TUTSAK (1.KİTAP)-2-


BÖLÜM 10 : ARES'İN ÇAĞRISI

Ares'in odasının kapısında dururken kendinden hâlâ emin değildi. Simsiyah kapı, onu gitmesi için uyarırcasına karanlık bir mağara ağzı gibi derinleşiyordu. Saat oldukça geçti. Belki uyuyordu ama onu çağırırken zaman belirtmemişti ki. Elini, kapıyı tıklatmak için uzattı. Kapının, kadifemsi bir dokuyla kaplanmış olmasına şaşırırken kapı ardına kadar açıldı. Ares, tam karşısındaki yatağın üzerine uzanmıştı. Onu görünce dirseklerinin üzerinde doğruldu, gözlerini kırpıştırdı. Gelmesini beklemiyormuş gibi bir ifadeyle ona bakarken Dünya’nın yüzüne sıcaklık hücum etti. Dünya dehşete düşerek geriledi, kapının apansız açılmasını hiç beklememişti.

“Ben…” dedi kekeleyerek. "Ben kapıyı çalmak istemiştim."

"Geldiğine inanamıyorum." dedi, Ares bir hamlede yataktan kalkarken. "Lütfen, içeri gir."

Üzerinde hâlâ aynı kıyafet vardı, saçlarını sıkıca arkaya toplamıştı. Loş ışık altında yüz hatları çok çekiciydi, en basit ifadeyle mükemmeldi. Fiziğinden bahsetmek bile gereksizdi. Ares kusursuz hatlara sahip mermerden bir heykel misali ona yaklaşmaksızın yatağın yanında dikiliyordu. Ölmek istemiyorsa kararlı görünmeliydi. Dünya, kapının ağzında soluk alıp başını dikleştirdi.

"Benimle ne konuşmak istiyorsun?"

Ares ellerini beline koyup başını bıkkın bir tavırla geriye attı. Ona yeniden baktığında ifadesi gergindi. "Odaya girmek istemiyorsun." dedi, dudağını ısırdı. "Peki..." dedi Ares doğrularak. "O zaman buraya neden geldin?"

"Bilmiyorum." diye itiraf etti. "Seni görmem gerektiğini hissettim."

Oda tahmininden farklıydı, hiç savaş tanrısı odası gibi değildi. Bir kere oda çok şaşırtıcı derecede düzenliydi ve etrafta kesici bir tane bile alet yoktu. Yatak, masa, koltuk takımı, sehpa kaliteli ve kullanışlı eşyalardı. Masanın üstünde, iki sıra kitap rafı vardı. Loş odayı aydınlatan, şamdana benzeyen iki lamba, odanın şık ve sade dekorunu tamamlıyordu. Ares'in yatağının bir kişi için fazla büyük olduğunu görünce içini bir sıkıntı kapladı, üstüne üstlük siyah satenlerin sarmaladığı yatak oldukça davetkârdı. Kontrol edemediği bir güdüyle bakışlarını yataktan alıp Ares'e çevirdi. Altın gözlerindeki pırıltı ve dudaklarındaki anlamlı gülümseme Dünya'nın yeniden kızarmasına neden oldu.

“Ben de seni bekliyordum. Ama bir an için umudumu kaybetmedim değil.” dedi Ares ve onun kımıldamadığını görünce yumuşak bir sesle ekledi. “Benden korkuyor musun?”

Hâlâ kapının korumasına sığındığı aklına gelince içeri girdi. Son sorusunu yanıtladığını düşünerek sakin bir sesle sordu. "Konuşmak istediğin konu nedir?" dedi. "Bana, ne anlatmak istiyorsun?"

Ares hiç kıpırdamadan onu izliyordu. "Sana bir şey anlatmak istemiyorum." Dünya’nın içinde bir korku kıpırdadı. Dikkatle Ares'e bakarken Ares konuşmasını tamamladı. "Seni bir yere götürmek istiyorum, birini görmeliyiz."

"Seninle hiçbir yere gitmem." dedi masaya yaslanıp. Eros ile konuşmaları duyması, adamın niyeti konusunda onu ikna edememişti. Her ne kadar Ares’ten etkilense de canı söz konusu olduğunda önceliği kendine verecekti. Bir plan olduğu açıktı. Kendisini öldürmesini engellemek için ne yapacağını düşünmeye çalışıyordu. Beynini meşgul eden tek şey ise kendi ellerini ona uzatma isteğini engellemekti.

"Kâhine gideceğiz, korkmana gerek yok. Ona danışmalıyız." dedi Ares. Onda yarattığı etkinin farkındaydı ve bundan garip bir şekilde hoşlandığını saklamıyordu. Onu etkilediğinin bilincinde ve korkutmasına rağmen odasına kadar getirmeyi başarma hazzı içinde kaşlarının altından ona baktı. Sonra aniden ciddileşti ve gergin bir tonda konuştu. "Ayrıca aklıma gelmişken söyleyeyim, Adonis'i yanlış yönlendirmekten vazgeçmelisin, onu sürekli hırpalamak istemem."

"Ne?" dedi şaşırarak.

"Kapıma dayandı, senin burada olduğundan emin bir küstahlıkla. Bu fikre neden kapıldığını bilmiyorum ama ben ona kısa bir açıklama yaptım. Anladığını düşünüyorum."

Dünya'nın kaşları çatıldı. Adonis onu aramak için buraya gelmişti demek. Bu umurunda bile değildi ama bu ölümsüzlerin hiç birine, onun sahibiymiş gibi davranmasına olanak vermek de istemiyordu. "Kavga etmek için beni bahane yapmana gerek olduğunu düşünmüyorum. Kendi hırsınız için arada kalmaya hiç niyetim yok."

Ares kollarını göğsünde kenetledi. "Düşünüyorsun ki biz kavga edebilmek için seni bahane olarak kullanıyoruz. Yanılıyorsun papatyam. Sen hayatıma girmeden önce ben ve Adonis kardeş kadar yakındık. Seni ilk görevin için bulduğumdan beri bizim için her şey değişti."

"İkinizin arasının iyi olduğunu mu söylüyorsun? Bu kadar iyiyseniz ben ne yaptım da bozuldu?"

“Kısaca anlatmamı ister misin? Bana inanacak mısın?" diyerek yoğun bal rengi gözlerini onun gözlerine doğrulttu.

Onun üzerindeki etkisini kontrol ediyordu. Güvenmediği birine inanması… Garipti… Aslında düşündü, güvenmek ve inanmak istiyordu ve bu inkâr duygusundan daha kuvvetliydi. Kendini koruma güdüsüne karşın katili olduğunu söyleyen bu adamın ona yalan söylemeyeceğini umuyordu. Genç adamın yoğun bakışları karşısında usulca başını salladı. Nefeslenen Ares hafifçe gülümsedi, onu ürkütmemek için hâlâ yerinde dikilmeye devam ediyordu. Ellerini cebine attı ve konuşmaya başladı.

“Senin anahtar olduğun anlaşılınca beni görevlendirdiler. Önce buna sinirlenmiştim çünkü bu benim için çok angarya bir işti. Bir ölümlünün hayatını çalmak kadar basit ama oyalayıcı bir görevle uğraşmak istememiştim. Ben sadece olayın gidişatına göre hafızaları düzenlerim. Fazla zamanımı almaz ve en önemli iş benim işimdir. Anahtarı getirmek ise Adonis'in göreviydi ama Adonis başka bir boyuttaydı ve nedense anahtarı getirmesi için onu beklemek istemediler. Bir süre sadece seni izledim. Her yerde peşindeydim, sen beni hiç fark etmedin. O sıralarda gündüzleri bir kafede çalışıyordun, geceleri ise okula gidiyordun. Tek başına yaşadığın için seni aldığımı kimse fark etmedi. Arkadaş bakımından şansızdın. Kimse seni anlayacak kadar yakınlaşamıyordu. Bu yüzden seni bir süreliğine unutmalarını sağlamam zor olmadı yani seni tanıyanların hafızalarından varlığını sildim."

"Benim gibi, onları da mı öldürdün?" dedi korkuyla.

Ares sıkıntıyla nefeslendi. "Otursak mı? Bu şekilde anlatmak zor." dedi ve koltukları gösterdi.

Dünya iki kişilik koltuk yerine tekliye gidip oturdu. Ares iki kişilik kanepeye oturdu ve ellerini önde kavuşturup anlatmaya kaldığı yerden devam etti. "Hafızalarını silmek için ölümlülerin canını almama gerek yok. Ben katil değilim. Hatta bunun olmaması için uğraşıyorum. Anahtarlara da çok önem veririm, ölümlü olmanıza ve oldukça zor görevlerle karşılaşmanıza rağmen destek olduğum hiçbir anahtar hayatını kaybetmedi. Sen hariç…"

Tepkisine bakmak için başını ona çeviren Ares'in tereddüdü sesine yansımıştı, yüzü hastaymış gibi beyazlamıştı. Dünya yorum yapmadı. Ares birkaç saniye onu izledikten sonra ondan ses çıkmayınca devam etti. “Sen bir anahtarsın ve genelde iblislerin kapattığı boyutları açabilecek güce sahipsin. Kapıyı, bizim için açtın ve boyutu iblislerin elinden kurtardık. Görevin bitmişti ama Adonis senin gitmen taraftarı değildi. Normalde anahtar görevini yapar sonra onun hafızasını düzeltip veya silip hayatına devam etmesini sağlarım. Onunla ilk büyük kavgamızı o zaman yaptık. Bizimle kalamazdın." diyerek geriye yaslandı.

Yalan söylemediğini hissediyordu ve olanları anlatırken gözlerinde gördüğü acı, Dünya'nın kalbini parçalıyordu.

Ares "Bizim aramızda fazla kalan ölümlüler... Yani iyi bir şey değil." diye kısa kesip hikâyesine devam etti.

"Diğerlerini ikna ettim. Böylece senin hafızandan varlığımızı silip sonra hayatına kaldığın yerden devam etmene izin verdik. Bu hemen hemen dört sene önceydi. Seni bıraktık fakat ben çıldırmak üzereydim. Sana çok alışmıştım. Yokluğun çok ağır geliyordu, bu duyguya yabancı olduğumdan ne yapacağımı da bilmiyordum. Bunu kimseye açıklayamazdım. Ben de aklıma gelen tek kişiye başvurdum. Kâhin, senin ikinci kez anahtar olacağını söyleyince hem sevindim hem üzüldüm. Gitmenden bir süre sonra senin tekrar anahtar olarak belirmen üzerine herkes şaşırdı. Yüzyılı aşkın bir süredir ikinci kez anahtar olarak işaretlenen bir insan olmamıştı. Seni getirme görevini Adonis istedi ama onun sana karşı olan zaafı bilindiğinden yine ben gönderildim. Senden uzak durmaya çok çalıştım fakat görevin süresince iyice bağlanmıştım. Sen de bana yakın davranıyordun, Adonis'in, sürekli araya girmeye çalışmasına rağmen iyice yakınlaştık. Bu sefer, hafızandan anılarımızı silmek bana ölüm gibi gelmişti. Kendimden nefret ettim ama inan seni hiç bırakmadım. Diğerlerinin, duygularımı öğrenmemesi gerekiyordu, gizlemek için de elimden geleni yapıyordum. Ölümsüzlerin, ölümlülerle olan aşk öyküleri mutlu sonla bitmez ve genelde ölümlüler zarar görür. O yüzden korkuyordum. Senin için..."

Ares'in güzel gözlerine baktı. Sözlerinde samimiydi, duygu dolu bakışları onu eritti.

"Dört ay önce, üçüncü kez anahtar ilan edildiğinde beynimden vurulmuşa döndüm. Hafızanın bir kez daha silinmesi seni delirtebilirdi. Karşı çıktım ama beni dinlemediler. Adonis'i seni getirmesi için görevlendirdiler. Zeus sana olan zaafımı fark etmeye başlamıştı, bunu koz olarak kullanmaması için elimden geldiğince kendimi geri çektim. O ise senin Adonis'e yaklaşman için elinden geleni yaptı. Bu yaptığında bir ölçüde başarılı olduğunu görünce, küskün durmanın seni tamamen kaybetmek olduğunu anladım ve geri döndüm."

"Zeus'un çöpçatanlık yaptığını mı söylüyorsun? Bu çok saçma." diye lafa girdi. Başka işleri yok muydu bunların?

Ares doğruldu. "Onu hafife alma, bu konularda çok iyidir. Her zaman bir boşluk bulmayı başarır."

"Peki, neden Adonis? Madem bir ölümlüyü eğlence yapmak istiyorlar, neden sen değil de Adonis? Bana olan ilgin yeterli değil miydi?"

Ares dudağını yaladı. Dilinin neden olduğu nemle ışıldayan dudaklarına bakmamaya çalışarak dediklerine yoğunlaşmaya uğraştı. Bu arada Ares, konuşmasına devam etti.

“Sana olan gerçek hislerimi kimse bilmiyor. Bunu kimsenin anlamaması için çok uğraştım çünkü bu senin için çok tehlikeliydi. Seni kullanmasına izin vermektense ölmeyi tercih ederim ama onun bu kadar merhametli olacağını sanmıyorum, benim ölümüm onu fazla eğlendirmez. İşin aslı Zeus, benden hiç hoşlanmaz, bunu saklamaz da ve hastalıklı nefretini yok edemeyeceği için bana işkence ederek egosunu tatmin ediyor. Oyunu da çok sever."

"Sen de ondan nefret ediyorsun."

Ares güldü. "Benim onunla bir derdim yok ki neden ondan nefret edeyim?"

"Bilmem." dedi. Omzunu kaldırıp sırıttı. "Belki adamın yakışıklılığını kıskanıyorsundur."

Ares, Dünya'nın yorumunun şaka olduğunu anlamasına rağmen yüzünü astı. "Zevklerinde bir gerileme fark ettim."

"Bu senin saptaman." dedi ve en merak ettiği sorunun zamanı geldiğini düşündü. "Ben, üçüncü kez buraya getirildikten sonra neden gözümü morgda açtım?"

"Çünkü seni öldürmüştüm." dedi Ares. “Kendi ellerimle senin canını almıştım.” Bunu söylerken sanki çok doğal bir şeyden bahsediyordu.

Sessizlik oldu. Bakışları birbirine kenetlenmişti. Ares, ondan bir tepki bekliyordu ama o ne düşüneceğini bilmeksizin taş kesilmişti. Öldürmeye kast ettiklerinden haberi olmasına rağmen mecazi olarak bir eylemi yansıtması için dua ediyordu. Buz kesti. Oturduğu yerden kayarak onun önünde diz çöken Ares, uzanıp elini avucuna aldığında irkildi. Genç adam, elini yine de bırakmadı.

“Bu fikir üçüncü görevde aklıma geldi. Kâhin bana, yaşatmak için öldürmen gerek, dediğinde önce anlamamıştım ama boyutun birinde karşılaştığım iblisin bana hayatına karşılık vermeyi teklif ettiği çalıntı Ambrosia'yı duyduğumda fikir beynimde oluştu. İblisi öldürdüm ve Ambrosia'yı aldım. İblisin kötücül etkisi yüzünden Ambrosia lekelenmişti ama planım için uygundu. Seni, ölümden bir kereliğine kurtaracak kadar etkisi vardı. Hafızanı elinden almadan önce Ambrosia'yı yedin ve hem nektar içmediğin için ölümsüzlüğün mühürlenmediğinden hem de Ambrosia'nın zayıflamış etkisi yüzünden kısa süreliğine ölümsüz oldun. Ben de görünüşte seni Adonis'e olan aşkın yüzünden cezalandırmak için öldürdüm. Bu herkese karşı oynanmış bir oyundu ve bir kişi dışında herkesi inandırdık."

"Zeus!" dedi Dünya. Ares'in anlattığı olayların etkisiyle heyecanlanmıştı.

Ares başını sağa sola salladı. "Hayır, Hades."

"Hades mi?" dedi Dünya ve inanmamış gibi yüzünü buruşturdu.

"O yer altının efendisidir ve tüm ölüler onun kontrolündedir. Senin geçişini göremeyince oyunumuzu fark etti ve bu yüzden diğerleri sana ulaşmadan seni geri getirmek zorunda kaldım."

"Şimdi de beni gerçekten öldürmeniz gerek."

Ares, Dünya'nın ellerini daha da sıkı tuttu. “Bunu yapmalarına asla izin vermem, buna kalkışırlarsa da pişman olurlar. Bütün çabamın ne için olduğunu sanıyorsun, bu yargıya engel olmaya çalışıyorum. Seni onlardan saklamaya çalıştım ama başaramadım. Tek tehlike Olimpos değil papatyam…”

Dünya elini adamın ellerinin arasından çekip ayağa kalktı. "Ne önemi var ki? Beni neden zamanında serbest bırakmadın?" dedi umutsuz bir sesle. Kelimeleri ararken masanın üstünde gördüğü bir şey ilgisini çekti. Masaya doğru bakarken kısık sesle ekledi. "Her şeyi unutmuşken..."

Çocukların yaptığı papatya tacı... Papatyalar kurumuştu ama taç sapasağlamdı, sıkıca örülmüştü. Dünya, onu büyüleyen basit taca parmaklarını uzattı fakat ona dokunamadı. Ares yanına gelip tacı eline aldı, değerli mücevherlerle bezenmiş bir taçmış gibi özenerek Dünya'nın başına yerleştirdi. Dünya'nın saçlarını düzeltti ve tacı alnına gelecek şekilde yerleştirdi. Yüzünü okşayarak elleri arasına aldı. Eğildi ve yumuşak bir tonda konuştu.

"Bunu denemediğimi mi sanıyorsun? Uzak durmak ikimiz için de imkânsız. Eninde sonunda hatırlıyordun, bu daha önce de oldu ve durumu düzeltene dek akla karayı seçtim. Sen de başka bir şey var. Sendeki ilginçliği Zeus'un anladığını tahmin ediyorum. Sürekli anahtar olarak gözükmenin haricinde gelmiş geçmiş en güçlü anahtar sensin. Bu nedenle senin yeteneğini diğerlerinin de fark etmelerine izin vermem; kontrolü, onlara bırakmam anlamına gelir. Benim için çok önemlisin papatyam. Seni, kendi hırsları için ölünceye kadar tutsak etmelerine ve kullanmalarına izin vermeye niyetim yok."

“Hislerin…” dedi nefessiz bir sesle.

Ares başını sallayarak onu doğruladı. “Evet, sana karşı hislerim de bencilliğime bir sebep elbette. Fakat karşılık için seni zorlamam.”

"Afrodit." diye güçsüzce konuştu. Tüm varlığı Ares'le doluyken düzgün düşünemiyordu bile. Madem baştan beri ikisinin arasında romantik bir şeyler vardı, neden o kadınla birlikteydi? "İkiniz çok yakınsınız."

Muhteşem bir gülümsemeyle Ares'in dudakları kıvrıldığında Dünya'nın gözleri adamın dudaklarına kaydı. Midesindeki kıpırdanmaya ve başının dönmesine inanamayarak bakışlarını Ares'in dudaklarından gözlerine kaydırdı. Ares pırıltılı bir gülümsemeyle yüzüne doğru eğildi. Dudaklarının üstünde fısıldadı.

"O, amacım için bir piyon. Şimdiye kadar hiç arzulamadığım yasaklanmış bir ödüle kavuşmam için bir yol sadece. Bir ölümlünün aşkına..."

Kalbi heyecanla kasılırken dudakları birleşti. Elini, ince gömleğinin üstüne koyduğunda Ares'in güçlü kalp atışlarını hissetti. Onun kalbiyle birleşmişçesine hızlı atıyordu. Dolgun dudaklar onunkileri okşarcasına kavradı ve gittikçe derinleşerek tüm ruhuna sızmaya başardı. Dünya inlememek için kendini zor tuttu ve kollarını genç adamın bedenine doladı. Onu tamamen fetheden bu öpücüğe o denli aşinaydı ki, elleriyle genç adamın sırtını okşamaktan çekinmedi. Ares onu kucaklayıp masanın üstüne oturttu ve nefeslenmesine fırsat vermeksizin yeniden dudaklarını kapladı. Doyamıyorlardı.

Ona âşık mıydı? Evet. Ondan korkuyor muydu? Evet. Onun sözlerine kayıtsız şartsız inanıyor muydu? Hayır, çünkü Ares bir ölümsüzdü. O ise Ares'in sonsuzluğunda yaşadığı bir heyecandan öte değildi. Afrodit bir piyon olabilirdi ama kendisinin de amacına ulaşmak için bir araç olmadığı ne malumdu? Afrodit'le de kendisiyle konuştuğu gibi konuşup ona dokunduğu gibi dokunuyorsa amacına ulaşmakta zorlanmayacağını düşündü. Ares'in dudakları onu kendinden geçirirken bunları yine de düşünebilmişti.

Kapı sertçe çalındığında ikisi de birbirinden ayrılıp irkildiler. Ares, korumacı bir tavırla ellerini ondan çekmemişti, derin nefesler alırken kendini toparlamaya çalışıyordu. Öpücükler ve dokunuşlar yüzünden hala başı dönen Dünya, ne olduğunu anlamaya çalışırken Ares soluksuz bir hızla fısıldadı.

"Ne olursa olsun, kendini tehlikeye atacak bir şey söyleme veya yapma tamam mı? Kararları ne olursa olsun karşı çıkma."

"Ne demeye çalışı..."

Ares parmağıyla onun dudaklarını kapattı. "Lütfen, sen sadece kendini düşün. Cezam, kurtuluşumuz olacak. Sadece sabretmeni istiyorum senden, lütfen."

"Ceza mı?" dedi Dünya, başını çekerek. "Gerçekten sana ceza mı verilecek? Bugün mü?"

Ares yüzünü buruşturarak gözlerini kapattı. "Şimdi sana anlatamam, vakit yok." diye sıkıntıyla konuşurken kapı tekrar çalındı ve Hermes'in sesi diğer taraftan duyuldu.

"Ares zaman geldi. Zeus seni bekliyor, Dünya da gelebilir."

Hermes onun burada olduğunu biliyor muydu? Kimseye görünmediğine emindi.

"Ares." diye inledi. "Sana ne ceza verecek?"

"Emin değilim ama suçumun tek cezası olabilir." dedi. “En büyük cezayı vermesini umuyorum.”

“Ne?” dedi Dünya. “Saçmaladığının farkında mısın?”

Dünya'nın görüşü buğulanmıştı. Adamı bir daha göremeyeceğini düşününce göğsünün üstüne bir ağırlık oturdu. Kapıya doğru gözleri kayınca Ares onun başını kendine doğru çevirdi.

"Bana bak, mahkemeden sonra doğruca kâhine git. Seni ben götürmek isterdim ama anlaşılan Zeus beklemek istemiyor."

Hızlıca bir öpücük daha kondurdu ve dudaklarını Dünya'nın alnına dokundurdu. Ares'in ondan ayrılmakta zorlandığını hissediyordu. Aynı duyguyu kendisi de hissediyordu. Sonra Ares birden kendini geri çekti. Suskun kapıya sinirli bir bakış attı.

“Aslında senin gelmene gerek yok. Odana git ve bekle. Eros daha sonra sana her şeyi anlatır.”

“Odamda beklemeye niyetim yok.”

İfadesi değişen Ares yüzü taşlaşmış halde ona döndü. "Senin gelmeni istemiyorum." Bunu söylerken adamın sesinin tonu ölümcüldü.

"Geleceğim!" diye diretti ve karşısına geçip adamın soğuk altın gözlerinin içine baktı.

Ares durgun bir bakışla onu süzdü. Az önceki ihtiraslı halinden eser kalmamıştı. Korkmuyordu ama endişenin buz gibi soğukluğunu taşıyordu.

"Sen bilirsin."

BÖLÜM 11 : SÜRGÜN

En tepedeki, terasa benzeyen açık alana gitmeden önce, saçlarındaki tacı çıkarmak Dünya'yı sandığından çok daha fazla üzdü. Odasından çıkarken Ares'in onun yüzüne bile bakmaması göğsündeki kayayı, demirden bir örse dönüştürmüştü. Terasa nasıl gittiğini anlayamadı. Daha önce birlikte yaşadıklarını anımsamasa da şimdi hissettiği yoğun duygular yüzünden, Ares'i kaybetme korkusuyla titreyerek kenarda sabit bir ifadeyle bekleyen Enlil'in yanında dikildi. Adam ona hiç tepki vermemişti, buz gibi bir ifadeyle karşıya bakıyordu. Şafak sökerken Zeus yanında Hera ile birlikte geniş kaidenin üzerine çıktı. Poseidon, Artemis, Apollon, Athena, Dionysos, Hephaistos, Adonis, Hermes, Hades, Eros ve Afrodit ikisinden hemen önce gelmişler ve tanımadığı birçok ölümsüzle birlikte kaidenin önünde dağınık bir şekilde bekliyorlardı. Afrodit'in güzel yüzü çok asıktı ve bakışlarını yerden ayırmıyordu, sanki bir idamı izlemeye gelmişti. Adonis ise sakin görünüyordu, ifadesiz bir yüzle Zeus'a bakıyordu. Zeus, sert bir sesle konuştu.

“Burada neden toplandığımızı biliyorsunuz. Suç hepimiz tarafından onaylandı. Hüküm verildi. Savunma taleplerinizi dinlemeyi ret ediyorum çünkü bu aptallığın savunulacak bir tarafı yok. Ares yapılması yasak olan bir şeyi yaptı ve dengeyi değiştirmek için bir ölümlüye kutsal yiyeceğimizi izinsiz ikram etti. Bizi ve kadim evleri oyuna getirmeye çalıştı. Olimpos’un itibarını düşünmeksizin güvenliğimizi ve anahtar dengesini tehlikeye attı. Dünya bir anahtar olarak bizim için önemli olsa da, Ares’in bu pervasız hareketi cezasız kalamaz. Tekrar ediyorum, suçu sabittir ve savunma gerektirmez.”

Adamın şimşekler saçan gözleri onlara doğru kaydı, herhangi bir tepki beklercesine her birini teker teker süzdü. Ares onu öldürdüğü için değil, saçma sapan bir yiyeceği ona verdiği için suçlanıyordu. Gerçekten Ares bunun için mi ceza alacaktı? Yanında sakince duran Enlil gözlerini Zeus'tan ayırmadan dinliyordu. Dünya dikkatini yeniden Zeus'a çevirdiğinde adam sesini yükseltti.

"Gel Ares, hüküm verildi!"

Terasın perdeleri uçuştu ve ipek tüllerin arasından Ares, altın gözlü bir aslan gibi kendinden emin adımlarla alana adım attı. Sanki savaşa gider gibi siyah, kalın deriden kolsuz bir zırh giymişti ve pantolonu da deridendi. Silahsızdı ve korkutucu görünmek için silaha ihtiyacı var gibi durmuyordu. Saçları hâlâ topluydu. Yüzünde gururlu bir ifadeyle, Zeus'tan gözlerini ayırmadan, güçlü ve kararlı adımlarla ortaya doğru yürüdü. Bütün muhteşemliğiyle Hera ve Zeus'un birkaç metre önünde ayakta durdu. Karşısında gerçek bir savaş tanrısı duruyordu: korkusuz, asil ve güçlü...

Cezalandırma zevkini hiç saklamaya çalışmayan Zeus başını doğrulttu.

"Suçunu biliyorsun Ares, son kez söyleyeceğin bir şey var mı?"

Afrodit'in heyecanla, kendini açıklaması için şans verilen Ares'e bakması Dünya'nın gözünden kaçmadı. Kadının Ares’e olan düşkünlüğüne sinirlenmişti. Hakkı olup olmadığı umurunda değildi, kadının Ares'i bu denli sahiplenmiş olmasına öfkelendi. Aslında bu konuda Afrodit’in ondan çok söz sahibi olmasına daha çok sinirleniyordu. Ares’in sevgilisi aşk tanrıçası olarak biliniyor ve kabul ediliyordu. O ise… Kalbi acırken yumruklarını sıktı ve konuşan ikiliye ilgisini çevirdi.

Otorite olduğunu ilan eden Zeus’a karşılık Ares tek kaşını kaldırıp Zeus'a küçümser bir bakış attı. Bunu neden yapıyordu? Ona sakin olması gerektiğini söyleyip dururken sanki o, Zeus'un tüm gazabını üstünde toplamaya çalışıyordu.

"Baştan beri, senin ölümlü kadınlara olan düşkünlüğünü anlayamamıştım Zeus." dedi. Hera'nın gözlerini kısmasına eğlenerek baktı. "Denedim ve sana hak verdim, ölümlülerin aşkına sahip olmaya çalışmak ve rekabet hissi daha heyecan verici."

Diğerleri huzursuzca kıpırdanıp kaçamak bakışlarla Adonis’e göz atarken Ares çok sakindi. Lacivert gözleri kararmış Adonis’in hedefinde Ares vardı ve saldırmamak için kendini zor tutuyor gibiydi. Ares tek derdi olan Zeus’tan bakışlarını ayırmamıştı, sözleri başkasını da zehirlese de… Zaten suçlanıyordu üstüne neden kızdırmaya çalışıyordu ki? Dünya Enlil'e doğru yaklaştı.

"Ne yapmaya çalışıyor?" diye fısıldadı.

Enlil, yaşından daha genç görünen bakışlarını Ares'ten bir saniye bile ayırmaksızın kısık sesle cevap verdi. "İntihar etmeye... Aptal…"

Zeus ve Hera da Ares'in sözleri karşısında öfkelenmişti. "Sözlerine dikkat et Ares!" diye söylenen Zeus'a aldırmayan Ares manalı bir şekilde sırıtınca adam daha da sinirlendi. "Ölümlülerin hayatına karışmamaya, yüzyıllar önce karar vermiştik!" diye öfkeyle homurdandı

"O, sana zorla verdirilmiş bir karardı çünkü engellenmen gerekiyordu." dedi Ares ciddileşerek. "Ayrıca ben şimdiye kadar hiçbir ölümlüye senin gibi göz dikmedim. Rızası dışında kimseye elimi uzatmaya çalışmadım. Hilelerinden bıktım artık Zeus. Madem yasakları hiçe sayıyorsun veya başkası için görmezden geliyorsun, benim uymamı neden bekliyorsun? Eğlence sadece senin zevkinden ibaret midir?”

"Yeter!" diye Zeus bağırdı.

Sıktığı yumruğunun arasından şimşeğe benzer bir şey parladı ve bu ışık Ares'in ayaklarının dibinde patlayınca diğer ölümsüzler gerilediler. Ares yerinden bile kıpırdamamıştı.

"Senden sadece Dünya için bir tolerans istiyorum Zeus." dedi Ares, sakin ve kararlı bir sesle. "Ya onu tamamen serbest bırak ve sağlıklı bir şekilde ölümlü hayatını yaşasın, ya da onu da aramıza kabul et! İnsan zihniyle bu denli oynayamayız, ona zarar veriyoruz. Bu döngüye son vermeliyiz. Dünya’yı evimize kabul et, ben de bugünden sonra kayıtsız şartsız sana biat edeyim. Dudaklarımdan en küçük itiraz sözü duymayacaksın."

Zeus kısacık bir an gözlerini kısarak düşündü. Teklife kayıtsız kalamamıştı ama sonra elindeki kozun daha değerli olduğuna karar vermiş olacak doğruldu.

“Seni kurnaz tilki, önerin sadece senin planına hizmet ediyor ve hiçbir şeyi düzeltmiyor. Cevabım, hayır! Sana hiçbir şekilde tolerans gösterilmeyecek Ares, senin küstahlığın ödüllendirilmeyecek. Kararımı açıklıyorum." dedi ve diğerlerine bakarak devam etti. "Kimsenin bu karara itiraz etmesine de müsaade etmiyorum! Yoksa kim olduğuna bakılmaksızın aynı kadere mahkûm olur!"

Ölümsüzlerin böyle bir niyeti olmadığına kanaat getiren Zeus, Ares'e kıvılcımlı bakışlarla döndü.

"Cezanı açıklıyorum: Ölümsüzlüğün elinden alınacak." dediğinde Ares kaşlarının altından Zeus'a sakince baktı. Zeus, Ares'in neredeyse keyifli bir ifadeyle ona bakmasına bozularak başını kibirle doğrulttu ve ekledi. “Tartaros'a sürüleceksin.”

“Ne?” diye soluksuzca fısıldayan Ares şaşkınlıkla olduğu yerde sallandı.

Dünya Afrodit'in çığlık attığını duydu ama bakışlarını altın gözlüden alamıyordu.

"Bunu yapamazsın!" diye kükreyen Ares'in öfkesine aldırmayan Zeus tekrar konuştu.

"Yapabilirim! Ve cezan başladı."

Ares’in yoğun öfkesi sıcak bir kasırga misali alanı kavururken Zeus'a doğru bir adım atmıştı ki yerden siyah şeritler fırladı ve Ares'in bileklerini kelepçe gibi sıkıca sardı. Ares'in adama haykırması işe yaramadı. Ares yerden yükseldi ve onu tamamen saran siyah dumanların içinde kayboldu. Hermes’in kollarından kurtulan Afrodit onun kaybolduğu boşluğa atıldı. Fakat yetişemedi, Ares dumanların arasında kaybolmuştu. Dünya elini Enlil'in koluna attığını o an fark etti. Tüm bedeni kasılmıştı, bu cezanın Ares'in tahmininden bile büyük olduğunu düşündü. Kalbi göğsünde parçalara ayrılmıştı, geride kocaman bir boşluk bırakarak.

Afrodit, Zeus'a döndü. "Bu onu öldürür Zeus, bu kadar zalim olamazsın."

"Son sözümü söyledim, hükmüme karşı çıkan herkesin sonu budur."

Dünya dayanamayıp ortaya atıldı. "Bu sadece onun suçu değildi, cezasını paylaşmam gerekiyor."

Zeus başını yavaşça çevirip ona baktı. Dünya titremesini durduramıyordu ama bunun nedeni korku değildi. Zeus gözlerinin içine baktı.

"Hatırlamadığın bir geçmiş için seni cezalandıramam anahtar ama bundan sonra yaptıklarına dikkat etmeni tavsiye ederim. Sana ne yapacağımıza sonra karar vereceğiz o yüzden sözlerine dikkat etmeni tavsiye ederim.”

"Her şey, bu kadının suçu Zeus!" diye Afrodit atıldı. "Asıl cezalandırılması gereken kişi bu insan. Ares'i kandırdı!"

Hera ciddi ve tarafsız bir sesle tartışmaya katıldı.

"Afrodit, Ares'in ne kadar zeki olduğunu hepimiz biliyoruz, kimse ona istemediği bir şeyi yaptıramaz."

Afrodit çıldırmış gibi bağırdı. "Bu insan, kurnazlığıyla hepinizin başını döndürmüş! Yaptığı şey için Ares'i haklı bulmuyorum ama bu kadının zehrine karşı koyamadığı için ölümle cezalandırılması haksızlık!"

Zeus tüm ihtişamıyla kaideden indi ve Afrodit'in önüne dikildi. Gözleri mavi ışıklara bürünmüştü sanki gözlerinde yıldırımlar çakıyordu.

"Hükmüm konusunda sana danıştığımı sanmıyorum Afrodit! Biraz daha konuşmaya devam edersen seni ona eşlik etmen için Tartaros'a gönderirim!"

Afrodit dehşetle geriledi. Gözleri yaşlarla kaplanmıştı. Üzüntüsüne rağmen daha fazla karşı koyamadı. Başını eğdi. Bir süre daha ona bakan Zeus ve Hera diğer ölümsüzlerin bakışları altında terastan ayrıldı. Ruhunda oluşan boşlukta nefes almaya çalışan Dünya, ne yapacağını bilemedi. Afrodit, kin dolu gözlerle ona dönerken Eros ikisinin arasına girdi.

"Hadi, buradan gidelim."

"Her gelişinde, belanı da beraberinde getiriyorsun lanet kadın!" diye ona doğru yürüyen Afrodit'in önüne geçen Eros, kadını sakinleştirmeye çalıştı.

"Afrodit, söylediklerinin doğru olmadığını biliyorsun." dedi. "Onun, senin hayatını kurtardığı..."

"Şimdi de Ares'in ölmesine neden olacak!" diye bağırdı Afrodit, Dünya'ya kin dolu bir bakış attıktan sonra odadan hışımla ayrıldı.

Ölümsüzler, birer birer üzgün ve onaylamaz bakışlarla terastan ayrılırken Dünya, Eros'a döndü.

"Ne demek istedi, Tartaros da neresi?"

Eros cevaptan kaçınmak istercesine yanlarına gelen Artemis'e yan gözle baktı, Artemis'in üzüntüsü yüzünden okunuyordu. Verilen cezanın ne kadar büyük olduğunun bir kez daha bilincine vardı. "Biriniz cevap versin." diyerek ikisinin de yüzüne baktı.

Artemis'in göz pınarından, irice bir yaş damlayıp yanaklarından aşağıya kaydı.

"Tartaros'un bizim işkenceyle, ölümle dolu cehennemimiz olduğundan ve belki de Ares'i son kez gördüğümüzden başka bir şey söyleyemem. Bu ceza hepimizi, onu bile aşıyor."

Yer, altından kayınca Eros kolundan tutarak ona destek oldu. Hepsi zoraki metanetli durmaya çalışıyorlardı. Artemis, Dünya'nın çenesinden tutarak gözlerini onun gözlerine dikti.

"Dünya, kendini bırakma. Senin, ne kadar cesur ve soğukkanlı olduğunu biliyorum." Eros'a döndü. "Ben Hades ile konuşacağım ama pek umudum yok, onun kendi hükümranlığına ne kadar düşkün olduğunu biliyorsun. Tartaros'un yönetimi konusunda kimseye söz hakkı tanımaz."

Dünya, Eros'un kolundan ayrıldı. "Onların arası iyi değil mi? Hades, Ares'i öldürmez."

Eros, Artemis'in yerine konuştu. "Hades, Ares'in arkadaşı olabilir ama ölümün efendisinin ve yaratıklarının kimseye acıması yoktur.”

"Ayrıca." dedi Artemis. "Hades; Ares'i, en kıymetli mücevheri olarak yanına almaktan memnun olacaktır. Arayıp da bulamadığı bir fırsatı kolayca tepecek kadar saf değil. Sırf Ares’i sevdiği için elde edeceği güçten vaz geçmez.”

Artemis'in başka bir şey söylemeden terastan hızlı adımlarla gidişini izlemek Dünya'nın göğsündeki boşluğu acıyla doldurdu. "Bütün bunların sebebi sırf Ares'in bana çürümüş bir Ambrosia'yı yedirmesi mi?" diye söylendi ve cevap için Eros'a bakıp devam etti. "Ares'in ölümsüzlüğünün alınması ve sürgüne gönderilmesinin sebebi beni korumaya çalışması mı? Ares’in sözleri o adamı neden o kadar öfkelendirdi? Tek sorun ben olamam, değil mi?"

"Hiçbir bahane Ares'in suçunu azaltmaz." dedi Eros ve kararsızca etrafına bakındı. "Buradan gidelim."

Sütunların sardığı teras güneşin doğmasıyla az da olsa aydınlanmıştı. İçine çöken karamsarlığı aydınlatacak tek ışık kaynağının Ares'in altın gözlerinin olduğunun bilincinde, Eros'un arkasından yürüdü. Enlil'in ortada olmadığını fark etmişti ama onun için endişelenecek durumda değildi. Bahçeye gittiklerini dış kapının önüne gelene kadar fark etmedi. Eros kapıyı açarak çıkması için ona yol verdiğinde yüzüne baktı. Eros badem şeklindeki mavi gözlerini ona güven vermek istercesine kırptı. Çalıların ve sıcaktan kavrulmuş bitkilerin sardığı bahçeye göz atıp dışarıya ayağını attı.

BÖLÜM 12 : KAHİN

Eros, Dünya'yı çalıların iyice sıklaştığı bir yere götürdü. Evden uzaklaşmışlardı ve ortalıkta onlardan başka canlı görünmüyordu. Eros büyükçe bir taşın üstüne oturdu ve ona diğer kaya parçasını gösterdi. Çalılar öyle büyük ve yabaniydi ki üstlerini doğal bir çatı gibi kapatmıştı. Eros'un gösterdiği kayaya oturmadı, kollarını kenetleyerek onun başında dikildi.

"Buraya kadar neden geldik? Aralarındaki çekişmeyi anlatmaktan mı kaçıyorsun?"

"Bu kadar huysuzlanmana gerek yok Dünya. Orada konuşamazdık, fısıltımız hatta düşüncemiz bile Zeus tarafından duyulurdu. O yüzden buraya geldik." dedi ve kayayı tekrar gösterdi. "Ayakta durma. Otur."

Dünya'nın ayakta durmakta kararlı olduğunu görünce ısrar etmekten vazgeçip anlatmaya başladı.

"Zeus ve Ares arasında uzun zamandır bir çekişme vardı. Ares onun tüm tahriklerine rağmen sakin durduğundan Zeus'un kini iyice arttı. Çok uzun bir zaman önce Zeus'un bir kaprisi sonucunda, Ares Tartaros'a hapsedildiğinde rahatladığını sanmıştı fakat Ares'in yokluğunda iblisler boyutları mühürlediler ve dünyayı kan gölüne çevirdiler. Bilmediğimiz bir sebepten dolayı anahtar yenilenmiyordu, anahtar belirmediği için elimizden hiçbir şey gelmiyordu. Zeus'un göz bebeği olan dünya, bizim tüm çabalarımıza rağmen kötüye gitti. Zeus sonunda pes ederek Ares'i geri çağırdı. Ares, bir şartla geri dönmeyi kabul etti. Bu, Zeus'un gururuna onarılmayacak bir yara açtı. Tartaros' tan, yani cehennemden dönmek için şart öne sürüyordu. Zeus ya kabul edecek ya da dünyanın düşmesine seyirci kalacaktı. Şartını kabul ettiği takdirde de tüm evler dünyadan ellerini çekecekti ve ölümlülerin kaderlerine karışılmayacaktı. Sonuçta Ares Tartaros'tan çıktı ve tüm iblisleri geri püskürttü. Zeus da gücünü ve ölümsüzler arasındaki liderliğini kaybetmese de dünyadaki egemenliğini kaybetti. Ares istediği takdirde onu tahtından da edebilirdi ama onun yerine tacını ona iade etti, bu Zeus'u daha çok öfkelendirdi."

Anlamsızca Eros'a baktı. "Neden? Tüm istedikleri olmuş. Kızması için sebep neydi?"

"Onun Ares'le taht için savaşmak istediğini biliyorduk. Aşağılamaya çalıştığı kişi tarafından hediye edilmiş bir taht, onun kendine güvenini sarstı. Evlere karşı kendi gücünü ve otoritesini ispat etme şansı elinden alınan Zeus, yeni bir fırsat için sabırla beklemeye başladı."

"Zeus'un bu kadar kötü olduğunu bilmiyordum." dedi ve Eros'un gösterdiği kayanın üstüne oturdu.

"Zeus kötü değil, sadece iktidarını sağlama alma derdinde. Ares onun en esaslı rakibi olduğundan onu küçük düşürdüğü takdirde tahtı güvene alınacaktı. Her liderin taktiği budur."

"Peki, yeni bir iblis baskınından korkmuyor mu?" dedi. Sözleri, kendine tuhaf gelmişti. İblis neydi ki?

Eros nefes aldı. "Korkmuyor. Ares'i senin sayende ölüme gönderdi ve yine senin sayende yeni bir iblis baskınından da korkmuyor. İstediği zaman anahtarı kullanabilir sonuçta."

"Benim savaşmamı beklemiyordur umarım."

Eros başını salladı. "Ah, hayır!" dedi şakasını anlamayarak. "Sen, anahtar olduğundan iblislerin kapılara müdahale etmesini kontrol altına alabilir. Ayrıca ilk gelişinde, iblis boyutlarının hepsini kapattığından tehlike söz konusu değil."

“O halde, beni serbest bırakmaması için bir neden yok.”

Eros onun yüzüne baktı kaldı. Yüzünün ifadesindeki şaşkınlık ve hayal kırıklığı karşısında Dünya sorusunu yineledi.

“İlgisini üstümden çeker değil mi?”

Eros, aniden ayağa kalkıp iki üç adım yürüdü ve ona döndü. "Ah! Senin bu kadar..." dedi ve saçlarının arasına elini sokup çekiştirdi. "Ares'in kendini senin için feda ettiğini düşünüyorum da ne kayıp."

Dünya yüzünü buruşturdu. "Yapma. O, bunca yıl yaşamış Tartaros'a da daha önce gitmiş. Hades onun dostu ve eninde sonunda Zeus onu çıkartacaktır. Ayrıca, dediğimi yanlış anladığını düşünüyorum."

"Yanlış mı anladım? Hayır. Öncelikle Ares artık ölümsüz değil. Bir insan kadar kırılgan olmasa da onun da ömrü, alacağı zararlarla ölçülebilir. Tartaros'da boğazından geçecek tek lokma veya yudum onu sonsuza kadar yeraltı dünyasına mühürleyecek. Ya da hayalete dönüşecek. Her halükarda ruhu, Hades'in ruh koleksiyonuna ait olacak. İşkenceye ne kadar dayanabilir bilemem ama açlık ve susuzluğa yenilmesi daha kolay olacaktır."

Tam ağzını açacaktı ki Eros elini kaldırıp onu susturdu ve sıkıntısını kusmaya devam etti.

"Ares seninle karşılaşana kadar Zeus onun zayıf noktasını bulamamıştı. Diğer ölümsüzlerin tersine Ares hiçbir zaman ölümlülerin ona tapınmasına ve sevgisine ihtiyaç duymamıştı. Bizler gibi insanları eğlenceye dönüştürmedi. İnsanları bizim bencilliğimizden korumayı başardı fakat sen gelip tüm her şeyi alt üst ettin. Zeus seni korumaya çalıştığını fark ettiğinden beri Ares'in hata yapması için resmen pusuya yattı. Yasak olmasına rağmen Adonis’in sana olan ilgisini kullanmaktan bile çekinmedi. Ve sen salt varlığınla Ares’in, zorla koydurduğu yasakları çiğnemesine neden oldun. Sırf sana yeni bir hayat şansı verebilmek için bu lanet olası suçu işledi. Durumun seni etkilemesini engellemek için de hafızanı silip seni tamamen temize çıkarttı ve tüm ilgiyi kendi üstünde tutmak için Zeus'u kışkırttı. Şimdi de kalkmış, gitmek için Zeus'un iznini istiyorsun. Ares'in senin gözünde hiç mi değeri yok?"

"Sakinleş Eros." diye ayağa kalkıp yanına gitti. "Dediğimi yanlış anladın. Serbest kalırsam, Ares'e yardım etme şansım olabilir. Anahtar olduğum için Zeus'u anlaşma için zorlayabilir ve Ares her nereye gönderildiyse peşinden gidebilirim. Hiçbir kapının beni durdurmayacağını siz söylediniz. Sadece o yıldırımlı adamdan uzak durmamız ve o farkına varmadan Ares’e ulaşmanın bir yolunu bulmamız yeterli olacaktır. Ya da Hades’i anlaşma için zorlayabiliriz."

"Ah!" Eros'un omuzları düştü. "Üzgünüm. Canımın sıkıntısından sana yüklendim ama senin yapabileceğin pek bir şey olduğunu sanmıyorum. Ares Tartaros'ta ve sen oraya giremezsin bile. Bir ölümsüzün dayanamadığı yerde bir ölümlünün hiç şansı yok. Yeteneğin de işe yaramaz."

"Ares dayanabilirse ben de dayanabilirim." dedi ve ekledi. "Onun da bir ölümlü olduğunu söylemiştin. Oraya nasıl gideceğimi bana anlatırsan Ares’i oradan çıkarabilirim."

"Yeraltına hiçbir ölümlü ayak basamaz Dünya. Orası ölülerin diyarıdır. Orada, uzun süre kalırsan hayalete dönüşürsün."

Dünya omzunu silkti. "Ben de elimi çabuk tutarım."

Eros, neşesiz bir şekilde sırıttı. "Çok cesursun Dünya ama Zeus gözünü senden ayırmaz. Onun için değerli bir anahtar oldun ve hala da aynanın gösterdiği tek anahtar sensin. O seni iyice bitirmeden bırakmaz, yeteneğin bitince de boş bir şişeden farkın kalmaz. Sonra yeni bir anahtar daha belirir. Sanırım Zeus'un bundan sonraki adımı, anahtar gereksizleştiğinde onu tamamen yok etmek. Böylece yeni anahtar için boşluk yaratabilecek. Ares'e ihtiyacı olmayacak ve Ares olmadığından ona karşı çıkacak biri de olmayacak.”

Dünya dudağını ısırıp bir süre düşündü. Eros ondan gelecek her tepkiye dikkat kesilmişti. Ondan bir çözüm beklediği belliydi. Şimdiden boş bir şişeye dönüşmüştü bile. Başını kaldırıp Eros'a baktı. Gözleri kısıldı. "O zaman Zeus'un oyununu yine tersine çevireceğiz. Madem anahtar olan benim, şimdiki görevimi yapamazsam onu geri getirmek zorunda kalır." dedi ve sırıtarak ekledi. "Ya da görevi kendi istediğim şekilde yaparım kim bilir?"

Eros'un gözlerinde bir umut kıpırtısı belirdi. "Onu kurtaracak mısın? Bunu yapabilir misin?"

Savaş tanrısı olarak bilinen Ares'i, cehennemden kurtaracağı düşüncesini bir kenara atıp bir insan için işkenceyi göze almış bir kahramanı kurtarmaya gittiğini düşünerek başını salladı. "Elimden geleni yapacağım."

Eros, aniden ona sarıldı; Dünya, o anda dengesini kaybetse de yerinde sabit durmayı başardı.

"Teşekkür ederim Dünya." dedi ve ondan ayrılıp yüzüne bakarak. "Onun sana olan düşkünlüğünün nedenini bir kez daha anladım. Çok cesursun."

"Bir de bana sor." diye mırıldandı. Eros'un anlamsız bakışını görmezden gelerek sordu. "Peki, bu Tartaros boyutunun kapısı hangi cehennemde?"

"İlk önce kâhine danışmalıyız." dedi Eros rahatlamış bir şekilde. "Bu, sonraki adımı belirlememizde bize yardımcı olur."

"Kâhin, medyum... Bunların hepsi göz boyamaya çalışan kişiler." dedi. Dünya, Eros ve Ares'in kâhin konusundaki ısrarına inanamayarak. "Madem az vaktimiz var, bir an önce gitsek iyi olur. Durumu görmeden bir plan yapamam, değil mi?"

"Hayır, kâhinin fikirlerini ve kehanetlerini dinlemeliyiz. Bu çok önemli." dedi Eros ve çabucak ekledi. "Sözlerini dikkatle dinle, ona karşı çıkma. Yanıldığı hiç görülmedi ama sözleri çift anlam taşıyabilir."

Pes ederek başını salladı. Bunu gereksiz görse de hem Ares'in hem de Eros'un "kâhin" ısrarına daha fazla karşı çıkmadı. Eros badem gözleri ışıldayarak sevinçle gülümsedi. Eros'un, Ares'i kurtaracağını düşünmesi ona moral veriyordu ama bu görev için Dünya'nın moralden daha fazlasına ihtiyacı vardı. Eros çalıların arasından yürümeye başladı. Dünya, onun hemen ardından yürüyor, ince dallardan sakınmaya çalışmaktan Eros'u takip etmekte zorlanıyordu.

"Zeus, neden Ares'ten bu kadar nefret ediyor? Bana doğruyu söyle."

"Dedim ya, kendine rakip olarak görüyor." dedi Eros ona bakmadan. “Ona karşı koyabilmesi otoritesini sarsıyor.”

"Ares'in böyle bir derdi olmadığını söylememiş miydin? Bunu siz biliyorsanız Zeus da biliyor demektir. Ayrıca böyle bir kine sadece taht arzusu yol açmaz."

Eros durakladı ve onun kendisine yetişmesini bekledi. "Bunu, Ares'e sorsan daha iyi olur ama kâhine sorma, lütfen." Dünya'ya dikkatlice bakıp bir süre düşünen Eros, sevimli yüzünü büzüştürdü. "En iyisi sen bir şey sorma, sadece dinle."

Dünya gözlerini devirerek Eros'u bahçenin sonuna kadar izledi. Karşılarına küçük tahta bir kulübe çıktı. Eros duraksamadan kulübenin kapısına gitti ve elini tahtaya doğru uzattı. Aynı şeyi yapmasını bekler gibi Dünya'ya baktı. Bunu her zaman yapıyorlarmış gibi hareketini açıklama gereği duymamıştı. Elini anlam veremeden kapının üstüne koyarken kapı koluna bakındı, kapıyı açacak bir kol yoktu. Parmakları kapının sıcak tahtasına değer değmez kendini bir odada buldu. Neyse ki Eros yanı başındaydı, paniği anında söndü. Odanın normal bir görünüşü vardı, sade köy evlerine benziyordu, eski tip bir divanın üstünde oturan adam da normal bir adamdı. Kel adam, yaklaşık kırk yaşlarındaydı ve keskin bakışları vardı. Orta boyluydu ve olağandışı beyazlıktaki teni dışında sıradan biriydi. Kâhini görmek için bakınırken adam konuştu.

"Benim."

Dünya konuşan adama döndü. "Efendim?"

"Efendin değilim ama bakındığın kişi benim." dedi ve başını yana yatırdı. "Kadın olmamı beklediğin için seni suçlayamam Dünya. Kehanet yeteneği çoğunlukla kadınlara bahşedilmiştir."

O sırada ayıldı, karşısında duran adam meşhur kâhindi. "Bunu nereden biliyorsun?" diye sorarken bile adamın cevabını tahmin edebiliyordu, 'kâhinim de o yüzden' diyecekti. Ama adam Dünya'yı şaşırtan başka bir cevap verdi.

"Her ilk görüşmemizde aynı şeyi düşünüyorsun." elini salladı. "Hiç yenilik yok."

Karşılıklı minderlerin üstünde bağdaş kurmuş oturuyorlardı. Kâhin onunla yalnız görüşmek istemiş ve Eros'u çay yapması için mutfağa göndermişti. Güzel bir sonbahar güneşi perdesiz pencerelerden girerek odayı ışığa boğmuştu. Hâlbuki dışarıda güneş olmadığına o kadar emindi ki, pencereden süzülen parlak ışık mantıksız geldi. Etrafta tütsü, mum benzeri şeyler görmeyi beklemişti ama odada garip bir şey yoktu. Adamın dikkatli bakışlarla onu süzmesine ses çıkarmadı ama rahatsızca kıpırdanmadan duramadı. Adam tuhaf bir şekilde ona Enlil'i hatırlatıyordu.

"Senin daha önce gelmeni isterdim.” dedi adam sonunda. "Yine de çok geç değil."

"Geç değil mi? Ares Tartaros'a gönderildi, ölümsüzlüğü elinden alındı."

“Sözlerim Ares’in kaderi için değildi…” diyen adam elini kaldırdı, gözlerini kapattı ve elini Dünya'ya doğru indirip alnına avcunu yerleştirdi. Onun da gözleri istemsizce kapandı ve bir görüntü zihnini doldurdu.

BÖLÜM 13 : GÖRÜLER

Parlak siyah duvarlarından zift gibi kan ve pıhtıların aktığı, paslı zincirlerin sarktığı, yerdeki çatlak ve deliklerden pis kokulu dumanların çıktığı bir mağarayı görüyordu. Yerdeki kemiklerin bazılarında hâlâ çürümüş etler vardı. İrice bir yılan, aralarından süzülerek odadaki tek eşya olan ortadaki divana doğru gitti. Divanın üstü yumuşak kıllarla kaplı bir kürkle örtülmüştü, içinde biri yatıyordu ama kim olduğu görünmüyordu.

Odaya Hades girdiğinde yılan gezinmeyi bırakıp örtünün ayakucuna kıvrıldı. Örtünün içindeki doğrularak Hades'e baktı. Hades, Ares'e gülümsedi.

"Misafirin erken gitmiş, oysa seni bırakmaz sanmıştım.” Dedi ve ellerini açarak odayı gösterdi. “Umarım hoşuna gitmiştir, alışık olduğun tüm rahatlığı sağlamaya çalıştım ama aceleyle bu kadarını hazırladım."

"Onu bir daha buraya getirme." diye doğrulan Ares, iç karatıcı bu loş odada bir güneş gibi parlıyordu. "Ayrıca uzun süre burada kalmayacağım Hades." dedi sakin bir sesle. "Rahatlığım için özenmesen de olur."

Hades sırıtmaya devam etti. "Seni bırakmaya niyetim yok Ares." dedi. "İkna olana dek sohbetimin tadını çıkarmaya bak."

Ares yorum yapmadan başını çevirdi. Hades, uzun kuş tüyleriyle kaplı pelerinini savurarak Ares'in yanına oturdu. "Birlikte." dedi Hades ve adamın omzuna elini koydu. "Zeus'u alaşağı edebiliriz."

Ares yan gözle adama baktı. "Bunun için, senin yardımına ihtiyacım yok."

Hades omzunu sıktı. "Artık var. Seni kurtarmaya kimse gelmeyecek. Zeus'un hiddetine karşı koyabilecek senden başka kimse yok, bu yüzden seninle bir anlaşma yapacağız. Planımı dinle, kesin bayılacaksın." Doğruldu ve sırıttı. "Ama önce dostluğumuzun hatırına bir şeyler atıştırmaya ne dersin?"

Sözleri biter bitmez odaya ellerinde tepsilerle üç tane kadın girdi, üçü de birbirinden güzeldi. Göğüslerini örten siyah tülden bir üstlük ve parçalı, kısa bir eteklik giymişlerdi. Siyah saçları olmayan rüzgârda savrulurken ellerindeki yiyecek dolu tepsileri Ares'in önündeki taş sehpaya bıraktılar. Bir tanesi Hades'in bacaklarının yanına, diğer ikisi de Ares'in yanına oturdu. İnce uzun parmaklarıyla Ares'in zırhını okşarlarken arzulu ve hayran bakışlarla Ares'i süzüyorlardı. Ares doğrulup kadınların ellerini kendinden uzaklaştırdı ve Hades'e döndü.

"Dalga geçiyor olmalısın." dedi. "Bir kırıntı bile boğazımdan geçemez."

Hades alışagelmiş bir tavırla yanındaki kadının pürüzsüz tenini okşarken Ares'e sırıttı. "Bu sadece zaman meselesi… Ya benimle anlaşırsın ya da sonsuza kadar Tartaros’ta hapis kalırsın, seçim senin." dedi ve yanındaki kadına döndü. Bu ilgiyi bekleyen kadın istekli bir tavırla adama doğru yükseldi ve Hades kadını öptü.

Ares dudaklarını sıkarak tepsilerdeki birbirinden nefis yiyeceklere baktı. Görüntü sarsılmaya başladı ve daha karanlıklaşarak değişti. Önceki mağara şimdikine göre kral odasıydı. Taş dikitlere saplanmış ne olduğu bilinmeyen yaratıklardan akan kanlar küçük birikintiler oluşturmuştu. Kıvrılarak akan ateş nehri, odayı aydınlatan tek ışık kaynağıydı. Kenarlarını cızırdatarak koridora doğru gözden kayboluyordu. Sıska, kısa boylu, sivri dişlerinin arasından salyalar akıtan bir adam kamburunu çıkartarak arkası dönük bir kadının yanına yürüdü. Kadın sırtı açık bir kıyafet giymişti, eteği yandan iki yırtmaçla ayrılmıştı. Siyah saçlarını tepesinde sıkıca toplamıştı. Çirkin yaratığın elindeki kadehi aldı. Yaratığın gözlerinin olmadığını o an gördü, sanki yolunu koklayarak buluyordu.

Kadın memnun bir yüzle mağaranın derinliklerine yürüdü. Güzel bir kadındı; dolgun ve koyu kırmızı dudakları, esmer tenine rağmen dikkat çekiyordu. Kızılımsı kahverengi gözleri ışıldayarak karşısındaki Ares'e baktı. Ares'in üst zırhı parçalanmıştı, göğsünde öylesine sarkıyordu, pantolonu da yırtıklar içindeydi. Kusursuz bedeni kesik ve çürüklerle lekelenmişti. Kollarından ve bacaklarından iki yana açılarak bileklerinde kelepçelerle duvara gevşekçe sabitlenmişti. Saçları kanla pislenmişti ve güzelim saçları tutamlar halinde yüzünü örtecek şekilde önüne düşmüştü.

Kadın ona yaklaşırken Ares başını yavaşça kaldırdı. Gözaltları kararmış ve gözlerinin pırıltısı azalmıştı. Dudağının kenarında, kurumuş bir kan lekesi vardı. Yorgun görünüşüne rağmen gururlu bir ifadeyle gözlerini kadına dikti:

"Asteria." dedi güçsüz bir sesle. "Gardiyanınla konuşmak istediğimi söylemiştim." Yutkundu. "Seninle değil."

Asteria inci gibi dişlerini göstererek gülümsedi. "Hades yerine beni görmeyi tercih edersin diye düşündüm."

Kadehinden içki yudumladı ve kadehi öylesine yere bıraktı. Kalçalarını sallayarak Ares'in karşısına dikildi. Adamın kirli saçlarına uzandı, kanla lekelenmiş tutamları parmaklarıyla okşarcasına özenle geriye taradı. Ares rahatsız bir tavırla başını geriye çekti. Kadın Ares’in öfkesine aldırmadan zarif parmaklarıyla Ares'in yüzünü okşadı. Tırnağını genç adamın dudağına acımasızca bastırdı ve tırnağını çekerken Ares'in dudağında kızıllaşan bir iz bıraktı. Acıya rağmen adamın tepkisizliği karşısında Asteria'nın vahşi gözleri parladı. Parmaklarını Ares’in çenesine kenetleyerek başını kendine yaklaştırdı ve vahşi bir iştahla adamı öptü. Dudağındaki kan lekesini, lezzetli bir şeymiş gibi yalayarak temizledi. Ares'in karşı koymaya gücü veya isteği yok gibiydi. Kadının elleri onun göğsündeki yaralarda gezindi.

"Muhteşem, Ares." dedi iç geçirerek. "İlk günden beri seni istediğimi biliyorsun, değil mi? Seni gördüğüm ilk andan beri..."

Ares ses çıkarmadan kadını izliyordu. Kadın az önce tutkuyla öptüğü dudakları, adamın canını acıtmaya çalışarak yeniden öptükten sonra geriledi ve öfkeyle homurdandı. "Rüyalarına girdim, sana ölümün ve iblislerin gücünü sundum, kendimi sonsuza kadar sana adadım ama hiçbiri sana yetmedi. Tüm vaatlerimi görmezden geldin."

Parmaklarını sinirle adamın saçlarına geçirip tepki vermeyen Ares'in başını geriye kanırttı. Gözleri adamın yüz hatlarında gezinirken ifadesi yumuşadı ve tutkulu bir sesle fısıldadı. "Şimdi buradasın ve kaçmana izin vermeyeceğim." dedi ve uzanarak adamın boynuna dudaklarını sürttü, koklayarak dudaklarına doğru çıktı. "Sonsuza kadar benim olacaksın, kralım ve eşim olacaksın çok yakında."

Ares yorgun bir tavırla gülümsedi. "Çok yakında..." diye fısıldadı ona uzanmış dudaklara karşı. "Çok yakında, gün ışığına geri çıkacağım sensiz."

Asteria öfkeyle bağırdı ve uzun tırnaklarını Ares'in göğsüne hırsla sürttü. Kan izleri oluşurken Ares sadece derin bir nefes aldı. Delilik ve hiddetin dengesizliğindeki Asteria geriye doğrulup yaptığı eseri süzdü. Gözlerini adamın gözlerine dikti, uzun tırnaklarını yaraların üstünden geçirerek derinleştirdi. Hafifçe kasılan Ares'in yüzü acı ve tiksintiyle buruştu. Saklamaya çalıştığı can acısına daha fazla dayanamayacakmış gibiydi. Açlık, susuzluk ve işkence onu iyice tüketmişti.

Görüntü aniden değişti ve kırmızıya dönüştü. Gökyüzünün olmadığı bir yerdeydi. Her tarafı koyu bulutlar sarmıştı. Bulutların aralarında kırmızı şimşeklerin çakarak aydınlattığı kocaman bir alanı doldurmuş birbirinden iğrenç ve çirkin yaratıklar uluyor, birbirlerini itip vahşice saldırıyorlardı. İri bir yaratık savaştığı diğerinin kafasını koparıp kükredi. Diğerleri cesede saldırıp dişlerken zevkle çarpılmış kanlı ağzını uzun çatallı diliyle yaladı. Kasları ve biçimsiz kıyafetleri kan ve pisliğe bulanmıştı. Derinden gelen ve kükremeyi andıran bir uluma duyuldu. Yüzlerce yaratık debelenmeyi bırakıp dikkat kesildiler.

Yaklaşık iki metre boyunda bir dev, kalabalığın ortasına yığılmış cesetlerin üstüne basarak en tepeye çıktı, hepsine üstten bakacak şekilde kalabalığı süzdü. Teni çürümüş gibi grimsi mavi bir renkteydi. Burnu, kırılmış gibi yana kaymıştı. Ağzı dudaksızdı ve çirkin yüzünde yırtık gibi duruyordu. Saçsız kafasını dövmeler kaplamıştı. İnsan derisine benzeyen bir zırh giymişti, bu eski zırhının omuzlarından da apolet gibi zincirler sarkıyordu. Kükremeyi andıran kötü bir lehçe ile konuştu.

"Sonunda intikamımızı alacağız!"

Kalabalık coşkuyla uludu. Hepsi ayaklarını sabırsızca yere vurmaya başladılar. Dev yaratık memnun bir yüzle kalabalığın kendini kaybetmesini izledi ve elini yumruk yapıp havaya kaldırdı.

"Kraliçe adayımız, kralımızı yakında buraya getirecek ve o, liderimiz olarak bize istediğimiz vahşeti bahşedecek!"

Kalabalık yeniden bağırdı. "Kan, insan kanı!"

"Kavuşacaksınız!" dedi dev. "Önce dünya, sonra diğer boyutlar! Hepsi bizim kölemiz olacak!"

Yaratıklardan bazıları haykırarak tırnaklarını kendi bedenlerine sapladılar ve derileriyle beraber koparıp kanlı et parçalarını havaya kaldırdılar. Bu vahşi gösteri devin hoşuna gitti. Kısık gözlerini kırmızı şimşeklerin aydınlattığı bulutlu gökyüzüne çevirdi. Büyük bir kuşun bulutların arasında süzüldüğünü görünce cesetlerden oluşmuş kaidede yana kaydı, kuşun rahat konması için yer açmıştı.

Kuş uzun tüylü kanatlarını çırparak ceset yığınına tüneyecekken biçim değiştirdi ve Asteria'ya dönüştü. Asteria ciddi bir yüzle yaratıklara baktı. Kıyafeti parlak siyah tüylerden oluşmuştu. Kalabalık istekle kükredi.

"Kralımızı görmek istiyoruz!"

Asteria'nın gözleri parıldadı. "O, güç topluyor." dedi. Şuh bir ifadeyle elini beline koydu ve diğer eliyle eteğini savurarak deve döndü. “Deimos nerede?”

Dev yana baktığında başka bir devin onlara doğru geldiğini gördü. Bu koca meydandaki en insana benzeyen yaratıktı, yine de bakışları diğerleri gibi vahşiydi. Uzun adımlarla geldi ve kaslı bedenini saran pelerini omuzlarının üstüne attı. Üstünde eski bir zincir zırh vardı, kan lekelerini birer gurur nişanı olarak temizlemeye kalkışmamıştı. Kopkoyu gözleri doğrudan kadının üstündeydi. Deimos eğilmektense kadının karşısında durdu. Asteria bunu saygısızlıktan çok beklenti olarak aldı ve üstüne alınmadı. Tüm lejyon haliyle ondan ispat bekliyordu. Yine de şansını denedi.

"Deimos, kralın ilgisini istiyorsan, önce yeminini et ve bana sadakatini sun."

Deimos, Asteria'nın karşısında saygılı ve resmi denebilecek bir tavırla konuştu.

"Asteria, sözde kraliçem!" diye lafına başladı. "Sadakat yeminini sadece kralımıza sunabiliriz."

Asteria'nın yüzü adamın iması karşısında öfkeyle kasıldı. "Ben demek, o demektir. Bu saygısızlığını duyunca o, benim kadar insaflı olmayacak!" dedi ve sinirle tısladı. “Sözde kraliçeymiş!”

Deimos kadının öfkesi karşısında geri çekilmedi. "Yeminimizi kralımıza karşı yapacağız. Bu son sözümüz!"

Asteria huzursuzca başını dikleştirdi. Deimos hemen lafına devam etti.

"Yeminden önce kralımızın bizi kabul edip sahiplenmesi gerekir. Boyut kapılarını bize ancak o açabilir. Yeminimizi kabul ettikten sonra onun ardından en parlak yıldıza bile çekinmeden bakabiliriz. Ölümüne peşinden gideriz!"

Kalabalık, kulakları sağır edecek bir sesle haykırıp onu onayladı. Asteria, kalabalığı süzerken yüzünü buruşturdu. Deimos'a geri döndüğünde dişi bir panter kadar serinkanlı ve korkutucu olmuştu:

"O halde, bekleyeceksin. Ares'in buraya gelip zehirli havanızı koklamasına izin veremem." Diye homurdandı. “Kralım için uygun bir taht hazırlayan dek bekleyeceksin.”

Deimos itiraz etmeye niyeti olmadığını göstererek onu onayladı. Zaten yüzyıllardır bekliyorlardı. Asteria eli boş yeniden kuşa dönüştü ve hızla kalabalığın üstünü sıyırarak uzaklaştı. Deimos kötücül gözlerle kadının gidişini seyretti ardından yığının ortasına yürüdü. Yumruklarını gökyüzüne kaldırdı ve bağırdı.

“Kral Ares nihayet bizim sadakatimizi kabul edecek ve boyutların efendisi olarak korkuyu tüm kâinata salacak! Yaşayanların tatlı etine doyacağız!"

Hayalden bilincini zorlukla koparan Dünya midesini kavuran bir krampla kendini geriye attı. "Bu olamaz!" dedi. Elini midesine götürerek karşısındaki kâhine bakmaya çalıştı. Kâhin, ifadesiz bir yüzle onu izliyordu. "Bunlar gerçek mi?" dedi adamın hayır demesini bekleyerek.

Kâhin elini ona doğru uzattı. O da kâhinin elini doğrularak tuttu. Ağlamamak için kendini zorluyordu. Ares o lanetli yaratıkların başına geçerek dünyayı kana susamış canavarların insafına mı bırakacaktı? Buna inanmakta zorlanıyordu. Elini tutan kâhin, gözlerini kapattı ve Dünya'nın gözlerini kapatmasına gerek kalmadan zihni karanlığa gömüldü. İçindeki korku yükselirken hafif bir ışık belirdi, ışık dar bir kapının iki yanındaki meşalelerden geliyordu. Kapı iç içe geçmiş kemiklerden yapılmıştı.

Görüntü geldiği hızla kayboldu. Bir an sonra yeniden kâhinin keskin gözlerine bakıyordu.

"Açman gereken kapının nerede olduğuna gelince: İçindeki sese güven, o sana yol gösterecek."

"Kapı nereye açılıyor?" dedi.

"Gitmen gereken boyuta." dedi kâhin sakince.

"Bütün bunlar da ne demek oluyor? Gerçek mi?"

"Bu görüntüler olacak olanlar. Ares'i kaybedeceğiz.” dedi kâhin. Dünya, inleyerek ellerini yere koyunca adam yanına geldi. "Önemli olan bu değil, iblisler mühim."

Gözlerini kaldırıp adama baktı. "Onlar iblis miydi?"

Adam başını salladı. "Sana, bunları gösterdim çünkü şimdiki ve sonraki zamanın anahtarı sensin. İblis boyutunu en son kapatmayı başaran da sendin. Görevini önemsemediğin takdirde nelere yol açacağını görmeni istedim. Daha ilerisini göremiyorum çünkü senin seçenek hakkın var. Sonuçlar kesin değil."

"Ares." derken içi titriyordu. Kelimeler boğazından geçmedi.

"Onun pek seçenek hakkı yok." diye konuştu. "O, hakkını kullandı."

"Asteria'yı seçti." dedi Dünya, kaşlarını çatarak. Gerçi görüntülere göre başka çaresi yoktu. Ares’in peşindeki ikinci kadın Afrodit'ten bile tehlikeliydi. Tüm bunlara rağmen Ares'in işkence çekmesi için gönderildiği Tartaros'da bile küçük bir harem kurması canını sıktı. O burada onun için uğraşıyordu ama genç adam kan ve irinlerin aktığı mağarada birbirinden güzel kadınlarla çevrilmişti. Adamı sadece birkaç gündür tanıyordu ama çapkınlığı için kızacak kadar çok sahiplenmişti.

Kâhin sinek kovalar gibi elini salladı. "Senden iyi bir kâhin olmaz." dedi ve ayağa kalktı. “Odağını değiştirmelisin!”

"Ne?" diye adamın peşinden yürüdü.

Eros sanki çağrılmış gibi mutfaktan çıktı ve elleri cebinde söylendi. “O aptal ocağı nasıl yakıyorsun?”

Ona aldırmayan Kâhin Dünya'nın da son sorusunu cevaplamadan Eros'a doğru konuştu. "Aşkının mutluluğu için aşkının gözdesini korumaktan bıkmadın mı Eros?"

Eros'un kaşları çatılarak gözleri Dünya'ya kaydı. Kısa bir süre bakıştılar. Kâhinin ifşasına bozulduğunu saklamaksızın homurdandı. "Bunu söyleyeceğini biliyordum."

"Senden iyi bir kâhin olur, ayrıca ocağıma laf söylemen de oldukça kabaydı." dedi adam ve divanın üstüne kuruldu. "Bu görevde anahtar tek başına olmayacak ama sen de ona eşlik etmeyeceksin. Eşlik edersen, öleceksin." dedi Eros'a bakarak. Dünya'ya doğru döndü. "Adonis'i ikna et, yolculuğunda onun mutlaka sana eşlik etmesi gerek. Yolculuğunuzda üç kişi olacaksınız. Bunlardan biri sen, diğeri Adonis olacak. Üçüncü kişinin kim olacağı hakkında seçeneğimiz olmayacak."

Kâhinin her kelimesi Dünya’nın bulanık zihninde dönüyordu. Daha önce de başına bunun geldiğini biliyordu ama hatırlamadığı için ne yapacağı konusunda bir fikri de yoktu. Görevlerinin ilk üçünde yanında Ares vardı. Altın gözlünün varlığıyla ona güç verdiğini tahmin ediyordu, güçten öte kendi gücüyle de desteklediğini. Şimdi ise tek başınaydı ve geçmişin tecrübelerinden yararlanamıyordu.

Kâhin yeniden konuşunca başını kaldırıp adama baktı. "Gitmeden önce yanıma bir kez daha gel fakat yalnız.'' Kâhin, tek bacağını kendine çekip kolunu bacağının üstüne koydu. "Sen, Eros. Karşılıksız kalacağına emin olduğun bir sevgi için uğraşmayı bırakmalısın. Öncekinden bir ders almadın mı?" Eros, adama cevap vermeyince adam anlayışlı bir sesle ekledi. "Şimdi gidebilirsiniz."

BÖLÜM 14 : SIRLAR VE HİKAYELER

Eros asık yüzle kulübenin kapısına yürümeye başladı, Dünya sessizce adamı takip etti. Açık havaya çıktıklarında vakit hayli ilerlemişti. Düşünceler içindeki Eros sakin ve uzun adımlarla çalıların sardığı yoldan ilerliyordu. Ona yetişti.

"Ares'in haberi var mı?"

Eros neyi kastettiğini anladığından rahatsız bir şekilde dudaklarını sarkıttı. "Ona bir kere söyledim ama o kadar sarhoştu ki, konuştuğumuzu bile hatırlamıyor. Dionsys'un eğlencesindeydik..." durakladı ve nefes aldı. "Bir daha da cesaret edemedim. Reddetmesi canımı yakmazdı ama beni kendinden uzaklaştırdığı takdirde..." dedi ve sustu.

"Senin için zor olmalı." diye mırıldandı.

"Zor olan şey, onun etrafındaki kadınların hiçbirini sevmediğini bildiğim halde başka kadınlarla vakit geçirmesiydi. Beni rahatsız etmeyen tek ilişkisi seninle olan ilişkisiydi."

"Belki gelip geçici olduğumdandır." dedi. "Biliyorsun, ben ölümlüyüm."

Eros yan gözle ona baktı. "Sırf senin için ölümcül bir ceza aldığına göre, ölümsüzlere katılmanı sağlamak için de bir planı olabileceği aklına gelmedi mi? Tüm bunlara neden katlanıyor sanıyorsun.”

"Ne?" dedi, şaşkınlıkla. Ölümsüzlere katılmak mı? Kendini Yunan tanrıçalarıyla bir olarak düşündü. Acaba ona ne derlerdi? Dünya, anahtar ve kapıların tanrıçası... Çilingirlerin biricik tanrıçası... O kadar olanaksızdı ki, tartışmaya bile gerek duymadı.

"Bunu şimdi boş ver." dedi Eros. "Kâhin sana ne dedi?"

"Pek bir şey demedi, daha çok bir şeyler gösterdi." dedi. Aklına görüntüler gelince canı sıkıldı. "Hoş olmayan görüntüler."

"Ares'in kurtulduğunu da gösterdi mi?" dedi, Eros umutla.

Ne cevap vereceğini düşünürken dudağını yaladı, karşısında duran adamın umutlu yüzüne bakarken yalan söyledi. "Evet, onu kurtarıyoruz."

Eros rahatladı ve gözleri ışıldadı. "Neyse ki." dedi gülümsedi. "Hiç şans olmadığını sanıyordum. Tartaros korkunç bir yer ve orada geçirdiği her saat ölümlü bedeninde onarılması zor yaralar açıyor."

Adamın bunu bu kadar sakin ilan etmesine şaşırdı. Eros uzanıp Dünya'nın elinden tuttu. Eve doğru hızla yürümeye başladılar.

"Acele etmemiz gerek."

Onu eve kadar sürüklemesine izin verdi. Dünya sabırsızlanan Eros'un heyecanını kırmamak için ifadesini sakin tutmaya çalıştı ama odasına girince kendini yatağına atıp ağlamaya başladı. Üzüntü ve kaybının yanında vicdan azabı da duymaya başlamıştı. Gözyaşları istemsizce dökülüyordu. Yastığını ısırdı ama duramıyordu. Öylece uyuyakaldı. Kapının tıklatılmasıyla irkildi. Gözleri yanıyordu. Sızlayan gözlerini ovuşturarak hissiz bir halde ayağa kalktı.

Kapıya dokundu. Karşısında Adonis duruyordu. Genç adam bir süre hiç konuşmadan yüzüne baktı. Ondan bir tepki alamayınca tereddütlü bir sesle sordu.

"Yemek için bana katılır mısın, diye sormak için gelmiştim."

Aç olduğunu o zaman fark etti. Başını salladı. "Tabi, olur." dedi. "Ben de çok acıkmıştım."

Adonis gamzelerini ortaya çıkaran bir gülücük gönderdi. "En sevdiğin yemeği hazırladım." dedi ve elini ona uzattı.

Ares'i kurtarmak için adama ihtiyacı vardı. Kâhinin dediğine göre kapıdan geçerken Adonis’in yanında olması gerekiyordu. Bu yüzden onu bir şekilde ikna etmeliydi ama nasıl? Ares’ten bu denli nefret ederken kurtarmaya gider miydi? Düşünceler içinde adamın elinden tuttu. Adonis eğildi ve onun elini öptü, avuçları arasında tutmaya devam etti. Onu rahatlamaya çalışması kalbine dokundu ve adama gülümsedi.

"En sevdiğim yemek ne?"

Adonis'in gözleri dudaklarına kayınca istemsizce yutkundu. Nefes kesici derecede yakışıklı adam pürüzsüz sesiyle cevapladı. "Peynir soslu makarna..."

Adonis gözlerini onun dudaklarından çekip gözlerine çevirdiğinde Dünya ancak konuşabildi. "Üstümü değiştirip hemen geliyorum." dedi ve elini adamın elinden çekmek için davrandı. Adam elini bırakmadı. Yeniden adama döndü.

"Odanda bekleyebilir miyim?"

Kaşlarını çattı, kararsızca kalakaldı. "Odamda giyinme odası yok." diye mırıldandı.

Omuzları düşen Adonis onun elini serbest bıraktı. Asıl demek istediğini anlamıştı. Odasına çağırmıyordu çünkü Dünya aralarındaki mesafeyi korumak istiyordu. Derin bir nefes alan Adonis kibar bir sesle konuştu. "Yüzünü de yıkasan iyi olur Dünya, gözlerin ağlamaktan şişmiş."

Ağzı açık kaldı, onun Ares için ağladığını bildiği halde yemeğe davet etmişti. Başını sallayıp içeri girdi. Yüzünü yıkadı, gözleri hafifçe kızarmış ve şişmişti. Ela gözleri iyice yeşile dönmüştü. Soğuk suyu çarpıp yüzünü kendine getirmeye çalıştı. Saçlarını topladı ve üstüne kısa kollu bir tişört geçirdi, altına da kot. Bez ayakkabılarını da ayağına geçirdikten sonra kapıda bekleyen Adonis'in yanına dönmek için nefes aldı.

Birlikte küçük bir balkona gittiler. Balkonda iki kişilik bir masa hazırlanmıştı. Basit ve samimi bir yemek düzeni hazırlanmıştı. Servis sehpası olarak belirlenmiş daha küçük bir masanın üzerinde bir kâse makarna duruyordu. Onun için özel bir yemek servisi düşünmüş olması hoşuna gitti. Ferforje sandalyesine oturdu. Ortadaki salata tabağı dışında boş tabak ve bardaklar vardı. Adonis makarnaları servis etti, hareketleri tecrübesiz ve heyecanlı görünüyordu. Dünya usulca onu izledi. Makarna peynir sosluydu ve spagetti olması işi zorlaştıracağa benziyordu.

Hava normalden sıcaktı ve rüzgâr hiç esmiyordu. Bahçe, karanlıktı ve etraftan çıt çıkmıyordu. Ne böcek ne kuş sesi vardı, hiçbir ses duyulmuyordu. Adonis'in bardaklara içecek kattığını duyunca başını çevirip adama baktı. Kolayı görünce hemen atıldı.

"Ah, hayır! Ben kola içmem."

Adonis elinde kola şişesiyle kalakaldı. Buralarda kola istememesi büyük bir hakaret miydi? Gülümsemeye çalıştı.

"Şey... Ben…" diye mırıldandı. Ne gibi bir bahane bulabilirdi?

Adonis elindeki şişeyi masaya bıraktı. Umutla sordu. "Hatırlıyor musun?"

"Neyi?"

"Kola sevmediğini hatırlıyor musun?" dedi lacivert gözleri ışıldayarak.

"Kola istemediğimi söylememin, bunu hatırlamamla ne ilgisi var?"

"İstemediğini söylemedin, içmem dedin." diye yüzüne dikkatlice baktı. Bunun neden bu kadar önemli olduğunu anlamadan adamın yüzüne bakmaya devam edince Adonis sandalyesine oturdu. Canı sıkılmıştı.

"Sen kola sevmezsin." dedi, sanki o karşı çıkıyormuş gibi. Tepki alamayınca omuzları çöktü. "Ben sandım ki, hafızan yerine geldi. Bunun olanaksız olmasına rağmen umutlanmadan edemedim." Başını karanlığa doğru çevirip "Hepsi bencil Ares'in suçu." diye kendi kendine mırıldandı.

"Belki benim suçumdur."

Adonis kaşları çatık ona döndü. "Ares'in suçu." diye tekrarladı. "Zeus'un tahtını ele geçirmek için seni kullanmaya çalıştı. Benim, senin hakkındaki duygularımı bile bile... İlişkimizin kabul edileceğini bildiği halde tüm geçmişimizi bir anda yok etmekten çekinmedi, kimse ondan böyle bir şey istememişti oysaki!”

"Size inanamıyorum, siz hep böyle miydiniz? İki gün kavga edelim, çekişelim; üçüncü gün yiyip, içip, sevişelim." der demez yüzünü sıcaklık bastı. "Yani sevişelim demekle anlaşalım, konuşalım, eğlenelim demek istedim." diye ekledi.

Gerginliği anında buharlaşan Adonis kaşlarının altından ona baktı; yüzündeki muzip ifade, açıklama için çok geç kaldığını bağırıyordu. Çatalını eline aldı. Makarnayı çatala dolayan Dünya huysuzca mırıldandı.

"Gerçekten eğlenmeyi kastetmiştim."

Adonis berrak bir sesle güldü ve başını sallayıp makarnayla ilgilenmeye başladı.

"Seninle çok eğleneceğimize emin olabilirsin."

Dünya iması karşısında oflayarak başını salladı ama konuyu uzatmadı. Adonis, ona kendi yönettiği bir avda başına gelen komik olayları anlatırken bir tabak makarnayı nasıl bitirdiğini anlamadı. Avda kendi okları bitince Artemis'in ok sadağını yürütme macerasını ve bunun sonucunda Artemis'in hışmına uğradığından bir hafta rahat oturamadığını anlattı. O zamanlar hala bir ölümlüydü, yaralarının iyileşmesi uzun sürüyordu.

"Şimdiyse iyileşme birkaç saniye sürüyor." dedi ve masadaki bıçağı alıp yavaşça avucunu kesti. Kanı akarken yarası iyileşmeye başladı. "İyileşiyorum." diye cansızca ekledi.

"Acımıyor mu?" dedi. Bir yandan da izlediği gösteriden rahatsız olmamaya çalışıyordu.

Adonis güzel gözlerini kaldırıp ona baktı. "Ölümsüzlük acıyı silmez."

Aklına Ares'in işkencedeki hali geldi, yaraları ve yüzündeki ifade...

"Asteria kim?" diye aniden sordu.

Bir an afallayan Adonis peçeteyi alarak kanı sildi ve yavaş hareketlerle peçeteyi masaya bıraktı. Vakit kazanmaya mı çalışıyordu yoksa sözlerini mi toparlıyordu, anlamadı. Sonunda bakışlarını ona çevirdi. "Bulaşmayı istemeyeceğin biri." diyerek arkasına yaslandı. "Eski bir ölümsüz ve çok tehlikeli."

"Hades ile ne ilişkisi var?" diye öylesine sordu. Pek ilgili gözükmemeye çalışmıştı ama Adonis aklından geçenleri anlıyor gibi bakıyordu. Nedense Asteria'yı tanıyor olmasına şaşırmamıştı ve sorgulamamıştı.

"Hades ile bir ilişkisi yok. Asteria kadim bir ölümsüzdür, Zeus'tan bile eski. Önceleri iyilik timsali olduğu söylenir fakat bir olay sonrasında kötülüğün temsilcisi haline dönüştü, hile ve işkence ustası oldu.”

Adonis duraklayınca, Dünya devam etmesi için sordu. “Ne olmuştu?”

“Hekate'ye hamile kalmıştı fakat üstündeki bir lanet sonucu bir türlü doğum yapamıyordu. Laneti etkisizleştirmek ve kızını sağ salim doğurabilmek için yeryüzüne indi. Şimdiki adı 'Gediz' olan nehirde yıkanıp su perilerinin yardımıyla doğuma hazırlandı. Asteria'nın durumuna üzülen Gaia, Asteria'ya yardım etmek istedi ve bir kâhine danıştı. Kâhin ona doğacak çocuğun lanetli bir kötülükle sarmalandığı için doğamadığını söyleyince Gaia, Asteria'ya bir mücevher gönderdi. Mücevher tüm kötülüğü ve laneti içine hapsedecekti. Mücevher işe yaradı ve Asteria, Hekate'yi doğurdu. Saf bir iyilik ve güzellikle doğan bebeği kucağına almak kısmet olmadı. Güneş tutuldu ve yeryüzü karanlığa teslim oldu. Su perileri, korkuyla nehirlerine kaçtı çünkü iblisler kadının başına yığılmıştı. Yeni doğmuş bebeğiyle kalakalan Asteria, elindeki mücevherin çektiği iblislerin arasında kalmıştı. İblisler, ondan mücevheri parçalamasını ve yeni doğmuş bebeğini kendilerine vermesini istedi. Asteria, bunu kabul etmedi ve elindeki mücevheri yuttu. İblislere karşı koyamazdı hem güçsüzdü hem hüküm sürdüğü boyuttan uzaktaydı. Tüm bedenini mücevherin yaydığı kötülük kaplarken bebeğine kısacık bir an dokundu. Birdenbire yer parçalandı ve o da bir daha hiç çıkmadığı lanetine hapsoldu. İblisler bebeğe dokunamadılar çünkü bu kadar kutsal bir şeye dokunmak onlarında sonunu getirirdi. Bu yüzden onu bırakmak zorunda kaldılar. Asteria yer altına döndüğünde eşi olan Perses'i öldürüp kanını içti ve kötülüğünü mühürledi. Ruhunda bir damla olsun iyilik kalmadı. Hades onu Tartaros'ta oyalamakla görevlendirildi. Suçlu ölümsüzlere işkence yaparak ruhundaki kötülüğü doyurabiliyordu. Yani Asteria gelmiş geçmiş en korkunç ve cani ölümsüzdür. Kâbusların ve vahşi zevklerin kraliçesidir."

"Peki, Hekate'ye ne oldu?"

Adonis, Dünya'nın ilgisini çekmekten memnun anlatmaya devam etti.

"Hekate sevilen bir lider oldu. Doğduğu andaki gibi gecenin, ayın, büyücülüğün ve ölüm büyüsünün gücüne sahip oldu. Güçlerinin iyiliğini, insanların yararına kullandı ama değişken bir ölümsüz oldu. Üçlü yüze sahip olmasının nedeninin de Asteria'nın dokunuşu olduğu sanılıyor. Dengesizliğine rağmen cazibesine kimse karşı koyamazdı. Bir zaman sonra kendine ait bir boyut istedi ve ona verilen boyutundan geri dönmedi. Hekate bizleri terk edeli çok oldu." Son kelimelerini buruk söylediği gözünden kaçmadı.

"Çok ilginç bir öykü." diye mırıldandı.

Adonis gülümsedi. "Bir de benimkini dinlesen." dedi ve masanın üstünden ona doğru eğildi. "İlgini çekebileceğimi sanıyorum."

"Dinlemeyi çok isterim." dedi bakışlarını adamın gözlerinden alarak.

Adonis sandalyesini onun sandalyesinin yanına çekti. Yüzüne doğru yaklaşırken hoş bir tonda fısıldadı. "Ben de anlatmayı çok isterim ama dudağım kurudu." Dedi ve seçimi ona bırakmak için bir nefes ötesinde durakladı. "Yardım edebilirsen..."

Dünya Adonis'in gözlerindeki beklenti dolu ifade yüzünden bir saniye ne yapacağını bilemedi ve ardından hiç düşünmeden önünde duran yarım doldurulmuş kola bardağını alıp adama uzattı. İrkilen Adonis şaşırarak bardağa baktı sonra da kahkahayı bıraktı. Kolayı elinden aldı ve bir yudum içip masaya geri bıraktı. Gülümsemesi soldu ve özlem dolu bir ifadeyle yüzünü bakışlarıyla okşadı.

"Seni ne kadar özlediğimi tahmin bile edemezsin." Diye soluksuz bir sesle fısıldadı.

Elini kaldırıp onun yanağını hafifçe okşadı. Çekingen dokunuşunda tanıdık bir his yoktu. Ares'in ona yaklaşması bile tüm sinirlerini harekete geçirirken Adonis'in dokunuşu sadece dokunuştu. Adonis'in eli, kibarca Dünya'nın boynuna indi ve ensesine dökülen saçlarına parmaklarını geçirip kendine doğru çekti. Anlaşılan Adonis vaz geçmeyecekti ve öpücük konusunda o da isteksiz değildi. Adamın tatlılığına ve cazibesine kapılmamak mümkün değildi. Kafası ve duyguları çok karışmıştı. İçinden bunu yapmasının ne kadar doğru olacağını düşünürken balkona hızla giren Hermes yüzünden birbirlerinden ayrıldılar.

"Adonis! Çok acil bir konu var."

Sandalyesine yaslanan Adonis sıkıntıyla nefes alıp Hermes'e döndü. "Ne oldu Hermes?"

Ardında Athena vardı. Kadın savaşa gider gibi giyinmişti. Kahverengi, kalın deri zırhı ve altında krem rengi kısa eteği, dizlerine kadar uzanan bir çizmeyle oldukça iddialı görünüyordu. Belinde asılı kısa küt bir sopa vardı ve bileğinde küçük bir kalkan. Athena ikisinin durumunu görmezden gelip Adonis'e cevap verdi.

"Onnis saldırıya uğramış, yardım çağrısı aldık."

Adonis, kaşları çatık ayağa kalktı.

"İblis?"

Athena sadece başını salladı. Adonis de anladığını belirtircesine başını salladı ve Dünya'ya döndü. "Kusura bakma kısa bir yemek oldu." dedi. Neşesizce gülümsedi. "Seninle daha sonra sohbet ederiz artık."

"O da bizimle geliyor."

Bunu söyleyen Athena'ydı ve yine Adonis'e doğru konuşmuştu.

"Boyut kilitli, anahtarın açması gerekiyor."

Adonis'in kaşları çatıldı ama karara karşı çıkmadı.

BÖLÜM 15 : HAYAT İÇİN BİR ÖPÜCÜK

Athena ile kilden yapılmış bir kapının önünde dikiliyorlardı. Kadın parmaklarıyla kavradığı kısa sopasını usta hareketlerle döndürürken ona yan gözle baktı. Geldiklerinden beri ilk defa konuştu.

"Korkuyor musun?"

Dünya başını salladı, "Evet." diye cevap verdi. Athena, memnun bir yüzle başını dikleştirince ekledi. "O sopayla karşılarına çıktığında bize gülmelerinden çok korkuyorum."

Athena'nın kusursuz kaşları çatıldı. Dudaklarını hafifçe büktü ve aniden elindeki sopayı sanki bir tüfek gibi sarstı ve hızla elinde bir tur çevirdi. Sopa dönüşünü tamamlamadan uzadı ve iki ucu sivri bir mızrağa dönüştü. Turunu tamamlayan mızrağın ucunda Dünya'nın çenesi vardı. Athena'nın alev saçan gözlerine bakarak. "Şimdi içim rahatladı." diye mırıldandı.

"Hena!"

Adonis'in sesi çınlayınca kadın mızrağı teninden çekti ve eski haline dönen mızrağı kemerine taktı. Adonis hızlı adımlarla yanlarına geldi. “Öfkeni Onnis için sakla.”

Saçlarının önünü yarım toplamıştı. İnce deri bir gömlek ve kalın kumaştan bir pantolon giymişti. Silah olarak ışıldayan bir metalden yapılmış kısa bir kılıçtan başka bir şey taşımıyordu. Tabanca veya tüfek taşımalarının yasak olup olmadığını merak etti. Hiç değilse kılıçtan daha modern bir silah kullanmalarını beklerdi ama anlaşılan teknoloji yerine eski modayı tercih ediyorlardı. Dünya'ya silah vermemişlerdi, gerçi kullanıp kullanamayacağını bilmiyordu ama kendini korumak için hiç değilse küçük bir şey verebilirlerdi. Gördüğü iblislere karşı pek faydası olmayacağını düşününce istemekten vazgeçti.

"Boyut değiştirdiğimizde yanımdan ayrılma. Bize bir şey olursa hemen geri dön." dedi Adonis. Omzuna elini koyup yüzüne karşı eğildi. "Cesaretini kanıtlamana gerek yok, tamam mı?"

Başını salladı. Adonis omzunu hafifçe okşayıp Athena'ya döndü.

"İblisleri bekletmeyelim." dedi ve sırıttı. Gözlerindeki vahşi ışıltı Dünya'yı ürpertse de Athena hoşnut bir ifadeyle gülümsedi.

Sıra ona gelmişti, ellerini tişörtüne sildi ve kapıya dokundu.

Görev boyuta geçmelerinden beridir oldukça sakin geçiyordu hatta amaçsızca dolanmaktan sıkılmaya bile başlamıştı. Onnis'in küçük bir boyut olduğunu söyleyen Adonis, buranın ormanda yaşayan bir halka ait olduğunu söylemişti. Şimdiye kadar yürüyen bir canlıyla bile karşılaşmamışlardı. Etrafları, boyu metrelerce uzayan gür yapraklı ağaçlarla çevrilmişti. En çelimsizinin bile çevresi en az dört metreydi. Bitkiler yemyeşildi ve çime benzeyen yosunlar her yeri sarmıştı. Yılın her günü yağmur yağıyor olmalı, diye düşündü. Ormanın içinden, damarlara benzeyen küçük çaylar akıyordu. Ayakkabı tercihi kesinlikle yanlıştı. Islanan ayakkabıları yüzünden çorabı sırılsıklam olmuştu, yürürken ayakları ayakkabının içinde sürekli kayıyordu.

Öne geçen Adonis onlardan biraz uzaklaşınca Athena korumacı bir tavırla ona yaklaştı. Dünya kadının sert ve görev odaklı ifadesine kısa bir bakış attı, sonra dayanamadı.

“Bana kızıyor musun?”

Athena ona bakmaksızın etrafı kolaçan ederek cevapladı. “Nereden çıkardın?”

“Bana karşı tavırların ve görmezden gelmen aklıma getirdi. Ares yüzünden mi?”

“O konuda suçun yok.” Dedi Athena. “Ares oldum olası haksızlığa aşırı tepki verir. Sana destek çıkması için sana değer vermesine bile gerek yok. Tabi, bu huyu ona kızmama engel değil ama sana kızmıyorum. Hatta sana karşı samimiyim.”

Aklına Artemis’in Athena hakkındaki sözleri geldi, katı ve disiplinli bir karakteri olduğunu söylemişti. Kadının sert tavırlarını üstüne almaması gerektiğini anladı. Athena yan bakışla ona baktı ve inanılmaz bir gülümsemeyle ona eğildi.

“Şakalaştığım nadir kişilerden birisin Dünya ama bu seni şımartmasın.”

Dünya gülümseyince Athena doğruldu. “Sende şeytan tüyü var, itiraf edebilirim sanırım. Her neyse, dikkatimi dağıtma! Şu anda görevdeyiz ve çeneni kapatıp düzgün yürümeye odaklan.”

Yediği hafif azar canını bile sıkmadı. Adonis’in ileride durduğunu ve onları beklediğini fark edince hızlandılar. Ağaçların ötesinde düzenli tümseklerin ve yaşam alanı izlerinin olduğu bir yerleşim yeri vardı. Adonis elinden tutup onu yanına çekti ve dikkatli bakışlarla alanı taradı. Öbür elinde tuhaf metal kılıcı vardı. İlerlemeye devam eden Athena, ilk tümseğin tahta kapısını açıp içeri göz attı, ardından yakındaki tümsekleri de hızlıca kontrol etti ve onlara döndü.

"Burası boş."

Adonis'in elinden elini çekip tümseğe gitti, iki metrelik tümseğin kapısından içeri baktı. Tamamen doğal malzemelerden yapılmış eşyalar vardı, kütükten yapılmış kısa bir masa, bitkilerle sıkıca örülmüş minderler ve toprak kap kacak...

"İblislerden hiç iz yok." dedi Athena, sesinde bir hayal kırıklığı okunuyordu.

Adonis tamamladı. "Ne de satirlerden..."

Satir... Onların ne olduğu hakkında biraz bilgisi vardı. Keçiye benzeyen doğaüstü yaratıklar olduğunu hatırlıyordu. Başka da bir şey yoktu. Dalga geçip geçmediklerine baktı, gayet ciddi görünüyorlardı. Athena doğruldu.

"Diğer köye gidelim." Dedi. “Burada oyalanmamızın anlamı yok.”

Dünya teninde tüylerini diken diken eden bir ürperti hissetti, çevresini saran ağaçların dallarına göz attı. Hiç esinti yoktu, bu tuhafına gitti, sık ağaçlı bir ormandaydılar ve hiç esinti yoktu. Adonis ve Athena hangi tarafa gideceklerini kararlaştırırlarken Dünya ikisinin yanından ayrılarak köyün ortasına doğru yürüdü. Üçgen olarak yere saplanmış üç sopanın arasında gergin duran örümcek ağına baktı. Dizine anca gelen ağ, ince ipliklerle düzgün bir işçilikle dokunmuştu, parmağını yavaşça dokuma ağa sürdü. Ağı yırtacağını sanmıştı ama ağ onun parmağını kesti, ağ sanki kristalden yapılmıştı. Kesilen parmağından iki damla kan yere damlarken kısık bir sesin derinden gelen hırıltısını duydu. Derin bir nefes aldı ve ona tanıdık gelen bir koku burnuna doldu, bu onun parmağından gelemeyecek kadar yoğundu. Adonis'e doğru baktığında genç adam ona seslenmiş gibi dönüp baktı. Dünya'ya doğru bir adım attı. Ters giden bir şeyler olduğunu anlayan Dünya, yeniden ağa dönüp var gücüyle dantele benzeyen ağı yumrukladı.

Güçlü bir çatırtı koptu. Hava yoğunlaşarak titreşti ve etrafa dağıldı. Orman tepeden tırnağa sarsılırken Adonis ona yetişmişti. Dünya'yı koluyla sardı ve dikkatle bakınmaya başladı. Yeşil orman ve tümsekler değişti, artık bazı ağaçlar yanık içindeydi. Onlar bu manzaraya bakmaya devam ederken sağlamların yanında yıkılmış birkaç tümsek beliriyordu. Çevre, üzerindeki örtü alınmış gibi hızla değişirken Athena da mızrağını çekip yanlarına geldi. Havaya kesif bir koku yayıldı. Bu; kan, pislik ve yanık kokusuydu. Her yer kanla yıkanmıştı, yeşil ve kırmızının renklendirdiği bir katliamın tam ortasındaydılar. Kurbanları da birkaç saniye sonra ortaya çıktı. Bazı tümsekler değişti ve ceset yığınlarına dönüştü. Başsız, kolları ve bacakları parçalanmış bir yığın 'satir', gelişigüzel toplanmaya çalışılmıştı. Toplama gayreti özensiz olduğundan veya bilerek yapıldığından organ parçaları etrafa yayılmıştı. Midesi bulandı, Adonis onu sıkıca tutmasaydı yere düşecekti.

Bir hırıltı duydular. Hiçbir hayvana ait olamayacak hırıltının sahibi, siyah dumanların içinde belirdi; sonra bir diğeri, bir diğeri... Kısa sürede etraflarını yirmi veya otuz tane biçimsiz, kötülükleri yüzlerine yansımış yaratık sarmıştı. Adonis kılıcını çekti ve korumak için onu tam arkasına aldı.

Ortaya ilk çıkan yaratık, uzun kollarının sonundaki birer pençeye benzeyen ellerini yana açtı ve dudaklarından kanlar sıçratarak gülmeye çalıştı. Tek elini kıllı bedenini saran paslanmış metale hızla vurdu.

"İnsanı bize verin, gidin!"

Athena gözlerini kıstı. Kendini zor tutuyordu, "Adonis." diye tok bir sesle adama dönmeksizin konuştu.

Adonis yarım ağızla sırıttı ve takip etmenin olanaksız olduğu bir hızla ileri atıldı. Bir saniye içinde üç iblis, başları yerlerinden kopmuş bir halde yere yığıldı. Adonis konuşan iblise baktı.

"Bu, cevabımızın bir kısmı!" diyerek Athena ile aynı anda iblislere saldırdılar.

İki ölümsüz, çevik hareketlerle acımasızca iblisleri doğruyorlardı. Dehşete düşmüş bir şekilde geriledi ve yüksek bir tümseğin duvarına sırtını verdi. Athena uzun mızrağını dans edermiş gibi zarif dönüşler yaparak kullanıyordu. Adonis ise kâh kılıcıyla kâh usta dövüş hareketleriyle iblisleri birer ikişer haklıyordu. Öldüğünü düşündüğü iblisler kora dönüşerek yanıyor ve bazıları arkalarında ince bir kül tabakası bırakıyordu, bazıları çamurumsu kanlı bir toprak yığını. Savaş tahmininden daha kısa sürdü. Bittiğinde yerleri ve havayı incecik kül kaplamıştı. Adonis'in gömleği yırtılmıştı ve kolunda derin bir kesik vardı. Athena daha şanslıydı, dövüşün sonunda bir tek saçları dağılmıştı ama ikisi de çok yorulmuşlardı.

Adonis dizlerinin üstüne çöktü ve derin bir nefes aldı. Athena yarısı yanmış devrik bir ağaca yaslandı. Adonis yüzüne sıçramış çamura benzeyen kanı eliyle sildi ve Athena'ya baktı.

"Yanında nektar var mı, diye sormam anlamsız, değil mi?"

Athena, başını salladı. "Almadım, bu kalabalığı beklemiyordum."

Adonis iç geçirdi.

"O halde, bu kadarla bitmesi için dua etmeliyiz." dedi ve sıkıntıyla ekledi: "Fazla yaralandım ve kan kaybettim. Dinlenmeden kapıyı kullanamam."

Cesetlerin, küllerin, kanlı çimenlerin ortasında fazla umutlanmadı ama ağaçlara yeniden baktı, kımıldayan bir yaprak görmek için. Fakat her şey donmuş gibiydi. Uyarmak için Athena’ya döndü, "Bitme..." Dünya, lafını tamamlayamadı.

En yakın ağaçların önündeki hava yarıldı ve yarık genişlerken içlerinden en az yirmi tane daha yaratık fırladı. Adonis ve Athena hemen doğrularak çarpık yüzlü ve bedenli yaratıkları karşıladılar. Az önceki savaş kadar seri hareketler yapamıyorlardı yine de yaratıklarla başa çıkabildiler. Son iblisi ikiye ayıran Adonis nefes nefese doğrulduğunda bacağında derin bir pençe izi vardı. Athena'nın omzundaki ısırıktan kan akıyordu. Adonis ona döndü. Başındaki yaradan akan kanla, yüzünün yarısı kırmızıya bulanmıştı. Başka bir akın daha umurunda olmadan adama koştu. Adam güçsüzce yere yığılmadan önce ona destek olarak Athena'ya döndü.

"Yardım çağırmalıyız."

"Bunun için çok geç." dedi Athena, kadının patlamış dudağı kanıyordu. "Bu bir tuzak!"

"Bildin!" diyen sesle irkildiler.

Karşılarında dört tane kadın duruyordu. Etraflarındaki vahşeti unutturacak kadar olağanüstü çekiciliğe sahiptiler, ipek gibi tüllere sarınmış kadınlar neredeyse çıplaktı ve silahsızdılar. Athena'nın, "Hayır" diye inlemesinden anladığı kadarıyla onların yerine bir iblis sürüsüyle daha karşılaşmayı isterdi.

Athena sağlam koluna geçirdiği mızrağı kadınlara çevirince, kadınlar aynı anda gülümseyerek Athena'ya baktılar. Adonis oradan uzaklaşmak için davrandı ama kan kaybı ve yorgunluktan bunu başaramadı. Tökezleyince Dünya’yı Athena’ya doğru itekledi.

"Gidin… Kapıya gidin." diye mırıldandı. "Hena, lütfen, Dünya'yı buradan uzaklaştır. "

Athena kararsız kalmıştı ve bu iyi değildi. Kadınlardan biri, onun bu boşluğundan yararlanıp havada kayar gibi Athena'nın yanında belirdi. Parmaklarını Athena'nın yüzüne doğru açtı, teninden incecik tozlar havalandı ve kadın tozları Athena'nın yüzüne üfledi. İblis dışında kimse kımıldayamamıştı. Athena'nın gözleri devrildi ve bayıldı. Adonis bu sefer ona döndü ve yalvarırcasına konuştu.

"Kaç Dünya, ben onları oyalarım!" diye söylendi. “Kapıyı aç ve git!”

Kapıyı nasıl açacağını nereye gideceğini bilmiyordu ki… Adonis’e bunu sormadı zaten onlar bu durumdayken kaçacak kadar korkak değildi. Fakat yardım çağırabilmeyi dilerdi. O ne yapacağını düşünürken kadınlardan biri Adonis'e döndü.

"Sen hepimizi oyalayabilecek kadar güçlü müsün güzel Adonis?" diye şuh bir sesle konuştu. "Şu haline bakıyorum da..."

Adonis kılıcından destek alarak doğruldu, gururlu bir tavırla sordu.

"Bahse girelim mi?"

Kadın güzel gözlerini süzdü ve kalçasına kadar uzanan bal rengi saçlarını savurdu. "Bir ara rüyana gelirim ama şimdi iş zamanı."

Adonis, yaralı olmasına rağmen çekici bir bakışla kadını süzdü ve dudağını hınzırca kıvırdı. Elindeki kılıcı meydan okuyan bir tavırla kendinden uzağa attı. Tahrik edercesine konuştu. "Korkuyor musun?"

Kadınlar birbirlerine kısa bir bakış attı. Sarı saçlara sahip olan kadın, Adonis'i gözleriyle tartıyordu. Sonunda cazibesine yenik düşerek Adonis’e doğru adımladı.

"Düşündüm de, ayağımıza kadar gelmiş fırsatı tepmek yazık olur." diye fısıldadı. "Seni her zaman bu kadar savunmasız bir durumda ağımıza düşüremeyiz."

Sarı saçlının işaretiyle iki kadın Dünya’ya doğru atılırken Adonis onu korumak için davrandı fakat diğer kadın Adonis'i tümsek duvarına doğru itince ayrı kaldılar. Kadınlar onu yakalamışlardı, kollarından sıkıca tutuyorlardı. Adonis’in kılıcı ondan uzaktaydı, ulaşması olanaksızdı. Dünya Athena'nın yerdeki mızrağına bir bakış attı, ona ulaşabilirdi ama önce bu kadınlardan kurtulmalıydı.

"İzle."

Kulağını yalayan fısıltı içini ürpertti, Adonis'i öldürürken ona seyrettireceklerdi. Bedeninin tutukluğu geçti. Sağ tarafındaki kadının saçları ellerine değiyordu. Hızlı bir hareketle parmaklarını kadının saçlarına dolayıp aşağıya asıldı. Kadın çığlık atarak eğilince üçünün de dengesi bozuldu. Diğeri arkadaşına ne olduğuna bakmak için önüne gelince bacağını kadının midesine geçirdi ve aynı anda kolunu çekti. Serbest kalmıştı, saçını çektiği kadına bir yumruk attı ve mızrağa doğru takla attı. Tam mızrağın yanına düşmüştü, elini ışıldayan metale doğru uzattı. Çıplak bir ayak mızrağın üstüne basmasaydı, mızrağı alabilecekti. Başını kaldırınca mızrağa basan bacak havalandı ve çenesine sıkı bir diz yedi. Geriye doğru düştü. Kolları tekrar tutulmuştu. Bu sefer geriye sabitlendiğinden hareket ettiremedi. Çenesi kopmuş gibi acıyordu. Yanağını ısırdığından ağzına dolan kanı tükürdü ve onu zorla ayağa kaldırmalarına izin verdi.

Adonis'i zapt eden kadın istifini bozmadan konuştu.

“Yeter! Uyuşturun.”

Onu tutan kadınlardan biri, parmaklarını oynattı ve yoktan var olan toza bulanmış ellerini alnına sürdü. Tozun tenine temas etmesiyle, Dünya anında bir şişe rakı içmişe döndü. Gözlerini zoraki açık tutuyordu. Bir el, acısı uyuşmuş çenesinden tutup başını havaya kaldırdı ve kafasını Adonis'i görecek şekilde çevirdi. Ne bağırabiliyor ne de kımıldayabiliyordu. Adonis'in de ondan farkı yoktu.

Kadın hoş bir gülümsemeyle adama döndü.

"Ne yazık, seni çok hırpalamışlar." diye duyduğu en seksi tonda konuştu. Adonis araladığı gözleriyle kadına baktı. Kadın, yüzünü kaplayan kana aldırmadan eliyle yüzünü okşadı. Parmaklarından dökülen tozlar, Adonis'in mükemmel hatlarını buğulandırdı; buğu dağıldığında yüzü temizlenmişti. Adonis'in çenesinin öfkeyle kasıldığını gördü. Yaslandığı duvarda, iki kadının desteğiyle anca ayakta duruyordu.

"Senin ilgiye ihtiyacın var, güzel Adonis." diye dudaklarına doğru fısıldayan kadından gözlerini ayıramıyordu. Kadın bedenini adamın bedenine iyice yasladı ve onu tutkuyla öpmeye başladı.

Başını çevirmek istedi ama onu tutan eller buna izin vermedi.

"İzle ve öğren soğuk şey." diye kulağına fısıldayan ses, dudaklarını boynuna sürttü ve kendi şakasına güldü.

Adonis'i öpen kadının parmakları ince gömleği kavradı. Gömleği çıkartmaya çalışırken diğeri ona yardım etti. Artık toz dağıtmayı bırakmışlar sadece Adonis'in tanrısal güzelliğinin tadını çıkarmaya yoğunlaşmışlardı. Genç adam kendini kadınların öpüşüne ve okşamalarına teslim etmişti, yani öyle görünüyordu. Altın sarısı saçları olan kadın elini Adonis'in pantolonuna attı. Adonis baştan çıkmış bir bakışla başını doğrulttu ve kadını tutup kendine çekti. Öpüşü sertti. Dudaklarını, kadından ayırdığında kadın hayran bir bakışla devamı için inledi fakat diğer kadın da istiyordu. Kadın kendini tutmayı bıraktı, hırsla sarı saçlı olanı ittirip Adonis'e sarıldı. Adonis onu da geri çevirmeden kolunu beline doladı ve kendine çekip öpmeye başladı.

Dünya adama seslenip kendine gelmesini söylemek istese de ses telleri artık ona ait değildi. Düşünceleri bile uyuşuyordu. Adonis'in öptüğü kadın inleyerek bacağını adama doladı ama sarı saçlı, onu tek başına sahiplenmesine bozulduğundan kadını üstünden çekip savurdu. Kadın öfkeyle bağırarak diğerine sert bir tokat atıp ittirdi. Bu arada Adonis yarım ağızla sırıtıp Dünya'ya doğru baktığında Dünya'nın dizleri tutmaz oldu. Ölümsüz güzelliğin bedenleşmiş haline bakmak başını döndürdü fakat Adonis'in hedefi o değildi. Eğer, o bakışlarla direkt gözlerine baksaydı kesin adamın kölesi olur ve bundan sonraki hayatında, ağzından Adonis'in isminden başka bir şey çıkaramazdı. Pırıltılı lacivert gözlerin hedefi, onu uyuşturan kadındı. Baştan çıkan kadın elini Dünya'dan çekip süzülürcesine adama çekildi. Kavgadan zaferle çıkan sarı saçlının kin dolu bakışlarına aldırmadan tapılası dudakların tadına bakmak için Adonis'e sarıldı. Kadının yaymayı bıraktığı tozun etkisi geçince Dünya'nın görüşü açıldı. Genç adam kadını öperken güzel gözlerini Dünya'nın gözlerine dikti. Adamın yapmak istediği şeyi, o an da anladı.

Yanındaki kadın da Dünya'yı tutmayı bırakmıştı. Sırasını bekleyen bir oyuncu heyecanıyla Adonis tarafından çağrılmayı bekliyordu. Adonis'in gözleri kapandı ve kendini, kadının teninde gezinen dudaklarına bıraktı. İtişen diğer iki kadın da bu zevke katılmışlardı. Adonis onu kaplayan bedenlerin arasında kaybolurken yanındaki kadın onlara doğru adım attı. Tam sırasıydı. Yerdeki mızrağı hızla aldı, titreşen görüntüsüne rağmen mızrağı çağrılmayı bekleyen kadına saplayınca kadın çığlık attı. Kadın göğsünün hemen altından çıkan mızrağa bakarken, buhara dönüşüp kayboldu.

Zevk âlemindeki kadınlar, çığlığa aldırmamışlardı. Dünya’nın onlara yanaştığını da, mızrağı adama uzattığını da görmemişlerdi. Onu tek gören Adonis oldu. Öpücüklerini kadının boynuna doğru indirip aniden boynunu ısırdı. Kadın krize benzer bir titremeyle sarsıldığında tek eliyle kadının ince boynunu kırdı ve ittirdi. Dünya’nın elindeki mızrağı alarak diğer kadına saplayınca o da havaya karıştı. Bu sefer ki saldırı sarı saçlıyı uyandırmaya yetmişti. Bu arada Adonis’in fırlattığı kılıcı yerden alan Dünya, saldırmak için hazırlanırken; son kalan sarı saçlı, öfkeyle ona döndü ve elindeki kılıca bir tekme attı. Ağır kılıç Dünya'nın elinden fırladı ve o darbeyle kendini tutamayan Dünya yere düştü. Sarı saçlı hızlı bir hareketle yanında belirdi. Eline aldığı bir bıçakla, Dünya'nın saçlarından bir tutam kesip ormana doğru koşarken havaya karıştı.

Kadının elindeki bıçağı görünce sonunun geldiğini düşünmüştü ama kadın sadece aceleyle tuttuğu saçlarından bir tutam kesip kaçmakla yetinince bir an afalladı. Düştüğü yerde bir iki saniye daha oturdu, derken yüzünde bir esinti hissetti ve ağaç yapraklarının hışırdadığını... İblisler gitmişti. Hemen ayağa kalkıp Adonis'in yanına çöktü. Adam bu haliyle ölümsüze hiç benzemiyordu, her an ölecekmiş gibiydi. Güçsüzce doğrulmaya çalışan Adonis'e yardım etti. Gözü bir an adamın boynundaki kolyeye kayınca kendini Adonis'e karşı daha yakın hissetti.

Adonis elini tuttuğunda kendine geldi.

"Dünya, bir kapı aç ve Zeus'a olanları anlat. Acil yardıma ihtiyacımız var." Bu konuda, yerden göğe kadar haklıydı. Tozun büyüsü geçince başındaki yara kanamaya başlamıştı. Diğer kesiklerine bakmak sadece karamsarlığa kapılmasına sebep oluyordu. O yardım getirene kadar Adonis ne hale gelirdi?

"Kendini iyileştir." dedi. "Daha önce yaptığın gibi..."

Adonis'in gözleri kapanıp açıldı.

"Succubuslar düşündüğümden daha güçlü çıktı. Dayanamam. Hiç enerjim kalmadı, nektar yok ve..."

"Başka bir yol yok mu? Sizi burada öylece bırakamam." diyerek adamın lafını kesti.

Adonis ona baktı ve dudaklarını yaladı. "Var." dedi. "Sana söylemiştim, ben kana bağımlıyım, bir vampir gibi. Kan benim doğal nektarım."

Ne diyeceğini bilmedi, afallamış bir ifadeyle adama baktı kaldı. Kendi kanını nasıl adama sunardı? Adonis onun yüz ifadesinden her şeyi çözmüştü.

"Hadi, Olimpos'a geri dön aşkım." dedi ve ona moral vermek için gülümsedi. "Sen gelene kadar dayanırız."

Gitmeye karar vermişti. Gözü adamın koluna ilişmeseydi yapacaktı da... Kesikten yoğun kan akıyordu. Bu normaldi, normal olmayan şey kesiğin çevresinin çürüyormuş gibi renk değiştirmesiydi. Bileğini Adonis'e uzattı.

“Benim kanımı içebilirsin ama fazla değil." diye uyarmayı ihmal etmedi.

Adonis başını sağa sola salladı. Gözlerini sabitlemekte zorlanıyordu, nerdeyse bayılacaktı. Baygın iki ölümsüzü burada bırakıp kapı aramaya hiç gidesi yoktu.

“Nazlanma. Bunu senin için yapmıyorum, kendim için yapıyorum. Yolu bulamam.” dedi. Kaşları bir an çatılan adam hafifçe gülümsedi ve başını salladı. Dünya destek almak için adamın başının altından kolunu geçirdi ve kucakladı. Diğer bileğini Adonis'in dudağına dayadı. Korkuyordu ama bir şeyler yapabilecekken yapabileceğini esirgemek ona yakışmazdı.

Adonis griye dönmüş gözlerini araladı ve elini kibarca Dünya'nın boynuna attı. Aralarında bir santim mesafe kalana kadar onu kendine doğru çektiğinde, Dünya'nın kalbi korkudan kasılıyordu. Adonis bembeyaz dudaklarını araladı. Bileği olarak düşündüğü hedef, boynuna kaymıştı ve Dünya kaçmamak için kendini zor tutuyordu. Buz gibi dudaklar okşarcasına teninde kaydı ve kesik bir nefes dudaklarından tenine yayılırken içi titredi. Soğuk dudaklar teninde sabitlendiğinde korkusu uçup gitmişti. Isırığın ona ne hissettireceğine yoğunlaştı: acı, panik, dehşet, zevk...

Son tahmini daha yerindeydi. Adonis'in dişleri usulca tenine geçtiğinde onunla öpüşmekten fazlasını yapmış gibiydi. Damarını ısırmamış, ona çok kibar davranmıştı yine de Adonis'i tutan kolları kasıldı. Gözlerini kapattığında Adonis, acıtmanın ötesinde onu titreten bir emişle ilk yudumunu aldı. Adamın eli uzanarak onun belini kavradı. Diliyle emdiği yeri yaladı, bunun böyle hissettireceğini asla tahmin edemezdi. Dudaklar hassaslaşmış tenine yeniden kapandığında kendi dudağını ısırdı. Tırnaklarını adamın koluna geçirmişti, heyecanına engel olamıyordu. Adonis'in yüzü onun boynunda, teni tenindeydi. Birkaç saniye böylece kaldılar. Adonis diliyle boynunu tekrar yalayınca ayıldı ve başını adamdan çekti. Adamın gözleri hızla normal rengine kavuşurken yaraları da iyileşmeye başlamıştı. Adonis belinden elini çekti ve kendinden uzaklaştırmak için onu hafifçe itti. Ona itiraz etmek isterdi ama o kadınların haline düşmemek için kendini tuttu. Adonis toparlanırken eliyle boynunu yokladı, boynu acımıyordu. Eline minik bir kandamlası bulaşmıştı.

"Diş yüzünden..." dedi Adonis, muhteşem yarı çıplak tanrı. "Çok derin ısırmadım, kolay kapanır."

Dünya başını sallayıp ayağa kalktı. Adonis'in uzattığı yardım elini görmezden gelmişti. Duygu durumu adama dokunması için fazlasıyla hassastı. Adam; yorum yapmadan, Athena'nın yanına gitti, kadını ayıltmaya çalıştı. Sonunda pes etti.

"Büyülenmiş." dedi. "Sirona'ya götürelim."

Dünya mızrağı, kalkanı yerden alıp kılıcı Adonis'e uzattı. Ne düşüneceğini bilemez haldeydi, aptallaşmıştı resmen.

"Benden tiksindin mi?"

Başını kaldırıp tedirgin bir sesle ona soru soran adama baktı. Adonis'in yüzü asıktı. Tiksinmemişti, onun etkisi altına bu denli kolay girdiği için kendine kızıyordu. Boynunda emdiği yer hâlâ alev alev yanıyordu ve devamını arzulaması yüzünden kendini kötü hissediyordu. Ares’e sadakat hissetmesi saçmalıktı ama Adonis’ten etkilenmiş olması onu utandırıyordu. Önce Ares aklını başından almıştı, şimdi de Adonis. Ölümsüzlerle takılmak gerçekten zordu.

"Hayır." dedi. "Sadece tuhaf geldi."

Adonis uzattığı kılıcı alıp kemerine taktı. Yırtık pırtık üstü başıyla bile gururlu ifadesini koruyabiliyordu.

"Onlar 'succubus' yani erkeklerin düşlerine girip onları baştan çıkaran iblisler. İnsanların hayat enerjilerini alırlar. Zeki ve acımasızdırlar. Ellerinden kurtulduğumuza sevinmeliyiz."

"Senin sayende." dedi Dünya, Adonis Athena'yı kucağına alırken. "Önce ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım, onların ne yaptığını da anlamamıştım. Seni öldürecekler sanmıştım, meğer dertleri başkaymış."

Adonis ile yan yana yürürlerken adam yan gözle ona baktı. "Yüzünden okunabiliyordu, iğrenç biriymişim gibi bakıyordun."

O şekilde baktığına inanamadı. Ne diyeceğini bilemedi.

"O tozların etkisinden olmalı." dedi. Aklına gelen ilk mantıklı şey bu olmuştu.

Adonis küllerin sınırından çıktıktan sonra yeterince uzaklaştıklarına kanaat getirerek durakladı. Athena'yı bir ağaca dayayıp ayağa kalktı. Karşısına dikilen Adonis bozuk bir sesle konuştu.

"Bana bakarken veya benimle ilgili bir şey öğrendiğinde hep aynı ifadeyi takınıyorsun. Değerli kanını bana sunacak kadar güveniyorsun ama benden tiksinmeye devam ediyorsun. Yanımda olmak bile seni rahatsız ediyor." İtiraz etmek için ağzını açtı fakat Adonis'in bakışıyla sustu. "Ares'e bakışın daha farklı. Ona tiksinmeden dokunabiliyorsun, onu tutkuyla öpebiliyorsun."

"Senden tiksinmiyorum Adonis." dedi sonunda. "Kafam çok karışık..."

Adonis yüzünü buruşturdu.

"Yapma! Suçu hafıza kaybına atma, döndüğümden beri bana soğuksun."

"Bu normal değil mi?" dedi. Sinirlenmeye başlamıştı. Hatırlayamayacağını bilerek Adonis’in onu zorlaması canını sıkıyordu. Bir zamanlar sevgili olduklarına hiç inanası gelmiyordu.

"Değil. Önceden öyle değildi, daha önce de hafızasını düzenlemişlerdi ama bana hiç bu denli uzak durmamıştın. Az önce 'succubus'ı öptüğümde ne hissettin? İğrenme dışında bir şey hissettin mi?" Ona bir adım daha yaklaştı. "Peki, benim yerimde Ares olsaydı, ne hissederdin? Dürüst ol."

Onun yerinde Ares olsaydı, kadınlara saldırmak için uyuşukluğunun geçmesini veya Adonis'in işareti gibi bir işaret gelmesini beklemezdi, buna emindi. Olimpos’a geldiğinden beri Ares’e samimi davranıp da onu sinirlendirmeyen bir kadın olmamıştı. Saçma olsa da,  adamı Eros'tan bile kıskanmayı başarmıştı. Bakışlarından her şey anlaşılıyordu demek. Bundan sonra dikkatli olmalıydı. Ares ondan alınmıştı ve geri getirmek için yardıma ihtiyacı vardı. Bu farkındalık, göğsüne taş misali otururken Ares'in kurtarıcısı olacak olan Adonis'e baktı. Onu sakinleştirecek en dürüst cevabı aradı.

"Sen o kadınları öperken senin ne kadar muhteşem olduğunu düşünüyordum ve sana zarar vermemeleri için ne yapmam gerektiğini." dedi. Elini uzatıp adamın yakışıklı yüzünü okşadı. İfadesi taşa dönen Adonis'in gözleri kapandı ve üzgün bir tavırla temasından kendini çekti.

"Olimpos'a dönelim."

"Dediklerim seni neden kızdırdı?"

Adonis ona bakmadan cevapladı. "Bu benim lanetim. Ben sadece güzelim, başka bir şey değil. Buna fazla takılmazdım ama konu Ares'le rekabete gelince kaybedeceğim kesin."

"Adonis." dedi adamın kolundan tuttu. "Sen güzellikten ibaret değilsin; cesur, zeki, esprili birisin. Kimseyle rekabet etmene gerek yok."

Adonis kibarca kolunu onun temasından çekti.

"Senin aşkını kazanabilmek için gerekli." dedi ve gözlerini ona çevirdi. "Beni de anla Dünya! Tüm varlığım alt üst oldu, kendimi aniden cehennemde buldum. İki hafta önce sen benimdin, buna kimsenin itirazı yoktu ama Ares yine her şeyi berbat etti. Artık Tartaros’ta olmasına rağmen hâlâ tam ortamızda durmaya devam ediyor. Lütfen, kapıyı aç. Buradan gitmek istiyorum."

Onu teskin edecek kelimeler dağarcığında yoktu o yüzden dediğini yapmaya karar verdi.

"Peki, kapı ne tarafta?"

"Geldiğimiz yolu yürümemize gerek yok. İblis pisliğinden çıktığımıza göre boyut kapısını burada da açabilirsin. Sadece düşün!" diye hızlı bir açıklama yaptı ve Athena'yı kucağına alıp tek elini de onun omzuna koydu. "Dene!"

BÖLÜM 16 : HADES'E YARDIM

Bir an düşündükten sonra kapıyı açar gibi elini öne uzattı ve malikâneyi düşündü. Bir an sonra da ilk girdikleri kapının önündeydiler. Onları karşılayan ölümsüzler, Athena ile onu Sirona'nın yanına götürdüler. Dünya'nın boynundaki çürükten başka bir hasarı yoktu. Sirona hızlı iyileşmesi için ona bir merhem verdi ve onu gönderdi. Athena'nın biraz daha kontrol altında kalması gerekiyordu. Tek başına odasına döndü ve sabaha kadar rahatsız bir şekilde uyudu. Sonraki gün Adonis'i göremedi. Öğleye doğru Eros, onu bahçenin merdivenlerinde otururken buldu. Geldiklerinden beri iblis saldırısı hakkında konuşmak için tüm ölümsüzler salonda toplanmışlardı. Eros, Adonis'in aralarında olmadığını söyleyince adamı merak etmekten kendini alamadı. Eros'un anlattıklarına yoğunlaşmayı denedi, aklında Ares ve Adonis olduğu halde.

İblislerin o kadar kalabalık bir toplulukla boyut değiştirebilmeleri hepsini şaşırtmıştı. Güçlü asker iblislerin "succubus"larla işbirliği içinde, küçük bir ordu halinde, başka boyuta saldırdıkları uzun zamandır görülmemişti. Onnis'teki iki Satir köyünü dümdüz etmişlerdi ve kimseyi sağ bırakmamışlardı. Onlardan kimin yardım istediğini bilmiyorlardı ama bunun bir tuzak olduğu konusunda hepsi hemfikirdi. Sebebini çözemediler ve iblislerin Dünya'nın saçından kestikleri tutamı ne yapacaklarını tahmin edemediler. Sonunda Hera'nın öne sürdüğü tahmin mantıklı gelmişti. İblisler; insanların ruhuna, etine ve kanına olan düşkünlükleri yüzünden Dünya'yı istemişlerdi çünkü çoktan beri yüz yüze karşılaştıkları tek insan Dünya olmuştu. Genelde bazı güçlü iblisler insanların rüyalarına ve iradesine büyü yoluyla müdahale edebilirlerdi. Ares sayesinde yeryüzünden sürüldüklerinden beri dokunacak kadar yakınlaştıkları tek insan Dünya olmuştu.

Eros'un son havadisi, bu malikânedeki rolü ile ilgiliydi. Bu sahte ölümden sonra Dünya'nın etkisizleşeceğini sanmışlardı ama yanılmışlardı. Anahtar olarak görünen kişi hâlâ Dünya'ydı. Bu da zorla veya isteyerek Olimpos'ta kalmaya devam edeceğini gösteriyordu.

"Daha önceki anahtarlara ne oldu?"

"Görevlerini yaptıktan sonra hayatlarına kaldıkları yerden devam ettiler." dedi Eros. Uzun bacaklarını öne uzattı. "Hafızaları düzeltildi veya hafızalarından birkaç günleri silindi. Onlar bir kaza sonucu birkaç günlerini hatırlamadıklarını sandılar ya da tek başlarına bir tatile gittiklerini."

"Silme işlemini sadece Ares mi yapabiliyor?"

Eros başını salladı. "Evet."

"Benim önceki görevlerimde hafızamı tamamen mi silmişti, bu seferki gibi?"

"Hayır, bir kere tamamen silmek zorunda kaldı, biliyorsun. Bu ikincisiydi."

"Neden tamamını silmesi gerekti?" dedi. Dikkatle Eros'un diyeceklerine yoğunlaşmıştı.

Eros ise yanlış veya fazladan bir şey söylemekten çekinir gibi kararsızca başını eğdi. Sonra ona baktı. "Bu aramızda kalmalı, tamam mı?"

"Tamam, söz veriyorum." dedi. Yüzünü ona tamamen döndü.

Eros etrafına bakındı ve ona iyice yaklaştı. "Ares, bunu benim de bildiğimi bilmiyor." Dedi kısık sesle ve devam etti. "Hafızan değiştirildiğinde hayatına normal devam etmen bekleniyordu. Fakat öyle olmadı. Sonunda sende bir gariplik olduğunu düşünmeye başladık çünkü iki kere arka arkaya anahtar olarak belirmiştin. Ares ise rahat değildi, seni izlemek için kendi kendine bahaneler yaratıyordu. Bir gün sabaha karşı geldi, çok sarhoştu, onu kendi odama götürdüm. Sürekli seni sayıklıyordu. Kâbus gördüğünü ve uykunda ağladığını anlattı: 'Bu onu delirtecek' dedi. Sen görevinde yaşadıklarını uykunda anımsıyordun ve olanları tamamen anımsaman an meselesiydi. O gece de seni kontrol etmeye gitmişti, döndüğünde çok kötü durumdaydı."

Lafını kesti.

"Kontrol etmekle neyi kastettin?"

Eros burnunu kaşıdı. "Kontrol işte." dedi ama Dünya'nın bakışı karşısında teslim oldu. "Of! Tamam! Ares görünmez olabiliyor, bu sayede fark edilmeksizin istediği kişiyi takip edebiliyor."

"Aman Allah'ım!" diye gözleri açıldı. Saçlarına dokunan parmaklar, her yerde Ares'in kokusunu duyması, karanlık korkusunda onu sakinleştiren gizemli ses, eline dokunulduğunu sandığı anlar, tuhaf ve sebepsiz heyecanı... Hepsinde de Ares yanı başındaydı. Hatırlamadığı hayatını yaşarken de...

"Yanlış anlama, sapıklıktan yapmadı ve mahremiyetine saygı gösterdi. Sadece sana zarar gelmediğinden emin olmak istemişti. Ona göre, hafızan yüzeye çıkmak için çabalıyordu ve bu akıl sağlığın için çok tehlikeliydi. Sonraki günler de onun fırsat buldukça bu konuda araştırma yaptığını fark ettim fakat görmezden geldim. Bu çabası boşunaydı ama o uğraşmaya devam etti. Kimsenin hafıza konusunda ondan fazla bilgisi olamazdı. Bunu kabul etmek istemiyordu, derken sen tekrar anahtar olarak belirdin. İşler iyice karıştı."

"Denemek için de hafızamı tamamen katletti, değil mi?"

Eros onu onayladı.

"Pek bir işe yaramadı. Yine anımsamaya devam ettin, yavaş ve parçalar halinde olsa da." dedi ve çekingen bir tavırla Dünya'ya baktı. "Bunu da sen bana kendin söylemiştin, en son geldiğinde."

"İnsan isteyince başaramayacağı şey yok." diye mırıldandı ve nefeslenerek ekledi. “Ares sorumsuz davranmış.”

“Sana karşı koymaya çalıştı Dünya, sana kapılmamak için kendini dizginlemeye çabaladı ama başaramadı. Beni yanlış anlama ama birbirinize karşı duygularınız olmamalıydı, asla! Onun iradesinin nasıl kırıldığını izlemek beni mahvediyordu ama hiçbir şey yapamadım.”

Bakışlarını Eros’un samimi ve masum maviliklerine çevirdi. Hislerle dolup taşan gözlerinden okunan çaresizlik nefes kesiciydi. Sevdiği adamın başkası için savaşması Eros’un kalbini kırıyor olmalıydı ve genç adamın böyle düşünmesi de onun hoşuna gitmemişti. Kıskançlığın sesine yansımasına engel olmaya çalışarak sordu.

“Neden buna bu denli karşısınız? Adonis’in aşkı kabullenilirken Ares neden bu kadar sıkıntı çekiyor?” Aslında lafını ikimiz neden bu kadar acı çekiyoruz diyerek sonlandıracaktı ama özellikle Ares’in ona olan ilgisini Eros’a hatırlatmak istedi, bu yüzden dikkati Ares’e çekti. Yaptığı acımasızcaydı ama elinde değildi.

Eros bakışlarını yere çevirdi bir süre, kaşları hafifçe çatılmıştı. Dünya konuşması için adamı dürtecekken Eros isteksiz bir tavırla konuştu.

“Her şeyi bildiğimi nereden çıkardın?” dedi bozuk bir sesle. “Onun senden etkilenmesi bir geleceğiniz olmasını gerektirmez. Adonis’in bu ayrıcalığı nasıl aldığı umurumda değil ve masum bir nedeni olduğunu sanmıyorum.”

“Fikrin ne?”

Bir an susan Eros sonunda konuştu. “Ares’in çözülmeye başladığını tek fark eden ben değildim Zeus da görüyordu. Bence Adonis ile bu süreci hızlandırmak istedi ama beklediği tepkiyi göremedi. Yasaklar katıdır Dünya, kimse için eğilmez. Zeus bunu kullandı. Adonis’in aşkını heves olarak görülmesini sağladığına eminim, kısa süreceğini düşünmüştü ama tutkusu büyüyünce geri adım atamadı. Diğer evleri ciddi olmadığı konusunda nasıl ikna ettiğini bilmiyorum ama sanırım herkes Adonis’in soğukluğuna güvendi. Yakışıklı Adonis’in birine ilgi göstermesi mucizeydi bu nedenle anahtara olan geçici hevesi görmezden gelindi.”

Eros ona döndü ve usulca konuştu. “Sen Ares’in zırhında delik açabilen tek kişisin. Onu zarar görebilir hale getiren ve tuzağa kendi ayağıyla yürümesini sağlayan tek zayıf noktasısın… Ona ne kadar yaklaşırsan o kadar zarar veriyorsun. Sözlerim seni üzecek ama sana yalan söyleyemem. Sen onun hayatına girdiğinden beri Ares yara almaya başladı ve şimdi geldiğimiz duruma bak.”

Dünya hissettiği acının dilinden dökülmesini engellemek için dudaklarını sıktı. Zeus Ares’i kontrol altına almak için hem onu hem de Adonis’i kullanıyordu ve bunu öyle kurnazca yapıyordu ki kimse karşı çıkmayı düşünmüyordu. Olimpos’un kralının etkileyici ve ikna edici gücüne bir kez daha sinir oldu. Eros can sıkıcı konuyu değiştirmek için etrafa göz atmayı teklif etti. Boş boş gezinmenin sıkıntısını geçireceğini sanmıyordu ama karşı koymadı. Akşama kadar Eros ile dolandı. Evin dolambaçlı koridorlarında dolaştılar. Yemek yediler. Akşam yemeğinden sonra Eros ölümsüzlerin içecek servisine katılmak için salona geçti. Bu, onlar için hayati önem taşıyordu. Nektar onların ölümsüzlüğünü ve gücünü tazeliyordu. Fakat Dünya için gereksiz bir gösteriydi, bu yüzden dinlenmek için kendi odasına gitti.

Ayaklarını sürüyerek yürüyordu. Kâhinin gösterdiği kapıyı bulmak için Eros ile gezerken etrafa bakınmıştı ama tuhaf kapıların hiçbiri, kemikli kapıyı andırmıyordu. İlginç kapının nereye açıldığını merak ediyordu. Tartaros'a, Ares'in yanına açılırsa buna çok memnun olurdu. Eros ile yaptığı sohbet sonrasına Ares’e olan özlemi büyümüştü ve ona nefes aldırmıyordu. Onunla konuşmalıydı ona ihtiyacı vardı, sesini duymaya ve gülümsemesini seyretmeye... Ne yapacağını bilemez halde sadece koridorda adım attı, Ares’in yeniden ölümsüzlüğünü kazanıp Olimpos’a dönmesini nasıl sağlayacaktı?

Adonis'in odasının önünden geçerken durakladı, genç adam içecek servisinde olmalıydı. Elini boynuna sürdü, solmaya yüz tutmuş morartı dışında boynundaki diş izleri iyileşmişti. Boynu acımıyordu. Parmakları dudağına kaydı. Kadınların Adonis için çıldırması gözünün önüne geldi. O da baştan çıkmıştı hem de ona yardım etmeye çalışırken. Acaba onu öpseydi ne hissederdi? Yutkunup kendi odasına doğru hızlandı. Adonis'in onda uyandırdığı dürtüler gittikçe masumluğunu kaybediyordu.

Odasının önünde, sakalını sıvazlayan Hades'i görünce olduğu yerde kalakaldı. Adam duvardan doğrulup ona sırıttı. İlk aklına gelen Ares'e bir şey olduğuydu, sonra bunu ona söylemek için zahmete girmesi saçma geldiğinden ona sinirle bakmakla yetindi.

"Merhaba demek yok mu?" dedi Hades, sakin bir ses tonuyla. “On dakikadır seni bekliyorum.” Cevap bile vermedi ve sinirle adama bakmaya devam edince Hades içini çekti. "Bana kızmana gerek yok, ben bir şey yapmadım."

"Odamın önünde ne işin var?"

"Seni bekliyordum." dedi Hades basitçe.

"Benimle oyun oynama Hades, burada ne işin var?"

Hades siyah saçlarını kulağının arkasına yerleştirdi. "Yardım istemeye geldim."

Başını dikleştirdi. "Yardım mı? Sana yardım edeceğimi nerden çıkardın?"

Hades ona doğru iki adım attı. "Konu Ares." İçini bir sıkıntı kapladı ve elleri buza dönüştü. Hades bir adım daha yaklaştı. "Geldiğinden beri bir lokma yemedi, su bile içmiyor."

"Yani onu kandırıp Tartaros'a kilitlemene izin vermiyor, değil mi?" İçi biraz rahatlamıştı. "Orada içtiği tek yudum suyla onu hapsedebileceksin."

Hades öfkeyle sözünü kesti. "Hapsolmasını mı, yoksa ölmesini mi tercih edersin?" Hades'in haklı sözleri beyninde yankılanırken adam dişlerinin arasından homurdandı. "Onun bir ölümlü olduğunu unutuyorsun. Beslenmezse tamamen ölür. Hayalete bile dönüşemez. Bizimle olan bağı sonsuza kadar kopar. Bunu mu istiyorsun?"

"Hayır, tabi ki istemiyorum ama onu temelli kaybetmekte istemiyorum." Omuzları düştü, üzüntüsü düşüncelerini felç etmişti. Adamın gözlerine baktı. "Onu serbest bırakman için ne yapabilirim?"

Hades'in solgun yüzü ciddileşti. "Hiçbir şey. Onun bizimle olması hoşuma gidiyor. Fakat ölümlü olması işleri karıştırdı."

Ruh koleksiyonun en kıymetli mücevheri...

"Peki, benden ne istiyorsun?"

"Ares'le konuşmanı istiyorum. İkiniz de ölümlüsünüz ve ölümün ne kadar ciddi bir konu olduğunu ona açıklayabileceğini düşünüyorum." dedi. Ona doğru eğildi. "Onu yemek yemesi için ikna edebilecek tek kişi sensin Dünya. Bak, Zeus’un bu kadar ağır bir ceza vermesini beklemiyordum yani ölümlü haliyle Tartaros’a göndermesi idamdan farksız. Açlıktan ve susuzluktan ölmeden önce onu ikna etmelisin, benimle kalması tamamen yokluğa karışmasından daha iyi değil mi? Ayrıca bu iyiliğin karşılığında ikiniz için bir şeyler ayarlayabilirim."

"Bunu Ares'e de teklif ettin, değil mi?"

Hades belli belirsiz kaşlarını çattı. "Evet."

"Reddetti değil mi?"

"Evet." diye homurdandı. "Tartaros'tan çıkabileceğini sanıyor ama onu bir kez daha bırakmam."

Onunla tartışmak boşunaydı. Bu ölümsüzlerin saplantılarıyla uğraşmaya çalışacağına kendisini düşünmesi gerekiyordu ve öyle de oldu. "Ne yapmamı istiyorsun?" Ares’i tekrar görme fırsatını kaçıracak kadar aptal değildi.

BÖLÜM 17 : RÜYALARIN EFENDİSİ

Uzun minderin üstünde yatıyordu, Hades yanı başında bağdaş kurmuş oturuyordu.

"Şimdi rahatla ve uyumaya çalış, sonrasında ben seni yönlendireceğim."

"Bunu nasıl yapacaksın?" dedi. "Benim rüyamı nasıl yönlendirebilirsin?"

"Rahatla diyorum, sen hâlâ düşünmeye devam ediyorsun. Beyninin spotlarını kapat ve beyninin içini bir mum ışığıyla aydınlat."

"Hades!"

"Tamam." diye gözlerini devirdi. "Uykuya ne denir, bilir misin? 'Küçük ölüm' ve ölümün her çeşidi benim uzmanlık alanıma girer. Emin ellerdesin."

"Şimdi ürktüm." dedi Dünya ve Hades sırıtırken gözlerini kapattı. Ona bakan birinin olduğunu bildiği için uykuya dalmakta zorlanacağını düşündü. Boşuna endişelenmişti, bedeni gevşerken üstüne uykunun kanatlarının yayıldığını neredeyse hissetti.

Bu kanatlar gerçekti. Gözlerini açtığında Hades'in kolları arasındaydı. Hades geniş simsiyah kanatlarını açarak yere kondu. Burası Ares'i ilk gördüğü yere benziyordu. Her türlü işkence aleti ve garip mekanizmalar salona dağılmıştı. Ürperdi. Siyah uzun parlak tüylerden oluşan kanatlar kapandı ve sırtından aşağı düşen pelerine dönüştü.

"Tartaros'tayız." dedi Hades. Evine dönmüş olmanın verdiği bir keyifle gözleri parladı. "Bu arada istersen Ares'i yemeye teşvik etmek için sen de bir-iki lokma alabilirsin."

Dünya burnunu kırıştırdı ve karanlık koridora göz attı. İleride hafif bir ışık vardı. Aralarındaki on beş-yirmi metrelik mesafe gözünde büyüyordu.

"Karanlık ve soğuk." dedi istemsizce ve odaya göz gezdirdi. “Korkunç!”

"Ne bekliyordun ki?" dedi Hades. Sonra aklına gelen şey yüzünden sırıttı. “Bazı insanların bunlardan zevk aldığını biliyorsundur. Şans ayağına geldi, bedava deneyim.”

Adama ters ters baktı. Onu sinirlendirmek adama keyif veriyordu ve bunu hiç saklamadan yarım ağızla gülümsedi. Dünya nefeslenip yola yeniden döndü ve kararlı adımlarla yürümeye başladı. Dikkatini ilerideki ışığa verdi ama şimdiden başı dönmeye başlamıştı. Yerler kaygan olduğundan düşmemek için duvara iki kez tutunmak zorunda kaldı. Eline bulaşan yapışkan şeylerin ne olduğunu göremiyordu ama hoşlanmayacağı bir şey olduğu kesindi. Sakin yürümeye çalışsa da paniği iyice arttı ve bu andan sonra da her şeyi boş verip titreyen bacaklarıyla koşmaya başladı. Solgun ışığa varmasına iki metre anca kalmıştı ki kendini odaya doğru atarken ayağı kaydı ve kalçasının üstüne düştü. Nasılsa kaymaya devam etmişti. Korkusu tüm bedenini buza çevirdiğinden mi ne, kalçası daha çok acımıştı. Ortaya atılmış bir buz parçası gibi kayarak odaya girdiğinden etrafa bakamamıştı.

"Dünya!"

Ares yanına diz çökerek onu tutunca durabildi.

"Senin burada ne işin var?"

Dünya'nın elleri yapışkan balçık, kan ve pislikle kaplıydı, üstü başı da öyleydi. İğrenç şeyler saçlarına ve yüzüne de sıçramıştı. Kendi halini düşünmek bile midesini kaldırmaya yetti. Odaya girişi tam bir fiyaskoydu. Karşısında ise tapılası yakışıklılığıyla savaş tanrısı vardı. İki gündür burada durmasına rağmen ondan iyi durumdaydı. Ellerine bakmayı bırakıp özlediği altın gözlere döndü.

"Bugün görüş gününmüş, ziyarete geldim."

Gözlerini bile kırpmadan onu izleyen Ares’in bakışları şaşkındı. Sonra kendini tutamadan gülmeye başladı. Yanına oturdu. Üzerinde hâlâ o gün giydiği kıyafet vardı ve hâlâ mis gibi kokmayı başarıyordu. Ares gülümsemeye devam ederek Dünya'nın yüzüne bulaşmış pisliği elinin tersiyle sildi. Özenli ve kibar hareketlerle Dünya'nın saçlarını yüzünden çekti ve yukarı kaymış tişörtünü düzeltti. Adamın hareketlerine takılıp kaldığını fark edince toparlandı.

"Teşekkür ederim."

Ellerini kotuna silerek ayağa kalktı. Ares tam karşısındaydı ve muhteşem bakışları tamamen onun üzerindeydi. Dünya’nın zavallı ölümlü dizleri heyecandan titremeye başlamıştı bile. Ares ise nefes almaksızın onu izliyordu sanki her an yok olacağından korkarcasına gözlerini ondan çevirmiyordu. Elini yavaş hareketlerle kaldırdı ve belli belirsiz çene hattını okşadı. Derin nefesler alıyordu ve ona dokunan parmakları bir köpüğe dokunurcasına nazikti. Dünya kedi gibi uyuşmuştu, adamın parmaklarının boynuna indiğini hissedince neredeyse mırlayacaktı. Derken parmaklar durdu ve Dünya ayılıp Ares’in boğazındaki bir noktaya kaşlarını çatarak baktığını gördü. Ares gözlerini ona çevirdi.

“Bu iz ne?”

“Ne?” dedi şaşalayarak.

Ares gergin bir ifadeyle eğilip onun boğazına yakından baktı. Dünya o an hatırladı, Adonis’in bıraktığı izi kast ediyordu. Ağzını açamadan Ares doğruldu. Altın gözlünün yüzünde toplanmaya başlayan öfke bulutları Dünya’nın nefesini kesti, bir an önce açıklama yapması gerekiyordu. Gölge misali izi fark etmesi bir yana sebebini tahmin etmesi işini zorlaştırdı.

“Görev… Yani saldırıya uğrayan bir satir köyüne gitmiştik. Küçük bir yara Ares, konuşmaya bile değmez.”

“Diş izi.” Dedi Ares detaylı bir açıklama istercesine.

Dünya pes etti ve olayı kısaca anlattı. Ares ondan biraz uzaklaşmış, dikkatle onu dinliyordu. Konu Adonis’in ısırığına gelince dudakları belli belirsiz gerildi ve başını başka yere çevirdi. Gözlerindeki altın ışıltıları buza dönüşmüşçesine keskindi ve soluk bir pırıltıyla parlıyordu. Ürperticiydi. Dünya elinden geldiğince basit anlatmıştı ve Adonis’in ısırığının sadece masum bir yardım olduğunu ima etmişti ama Ares’in öfkesine engel olamamıştı. Buz bakışları ona döndü.

“Seni bir an gözümün önünden ayırıyorum, başına neler geliyor! Hena nasıl bu kadar sorumsuz olabilir? Kapıyı açtıktan sonra seni geri göndermeliydi.”

“Daha önceki görevlerde beni hemen geri mi gönderiyordunuz?”

Ares dudaklarını birbirine bastırdı ve gözlerini ondan kaçırdı. Dünya tekrar sakin bir sesle sorunca ona bakan Ares başını salladı. “Hayır, göndermiyorduk. Çünkü…” dedi ve sustu.

Dünya gülümsedi, tepkisi çok hoşuna gitmişti ve tekrar etti. “Çünkü…”

Derin bir nefesle doğrulan Ares daha sakin bir sesle devam etti. “Çünkü yanında ben vardım ve seninle vakit geçirmek için her bahaneyi kullanmaktan çekinmiyordum. Fırsatçı davrandığımı itiraf ediyorum.”

Aşktan başı dönerken Ares’e yaklaştı. “O halde yüce Ares, aptal gibi kavga etmektense benimle vakit geçir.”

Bakışları ve gergin bedeni yumuşayan Ares elini uzatıp onun yanağını okşadı. “Haklısın papatyam, özür dilerim.”

“Özrün kabul edildi.” Diye fısıldadı ve yanağını adamın eline yasladı.

Ares gülümseyip yüzünü avuçları arasına aldı. Eğilip burnunun ucundan ve alnından öptü. Gözlerini onun gözlerine eğdi.

"Seni buraya Hades mi getirdi?"

"Başka kim olabilir ki? Yemek yemiyormuşsun, kulağını çekmem için getirdi."

Ares hafif bir kahkaha atıp ellerini ondan çekti ve geriledi. “Kafası çalışıyor, beni senden başkasının ikna edemeyeceğini bildiğinden en iyi kozunu kullanıyor.” Kollarını kenetleyip ona baktı. “Eminim sana da kalmanı teklifi etmiştir.”

“Evet, yandaki fantezi odasını önerdi.”

Ares önce kaşlarını çattı, sonra anlayarak kibarca güldü. Dünya içinden kendi kendine kızdı, aptal laflar etmenin sırası mıydı? Heyecanını bastırmak için saçma sapan espriler yapıyordu ve duramıyordu. Adamın yüzüne daha iyi baktığında gözlerinin altındaki koyu halkayı ve yanaklarındaki solgunluğu fark etti.

"Daha ne kadar dayanabilirsin?"

Ares'in gülümsemesi solmadı, belki de o da kendine engel olamıyordu. "Buradan çıkana kadar." diye basitçe cevapladı.

"Yoksa bir planın mı var?"

"Olmasını ister miydin?" diye Ares ona bir adım yaklaştı. "Olimpos'a geri dönmemi ister miydin?"

Şaka zamanı bitmişti, başını salladı. “Evet, kahinle görüştüm, bana seni kurtarma olasılığımızın olduğunu söyledi.”

“Olasılığınızın mı?” dedi Ares kaşlarını çatarak ekledi. “Kiminle?”

“Adonis ve başka biri daha…” dediğinde Ares seslice nefeslendi. Dünya hemen devam etti. “Seni kurtarmama yardım edecek, eminim.”

“Senin yerinde olsam, bu kadar emin olmazdım.” Dedi. “Kahinin bazı kehanetleri farklı anlamlara gelebilir ve başka yollara götürebilir. Adonis’i işe neden karıştırır ki!”

“Ona danışmamı isteyen sendin!” diye bağırdı.

“Benim için değildi!” dedi Ares sinirle. “Sana bir kurtuluş yolu göstermesi gerekiyordu.”

“Belki benim kurtuluş yolum sana çıkıyordur.” Dedi aynı öfkeyle karşılık verdi. “Seni burada bir başına terk edemem!”

Biraz sakinleşen Ares yutkundu. "Adonis." dedi nefes aldı. "O bu konuda ne düşünüyor?"

"Bunun ne önemi var? Sen burada rahatsın galiba." kaşlarını çattı. Aklına gelen düşünce öfkeden ısınmasına neden olurken sertçe söylendi. "Asteria'nın dolgun dudakları seni yeterince doyuruyor olmalı!"

"Ne?" dedi Ares şaşkınlıkla.

"Bahane aradığına göre!" dedi ve temizlenmeye yüz tutmuş ellerini sinirle üstüne silmeye devam etti.

Ares bileklerinden tuttu ve onu hızla kendine doğru çekti. Paniklemişti. “Asteria'yı uzun zamandır görmedim, hem sen nereden tanıyorsun onu?”

Kadın yüzünden kavga etmesi için henüz erken olduğunu adamın ciddi yüzünü görünce hatırladı. Kadını tanımıyordu ki, Asteria’yı, kâhinin görüşüyle görmüştü yani adamın Asteria ile o konuşması sonra olacaktı. Geleceği bilmek kafasını karıştırmıştı. Ares onu bileğinden sertçe sarsınca afallayarak adama baktı.

“Kahin bahsetti.” Dedi çabucak. “O sana ulaşmadan seni buradan çıkarmalıyız.”

Uyarısını önemsemeyen Ares’in altın gözleri kısılmıştı. "O kadından uzak dur, onunla konuşma. Zeus bile onun yanında bebek kalır. Onun neler yapabileceğini bilsen..." durdu ve sıktığı bileği fark ederek tutuşunu gevşetti. "Özür dilerim. Ben… Ben, her şeyi mahvettim."

Dünya'nın bileğini bırakıp uzun tüylü kürkün olduğu divana oturdu ve başını ellerinin arasına aldı.

"Buradan git Dünya!"

Ares’in sesi emrediciydi. Öyle ki, bir an arkasını dönüp kaçmak istedi. Güdüsüne engel olan Dünya, Ares'in yanına gidip oturdu; elini, genç adamın gergin omzuna koydu.

"İblisler seni istiyor Ares." dediğinde adamın gerginliği arttı. "Bunu biliyorsun."

Başını kaldırıp ona baktı, üzgündü, hüzün yine güzelim gözlerine yerleşmişti. "Onlar her şeyi istiyor." dedi güçsüzce. "Seni; bu olaylardan, bizden uzak tutmak için çok uğraştım."

"Uğraşman yerine, yanımda olmanı tercih ederdim." dedi ve Ares'in yüzüne yayılan şaşkınlığı izledi.

Omzundaki elini yukarı kaldırdı. Parmaklarına dolanan yumuşak bukleleri okşarken Ares'in yüz hatları düzeldi. "Belki benimle olman gerekliydi. Böylece seni sürekli aramam gerekmezdi. Hatırlamak için rüyalarıma sarılmazdım."

"Bize izin vermezler papatyam. Yasaklar yüzünden seni benden alırlardı, daha kötüsü cezalandırırlardı. Senden sonra ben ne yapacaktım?" dedi Ares boğuk bir sesle. "Son dört senem, hayatımın en mutlu ve en acılı yıllarıydı. Bu yaptığımı, bencillik olarak düşünebilirler ama sensizliğe dayanamam. Seni ölümsüz yapamadım ve benim faniliğim de… İşe yaramadı."

Ares'in sözleri, mantıksız tavırlarını anlamlandırdı. "Zeus'un ölümsüzlüğünü alacağını biliyordun!" dedi Dünya, aniden. "Onu tahrik etmen bu yüzdendi."

Ares bacağını yukarı çekip ona döndü. "Şimdi aynı kaderi paylaşıyoruz. Seni ölümsüz yapamayacaksam ben ölümlü olurdum ama Tartaros hapsi aklımda değildi. Papatyam, üzgünüm ama..."

Parmağını Ares'in dudağına bastırıp susturdu. Onu ölümsüz yapamayan Ares onun için ölümlü olmak istemişti, sadece onunla normal bir hayat sürebilmek için… Her şeyden onun uğruna vaz geçiyordu, ölümü dahi göze alarak… Kalbi sıkıştı ve sanki genişledi. Tüm hücrelerine kadar aşkla dolmuş taşıyordu. Ne tehditler, ne tehlikeler, ne yasaklar… Hiç bir şey umurunda değildi. Her şey zihninden silindi, sadece Ares’in aşkı ruhuna egemen oldu. Elini genç adamın muhteşem çene hattı boyunca kaydırdı, yüzünü avuçları arasında tutarak kendine çekti ve dudaklarına uzandı. Genç adamın dolgun dudağını yavaşça kavradı ve hislerini itiraf edercesine adamı öptü. Ares'in öpüşü ruhuna can katıyordu; bulutlara uzanabilir, lavların üstünde sörf yapabilirdi, hatta bu cehennemde onunla yaşamaya katlanabilirdi. Öpücüğün kontrolünü kendine alan Ares tek koluyla onun beline sarıldı, hafifçe iterek kürk yatağa yatırdı, ağırlığını vermeden öpmeye devam etti. Onu okşayan elleri bedenini ateşe veriyordu. Öpüşmeyi bıraktıklarında nefes nefese kalmışlardı.

Gözlerine aşağıdan bakmak onu eritiyordu. Ares eğildi, dudağına kısa bir öpücük daha kondurup iki gözünü de özenle öptü. Hafifçe koklayarak dudaklarını onun yanaklarına sürttü ve kulağına doğru ilerledi.

"Senden bir şey yapmanı istiyorum." dedi. Kısık sesiyle fısıldadı. "İtiraz etme."

Dünya konuşmak için ağzını açtığında önce sesi çıkmadı. Buna şaşırıp konuşmayı tekrar denedi ve bu kez başardı.

"Hoşuma gitmezse, hiç şansı yok."

Biraz mesafe bırakarak doğrulan Ares göz kamaştıran gülümsemesiyle başını döndürdü. "İkimizin de hoşuna gitmeyecek ama yapılması gereken bu. Her şeyi bana bırak." dedi. Dudaklarına doğru fısıldadı. “Seni bu anahtar lanetinden kurtarıp normal hayatına dönmen için başka bir yol bulacağım. Olayları kontrolüme almam için bana zaman ver papatyam. Belki uzun bir süre görüşemeyebiliriz ama sakın bir daha Tartaros'a gelme. Rüyaları dahi kullanma!"

Kendini tutamadı ve adamın güçlü bedeninde parmaklarıyla bir yol çizerek Ares'in zırhıyla pantolonu arasındaki boşluktan tenini okşadı. Genç adamın nefesinin değiştiğini hissetmek baş döndürücüydü, Ares’in ondan etkilenmesi ona zevk verdiği kadar cesaret de veriyordu. Kararlı bir sesle konuştu.

"Kullanmama gerek olmayacak çünkü seni buradan çıkaracağım. Tek başıma kalsam dahi bunu başaracağım." İnanmaz bir kahkahayla yanına kendini bırakan altın gözlünün üstüne eğildi. "Bana inanmıyor musun?"

Gülümsemeyle kısılmış pırıltılı gözler ona baktı. "Sana inanmadığım bir an bile olmadı. Şimdi yanıma gel."

Pisliğe bulandığını anca hatırladı. Gerileyecekti ki Ares atılıp onu kendine çekti ve kollarını bedenine sardı. Üzerine kürkü attı ve yumuşak tüylerin arasında ona yeniden sarıldı. Sırtından ona sarılmış güçlü kolların arasında, huzur ve mutluluğun en yalın halini hissediyordu. Nerede olursa olsun onu koruyan kara melek şefkatli kollarını sıkıca sardı. Boynuna bir öpücük kondurdu. Bedeni uyuşurken kulağına fısıldayan sesi duydu.

"Son nefesime dek papatyam..." Gerisi, uykunun karanlık boşluğuna yuvarlandı.

Gözleri tekrar açıldığında beklentiyle ona bakan Hades'i gördü. Adam onun doğrulmasını sabırla bekledi, esnemesini izledi. Konuşmayınca daha fazla dayanamadı:

"Sonuç?"

Gözünü ovuşturup adama döndü. "Aşçını değiştirmen gerek, yaptığı yemekleri hiç beğenmiyormuş."

Sinirlenen Hades elini yere vurup ayağa kalktı. Duydukları hoşuna gitmemişti.

"İnatçı şey." diye homurdandı sonra aklına başka bir şey gelmiş olacak ki sırıttı. "Tamam, o halde biz de aşçımızı değiştiririz."

Dediği şeye pişman olmasının tam zamanıydı, söylediklerini değiştirmek için ise çok geç. Ağzı açıldı ama Hades, çoktan dumana karışmıştı. Ares'e işkence yapmaya başlaması için ona bir neden vermişti, daha da kötüsü Asteria'yı üstüne salması için. Hades diye seslendi ama karşılık alamadı. Bu ölümsüzler de hiç şakaya gelmiyordu! Kendi kendine küfrederek ayağa kalktı. Sinirden titreyerek odasına giden koridorda yürümeye başladı. Belki kâhini tekrar görmeye gitmeliydi veya...

BÖLÜM 18 : OLİMPOS'A SALDIRI

Adonis'in kapısının önünde durdu. Onu yardım etmesi için nasıl ikna edecekti? Zeus'un kararından vazgeçmesi için ne yapacaktı? İblislerin, Ares'e ulaşmasını nasıl engelleyecekti? Elini kapının pervazına koydu, konuya nasıl giriş yapmalıydı? Sorunlarının en zoru da buydu. Kan dokulu kapının akışkan yüzeyi, kızıl-siyah bir saten gibi kıvrandı ve kapı aralandı. Adonis sırtında bir ok sadağı ve elinde bir yayla kapıdan çıktı. Kapının ağzında onun beklediğini görünce şaşaladı. Saçlarını yanlardan geriye doğru ördüğünden yüzü açıktaydı. Üstüne dar, koyu yeşil bir yelek giymişti, altında da çizme ve deri pantolon vardı. Kemerinden kısa bir bıçak sallanıyordu. Ava gittiğini hatırladı. Canı sıkıldığında veya bir şeyler düşünmek istediğinde hep yaptığı gibi... Peki, bunu nasıl hatırlıyordu?

Adonis'in gözleri Dünya'nın boynunu süsleyen belli belirsiz çürüğe kaydı. Adamın çenesi kasıldı.

"Seninle konuşmak istiyordum." dedi adamın tepkisi üzerine. Adonis hiçbir şey söylemedi, onu görmekten rahatsız olmuş gibiydi. Dünya adamın üstüne gitmek istemedi. "Neyse, sonra da konuşabiliriz."

Adonis'in huyunu hatırlamasının verdiği kafa karışıklığıyla kendisi de konuşacak durumda değildi. Adam, ağzını açmadan ona bakmaya devam edince kendi odasına doğru yürüdü.

"Zeus'la konuştum."

Dünya anında durdu ve adama döndü. Adonis devam etti. "Ares'i Tartaros'tan çıkarmaya gidiyorum."

Yanlış mı duymuştu. "Ares'i kurtaracak mısın?"

"Elimden geleni yapacağım." dedi

"Zeus'u nasıl ikna ettin?" adamın yanına geri yürüdü. "Ares'i affetmesini nasıl sağladın?"

"Ares'i affetmedi." dedi Adonis. "Onunla bir anlaşma yaptım. Ares'i Tartaros'tan çıkarmayı başarabilirsem hapis cezası düşecek."

"Anlaşma mı? Ne anlaşması?"

Adonis, elindeki uzun ve güzel yayı omzuna geçirdi. "O konu beni ilgilendirir."

“Yanlış anımsamıyorsam, Ares’i Tartaros’a uğurlamak istiyordun. Ne değişti?” dedi adamın önünde ellerini beline koyarak. “Kurtarmaya çalışmandan memnunum ama kararını neyin değiştirdiğini merak ediyorum. Birden ona olan dostluğun mu depreşti?”

Adonis dudaklarını yaladı, Ares hakkında konuşmaktan rahatsızdı. Dünya gözlerini dikkatle kısınca pes etti. Nefeslendi. “Dostluğumuzu lekeleyen oydu Dünya. Fark ettim ki, ondan uzak olmak senin ilgini azaltmıyor tam tersine daha çok düşünmeni sağlıyor. Çünkü gerçekte onun nasıl bir karaktere sahip olduğunu bilmiyorsun. Olimpos’a geri dönerse, onun ne kadar sahtekâr ve bencil biri olduğunu anlayıp seni asıl seven kişinin ben olduğumu anlayabileceksin. Sadece senin gözünü açmak için Ares’i kurtarmak istiyorum.”

Sözleri bir anlamda mantıklı geldi ama aklındaki tek bahanenin bu olmadığı yüzünden okuyabiliyordu. Adonis pek duygu ve düşüncelerini saklamayı beceremiyordu. Adamın soğuk ve ilgisiz tavırlarından anladığı şey, ondan sakladığı anlaşmanın önemli olduğuydu. Bunu da onun öğrenmesini istemiyordu.

"İyi o halde, ben de seninle geliyorum." diye diklendi.

"Tabi, neden olmasın? Kolumda bir ölümlüyle Tartaros'a gitmek çok eğlenceli olabilir."

"Tek başına oraya gitmene izin vermiyorum." dedi. Üç kişi olmalıydılar, görevi başarmak için. "Orası, tek kişinin başa çıkamayacağı bir yer…" Durakladı ve "Yani olmalı." diye ekledi.

Adonis güldü ama bu, hoş bir gülüş değildi. "Aşkım, Tartaros'u çok iyi bilirim. Orada neredeyse Hades kadar uzun zaman kaldım desem yalan olmaz."

"Ne?"

"Uzun bir süre yılın yarısını orada geçirdim. Bu yüzden, Tartaros'u avcumun içi gibi biliyorum."

"Sen, Tartaros'ta mı yaşıyordun?"

Adonis duygusuz gözükmeye çalışıyordu ama bu gözlerinin derinlerine yerleşmiş acıyı gizleyemiyordu. "Bir zamanlar Persephone'nin âşığıydım."

Persephone'nin Hades'in eşi olduğunu ve yeraltında yaşadığını biliyordu. Adonis'in onun âşığı olduğunu ise yeni öğrenmişti. "Bu nasıl olur?" diye mırıldandı, sorular zihnine akın ederken. "O, Hades'in eşi değil mi? Evlendikten sonra Tartaros’ta yaşamaya başladığına göre sen nasıl o cehennemde onun aşığı olabilirsin? Hades bu… Bu ilişkiyi nasıl kabullendi? Ayrıca nasıl altı ay yemeden içmeden orada kalabildin?"

Konunun geldiği noktadan huzursuz olan Adonis sıkıntıyla etrafa bakındı. “İçeride konuşmaya ne dersin? Kapı önünde sohbet etmemize gerek yok.” Dünya başını sallayınca uzandı elinden tutarak onu odasına soktu. Kapı kapanırken elini bırakıp ona döndü. "Bu bahsetmeyi sevdiğim bir hatıra değil Dünya. Kısaca anlatmak gerekirse, Hades, Persephone'ye zorla ve hileyle sahip olduğu için her kaprisine boyun eğer. Onun bedensel zevklerini kiminle doyurduğu Hades için önemli değildi. Sonuçta Persephone onun eşi olmaya devam ediyordu. Bu yüzden benimle oynaşması umurunda değildi. Onunla yeraltında, altı ay geçirdiğim için Tartaros'u çok iyi bilirim ve oranın bir ölümlü için ne kadar tehlikeli olduğunu da."

"Hâlâ onun sevgilisi misin?" dedi. Bunu neden sorduğunu anlayamadı.

Adonis sorunun niyetine kafa yormadan cevapladı. Usulca başını salladı.

"Hayır, kendi açımdan onun sevgilisi hiç olmadım. Bu gerçekten karışık bir mesele." dedi. Yayıyla sadağını kenara bırakıp, yeleğinin üst bağlarını çözerken ona iyice yaklaştı. "İkinci sorunun cevabına gelince, Tartaros'ta yememe içmeme gerek yoktu. Beden gücümden başka bir güce ihtiyacım olmadığından düzenli olarak nektar içmeme de gerek yoktu."

Eğilip Dünya’nın elini aldı ve önünü açtığı yeleğinin içine soktu. Ilık teni, bir ipek gibi pürüzsüzdü. Adonis, onun elini kendi kalbinin üstüne koydu. Sıkı kaslarının altındaki kalbinin atışını dinlemeye çalıştı ama bir şey hissetmedi. Kalbi atmıyordu! Ağzı açık, Adonis'e baktı. Elini bırakan adam ondan uzaklaştı. Yüz ifadesini ondan saklamak adına sırtı dönük cansızca konuştu.

"Benden korkmanı istemiyorum, ben ölü değilim Dünya. Sadece kalbim normal hızda atmıyor, bu yüzden yemeye içmeye ihtiyacım pek yok. Altı ay hiçbir şey yemesem beni pek etkilemez."

"Kendine vampir derken abarttığını sanmıştım." diye mırıldandı.

Adonis nefes alıp ona döndü.

"Onların efsanesine kaynaklık yaptığım için ilk vampirin ben olduğumu söylersem belki tiksintin meraka dönüşür."

"Senden tiksinmiyorum ve şimdiye kadar hiç tiksinmedim. Sen harika birisin Adonis." dedi. Ona doğru yürüdü ve yüzünü okşadı. "Ares'i kurtarmak istemen de bunu kanıtlıyor."

Adonis gergin bir gülüşle başını geri çekti.

"Ares..." diye mırıldanıp yayının yanına gitti. Sadağı tekrar omzuna taktı ve yayı eline aldı. "Ben harika biri değilim. Az önce dediğim gibi kendi çıkarım için onu oradan çıkarmak istiyorum." dedi ve kapıya elini uzattı.

Peşinden gitmeye kararlı olduğunu söylemek için ağzını açmıştı ki, Adonis ona şaşkınca döndü.

"Bir tuhaflık var." diye söylendi. Kapıdan elini çekti ve kapıya yeniden dokundu. "Kapı açılmıyor."

"Tekrar dene." dedi Dünya, adamın yanına gidip.

Adonis elini kapının üstüne yeniden koydu, akışkan yüzey parmaklarını tamamen kaplayıncaya kadar bekledi ama kapı açılmadı. Kapının ötesinde, Hermes'in gür sesini duyunca Dünya hazırlıksız yakalandığı için irkildi ve Adonis'in koluna yapıştı.

"Adonis!" diye bağıran Hermes'in sesi dehşet içindeydi. "Büyük bir sorunumuz var, odadan çıkabiliyor musunuz?"

"Hayır." dedi. "Peki, ya diğerleri?"

"Boyut kapılarının ve kişisel kapıların hepsi mühürlenmiş. Kimse odasından çıkamıyor, bunların içinde Zeus da var."

Adonis koluna yapışmış duran Dünya'ya yan gözle baktı. "Bir de sen dene."

Birden korkaklığı için kendinden utandı, nefes alıp Adonis'in kolunu bıraktı. Adonis onunla dalga geçiyor olmalıydı. Yani kendi odalarını açamayan ölümsüzlerin kapılarını açmasını mı bekliyordu? Elini kapıya dokundurdu ve kapı aralandı. Sevinçle Adonis'e baktı. Adamın tepkisi tuhaftı.

"Tüh!"

"Bu, senin sevinme ünlemin mi?" diye homurdandı. Kapısını açmıştı işte, o da teşekkür etmek yerine hayıflanmıştı.

"Bir daha deneyelim." dedi Adonis ve elinin ufak bir hareketiyle onlara sevinçle bakan Hermes'in yüzüne kapıyı kapattı. Meydan okur gibi kollarını kenetleyip ona baktı.

Dünya tekrar kapıya uzandı ve kapı açıldı. Adonis homurdandı. "Bugün kesinlikle şansız günüm!"

"Ne demeye çalışıyorsun sen?" diye adama diklendi.

"Bir an, seninle odada kapalı kalmayı düşündüm de... Çok eğlenceli olurdu."

Adamın yüzünde oluşan muzip ifade içini titretti. Az önceki soğukluğu gitmiş onun yerine oyuncu Adonis gelmişti, tehlikeliydi… Ondan niye etkileniyordu ki! "Bakıyorum sıkıntın çabuk geçti." diye söylenerek dışarı çıktı.

Hermes önde, onlar arkada Zeus'un odasına doğru koşmaya başladılar. O sırada, büyük bir gürültü koptu. Ev temelinden sarsıldı ve uğultuyla karışık bir kükreme duyuldu. Sarsıntıyı beklemeyen Hermes dengesini kaybetti, ileriye fırlayıp yuvarlanırken; Adonis, Dünya'yı korumak için kolları arasına alıp duvar tarafına yuvarlandı. Göğsüne başını yaslamıştı, bedenini kalkan olarak kullanıyordu. Dünya, başını kaldırmaksızın fısıldadı.

"Deprem."

Adonis başını sallayıp ona baktı. "Değil, sen çabuk odana git!" dedi sonra hızlıca düşündü. "Hayır, tehlikeli olabilir. Vakit yok. En iyisi yanımda kal ve ne olursa olsun yanımdan ayrılma."

Hermes yanlarına geldiğinde onlar da ayağa kalkmışlardı. Adamın yanında Athena ve Eros vardı.

"Aşağıdalar! Kat korumasını kırmaları an meselesi. İçecek salonundakiler ve odalarındakiler kapalı, serbest kalan sadece biz varız. Diğerleri..."

Büyük bir gürültü daha koptu ve vahşi hayvan sürüsü gibi hırlamalar yakınlaştı.

"Korumalar kırıldı." diye mırıldanan Hermes, aniden döndü. Köşeden onlara doğru koşanı görünce rahatladı.

Gelen Apollon'du. Başını çarpmıştı ve saçlarının arasından kan sızıyordu. "Sayıları on beşe yakın." dedi. Yanlarına geldiğinde sallanan yerde dengesini bulmak için duvara elini dayadı.

"Bizim için az bir sayı." diyen Adonis'e bakan Dünya, adamın gözlerinin vahşice parıldadığını gördü.

Apollon adama döndü. "Bunlar melez Adonis, güçlü melezler..."

Hepsinin kaşları çatıldı, bir tek Dünya tepki verememişti. Ne farkı olduğunu bilmiyordu. Sesler hemen aşağıdaki katta patladı. Bir ulumayla birlikte bir şeylerin kırıldığını ve yıkıldığını duydular. Adonis onun elinden tutarak aşağıya giden koridor boyunca koşmaya başladı. Diğer ölümsüzler onları izliyordu.

"Hiç silahım yok." diyen Apollon'a bakmaksızın Adonis kemerindeki uzun bıçağı çıkarıp adama uzattı.

Apollon bıçağı hiç naz etmeden aldı. Yay ve sadağını da Athena'ya uzattı.

"Hena, sakın ıskalama!"

Eros'un sırtında, yoktan var olan bir sadak belirdi; sadağın içi boştu. Dünya’nın gözü Hermes'in elindeki tuhaf şeye takıldı. Bu şeyin üstünde bir sopaya sarılmış iki yılan figürü vardı. Dikkatle bakınca sopanın aslında kaval olduğunu gördü. Hermes koşarken yılanlar hareketlendi ve uzun bedenler adamın kollarına dirseklerine kadar sarıldı. Yılanlar uzadı ve eliyle tuttuğu yılan figürleri üzerinden metal dikenler çıkan iki kamçıya dönüştü. Kavalını sırtındaki yerine takan Hermes ona göz kırptı ve öne düşerek hızlandı.

Adonis'in sesi onları daha hızlandırdı. "Dışarı çıkmak istiyorlar. Salonda önlerini kesebiliriz!"

Adonis'in elinden tutarak koşmak, adamı yavaşlatıyordu. Bu, hız trenine tutunmak gibiydi. Adonis'in elinden elini çekince duran Adonis, ona baktı.

"Sen git, ben sana engel oluyorum."

"Dünya, seni burada bırakamam." diye söylenen Adonis, köşeden kaybolan diğerlerinin ardından baktı.

Dünya adamı ittirdi. "Git, ben sana yetişirim. Tehlike arkada değil, önde!"

Sonunda ikna olan Adonis, derin bir soluk alıp koridorda göz açıp kapayana kadar yok oldu.

Bir süre elleri dizlerinde soluklandı. Tüm bedeni titriyordu, adım atacak dermanı kalmamıştı. Çatlamış duvara sırtını dayadı. Acı dolu bir çığlık duydu. Ölümsüzler, iblisleri en alt salonda kıstırmışlardı. Onların yanına gitmek için doğrulduğunda koridorun ışıkları titreşti ve ikinci titreşimde tüm ışıklar tamamen söndü. Buz kesti. Az önce duyduğu dövüş sesleri şimdi kulağına uğultu gibi geliyordu. Dehşet, kalbine yayılırken soluğu kesildi. Titreyen elleriyle duvara dokunmaya çalıştı. O kadar uzaktı ki karanlıkta yönünü şaşırdığını düşündü. Bir adım attı ama devamı gelmedi. Kalbi hızla atıyor, nefes alamıyordu. Soğuk bir ter damlası, şakaklarına süzülürken gözlerini iyice açtı; bu karanlığa rağmen faydası olabilecekmiş gibi.

Kısık bir hırıltı duydu, eğildi. Hırıltı kısık bir kahkahaya dönüştü. Elleri yerde, tek dizinin üstünde bayılmamaya çalışıyordu. Sakinleşme çabaları sonuç vermedi. Konuşabilse yalvaracaktı. Elini kalbine koydu. Deli gibi atan kalbi kasılmaya başlamıştı. Bu karanlığın içinde kalp krizinden öleceği düşüncesiyle iyice panikledi.

"Karanlıktan korkuyorsun, korkunun tadını alıyorum." diyen hırıltılı ses bu kez daha anlaşılır konuştu. "İşimi kolaylaştırdın."

Sesin geldiği yöne kaldırdı başını. Havada duran bir çift kızıl gözü görünce arka üstü düştü. Onu saran dehşet, o kadar yoğunlaşmıştı ki hava yerine dehşeti soluyordu. Kızıl gözlünün iri yarı bedeni, uğursuz bir ışığa bulanmış halde karşısında belirdi. Bu Deimos'tu. Bedeni bulut gibiydi ya da hissettiği korku Dünya'nın görüşünü bulandırıyordu. Deimos’un görüntüsü hayaleti andırıyordu ve etrafındaki hava buğulu bir aydınlık yayıyordu.

Deimos yan tarafına seslendi. "Dişiyi al ve geri dön."

Bir an önce kaçmalıydı. Titreyen ellerinin üzerinde gerilemeye çalışırken Deimos'un yanındaki gölgelerden başka bir yaratık çıktı. Yeni gelen, Deimos’tan daha somut ve daha korkunçtu. Tek gözü bir köze dönüşmüş kömür gibi yanıyordu, boyu neredeyse Deimos kadar uzundu. Deimos'un yaydığı titrek ışık sayesinde görebildiği kadarıyla bedeninin yarısı hastalıklı bir yarayla kaplanmıştı. Kanlı ve irinli yarada kurtçuklar kımıldıyordu. Midesi bulandı. Pençelerini ona doğru uzatırken iyice geriledi, sırtı duvara gelene kadar terli elleriyle iblisin temasından kaçınmaya çalıştı.

Parlak bir ışık, karanlık koridoru aydınlattığında iblisin eli onun boğazına sarılmak üzereydi. Karanlık biraz olsun aydınlanınca kendine geldi ve çığlık atarak yana yuvarlandı. Bir ıslık sesiyle ona uzanan yaratık böğürdü. Yaratık, ikinci ıslık sesinden sonra tam yanı başına cansız olarak düştü. Dünya tekrar çığlık attı. Yaratık tamamen köze dönüştü, ardından da küle. Dünya soluk soluğa doğruldu ve Deimos'a baktı. İblis orada değildi, onun yerine ona doğru koşan ışık saçan Athena vardı. Kadının saçlarını saran miğfere benzer taç, ışıl ışıl parlıyordu; aydınlığın sebebi buydu.

Athena, elindeki yayı yana bıraktı. "İyi misin?"

"..." Başını salladı. Dili tutulmuştu, konuşamadı.

Athena, yüzüne yapışmış terli saçlarını çekip tekrar sordu. "Dünya, iyi misin?"

Tüm bedeni zangır zangır titrerken konuşması zordu yine de denedi.

"Evet."

"Tamam." dedi. "Ayağa kalkabilecek misin?"

Athena'nın desteğiyle ayağa kalktı ve evin giriş salonuna inen merdivenlere kadar birlikte hızlıca yürüdüler. Saldırıya uğradığı koridorun ışığı dışındaki lambalar yandığından korkusu azalmıştı. Merdivenlere yaklaştıklarında kükreme, ardından da bir bağırış duydular. Athena onu bırakıp koştu. İkinci ses, Adonis'in sesiydi.

"Hayır." diye güçsüz bir sesle o da fırladı.

Athena güçlü yayını germiş ve uç kısmı tuhaf bir ışıltıyla parlayan son oku aşağıya hedeflenmişti. Dünya tırabzanlara vardığında görüntü korkunçtu. En az üç metre boyundaki dev gibi üç tane canavara karşı savaşan ve güçlerinin son demlerinde olan az sayıdaki ölümsüzler. Baygın Apollon, küllerin içinde yerde yatıyordu. Sırtında derin bir pençe izi vardı. Eros görünmez oklarını sadağından eliyle çekip yine eliyle Hermes'le dövüşen iblise atıyordu. Görünmez ok havada uçarken cisim kazanıp beliriyordu. Saplanan oklar kalın derisini geçip, ölümcül bir yara açmadığından yaratık Hermes'e yaklaşmaya devam ediyordu. Hermes, korkusuzca iblise baktı. Küçük yapısından beklenmeyecek bir çeviklikle iblisin üstüne tırmandı ve elinde tuttuğu demir dikenli kamçıyı boğazına dolayıp hızla döndü. İblis, onun hızından dolayı savruldu ve açılan hasarlı boynu Eros'un oklarının hedefi oldu. İblis küle dönüşürken Hermes tozların üstünden rahatça atladı. Gözleri, iki iblisin sıkıştırdığı Adonis'e döndü. Devlerin arasında kalmıştı, iki yandan onu sıkıştırmaya çalışıyorlardı. Diğerlerinden uzak düşmüştü. Athena'ya baktı, yardım etmesi için. Athena çoktan hedefine yoğunlaşmıştı. Yayı iyice germiş, gözünün birini kapatmış ve Adonis'e uzun tırnaklarını uzatan iblise okunu hedeflemişti. Ok, havayı bıçak gibi yardı ve iblisin kocaman kafasına saplandı. İblis böğürerek, başına saplanan oku çekip çıkardı ve yere attı.

Athena endişeyle tırabzana ellerini koydu. "Adonis!"

Adonis'in dikkati diğer iblise yoğunlaşmıştı. Savrulan iri yumruktan kıl payı kaçıp iblisin boşluğuna bir yumruk attı. Döndü ve sırtına var gücüyle tekme attı. Dünya, adamın akıl almaz gücü karşısında şaşırdı. İblis, duvarı çatlatarak çarparken; Adonis, yavaşça dönüp onlara doğru baktı. Yanağında derin bir kesik vardı, kolunda da üç sıra pençe izi. Hoşnutsuz bir tavırla kaşları çatıldı ve başına saplanan oku çıkaran iblise döndü. Hermes kamçısını şaklattı ve iblisin koluna doğru salladı. Demir dikenler, iblisin kalın derisine saplandı. İblis uludu ve hızla kolunu çekti. Hermes bu kuvvetin etkisiyle uçtu ve duvara sertçe çarparak yere düştü, bayılmıştı. Kamçılar tekrar demir yılanlara dönüştü ve iblis serbest kaldı.

Eros diğer iblisi ok yağmuruna tutmuştu; kalın derisi yüzünden iblise bir türlü istediği zararı veremiyordu. Adonis karşısında duran iblisle baş başa kalmıştı. İblis, dev gibi elini ona salladı. Adonis yerde takla attı ve darbeden kurtuldu. Tek dizinin üstünde dans ediyormuşçasına, zarif bir dönüşle yerden Apollon'a verdiği bıçağı aldı. Durmaksızın iblisin dizinin arkasına sapladı. Bıçak sapına kadar gömülmüştü. İblis kükredi ve dizleri üzerine düştü. Adonis, iblisin arkasına tırmandı ve ellerini iblisin ağzına geçirerek onu yukarıya doğru ikiye ayırdı. Tüm gücüyle asılınca da iblisin çenesi ikiye ayrıldı. İblis, küle dönüşmeden önce Adonis onun üstünden rahatça atladı.

Az ötesinde baygın yatan Hermes'in sırtındaki kavalı alan Adonis, Eros'un oklarından etkilenmeyen iblise doğru kendinden emin adımlarla yürüdü. İblis, Adonis'in ona yaklaştığını anladığından nefretle dönüp karşılamak için adama baktı. Adonis, uçarcasına yukarıya havalandı ve kavalı, iblisin çenesinden yukarı doğru sapladı. Kaval, çenesinin altından girip başının üstünden çıkmıştı. İblisin gözleri yuvalarından fırladı, iki dizinin üstüne çöktü. İblis hâlâ yaşıyordu. Adonis, kırılan pencereden dökülen cam parçalarından en uzununu aldı. Camın ellerini kesmesine aldırmadan bir kılıç gibi sıkıca tuttu ve savurdu. İblisin başı havada uçarken küle dönüştü, yere düşen bedeniyle beraber.

Tüm melez iblisler yok edilmişti.

Athena merdivenlerden hızlıca inip yerde yatan ölümsüzlerin yanına koştu. Eros, kendine gelip doğrulmaya çalışan Hermes'in yanına varmıştı bile. Adonis elindeki camı bıraktı ve Dünya'nın bulunduğu yere baktı. Yorgunluk öfkesinin yerini almıştı. Elinden oluk oluk kan akıyordu. Dünya; değil adamın yanına gitmek, yerinden bile kıpırdayamıyordu. Adonis ellerini Eros'un üstünden çıkarıp verdiği gömlekle sardı ve ağır adımlarla onun yanına geldi. Gömlek şimdiden kana bulanmıştı.

"İyileştiremiyor musun?"

"Hayır, yeterli gücüm yok." dedi. Yüzünün beyazlığı bunu belli ediyordu.

"Kana ihtiyacın var." diye mırıldandı. Yutkundu, durumun korkunçluğu karşısında ne yapabileceğini düşünüyordu. O an aklına geldi.  "Belki, yine..."

Adonis gülümsedi. "Sağ ol, aşkım ama nektar bulabileceğimi sanıyorum."

Başını salladı, yüzü ısınmıştı. Bu iki ölümsüz onu iyice aptallaştırıyordu veya daha öncesinde de saf biriydi.

Sonraki birkaç saat yaralı ölümsüzleri ve kapalı kalan ölümsüzleri kurtarmakla uğraştılar. Oldukça kan kaybeden Adonis bayılmasına ramak kala Dünya'yı Hermes ile bırakıp Sirona'nın yanına gitmeye ikna oldu. Apollon ve Adonis dışındakilerin yarası ağır değildi. Serbest kalan ölümsüzler; yaralılarla, yıkılan alt katlarla ve salonla ilgilenirlerken o da Hermes ile boyutları ve odaları açmakla uğraştı. Hermes, onun gösterdikleri dışındakilere müdahale etmemesini söylemişti. Bazıları kapalı kalması gereken boyutlardı. Zeus görev için Hermes'i çağırana kadar gayet iyi gidiyorlardı ve üst katları hemen hemen bitirmişlerdi. Alt katlar yıkık olduğundan Hermes oraya tek başına gitmemesini söyleyerek yanından ayrıldı.

Yorgunluğunu kendi katına geldiğinde fark etti. Uyumak istiyordu ama bu karmaşa içinde uyuması ne kadar doğru olurdu? Belki gidip yardım teklif etmeliydi ama ne tamirden ne de inşaattan anladığını sanıyordu. Yeraltındaki iki kat ve onun katının da içinde olduğu yer üstündeki iki katla birlikte toplam dört kat mahvolmuştu. Koridor duvarlarının çoğu çatlamış, boyaları dökülmüş ve aralarından kalasa benzeyen tahtalar fırlamıştı. Apliklerin yarısı yanmıyordu, geri kalanların çoğu da göz kırpıyordu. Tamamen sönmemelerini dileyerek hızlıca odasına yürüdü. Zemine dikkat etmesi gerekiyordu çünkü zeminde bazı yerler kırılmıştı ve basınca aşağıya çöküyordu. Yaklaşık on beş tane melez iblis, dev malikâneyi harabeye çevirmişlerdi. Peki, bunlar nerden ve nasıl gelmişti?

Odasının kapısına elini uzattı. Birden uzattığı elini alnına götürdü, Enlil'i unutmuştu. Onu odasından kurtardığını hatırlamıyordu. Adam hiçbir yerde de görünmemişti. Hermes de bir şey demeyince o karışıklıkta adamı unutuvermişti.

"Aman Allah'ım!" dedi ve geriye döndü.

Nereye gidecekti? Odasının yerini bilmiyordu ki. Uzun koridora göz attı. İki yana uzanan koridor az ışığın da etkisiyle uçsuz gibi görünüyordu. Titreşen lambalardan ikisi daha patlayarak, sönünce çığlık atmamak için ağzını kapattı.

Enlil'in bir yerlerde yaralı olabileceği düşüncesini kafasından atmaya çalışıyordu. Bencil davranıp odasının güvenliğine çekilmeliydi. Mantıklı olan buydu. Verdiği karardan pişman olmamayı dileyerek odasına döndü. Kısa, sıcak bir duş aldıktan sonra bir şort ve tişört giyip saçlarının nemine aldırmadan yatağının üstüne kıvrıldı. Uyuyamayacak kadar yorgundu. Kapısının tıklatıldığını duyduğunda derin uykuya geçmek üzere olduğunu fark etti ama bilincinin tamamen kapanmasına engel olamadı. Çok yorgundu.

Karışık rüyalarından, belirgin olan parçalar beyninde resimler halinde asılı kaldı. Resimler; sürekli değişip, birleşerek tek bir rüyaya dönüştü. Odasının önünde dikilirken koridorun karanlığında Ares'in siluetini görüyordu. Adama doğru ölüm sessizliğinde yürümeye başlayınca, varlığına kayıtsız kalan Ares arkasını dönüp ondan uzaklaşıyordu. Panikle hızlanıyor ama bir türlü adama yetişemiyordu. Ares tırabzansız bir merdivenin başında durup omzunun üstünden ona bakıyordu. Gözaltları simsiyah, bembeyaz yüzü ölümcül bir güzellikteydi. Gözlerindeki pırıltılar sönmüştü ve ona bakışı duygusuzdu. Üzerindeki uzun pelerinin başlığını, topladığı saçlarının üstüne örtüyor ve hızlı adımlarla merdivenleri inmeye başlarken Dünya onun peşine düşüyordu. Bu merdiveni ve geçtiği yolu hatırlamıyordu. İçini saran kötü hislere rağmen adamı kurtarma umuduyla arkasından gidiyordu.

Soğuk, taş zemine çıplak ayaklarıyla bastığında tüyleri diken diken oluyordu. Duvardaki meşalelerin ışığında başlığını burnunun ucuna kadar çekmiş Ares'in bilmediği bir kapının önünde durduğunu görüyordu. İsmini seslenerek ona koşuyorken Asteria yoktan var oluyor ve çevresine uğursuz siyah dumanlar yayıyordu. Kötücül güzelliğiyle başını dikleştirdiğinde Dünya olduğu yerde kalakalıyordu. Ares ile arasında beş metre ancak olmasına rağmen Asteria yüzünden korkudan felç olmuş halde ayakları yere saplanıyordu.

Asteria kibirli ve kendinden emin bir tavırla Ares'in yanına gidiyor. Hislerinden azade olan adam onun yaklaşmasıyla tek kolunu kadının beline atıyordu. Ares'in dudakları, kadının boynunu okşarken Dünya ağlamamak için çenesini iyice sıkıyordu. Asteria gözlerini kapatıp birkaç saniye kendini adamın dokunuşlarına bırakıyordu. Ares'in dudaklarını cevaplamadan önce, Dünya'ya kin dolu bir bakışla bakıyor ve öfkeyle fısıldıyordu.

"O benim!"

Sonra zarifçe dönüp Ares'i kapıya doğru iterken adamın dudaklarını kendininkilerine hapsediyordu. Ares'in hayatı bu kadına bağlıymış gibi onu öpmesiyle Dünya'nın kalbi yırtılıyor gibi acımaya başlıyordu. Asteria'nın boştaki tek elini kapıya dayamasıyla kapı açılıyor ve sonra arkasında kayboluyorlardı. Bu rüyayı, üst üste en az üç kez tam olarak gördüğünün bilincindeydi ama rüyaya engel olamıyordu. Rüya olduğunu bildiği halde görmeyi durduramıyordu. Can acısını dindiremiyordu…

BÖLÜM 19: ENGELLEME

Haykırarak uyandı. Nefeslenmeye çalışırken havanın karardığını fark etti. Yatmadan önce penceresinin perdelerini sonuna kadar açmayı akıl ettiğinden oda çok karanlık değildi. Zayıf da olsa ay ışığı odayı aydınlatıyordu.

Aniden irkilerek doğruldu, odasında biri vardı. Tek eliyle duvarı yokladı ve kırmızı damar parlayınca odasındakinin kim olduğunu görüp rahatladı. Korkudan kısılmış sesiyle konuştu.

"Sen miydin?"

"Seni korkutmak istemezdim." dedi Enlil. Karşısındaki sandalyeye oturmuş bacak bacak üstüne atmış onu izliyordu. "Ortalık karışınca nasıl olduğuna bakmak için gelmiştim."

Beyaz damarı belirginleştirerek adama döndü. "Odaya nasıl girdin?" dedi kapıya baktı. Kapı kapalıydı.

Enlil gülümsedi. "Geçen gün beni odana aldığında benim için izin yaratmış oldun ve ben de sana göz kulak olmak için bundan yararlandım. Ortalık hala karışık…"

"Teşekkür ederim." dedi. "Ben, odanın yerini bilmediğimden yanına gelemedim. Birine sormak da aklıma gelmedi."

Enlil yüzünü buruşturdu:

"İyi ki sormamışsın. Odama kimseyi almadığım için bana sinirliler, bu yüzden sana ne tepki verirlerdi bilmiyorum. Sen uyurken bile Zeus iki defa odana geldi. Ona, sana benim göz kulak olduğumu söylememe rağmen bunu duymazdan geldi. Odalara izinsiz girilmesi gerçekten canımı sıkıyor." dedi ve burnundan kayan gözlüğünü sakince yukarı kaldırdı.

Canı sıkıldığında bu kadar sakinse...

"Zeus odama mı geldi?" dedi şaşkınlıkla. Üstüne baktı, bol tişört ve şort... Kim bilir yatakta nasıl yatıyordu?

"Evet, seni bir süre izledikten sonra gitti. Ben senin yerinde olsam kimseyi özelime karıştırmam." dedi Enlil.

"Bunu nasıl yapacağım?" dedi. "Tüm odalara girebildiğini biliyorsun."

"Benimkine değil." dedi Enlil. Muzipçe ekledi. "Ares'in odasına da giremez."

Ares, bunu daha önce söylemişti ama aklı başka şeyde olduğundan bunu göz ardı etmişti. Şimdi ilgisini çekti. Bacaklarını yataktan sarkıttı. "Onu nasıl engellediniz?"

Enlil, onun gibi öne eğildi. "Minicik bir şeyle..."

"Ben de istiyorum." dedi

Enlil bu tepkiyi bekliyormuş gibi sırıttı. "Zeus'u kızdırırsın."

"Umurumda bile değil, ona zaten ben kızgınım." diye homurdandı.

Enlil'in gözlükleri ışığın etkisiyle parladı. Garip bir tonda sordu. Sanki sorgular gibi…

"Ares yüzünden, değil mi?"

"Beni burada tutsak ettiğinden..." dedi ve durdu. Sonra itiraf etti. "Evet, Ares yüzünden." dedi.

Bir anlığına adamın gözlerinin kısıldığını gördü Dünya ama hemen ifadesini toparlayan Enlil nefes alıp ayağa kalktı.

"Uğrunda savaşılacak bir erkek o. Kim olsa onun ilgi ve sadakatini kendine ister. Hem yakışıklı hem de güçlü… Çok güçlü…" dedi. Onu şaşkınlık içinde bırakıp kapıya yürüdü. “Neyse, biz işimize bakalım.” Enlil'in Ares'i beğeniyor olması midesini bulandırdı. Eros normal geldi birden gözüne. Enlil’in ilgisi rahatsız ediciydi… Neler düşünüyordu böyle! Başını sallayıp adama baktı. Kafasını ve dikkatini toparlamalıydı.

Adam kapının önünde durdu ve onu yanına çağırdı.

"Kapının üstüne bir şekil çizeceğim. Ares'in kapısının üstündeki şekil ile aynı olacak ve Zeus senin isteğin dışında odana giremeyecek. Çok uzun seneler önce, Ares'in kapısını da ben mühürlemiştim bu yüzden çekinmene gerek yok. Sadece şekli yapmam için senin bana yardım etmen gerekecek."

"Sen, Ares'in odasına girebiliyor musun?" dedi kaşlarını çatıp.

Enlil hafifçe gülümsedi. "Ben ve senden başka onun odasına kimse giremez."

Yüzünün asılmasına, Enlil'in tepkisi kahkaha atmak oldu. Çok kadınsı bir kahkahaydı, neyse ki fazla sürmedi.

"Kıskandın mı?"

"Hayır, niye kıskanayım ki! Onu kıskanmam için bir neden yok! diye yalan söyledi. "Şu kapıyı kapatalım ve yemek yemeğe gidelim acıktım."

Enlil sırıttı. "Tamam, ama ben sana yemekte eşlik edemeyeceğim. Kendi odamı hâlâ açamadım. Bu yüzden senin odanda oturmak zorunda kaldım."

"Ah, hadi ya! Tamam. Önce senin odanı açalım, sonra yemek yeriz."

Enlil elini kaldırıp Dünya'nın çenesini tuttu. "Sen çok tatlı bir kızsın."

Nedense dokunuşundan hiç hoşlanmadı ve başını adamın elinden çekti. Enlil buna hiç gocunmadı. Dünya özellikle bugün adamın varlığından rahatsız olmuştu engelleyemediği bir tiksinti hissediyordu.

Zeus'a odasını kapatmak için yapması gereken şey bir iki damla kan vermekti. Enlil yapacaklarını ona anlatırken bir yandan da cebinden sivri uçlu ve kısa bir bıçak çıkardı. Bıçağı kınından sıyırdı ve Dünya'nın sağ elini avucuna aldı. Dünya küçük bir kesik için olacağını düşünmesine rağmen kendini epey kastı. Enlil keskin bıçağın ince ucunu başparmağının altındaki yumuşak boğuma saplayıp aşağıya doğru kanırttığında acıdan aklı uçtu. Parmağının ucunu keseceğini sanmıştı. Bu derin kesikten akan kanı görünce midesi altüst oldu, başı döndü. Elini çekmek istese de adam bırakmadı. Kendi işaret parmağına akan kanı bulaştırdı ve nihayet onu bıraktı. Kanayan elini diğer eline alıp şaşkınca adama baktı, acıdan gözleri yaşarmıştı. Aşırı davranışını açıklamaya dahi çalışmayan Enlil uzanıp kapının en üstüne yıldız çizdi ve nefes alıp yıldıza üfledi. Yıldız şekli siyaha döndü ve kapı basınçla gerildi. Kapı normal haline döndüğünde tahtasının üstünde siyah damarlar oluşmuştu.

Enlil eserinden memnun ona döndü fakat Dünya'nın halini görünce yüzü asıldı. "Olamaz. Çok mu kesmişim? Bıçak kayınca tutamadım, yaşlılık."

Hâlâ sızlayan eline rağmen başını salladı. Kanayan elini üstündeki geniş tişörtün eteğine sardı. "Sorun değil, acımıyor."

Bıçağın kaydığı falan yoktu. Adam isteyerek o kadar derinden kesmişti ama bunu tartışmanın yeri değildi. Ona yardım etmişti; şimdi de o, adama yardım edecekti. Sonrasında da adam ile arasına mesafe koymaya karar verdi, dengesiz davranmaya başlamıştı. Elini temiz bir beze düzgünce sardıktan sonra üstünü değiştirip Enlil'in odasına gitmek için kapıdan çıktılar. Koridor biraz olsun toparlanmıştı. Evin bu kadar kısa sürede onarılmasına şaşırdı. Duvardaki ince çatlakları görmese olayın gerçek olduğuna inanması zordu. Enlil ona yaklaştı.

"Hephaistos'un marifeti, tamir edemeyeceği şey yoktur. Tabi, diğerlerinin yardımını da göz ardı edemeyiz."

Enlil, onu pek kullanılmayan bir koridora yönlendirdi. Bu koridor, Enlil dışında, ev ahalisi tarafından da pek kullanılmıyor gibiydi. Demir sürgülerle kapatılmış bir kapıyı geçtiler ve dar bir dehlize girdiler. Taş dehliz ve devamı dışarıdaki bahçeden bile bakımsızdı. Bir kat aşağı indiler. Dünya duvarlarda lamba yerine meşaleleri görünce irkildi. Tıpkı rüyasındaki gibi bir koridordu. Enlil alışıldık hareketlerle duvardaki meşalelerden birini aldı ve öne düştü.

"İleride bir merdiven daha var, dikkatli olmalısın." Derken aniden durakladı. Yüzü düşünceli bir ifadeyle asıldı. "Sanırım sonraya bırakacağız, Hermes geliyor." Elindeki meşaleyi Dünya'ya verdi. "Kapımın kapalı olduğundan kimseye bahsetmezsen sevinirim. Zeus'un mutlu olmasını istemem." dedi ve arkasını dönüp yürüdü.

"Kapıyı açtıktan sonra..." diye adama seslendi ama Enlil omuzları düşük hızlı adımlarla yürümeye devam edince sustu.

"Burada ne işin var? Nereye bakıyorsun Dünya?" diyerek Hermes yanında belirince gözden kaybolmak üzere olan Enlil'in ardından bakmayı bıraktı.

"Hiçbir şeye, sadece dolanıyordum." dedi. Onun baktığı yöne bakan Hermes'e döndü. "Sen burada ne yapıyorsun?"

"Seni arıyordum yoksa buraya asla ayağımı atmam." dedi sahte bir titremeyle. Enlil'den nefret mi ediyordu? "Seni yemeğe çağırmaya geldim, kaybolduğunu fark etseydim daha önce gelirdim."

"Sağ ol benim..." diye Enlil'le olan yemek planından bahsedecekti ama söylemekten vazgeçti. Adam onu bıraktığına göre yemek olayı da rafa kalkmıştı. Zaten artık onunla vakit geçirmek de istemiyordu.

"Nazlanma." dedi Hermes. Elinden meşaleyi alıp yere fırlattı. "Geç kalmamak için sana yardım etmem gerekecek ve çok eğleneceksin. Bana sarılır mısın?"

"Hayatta olmaz! Sen önden gitmek istiyorsan git, ben yetişirim."

Hermes, gözlerini devirdi. “Seni burada tek başına bırakamam.” İtiraz etmesine rağmen onu belinden tutarak bir rüzgâr gibi koridorları aşmaya başladı. Hermes ile neredeyse aynı boydaydılar ama şu an ayakları yere değmiyordu. Hız yüzünden soluğu kesilmişti. Göz açıp kapayana kadar iki kat yukarıdaki küçük salonun önüne varmışlardı. Hermes, onu yavaşça bırakırken dizleri titriyordu. Adamdan ayrılır ayrılmaz Hermes'in midesine bir yumruk geçirdi. Hermes, ona atılan yumruğun etkisiyle kasılırken bile gülmeye devam ediyordu.

"Bu da yol ücreti olsa gerek."                    

"Bunu bir daha yapma!" dedi ve attığı yumruk yüzünden acıyan elini avcuna aldı. "Lanet olsun, yeniden kanamaya başladı."

Hermes eline bakmak için atılırken Dünya adamı itti. "Git başımdan!"

"Bakmama izin ver, ne oldu?" diye merakla elini çekiştiren Hermes'i ittirdi. Adam yüzünü astı. "Tamam, o halde sana bandaj getireyim."

Omuzları düştü, kabalık yaptığının farkındaydı. "Çok iyi olur, yumruk için de özür dilerim."

"Ben de sıramı savdım." Diyen Hermes sırıtıp kayboldu.

Kapının önünde kararsızca durdu. Ölümsüzlerle akşam yemeği yemediğinden tam olarak ne yediklerini bilmiyordu. Adonis ile makarna yemişti ama o Dünya'nın sevdiği yemek olduğu içindi. Adonis öyle söylemişti. Normal yemeklerden yiyorlar mıydı? Enlil ile yediği yemekler gayet normal olduğundan aç kalmayacağını düşünürken Hermes elinde bir kutuyla yanında belirdi.

Yarasını dikkatle arındırdılar ve canını fazla acıtmamaya çalışarak yarayı sardılar. Hermes, bandajı kontrol ederken kaşlarının altından ona baktı.

"Kesik çok ciddi, Dünya… Bunun dikilmesi gerekir. Sirona'ya..."

Kapı açıldı. Dışarı çıkan Adonis önce ona baktı, sonra Hermes'e, en sonunda da ikisinin tutuşmuş ellerine. Hermes elini hızlıca çektiğinde Adonis'in lacivert gözleri yeniden adama dönmüştü. Bakışlarındaki ifade yüzünden Hermes geri çekildi.

"Elini kesmiş." diye açıklamaya çalıştı. "Biz de..."

Adonis başını doğrultunca Hermes sustu.

"Yemeğe geçebilirsin Hermes."

Hermes başını sallayıp kapıdan içeri girdi. Adonis'in kabalığını izlemek canını sıkmıştı, ona bakmaksızın Hermes'in ardından odaya girdi. Adonis’in müdahalesine vakit vermemişti.

Hiç yorum yok:

Seri Hikayelerin Düzeni

TUTSAK SERİSİ 1. Kitap    Tutsak 2. Kitap    Anahtar 3. Kitap    Dünya 4.Kitap    Cehennem Hikayelerin dizilişi bu şekildedir. Diğer ...