya çalışıyordu. "Yüzme bilmediğini düşünemedim. Halin çok komikti."
"Komik olan sensin!" diye hırlayarak atılınca Adonis iki kolunu da geride sabitleyip bedenini kendi bedenine yapıştırdı. Soluk soluğa kalmış bir halde Adonis'in güzel yüzüne bakar buldu kendini.
"Sana sakin ol dedim Nelai." Dedi Adonis de nefes nefese. "Sen tarihteki en beceriksiz iblis olmalısın."
"Sen de en zalim adam olmalısın."
Adonis sadece ona baktı ve bu bakış Nelai'de daha derin bir nefes alma isteği yarattı. Bakışlarını adamın güzel yüzünden çevirmek adına etrafa bakınarak söylendi.
"Burası neresi?"
"Bir göl." Dedi Adonis. "Ve bilmen gereken tek şey de bu. Banyonu burada yapacaksın."
Hayretle adama baktı. "Burada mı?"
"Elbette, temizlenmek istemiyor muydun?"
"Olimpos'ta banyonuz mu yok?"
Adonis ukala bir gülümsemeyle ona sarılışını sıkılaştırdı.
"Böylesi daha iyi, güven bana!"
"Asla!" diye boğuk bir sesle mırıldandı.
Uçsuz bucaksız suyun ortasında birbirlerine sarılmış bir halde nefeslerini düzenlemeye çalışırken Nelai gözlerini Adonis'in yakışıklı yüzünden başka yere çeviremiyordu. Sakinleşmek yerine heyecanının katlanmasına sinir olarak debelendi.
"Biraz rahat bırak, nefes alamıyorum. Uzaklaş benden!"
Adonis tek koluyla onu tutmaya devam ederek biraz uzaklaştı. "Senden bu lafı duymayı hiç beklemiyordum."
Nelai ölümsüzün onu temelli bırakmasından çekiniyordu ama çaresizce adamın koluna sarılmayı da gururuna yediremiyordu. Suyun üstünde adamın yardımıyla durmak hiç hoş değildi ve aptal gibi göründüğünün farkındaydı. Adonis ise onun tersine ışık saçıyordu. Derin göl suyunun güzelleştirdiği adama bakmak bile ölümcül derecede tehlikeliydi.
Titreyen eliyle, yüzüne yapışmış saçlarını geriye atmaya çalışırken Adonis uzanıp onun yerine düzeltti. Sonra parmaklarının tersiyle yanağını okşayarak çenesine indi ve onu kendine doğru çevirdi. Yüzünde ciddi bir ifade vardı. Yutkunarak konuştu.
"Özür dilerim."
Nelai derin bir nefes aldı ve cesaretini toplayarak bir elini adamın tenine yapışmış tişörtüne kenetledi, suyun içinde dengesini sağladıktan sonra, Adonis ile burun buruna kalana dek yaklaştı. Bir kolunu Adonis'in boynuna attı ve parmaklarıyla ıslak saçlarını avuçladı. Adonis gözünü kırpmadan onu izliyordu. Nelai, adamın öpücüğü için kıvranırken kendini tuttu. Burnunu Adonis'in burnuna sürterken dudaklarına doğru fısıldadı.
"Banyo için teşekkürler ve özrünü kabul etmiyorum."
Adonis'in kaşları çatıldı, ondan uzaklaşarak yüzüne baktı. "Neden kabul etmiyorsun?"
"Yaptığın çok kaba bir hareketti. Ben sana bu şekilde davranmıyorum."
"Heyecandan hoşlanmaz mısın?"
"Bana yaptıkların seni heyecanlandırıyor mu?"
Adonis onu tutmaya devam ederek alaycı bir gülümsemeyle suyun üstünde hareket etti. "Ben heyecanın tadını bilmiyorum tatlım. Sana ne dememi bekliyorsun?"
Nelai suyun onda yarattığı boşluk duygusuna aldırmadan kibirli bir tavırla adama baktı. "Heyecanı farklı yerlerde ve yanlış tenlerde arıyorsun demek ki?"
Ona alaycı bir ifadeyle bakan Adonis, hızla onu suyun içinde çevirince, nefesi kesildi. "Lanet olsun, çıkar beni buradan!"
"Neden? Ben çok eğleniyorum."
"Ben eğlenmiyorum!" dedi hırçınlığını hiç gizleyemediği bir sesle. Adamı baştan çıkarmayı bile beceremezken şehvetini nasıl uyaracaktı? "Odaya geri götür beni!"
"Lütfen de!"
"Sana son kez söylüyorum Olimposlu! Beni odaya geri götür!"
"Emirlerden hoşlanmam." Dedi Adonis, onun tahammül edemediği kadar hoş bir sesle.
Nelai kulaklarını ve gözlerini mest eden adama bakıp kalmıştı. Az sonra ne olacağını tahmin edemediğinden anın büyüsüyle uyuşmuştu ki, bu hataydı. Çünkü Adonis aniden onu bıraktı. Boşluğuna gelen Nelai uyanarak adam doğru uzandı. Fakat Adonis hızlı bir kulaçla ondan uzaklaşınca suyun üstünde çırpınmaya başladı. Çığlık atmak için ağzını açmasıyla, ağzına dolan su boğazına kaçtı ve çabalarına rağmen suyun içine gömüldü. Çırpınması durumunu temelli kötüleştirmişti, dibe batıyordu. Adonis'in onu ölüme terk ettiğini düşünerek debelenmeyi bıraktı ve gözlerini açtı. Ciğerinde kalan son nefesiyle, dünyaya son kez bakmak istedi. Ve karşısında gördüğü manzara şimdiye kadar gördüğü her şeyden güzeldi.
Berrak suyu kutsayan güzelliği ile Adonis, yer çekiminden azade, suyun içinde duruyordu ve dikkatli bakışlarla onu izliyordu. Nelai kalan nefesini usulca verdi ve giden umudunun yasını tutmaksızın gözlerinin önündeki ölümsüze bakarak kendini suya bıraktı. Kendisini kurtaramayacağı belliydi, yüzme bilmiyordu. Adonis'in ise onu öldürmeye karar vermiş bakışları, insafsız, durgun ve çok boştu. Yapabileceği tek şey, kalan gururuyla kendini ölüme bırakmaktı. Suyun ölüm getiren dinginliğini hissetmeye çalışırken bir el, bileğini kavradı ve yönlenmenin baskısıyla kasıldı.
Öksürerek son anda yuttuğu suyu atmaya çalıştı. Adonis hala bileğini tutuyordu ve çok sessizdi. Göz ucuyla görebildiği kadarıyla geldikleri odaya yönlenmişlerdi. Adamı iterek kendinden uzaklaştırmak isterken yatağa takıldı ve düştü. Üstü başı sırılsıklamdı, hala saçlarından ve elbisesinden sular sızarken yatakta doğruldu. Kaşlarının altından bir heykel gibi kıpırdamadan onu seyreden adama doğru bağırdı.
"Ben senin oyuncağın değilim Olimposlu! Bu yaptığının intikamını çok fena alacağım!"
Adonis saçlarını eliyle geriye atarak nefeslendi. Sonra kararını vermiş gibi hızlı hareket edince Nelai kaçmak için doğrulacakken Adonis'in bedeninin altında kaldı. Onu bacaklarıyla sıkıştıran adam, kollarını da eliyle yatağa bastırdı. Nelai şok içinde adamın yüzüne baktı. Adonis yutkundu ve aniden eğilip dudaklarıyla onun aralı dudaklarını kapattı. Nelai istemsizce inledi. Bu dokunuşu asla beklemiyordu. Rahatlayarak çözülen Adonis'in dudakları, yavaşça hareket ederek onu öpmeye başladı.
Bir anlık bir tutkuya kapılan ölümsüzün kendine gelerek çekileceğini düşünüyordu ama Adonis tek elini serbest bırakıp onu aşağıya doğru okşadı, parmaklarını onun beline sıkıca sardı. Kendine doğru çektiğinde, heyecanlanan Nelai göğsünün garip bir hisle sıkıştığını ve nefes almasının zorlaştığını fark etti. Adonis'in cazibesine kapılıyordu, yani kendi felaketine yaklaşıyordu.
Aldığı hazla tutuşan Nelai kaybedeceklerini umursamadan dudaklarını araladı ve adamın öpüşüne tutkuyla karşılık verdi. Bir anlığına Adonis'in bedeni kasıldı ama kendini geri çekmedi. Talepkar dudaklar, dokundukları teni ateşe vererek Nelai'nin boynuna doğru indiğinde; Nelai kendi dudağını dişlerinin arasına alarak ısırdı. Bedeni yanıyordu ve adama dokunma isteğiyle nefesi kesiliyordu. Kolları adam tarafından sıkıca tutulmasaydı kıvranmaktan fazlasını yapabilirdi. Tenini baskılı ve derin öpücüklerle kavuran Adonis, dişlerini onun şahdamarına yavaşça sürttü. Nedense adamın onu ısırmasını beklemişti, hatta ummuştu ama yeniden tenine kapanan dudaklarla kendinden geçti.
"Adonis." Diyen kendi sesini duydu.
Daha fazla dayanamadı, Kollarını hızla çekerek adamın elinden kurtardı ve Adonis'i yatakta çevirerek üstüne çıktı. İkisi de nefes nefese kalmıştı. Dudakları ve teni yanıyordu. Altındaki adamın muhteşemliği karşısında kalbi ağrıyordu. Ruhu felç olmuş gibiydi ve gördüğü tek şey Adonis olmuştu.
Nelai şehvetine boyun eğip adamın yaşam enerjisinin tadına bakmamak için kendini zor tutuyordu ve bedeni hissettiği gücün sarhoşluğundaydı. Adonis'in ıslak tişörtünü iki eliyle tuttu ve baştan aşağıya yırttı. Ellerini, ölümsüzün mükemmel kaslarda dolaştırırken nefes almak güçtü. Kalçasını, adamın kasıklarına kaydırdı ve eğilerek diliyle karın kaslarından başlayarak göğsünü boynuna kadar yaladı. Adonis başını geriye atarak dudaklarını ısırdı. Nelai bu muhteşem manzara karşısında zevkten bayılmak üzere olduğunu hissetti. Adonis başka bir şeydi, mahveden ve hayat veren bir varlıktı.
Sahip olma isteği ve sonrasında hissedeceklerinin korkusuyla yutkunup bedenini saran şehveti geriletmeye çalıştı ama başaramıyordu. Adonis'in hükmünü ruhunda hissediyordu ve bu güce karşı koymak imkansızdı. Adonis tam karar anında konuşarak ona yardım etti.
"Gücünü toplamana yardım edeceğim." Dedi kadife gibi bir sesle. "Sanırım sana bunu borçluyum. Belki kabalığım için beni af edersin."
Güçlükle adamın üstünde doğruldu ve Adonis gözlerini açıp ona bakana dek sadece bekledi. Adonis'in sözleri onu şok etmişti. Kısa bir anlığına da olsa, mutluluğu hissetmek başını döndürmüştü ve şu anda bu mutluluğun kaynağından uzak durması gerektiğini anımsamak, büyük bir işkenceye dönüştü. Neyse ki, az önce kırılan gururu kendine gelmesini sağlamıştı. Adonis onu arzulamıyordu. Onu yanıltan kendi isteğinin aşırılığıydı.
Adamın sözleri sayesinde, kast edilen tehlikenin ne olduğunu bizzat anladığı ama yeterince umursamadığını fark etmek, alarm çanlarının çalmasına neden olmuştu. Sahip olmak istediği beden ona sunulmuşken geri durmak için büyük irade göstermek gerekiyordu ve başardı. Adonis hafifçe şişmiş dudaklarını aralayarak konuştu.
"Neden durdun?"
Nelai ellerini adamın meşhur kaslarına yerleştirdi ve üstüne doğru eğildi. Söylediklerine inanamayarak kısık bir sesle konuştu.
"Beni istediğinde seni alacağım."
Adonis kaşlarını çatarak güldü. "Ne?" dedi dirseklerinin üstünde doğruldu. "Ne dedin sen?"
Nelai, adam aniden doğrulunca, kaçınmak için başını geriletmişti. Bedeni ona itiraz ederken adamın üstünden kalkarak yana oturdu. "Yeterince beslendim. Devamına gerek yok."
Adonis şaşkınlığını atamamıştı. "Fırsat kaçırdığının farkında mısın? Küçük bir öpücük seni nasıl olur da doyurur?"
Küçük mü? Az önceki kasırga ve yangın küçük bir öpücüğün etkisi miydi? Sesini sakin tutmaya çalışarak konuştu.
"Doydum işte."
"Saçmalama." Dedi Adonis. "Beni ret ettiğin için pişman olacaksın."
"Olabilir." Dedi kararlı bir sesle. "Ama beni istemeyen bir adamdan şehvet dilenecek kadar düşmedim."
"Hey, öpmeye devam etseydin seni istememi..."
"Yeter." Dedi. "Daha fazla konuşarak gururumu kırma. Beni arzulamıyorsan, yardım da edemezsin. Seni baştan çıkaramam çünkü bana güvenmiyorsun. Güvenmediğin bir kadına kendini sunman da saçmalık!"
"Bu tehlikeyi göze alarak sunmam daha hoş değil mi?" dedi gözlerinde oyuncu ve aç bir ifade beliren Adonis. "Daha çekici değil mi? Yoksa beni istemiyor musun?"
Nelai konuşamıyordu. İlk defa ona sunulan bu kadar güzel bir varlık vardı ve o hissettiklerinden korkuyordu. İradesine sahip olabildiği için sevinmesi bile boş geliyordu. Bir an önce kendini toplamazsa, ukala ölümsüzün aşk kölesi haline dönüşecekti. Bir succubus için bu kölelik sonun başlangıcıydı, özellikle Adonis gibi birine köle olmak. Elinde olan tek dayanağı olan iradesini kaybedemezdi. Ruhundaki dengeyi bir kez kaybederse, dönemeyeceğini seziyordu.
O konuşmayınca Adonis ciddileşerek konuşmaya devam etti. "Büyü yapmayı denemediğin için sana güveniyorum Nelai."
Nelai ıslak kıyafetleri yüzünden ürpererek ayağa kalktı ve adamın karşısına dikildi. "Güveniyor musun, gerçekten mi?"
Adonis başını sallayarak onu onaylayınca bir süre düşündü. Sonra kararını vererek konuştu.
"Seninle bir anlaşma yapalım. Uyumlu olacağım ve isteklerini elimden geldiğince yerine getireceğim. Sen bana yardım et, ben de sana yardım edeyim. Beni korkutmaya çalışmaktan da vaz geç."
Beklentiyle Adonis'e baktı, ret edeceğini düşünüyordu ve bir yanı, adamın ret etmesini umuyordu. Güvenmesini istemiyordu. Doğasına aykırı bir düşünceyle, elde edeceği zevki az önce gözden çıkarmıştı. Adonis'i ret ettiğine hala inanamıyordu. Asteria duysaydı onunla gurur duyardı, elbette canını aldıktan sonra...
Adonis parıldayan gözlerini ona dikip uzunca bir süre sadece baktı. Nelai gözlerini kaçırarak adamın cevabını sabırla bekledi. Sonunda Adonis konuştu.
"Yardım demekle neyi kast ediyorsun?"
Nelai kollarını göğsünde kenetleyerek adama bakmadan yavaşça anlattı.
"Beni kolye konusunda zorlayan büyücüyü bilmediğimi söylemiştim ama aslında biliyorum." Dedi ve çekinerek Adonis'in tepkisine baktı. Tepkisizdi ama dikkatlice onu dinlediği belliydi. "Ondan intikam almak istemediğimi söylemiştim. Çünkü alamam, ondan ve bana yapabileceklerinden çok korkuyorum Adonis. Beni salıverdi ama beni kolayca bulabilir. Kaçacak yerim yok."
"Neden seni arasın ki?"
Nelai dudağını yalayıp gergin bir tavırla konuştu. "Kolye dışında benden başka bir şey istemişti. Getiremeyeceğimi söyledim ama ikna olduğunu sanmıyorum. O beni..."
"Konuş Nelai." Dedi Adonis onun sustuğunu görünce. "Çekinme, ben seni korurum."
Söylediği vaade inanamadı. Yalan olduğunu biliyordu ama o kadar ciddi söylemişti ki, inanmak istedi. Kimse tarafından korunmayan bir kadının ilk defa korunma vaadini duyması, hayalden öte bir duyguydu. Hem de Adonis tarafından... Şu an tüm ciddiyetiyle konuşan adam az önce onun celladı olacaktı. Hangi cezasının daha etkili olacağını kestirmek zor değildi, göldeki terk edişle onun sadece canını alırdı ama öpücüklerinin hedefi daha derindi.
Göğsündeki kalbi kasıldı ve bakışlarını kaçırdı. Devam etmesi gerekiyordu.
"Beni ödüllendirecekti."
"Ambrosia ile mi?"
Nelai başını salladı. "Evet. Sizlerden alacağım ambrosiayı lekelemeden kullanmamı sağlayacakmış. Tabi ki, ona isteğini getirirsem." Sonra bakışlarını etrafta gezdirerek konuştu. "Olimpos'tan açılan bir boyut var. Kapısı sadece buradaymış, oraya gitmem ve onun istediğini almam gerekiyor."
"Tartaros'a gitmeni mi istedi?"
Nelai şaşkınlıkla gözleri açıldı. "Nasıl bildin?"
Adonis doğrularak yırtık tişörtünü omuzlarından sıyırdı. "Ben Olimpos'ta yaşıyorum unuttun mu?" dedi ve ıslak tişörtü yere bıraktı. "Tartaros'tan dışarı hiçbir şey çıkartamazsın. Hades izin vermez ve kurallara aykırıdır. Ares'in bile buna gücü yetmezken; sen ne cesaretle görevi kabul ettin?"
"Anahtar yardımcı olabilir, diye düşündüm."
"Anahtar dahi Tartaros'tan hiçbir şey çıkaramaz."
"O kadının, Yüce Kral Kronos'u çağırabildiğini biliyorum Adonis. Bu görev onun için çocuk oyuncağı olur."
Adonis'in kusursuz kaşları çatıldı. "Sen kimi çağırmak istiyorsun?"
Bir an afallayan Nelai hemen kendini toparladı. "Kıyaslama yapmak için söylemiştim. Basitliğini açıklamak adına örnek verdim." Diye homurdandı. "Onunla konuşmama yardım edersen..."
"Hayır!" dedi sert bir sesle. "Dünya'ya yaklaşmana izin vermem. Şimdi anlat bakalım. Bu saçmalığın nedeni ne?"
"Başka çarem yoktu. Ben... Ben gücüme hakim olamıyorum."
Adonis gözlerini açarak inanmayan bakışlarını ona dikti. Nelai sesini toplayarak devam etti.
"Beceriksiz olduğum konusunda haklıydın. Melez olmam yeteneklerimi etkiliyor ve iblisler gibi, hayatta kalmamı sağlayan büyüler yapamıyorum. O cadı, bana vaat ettiği ölümsüzlükle birlikte şehveti kullanmamı sağlayacak. Böylece ölümden ve güçsüzlükten kurtulabileceğim, tıpkı normal bir succubus gibi."
"İşte, şimdi bana masal anlatıyorsun." Dedi Adonis gülerek. "Söyle bakalım o cadı senden ne getirmeni istedi? Bana gerçeği anlat."
"Bana inanmıyorsan anlatmamın yararı yok." Dedi ve bu kadar erken konuştuğu için kendine içten içe sinirlendi. Zamanlaması ve ağzından kaçırdıkları yüzünden görevini tehlikeye düşürmüştü.
"Senin bu kadar saf olmana inanmıyorum." Dedi Adonis. "O cadıyı alt edecek kadar kurnaz biri olduğuna eminim."
"Doğruyu söylüyorum."
"Doğruları, kendi çıkarın için saptırıyorsun bence."
Durdukları yerde su tabakası birikmişti ve üstlerinde sızacak kadar su kalmamıştı. Kıyafetleri vücuduna yapışmıştı. Serinlik bir yana, Adonis'in varlığıyla ürperen teni yüzünden titremesini güçlükle bastırıyordu. Adam hala yarı çıplaktı ve gözlerini Adonis'in bedeninden sakındırmak için müthiş bir çaba harcıyordu. Daha beş dakika önce tadına baktığı tene yaklaşamamak büyük bir azaptı. Neyse ki, sadece bedensel bir arzu hissediyordu ve sınır onun için burasıydı.
"Unut bunu." dedi sinirli bir sesle. "Sana yardım filan etmeyeceğim."
"Keyfin bilir." Dedi Adonis omzunu silkerek.
Nelai adamın ona ısrar etmemesine şaşırsa da tepki göstermedi. Hala Adonis'i arzularken sakin durmak zordu, yine de söylediklerinden sonra rol yapmaya mecburdu. İki günde bu denli dağılmasına bakılırsa kendine başka birini bulması gerekecekti, iblis tarafını doyuracak ve ellerini Adonis'ten uzak tutmasına yardımcı olacak birini. Yaşam enerjisiyle güçlenirse, dengesini bulurdu. Belki o zaman Adonis'in cazibesiyle başa çıkabilirdi. Dudağını kemirirken kendine iyice sarıldı.
Adonis içini çekerek mırıldandı. "Hadi, sana kuru kıyafetler bulalım. Bu halin bana birini hatırlatıyor."
Saçlarının arasından adama bakarak kaşlarını çattı. "Kimi?"
Adonis muhteşem gülümsemesiyle ona baktı. Hüznün ve özlemin canlandığı gülümseme gözlerine yükselirken kırık bir sesle cevap verdi.
"Hatırlamamam gereken birini..." Dedi ve nefeslenip doğruldu. "Biz işimize bakalım bu kadar duygusallık yeter. Sanırım bir şehvet iblisi tarafından ret edilmek, beni sandığımdan çok etkiledi."
Nelai soğuk içini ısıtan bir duygu filizi hissettiğinde adamın laflarından etkilenmesine sinirlendi. Basbayağı onunla oynuyordu ve bundan da zevk alıyordu. Keşke başka türlü zevk almayı isteseydi ya da o, Adonis'i kendine bağlayacak kadar güçlü olabilseydi. Görevi sayesinden sahip olacakları birden gözüne değersiz geldi. Adonis gibi bir adamın aşkı, onu elde edeceği uzun yaşamdan daha mutlu ederdi ve bu ihtimal dahilinde olsaydı, görevi boş verip ölüm onu alana dek Adonis'in kollarına sığınmayı tercih ederdi. Fakat gerçek hayatta bu olanaksızdı.
Aklını hayallerden uzaklaştırarak odadan çıkmaya hazırlanan Adonis'in peşinden kapıya doğru yürüdü.
"Artemis'in dolabını deneyelim." Dedi Adonis kapıyı açmadan önce omzunun üstünden ona bakıp göz kırptı. "Onun kıyafetleriyle daha seksi olursun. Belki o zaman seni isterim."
Nelai ölümsüzün alaycı tavrına sinir olarak kaşlarını çatınca; Adonis tatlı kahkahalarından birini atarak önünü döndü. Gönüllü girdiği kapanda tuzağa düştüğünü kavradığı halde adamı takip etti. Yapabileceğinin en iyisini yapacaktı ve bu işten sıyrıldığında kendini ödüllendirmek için ne istediğini artık biliyordu. Gözlerini iki adım önünden yürüyen adamın çıplak sırtına dikerek gülümsedi ve teninin tadını yeniden almak isteyerek usulca dudaklarını yaladı.
Bölüm 15 : Ziyafet
Solan, buz iblislerinin mağaralarında dolanmayı bitirmiş Loki'nin kalesine geri dönmüştü. Yol üzerinde de devlerin yaşadığı kampın içinden geçmişti. Her şey normal görünüyordu ve sakindi. Garip olan da buydu, buz iblisleri ve devleri birbirine yakın olup kavga etmeden duramazlardı. Şimdi ise tuhaf bir uyumla sessizce geçiniyorlardı.
Kış cadılarının yaşadığı bölgeye henüz gidememişti ve ilk günden kontrolü bitirmek istemedi. Hazır gelmişken Loki'nin canını sıkmaya karar verdiği için geri döndü. Loki'ye geliş nedenini öylesine bir ziyaret olarak söylemişti ama ikisi de asıl nedeni biliyordu. Loki ısrar etmedi, o da açıklama yapmadı.
Loki'nin taht odasına doğru yürürken etrafta normalden fazla buz perisinin dolandığını fark edince kürklü pelerinin altında tuttuğu sopasını eline aldı. Birkaç dişi iblisin emrinde, hazırlık yaptıkları belliydi ama ne hazırlığı olduğunu anlayamadı. Taht salonunun önünde nöbet bekleyen iki devi geçerek buz iblisinin araladığı kapıdan içeri girdi.
Salon bir ziyafet için hazırlanmıştı. Tepelerden sarkan kristal fenerlerin hepsi yanıyordu ve ortamı kasvete boğan karanlık kaybolmuştu. Renkli kaya kristalleri ile süslenmiş salon sabahkinin aksine göz alıcı bir ışıltıya kavuşmuştu. Tahtın önünde geniş bir masa ve üzerinde çeşitli yiyecekler vardı.
Solan kaşlarının altından etrafta dolanan perileri süzdü ve sonunda aradığını gördü. Farklı bir kılıktaydı ama tanınmaması olanaksızdı. Loki çok iyi bir gözbağı ustasıydı ve dişil formuna geçebiliyordu. Şimdi Solan'ın gözüne hoş görünmek için dişi formunda tahtına kurulmuştu.
Siyah uzun saçları beline kadar iniyordu, koyu yeşil gözlerini daha koyu gösteren ağır bir makyaj yapmıştı. Zayıf bedenine rağmen dolgun göğüsleri, elbisesinin cömert yakasından taşıyordu. Giydiği daracık elbisenin eteği parçalıydı ve uzun bacaklarını üst üste attığından yırtmacının sınırları insanı pek hayale sürüklemiyordu.
Solan yeniden etrafına bakınıp pelerinin kürklü başlığını indirdi.
"Birini mi bekliyordun Loki?"
Loki hafifçe doğrularak elini yanda duran uzun mızrağına attı. "Evet, seni bekliyordum Solan. Ziyaretinden memnun kalman için elimden geleni yapmazsam nasıl iyi bir evsahibi olabilirim?"
Solan bakışlarını dişi Loki'ye çevirdi. Loki'den hiç hoşlanmazdı ve adamın cinsiyet değişikliği onun üstünde olumlu bir etki yaratmamıştı. Her zamanki yılan bakışlarını yüzünde asılıydı ve tabiatı gibi buzun soğukluğunu taşıyordu. Loki'den gözlerini ayırmadan konuştu.
"Zahmet etmişsin. Seni rahatsız etmek için gelmedim, biliyorsun."
Loki yavaşça ayağa kalktı. Ona tuhaf gelen bir kıvırtmayla mermer basamakları indi ve ona doğru yürürken konuştu.
"Rahatsız olursam fark edersin. Tam tersine varlığın beni memnun etti."
Solan sıkıntıyla nefeslendi. Keşke doğruca kış cadılarının bölgesine gitseydi. Karşılaşacağı bu sıcaklık dışarının soğukluğundan fenaydı. Loki uzun boyunu daha uzun gösteren topuklu çizmelerini giyince Solan'dan birkaç santim daha uzun olmuştu. Taht salonun ortasında dikilen Solan'ın yanına gelerek etrafında bir tur atıp baştan aşağı onu inceledi.
"Bu kıyafet içinde oldukça hükmedici duruyorsun, bir prens gibi." Diye mırıldandı. Ve sırıtarak karşısında durdu. "Keşke aklını kullanıp sıradan bir Olimposlu olmak yerine gücünün hak ettiklerini alsaydın."
"Gereksiz konuşuyorsun, her zamanki gibi."
Boya içindeki gözleri hafifçe kısıldı. Aşağılandığını düşünerek gerildiğini anladı ama aranan oydu. Solan bakışlarını yeniden ikram için bekleyen perilere çevirdi. Gri mavi derileri ve çeliği andıran gözleriyle şirin olmasa da garip bir şekilde çekiciydiler. Bunların çok uzun yaşamadıklarını biliyordu çünkü iblisler ile cadıların çiftleşmesinden doğuyorlardı. Doğuştan lanetliydiler. Loki de bu perileri özel köleleri olarak kullanıyordu.
"Beğendiklerini yanına çağırman yeterli. Senin ateşini söndürmene yardımcı olurlar." Diye konuşan Loki'ye bakınca Loki sırıttı. "Beni istemediğini varsayarak söylüyorum elbette. Kırıntılarla vakit geçirmeyi yeğlemene hiç şaşırmam. Alışkın olmalısın."
Solan tek kaşını kaldırıp Loki'nin hesapçı sırıtmasına gülümseyerek karşılık verdi. "Haklısın, seni istemiyorum. Ne de olsa midesiz biri değilim."
Loki'nin gülümsemesi yüzünde dondu. Garip bir tikle dudağı kaydı ve nefeslenip gerilerken formunu erkeğe çevirdi. Solan içten içe gülerken ciddiyetini bozmadı. Başını doğrultarak adamın masaya doğru yürüyüşünü izledi. Masadan bir kadeh alan Loki, perilere doğru dönüp onu işaret etti.
"İkram!"
Soluk renkli saçlarını incilerle toplamış bir peri hızla hareket edip ona bir kadeh doldurdu ve dikkatlice tutup ona getirdi. Solan kadehi kızın elinden alırken Loki konuştu.
"Yemek için biraz daha beklemeni rica edeceğim çünkü bir misafirim gelecekti."
"Senin için özel biri sanırım, bu kadar hazırlandığına göre."
Loki başını eğip üzerindeki üniformayı andıran şık takımına bakarak cevapladı. "Az önceki halim seni etkilemediğine göre şansımı diğer konuğumda deneyeceğim." Dedi ve kaşlarının altından imalı bir bakış atarak sırıttı. "Bu gece yatağa tek başıma gitmek istemiyorum. Belli olmaz, erkek halim kadın halimden daha şanslı olur. Aslında belli değil mi? Hangi kadın bana hayır diyebilir?"
Kendi şakasına gülerken Solan ifadesiz kalarak kadehinden büyük bir yudum aldı. İçkisini tazelemeye gelen periyi eliyle durdurdu, Loki'ye doğru yürüdü. Düello rakipleri gibi birbirlerini süzüyorlardı. Loki'nin yanına geldiğinde kadehindeki son yudumu başına dikti ve boş kadehi masaya bıraktı. Loki'ye dönerek sakin bir sesle konuştu.
"Sizi yalnız bırakmam en iyisi sanırım çünkü odada ben varken senin hiç şansın olmaz. Ah, dur, bence odaya erkek alma. Yoksa bu gece de yastığına sarılır ve elinle iyi geçinmeye çalışırsın."
Loki'nin yüzü öfkeyle çarpıldı. Neredeyse moraran yüzüne doğru sahte bir şefkatle gülümsedi. "Sonra görüşürüz Loki."
Arkasını dönüp kapıya doğru yürürken Loki bariz bir şekilde öfkesinden titriyordu. Bilerek yönlenmemiş onun kızgınlığının tadını çıkarmak istemişti. Yüzünde beliren gülümsemeye engel olamayarak dudakları yayılmışken onu taşa çevirip soğuk suları tepesinden aşağı döken ismi Loki'den işitti.
"Artemis! Nihayet Artemis, hoş geldin tanrıçam!"
Solan adım atamadan öylece durdu. Artemis'in berrak sesinin adama cevap verdiğini duydu ama inanamadı. Loki'nin özel misafiri Artemis miydi? Ares'in haberi var mıydı? Bu ikisinin arasında ne tür bir ilişki vardı? Artemis'in yemini Loki'yi kapsamıyor muydu? Lanet olsun, Artemis'in bu adamla işi neydi?
"Selam Loki, ah, beni şımartıyorsun."
Solan pelerinini savurarak arkasına döndü. Artemis'in elini tutarak uzun bir öpücük konduran Loki'ye ölümcül gözlerini dikti. Loki kızın elini yalarcasına uzun süre bırakmayınca, Solan doğrularak onlara doğru adımladı. Onun yaklaştığını fark eden Loki, Artemis'in elini elleri arasına alarak doğruldu.
"Tüm iltifatları hak ediyorsun, Olimpos'un en güzel mücevheri. Davetimi kabul ettiğin için kainatın en mutlu adamı benim."
Artemis beyaz elbisesinin içinde bir kuğu kadar zarifti. Bileğini süsleyen iki sıra pırlanta taşından başka aksesuarı yoktu ve zaten gerek de yoktu. Kız güzelliği ile yeterince ışıldıyordu. Saçlarını büyülü zincirini kullanarak dağınık bir topuz yapmıştı ve düşen dalgalar omuzlarını hafifçe okşuyordu. Solan sinirle yanlarında durunca Artemis sahte bir hayretle ona baktı.
"Ah, ben de odadaki bu kasvette ne diyordum. Meğer Solan da buradaymış."
Solan ikisinin ellerine bakarak kaşlarını çattı ve Loki'ye döndü. "Misafirin Artemis miydi?"
Loki yerine Artemis cevap verdi. "Bu sefer hazırlıksız mı yakalandın iblis?"
Solan kızgın bakışlarını kıza doğru çevirdi. Duygularını gizleyemiyordu, şu anda katıksız bir öfke duyuyordu ve hiç çekinmeden yansıtıyordu. Loki'nin sözlerinden sonra, adamın gece zevki için umutlandığı kişinin Artemis çıkması, onu tahmin etmediği kadar sinirlendirmişti.
"Beni takip etmeyi bırak artık!" diye sert bir sesle homurdandı.
Artemis'in kaşları havalandı. "Pardon! Ben mi seni takip ediyorum? Senin..."
Loki hemen atılıp Artemis'in koluna dokundu. "Tatlım, lütfen. Gecemizi kavga ederek bozmayalım. Solan zaten odasına çekiliyordu, yorgunluğunun sözlerini kabalaştırmasını af et. Ne dersin, biz yemeğe..."
"Hiçbir yere gitmiyorum." Dedi hemen. Loki'nin onu, Artemis ile baş başa bırakacağını düşünmesi saçmalıktı. "Acıktığımı fark ettim."
Loki imalı sırıtmalarından birini gönderdi, bir yandan da masaya yönlendirmek için Artemis'in kolunu tutmaya devam etti. Masaya doğru dönerlerken Artemis adım atmadan önce ona dönerek yarıda kalan lafını tamamladı.
"Seni takip etmiyorum kırmızı, Loki beni yemeğe davet etti! Biliyor musun, senin anlama sorunun var. Hem de ciddi boyutta!"
Solan sinirle başını çevirdi ve derin bir soluk bıraktı. Bu kız deliydi ve onun başını derde sokmaya kararlıydı anlaşılan. Loki kızı yanındaki sandalyeye götürdü ve kibarca sandalyesini tutarak oturmasına yardım etti. Artemis teşekkür ederken mutlu bir şekilde adama gülümsedi. Loki kendi yerine geçecekken duraklayıp ona baktı.
"Solan. Senin sandalyeni tutmama gerek yok, değil mi?"
Solan yumrukları sıkılı orta yerde durduğunu fark edince çözüldü ve üstündeki pelerini hızlıca çıkarıp arkalıklı sandalyesine fırlattı. Beden sıcaklığı oldukça yükselmişti, dar ceketinin üstteki düğmelerini açtı ve biraz olsun rahatladı. Bakışlarını karşısında oturan uyumsuz çifte odaklayıp sandalyesinde yayıldı. Loki'den hiç bu kadar rahatsız olmamıştı, keşke dişil formunda kalmasına izin verseydi.
Bölüm 16 : Kış Cadılarının Laneti
Sonraki bir saat geçmek bilmedi. Soluk saçlı peri onunla yakından ilgileniyordu ve kadehini boş bırakmıyordu. Onun ise tüm dikkati Artemis ile Loki'deydi. İkisinin konuşmalarına dahi şaşırırken bu kadar içten sohbet etmeleri hayret vericiydi. Loki arada ona laf atıyordu ve onun soğuk, kısa cevaplarına hiç gücenmeden kızla olan muhabbetine geri dönüyordu. Artemis ise o yokmuş gibi davranmayı seçmişti. Zaten hakaret etmek dışında, onu her gördüğünde yaptığı bu değil miydi?
Yemeğin bitmesini sabırla bekleyen Solan, giderek huzursuz olmaya başlamıştı. Sebepsiz bir telaş hali, soluğunu kesiyordu. Bu halinin Artemis'in sürpriz ziyareti olması dilerdi ama o kadar basit bir şey olmadığını seziyordu. Yemeğin sonu olduğunu tahmin ettiği bir vakit Loki, içkinin tesiriyle rahatlayarak Artemis'e doğru çapkın bir tavırla eğildi.
"Nektar için seni özel bir yere götürebilir miyim?"
Artemis başını kaldırıp Loki'ye bakmıştı ki, Solan dayanamadı. Artemis'in yerine cevap verdi.
"Hayır."
İkisi şaşkınca ona baktı. Loki doğruldu ve yılışık bir ifadeyle güldü. "Sana söylememiştim Solan. Hatırlarsan, sen hakkını az önce kaybettin."
Solan adama aldırmadan Artemis'e döndü. "Olimpos'a dönme vaktin geldi Artemis. Sana eşlik edeyim."
"Ben seninle gelmedim kırmızı, istediğim zaman dönerim."
Çenesi kasıldı ama ifadesini sabit tutarak konuya başka yönden yaklaşmayı denedi. Loki'ye doğru konuştu. "Nektar içme hakkın var mı?"
Loki sandalyesine yaslanıp kibirli bir tavırla cevap verdi. "Şu olimpiyat olayını söylüyorsan, bugün son gece diye biliyorum. Bu özel nektar sunumunu da Artemis ile paylaşmaktan daha güzel bir şey olamaz. Senin payını odana da gönderebilirim."
Solan nektar içmediğini daha doğrusu gerek duymadığını adama söylemedi. Onun yerine soğuk bakışlarını Artemis'e çevirdi.
"Sana son kez söylüyorum Artemis..."
Artemis kaşlarını çatarak onun lafını kesti. "Sen haddini bilsen iyi olur iblis! Bana emir veremezsin. Kendini ne sanıyorsun bilmiyorum ama ben şımarık bir iblis parçasına boyun eğecek biri değilim. Şimdi, bizi yalnız bırak."
"Beni dinle..."
"Seni dinlemek mi? Dalga geçiyor olmalısın! Def ol buradan!"
Solan hızla ayağa kalktı ve öfkesini somutlaştırarak büyüye dönüştürdü. Büyü parmaklarının arasında dolanırken tüm hıncıyla Artemis'e baktı. Kız saçlarına doladığı zinciri tek hamlede çekti, kızıl saçları havada uçuşurken savunma pozisyonuna geçti. Tehditkar bir ifadeyle Solan'a bakarak bağırdı.
"Senden korkmuyorum!"
Solan kızgınlıkla titreyerek tek elini salladı. Oluşan parlak yeşil bir duman, topa dönüştü ve Artemis yerine, ikisinin kavgasını aç gözlerle izleyen Loki'nin yüzünde patladı. Salondaki periler çığlık atmaya başlamıştı. Boş durmayan Artemis kendine saldırdığını düşündüğü Solan'a doğru zinciri salladı.
Zincir ona doğru hızla yaklaşırken Solan tek kolunu havaya kaldırdı ve koluna çarpan zincir ona korkunç bir acı vererek bileğine dolandı. Büyüsü anında yok olmuştu ve eldiveni parçalanarak elinin derisi yüzülmüştü. Artemis zinciri kendine çekti, çünkü Solan'ın saldırısının Loki'yi hedeflediğini yeni fark etmişti. Şaşkınlıkla ona baktı.
"Sen bunu neden yaptın?" diye mırıldandı.
Solan zincirin onu yaralamasından ziyade gücünün bir süreliğine şoka girmesiyle afallamıştı. Kanayan elini sakınarak gücünü toplamaya çalıştı, olmuyordu. Derin bir nefes almıştı ki, salonun kapısı ardına dek açıldı ve içeri yarım düzine buz iblisi akın etti.
Perilerin çığlıkları yüzünden, şu anda baygın olan Loki'nin korumaları, onlara saldırmak için toplanıyorlardı. Tuzağa düştüğünü anladı. Bu karmaşa zaten bekleniyordu. Yaklaşan devlerin gürültüsü ve iblislerce hazırlanan büyünün enerjisi karşısında Solan yapacağı tek şeyi yaptı. Yerdeki kürklü pelerinini aldı ve Artemis'e ulaşmak için kısa yoldan masanın üzerine atladı. Masanın üzerinden kayarak diğer tarafa geçti, Artemis'in kolundan tuttuğu gibi yönlendi.
Yönlenirken yeri kafasında son anda oluşturmuştu, o yüzden dengesizce zemine bastı. Bastığı yer kaygan olunca çizmelerini sabitleyemeden can havliyle Artemis'e sarıldı ve ikisi birden yere düştüler. Elindeki pelerine dolanarak yokuştan aşağı yuvarlandılar, sonunda durduklarında Artemis üstte kalmıştı ve Solan ona sıkıca sarılarak kucağına almıştı. Hem elinin acısıyla hem de Artemis'i korumaya çalıştığı için kayalık yokuşta aldığı darbelerin acısıyla kasılan Solan soluklandı ve başını zemine koydu. Nefes nefeseydiler ve Artemis başını onun boynuna gömmüştü.
Buzun soğukluğunu sırtında hissetmeye başladığında kendine gelmeye de başlamıştı. Artemis'in nefesi hala boynunu ısıtıyordu ve durumlarının garipliğine rağmen Solan heyecanlanmaktan kendini alamadı. Pelerini, yokuştan düşerken ikisinin bedenine sarıldığı için; kumaştan salt kendi çabasıyla kurtulmasına imkan yoktu. Ve şu anda düşündüğü şey, pelerinden kurtulmak değildi.
Kollarının arasındaki sıcak ve narin bedeni daha da sarmamak için kendini zorla tuttu. Kalbini saran heyecanı ona nefes aldırmıyordu. Kollarına sığınmış kızı uyarmak adına, boğazını temizledi. Artemis'in aniden nefes almayı kestiğini fark etti, ardından hızla doğrularak onun yüzüne baktı. Aralarında bir karış mesafe ancak vardı ve buhara dönüşmüş solukları, birbirinin tenini yalıyordu. Kızın saçları dağılmıştı ve yeşil gözleri yaşadığı heyecandan dolayı daha da parlaklaşmıştı. Kırmızı gülleri andıran dudakları hafifçe aralandı ve kaşları çatıldı.
Solan sesini toparlayarak konuştu. "Şikayet ettiğimi düşünme ama üstümden kalkman gerekiyor."
Hem de acilen diye eklemek istedi. Çünkü kızın yakınlığı, olmayacak arzu hislerini uyandırmaya başlamıştı. Artemis uykudan uyanır gibi irkildi ve ikisini birden sarmalamış olan pelerini üzerinden sıyırarak kalkmaya çalıştı.
"Şikayet edecek olan benim, sersem herif! O yaptığın saçmalık da neydi?" dedi üstünden kalkarken.
Kızın baskısından kurtulan Solan derin bir nefes alarak rahatladı. Başını yeniden yere koyarak gözlerini kapattı. Ares ile yaptığı birbirinden tehlikeli görevleri çok özlemişti. İblis ve yaratıklarla uğraşmak, adamın kız kardeşiyle uğraşmaktan daha kolaydı.
"Ah!"
Artemis'in sesiyle hemen doğruldu. "Ne oldu?" derken Artemis öfkeli bakışlarını elbisesinden alarak ona çevirdi.
"Ne mi oldu? Elbisemi mahvetmişsin, baksana her yer kan olmuş ve eteğim yırtılmış!"
"Ben de kötü bir şey oldu sandım." Diye mırıldanarak doğrulmaya çalıştı.
"Kötü tabi!" diye lafına başlayan Artemis sustu.
Solan soğuk havadan korunması ve kirli kıyafetini saklaması için elindeki pelerini uzattı ama kızın bakışları, onun yaralı elindeydi. Mahcup bir ifadeyle gözleri onun gözlerine yükseldi. Omuzları düştü. Oflayarak eğildi ve zaten yırtık olan eteğinden uzun bir şerit koparıp ona doğru yürüdü.
"Seni tedavi etmekten sıkıldım." Dedi bozuk bir sesle. "Uzat elini."
"Önemli değil." Dedi elini sakınarak ve pelerini yeniden uzattı. "Giy bunu, hava soğuk."
"Kıyafetime uymaz ama giyerim." Dedi Artemis ve pelerini üstüne geçirdikten sonra onu kenardaki çıkıntıya doğru itti. "Şuraya otur, elini bandajlayayım."
"Sana önemli olmadığını söyledim!"
Artemis kaşlarını çatarak onu hızla itti. "Önemli olmadığını ben de biliyorum kırmızı! Her dokunduğun yeri kan yapmanı istemiyorum. Şimdi otur şu lanet olası yere!"
Solan şaşkınlıkla yutkunup kızın dediği yere çöktü. Artemis ona fazla dokunmamaya gayret ederek elini iyice sardı. İstemediği için mi dokunmaktan kaçınıyordu yoksa daha önce dokunmamasını söylediği için mi bilemedi. Kız işini bitirip memnun bir bakışla ona bakınca duygusuz durmaya çalışarak konuştu.
"Teşekkür ederim."
Omzunu silken Artemis etrafa bakındı. "Bizi nereye getirdin?"
"Hala Jotunheim'deyiz. Cadıların yuva yaptığı bölgenin yakınlarındayız. Burayı kontrol edememiştim ve kaçmamız gerekirse diye bakmadan geçmek istemedim."
Artemis karanlıkta dahi ışıldayan saçlarını geriye doğru sallayarak mırıldandı. "Aptallık etmeseydin, kaçmamız gerekmeyecekti."
Soluk ay ışığının altında inci gibi parlayan teniyle Artemis, onu garip bir şekilde kelimesiz bırakıyordu. Sanki geçmiş anıları yeniden yaşıyormuş hissi kafasını karıştırıyordu. Artemis soran bakışlarla ona bakınca kendini toparlayarak bakışlarını başka yöne çevirdi.
"Bana saldırdın."
Artemis sahte bir kahkaha attı. "Sana saldırmadım kırmızı, hem önce sen bana saldırdın."
Solan kaşlarını çatıp kıza döndü. "Sana saldırmayacaktım Artemis, sadece Olimpos'a götürmek istedim. Ona neden büyü yaptığımı sorarsan, bilmiyorum. Kendime engel olamadım. Loki'nin nektar içme teklifini kabul etmen hiç doğru bir hareket değil."
"Ben onu söylemiyorum. Dün yaptığın saldırıyı kast ediyorum, ayrıca Loki ile ilk defa nektar içmiyorum, tamam mı?"
"Tamam değil!" dedi sertçe. "Dün seni görmedim bile ve sanırım söylemek istediğimi anlamadın."
"Ben senin gibi salak değilim, ne demek istediğini anladım."
"Anlamadın." Dedi Solan diklenerek. Kız iyice canını sıkmaya başlamıştı. "Sen artık Olimpos'a dönsene."
"Hiçbir yere gitmiyorum. Yapacağın her neyse ben de tanık olacağım."
"Başıma bela mısın sen?" diye söylenerek ayağa kalktı. "Olimpos'a dön ve birilerine başımıza gelenleri anlat. Çünkü olanlardan birilerinin haberi olsa iyi olur. Loki beni suçlamak için vakit kaybetmeyecektir."
"Suçlamakta haklı."
Solan kıza laf yetiştirmekten vaz geçerek ileriye yürüdü. Buzlanmış kayaların derin yarlarla uçuruma dönüştükleri büyük bir alandaydılar. Gökyüzüne yükselen devasa kayalar dağ misali yükseliyordu. Hava soğuk ve ikiz ayların ışığı sayesinde loş bir aydınlık vardı. Jotunheim'de iki ay yükselirdi ve peş peşe yükselen ayların ikisi de gökyüzünde olduğu vakitler hava daha aydınlık olurdu. Gün ışığını görmek diye bir şey yoktu, sadece iki üç saat görünen güneşin üstü örtülmüş gibi, her daim kapalı bir hava olurdu.
Derin uçurumun kenarından aşağıya baktı. Birkaç metre daha ileriye yönlenseydi, bu güçsüz haliyle uçurumdan kurtulmakta zorlanırdı. Yokuştan yuvarlanmak gözüne kötü gelmedi. Uçurumun sağ tarafında karlanmış bir bölge görünüyordu ve sık ağaçlardan oluşmuş bir alan vardı. Çam ağaçlarına benzeyen dalları siyah renkli iğneli yapraklardan oluşmuştu. Belki de Jotunheim'deki tek ağaçlıklı alan orasıydı.
"Kış cadılarını görmeye şimdi mi gideceksin?"
Yanında duran Artemis'e doğru baktı ve başını salladı. "Hayır, zincirin yüzünden dağılan gücümü toplayana dek dinlenmem gerek."
"Senin gücünün sınırsız olduğunu sanıyordum."
Solan cevap vermeden kış cadılarının bölgesi olan buzlanmış ağaçlarla kaplı alana doğru döndü. Sınırsız mıydı bilmiyordu ama Chimeara ateşini kabullenmeden önce güç toplama gibi bir sorunu olmuyordu. Şimdi ise bedensel güçsüzlüğü büyü enerjisine yansıyordu. Büyü yaparken bayılmak hiç hoş olmazdı. Çünkü kış cadıları tarafından iyi karşılanacağını sanmıyordu özellikle prenslerine saldırmışken. Bu nedenle cadıların yanına gitmeden önce Artemis'i Olimpos'a göndermenin bir yolunu bulmalıydı. Gelerek her şeyi altüst etmişti, yaralanması halinde işler iyice sarpa sarardı.
"Dün..." diye lafına çekinerek başlayan Artemis'e çevirdi bakışlarını.
Pelerine iyice sarılmıştı ve kararsız ifadesiyle çok masum görünüyordu. Soğuk yüzünden burnunun üstündeki açık renk çilleri belirginleşmişti. Onun bakışıyla doğrulan Artemis kendinden emin bir tavırla sordu.
"Dün bana neden saldırdın?"
"Sana saldırmadım ve bana inanmayacaksan neden soru soruyorsun?"
"Seni gördüm ama."
Solan çenesini kenetleyerek uçurumun kenarından ayrıldı ve az önce oturduğu çıkıntıya doğru yürüdü. Artemis de peşindeydi. Yanına oturan kıza bakarak homurdandı.
"Sebebini söylersem inanacak mısın?" Artemis onaylayarak başını sallayınca ekledi. "Peki, Olimpos'a dönecek misin?"
"Hayır."
"Of!" diye iç geçirdi Solan. Planı tutmamıştı, o yüzden yalan söylemekten vaz geçti. "Sana saldırmadım."
"Ben de yalanını yedim."
"Afiyet olsun o zaman!" dedi Solan ve sırtını kayaya yasladı.
Dengesini bozan enerjiyi üstünden atmak için beklemesi gerekiyordu. Belki o arada Artemis de sıkılırdı. Soğuktan korunmak için kollarını kenetlemişti ve bacaklarını öne doğru uzattı. Suratını asarak gözlerini ileriye kenetledi. Artemis'in çenesini bu uyumsuzluk sinyaliyle kesebileceğini düşünmüştü ama yanıldı.
"Ceketinin önünü düğmele, üşümüyor musun sen? İçine de hiçbir şey giymemişsin."
Sesi kesilsin diye, açıklamaya hiç uğraşmadan, düğmelemeye çalıştı ama bandaj yüzünden parmaklarını rahat hareket ettiremiyordu. Artemis bıkkınca doğruldu ve önüne geçerek ellerini itekledi. Ceketinin düğmelerini hızla düğmeledikten sonra kibirli bir ifadeyle ona baktı.
"Ben olmasam sen ne yapacaksın bilmiyorum."
Solan basitçe cevapladı. "Başım derde girmeyeceği için sanırım hiçbir şey."
Artemis dudağını sallandırarak kaşlarını çattı ve geri yerine oturdu. Çok uzun bir süre sessizlikle kutsanan Solan huzurun tadını çıkardı. Konuşmasına fırsat vermemek için kızdan tarafa hiç bakmadı, derken Artemis'in başı onun omzuna düşünce irkildi. Uyuyan Artemis yaslandığı yerden kaymıştı, son anda atılıp kızı düşmekten kurtardı ve başını kucağına yatırdı. Uzun süre ağzını kımıldatamayınca uykusu gelmiş olmalıydı.
Bu düşünceyle yüzünde beliren gülümseme yavaşça solarken, dikkati tamamen kıza odaklandı. Dalgalı kızıl saçları yumuşak bir perde gibi bacaklarına dağılmıştı. Kızın yüzüne bakmamak ve fazla dokunmamak için kasıldı. En iyisi kızı Olimpos'a bu şekilde götürmekti. Yine de hemen yönlenmedi.
Bakışları kızın yüzünde dolanırken yumruk yaptığı eli açıldı ve hareket edip saç tutamını kavradı. Bebek masumluğunda uyuyan Artemis'ten bakışlarını ayırmaksızın usulca saç tutamını okşadı. Yumuşak buklenin onda yarattığı his bambaşkaydı, garip bir aşinalıkla gerildi.
Bu şekilde kucağına uzanan Artemis'i daha önce görmüştü. Fakat hava güneşli ve etraf yemyeşildi. Gözlerinin içi gülen Artemis ise bakışları onun üzerindeyken çok mutluydu. Gözlerini kapatarak başını salladı, hayalini dağıtırken saçı hızla elinden bıraktı. Biraz sert bırakmış olacak parmaklarına dolanan saçı çekince Artemis uyandı. Mahmur gözlerle bir an göz göze geldiler ve Artemis nerede yattığını fark edince hızla doğruldu.
"Seni fırsatçı iblis!"
Solan kendini savunmak için ağzını açmıştı ki bir tıslama duydu ve sese doğru döndü. Ağzı şaşkınlıkla açıldı. Karşısında havada uçuşan üç tane kış cadısı vardı. Onları nasıl fark etmişlerdi? Uçurumun kenarına doğru hareketlenirken bir yandan da büyüyü göndermeye hazırlanıyorlardı.
Solan hemen doğruldu ve Artemis'in önüne geçerek kendi gücünü toplamaya çalıştı. Lanetli ateş, onu yine engellemişti. O anda Artemis bir şimşek gibi fırladı ve zincirini cadılara doğru salladı. Zincir, cadılara çarpmadan görünmez bir kalkana vurdu ve zincir sekti. Seken zincirin darbesinden sakınan Solan yana doğru yuvarlandı ve güçsüz büyüsünü cadılara doğru fırlattı. Büyüsünün kalkanı parçalandığını fark edince, güveni gelerek rahatladı. Şimdi cadıları durdurabilirdi. Doğrulmaya çalışırken arkadan gelen sesle gerildi. Belli belirsiz sesi duymasının ardından Artemis bağırdı.
"Solan! Arkanda!"
Artemis onu uyarmakta geç kalmıştı, aynen onun da fark etmekte geç kalması gibi. Aptallığına bahanesi yoktu. Artemis'in aklını karıştırmasını beklemiyordu ama ne olursa olsun, onun kendini salıvermemesi gerekiyordu. Solan dönerken güçlü bir enerjiyle sarmalandı ve son düşündüğü şey, Artemis'in yönlenmeyi akıl etmesini dilemekti. Onu cadıların insafına terk etmesi umurunda değildi. Büyü darbesiyle bilinci karanlığa karışıp kendinden geçerken; içindeki ateş, bir kalp gibi güçlü bir vuruşla göğsünü sarstı.
Bölüm 17 : Evcil İblis
Adonis, geldiklerinden beri sessizce duran kadına doğru kaşlarının altından baktı. Yönlenmeyi sevmiyordu ve bu konuda Adonis bir şey yapamazdı. Hala akıl edemediği bir cömertlikle, Nabi ile kahinin vaat ettiği ambrosiayı almak için Marduk'un boyutuna gitmenin yönlenmekten başka yolu yoktu. Aslında var mıydı? Kapıyı kullanabilirlerdi ama bu seçeneği Nelai bilmese de olurdu. İblise ambrosia verilmesinden rahatsızken, bir de onun rahatını düşünemezdi ya.
Artemis'i odasında bulamayınca Athena'nın dolabından faydalanmışlardı ve Nelai giydiği şık tişört ve dar kot pantolon ile oldukça hoştu. Kadını sırılsıklam kıyafetlerin içinde görmekten rahatsız olacağını düşünmüştü çünkü aklına Dünya'nın Atlantis'e gittiği zaman gelmişti. Öyle olmadı.
Dünya'yı hatırlamıştı ama eski bir anı olarak. Rahatsız olmamıştı ve kalbinin üstündeki yara sızlamamıştı. Nedeninin, daha öncesinde Nelai'ye yaşadığı tutkulu anları olmasını dilerdi fakat bu ibliste başka bir şey olduğunu biliyordu. Yalan söylediğini bildiği halde kızması gerektiği kadar kızamıyordu. Yoksa onu olduğu haliyle kabulleniyor muydu?
Adonis oturduğu minderli sert divandan doğrulup ayağa kalktı. Odayı geçerek toprak renkli taş duvarda geniş bir oyuk gibi görünen büyük pencereye yaklaştı. Düzgün oyulmuş pencereyi örten incecik tülü çekerek dışarıya baktı.
Usul esen rüzgar sıcak havayı ılıtıyor ve insanı rahatlatan bir soluğa dönüşüyordu. İçinde oldukları bina, Marduk'un ana sarayıydı ve çevredeki en yüksek binaydı. Yemyeşil bir orman ve zümrüt renkli çimenlerin üstüne kurulmuş taş binalar ormanla iç içeydi ve gözü rahatsız etmiyordu. Eski Sümer tapınaklarının benzeri olarak düzenlenen taş yapılar, doğayla mükemmel bir uyum içindeydiler.
Kapının açıldığını işitince dönerek gelene baktı. Görmeyi hiç beklemediği adam teklifsizce odaya girmiş ve ona doğru yürüyordu.
"Şaka olduğunu sanıyordum! Sen! Burada! Kıyamet mi kopacak?"
Adonis neşeyle konuşan adama dönerken Tammuz ona sarılmıştı bile. Bu adamın sarılma huyuna hala alışamamıştı. Sırtını öylesine sıvazladı ve adama cevap verdi. "Asıl senin burada ne işin var? İnanna ile aran bozuk sanıyordum."
Adam ondan ayrılıp sırıttı. "Bozuk zaten ama o şu anda burada değil. Durga'nın yanına gitmişti, ben de fırsatı değerlendireyim dedim. Zaten bir ay sonra Tartaros'a cezam için geri dönmem gerekecek. Biraz olsun..."
Tammuz'un gözleri onun ardında bir yere takılı kaldı ve sırıtışı genişledi. "Hey! Misafirimiz mi var?"
Misafirin kim olduğunu öğrenince Tammuz'un sinir bozucu bir çapkına dönüşeceğini tahmin etse de; adamın bu huyunu bilmezden gelerek elini salladı.
"Seni tanıştırmamı bekleme. Sanırım sen halledersin."
"Elbette." Dedi Tammuz ve Nelai'ye döndü. Sonra durakladı ve kaşlarını çattı.
"Eşlikçin bir..." dedi tereddütle, karar verememiş gibi ona dönünce Adonis tamamladı.
"Bir iblis."
Bakışları değişen Tammuz, dikkatle Nelai'ye süzdü. Nelai alaycı bir gülümsemeyle ekledi. "Ve bir succubus."
Tammuz hızla Adonis'e dönerek şaşkın bir tavırla konuştu. "Sen succubuslarla mı geziyorsun? Hiç senin tarzın değil."
"Ben onun evcil iblisiyim." Diye hoş bir tınıyla konuşan Nelai, geriye yaslanıp meydan okurcasına başını dikleştirdi. "Bu yüzden beni yanında gezdiriyor, yani bu bir tarz meselesi değil."
"İhtiyaç meselesi olmadığına da eminim." Dedi adam. "Adonis kendini çok naza çekmesiyle tanınır, benim aksime. Çünkü ben cömert bir erkeğim. Ah, siz sevgili filan değilsiniz, değil mi?"
Adonis, Tammuz'un iblis hakkında düşünerek kuşkusunu beslenmesine izin veremezdi. Nektar hakkındaki gelişmeleri de anlatamazdı, hala gizliydi. O yüzden konuyu kapatmaya çalıştı.
"Sevgili değiliz."
"Peki, o halde neden işine yaramayan güzel bir kadınla geziyorsun?"
"Sana açıklama yapmak zorunda değilim ama yanlış düşünmemen için anlatayım. Biliyorsun, iblis toplulukları Ares'e sadakat yemini ettiler. Artık bazı zeki iblisleri daha yakından inceleme imkanımız var."
Nelai'den sanki bir eşya imiş gibi bahsetmek hoş değildi ve iblis olmasına rağmen kadın hakkında bu şekilde konuşmak onu rahatsız etmişti. Aynı şekilde Nelai de memnun olmamıştı. Çünkü sinirle soluklandığını işitti. Nelai'nin öfkeli soluğuna aldırmadan lafını sonlandırdı.
"Bu yüzden Nabi'nin görüşünü almak istedim."
Tammuz çapkınca gülümsedi. "Faydalı bir düşünceymiş. Yeteneği benim de uzman olduğum bir konu ve uzun zamandır, hiç bu kadar göz alıcı bir cevherle karşılaşmamıştım. Ben de elimden geldiğince yardım etmek isterim, yani incelemeye."
Adamın yılışık tavırları onu kızdırmaya başlamıştı. Yan gözle kadına baktı ve kadının saçma övgü karşında memnun olduğunu gördüğüne şaşırdı. Tammuz'un küstahlığına bu tepkiyi vermesi, sinirini temelli bozmuştu. Nelai'yi savunmayı boş verdi ve kadını kızdırmak için Tammuz'a dönerek gülümsedi.
"Elbette."
Onayı duyan Nelai'nin hoşnut tavrı kayboldu. Bu boşvermiş cevabı beklemediği belliydi. Sinirle ayağa kalkıp dişlerinin arasından söylendi. "İncelemek mi? Ben kobay faresi miyim?"
Adonis kadına doğru yavaşça dönerken sakin bir sesle sorusunu cevapladı.
"Evcil iblisim olmaktan daha iyi değil mi? Hiç değilse bilimsel bir amacın var. Ayrıca fareler çok şirindir."
Nelai gümüş renkli gözlerini kıstı. "Bilimsel amacın canı cehenneme! Şirinliğin de! Benim var oluş sebebim daha doğal ve daha zevkli."
Adonis alay ederek sırıttı. "Zevk kısmına daha geçemedik sanırım."
Tammuz'un kahkahası patlayınca Nelai afallayarak kaşlarını çattı. Adonis ona bakmaya devam ederken kadın ürpererek geriledi. Az önceki hiddeti kaybolmuş bir ifadeyle başını çevirdi, ona bakmak istemiyordu. Utanmaktan ziyade Nelai'yi geren başka bir şey vardı ama neydi?
Tahminin doğrulanması karşısında keyiflenen adam gülmesini kontrol etmeye çalışırken konuştu.
"Hem fiziksel hem bilimsel hüsran demek ki! Her zaman ki kibirli Adonis! Akıllanmayacaksın sen. Belki Nelai'yi gerçekten istemediğin için zevk almamışsındır."
Nelai'yi istememek için ruhsuz bir kaya olmak gerektiğini düşünen Adonis, bu düşüncesini kendisine saklayarak konuştu.
"Araya girmene gerek yok Tammuz, fikrini kendine sakla ve bilmediğin konularda hiç konuşma. Özellikle bu konuda!"
"Çok kabasın Adonis. Ben senin eski arkadaşınım. Senin kaba hallerini hoş görebilirim ama karşında güzel bir bayan var. Bari onun yanında ters konuşma." Dedi sahte bir sitemle ve Nelai'ye doğru döndü. "Sen söyle. Bu kadar kendini beğenmiş ve maço bir adamı çekici bulur musun?"
Nelai kaşlarının altından bir süre Tammuz'a baktı. Adonis, tam kadının konuşmayacağını düşünürken Nelai cevap verdi. "Evet. Onu çekici buluyorum, her türlü kusuruna rağmen."
Adonis ifadesini bozmamıştı ama şaşırmıştı. Bu sözleri onu ret eden bir succubus mu söylüyordu? Herhangi bir succubusun veya incubusun birini istemediği görülmüş şey değildi, çünkü onlar şehvetten beslenirlerdi. Adonis'in bir kadın tarafından ret edilmesi ise olanaksızın bir üstüydü. Bu yargının sebebi de kibir veya kendini beğenmişlik değildi. Bu onların doğasıydı ve Adonis onlar için bağımlılık yapan en güçlü varlıktı.
Bu normal kişilerde de geçerliydi, sadece şehvet iblisleri için değil. Hades'ten başkasını kabul etmemiş ve sevdiği adamdan bile kendini sakınmış Persephone, ona karşı koyamamıştı. Ares'e delilik derecesinde tutkun olan Dünya bile onun öpücüklerini karşılıksız bırakmamıştı. Yatağından kendi isteğiyle kalkan tek dişi ise, yeteneksiz olduğunu iddia eden bu succubustu. Ve şimdi kalkmış onu çekici bulduğunu söylüyordu.
Adonis'in yanından geçip Nelai'ye yaklaşan adam kibarca elini uzattı.
"O halde biraz da benim sohbetimi dinlemeye ne dersin? Eminim, sana Adonis'in çekiciliğini sorgulatabilirim."
Nelai adamın elini tuttu ve onu divana yöneltmesine izin verdi.
"İddian için şans vermesem, sana haksızlık olur."
Uslanmaz çapkın Tammuz ağzının payını alamamış olacak, İnanna'nın yokluğunda, her fırsatı değerlendirmeye çalışıyordu. Başına gelenlerden ve hali hazırda çektiği cezaya rağmen Nelai'ye yaklaşmaktan çekinmiyordu. Fakat Adonis'in içi rahattı. Succubusun itirafından sonra, tabiatı gereği ondan başkasına şehvet duyamayacağını biliyordu. Yani o ortamda olduğu sürece, Nelai gerçekten de onun evcil iblisiydi.
Tammuz, Nelai'ye yakın oturup sohbet açmaya çalışırken o yeniden pervaza oturdu. Nabi ona beklemesi gerektiğini söylemişti ama sebebini söylememişti. Adamın çay sevdalısı kahinin yanına geri dönmesinden korkarak, Nelai ile Tammuz'un muhabbetiyle kafasını dağıtmaya karar verdi.
Bakışları Nelai'ye takıldı. Kadının hareketleri garip biçimde zarifti, şehvet iblislerinin şuh ve isteğe odaklı tavırları onda yoktu. Tabi, neden olsun? İtirafında samimiyse, Nelai şimdilik ona bağlıydı, şehvetini doyuramadığı sürece başkasına gidemezdi. Yine de kadın hakkında kesin karara varamamak canını sıkıyordu. Yeteneksiz olduğuna inanmıyordu ama ya doğruyu söylüyorsa... O zaman kadına boşuna eziyet ediyordu.
Nelai ile karşılaşana dek iblislerle bu şekilde bir yakınlığı olmamıştı. Daha doğrusu öldürme amacı taşımayan bir yakınlaşma olmamıştı. Ares sayesinde güçlü iblis toplulukları kontrol altına alınmıştı ve iblis gruplarına liderlik yapanlar, Ares'e bağlı olan iblis efendileriydi. İblis efendileri ise Ares'ten başkasına boyun eğmezlerdi ayrıca diğer ölümsüzlerin emirleriyle ilgilenmezlerdi.
Her ne kadar kabullenmez görünse de, Ares'e haksızlık ettiğini biliyordu. Tüm evlerin sorumluluğu dolaylı da olsa Ares'in omuzlarındaydı ve Adonis bilerek ona yardım etmekte çekimser kalıyordu. Bu davranışının sebebi, Dünya'nın Ares'i seçmiş olması olmasıydı ama bunu kendine dahi sesli itiraf etmemişti. Şu anda neden düşündüğünü bilmiyordu ama bilinçaltında gizlediği duygular ortaya çıkarken, eski hesaplaşmaları da beraberinde getiriyordu. Ve bu bencilce tavrından dolayı, rahatsız olmaya başlamıştı.
Ares her zaman ona ve Solan'a çok güvendiğini belli ederdi. Geri planda kalan Solan kayıtsız bir kusursuzlukla Ares'e yardım ederken; o, hep sorumluluktan kaçarcasına hareket etmişti. Ares onun bu huyunu bildiği halde şimdiye kadar onu pek zorlamamıştı ama son zamanlarda yardım çağrısı konusunda ısrarcıydı. Başta adamın Dünya'ya vakit ayırmak için sorumluklarından kaçındığını sanmıştı ve kendince intikam almak için iyice umursamaz davranmıştı. Yanılmış olduğunu yeni anlıyordu.
Ares her konuda ona destek olmuş ve defalarca dostluğunu kanıtlamıştı. Hafızasını silmesi dışında, onu hayal kırıklığına uğratacak bir şey yapmamıştı. Gerçi olayların aslını öğrendikten sonra hayal kırıklığı utanca dönüşmüştü ve Ares yine büyüklük yapıp ihanetini yüzüne vurmamıştı.
Daldığı derin düşüncelerden onu koparan, adının sohbette geçmesiydi. Tammuz onun odadaki varlığını unutmuşa benziyordu, adamın tüm ilgisi Nelai'nin üstündeydi. Cazibesini sonuna kadar kullanıyordu.
"Adonis'in tersine benim sıkıcı tabularım yoktur güzelim, iblis olman bana daha çok heyecan verir."
Adonis kaşlarını çatarak pervazdan doğruldu ve ikisinin konuşmalarına dikkat kesildi. Nelai sırtını ona dönmüştü, ne ara yer değiştirmişlerdi! Ve neden ikili koltuktaydılar? Tammuz çapkın bir gülümsemeyle, Nelai'ye yaklaştı.
"Zor adamı oynayarak güzelliklerin tadını çıkarma fırsatını kaçıracak kadar ahmak değilim. Birilerinin tersine zevk almayı ve vermeyi bilirim."
Nelai'nin yüzünü göremiyordu ama Tammuz'un ağzının suyunu akıttığına göre; kadının adama gülümsediğine emindi. Sıkılan çenesini gevşetip kadının sözlerini dinledi. Kibar bir sesle konuşan Nelai neredeyse neşeliydi.
"Neden sürekli kendini onunla kıyaslıyorsun?"
"Çünkü ilgini kendi üstüme çekmek istiyorum ve karşımdaki rakibim o. Beğenini söyledikten sonra ne yapmamı bekliyordun ki?"
"İnanna'nın dehşetinden de mi korkmuyorsun?"
Tammuz'un bakışları Nelai'nin yüzünde gezinirken mırıldandı. "Alacağım ödül, cezaların korkunçluğuna değer diye düşünüyorum. Sence?"
Nelai kahkaha atınca, Adonis'in tüyleri diken diken oldu. Tammuz ile flörtleşmesine inanamıyordu hem de onun gözünün önünde! Demek ki, az önce yalan söylemişti.
Nelai neşeyle fısıldadı.
"Benim ödülüm sıradan olacak ama senin asla unutamayacağın anlar yaşayacağına eminim. Burada özel olan benim."
Tammuz hafifçe bozuldu. Yan gözle Adonis'e kısa bir bakış atıp Nelai'ye sırıtmaya çalıştı. "Beni sıradan görmen gururuma dokunabilirdi ama beni tanımadığını varsayarak bu cahilliğini dikkate almıyorum."
Nelai uzanıp adamın yüzünü okşarken Adonis iyice gerildi. Bu iblis ne yapmaya çalışıyordu? Onunla birlikte gelen bir kadının Tammuz'a kur yapması ne Olimpos'ta ne de Marduk'un evinde pek hoş karşılanmazdı. Aslında Tammuz'un çapkınlıkları İnanna dışında kimse tarafından umursanmıyordu. Nelai'ye ilgisi fazla sorun çıkarmazdı ama onun yanındaki kadını tavlamasına izin veremezdi.
Nelai konuşurken, o da onlara doğru yürüdü.
"Aslında Adonis ile kendini kıyaslamana şaşırmamam gerek. Duyduğuma göre, sen ve Adonis'in yazgısı benziyormuş. İkiniz de Tartaros'ta yaşamak zorunda kalmışsınız."
Tammuz sıkıntılı bir kıvranmayla konuştu. "Doğru duymuşsun."
Adonis uzanıp Nelai'nin elini adamın yüzünden çekince, Tammuz onu fark ederek irkildi. Adonis kadının elini sertçe bırakıp homurdandı.
"Tammuz'un esareti, cezası yüzündendi."
Adam geriye yaslandı ve ona bakan gözlerini kısıldı. Adonis adama doğru dönerek devam etti. "Görülüyor ki, bitmeyecek bir ceza."
"Bu neden seni sinirlendiriyor? Cezayı çeken benim ve suçlarımı da seçmekte özgürüm. Herkes senin kadar şanslı değil, evlerin en güzel kadınları benim için kavga etseydi, senin gibi davranmayacağıma eminim."
Adonis gözlerini kırpmadan adama bakarken Nelai ayağa kalkarak karşısında durdu. "Sorun çıkarmayacağım Adonis." Dedi uysal bir ses tonuyla mırıldanarak. "Küçük bir eğlence sadece..."
Nelai'ye, Tammuz'dan da çok öfkeliydi. Çapkın Tammuz'dan beklenecek hareketlerdi ama Nelai... Ah, ondan da beklenebilirdi. Kadının bir succubus olduğunu nasıl olur da unuturdu. Tammuz'a, iblisi işaret ederek dişlerinin arasından söylendi.
"Bu kadın bir iblis, seni tek nefesle kölesi yapabilir Tammuz. Kafan hiç mi çalışmıyor senin?"
"Ah, yapma Adonis. Sen baş edebiliyorsan, ben de baş edebilirim."
Nelai kendini beğenmiş bir tavırla omzunun üstünden Tammuz'a baktı. "Bence bunu bir düşün Tammuz. Biz Adonis ile birlikte olmadık. Nefesimi kullanıp kullanmayacağım kesin değil. Ya kurban olarak seni seçtiysem?"
Tammuz da ayağa kalktı ve Nelai'nin arkasında durdu. Kollarını Nelai'ye sararak göğsüne doğru çekti. Adonis bedenini saran kızgınlığı bastırmaya çalışıyordu. Nelai sırtını adamın göğsüne doğru yaslayınca, Adonis kesik bir nefesle başını başka yöne çevirdi. İzlemekten rahatsız olmuştu. Tammuz kadının boynuna doğru eğilip dudaklarını tenine dokundurdu, ufak öpücüğünden sonra kulağına doğru mırıldandı.
"Düşündüm de, köle veya kurban... Her iki seçenek de çok cazip..."
Nelai gülümsedi ve elini arkaya atarak adamın saçlarına parmaklarını geçirdi. Adonis ona doğru döndüğünde, gözlerini adamın kızgın gözlerinden ayırmadan kısık sesle fısıldadı.
"Adonis..."
Adonis nefesinin kesildiğini fark etti ve yumruklarını gevşetti. Bakışlarını kadının çeliği andıran gri gözlerinden alarak, çekici bir kıvrımla şekillenmiş dudaklarına kaydırdı. Öpücüğün hayaliyle dudaklarının karıncalandığını hissetti. Kendine engel olamıyordu, kadına doğru adım atacakken Tammuz ikisinin arasına girerek Nelai'ye ulaşmasını engelledi. Bir an ne olduğunu anlayamadı. Ne gördüğünü dahi anlayamadı. Tammuz onun yerini almış öpmek için hareketlendiği muhteşem dudakların tadını çıkartıyordu. Nelai, adamı ret etmeksizin kollarını boynuna doladı ve gözlerini kapattı.
Bölüm 18 : Gülümsemenin Sebebi Olmak
Tüm bedeni birden boşalmış gibi hissederken ne düşüneceğini bilemedi. Aptallaşmış bakışlarla ikisinin öpüşmesini izlediğini fark edince, kendine gelerek ileriye yürüdü ve Tammuz'u sertçe çekip kadından ayırdı. Nelai'yi koltuğa iterken Tammuz'u boğazından yakaladı ve kendine doğru çekti.
"Sana yapmamanı söylediysem bir sebebi vardır Tammuz. Aptallığın sırası değil, çapkınlığını kanıtlamanın da."
"O da beni istiyor!" diye hırlayan Tammuz kurtulmak için onun parmaklarını boğazından çözmeye çalıştı.
"Sersem herif! O herkesi ister, özelliğin yok senin." Adamı kapıya doğru iterek uzaklaştırdı. "Şimdilik sohbetiniz bitti!"
Tammuz yan gözle Nelai'ye baktıktan sonra doğruldu. Boğazında bir sıra parmak izi çıkmıştı ve gözleri öfkeyle yanıyordu. Adonis kendisine bir şey yapılmasından çekinmiyordu ama bu meselenin Ares ile Marduk arasında problem olmasını istemiyordu. Tammuz yeniden ona baktığında, adamın küstah bakışlarının yumuşadığını görmek onu şaşırtmadı. Kadın için savaşmak umurunda değildi. Eliyle boynunu ovalayarak ona sırıttı.
"Eh, peki, bu kez çekilen ben olayım. Öncekilerin hatırına bir kibarlık yapmanın zamanıdır." Dedi ve kapıya doğru döndü. "Umarım yakında görüşürüz."
Tammuz odadan çıktıktan sonra Adonis kendini rahatlatıp soluğunu düzenlemek için geriledi ve koltuğa oturdu. Ani duygu değişimi yüzünden nefes nefese kalmıştı. Öpüşmenin etkisiyle dudakları kızarmış kadına, kaşlarının altından kızgın bakışlarla baktı. Yaptığından hiç utanmadığı belliydi, neden utansın ki? O bir iblisti ve kimseye bağlı olmayan bir dişiydi.
Nelai saçlarını düzelterek gergin bir sesle konuştu.
"Bana izin vermeliydin. Benim de ihtiyaçlarım var ve senin yardımcı olmayacağın belli."
Adonis dudaklarını ıslatıp öfkesini saklamak için nefeslendi. Parmaklarını sıktığı kumaş örtüden alarak doğruldu. "Sana yardım etmeyi teklif ettim."
"Rol yapacaktın." Dedi Nelai öfkeyle. "Ben bir şehvet iblisiyim Adonis. Zevk numarası yaptığını anlayamam mı sanıyorsun? Senden beslenemem."
"Birkaç gün sabredebilirsin." Diye söylendi. "Kolye bulunduktan sonra kimle olursan ol, umurumda olmaz."
"Şimdi neden umurunda oluyor?" dedi düştüğü koltuktan doğrularak.
"İki kişinin sevişmesini izleyecek değilim." Dedi aklına bir şey gelmeyince. Öpüşen bir çift görmek onu hiç bu kadar rahatsız etmemişti. Birkaç saat önce kendisinin öptüğü bir kadının, başkasıyla öpüşmesi öfkelenmesine yetmişti.
Nelai gözlerini kıstı. "Gözlerini kapatsaydın." Dedi ve hafifçe sırıttı. "Benim yaptığım gibi..."
Adonis bakışlarını kaçırıp başını duvara doğru çevirdi. Nabi ile görüşmeden Olimpos'a geri dönemezdi ve değerli vakti bu iblisle boşa gidiyordu. Ağzından laf almayı başaramamıştı. Üstüne üstlük kadın, onun ilgisini çekmeye başlamıştı. Nelai'nin ayağa kalktığını fark etti ama kadına bakamadı. Güya çekiciliğini kullanıp succubusu etkileyecekti ama kendisinin de etkileneceğini hesaba katmamıştı. Bir iblisti karşısındaki, lanet olası duygusuz bir iblis.
Nelai yavaşça onun kucağına otururken bedenini gerileterek kadına izin verdi. Gözlerini kadının tuhaf bir hüzünle ciddileşen yüzüne çevirdi. Nelai kucağına oturmak dışında ona dokunmuyordu, o ise sırtını iyice koltuğa yaslamıştı. Nelai gümüş parlaklığındaki gözlerini onun gözlerine kenetleyerek yavaşça konuştu.
"Onu öperken seni hayal ettim. Gözlerimi kapatmam o yüzdendi. Seni çağırdım ama sen beni yanıtlamadım." Kesik bir nefes alıp gözlerini onun yüzünde dolandırdı. "Çok güzelsin Adonis. Belki bu nedenle kaderinde kendini tek kadına adayamamak var. Bu güzelliğe tek kişinin sahip olması haksızlık olabilir."
Adonis sahte bir gülümsemeyle başını biraz geriletti. Bakışlarını kadından ayırmadan konuştu.
"Yine saçmalamaya başladın. Ben düşündüğün kadar kibirli ve kendine aşık bir adam değilim."
"Senin egonu sana karşı kullanmaya çalıştığımı mı sanıyorsun? Överek elime ne geçecek?"
Nelai'nin yüzünde beliren çapkın gülümsemeyi izleyerek cevapladı. "Ben de bunu merak ediyorum. İstediğin tek şeyin benim bedenimden alacağın zevk olmadığını düşünüyorum." Nelai'nin kaşları belli belirsiz çatılınca ekledi. "Veya yaptığın hırsızlık yüzünden Olimpos'un dehşetinden çekindiğini de... Af dilemek için burada değilsin, değil mi?"
Nelai gerildi ama bunu belli etmek istemediği için yüz ifadesini sakin tuttu. "Başka ne olabilir ki? Adonis, ben sıradan ölümlü bir iblisim. Alacağım zevk önemli, kimden alacağım değil. Tammuz veya sen, şehvetimi beslediğiniz sürece benim gözümde aynısınız. Ve af edilmem ömrümün uzun olmasını sağlayacak ambrosia ve arınma ile. Bu nedenle Olimpos'un peşime düşmesi hiç hoşuma gitmez."
Başını sağa sola salladı. Nelai ona bakmakta az önceki gibi kararlı değildi, gözlerini onun gözlerinden kaçırıyordu. İblisin yalan söylemede o kadar da yetenekli olmadığını fark etti. Rol yapması da olasıydı ama yarım akıllı veya bir şeye odaklanmış iblisler kadar rahat olmadığı kesindi. Kadına doğru yavaşça doğrulunca, irkilen Nelai derin bir nefes aldı. Ellerini onun omuzlarına koydu, sanki hareketini kontrol etmek istercesine.
Kadının yüzüne biraz daha yaklaşıp her kelimenin üstüne basarak konuştu.
"Başka ne olabilir? İşte, benim merak ettiğim şey de bu. Olimpos'tan istediğin asıl şey ne?"
"Sen." Dedi Nelai, baştan çıkmış bir ses tonuyla.
Nelai'nin bakışları onun dudaklarına kayarken; onun da dudakları istekle aralandı ve kendine engel olamadığı açık bir özlemle kadını öpmek için uzandı. Adonis son anda kendini çekince, kadının parmakları pençe misali onun omuzlarına kenetlendi. Kapattığı gözleri öfkeyle açıldı. Erimiş gümüşe dönüşen gözlerdeki fırtına kıvılcımlarına eğlenerek bakan Adonis sakin bir sesle konuştu.
"Kalk üstümden. Ve o dudaklarını, ben yakınındayken sadece konuşmak için kullan."
Çenesi öfkeyle kasılan Nelai, tek hareketle ondan uzaklaştı. Kadının teninden yükselen öfkenin kokusunu hissetmek ona nedense çekici gelmişti. İblisin ten kokusundan tiksinmediğini fark etti, tam tersine hoşuna gitmişti. Bu yüzden onun çağrısına bir kez daha kapılmamak için kendini zor tutmuştu. Nelai karşı koltuğa oturunca rahatladı ve gergin bedenini gevşetmek için nefeslendi.
Bu meydan okuma gittikçe dayanılmaz hale geliyordu. İçinden iblisin bir an önce çözülmesini diledi, çünkü bu gardiyanlık hiç eğlenceli değildi. Aklına Ares'in onu Dünya'nın başına diktiği zaman gelince ister istemez gülümsedi. İksion'un gönderdiği iblisle yaptığı dövüş hiç fena değildi ama Ares'in onu azarlaması gecenin en berbat anıydı. Yine de acısıyla tatlısıyla anıları düşünmek, hoşuna gidiyordu.
"Gülümsemenin sebebi olmak isterdim."
Adonis konuşan iblise baktığında Nelai hafifçe başını eğerek devam etti. "Seni böyle gülümsetebilmek isterdim ve bu, beni mutlu edebilirdi. Aslına bakarsan, mutlu olacağıma eminim."
Ciddi olmadığını düşündüğünden geriye yaslanıp bakışlarını kadının yüzünde dolandırdı. Beklediği sahteliği aradı ama bulamadı. Bıkkınca elini salladı.
"İblisler mutlu olabiliyor mu? Tabi, arzularınızın tatmin edilmesi dışında ki, onlar da bahsettiğin anlamda bir mutluluk sağlamaz."
Nelai bir süre daha ona bakıp yutkundu. Sonra başını yana çevirip gözlerini kaçırdı. "Kimse için yeterli mutluluk yokken benim bu isteğimi samimi bulmaman normal."
"Samimiyetle alakası yok ve haklısın, mutlu olmak hep ulaşılmaz bir düşünce olmuştur. Ütopik ve anlaşılmaz..."
Nelai dalgın bir sesle mırıldandı. "Göreceli bir konu... Ulaşılmaz olduğunu düşünmüyorum. Sadece sahip oldukların ne kadar çok olursa, mutluluk o kadar uzaklaşıyor. Mesela sen mutlu değilsin ve her şeye sahipsin." Titreyen bir buğunun olduğu bakışlar ona doğru döndü. "Benim hiçbir şeyim yok ve senin gülümseme sebebin olmakla dahi mutlu olabileceğimi biliyorum. Bir kişiyi böyle güzel gülümsetebilmek muhteşem bir şey olmalı."
"Sen anlık mutluluk peşinde misin?"
"Mutluluğun kıymetini bilmeyecek kadar arsızlaşmak istemem. Hem kim sürekli bir mutluluk hali ister? Anlamı kalmaz." Dedi ve omuzlarını kaldırdı. "Ayrıca benimki boş bir umut çünkü beni düşünerek gülümseyeceğini sanmıyorum."
"Manevi bir mutluluk peşinde olduğunu da ben sanmıyorum. Bu konuşmayı yapmamız bile saçmalık. Benim gülümsemem senin için neden önemli? Daha doğrusu gülümsememin sebebi olmak senin için neden bir anlam taşısın?"
Nelai'nin bakışları bir anlığına onu yüzünde dolandı ve yavaşça konuştu. "O gülümsemeyi görseydin beni de anlardın. Konuşmamız saçmalık değil ve sanırım sadece senin için anlamsız."
Adonis aklında bin bir düşünce olduğu halde Nelai'ye bakarken kapı açıldı ve dikkati kapıdan girene çevrildi. Nabi elinde tahta bir kutuyla odaya girdi ve kendinden emin adımlarla onların yanına geldi. Adonis adama selam verirken bir yandan da Nelai'nin tepkisini gözlüyordu. İstediği meyveye az sonra sahip olacaktı ama kadının ifadesi çok durgundu.
Nabi kısacık bir sohbetten sonra onlara veda edip gidince Adonis hiç konuşmayan kadına doğru baktı.
"Gidelim mi?"
Nelai'nin bakışları bir iki saniye kutuya takıldıktan sonra onun gözlerine yükseldi ve başını salladı.
"Gidelim."
Adonis ayağa kalkıp kadının yanına giderken Nelai de yönlenmek için ayağa kalktı. Adonis kadının koluna dokunmak için elini uzatmışken Nelai hızla atılıp onun boynuna sarıldı. Adonis afallayıp tepki veremeden kalakalmıştı. Nelai başını onun boynuna yaslayıp mırıltı gibi bir sesle yalvarırcasına konuştu.
"Bana izin ver." Dedi tedirgin bir sesle. "Sana sarılmak beni rahatlatıyor."
Adonis bedenini gevşetip boştaki eliyle kadının beline sarıldı. Yönlenmekten korktuğu için ona sarılmak istemişti. Bir an için ona sıkıca sarılan kadının bir iblis olduğunu unuttu. Onun korumasına muhtaç masum biri gibi hissetti. Nelai'nin sırtını okşayarak eğildi ve dudaklarını ipek saçlarına dokundurdu. Kelebek dokunuşunu andıran sakinleştirici bir öpücükten sonra genç kadının saçlarından yayılan nefis kokuyu burnuna çekerken fısıldadı.
"Bana sarılmak mı yoksa sadece sarılmak mı?"
Boynuna sarılmış kollar gevşedi. Nelai başını onun boyun girintisinden kaldırıp güzel gözlerini onun gözlerine kenetledi. Dudakları hafifçe aralıydı ve bu durum normalde çok tehlikeliydi. Adonis tüm ciddiyetiyle kadının yüzüne bakarken nefes büyüsüne karşı savunmasız olduğunun bilincindeydi. Başka bir güdüyle bakışları kadının dolgun dudaklarına kaydı. Yutkunarak yeniden kadının gözlerine baktığında alaycı bir ifade görmeyi bekliyordu ama Nelai'nin tüm dikkati ondaydı.
"Sence?" dedi yumuşak bir sesle.
Adonis kadını kendine doğru iyice çekti. Nelai itiraz etmeden bedenini onun bedenine yasladı. Bu yakınlık sayesinde Adonis genç kadının hızla atan kalbini hissedebiliyordu.
"Kalbin neden bu kadar hızlı atıyor?"
Nelai kolunu çözerek sağ eliyle onun yüzüne düşen saçlarını geriye taradı ve yeniden yüzüne dökülmesin diye parmaklarıyla sabitledi. Kalp atışları daha da hızlanmıştı. Nelai heyecanını bastırmaya çalışır gibi nefeslenerek cevapladı.
"Her iki sorunun cevabı da aynı, Adonis. Sana sarılmak..."
Adonis dayanamayıp gülümsedi. Nelai'nin hafifçe ürperdiğini hissetti. Ve bakışlarının değiştiğini... Kadın zorlukla mırıldandı.
"İşte şimdi ilk defa mutluyum."
Aklına az önceki konuşmaları geldi. Gülümseme sebebi olduğu için Nelai mutluydu ve yüzünden samimi olduğu belliydi. Gülüşü solarken Nelai'nin ışıldayan gözlerine baktı. Saçlarını hapseden parmaklar yavaşça açıldı ve Nelai başını eğerek onun boynuna sığındı.
"Teşekkür ederim Adonis."
Ne düşüneceğini bilemez bir halde bir heykel misali kalmıştı. Bir yandan tenini ısıtan nefes ve ona sarılmış olan çekici beden, öbür yandan da hissettiği kalp atışının onun yüzünden olduğunu bilmek... Rol yapıyor diye düşünmek istedi ama o kadar masum duruyordu ki, Nelai'nin bir iblis olduğunu kendine hatırlatması gerekmişti.
Doğrudan yönlenmektense, boyut kapısını açtı ve Nelai farkına bile varmadan Olimpos'a geri döndü. Boyut kapısının önünde dikiliyorlardı ve Nelai başını hala kaldırmamıştı. Kadının sırtını hafifçe sıvazladı.
"Geldik."
Nelai bir iki saniye daha bekleyip başını kaldırdı ve etrafa bakındı. Olimpos'ta olduklarını anlayınca soran bakışlarını ona çevirdi. Adonis ısırdığı dudağını salıvererek gülümsedi.
"İlla yönlenmem gerekmiyordu."
Nelai'nin gri gözlerinde, fırtına bulutlarının hızlıca toplandığını gördü ve ona sarılan kolların öfkeyle kasıldığını. Kadın söylenmeye başlamadan eğilip burnuna şakacı bir öpücük kondurdu ve doğrulurken gülümsemesini iyice genişletti.
"Bak, bir kez daha gülümsememin sebebi oldun."
Nelai hızla ondan ayrılarak kızgın bakışlarını yüzüne çevirdi.
"Seni adi Olimposlu! Şimdi de acının sebebi olacağım!"
Adonis kahkaha atarken Nelai ona doğru atıldı. Kadının yumruğundan kolayca sakınarak koridorda rahat bir alana kaçtı. Nelai pes etmemişti. Ustaca hareketlerle ona vurmaya çalışırken Adonis her darbesini tek kolunu kullanarak savuşturdu. İyice sinirlenen Nelai hırsla bağırdı ve yumrukla birlikte bacağını da kullanarak Adonis'e tekme atmaya çalıştı. Adonis ise kahkahasını bir türlü bastıramıyordu. Sonunda kadını durdurmak için ona saldırdığı bir boşluğunu yakaladı ve beline sarılarak Nelai'nin odasına yönlendi.
Nelai bunu beklemiyordu. Nefessiz kalarak boğuk bir çığlık attı. Adonis korkuyla kasılan kadını bıraktığında Nelai dengesini kaybedip yatağa düştü ve düşerken de onun koluna sarıldığından Adonis de üzerine düştü. Nefes nefese birbirlerine baktılar.
Adonis bedeniyle hapsettiği kadının gözlerindeki öfkenin yerini beklentiye bıraktığını izledi. Hissettiği neşe kayboldu ve kadının beklentisini karşılama arzusuyla kasıldı. Değişen duygularının sarhoşluğuyla boğazı kurumuştu. Bir an önce kımıldamalıydı yoksa...
Derin bir nefes alıp doğruldu ve ayağa kalkarken gergin bir sesle mırıldandı.
"Umarım sakinleşmişsindir."
Nelai cevap vermedi. Gerçi Adonis de soru sormamıştı, sadece konuşmak için konuşmuştu. Nelai yavaşça gözlerini kapattı, göğsü hala derin nefeslerle sarsılıyordu. Adonis kaşlarını çattı ve eli ayağına dolanmış gibi odada birkaç adım attı. Kararsızca elindeki küçük kutuya baktıktan sonra kendini yatağın karşısındaki koltuğa bıraktı.
İşler iyice sarpa sarıyordu. Her şeyin kontrolünün elinden kayıp gittiğini hissetti. Ve bu karmaşanın tek sorumlusu da, yatakta sakinleşmeye çalışan iblisti. Çenesini sıkıp başını çevirdi. Bir an önce kendini toparlamalıydı ama nasıl?
Bölüm 19 : Jotunheim
Çok soğuktu. Başka ne olmasını bekliyordu ki, tamamen buzdan oluşan bir hücrenin içinde hapistiler. Sırtını buz duvara dayamak istemiyordu ama başka seçeneği yoktu. Çünkü Solan ile aynı pelerini kullanması gerekiyordu. Adam hala baygındı ve pelerini üstlerine serebilmek için Solan'ı kucağına almıştı. Ağır kürklü pelerin, bir nebze de olsa soğuktan korunmalarını sağlıyordu.
Yaptığı aptallığa hala inanamıyordu. O sersem adamı olduğu yerde bırakıp gidebilirdi ama yapamamıştı. Kış büyücüleri onları tuzağa düşürmüştü. Artemis onlarla kolayca baş edebilirdi ama Solan'ın bayılması işini zorlaştırmıştı. Adamı bayılmasını sağlayan büyüyü yaptığını düşündüğü büyücüyü, zinciriyle halletmişti. Diğerlerine doğru döndüğünde yerde yatan Solan'ın başına çöken tuhaf yaratığı görünce taş kesildi. Yoksa Solan'a asıl zarar veren bu yaratık mıydı?
Yaratık gölge gibiydi. Soluk ve örümcek ağı gibi uçucu bir pelerin giymişti veya yaratığın sahip olduğu beden oydu. Anlayamadı. Artemis şaşkınlıkla, Solan'ın yüzüne eğilmiş gölgeye bakarken; yaratık aniden irkildi ve bir yılan gibi başını yukarı doğru kaldırdı.
Elindeki zinciri saldırmak için dolayan Artemis fırlatmadan önce gölgeye bağırdı.
"Ondan uzak dur! Uzaklaş!"
Gölge bir hayalet gibi sallandı. Tehditten etkilenmemişti. İlgisini yeniden Solan'a çevirdi. Artemis etrafına bakındı ve şaşkınlıkla etrafını saran kış büyücülerinin de ayin seyreder gibi gölgeye baktıklarını gördü. Ona saldırmıyorlardı ve hepsinin yüzünde sakin bir ifade vardı. Beş tane büyücüyü alt etmek zor olmazdı ama diğer garip yaratığın Solan'a bu denli yakın olması Artemis'i kararsızlığa itiyordu.
Yaratık elini adamın göğsüne doğru uzattı. İncecik parmaklara sahip siyah bir el, uçuşan pelerinin kolundan sıyrıldı. Artemis zinciri, uyarmak adına gölgenin yanına doğru vurarak bağırdı.
"Dokunma dedim!"
Yaratığın eli, Solan'ın göğsünün hemen üzerinde havada durdu. Solan acı içinde inleyerek olduğu yerde kasıldı ve bir elini kendi göğsüne atarak kazağını avuçladı. Bu kadar yeterdi. Artemis yaratığı hedefleyerek zinciri salladı. Zincir, havada yıldırımlar çıkartarak ileri ivmelendi. Zinciri yaratığın eline dolanacakken; yaratık tıslar gibi bir sesle, Solan'a uzattığı kolunu havaya kaldırdı. Zincir yaratığa çarpamadan görünmez bir engele çarparak sarsıldı. O kadar güçlü bir enerji ortaya çıkmıştı ki, Artemis zinciri elinden kaçırdı.
Aynı anda da yaratık doğruldu. İki elini birden havaya kaldırdı ve derinden bir sesle konuşmaya başladı. Artemis hazırlanan büyüyü nasıl durduracağını bilemez halde yerde hareketsizce yatan Solan'a baktı. Kırmızı saçları yüzünü örtüyordu. Baygın adamı bırakmayı ciddi olarak düşündü. Bir iblis için kendini zora sokmasının anlamı yoktu.
Yumruklarını sıktı ve kararını verdi. Yaratığın büyüye başlamasıyla hava değişmiş ve esen rüzgar fırtınaya dönüşmüştü. Kış büyücülerinin hepsi dizlerinin üstüne çökmüş, başları yerdeydi. Bu yaratık her kimse büyücüleri bile korkutan biriydi. Fakat Artemis'i korkutamazdı, sadece biraz endişelendirebilirdi. Elini, yerde duran zincirine doğru uzatıp kendine çağırdı.
Zincir koluna bir bileklik gibi dolanmıştı. Gücünü toplamasına yardım edecekti. Başını kaldırıp yukarıda solgunca duran iki aya baktı. Birbirlerinden uzaktaydılar şu anda ama Artemis, ayların çağrıya uyacaklarına emindi. Savunma kalkanının Solan'ı da kapsaması için içinden dua ederek kendi büyüsüne başlamıştı fakat devamını getiremedi.
Devasa bir el, ağzını kapattı ve dikkatini bozdu. Elin sahibi onu kendine çevirdi. Bu iblisi tanıyordu. Loki'nin birinci komutanıydı. Gri tenli adamdan yayılan nefret ve cinnetin kokusu bir örtü gibi üzerine yayıldı. İblisin iğrenç suratı gerildi ve Artemis'in yüzüne doğru hırladı. Artemis, iblisten kurtulmak için koluna dolanan zinciri çözdü ve iblise saldıracak iken başka biri tarafından zinciri elinden çekildi.
"Bunu ben alayım güzelim. Sen yeterince sorun çıkardın."
Ağzını ve burnunu örten el yüzünden zorlukla nefes alan Artemis, konuşan adama bakmaya çalıştı. Sesi tanımıştı ama anlam verememişti. İblisin iri elinde zorlukla dönüp yanlarında duran Loki'ye baktı. Adamın yüzünde Solan'ın büyüsünün yol açtığı çirkin bir yara vardı. Kanamıyordu ama sert bir şeyle vurulmuş gibi kararmıştı ve kenarları kan toplamıştı.
Loki komutanına döndü. "Hapse at ama dikkat et, Artemis'e zarar gelmesin." Dedi ve Solan'a yan gözle baktı. "Şu pisliğe ne olacağı umurumda değil. Kararını muhafıza bırakıyorum."
Sonra Artemis'in güçlükle soluk alan hayal kırıklığı içindeki yüzüne baktı.
"Tatlı Artemis, uslu durursan sana zarar verilmeyecek. Sarayımda misafir etmek isterdim ama Ares'in ziyaret etme olasılığı yüksek. Sizi arayacağı muhakkak ve şu durumda benimle görünmen hiç hoş olmaz. Bu nedenle beni af et."
İblise döndü. "Götür onu!"
Onu ve Solan'ı büyücülerin ormanına yakın bir yere taşıdılar. Artemis muhafızı göremiyordu ama hissediyordu. Rahatsız edici bir dalga misali alana gücü yayılıyordu. Büyücüler ikisini buzdan bir küreye hapsettiler. Artemis ne kadar denese de, büyülü küreden çıkamayınca pes ederek Solan'ın yanına çöktü ve üstündeki peleriniyle ikisini de sardı.
Uzun zaman geçtiğine emindi ama hala Solan kımıldamamıştı. Nefesini duymasa öldü sanabilirdi. Bir kez güçlendirmeye çalışmıştı ama başaramadı. Nektarını içmemişti ve ayların kutsaması, kürenin içine ulaşamıyordu. Hepsi bu ahmak kırmızı yüzündendi. Adamı, o tuhaf yaratıktan korumaya neden çalışmıştı anlamadı ama adama bir şey olmasından korkmuştu. Kendisi zarar verebilirdi ama başkasına izin verecek değildi. Bu zevke sadece kendisi sahip olmalıydı.
Bacaklarının arasına uzanmış adamı biraz daha kendine çekerek başını düzgünce kolları arasına aldı. Kırmızının en ateşli tonuna sahip saçlarının aksine, kirpikleri ve kaşları daha koyuydu. Hatta kirpikleri simsiyahtı. Göz şekli bir kediyi andırıyordu, hafif çekik ve biçimli. Yüzündeki iki yara izi dışında teni Hekate gibi pürüzsüzdü. Bu yaraların varlığı adamın uğradığı lanetli işkencelerin büyüklüğünü gösteriyordu.
Solan doğuştan bir ölümsüz olduğu için normal yaraları kolayca iyileşir ve iz bırakmazdı. Lanetli bir büyü veya silahın yol açtığı yara ise iz bırakabilirdi. Kaşının kıyısını kesen ve saçlarına uzanan yara izini parmağının ucuyla izledi. Kendine engel olamamıştı. Acıma duygusu aradı içinde ama bulamadı. Solan'a acımıyordu hiç acımamıştı. Hissettiği duygu nefret veya merak olabilirdi ama acıma değildi.
Parmakları aşağıya doğru kaydı ve hafifçe belirginleşmiş sakalların sardığı dudakların kıyısında durdu. Aklına periyi öptüğü an geldi ve adlandıramadığı duygunun üstüne bildik bir duygunun yüklendiğini hissetti. Kızgınlık. Şu anda biraz solgun olan dudakların, periyi nasıl öptüğünü ve inlettiğini anımsamak üşüyen bedeninin ısınmasını sağlamıştı. Fakat neden kızıyordu ki, bahçe o zaman talan edilmemişti, ikisinin tartıştıkları zaman talan edilmişti. Yani periyi bec... Yani periyi öpmesinin sakıncası olmadığı kanıtlanmıştı. Çünkü adamın dikkatini, peri değil, bizzat Artemis'in kendisi kaybettirmişti.
Fazla büyük olmayan ve güzel kıvrımlara sahip dudakları kenarından okşadı. Acaba onunla öpüşmek nasıl bir histi? Şimdiye kadar sadece Orion ile öpüşmüştü ve ilk defa ondan başka birini öpmeyi hayal ediyordu. Parmakları titredi ve hemen çekerek elini yumruk yaptı. Yüzünü buruşturup başını buzdan duvara çevirdi. Sersem kırmızı ona neler düşündürüyordu öyle!
Derin bir nefes alıp düşüncelerini kontrol altına almaya çalıştı. Buradan kurtulmak için ne yapacağını düşünmek en iyisiydi. Kıramadığı buzun içinden yönlenmeyi de başaramamıştı. Gücü azdı ama bu kadar faydasız hale düşeceğini tahmin etmemişti. Hermes bile çağrısına yanıt vermemişti. Tek umudu Ares'in onları aramaya gelmesiydi. Gerçi kardeşine buraya geleceğini söylememişti ama Solan'ı merak edip Jotunheim'e gelmesi muhtemeldi.
Bakışları yeninden Solan'a doğru döndü. Ve olduğu yerde sıçradı. Çünkü Solan gözlerini açmış afallamış bir ifadeyle ona bakıyordu. Adamı kucağından iterek uzaklaştırırken bir yandan da söyleniyordu.
"Ne ara uyandın sen! Niye söylemedin?"
Solan itişlerden rahatsız olmadan doğrulmaya çalıştı. Artemis yüzünün alevlendiğini hissediyordu, utanması anlamsızdı ama adamın ona şefkat duyduğunu sanmasını istemiyordu. Pelerini tamamen kendine alıp küçük hücrede diğer duvara geçince adamın yüzüne bakmaya cesaret edebildi.
Solan sırtını duvara dayamış, tek bacağını kırıp kolunu dizine yaslamıştı. Dağılmış saçlarının arasından onu izliyordu. Artemis yanaklarının ısınmasına aldırmadan söylenmeye devam etti.
"İnsan bir kıpırdar, uyanıyorum der değil mi?"
"Ben mi?" dedi Solan sakin bir sesle.
"Evet, sen!" diye homurdandı Artemis.
"Unuttun sanırım, ben insan değilim, iblisim!"
Artemis'in çenesi kasıldı ve kaşları çatıldı. Sürekli adama iblis diyordu, bu artık saldırı boyutuna geçmişti farkındaydı. Solan gücenmiş gibi değildi, sanki şakalaşıyorlardı. Adam başını yorgunca duvara dayayıp gözlerini kapattı. Ardından mırıldandı.
"Benden kibarlık bekleme."
Artemis gözlerini kaçırdı ama daracık hücrede bakacak fazla detay yoktu. Yeniden Solan'a döndü. Üzerinde yarı deri ve kumaştan oluşmuş bir ceket vardı ve kalın deriden bir pantolon. Eldivenleri dışında onu soğuktan koruyacak artı bir kıyafeti yoktu. Çizmeleri dizlerine uzanıyordu ve alanı fazla kaplamamak için bacaklarını kırmıştı.
Solan'ın yanına emekledi. Solan hareketi fark etmişti, başını doğrultup ona baktı. Artemis üstündeki pelerinin ucunu adama uzattı ve söylenir gibi mırıldandı.
"Benden de çok sık bekleme." Dedi ve küskünce somurtup ekledi. "Pelerin ikimize de yeter."
Solan kumaşı eliyle itip bakışlarını ileriye çevirdi. "Gerek yok ben üşümüyorum."
"Aptallık etme kırmızı."
"Sana istemiyorum dedim."
Sesindeki sert çıkış Artemis'i sinirlendirdi. Kim oluyordu da onun yardımını ret ediyordu. Pelerinin yarısını Solan'a çarparcasına serdi ve seslice söylendi.
"Üzerine ört dediysem örteceksin! Soğuktan donmuş bir kırmızının başını beklemek istemiyorum."
Solan kaşlarını çatıp ona baktı. Artemis pelerini düzeltmeye ve azarlamaya devam etti.
"Burada ne kadar kalacağımız belli değil. Birileri bizi merak edene kadar beklemek zorundayız."
Solan pelerini üzerine örtmesine izin vermişti ama aralarında mesafe bırakmaya özen gösteriyordu. Alaycı bir bakış atarak konuştu.
"Neden bizi buradan çıkarmıyorsun?"
Artemis suratını astı. Güçlerinin bu hapiste işe yaramadığını itiraf etmek istemiyordu. Omuzunu kaldırıp söylendi.
"Seni kurtarmak için gücümü harcayacak değilim."
"O halde beni bırakıp gitseydin."
Yan gözle adamın yeşil gözlerine baktı. Göz rengi içindeki daha koyu yeşil hareler sayesinde çiğ değil, oldukça güzel bir parıltıya sahipti. Omzunu yeniden silkti. Solan keyifle sırıttı.
"Beni bırakıp kaçamadın değil mi?"
Artemis başını çevirdi ve homurdandı.
"Gitmedim çünkü zincirimi düşürmüştüm ve bulamayınca gitmek istemedim. Sebep sen değilsin kırmızı!"
Solan'ın sesi iyice keyiflenmişti ve bu ton Artemis'i deli ediyordu.
"Bana hiç aldırmayan birine göre çok düşüncelisin çilli."
Artemis köpürerek ona döndü.
"Bana çilli deme iblis bozuntusu! Sen kim oluyorsun da bana lakap takıyorsun, hem de haksız yere!"
"Sen de bana takıyorsun."
"Ben yaparım ama senin hakkın yok."
Solan başını bıkkınca sallayıp çevirdi ve duvara yasladı. Artemis öfkesinden çıldırırken adamın bu umursamaz sakinliği karşısında çileden çıkıyordu.
"Zaten senin yüzünden bu hale düştüm. Loki'yi kızdırmasaydın, bizi hapsetmeyecekti..."
Solan doğrulup ona baktı ve lafını kesti.
"Bizi Loki mi hapsettirdi?"
Artemis başını sallayıp adam bayıldıktan sonra olanları anlattı. Duygusuz iblisin tek tepkisi çenesinin hafifçe kasılması olmuştu. Başını yere çevirdi ve kaşlarını çattı.
"Seni burada bırakmamalıydı, bu büyük bir saygısızlık!"
Artemis şaşaladı. Tamam, Solan'dan daha önemli bir kıdeme sahipti ama adamın bunu hesap etmesi ilginçti. Solan dişlerinin arasından tısladı.
"Gerçi seni yanına alsaydı daha çok sinirlenirdim. Her hâlükârda öcümü ondan fena alacağım."
"Hey, pardon ama biz burada hapisiz kırmızı! Öç planı yapmayı bırakıp önümüzdeki soruna odaklanır mısın?"
"Burası benim için sorun değil." Dedi ve sakinleşmiş bakışlarını ona çevirdi. "İstediğim zaman bizi buradan çıkarabilirim."
"Yapma ya!" dedi Artemis. "Şimdi neden çıkarmıyorsun?"
"İstediğim zaman demiştim yani şu anda istemiyorum."
"Tabi, tabi..." diye küçümser bir ifadeyle adama sırıttı. "Ben de öyle düşünmüştüm."
Solan'ın onu izleyen bakışları yumuşadı ve samimi bir gülümsemeyle yüzü aydınlanınca Artemis suratını asarak başını çevirdi. Durup dururken insanca bir hareket yapmasına alışamayacaktı anlaşılan. Ve bu tavrı garip biçimde tanıdıktı. Aklına Orion geldi. Son zamanlarda onu daha sık anımsıyordu ve daha çok özlüyordu. Solan'ın bu anlık değişikliği de onun sevgilisini yeniden özlemesine yol açmıştı. Çünkü bazen Orion da böyle yapardı. Yüz ifadesi hızla değişir ve buz gibi bir soğukluktan bahar meltemi gibi ferah bir havaya geçiş yapmasına neden olurdu.
"Neyin var?"
Solan'ın sesiyle irkildi. Adam meraklı bir bakışla onun ifadesine bakıyordu. Biraz daha yakınlaştıklarını fark etti ve nedense bu yakınlıktan rahatsız olmadı. Solan onu işaret ederek sorusunu açıkladı.
"Üzgün müsün? Seni buradan çıkarmadığım için mi?"
Artemis başını sallayarak yutkundu. "Hayır, onun için üzgün değilim. Yalan söylediğini zaten biliyorum kırmızı. Bizi çıkartamazsın."
"Peki, neden üzgünsün?"
Artemis adamın ilgili ifadesine baktı, samimi bir ciddiyetle sorusunun cevabını bekliyordu. Hatırasından kaynaklanan boğuk bir sesle konuştu, ağlamak üzere olduğuna inanamıyordu. Hem de Solan'ın önünde...
"Üzgünüm işte, neden soruyorsun?"
Solan'ın inceleyici bakışları onun yüzünde dolanırken özlemi daha da baskın hale geldi. Sanki Orion yanı başındaydı. Nefes alamıyordu ve gözyaşlarını durdurmak için kendini çok zorluyordu. Dayanamayıp güçlükle adamın sorusuna cevap verdi.
"Orion'u özledim..." dedi titreyerek. "Onu çok özledim."
Şimdiye kadar kimseye bu itirafı yapmamıştı, Solan'ın yanında ise çözülüvermişti. Solan'ın bakışlarındaki ilgi yerini şefkatli bir anlayışa bıraktığında Artemis de gözyaşlarını serbest bıraktı. İri damlalar yanaklarından birer birer süzülürken nefesi kesilerek konuştu.
"Neden böyle duygusallaştım bilmiyorum. Sanırım senin yüzünden yoksa ben kendimi asla kaybetmezdim."
Solan ona kollarını açınca Artemis hiç düşünmeden adamın göğsüne sığındı. Solan konuşmaksızın, o ağlarken sırtını sıvazlayıp teskin etmeye çalıştı. Orion'u kaybettiği günden sonra ilk defa bu kadar çok ağlayan Artemis gözyaşlarına hakim olamıyordu.
Solan'ın usulca içini çektiğini hissetti. Ardından gergin bir tonda konuştu.
"Hiç kimseyi bu kadar sevmemeliydin."
Artemis burnunu çekerek doğruldu ve gözlerindeki yaşı elinin tersiyle sildi. Solan kızmış gibi yüzü çok gergindi. Onun tüm hareketlerine dikkat kesilmişti ve bakışlarını bir an olsun yüzünden ayırmıyordu. Artemis adamın ciddiyeti karşısında ağlamaklı bir sesle konuştu.
"Elinde olmaz kırmızı. Benim de elimde değildi."
Solan kaşlarını çattı. "Ne demek elinde olamaz! Duygular kontrol edilebilir. Bu kadar acı çekiliyorsa sevmenin ne anlamı var?"
Artemis ne cevap verecekti ki? Solan hiç tatmadığı duyguları merak ediyordu ama kesinlikle duygusal yaklaşmayı başaramıyordu. Kendine gelmeye çalışarak nefeslendi ve gözlerinden hala akan yaşları sildi. Ağlamak iyi gelmişti, şimdi kendini daha rahat hissediyordu.
"Belki ben acını dindirebilirim."
Artemis afallayarak adama bakınca Solan ekledi.
"İyileştirmeyi denememi ister misin?"
Artemis kendini tutamadan güldü. "Bu hastalık değil kırmızı, yara tedavi eder gibi iyileştiremezsin."
"Denememe izin ver."
Artemis bıkkınca başını salladı. "Anlamayacaksın." Diye mırıldandı. Sonra etrafa baktı. "Şaka yapmayı bırak da, buzu kırabilecek keskin bir şeyin var mı kontrol et. Gerçi adi büyücüler tüm silahları almışlardır ama..."
Solan onun lafını kesti.
"Çıkmak için hazırsan ben hallederim."
Artemis yüzünü buruşturarak Solan'a döndü. "Of, yine saçmalamaya başladın."
"Eğer başarırsam ödülüm ne olacak?"
Artemis gözlerini kısarak düşündü. Başarmasına imkan yoktu. Hem yaralıydı hem de tek silahı olan sopası adamın elinden alınmıştı. Ayrıca en az iki gündür nektar içmemişti, yani onu yaralayan zincirin büyüsü yüzünden gücünü toplaması zordu. Belki iddiaya girerse, blöf yapan adamı hırslandırır ve büyülü hapsinden kurtulmaya çalışırken düştüğü komediyi seyrederek eğlenebilirdi.
"Ödül olarak ne istersin? Yeni ve şık kıyafetler mi?"
Solan gözlerini ondan ayırmadan başını sağa sola salladı. Artemis adamın bakışları karşısında kararsız kalarak yutkundu.
"Yemeğe mi çıkarayım?"
Solan hafifçe sırıtınca Artemis'in kaşları havalandı. Lanet iblisin aklındaki ödül her neyse onun yararına değildi. Ama birlikte yemek yemekten daha kötü ne olabilirdi ki?
"Onu istemiyorum."
Artemis homurdandı. "Ödülünü benim seçmem daha adil değil mi?"
"O zaman o senin ödülün olur, benim değil."
"Of! Ne istediğini söyle o zaman!"
Solan ciddileşerek bakışlarını onun yüzünde dolandırdı. Aniden uzanıp sağlam elini onun yanağına yerleştirdi ve gözyaşlarının nemini okşayarak kuruladı. Artemis taş kesilmişti, ne kaçınabildi ne de konuşabildi.
Solan usulca eliyle onun yanaklarını kuruladıktan sonra doğrulup gözlerine baktı.
"Bana seni nasıl iyileştireceğimi öğret, acını dindireyim."
Ağzı açık adama baktı kaldı. Solan yeniden konuştu.
"Sana söz veriyorum, yapabilirim."
Artemis öylesine konuştu. "Demek, buradan çıkışımız o kadar umutsuz ha!" Solan onu anlamayınca elini salladı. "Saçmalamayı bırak da ne yapacaksan yap artık. Bahsi unut."
"Eğer kabullenmezsen bizi çıkartmam."
"Ya, sanki çıkartabilecekmişsin gibi, bir de konuşuyorsun. Ben bile yapamadım sen ne yapmayı düşünüyorsun acaba? Sakın nefesimi vererek buzu eritirim deme, bu yıllar sürer."
"İddiasına var mısın?"
Artemis sonunda pes etti. İlla komik duruma düşmek istiyorsa, onun bileceği işti. Hiç değilse, Olimpos'a dönünce anlatacak bir eğlencesi olurdu.
"İyi, tamam. Eğer bizi buradan çıkartmayı başarırsan, beni iyileştirmene izin veririm. Nasıl yapacaksan artık!"
Solan memnuniyetle gülümsedi ve doğrulurken aslında soru olmayan sorusuna cevap verdi.
"Göreceksin."
Artemis inanmaz bir tavırla omzunu silkip yüzünü buruşturdu. Solan ayağa kalkarken kollarını iki yana açtı. Başı neredeyse tavana değecek derken adamın bedeninden yayılan bir akımla ürperdi. Güçlü bir enerjiydi. Buzdan gelen gıcırtılar bir an için Artemis'i ümitlendirdi ama tuhaf çığlıkları andıran gıcırtılar haricinde bir hareket olmadı. Bahsi kazanmanın gururuyla başını, karşısında dikilen adama doğru çevirdi.
Solan ise kendinden emin bir ifadeyle ona bakıyordu. Elini uzattı.
"Yanıma gel."
"Neden?"
"Çünkü dışarıda bizi neyin beklediğini bilmiyorum. Yanımda durursan seni koruyabilirim."
"Sen hangi alemdesin kırmızı! Biz hala içerideyiz, kafan mı güzel senin?"
Solan ısrarlı bir şekilde elini sallayınca Artemis öfkeyle homurdanarak ayağa kalktı. Elini tutmaktansa, pelerine sıkıca sarılıp adamın yanında dikildi.
"Oldu mu?"
Solan başını salladı ve tek elini öne doğru tuttu. Diğerinin avucunu duvara doğru açınca daha güçlü bir enerji onları hapseden buzu parçalara ayırdı. Aynı anda da Solan'ın elleri yeşil büyü parıltılarıyla doldu. Solan ikisini savunmak için etrafı kolaçan ederken Artemis şok olmuş bir halde adamdan gözlerini ayıramıyordu.
Bu adam nasıl olur da bu denli güçlü büyüler yapabilirdi?
"Hadi be!"
Solan omzunun üstünden ona baktı. "Ne?"
Artemis hızlıca başını salladı. "Yok, bir şey!"
Buz büyücülerinin ormandaydılar ama etrafta kimsecikler yoktu, nöbetçi bile. Solan yine de yakınları kontrol ederken Artemis adamın yanında dolanmaktan başka bir şey yapamıyordu. Gerçekten de ikisini hapisten çıkarmıştı ve vaat ettiği gibi çok kolay yapmıştı.
Solan yere eğildi ve sert toprağa dokundu. Elinden yayılan soluk bir yeşil dalga dağılırken kıpırdamadan bekledi. Sonra ayağa kalkıp ona döndü.
"Büyücüler yakında değil." Dedi ve elini ona uzattı. "Sen Olimpos'a dön, benim Loki ile görüş..."
"Hayır, ben de geleceğim. O serseme diyecek birkaç lafım var."
Solan sertçe lafını kesti. "Sözümü dinle Artemis."
"Sözünü neden dinleyecekmişim? O benim zincirimi çaldı. Bu küstahlığını onun yanına bırakmam."
"Zincirini sana getirebilirim."
"Hayır!"
"Artemis!"
"Hayır!"
Solan sinirle dudaklarını sıktı ve hızla ona doğru atıldı. Artemis kendini geriletse de adam ondan hızlıydı. Güçlü parmakları bileğinde hissettiği anda boyut değişti. Şimdi onun odasındaydılar. Artemis öfkeyle bileğini ondan çekti. Solan da kızgındı.
"Senden nefret ediyorum!" dedi Artemis çileden çıkmış bir halde.
Solan'ın çenesi kasıldı. Yorum yapmadan onu tek başına bırakıp yönlendi. Artemis öfkeyle sırtındaki pelerini çıkarıp yere fırlattı. Deliye dönmüş gibi eline ne geçerse fırlatmaya başladı. Ahmak bir iblis tarafından küçük düşürülmüştü. Üstüne üstlük tüm zayıflığını adamın önüne sermişti. Hırsla bağırıp kanepeye bir tekme attı. Ve o anda kapısının çalındığını duydu.
Doğruldu ve saçına başına çeki düzen vererek kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açtığında karşısında ona seslenmek üzere olan Ares'i gördü. Onu süzen Ares'in kaşları gittikçe çatıldı ve öfke gözlerine yerleşti. Ares konuşmasını beklemeden Artemis sakince sordu.
"Ne vardı Ares?"
"Ne oldu böyle, sen iyi misin?"
Artemis üstüne baktı. Savaştan çıktığını çok iyi gösteriyordu. Saçları dağılmış elbisesi pis ve yırtıktı. Yeniden Ares'e döndü.
"Evet, gayet iyiyim." Dedi ve kapının önünden çekildi. "İçeri gir, sana anlatmam gereken şeyler var."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder