Bölüm 20 : Olimpos'un Gazabı
Yarım saattir sarayın altını üstünü getiriyordu ama henüz Loki'den hiçbir iz yoktu. Alt katta yakaladığı iki iblisten de bir şey öğrenememişti. O ikisinden başka birine de rastlamamıştı. Tüm kızgınlığını onlardan aldığı için de hiç pişman değildi.
Artemis ile yaşadığı anlar aklından gitmiyordu. O kadar hayat dolu bir kız nasıl olur da, bu ağır acıyı içinde saklar ve bu yüküne rağmen yine de gülebilirdi. Aslında Artemis'in acılı halinin onu etkilemesi anlamsızdı ama düşünmekten kendini alamıyordu. Kıza mutlaka yardım etmesi gerekiyordu. Artemis ondan nefret ediyor olsa da, Solan'ın kıza karşı herhangi bir nefreti yoktu, tam tersine Artemis'i hep eğlenceli bulurdu.
Maskesi düşmeden önce de kızla aynı ortamda bulunmuştu ama bu yakınlıktan kızın haberi olmamıştı. Görünmezliği kullanarak Ares ile olan bağlantısını gizledikleri için Apollon ve Adonis dışında diğerleri onu bilmezdi. Görünmediği için de rahatça Artemis'in deli dolu hallerini seyredebilirdi.
Boş sarayı gezmenin faydasız olduğuna karar vermişti ki, alt katlardan gelen bir enerjiyle gerildi. Kötücül bir his yayan enerji, iblis büyüsünden farklıydı. Tüyleri diken diken eden bir nefret sezdi. Alt katta Loki'nin hazine odası olduğunu hatırlıyordu ve oraya bakmayı gereksiz görmüştü. Koridordan hızla döndü ve uzun adımlarla koşarcasına enerjinin kaynağını sürmeye başladı.
Büyük bir demir kapının önüne geldi. Demir kapının üzerindeki şekiller onun gelişiyle soluk mavi bir buğuyla parlamaya başlamıştı. Laneti kaldırması zor değildi ama böylece diğer taraftaki yaratıklara varlığını belli etmiş olacaktı. Gücünü kapıya odaklamaya başladığı anda dikkatini bozan biri koridorda belirdi.
"Yardıma ihtiyacın var gibi görünüyor."
Solan duruşunu bozup ona doğru adımlayan Ares'e baktı. Ciddi ifadesinden anladığı kadarıyla Artemis ile konuşmuştu. Başını salladı.
"Kapıyı çalmak üzereydim."
Ares elini kaldırırken parmaklarının arasında parlak bronz rengi bir kılıç belirdi. Havada bir iki tur döndürerek kılıca güç veren Ares kapıyı parçalamadan önce sırıttı.
"Kibar çocuk."
Solan iki adım gerilediğinde Ares güçlü bir darbeyle kapıyı ikiye ayırdı ve büyüsü bozulan kapıyı bir tekmeyle ardına kadar açtı. Ares'in peşinden Solan beklemeksizin gücünü çağırdı ve yeşil alevler saçan elleriyle kapıdan geçti.
Kapıdan geçer geçmez yoğun bir havayla karşılaştılar, zifiri karanlık öyle yoğundu ki, suyun içinde yürüyorlardı. Solan onları engelleyen kalkanı kaldırmak için büyüsünü gönderdi. Ellerinden dağılan büyü yeşile dönüşmüş ateş közleri gibi havaya dağıldı. Ares kılıcıyla savunma duruşuna geçmiş, dikkatle gelecek saldırıyı bekliyordu. Kalkan yeşil közler tarafından yanmaya başlayınca diğer taraftan tıslamaya benzer bir ses duydu ve aynı anda bir geçidin açıldığını hissetti. Vaktin azaldığını anlayan Solan bir saldırı büyüsü hazırlayarak parçalanan kalkanın arasından gönderdi. Ve kalkan düştü.
Karşılarında en az bir düzine iblis duruyordu. Komutanları olan dev iblis ise öfkeden delirmiş bir halde elindeki baltayı sıkıyordu. Çünkü beş tane iblis Solan'ın gönderdiği büyü yüzünden cansız olarak ortadaki çamurumsu et gölünde yatıyordu. Ares'i gören iblislerden bir kaçı hemen yere kapaklanıp, hükme boyun eğerken; dev iblis komutanı çıldırmış gibi, önüne gelen iblisleri tepeleyerek Ares'e saldırdı. Ares öne atılmışken Solan geride kalmıştı çünkü ilgisini çeken başka bir şey vardı.
Bu oda hazine odası değildi, ayin odasıydı. Siyah mermerden yapılmış odanın ilerisinde bir kaide vardı ve az önce bir geçidin kapandığını görmüştü. Yani onlar odaya girerken birileri geçidi kullanarak kaçmayı başarmıştı ve bu kaçan her neyse, çok güçlüydü. Solan'ın tenini ürpertecek kadar güçlü...
Solan geride kalan iblisleri püskürtmek için Ares'e yardım etmeye başladı. Son olarak komutanın kellesini boynundan ayıran Ares doğrularak elindeki kılıcı geri gönderdi ve yere kapaklanmış iblislere döndü. Onlar hakkında bir karara varmasını bekleyen iblislerin cezasını Solan kesti. Tek elini secdeye varmış iblislere uzattı ve iblislerin etrafını yemyeşil bir pus kapladı. İblisler çığlıklar atarak can çekişirken Solan büyük bir soğukkanlılıkla onları izledi. Ares ona atılıp kolunu çektiğinde, iblisler son nefeslerini vermişlerdi. Ayin odasındaki tüm iblisler küle dönüşmüştü.
"Sen ne yapıyorsun?"
Solan bakışlarını kararmış iblislerden alarak Ares'e çevirdi. Sakin bir sesle cevap verdi.
"Onlar Artemis'e saldırdılar."
Ares sinirle nefeslendi. "Önce sorgulamama izin vermeliydin Solan. Bildikleri bir şey olabilirdi."
"Onların bildikleri bizim işimize yaramaz." Diyerek ilgisini çeken kaideye doğru yürüdü.
Ares ağzının içinden bir küfür salladı ve peşi sıra yürüdü. Solan kaideye yaklaşmadan tek eliyle adamı durdurdu.
"Bekle Ares, tehlikeli olabilir. Kontrol etmeliyim."
Ares kollarını kavuşturup durdu. Solan kaidenin kenarına gelerek herhangi bir büyü kalmadığına kanaat getirince ikisi kadieyi incelemeye başladılar. Granit kaidenin üzerinde kanla çizilmiş şekiller vardı. Yaratılan büyü alanı kullanıldığı için hiç enerjisi kalmamıştı. Solan iç içe geçmiş daire ve üçgenlerin oluşturduğu alanın kenarında tek dizinin üzerine çöktü. Üçgenleri içindeki çivi yazısına benzeyen yazılara dikkatlice baktı. Eğildi, elinden yayılan buğuyu yavaşça rünlerin üzerinde gezdirdi.
Ares hemen arkasında duruyordu. Solan'ın az önce yaptığı cezalandırma onu rahatsız etmişti. Her ne olursa olsun, Solan bu konuları her zaman ona bırakırdı. Solan'ın bu infazı ilk defa onun izni olmadan yapması garipti. Artemis'e saldırdıkları için yaptığını söylemesi de onu şaşırtan bir bilgiydi.
Anlamsız şekillere göz atıp Solan'ın yanına çöktü. "Ne çağırmışlar?"
Solan başını salladı. "Tam olarak bilmiyorum, tahmin edebilirim ama yanlış olur. Her ne çağırıldıysa, biz odaya girerken kaçtığına eminim."
"Buralarda çağırılanın isminin yazması gerekmiyor mu?"
Solan yan bakışla Ares'e baktı ve doğruldu. "Yazıyor olabilir, belki biz göremiyoruzdur. Çağrıyı geçide dönüştürmüşler ama kapalı."
Ares omzunu silkerek ayağa kalktı. "Gelen her kimse, canımızı sıkacağından eminim."
Solan da ayağa kalktı ve eldivenlerini çıkartıp parmaklarına geçirirken konuştu.
"Sen de onun canını sıkarsın böylece."
Kaşlarının altından Ares'e baktığında, adam gülümsedi. "Hadi, bu lanet yerden gidelim."
Solan başını eğdi ve bir geçit açarken Ares'in yere eğildiğini fark etti.
"Ne yapıyorsun?"
Ona cevap vermeyen Ares, mermer zemine avucunu bastırdı ve Olimpos'un gazabını mermerin içine gönderdi. Ares'in bedeninde dolanan altın rengindeki yıldırımlar koluna yöneldi ve aynı hızla zemine dalarak kayboldu. Yer titrmeye başlarken adam doğruldu. Solan etrafa dağılan gücün kudretiyle nefesinin kesildiğini hissetti. Ares geçitten geçmeden önce onun sorusunu cevaplandırdı.
"Artık Loki'nin bir eve ihtiyacı yok."
Solan sırıtarak adamın ardından geçide adımlarken geride kalan taş yapının az sonra parçalanarak toza dönüşeceğini biliyordu. Ares Olimpos lideri olduktan sonra birçok yeni özellik kazanmıştı. Saf enerjiden oluşan ve sadece onun çağrısıyla cisimlenen kılıcı ile Loki'nin biricik kalesini toza dönüştürecek kadar güçlü olan gazap büyüsü onlardan ikisiydi. Olimpos'un gazabı kullanıldığında karşısında durabilecek bir şey olamazdı. Zeus bu güce hakimken zayıf olan büyüler, Ares sahip olduğunda özellikleri değişmekle beraber güçleri de katlanmıştı.
Olimpos'a döndüklerinde Ares Dünya'yı kontrol etmek istediğini söyleyip yanından ayrıldı. Solan odasına çekilip kirlerinden arındıktan sonra elindeki yarayı düzgünce bandajlayıp yemek yemek için mutfağa indi. En son ne zaman bir şeyler yediğini unutmuştu. Loki'nin Artemis'e kur yaptığı yemekte içmekten başka bir şey yapmadığını anımsadı ve yeniden sinirlendi.
Kızgın adımlarla mutfağa girdiğinde mutfak masasına kurulmuş Apollon'u fark edip sakinleşmeye çalıştı. Apollon onun gerginliğini fark etmişti.
"Umarım seni sinirlendiren bizden biri değildir."
Solan başını sağa sola salladı. "Ne yiyorsun?"
Apollon tabağındaki yemeğe isteksiz bir kaşık sallayarak cevap verdi.
"Buz gibi patatesli köfte."
Solan fırının üstündeki tencereye göz atarak yeniden Apollon'a döndü.
"Soğuk daha mı güzel oluyor?"
"Hayır, çok kötü, yağı bile donmuş. Yutamıyorum."
"Neden ısıtmadın."
Apollon doğrularak içini çekti. "Aptal fırını yakamadım. Hena sadece düğmeyi çevirmemin yeterli olacağını söylemişti ama yanmıyor."
Solan bıkkınca başını sallayıp fırına doğru yürüdü. Hafif bir gaz kokusu vardı havada. Apollon düğmeyi çevirmişti ama birileri keşke kibritle ocağı yakmasını da söyleseydi. Apollon'u görene dek ev işi konusunda bu denli beceriksiz ve umursamaz birinin olabileceğini sanmazdı. Adam en sıcak yıldızlara hükmediyordu ama hazır yemeği ısıtmayı beceremiyordu. Neyse ki, düğmeyi geri kapatmayı akıl etmişti.
Apollon elinde tabağıyla yanına geldiğinde, Solan ocağı kibritle yakmıştı. Apollon yüzünü buruşturdu.
"Benim neden aklıma gelmedi?"
Solan sinirinin kaybolduğunu fark etti. Adama gülümseyerek elindeki tabağa uzandı.
"Ver şunu da ısıtalım. Güneşin enerjisini kontrol edebiliyorsun ama ocağı yakamıyorsun."
"Yetenek işte." Diye Solan'a sırıttı.
Yemeği ısıtıp pek fazla konuşmadan bitirdikten sonra Apollon sessiz duran Solan'a dikkatlice bakarak konuştu.
"Neyin var?"
Bakışlarını boş tabaktan ayırıp Apollon'a çevirdi. Apollon her zaman ona dostça davranmıştı, Adonis'in tersine. Adonis'in Ares'ten başkasına güveni olmadığını bildiğinden bu tavrını normal karşılıyordu. Artemis ile arasında geçen konuşmayı Apollon'a anlatmasının uygunsuz olacağını düşündü. Artemis'e yardım etmek istiyordu ama nasıl yapacağı konusunu Apollon'a sormak hoş kaçmazdı. Zaten adam yardımcı olabilseydi iş Solan'a kalmazdı. Yine de yardıma ihtiyacı olduğu gerçeğini inkar etmiyordu.
Omzunu kaldırdı. "Loki'yi düşünüyordum."
Apollon anlayışlı bir tavırla gülümsedi. "O kadar kafa yormana gerek yok Solan. Yapılması gerekeni yapacağımıza emin olabilirsin."
"Biliyorum Apollon ama şu anda serbest dolaşması sinirimi bozuyor."
"Ares gelince birlikte Baldur'a gidip korumasını kaldırmasını isteyeceğiz. Böylece hem onu kolayca bulur hem de cezasını verebiliriz."
Solan intikam isteğiyle kasıldı. Loki'den intikamı bizzat kendisi almak istiyordu. Adamdan nefret ettiğini fark etti, hem de gözünü hiç kırpmadan öldürecek kadar. Başını ikna olmuş gibi salladı ama biliyordu ki, Baldur'un izni olsun veya olmasın Loki kesinlikle cezalandırılacaktı.
Bölüm 21 : Yaşam Enerjisi
İki gündür bu cehennemden farksız yerde sıkıntıdan patlıyordu. Adonis ona hiçbir açıklama yapmadan buraya getirmiş ve bırakmıştı. Tek katlı tahta baraka köyün dışındaydı, uçsuz bucaksız ormanın tam kenarındaydı. Olimpos'ta olmak yerine bu can sıkıcı yeşilliğin ortasında olduğuna sinirleniyordu.
Adonis'in yanında olmaması da başka bir sıkıntı kaynağıydı. Adama o kadar alıştığını fark etmemişti. Şimdiye kadar kimsenin yokluğunu bu kadar baskın hissetmemişti, yani muhtaç olmadığı birinin. Ona bakışını, gülümsemesini, hatta öfkeli de olsa adamın varlığını arıyordu. Öpücüğü aklına geldiğinde ise, göğsünün heyecanla sıkışmasına engel olamıyordu.
İçinde olduğu baraka, büyülü bir alanın içinde olduğundan iblis geçitlerini kullanması olanaksızdı. Gerçi imkanı olsa da, kaçmak en son düşündüğü şeydi ama sabırsızlığı onu zorluyordu. İki günü boşa geçmişti ve iblis enerjisini tatmin edemediği için gücü azalmıştı. Bu tehlikeliydi. İblis enerjisi, diğer enerjiyi baskıladığı için kontrolünü sağlıyordu ama iblis yanı çekilmeye başladığı için diğer yanının ortaya çıkması an meselesiydi.
Ona yemek getiren yaratıktan faydalanmak istemedi çünkü bu sorunu derinleştirmekten başka işe yaramazdı. Keşke Adonis yanında olsaydı... Yakışıklı ölümsüzün onda yarattığı duygular aşırıydı ama şikayeti yoktu, kontrolü sağladığı için şehvetini doyurmasına yardımcı oluyordu. Kontrollü olmak zordu, yine de başaracak iradeye hala sahip olduğu için kendisiyle gurur duyuyordu.
Üstüne giydiği kürklü göğüslük ve kahverengi deri pantolondan başka bir kıyafeti yoktu. Bu boyut halkının derileri normal insan teninden kalındı ve iri bedenleri güçlüydü. Nerede olduğunu sorduğunda, ona kraliçe Yuında'nın topraklarında olduğunu söylemişlerdi ve bu bilgi, ona hiçbir şey ifade etmedi.
Odada dolanmayı bırakıp pencereye doğru yürüdü. Henüz akşam olmamıştı, bu yüzden hava hala aydınlıktı. Köye uzanan patika yol boştu ve etrafta kimseler yoktu. Onu denetlemek için nöbetçi koymaya yeltenmemişlerdi, yani kaçamayacağından veya kaçmayacağından o kadar emindiler. Evet, barakaya işlemiş büyü güçlüydü ama Nelai'nin alt etmesi için biraz daha sabırla beklemesi yeterli olacaktı.
Pencereden ayrılıp keten kumaşı iyice çekti. Odadaki balçık bir maddeyle yanan feneri yakarak yere bıraktı. Yerdeki kilimi çekti ve toprağı parmaklarıyla eşeleyerek havalandırdı. Kenarları hafifçe yüksek bir oyuk haline getirdiği toprağı iyice bastırarak kaseye benzetti. Duraklayıp dinledi, ses yoktu. Yine de elini çabuk tutmalıydı.
Tahta masadaki sürahiyi alarak toprak oyuğun başına geçti. Derin bir nefes aldı ve düşüncelerini sakinleştirirken elinin avucunu oyduğu toprağın ortasına bastırdı ve dudaklarından dökülen kelimelerle diğer elindeki sürahiyi oyuğun içine dökmeye başladı.
"Ben Nelai." dedi derin bir sesle. "Çağrımı duy. Sesim düşünce olsun ve bana cevap ver."
Nelai bir süre bekledikten sonra akan suyu kesti. Çünkü toprak suyu emmeyi bırakmıştı ve bileğine dek yükselen sudaki titreşim çağrısının yanıtlandığını gösteriyordu. Elini sudan çekti ve bağdaş kurarak suya doğru eğildi. Büyüyü suya üfledi. Suyun bulanıklığı değişti ve içinde dumanlar gezinmeye başladı. Kaynıyor gibi tütüyordu, suyun yüzeyi.
Cinsiyetsiz bir ses konuşurken suyun yüzeyi titreşti.
"Yaptığın şey çok riskli."
Nelai başını salladı. "Evet, ama..."
"Amaları sevmem Nelai!" diye onun lafını kesti. "Anlat."
Nelai kesik bir nefes alıp gözlerini suya dikti. "Taşın hala Adonis'te olduğunu düşünüyorum."
"Ona vermeni söylememiştim."
"Zorunda kaldım."
Ses, tehditkar bir tıslamayla konuştu. "Onun senin aklını karıştırmasına izin verdiğini söyleme bana! Güvenimi boşa çıkarıyorsun."
"Aklımı karıştırmasına izin vermiyorum sadece bana inanmasını sağlamaya çalışıyordum. Bana biraz daha vakit gerek, plan..."
"Planı başaracağından şüphem yok. O taş Ares'te olmalı, başkasında değil." Diye sabırsızca lafını kesti. Acelesi var gibiydi ama bir yandan da bilgi almayı da istiyordu. "Ambrosia vermeleri için ikna ettin mi?"
Başını yana çevirip masanın üstündeki küçük kutuya bir bakış atarak önüne döndü.
"Ambrosia bende ama henüz arınma ayini yapılmadı. Lekelememem için şimdilik tılsımlı bir kutuda tutuluyor."
"Anladım, aferin." Dedi ses ve su dalgalandı. "Onları oyalamaya devam et ve arınma ayininden kaçın. En önemli olanı sakın aklından çıkarma. Onlarsız tüm planlarımız boşa gider. Ne yapman gerektiğini biliyorsun ve vaktinde yapman gerektiğini de biliyorsun Nelai. Ne geç ne erken, beni anladın mı?"
"Evet." dedi Nelai. "Anladım."
"Sen sözünü tutarsan, ben de sözümü tutarım."
Su durgunlaşıp eski bulanık haline dönünce Nelai iki elini oyuğun dış kısımlarına yerleştirdi ve toprağın suyu emmesine izin verdi. Toprağı ve kilimi düzelttikten sonra ellerini temizledi. Tam zamanında işini bitirmişti.
Kapısı çalınmadan açıldı ve elinde kil kaseler içinde yemeğini getiren bir kadın girdi. Geldiğinden beri sadece kadınları görüyordu, gerçi bu yaratıkları kadın olarak sınıflamak zordu. Bir erkekten farkları yoktu, hatta bazıları kendi cinslerindeki erkeklerden sadece bir beden küçüktüler.
Yaratık kömürü andıran gözlerini ona dikerek elindeki tepsiyi masaya bıraktı. Nelai bağdaş kurduğu divanda sessizce oturuyordu. Onun kıyafetine benzeyen bir kıyafet giymişti ve yeleyi andıran gür saçlarının arasından kısa boynuzları çıkmıştı. Yaratığın seksi bir hali yoktu, savaşçı bir kadının sert hareketleriyle odadan çıkmak için kapıya döndü.
"Bekle!"
Kadın duraksayıp ona baktığında Nelai gözlerini kadının küçük ve siyah gözlerine dikerek doğruldu. Ayağını yere basarak yavaşça ayağa kalktı.
"Dışarı çıkmak için kimine görüşmem gerekiyor. Kaçmayacağıma söz veriyorum."
Kadın anlamamış gibi ona baktığında ekledi. "Beni anlıyor musun?"
Kendi dudaklarını gösterip parmaklarıyla konuşma işaretini yapınca, kadın kaşlarını çatarak başını sağa sola salladı. Bu sefer gelen kadın onu anlamıyordu ama ne söylemek istediğini tahmin etmeye çalışıyordu. Nelai tatlı bir gülümseme eşliğinde parmağıyla kendini gösterdi ve ardından dışarıyı.
"Çıkmak istiyorum."
Kadın yeniden başını sağa sola salladı ve gitmek için arkasını döndü. Nelai sinirlenmişti. Kendine hakim olamadan elini kadına doğru salladı. Parmaklarının arasında beliren büyü tozları kadına doğru uçunca kadın sarsılarak durdu.
"Bana dön."
Kadın artık onu anlıyordu, büyünün etkisindeydi. Başının etrafında tozlar uçuşurken Nelai'ye doğru döndü. Nelai gücünü tazelemek için kadının yaşam enerjisini tadına bakmaya karar verdi. Şehveti kullanacak ve kadına zarar vermeyecekti, uyuşukluk hali dışında elbette. Yapmak istemiyordu ama başka çaresi kalmamıştı, diğer tarafını geriletmek için bunu yapmaya mecburdu. Bu uyanış, fiziksel bir açlıktan çok daha ciddi bir şeydi.
Adonis ile karşılaştığından beri bu yeteneğini kullanmasına gerek olmamıştı, garip bir özlemle dudaklarını yaladı. Şehvet karşılıklı olduğunda oluşan gücün daha yoğun olduğunu biliyordu ama şimdiye kadar o tek taraflı toplayabilmişti. Onu istemeyen Adonis'ten önce, kendisinin arzuladığı bir canlıyla karşılaşmamıştı.
Onu savunmasız bir teslimiyetle bekleyen kadına doğru yürüdü ve önünde durdu. Kadının sert yüz hatlarına baktı. İri dudaklarına başparmağını bastırdı ve aşağıya doğru çekti. Kadın onun dokunuşuyla inlemeye benzeyen bir ses çıkardı. Aynı cins olmasına rağmen ondan etkilenmişti, Nelai cazibesinin hala çok güçlü olmasına şaşırdı. Adonis'in kayıtsızlığı karşısında morali az da olsa bozulmuştu ama şimdi kendine güveni arttı.
Dudaklarını yeninden yaladı ve kendinden birkaç santim daha uzun olan kadının ağzına doğru yükseldi. Kadın gözlerini kapatmış ve onun etkisiyle dudaklarını aralamıştı. Nelai'nin yapması gereken tek şey yaşam enerjisini çağırarak emmekti.
Elini kadının alnına koyarak büyü tozlarını bir kez daha dağıttı. Dudaklarını aralayarak kadının dudaklarına dokundurmadan hizaladı. Kalbi hızlanmıştı ve kadının da kalbinin deli gibi attığını hissediyordu, hatta biraz zorlasa çatlayacaktı. Kendisinden yayılan şehveti geri çekerek kadını rahatlattı ve enerjiyi çağırdı. Kadın yeniden inledi. İri dudaklarının arasından süzülen enerjiyi emmeye başlamıştı ki, bir el onu çekerek kadından uzaklaştırdı.
"Sen ne yapıyorsun?"
Nelai nefes nefese onu engelleyene doğru döndü. Adonis öfkeyle kısılmış gözlerle ona bakıyordu ve bileğini kırarcasına sıkıyordu.
"Onu öldürecektin!"
Nelai kurtulmak için bileğini çekmeye çalıştı ama adam çok güçlüydü.
"Bırak beni, ihtiyacım var!"
Adonis bırakmaktansa onu çevirip bedenini koluyla sıkıştırdı. Bacakları dışında kımıldayamıyordu. Kesilen soluğu, bu yakınlık karşısında iyice gitti ve başı dönmeye başladı. Nefes almaya çalışıyordu, başka bir şey yapmak elinden gelmiyordu.
Adonis büyü etkisinde olan kadına dikkatlice bakıp söylendi.
"Düzelt onu!"
"O... Onun bir şeyi... Bir şeyi yok."
Nelai konuşmakta zorlanıyordu. Son bir gayretle debelendi. "Bırak beni, lütfen!"
Adonis şaşkınca ona baktı ve yavaşça bıraktı. "Canını mı yaktım?"
Nelai nefes nefese adamdan ayrıldı ve kendini divana bıraktı. Adonis'in yanına yaklaşmaması işe yaradı, birkaç nefesten sonra bedeni gevşeyerek rahatladı. Kadını göstererek konuştu.
"Temiz hava alması yeterli, ona dokunmadım."
Adonis kadını kolundan tutup yürüttü ve dışarı çıkardı. Kapı kapanınca Nelai kendini divana bıraktı. Her şey üst üste gelmişti ve yaşam enerjisini ememeden Adonis'le yüzleşmek zorunda kalmıştı. Adamın ona kızgın olması umurunda değildi çünkü bu kızgınlık onu frenleyemezdi. Derin nefesler alarak divanın üstüne uzandı.
Bölüm 22 : Aynı Kişi Yüzünden mi?
Kapı yeniden açılınca doğrulup içeri giren Adonis'e baktı. Adamın öfkesi yatışmıştı ama gerginliği hala sürüyordu. Elini saçlarına sürerek yüzüne düşen tutamları yana çekti.
"Kendine geldi ve ona ne yaptığını bilmiyor. Yuında'nın haberi olmayacak ama ceza almayacağını düşünme."
Nelai ifadesizce adama bakmaya devam etti çünkü dili bağlanmıştı. Adonis bu kadar çekici olmak zorunda mıydı? Nefesinin düzeldiğini düşünüyordu ama adam, salt varlığıyla yine başını döndürmeyi başarmıştı. Fiziksel bir çekim diye kendine hatırlattı, bedensel hazzı doyurduğu an, Adonis de çekiciliğini kaybedecekti. Tesellisinin tek zayıf noktası vardı: Adonis'i özlemişti ve bu fiziksel bir beklentinin eseri değil.
"Dilini onda mı bıraktın, neden konuşmuyorsun?"
Nelai bakışlarını adamdan alıp yere çevirdi. Doyuramadığı güdüleri, hissettikleri açlıkla çığlıklar atıyordu. Temiz havaya onun da ihtiyacı vardı.
"Bunu neden yaptın Nelai?"
Soru onu şaşırttı çünkü bunu yapmamasını değil, tam tersi yapmasını beklemesi gerekiyordu. Sesindeki hafif hayal kırıklığını sezmemek imkansızdı. Adonis'in sesi kanını hızlandırırken adam yeniden konuştu ve daha yakınına geldiğini fark edince kasıldı.
"Seninle kadın savaşçıların ilgilenmesini istemiştim." Nelai başını kaldırıp karşısında duran adama bakınca, Adonis alaycı bir ifadeyle devam etti. "Fakat senin için cinsiyet engeli olmadığını görüyorum. Önüne gelen herkesten zevk almayı biliyorsun."
Bir an için Adonis'in ona karşı bir şeyler hissettiğini sanmıştı. Herhangi insanca bir şeyler... Fakat yanıldığını anladı, Adonis onun kafasını karıştırdığının farkındaydı ve bu etkisini kullanmaya çalışıyordu. Nelai başını dikleştirip adamın alaycı bakışlarına gözlerini dikerek konuştu.
"Şimdi de sen benim önümdesin, bu teorine göre yakınlığını değerlendirmeli miyim?"
Adonis beklediği cevabı almamıştı, ifadesi hoşnutsuzluğunu belli ederek bozuldu. Bakışlarının kaçırarak ondan birkaç adım uzaklaştı. Ondan bu kadar mı tiksiniyordu? Düşüncesinden bile rahatsız olduğunu görmek canını yaktı. Adonis'in gözünde azgın bir iblisten başka bir şey değildi ve belki de böylesi daha iyiydi.
Kararlı bir tavırla ayağa kalktı.
"Olimpos'a dönmek için hazırım."
Ona doğru dönen Adonis mermer bir heykelden farkı olmayan yüzünde katı bir ifadeyle homurdandı.
"Olimpos'a gitmiyorsun. İşbirlikçini söyleyene dek buradasın!"
Nelai şok olmuş bir halde bakakaldı. Adonis sahte bir sırıtışla ona bir adım yaklaştı.
"Umarım yeni evinden hoşlanmışsındır. İnadına bakılırsa, uzun süre burada kalacağa benziyorsun. Ha, bu arada! Sana yemeğini kapıdan vermelerini söyleyeceğim. Mümkünse lanetli yüzüne bakmasınlar. Böylece kimseyi öldürmemeni sağlayabilirim."
"Onu öldürmeye çalışmıyordum!" dedi öfkeyle. "Gücüm zayıfladı. Enerjiye ihtiyacım var anlamıyor musun?"
"Benim de nektara ihtiyacım var." dedi Adonis. "Ama senin gibi, birilerine zarar vermiyorum."
Nektarı düzenli alamadıkları için ölümsüzlerin güçleri zayıflamıştı, belki o yüzden Olimpos yerine buraya getirilmişti. Çünkü Olimpos şu anda zayıflamış olmalıydı. Bu boyut ise halkının büyüsüne sahipti. Nelai, Olimposluların bu kurnazlığının boşuna olduğunu biliyordu ama onlar bilmiyordu. Aslında kendisi de tam olarak vakıf değildi sadece hissediyordu.
"Nektara sahip biri karşısına çıksaydı, kimseyi düşüneceğini sanmıyorum!"
Adonis gözlerini kısınca, berrak lacivert gözleri birer mücevher gibi parladı. Nelai gerilememek için kendini zor tuttu. Adamdan yayılan enerji onu heyecanlandırdığı kadar ürkütüyordu. Yutkunarak adama baktı. Adonis onda yarattığı fırtınadan habersiz bir adım daha atarak aralarındaki mesafeyi kapattı. Gerilen mükemmel dudaklar, kızgınlığını kusmak için kıpırdadı.
"Kendini çok zeki sanıyorsun değil mi? Her şeyi bildiğini düşünüyorsun. Sen sadece yanılıyorsun Nelai. Benim nektarım farklıdır ve istersem senden de alabilirim ama yapmıyorum."
Nelai şaşaladı. "Ben... Benden mi? Anlamadım."
Adonis elini uzatıp onu boynunu saracak şekilde tutunca, Nelai irkildi ama kaçınmadı. Adonis uzun ve biçimli parmaklarıyla onun boğazını yavaşça okşadı, bir yandan da istekli bakışlarla onun yüzünü süzüyordu. Kalbine hücum eden kan, aynı hızla bedenine dağılırken başı dönüyordu ve sebebi; karşısında onu garip bir açlıkla süzen adamdı. Delice atan şah damarına, başparmağını yavaşça sürten Adonis, bakışlarını onun gözlerine çevirdi. Kadifeyi andıran yoğun ve kaplayıcı bir sesle konuştu.
"Dudaklarımı buradaki hayat damarına sürtmem yeterli. Uzun ve güzel bir öpücük..." Diye mırıldandı. "Ölümcül olan bir öpücük ve sonrasında alacağım ödül. Benim nektarım... Senin hediyen..."
Nelai bedenin gevşediğini ve uyuştuğunu hissetti. Dudakları ve teni özlemle sızlıyordu. Gözlerini kapatarak başını biraz geriye attı. Onu ayakta tutan boynunu saran sıcak parmaklardı.
"Adonis." diye mırıldandı, kendine engel olamadan.
Adonis'in yaklaştığını hissetti ve sonra da ılık nefesini boynunda. Adam diğer elini beline doladı ve kendine doğru çekti. Nelai adamın cazibesinin esiri olarak bir kukla misali adama teslim olmuştu. Bu zayıflığı onu sinirlendirirdi ama sonra... Şu anda Adonis'in ona dokunmaya devam etmesi için her şeyini verebilecek hale gelmişti.
Adonis fısıltı gibi bir sesle dudaklarını tenine sürtmeden mırıldandı.
"Nelai. Beni durdurabilir misin? Bir nefes sonra çok geç olacak." Diye fısıldadı Adonis, onu temelli ateşe vererek. "Hemen... Şimdi... Beni durdurabilir misin?"
"Hayır." Dedi Nelai, diğer kolunu adama sararak. "Durmanı istemiyorum."
"Pişman olursun." Diye fısıldadı. "Durdur beni."
Nelai kendinden geçerek mırıldandı. "Umurumda değil."
Adonis dudaklarını boynundaki hassas noktaya hafifçe dokundurdu ama öpmedi. Temas yüzünden Nelai nefessiz kalarak inledi ve tepkisi yüzünden Adonis'in keyiflenerek gülümsediğini fark etti. Onun teslimiyetinin bu kadar çabuk olacağını düşünememiş olmalıydı ve Nelai, bu zayıflığından utanacak halde değildi. Ares'in müthiş hükmüne karşı koymayı başarmıştı ama Adonis... Ona karşı irade gösteremiyordu.
Başını iyice geriye atarak boynunu, Adonis'i cesaretlendirmek için açığa çıkardı. Belli belirsiz dokunan dudakların kımıldadığını hissedince gerildi ama Adonis aniden onu bırakarak geriledi. Nelai dengesini kaybederek divana düştü.
Adonis'in bakışlarında saf bir küçümseme vardı.
"İşte, aramızdaki fark bu, iblis!" dedi alaycı bir sesle. "Sen ilkel güdülerin esirisin, ben özgürüm. Sen ölümcülsün, ben ise hayata saygılıyım. Sen alırsın, ben korurum."
Sözlerini anladığı anda ciğerleri boşalmış gibi bir hisle kasıldı. Adonis onunla dalga geçmişti ve karşısında onun ne kadar güçsüz olduğunu kanıtlamıştı. Yaşadığı anın etkisiyle derin nefesler alırken divandan doğruldu.
Adamın gözlerindeki koyu mavi ton, içinde mavi ışıltıların dolandığı güzel bir küreye dönüşmüş, göz kamaştırıyordu. Dudakları kıpkırmızıydı ve beyaz teninde yakutla bezenmiş gibi parlıyordu. O kadar güzeldi ki... Nelai bakışlarını adamdan ayıramıyordu.
"Bana neden bunu yapıyorsun?"
Adonis'in bakışları ciddileşti ve gözlerinde öfke bulutları gezinmeye başladı.
"Sana yaptığım bir şey yok!"
Nelai sakin bir sesle konuşmaya devam etti. "Beni aşağılamak hoşuna gidiyorsa, kendine nasıl iyi biri diyebilirsin?"
"Sana karşı iyi olmak zorunda değilim. Duyguların varmış gibi konuşma."
"Duygularım var!" Dedi ayağa kalkarak adamın karşısında durdu. "Basit hırsızlığım dışında, sana ne kötülük ettim?"
"Sana acımamız mı gerekiyor?"
"Çoğul konuşma Adonis. Burada sen ve ben varız. Ben senin hareketlerin hakkında konuşuyorum. Benimle alay eden bir tek sensin. Öfkeli olmanı anlarım ama küçümsemeni hak etmedim."
Adonis gözlerini kısıp üstüne doğru yürüyünce bir adım geriledi ve adam durdu.
"Bana meydan okuma o halde!"
Nelai şaşırarak konuştu. "Ben mi? Sana meydan mı okuyorum?"
"Evet!" Dedi sertçe. "Kendinle beni karşılaştırmayı bırak çünkü biz, birbirimizden gün ve gece kadar farklıyız. Benim gözümde, kurnazlık yapmaya çalışan bir iblisten başka bir şey değilsin. Seni öldürmediğim için kendini bir şey sanma, sana acıdığımı düşünme."
Nelai içinde bir şeylerin kırıldığını hissetti, içinde büyüyen bu his anlamsızdı. Yapacakları düşünülürse, bu öfkeyi hak edecekti ama henüz değil çünkü hırsızlıktan başka bir suç işlememişti. Duruşunu düzeltip başını yükseltti.
"Bana duygusuz diyene de bakın." Dedi kibirli bir bakışla Adonis'i süzerek. "Ben sadece hayatta kalmaya çalışıyorum. Senin kadar zalim birinden insaf beklemem gerektiğini artık anladım. Meydan okuma olarak gördüğün hareketler benim gerçek tabiatım, senin gibi rol yapmıyorum. Seni etkilemek istediğimi zaten sana söyledim çünkü seni merak ediyorum. Ama sen bana inanma, istesen de güvenemezsin çünkü herkesi kendin gibi gördüğünü anladım. Çok iyi bir yalancı olarak!"
Adonis onun sözlerinden hiç etkilenmemişti. "Şimdi de ağlayacak mısın?"
"Ağlamam hoşuna gider mi?" dedi Nelai gözlerini, adamın muhteşem gözlerine dikerek.
"Kendini hiç zorlama." Dedi Adonis bakışlarını odada gezdirerek yutkundu. "Bir de senin oyunlarınla uğraşamam."
"Senin yaptığın gösteri neydi?" dedi Nelai. "Oyun değil miydi?"
Onu eriten dokunuşlar aklına gelince ister istemez heyecanlanmıştı. Adonis yan bakışla ona baktığında, sakin olmaya çalışarak konuştu.
"Nektar ve ilkellik hakkındaki nutuğundan sonraki saçmalığı kast ediyorum."
Adonis hafifçe sırıttı. Yanağında oluşan gamze adamın yaramaz ifadesini masumlaştırmıştı ve bu detay, Nelai'de akıl kaybına yol açacak kadar güzeldi. Hiç kımıldamadı ve yüzünün tek kasını bile oynatmadan Adonis'in konuşmasını bekledi.
"Beni durdurmalıydın." Dedi Adonis yavaşça.
"Niçin durduracaktım?"
Adonis başını öylesine sallarken saçları yüzüne düşerek ifadesini sakladı. Sonra gözüne kestirdiği minderlere doğru yürüyüp oturdu. Düşündüğü her neyse, adamı çok eğlendirmişti.
"Anlat bana Adonis."
"Fark ettin mi, bir mahkum olarak hala çok soru soruyorsun."
Adonis'e doğru yürümeye başladı. Adamın bakışları, onun her adımıyla ciddileşerek ifadesi gerilmişti. Yaklaşmasını istemiyordu ama neden? Sonuçta, her yakınlaştıklarında dağılan Nelai olmuştu. Keyiflenerek dalga geçen ise hep Adonis idi.
Adonis'in önünde durdu ve tek dizinin üstüne çökerek adamın yüzüne baktı. Yakışıklı ölümsüz, yüzündeki merakı gizlemeye çalışıyordu ama pek başarılı olamıyordu.
"Sen ilgimi çekiyorsun, hem de fazlasıyla. Bedeninden yararlanmadığıma göre, beyninden zevk almaya çalışıyorum. Ve sen de, kendi ağzınla söylediğin lafı, şimdi bana unutturmaya çalışıyorsun. Galiba benim sana aşık olmamdan gerçekten de çekiniyorsun ya da en doğrusu, tabularını yıkmaktan korkuyorsun."
"Korkmak mı?" dedi yüzünü buruşturarak. "Bana aşık olman senin sorunun. Korkmamı gerektiren hiçbir şey yok."
"Bana aşık olmaktan korkuyorsun."
Adonis bir iki dakika hiçbir şey demeden sadece onun gözlerine baktı. Nelai bu bakışlardan rahatsız olacağını sanırdı ama yoğun bir ifadeyle derinleşmiş bakışlar, onun ruhuna işliyor ve onu sıcacık sarmalıyordu. Kendisiyle ilgili bir duygunun eseri olmadığını düşündü ve sahibine imrenmekten kendini alamadı. Ona bakarken anahtarı düşünüyor olmalıydı. Çünkü adamın aşk hakkında düşündüğünü anlamamak için aptal olmak gerekirdi.
Adonis aninden uyanır gibi başını çevirince, elinde olmadan nefeslendi.
"Aşktan bahsedecek son yaratık sen olmalısın." Diye söylenen Adonis ayağa kalktı. Nelai bu kez yönleneceğin anlamıştı, basbayağı kaçıyordu. Ayağa fırladı.
"Sakın kaçma! Yemin ediyorum, peşinden gelirim!"
Adonis, düşüncelerinin duygusallığı yüzünden yoğun bir maviliğe dönüşmüş bakışlarla ona baktı ve umursamaz sahte bir gülümsemeyle konuştu.
"Gelemezsin. Buradan izinsiz çıkamazsın."
"Git, o halde ama sana yemin ediyorum. Bu, beni son görüşün olur."
Bir anlığına düşünen Adonis ona inanmıyordu ama başka bir şeyler yapabileceğini tahmin ettiğinden olsa gerek, nefeslenip kollarını göğsünde kenetledi.
"Bu esaslı bir tehditti, korktuğum için gitmekten vaz geçtim. Fakat uzun süre kalamam, işim var."
"Senin tek işin ben değil miyim?"
Adonis sahte bir umursamazlıkla sırıttı. "Hala bir kibir! İnanılmazsın!"
"Benden kaçmayı bırak artık." Dedi konuyu karıştırmasını engellemek için.
"Senden kaçmıyorum, benim tüm derdim sen değilsin. Seninle yeterince oyalandım. İşime yaramıyorsun."
"Bildiklerimi söyledim hatta yardım teklif ettim. Daha ne yapmamı bekliyorsun?"
Adonis onu süzerken çapkın bir gülümsemeyle duvara yaslandı. Nelai yine kalp atışlarının hızlandığını fark etti ama ifadesini bozmamaya gayret ederek ayakta bekledi. Adonis'in gözleri onun üzerinde dolanmayı bırakıp yüzüne yükseldi.
"Daha fazlasına ihtiyacım var."
Nelai bu imalı cümle karşısında heyecanını gizleyemeden kesik bir soluk aldı.
"Benim de."
Adonis kısık bir kahkaha attı. "Sen hiç doymaz mısın?" diye kendi kendine konuşur gibi mırıldandıktan sonra bakışlarını yeniden ona çevirdi. Gülümseme, yüzünde asılı kalmıştı ve bu ifade her şeyden çok Adonis'i dayanılmaz yapıyordu. İşin kötüsü, adam da bunun farkındaydı.
"Neden seni durdurmamı istedin?" dedi sorusunu yenileyerek.
Adonis bıkkınca gülümsemeye devam ederek sorusunu cevapladı.
"Çünkü az önce, yapmamam gereken bir şey konusunda bana meydan okudun. Eğer senin gibi sadece arzularımın peşinde olsaydım, şu an sen hayatta olmazdın. Bana asla meydan okuma! Yapabileceklerimi bilmiyorsun ve ne kadar yapmak istediğim hakkında hiçbir fikrin yok. Bana zalim dedin ama gerçekte zalim olmadığım için sevinmelisin."
"Biz sadece konuşuyorduk."
"Konuşmak mı?" dedi Adonis. "Az daha seni ısıracaktım. Bunun bir daha olmasını istemiyorum."
Çapkınca gülümsedi. "Bana dokunman çok hoşuma gitmişti, sen hoşlanmadın mı?"
"O dokunuş benim için hoşlanmanın ötesinde bir etkileşim tatlım, sen anlayamazsın."
Nelai iki adımla aralarındaki mesafeyi kapatırken Adonis'in alaycı ifadesinin yerini tedirginliğe bırakmasını izledi. Bir karış kalmıştı ki, yumuşak bir sesle konuştu.
"Anlamama yardım et o zaman. Ben senin evcil iblisin değil miyim?" dedi Adonis'in yüzüne karşı fısıldadı. "Beni eğitmen gerekmiyor muydu? Yani incelemen?"
"Tammuz'u kandırmak için öyle söylediğimi biliyorsun."
Gözlerini ondan hiç ayırmayan Adonis, her an onun bir şey yapmasından çekiniyor gibi tetikteydi. Hançeri bu kez belindeki kınındaydı ve bir eli hançere yakın olduğu için en ufak bir harekette uzanması güç değildi.
Ciddileşti. Kadına yaptığı davranışı açıklaması gerektiğini hissetti çünkü Adonis'in yanlış anladığını biliyordu.
"O kadını öldürmeyecektim. Sadece onun enerjisinden faydalanacaktım ve ister inan ister inanma ama zarar vermeyecektim. İki gündür burada çok usluydum Adonis."
"Haberim var." Dedi Adonis.
Yakışıklı ölümsüzün sesindeki tını garip bir şekilde hoşuna gitti, sahipleniciydi. Koruma amaçlı olmadığını biliyordu ama düşüncesi dahi kalbini titretmeye yetmişti. Aptallaşmak üzereyken kendini toparladı. Karşısında her ne kadar ölümsüz olsa da bir erkek duruyordu, bu durumda güçlü olan oydu. Baştan çıkması değil, baştan çıkarması gerekiyordu.
"Madem haberin var, ödülümü vermelisin."
"Benim eğitimim ödüle dayalı değil, daha çok cezayı kullanırım."
Nelai gevşekçe sırtına düşmüş örgüsüne elini attı ve bağa asılarak çözdü. Uzun saçları sırtına dökülürken yüzüne düşen saç tutamlarının arasından Adonis'e baktı. Neden bu kadar ifadesizdi? Hiç tepki vermeden onu izliyordu.
"O yüzden mi ısırmak istedin? Senin tarafından ısırılmak benim açımdan ceza sayılmaz. Ama merak ettim, acaba cezanın sebebi neydi?"
Adonis ifadesizliğini bozarak onun yanından sıyrıldı ve odadaki sandalyelerden birine doğru yürüdü.
"Aslında sana söyledim, nektar yoksunluğumu bu şekilde giderebilirim. İlgin, sözlerimin anlamında olsa, anlayabilirdin." Dedi ve sandalyeye oturup ona baktı. "Kan, benim nektarım."
Nelai yanlış duyduğunu düşünerek adama baktı kaldı. Adonis gülümsemiyordu gayet ciddiydi. Yutkundu.
"Kan mı?"
"Bu kadar bilgi sana yeter." Dedi adam ve masada duran kutuya gözü ilişti. "Yakında sen de bizim gibi nektara ihtiyaç duyacaksın. Bu nedenle bize yardım etmek için can atman gerek."
Adonis bakışlarını kutudan alıp ona çevrildi. "Değil mi? Bak, ne iyiyim. Sana yeni bir bahane yarattım."
Nelai hala şaşkınlığının etkisindeydi. Kanını içerek güçlenmesi saçma geldi ve Adonis'in onunla dalga geçme fırsatını kaçırmayacağını düşündü. Yine alay ediyorsa hiç şaşırmazdı çünkü az önce yeterince şaşırmıştı. Adonis'i baştan çıkarmaya çalışması boşuna olduğundan, vaz geçip kendini yandaki minderlerin üstüne bıraktı.
"Susma sırası yine sana geldi sanırım. Vaatlerinin arkasında durmak bu kadar mı zor?"
Başını kaldırıp Adonis'e baktı. Son sözlerini aklından geçirerek konuştu.
"Eğer verdiğiniz sözü tutarsanız."
"Umarım." Dedi Adonis keyifli bir sesle.
Alay ettiğinden emin oldu. Ya da kendine çok güveni olan Adonis böyle hayati bir bilgiyi paylaşmaya hiç çekinmiyordu.
"Benim yanımda rahat değilsin, değil mi?"
"Olmam gerekmiyor." Dedi Adonis.
Nelai iç geçirerek geriye yaslandı. "Ne de olsa ben bir iblisim."
"Olmam gerekmiyor." Diye tekrar etti Adonis ve ekledi. "Ama garip bir şekilde rahatım."
Nelai gülümsedi. "İyi bir yalancı değilsin."
Adonis de karşılık olarak bilmiş bir gülümsemeyle cevapladı.
"Hayır, tatlım, tam tersine ben çok iyi bir yalancıyımdır."
"Senden sadece bir doğru istesem?"
Adonis bacaklarını öne uzatarak sandalyeye yayıldı.
"Ne olduğuna bağlı."
Çok iyi bir yalancı olabilirdi ama yalan konusunda cimri olduğu belliydi. Çünkü ona şu anda çok dürüst bir cevap vermişti. Adonis'i fiziksel olarak çekici bulduğunu kendi kendine tekrar ederek nefeslendi ve sesine sakin bir ton verip konuştu.
"Benden aldığın taşı ne yaptın?"
Adonis güldü. "Merak kediyi öldürdü."
"Ben kedi değilim."
Adonis sahte bir üzüntüyle dudaklarını büktü. "Ne yazık! Ben kedileri de çok severim."
"Beni sevmek için bahane arayıp durma." Dedi adama doğru sırıtarak. "Yoksa çok yakında korkun gerçekleşecek."
Adonis lafın bağlanma yerinden hoşlanmamıştı. Bir an afallayıp suratını astı. Nelai adamın bu düşünceden rahatsız olmasına içten içe üzülürken yüz ifadesini düzeltti.
"Ciddi olalım o halde. Sadece bir tane doğru istedim senden Adonis. O taş için neler yaptığımı biliyorsun."
"İşine yaramadığını söylediğini hatırlıyorum."
Omzunu silkti. "Yine de benim taşım değil mi? Kaçmaya çalışmadığıma göre taşı bana geri verebilirsin."
"Olmaz."
"Benim taşım!" diye diklendi. "Yoksa taşı Ares'e mi teslim ettin?"
"Etmişsem ne olacak?"
"Geri almam zor olur sadece."
"Sana ait olanlara çok mu bağlısındır?"
Nelai öfkeyle söylendi.
"Benim olanı kimse sahiplenemez."
"Ambrosiayı ne zaman kullanabileceğini neden sormuyorsun?"
"Benim taşımı Ares'e mi verdin?" diye ısrarla sordu.
Adonis doğruldu, ona yönelttiği bakışları sinirliydi. Öfkeyle söylendi.
"Taşı almak için onu baştan çıkarmaya mı çalışacaksın? Sana şimdiden söyleyeyim de zahmet etme. Onu asla etkileyemezsin çünkü..." dedi ve yutkunarak sustu.
"Çünkü?" dedi Nelai. "Aynı kişi yüzünden mi?"
Bölüm 23: Bir Kavanoz Çikolata
"Çünkü?" dedi Nelai. "Aynı kişi yüzünden mi?"
Öfkeyle karışık alaycı bir ifadeyle, son sözü yüzünden gerilen Adonis'i süzdü ve şu anda hissettiği kıskançlığın dudaklarından sızmasına izin verdi.
"Asla senin olmayacak bir kadın için boşuna uğraştın Adonis. Sen karanlığı yenen, gökyüzünü aydınlatıp insanlara yol gösteren gökyüzündeki aysın. Romantik ve saf. Fakat Ares bir güneş, yani sen onun aydınlığında kaybolmaya mahkumsun. Onun hayat dolu enerjisine muhtaçsın, parlaklığına ve sıcaklığına. Her ikinizin arasında kalan Dünya'nın kaderi, güneşi olan Ares'in etrafında dönmek. Dünya güneşin etrafında pervane, ay ise dünyanın. Benim gördüğüm bu ve yas tutman bunu değiştirmeyecek. Dünya için asıl olan her zaman güneş olacak."
Adonis hiddet dolu bir sesle kükredi.
"Bir iblis parçası ne bilir ki? Sonuçta senin efendin de Ares değil mi?"
Nelai gözlerini kıstı.
"İblisler güneşe tapmazlar Adonis! Benim efendim yok! Sen de Dünya'nın çekiminden sıyırılsan iyi olur! Her hareketimde beni suçlamak yerine!"
Adonis'in çenesi kasıldı ve aniden yönlenerek onu tek başına bıraktı. Duyguları alt üst olmuştu. Eskisi gibi kendinden emin değildi. Kalbini ve kızgınlığını sakinleştirmek için minderlerin üzerine uzandı. Taş, Ares'te ise endişe etmesine gerek yoktu ama Adonis'te ise sorun büyüyecekti.
***
Gündüz vakti büyük bir gürültüyle parlayan şimşekler siyaha dönüşmüş bulutların arasında gezindi ve yıldırıma dönüşerek dalgalı okyanusun ortasına düştü. Kirke öfkeli bakışlarını fırtınanın en şiddetlisini yaşayan okyanusa çevirmişti. Kalın duvağının ötesini kendisi görebiliyordu ama başkası onun yüzünü göremiyordu.
Sabırlı tabiatının sonuna gelmeye başlamıştı. Sadece güzellik ve gençlik istiyordu, tıpkı eski günlerde ki gibi. Kalın duvağının ardından hırladı ve o anda onlarca yıldırım okyanusa düşerek havayı tamamen elektriklendirdi. Havada gezinen gücü çekebiliyordu, her bir zerresini emebiliyordu ama yüzündeki yaş çizgilerini, derin uçurumlara çeviren zamana hiçbir şey yapamıyordu.
***
Adonis Nelai'yi öylece bıraktıktan sonra kraliçe Yuında ile görüşüp Olimpos'a dönmüştü. Aslında çok yorgundu ve beyni çatlayacak gibi ağrıyordu. Tüm bunların üstüne Nelai'nin sebep olduğu sancılar vardı, hem bedensel hem de ruhsal. Serin bir banyo yapıp üzerini değiştirdi ve yatağına uzandı.
İki gündür, Ares ve Apollon ile birlikte, Odin'in boyutundaydılar. Odin hala uykusundaydı ve Thor kayıptı. Ev sorumlusu olan Baldur'a, Loki'nin saldırılarını anlatıp cezalandırılması için oylamaya sunmasını istemişlerdi. Baldur nektar bağı saldırısını bilmiyordu, yine de Loki'nin Olimpos üyelerine saldırmasını hoş karşılamadı. Koruma dün akşam kaldırılmıştı ve olimpiyatlar yüzünden; Asgard'ın ölümsüzleri, Loki'yi aramak yerine olimpiyatlara katılmak için hazırlıklara başlamışlardı.
Ares, Baldur'un bu kararından hoşnut kaldı çünkü ceza izni alındığına göre, Loki'yi kendisi arayıp cezasını verebilirdi. Olimpos olarak buna hakkı vardı. Yine de bir gün daha sabretmesi gerekecekti çünkü olimpiyatların düzenleyicisi olarak, Dionysos'un boyutundaki festivale katılmak zorundaydı.
Adonis ise Nelai'nin artık iyice sıkılmış olacağını düşündüğünden onu ziyaret edip konuşmasını sağlamak istemişti. Bir yanı da genç kızın yüzünü ve hareketlerini özlediğini söylüyordu. Bir kızın hareketlerini seyrederek vakit geçirmek nasıl olur da eğlenceli oluyordu, bunu anlamıyordu. Ona meydan okuması ve zeki cümleleri ise, bu eğlenceyi katlıyordu.
Beklediği eğlenceden fazlasını alacağından haberi yoktu.
Barakaya vardığında, Nelai'yi o kadını öpmek üzereyken yakalayınca, öfkesinden gözü kararmıştı. Önce Tammuz sonra da Yuında'nın savaşçılarından biri... Şehvet iblisi olduğunu unuttuğu her an, Nelai tabiatını ona anımsatmanın bir yolunu buluyordu. Yalancı succubus! Onu beğenmesi de yalandı, yoksa her gördüğü canlının peşinde koşamazdı. Savaşçının yaşam enerjisini emmek için yaklaştığını söylemişti ama Nelai'nin başka birinin dudaklarına uzanması sinirini tepesine çıkarmaya yetiyordu. Yalancılığına katlanabilirdi.
Bir iblisin onu bu kadar zorlaması inanılır gibi değildi. Nelai'nin yanındayken kadının cazibesini göz ardı etmek güçleşmeye başlamıştı. Onu korkutmaya çalışmıştı ama dudakları, kadının ipeksi tenine dokunduğunda; Adonis'in kızgınlığı silinivermişti. Bir an için hayatta istediği tek şey, dudaklarını onun nefis kokan boynunda gezdirmek olmuştu. Kalbiyle aynı hızla atan şah damarının cazibesi, onu kendinden geçirmişti. Teninin çekici kokusu hala burnundaydı.
Belki de Nelai onu tuzağa düşürmüştü ve onun fark etmediği bir büyü yapmıştı. Sebep her neyse, kadını kolları arasına almak için dayanılmaz bir arzu duymuştu. Kıvrımlı dudaklarının tadından hoşlanıyordu. Kapının önündeki ilk öpücüklerinden beri, Nelai'yi sadece iblis olarak görmek zorlaşmıştı.
Kadın bir an için tüm varlığını ona teslim edecekmiş gibi hissettiriyor, bir an sonra da dizginleri eline almaya çalışıyordu. Sahte teslimiyetinin içindeki dizginleyemediği asilik, Adonis'i cezbediyordu. Her ne kadar yalan kelimeler sarf etse de, kendinden emin halleri eğlenceliydi. Damarına basıyordu ve onun kanını tutuşturuyordu. Kadının varlığı bile onun için bir meydan okumaydı.
Adonis aynı heyecanın yeniden canlandığını fark edince, çenesini sıkarak yataktan doğruldu. Bacaklarını yataktan aşağı sarkıttı ve parmaklarını çarşafa geçirdi. Nelai'yi yanında istiyordu. Hayır. İstemiyordu. İlginç bir kadındı, tüm sorun da buydu. Yabancı olması ve cüretkar olması, onun kafasını karıştırmıştı o kadar.
Parmaklarını kenetlediği çarşaftan çekti ve hala nemli olan saçlarına geçirdi. Dinlenmesi için düşünmeyi keserek uyuması gerekiyordu ama bir türlü zihnine söz geçiremiyordu. Birileriyle konuşmak kafasını dağıtmaya yardımcı olurdu ama Olimpos'ta ondan başka kimse olduğunu sanmıyordu, herkes Dionysos'un boyutundaydı. Derin bir nefes alıp mutfağa doğru yönlendi.
***
Solan büyük bir çikolata kavanozuna daldırdığı kaşığı yalarken mutfağa yönlenen Adonis'i görünce şaşırdı. Herkesin Dionysos'un düzenlediği festivalde olduğunu sanıyordu, Hekate dışında. Hekate her zamanki gibi, bugün izinli olan Dünya'nın yanındaydı.
"Selam." dedi Adonis, ona doğru yürüdü. "Olimpiyatlara alınmadın mı yoksa?"
Solan bir kaşık dolusu çikolatayı ağzına atmadan önce cevap verdi. "İblis kategorisini koymayı unutmuşlar."
Adonis neşeli bir kahkaha atarak yanına oturdu. "Kategorileri düzenleyen Artemis olunca, şaşmamak gerek. O senden nefret ediyor."
Artemis'in adı geçince Solan derin bir nefes alma isteğiyle kasıldı ve ağzındaki çikolatayı hızlıca yutuverdi. Yoğunluğu yüzünden birkaç defa daha yutkunmak zorunda kalmıştı.
"Çok mu ağır geldi?" Solan kaşlarının altından adama bakınca Adonis sırıttı. "Yutmakta zorlanıyorsun da."
Solan başını yukarı aşağı salladı. Ve kaşığı diliyle temizlerken konuştu.
"Benden nefret etmesi umurumda değil."
Adonis onun tepkilerini izlerken öylesine sordu. "Sen ondan nefret ediyor musun?"
Solan yan bakışla adama bakarak yanıtladı. "Seni ilgilendirmez."
Adonis damarına basmaya çalışır gibi cevabına dikkat ederek yavaşça konuştu. "Onun bu tavrı seni sinirlendirmiyor mu? Sonuçta aynı yerde yaşıyorsunuz artık."
Solan sakince omzunu silkti. "Benim hakkımda düşündükleri onu bağlar, benim onun hakkında düşündüklerim de beni bağlar. Yani senin üstüne vazife değil."
"Ben sadece sizin sürekli tartışmanızı istemiyorum." Dedi Adonis. "Onunla daha iyi anlaşman hepimizi bağlar."
Solan ona doğru bakınca Adonis ekledi. "Artemis ile daha iyi anlaşmak istemez misin?"
Bir süre adamın yüzüne baktı Solan, aklından geçenleri anlamak için. Her hangi bir art niyet bulamayınca ifadesiz bir sesle konuştu.
"Sanırım bir fikrin var."
Adonis kendinden emin bir tavırla cevapladı. "Elbette."
"Duymak için can atıyorum."
Gülerek fikrini söyledi. "Onun hoşuna gidecek bir şeyler yapmak için biraz uğraş."
Solan bıkkınca başını salladı. "Senden beklenebilecek bir nasihatti. Bunu bir yerde mi okudun?"
"Gayet mantıklı bir çözüm, nesini beğenmedin?"
"Sanki birini etkilemek için çaba sarfettin de! Hoşuna gidecek bir şey yapmak için biraz uğraşmakmış!" diye söylenen Solan çikolatadan bir kaşık daha aldı, ağzına atmadan önce konuştu. "Artemis'in avcı perilerini yakalamak daha kolay."
Adonis yüzünü buruşturdu. "Çok karamsarsın."
Solan kaşığı özenle temizlerken mırıldandı. "İşte ben de bunun için uğraşıyorum. Geçimsiz ve karamsar bir iblis olmaya... Ayrıca Artemis'in hoşuna gitme isteğim yok." Dedi ve başını adama doğru çevirdi. "Senin burada ne işin var? Ares'in yanında olmanı beklerdim."
"Oyunlar çok sıkıcı." Diyen Adonis omzunu silkti ve elini ona uzattı. "Kaşığı ver de, biraz da ben çikolatanın canına okuyayım."
"Git kendine kaşık al." Diye homurdandı.
Adonis ters bir bakışla ona bakarak ayağa kalktı ve kaşık için çekmeceye yürürken söylendi.
"Millet de eline geçirdiğini sahiplenir olmuş, paylaşma yok."
Solan kavanozdan bir kaşık daha aldı ve kavanozu Adonis'in oturacağı yere doğru itti. İki gündür midesine giren yegane yiyecek bu çikolata olmuştu. Artemis'i zorla odada bıraktığı için, yaptığını açıklamak adına, Jotunheim'den döndüğü zaman kızla konuşmak istemişti. Fakat Artemis ondan nefret ettiğini tekrarlamak dışında, onunla konuşmak istememişti.
Bu küskünlüğe sebep olduğu ve kurduğu tuzak yüzünden Loki'ye iyice kinlenmişti. O adamı bulmadan Olimpos'a dönmemeye karar vermişti ama iki gün uğraşmasına rağmen hiç ipucu bulamamıştı. Phobos'un iblis kampındaki savaş büyücüsü, iz büyüsünde ona yardım etmişti ama büyü bir nedenle işlememişti. Sebebini araştırmaya vakti olmamıştı çünkü Ares onu çağırdığı için Olimpos'a dönmek zorunda kalmıştı.
Yanına oturup kavanozu ortalarına kaydıran Adonis'e başını çevirip baktı. Ares adama çok değer veriyordu ve güveniyordu, birbirlerinden hiçbir şey saklamazlardı. Solan ise Adonis ile pek anlaşamazdı, karakterleri uyuşmuyordu. Herhangi bir kavga etmemişlerdi, yine de araları hep mesafeli ve soğuktu.
Kaşığı masaya bırakıp sandalyesine yaslandığında; elindeki kaşığı kavanozun içine daldırmayı bırakan Adonis düşünceli bir bakışla ona döndü. Bir anlık tereddütten sonra kararsız bir ifadeyle konuştu.
"Sana bir şey sormak istiyorum ama büyük ihtimalle yanlış anlayacaksın."
Solan bıkkınca adama döndü. "İblislerle mi ilgili?"
Adonis güldü. "Kahine rakip var sanırım ya da sen düşündüğümden daha zekisin."
"İkinci seçeneğin doğru olduğunu biliyorsun. Nelai sorun mu çıkartıyor?"
Adonis kaşığını kavanozun üstüne bırakıp geriye kaykıldı. "Aslında sorun şu ki; hiç sorun çıkarmıyor. Sivri dili ve normal ötesi çekiciliği dışında hiçbir tuhaflığı yok. Söyledikleri ve davranışları vaat ettiği gibi, fakat onda bir gariplik var."
Solan dikkatle adamın söylediklerine odaklandı. Adonis bir anlık düşünceden sonra tanıma karar verip konuştu.
"Yani iblis gibi değil ama sanki iblis olmak için çabalıyor gibi."
"Yani benim gibi?"
Adonis'in gözleri ışıldadı. "Evet, aynı senin gibi!"
Solan kaşlarını çatıp gözlerini kavanozun üstündeki kaşığa dikti. Bir süre daha konuşmayınca, Adonis sıkıntıyla ekledi.
"Nektar içmemek beni ona karşı zayıflatıyor olabilir mi?"
Solan kaşlarının atından Adonis'e baktı. "Ondan etkilendiğini mi söylüyorsun?"
Adonis konuşurken iyice gerilmişti. "Büyü kullanmadığını düşünüyordum ama ben fark etmiyor olabilir miyim acaba? Melez ya, belki üstümde farklı bir etkisi oluyordur. Eşsiz olduğunu söylemiştin."
Solan yavaşça başını salladı. "Hayır, sen kesinlikle fark edersin." Durakladı. Adonis'in bu iblise olan ilgisi, Artemis'in bahsettiği kadın-erkek ilişkisi gibi olabilir miydi? "Aşık mı oldun?"
Adonis tokat yemiş gibi irkildi. Gözleri ve ağzı korkunç bir şey görmüş gibi açıldı. Sonra kekeleyerek öfkeyle söylendi.
"Sen ne saçmalıyorsun? İblisleri tanıdığın için soru soralım dedik, sen olayı nereye bağladın?"
"Sinirlenme, sadece sordum. Zaten ilişkilerdeki farkları anlamakta zorlanıyorum."
"Anlamadığın konularda yorum yapma o halde!" diye homurdandı Adonis.
Solan da sinirlenmişti. "Soru soran sensin Adonis. Sanki sen çok anlıyorsun aşktan sevgiden!"
"Senden daha çok anladığım açık!" dedi Adonis. "Hiç değilse, ben en azından bir kişiyi sevdim ve ona aşığım."
"Hala Dünya'ya aşıksan, Nelai'ye nasıl ilgi duyuyorsun o halde?" dedi anlatılanları düşünerek. "Bu olasılığı düşündüğün için bana soru sormadın mı? Nelai senin için fiziksel bir çekim olsaydı, onu çoktan alırdın ve merakın geçerdi. Biz iblisler sizin kadar duygusal değilizdir."
Adonis suratını astı ama sözlerini düşündüğü belliydi. Solan bir süre suskun adama baktıktan sonra gitmek için doğruldu. Adonis o sırada konuştu.
"Özür dilerim Solan. Ben bugünlerde çok gerginim." Başını kaldırıp ona baktı. "Sözlerinde haklısın ama kendine haksızlık ediyorsun. Ölümsüz sevgiyi bilebilecek biri varsa o da sensin. Çünkü kalbin hala çok saf ve sadık."
Solan adamın laflarının anlamsızlığı karşısında şaşaladı. "Sadık mı?"
Adonis savuşturmak ister gibi elini salladı. "Her neyse, dedim ya saçmalamam olası."
"Ne demek istedin Adonis? Boş konuşmadın."
Adonis bakışlarını ona çevirdi. Ne diyeceğini tarttıktan sonra konuştu.
"Aşk ve sevgiyi tatmayan kalbinin şanslı olduğunu söylemek istedim."
Solan adamın konuyu kapatmak için öyle söylediğini fark etti. Ya da gerçekten de saçmalıyordu. Konu açılmışken aklındaki soruyu Adonis'e sordu.
"Sevdiğini kaybetmek acı veriyor değil mi?"
Adonis usulca başını salladı. "Hem de çok."
"Bu acıdan kurtulmak mümkün mü?" dedi. Adonis tuhaf bir bakışla ona bakınca ekledi. "Sen Dünya Ares'i seçtiği için hala acı çekiyor musun?"
Adonis'in anlamsız bakışları bir süre daha ona baktı. Sonra masaya çevirdi bakışlarını ve aniden ona yeniden baktı.
"Aslında çekiyordum ama şu anda onu düşünmek bana acı vermiyor. Ne zamandan beri, bilmiyorum."
Solan garip bir heyecan haliyle Adonis'e eğildi. "Düşün Adonis, ne oldu da bu acıyı dindirdin?" dedi hızlıca. "Hatırlamalısın."
Adonis başını salladı. "İnan bilmiyorum Solan, ben emin değilim. Aklım çok karışık ama kalbimdeki sancıyı şu anda hissetmiyorum. Özlem ve sevgi duruyor ama aşkın verdiği o ağır hissi duymuyorum."
"Nektar yüzünden olabilir mi? Duygularını köreltmişse..."
"Duygularım körelmedi Solan, tam tersi fazla baskın. Hatta istemediğim kadar baskın!" Dedi Adonis suratını buruşturarak. "Söylediklerimi ne çabuk unuttun?"
Solan aklında bir sürü fikirle doğruldu ve kendi odasına yönlendi. Giderken Adonis'e hiçbir şey demediğini fark etmedi bile.
Bölüm 24: O İblisin Adı Nelai
"Sana inanmadığımı sanma Artemis ama olanların bir açıklaması mutlaka vardır."
Artemis kanepeye uzanmış, bacaklarını üst üste atmış elindeki elmayı kemiriyordu. Dünya'nın itirazı üzerine, Artemis kendini savunmak için doğruldu ve diğer kanepeye uzanmış kadına bakarak homurdandı.
"Bir gün olsun onu koruma Dünya, bir kez olsun benim açımdan düşünür müsün?"
"Senin açından düşünmem ne mümkün, ben bile senin kadar takıntılı olamam." Dünya yanında duran sehpadaki çikolata paketine uzandı. "Yine de Solan'ı dinlemen gerektiğini düşünüyorum. Kendini açıklama şansı vermelisin. Sonuçta seni korumaya çalışmış."
"Ah! Elbette vermeliyim ki, sizi etkileyecek şansı olsun."
"Ne alaka ya!" diyen Dünya şaşkınlıkla ona bakınca Artemis söylendi.
"Adam bana saldırıyor, sonra Loki serseminin kaçmasına neden oluyor. Beni gereksizce korumaya çalışması bile göz boyamadan başka bir şey değil. Üstüne üstlük..." durakladı.
Dünya devam etmesi için onu itti. "Üstüne üstlük..."
"Bana sarılmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyor pis sapık!"
Dünya hınzırca gülümseyince Artemis'in sinirleri tepesine fırladı ama dişini sıkıp söylemek üzere olduğu lafları dişlerinin ardında bıraktı. Dünya çikolatadan bir lokma daha alıp mırıldandı.
"Bu, neden ona sinirli olduğunu açıklıyor. Sadece masumca sarılmak mı? Peh! Çok yetersiz!"
Artemis ne kast ettiğini anlamak ister gibi kaşlarının altından Dünya'ya baktı. Kadın iştahlı bir ivedilikle, çikolata parçalarını ağzına atmakla meşguldü. Sarılmak için onu kurtarma bahanesini söylemek istemedi. Sonuçta kurtarılmaya ihtiyacı yoktu, sersem kırmızı onu kızdırmak için uğraşıyordu.
Tam ağzını açıp sebebini soracaktı ki salonun ortasında beliren Ares yüzünden lafı ağzına tıkıldı. Ares yönlenir yönlenmez kızgın bir bakışla ona bakıp Dünya'ya döndü.
"Nasılsın papatyam?"
Dünya gülümseyerek doğruldu ve adamın ona sarılması için ayağa kalktı.
"Biz iyiyiz sevgilim."
Ares göbek yüzünden mesafeli olarak Dünya'ya sarıldı ve dudaklarına kısa bir öpücük bırakıp sırıttı.
"Mım, bitter çikolatayı tercih ederdim ama sütlü de güzelmiş." Dünya'nın yüzüne biraz daha yaklaşıp fısıldadı. "Sanırım ona tat veren senin dudakların."
Artemis seslice içini çekip homurdandı.
"Ben izlemekten sıkıldım siz yapmaktan sıkılmadınız."
Ares ona doğru döndüğünde yüzündeki neşe kaybolmuş yerini kızgın bir ifadeye bırakmıştı.
"Sen hiç konuşma Artemis! Sana çok kızgınım."
"Bana mı ama neden?" dedi sebebini bildiği halde.
Ares Dünya'dan ayrılıp ona döndü. "Olimpiyatların organizasyonunu sana bırakmıştım, değil mi? Fakat sen ne yaptın? Tüm işleri Hena'ya yaptırıp kurtuldun. Şimdi de aldığın sorumluluğu yerine getirmek yerine Poseidon'u kandırmış onun yerine Dünya'nın yanına kaçmışsın. Kendi zevkin için başka kişilerin iyi niyetiyle oynamayı bırak. Öğrenemeyeceğimi mi sanıyorsun anlamıyorum."
Artemis küskünce dudağını sarkıttı. "Poseidon'a güveneceğimi sanmıştım."
"Suçu ona atma Artemis. Burada ne işin var? Senin oyunların başında olman gerekiyordu. Sorumlu olan sensin."
"Dünya'ya bir şey anlatmamdan mı çekiniyorsun?"
Ares şaşkınca ağzını açarken Dünya kaşlarını çatıp adamın yüzüne baktı. Artemis keyifle sırıtırken Ares telaşla konuştu.
"Çekinecek ne var ki?"
Dünya lafa girdi. "Ben de onu merak ettim şimdi."
"Hayatım, araya laf karıştırıyor." Dedi Ares Dünya'ya dönerek.
"O halde anlatayım." Dedi Artemis hedefi tam ortasından vurduğunu görünce.
Dünya ona döndü. "Anlat, anlat. İkidir bu tehdit Ares'i telaşlandığına göre hoşuma gitmeyecek bir konu."
"Papatyam..."
Dünya elini kaldırıp Ares'i susturdu ve ona bakmaya devam etti. "Seni dinliyorum."
"Aslında biliyorsun, hani şu Olimpos'taki misafir." Diye lafına başladı. Ares'in işaretlerini görmezden gelip devam etti. "Kolyeyi bulmak için yardıma gelen bir iblis efendisi değil."
Dünya ona sarılmaya çalışan adamı iterek öne yürüdü. "Kimmiş?"
Artemis sevimli bir gülümsemeyle cevapladı.
"Güzel ve seksi bir succubus." Dedi ve Dünya'nın şok içindeki yüzünün Ares'e dönmesini izlerken ekledi. "Ah! Benim gitmem gerek, ok atma müsabakası başlamak üzeredir. Ares de burada olduğuna göre bana güle güle."
Artemis bombanın fitilini çekip ortalarına attıktan sonra yönlendi. Dünya'nın bakışlarında fırtına bulutları toplanmaya başlamışken Ares kaderine boyun eğerek Dünya'nın az önce kalktığı kanepeye kendini bıraktı. Tek elini eşine doğru uzattı. Dünya kızgın olmasına rağmen uzatılan eli geri çevirmeden tuttu ve Ares'in onu yanına çekmesine izin verdi. Dünya'yı kucağına yatırdıktan sonra tüm olup biteni hiçbir şeyi saklamadan anlattı. Sadece kolyenin çalındığından haberi olan Dünya sakince adamı dinledikten sonra saçlarını okşayan adama baktı.
"Sana kur yapmadığına inanmamı bekleme."
"Bunu düşüneceğini tahmin ediyordum." Dedi Ares ve iç çekerek ona gülümsedi. "Bana inan papatyam, o iblisin Adonis'e olan ilgisi bile yüzeysel, ısrar etmiyor."
"Bu nasıl olabilir? Succubus bir iblis değil mi?"
Ares omzunu silkti. "Adonis'in soğukluğu da buna etken olabilir."
"Adonis'in ters davranmasına şaşırmam ama bu hiçbir şehvet iblisini durduramaz. Acaba senin varlığın iblisi etkiliyor olabilir mi?"
"Hayır papatyam, benden etkilenmiyor. Sorgulamama irade gösterdi. Melez olması başlı başına kafa karıştırıcı ve bir iki defa Adonis'i etkileme çalışması dışınca oldukça usluydu. Saygı selamı hariç bana her hangi bir teslimiyet göstergesinde bulunmadı."
"Melezler de sana kayıtsız kalamaz. İşin içinde başka şeyler olmalı."
Ares düşünceli bir tavırla kaşlarını çattı ve onun düşündüğünü dile getirdi.
"Anne ve babasının kim olduğunu bulmalıyız."
"Ebeveynleri önemli olmayabilir ama bilmekte fayda var. Ayrıca sana kur yapmaması işime gelse de potansiyel düşmanı tanıyarak garantiye almak en iyisi."
"Amacı her neyse konunun ben olmadığıma eminim. O Adonis'in peşinde görünmeyi tercih ediyor."
"Sen yine de ondan uzak dur, verdiği bir bardak suyu bile içme."
"Kıskanmanı gerektirecek hiçbir şey yok sevgilim, benim gözlerim senden başkasını görmüyor. Tüm olanlara rağmen hala bana güvenmiyor musun?"
Dünya onu izleyen altın gözlere dikkatle baktı. Yalan yoktu, zaten mührü de sessizdi fakat Ares kelimelerle oynayarak onu yine de kandırmayı başarıyordu. Ares'in ciddi ifadesi yavaşça dağıldı ve gözleri çekici ışıltılarla bezendi.
"Seni seviyorum papatyam, sen benim her şeyimsin."
Dünya dayanamayıp gülümsedi. "Koca göbeğimle mi?"
Ares başını sallayarak gülümsemesini genişletti. "Özellikle onunla birlikte."
Dünya nefes almayı unuttuğunu fark edince derin bir soluk aldı ve hafifçe doğrularak başını kaldırdı. Ares ona destek olmak için eğildi ve dudakları tutku dolu bir aşkla birleşti.
***
Adonis ok atma yarışmasının galibi olarak aldığı madalyayla, Artemis ve Athena'nın canını sıktıktan sonra içinden gelen bir dürtüyle Ares'in Antalya'daki evine yönlendi. Ares'in evde olduğunu biliyordu ve hem onun hem de Dünya'yı görmeye ihtiyacı vardı. Solan ile yaptığı görüşmeden sonra aklı iyice allak bullak olmuştu.
Apartman boşluğunda durdu ve elini, kalbini kontrol etmek için göğsüne koydu çünkü normalde Dünya'ya yakın olduğu zamanlarda atan kalbi sessizdi. Hissedilmesi zor bir yavaşlıkta atan kalbi içindeki heyecana rağmen hızlanmamıştı. Acaba Dünya'ya olan duyguları değişmiş miydi ama neden? Kaşlarını çatıp sönen ışığı yakmak için elini salladı. Sensörlü ışık yeniden yanınca göğsündeki madalyanın altında kalmış kolyesi gözüne ilişti. Dünya'nın ona verdiği hediye...
Zarif çiçeğin resmedildiği kolyeyi tutup parmağının ufak bir hareketiyle yana kaydırdı. İçindeki yazıyı okurken her zaman hissettiği acı yerine tuhaf bir gurur haliyle soluklandı. 'Cesur ve İyi Adonis'e... Dünya'
Asırlardır onun yüz güzelliğinin altındaki ruha dokunan tek kadın Dünya olmuştu. Onu sevdiğini söyleyen ve isterse Hades'i bile terk edeceğini ima eden Persephone'nun ilgisini çekmesinin asıl nedeni güzel olmasıydı. Afrodit'ten bahsetmek bile gereksizdi, o kadının güzelliği olan aşırı düşkünlüğü destansıydı. Bu kıstas yaşayan herkes için geçerliydi ve güzelliğe sahip olmak için çabalayanların yanında; güzelliğe sahip olamamanın verdiği hırsın kötücül duyguları da ortaya çıkarmasını defalarca görmüştü.
Nefeslendi, kolyeyi tişörtünün altına atıp gözlerden sakladı. Şimdi önemli olan aldığı madalyayı herkesin gözüne sokmaktı. Kapıya doğru adımlamıştı ki Ares kapıyı açtı ve sırıttı.
"Zilin nasıl çalınacağını mı hatırlamaya çalışıyordun?"
Adonis gülerek başını salladı. "Kollarım ok atmaktan öyle yorulmuştu ki, kaldırıp zili çalamadım."
Ares'in bakışları göğsünde sallanan madalyaya ilişti ve kapıdan geçen adamın omzuna vurdu.
"Yaşa! Ok atma yarışmasını kazanmana çok sevindim. Artemis'in yüzünü görmek isterdim."
"Gerçekten de büyük bir zevk kaçırdın." Dedi Ares'in karşına geçip. Kapıyı kapatan adam ona dönünce ekledi. "Rahatsız etmiyorum, değil mi?"
Ares elini salladı. "Ne rahatsızlığı, duymadım say." Dedi ve ona doğru eğilip fısıldadı. "Dünya saçma bir tarif öğrenmiş ve iki saattir onunla uğraşıyor. Bana destek olman işime gelir."
"Ah! Kaçmak için fırsatım var mı?"
Adonis lafını bitirirken başka bir ses ardında patladı.
"Kaçmak mı neden? Eminim tadına bakınca parmaklarını yiyeceksin."
Adonis gülerek kadına doğru döndü. "Parmaklarımı yemeden doyamayacağımı kast ediyorsun sanırım."
Dünya her zamanki gibi çok güzeldi. Uzamış saçlarını dağınık bir topuz haline getirmiş tepesinde toplamıştı. Yüzünde en ufak bir makyaj yoktu ama ışıltı saçıyordu. Aldığı kilolar ona çok yakışmıştı. Dünya ona sarılmak için yürürken homurdandı.
"O pasta bitmeden ikinizi de salıverirsem bana da Dünya demesinler."
Adonis yüzünü buruşturup kadına sarıldı. Salona geçip ok yarışmasını nasıl kazandığını anlatırken Ares de Dünya'nın yanında oturmuş kahkahalar atıyordu. Artemis'in en iddialı olduğu yarışma buydu ama nedense odaklanamamıştı. Athena ve Apollon'u yenmek Adonis için zor olmamıştı zaten Athena mızrak konusunda mükemmeldi. Apollon da yeni aşıklar gibi Hekate'ye bakmaktan hedefe bakmayı unutuyordu. Diğer evlerden gelen yarışmacıların hiç biri onu zorlayacak düzeyde değildi.
Pişen keki servis yapmak için mutfağa geçen Ares'in ardından sessizleştiler. Adonis aniden gerilmişti ama bu gerginliğin nedeni Dünya'nın varlığının verdiği heyecan değildi. Onunla konuşması gerekiyordu ama ne konuşacaktı?
"Ares bana şu succubusu anlattı."
"Nelai..." dedi aniden ve kaşlarını çatarak başını çevirdi. Daha sakin bir sesle ekledi. "Yani... O iblisin adı Nelai."
Dünya keyifli bir sesle düzelterek tekrar etti. "Ares bana Nelai'yi anlattı, senin onunla ilgilenmek zorunda olduğundan bahsetti."
Adonis başını çevirip Dünya'ya baktı. Dünya'nın ifadesi rahattı ve ciddiydi.
"Onun hakkında ne düşünüyorsun? Sence Yuında'nın boyutunda olması güvenli mi?"
"Onun güvende olup olmaması umurumda değil."
"Ben Yuında'nın güvenliğini kast etmiştim ama."
Adonis yanlış anlamanın verdiği utançla hafifçe yüzünün ısındığını hissetti. Neden hep Nelai'nin güvenliğini düşünüyordu? Onun şu anda ne yaptığını neden merak ediyordu? Başka birine saldırmaya çalışmış mıydı? Saldırmamış olmalıydı yoksa Yuında ona haber verirdi. Dünya yeniden konuşunca kendini toparladı.
"Ben mücevherin etkisindeyken kimseyi umursamıyordum ve bir şeylere zarar vermek beni memnun ediyordu. İçimdeki iblis ruhu sadece Ares'in sözünü dinliyordu. Bu kadın neden senin dediklerini dinliyor?"
"Beni dinlediğini nereden çıkardın?" dedi arkasına yaslanıp gözlerini Dünya'ya dikti.
"Kahin Ares'e Nelai'nin çok güçlü bir enerjiye sahip olduğunu söylemiş. Eğer o kadar güçlüyse ve irade sahibiyse; iblis doğasını bastırması ve vahşet yapmamasının tek nedeni olabilir. Sen ona yapmamasını söylemişsindir. Neredeyse bir haftadır tutsak ve oldukça uysal bir iblis ki, bir şehvet iblisi için bu bir rekor olmalı. Senin emrin onu nasıl durdurabiliyor? Yanında olmamana rağmen!"
"Uslu durduğunu hiç söylemedim."
Dünya sakince konuştu. "Kimseyi öldürmedi, yani şimdilik."
"Sandığın gibi değil Dünya. Nelai benden etkilenmiyor."
"Bu daha da tuhaf değil mi?"
Adonis kaşlarını çattı. "Herkese çekici görünmememin neresi tuhaf? Tanıdığım birçok kadın bana bayılmıyor ne de olsa."
"Adonis, bu sıradan biri değil. Bir succubus. Ve anladığım kadarıyla çok ilginç biri. Onunla tanışmak isterdim."
"Söz konusu bile olamaz!"
Ares elinde bir tepsiyle odaya girerken Dünya'nın son sözlerine sert bir sesle karşı çıkmıştı. Tepsiyi masaya bırakıp elinde tabaklarla onlara döndü.
"O iblisle aynı şehirde olmanı dahi istemiyorum."
"Ne zararı olabilir?" dedi Dünya, Ares'in uzattığı pasta tabağını alırken. "Onu tanımak istiyorum."
"Hayır, papatyam."
Dünya sabırla iç geçirirken Adonis Ares'in uzattığı tabağı aldı. Ares ile aynı hisleri paylaşıyordu, Nelai ile Dünya yan yana dahi gelmemeliydi. Ares tabağını alıp Dünya'nın yanına oturduğunda; Adonis pastadan bir çatal alıp ağzına attı. Karısının gönlünü almaya çalışan Ares, pastadan yemeden önce çabucak eğilip Dünya'nın yanağından bir öpücük çaldı. Adonis, Ares'in bu yaramaz çapkınlığından hiç rahatsız olmadığını fark etti hatta komik gelmişti. Gülümserdi ama pastayı tatmamış olsaydı.
Kaşlarının altından Ares'in tepkisine baktı. Çiğnemeye devam edecek cesareti yoktu. Ares, Dünya'ya gülümseyip kocaman bir çatal aldı ve ağzına attı. Çiğnedi, çiğnedi ve yüz ifadesi dondu kaldı. Dünya anormalliği fark etmişti. Adonis lokmayı yutamıyordu, aynı durumda olan Ares'in gözleri yaşarmıştı.
Dünya dudağını büküp elindeki tabağa baktı ve çatalı batırdı. Ares hemen atıldı.
"Papatyam bu, bu... Bu şey harika olmuş, onu da ben yiyebilir miyim..."
Dünya tabağı çekti. "Pastanın nesi var?"
Adonis zorla yutarak mırıldandı. "Nesi yok ki?"
"Hayatım, lütfen o tabağı bana ver."
Ares'ten kaçırdığı tabakla ayağa kalkan Dünya pastadan küçük bir parça alıp ağzına attı. İki kere çiğnedikten sonra öğürerek tabağa tükürdü.
"Özür dilerim ama bu ne ya!"
"Bunun içine ne kattıysan, çürümüş bence." Dedi Adonis normal görünen pastaya bakarak. "Resmen biyolojik bomba yapmışsın."
"Tarifi birebir uyguladım ama..." diye konuşan Dünya yavaşça Ares'e döndü.
Hiç yorum yapmayan Ares sevimli bir gülümsemeyle ayağa kalktı.
"Olur böyle şeyler papatyam, bir dahaki sefere harika yapacağına eminim."
Tabağı kendine çeken Dünya Ares'e doğru neredeyse tıslarcasına konuştu.
"Şeker yerine ne kattın içine?"
Ares dudağını yalayarak yutkundu. Dünya gözlerini kıstı ve yeniden sordu. Ares bıkkınca nefeslenip omuzlarını düşürdü.
"Ne olduğunu şu anda bilmiyorum ama hamura atarken şeker olduğuna eminim."
Dünya homurdandı. "Ben sana söyleyeyim, deterjan koymuşsun. Sana şeker koymanı söylemiştim. Ben de diyorum bu ne biçim kabardı. Kaç bardak koyduysan artık şekeri?"
"Hayatım bana dolapta olduğunu söyledin, dolapta bulduğum beyaz toz dolu tek kavanozdan iki bardak şeker koydum."
Dünya oflayarak tabakları sinirle topladı ve mutfağa doğru giderken öfkeyle homurdanmaya devam etti.
"Acaba hangi dolaba baktın? Of, Ares of! Ama aptallık bende nasıl güveniyorsam sana? Bundan sonra tüm kavanozların ve şişelerin üzerine, içindekileri büyük harflerle yazmam gerekiyor sanırım."
Ares, Dünya'nın söylenmesini alışmış bir ifadeyle dinledikten sonra kendini koltuğa bıraktı.
"Amma büyüttü yahu!"
Adonis kendini tutmayı bırakıp gülmeye başlayınca, Ares de sırıttı. İkisinin ev hallerine pek tanık olmamıştı ve yeni evli sayılmalarına rağmen bu denli uyumu olduklarını hiç düşünmemişti. Ares, Dünya'yı altı senedir seviyordu ama Dünya bu senelerin sadece bir buçuk senesini anımsıyordu. Bu az zamana göre çok iyi anlaşıyorlardı.
Derin bir nefes alıp ona sırıtan Ares'e baktı. Ares'in gülümsemesi hüzünlü bir ifadeye bürünmüştü. Adonis bunun nedenini tahmin etse de sormadan duramadı.
"Ne?"
Ares eliyle saçlarını geriye tarayıp koltuğa yayıldı. "Hiçbir şey, bugünlerde bana ne oluyor bilmiyorum. Dünya duygusallaşacağına bana bir haller oluyor. Artemis'in Solan'a davranışları kafamı karıştırıyor. Bir yandan da sen..." Boğazını temizleyip gergin bir sesle devam etti. "Seni üzmeyi hiç istemedim biliyorsun."
Adonis gülümsedi. "Bence Dünya en iyi kararı verdi Ares. Biliyorsun o bir anahtar, onun seçimleri her zaman doğrudur."
Ares rahatlayarak derin bir nefes aldı. "Artemis ve Solan konusunu ne yapacağız?"
Adonis başını eğip bir anlığına düşündü. Aslında yapılacak pek bir şey yoktu. Artemis olanları öğrenirse onları af etmezdi. Dudağını kemirmeyi bırakıp başını kaldırdı.
"Sır olarak kalmalı."
"Vicdanım rahat değil."
Adonis kaşlarının altından Ares'e dikkatlice baktı. "Her ikisini de kaybetmeye hazır mısın peki?"
Ares başını çevirip boş bakışlarla duvarı seyretmeye başladı. Adonis doğruldu ve ayağa kalkarken konuştu.
"Ben hiç hazır değilim, bu yüzden anlatmamalısın. Şimdi gitmem gerek, Dünya ile vedalaşıp benim iblis ne yapıyor bakayım."
"Senin iblis mi?" dedi Ares şaşkınlıkla.
Adonis bir an ne dediğini anlayamadı, gerçekten de o kelimeyi mi kullanmıştı? Buz keserken boğazını temizledi.
"Yani sonuçta sorumluyum ya... Ondan dedim yoksa sahiplendiğim falan yok."
Ares yorum yapmadan başını salladı ama parıldayan gözleri aslında düşündüğü şeylerin masum olmadığını beyan ediyordu. Adonis eli ayağına dolanmışken yürümeyi başardı. Mutfağa ulaştığında daha rahattı. Söylenerek kek kalıbını makineye koyan Dünya ile vedalaşıp Yuında'nın boyutuna yönlendi.
Bölüm 25: Kurban Edilen
Loki soğuk mahzene inen dar merdivenleri yavaş adımlarla iniyordu. Elindeki meşalenin sönmemesi için dikkatli olması gerekiyordu. Bu aptal adada hiçbir şey istediği gibi olmuyordu ki! Güçleri iyice zayıflamıştı ve Kirke kolyenin kullanılmaması için onu uyarmıştı. Adanın büyüsel dengesini yaşlı cadı sağlıyordu ve en ufak bir dikkatsizlik titizlikle hazırlanmış planları suya düşürebilirdi.
Loki kadının lafıyla hareket ettiğine öfkelense de şimdilik suyuna gitmesi gerektiğinin bilincindeydi. Ona vaat ettiği tılsım hazır olur olmaz ne Kirke değerli olacaktı ne de dünyanın geri kalanı. Tek önemli olan onun emirleri olacaktı.
Son basamakları inerek yapışkan ve pis kokulu zemine ayak bastı. Çizmelerine sineceğine emin olduğu maddenin ne olduğunu bilmiyordu ve umurunda değildi ama çizmeleri bir daha giymeyeceğine emindi. Karanlık taş geçitte bakındı. Küçük hücrenin bu kapılardan birinin ardında olması gerekiyordu. Buraya hiç gelmemişti ve ziyaretini Kirke'den habersiz yapıyordu. O yüzden oyalanmamalıydı.
Demirle güçlendirilmiş simsiyah tahta kapılara baktı. Karşısında dört ayrı kapı vardı ve hepsi birbirine benziyordu. Geldiği labirent gibi koridorlar zaten canını sıkmıştı bir yenisine katlanacağını sanmıyordu. Sırf egosunu tatmin etmek için fazla efor harcamıştı. Meşaleyi önde tutarak birinci kapıya gitti. Kapının kolu sayılabilecek uzun paslı demiri tiksinerek kavradı ve itti.
Kapı açılmayınca homurdandı.
"Hep en son denediğim olmak zorunda mı?"
Bakışları dördüncü kapıya döndü ve sabırsızca oraya yürüdü. Denedi, açılmadı. Bir sonrakine gitti. O da açılmayınca sinirden köpürerek kalan son kapıya yürüdü. Tüm gücüyle kavradığı demirden itti. Kapı sanki yeni yağlanmış gibi aniden açılıverince Loki kendini tutamadan ileriye fırladı. Neredeyse elindeki meşaleyi düşürecekti.
"Lanet!" diye tıslayarak doğruldu.
Soluklanarak meşaleyi düzeltti ve küçük odada puslu bir aydınlık yayan yekpare kayanın üzerindeki adama baktı. Yutkunarak boğazını temizledi. Kayanın ışıltısı çok solgundu, ölüyor gibiydi, aynı üzerinde yatan adam gibi...
Tedirgin bir adım attı. Arada gelen tuhaf gıcırtı dışında ses yoktu. Bu inleyen gıcırtının nereden geldiğini bilmiyordu ama umursamayacak kadar alışmıştı. Bir adım daha attığında kendinden daha emindi. Soluk renklerle yanan kayanın üzerindeki adamın gözleri kapalıydı ve hiçbir şeyle bağlı olmamasına rağmen kayanın büyüsü yüzünden hareketsizce yatıyordu. Üzerindeki zırh, iyice zayıflamış ve çökmüş adamın halini yansıtırcasına paslanmış ve bir zamanlar parlayan metal aksamları çürümüştü.
Altın sarısı saçları, yer yer dökülmüştü ve şu anda mısır püskülünden farkı yoktu. Yakışıklı yüz hatları kemikten ibaret bir iskelete dönüşmüştü, derisi grileşmişti. Ölümsüzlük bu akıbeti engellemiyordu, hatta hizmetliden öğrendiğine göre kurbanın ölümsüz olması daha iyiydi.
"Çok akıllıca Kirke." Diye mırıldandı, kayaya bakarak. "Böyle bir şey yapacağın hiç aklıma gelmezdi. Bu şeyi nereden buldun?"
Kirke'nin büyük sırrını daha dün gece öğrenmişti. Hem de Kirke'nin çok güvendiği hizmetlisi olan bir cadıdan. Kadınla yatmasının sebebi aslında Kirke'nin bir planı olup olmadığını öğrenmekti ama kadın ağzından bu sırrı kaçırıvermişti. Halbuki yıllar önce Kirke'ye teslim ettiği tutsağın çoktan öldüğünü düşünüyordu, cadıyla yaptığı ilk anlaşma buydu.
Eğilerek cesetten farkı olmayan yüze dikkatlice baktı. Damarlarında kan kalmamış adam ölü sayılırdı ve onun ölü kalmasını sağlamalıydı. Kirke'ye sorması kuşku uyandırırdı. Belki de tılsımı bitirmesini beklemeliydi.
"Zavallı Thor." Diye fısıldadı. "Canın acıyor mu kardeşim?"
Keyifle kıkırdadı. "Yani beni kardeş olarak kabul ettiğini varsayarak söylüyorum, yoksa benim için çöpten farklı değilsin adi herif!"
Cansızca yatan adama bakmayı bırakarak kayayı incelemek için meşaleyi çevirdi. Kaya canlı gibiydi ve üzerindeki adamla aynı durumdaydı. Solgun renklerin arasında görünen damarları fark edince şaşaladı. İncecik damarlar bir insandaki kılcal damarlar gibi kayanın içindeydiler ve zayıf da olsa kan akışı vardı. Dokunmaktan sakındığı kayayı dolanarak diğer tarafına geçti.
Kayayı saran incecik damarlar bu tarafta küçük bir çukura damlıyordu. Damla o kadar belli belirsizdi ki çukurun içinde bir yudumdan az kan vardı. Çukurun ağzı bir oluk gibiydi ve eğimli ağzı zincirli gümüş bir tıpayla kapanmıştı. Peki, tüm bu sistemin amacı tam olarak neydi? Kirke'nin uzun ömrünü bu kan mı sağlıyordu?
Loki doğrulurken tüylerini ürperten bir hisle irkildi. Yan tarafındaki bir şeyin neden olduğu bu duygu onu korkutmuştu. Elindeki meşaleyi sıkıca tutarak yavaşça yana döndü ve gördüğü dehşet verici yaratık yüzünden çığlık atmaktan kendini alamadı.
Yaklaşık yarım metre boyundaki sıska kambur yaratığın teni çamuru andırıyordu. Sivilce ve yaralarla kaplı kafası bedeninden büyüktü ve gözleri minicikti. Kanca şeklindeki burnu iriydi ve kanatları sürekli kımıldıyordu. İncecik bir yarığı andıran ağzı açıldı ve kulak tırmalayan bir çığlıkla Loki'nin korku dolu bağırışını bastırdı.
Loki elindeki meşaleyi yaratığa doğru salladığında; yaratık sırtındaki küçük yarasa kanatlarını hızla çırptı ve kayboluverdi. Loki nefes nefese doğrulup meşaleyi karanlık odada gezdirdi. Yaratığı aramasına gerek kalmadı çünkü yaratık o berbat çığlığından bir kez daha attı. Korkunç yaratık kapının önündeydi ve çıkış yolunu kapatmıştı.
Loki ne yapacağını düşünmeye başladı fakat uzun sürmedi çünkü odaya adım atar gibi giren Kirke'nin öfkesi yüzünden duvara kadar gerilemek zorunda kalmıştı. Kadından yayılan büyü nefes kesecek kadar dehşet vericiydi. Loki tek dayanağı olan meşaleye sıkıca sarıldı, korku dolu gözlerini pelerini ve duvağı uçuşan cadıya dikti.
"Seni saygısız ölümsüz!" diye hırladı cadı. "Sana izin verilmeyen yerlere ayak basmaya nasıl cüret edersin?"
Loki titreyen sesini bastırmak adına bağırdı.
"Bana onun ölümünü vaat etmiştin cadı!"
Kirke öfkesini geri çekerken duvağı ve pelerini yatıştı. Bir gölge misali kayaya yaklaştı. Bir süre canlı iskelete baktıktan sonra başı doğruldu ve yavaşça konuştu.
"Sana yaşıyor gibi mi görünüyor?"
Loki tartışmayı kazandığını düşünerek güvenle doğruldu ve sinirli adımlarla kayaya yaklaştı.
"Ölümsüzlüğe hala sahip, görmüyor musun?"
"Loki!" dedi aniden Kirke sert ve uyaran bir tonda. "Seninle bir anlaşma yaptık ve sen o günden sonra Thor'u ölü kabul ettin. Hala öyle kabul etmeye devam et çünkü o sadece bir ölü. Bir daha toprak üzerinde yürüyemeyecek. Sana sözünü verdim ve ben asla yalan söylemem."
"Yalan söylemez misin?" dedi Loki alaycı bir tavırla.
"Söylemem çünkü yalan intikam hakkı doğurur. Sana bu hakkı vermek istemem. Bence sen de sakınmalısın."
"Saçmalık! Tartarus'a gitmeyeceğim ki, cezalandırılmaktan korkayım."
Kirke birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra kısık bir sesle mırıldandı.
"Belki cehennem senin için gelir Loki, senin gitmene gerek kalmaz."
Loki yüzünü buruşturarak cadıya baktı. Kadın gizemli olmaya çalışırken saçmalıyordu. Yaşlılık bir süre sonra bunamayı da beraberinde getirdiğinden olacak Loki, kadından iyice tiksinmeye başlamıştı.
Kirke başını ona çevirdi. "Seni küçük salonda bekliyorum. Gelmeden önce lütfen banyo yap."
Arkasını döndü ve adım atarken ortadan kayboldu. Loki elinde meşaleyle odada kalakalmıştı. Önünde uzanan merdivenler ve labirenti andıran geçitleri düşününce canı iyice sıkıldı. Bu lanet yerde yönlenemiyordu çünkü Kirke izin vermiyordu. Ayrıca gücü azaldığı için yönlenmek lüks sayılırdı.
Sinirle soluyarak uzun bir adım attı. Zemini kaplayan sıvı yüzünden ayağı kayınca tökezledi ve elini ileriye uzattı. Dokunmak üzere olduğu dayanağın Thor'un uzandığı kaya olduğunu fark etmesiyle elini kendine çekmesi bir olmuştu. Ve bu hamlesi Loki'nin boylu boyunca zemine uzanmasına yol açtı. Artık banyo kesinlikle şarttı, uzun bir banyo.
***
Kirke küçük salonda Loki'yi beklerken öfkesinden kuduruyordu. Onu ele veren cadının cezasını bizzat kendi eliyle vermişti fakat bu onu teskin etmemişti. Loki'nin iblislerinin önüne attığı cadının parçalanmasını seyretmek de onu yatıştırmamıştı. Loki'ye açıklama yapması gerekiyordu.
"Neyse ki, yakında sana ihtiyacım kalmayacak sersem herif!" diye tısladı.
Yürümeyi bırakıp masanın başına doğru yürüdü. Bastonuna muhtaç olmaktan nefret ediyordu. Masaya oturdu ve tepsinin içindeki küçük kristal sürahinin içindeki koyu kırmızı sıvıyı küçük bir kadehe döktü. Sürahinin içindeki sıvı, çeyreğini ancak dolduruyordu. Sıvının kaynağı da kurumak üzereydi. Ona yaşam veren taht, yeni sahibine kavuşamazsa; çok yakında iyice elden ayaktan düşecekti.
Titreyen eliyle duvağını hafifçe yukarı kaldırdı ve kadehi altından geçirerek içti. Kadehi masaya bırakıp geriye yaslandı, derin bir nefesle. Bedenine dağılan güç zerrelerini hissetmeye odaklanmışken kapının açıldığını duydu. Loki odaya girerken kapıyı çalma nezaketini dahi göstermemişti. Adamın ağzının içinden hoşnutsuz bir sesle mırıldandığını işitti.
"Yaşlı cadı uyukluyor."
"Uyumuyorum!"
Gözlerini açıp yüzünü görmeden hüküm veren adama baktı. Bu duvağın altından etrafı çok net görüyordu, yani yaşlı gözlerinin elverdiği kadar. Loki'nin kibirli bakışlarının umursamazca ona baktığını gördü.
Doğrulup kristal sürahiyi masada adama doğru itti. Loki bakışları sürahiye kaydı ama sersem adam ne olduğunu kavramadığı belli olan bakışlarını yeniden ona çevirdi.
"Şarap severim ama şimdi sırası mı? Bana açıklama yapmak zorundasın. O neden hala nefes alıyor?"
Kirke bir kez daha Loki'den daha zeki bir ortak bulmadığı için hayıflandı. Ares'in onu kabul etme olasılığı olsaydı, Loki'yi kayaya bağlar Ares'le anlaşma yapardı. İstediği çok basitti, sonsuz yaşam ve güzellik.
Kibirli Loki'ye detaylı bir açıklama yapmaya gerek duymadı. Thor'un ölümsüzlük enerjisini çalmasını sağlayan büyülü kayanın amacını öğrenmek istemiyordu. Adamın ilgilendiği şey; Thor'un neden yaşadığı idi. Thor yaşamıştı çünkü Kirke'nin yaşaması için adamın yaşaması gerekiyordu. Ta ki, tükenene kadar...
Büyülü kaya ona temas eden ölümsüzleri felç durumuna getiriyordu. Aç bir kene gibi ölümsüzden hayat enerjisini çalıyordu. Uzun bir ismi olan ve kısaca Ghoar diye seslendiği imp, süzülen kanı, bir büyüyle damıtarak Kirke'nin ihtiyacı olan içeceğe dönüştürüyordu. Ölümsüzün kanı Kirke için bir çeşit ambrosia görevi görüyordu. Ona hem yaşam hem de güzellik bahşediyordu. Thor artık tükenmek üzereydi ve hemen yenilenmezse Kirke ölüm sınırına yaklaşacaktı.
Başını koltuğa yaslayıp yavaşça konuştu.
"O yerini alacak bir kurban bulununca ölecek Loki, merak etme."
"Kurban?" dedi Loki kaşlarını çatarak.
Kirke derin bir nefes alıp bedenine dağılan hayatın zevkini duymaya çalıştı.
"Elbette, başka birine ihtiyaç duymayacağım kadar güçlü bir kurban. Her arzumu bana sağlayabilecek bir kurban."
"Kimden bahsediyorsun?" dedi Loki bir türlü emin olamamıştı.
Kirke güldü. "Ares..." diye iç geçirdi. "Ares benim tam ihtiyacım olan ölümsüz."
Loki'nin sırıttığını gördü. Adam düşmanlarının böyle bir işkenceden geçerek öleceğine çok memnun olmuştu. Duvağının altından adamı izledi. Loki büyük bir rahatlama ve kibirle geniş pencereye doğru yürüdü. Ellerini mermer pervaza yerleştirip aşağıya, devasa avluya baktı. En seçkin askerlerini yerleştirdiği kampa bakarken; kısılmış gözlerinden, sınırsız bir kin ve nefret akıyordu.
"Çok iyi..." diye kendi kendine mırıldandı. "Çok, çok iyi..."
Bölüm 26: Beni Özledin?
Sabrı iyice tükenmişti. Adonis ona sinirlenip gittiğinden beri gördüğü tek canlı, ona düzenli bir şekilde yemek ve kıyafet getiren kadın savaşçıydı. Dudağını kemirmeyi keserek odada dolanmayı bıraktı ve bakışları masanın üzerindeki kutuya kaydı. Bakışları kilimle kapattığı zemine düştü.
Kirke ile yaptığı son görüşmede kadın ona çok kızmıştı. Yine de plan biraz değiştirerek amaçlarına ulaşabileceklerini söylemişti. Nelai küçük bir oyunla Olimpos'un ilgisini kendi üstüne çekecekti. Plan acımasızdı ama gerekiyordu. Nelai plan yüzünden rahatsız olmaktan hoşlanmıyordu. En sevmediği huyu bu saçma merhamet duygusuydu.
Dudaklarını yeniden kemirmeye başladı ve Kirke ile yaptığı görüşmeleri saklamak adına kilimin üstünde hızlı adımlarla yürümeye devam etti. Beklediğinin gelmesine az kalmıştı ve içi fena halde sıkılıyordu.
"Bunu onlar istediler." Diye homurdandı. "Benim suçum değil."
Kirke muhafızı gönderecekti. Çünkü Nelai'nin büyülü hapsinden kurtulma zamanı gelmişti. Yardımsız tek başına kaçması işe yaramazdı. Zaten Kirke de onun bunu başarabileceğini ummuyordu. Şimdilik Nelai masumluğunu korumalıydı. Muhafızın barakadaki büyüyü kaldırıp ona saldırmasını sağlayacaklardı, elbette bu saldırı bir göz boyamaydı. Boyuta yapılan saldırı sonrasında Yuında her zamanki gibi Olimpos'a haber verecekti. Ve Ares'in gelişiyle muhafız kaçacaktı. Ares de, Nelai'yi Olimpos'a geri getirmek zorunda kalacaktı. Acaba Adonis de, Ares ile birlikte gelir miydi?
Nelai onu burada unutan adamı düşünmeyi bir türlü bırakamıyordu. Yokluğu onun ruhunu boğuyor ve nefes alamadığını hissediyordu. İlk günden sonra umut etmek ona acı vermeye başlamıştı. Kapının her açılışında hızlanan kalbine engel olamıyordu. Kirke'nin öfkesini üstüne çekmeyi göze alarak sessizce Adonis'in gelmesini beklemişti. Sanki işler yolundaydı da...
Derin bir nefes alarak masaya doğru döndü. Küçük kutuyu eline aldı. Muhafızın gelmesi an meselesiydi. Geldiğinde Nelai'nin saldırıya katılmasına bile gerek kalmayacaktı. Barakasının korumasında kalırken muhafızın köydekileri korkutması yeterli olacaktı.
Kutu elinde pencereye doğru yürüdü. Muhafızın gelişini görmek istiyordu. Kirke muhafızı çağırmak için hazırladığı büyünün buz ülkesinde açıldığını söylemişti. Kış cadılarının da yardımıyla çağrıldığını biliyordu ama henüz görmek kısmet olmamıştı. Çok güçlü bir yaratık olduğunu öğrenmişti. Neden muhafız dendiğinden de haberi yoktu.
İkindi güneşi ormanlık alanı ve yolu hafifçe altın rengine çevirmişti. Yoldan ona doğru gelen beş kişiden birini görmek, zihninde alarm zillerinin çalmasına neden oldu.
"Hayır." Diye mırıldandı. "Şimdi olmamalı!"
Adonis yanında dişi bir savaşçı ile barakaya doğru yaklaşıyordu. Kadının laflarını dinlerken hafifçe gülümsüyordu. Hemen ardından gelen iki nöbetçi ve tuhaf yapraklara bürünmüş bir druid ise Adonis'in iki metre uzağındaydılar. Hemen pencereden çekildi. Ne yapacaktı?
Muhafız gelmek üzereydi. Adonis tüm planı bozabilirdi ve en kötüsü zarar görebilirdi. Muhafızla Ares'ten başkası başa çıkamazdı. Bir an önce Adonis'i göndermesi gerekiyordu. Masaya doğru yürüyüp elindeki kutuyu bıraktı. Üzerindeki ince pelerini çıkarıp sandalyeye attı. Gitmek için hazırlandığını anlamamalıydı.
Yeniden pencereye dönmüştü ki, kapı bir kez tıklatılıp açıldı. Odanın ortasında donmuş kalmıştı. Soluk almayı dahi unuttu. Adonis'in bakışları odada gezindi ve en son onun üstünde durakladı. Adam anımsadığından da güzeldi.
Siyah ince bir kazak giymişti, bol olduğu için yakası ve bel kısmı dökülüyordu. Kollarını dirseklerine dek çekmişti ve bileklerinde kalın deri bileklikler vardı. Dar koyu gri pantolonunda, her iki bacağının baldır kısmında iki tane hançer kınında hazır bekliyordu. Boynunda iki kolye olduğunu gördü ama sadece zincirleri görünüyordu. Saçları yandan yüzüne dökülmüştü ve yüzünün yarısını çekici bir şekilde saklıyordu. Yüzü her zamanki donukluğunun aksine keyifli bir ifadeyle ışıldıyordu.
Adonis kapıyı açık bırakıp odaya adımlayınca, Nelai istemsizce geriledi. Gözlerini ona dikkatlice bakan Adonis'in yüzünden alamıyordu. Gerilediğini gören Adonis durakladı ve eliyle saçlarını arkaya taradı.
"Beni görmekten hoşlanmadın sanırım."
Nelai kuruyan dudaklarını diliyle nemlendirip doğruldu. Muhafız gelmeden adamı göndermek istiyorsa canını sıkmalıydı. Delice atan kalbine inat sakin bir sesle cevap verdi.
"Cesaretini ancak topladın sanırım."
Adonis'in güzel gözleri hafifçe kısıldı. Öfke beklerken dudaklarının alaycı bir gülümsemeyle kıvrılmasını beklemiyordu. Hemen bakışlarını çevirdi.
"Neden geldin? Mahkumiyetim gayet sakin geçiyor, sana söylemediler mi?"
Adonis cevap vermektense ona doğru yürüdü. Nelai heyecanına hakim olamıyordu, derin nefesler alırken tüm dikkati ona yaklaşan ölümsüzdeydi. Onu bu kadar mı özlemişti? Adonis'in hemen yanında durduğunu hissediyordu. Ellerini yumruk yaptı ve canını acıtırcasına sıktı.
"Bana kızgınsın?"
Kızgındı, öfkeliydi çünkü adamın yaklaşması bile onu heyecanlandırıyordu. Hayatı boyunca bu denli onu heyecanlandıran biri olmamıştı, öyle ki adam resmen onun başını döndürüyordu. Adonis hoş bir sesle mırıldandı.
"Kendimi sana nasıl af ettirebilirim?"
Nelai gergin bir kahkaha atıp adamdan biraz uzaklaştı. Amacı heyecanını bastırmaktı ama çok sahte olmuştu.
"Beni rahat bırakarak!" dedi. "Seni görmek istemiyorum."
Adonis'ten uzaklaşacağını düşünmüştü ama bileğinden onu yakalayan adam onu kendine doğru çekince, güçsüz olan bedeni Adonis'in kolları arasına kayıverdi. Adonis onu gevşek bir sarılmayla tutarken Nelai kesilen nefesini düzeltmeye çalışıyordu. Titreyerek debelendi.
"Yeter, Adonis. Ben ciddiyim!"
Adonis kollarını sıkarak onu hareketsiz bırakınca nefes nefese adamın yüzüne bakmak zorunda kaldı. Ördüğü saçlarından dağılan tutamlar yüzüne düşmüştü. Her nefesiyle adama doğru uçuşuyordu. Adonis çekici bir tonda konuştu.
"Çırpınmayı bırak Nelai." Dedi yüzleri arasında az bir mesafe kalmıştı. "Senin canını sıkmaya gelmedim."
"Neden geldin?" dedi sarhoş gibi. Bakışlarının onu çağıran dudaklara ilişmesini engelleyemiyordu. Günlerdir hissetmediği ve bu yüzden değişen dengesini yeniden alt üst eden şehvet hissiyle sarmalanarak adama biraz daha yaklaştı. Adonis'in çekici kokusuyla büyülenmiş bir sakinlikle eğildi ve nefes alır gibi boynunu kokladı.
Adonis'in derin bir nefes aldığını hissetti. Bu nefes korku veya ürperme değildi, tiksinme de değildi. Burnunun ucunu pürüzsüz tene dokundurarak okşarcasına kulağına doğru uzandı. İyice boğuklaşmış sesiyle mırıldandı.
"Beni özledin?"
Adonis yutkundu ve onu bırakıp bir adım geriledi. Bakışlarındaki yoğunluk sadece bir anlama gelebilirdi. Nelai iplerin ucunda sallanan bir kukladan farksız adım attı. Başı dönüyordu ve göğsündeki kalp fırlayacak gibi atıyordu. Belki ölmek üzereydi ama garip bir enerjiyle hala kımıldamayı başarıyordu.
"Adonis..." diye mırıldanmıştı ki, dışardan gelen büyük bir gürültüyle irkildi.
Muhafızın geleceğini unutmuştu.
Adonis hemen kapıya doğru atıldı. Nelai her şey için geç kalmıştı. Arkasından bağırması da çare olmadı. Açık kapıya doğru koştu. Barakayı kaplayan kalkanı hatırlayamadı, kalkana şiddetle çarpınca acı içinde geriledi. Dışarıdaki manzarayı o anda gördü.
Adonis ile gelenler açılan geçitlerden çıkan iblis ve devlerle savaşmaya başlamışlardı. Köye giden yoldan da gelenler olduğunu görebiliyordu. Gözleri hemen Adonis'i aradı. Birlikte geldiği kadını korumak istercesine, kadına saldıran iki iblisle savaşıyordu. Küçük hançerleri büyük bir ustalıkla kullanıp iblislerden birini küle çevirdikten sonra nasıl olduysa daha da hızlandı. İri kadın da çok iyi savaşıyordu, uzun mızrağını hem silah hem de kalkan olarak kullanıyordu.
Dehşet içinde ne yapması gerektiğini düşünürken Adonis ona doğru kısacık bir an baktı ve bağırdı.
"İçeri gir Nelai, korkma sana ulaşamazlar."
Nelai afalladı. Adonis onun korktuğunu düşündüğünden teselli etmeye çalışıyordu. Bilmiyordu ama şu ortamdaki en tehlikeli yaratık Nelai idi. Özellikle iki gündür... Şehvet hissinden arınmak bedeninden dolanan diğer gücü harekete geçirmişti ve onu yatıştırmak daha zordu. Adonis ona yeniden seslenince irkildi.
"Seni koruyacağım ama içeri gir!"
Nelai diğer iblisi öldürmüş ve büyük bir devle savaşan adama şaşkın bakışlarla bakarken yer sallandı. Nelai dengesizce kapıya çarptı ve alnının sağ tarafını hızla ahşaba vurdu.
Hava druidlerin yaptığı büyülü rünlerin kıvılcımları ile aydınlanırken sarsıntının nedeni açığa çıktı. Diğer geçitleri gölgede bırakan büyük bir geçit alevli bir ağız gibi açıldı. İçinden çıkan büyücüler doğrudan druidlere saldırırken arkalarından gelen Kirke'nin cadıları başladıkları büyüye devam ettiler. Ellerini kullanarak toprak üstüne çizdikleri geçit kapısının tek amacı olabilirdi. Muhafızın sırasıydı.
Nelai yutkunarak alnından sızan kanı elinin tersiyle sildi. Masaya doğru döndü ve kutuya uzandı. Yer daha güçlü bir şekilde sallandı ve çığlıklar daha da yükseldi. Küçük kutuyu pelerine sardı ve ince kumaşı çapraz bir şekilde bedenine bağladı. Bir yandan da kapıya doğru gitti. Gözlerini kapattı ve bedeninde dolanan gücü serbest bıraktı. Gücün küçük bir zerresi onu terk ederken kapı dışarıya doğru patladı ve kalkan bozuldu. Nelai hiç engelsiz kapıdan geçti.
Adonis olanları görmemişti çünkü yaralanan dişiyi hala korumaya çalışıyordu. Kalabalık sürüyle çok iyi baş etmişti, köyden gelenler ölmek dışında pek işe yaramıyorlardı. Her yer küller ve cesetlerle dolmuştu. Nelai Adonis'i buradan nasıl uzaklaştıracağını bilmiyordu ama denemeliydi.
"Adonis!" dedi yaklaşmışken.
Adonis hançeriyle bir iblisin boğazını deşip ona döndü. Druidler büyü yapanları püskürtmeye çalışıyorlardı fakat başarılı olamıyorlardı. Adonis bacağından yaralanmış kadının koluna girdi ve diğer elini ona uzattı.
"Buradan gitmeliyiz, gel!"
Nelai tüm bu vahşetin sebebiydi ama bunu bilmeyen Adonis ona yardım eli uzatıyordu. Son birkaç adımla Adonis'e uzandı ama dokunamadı. Yer dalgalandı ve hepsi dengelerini koruyamadan yere düştüler. Nelai geriye emekleyerek muhafızın yükseldiği geçide baktı.
Hava olduğundan daha kararmıştı, kül ve tozlar uçuşuyordu. Kan ve çeliğin kokusu her yerdeydi. Kirke'nin cadıları geçidi açtılar ve ayin gereği yere kapaklandılar. Muhafız geçene kadar yerlerinden kımıldayamayacaklardı. Nelai için bu son şanstı. Yerinden fırladı ve geçide yöneldi. Arkasından bağıran Adonis'e aldırmadı. Muhafız geldiğinde olacak katliamdan kimse sağ kurtulamazdı.
Şaşkınlıklarını atmış iblis ve devler yeniden saldırıya geçmişlerdi. Bir ikisi ona saldırdı ama onları tek büyü ile etkisizleştirdi. Oyalanamazdı. Cadılara yaklaşmışken karşısına kış büyücüleri çıktı. Beş büyücü birleştirdikleri laneti ona doğru attılar ama Nelai için bu laneti savuşturmak zor olmadı. Alevli bir kalkanla kendini koruduktan sonra kalkanı güçlendirip büyücülere doğru attı. Alevlerin arasında kalan büyücüler çığlıklar atarak debelenmeye başladılar.
Nelai bir an duraklayıp Adonis'e doğru baktı. Üç iblisle aynı anda savaşıyordu ve koruduğu kadın yerde kanlar içinde yatıyordu. Kadının ölmüş olduğunu anlamıştı. Adonis büyük bir hırsla iblislerden öfkesini çıkartıyordu. Nelai dönecekken adam son iblisi tepeleyip ona baktı. Yüzünde daha önce hiç görmediği bir ifade vardı. Öfke ve güçle yanıyordu. Elindeki hançerleri sıkıca tuttu ve ona doğru koşmaya başladı.
Nelai bir an önce çemberi bozmak için yeniden cadılara döndü ve o anda bir el boğazına sarıldı. Devasa parmaklar boğazını sıkarken ayakları yerden kesildi. Gözünün birini kaybetmiş bir buz devi onu yakalamıştı. Nefesini kesen parmaklardan kurtulmak için devin yüzüne güçlü bir tekme salladı. Dev kanlı tükürükler saçarak uludu ve diğer eliyle onu sabit tutmak için beline sarıldı. Devin tek hareketle onun belini kırması an meselesiydi. Derken parmaklar gevşedi ve dev onu bıraktı. Nelai ayakları zeminle buluşurken gözlerini araladı.
Adonis devin ensesine sapladığı hançerleri çekerken dev bir ağaç gibi yere çakıldı. Adonis son anda yere zıpladı ve onun yanına düştü. Adam onca dövüşe rağmen hala dinçti.
"Gidelim." Dedi kanlı elini ona uzatarak.
Nelai donmuş kalmıştı. Adonis onun hayatını kurtarmıştı, hiç tereddüt etmeden. Adam eğilip ona dokunacakken karanlık bir el ondan önce uzandı. Onu kolundan tuttuğu gibi geriye savuran gölge, Adonis ile onun arasına girdi. Nelai tek dizinin üzerinde doğrulurken; Adonis karşısındaki yaratığın ne olduğunu kestirmeye çalışıyordu.
Nelai nefes almaya çalışırak etrafına bakındı. Sağ kalan birkaç iblis geçitlerine geri dönüyorlardı. İşleri bitmiş cadı ve büyücüler de geçitlere yönelmişlerdi. Köy tarafından yükselen duman ve alevlerin sesi, diğer sesleri boğduğuna göre gönderilenler işlerini başarmışlardı, fazlasıyla.
Adonis bakışlarını yaratıktan alıp ona çevirdi. Sakin olmasını söylüyordu bu bakışlar. Muhafız tıslayınca Nelai korkuyla ürperdi. Adonis hançerli elini öne doğru uzattı.
Simsiyah bir duman muhafızı pelerin misali örtüyordu. Örümcek ağını andıran sisler pelerinin üzerinde tütüyordu. Havada süzülür gibi ona doğru geldi. Adonis endişeyle kasılarak sertçe muhafızı uyardı.
"Beni öldürmeden ona dokunamazsın!"
Nelai muhafızı tehdit eden Adonis'e şaşkınlıkla baktı. Ona dokunmayı başarsaydı şu anda Olimpos'ta güvende olacaklardı. Fakat şimdi muhafızla yüz yüze kalmıştı. Ölümsüze zarar gelmesini istemiyordu ve muhafız bunu becerebilecek kudretteydi. Adonis'in içinde bulunduğu tehlikeyi düşünmek onu panikletti.
"Adonis, git!" dedi sesini güçlendirerek. "Git ve yardım çağır!"
"Seni burada bırakıp gitmem!" dedi Adonis, gözlerini muhafızdan almadan.
Muhafız hırıltıyı andıran bir sesle konuştu. "Nefret ve intikam! Öleceksin!"
Nelai yavaşça ayağa kalktı. Muhafız görevinden fazlasını yapıyordu, şimdi gitmesi gerekirken Adonis'i tehdit ediyordu. Nelai dışında herkesi öldürmesi emredilmiş olmalıydı. Bu emri lehine kullanmayı deneyebilirdi, bir nevi kalkan gibi. Onun hareketlendiğini fark eden muhafız ona doğru döndü ve kolunu yarım ay şeklinde salladı. Nelai aniden onu saran dumandan bir kafesin içine hapsedildi.
"Ne yapıyorsun?" dedi kendine engel olamadan.
Adonis ise muhafızın boşluğunu yakalamış olduğunu düşünerek saldırıya geçmişti. Nelai bağıramadı çünkü muhafızı uyarmaktan başka bir işe yaramayacaktı. Her şey bir saniye içinde olup, bitti. Adonis tüm gücüyle muhafıza doğru saldırdı. Muhafız Adonis'e doğru dönerken pelerinin kolundan el yerine uzun bir kılıç fırladı. Kılıç közden yapılmıştı. Uzun kılıcı Adonis'e doğru salladı. Adonis bu hareketi hesap etmemişti veya zararını düşünememişti. Hançeri tutan koluna gelen kılıç kolunda uzun bir kesik açtı. Muhafız duraklamadan kılıcı yeniden salladı ve Adonis'in göğsünü boydan boya kesti ve kılıcı adamın karnına saplayıp geri çekti.
Adonis aldığı kesiklere inanamaz bir ifadeyle sallandı. Nelai kalbini saran korkudan sıyrılarak dumandan kafesine yok edici bir büyü gönderdi. Kafes dağılırken muhafıza dönen Adonis, son bir hamleyle elindeki hançeri, hırıldayan muhafıza fırlattı. Hançer muhafıza saplandı fakat etkisizce yere düştü. Adonis bunu görememişti çünkü kendinden geçerek sendeledi. Adam baygınca yere düşerken Nelai yetişti ve adamı yakalayıp kendine çekti. Tek elini muhafıza doğru açtı.
"Sakın!"
Muhafız durakladı ve havada yüzercesine sallandı. Nelai gücünü kontrol etmek için kendini zorluyordu. Sınırı geçtiği anda dönüşü çok zor olacaktı, hissediyordu. Muhafızın görünmeyen yüzüne gözlerini kenetleyerek homurdandı.
"Git!" dedi tüm öfkesiyle. "Geldiğin yere geri dön!"
Onu şaşırtarak emrini dinleyen muhafız yavaşça geriye adımladı, kendisi için açılan geçide doğru. Nelai muhafız kaybolana dek baygın Adonis'i sıkıca tutmaktan yorulmuştu. Muhafız gidince rahat bir nefes alıp Adonis'i kendine çekti. Göğsünden ve kolundan akan kan çok fazlaydı. Muhafızın büyüsünün ne denli ölümcül olabileceğini biliyordu ve bu büyü ne ölümlü dinlerdi ne de ölümsüz.
Nelai görüşünü örten saçlarını geriye atarak etrafa bakındı. Her şey mahvolmuştu. Dumanlar ve alevlerin ormana ulaştığını fark etti. Cesetler yerlere saçılmıştı. Nereye gidecekti? Olimpos'a geçit açamazdı ve bir an önce Adonis'e yardım etmeliydi. Ölümsüzlüğü zarar görmüş olabilirdi. Derken bir uğultu duydu ve sesin geldiği yöne baktı.
Ormandan çıkan bir grup druid tehlikeli buldukları Nelai için bir büyü hazırlıyorlardı. Nelai kaçabileceği tek yere doğru açılan geçidi açtı ve Adonis'e sıkıca sarılarak geçitten geçti.
Bölüm 27: Teşekkür Ederim
Geçitten geçer geçmez gücü tükendi. Adonis ile birlikte yere düştüler. Ferah havayı içine çekerek nefeslenmeye çalıştı. Kendini çok kötü hissediyordu, daha da fenası, olanlardan sorumlu hissediyordu. O bu vahşeti öngörmemişti ama tahmin etmesi gerekiyordu. Belki de Adonis bu katliamın ortasında kaldığı içindi bu üzüntüsü.
Doğruldu ve kanlar içindeki adama baktı. Gün ışığı altında daha kötü görünüyordu. Buğulanan gözlerine aldırmadan adama seslendi.
"Adonis, lütfen aç gözlerini! Sadece birkaç saniye, lütfen!"
Yönlenmesi için bir saniye bile yeterdi. Hemen ayağa kalktı ve koşarak göle gitti. Göğsüne doladığı pelerini çözdü ve ucunu iyice ıslattı. Geri dönerek Adonis'i temizlemeye ve uyandırmaya çalıştı. Güzel gözleri hiç kımıldamıyordu.
"Adonis, lütfen, lütfen!"
Yalvarışları boşunaydı. Kan hala durmamıştı ve işin kötüsü yaranın çevresi çürümeye başlamıştı. Kazağı yırtarak göğsündeki yaraya baktı, aynı şekilde yaranın çevresindeki et, sanki çamura dönüyordu.
"Hayır, hayır..." diye mırıldandı. "Adonis, uyan."
Müthiş bir korkuyla panikledi. Lanet çok çabuk işliyordu, bir an önce Olimpos'a dönemezse, Adonis'i sonsuza dek kaybedecekti. Yüzünü elleri arasına alarak adama seslendi ama Adonis şimdiden ölü gibiydi. Güzel yüzü onun kanlı elleri yüzünden pislenmişti. Aniden zihninde bir ışık yandı.
"Kan!"
Gözlerinden akan yaşları silerek doğruldu ve etrafta keskin bir şey aranmaya başladı. Aklına gelen fikir olası değildi ama adama inanıyordu. İnanmaktan ve söylediğine güvenmekten başka çaresi yoktu. Ağaçların gölgesinde büyümüş iri dikenli bir bitkiyi görünce hemen atıldı ve dikenlerin parmaklarını kesmesine aldırmadan uzun birini kopardı. Adonis'in yanına döndü. İri dikeni, bileğindeki damara sapladı ve hızla çekti. Canı çok fena yanmıştı. Acıya aldırmadan, akan kanı içmesi için Adonis'in dudaklarını araladı.
İri damlalar halinde akan kan, ölümsüzün güzel dudaklarının arasından süzülürken; Nelai kendi kalbinin atışından başka bir şey duymuyordu. Bir yandan da adamın göğsündeki ve kolundaki yaralara bakıyordu. Değişiklik yoktu.
Nelai gözlerindeki yaşlardan görememeye başlamıştı ki, Adonis'in yaraları sihirli bir dokunuşla iyileşmeye başladı. Adonis yutkundu ve hafifçe kımıldayarak Nelai'nin bileğine dudaklarını kapattı. Gözlerini açmadan yavaşça doğruldu ve onun bileğini elleriyle nazikçe kavradı. Hızla iyileşiyordu.
Nelai gülmeye başladığını fark etti ve engel olmadı çünkü çok mutluydu. Adonis'in teni, kanları emerken ve yaraları hiç olmamışçasına iyileşirken; adamın uzun kirpikleri titreşerek açıldı. Yakamozlu bir okyanusu andıran gözleri doğruca Nelai'nin gözlerini buldu. Diliyle, kesiği yalayarak dudaklarını bilekten çekti ama bırakmadı. Nelai mutluluk gözyaşlarıyla buğulanmış görüşüyle adama bakarken olanlara hala inanamıyordu. Kalbi temelli ağırlaşmıştı, sanki iki kişinin yükünü taşıyordu.
Adonis ise rüyada gibiydi, ne hareket ediyordu ne de gözlerini çeviriyordu. Nelai uzanıp titreyen eliyle adamın yüzünü okşayana dek sadece birbirlerine baktılar. Nelai konuşmakta bu kadar zorlanacağını düşünememişti.
"İyi misin?" dedi bakışlarıyla güzel yüzü tararken.
Adonis yüzünü onun temasından çekti ve etrafına bakındı. Gergin bir sesle konuştu.
"Bizi nereye getirdin?"
Nelai eliyle yaşlarını silerken adamı cevapladı.
"Gayda Gölü'nün kıyısındayız. Nereye gideceğimi bilemedim, açık geçitlerden en güvenli olarak burayı buldum."
Adonis ayağa kalktı ve kararsızca bakınmaya devam etti. Kazağı berbat durumda olduğundan üstünden çıkarttı. Nelai adama bakmayı bırakarak hala kanayan bileğini sarmak için pelerinden bir parça yırtmaya çalıştı. Dişleriyle kopardığı kumaş parçasını bileğine dolamaya çabalarken Adonis kumaşı elinden aldı ve hiçbir şey demeden onun bileğini düzgünce sardı.
Nelai sonunda adama bakmaya cesaret ederek bakışlarını Adonis'in yüzüne çevirdi. Dikkatli gözler onu süzüyordu. Nelai derin bir nefes alıp konuştu.
"Beni öldürmek istiyorsan, hançerine gerek olmadığını biliyorsun. Normal iblislerden daha güçsüz olduğumu sana söylemiştim."
"Güçsüz mü?" dedi sahte bir şaşkınlıkla. "Sen nesin bilmiyorum ama güçsüz olmadığının farkındayım."
Nelai zihinsel olarak muhafızı püskürtecek kadar güçlüydü ama şu an bedensel ve duygusal olarak çok zayıftı. Hatta uyanık kalmak için kendini zorluyordu. Pislik içinde olması da cabasıydı. Göle doğru yürümek için ayağa kalktı fakat sendeleyince Adonis'in kollarının ona dolandığını hissetti. Adonis onu kendine çevirdi. Yüzüne doğru eğildi ve dudaklarını onun alnına bastırdı. Nelai şok içindeydi. Kalbi delice atarken başı dönmeye başlamıştı. Adonis dudaklarını çekmeden fısıldadı.
"Teşekkür ederim."
Nelai daha fazla kendini tutamadı. Yorgunluğun verdiği halsizlik ve kalp çarpıntısı yüzünden Adonis'in kollarına bayıldı. Adonis kollarına yığılan ince bedeni kucakladı ve Olimpos'a yönlendi. Nelai'nin güçsüz bedenini Sirona'ya teslim etti ama kadın tarafından kovulana dek odadan çıkmamakta direndi. Hayatı bir iblis tarafından kurtarılmıştı ve daha kötüsü bu iblisin onun gözünde ne kadar değerli olduğunu anlamıştı.
Athena geldiğinde kapının yanındaki duvara dayanmış bekliyordu. Athena hızlı adımlarla yanına gelirken sinirli ama soğukkanlı bir sesle sordu.
"Yine Loki mi?"
Adonis doğrularak onu cevapladı.
"Tek başına değildi, asıl işi yardımcısı yaptı. Diğerlerine haber ver Hena, acil anlatmam gereken şeyler var."
"Sen iyi misin?" dedi Athena elini onun omzuna koydu.
Adonis başını salladı. "İyiyim, Nelai sayesinde."
Athena kaşlarını çatıp kapalı kapıya baktı. "O nasıl?"
"Bilmiyorum Hena, umarım iyidir." Dedi ama onu ölümün kıyısına getirebilen o yaratıktan nasıl kurtulduğu hakkında hiçbir fikri yoktu.
"Ares ile Apollon, Kholteas'ten döner dönmez toplanacağız Adonis."
Adonis başını salladıktan sonra Athena yönlendi. Ares Kholteas'e gitmişti ama Adonis kurtaracak bir şeyin kaldığını sanmıyordu. Prenses Bailte'nin yaşıyor olmasını diledi, yoksa işler temelli karışacaktı. Çünkü kraliçe Yuında'yı korumayı başaramamıştı.
Sirona odadan çıktığında, Adonis koridorda dolanmayı bırakıp kadına doğru yürüdü.
"Nesi var?"
Sirona hafifçe gülümsedi. "O çok iyi Adonis, sadece yorgun ve bedeni zayıf kalmış."
"Enerjisi azalmış olmalı." Diye mırıldandı. Nelai hayat gücünü toplayamadığı için güçsüzleşmişti. Sirona'nın sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı.
"Hayır, Adonis. Enerjisini kontrol etmeye çabaladığı için bedeni güçsüz kalmış."
"Ne?" dedi Adonis şaşkınlıkla.
Sirona ellerini önde birleştirip sakince konuştu. "Genç kadının bir melez olduğunu biliyorum Adonis. Fakat iblis yetenekleri haricinde ondan daha baskın olan başka bir enerjiye sahip. Bu enerjisini bir kabuk gibi saklıyor, bilinçli veya bilinçsizce yapıyor olabilir. Bu zihinsel çabası, onun ölümlü bedenini zorlayan bir işe dönüşmüş."
Adonis bakışlarını aralı kapıya çevirdi. "Onu görebilir miyim?"
"Elbette, ona serum bağladım. Şu anda uyuyor, yine de görmen için sakınca yok."
Kadına teşekkür eden Adonis kapıyı iterek içeri girdi. Ferah bir gün ışığına boğulmuş odada dört sıra yatak vardı ve Nelai ortadaki yatakta uzanıyordu. İnce bir örtü göğsüne dek çekiliydi.
Yatağın yanında durup dizinin üstüne çöktü. Nelai uyuyordu ama huzursuz olduğu yüz hatlarından belliydi. Teni iyice beyazlamıştı, kirpik ve kaşları olduğundan daha koyu duruyordu. Dudakları soluk bir pembe rengine dönüşmüştü. Saçları tek omzuna toplanmıştı.
Elini uzatıp kadının çenesini usulca okşadı. Teni ılıktı, alevini kaybetmişti. Başparmağı alt dudağının altında dolanırken Nelai hafifçe yutkundu ve kuru bir sesle sayıkladı.
"Adonis..."
Gözleri hala kapalıydı ve uyuduğu belliydi. Adonis kadına yaklaşıp cevapladı.
"Buradayım Nelai."
Nelai gözlerini açmadan başını, onun sesine doğru çevirdi ve biçimli dudakları huzurlu bir gülümsemeyle kıvrıldı. Adonis kalbinin sıkıştığını hissetti ve derin bir nefes alma güdüsüyle gerildi. Okşadığı ten şimdi daha sıcaktı. Parmakları yanağına doğru kayarken eğilip dudaklarına küçük bir öpücük bıraktı ve ayrılmadan önce fısıldadı.
"Haklıydın, seni özlediğim için gelmiştim."
Bölüm 28 : Oyun İçinde Oyun
Taş salonda toplanmışlardı. Eros uzun balayını keserek yardım için Olimpos'a dönmüştü. Dünya bile gelmişti çünkü Ares olanlardan sonra kadını evde bırakmak istememişti. Olimpos'un koruması hala Antalya'nın üzerindeydi gerçi ama Ares onun yanında olduğu sürece Dünya'nın başka bir şeye ihtiyacı yoktu.
Masanın etrafında Hades, Apollon, Hekate, Artemis, Athena, Eros, Solan, Dünya, Poseidon, Haephastus ve Ares hazırdılar. Adonis üzerine bir tişört aldıktan sonra en son olarak onlara katılmıştı. Geldiğinde, Ares konuşmaya başlamıştı.
"Çok büyük bir saldırıymış, hayatta kalan çok azdı ve onlar da ağır yaralıydı. Prenses yaralıların içindeydi, neyse ki Solan ve Hekate sayesinde yaralılar iyileşti. Fakat bu kaybımızı telafi etmez çünkü Yuında'nın ölümü çok şeyi değiştirecek."
Ares, Adonis'e döndü. "Onu korumaya çalıştığını söylediler ve cenaze töreninden sonra sana teşekkür etmek istiyorlarmış."
"Başarısızlık teşekkür gerektirmez." Dedi Adonis bozuk bir sesle.
Elinden geleni yapması gerekiyordu ama bir ara fazla paniklemişti. Nelai'nin dışarıda olması ve tehlikenin ortasında kalması, onu telaşa sürüklemiş ve her şey karışmıştı. Ares oturduğu sandalyeden masaya doğru eğildi.
"Tüm asilleri ve köyü tamamen kaybetmemeleri senin sayendeydi Adonis."
Adonis sessiz kalınca Ares başını diğerlerine çevirip devam etti.
"Bu işi Loki'nin düzenlediği belli ama ona ulaşamıyoruz. İşbirlikçisi tarafından iyi saklanıyor, öyle ki, iblisleri dahi adamın nerede olduğunu bilmiyor."
"Baldur ile görüşmeliyiz. Sonuçta onların evine tabi."
Ares konuşan Hades'e döndü. "Baldur o adamın tüm haklarını kaldırdı, başka bir şey elinden gelmiyor. Yapılan tüm iz sürme büyüleri de sonuçsuz kalıyor. Saklandığı yerden bir dakika çıkması bize yetecek ama kurnaz adam kıpırdamıyor."
"Çıkarmanın bir yolu yok mu?"
Ares yerine Hekate, Athena'ya cevap verdi. "Kolyeyi henüz kullanmadığını düşünüyorum. Gittiği yerde de ölümsüzlük güçlerine ihtiyacı yok olmalı ki, kullanmaya çalışmadı. Çıkmasını bir tek o sağlardı."
"Neyi bekliyor?" dedi Hades sinirle.
Hekate yeniden konuştu. "Belki hepimizin iyice güçten düşmesini bekliyordur."
"Loki o kadar sabırlı biri değil." Dedi Ares. "Beklemeye zorlanıyor olmalı."
Eros konuşmaya katıldı. "Şu tutsak aldığınız iblis... Ondan başka kimse bize yardım edemeyecek gibi görünüyor."
Ares başını salladı. "Öyle."
Poseidon kızgın bir tonda söylendi. "Madem öyle onu konuşturmanın bir yolunu bulmalıyız. Kibar olmanın zamanı geçti."
Ares kaşlarının altından Adonis'e baktı. Bakışları masanın üzerindeydi ve çenesi kasılıyordu. Hades yavaşça konuştu.
"Tanıdığım çok iyi işkence ustaları var."
Adonis aniden bakışlarını Hades'e çevirdi ama konuşmadı. Ares başını sallayarak Hades'e döndü.
"Hayır, Hades. Nelai istemediği takdirde konuşacak biri değil. Onu ikna etmek gerek."
Poseidon homurdandı. "Adonis bile bu şehvet iblisiyle baş edemedi, konuşması için nasıl ikna edeceksin? İblisin konuşması lazım!" Sonra eliyle Solan'ı işaret etti. "Belki Solan o kadını konuşturmayı başarır. Duyduğuma göre, Heafox bile sana dayanamamış."
Solan anlamak istercesine adama baktığında, odadakiler başlarını ona çevirdiler. "Heafox mu?" dedi şaşkınca.
Poseidon elini umursamazca salladı. "Demek istediğimi anladın Solan, senin çapkınlıklarını masaya dökmeye çalışmıyordum. Cazibenle Heafox'un mağarasına girebildiğine göre, inatçı şehvet iblisini de çözebilirsin."
"Saçmalama Poseidon!" dedi Adonis sert bir sesle.
Ares hoşnutsuz bir sesle homurdandı. "Pot kırma konusunda Dionysos ile yarışabilirsin." Dedi ve kararlı bir sesle devam etti. "Poseidon'un fazla laflarını bir kenara bırakırsak, Nelai'nin konuşması gerektiğine ben de katılıyorum. Loki'nin ortağıyla tek bağlantımız, Nelai."
"O benim hayatımı kurtardı." Dedi Adonis.
Masadakiler yeniden ona doğru bakınca cadılar sayesinde ortaya çıkan yaratığı anlattı. Sonra tüm büyü yapıcıların geriye çekilişini ve yaratığın Nelai'yi almak istemesini anlattı.
"O her neyse, Nelai'yi almak için gelmişti. Ve kullandığı büyülü silahı daha önce görmediğime eminim. Tek darbeyle beni felç etti ve öleceğimi hissettim."
"Seni gerçekten de Nelai mi kurtardı?"
Adonis Apollon'a döndü. "Bana kanını verdiğini ve hızla iyileştiğimi biliyorum ama o garip yaratığa ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok."
Artemis aklına gelen bir düşünceyle araya girdi. "Ben de ona benzer birini görmüştüm." Dedi ve yaratığı tarif edip Solan'a dokunmak istemesini anlattı. Artemis'in engel olmasına yaratığın sinirlendiğini ve eğer Loki engel olmasaydı onu büyülemek üzere olduğunu anlattı.
Anlatılanlardan sonra tartışma hararetlenmişti, her kafadan bir ses çıkıyordu. Bir süre tartıştıktan sonra Hekate aniden doğruldu ve Apollon'a döndü.
"Apollon, bu yaratık lanet muhafızlardan biri olabilir mi?"
Apollon bir an düşündükten sonra onları dinleyen Ares'e baktı. Sonra Hekate'ye döndü.
"Onları çağırabilecek bir güç yok."
Oda birden sessizleşmişti. Apollon devam etti.
"Muhafızlardan birini dahi çağırmak ve itaat etmesini sağlamak çok zordur."
Hekate araya girdi. "Fakat imkansız değil. Onca geçidi açabilen bir güç, muhafızı da çağırabilir."
"Kim olabilir?" dedi Poseidon öfkeyle. "Böyle bir şeye kim cüret edebilir?"
Poseidon'un sorusunu odaya giren başka biri cevapladı.
"Kirke."
Masadakiler başlarını çevirip kapının girişinde dikilen Nelai'ye baktılar. Zorlukla ayakta duruyordu ve bir elini destek olarak kapının kalın pervazına kenetlemişti. Üzerindeki açık mavi elbiseyi Sirona giydirmişti ve kadın yanında duruyordu. Nelai'nin diğer elini tutmuş, kolunu beline sararak ayakta durmasına yardımcı oluyordu.
Sirona bıkkınca konuştu.
"Gelmek için çok ısrar etti."
Adonis yardım etmek için doğrulmuştu ki, Hades uzun adımlarla yürüyüp Nelai'yi destekledi. Sirona kadını adamın kollarına teslim etmeden önce uyaran bir tonda konuştu.
"Fazla kalamaz, yatağına dönmesi için sadece on dakikası var."
Ares kadına getireceği konusunda temin ettikten sonra Nelai'nin oturması için sandalyeyi çekti. Adonis huzursuzdu çünkü Nelai'nin hali içine dokunuyordu. Sandalyenin kolunu sarılmış parmaklarını iyice sıkarken bakışları kadının üzerindeydi. Nelai'nin tedirgin bir ifadeyle, Dünya'ya doğru kısa bir bakış attığını gördü. Sebebini merak ederek Dünya'ya doğru baktı. Nelai'nin dikkatini çekme nedenini anlayamadı çünkü Dünya'nın ilgisi ibliste değil onun üzerindeydi. İblise karşı onun tepkisini merak ettiğini anlamıştı çünkü Nelai hakkında konuşmalarını unuttuğunu sanmıyordu. Fazla oyalanmadan kadına sırıtıp başını çevirdi.
Hekate konuşunca dikkatini topladı. Yanında oturan Nelai'ye dönen Hekate sakin bir sesle konuştu.
"Kirke demiştin, yanlış duymadım değil mi?"
Nelai sıkıntılı bir tavırla başını salladı. "Kirke dedim."
"Onun çoktan ölmüş olması gerekiyor." Dedi Ares. "Ölümlü biri değil miydi?"
Nelai omuzlarını kaldırdı. "Ölümlü olabilir ama hala yaşıyor."
Dünya dikkatlice konuştu. "Doğru söylüyor, Kirke olarak tanıdığı birinin yaşadığına inanıyor."
Nelai başını kaldırıp Dünya'ya baktı. "Kirke kainatın en güçlü cadısı ve hala yaşıyor. Yani sadece tanıdığım bir kadın değil, o gerçek Kirke. Fakat ona kimse ulaşamaz, senin kadar yetenekli bir anahtar bile."
Dünya gözlerinin parlamasına neden olan bir gülümsemeyle Nelai'ye gülümseyince Nelai öfke parıltıları saçan gözlerini ona dikti. İki kadının bakışmasını Athena bozdu.
"Dünya'nın anahtarlık yeteneğini küçümsemesen iyi olur Nelai. Ayrıca kimsenin ulaşamadığı birine sen nasıl ulaştın?"
Nelai başını Athena'ya çevirdi. "Bana ulaşan oydu."
"Yanına mı geldi?" dedi Apollon.
Nelai başını sağa sola salladı. "Hayır."
"O halde nasıl görüştünüz?" dedi Hades. "Rüyalarla mı?"
Nelai solgun yüzüne rağmen kibirli bir bakışla Hades'e baktı ve sırıttı.
"Her işimi rüyalarla çözmeme gerek yok Hades. Rüyaları zevk veya iş için kullanmayı senin kadar sevmem."
Hades keyifle güldü ve arkasına yaslandı. Siyah gözleri hınzırca parıldarken Nelai'ye kısa bir selam verdi. Nelai selam karşısında gülümsedi ve Ares'e döndü.
"Benimle bir anlaşma yapmak için bir yere götürdü. Sonra da Olimpos'un kapısına bıraktı. Bana verdiği görevde başarısız olunca da, katillerini üzerime gönderdi."
"Sen masumsun yani." dedi Ares. "Her zamanki gibi."
Nelai konuşmadı, onun yerine sandalyesine yaslanarak oturuşunu rahatlattı. Ares, Dünya'ya bir bakış atınca; Dünya Nelai'nin laflarını onaylamak için başını salladı. Ares yine de ikna olmamıştı bu sefer de Adonis'e baktı. Adonis kendisine dönen sorgulayıcı bakışlara ne cevap verecekti ki? Kafası zaten karışıktı buna bir de kasılan kalbinin sancısı eklenmişti. Doğru dürüst atmayı beceremeyen kalbi, sanki zincirlerinden kurtulmaya çabalayan biri gibi kasılıyordu.
Ares Nelai'ye döndü. "Bilgi için teşekkür ederim Nelai." Dedi ve Eros'a döndü. "Eros Nelai'yi şifa katına götürebilir misin?"
Eros ayağa kalkarken Nelai doğruldu. "Adonis."
Adonis ona seslenen kadına baktı. Nelai kuru bir sesle konuştu. "Bana sen yardım eder misin?"
Adonis kararsızlığın verdiği tereddütle kaşlarını çatınca, Ares konuştu. "Çabuk dön Adonis, konuşmamız daha bitmedi."
Adonis de Nelai'ye eşlik etmek istiyordu ama Ares görevi Eros'a verince itiraz edememişti. Beklediği görev gelince ayağa kalkıp Nelai'nin yanına geldi. Nelai bakışlarını onun üzerinden ayırmadan ayağa kalktı ve Adonis'in koluna girerek yaslandı.
Adonis Nelai'nin hoşlanmadığını bildiği halde yönlenmeyi seçti çünkü odadakilerin dikkatlerinin üzerlerinde olmasından huzursuz olmuştu. Sirona'nın katına ayak bastıklarında Nelai kollarını onun boynuna doladı. Adonis ayak parmaklarının üstünde duran kadını kucakladı. Böylece Nelai onun boynuna daha rahatça sokuldu.
Odaya doğru yürürken boynunu ısıtan nefes çok hoşuna gitmişti. Nelai parmaklarını onun saçları arasına geçirdi ve boğuk bir sesle fısıldadı.
"Buna alışmaya başladım, ne garip değil mi?"
Adonis güldü. "Yönlenmeye mi?"
Nelai başını onun boynundan çekerek gözlerine baktı. Gri gözlerdeki yumuşak ifade onu hazırlıksız yakalamıştı. Bir an afallayarak olduğu yerde durdu. Nelai bakışlarıyla onun yüzünü okşarcasına konuştu.
"Hayır, sana sarılmaya." Dedi ve gümüşe dönüşmüş gözleri onun gözlerine kenetlenirken devam etti. "Bana acır mıydın? Yani suçlu olsaydım."
Adonis kesik bir nefesle konuştu. "Ne dememi bekliyorsun?"
Nelai birkaç saniye daha bakarak başını onun omzuna yasladı. Hüzünlü bir sesle konuştu.
"Yalan söyleyebilirsin."
Adonis inandığı ve uğraştığı her şeye karşı olan bu kadına karşı olan hislerine engel olamadığını fark etti. Bunca zaman sonra yeniden aşık olmuştu ve aşık olduğu kadın güvenilmez bir iblisti. Nelai uyuşuk bir sesle fısıldadı.
"Böylece aramızdaki fark ortadan kalkardı."
Nelai'yi yatağına yatırdığında kadın çabucak uykuya daldı. Sirona'yı serada bulup haber verdikten sonra toplantıya geri döndü. Odada kalanlar Ares, Dünya, Eros, Apollon ve Solan idi. Poseidon ve Hades boyutlarına dönmüşlerdi. Diğerleri de saldırıya uğrayanlara yardımcı olmak için Kholteas'a gitmişlerdi. Adonis Ares'in karşısına oturduğunda Eros iç geçirdi.
"Yokluğumda neler olmuş böyle."
Adonis onlara Sirona'nın söylediklerini de aktardı. Bu diğer enerjinin büyü gücü olduğunu tahmin eden Solan'a hak verdiler. Succubuslarda zaten büyü gücü vardı ama onlar genelde bu enerjiyi yardımcı bir araç olarak kullanırlardı. Nelai bir iblis olarak yeteneklerini kullanamıyorsa bu yanının gelişmiş olması da anlamsızdı. İblis her açıdan çok tutarsız ve fazla gizemliydi. Ortak karar yine Nelai'ye olan güvensizlikti.
"Ayrıca muhafız onun için gelmişken neden öylece bırakıp gitsin, hiç mantıklı değil." Dedi Dünya.
"Belki onları gören biri vardır." Dedi Ares. "Yaralıların içinde biri görmüşse bizimkiler onu ortaya çıkarır."
"Onu bir de ben sorgulayayım mı Ares?" dedi Dünya.
Ares kaşlarını çattı. "Hayır, onunla karşılaşman bile beni huzursuz ediyor. Olimpos'a gelmene izin verdiğime pişman olmak istemiyorum papatyam."
Dünya bıkkınca nefeslenirken Apollon gülerek araya girdi.
"Papatya mı? Ne papatyası Ares, Dünya bildiğin kasımpatı olmuş!"
Dünya sinirle adama dönerken ortamın gerginliğini Eros'un kahkahası böldü. Bıyık altından gülen Ares, Apollon'u sahte bir azarla azarlamak zorunda kaldı.
"Madem neşen yerinde Apollon, bence bugünkü oyunlara sen liderlik yap."
Apollon'un omuzları düştü. "Bana bunu yapamazsın Ares. Ben bugün oyunlara uğramayı bile düşünmüyorum."
Ares başını inatla salladı. "Olmaz, karar verilmiştir. Şaka yapabildiğine göre bizi temsil edecek kişi sensin."
Apollon ters bir bakışla Ares'e baktı ama itiraz etmeyi bıraktı. Eros merakla sordu.
"Bugün hangi yarışma var."
Solan sakince cevapladı. "Güzellik yarışması."
Bir anlık sessizlikten sonra patlayan kahkahalar Apollon'un canını sıksa da o da katıldı. Herkes biliyordu ki, Apollon'un bu yarışmayı yönetmesi demek Hekate'nin sınırsızca söylenmesi demekti. Uzun süreli bir baş ağrısına hazır olmalıydı.
Bölüm 29: İz Sürülüyor
Ares Dünya'yı eve bırakmak için yönlenmişti. Eros, Pyske'nin; Adonis de Nelai'nin yanına dönmüştü. Apollon önce saldırı alanına gidecek, sonra da yarışma için hazırlık yapmaya Neith'in boyutuna gidecekti. O da yönlenince, tek başına odada kalan Solan bir süre daha oturdu.
"Kirke" dedi kendi kendine.
O cadıyı biliyordu. Yüz yüze görüşmemişti çünkü o doğmadan önce kadın ortadan kaybolmuştu. Fani bir kadın olduğundan çoktan öldüğünü düşünmüşlerdi. Bunca yıl yaşamayı nasıl başarmıştı? Hekate ile yarışabilecek ölçüde bir gücü, ölümlü bedeninde taşıdığını biliniyordu. Hem güç hem de faniliğin kadını uzun süre önce tüketmesi gerekirdi.
Elini ceketinin açıklığından sokarak göğsüne dokundu. Çıplak teninin altında yanan ateşi hissedebiliyordu. Muhafız denen yaratık da onun içindeki gücü sezmiş olmalıydı. Artemis daha önce muhafızdan bahsetmemişti, sebebini anlayabiliyordu. Eğer bahsetmiş olsaydı, onu korumak için kaldığını itiraf etmesi gerekecekti. Artemis onu korumak için kendi hayatını tehlikeye atmıştı. Bu düşünce onu huzursuz etti.
Artemis ile kaç gündür konuşmak istiyordu. Aklındaki fikir onun iyileşmesi için yardımcı olabilirdi ama kız onunla görüşmekten kaçınıyordu. Sözleri ve davranışlarının birbirini tutmadığını fark etti. Ondan nefret eden biri, kendi hayatı tehlikedeyken düşmanını korumak için geride kalmazdı. Artemis'in ondan nefret etmesini istemiyordu.
Elini göğsünden çekip doğrulmuşken odaya Artemis yönlendi.
"Ares..." dedi ve onu görünce sustu.
Solan hemen ayağa kalktı. "Artemis, seninle konuşmalıyım."
"Seninle konuşacak hiçbir şeyim yok." Dedi Artemis. "Bana sadece Ares'in nerede olduğunu söyleyebilirsin. Ve bu da bir konuşma sayılmaz."
Solan ısrarlı bir tonda konuştu. "Birkaç dakika istiyorum senden."
Artemis kollarını göğsünde kenetleyip küçümser bakışlarla onu süzdü. Solan masayı dolanarak Artemis'in olduğu yana geçti ve kaçmaması için fazla yaklaşmadı.
"Gitmeyeceksin değil mi?"
"Karşındayım işte! Ne konuşacaksan çabuk ol, acelem var."
Solan sinirle konuşan kızın ona tepkili olduğunun farkındaydı. İblis değildi ama olmuş olsa bile; Artemis neden bu kadar rahatsız oluyordu ki?
"Boyutta bir şey mi oldu?"
"Hayır, her şey olabildiğince yolunda!" diye söylendi. "Ben sadece senden kurtulmaya çalışıyorum."
"Senin için özel olmak çok gurur verici..." diye homurdandı. Canı sıkılmıştı. "Bana verdiğin sözü hatırlıyor musun?"
"Unutmam ne mümkün!" dedi Artemis yüzünü bükerek. "Hileyle söz verdirmen de sana gurur vermiş olmalı."
Solan lafı uzatmamak için kızın saldırılarını boş verdi. Kıza doğru bir adım daha yaklaştı.
"Sana acı veren duygudan nasıl kurtulabileceğini bulduğumu düşünüyorum."
Artemis söyleyeceklerini bastırmak için dudaklarını birbirine bastırdı. Solan azarlanacağını tahmin etse de, devam etti.
"Bunun için senin işbirliğine ihtiyacım var."
Artemis gergin bir sesle konuştu. "Benim bu acıdan kurtulmak isteyeceğimi nereden çıkardın sen? Hangi hakla..."
"Artemis!" diyerek lafını kesti. "Benim yanımda ağladığına göre, çektiğin işkenceyle baş ede..."
Artemis ona doğru yürüdü ve yumruklarını sıkarak bağırdı.
"Sen benim ağlamamı zayıflık olarak mı görüyorsun iblis? İşkence mi? Sen ne anlarsın işkenceden? Bu acıyı ret etmeyi düşüneceğimi nasıl düşünürsün! Ben halimden memnunum, beni duyuyor musun? Bilmediğin duygular hakkında araştırma yaparak çareler bulmak senin ne haddine!"
Solan sinirlenerek Artemis'in kolundan tuttu ve kendine doğru çekti. Dişlerinin arasından hırlarcasına kızın sesini bastırdı.
"Sen iste veya isteme, seni bu acıdan kurtaracağım! Sence normal bir şey mi? İnsan sevgi yüzünden mutlu olmalı, üzülüp ağlamamalı."
"Onu sevdiğim için üzülmüyorum, onu kaybettiğim için üzülüyorum! Orion bana asla mutsuzluk vermedi."
Solan kolunu kurtarmak için çırpınan kızın iki kolundan tutarak sabitledi. Artemis'in gözleri şimdiden yaşlarla dolmuştu, ağlamamak için çabalıyordu ama fazla dayanamayacaktı. Sırf gururu yüzünden yaşlar akmaksızın gözlerinde parıldıyordu.
"O zaman onun için ağlamayı kes artık!"
"Bundan sana ne! Neden umursuyorsun?"
Solan içinden gelen ilk sebebi söyleyiverdi. "Çünkü seni üzgün görmeye dayanamıyorum."
Artemis aniden kontrolleri elinden bıraktı. Sakinleşti ve gözlerine tutunan yaşlar yanaklarına kayıverdi. Soran bakışları onun yüzünü dikkatle araştırıyordu. Solan kızın bakışlarındaki saflık ve samimiyet karşısında nefesini tuttuğunu fark etti. Çok yakındılar, olması gerekenden fazla.
Artemis güçsüzce mırıldandı.
"Neden?"
Solan'ın bakışları kızın yüzünde dolandı. "Bilmiyorum." Diye fısıldadı. "Keşke sana verecek bir cevabım olsaydı ama bu halinden dolayı sorumluluk hissediyorum."
"Bir sebebi olmalı. Sorumluluk hissetmen çok saçma."
Solan ellerini gevşetti ve bakışlarını, öpmeyi delice arzuladığı dudaklardan çekerek Artemis'i bıraktı. İki adım geriledi. Sebep yoktu, belki sadece takıntı yapmış olmalıydı. Mantıksız gelen bir şeyin aklını kurcalaması gibi, çünkü Artemis'in aşkına bu denli sıkı sarılmasına anlam veremiyordu.
Artemis yeniden konuşana dek kızdan başka her yere baktı.
"Pek ala. Bulduğun çare ne?"
Başını çevirip kıza baktığında, gözyaşlarını kurulayan Artemis'in sakinleştiğini gördü. Hafifçe kızarmış gözleri, yemyeşil olmuştu ve insanda sürekli bakma isteği yaratıyordu.
"Şey..." dedi kuruyan boğazını ıslatmak için masadaki sürahiye uzanarak. Sırtını dönmesi iyi olmuştu. Artemis'in yüzüne bakarak konuşmak zordu. "Bu sadece bir düşünce beğenmezsen başka bir şey bulurum."
"Peşimi bırakmayacaksın anlaşılan." Diye ağzının içinden mırıldanan Artemis'i duymazdan geldi. Yarım bardak suyu içtikten sonra başka bir bardak suyu Artemis'e uzattı. Kızın almayacağını düşündü ama onu yanıltan Artemis suyu alıp yudumladı.
"Bunun için de teşekkür etmeyeceğim." Diye söylenmeyi unutmadı.
Solan gülümseyerek masaya dayandı. Ellerini masanın kenarına koyarak fikrini söylemek için Artemis'in suyu bitirmesini bekledi. Bardağı masaya koyan Artemis onun karşısında durdu.
"Müthiş berbat fikrini duyalım."
Solan başını salladı. "Seni üzen bu anı..." derken Artemis'in itiraz edeceğini anlayıp elini kaldırdı. "Lütfen müsaade et, ben sana kendi görüşümü söylüyorum."
Artemis bıkkınca yüzünü buruşturdu. "Devam et!"
Solan yeniden başladı. "Bu anıya sahip olmak seni üzüyor çünkü yerine koyabileceğin başka bir anı yok. Kimseyi sevmeye çalışmadığına bahse girebilirim."
"Bu çalışmakla olmaz sersem!"
"Senin durumunda çalışmak gerek ama!" diye söylendi. "Eminim başka birine aşık olup seversen, acın hafifleyecek ve zamanla iyileşeceksin."
Sustu ve Artemis'e baktı. Kız taş kesilmiş gibi bir süre ona baktıktan sonra ayılır gibi konuştu.
"Aday da buldun mu bari!"
"Aday?"
Artemis bıkkınca konuştu. "Kimi seveyim de acımın yerine mutluluğu koyayım?"
Solan kaşlarını çattı. "Bunu düşünmedim."
Artemis hızlı bir yumrukla onun omzuna vurdu. "Çok ahmaksın kırmızı! Senin gibi bir iblisten ne beklediysem artık! Başkasına aşık ol! Bulduğun harika fikir bu muydu?"
"Bence iyi bir fikirdi." Diye homurdandı. Fakat düşündükçe çok da iyi bir fikir olmadığını seziyordu. Artemis'in başka bir erkeğin kolunda geziyor olması canını sıktı çünkü Loki ile yan yana durması bile kendini kaybetmesine yol açmıştı. Fikir oluşmuştu ama fikrin diğer parçasına şimdiden kızmaya başlamıştı.
"Bana Orion'umu unutturacak bir erkek olamaz." Dedi Artemis. "Bunu düşünmek bile istemiyorum."
Solan öfkelendi. "O çok değerli Orion'un sana ne verdi de, bu kadar kıymetli oldu acaba?"
Artemis'in gözleri resmen kıvılcımlandı. "O bana kalbini ve sadakatini verdi anladın mı kırmızı? Bunları sana neden açıkladığımı bilmiyorum ama başka hiçbir erkeğin bana hissettiremeyeceği duyguları armağan etti. O yanımda değil diye, sevgisine ihanet etmemi bekleme. Ondan başkasını sevemem."
"Kimseye fırsat vermezsen..." diye lafına başlamışken Artemis onun lafını kesti.
"Orion benden fırsat istemedi. O kendisi gibiydi ve ben onun o haline aşık oldum."
Solan kalbine giren sızının, ateşin sebep olduğunu düşünerek kasıldı ve sakinleşmeye çalıştı. Öfkesini kontrol etmeliydi, ona zarar verebilirdi. Sebebini bir bulsa çaresine bakardı ama öfkesinin nedenini anlayamıyordu. Elini göğsüne atmamak için masayı iyice sıktı. Artemis fark etmişti.
"Neyin var?"
Solan omzunu silkti. "Bir şey yok."
Artemis birkaç saniyelik suskunluktan sonra Solan ona bakınca daha sakin bir sesle konuştu.
"Daha önceki saldırılarını unutursam, şimdiki niyetinin iyi olduğuna ikna olabilirim Solan."
İlk defa ona ismiyle mi seslenmişti? Yani bağırmak dışında... Gülümsemeye çalışan dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı ve ciddiyetini bozmadı. Artemis devam etti.
"Fakat bu olayı uzatmak istemiyorum. Bu konuda yapabileceğin bir şey olmadığını kabul et ve ben de senin iyi niyetli olduğu düşünüp vicdan yapmayayım. Çünkü bu düşünceli iblis rollerine inanmak istemiyorum. Ben sadece Orion'u istiyorum ve onu bana getiremeyeceksen; saçma fikirlerini de duymak istemiyorum."
Solan çaresizce çenesini sıktı. Ölü insanları geri getirecek kadar kudretli değildi. Artemis elini uzatıp onun çenesine dokununca irkildi. Artemis elini çekerken katı bir sesle konuştu.
"Anlamıyorum, birlikte olmak için üşenmeyip Heafox'un mağarasına kadar gitmeyi biliyorsun ama benim masum bir dokunuşumdan rahatsız oluyorsun. Peri fetişti misin nesin?"
"Heafox'un mağarasına gitmedim." Dedi çenesine dokunan parmakları hala hissederken. "Peri yalan söylüyor."
Artemis burnunu kıvırdı. "Bana ne, çok da umurumda!" dedi ve öne gelmiş saçlarını eliyle geriye attı. "Kiminle birlikte olduğunla ilgilenmiyorum, sen de benim kiminle birlikte olacağıma karışmasan iyi olur."
Durakladı ve ekledi. "Yine de uluorta perileri sıkıştırmayı bırakmanı tavsiye ederim, hiç hoş durmuyor."
Solan itiraz edecekken kız yönlendi. Heafox denen tutucu perinin bu yalanı neden söylediğini bilmiyordu ve pek de kafaya takacağı bir olay değildi. Perinin yalanı Artemis'in hakkında kötü düşünmesi için bir neden yaratmaktan başka işe yaramamıştı zaten kız da meyilliydi. Onu peri delisi bir adam olarak düşünmekten hoşlanıyordu.
Odasına gitmeyi düşünürken Apollon gelip onu Kholteas'a çağırdı. Görmesi gereken bir şey olduğunu söyledi. Birlikte Yuında'nın boyutuna giderken Solan, kadının ölümünü ilk defa ciddi olarak duyumsadı. Kraliçe Yuında güçlü bir liderdi, bir zamanlar...
Saldırı alanına vardıklarında hala büyünün havada gezindiğini hissetti. Kül ve duman kokusu her yerdeydi. Cesetler temizlenmişti ama dökülen kanlar yüzünden yeşil çimenler kızıla boyanmıştı ve yanıktı. Artemis'in ileride prenses ile konuştuğunu gördü. Kız ona doğru öylesine baktıktan sonra sırtını dönerek prensesle konuşmaya devam etti.
Diğerleri bir ipucu bulmak için uğraşıyorlardı. Apollon onu Hekate'nin dikildiği yere götürdü. Yerdeki solgun işaretleri gösterdi.
"Muhafızın buradan geçtiğini düşünüyoruz."
Solan eğildi ve dokunmaksızın yerdeki rünlere baktı. Geçit açılmıştı ama şu anda karşı taraf kapalıydı. Mühürlü değildi, basbayağı kapanmıştı. Rünlerin şeklini Loki'nin sarayında gördüğü ayin rünlerine benzetti. Ayağa kalkıp onu seyreden ikiliye baktı.
"Muhafızın geçidi." Dedi başını sallayarak. "Tahmin ettiğiniz gibi kullanılamaz durumda ve en az iki muhafız olduğunu düşünüyorum."
"İki mi?" dedi Apollon.
"En azından iki!" diye tekrarladı. "Bu rünlerin benzerleri diğer muhafızı çağırmak için kullanılmıştı. Diğer diyorum çünkü rünlerin biçimi aynı ama sıralanışı farklı."
"Ben de bunu söylüyorum Apollon!" dedi Hekate. "Solan da benimle aynı fikirde! Bu çağrılanlar, dörtlü muhafız. Bir an önce Prometheus ile konuşmalıyız."
"İki, dedi Hekate, dört değil." Dedi Apollon. "Kötü düşünmeyi keser misin?"
"Kötü düşünmek mi? Hiç yapmadığım bir şey!"
Apollon ellerini saçlarına geçirerek nefeslendi. "Muhafızların yok edilmesi zaten zor, bir de dörtlüyle uğraşmak istemem."
"Bir an önce tedbir almalıyız, en kötüsü için." Dedi Hekate ve sırıttı. "Bak şimdi kötü düşündüm."
Apollon güldü ve kadına bakarak mırıldandı. "Tamam, tedbir için ne yapacağımızı düşünürüz ama benim birkaç saatlik bir işim var. Döndüğümde ilgileneceğim."
"Nereye?" dedi Hekate.
Apollon kadını kolları arasına alarak dudağına küçük bir öpücük kondurdu ve ayrılırken konuştu.
"Sağ salim dönmem için dua etmen gereken hayati bir göreve gidiyorum bebeğim."
Sonra göz kırparak yönlendi. Hekate anlamsızca Solan'a döndü. Tanık olduğu sahne yüzünden zaten gergin olan Solan homurdandı.
"Güzellik yarışmasını yönetecek."
"Ne!"
***
Nelai, bilinci yerine gelirken odada konuşan üç kişi olduğunu fark edip hareketsizce yatmaya devam etti. Adonis sadece diğer ikisinin duyacağını düşündüğü bir sesle fısıldadı.
"Nelai'nin kimseye saldırdığını görmedim Ares. Onu almaya geldiklerine eminim."
"Yine de muhafızın onu sağ bırakması, onun da işin içinde olduğunu gösterir."
Adonis sinirle söylendi. "Olanlar için suçlu arıyorsan beni de söyleyebilirsin, sonuçta orada olanlardan biri de bendim."
"Sakin olur musun Adonis!" Dedi Athena, kısık sesle. "Kadın senin hayatını kurtarmış olabilir ama orada halkıyla birlikte, güçlü bir kraliçe öldü. Doğal olarak sebep olanın masumluğu kanıtlanmalı. Biz olasılıkları ve soruları söylüyoruz."
"Üzgünüm." Dedi Adonis. "Sanırım beni bu görevden alman gerek Ares. Sağlıklı düşünemiyorum."
"Ben senin başaracağına güvenmeye devam ettikçe hiçbir görevi yarıda bırakamazsın Adonis."
Nelai rahatlayarak içinden Ares'e teşekkür etti. Adonis yanında olduğu sürece muhafızın saldırılarından adamı koruyabilirdi. Nasıl yaptığını anlayamamıştı ama başarmıştı, önemli olan da buydu. Çünkü o yaratığa sözünü dinletmek bir mucizeydi.
Ares bir anlık suskunluktan sonra konuştu.
"Şu geçit taşını denemeli miyiz?" dedi. "Belki Kirke'ye ulaşabiliriz. Eğer çalıştırmayı başarabilirsem..."
Athena adamın lafını sertçe kesti. "Kimse o taşı tek başına denemeyecek. Beni duydun mu Ares, hiç kimse! Kirke denen fahişeye ulaşacak bir yol bulmadan kadının karşısına tek başına çıkmanı yasaklıyorum. Benim de ağzımı bozdu sersem kadın."
Ares ve Adonis'in güldüğünü işitti. Sonra Ares daha kısık sesle bir şeyler söyledi ama Nelai yattığı yerden duyamadı. Adonis'in ona cevap verdiğini duydu.
"Tamam, gideceğim. Ama önce Nelai uyanmasını beklemek istiyorum."
"Ona Sirona göz kulak olur, ayrıca Olimpos'un yargısı sen gelene dek onu kontrol edebilir."
"Hayır, Ares. Olimpos'un yargısını hak edecek kadar suçlu olduğuna inanmıyorum."
"Sen bilirsin Adonis, yine de..."
"Dikkatli olacağım." Diye Ares'in lafını tamamladı.
Sonra üçü vedalaşıp Adonis'i orada bıraktılar. Ares taşı kullanmaktan bahsettiğine göre; taş, adamdaydı. Yani Adonis tamamen güvendeydi. Gözlerini açıp adama bakmak istiyordu ama diğerleri yeni gittiğinden cesaret edemiyordu. Birkaç dakika bekledikten sonra yavaşça kımıldandı ve başını çevirip gözlerini araladı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder