Ares'in odasının kapısında dururken kendinden hâlâ emin
değildi. Simsiyah kapı, onu gitmesi için uyarırcasına karanlık bir mağara ağzı
gibi derinleşiyordu. Saat oldukça geçti. Belki uyuyordu ama onu çağırırken
zaman belirtmemişti ki. Elini, kapıyı tıklatmak için uzattı. Kapının, kadifemsi
bir dokuyla kaplanmış olmasına şaşırırken kapı ardına kadar açıldı. Ares, tam
karşısındaki yatağın üzerine uzanmıştı. Onu görünce dirseklerinin üzerinde
doğruldu, gözlerini kırpıştırdı. Gelmesini beklemiyormuş gibi bir ifadeyle ona
bakarken Dünya’nın yüzüne sıcaklık hücum etti. Dünya dehşete düşerek geriledi,
kapının apansız açılmasını hiç beklememişti.
“Ben…” dedi kekeleyerek. "Ben kapıyı çalmak
istemiştim."
"Geldiğine inanamıyorum." dedi, Ares bir hamlede
yataktan kalkarken. "Lütfen, içeri gir."
Üzerinde hâlâ aynı kıyafet vardı, saçlarını sıkıca arkaya
toplamıştı. Loş ışık altında yüz hatları çok çekiciydi, en basit ifadeyle
mükemmeldi. Fiziğinden bahsetmek bile gereksizdi. Ares kusursuz hatlara sahip
mermerden bir heykel misali ona yaklaşmaksızın yatağın yanında dikiliyordu. Ölmek
istemiyorsa kararlı görünmeliydi. Dünya, kapının ağzında soluk alıp başını
dikleştirdi.
"Benimle ne konuşmak istiyorsun?"
Ares ellerini beline koyup başını bıkkın bir tavırla geriye
attı. Ona yeniden baktığında ifadesi gergindi. "Odaya girmek istemiyorsun."
dedi, dudağını ısırdı. "Peki..." dedi Ares doğrularak. "O zaman
buraya neden geldin?"
"Bilmiyorum." diye itiraf etti. "Seni
görmem gerektiğini hissettim."
Oda tahmininden farklıydı, hiç savaş tanrısı odası gibi
değildi. Bir kere oda çok şaşırtıcı derecede düzenliydi ve etrafta kesici bir
tane bile alet yoktu. Yatak, masa, koltuk takımı, sehpa kaliteli ve kullanışlı
eşyalardı. Masanın üstünde, iki sıra kitap rafı vardı. Loş odayı aydınlatan,
şamdana benzeyen iki lamba, odanın şık ve sade dekorunu tamamlıyordu. Ares'in
yatağının bir kişi için fazla büyük olduğunu görünce içini bir sıkıntı kapladı,
üstüne üstlük siyah satenlerin sarmaladığı yatak oldukça davetkârdı. Kontrol
edemediği bir güdüyle bakışlarını yataktan alıp Ares'e çevirdi. Altın
gözlerindeki pırıltı ve dudaklarındaki anlamlı gülümseme Dünya'nın yeniden
kızarmasına neden oldu.
“Ben de seni bekliyordum. Ama bir an için umudumu
kaybetmedim değil.” dedi Ares ve onun kımıldamadığını görünce yumuşak bir sesle
ekledi. “Benden korkuyor musun?”
Hâlâ kapının korumasına sığındığı aklına gelince içeri
girdi. Son sorusunu yanıtladığını düşünerek sakin bir sesle sordu. "Konuşmak
istediğin konu nedir?" dedi. "Bana, ne anlatmak istiyorsun?"
Ares hiç kıpırdamadan onu izliyordu. "Sana bir şey
anlatmak istemiyorum." Dünya’nın içinde bir korku kıpırdadı. Dikkatle
Ares'e bakarken Ares konuşmasını tamamladı. "Seni bir yere götürmek
istiyorum, birini görmeliyiz."
"Seninle hiçbir yere gitmem." dedi masaya
yaslanıp. Eros ile konuşmaları duyması, adamın niyeti konusunda onu ikna
edememişti. Her ne kadar Ares’ten etkilense de canı söz konusu olduğunda
önceliği kendine verecekti. Bir plan olduğu açıktı. Kendisini öldürmesini
engellemek için ne yapacağını düşünmeye çalışıyordu. Beynini meşgul eden tek
şey ise kendi ellerini ona uzatma isteğini engellemekti.
"Kâhine gideceğiz, korkmana gerek yok. Ona
danışmalıyız." dedi Ares. Onda yarattığı etkinin farkındaydı ve bundan
garip bir şekilde hoşlandığını saklamıyordu. Onu etkilediğinin bilincinde ve
korkutmasına rağmen odasına kadar getirmeyi başarma hazzı içinde kaşlarının
altından ona baktı. Sonra aniden ciddileşti ve gergin bir tonda konuştu. "Ayrıca
aklıma gelmişken söyleyeyim, Adonis'i yanlış yönlendirmekten vazgeçmelisin, onu
sürekli hırpalamak istemem."
"Ne?" dedi şaşırarak.
"Kapıma dayandı, senin burada olduğundan emin bir
küstahlıkla. Bu fikre neden kapıldığını bilmiyorum ama ben ona kısa bir
açıklama yaptım. Anladığını düşünüyorum."
Dünya'nın kaşları çatıldı. Adonis onu aramak için buraya
gelmişti demek. Bu umurunda bile değildi ama bu ölümsüzlerin hiç birine, onun
sahibiymiş gibi davranmasına olanak vermek de istemiyordu. "Kavga etmek
için beni bahane yapmana gerek olduğunu düşünmüyorum. Kendi hırsınız için arada
kalmaya hiç niyetim yok."
Ares kollarını göğsünde kenetledi. "Düşünüyorsun ki
biz kavga edebilmek için seni bahane olarak kullanıyoruz. Yanılıyorsun
papatyam. Sen hayatıma girmeden önce ben ve Adonis kardeş kadar yakındık. Seni
ilk görevin için bulduğumdan beri bizim için her şey değişti."
"İkinizin arasının iyi olduğunu mu söylüyorsun? Bu
kadar iyiyseniz ben ne yaptım da bozuldu?"
“Kısaca anlatmamı ister misin? Bana inanacak mısın?"
diyerek yoğun bal rengi gözlerini onun gözlerine doğrulttu.
Onun üzerindeki etkisini kontrol ediyordu. Güvenmediği
birine inanması… Garipti… Aslında düşündü, güvenmek ve inanmak istiyordu ve bu
inkâr duygusundan daha kuvvetliydi. Kendini koruma güdüsüne karşın katili
olduğunu söyleyen bu adamın ona yalan söylemeyeceğini umuyordu. Genç adamın
yoğun bakışları karşısında usulca başını salladı. Nefeslenen Ares hafifçe
gülümsedi, onu ürkütmemek için hâlâ yerinde dikilmeye devam ediyordu. Ellerini
cebine attı ve konuşmaya başladı.
“Senin anahtar olduğun anlaşılınca beni görevlendirdiler.
Önce buna sinirlenmiştim çünkü bu benim için çok angarya bir işti. Bir
ölümlünün hayatını çalmak kadar basit ama oyalayıcı bir görevle uğraşmak
istememiştim. Ben sadece olayın gidişatına göre hafızaları düzenlerim. Fazla
zamanımı almaz ve en önemli iş benim işimdir. Anahtarı getirmek ise Adonis'in
göreviydi ama Adonis başka bir boyuttaydı ve nedense anahtarı getirmesi için
onu beklemek istemediler. Bir süre sadece seni izledim. Her yerde peşindeydim,
sen beni hiç fark etmedin. O sıralarda gündüzleri bir kafede çalışıyordun,
geceleri ise okula gidiyordun. Tek başına yaşadığın için seni aldığımı kimse
fark etmedi. Arkadaş bakımından şansızdın. Kimse seni anlayacak kadar yakınlaşamıyordu.
Bu yüzden seni bir süreliğine unutmalarını sağlamam zor olmadı yani seni
tanıyanların hafızalarından varlığını sildim."
"Benim gibi, onları da mı öldürdün?" dedi
korkuyla.
Ares sıkıntıyla nefeslendi. "Otursak mı? Bu şekilde
anlatmak zor." dedi ve koltukları gösterdi.
Dünya iki kişilik koltuk yerine tekliye gidip oturdu. Ares
iki kişilik kanepeye oturdu ve ellerini önde kavuşturup anlatmaya kaldığı
yerden devam etti. "Hafızalarını silmek için ölümlülerin canını almama
gerek yok. Ben katil değilim. Hatta bunun olmaması için uğraşıyorum.
Anahtarlara da çok önem veririm, ölümlü olmanıza ve oldukça zor görevlerle
karşılaşmanıza rağmen destek olduğum hiçbir anahtar hayatını kaybetmedi. Sen
hariç…"
Tepkisine bakmak için başını ona çeviren Ares'in tereddüdü
sesine yansımıştı, yüzü hastaymış gibi beyazlamıştı. Dünya yorum yapmadı. Ares
birkaç saniye onu izledikten sonra ondan ses çıkmayınca devam etti. “Sen bir
anahtarsın ve genelde iblislerin kapattığı boyutları açabilecek güce sahipsin.
Kapıyı, bizim için açtın ve boyutu iblislerin elinden kurtardık. Görevin
bitmişti ama Adonis senin gitmen taraftarı değildi. Normalde anahtar görevini
yapar sonra onun hafızasını düzeltip veya silip hayatına devam etmesini
sağlarım. Onunla ilk büyük kavgamızı o zaman yaptık. Bizimle kalamazdın."
diyerek geriye yaslandı.
Yalan söylemediğini hissediyordu ve olanları anlatırken
gözlerinde gördüğü acı, Dünya'nın kalbini parçalıyordu.
Ares "Bizim aramızda fazla kalan ölümlüler... Yani
iyi bir şey değil." diye kısa kesip hikâyesine devam etti.
"Diğerlerini ikna ettim. Böylece senin hafızandan
varlığımızı silip sonra hayatına kaldığın yerden devam etmene izin verdik. Bu
hemen hemen dört sene önceydi. Seni bıraktık fakat ben çıldırmak üzereydim. Sana
çok alışmıştım. Yokluğun çok ağır geliyordu, bu duyguya yabancı olduğumdan ne
yapacağımı da bilmiyordum. Bunu kimseye açıklayamazdım. Ben de aklıma gelen tek
kişiye başvurdum. Kâhin, senin ikinci kez anahtar olacağını söyleyince hem
sevindim hem üzüldüm. Gitmenden bir süre sonra senin tekrar anahtar olarak
belirmen üzerine herkes şaşırdı. Yüzyılı aşkın bir süredir ikinci kez anahtar
olarak işaretlenen bir insan olmamıştı. Seni getirme görevini Adonis istedi ama
onun sana karşı olan zaafı bilindiğinden yine ben gönderildim. Senden uzak
durmaya çok çalıştım fakat görevin süresince iyice bağlanmıştım. Sen de bana
yakın davranıyordun, Adonis'in, sürekli araya girmeye çalışmasına rağmen iyice
yakınlaştık. Bu sefer, hafızandan anılarımızı silmek bana ölüm gibi gelmişti.
Kendimden nefret ettim ama inan seni hiç bırakmadım. Diğerlerinin, duygularımı
öğrenmemesi gerekiyordu, gizlemek için de elimden geleni yapıyordum.
Ölümsüzlerin, ölümlülerle olan aşk öyküleri mutlu sonla bitmez ve genelde
ölümlüler zarar görür. O yüzden korkuyordum. Senin için..."
Ares'in güzel gözlerine baktı. Sözlerinde samimiydi, duygu
dolu bakışları onu eritti.
"Dört ay önce, üçüncü kez anahtar ilan edildiğinde
beynimden vurulmuşa döndüm. Hafızanın bir kez daha silinmesi seni
delirtebilirdi. Karşı çıktım ama beni dinlemediler. Adonis'i seni getirmesi
için görevlendirdiler. Zeus sana olan zaafımı fark etmeye başlamıştı, bunu koz
olarak kullanmaması için elimden geldiğince kendimi geri çektim. O ise senin
Adonis'e yaklaşman için elinden geleni yaptı. Bu yaptığında bir ölçüde başarılı
olduğunu görünce, küskün durmanın seni tamamen kaybetmek olduğunu anladım ve
geri döndüm."
"Zeus'un çöpçatanlık yaptığını mı söylüyorsun? Bu çok
saçma." diye lafa girdi. Başka işleri yok muydu bunların?
Ares doğruldu. "Onu hafife alma, bu konularda çok
iyidir. Her zaman bir boşluk bulmayı başarır."
"Peki, neden Adonis? Madem bir ölümlüyü eğlence
yapmak istiyorlar, neden sen değil de Adonis? Bana olan ilgin yeterli değil
miydi?"
Ares dudağını yaladı. Dilinin neden olduğu nemle ışıldayan
dudaklarına bakmamaya çalışarak dediklerine yoğunlaşmaya uğraştı. Bu arada
Ares, konuşmasına devam etti.
“Sana olan gerçek hislerimi kimse bilmiyor. Bunu kimsenin
anlamaması için çok uğraştım çünkü bu senin için çok tehlikeliydi. Seni
kullanmasına izin vermektense ölmeyi tercih ederim ama onun bu kadar merhametli
olacağını sanmıyorum, benim ölümüm onu fazla eğlendirmez. İşin aslı Zeus,
benden hiç hoşlanmaz, bunu saklamaz da ve hastalıklı nefretini yok edemeyeceği
için bana işkence ederek egosunu tatmin ediyor. Oyunu da çok sever."
"Sen de ondan nefret ediyorsun."
Ares güldü. "Benim onunla bir derdim yok ki neden
ondan nefret edeyim?"
"Bilmem." dedi. Omzunu kaldırıp sırıttı.
"Belki adamın yakışıklılığını kıskanıyorsundur."
Ares, Dünya'nın yorumunun şaka olduğunu anlamasına rağmen
yüzünü astı. "Zevklerinde bir gerileme fark ettim."
"Bu senin saptaman." dedi ve en merak ettiği
sorunun zamanı geldiğini düşündü. "Ben, üçüncü kez buraya getirildikten
sonra neden gözümü morgda açtım?"
"Çünkü seni öldürmüştüm." dedi Ares. “Kendi
ellerimle senin canını almıştım.” Bunu söylerken sanki çok doğal bir şeyden
bahsediyordu.
Sessizlik oldu. Bakışları birbirine kenetlenmişti. Ares,
ondan bir tepki bekliyordu ama o ne düşüneceğini bilmeksizin taş kesilmişti. Öldürmeye
kast ettiklerinden haberi olmasına rağmen mecazi olarak bir eylemi yansıtması
için dua ediyordu. Buz kesti. Oturduğu yerden kayarak onun önünde diz çöken Ares,
uzanıp elini avucuna aldığında irkildi. Genç adam, elini yine de bırakmadı.
“Bu fikir üçüncü görevde aklıma geldi. Kâhin bana,
yaşatmak için öldürmen gerek, dediğinde önce anlamamıştım ama boyutun birinde
karşılaştığım iblisin bana hayatına karşılık vermeyi teklif ettiği çalıntı
Ambrosia'yı duyduğumda fikir beynimde oluştu. İblisi öldürdüm ve Ambrosia'yı
aldım. İblisin kötücül etkisi yüzünden Ambrosia lekelenmişti ama planım için
uygundu. Seni, ölümden bir kereliğine kurtaracak kadar etkisi vardı. Hafızanı
elinden almadan önce Ambrosia'yı yedin ve hem nektar içmediğin için
ölümsüzlüğün mühürlenmediğinden hem de Ambrosia'nın zayıflamış etkisi yüzünden
kısa süreliğine ölümsüz oldun. Ben de görünüşte seni Adonis'e olan aşkın
yüzünden cezalandırmak için öldürdüm. Bu herkese karşı oynanmış bir oyundu ve
bir kişi dışında herkesi inandırdık."
"Zeus!" dedi Dünya. Ares'in anlattığı olayların
etkisiyle heyecanlanmıştı.
Ares başını sağa sola salladı. "Hayır, Hades."
"Hades mi?" dedi Dünya ve inanmamış gibi yüzünü
buruşturdu.
"O yer altının efendisidir ve tüm ölüler onun
kontrolündedir. Senin geçişini göremeyince oyunumuzu fark etti ve bu yüzden
diğerleri sana ulaşmadan seni geri getirmek zorunda kaldım."
"Şimdi de beni gerçekten öldürmeniz gerek."
Ares, Dünya'nın ellerini daha da sıkı tuttu. “Bunu
yapmalarına asla izin vermem, buna kalkışırlarsa da pişman olurlar. Bütün
çabamın ne için olduğunu sanıyorsun, bu yargıya engel olmaya çalışıyorum. Seni
onlardan saklamaya çalıştım ama başaramadım. Tek tehlike Olimpos değil
papatyam…”
Dünya elini adamın ellerinin arasından çekip ayağa kalktı.
"Ne önemi var ki? Beni neden zamanında serbest bırakmadın?" dedi
umutsuz bir sesle. Kelimeleri ararken masanın üstünde gördüğü bir şey ilgisini
çekti. Masaya doğru bakarken kısık sesle ekledi. "Her şeyi
unutmuşken..."
Çocukların yaptığı papatya tacı... Papatyalar kurumuştu
ama taç sapasağlamdı, sıkıca örülmüştü. Dünya, onu büyüleyen basit taca
parmaklarını uzattı fakat ona dokunamadı. Ares yanına gelip tacı eline aldı,
değerli mücevherlerle bezenmiş bir taçmış gibi özenerek Dünya'nın başına
yerleştirdi. Dünya'nın saçlarını düzeltti ve tacı alnına gelecek şekilde
yerleştirdi. Yüzünü okşayarak elleri arasına aldı. Eğildi ve yumuşak bir tonda
konuştu.
"Bunu denemediğimi mi sanıyorsun? Uzak durmak ikimiz
için de imkânsız. Eninde sonunda hatırlıyordun, bu daha önce de oldu ve durumu
düzeltene dek akla karayı seçtim. Sen de başka bir şey var. Sendeki ilginçliği
Zeus'un anladığını tahmin ediyorum. Sürekli anahtar olarak gözükmenin haricinde
gelmiş geçmiş en güçlü anahtar sensin. Bu nedenle senin yeteneğini diğerlerinin
de fark etmelerine izin vermem; kontrolü, onlara bırakmam anlamına gelir. Benim
için çok önemlisin papatyam. Seni, kendi hırsları için ölünceye kadar tutsak
etmelerine ve kullanmalarına izin vermeye niyetim yok."
“Hislerin…” dedi nefessiz bir sesle.
Ares başını sallayarak onu doğruladı. “Evet, sana karşı
hislerim de bencilliğime bir sebep elbette. Fakat karşılık için seni zorlamam.”
"Afrodit." diye güçsüzce konuştu. Tüm varlığı
Ares'le doluyken düzgün düşünemiyordu bile. Madem baştan beri ikisinin arasında
romantik bir şeyler vardı, neden o kadınla birlikteydi? "İkiniz çok
yakınsınız."
Muhteşem bir gülümsemeyle Ares'in dudakları kıvrıldığında
Dünya'nın gözleri adamın dudaklarına kaydı. Midesindeki kıpırdanmaya ve başının
dönmesine inanamayarak bakışlarını Ares'in dudaklarından gözlerine kaydırdı.
Ares pırıltılı bir gülümsemeyle yüzüne doğru eğildi. Dudaklarının üstünde
fısıldadı.
"O, amacım için bir piyon. Şimdiye kadar hiç
arzulamadığım yasaklanmış bir ödüle kavuşmam için bir yol sadece. Bir ölümlünün
aşkına..."
Kalbi heyecanla kasılırken dudakları birleşti. Elini, ince
gömleğinin üstüne koyduğunda Ares'in güçlü kalp atışlarını hissetti. Onun
kalbiyle birleşmişçesine hızlı atıyordu. Dolgun dudaklar onunkileri okşarcasına
kavradı ve gittikçe derinleşerek tüm ruhuna sızmaya başardı. Dünya inlememek
için kendini zor tuttu ve kollarını genç adamın bedenine doladı. Onu tamamen
fetheden bu öpücüğe o denli aşinaydı ki, elleriyle genç adamın sırtını
okşamaktan çekinmedi. Ares onu kucaklayıp masanın üstüne oturttu ve
nefeslenmesine fırsat vermeksizin yeniden dudaklarını kapladı. Doyamıyorlardı.
Ona âşık mıydı? Evet. Ondan korkuyor muydu? Evet. Onun
sözlerine kayıtsız şartsız inanıyor muydu? Hayır, çünkü Ares bir ölümsüzdü. O
ise Ares'in sonsuzluğunda yaşadığı bir heyecandan öte değildi. Afrodit bir
piyon olabilirdi ama kendisinin de amacına ulaşmak için bir araç olmadığı ne
malumdu? Afrodit'le de kendisiyle konuştuğu gibi konuşup ona dokunduğu gibi
dokunuyorsa amacına ulaşmakta zorlanmayacağını düşündü. Ares'in dudakları onu
kendinden geçirirken bunları yine de düşünebilmişti.
Kapı sertçe çalındığında ikisi de birbirinden ayrılıp
irkildiler. Ares, korumacı bir tavırla ellerini ondan çekmemişti, derin
nefesler alırken kendini toparlamaya çalışıyordu. Öpücükler ve dokunuşlar
yüzünden hala başı dönen Dünya, ne olduğunu anlamaya çalışırken Ares soluksuz
bir hızla fısıldadı.
"Ne olursa olsun, kendini tehlikeye atacak bir şey
söyleme veya yapma tamam mı? Kararları ne olursa olsun karşı çıkma."
"Ne demeye çalışı..."
Ares parmağıyla onun dudaklarını kapattı. "Lütfen,
sen sadece kendini düşün. Cezam, kurtuluşumuz olacak. Sadece sabretmeni
istiyorum senden, lütfen."
"Ceza mı?" dedi Dünya, başını çekerek. "Gerçekten
sana ceza mı verilecek? Bugün mü?"
Ares yüzünü buruşturarak gözlerini kapattı. "Şimdi
sana anlatamam, vakit yok." diye sıkıntıyla konuşurken kapı tekrar çalındı
ve Hermes'in sesi diğer taraftan duyuldu.
"Ares zaman geldi. Zeus seni bekliyor, Dünya da
gelebilir."
Hermes onun burada olduğunu biliyor muydu? Kimseye
görünmediğine emindi.
"Ares." diye inledi. "Sana ne ceza verecek?"
"Emin değilim ama suçumun tek cezası olabilir."
dedi. “En büyük cezayı vermesini umuyorum.”
“Ne?” dedi Dünya. “Saçmaladığının farkında mısın?”
Dünya'nın görüşü buğulanmıştı. Adamı bir daha
göremeyeceğini düşününce göğsünün üstüne bir ağırlık oturdu. Kapıya doğru
gözleri kayınca Ares onun başını kendine doğru çevirdi.
"Bana bak, mahkemeden sonra doğruca kâhine git. Seni
ben götürmek isterdim ama anlaşılan Zeus beklemek istemiyor."
Hızlıca bir öpücük daha kondurdu ve dudaklarını Dünya'nın
alnına dokundurdu. Ares'in ondan ayrılmakta zorlandığını hissediyordu. Aynı
duyguyu kendisi de hissediyordu. Sonra Ares birden kendini geri çekti. Suskun
kapıya sinirli bir bakış attı.
“Aslında senin gelmene gerek yok. Odana git ve bekle. Eros
daha sonra sana her şeyi anlatır.”
“Odamda beklemeye niyetim yok.”
İfadesi değişen Ares yüzü taşlaşmış halde ona döndü. "Senin
gelmeni istemiyorum." Bunu söylerken adamın sesinin tonu ölümcüldü.
"Geleceğim!" diye diretti ve karşısına geçip
adamın soğuk altın gözlerinin içine baktı.
Ares durgun bir bakışla onu süzdü. Az önceki ihtiraslı
halinden eser kalmamıştı. Korkmuyordu ama endişenin buz gibi soğukluğunu
taşıyordu.
"Sen bilirsin."
En tepedeki, terasa benzeyen açık alana gitmeden önce,
saçlarındaki tacı çıkarmak Dünya'yı sandığından çok daha fazla üzdü. Odasından
çıkarken Ares'in onun yüzüne bile bakmaması göğsündeki kayayı, demirden bir
örse dönüştürmüştü. Terasa nasıl gittiğini anlayamadı. Daha önce birlikte yaşadıklarını
anımsamasa da şimdi hissettiği yoğun duygular yüzünden, Ares'i kaybetme
korkusuyla titreyerek kenarda sabit bir ifadeyle bekleyen Enlil'in yanında
dikildi. Adam ona hiç tepki vermemişti, buz gibi bir ifadeyle karşıya
bakıyordu. Şafak sökerken Zeus yanında Hera ile birlikte geniş kaidenin üzerine
çıktı. Poseidon, Artemis, Apollon, Athena, Dionysos, Hephaistos, Adonis,
Hermes, Hades, Eros ve Afrodit ikisinden hemen önce gelmişler ve tanımadığı
birçok ölümsüzle birlikte kaidenin önünde dağınık bir şekilde bekliyorlardı.
Afrodit'in güzel yüzü çok asıktı ve bakışlarını yerden ayırmıyordu, sanki bir
idamı izlemeye gelmişti. Adonis ise sakin görünüyordu, ifadesiz bir yüzle
Zeus'a bakıyordu. Zeus, sert bir sesle konuştu.
“Burada neden toplandığımızı biliyorsunuz. Suç hepimiz
tarafından onaylandı. Hüküm verildi. Savunma taleplerinizi dinlemeyi ret
ediyorum çünkü bu aptallığın savunulacak bir tarafı yok. Ares yapılması yasak
olan bir şeyi yaptı ve dengeyi değiştirmek için bir ölümlüye kutsal
yiyeceğimizi izinsiz ikram etti. Bizi ve kadim evleri oyuna getirmeye çalıştı. Olimpos’un
itibarını düşünmeksizin güvenliğimizi ve anahtar dengesini tehlikeye attı. Dünya
bir anahtar olarak bizim için önemli olsa da, Ares’in bu pervasız hareketi
cezasız kalamaz. Tekrar ediyorum, suçu sabittir ve savunma gerektirmez.”
Adamın şimşekler saçan gözleri onlara doğru kaydı,
herhangi bir tepki beklercesine her birini teker teker süzdü. Ares onu
öldürdüğü için değil, saçma sapan bir yiyeceği ona verdiği için suçlanıyordu. Gerçekten
Ares bunun için mi ceza alacaktı? Yanında sakince duran Enlil gözlerini
Zeus'tan ayırmadan dinliyordu. Dünya dikkatini yeniden Zeus'a çevirdiğinde adam
sesini yükseltti.
"Gel Ares, hüküm verildi!"
Terasın perdeleri uçuştu ve ipek tüllerin arasından Ares,
altın gözlü bir aslan gibi kendinden emin adımlarla alana adım attı. Sanki
savaşa gider gibi siyah, kalın deriden kolsuz bir zırh giymişti ve pantolonu da
deridendi. Silahsızdı ve korkutucu görünmek için silaha ihtiyacı var gibi
durmuyordu. Saçları hâlâ topluydu. Yüzünde gururlu bir ifadeyle, Zeus'tan
gözlerini ayırmadan, güçlü ve kararlı adımlarla ortaya doğru yürüdü. Bütün
muhteşemliğiyle Hera ve Zeus'un birkaç metre önünde ayakta durdu. Karşısında
gerçek bir savaş tanrısı duruyordu: korkusuz, asil ve güçlü...
Cezalandırma zevkini hiç saklamaya çalışmayan Zeus başını
doğrulttu.
"Suçunu biliyorsun Ares, son kez söyleyeceğin bir şey
var mı?"
Afrodit'in heyecanla, kendini açıklaması için şans verilen
Ares'e bakması Dünya'nın gözünden kaçmadı. Kadının Ares’e olan düşkünlüğüne
sinirlenmişti. Hakkı olup olmadığı umurunda değildi, kadının Ares'i bu denli
sahiplenmiş olmasına öfkelendi. Aslında bu konuda Afrodit’in ondan çok söz
sahibi olmasına daha çok sinirleniyordu. Ares’in sevgilisi aşk tanrıçası olarak
biliniyor ve kabul ediliyordu. O ise… Kalbi acırken yumruklarını sıktı ve
konuşan ikiliye ilgisini çevirdi.
Otorite olduğunu ilan eden Zeus’a karşılık Ares tek kaşını
kaldırıp Zeus'a küçümser bir bakış attı. Bunu neden yapıyordu? Ona sakin olması
gerektiğini söyleyip dururken sanki o, Zeus'un tüm gazabını üstünde toplamaya çalışıyordu.
"Baştan beri, senin ölümlü kadınlara olan
düşkünlüğünü anlayamamıştım Zeus." dedi. Hera'nın gözlerini kısmasına
eğlenerek baktı. "Denedim ve sana hak verdim, ölümlülerin aşkına sahip
olmaya çalışmak ve rekabet hissi daha heyecan verici."
Diğerleri huzursuzca kıpırdanıp kaçamak bakışlarla
Adonis’e göz atarken Ares çok sakindi. Lacivert gözleri kararmış Adonis’in
hedefinde Ares vardı ve saldırmamak için kendini zor tutuyor gibiydi. Ares tek
derdi olan Zeus’tan bakışlarını ayırmamıştı, sözleri başkasını da zehirlese de…
Zaten suçlanıyordu üstüne neden kızdırmaya çalışıyordu ki? Dünya Enlil'e doğru
yaklaştı.
"Ne yapmaya çalışıyor?" diye fısıldadı.
Enlil, yaşından daha genç görünen bakışlarını Ares'ten bir
saniye bile ayırmaksızın kısık sesle cevap verdi. "İntihar etmeye...
Aptal…"
Zeus ve Hera da Ares'in sözleri karşısında öfkelenmişti. "Sözlerine
dikkat et Ares!" diye söylenen Zeus'a aldırmayan Ares manalı bir şekilde
sırıtınca adam daha da sinirlendi. "Ölümlülerin hayatına karışmamaya,
yüzyıllar önce karar vermiştik!" diye öfkeyle homurdandı
"O, sana zorla verdirilmiş bir karardı çünkü
engellenmen gerekiyordu." dedi Ares ciddileşerek. "Ayrıca ben şimdiye
kadar hiçbir ölümlüye senin gibi göz dikmedim. Rızası dışında kimseye elimi
uzatmaya çalışmadım. Hilelerinden bıktım artık Zeus. Madem yasakları hiçe
sayıyorsun veya başkası için görmezden geliyorsun, benim uymamı neden
bekliyorsun? Eğlence sadece senin zevkinden ibaret midir?”
"Yeter!" diye Zeus bağırdı.
Sıktığı yumruğunun arasından şimşeğe benzer bir şey
parladı ve bu ışık Ares'in ayaklarının dibinde patlayınca diğer ölümsüzler
gerilediler. Ares yerinden bile kıpırdamamıştı.
"Senden sadece Dünya için bir tolerans istiyorum
Zeus." dedi Ares, sakin ve kararlı bir sesle. "Ya onu tamamen serbest
bırak ve sağlıklı bir şekilde ölümlü hayatını yaşasın, ya da onu da aramıza
kabul et! İnsan zihniyle bu denli oynayamayız, ona zarar veriyoruz. Bu döngüye
son vermeliyiz. Dünya’yı evimize kabul et, ben de bugünden sonra kayıtsız
şartsız sana biat edeyim. Dudaklarımdan en küçük itiraz sözü duymayacaksın."
Zeus kısacık bir an gözlerini kısarak düşündü. Teklife
kayıtsız kalamamıştı ama sonra elindeki kozun daha değerli olduğuna karar
vermiş olacak doğruldu.
“Seni kurnaz tilki, önerin sadece senin planına hizmet
ediyor ve hiçbir şeyi düzeltmiyor. Cevabım, hayır! Sana hiçbir şekilde tolerans
gösterilmeyecek Ares, senin küstahlığın ödüllendirilmeyecek. Kararımı
açıklıyorum." dedi ve diğerlerine bakarak devam etti. "Kimsenin bu
karara itiraz etmesine de müsaade etmiyorum! Yoksa kim olduğuna bakılmaksızın
aynı kadere mahkûm olur!"
Ölümsüzlerin böyle bir niyeti olmadığına kanaat getiren
Zeus, Ares'e kıvılcımlı bakışlarla döndü.
"Cezanı açıklıyorum: Ölümsüzlüğün elinden
alınacak." dediğinde Ares kaşlarının altından Zeus'a sakince baktı. Zeus,
Ares'in neredeyse keyifli bir ifadeyle ona bakmasına bozularak başını kibirle
doğrulttu ve ekledi. “Tartaros'a sürüleceksin.”
“Ne?” diye soluksuzca fısıldayan Ares şaşkınlıkla olduğu
yerde sallandı.
Dünya Afrodit'in çığlık attığını duydu ama bakışlarını
altın gözlüden alamıyordu.
"Bunu yapamazsın!" diye kükreyen Ares'in
öfkesine aldırmayan Zeus tekrar konuştu.
"Yapabilirim! Ve cezan başladı."
Ares’in yoğun öfkesi sıcak bir kasırga misali alanı
kavururken Zeus'a doğru bir adım atmıştı ki yerden siyah şeritler fırladı ve
Ares'in bileklerini kelepçe gibi sıkıca sardı. Ares'in adama haykırması işe yaramadı.
Ares yerden yükseldi ve onu tamamen saran siyah dumanların içinde kayboldu.
Hermes’in kollarından kurtulan Afrodit onun kaybolduğu boşluğa atıldı. Fakat
yetişemedi, Ares dumanların arasında kaybolmuştu. Dünya elini Enlil'in koluna
attığını o an fark etti. Tüm bedeni kasılmıştı, bu cezanın Ares'in tahmininden
bile büyük olduğunu düşündü. Kalbi göğsünde parçalara ayrılmıştı, geride
kocaman bir boşluk bırakarak.
Afrodit, Zeus'a döndü. "Bu onu öldürür Zeus, bu kadar
zalim olamazsın."
"Son sözümü söyledim, hükmüme karşı çıkan herkesin
sonu budur."
Dünya dayanamayıp ortaya atıldı. "Bu sadece onun suçu
değildi, cezasını paylaşmam gerekiyor."
Zeus başını yavaşça çevirip ona baktı. Dünya titremesini
durduramıyordu ama bunun nedeni korku değildi. Zeus gözlerinin içine baktı.
"Hatırlamadığın bir geçmiş için seni cezalandıramam
anahtar ama bundan sonra yaptıklarına dikkat etmeni tavsiye ederim. Sana ne yapacağımıza
sonra karar vereceğiz o yüzden sözlerine dikkat etmeni tavsiye ederim.”
"Her şey, bu kadının suçu Zeus!" diye Afrodit
atıldı. "Asıl cezalandırılması gereken kişi bu insan. Ares'i
kandırdı!"
Hera ciddi ve tarafsız bir sesle tartışmaya katıldı.
"Afrodit, Ares'in ne kadar zeki olduğunu hepimiz
biliyoruz, kimse ona istemediği bir şeyi yaptıramaz."
Afrodit çıldırmış gibi bağırdı. "Bu insan,
kurnazlığıyla hepinizin başını döndürmüş! Yaptığı şey için Ares'i haklı
bulmuyorum ama bu kadının zehrine karşı koyamadığı için ölümle cezalandırılması
haksızlık!"
Zeus tüm ihtişamıyla kaideden indi ve Afrodit'in önüne
dikildi. Gözleri mavi ışıklara bürünmüştü sanki gözlerinde yıldırımlar
çakıyordu.
"Hükmüm konusunda sana danıştığımı sanmıyorum
Afrodit! Biraz daha konuşmaya devam edersen seni ona eşlik etmen için
Tartaros'a gönderirim!"
Afrodit dehşetle geriledi. Gözleri yaşlarla kaplanmıştı.
Üzüntüsüne rağmen daha fazla karşı koyamadı. Başını eğdi. Bir süre daha ona
bakan Zeus ve Hera diğer ölümsüzlerin bakışları altında terastan ayrıldı.
Ruhunda oluşan boşlukta nefes almaya çalışan Dünya, ne yapacağını bilemedi.
Afrodit, kin dolu gözlerle ona dönerken Eros ikisinin arasına girdi.
"Hadi, buradan gidelim."
"Her gelişinde, belanı da beraberinde getiriyorsun
lanet kadın!" diye ona doğru yürüyen Afrodit'in önüne geçen Eros, kadını
sakinleştirmeye çalıştı.
"Afrodit, söylediklerinin doğru olmadığını
biliyorsun." dedi. "Onun, senin hayatını kurtardığı..."
"Şimdi de Ares'in ölmesine neden olacak!" diye
bağırdı Afrodit, Dünya'ya kin dolu bir bakış attıktan sonra odadan hışımla
ayrıldı.
Ölümsüzler, birer birer üzgün ve onaylamaz bakışlarla
terastan ayrılırken Dünya, Eros'a döndü.
"Ne demek istedi, Tartaros da neresi?"
Eros cevaptan kaçınmak istercesine yanlarına gelen
Artemis'e yan gözle baktı, Artemis'in üzüntüsü yüzünden okunuyordu. Verilen
cezanın ne kadar büyük olduğunun bir kez daha bilincine vardı. "Biriniz
cevap versin." diyerek ikisinin de yüzüne baktı.
Artemis'in göz pınarından, irice bir yaş damlayıp
yanaklarından aşağıya kaydı.
"Tartaros'un bizim işkenceyle, ölümle dolu
cehennemimiz olduğundan ve belki de Ares'i son kez gördüğümüzden başka bir şey
söyleyemem. Bu ceza hepimizi, onu bile aşıyor."
Yer, altından kayınca Eros kolundan tutarak ona destek
oldu. Hepsi zoraki metanetli durmaya çalışıyorlardı. Artemis, Dünya'nın
çenesinden tutarak gözlerini onun gözlerine dikti.
"Dünya, kendini bırakma. Senin, ne kadar cesur ve
soğukkanlı olduğunu biliyorum." Eros'a döndü. "Ben Hades ile
konuşacağım ama pek umudum yok, onun kendi hükümranlığına ne kadar düşkün
olduğunu biliyorsun. Tartaros'un yönetimi konusunda kimseye söz hakkı
tanımaz."
Dünya, Eros'un kolundan ayrıldı. "Onların arası iyi
değil mi? Hades, Ares'i öldürmez."
Eros, Artemis'in yerine konuştu. "Hades, Ares'in
arkadaşı olabilir ama ölümün efendisinin ve yaratıklarının kimseye acıması
yoktur.”
"Ayrıca." dedi Artemis. "Hades; Ares'i, en
kıymetli mücevheri olarak yanına almaktan memnun olacaktır. Arayıp da
bulamadığı bir fırsatı kolayca tepecek kadar saf değil. Sırf Ares’i sevdiği
için elde edeceği güçten vaz geçmez.”
Artemis'in başka bir şey söylemeden terastan hızlı
adımlarla gidişini izlemek Dünya'nın göğsündeki boşluğu acıyla doldurdu. "Bütün
bunların sebebi sırf Ares'in bana çürümüş bir Ambrosia'yı yedirmesi mi?"
diye söylendi ve cevap için Eros'a bakıp devam etti. "Ares'in
ölümsüzlüğünün alınması ve sürgüne gönderilmesinin sebebi beni korumaya
çalışması mı? Ares’in sözleri o adamı neden o kadar öfkelendirdi? Tek sorun ben
olamam, değil mi?"
"Hiçbir bahane Ares'in suçunu azaltmaz." dedi
Eros ve kararsızca etrafına bakındı. "Buradan gidelim."
Sütunların sardığı teras güneşin doğmasıyla az da olsa
aydınlanmıştı. İçine çöken karamsarlığı aydınlatacak tek ışık kaynağının
Ares'in altın gözlerinin olduğunun bilincinde, Eros'un arkasından yürüdü.
Enlil'in ortada olmadığını fark etmişti ama onun için endişelenecek durumda
değildi. Bahçeye gittiklerini dış kapının önüne gelene kadar fark etmedi. Eros
kapıyı açarak çıkması için ona yol verdiğinde yüzüne baktı. Eros badem
şeklindeki mavi gözlerini ona güven vermek istercesine kırptı. Çalıların ve
sıcaktan kavrulmuş bitkilerin sardığı bahçeye göz atıp dışarıya ayağını attı.
Eros, Dünya'yı çalıların iyice sıklaştığı bir yere
götürdü. Evden uzaklaşmışlardı ve ortalıkta onlardan başka canlı görünmüyordu.
Eros büyükçe bir taşın üstüne oturdu ve ona diğer kaya parçasını gösterdi.
Çalılar öyle büyük ve yabaniydi ki üstlerini doğal bir çatı gibi kapatmıştı.
Eros'un gösterdiği kayaya oturmadı, kollarını kenetleyerek onun başında
dikildi.
"Buraya kadar neden geldik? Aralarındaki çekişmeyi
anlatmaktan mı kaçıyorsun?"
"Bu kadar huysuzlanmana gerek yok Dünya. Orada
konuşamazdık, fısıltımız hatta düşüncemiz bile Zeus tarafından duyulurdu. O
yüzden buraya geldik." dedi ve kayayı tekrar gösterdi. "Ayakta durma.
Otur."
Dünya'nın ayakta durmakta kararlı olduğunu görünce ısrar
etmekten vazgeçip anlatmaya başladı.
"Zeus ve Ares arasında uzun zamandır bir çekişme
vardı. Ares onun tüm tahriklerine rağmen sakin durduğundan Zeus'un kini iyice
arttı. Çok uzun bir zaman önce Zeus'un bir kaprisi sonucunda, Ares Tartaros'a
hapsedildiğinde rahatladığını sanmıştı fakat Ares'in yokluğunda iblisler
boyutları mühürlediler ve dünyayı kan gölüne çevirdiler. Bilmediğimiz bir
sebepten dolayı anahtar yenilenmiyordu, anahtar belirmediği için elimizden
hiçbir şey gelmiyordu. Zeus'un göz bebeği olan dünya, bizim tüm çabalarımıza
rağmen kötüye gitti. Zeus sonunda pes ederek Ares'i geri çağırdı. Ares, bir
şartla geri dönmeyi kabul etti. Bu, Zeus'un gururuna onarılmayacak bir yara açtı.
Tartaros' tan, yani cehennemden dönmek için şart öne sürüyordu. Zeus ya kabul
edecek ya da dünyanın düşmesine seyirci kalacaktı. Şartını kabul ettiği
takdirde de tüm evler dünyadan ellerini çekecekti ve ölümlülerin kaderlerine
karışılmayacaktı. Sonuçta Ares Tartaros'tan çıktı ve tüm iblisleri geri
püskürttü. Zeus da gücünü ve ölümsüzler arasındaki liderliğini kaybetmese de
dünyadaki egemenliğini kaybetti. Ares istediği takdirde onu tahtından da
edebilirdi ama onun yerine tacını ona iade etti, bu Zeus'u daha çok
öfkelendirdi."
Anlamsızca Eros'a baktı. "Neden? Tüm istedikleri
olmuş. Kızması için sebep neydi?"
"Onun Ares'le taht için savaşmak istediğini
biliyorduk. Aşağılamaya çalıştığı kişi tarafından hediye edilmiş bir taht, onun
kendine güvenini sarstı. Evlere karşı kendi gücünü ve otoritesini ispat etme
şansı elinden alınan Zeus, yeni bir fırsat için sabırla beklemeye
başladı."
"Zeus'un bu kadar kötü olduğunu bilmiyordum."
dedi ve Eros'un gösterdiği kayanın üstüne oturdu.
"Zeus kötü değil, sadece iktidarını sağlama alma
derdinde. Ares onun en esaslı rakibi olduğundan onu küçük düşürdüğü takdirde
tahtı güvene alınacaktı. Her liderin taktiği budur."
"Peki, yeni bir iblis baskınından korkmuyor mu?"
dedi. Sözleri, kendine tuhaf gelmişti. İblis neydi ki?
Eros nefes aldı. "Korkmuyor. Ares'i senin sayende
ölüme gönderdi ve yine senin sayende yeni bir iblis baskınından da korkmuyor.
İstediği zaman anahtarı kullanabilir sonuçta."
"Benim savaşmamı beklemiyordur umarım."
Eros başını salladı. "Ah, hayır!" dedi şakasını
anlamayarak. "Sen, anahtar olduğundan iblislerin kapılara müdahale
etmesini kontrol altına alabilir. Ayrıca ilk gelişinde, iblis boyutlarının
hepsini kapattığından tehlike söz konusu değil."
“O halde, beni serbest bırakmaması için bir neden yok.”
Eros onun yüzüne baktı kaldı. Yüzünün ifadesindeki
şaşkınlık ve hayal kırıklığı karşısında Dünya sorusunu yineledi.
“İlgisini üstümden çeker değil mi?”
Eros, aniden ayağa kalkıp iki üç adım yürüdü ve ona döndü.
"Ah! Senin bu kadar..." dedi ve saçlarının arasına elini sokup
çekiştirdi. "Ares'in kendini senin için feda ettiğini düşünüyorum da ne
kayıp."
Dünya yüzünü buruşturdu. "Yapma. O, bunca yıl yaşamış
Tartaros'a da daha önce gitmiş. Hades onun dostu ve eninde sonunda Zeus onu
çıkartacaktır. Ayrıca, dediğimi yanlış anladığını düşünüyorum."
"Yanlış mı anladım? Hayır. Öncelikle Ares artık
ölümsüz değil. Bir insan kadar kırılgan olmasa da onun da ömrü, alacağı
zararlarla ölçülebilir. Tartaros'da boğazından geçecek tek lokma veya yudum onu
sonsuza kadar yeraltı dünyasına mühürleyecek. Ya da hayalete dönüşecek. Her
halükarda ruhu, Hades'in ruh koleksiyonuna ait olacak. İşkenceye ne kadar
dayanabilir bilemem ama açlık ve susuzluğa yenilmesi daha kolay
olacaktır."
Tam ağzını açacaktı ki Eros elini kaldırıp onu susturdu ve
sıkıntısını kusmaya devam etti.
"Ares seninle karşılaşana kadar Zeus onun zayıf
noktasını bulamamıştı. Diğer ölümsüzlerin tersine Ares hiçbir zaman ölümlülerin
ona tapınmasına ve sevgisine ihtiyaç duymamıştı. Bizler gibi insanları
eğlenceye dönüştürmedi. İnsanları bizim bencilliğimizden korumayı başardı fakat
sen gelip tüm her şeyi alt üst ettin. Zeus seni korumaya çalıştığını fark
ettiğinden beri Ares'in hata yapması için resmen pusuya yattı. Yasak olmasına
rağmen Adonis’in sana olan ilgisini kullanmaktan bile çekinmedi. Ve sen salt varlığınla
Ares’in, zorla koydurduğu yasakları çiğnemesine neden oldun. Sırf sana yeni bir
hayat şansı verebilmek için bu lanet olası suçu işledi. Durumun seni
etkilemesini engellemek için de hafızanı silip seni tamamen temize çıkarttı ve
tüm ilgiyi kendi üstünde tutmak için Zeus'u kışkırttı. Şimdi de kalkmış, gitmek
için Zeus'un iznini istiyorsun. Ares'in senin gözünde hiç mi değeri yok?"
"Sakinleş Eros." diye ayağa kalkıp yanına gitti.
"Dediğimi yanlış anladın. Serbest kalırsam, Ares'e yardım etme şansım
olabilir. Anahtar olduğum için Zeus'u anlaşma için zorlayabilir ve Ares her
nereye gönderildiyse peşinden gidebilirim. Hiçbir kapının beni durdurmayacağını
siz söylediniz. Sadece o yıldırımlı adamdan uzak durmamız ve o farkına varmadan
Ares’e ulaşmanın bir yolunu bulmamız yeterli olacaktır. Ya da Hades’i anlaşma
için zorlayabiliriz."
"Ah!" Eros'un omuzları düştü. "Üzgünüm. Canımın
sıkıntısından sana yüklendim ama senin yapabileceğin pek bir şey olduğunu
sanmıyorum. Ares Tartaros'ta ve sen oraya giremezsin bile. Bir ölümsüzün
dayanamadığı yerde bir ölümlünün hiç şansı yok. Yeteneğin de işe yaramaz."
"Ares dayanabilirse ben de dayanabilirim." dedi
ve ekledi. "Onun da bir ölümlü olduğunu söylemiştin. Oraya nasıl
gideceğimi bana anlatırsan Ares’i oradan çıkarabilirim."
"Yeraltına hiçbir ölümlü ayak basamaz Dünya. Orası
ölülerin diyarıdır. Orada, uzun süre kalırsan hayalete dönüşürsün."
Dünya omzunu silkti. "Ben de elimi çabuk
tutarım."
Eros, neşesiz bir şekilde sırıttı. "Çok cesursun
Dünya ama Zeus gözünü senden ayırmaz. Onun için değerli bir anahtar oldun ve
hala da aynanın gösterdiği tek anahtar sensin. O seni iyice bitirmeden
bırakmaz, yeteneğin bitince de boş bir şişeden farkın kalmaz. Sonra yeni bir
anahtar daha belirir. Sanırım Zeus'un bundan sonraki adımı, anahtar
gereksizleştiğinde onu tamamen yok etmek. Böylece yeni anahtar için boşluk
yaratabilecek. Ares'e ihtiyacı olmayacak ve Ares olmadığından ona karşı çıkacak
biri de olmayacak.”
Dünya dudağını ısırıp bir süre düşündü. Eros ondan gelecek
her tepkiye dikkat kesilmişti. Ondan bir çözüm beklediği belliydi. Şimdiden boş
bir şişeye dönüşmüştü bile. Başını kaldırıp Eros'a baktı. Gözleri kısıldı. "O
zaman Zeus'un oyununu yine tersine çevireceğiz. Madem anahtar olan benim,
şimdiki görevimi yapamazsam onu geri getirmek zorunda kalır." dedi ve
sırıtarak ekledi. "Ya da görevi kendi istediğim şekilde yaparım kim
bilir?"
Eros'un gözlerinde bir umut kıpırtısı belirdi. "Onu
kurtaracak mısın? Bunu yapabilir misin?"
Savaş tanrısı olarak bilinen Ares'i, cehennemden
kurtaracağı düşüncesini bir kenara atıp bir insan için işkenceyi göze almış bir
kahramanı kurtarmaya gittiğini düşünerek başını salladı. "Elimden geleni
yapacağım."
Eros, aniden ona sarıldı; Dünya, o anda dengesini kaybetse
de yerinde sabit durmayı başardı.
"Teşekkür ederim Dünya." dedi ve ondan ayrılıp
yüzüne bakarak. "Onun sana olan düşkünlüğünün nedenini bir kez daha
anladım. Çok cesursun."
"Bir de bana sor." diye mırıldandı. Eros'un
anlamsız bakışını görmezden gelerek sordu. "Peki, bu Tartaros boyutunun
kapısı hangi cehennemde?"
"İlk önce kâhine danışmalıyız." dedi Eros
rahatlamış bir şekilde. "Bu, sonraki adımı belirlememizde bize yardımcı
olur."
"Kâhin, medyum... Bunların hepsi göz boyamaya çalışan
kişiler." dedi. Dünya, Eros ve Ares'in kâhin konusundaki ısrarına
inanamayarak. "Madem az vaktimiz var, bir an önce gitsek iyi olur. Durumu
görmeden bir plan yapamam, değil mi?"
"Hayır, kâhinin fikirlerini ve kehanetlerini
dinlemeliyiz. Bu çok önemli." dedi Eros ve çabucak ekledi. "Sözlerini
dikkatle dinle, ona karşı çıkma. Yanıldığı hiç görülmedi ama sözleri çift anlam
taşıyabilir."
Pes ederek başını salladı. Bunu gereksiz görse de hem
Ares'in hem de Eros'un "kâhin" ısrarına daha fazla karşı çıkmadı.
Eros badem gözleri ışıldayarak sevinçle gülümsedi. Eros'un, Ares'i
kurtaracağını düşünmesi ona moral veriyordu ama bu görev için Dünya'nın
moralden daha fazlasına ihtiyacı vardı. Eros çalıların arasından yürümeye
başladı. Dünya, onun hemen ardından yürüyor, ince dallardan sakınmaya çalışmaktan
Eros'u takip etmekte zorlanıyordu.
"Zeus, neden Ares'ten bu kadar nefret ediyor? Bana
doğruyu söyle."
"Dedim ya, kendine rakip olarak görüyor." dedi
Eros ona bakmadan. “Ona karşı koyabilmesi otoritesini sarsıyor.”
"Ares'in böyle bir derdi olmadığını söylememiş
miydin? Bunu siz biliyorsanız Zeus da biliyor demektir. Ayrıca böyle bir kine
sadece taht arzusu yol açmaz."
Eros durakladı ve onun kendisine yetişmesini bekledi. "Bunu,
Ares'e sorsan daha iyi olur ama kâhine sorma, lütfen." Dünya'ya dikkatlice
bakıp bir süre düşünen Eros, sevimli yüzünü büzüştürdü. "En iyisi sen bir
şey sorma, sadece dinle."
Dünya gözlerini devirerek Eros'u bahçenin sonuna kadar
izledi. Karşılarına küçük tahta bir kulübe çıktı. Eros duraksamadan kulübenin
kapısına gitti ve elini tahtaya doğru uzattı. Aynı şeyi yapmasını bekler gibi
Dünya'ya baktı. Bunu her zaman yapıyorlarmış gibi hareketini açıklama gereği
duymamıştı. Elini anlam veremeden kapının üstüne koyarken kapı koluna bakındı,
kapıyı açacak bir kol yoktu. Parmakları kapının sıcak tahtasına değer değmez
kendini bir odada buldu. Neyse ki Eros yanı başındaydı, paniği anında söndü.
Odanın normal bir görünüşü vardı, sade köy evlerine benziyordu, eski tip bir
divanın üstünde oturan adam da normal bir adamdı. Kel adam, yaklaşık kırk
yaşlarındaydı ve keskin bakışları vardı. Orta boyluydu ve olağandışı
beyazlıktaki teni dışında sıradan biriydi. Kâhini görmek için bakınırken adam
konuştu.
"Benim."
Dünya konuşan adama döndü. "Efendim?"
"Efendin değilim ama bakındığın kişi benim." dedi
ve başını yana yatırdı. "Kadın olmamı beklediğin için seni suçlayamam
Dünya. Kehanet yeteneği çoğunlukla kadınlara bahşedilmiştir."
O sırada ayıldı, karşısında duran adam meşhur kâhindi. "Bunu
nereden biliyorsun?" diye sorarken bile adamın cevabını tahmin edebiliyordu,
'kâhinim de o yüzden' diyecekti. Ama adam Dünya'yı şaşırtan başka bir cevap
verdi.
"Her ilk görüşmemizde aynı şeyi düşünüyorsun."
elini salladı. "Hiç yenilik yok."
Karşılıklı minderlerin üstünde bağdaş kurmuş
oturuyorlardı. Kâhin onunla yalnız görüşmek istemiş ve Eros'u çay yapması için
mutfağa göndermişti. Güzel bir sonbahar güneşi perdesiz pencerelerden girerek
odayı ışığa boğmuştu. Hâlbuki dışarıda güneş olmadığına o kadar emindi ki,
pencereden süzülen parlak ışık mantıksız geldi. Etrafta tütsü, mum benzeri
şeyler görmeyi beklemişti ama odada garip bir şey yoktu. Adamın dikkatli
bakışlarla onu süzmesine ses çıkarmadı ama rahatsızca kıpırdanmadan duramadı.
Adam tuhaf bir şekilde ona Enlil'i hatırlatıyordu.
"Senin daha önce gelmeni isterdim.” dedi adam
sonunda. "Yine de çok geç değil."
"Geç değil mi? Ares Tartaros'a gönderildi,
ölümsüzlüğü elinden alındı."
“Sözlerim Ares’in kaderi için değildi…” diyen adam elini
kaldırdı, gözlerini kapattı ve elini Dünya'ya doğru indirip alnına avcunu
yerleştirdi. Onun da gözleri istemsizce kapandı ve bir görüntü zihnini
doldurdu.
Parlak siyah duvarlarından zift gibi kan ve pıhtıların
aktığı, paslı zincirlerin sarktığı, yerdeki çatlak ve deliklerden pis kokulu
dumanların çıktığı bir mağarayı görüyordu. Yerdeki kemiklerin bazılarında hâlâ
çürümüş etler vardı. İrice bir yılan, aralarından süzülerek odadaki tek eşya
olan ortadaki divana doğru gitti. Divanın üstü yumuşak kıllarla kaplı bir
kürkle örtülmüştü, içinde biri yatıyordu ama kim olduğu görünmüyordu.
Odaya Hades girdiğinde yılan gezinmeyi bırakıp örtünün
ayakucuna kıvrıldı. Örtünün içindeki doğrularak Hades'e baktı. Hades, Ares'e
gülümsedi.
"Misafirin erken gitmiş, oysa seni bırakmaz
sanmıştım.” Dedi ve ellerini açarak odayı gösterdi. “Umarım hoşuna gitmiştir,
alışık olduğun tüm rahatlığı sağlamaya çalıştım ama aceleyle bu kadarını
hazırladım."
"Onu bir daha buraya getirme." diye doğrulan
Ares, iç karatıcı bu loş odada bir güneş gibi parlıyordu. "Ayrıca uzun
süre burada kalmayacağım Hades." dedi sakin bir sesle. "Rahatlığım
için özenmesen de olur."
Hades sırıtmaya devam etti. "Seni bırakmaya niyetim
yok Ares." dedi. "İkna olana dek sohbetimin tadını çıkarmaya bak."
Ares yorum yapmadan başını çevirdi. Hades, uzun kuş
tüyleriyle kaplı pelerinini savurarak Ares'in yanına oturdu. "Birlikte."
dedi Hades ve adamın omzuna elini koydu. "Zeus'u alaşağı edebiliriz."
Ares yan gözle adama baktı. "Bunun için, senin
yardımına ihtiyacım yok."
Hades omzunu sıktı. "Artık var. Seni kurtarmaya kimse
gelmeyecek. Zeus'un hiddetine karşı koyabilecek senden başka kimse yok, bu
yüzden seninle bir anlaşma yapacağız. Planımı dinle, kesin bayılacaksın."
Doğruldu ve sırıttı. "Ama önce dostluğumuzun hatırına bir şeyler
atıştırmaya ne dersin?"
Sözleri biter bitmez odaya ellerinde tepsilerle üç tane
kadın girdi, üçü de birbirinden güzeldi. Göğüslerini örten siyah tülden bir
üstlük ve parçalı, kısa bir eteklik giymişlerdi. Siyah saçları olmayan rüzgârda
savrulurken ellerindeki yiyecek dolu tepsileri Ares'in önündeki taş sehpaya
bıraktılar. Bir tanesi Hades'in bacaklarının yanına, diğer ikisi de Ares'in
yanına oturdu. İnce uzun parmaklarıyla Ares'in zırhını okşarlarken arzulu ve
hayran bakışlarla Ares'i süzüyorlardı. Ares doğrulup kadınların ellerini
kendinden uzaklaştırdı ve Hades'e döndü.
"Dalga geçiyor olmalısın." dedi. "Bir
kırıntı bile boğazımdan geçemez."
Hades alışagelmiş bir tavırla yanındaki kadının pürüzsüz
tenini okşarken Ares'e sırıttı. "Bu sadece zaman meselesi… Ya benimle
anlaşırsın ya da sonsuza kadar Tartaros’ta hapis kalırsın, seçim senin."
dedi ve yanındaki kadına döndü. Bu ilgiyi bekleyen kadın istekli bir tavırla
adama doğru yükseldi ve Hades kadını öptü.
Ares dudaklarını sıkarak tepsilerdeki birbirinden nefis
yiyeceklere baktı. Görüntü sarsılmaya başladı ve daha karanlıklaşarak değişti.
Önceki mağara şimdikine göre kral odasıydı. Taş dikitlere saplanmış ne olduğu
bilinmeyen yaratıklardan akan kanlar küçük birikintiler oluşturmuştu.
Kıvrılarak akan ateş nehri, odayı aydınlatan tek ışık kaynağıydı. Kenarlarını
cızırdatarak koridora doğru gözden kayboluyordu. Sıska, kısa boylu, sivri
dişlerinin arasından salyalar akıtan bir adam kamburunu çıkartarak arkası dönük
bir kadının yanına yürüdü. Kadın sırtı açık bir kıyafet giymişti, eteği yandan
iki yırtmaçla ayrılmıştı. Siyah saçlarını tepesinde sıkıca toplamıştı. Çirkin
yaratığın elindeki kadehi aldı. Yaratığın gözlerinin olmadığını o an gördü,
sanki yolunu koklayarak buluyordu.
Kadın memnun bir yüzle mağaranın derinliklerine yürüdü.
Güzel bir kadındı; dolgun ve koyu kırmızı dudakları, esmer tenine rağmen dikkat
çekiyordu. Kızılımsı kahverengi gözleri ışıldayarak karşısındaki Ares'e baktı.
Ares'in üst zırhı parçalanmıştı, göğsünde öylesine sarkıyordu, pantolonu da
yırtıklar içindeydi. Kusursuz bedeni kesik ve çürüklerle lekelenmişti. Kollarından
ve bacaklarından iki yana açılarak bileklerinde kelepçelerle duvara gevşekçe
sabitlenmişti. Saçları kanla pislenmişti ve güzelim saçları tutamlar halinde
yüzünü örtecek şekilde önüne düşmüştü.
Kadın ona yaklaşırken Ares başını yavaşça kaldırdı. Gözaltları
kararmış ve gözlerinin pırıltısı azalmıştı. Dudağının kenarında, kurumuş bir
kan lekesi vardı. Yorgun görünüşüne rağmen gururlu bir ifadeyle gözlerini
kadına dikti:
"Asteria." dedi güçsüz bir sesle. "Gardiyanınla
konuşmak istediğimi söylemiştim." Yutkundu. "Seninle değil."
Asteria inci gibi dişlerini göstererek gülümsedi. "Hades
yerine beni görmeyi tercih edersin diye düşündüm."
Kadehinden içki yudumladı ve kadehi öylesine yere bıraktı.
Kalçalarını sallayarak Ares'in karşısına dikildi. Adamın kirli saçlarına
uzandı, kanla lekelenmiş tutamları parmaklarıyla okşarcasına özenle geriye taradı.
Ares rahatsız bir tavırla başını geriye çekti. Kadın Ares’in öfkesine
aldırmadan zarif parmaklarıyla Ares'in yüzünü okşadı. Tırnağını genç adamın dudağına
acımasızca bastırdı ve tırnağını çekerken Ares'in dudağında kızıllaşan bir iz
bıraktı. Acıya rağmen adamın tepkisizliği karşısında Asteria'nın vahşi gözleri
parladı. Parmaklarını Ares’in çenesine kenetleyerek başını kendine yaklaştırdı
ve vahşi bir iştahla adamı öptü. Dudağındaki kan lekesini, lezzetli bir şeymiş
gibi yalayarak temizledi. Ares'in karşı koymaya gücü veya isteği yok gibiydi.
Kadının elleri onun göğsündeki yaralarda gezindi.
"Muhteşem, Ares." dedi iç geçirerek. "İlk
günden beri seni istediğimi biliyorsun, değil mi? Seni gördüğüm ilk andan
beri..."
Ares ses çıkarmadan kadını izliyordu. Kadın az önce
tutkuyla öptüğü dudakları, adamın canını acıtmaya çalışarak yeniden öptükten
sonra geriledi ve öfkeyle homurdandı. "Rüyalarına girdim, sana ölümün ve
iblislerin gücünü sundum, kendimi sonsuza kadar sana adadım ama hiçbiri sana
yetmedi. Tüm vaatlerimi görmezden geldin."
Parmaklarını sinirle adamın saçlarına geçirip tepki
vermeyen Ares'in başını geriye kanırttı. Gözleri adamın yüz hatlarında
gezinirken ifadesi yumuşadı ve tutkulu bir sesle fısıldadı. "Şimdi
buradasın ve kaçmana izin vermeyeceğim." dedi ve uzanarak adamın boynuna
dudaklarını sürttü, koklayarak dudaklarına doğru çıktı. "Sonsuza kadar
benim olacaksın, kralım ve eşim olacaksın çok yakında."
Ares yorgun bir tavırla gülümsedi. "Çok yakında..."
diye fısıldadı ona uzanmış dudaklara karşı. "Çok yakında, gün ışığına geri
çıkacağım sensiz."
Asteria öfkeyle bağırdı ve uzun tırnaklarını Ares'in
göğsüne hırsla sürttü. Kan izleri oluşurken Ares sadece derin bir nefes aldı. Delilik
ve hiddetin dengesizliğindeki Asteria geriye doğrulup yaptığı eseri süzdü.
Gözlerini adamın gözlerine dikti, uzun tırnaklarını yaraların üstünden
geçirerek derinleştirdi. Hafifçe kasılan Ares'in yüzü acı ve tiksintiyle
buruştu. Saklamaya çalıştığı can acısına daha fazla dayanamayacakmış gibiydi.
Açlık, susuzluk ve işkence onu iyice tüketmişti.
Görüntü aniden değişti ve kırmızıya dönüştü. Gökyüzünün
olmadığı bir yerdeydi. Her tarafı koyu bulutlar sarmıştı. Bulutların aralarında
kırmızı şimşeklerin çakarak aydınlattığı kocaman bir alanı doldurmuş
birbirinden iğrenç ve çirkin yaratıklar uluyor, birbirlerini itip vahşice
saldırıyorlardı. İri bir yaratık savaştığı diğerinin kafasını koparıp kükredi.
Diğerleri cesede saldırıp dişlerken zevkle çarpılmış kanlı ağzını uzun çatallı
diliyle yaladı. Kasları ve biçimsiz kıyafetleri kan ve pisliğe bulanmıştı.
Derinden gelen ve kükremeyi andıran bir uluma duyuldu. Yüzlerce yaratık
debelenmeyi bırakıp dikkat kesildiler.
Yaklaşık iki metre boyunda bir dev, kalabalığın ortasına
yığılmış cesetlerin üstüne basarak en tepeye çıktı, hepsine üstten bakacak
şekilde kalabalığı süzdü. Teni çürümüş gibi grimsi mavi bir renkteydi. Burnu,
kırılmış gibi yana kaymıştı. Ağzı dudaksızdı ve çirkin yüzünde yırtık gibi
duruyordu. Saçsız kafasını dövmeler kaplamıştı. İnsan derisine benzeyen bir
zırh giymişti, bu eski zırhının omuzlarından da apolet gibi zincirler
sarkıyordu. Kükremeyi andıran kötü bir lehçe ile konuştu.
"Sonunda intikamımızı alacağız!"
Kalabalık coşkuyla uludu. Hepsi ayaklarını sabırsızca yere
vurmaya başladılar. Dev yaratık memnun bir yüzle kalabalığın kendini
kaybetmesini izledi ve elini yumruk yapıp havaya kaldırdı.
"Kraliçe adayımız, kralımızı yakında buraya getirecek
ve o, liderimiz olarak bize istediğimiz vahşeti bahşedecek!"
Kalabalık yeniden bağırdı. "Kan, insan kanı!"
"Kavuşacaksınız!" dedi dev. "Önce dünya,
sonra diğer boyutlar! Hepsi bizim kölemiz olacak!"
Yaratıklardan bazıları haykırarak tırnaklarını kendi
bedenlerine sapladılar ve derileriyle beraber koparıp kanlı et parçalarını
havaya kaldırdılar. Bu vahşi gösteri devin hoşuna gitti. Kısık gözlerini
kırmızı şimşeklerin aydınlattığı bulutlu gökyüzüne çevirdi. Büyük bir kuşun
bulutların arasında süzüldüğünü görünce cesetlerden oluşmuş kaidede yana kaydı,
kuşun rahat konması için yer açmıştı.
Kuş uzun tüylü kanatlarını çırparak ceset yığınına
tüneyecekken biçim değiştirdi ve Asteria'ya dönüştü. Asteria ciddi bir yüzle
yaratıklara baktı. Kıyafeti parlak siyah tüylerden oluşmuştu. Kalabalık istekle
kükredi.
"Kralımızı görmek istiyoruz!"
Asteria'nın gözleri parıldadı. "O, güç
topluyor." dedi. Şuh bir ifadeyle elini beline koydu ve diğer eliyle
eteğini savurarak deve döndü. “Deimos nerede?”
Dev yana baktığında başka bir devin onlara doğru geldiğini
gördü. Bu koca meydandaki en insana benzeyen yaratıktı, yine de bakışları
diğerleri gibi vahşiydi. Uzun adımlarla geldi ve kaslı bedenini saran pelerini
omuzlarının üstüne attı. Üstünde eski bir zincir zırh vardı, kan lekelerini
birer gurur nişanı olarak temizlemeye kalkışmamıştı. Kopkoyu gözleri doğrudan
kadının üstündeydi. Deimos eğilmektense kadının karşısında durdu. Asteria bunu
saygısızlıktan çok beklenti olarak aldı ve üstüne alınmadı. Tüm lejyon haliyle
ondan ispat bekliyordu. Yine de şansını denedi.
"Deimos, kralın ilgisini istiyorsan, önce yeminini et
ve bana sadakatini sun."
Deimos, Asteria'nın karşısında saygılı ve resmi denebilecek
bir tavırla konuştu.
"Asteria, sözde kraliçem!" diye lafına başladı.
"Sadakat yeminini sadece kralımıza sunabiliriz."
Asteria'nın yüzü adamın iması karşısında öfkeyle kasıldı. "Ben
demek, o demektir. Bu saygısızlığını duyunca o, benim kadar insaflı
olmayacak!" dedi ve sinirle tısladı. “Sözde kraliçeymiş!”
Deimos kadının öfkesi karşısında geri çekilmedi. "Yeminimizi
kralımıza karşı yapacağız. Bu son sözümüz!"
Asteria huzursuzca başını dikleştirdi. Deimos hemen lafına
devam etti.
"Yeminden önce kralımızın bizi kabul edip
sahiplenmesi gerekir. Boyut kapılarını bize ancak o açabilir. Yeminimizi kabul
ettikten sonra onun ardından en parlak yıldıza bile çekinmeden bakabiliriz.
Ölümüne peşinden gideriz!"
Kalabalık, kulakları sağır edecek bir sesle haykırıp onu
onayladı. Asteria, kalabalığı süzerken yüzünü buruşturdu. Deimos'a geri
döndüğünde dişi bir panter kadar serinkanlı ve korkutucu olmuştu:
"O halde, bekleyeceksin. Ares'in buraya gelip zehirli
havanızı koklamasına izin veremem." Diye homurdandı. “Kralım için uygun
bir taht hazırlayan dek bekleyeceksin.”
Deimos itiraz etmeye niyeti olmadığını göstererek onu
onayladı. Zaten yüzyıllardır bekliyorlardı. Asteria eli boş yeniden kuşa
dönüştü ve hızla kalabalığın üstünü sıyırarak uzaklaştı. Deimos kötücül
gözlerle kadının gidişini seyretti ardından yığının ortasına yürüdü.
Yumruklarını gökyüzüne kaldırdı ve bağırdı.
“Kral Ares nihayet bizim sadakatimizi kabul edecek ve
boyutların efendisi olarak korkuyu tüm kâinata salacak! Yaşayanların tatlı
etine doyacağız!"
Hayalden bilincini zorlukla koparan Dünya midesini kavuran
bir krampla kendini geriye attı. "Bu olamaz!" dedi. Elini midesine
götürerek karşısındaki kâhine bakmaya çalıştı. Kâhin, ifadesiz bir yüzle onu
izliyordu. "Bunlar gerçek mi?" dedi adamın hayır demesini bekleyerek.
Kâhin elini ona doğru uzattı. O da kâhinin elini
doğrularak tuttu. Ağlamamak için kendini zorluyordu. Ares o lanetli yaratıkların
başına geçerek dünyayı kana susamış canavarların insafına mı bırakacaktı? Buna
inanmakta zorlanıyordu. Elini tutan kâhin, gözlerini kapattı ve Dünya'nın
gözlerini kapatmasına gerek kalmadan zihni karanlığa gömüldü. İçindeki korku
yükselirken hafif bir ışık belirdi, ışık dar bir kapının iki yanındaki
meşalelerden geliyordu. Kapı iç içe geçmiş kemiklerden yapılmıştı.
Görüntü geldiği hızla kayboldu. Bir an sonra yeniden
kâhinin keskin gözlerine bakıyordu.
"Açman gereken kapının nerede olduğuna gelince:
İçindeki sese güven, o sana yol gösterecek."
"Kapı nereye açılıyor?" dedi.
"Gitmen gereken boyuta." dedi kâhin sakince.
"Bütün bunlar da ne demek oluyor? Gerçek mi?"
"Bu görüntüler olacak olanlar. Ares'i kaybedeceğiz.”
dedi kâhin. Dünya, inleyerek ellerini yere koyunca adam yanına geldi. "Önemli
olan bu değil, iblisler mühim."
Gözlerini kaldırıp adama baktı. "Onlar iblis miydi?"
Adam başını salladı. "Sana, bunları gösterdim çünkü
şimdiki ve sonraki zamanın anahtarı sensin. İblis boyutunu en son kapatmayı
başaran da sendin. Görevini önemsemediğin takdirde nelere yol açacağını görmeni
istedim. Daha ilerisini göremiyorum çünkü senin seçenek hakkın var. Sonuçlar
kesin değil."
"Ares." derken içi titriyordu. Kelimeler
boğazından geçmedi.
"Onun pek seçenek hakkı yok." diye konuştu.
"O, hakkını kullandı."
"Asteria'yı seçti." dedi Dünya, kaşlarını
çatarak. Gerçi görüntülere göre başka çaresi yoktu. Ares’in peşindeki ikinci
kadın Afrodit'ten bile tehlikeliydi. Tüm bunlara rağmen Ares'in işkence çekmesi
için gönderildiği Tartaros'da bile küçük bir harem kurması canını sıktı. O
burada onun için uğraşıyordu ama genç adam kan ve irinlerin aktığı mağarada
birbirinden güzel kadınlarla çevrilmişti. Adamı sadece birkaç gündür tanıyordu
ama çapkınlığı için kızacak kadar çok sahiplenmişti.
Kâhin sinek kovalar gibi elini salladı. "Senden iyi
bir kâhin olmaz." dedi ve ayağa kalktı. “Odağını değiştirmelisin!”
"Ne?" diye adamın peşinden yürüdü.
Eros sanki çağrılmış gibi mutfaktan çıktı ve elleri
cebinde söylendi. “O aptal ocağı nasıl yakıyorsun?”
Ona aldırmayan Kâhin Dünya'nın da son sorusunu cevaplamadan
Eros'a doğru konuştu. "Aşkının mutluluğu için aşkının gözdesini korumaktan
bıkmadın mı Eros?"
Eros'un kaşları çatılarak gözleri Dünya'ya kaydı. Kısa bir
süre bakıştılar. Kâhinin ifşasına bozulduğunu saklamaksızın homurdandı. "Bunu
söyleyeceğini biliyordum."
"Senden iyi bir kâhin olur, ayrıca ocağıma laf
söylemen de oldukça kabaydı." dedi adam ve divanın üstüne kuruldu. "Bu
görevde anahtar tek başına olmayacak ama sen de ona eşlik etmeyeceksin. Eşlik
edersen, öleceksin." dedi Eros'a bakarak. Dünya'ya doğru döndü. "Adonis'i
ikna et, yolculuğunda onun mutlaka sana eşlik etmesi gerek. Yolculuğunuzda üç
kişi olacaksınız. Bunlardan biri sen, diğeri Adonis olacak. Üçüncü kişinin kim
olacağı hakkında seçeneğimiz olmayacak."
Kâhinin her kelimesi Dünya’nın bulanık zihninde dönüyordu.
Daha önce de başına bunun geldiğini biliyordu ama hatırlamadığı için ne
yapacağı konusunda bir fikri de yoktu. Görevlerinin ilk üçünde yanında Ares
vardı. Altın gözlünün varlığıyla ona güç verdiğini tahmin ediyordu, güçten öte
kendi gücüyle de desteklediğini. Şimdi ise tek başınaydı ve geçmişin
tecrübelerinden yararlanamıyordu.
Kâhin yeniden konuşunca başını kaldırıp adama baktı. "Gitmeden
önce yanıma bir kez daha gel fakat yalnız.'' Kâhin, tek bacağını kendine çekip
kolunu bacağının üstüne koydu. "Sen, Eros. Karşılıksız kalacağına emin
olduğun bir sevgi için uğraşmayı bırakmalısın. Öncekinden bir ders almadın
mı?" Eros, adama cevap vermeyince adam anlayışlı bir sesle ekledi.
"Şimdi gidebilirsiniz."
Eros asık yüzle kulübenin kapısına yürümeye başladı, Dünya
sessizce adamı takip etti. Açık havaya çıktıklarında vakit hayli ilerlemişti. Düşünceler
içindeki Eros sakin ve uzun adımlarla çalıların sardığı yoldan ilerliyordu. Ona
yetişti.
"Ares'in haberi var mı?"
Eros neyi kastettiğini anladığından rahatsız bir şekilde
dudaklarını sarkıttı. "Ona bir kere söyledim ama o kadar sarhoştu ki,
konuştuğumuzu bile hatırlamıyor. Dionsys'un eğlencesindeydik..." durakladı
ve nefes aldı. "Bir daha da cesaret edemedim. Reddetmesi canımı yakmazdı
ama beni kendinden uzaklaştırdığı takdirde..." dedi ve sustu.
"Senin için zor olmalı." diye mırıldandı.
"Zor olan şey, onun etrafındaki kadınların hiçbirini
sevmediğini bildiğim halde başka kadınlarla vakit geçirmesiydi. Beni rahatsız
etmeyen tek ilişkisi seninle olan ilişkisiydi."
"Belki gelip geçici olduğumdandır." dedi.
"Biliyorsun, ben ölümlüyüm."
Eros yan gözle ona baktı. "Sırf senin için ölümcül
bir ceza aldığına göre, ölümsüzlere katılmanı sağlamak için de bir planı
olabileceği aklına gelmedi mi? Tüm bunlara neden katlanıyor sanıyorsun.”
"Ne?" dedi, şaşkınlıkla. Ölümsüzlere katılmak
mı? Kendini Yunan tanrıçalarıyla bir olarak düşündü. Acaba ona ne derlerdi?
Dünya, anahtar ve kapıların tanrıçası... Çilingirlerin biricik tanrıçası... O
kadar olanaksızdı ki, tartışmaya bile gerek duymadı.
"Bunu şimdi boş ver." dedi Eros. "Kâhin
sana ne dedi?"
"Pek bir şey demedi, daha çok bir şeyler
gösterdi." dedi. Aklına görüntüler gelince canı sıkıldı. "Hoş olmayan
görüntüler."
"Ares'in kurtulduğunu da gösterdi mi?" dedi,
Eros umutla.
Ne cevap vereceğini düşünürken dudağını yaladı, karşısında
duran adamın umutlu yüzüne bakarken yalan söyledi. "Evet, onu
kurtarıyoruz."
Eros rahatladı ve gözleri ışıldadı. "Neyse ki."
dedi gülümsedi. "Hiç şans olmadığını sanıyordum. Tartaros korkunç bir yer
ve orada geçirdiği her saat ölümlü bedeninde onarılması zor yaralar
açıyor."
Adamın bunu bu kadar sakin ilan etmesine şaşırdı. Eros
uzanıp Dünya'nın elinden tuttu. Eve doğru hızla yürümeye başladılar.
"Acele etmemiz gerek."
Onu eve kadar sürüklemesine izin verdi. Dünya
sabırsızlanan Eros'un heyecanını kırmamak için ifadesini sakin tutmaya çalıştı
ama odasına girince kendini yatağına atıp ağlamaya başladı. Üzüntü ve kaybının
yanında vicdan azabı da duymaya başlamıştı. Gözyaşları istemsizce dökülüyordu.
Yastığını ısırdı ama duramıyordu. Öylece uyuyakaldı. Kapının tıklatılmasıyla
irkildi. Gözleri yanıyordu. Sızlayan gözlerini ovuşturarak hissiz bir halde
ayağa kalktı.
Kapıya
dokundu. Karşısında Adonis duruyordu. Genç adam bir süre hiç konuşmadan yüzüne
baktı. Ondan bir tepki alamayınca tereddütlü bir sesle sordu.
"Yemek
için bana katılır mısın, diye sormak için gelmiştim."
Aç
olduğunu o zaman fark etti. Başını salladı. "Tabi, olur." dedi.
"Ben de çok acıkmıştım."
Adonis
gamzelerini ortaya çıkaran bir gülücük gönderdi. "En sevdiğin yemeği
hazırladım." dedi ve elini ona uzattı.
Ares'i
kurtarmak için adama ihtiyacı vardı. Kâhinin dediğine göre kapıdan geçerken Adonis’in
yanında olması gerekiyordu. Bu yüzden onu bir şekilde ikna etmeliydi ama nasıl?
Ares’ten bu denli nefret ederken kurtarmaya gider miydi? Düşünceler içinde
adamın elinden tuttu. Adonis eğildi ve onun elini öptü, avuçları arasında
tutmaya devam etti. Onu rahatlamaya çalışması kalbine dokundu ve adama
gülümsedi.
"En
sevdiğim yemek ne?"
Adonis'in
gözleri dudaklarına kayınca istemsizce yutkundu. Nefes kesici derecede
yakışıklı adam pürüzsüz sesiyle cevapladı. "Peynir soslu makarna..."
Adonis
gözlerini onun dudaklarından çekip gözlerine çevirdiğinde Dünya ancak konuşabildi.
"Üstümü değiştirip hemen geliyorum." dedi ve elini adamın elinden
çekmek için davrandı. Adam elini bırakmadı. Yeniden adama döndü.
"Odanda
bekleyebilir miyim?"
Kaşlarını
çattı, kararsızca kalakaldı. "Odamda giyinme odası yok." diye
mırıldandı.
Omuzları
düşen Adonis onun elini serbest bıraktı. Asıl demek istediğini anlamıştı.
Odasına çağırmıyordu çünkü Dünya aralarındaki mesafeyi korumak istiyordu. Derin
bir nefes alan Adonis kibar bir sesle konuştu. "Yüzünü de yıkasan iyi olur
Dünya, gözlerin ağlamaktan şişmiş."
Ağzı
açık kaldı, onun Ares için ağladığını bildiği halde yemeğe davet etmişti.
Başını sallayıp içeri girdi. Yüzünü yıkadı, gözleri hafifçe kızarmış ve
şişmişti. Ela gözleri iyice yeşile dönmüştü. Soğuk suyu çarpıp yüzünü kendine
getirmeye çalıştı. Saçlarını topladı ve üstüne kısa kollu bir tişört geçirdi,
altına da kot. Bez ayakkabılarını da ayağına geçirdikten sonra kapıda bekleyen
Adonis'in yanına dönmek için nefes aldı.
Birlikte
küçük bir balkona gittiler. Balkonda iki kişilik bir masa hazırlanmıştı. Basit
ve samimi bir yemek düzeni hazırlanmıştı. Servis sehpası olarak belirlenmiş
daha küçük bir masanın üzerinde bir kâse makarna duruyordu. Onun için özel bir
yemek servisi düşünmüş olması hoşuna gitti. Ferforje sandalyesine oturdu.
Ortadaki salata tabağı dışında boş tabak ve bardaklar vardı. Adonis makarnaları
servis etti, hareketleri tecrübesiz ve heyecanlı görünüyordu. Dünya usulca onu
izledi. Makarna peynir sosluydu ve spagetti olması işi zorlaştıracağa
benziyordu.
Hava
normalden sıcaktı ve rüzgâr hiç esmiyordu. Bahçe, karanlıktı ve etraftan çıt
çıkmıyordu. Ne böcek ne kuş sesi vardı, hiçbir ses duyulmuyordu. Adonis'in
bardaklara içecek kattığını duyunca başını çevirip adama baktı. Kolayı görünce
hemen atıldı.
"Ah,
hayır! Ben kola içmem."
Adonis
elinde kola şişesiyle kalakaldı. Buralarda kola istememesi büyük bir hakaret
miydi? Gülümsemeye çalıştı.
"Şey...
Ben…" diye mırıldandı. Ne gibi bir bahane bulabilirdi?
Adonis
elindeki şişeyi masaya bıraktı. Umutla sordu. "Hatırlıyor musun?"
"Neyi?"
"Kola
sevmediğini hatırlıyor musun?" dedi lacivert gözleri ışıldayarak.
"Kola
istemediğimi söylememin, bunu hatırlamamla ne ilgisi var?"
"İstemediğini
söylemedin, içmem dedin." diye yüzüne dikkatlice baktı. Bunun neden bu
kadar önemli olduğunu anlamadan adamın yüzüne bakmaya devam edince Adonis
sandalyesine oturdu. Canı sıkılmıştı.
"Sen
kola sevmezsin." dedi, sanki o karşı çıkıyormuş gibi. Tepki alamayınca
omuzları çöktü. "Ben sandım ki, hafızan yerine geldi. Bunun olanaksız
olmasına rağmen umutlanmadan edemedim." Başını karanlığa doğru çevirip "Hepsi
bencil Ares'in suçu." diye kendi kendine mırıldandı.
"Belki
benim suçumdur."
Adonis
kaşları çatık ona döndü. "Ares'in suçu." diye tekrarladı.
"Zeus'un tahtını ele geçirmek için seni kullanmaya çalıştı. Benim, senin
hakkındaki duygularımı bile bile... İlişkimizin kabul edileceğini bildiği halde
tüm geçmişimizi bir anda yok etmekten çekinmedi, kimse ondan böyle bir şey
istememişti oysaki!”
"Size
inanamıyorum, siz hep böyle miydiniz? İki gün kavga edelim, çekişelim; üçüncü
gün yiyip, içip, sevişelim." der demez yüzünü sıcaklık bastı. "Yani
sevişelim demekle anlaşalım, konuşalım, eğlenelim demek istedim." diye
ekledi.
Gerginliği
anında buharlaşan Adonis kaşlarının altından ona baktı; yüzündeki muzip ifade,
açıklama için çok geç kaldığını bağırıyordu. Çatalını eline aldı. Makarnayı
çatala dolayan Dünya huysuzca mırıldandı.
"Gerçekten
eğlenmeyi kastetmiştim."
Adonis
berrak bir sesle güldü ve başını sallayıp makarnayla ilgilenmeye başladı.
"Seninle
çok eğleneceğimize emin olabilirsin."
Dünya
iması karşısında oflayarak başını salladı ama konuyu uzatmadı. Adonis, ona
kendi yönettiği bir avda başına gelen komik olayları anlatırken bir tabak
makarnayı nasıl bitirdiğini anlamadı. Avda kendi okları bitince Artemis'in ok
sadağını yürütme macerasını ve bunun sonucunda Artemis'in hışmına uğradığından
bir hafta rahat oturamadığını anlattı. O zamanlar hala bir ölümlüydü,
yaralarının iyileşmesi uzun sürüyordu.
"Şimdiyse
iyileşme birkaç saniye sürüyor." dedi ve masadaki bıçağı alıp yavaşça
avucunu kesti. Kanı akarken yarası iyileşmeye başladı. "İyileşiyorum."
diye cansızca ekledi.
"Acımıyor
mu?" dedi. Bir yandan da izlediği gösteriden rahatsız olmamaya
çalışıyordu.
Adonis
güzel gözlerini kaldırıp ona baktı. "Ölümsüzlük acıyı silmez."
Aklına
Ares'in işkencedeki hali geldi, yaraları ve yüzündeki ifade...
"Asteria
kim?" diye aniden sordu.
Bir
an afallayan Adonis peçeteyi alarak kanı sildi ve yavaş hareketlerle peçeteyi
masaya bıraktı. Vakit kazanmaya mı çalışıyordu yoksa sözlerini mi toparlıyordu,
anlamadı. Sonunda bakışlarını ona çevirdi. "Bulaşmayı istemeyeceğin
biri." diyerek arkasına yaslandı. "Eski bir ölümsüz ve çok
tehlikeli."
"Hades
ile ne ilişkisi var?" diye öylesine sordu. Pek ilgili gözükmemeye
çalışmıştı ama Adonis aklından geçenleri anlıyor gibi bakıyordu. Nedense
Asteria'yı tanıyor olmasına şaşırmamıştı ve sorgulamamıştı.
"Hades
ile bir ilişkisi yok. Asteria kadim bir ölümsüzdür, Zeus'tan bile eski.
Önceleri iyilik timsali olduğu söylenir fakat bir olay sonrasında kötülüğün
temsilcisi haline dönüştü, hile ve işkence ustası oldu.”
Adonis
duraklayınca, Dünya devam etmesi için sordu. “Ne olmuştu?”
“Hekate'ye
hamile kalmıştı fakat üstündeki bir lanet sonucu bir türlü doğum yapamıyordu.
Laneti etkisizleştirmek ve kızını sağ salim doğurabilmek için yeryüzüne indi.
Şimdiki adı 'Gediz' olan nehirde yıkanıp su perilerinin yardımıyla doğuma
hazırlandı. Asteria'nın durumuna üzülen Gaia, Asteria'ya yardım etmek istedi ve
bir kâhine danıştı. Kâhin ona doğacak çocuğun lanetli bir kötülükle
sarmalandığı için doğamadığını söyleyince Gaia, Asteria'ya bir mücevher
gönderdi. Mücevher tüm kötülüğü ve laneti içine hapsedecekti. Mücevher işe
yaradı ve Asteria, Hekate'yi doğurdu. Saf bir iyilik ve güzellikle doğan bebeği
kucağına almak kısmet olmadı. Güneş tutuldu ve yeryüzü karanlığa teslim oldu.
Su perileri, korkuyla nehirlerine kaçtı çünkü iblisler kadının başına
yığılmıştı. Yeni doğmuş bebeğiyle kalakalan Asteria, elindeki mücevherin
çektiği iblislerin arasında kalmıştı. İblisler, ondan mücevheri parçalamasını
ve yeni doğmuş bebeğini kendilerine vermesini istedi. Asteria, bunu kabul
etmedi ve elindeki mücevheri yuttu. İblislere karşı koyamazdı hem güçsüzdü hem
hüküm sürdüğü boyuttan uzaktaydı. Tüm bedenini mücevherin yaydığı kötülük
kaplarken bebeğine kısacık bir an dokundu. Birdenbire yer parçalandı ve o da
bir daha hiç çıkmadığı lanetine hapsoldu. İblisler bebeğe dokunamadılar çünkü
bu kadar kutsal bir şeye dokunmak onlarında sonunu getirirdi. Bu yüzden onu
bırakmak zorunda kaldılar. Asteria yer altına döndüğünde eşi olan Perses'i
öldürüp kanını içti ve kötülüğünü mühürledi. Ruhunda bir damla olsun iyilik
kalmadı. Hades onu Tartaros'ta oyalamakla görevlendirildi. Suçlu ölümsüzlere
işkence yaparak ruhundaki kötülüğü doyurabiliyordu. Yani Asteria gelmiş geçmiş
en korkunç ve cani ölümsüzdür. Kâbusların ve vahşi zevklerin
kraliçesidir."
"Peki,
Hekate'ye ne oldu?"
Adonis,
Dünya'nın ilgisini çekmekten memnun anlatmaya devam etti.
"Hekate
sevilen bir lider oldu. Doğduğu andaki gibi gecenin, ayın, büyücülüğün ve ölüm
büyüsünün gücüne sahip oldu. Güçlerinin iyiliğini, insanların yararına kullandı
ama değişken bir ölümsüz oldu. Üçlü yüze sahip olmasının nedeninin de
Asteria'nın dokunuşu olduğu sanılıyor. Dengesizliğine rağmen cazibesine kimse
karşı koyamazdı. Bir zaman sonra kendine ait bir boyut istedi ve ona verilen
boyutundan geri dönmedi. Hekate bizleri terk edeli çok oldu." Son
kelimelerini buruk söylediği gözünden kaçmadı.
"Çok
ilginç bir öykü." diye mırıldandı.
Adonis
gülümsedi. "Bir de benimkini dinlesen." dedi ve masanın üstünden ona
doğru eğildi. "İlgini çekebileceğimi sanıyorum."
"Dinlemeyi
çok isterim." dedi bakışlarını adamın gözlerinden alarak.
Adonis
sandalyesini onun sandalyesinin yanına çekti. Yüzüne doğru yaklaşırken hoş bir
tonda fısıldadı. "Ben de anlatmayı çok isterim ama dudağım kurudu." Dedi
ve seçimi ona bırakmak için bir nefes ötesinde durakladı. "Yardım
edebilirsen..."
Dünya
Adonis'in gözlerindeki beklenti dolu ifade yüzünden bir saniye ne yapacağını bilemedi
ve ardından hiç düşünmeden önünde duran yarım doldurulmuş kola bardağını alıp
adama uzattı. İrkilen Adonis şaşırarak bardağa baktı sonra da kahkahayı
bıraktı. Kolayı elinden aldı ve bir yudum içip masaya geri bıraktı. Gülümsemesi
soldu ve özlem dolu bir ifadeyle yüzünü bakışlarıyla okşadı.
"Seni
ne kadar özlediğimi tahmin bile edemezsin." Diye soluksuz bir sesle
fısıldadı.
Elini
kaldırıp onun yanağını hafifçe okşadı. Çekingen dokunuşunda tanıdık bir his
yoktu. Ares'in ona yaklaşması bile tüm sinirlerini harekete geçirirken
Adonis'in dokunuşu sadece dokunuştu. Adonis'in eli, kibarca Dünya'nın boynuna
indi ve ensesine dökülen saçlarına parmaklarını geçirip kendine doğru çekti.
Anlaşılan Adonis vaz geçmeyecekti ve öpücük konusunda o da isteksiz değildi.
Adamın tatlılığına ve cazibesine kapılmamak mümkün değildi. Kafası ve duyguları
çok karışmıştı. İçinden bunu yapmasının ne kadar doğru olacağını düşünürken
balkona hızla giren Hermes yüzünden birbirlerinden ayrıldılar.
"Adonis!
Çok acil bir konu var."
Sandalyesine
yaslanan Adonis sıkıntıyla nefes alıp Hermes'e döndü. "Ne oldu
Hermes?"
Ardında
Athena vardı. Kadın savaşa gider gibi giyinmişti. Kahverengi, kalın deri zırhı
ve altında krem rengi kısa eteği, dizlerine kadar uzanan bir çizmeyle oldukça
iddialı görünüyordu. Belinde asılı kısa küt bir sopa vardı ve bileğinde küçük
bir kalkan. Athena ikisinin durumunu görmezden gelip Adonis'e cevap verdi.
"Onnis
saldırıya uğramış, yardım çağrısı aldık."
Adonis,
kaşları çatık ayağa kalktı.
"İblis?"
Athena
sadece başını salladı. Adonis de anladığını belirtircesine başını salladı ve Dünya'ya
döndü. "Kusura bakma kısa bir yemek oldu." dedi. Neşesizce gülümsedi.
"Seninle daha sonra sohbet ederiz artık."
"O
da bizimle geliyor."
Bunu
söyleyen Athena'ydı ve yine Adonis'e doğru konuşmuştu.
"Boyut
kilitli, anahtarın açması gerekiyor."
Adonis'in
kaşları çatıldı ama karara karşı çıkmadı.
Athena
ile kilden yapılmış bir kapının önünde dikiliyorlardı. Kadın parmaklarıyla
kavradığı kısa sopasını usta hareketlerle döndürürken ona yan gözle baktı.
Geldiklerinden beri ilk defa konuştu.
"Korkuyor
musun?"
Dünya
başını salladı, "Evet." diye cevap verdi. Athena, memnun bir yüzle
başını dikleştirince ekledi. "O sopayla karşılarına çıktığında bize
gülmelerinden çok korkuyorum."
Athena'nın
kusursuz kaşları çatıldı. Dudaklarını hafifçe büktü ve aniden elindeki sopayı
sanki bir tüfek gibi sarstı ve hızla elinde bir tur çevirdi. Sopa dönüşünü
tamamlamadan uzadı ve iki ucu sivri bir mızrağa dönüştü. Turunu tamamlayan
mızrağın ucunda Dünya'nın çenesi vardı. Athena'nın alev saçan gözlerine
bakarak. "Şimdi içim rahatladı." diye mırıldandı.
"Hena!"
Adonis'in
sesi çınlayınca kadın mızrağı teninden çekti ve eski haline dönen mızrağı
kemerine taktı. Adonis hızlı adımlarla yanlarına geldi. “Öfkeni Onnis için
sakla.”
Saçlarının
önünü yarım toplamıştı. İnce deri bir gömlek ve kalın kumaştan bir pantolon
giymişti. Silah olarak ışıldayan bir metalden yapılmış kısa bir kılıçtan başka
bir şey taşımıyordu. Tabanca veya tüfek taşımalarının yasak olup olmadığını
merak etti. Hiç değilse kılıçtan daha modern bir silah kullanmalarını beklerdi
ama anlaşılan teknoloji yerine eski modayı tercih ediyorlardı. Dünya'ya silah
vermemişlerdi, gerçi kullanıp kullanamayacağını bilmiyordu ama kendini korumak
için hiç değilse küçük bir şey verebilirlerdi. Gördüğü iblislere karşı pek
faydası olmayacağını düşününce istemekten vazgeçti.
"Boyut
değiştirdiğimizde yanımdan ayrılma. Bize bir şey olursa hemen geri dön."
dedi Adonis. Omzuna elini koyup yüzüne karşı eğildi. "Cesaretini kanıtlamana
gerek yok, tamam mı?"
Başını
salladı. Adonis omzunu hafifçe okşayıp Athena'ya döndü.
"İblisleri
bekletmeyelim." dedi ve sırıttı. Gözlerindeki vahşi ışıltı Dünya'yı
ürpertse de Athena hoşnut bir ifadeyle gülümsedi.
Sıra
ona gelmişti, ellerini tişörtüne sildi ve kapıya dokundu.
Görev
boyuta geçmelerinden beridir oldukça sakin geçiyordu hatta amaçsızca
dolanmaktan sıkılmaya bile başlamıştı. Onnis'in küçük bir boyut olduğunu
söyleyen Adonis, buranın ormanda yaşayan bir halka ait olduğunu söylemişti.
Şimdiye kadar yürüyen bir canlıyla bile karşılaşmamışlardı. Etrafları, boyu
metrelerce uzayan gür yapraklı ağaçlarla çevrilmişti. En çelimsizinin bile
çevresi en az dört metreydi. Bitkiler yemyeşildi ve çime benzeyen yosunlar her
yeri sarmıştı. Yılın her günü yağmur yağıyor olmalı, diye düşündü. Ormanın
içinden, damarlara benzeyen küçük çaylar akıyordu. Ayakkabı tercihi kesinlikle
yanlıştı. Islanan ayakkabıları yüzünden çorabı sırılsıklam olmuştu, yürürken
ayakları ayakkabının içinde sürekli kayıyordu.
Öne
geçen Adonis onlardan biraz uzaklaşınca Athena korumacı bir tavırla ona
yaklaştı. Dünya kadının sert ve görev odaklı ifadesine kısa bir bakış attı,
sonra dayanamadı.
“Bana
kızıyor musun?”
Athena
ona bakmaksızın etrafı kolaçan ederek cevapladı. “Nereden çıkardın?”
“Bana
karşı tavırların ve görmezden gelmen aklıma getirdi. Ares yüzünden mi?”
“O
konuda suçun yok.” Dedi Athena. “Ares oldum olası haksızlığa aşırı tepki verir.
Sana destek çıkması için sana değer vermesine bile gerek yok. Tabi, bu huyu ona
kızmama engel değil ama sana kızmıyorum. Hatta sana karşı samimiyim.”
Aklına
Artemis’in Athena hakkındaki sözleri geldi, katı ve disiplinli bir karakteri
olduğunu söylemişti. Kadının sert tavırlarını üstüne almaması gerektiğini
anladı. Athena yan bakışla ona baktı ve inanılmaz bir gülümsemeyle ona eğildi.
“Şakalaştığım
nadir kişilerden birisin Dünya ama bu seni şımartmasın.”
Dünya
gülümseyince Athena doğruldu. “Sende şeytan tüyü var, itiraf edebilirim
sanırım. Her neyse, dikkatimi dağıtma! Şu anda görevdeyiz ve çeneni kapatıp
düzgün yürümeye odaklan.”
Yediği
hafif azar canını bile sıkmadı. Adonis’in ileride durduğunu ve onları
beklediğini fark edince hızlandılar. Ağaçların ötesinde düzenli tümseklerin ve
yaşam alanı izlerinin olduğu bir yerleşim yeri vardı. Adonis elinden tutup onu
yanına çekti ve dikkatli bakışlarla alanı taradı. Öbür elinde tuhaf metal
kılıcı vardı. İlerlemeye devam eden Athena, ilk tümseğin tahta kapısını açıp
içeri göz attı, ardından yakındaki tümsekleri de hızlıca kontrol etti ve onlara
döndü.
"Burası
boş."
Adonis'in
elinden elini çekip tümseğe gitti, iki metrelik tümseğin kapısından içeri
baktı. Tamamen doğal malzemelerden yapılmış eşyalar vardı, kütükten yapılmış
kısa bir masa, bitkilerle sıkıca örülmüş minderler ve toprak kap kacak...
"İblislerden
hiç iz yok." dedi Athena, sesinde bir hayal kırıklığı okunuyordu.
Adonis
tamamladı. "Ne de satirlerden..."
Satir...
Onların ne olduğu hakkında biraz bilgisi vardı. Keçiye benzeyen doğaüstü
yaratıklar olduğunu hatırlıyordu. Başka da bir şey yoktu. Dalga geçip
geçmediklerine baktı, gayet ciddi görünüyorlardı. Athena doğruldu.
"Diğer
köye gidelim." Dedi. “Burada oyalanmamızın anlamı yok.”
Dünya
teninde tüylerini diken diken eden bir ürperti hissetti, çevresini saran
ağaçların dallarına göz attı. Hiç esinti yoktu, bu tuhafına gitti, sık ağaçlı bir
ormandaydılar ve hiç esinti yoktu. Adonis ve Athena hangi tarafa gideceklerini
kararlaştırırlarken Dünya ikisinin yanından ayrılarak köyün ortasına doğru
yürüdü. Üçgen olarak yere saplanmış üç sopanın arasında gergin duran örümcek
ağına baktı. Dizine anca gelen ağ, ince ipliklerle düzgün bir işçilikle
dokunmuştu, parmağını yavaşça dokuma ağa sürdü. Ağı yırtacağını sanmıştı ama ağ
onun parmağını kesti, ağ sanki kristalden yapılmıştı. Kesilen parmağından iki
damla kan yere damlarken kısık bir sesin derinden gelen hırıltısını duydu.
Derin bir nefes aldı ve ona tanıdık gelen bir koku burnuna doldu, bu onun
parmağından gelemeyecek kadar yoğundu. Adonis'e doğru baktığında genç adam ona
seslenmiş gibi dönüp baktı. Dünya'ya doğru bir adım attı. Ters giden bir şeyler
olduğunu anlayan Dünya, yeniden ağa dönüp var gücüyle dantele benzeyen ağı
yumrukladı.
Güçlü
bir çatırtı koptu. Hava yoğunlaşarak titreşti ve etrafa dağıldı. Orman tepeden
tırnağa sarsılırken Adonis ona yetişmişti. Dünya'yı koluyla sardı ve dikkatle
bakınmaya başladı. Yeşil orman ve tümsekler değişti, artık bazı ağaçlar yanık
içindeydi. Onlar bu manzaraya bakmaya devam ederken sağlamların yanında
yıkılmış birkaç tümsek beliriyordu. Çevre, üzerindeki örtü alınmış gibi hızla
değişirken Athena da mızrağını çekip yanlarına geldi. Havaya kesif bir koku
yayıldı. Bu; kan, pislik ve yanık kokusuydu. Her yer kanla yıkanmıştı, yeşil ve
kırmızının renklendirdiği bir katliamın tam ortasındaydılar. Kurbanları da
birkaç saniye sonra ortaya çıktı. Bazı tümsekler değişti ve ceset yığınlarına
dönüştü. Başsız, kolları ve bacakları parçalanmış bir yığın 'satir',
gelişigüzel toplanmaya çalışılmıştı. Toplama gayreti özensiz olduğundan veya
bilerek yapıldığından organ parçaları etrafa yayılmıştı. Midesi bulandı, Adonis
onu sıkıca tutmasaydı yere düşecekti.
Bir
hırıltı duydular. Hiçbir hayvana ait olamayacak hırıltının sahibi, siyah
dumanların içinde belirdi; sonra bir diğeri, bir diğeri... Kısa sürede
etraflarını yirmi veya otuz tane biçimsiz, kötülükleri yüzlerine yansımış
yaratık sarmıştı. Adonis kılıcını çekti ve korumak için onu tam arkasına aldı.
Ortaya
ilk çıkan yaratık, uzun kollarının sonundaki birer pençeye benzeyen ellerini
yana açtı ve dudaklarından kanlar sıçratarak gülmeye çalıştı. Tek elini kıllı
bedenini saran paslanmış metale hızla vurdu.
"İnsanı
bize verin, gidin!"
Athena
gözlerini kıstı. Kendini zor tutuyordu, "Adonis." diye tok bir sesle
adama dönmeksizin konuştu.
Adonis
yarım ağızla sırıttı ve takip etmenin olanaksız olduğu bir hızla ileri atıldı.
Bir saniye içinde üç iblis, başları yerlerinden kopmuş bir halde yere yığıldı.
Adonis konuşan iblise baktı.
"Bu,
cevabımızın bir kısmı!" diyerek Athena ile aynı anda iblislere
saldırdılar.
İki
ölümsüz, çevik hareketlerle acımasızca iblisleri doğruyorlardı. Dehşete düşmüş
bir şekilde geriledi ve yüksek bir tümseğin duvarına sırtını verdi. Athena uzun
mızrağını dans edermiş gibi zarif dönüşler yaparak kullanıyordu. Adonis ise kâh
kılıcıyla kâh usta dövüş hareketleriyle iblisleri birer ikişer haklıyordu.
Öldüğünü düşündüğü iblisler kora dönüşerek yanıyor ve bazıları arkalarında ince
bir kül tabakası bırakıyordu, bazıları çamurumsu kanlı bir toprak yığını. Savaş
tahmininden daha kısa sürdü. Bittiğinde yerleri ve havayı incecik kül kaplamıştı.
Adonis'in gömleği yırtılmıştı ve kolunda derin bir kesik vardı. Athena daha
şanslıydı, dövüşün sonunda bir tek saçları dağılmıştı ama ikisi de çok
yorulmuşlardı.
Adonis
dizlerinin üstüne çöktü ve derin bir nefes aldı. Athena yarısı yanmış devrik
bir ağaca yaslandı. Adonis yüzüne sıçramış çamura benzeyen kanı eliyle sildi ve
Athena'ya baktı.
"Yanında
nektar var mı, diye sormam anlamsız, değil mi?"
Athena,
başını salladı. "Almadım, bu kalabalığı beklemiyordum."
Adonis
iç geçirdi.
"O
halde, bu kadarla bitmesi için dua etmeliyiz." dedi ve sıkıntıyla ekledi:
"Fazla yaralandım ve kan kaybettim. Dinlenmeden kapıyı kullanamam."
Cesetlerin,
küllerin, kanlı çimenlerin ortasında fazla umutlanmadı ama ağaçlara yeniden
baktı, kımıldayan bir yaprak görmek için. Fakat her şey donmuş gibiydi. Uyarmak
için Athena’ya döndü, "Bitme..." Dünya, lafını tamamlayamadı.
En
yakın ağaçların önündeki hava yarıldı ve yarık genişlerken içlerinden en az
yirmi tane daha yaratık fırladı. Adonis ve Athena hemen doğrularak çarpık yüzlü
ve bedenli yaratıkları karşıladılar. Az önceki savaş kadar seri hareketler
yapamıyorlardı yine de yaratıklarla başa çıkabildiler. Son iblisi ikiye ayıran
Adonis nefes nefese doğrulduğunda bacağında derin bir pençe izi vardı.
Athena'nın omzundaki ısırıktan kan akıyordu. Adonis ona döndü. Başındaki
yaradan akan kanla, yüzünün yarısı kırmızıya bulanmıştı. Başka bir akın daha umurunda
olmadan adama koştu. Adam güçsüzce yere yığılmadan önce ona destek olarak
Athena'ya döndü.
"Yardım
çağırmalıyız."
"Bunun
için çok geç." dedi Athena, kadının patlamış dudağı kanıyordu. "Bu
bir tuzak!"
"Bildin!"
diyen sesle irkildiler.
Karşılarında
dört tane kadın duruyordu. Etraflarındaki vahşeti unutturacak kadar olağanüstü
çekiciliğe sahiptiler, ipek gibi tüllere sarınmış kadınlar neredeyse çıplaktı
ve silahsızdılar. Athena'nın, "Hayır" diye inlemesinden anladığı
kadarıyla onların yerine bir iblis sürüsüyle daha karşılaşmayı isterdi.
Athena
sağlam koluna geçirdiği mızrağı kadınlara çevirince, kadınlar aynı anda
gülümseyerek Athena'ya baktılar. Adonis oradan uzaklaşmak için davrandı ama kan
kaybı ve yorgunluktan bunu başaramadı. Tökezleyince Dünya’yı Athena’ya doğru
itekledi.
"Gidin…
Kapıya gidin." diye mırıldandı. "Hena, lütfen, Dünya'yı buradan
uzaklaştır. "
Athena
kararsız kalmıştı ve bu iyi değildi. Kadınlardan biri, onun bu boşluğundan
yararlanıp havada kayar gibi Athena'nın yanında belirdi. Parmaklarını
Athena'nın yüzüne doğru açtı, teninden incecik tozlar havalandı ve kadın
tozları Athena'nın yüzüne üfledi. İblis dışında kimse kımıldayamamıştı.
Athena'nın gözleri devrildi ve bayıldı. Adonis bu sefer ona döndü ve
yalvarırcasına konuştu.
"Kaç
Dünya, ben onları oyalarım!" diye söylendi. “Kapıyı aç ve git!”
Kapıyı
nasıl açacağını nereye gideceğini bilmiyordu ki… Adonis’e bunu sormadı zaten
onlar bu durumdayken kaçacak kadar korkak değildi. Fakat yardım çağırabilmeyi
dilerdi. O ne yapacağını düşünürken kadınlardan biri Adonis'e döndü.
"Sen
hepimizi oyalayabilecek kadar güçlü müsün güzel Adonis?" diye şuh bir
sesle konuştu. "Şu haline bakıyorum da..."
Adonis
kılıcından destek alarak doğruldu, gururlu bir tavırla sordu.
"Bahse
girelim mi?"
Kadın
güzel gözlerini süzdü ve kalçasına kadar uzanan bal rengi saçlarını savurdu. "Bir
ara rüyana gelirim ama şimdi iş zamanı."
Adonis,
yaralı olmasına rağmen çekici bir bakışla kadını süzdü ve dudağını hınzırca
kıvırdı. Elindeki kılıcı meydan okuyan bir tavırla kendinden uzağa attı. Tahrik
edercesine konuştu. "Korkuyor musun?"
Kadınlar
birbirlerine kısa bir bakış attı. Sarı saçlara sahip olan kadın, Adonis'i
gözleriyle tartıyordu. Sonunda cazibesine yenik düşerek Adonis’e doğru
adımladı.
"Düşündüm
de, ayağımıza kadar gelmiş fırsatı tepmek yazık olur." diye fısıldadı.
"Seni her zaman bu kadar savunmasız bir durumda ağımıza düşüremeyiz."
Sarı
saçlının işaretiyle iki kadın Dünya’ya doğru atılırken Adonis onu korumak için
davrandı fakat diğer kadın Adonis'i tümsek duvarına doğru itince ayrı kaldılar.
Kadınlar onu yakalamışlardı, kollarından sıkıca tutuyorlardı. Adonis’in kılıcı
ondan uzaktaydı, ulaşması olanaksızdı. Dünya Athena'nın yerdeki mızrağına bir
bakış attı, ona ulaşabilirdi ama önce bu kadınlardan kurtulmalıydı.
"İzle."
Kulağını
yalayan fısıltı içini ürpertti, Adonis'i öldürürken ona seyrettireceklerdi.
Bedeninin tutukluğu geçti. Sağ tarafındaki kadının saçları ellerine değiyordu. Hızlı
bir hareketle parmaklarını kadının saçlarına dolayıp aşağıya asıldı. Kadın
çığlık atarak eğilince üçünün de dengesi bozuldu. Diğeri arkadaşına ne olduğuna
bakmak için önüne gelince bacağını kadının midesine geçirdi ve aynı anda kolunu
çekti. Serbest kalmıştı, saçını çektiği kadına bir yumruk attı ve mızrağa doğru
takla attı. Tam mızrağın yanına düşmüştü, elini ışıldayan metale doğru uzattı.
Çıplak bir ayak mızrağın üstüne basmasaydı, mızrağı alabilecekti. Başını
kaldırınca mızrağa basan bacak havalandı ve çenesine sıkı bir diz yedi. Geriye
doğru düştü. Kolları tekrar tutulmuştu. Bu sefer geriye sabitlendiğinden
hareket ettiremedi. Çenesi kopmuş gibi acıyordu. Yanağını ısırdığından ağzına
dolan kanı tükürdü ve onu zorla ayağa kaldırmalarına izin verdi.
Adonis'i
zapt eden kadın istifini bozmadan konuştu.
“Yeter!
Uyuşturun.”
Onu
tutan kadınlardan biri, parmaklarını oynattı ve yoktan var olan toza bulanmış
ellerini alnına sürdü. Tozun tenine temas etmesiyle, Dünya anında bir şişe rakı
içmişe döndü. Gözlerini zoraki açık tutuyordu. Bir el, acısı uyuşmuş çenesinden
tutup başını havaya kaldırdı ve kafasını Adonis'i görecek şekilde çevirdi. Ne
bağırabiliyor ne de kımıldayabiliyordu. Adonis'in de ondan farkı yoktu.
Kadın
hoş bir gülümsemeyle adama döndü.
"Ne
yazık, seni çok hırpalamışlar." diye duyduğu en seksi tonda konuştu.
Adonis araladığı gözleriyle kadına baktı. Kadın, yüzünü kaplayan kana
aldırmadan eliyle yüzünü okşadı. Parmaklarından dökülen tozlar, Adonis'in
mükemmel hatlarını buğulandırdı; buğu dağıldığında yüzü temizlenmişti.
Adonis'in çenesinin öfkeyle kasıldığını gördü. Yaslandığı duvarda, iki kadının
desteğiyle anca ayakta duruyordu.
"Senin
ilgiye ihtiyacın var, güzel Adonis." diye dudaklarına doğru fısıldayan
kadından gözlerini ayıramıyordu. Kadın bedenini adamın bedenine iyice yasladı
ve onu tutkuyla öpmeye başladı.
Başını
çevirmek istedi ama onu tutan eller buna izin vermedi.
"İzle
ve öğren soğuk şey." diye kulağına fısıldayan ses, dudaklarını boynuna
sürttü ve kendi şakasına güldü.
Adonis'i
öpen kadının parmakları ince gömleği kavradı. Gömleği çıkartmaya çalışırken
diğeri ona yardım etti. Artık toz dağıtmayı bırakmışlar sadece Adonis'in tanrısal
güzelliğinin tadını çıkarmaya yoğunlaşmışlardı. Genç adam kendini kadınların
öpüşüne ve okşamalarına teslim etmişti, yani öyle görünüyordu. Altın sarısı
saçları olan kadın elini Adonis'in pantolonuna attı. Adonis baştan çıkmış bir
bakışla başını doğrulttu ve kadını tutup kendine çekti. Öpüşü sertti.
Dudaklarını, kadından ayırdığında kadın hayran bir bakışla devamı için inledi
fakat diğer kadın da istiyordu. Kadın kendini tutmayı bıraktı, hırsla sarı
saçlı olanı ittirip Adonis'e sarıldı. Adonis onu da geri çevirmeden kolunu
beline doladı ve kendine çekip öpmeye başladı.
Dünya
adama seslenip kendine gelmesini söylemek istese de ses telleri artık ona ait
değildi. Düşünceleri bile uyuşuyordu. Adonis'in öptüğü kadın inleyerek bacağını
adama doladı ama sarı saçlı, onu tek başına sahiplenmesine bozulduğundan kadını
üstünden çekip savurdu. Kadın öfkeyle bağırarak diğerine sert bir tokat atıp
ittirdi. Bu arada Adonis yarım ağızla sırıtıp Dünya'ya doğru baktığında
Dünya'nın dizleri tutmaz oldu. Ölümsüz güzelliğin bedenleşmiş haline bakmak
başını döndürdü fakat Adonis'in hedefi o değildi. Eğer, o bakışlarla direkt
gözlerine baksaydı kesin adamın kölesi olur ve bundan sonraki hayatında,
ağzından Adonis'in isminden başka bir şey çıkaramazdı. Pırıltılı lacivert
gözlerin hedefi, onu uyuşturan kadındı. Baştan çıkan kadın elini Dünya'dan
çekip süzülürcesine adama çekildi. Kavgadan zaferle çıkan sarı saçlının kin
dolu bakışlarına aldırmadan tapılası dudakların tadına bakmak için Adonis'e
sarıldı. Kadının yaymayı bıraktığı tozun etkisi geçince Dünya'nın görüşü
açıldı. Genç adam kadını öperken güzel gözlerini Dünya'nın gözlerine dikti.
Adamın yapmak istediği şeyi, o an da anladı.
Yanındaki
kadın da Dünya'yı tutmayı bırakmıştı. Sırasını bekleyen bir oyuncu heyecanıyla
Adonis tarafından çağrılmayı bekliyordu. Adonis'in gözleri kapandı ve kendini,
kadının teninde gezinen dudaklarına bıraktı. İtişen diğer iki kadın da bu zevke
katılmışlardı. Adonis onu kaplayan bedenlerin arasında kaybolurken yanındaki
kadın onlara doğru adım attı. Tam sırasıydı. Yerdeki mızrağı hızla aldı,
titreşen görüntüsüne rağmen mızrağı çağrılmayı bekleyen kadına saplayınca kadın
çığlık attı. Kadın göğsünün hemen altından çıkan mızrağa bakarken, buhara
dönüşüp kayboldu.
Zevk
âlemindeki kadınlar, çığlığa aldırmamışlardı. Dünya’nın onlara yanaştığını da,
mızrağı adama uzattığını da görmemişlerdi. Onu tek gören Adonis oldu.
Öpücüklerini kadının boynuna doğru indirip aniden boynunu ısırdı. Kadın krize
benzer bir titremeyle sarsıldığında tek eliyle kadının ince boynunu kırdı ve ittirdi.
Dünya’nın elindeki mızrağı alarak diğer kadına saplayınca o da havaya karıştı.
Bu sefer ki saldırı sarı saçlıyı uyandırmaya yetmişti. Bu arada Adonis’in
fırlattığı kılıcı yerden alan Dünya, saldırmak için hazırlanırken; son kalan
sarı saçlı, öfkeyle ona döndü ve elindeki kılıca bir tekme attı. Ağır kılıç
Dünya'nın elinden fırladı ve o darbeyle kendini tutamayan Dünya yere düştü.
Sarı saçlı hızlı bir hareketle yanında belirdi. Eline aldığı bir bıçakla,
Dünya'nın saçlarından bir tutam kesip ormana doğru koşarken havaya karıştı.
Kadının
elindeki bıçağı görünce sonunun geldiğini düşünmüştü ama kadın sadece aceleyle
tuttuğu saçlarından bir tutam kesip kaçmakla yetinince bir an afalladı. Düştüğü
yerde bir iki saniye daha oturdu, derken yüzünde bir esinti hissetti ve ağaç
yapraklarının hışırdadığını... İblisler gitmişti. Hemen ayağa kalkıp Adonis'in
yanına çöktü. Adam bu haliyle ölümsüze hiç benzemiyordu, her an ölecekmiş
gibiydi. Güçsüzce doğrulmaya çalışan Adonis'e yardım etti. Gözü bir an adamın
boynundaki kolyeye kayınca kendini Adonis'e karşı daha yakın hissetti.
Adonis
elini tuttuğunda kendine geldi.
"Dünya,
bir kapı aç ve Zeus'a olanları anlat. Acil yardıma ihtiyacımız var." Bu
konuda, yerden göğe kadar haklıydı. Tozun büyüsü geçince başındaki yara
kanamaya başlamıştı. Diğer kesiklerine bakmak sadece karamsarlığa kapılmasına
sebep oluyordu. O yardım getirene kadar Adonis ne hale gelirdi?
"Kendini
iyileştir." dedi. "Daha önce yaptığın gibi..."
Adonis'in
gözleri kapanıp açıldı.
"Succubuslar
düşündüğümden daha güçlü çıktı. Dayanamam. Hiç enerjim kalmadı, nektar yok ve..."
"Başka
bir yol yok mu? Sizi burada öylece bırakamam." diyerek adamın lafını
kesti.
Adonis
ona baktı ve dudaklarını yaladı. "Var." dedi. "Sana söylemiştim,
ben kana bağımlıyım, bir vampir gibi. Kan benim doğal nektarım."
Ne
diyeceğini bilmedi, afallamış bir ifadeyle adama baktı kaldı. Kendi kanını
nasıl adama sunardı? Adonis onun yüz ifadesinden her şeyi çözmüştü.
"Hadi,
Olimpos'a geri dön aşkım." dedi ve ona moral vermek için gülümsedi.
"Sen gelene kadar dayanırız."
Gitmeye
karar vermişti. Gözü adamın koluna ilişmeseydi yapacaktı da... Kesikten yoğun
kan akıyordu. Bu normaldi, normal olmayan şey kesiğin çevresinin çürüyormuş
gibi renk değiştirmesiydi. Bileğini Adonis'e uzattı.
“Benim
kanımı içebilirsin ama fazla değil." diye uyarmayı ihmal etmedi.
Adonis
başını sağa sola salladı. Gözlerini sabitlemekte zorlanıyordu, nerdeyse
bayılacaktı. Baygın iki ölümsüzü burada bırakıp kapı aramaya hiç gidesi yoktu.
“Nazlanma.
Bunu senin için yapmıyorum, kendim için yapıyorum. Yolu bulamam.” dedi. Kaşları
bir an çatılan adam hafifçe gülümsedi ve başını salladı. Dünya destek almak
için adamın başının altından kolunu geçirdi ve kucakladı. Diğer bileğini
Adonis'in dudağına dayadı. Korkuyordu ama bir şeyler yapabilecekken
yapabileceğini esirgemek ona yakışmazdı.
Adonis
griye dönmüş gözlerini araladı ve elini kibarca Dünya'nın boynuna attı.
Aralarında bir santim mesafe kalana kadar onu kendine doğru çektiğinde,
Dünya'nın kalbi korkudan kasılıyordu. Adonis bembeyaz dudaklarını araladı.
Bileği olarak düşündüğü hedef, boynuna kaymıştı ve Dünya kaçmamak için kendini zor
tutuyordu. Buz gibi dudaklar okşarcasına teninde kaydı ve kesik bir nefes dudaklarından
tenine yayılırken içi titredi. Soğuk dudaklar teninde sabitlendiğinde korkusu
uçup gitmişti. Isırığın ona ne hissettireceğine yoğunlaştı: acı, panik, dehşet,
zevk...
Son
tahmini daha yerindeydi. Adonis'in dişleri usulca tenine geçtiğinde onunla
öpüşmekten fazlasını yapmış gibiydi. Damarını ısırmamış, ona çok kibar
davranmıştı yine de Adonis'i tutan kolları kasıldı. Gözlerini kapattığında
Adonis, acıtmanın ötesinde onu titreten bir emişle ilk yudumunu aldı. Adamın
eli uzanarak onun belini kavradı. Diliyle emdiği yeri yaladı, bunun böyle
hissettireceğini asla tahmin edemezdi. Dudaklar hassaslaşmış tenine yeniden
kapandığında kendi dudağını ısırdı. Tırnaklarını adamın koluna geçirmişti,
heyecanına engel olamıyordu. Adonis'in yüzü onun boynunda, teni tenindeydi.
Birkaç saniye böylece kaldılar. Adonis diliyle boynunu tekrar yalayınca ayıldı
ve başını adamdan çekti. Adamın gözleri hızla normal rengine kavuşurken
yaraları da iyileşmeye başlamıştı. Adonis belinden elini çekti ve kendinden
uzaklaştırmak için onu hafifçe itti. Ona itiraz etmek isterdi ama o kadınların
haline düşmemek için kendini tuttu. Adonis toparlanırken eliyle boynunu yokladı,
boynu acımıyordu. Eline minik bir kandamlası bulaşmıştı.
"Diş
yüzünden..." dedi Adonis, muhteşem yarı çıplak tanrı. "Çok derin
ısırmadım, kolay kapanır."
Dünya
başını sallayıp ayağa kalktı. Adonis'in uzattığı yardım elini görmezden
gelmişti. Duygu durumu adama dokunması için fazlasıyla hassastı. Adam; yorum
yapmadan, Athena'nın yanına gitti, kadını ayıltmaya çalıştı. Sonunda pes etti.
"Büyülenmiş."
dedi. "Sirona'ya götürelim."
Dünya
mızrağı, kalkanı yerden alıp kılıcı Adonis'e uzattı. Ne düşüneceğini bilemez
haldeydi, aptallaşmıştı resmen.
"Benden
tiksindin mi?"
Başını
kaldırıp tedirgin bir sesle ona soru soran adama baktı. Adonis'in yüzü asıktı.
Tiksinmemişti, onun etkisi altına bu denli kolay girdiği için kendine
kızıyordu. Boynunda emdiği yer hâlâ alev alev yanıyordu ve devamını arzulaması
yüzünden kendini kötü hissediyordu. Ares’e sadakat hissetmesi saçmalıktı ama
Adonis’ten etkilenmiş olması onu utandırıyordu. Önce Ares aklını başından
almıştı, şimdi de Adonis. Ölümsüzlerle takılmak gerçekten zordu.
"Hayır."
dedi. "Sadece tuhaf geldi."
Adonis
uzattığı kılıcı alıp kemerine taktı. Yırtık pırtık üstü başıyla bile gururlu
ifadesini koruyabiliyordu.
"Onlar
'succubus' yani erkeklerin düşlerine girip onları baştan çıkaran iblisler.
İnsanların hayat enerjilerini alırlar. Zeki ve acımasızdırlar. Ellerinden
kurtulduğumuza sevinmeliyiz."
"Senin
sayende." dedi Dünya, Adonis Athena'yı kucağına alırken. "Önce ne
yapmaya çalıştığını anlamamıştım, onların ne yaptığını da anlamamıştım. Seni
öldürecekler sanmıştım, meğer dertleri başkaymış."
Adonis
ile yan yana yürürlerken adam yan gözle ona baktı. "Yüzünden
okunabiliyordu, iğrenç biriymişim gibi bakıyordun."
O
şekilde baktığına inanamadı. Ne diyeceğini bilemedi.
"O
tozların etkisinden olmalı." dedi. Aklına gelen ilk mantıklı şey bu
olmuştu.
Adonis
küllerin sınırından çıktıktan sonra yeterince uzaklaştıklarına kanaat getirerek
durakladı. Athena'yı bir ağaca dayayıp ayağa kalktı. Karşısına dikilen Adonis
bozuk bir sesle konuştu.
"Bana
bakarken veya benimle ilgili bir şey öğrendiğinde hep aynı ifadeyi
takınıyorsun. Değerli kanını bana sunacak kadar güveniyorsun ama benden
tiksinmeye devam ediyorsun. Yanımda olmak bile seni rahatsız ediyor."
İtiraz etmek için ağzını açtı fakat Adonis'in bakışıyla sustu. "Ares'e
bakışın daha farklı. Ona tiksinmeden dokunabiliyorsun, onu tutkuyla
öpebiliyorsun."
"Senden
tiksinmiyorum Adonis." dedi sonunda. "Kafam çok karışık..."
Adonis
yüzünü buruşturdu.
"Yapma!
Suçu hafıza kaybına atma, döndüğümden beri bana soğuksun."
"Bu
normal değil mi?" dedi. Sinirlenmeye başlamıştı. Hatırlayamayacağını
bilerek Adonis’in onu zorlaması canını sıkıyordu. Bir zamanlar sevgili
olduklarına hiç inanası gelmiyordu.
"Değil.
Önceden öyle değildi, daha önce de hafızasını düzenlemişlerdi ama bana hiç bu
denli uzak durmamıştın. Az önce 'succubus'ı öptüğümde ne hissettin? İğrenme
dışında bir şey hissettin mi?" Ona bir adım daha yaklaştı. "Peki,
benim yerimde Ares olsaydı, ne hissederdin? Dürüst ol."
Onun
yerinde Ares olsaydı, kadınlara saldırmak için uyuşukluğunun geçmesini veya
Adonis'in işareti gibi bir işaret gelmesini beklemezdi, buna emindi. Olimpos’a
geldiğinden beri Ares’e samimi davranıp da onu sinirlendirmeyen bir kadın
olmamıştı. Saçma olsa da, adamı Eros'tan
bile kıskanmayı başarmıştı. Bakışlarından her şey anlaşılıyordu demek. Bundan
sonra dikkatli olmalıydı. Ares ondan alınmıştı ve geri getirmek için yardıma
ihtiyacı vardı. Bu farkındalık, göğsüne taş misali otururken Ares'in
kurtarıcısı olacak olan Adonis'e baktı. Onu sakinleştirecek en dürüst cevabı
aradı.
"Sen
o kadınları öperken senin ne kadar muhteşem olduğunu düşünüyordum ve sana zarar
vermemeleri için ne yapmam gerektiğini." dedi. Elini uzatıp adamın
yakışıklı yüzünü okşadı. İfadesi taşa dönen Adonis'in gözleri kapandı ve üzgün
bir tavırla temasından kendini çekti.
"Olimpos'a
dönelim."
"Dediklerim
seni neden kızdırdı?"
Adonis
ona bakmadan cevapladı. "Bu benim lanetim. Ben sadece güzelim, başka bir
şey değil. Buna fazla takılmazdım ama konu Ares'le rekabete gelince
kaybedeceğim kesin."
"Adonis."
dedi adamın kolundan tuttu. "Sen güzellikten ibaret değilsin; cesur, zeki,
esprili birisin. Kimseyle rekabet etmene gerek yok."
Adonis
kibarca kolunu onun temasından çekti.
"Senin
aşkını kazanabilmek için gerekli." dedi ve gözlerini ona çevirdi. "Beni
de anla Dünya! Tüm varlığım alt üst oldu, kendimi aniden cehennemde buldum. İki
hafta önce sen benimdin, buna kimsenin itirazı yoktu ama Ares yine her şeyi
berbat etti. Artık Tartaros’ta olmasına rağmen hâlâ tam ortamızda durmaya devam
ediyor. Lütfen, kapıyı aç. Buradan gitmek istiyorum."
Onu
teskin edecek kelimeler dağarcığında yoktu o yüzden dediğini yapmaya karar
verdi.
"Peki,
kapı ne tarafta?"
"Geldiğimiz
yolu yürümemize gerek yok. İblis pisliğinden çıktığımıza göre boyut kapısını
burada da açabilirsin. Sadece düşün!" diye hızlı bir açıklama yaptı ve
Athena'yı kucağına alıp tek elini de onun omzuna koydu. "Dene!"
Bir
an düşündükten sonra kapıyı açar gibi elini öne uzattı ve malikâneyi düşündü.
Bir an sonra da ilk girdikleri kapının önündeydiler. Onları karşılayan ölümsüzler,
Athena ile onu Sirona'nın yanına götürdüler. Dünya'nın boynundaki çürükten başka
bir hasarı yoktu. Sirona hızlı iyileşmesi için ona bir merhem verdi ve onu
gönderdi. Athena'nın biraz daha kontrol altında kalması gerekiyordu. Tek başına
odasına döndü ve sabaha kadar rahatsız bir şekilde uyudu. Sonraki gün Adonis'i göremedi.
Öğleye doğru Eros, onu bahçenin merdivenlerinde otururken buldu. Geldiklerinden
beri iblis saldırısı hakkında konuşmak için tüm ölümsüzler salonda
toplanmışlardı. Eros, Adonis'in aralarında olmadığını söyleyince adamı merak
etmekten kendini alamadı. Eros'un anlattıklarına yoğunlaşmayı denedi, aklında
Ares ve Adonis olduğu halde.
İblislerin
o kadar kalabalık bir toplulukla boyut değiştirebilmeleri hepsini şaşırtmıştı. Güçlü
asker iblislerin "succubus"larla işbirliği içinde, küçük bir ordu
halinde, başka boyuta saldırdıkları uzun zamandır görülmemişti. Onnis'teki iki
Satir köyünü dümdüz etmişlerdi ve kimseyi sağ bırakmamışlardı. Onlardan kimin
yardım istediğini bilmiyorlardı ama bunun bir tuzak olduğu konusunda hepsi
hemfikirdi. Sebebini çözemediler ve iblislerin Dünya'nın saçından kestikleri
tutamı ne yapacaklarını tahmin edemediler. Sonunda Hera'nın öne sürdüğü tahmin
mantıklı gelmişti. İblisler; insanların ruhuna, etine ve kanına olan
düşkünlükleri yüzünden Dünya'yı istemişlerdi çünkü çoktan beri yüz yüze karşılaştıkları
tek insan Dünya olmuştu. Genelde bazı güçlü iblisler insanların rüyalarına ve
iradesine büyü yoluyla müdahale edebilirlerdi. Ares sayesinde yeryüzünden
sürüldüklerinden beri dokunacak kadar yakınlaştıkları tek insan Dünya olmuştu.
Eros'un
son havadisi, bu malikânedeki rolü ile ilgiliydi. Bu sahte ölümden sonra
Dünya'nın etkisizleşeceğini sanmışlardı ama yanılmışlardı. Anahtar olarak
görünen kişi hâlâ Dünya'ydı. Bu da zorla veya isteyerek Olimpos'ta kalmaya
devam edeceğini gösteriyordu.
"Daha
önceki anahtarlara ne oldu?"
"Görevlerini
yaptıktan sonra hayatlarına kaldıkları yerden devam ettiler." dedi Eros. Uzun
bacaklarını öne uzattı. "Hafızaları düzeltildi veya hafızalarından birkaç
günleri silindi. Onlar bir kaza sonucu birkaç günlerini hatırlamadıklarını
sandılar ya da tek başlarına bir tatile gittiklerini."
"Silme
işlemini sadece Ares mi yapabiliyor?"
Eros
başını salladı. "Evet."
"Benim
önceki görevlerimde hafızamı tamamen mi silmişti, bu seferki gibi?"
"Hayır,
bir kere tamamen silmek zorunda kaldı, biliyorsun. Bu ikincisiydi."
"Neden
tamamını silmesi gerekti?" dedi. Dikkatle Eros'un diyeceklerine
yoğunlaşmıştı.
Eros
ise yanlış veya fazladan bir şey söylemekten çekinir gibi kararsızca başını
eğdi. Sonra ona baktı. "Bu aramızda kalmalı, tamam mı?"
"Tamam,
söz veriyorum." dedi. Yüzünü ona tamamen döndü.
Eros
etrafına bakındı ve ona iyice yaklaştı. "Ares, bunu benim de bildiğimi
bilmiyor." Dedi kısık sesle ve devam etti. "Hafızan değiştirildiğinde
hayatına normal devam etmen bekleniyordu. Fakat öyle olmadı. Sonunda sende bir
gariplik olduğunu düşünmeye başladık çünkü iki kere arka arkaya anahtar olarak belirmiştin.
Ares ise rahat değildi, seni izlemek için kendi kendine bahaneler yaratıyordu.
Bir gün sabaha karşı geldi, çok sarhoştu, onu kendi odama götürdüm. Sürekli
seni sayıklıyordu. Kâbus gördüğünü ve uykunda ağladığını anlattı: 'Bu onu
delirtecek' dedi. Sen görevinde yaşadıklarını uykunda anımsıyordun ve olanları
tamamen anımsaman an meselesiydi. O gece de seni kontrol etmeye gitmişti,
döndüğünde çok kötü durumdaydı."
Lafını
kesti.
"Kontrol
etmekle neyi kastettin?"
Eros
burnunu kaşıdı. "Kontrol işte." dedi ama Dünya'nın bakışı karşısında
teslim oldu. "Of! Tamam! Ares görünmez olabiliyor, bu sayede fark edilmeksizin
istediği kişiyi takip edebiliyor."
"Aman
Allah'ım!" diye gözleri açıldı. Saçlarına dokunan parmaklar, her yerde
Ares'in kokusunu duyması, karanlık korkusunda onu sakinleştiren gizemli ses,
eline dokunulduğunu sandığı anlar, tuhaf ve sebepsiz heyecanı... Hepsinde de
Ares yanı başındaydı. Hatırlamadığı hayatını yaşarken de...
"Yanlış
anlama, sapıklıktan yapmadı ve mahremiyetine saygı gösterdi. Sadece sana zarar
gelmediğinden emin olmak istemişti. Ona göre, hafızan yüzeye çıkmak için
çabalıyordu ve bu akıl sağlığın için çok tehlikeliydi. Sonraki günler de onun
fırsat buldukça bu konuda araştırma yaptığını fark ettim fakat görmezden
geldim. Bu çabası boşunaydı ama o uğraşmaya devam etti. Kimsenin hafıza
konusunda ondan fazla bilgisi olamazdı. Bunu kabul etmek istemiyordu, derken
sen tekrar anahtar olarak belirdin. İşler iyice karıştı."
"Denemek
için de hafızamı tamamen katletti, değil mi?"
Eros
onu onayladı.
"Pek
bir işe yaramadı. Yine anımsamaya devam ettin, yavaş ve parçalar halinde olsa
da." dedi ve çekingen bir tavırla Dünya'ya baktı. "Bunu da sen bana
kendin söylemiştin, en son geldiğinde."
"İnsan
isteyince başaramayacağı şey yok." diye mırıldandı ve nefeslenerek ekledi.
“Ares sorumsuz davranmış.”
“Sana
karşı koymaya çalıştı Dünya, sana kapılmamak için kendini dizginlemeye çabaladı
ama başaramadı. Beni yanlış anlama ama birbirinize karşı duygularınız
olmamalıydı, asla! Onun iradesinin nasıl kırıldığını izlemek beni mahvediyordu
ama hiçbir şey yapamadım.”
Bakışlarını
Eros’un samimi ve masum maviliklerine çevirdi. Hislerle dolup taşan gözlerinden
okunan çaresizlik nefes kesiciydi. Sevdiği adamın başkası için savaşması
Eros’un kalbini kırıyor olmalıydı ve genç adamın böyle düşünmesi de onun hoşuna
gitmemişti. Kıskançlığın sesine yansımasına engel olmaya çalışarak sordu.
“Neden
buna bu denli karşısınız? Adonis’in aşkı kabullenilirken Ares neden bu kadar
sıkıntı çekiyor?” Aslında lafını ikimiz neden bu kadar acı çekiyoruz diyerek
sonlandıracaktı ama özellikle Ares’in ona olan ilgisini Eros’a hatırlatmak
istedi, bu yüzden dikkati Ares’e çekti. Yaptığı acımasızcaydı ama elinde
değildi.
Eros
bakışlarını yere çevirdi bir süre, kaşları hafifçe çatılmıştı. Dünya konuşması
için adamı dürtecekken Eros isteksiz bir tavırla konuştu.
“Her
şeyi bildiğimi nereden çıkardın?” dedi bozuk bir sesle. “Onun senden
etkilenmesi bir geleceğiniz olmasını gerektirmez. Adonis’in bu ayrıcalığı nasıl
aldığı umurumda değil ve masum bir nedeni olduğunu sanmıyorum.”
“Fikrin
ne?”
Bir
an susan Eros sonunda konuştu. “Ares’in çözülmeye başladığını tek fark eden ben
değildim Zeus da görüyordu. Bence Adonis ile bu süreci hızlandırmak istedi ama
beklediği tepkiyi göremedi. Yasaklar katıdır Dünya, kimse için eğilmez. Zeus
bunu kullandı. Adonis’in aşkını heves olarak görülmesini sağladığına eminim,
kısa süreceğini düşünmüştü ama tutkusu büyüyünce geri adım atamadı. Diğer
evleri ciddi olmadığı konusunda nasıl ikna ettiğini bilmiyorum ama sanırım
herkes Adonis’in soğukluğuna güvendi. Yakışıklı Adonis’in birine ilgi
göstermesi mucizeydi bu nedenle anahtara olan geçici hevesi görmezden gelindi.”
Eros
ona döndü ve usulca konuştu. “Sen Ares’in zırhında delik açabilen tek kişisin.
Onu zarar görebilir hale getiren ve tuzağa kendi ayağıyla yürümesini sağlayan
tek zayıf noktasısın… Ona ne kadar yaklaşırsan o kadar zarar veriyorsun.
Sözlerim seni üzecek ama sana yalan söyleyemem. Sen onun hayatına girdiğinden
beri Ares yara almaya başladı ve şimdi geldiğimiz duruma bak.”
Dünya
hissettiği acının dilinden dökülmesini engellemek için dudaklarını sıktı. Zeus
Ares’i kontrol altına almak için hem onu hem de Adonis’i kullanıyordu ve bunu
öyle kurnazca yapıyordu ki kimse karşı çıkmayı düşünmüyordu. Olimpos’un
kralının etkileyici ve ikna edici gücüne bir kez daha sinir oldu. Eros can
sıkıcı konuyu değiştirmek için etrafa göz atmayı teklif etti. Boş boş
gezinmenin sıkıntısını geçireceğini sanmıyordu ama karşı koymadı. Akşama kadar
Eros ile dolandı. Evin dolambaçlı koridorlarında dolaştılar. Yemek yediler.
Akşam yemeğinden sonra Eros ölümsüzlerin içecek servisine katılmak için salona
geçti. Bu, onlar için hayati önem taşıyordu. Nektar onların ölümsüzlüğünü ve
gücünü tazeliyordu. Fakat Dünya için gereksiz bir gösteriydi, bu yüzden
dinlenmek için kendi odasına gitti.
Ayaklarını
sürüyerek yürüyordu. Kâhinin gösterdiği kapıyı bulmak için Eros ile gezerken
etrafa bakınmıştı ama tuhaf kapıların hiçbiri, kemikli kapıyı andırmıyordu.
İlginç kapının nereye açıldığını merak ediyordu. Tartaros'a, Ares'in yanına
açılırsa buna çok memnun olurdu. Eros ile yaptığı sohbet sonrasına Ares’e olan
özlemi büyümüştü ve ona nefes aldırmıyordu. Onunla konuşmalıydı ona ihtiyacı
vardı, sesini duymaya ve gülümsemesini seyretmeye... Ne yapacağını bilemez
halde sadece koridorda adım attı, Ares’in yeniden ölümsüzlüğünü kazanıp
Olimpos’a dönmesini nasıl sağlayacaktı?
Adonis'in
odasının önünden geçerken durakladı, genç adam içecek servisinde olmalıydı.
Elini boynuna sürdü, solmaya yüz tutmuş morartı dışında boynundaki diş izleri
iyileşmişti. Boynu acımıyordu. Parmakları dudağına kaydı. Kadınların Adonis
için çıldırması gözünün önüne geldi. O da baştan çıkmıştı hem de ona yardım
etmeye çalışırken. Acaba onu öpseydi ne hissederdi? Yutkunup kendi odasına
doğru hızlandı. Adonis'in onda uyandırdığı dürtüler gittikçe masumluğunu
kaybediyordu.
Odasının
önünde, sakalını sıvazlayan Hades'i görünce olduğu yerde kalakaldı. Adam
duvardan doğrulup ona sırıttı. İlk aklına gelen Ares'e bir şey olduğuydu, sonra
bunu ona söylemek için zahmete girmesi saçma geldiğinden ona sinirle bakmakla yetindi.
"Merhaba
demek yok mu?" dedi Hades, sakin bir ses tonuyla. “On dakikadır seni
bekliyorum.” Cevap bile vermedi ve sinirle adama bakmaya devam edince Hades
içini çekti. "Bana kızmana gerek yok, ben bir şey yapmadım."
"Odamın
önünde ne işin var?"
"Seni
bekliyordum." dedi Hades basitçe.
"Benimle
oyun oynama Hades, burada ne işin var?"
Hades
siyah saçlarını kulağının arkasına yerleştirdi. "Yardım istemeye
geldim."
Başını
dikleştirdi. "Yardım mı? Sana yardım edeceğimi nerden çıkardın?"
Hades
ona doğru iki adım attı. "Konu Ares." İçini bir sıkıntı kapladı ve
elleri buza dönüştü. Hades bir adım daha yaklaştı. "Geldiğinden beri bir
lokma yemedi, su bile içmiyor."
"Yani
onu kandırıp Tartaros'a kilitlemene izin vermiyor, değil mi?" İçi biraz
rahatlamıştı. "Orada içtiği tek yudum suyla onu hapsedebileceksin."
Hades
öfkeyle sözünü kesti. "Hapsolmasını mı, yoksa ölmesini mi tercih
edersin?" Hades'in haklı sözleri beyninde yankılanırken adam dişlerinin
arasından homurdandı. "Onun bir ölümlü olduğunu unutuyorsun. Beslenmezse
tamamen ölür. Hayalete bile dönüşemez. Bizimle olan bağı sonsuza kadar kopar.
Bunu mu istiyorsun?"
"Hayır,
tabi ki istemiyorum ama onu temelli kaybetmekte istemiyorum." Omuzları
düştü, üzüntüsü düşüncelerini felç etmişti. Adamın gözlerine baktı. "Onu
serbest bırakman için ne yapabilirim?"
Hades'in
solgun yüzü ciddileşti. "Hiçbir şey. Onun bizimle olması hoşuma gidiyor.
Fakat ölümlü olması işleri karıştırdı."
Ruh
koleksiyonun en kıymetli mücevheri...
"Peki,
benden ne istiyorsun?"
"Ares'le
konuşmanı istiyorum. İkiniz de ölümlüsünüz ve ölümün ne kadar ciddi bir konu
olduğunu ona açıklayabileceğini düşünüyorum." dedi. Ona doğru eğildi.
"Onu yemek yemesi için ikna edebilecek tek kişi sensin Dünya. Bak, Zeus’un
bu kadar ağır bir ceza vermesini beklemiyordum yani ölümlü haliyle Tartaros’a
göndermesi idamdan farksız. Açlıktan ve susuzluktan ölmeden önce onu ikna
etmelisin, benimle kalması tamamen yokluğa karışmasından daha iyi değil mi?
Ayrıca bu iyiliğin karşılığında ikiniz için bir şeyler ayarlayabilirim."
"Bunu
Ares'e de teklif ettin, değil mi?"
Hades
belli belirsiz kaşlarını çattı. "Evet."
"Reddetti
değil mi?"
"Evet."
diye homurdandı. "Tartaros'tan çıkabileceğini sanıyor ama onu bir kez daha
bırakmam."
Onunla
tartışmak boşunaydı. Bu ölümsüzlerin saplantılarıyla uğraşmaya çalışacağına
kendisini düşünmesi gerekiyordu ve öyle de oldu. "Ne yapmamı
istiyorsun?" Ares’i tekrar görme fırsatını kaçıracak kadar aptal değildi.
Uzun
minderin üstünde yatıyordu, Hades yanı başında bağdaş kurmuş oturuyordu.
"Şimdi
rahatla ve uyumaya çalış, sonrasında ben seni yönlendireceğim."
"Bunu
nasıl yapacaksın?" dedi. "Benim rüyamı nasıl
yönlendirebilirsin?"
"Rahatla
diyorum, sen hâlâ düşünmeye devam ediyorsun. Beyninin spotlarını kapat ve
beyninin içini bir mum ışığıyla aydınlat."
"Hades!"
"Tamam."
diye gözlerini devirdi. "Uykuya ne denir, bilir misin? 'Küçük ölüm' ve
ölümün her çeşidi benim uzmanlık alanıma girer. Emin ellerdesin."
"Şimdi
ürktüm." dedi Dünya ve Hades sırıtırken gözlerini kapattı. Ona bakan
birinin olduğunu bildiği için uykuya dalmakta zorlanacağını düşündü. Boşuna
endişelenmişti, bedeni gevşerken üstüne uykunun kanatlarının yayıldığını
neredeyse hissetti.
Bu
kanatlar gerçekti. Gözlerini açtığında Hades'in kolları arasındaydı. Hades geniş
simsiyah kanatlarını açarak yere kondu. Burası Ares'i ilk gördüğü yere
benziyordu. Her türlü işkence aleti ve garip mekanizmalar salona dağılmıştı. Ürperdi.
Siyah uzun parlak tüylerden oluşan kanatlar kapandı ve sırtından aşağı düşen
pelerine dönüştü.
"Tartaros'tayız."
dedi Hades. Evine dönmüş olmanın verdiği bir keyifle gözleri parladı. "Bu
arada istersen Ares'i yemeye teşvik etmek için sen de bir-iki lokma
alabilirsin."
Dünya
burnunu kırıştırdı ve karanlık koridora göz attı. İleride hafif bir ışık vardı.
Aralarındaki on beş-yirmi metrelik mesafe gözünde büyüyordu.
"Karanlık
ve soğuk." dedi istemsizce ve odaya göz gezdirdi. “Korkunç!”
"Ne
bekliyordun ki?" dedi Hades. Sonra aklına gelen şey yüzünden sırıttı.
“Bazı insanların bunlardan zevk aldığını biliyorsundur. Şans ayağına geldi, bedava
deneyim.”
Adama
ters ters baktı. Onu sinirlendirmek adama keyif veriyordu ve bunu hiç
saklamadan yarım ağızla gülümsedi. Dünya nefeslenip yola yeniden döndü ve
kararlı adımlarla yürümeye başladı. Dikkatini ilerideki ışığa verdi ama
şimdiden başı dönmeye başlamıştı. Yerler kaygan olduğundan düşmemek için duvara
iki kez tutunmak zorunda kaldı. Eline bulaşan yapışkan şeylerin ne olduğunu
göremiyordu ama hoşlanmayacağı bir şey olduğu kesindi. Sakin yürümeye çalışsa
da paniği iyice arttı ve bu andan sonra da her şeyi boş verip titreyen
bacaklarıyla koşmaya başladı. Solgun ışığa varmasına iki metre anca kalmıştı ki
kendini odaya doğru atarken ayağı kaydı ve kalçasının üstüne düştü. Nasılsa
kaymaya devam etmişti. Korkusu tüm bedenini buza çevirdiğinden mi ne, kalçası
daha çok acımıştı. Ortaya atılmış bir buz parçası gibi kayarak odaya
girdiğinden etrafa bakamamıştı.
"Dünya!"
Ares
yanına diz çökerek onu tutunca durabildi.
"Senin
burada ne işin var?"
Dünya'nın
elleri yapışkan balçık, kan ve pislikle kaplıydı, üstü başı da öyleydi. İğrenç
şeyler saçlarına ve yüzüne de sıçramıştı. Kendi halini düşünmek bile midesini
kaldırmaya yetti. Odaya girişi tam bir fiyaskoydu. Karşısında ise tapılası
yakışıklılığıyla savaş tanrısı vardı. İki gündür burada durmasına rağmen ondan
iyi durumdaydı. Ellerine bakmayı bırakıp özlediği altın gözlere döndü.
"Bugün
görüş gününmüş, ziyarete geldim."
Gözlerini
bile kırpmadan onu izleyen Ares’in bakışları şaşkındı. Sonra kendini tutamadan
gülmeye başladı. Yanına oturdu. Üzerinde hâlâ o gün giydiği kıyafet vardı ve
hâlâ mis gibi kokmayı başarıyordu. Ares gülümsemeye devam ederek Dünya'nın
yüzüne bulaşmış pisliği elinin tersiyle sildi. Özenli ve kibar hareketlerle Dünya'nın
saçlarını yüzünden çekti ve yukarı kaymış tişörtünü düzeltti. Adamın hareketlerine
takılıp kaldığını fark edince toparlandı.
"Teşekkür
ederim."
Ellerini
kotuna silerek ayağa kalktı. Ares tam karşısındaydı ve muhteşem bakışları
tamamen onun üzerindeydi. Dünya’nın zavallı ölümlü dizleri heyecandan titremeye
başlamıştı bile. Ares ise nefes almaksızın onu izliyordu sanki her an yok
olacağından korkarcasına gözlerini ondan çevirmiyordu. Elini yavaş hareketlerle
kaldırdı ve belli belirsiz çene hattını okşadı. Derin nefesler alıyordu ve ona
dokunan parmakları bir köpüğe dokunurcasına nazikti. Dünya kedi gibi uyuşmuştu,
adamın parmaklarının boynuna indiğini hissedince neredeyse mırlayacaktı. Derken
parmaklar durdu ve Dünya ayılıp Ares’in boğazındaki bir noktaya kaşlarını
çatarak baktığını gördü. Ares gözlerini ona çevirdi.
“Bu
iz ne?”
“Ne?”
dedi şaşalayarak.
Ares
gergin bir ifadeyle eğilip onun boğazına yakından baktı. Dünya o an hatırladı,
Adonis’in bıraktığı izi kast ediyordu. Ağzını açamadan Ares doğruldu. Altın
gözlünün yüzünde toplanmaya başlayan öfke bulutları Dünya’nın nefesini kesti,
bir an önce açıklama yapması gerekiyordu. Gölge misali izi fark etmesi bir yana
sebebini tahmin etmesi işini zorlaştırdı.
“Görev…
Yani saldırıya uğrayan bir satir köyüne gitmiştik. Küçük bir yara Ares,
konuşmaya bile değmez.”
“Diş
izi.” Dedi Ares detaylı bir açıklama istercesine.
Dünya
pes etti ve olayı kısaca anlattı. Ares ondan biraz uzaklaşmış, dikkatle onu
dinliyordu. Konu Adonis’in ısırığına gelince dudakları belli belirsiz gerildi
ve başını başka yere çevirdi. Gözlerindeki altın ışıltıları buza dönüşmüşçesine
keskindi ve soluk bir pırıltıyla parlıyordu. Ürperticiydi. Dünya elinden
geldiğince basit anlatmıştı ve Adonis’in ısırığının sadece masum bir yardım
olduğunu ima etmişti ama Ares’in öfkesine engel olamamıştı. Buz bakışları ona
döndü.
“Seni
bir an gözümün önünden ayırıyorum, başına neler geliyor! Hena nasıl bu kadar
sorumsuz olabilir? Kapıyı açtıktan sonra seni geri göndermeliydi.”
“Daha
önceki görevlerde beni hemen geri mi gönderiyordunuz?”
Ares
dudaklarını birbirine bastırdı ve gözlerini ondan kaçırdı. Dünya tekrar sakin
bir sesle sorunca ona bakan Ares başını salladı. “Hayır, göndermiyorduk.
Çünkü…” dedi ve sustu.
Dünya
gülümsedi, tepkisi çok hoşuna gitmişti ve tekrar etti. “Çünkü…”
Derin
bir nefesle doğrulan Ares daha sakin bir sesle devam etti. “Çünkü yanında ben
vardım ve seninle vakit geçirmek için her bahaneyi kullanmaktan çekinmiyordum.
Fırsatçı davrandığımı itiraf ediyorum.”
Aşktan
başı dönerken Ares’e yaklaştı. “O halde yüce Ares, aptal gibi kavga etmektense
benimle vakit geçir.”
Bakışları
ve gergin bedeni yumuşayan Ares elini uzatıp onun yanağını okşadı. “Haklısın
papatyam, özür dilerim.”
“Özrün
kabul edildi.” Diye fısıldadı ve yanağını adamın eline yasladı.
Ares
gülümseyip yüzünü avuçları arasına aldı. Eğilip burnunun ucundan ve alnından
öptü. Gözlerini onun gözlerine eğdi.
"Seni
buraya Hades mi getirdi?"
"Başka
kim olabilir ki? Yemek yemiyormuşsun, kulağını çekmem için getirdi."
Ares
hafif bir kahkaha atıp ellerini ondan çekti ve geriledi. “Kafası çalışıyor,
beni senden başkasının ikna edemeyeceğini bildiğinden en iyi kozunu
kullanıyor.” Kollarını kenetleyip ona baktı. “Eminim sana da kalmanı teklifi
etmiştir.”
“Evet,
yandaki fantezi odasını önerdi.”
Ares
önce kaşlarını çattı, sonra anlayarak kibarca güldü. Dünya içinden kendi kendine
kızdı, aptal laflar etmenin sırası mıydı? Heyecanını bastırmak için saçma sapan
espriler yapıyordu ve duramıyordu. Adamın yüzüne daha iyi baktığında gözlerinin
altındaki koyu halkayı ve yanaklarındaki solgunluğu fark etti.
"Daha
ne kadar dayanabilirsin?"
Ares'in
gülümsemesi solmadı, belki de o da kendine engel olamıyordu. "Buradan
çıkana kadar." diye basitçe cevapladı.
"Yoksa
bir planın mı var?"
"Olmasını
ister miydin?" diye Ares ona bir adım yaklaştı. "Olimpos'a geri
dönmemi ister miydin?"
Şaka
zamanı bitmişti, başını salladı. “Evet, kahinle görüştüm, bana seni kurtarma
olasılığımızın olduğunu söyledi.”
“Olasılığınızın
mı?” dedi Ares kaşlarını çatarak ekledi. “Kiminle?”
“Adonis
ve başka biri daha…” dediğinde Ares seslice nefeslendi. Dünya hemen devam etti.
“Seni kurtarmama yardım edecek, eminim.”
“Senin
yerinde olsam, bu kadar emin olmazdım.” Dedi. “Kahinin bazı kehanetleri farklı
anlamlara gelebilir ve başka yollara götürebilir. Adonis’i işe neden karıştırır
ki!”
“Ona
danışmamı isteyen sendin!” diye bağırdı.
“Benim
için değildi!” dedi Ares sinirle. “Sana bir kurtuluş yolu göstermesi
gerekiyordu.”
“Belki
benim kurtuluş yolum sana çıkıyordur.” Dedi aynı öfkeyle karşılık verdi. “Seni
burada bir başına terk edemem!”
Biraz
sakinleşen Ares yutkundu. "Adonis." dedi nefes aldı. "O bu
konuda ne düşünüyor?"
"Bunun
ne önemi var? Sen burada rahatsın galiba." kaşlarını çattı. Aklına gelen
düşünce öfkeden ısınmasına neden olurken sertçe söylendi. "Asteria'nın
dolgun dudakları seni yeterince doyuruyor olmalı!"
"Ne?"
dedi Ares şaşkınlıkla.
"Bahane
aradığına göre!" dedi ve temizlenmeye yüz tutmuş ellerini sinirle üstüne
silmeye devam etti.
Ares
bileklerinden tuttu ve onu hızla kendine doğru çekti. Paniklemişti. “Asteria'yı
uzun zamandır görmedim, hem sen nereden tanıyorsun onu?”
Kadın
yüzünden kavga etmesi için henüz erken olduğunu adamın ciddi yüzünü görünce
hatırladı. Kadını tanımıyordu ki, Asteria’yı, kâhinin görüşüyle görmüştü yani
adamın Asteria ile o konuşması sonra olacaktı. Geleceği bilmek kafasını
karıştırmıştı. Ares onu bileğinden sertçe sarsınca afallayarak adama baktı.
“Kahin
bahsetti.” Dedi çabucak. “O sana ulaşmadan seni buradan çıkarmalıyız.”
Uyarısını
önemsemeyen Ares’in altın gözleri kısılmıştı. "O kadından uzak dur, onunla
konuşma. Zeus bile onun yanında bebek kalır. Onun neler yapabileceğini
bilsen..." durdu ve sıktığı bileği fark ederek tutuşunu gevşetti.
"Özür dilerim. Ben… Ben, her şeyi mahvettim."
Dünya'nın
bileğini bırakıp uzun tüylü kürkün olduğu divana oturdu ve başını ellerinin
arasına aldı.
"Buradan
git Dünya!"
Ares’in
sesi emrediciydi. Öyle ki, bir an arkasını dönüp kaçmak istedi. Güdüsüne engel
olan Dünya, Ares'in yanına gidip oturdu; elini, genç adamın gergin omzuna
koydu.
"İblisler
seni istiyor Ares." dediğinde adamın gerginliği arttı. "Bunu biliyorsun."
Başını
kaldırıp ona baktı, üzgündü, hüzün yine güzelim gözlerine yerleşmişti. "Onlar
her şeyi istiyor." dedi güçsüzce. "Seni; bu olaylardan, bizden uzak
tutmak için çok uğraştım."
"Uğraşman
yerine, yanımda olmanı tercih ederdim." dedi ve Ares'in yüzüne yayılan
şaşkınlığı izledi.
Omzundaki
elini yukarı kaldırdı. Parmaklarına dolanan yumuşak bukleleri okşarken Ares'in
yüz hatları düzeldi. "Belki benimle olman gerekliydi. Böylece seni sürekli
aramam gerekmezdi. Hatırlamak için rüyalarıma sarılmazdım."
"Bize
izin vermezler papatyam. Yasaklar yüzünden seni benden alırlardı, daha kötüsü
cezalandırırlardı. Senden sonra ben ne yapacaktım?" dedi Ares boğuk bir
sesle. "Son dört senem, hayatımın en mutlu ve en acılı yıllarıydı. Bu
yaptığımı, bencillik olarak düşünebilirler ama sensizliğe dayanamam. Seni
ölümsüz yapamadım ve benim faniliğim de… İşe yaramadı."
Ares'in
sözleri, mantıksız tavırlarını anlamlandırdı. "Zeus'un ölümsüzlüğünü
alacağını biliyordun!" dedi Dünya, aniden. "Onu tahrik etmen bu
yüzdendi."
Ares
bacağını yukarı çekip ona döndü. "Şimdi aynı kaderi paylaşıyoruz. Seni
ölümsüz yapamayacaksam ben ölümlü olurdum ama Tartaros hapsi aklımda değildi.
Papatyam, üzgünüm ama..."
Parmağını
Ares'in dudağına bastırıp susturdu. Onu ölümsüz yapamayan Ares onun için ölümlü
olmak istemişti, sadece onunla normal bir hayat sürebilmek için… Her şeyden
onun uğruna vaz geçiyordu, ölümü dahi göze alarak… Kalbi sıkıştı ve sanki
genişledi. Tüm hücrelerine kadar aşkla dolmuş taşıyordu. Ne tehditler, ne
tehlikeler, ne yasaklar… Hiç bir şey umurunda değildi. Her şey zihninden
silindi, sadece Ares’in aşkı ruhuna egemen oldu. Elini genç adamın muhteşem çene
hattı boyunca kaydırdı, yüzünü avuçları arasında tutarak kendine çekti ve
dudaklarına uzandı. Genç adamın dolgun dudağını yavaşça kavradı ve hislerini
itiraf edercesine adamı öptü. Ares'in öpüşü ruhuna can katıyordu; bulutlara
uzanabilir, lavların üstünde sörf yapabilirdi, hatta bu cehennemde onunla
yaşamaya katlanabilirdi. Öpücüğün kontrolünü kendine alan Ares tek koluyla onun
beline sarıldı, hafifçe iterek kürk yatağa yatırdı, ağırlığını vermeden öpmeye
devam etti. Onu okşayan elleri bedenini ateşe veriyordu. Öpüşmeyi
bıraktıklarında nefes nefese kalmışlardı.
Gözlerine
aşağıdan bakmak onu eritiyordu. Ares eğildi, dudağına kısa bir öpücük daha
kondurup iki gözünü de özenle öptü. Hafifçe koklayarak dudaklarını onun
yanaklarına sürttü ve kulağına doğru ilerledi.
"Senden
bir şey yapmanı istiyorum." dedi. Kısık sesiyle fısıldadı. "İtiraz
etme."
Dünya
konuşmak için ağzını açtığında önce sesi çıkmadı. Buna şaşırıp konuşmayı tekrar
denedi ve bu kez başardı.
"Hoşuma
gitmezse, hiç şansı yok."
Biraz
mesafe bırakarak doğrulan Ares göz kamaştıran gülümsemesiyle başını döndürdü. "İkimizin
de hoşuna gitmeyecek ama yapılması gereken bu. Her şeyi bana bırak." dedi.
Dudaklarına doğru fısıldadı. “Seni bu anahtar lanetinden kurtarıp normal
hayatına dönmen için başka bir yol bulacağım. Olayları kontrolüme almam için
bana zaman ver papatyam. Belki uzun bir süre görüşemeyebiliriz ama sakın bir
daha Tartaros'a gelme. Rüyaları dahi kullanma!"
Kendini
tutamadı ve adamın güçlü bedeninde parmaklarıyla bir yol çizerek Ares'in
zırhıyla pantolonu arasındaki boşluktan tenini okşadı. Genç adamın nefesinin
değiştiğini hissetmek baş döndürücüydü, Ares’in ondan etkilenmesi ona zevk
verdiği kadar cesaret de veriyordu. Kararlı bir sesle konuştu.
"Kullanmama
gerek olmayacak çünkü seni buradan çıkaracağım. Tek başıma kalsam dahi bunu
başaracağım." İnanmaz bir kahkahayla yanına kendini bırakan altın gözlünün
üstüne eğildi. "Bana inanmıyor musun?"
Gülümsemeyle
kısılmış pırıltılı gözler ona baktı. "Sana inanmadığım bir an bile olmadı.
Şimdi yanıma gel."
Pisliğe
bulandığını anca hatırladı. Gerileyecekti ki Ares atılıp onu kendine çekti ve
kollarını bedenine sardı. Üzerine kürkü attı ve yumuşak tüylerin arasında ona
yeniden sarıldı. Sırtından ona sarılmış güçlü kolların arasında, huzur ve
mutluluğun en yalın halini hissediyordu. Nerede olursa olsun onu koruyan kara
melek şefkatli kollarını sıkıca sardı. Boynuna bir öpücük kondurdu. Bedeni
uyuşurken kulağına fısıldayan sesi duydu.
"Son
nefesime dek papatyam..." Gerisi, uykunun karanlık boşluğuna yuvarlandı.
Gözleri
tekrar açıldığında beklentiyle ona bakan Hades'i gördü. Adam onun doğrulmasını
sabırla bekledi, esnemesini izledi. Konuşmayınca daha fazla dayanamadı:
"Sonuç?"
Gözünü
ovuşturup adama döndü. "Aşçını değiştirmen gerek, yaptığı yemekleri hiç
beğenmiyormuş."
Sinirlenen
Hades elini yere vurup ayağa kalktı. Duydukları hoşuna gitmemişti.
"İnatçı
şey." diye homurdandı sonra aklına başka bir şey gelmiş olacak ki sırıttı.
"Tamam, o halde biz de aşçımızı değiştiririz."
Dediği
şeye pişman olmasının tam zamanıydı, söylediklerini değiştirmek için ise çok
geç. Ağzı açıldı ama Hades, çoktan dumana karışmıştı. Ares'e işkence yapmaya başlaması
için ona bir neden vermişti, daha da kötüsü Asteria'yı üstüne salması için. Hades
diye seslendi ama karşılık alamadı. Bu ölümsüzler de hiç şakaya gelmiyordu! Kendi
kendine küfrederek ayağa kalktı. Sinirden titreyerek odasına giden koridorda
yürümeye başladı. Belki kâhini tekrar görmeye gitmeliydi veya...
Adonis'in
kapısının önünde durdu. Onu yardım etmesi için nasıl ikna edecekti? Zeus'un
kararından vazgeçmesi için ne yapacaktı? İblislerin, Ares'e ulaşmasını nasıl
engelleyecekti? Elini kapının pervazına koydu, konuya nasıl giriş yapmalıydı?
Sorunlarının en zoru da buydu. Kan dokulu kapının akışkan yüzeyi, kızıl-siyah
bir saten gibi kıvrandı ve kapı aralandı. Adonis sırtında bir ok sadağı ve
elinde bir yayla kapıdan çıktı. Kapının ağzında onun beklediğini görünce
şaşaladı. Saçlarını yanlardan geriye doğru ördüğünden yüzü açıktaydı. Üstüne
dar, koyu yeşil bir yelek giymişti, altında da çizme ve deri pantolon vardı.
Kemerinden kısa bir bıçak sallanıyordu. Ava gittiğini hatırladı. Canı
sıkıldığında veya bir şeyler düşünmek istediğinde hep yaptığı gibi... Peki,
bunu nasıl hatırlıyordu?
Adonis'in
gözleri Dünya'nın boynunu süsleyen belli belirsiz çürüğe kaydı. Adamın çenesi
kasıldı.
"Seninle
konuşmak istiyordum." dedi adamın tepkisi üzerine. Adonis hiçbir şey
söylemedi, onu görmekten rahatsız olmuş gibiydi. Dünya adamın üstüne gitmek
istemedi. "Neyse, sonra da konuşabiliriz."
Adonis'in
huyunu hatırlamasının verdiği kafa karışıklığıyla kendisi de konuşacak durumda
değildi. Adam, ağzını açmadan ona bakmaya devam edince kendi odasına doğru
yürüdü.
"Zeus'la
konuştum."
Dünya
anında durdu ve adama döndü. Adonis devam etti. "Ares'i Tartaros'tan
çıkarmaya gidiyorum."
Yanlış
mı duymuştu. "Ares'i kurtaracak mısın?"
"Elimden
geleni yapacağım." dedi
"Zeus'u
nasıl ikna ettin?" adamın yanına geri yürüdü. "Ares'i affetmesini
nasıl sağladın?"
"Ares'i
affetmedi." dedi Adonis. "Onunla bir anlaşma yaptım. Ares'i
Tartaros'tan çıkarmayı başarabilirsem hapis cezası düşecek."
"Anlaşma
mı? Ne anlaşması?"
Adonis,
elindeki uzun ve güzel yayı omzuna geçirdi. "O konu beni
ilgilendirir."
“Yanlış
anımsamıyorsam, Ares’i Tartaros’a uğurlamak istiyordun. Ne değişti?” dedi
adamın önünde ellerini beline koyarak. “Kurtarmaya çalışmandan memnunum ama
kararını neyin değiştirdiğini merak ediyorum. Birden ona olan dostluğun mu
depreşti?”
Adonis
dudaklarını yaladı, Ares hakkında konuşmaktan rahatsızdı. Dünya gözlerini
dikkatle kısınca pes etti. Nefeslendi. “Dostluğumuzu lekeleyen oydu Dünya. Fark
ettim ki, ondan uzak olmak senin ilgini azaltmıyor tam tersine daha çok
düşünmeni sağlıyor. Çünkü gerçekte onun nasıl bir karaktere sahip olduğunu
bilmiyorsun. Olimpos’a geri dönerse, onun ne kadar sahtekâr ve bencil biri
olduğunu anlayıp seni asıl seven kişinin ben olduğumu anlayabileceksin. Sadece
senin gözünü açmak için Ares’i kurtarmak istiyorum.”
Sözleri
bir anlamda mantıklı geldi ama aklındaki tek bahanenin bu olmadığı yüzünden
okuyabiliyordu. Adonis pek duygu ve düşüncelerini saklamayı beceremiyordu. Adamın
soğuk ve ilgisiz tavırlarından anladığı şey, ondan sakladığı anlaşmanın önemli
olduğuydu. Bunu da onun öğrenmesini istemiyordu.
"İyi
o halde, ben de seninle geliyorum." diye diklendi.
"Tabi,
neden olmasın? Kolumda bir ölümlüyle Tartaros'a gitmek çok eğlenceli
olabilir."
"Tek
başına oraya gitmene izin vermiyorum." dedi. Üç kişi olmalıydılar, görevi
başarmak için. "Orası, tek kişinin başa çıkamayacağı bir yer…" Durakladı
ve "Yani olmalı." diye ekledi.
Adonis
güldü ama bu, hoş bir gülüş değildi. "Aşkım, Tartaros'u çok iyi bilirim. Orada
neredeyse Hades kadar uzun zaman kaldım desem yalan olmaz."
"Ne?"
"Uzun
bir süre yılın yarısını orada geçirdim. Bu yüzden, Tartaros'u avcumun içi gibi
biliyorum."
"Sen,
Tartaros'ta mı yaşıyordun?"
Adonis
duygusuz gözükmeye çalışıyordu ama bu gözlerinin derinlerine yerleşmiş acıyı
gizleyemiyordu. "Bir zamanlar Persephone'nin âşığıydım."
Persephone'nin
Hades'in eşi olduğunu ve yeraltında yaşadığını biliyordu. Adonis'in onun âşığı
olduğunu ise yeni öğrenmişti. "Bu nasıl olur?" diye mırıldandı,
sorular zihnine akın ederken. "O, Hades'in eşi değil mi? Evlendikten sonra
Tartaros’ta yaşamaya başladığına göre sen nasıl o cehennemde onun aşığı
olabilirsin? Hades bu… Bu ilişkiyi nasıl kabullendi? Ayrıca nasıl altı ay
yemeden içmeden orada kalabildin?"
Konunun
geldiği noktadan huzursuz olan Adonis sıkıntıyla etrafa bakındı. “İçeride
konuşmaya ne dersin? Kapı önünde sohbet etmemize gerek yok.” Dünya başını
sallayınca uzandı elinden tutarak onu odasına soktu. Kapı kapanırken elini
bırakıp ona döndü. "Bu bahsetmeyi sevdiğim bir hatıra değil Dünya. Kısaca
anlatmak gerekirse, Hades, Persephone'ye zorla ve hileyle sahip olduğu için her
kaprisine boyun eğer. Onun bedensel zevklerini kiminle doyurduğu Hades için
önemli değildi. Sonuçta Persephone onun eşi olmaya devam ediyordu. Bu yüzden
benimle oynaşması umurunda değildi. Onunla yeraltında, altı ay geçirdiğim için
Tartaros'u çok iyi bilirim ve oranın bir ölümlü için ne kadar tehlikeli
olduğunu da."
"Hâlâ
onun sevgilisi misin?" dedi. Bunu neden sorduğunu anlayamadı.
Adonis
sorunun niyetine kafa yormadan cevapladı. Usulca başını salladı.
"Hayır,
kendi açımdan onun sevgilisi hiç olmadım. Bu gerçekten karışık bir mesele."
dedi. Yayıyla sadağını kenara bırakıp, yeleğinin üst bağlarını çözerken ona
iyice yaklaştı. "İkinci sorunun cevabına gelince, Tartaros'ta yememe
içmeme gerek yoktu. Beden gücümden başka bir güce ihtiyacım olmadığından
düzenli olarak nektar içmeme de gerek yoktu."
Eğilip
Dünya’nın elini aldı ve önünü açtığı yeleğinin içine soktu. Ilık teni, bir ipek
gibi pürüzsüzdü. Adonis, onun elini kendi kalbinin üstüne koydu. Sıkı
kaslarının altındaki kalbinin atışını dinlemeye çalıştı ama bir şey hissetmedi.
Kalbi atmıyordu! Ağzı açık, Adonis'e baktı. Elini bırakan adam ondan uzaklaştı.
Yüz ifadesini ondan saklamak adına sırtı dönük cansızca konuştu.
"Benden
korkmanı istemiyorum, ben ölü değilim Dünya. Sadece kalbim normal hızda
atmıyor, bu yüzden yemeye içmeye ihtiyacım pek yok. Altı ay hiçbir şey yemesem
beni pek etkilemez."
"Kendine
vampir derken abarttığını sanmıştım." diye mırıldandı.
Adonis
nefes alıp ona döndü.
"Onların
efsanesine kaynaklık yaptığım için ilk vampirin ben olduğumu söylersem belki
tiksintin meraka dönüşür."
"Senden
tiksinmiyorum ve şimdiye kadar hiç tiksinmedim. Sen harika birisin
Adonis." dedi. Ona doğru yürüdü ve yüzünü okşadı. "Ares'i kurtarmak
istemen de bunu kanıtlıyor."
Adonis
gergin bir gülüşle başını geri çekti.
"Ares..."
diye mırıldanıp yayının yanına gitti. Sadağı tekrar omzuna taktı ve yayı eline
aldı. "Ben harika biri değilim. Az önce dediğim gibi kendi çıkarım için onu
oradan çıkarmak istiyorum." dedi ve kapıya elini uzattı.
Peşinden
gitmeye kararlı olduğunu söylemek için ağzını açmıştı ki, Adonis ona şaşkınca
döndü.
"Bir
tuhaflık var." diye söylendi. Kapıdan elini çekti ve kapıya yeniden
dokundu. "Kapı açılmıyor."
"Tekrar
dene." dedi Dünya, adamın yanına gidip.
Adonis
elini kapının üstüne yeniden koydu, akışkan yüzey parmaklarını tamamen
kaplayıncaya kadar bekledi ama kapı açılmadı. Kapının ötesinde, Hermes'in gür sesini
duyunca Dünya hazırlıksız yakalandığı için irkildi ve Adonis'in koluna yapıştı.
"Adonis!"
diye bağıran Hermes'in sesi dehşet içindeydi. "Büyük bir sorunumuz var,
odadan çıkabiliyor musunuz?"
"Hayır."
dedi. "Peki, ya diğerleri?"
"Boyut
kapılarının ve kişisel kapıların hepsi mühürlenmiş. Kimse odasından çıkamıyor,
bunların içinde Zeus da var."
Adonis
koluna yapışmış duran Dünya'ya yan gözle baktı. "Bir de sen dene."
Birden
korkaklığı için kendinden utandı, nefes alıp Adonis'in kolunu bıraktı. Adonis
onunla dalga geçiyor olmalıydı. Yani kendi odalarını açamayan ölümsüzlerin kapılarını
açmasını mı bekliyordu? Elini kapıya dokundurdu ve kapı aralandı. Sevinçle
Adonis'e baktı. Adamın tepkisi tuhaftı.
"Tüh!"
"Bu,
senin sevinme ünlemin mi?" diye homurdandı. Kapısını açmıştı işte, o da
teşekkür etmek yerine hayıflanmıştı.
"Bir
daha deneyelim." dedi Adonis ve elinin ufak bir hareketiyle onlara
sevinçle bakan Hermes'in yüzüne kapıyı kapattı. Meydan okur gibi kollarını
kenetleyip ona baktı.
Dünya
tekrar kapıya uzandı ve kapı açıldı. Adonis homurdandı. "Bugün kesinlikle
şansız günüm!"
"Ne
demeye çalışıyorsun sen?" diye adama diklendi.
"Bir
an, seninle odada kapalı kalmayı düşündüm de... Çok eğlenceli olurdu."
Adamın
yüzünde oluşan muzip ifade içini titretti. Az önceki soğukluğu gitmiş onun
yerine oyuncu Adonis gelmişti, tehlikeliydi… Ondan niye etkileniyordu ki! "Bakıyorum
sıkıntın çabuk geçti." diye söylenerek dışarı çıktı.
Hermes
önde, onlar arkada Zeus'un odasına doğru koşmaya başladılar. O sırada, büyük
bir gürültü koptu. Ev temelinden sarsıldı ve uğultuyla karışık bir kükreme
duyuldu. Sarsıntıyı beklemeyen Hermes dengesini kaybetti, ileriye fırlayıp
yuvarlanırken; Adonis, Dünya'yı korumak için kolları arasına alıp duvar
tarafına yuvarlandı. Göğsüne başını yaslamıştı, bedenini kalkan olarak
kullanıyordu. Dünya, başını kaldırmaksızın fısıldadı.
"Deprem."
Adonis
başını sallayıp ona baktı. "Değil, sen çabuk odana git!" dedi sonra
hızlıca düşündü. "Hayır, tehlikeli olabilir. Vakit yok. En iyisi yanımda
kal ve ne olursa olsun yanımdan ayrılma."
Hermes
yanlarına geldiğinde onlar da ayağa kalkmışlardı. Adamın yanında Athena ve Eros
vardı.
"Aşağıdalar!
Kat korumasını kırmaları an meselesi. İçecek salonundakiler ve odalarındakiler
kapalı, serbest kalan sadece biz varız. Diğerleri..."
Büyük
bir gürültü daha koptu ve vahşi hayvan sürüsü gibi hırlamalar yakınlaştı.
"Korumalar
kırıldı." diye mırıldanan Hermes, aniden döndü. Köşeden onlara doğru
koşanı görünce rahatladı.
Gelen
Apollon'du. Başını çarpmıştı ve saçlarının arasından kan sızıyordu. "Sayıları
on beşe yakın." dedi. Yanlarına geldiğinde sallanan yerde dengesini bulmak
için duvara elini dayadı.
"Bizim
için az bir sayı." diyen Adonis'e bakan Dünya, adamın gözlerinin vahşice
parıldadığını gördü.
Apollon
adama döndü. "Bunlar melez Adonis, güçlü melezler..."
Hepsinin
kaşları çatıldı, bir tek Dünya tepki verememişti. Ne farkı olduğunu bilmiyordu.
Sesler hemen aşağıdaki katta patladı. Bir ulumayla birlikte bir şeylerin
kırıldığını ve yıkıldığını duydular. Adonis onun elinden tutarak aşağıya giden
koridor boyunca koşmaya başladı. Diğer ölümsüzler onları izliyordu.
"Hiç
silahım yok." diyen Apollon'a bakmaksızın Adonis kemerindeki uzun bıçağı
çıkarıp adama uzattı.
Apollon
bıçağı hiç naz etmeden aldı. Yay ve sadağını da Athena'ya uzattı.
"Hena,
sakın ıskalama!"
Eros'un
sırtında, yoktan var olan bir sadak belirdi; sadağın içi boştu. Dünya’nın gözü Hermes'in
elindeki tuhaf şeye takıldı. Bu şeyin üstünde bir sopaya sarılmış iki yılan
figürü vardı. Dikkatle bakınca sopanın aslında kaval olduğunu gördü. Hermes
koşarken yılanlar hareketlendi ve uzun bedenler adamın kollarına dirseklerine
kadar sarıldı. Yılanlar uzadı ve eliyle tuttuğu yılan figürleri üzerinden metal
dikenler çıkan iki kamçıya dönüştü. Kavalını sırtındaki yerine takan Hermes ona
göz kırptı ve öne düşerek hızlandı.
Adonis'in
sesi onları daha hızlandırdı. "Dışarı çıkmak istiyorlar. Salonda önlerini
kesebiliriz!"
Adonis'in
elinden tutarak koşmak, adamı yavaşlatıyordu. Bu, hız trenine tutunmak gibiydi.
Adonis'in elinden elini çekince duran Adonis, ona baktı.
"Sen
git, ben sana engel oluyorum."
"Dünya,
seni burada bırakamam." diye söylenen Adonis, köşeden kaybolan
diğerlerinin ardından baktı.
Dünya
adamı ittirdi. "Git, ben sana yetişirim. Tehlike arkada değil, önde!"
Sonunda
ikna olan Adonis, derin bir soluk alıp koridorda göz açıp kapayana kadar yok
oldu.
Bir
süre elleri dizlerinde soluklandı. Tüm bedeni titriyordu, adım atacak dermanı
kalmamıştı. Çatlamış duvara sırtını dayadı. Acı dolu bir çığlık duydu.
Ölümsüzler, iblisleri en alt salonda kıstırmışlardı. Onların yanına gitmek için
doğrulduğunda koridorun ışıkları titreşti ve ikinci titreşimde tüm ışıklar
tamamen söndü. Buz kesti. Az önce duyduğu dövüş sesleri şimdi kulağına uğultu
gibi geliyordu. Dehşet, kalbine yayılırken soluğu kesildi. Titreyen elleriyle
duvara dokunmaya çalıştı. O kadar uzaktı ki karanlıkta yönünü şaşırdığını
düşündü. Bir adım attı ama devamı gelmedi. Kalbi hızla atıyor, nefes
alamıyordu. Soğuk bir ter damlası, şakaklarına süzülürken gözlerini iyice açtı;
bu karanlığa rağmen faydası olabilecekmiş gibi.
Kısık
bir hırıltı duydu, eğildi. Hırıltı kısık bir kahkahaya dönüştü. Elleri yerde,
tek dizinin üstünde bayılmamaya çalışıyordu. Sakinleşme çabaları sonuç vermedi.
Konuşabilse yalvaracaktı. Elini kalbine koydu. Deli gibi atan kalbi kasılmaya
başlamıştı. Bu karanlığın içinde kalp krizinden öleceği düşüncesiyle iyice
panikledi.
"Karanlıktan
korkuyorsun, korkunun tadını alıyorum." diyen hırıltılı ses bu kez daha
anlaşılır konuştu. "İşimi kolaylaştırdın."
Sesin
geldiği yöne kaldırdı başını. Havada duran bir çift kızıl gözü görünce arka
üstü düştü. Onu saran dehşet, o kadar yoğunlaşmıştı ki hava yerine dehşeti
soluyordu. Kızıl gözlünün iri yarı bedeni, uğursuz bir ışığa bulanmış halde
karşısında belirdi. Bu Deimos'tu. Bedeni bulut gibiydi ya da hissettiği korku
Dünya'nın görüşünü bulandırıyordu. Deimos’un görüntüsü hayaleti andırıyordu ve
etrafındaki hava buğulu bir aydınlık yayıyordu.
Deimos
yan tarafına seslendi. "Dişiyi al ve geri dön."
Bir
an önce kaçmalıydı. Titreyen ellerinin üzerinde gerilemeye çalışırken Deimos'un
yanındaki gölgelerden başka bir yaratık çıktı. Yeni gelen, Deimos’tan daha
somut ve daha korkunçtu. Tek gözü bir köze dönüşmüş kömür gibi yanıyordu, boyu
neredeyse Deimos kadar uzundu. Deimos'un yaydığı titrek ışık sayesinde
görebildiği kadarıyla bedeninin yarısı hastalıklı bir yarayla kaplanmıştı.
Kanlı ve irinli yarada kurtçuklar kımıldıyordu. Midesi bulandı. Pençelerini ona
doğru uzatırken iyice geriledi, sırtı duvara gelene kadar terli elleriyle
iblisin temasından kaçınmaya çalıştı.
Parlak
bir ışık, karanlık koridoru aydınlattığında iblisin eli onun boğazına sarılmak
üzereydi. Karanlık biraz olsun aydınlanınca kendine geldi ve çığlık atarak yana
yuvarlandı. Bir ıslık sesiyle ona uzanan yaratık böğürdü. Yaratık, ikinci ıslık
sesinden sonra tam yanı başına cansız olarak düştü. Dünya tekrar çığlık attı. Yaratık
tamamen köze dönüştü, ardından da küle. Dünya soluk soluğa doğruldu ve Deimos'a
baktı. İblis orada değildi, onun yerine ona doğru koşan ışık saçan Athena
vardı. Kadının saçlarını saran miğfere benzer taç, ışıl ışıl parlıyordu;
aydınlığın sebebi buydu.
Athena,
elindeki yayı yana bıraktı. "İyi misin?"
"..."
Başını salladı. Dili tutulmuştu, konuşamadı.
Athena,
yüzüne yapışmış terli saçlarını çekip tekrar sordu. "Dünya, iyi
misin?"
Tüm
bedeni zangır zangır titrerken konuşması zordu yine de denedi.
"Evet."
"Tamam."
dedi. "Ayağa kalkabilecek misin?"
Athena'nın
desteğiyle ayağa kalktı ve evin giriş salonuna inen merdivenlere kadar birlikte
hızlıca yürüdüler. Saldırıya uğradığı koridorun ışığı dışındaki lambalar yandığından
korkusu azalmıştı. Merdivenlere yaklaştıklarında kükreme, ardından da bir
bağırış duydular. Athena onu bırakıp koştu. İkinci ses, Adonis'in sesiydi.
"Hayır."
diye güçsüz bir sesle o da fırladı.
Athena
güçlü yayını germiş ve uç kısmı tuhaf bir ışıltıyla parlayan son oku aşağıya
hedeflenmişti. Dünya tırabzanlara vardığında görüntü korkunçtu. En az üç metre
boyundaki dev gibi üç tane canavara karşı savaşan ve güçlerinin son demlerinde
olan az sayıdaki ölümsüzler. Baygın Apollon, küllerin içinde yerde yatıyordu.
Sırtında derin bir pençe izi vardı. Eros görünmez oklarını sadağından eliyle
çekip yine eliyle Hermes'le dövüşen iblise atıyordu. Görünmez ok havada uçarken
cisim kazanıp beliriyordu. Saplanan oklar kalın derisini geçip, ölümcül bir
yara açmadığından yaratık Hermes'e yaklaşmaya devam ediyordu. Hermes,
korkusuzca iblise baktı. Küçük yapısından beklenmeyecek bir çeviklikle iblisin
üstüne tırmandı ve elinde tuttuğu demir dikenli kamçıyı boğazına dolayıp hızla
döndü. İblis, onun hızından dolayı savruldu ve açılan hasarlı boynu Eros'un
oklarının hedefi oldu. İblis küle dönüşürken Hermes tozların üstünden rahatça
atladı. Gözleri, iki iblisin sıkıştırdığı Adonis'e döndü. Devlerin arasında
kalmıştı, iki yandan onu sıkıştırmaya çalışıyorlardı. Diğerlerinden uzak
düşmüştü. Athena'ya baktı, yardım etmesi için. Athena çoktan hedefine
yoğunlaşmıştı. Yayı iyice germiş, gözünün birini kapatmış ve Adonis'e uzun
tırnaklarını uzatan iblise okunu hedeflemişti. Ok, havayı bıçak gibi yardı ve
iblisin kocaman kafasına saplandı. İblis böğürerek, başına saplanan oku çekip
çıkardı ve yere attı.
Athena
endişeyle tırabzana ellerini koydu. "Adonis!"
Adonis'in
dikkati diğer iblise yoğunlaşmıştı. Savrulan iri yumruktan kıl payı kaçıp
iblisin boşluğuna bir yumruk attı. Döndü ve sırtına var gücüyle tekme attı.
Dünya, adamın akıl almaz gücü karşısında şaşırdı. İblis, duvarı çatlatarak
çarparken; Adonis, yavaşça dönüp onlara doğru baktı. Yanağında derin bir kesik
vardı, kolunda da üç sıra pençe izi. Hoşnutsuz bir tavırla kaşları çatıldı ve
başına saplanan oku çıkaran iblise döndü. Hermes kamçısını şaklattı ve iblisin
koluna doğru salladı. Demir dikenler, iblisin kalın derisine saplandı. İblis
uludu ve hızla kolunu çekti. Hermes bu kuvvetin etkisiyle uçtu ve duvara sertçe
çarparak yere düştü, bayılmıştı. Kamçılar tekrar demir yılanlara dönüştü ve
iblis serbest kaldı.
Eros
diğer iblisi ok yağmuruna tutmuştu; kalın derisi yüzünden iblise bir türlü istediği
zararı veremiyordu. Adonis karşısında duran iblisle baş başa kalmıştı. İblis,
dev gibi elini ona salladı. Adonis yerde takla attı ve darbeden kurtuldu. Tek
dizinin üstünde dans ediyormuşçasına, zarif bir dönüşle yerden Apollon'a
verdiği bıçağı aldı. Durmaksızın iblisin dizinin arkasına sapladı. Bıçak sapına
kadar gömülmüştü. İblis kükredi ve dizleri üzerine düştü. Adonis, iblisin
arkasına tırmandı ve ellerini iblisin ağzına geçirerek onu yukarıya doğru ikiye
ayırdı. Tüm gücüyle asılınca da iblisin çenesi ikiye ayrıldı. İblis, küle
dönüşmeden önce Adonis onun üstünden rahatça atladı.
Az
ötesinde baygın yatan Hermes'in sırtındaki kavalı alan Adonis, Eros'un
oklarından etkilenmeyen iblise doğru kendinden emin adımlarla yürüdü. İblis,
Adonis'in ona yaklaştığını anladığından nefretle dönüp karşılamak için adama
baktı. Adonis, uçarcasına yukarıya havalandı ve kavalı, iblisin çenesinden
yukarı doğru sapladı. Kaval, çenesinin altından girip başının üstünden
çıkmıştı. İblisin gözleri yuvalarından fırladı, iki dizinin üstüne çöktü. İblis
hâlâ yaşıyordu. Adonis, kırılan pencereden dökülen cam parçalarından en uzununu
aldı. Camın ellerini kesmesine aldırmadan bir kılıç gibi sıkıca tuttu ve
savurdu. İblisin başı havada uçarken küle dönüştü, yere düşen bedeniyle
beraber.
Tüm
melez iblisler yok edilmişti.
Athena
merdivenlerden hızlıca inip yerde yatan ölümsüzlerin yanına koştu. Eros,
kendine gelip doğrulmaya çalışan Hermes'in yanına varmıştı bile. Adonis
elindeki camı bıraktı ve Dünya'nın bulunduğu yere baktı. Yorgunluk öfkesinin
yerini almıştı. Elinden oluk oluk kan akıyordu. Dünya; değil adamın yanına gitmek,
yerinden bile kıpırdayamıyordu. Adonis ellerini Eros'un üstünden çıkarıp
verdiği gömlekle sardı ve ağır adımlarla onun yanına geldi. Gömlek şimdiden
kana bulanmıştı.
"İyileştiremiyor
musun?"
"Hayır,
yeterli gücüm yok." dedi. Yüzünün beyazlığı bunu belli ediyordu.
"Kana
ihtiyacın var." diye mırıldandı. Yutkundu, durumun korkunçluğu karşısında
ne yapabileceğini düşünüyordu. O an aklına geldi. "Belki, yine..."
Adonis
gülümsedi. "Sağ ol, aşkım ama nektar bulabileceğimi sanıyorum."
Başını
salladı, yüzü ısınmıştı. Bu iki ölümsüz onu iyice aptallaştırıyordu veya daha
öncesinde de saf biriydi.
Sonraki
birkaç saat yaralı ölümsüzleri ve kapalı kalan ölümsüzleri kurtarmakla
uğraştılar. Oldukça kan kaybeden Adonis bayılmasına ramak kala Dünya'yı Hermes
ile bırakıp Sirona'nın yanına gitmeye ikna oldu. Apollon ve Adonis
dışındakilerin yarası ağır değildi. Serbest kalan ölümsüzler; yaralılarla,
yıkılan alt katlarla ve salonla ilgilenirlerken o da Hermes ile boyutları ve
odaları açmakla uğraştı. Hermes, onun gösterdikleri dışındakilere müdahale
etmemesini söylemişti. Bazıları kapalı kalması gereken boyutlardı. Zeus görev
için Hermes'i çağırana kadar gayet iyi gidiyorlardı ve üst katları hemen hemen
bitirmişlerdi. Alt katlar yıkık olduğundan Hermes oraya tek başına gitmemesini
söyleyerek yanından ayrıldı.
Yorgunluğunu
kendi katına geldiğinde fark etti. Uyumak istiyordu ama bu karmaşa içinde
uyuması ne kadar doğru olurdu? Belki gidip yardım teklif etmeliydi ama ne
tamirden ne de inşaattan anladığını sanıyordu. Yeraltındaki iki kat ve onun
katının da içinde olduğu yer üstündeki iki katla birlikte toplam dört kat
mahvolmuştu. Koridor duvarlarının çoğu çatlamış, boyaları dökülmüş ve
aralarından kalasa benzeyen tahtalar fırlamıştı. Apliklerin yarısı yanmıyordu,
geri kalanların çoğu da göz kırpıyordu. Tamamen sönmemelerini dileyerek hızlıca
odasına yürüdü. Zemine dikkat etmesi gerekiyordu çünkü zeminde bazı yerler
kırılmıştı ve basınca aşağıya çöküyordu. Yaklaşık on beş tane melez iblis, dev
malikâneyi harabeye çevirmişlerdi. Peki, bunlar nerden ve nasıl gelmişti?
Odasının
kapısına elini uzattı. Birden uzattığı elini alnına götürdü, Enlil'i unutmuştu.
Onu odasından kurtardığını hatırlamıyordu. Adam hiçbir yerde de görünmemişti. Hermes
de bir şey demeyince o karışıklıkta adamı unutuvermişti.
"Aman
Allah'ım!" dedi ve geriye döndü.
Nereye
gidecekti? Odasının yerini bilmiyordu ki. Uzun koridora göz attı. İki yana
uzanan koridor az ışığın da etkisiyle uçsuz gibi görünüyordu. Titreşen
lambalardan ikisi daha patlayarak, sönünce çığlık atmamak için ağzını kapattı.
Enlil'in
bir yerlerde yaralı olabileceği düşüncesini kafasından atmaya çalışıyordu.
Bencil davranıp odasının güvenliğine çekilmeliydi. Mantıklı olan buydu. Verdiği
karardan pişman olmamayı dileyerek odasına döndü. Kısa, sıcak bir duş aldıktan
sonra bir şort ve tişört giyip saçlarının nemine aldırmadan yatağının üstüne
kıvrıldı. Uyuyamayacak kadar yorgundu. Kapısının tıklatıldığını duyduğunda
derin uykuya geçmek üzere olduğunu fark etti ama bilincinin tamamen kapanmasına
engel olamadı. Çok yorgundu.
Karışık
rüyalarından, belirgin olan parçalar beyninde resimler halinde asılı kaldı.
Resimler; sürekli değişip, birleşerek tek bir rüyaya dönüştü. Odasının önünde
dikilirken koridorun karanlığında Ares'in siluetini görüyordu. Adama doğru ölüm
sessizliğinde yürümeye başlayınca, varlığına kayıtsız kalan Ares arkasını dönüp
ondan uzaklaşıyordu. Panikle hızlanıyor ama bir türlü adama yetişemiyordu. Ares
tırabzansız bir merdivenin başında durup omzunun üstünden ona bakıyordu. Gözaltları
simsiyah, bembeyaz yüzü ölümcül bir güzellikteydi. Gözlerindeki pırıltılar
sönmüştü ve ona bakışı duygusuzdu. Üzerindeki uzun pelerinin başlığını,
topladığı saçlarının üstüne örtüyor ve hızlı adımlarla merdivenleri inmeye
başlarken Dünya onun peşine düşüyordu. Bu merdiveni ve geçtiği yolu
hatırlamıyordu. İçini saran kötü hislere rağmen adamı kurtarma umuduyla
arkasından gidiyordu.
Soğuk,
taş zemine çıplak ayaklarıyla bastığında tüyleri diken diken oluyordu.
Duvardaki meşalelerin ışığında başlığını burnunun ucuna kadar çekmiş Ares'in
bilmediği bir kapının önünde durduğunu görüyordu. İsmini seslenerek ona
koşuyorken Asteria yoktan var oluyor ve çevresine uğursuz siyah dumanlar
yayıyordu. Kötücül güzelliğiyle başını dikleştirdiğinde Dünya olduğu yerde
kalakalıyordu. Ares ile arasında beş metre ancak olmasına rağmen Asteria
yüzünden korkudan felç olmuş halde ayakları yere saplanıyordu.
Asteria
kibirli ve kendinden emin bir tavırla Ares'in yanına gidiyor. Hislerinden azade
olan adam onun yaklaşmasıyla tek kolunu kadının beline atıyordu. Ares'in
dudakları, kadının boynunu okşarken Dünya ağlamamak için çenesini iyice
sıkıyordu. Asteria gözlerini kapatıp birkaç saniye kendini adamın dokunuşlarına
bırakıyordu. Ares'in dudaklarını cevaplamadan önce, Dünya'ya kin dolu bir bakışla
bakıyor ve öfkeyle fısıldıyordu.
"O
benim!"
Sonra
zarifçe dönüp Ares'i kapıya doğru iterken adamın dudaklarını kendininkilerine
hapsediyordu. Ares'in hayatı bu kadına bağlıymış gibi onu öpmesiyle Dünya'nın
kalbi yırtılıyor gibi acımaya başlıyordu. Asteria'nın boştaki tek elini kapıya
dayamasıyla kapı açılıyor ve sonra arkasında kayboluyorlardı. Bu rüyayı, üst
üste en az üç kez tam olarak gördüğünün bilincindeydi ama rüyaya engel
olamıyordu. Rüya olduğunu bildiği halde görmeyi durduramıyordu. Can acısını
dindiremiyordu…
Haykırarak
uyandı. Nefeslenmeye çalışırken havanın karardığını fark etti. Yatmadan önce
penceresinin perdelerini sonuna kadar açmayı akıl ettiğinden oda çok karanlık
değildi. Zayıf da olsa ay ışığı odayı aydınlatıyordu.
Aniden
irkilerek doğruldu, odasında biri vardı. Tek eliyle duvarı yokladı ve kırmızı
damar parlayınca odasındakinin kim olduğunu görüp rahatladı. Korkudan kısılmış
sesiyle konuştu.
"Sen
miydin?"
"Seni
korkutmak istemezdim." dedi Enlil. Karşısındaki sandalyeye oturmuş bacak
bacak üstüne atmış onu izliyordu. "Ortalık karışınca nasıl olduğuna bakmak
için gelmiştim."
Beyaz
damarı belirginleştirerek adama döndü. "Odaya nasıl girdin?" dedi
kapıya baktı. Kapı kapalıydı.
Enlil
gülümsedi. "Geçen gün beni odana aldığında benim için izin yaratmış oldun
ve ben de sana göz kulak olmak için bundan yararlandım. Ortalık hala karışık…"
"Teşekkür
ederim." dedi. "Ben, odanın yerini bilmediğimden yanına gelemedim.
Birine sormak da aklıma gelmedi."
Enlil
yüzünü buruşturdu:
"İyi
ki sormamışsın. Odama kimseyi almadığım için bana sinirliler, bu yüzden sana ne
tepki verirlerdi bilmiyorum. Sen uyurken bile Zeus iki defa odana geldi. Ona,
sana benim göz kulak olduğumu söylememe rağmen bunu duymazdan geldi. Odalara
izinsiz girilmesi gerçekten canımı sıkıyor." dedi ve burnundan kayan
gözlüğünü sakince yukarı kaldırdı.
Canı
sıkıldığında bu kadar sakinse...
"Zeus
odama mı geldi?" dedi şaşkınlıkla. Üstüne baktı, bol tişört ve şort... Kim
bilir yatakta nasıl yatıyordu?
"Evet,
seni bir süre izledikten sonra gitti. Ben senin yerinde olsam kimseyi özelime
karıştırmam." dedi Enlil.
"Bunu
nasıl yapacağım?" dedi. "Tüm odalara girebildiğini biliyorsun."
"Benimkine
değil." dedi Enlil. Muzipçe ekledi. "Ares'in odasına da
giremez."
Ares,
bunu daha önce söylemişti ama aklı başka şeyde olduğundan bunu göz ardı
etmişti. Şimdi ilgisini çekti. Bacaklarını yataktan sarkıttı. "Onu nasıl
engellediniz?"
Enlil,
onun gibi öne eğildi. "Minicik bir şeyle..."
"Ben
de istiyorum." dedi
Enlil
bu tepkiyi bekliyormuş gibi sırıttı. "Zeus'u kızdırırsın."
"Umurumda
bile değil, ona zaten ben kızgınım." diye homurdandı.
Enlil'in
gözlükleri ışığın etkisiyle parladı. Garip bir tonda sordu. Sanki sorgular
gibi…
"Ares
yüzünden, değil mi?"
"Beni
burada tutsak ettiğinden..." dedi ve durdu. Sonra itiraf etti. "Evet,
Ares yüzünden." dedi.
Bir
anlığına adamın gözlerinin kısıldığını gördü Dünya ama hemen ifadesini
toparlayan Enlil nefes alıp ayağa kalktı.
"Uğrunda
savaşılacak bir erkek o. Kim olsa onun ilgi ve sadakatini kendine ister. Hem
yakışıklı hem de güçlü… Çok güçlü…" dedi. Onu şaşkınlık içinde bırakıp
kapıya yürüdü. “Neyse, biz işimize bakalım.” Enlil'in Ares'i beğeniyor olması
midesini bulandırdı. Eros normal geldi birden gözüne. Enlil’in ilgisi rahatsız
ediciydi… Neler düşünüyordu böyle! Başını sallayıp adama baktı. Kafasını ve
dikkatini toparlamalıydı.
Adam
kapının önünde durdu ve onu yanına çağırdı.
"Kapının
üstüne bir şekil çizeceğim. Ares'in kapısının üstündeki şekil ile aynı olacak
ve Zeus senin isteğin dışında odana giremeyecek. Çok uzun seneler önce, Ares'in
kapısını da ben mühürlemiştim bu yüzden çekinmene gerek yok. Sadece şekli
yapmam için senin bana yardım etmen gerekecek."
"Sen,
Ares'in odasına girebiliyor musun?" dedi kaşlarını çatıp.
Enlil
hafifçe gülümsedi. "Ben ve senden başka onun odasına kimse giremez."
Yüzünün
asılmasına, Enlil'in tepkisi kahkaha atmak oldu. Çok kadınsı bir kahkahaydı,
neyse ki fazla sürmedi.
"Kıskandın
mı?"
"Hayır,
niye kıskanayım ki! Onu kıskanmam için bir neden yok! diye yalan söyledi.
"Şu kapıyı kapatalım ve yemek yemeğe gidelim acıktım."
Enlil
sırıttı. "Tamam, ama ben sana yemekte eşlik edemeyeceğim. Kendi odamı hâlâ
açamadım. Bu yüzden senin odanda oturmak zorunda kaldım."
"Ah,
hadi ya! Tamam. Önce senin odanı açalım, sonra yemek yeriz."
Enlil
elini kaldırıp Dünya'nın çenesini tuttu. "Sen çok tatlı bir kızsın."
Nedense
dokunuşundan hiç hoşlanmadı ve başını adamın elinden çekti. Enlil buna hiç
gocunmadı. Dünya özellikle bugün adamın varlığından rahatsız olmuştu
engelleyemediği bir tiksinti hissediyordu.
Zeus'a
odasını kapatmak için yapması gereken şey bir iki damla kan vermekti. Enlil
yapacaklarını ona anlatırken bir yandan da cebinden sivri uçlu ve kısa bir
bıçak çıkardı. Bıçağı kınından sıyırdı ve Dünya'nın sağ elini avucuna aldı.
Dünya küçük bir kesik için olacağını düşünmesine rağmen kendini epey kastı.
Enlil keskin bıçağın ince ucunu başparmağının altındaki yumuşak boğuma saplayıp
aşağıya doğru kanırttığında acıdan aklı uçtu. Parmağının ucunu keseceğini
sanmıştı. Bu derin kesikten akan kanı görünce midesi altüst oldu, başı döndü. Elini
çekmek istese de adam bırakmadı. Kendi işaret parmağına akan kanı bulaştırdı ve
nihayet onu bıraktı. Kanayan elini diğer eline alıp şaşkınca adama baktı, acıdan
gözleri yaşarmıştı. Aşırı davranışını açıklamaya dahi çalışmayan Enlil uzanıp
kapının en üstüne yıldız çizdi ve nefes alıp yıldıza üfledi. Yıldız şekli
siyaha döndü ve kapı basınçla gerildi. Kapı normal haline döndüğünde tahtasının
üstünde siyah damarlar oluşmuştu.
Enlil
eserinden memnun ona döndü fakat Dünya'nın halini görünce yüzü asıldı. "Olamaz.
Çok mu kesmişim? Bıçak kayınca tutamadım, yaşlılık."
Hâlâ
sızlayan eline rağmen başını salladı. Kanayan elini üstündeki geniş tişörtün
eteğine sardı. "Sorun değil, acımıyor."
Bıçağın
kaydığı falan yoktu. Adam isteyerek o kadar derinden kesmişti ama bunu
tartışmanın yeri değildi. Ona yardım etmişti; şimdi de o, adama yardım
edecekti. Sonrasında da adam ile arasına mesafe koymaya karar verdi, dengesiz
davranmaya başlamıştı. Elini temiz bir beze düzgünce sardıktan sonra üstünü
değiştirip Enlil'in odasına gitmek için kapıdan çıktılar. Koridor biraz olsun
toparlanmıştı. Evin bu kadar kısa sürede onarılmasına şaşırdı. Duvardaki ince
çatlakları görmese olayın gerçek olduğuna inanması zordu. Enlil ona yaklaştı.
"Hephaistos'un
marifeti, tamir edemeyeceği şey yoktur. Tabi, diğerlerinin yardımını da göz
ardı edemeyiz."
Enlil,
onu pek kullanılmayan bir koridora yönlendirdi. Bu koridor, Enlil dışında, ev
ahalisi tarafından da pek kullanılmıyor gibiydi. Demir sürgülerle kapatılmış
bir kapıyı geçtiler ve dar bir dehlize girdiler. Taş dehliz ve devamı
dışarıdaki bahçeden bile bakımsızdı. Bir kat aşağı indiler. Dünya duvarlarda
lamba yerine meşaleleri görünce irkildi. Tıpkı rüyasındaki gibi bir koridordu.
Enlil alışıldık hareketlerle duvardaki meşalelerden birini aldı ve öne düştü.
"İleride
bir merdiven daha var, dikkatli olmalısın." Derken aniden durakladı. Yüzü
düşünceli bir ifadeyle asıldı. "Sanırım sonraya bırakacağız, Hermes
geliyor." Elindeki meşaleyi Dünya'ya verdi. "Kapımın kapalı
olduğundan kimseye bahsetmezsen sevinirim. Zeus'un mutlu olmasını
istemem." dedi ve arkasını dönüp yürüdü.
"Kapıyı
açtıktan sonra..." diye adama seslendi ama Enlil omuzları düşük hızlı
adımlarla yürümeye devam edince sustu.
"Burada
ne işin var? Nereye bakıyorsun Dünya?" diyerek Hermes yanında belirince
gözden kaybolmak üzere olan Enlil'in ardından bakmayı bıraktı.
"Hiçbir
şeye, sadece dolanıyordum." dedi. Onun baktığı yöne bakan Hermes'e döndü.
"Sen burada ne yapıyorsun?"
"Seni
arıyordum yoksa buraya asla ayağımı atmam." dedi sahte bir titremeyle.
Enlil'den nefret mi ediyordu? "Seni yemeğe çağırmaya geldim, kaybolduğunu
fark etseydim daha önce gelirdim."
"Sağ
ol benim..." diye Enlil'le olan yemek planından bahsedecekti ama
söylemekten vazgeçti. Adam onu bıraktığına göre yemek olayı da rafa kalkmıştı.
Zaten artık onunla vakit geçirmek de istemiyordu.
"Nazlanma."
dedi Hermes. Elinden meşaleyi alıp yere fırlattı. "Geç kalmamak için sana
yardım etmem gerekecek ve çok eğleneceksin. Bana sarılır mısın?"
"Hayatta
olmaz! Sen önden gitmek istiyorsan git, ben yetişirim."
Hermes,
gözlerini devirdi. “Seni burada tek başına bırakamam.” İtiraz etmesine rağmen
onu belinden tutarak bir rüzgâr gibi koridorları aşmaya başladı. Hermes ile
neredeyse aynı boydaydılar ama şu an ayakları yere değmiyordu. Hız yüzünden
soluğu kesilmişti. Göz açıp kapayana kadar iki kat yukarıdaki küçük salonun
önüne varmışlardı. Hermes, onu yavaşça bırakırken dizleri titriyordu. Adamdan
ayrılır ayrılmaz Hermes'in midesine bir yumruk geçirdi. Hermes, ona atılan
yumruğun etkisiyle kasılırken bile gülmeye devam ediyordu.
"Bu da yol ücreti olsa gerek."
"Bunu
bir daha yapma!" dedi ve attığı yumruk yüzünden acıyan elini avcuna aldı.
"Lanet olsun, yeniden kanamaya başladı."
Hermes
eline bakmak için atılırken Dünya adamı itti. "Git başımdan!"
"Bakmama
izin ver, ne oldu?" diye merakla elini çekiştiren Hermes'i ittirdi. Adam
yüzünü astı. "Tamam, o halde sana bandaj getireyim."
Omuzları
düştü, kabalık yaptığının farkındaydı. "Çok iyi olur, yumruk için de özür
dilerim."
"Ben
de sıramı savdım." Diyen Hermes sırıtıp kayboldu.
Kapının
önünde kararsızca durdu. Ölümsüzlerle akşam yemeği yemediğinden tam olarak ne
yediklerini bilmiyordu. Adonis ile makarna yemişti ama o Dünya'nın sevdiği
yemek olduğu içindi. Adonis öyle söylemişti. Normal yemeklerden yiyorlar mıydı?
Enlil ile yediği yemekler gayet normal olduğundan aç kalmayacağını düşünürken
Hermes elinde bir kutuyla yanında belirdi.
Yarasını
dikkatle arındırdılar ve canını fazla acıtmamaya çalışarak yarayı sardılar.
Hermes, bandajı kontrol ederken kaşlarının altından ona baktı.
"Kesik
çok ciddi, Dünya… Bunun dikilmesi gerekir. Sirona'ya..."
Kapı
açıldı. Dışarı çıkan Adonis önce ona baktı, sonra Hermes'e, en sonunda da ikisinin
tutuşmuş ellerine. Hermes elini hızlıca çektiğinde Adonis'in lacivert gözleri yeniden
adama dönmüştü. Bakışlarındaki ifade yüzünden Hermes geri çekildi.
"Elini
kesmiş." diye açıklamaya çalıştı. "Biz de..."
Adonis
başını doğrultunca Hermes sustu.
"Yemeğe
geçebilirsin Hermes."
Hermes
başını sallayıp kapıdan içeri girdi. Adonis'in kabalığını izlemek canını
sıkmıştı, ona bakmaksızın Hermes'in ardından odaya girdi. Adonis’in
müdahalesine vakit vermemişti.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder