CEHENNEM (4.KİTAP) -1-

Bölüm 1 : Pan'ın Kolyesi

Taş odada karşılıklı duran iki adamdan birinin başı öne eğikti ve karşısındaki adamın daha fazla öfkelenmemesi için ne yapacağını düşünüyordu. Vakitsiz eğlence peşine düşen Pan yine başına bela almıştı. Yapılan dikkatsizliğin savunulacak bir tarafı olsaydı, işi şakaya vurup onu sakinleştirebilirdi. Düşününce; aslında Pan'ın suçu o kadar da büyütülecek ve dönüşü olmayacak bir sorumsuzluk değildi. Kaşlarının altından karşısında duran adama baktı. Öfkesi gözlerine yansımış ve erimiş altın gibi parıldıyordu. Boğazını temizleyip aldırışsız bir sesle konuşmaya çalıştı.
"O sadece biraz eğlenmek istemiş. Bence o kadar büyütülecek bir mesele değil. O şeyin şu an nerede olduğunu bilmiyoruz ama bu bulamayacağımız anlamına gelmez, değil mi?"
Karşısındaki gözlerini kısıp onun yüzüne doğru eğildi. "Bu onun ilk suçu değil Hermes. Her şımarıklığı, masumları ilgilendiren bir soruna dönüşüyor. Buna rağmen, kimse ona güvenmezken ben güvendim ve ona bu sorumluluğu verdim."
Hermes gülümsemeye çalıştı. "Bu bakımdan sana biraz benzemiyor mu Ares?" Ares'in kızgın nefesi karşısında hemen ciddileşti. "Özür dilerim. Ne demek istediğini anlıyorum Ares ama telafi edebiliriz."
"Pan o kızın kim olduğunu biliyor mu?"
Hermes dağınık saçlarını kaşıyarak düşündü. "Şey, yüzünde maske varmış ama bir kez görse, tanıyacağına eminim."
"Sen eminsin ama o?" dedi Ares doğrularak kapıya baktı. "Çağır onu."
"Onu cezalandırma Ares, bak gerçekten..."
Ares daha sakin bir sesle adamın lafını kesti. "Çağır onu. Ona suçunu af ettirmesi için bir şans vereceğim ama bu sefer de umursamaz davranırsa, ceza olarak ne yapacağımı biliyorum. Ayrıca bu olayı birine anlattığını duyarsam, senin için hiç iyi olmaz. Seni kısıtlamıyorum ama yapmayacağımı düşünme."
"Tamam, Ares."
Hermes omuzlarını düşürerek ortadan kayboldu. Ares haberi aldığından beri gergindi. Pan uzun zamandır çok usluydu. Zeus'un gidişiyle, her şey yerine oturmaya başlamışken; Pan, tüm evleri birbirine düşürecek bir hata yapmıştı. Ares kimseye zarar vermeden bu işin altından kalkmak zorundaydı. Liderliği kabul edilmişken kimseyi hayal kırıklığına uğratmak istemiyordu. Kalçasını taş masaya dayayıp bakışlarını kapıya doğrulttu.
Birkaç dakika sonra kapı aralandı ve içeriye ayak yerine toynakları olan Pan girdi. Kıvırcık saçlarının arasından görünen iki küçük kıvrık boynuzu ve kalçasından itibaren toynaklarına dek uzanan kıllı bacaklarının ilginçliğini kapatan sevimli bir yüzü vardı. Ellerinde tuttuğu çoklu flüte sıkıca sarılmıştı, gerginliğini sadece bu hareketi belli ediyordu. Yüzüne bakansa, eğlenmeye geldiğini sanırdı.
"Normal haline dön Pan. Bu sevimliliğinle beni yatıştıramazsın."
Pan masum bir bakışla Ares'e baktı ve içini çekerek değişti. Toynakları çıplak ayaklara dönerken bacaklarını saran artık kıl değil, keten bir kumaştı. Boynuzları iyice küçüldü ve saçları arasında kayboldu. Babası Hermes'e karakter olarak benziyordu ama annesi olan su perisinin güzelliğine sahipti. Burnunun üstündeki ve yanaklarına dağılmış çilleri ise başka bir akrabasının hediyesi olmalıydı. Doğuştan bir ölümsüzdü ve yaşlanması çok önce durmuştu. Yüzüne bakan on yedi ancak derdi fakat görünen yaşının gerektirdiğinden daha yaramazdı, çünkü çapkınlıkta Zeus'u dahi geride bıraktığı biliniyordu.
Ares yaslandığı masadan doğrulup Pan' doğru yürüdü ve karşısında durdu.
"Anlat."
Pan elindeki flütü kalçasından düşmek üzere olan pantolonun kemerine sıkıştırıp Ares'e baktı. Ares her zaman ona destek olmuştu. Hatta Zeus tarafından koruması alınmak üzereyken Hera ile konuşup ona bu aptalca görevin verilmesini sağlamış, onu Zeus'un hışmından uzaklaştırmıştı. Ares'e çocukluğundan beri hayrandı ama ne kadar çabalarsa çabalasın Ares'in ekibine katılmayı başaramamıştı. Hermes'in bile sözünü dinlemezdi ama Ares'in bakışı dahi onu susturmaya yeterdi.
"Bana kızgın olduğunu biliyorum Ares. Küçük bir oyun oynamak istemiştim ve bu benim ilk hatam."
"İlk hatan mı?" dedi Ares sahte bir şaşkınlıkla kollarını göğsünde kenetledi. "Sanırım seni liseye geri göndermem gerek çünkü sayı saymasını unutmuşsun."
Pan'ın yeşil gözleri irileşti. "Ah! Hayır! Lise mi? Tekrar mı? Olmaz Ares. Çok özür dilerim." Dedi telaşla.
Ares dudaklarını büküp nefeslendi. "Haklısın, lise olmaz. Lise senin zeka yaşın için büyük olur, seni ilkokula yazdırmak en iyisi."
Pan kıvranarak Ares'e yaklaştı. "Beni çukura at ama okula geri gönderme Ares."
"Bana neler olduğunu anlat." Dedi Ares ciddileşerek.
Pan neşesi bozulmuş bir ifadeyle karşısındaki güçlü ölümsüze baktı ve uysalca anlatmaya başladı. "Dün gece ay çıkmışken aydınlıktan faydalanıp göl kenarına yüzmeye gitmiştim. Bilirsin, Gayda Gölü ay ışığında çok güzel olur."
Ares ekledi. "Ve bir sürü nymph yüzmeye gelir."
"A, gerçekten mi?"
"Aptal ayağına yatma."
Pan yutkunarak başını salladı. "Kötü bir niyetim yoktu Ares ve yemin ederim, gittiğimde gölde kimsecikler yoktu. Ben de şaşırdım, en azından göl perilerinin orada olması gerekiyordu ama bir tanecik bile yoktu." Ares'in uyaran bakışları karşısında hemen konuya geri döndü. "Kimse olmayınca ben de bir rahatladım. Böylece kimse beni rahatsız etmeyecekti, hemen soyunup göle girdim. Ama kolyem boynumdaydı, eminim. Onu asla çıkarmayacağımı biliyorsun. Seni hayal kırıklığına uğratmamak için onu yutmayı bile düşünmüşlüğüm vardır. Geri çıkma ihtimali ve çıkacağı yer sorun olmasa..."
"Pan! Saçmalamayı bırak ve devam et."
Pan ellerini öne tuttu. "Tamam, özür dilerim. Ben öyle kimse olmadığı için neşeyle yüzerken göl kıyısında birini gördüm. Üzerinde siyah uzun bir elbise vardı ve saçlarını altın telleriyle örmüştü. Yüzüne de siyah bir maske takmıştı. Ona seslendim. Tabi kimsin diye seslendim, çıplak olmama aldırmadan beni seyretmesi çok ahlak dışı, değil mi?"
Ares sabırsızca nefeslenip eliyle ensesini ovaladı. "Senin ne amaçla seslendiğini tahmin edebiliyorum. Sen bana sadece bir ipucu ver Pan. Hırsızı ve kolyeyi bir an önce bulmamız gerek. Çünkü bu yaptığın sorumsuzluğun dönüşü çok büyük bir felaket olabilir."
"Her ayrıntıyı anlatacağım Ares ama seni tatmin edeceği konusunda kuşkularım var. Her neyse, kıza seslenince kız suya doğru adımladı. Yüzme bilmemesi durumunda yardım etmek için ben de yanına yüzdüm. Kız maskesini çıkarmak istemedi ve ben de ısrar etmedim. İpucu olur mu bilmem ama kız yüzmedi. Hiç konuşmuyordu. Çekingen olduğunu düşündüğüm için ben onu zorlamadım. Bir kaç dakika sonra kıyıya döndü ve peşinden gittim. Belki kıyıda sohbet etmek ister diye düşünmüştüm. Fakat gölden çıkmadan önce bana doğru döndü ve elini maskesine götürdü. Ne yalan söyleyeyim bir öpücük için kıvranıyordum. Muhteşem bir vücudu vardı. Sonunda dualarımın kabul olduğunu düşünerek ona yaklaştım. Hiçbir erkek bu davete hayır diyemez, haksız mıyım Ares?"
"Yeterince olgunlaşmamışsın Pan! Beynini hala hormonların yönetiyor." diye hayıflandı Ares ve devam etmesi için elini salladı.
"Bu benim zayıflığım değil. Kimse o kadına karşı koyamazdı, başka bir büyüye sahipti."
"Biz ona başka bir şey diyoruz ama şu durumda söylemeyi uygunsuz buluyorum. Gördüğün her dişinin peşinden koşmayı bırak artık."
Pan yüzünü buruşturdu. "Evlilik sana yaramadı."
"Haklısın beni daha sabırsız bir adama çevirdi." Dedi uyaran bir ifadeyle Pan'ın yüzüne bakarak.
Uyarıyı anlayan Pan ciddileşti. "Ne anlatıyordum, işte, tam maskeyi çıkartmasını bekliyordum kendimi suyun üstünde yüzerken buldum. Bu sefer tamamen çıplaktım yani kolyem boynumda değildi. İnan bana, o arada ne oldu anımsamıyorum."
"Kızı tarif et."
"Boyu benden biraz kısaydı. Üzerinde elbise, maske ve o garip süslü tokası dışında bir şey yoktu. Maskesi yüzünü tamamen kapatıyordu ve sanırım bir çeşit metalden yapılmıştı. Elbise yüzünden bedeninde bir iz olup olmadığını bilmiyorum, yakınlaşmak için vaktim olmadı, yani sanırım. Hatırlamıyorum ki. Saçları altın telli tokayla toplanmıştı ama uzun olduğunu tahmin ediyorum ve harika bir kahverengiye sahipti, ay ışığı altında dahi parlıyordu."
"Gözleri?"
Pan afallayarak etrafa bakındı, sanki ne dediğini anlamaya çalışır gibi. Ares açıkladı. "Gözleri ne renkti? Görünüyordu değil mi?"
Pan kekeledi. "Şey, ben gözlerine bakmam gerektiğini bilmiyordum."
"Gözlerine bir kez olsun bakmadın mı?" Pan'ın cevaplamakta ki tereddüdü, ilgisinin kadının gözlerinden başka yerlerinde olduğunu açıklıyordu. Uzatmadı. "Çok yardımcı oldun Pan."
Pan neşeyle sırıttı. "Sahiden mi? Kızı tanıdın mı?"
Ares istifini bozmadan konuştu. "Elbette, tüm boyutları boş ver sadece Olimpos evinde bile tarifine benzeyen yüzlerce kız var. Teker teker sorarız, sen miydin diye."
Pan'ın suratı düştü. "Ama onun başka bir havası var, bir daha görsem kesin tanırım. Belki onu aramalıyım ha, ne dersin?"
Ares sıkıntıyla masaya yürüyüp sandalyeye oturdu. Düşünceli bir ifadeyle alnını ovalarken Pan'ın sorusuna cevap verdi.
"Odana dön ve ben izin verene dek, burnunun ucunu dahi dışarı çıkarma."
Pan isteksizce arkasını döndü ve çıplak ayaklarını zeminde sürüyerek kapıya yürüdü. Çıkmadan önce Ares'e kısa bir bakış attı, her hangi bir yumuşama göremeyince kapıdan çıktı. Ares yaramaz ölümsüzün ardından baktıktan sonra sandalyesine yayıldı ve başını sol tarafına doğru çevirdi.
"Bir fikrin var mı?"

Bölüm 2 : Kırmızı




Solundaki hava titreşti ve siyahlar içindeki Solan cisimlendi. Uzun kırmızı saçlarını ensesinden bağlamıştı ve kedi bakışlarını andıran yeşil gözleri az önce Pan'ın çıktığı kapının üzerindeydi. Ares'in sorusuna cevap verirken sesinde keskin bir yargı vardı.
"Yalan söylemiyor ve bunu bir büyü saldırısı olarak tanımlayamayız. Gayda Gölü'nü kontrol ettim, dengeyi lekeleyecek hiçbir kalıntı yok. İşin tuhafı, büyü kalıntısı da yok. Yani Olimpos olarak izin sürme hakkın yok." Ares'e doğru döndü. "Yine de bunun bir büyü eseri olduğuna eminim. Kuralları çiğnemediği için lanet değil, basit doğal bir büyü yapılmış. Zararsız görünüyor. Çok basit bir hırsızlık ve çok ustaca bir davranış... Kolyeyi çalmak için Pan'ın bayılmasını sağlamak ve yaptığı büyüyle, ona herhangi bir zarar vermeyecek fazla kişi yoktur."
"Veya güç sahibi olan biri, mesela bir iblis olabilir mi?"
Solan zarif bir hareketle yürüdü ve Ares'in yanındaki sandalyeye oturdu. "Sen bile olabilirsin Ares. Örneğin, Pan bayılmamış hafızasını kaybetmiş bile olabilir. Çünkü yapılan iş o kadar kusursuz ki, ne olduğunu anlamak zor. Kimin tarafından yapıldığını bulamadıktan sonra fikir yürütmek yanıltıcı olabilir. Suçlamadan önce kesin kanıtlara ihtiyaç var."
"Ne demek istediğini anlıyorum Solan. Kolye meraklısı aptal bir büyücü olmayacağının farkındayım. Bu hırsızlık rast gele yapılmadı."
Ares'in devam etmesine gerek yoktu, Solan kurulmaya çalışılan bir tuzağın kokusunu en az liderleri kadar iyi alabiliyordu. Ayağa kalkan Ares onu izleyen Solan'a döndü.
"Dünya'yı kafeden almam gerekiyor. Diğerlerine de olanları anlatmalıyım. Apollon'a nektar servisinden sonra toplanmamız gerektiğini söyler misin?"
"Olur ama bu habercilik işi için Hermes'i görevlendirebileceğini biliyorsun."
"İncilerin dökülmez Solan. Ayrıca Pan, onun oğlu, tarafsızlığı konusunda onu güç durumda bırakmak istemem."
"İncilerin dökülmesi mi?" dedi Solan hafif tiksinti okunan bir yüz ifadesiyle. "Böyle esprileri nereden buluyorsun?"
Ares sırıttı. "Espri değil, bir deyim ve Dünya'dan bir şeyler öğrenmek hoşum gidiyor."
"O kız seni yönetiyor." Diye homurdanan Solan'a anlamlı bir bakış attı.
"Bir şikayetim yok. Gün gelir sen de yönetilmek isteyebilirsin."
Solan ayağa kalktı ve kibirli bir bakışla Ares'e baktı. "Hiçbir dişi beni bu şekilde etkileyemez."
Ares arkadaşına bir süre düşünceli bakışlarla baktı, aklına geleni dillendirmemek için dudağını ısırıp gülümsedi. Ona bir söz vermişti ve sözünü tutacaktı. Sonuçta kalp her zaman doğru yolu buluyordu, aradan ne kadar yıl geçerse geçsin.  Bunun en iyi kanıtı o ve Dünya'nın aşkıydı.
***
Dalgaların sarp kayaları aşındırdığı büyük bir adada, etrafında kopan fırtınadan bağımsız olarak sadece sahibinin iradesindeki hava hüküm sürerdi. İster ada çevresindeki fırtınadan beter bir kasırga yaşatırdı, ister çöl sıcağını hiç aratmayan bir yaz gününü... Ada tam anlamıyla onundu, bir parçasıydı. Adanın çevresini saran büyü sayesinde sahibi olan güçlü büyücünün izni olmadan kimse adaya ayak basamazdı. Çünkü büyücü uzun zamandır kayalık bir dağın içine kurduğu büyük sarayında tüm dikkatlerden uzakta inzivadaydı. Rahatsız etmenin en hafif cezası, keskin kayalara çarparak parçalanmak olurdu.
İnzivada olması misafir kabul etmediği anlamına gelmiyor elbette. Nadiren de olsa canlı iki ayaklıların adasına ayak basmasına izin verirdi. Hatta onları hoşnut etmeye dahi çalışırdı. Mesela şu andaki konuğuna hoş görünmek adına, hava kış mevsiminin güzelliğiyle donanmıştı. Devasa salonun bahçeye bakan balkonun önünde, karşılıklı koltuklara kurulmuş, dışarıda usulca yağan karı seyrediyorlardı.
Loki uzun bacaklarını ileriye doğru uzatmış, kemikli parmaklarını çenesinin altında birleştirmişti. 
"Seni aldatmayacağı ne malum? Ne de olsa o bir iblis."
"Cesaret edemez." Dedi yanındaki kadın.
Uzun ve boynuna kadar kapalı koyu gri bir elbise giymişti. Yüzünü tamamen örten kırmızı, yeşil dantel, bir duvak gibi omuzlarından beline dek dökülüyordu. Sade elbisesinin kenarlarını süsleyen el ile yapılmış işlemelerden başka süsü yoktu. Kadın başını büyük cam pencereden çevirip şimdilik yardımına ihtiyaç duyduğu ölümsüze baktı. Ne yazık ki, kendisi ölümsüz değildi ve uzun yaşamak için uğraşması gerekiyordu.
Loki sinir bozucu bir kahkaha attı. "Hadi ama Kirke, sen iblislere hükmedemiyorsun. Kaçmasını engelleyemezsin. Başka bir plan yapmalıydın."
Kirke başını yeniden pencereye çevirdi. Kadının yüzündeki ifadeyi görememek Loki'nin canını sıkıyordu. Karşısındakilerin tepkisine göre kendini savunmayı tercih ederdi. Bu kadından çekinmesine gerek olmamasına rağmen yüz ifadesini görmek istiyordu. Onun ne durumda olduğunu da merak ediyordu. Onca güç! Geçen yıllara rağmen yaşatılan ölümlü bir bedende... Tüm bu uğraşlar bir yerden sonra boşunaydı. Çünkü zaman, büyünün kudretinden anlamazdı, kim olduğuna bakmadan karşısında diz çöktürürdü. Düşünceleri hoşuna gitti ve yarım ağızla sırıtıp başını yüksek arkalıklı koltuğa dayadı.
"Sen hükmediyorsun da ne oluyor, yine de Ares'e haddini bildirmek için kapıma geldin Loki. Bir avuç iblis veya hiç iblis, bence farkı yok." Dedi Kirke sakin bir sesle. "Bazen düşünüyorum da, seni kabul etmek yerine Ares'e mi gitmeliydim. Senden daha çok göze ve beyne hitap ettiğini duymuştum."
Bir an öfkesinden taş kesilen Loki sinirle dişlerini gıcırdattı. Sonra hızla ayağa fırladı ve nefret dolu bakışlarını ona bakmayan kadına çevirdi.
"Beni kabul ettin çünkü benden başka kimse sana yardım edemez. O övdüğün Ares, senin yüzüne bile bakmaz. Bana mecbursun Kirke!"
Öfkesini kusan Loki hırsla ayağa kalktı ve küçümser bakışlarla tepkisiz duran kadını süzdükten sonra odadan çıkmak için hızla kapıya doğru gitti. Adamın gidişini seyretmeyen Kirke, derin bir iç çekişle göğüs geçirdi ve dantel duvağının altındaki dudakları hınzırca kıvrıldı.
"Başka bir plan! Loki... Loki, sen kiminle dans ettiğinin farkında değilsin buz prensi!" diye keyifle mırıldandı.
***
Solan, Ares'in isteğini Apollon'a iletmek için uzun koridorda kayıtsızca yürüyordu. Ares, Dünya'yı işten almaya gittiğine göre en az iki saat geri gelemezdi. Çünkü aylar geçmesine rağmen, yeni aşıklar gibi Dünya'nın çalıştığı kafede buluşup el ele dolaşıyorlar sonra eve gidiyorlardı. İkisinin hala birbirinden sıkılmamış olması ilginçti. Aklı başında kim sürekli aynı insanla vakit geçirmek isterdi ki?
Apollon'un odasının altındaki koridorda ilgisini çeken bir şey gördü. Artemis, Hekate'nin kapısına kulağını yapıştırmış, tüm dikkati içerideki seslere odaklıydı. Kızıl saçlı cadaloz yine bir iş peşindeydi. O küçük burnunu herkesin hayatına sokmasa olmazdı zaten. Aklına gelen fikir, dudaklarının kenarının hafifçe yukarı kalkmasına neden oldu.
Görünmez formuna geçti ve hiçbir şeyden haberi olmayan Artemis'e doğru yavaşça yürüdü. Gerçi görünür olsa da, kız onu fark edecek gibi değildi ama ne olur ne olmaz... Bu kızıl fazla uyanıktı. Artemis merakla dudağını kemirirken kulağı kapıyla bir olmuştu. Solan diğer kulağına doğru eğildi ve görünür forma geçerken kulağına fısıldadı.
"Ne yapıyorsun?"
Artemis bunu hiç beklemiyordu yerinde zıplayıp çığlık atmak üzereyken Solan hareketlendi çünkü o, bu tepkiyi bekliyordu. Hemen uzanıp eldivenli eliyle Artemis'in ağzını kapattı ve gülmemek için de kendi dudağını ısırdı. Yüz ifadesini sabit tutmaya çalışıyordu ama kızın hali çok komikti. Artemis korkusunun kaynağının kim olduğunu öğrenince kızgınlık tüm bedenine hakim oldu. Solan'ın elinden kurtulmak için aniden atıldı ve onun saçlarına elleriyle sarıldı. Solan, hemen kızı bırakırken bu sefer acıyla bağıran Solan olmuştu.
"Seni aşağılık iblis!"
"Bırak saçımı! Beni rezil ediyorsun!"
Artemis aldırmadan Solan'ın uzun saçlarına ellerini doladı ve ikisini Hekate'nin odasının önünden uzaklaştırdı. Solan kızın elinden kurtulmak için ellerine sarılmıştı. Tokatı veya yumruğu bu tepkiye tercih ederdi. Kız kavgası gibi saç çekmekte ne oluyordu? Saçlarını bir türlü bırakmayan kızı tehdit etmekten başka çaresi kalmamıştı.
"Bırak yoksa canını yakarım!" diye hırladı.
Artemis bırakmaktansa doladığı saçları kullanarak Solan'ın yüzünü kendine çevirdi. Öfkeyle kısılmış yeşil gözlere bakarak sırıttı.
"Bir daha beni korkutmadan önce bir kez daha düşünürsün kırmızı kafa!"
Solan neredeyse burun buruna gelecek kadar kıza yaklaşıp hırladı. "Kapı dinleyen biri olarak bana ders vermeye hakkın yok."
Artemis ağzını açacakken Hekate'nin kapısının aralandığını fark etti. Elinde tuttuğu Solan'ın saçlarını unutarak doğruca kendi odasına yönlendi, yanında Solan olduğu halde. Solan'a dokunuyor olduğu aklından çıkmıştı.
Artemis yakalanmaktan son anda kurtulduğu için nefes nefese odasının ortasında dikilirken sağ elindeki yumuşak dokuyu fark etti ve gözleri şaşkınlıkla açılırken yanında duran Solan'a baktı. Solan'ın da ondan farkı yoktu. Hekate'nin biçimli dudaklarını andıran ağzı şaşkınlıkla açılmıştı. Artemis adamın yüzüne baktı kaldı bir süre çünkü ilk defa adamın yüzünde saf bir duygu görüyordu. Ne duyguyu taklit ediyordu ne de renksiz bir sahtelik yayıyordu.
Solan nihayet gözlerini kırpıştırınca; Artemis kendine gelerek parmaklarına dolanmış saçları yavaşça bıraktı, birkaç adımla Solan'dan uzaklaştı. Tedirgince etrafa baktı. Oda, onun odasıydı ama bu adam nasıl olur da onunla birlikte odasına yönlenebilirdi. Girmesi için izin vermemişti ki...
"Bunu nasıl yaptın?"
İkisinin aynı anda sorduğu soruya yine ikisi aynı anda cevap verdi.
"Ben yapmadım."
Solan kaşlarını çatarak doğruldu. "Sen yaptın."
"İblis olan sensin adi herif, böyle bir kabalık sadece senden beklenir. Ben izin vermeden odama gelmeye nasıl cüret edersin!"
Solan kızgınlıkla nefeslendi. "Saçımdan tutup beni sürükleyen sendin. Ayrıca kapı dinlemek daha kaba bir davranış Olimposlu."
Artemis yönlenmeye hala şaşırırken Solan'a olan kızgınlığından, olayın sebebi hakkında fikir yürütemiyordu. Solan hem güçlü bir titan soyunun varisiydi hem de iblis efendisinin kanına sahipti ama tüm bunlar olanların sebebi olamazdı çünkü odaların büyüsü sayesinde sahiplerinden izinsiz kimse içeri giremezdi. Şu anda çukurda azap çeken Zeus dışında kimsede bunu yapacak güç yoktu. Acaba Artemis yönlenerek Solan'a bu izni vermiş olabilir miydi? O da olası değildi, en kötüsü yönlenme işlemezdi. Ya koridorda Hekate'ye yakalanırdı ya da kendi koridorunda kapısının önünde kalırdı. Kesinlikle odaya Solan ile girememesi gerekiyordu tabi önceden Solan onun odasına girme izni kazanmamışsa...
"Kabalığı sana sormak gerek tabi haklısın! Sonuçta bu konuda master yapmış olan sensin!" dedi Artemis kafasının karıştığı belli olan bir sesle.
"Neden kapıyı dinliyordun?"
Artemis bilmiş bir sırıtmayla kollarını göğsüne kenetledi ve Solan'a doğru sırıttı. "Demek meraklıyız da! Bir de beni azarlıyor. Ama önce söyle bana odama nasıl yönlenebildin?"
"Neden kapı dinliyordun?"
"Papağan mı oldun sen?" diye azarlayan bir tonda konuştu Artemis. "Benim soruma cevap ver kırmızı kafa! Benim sorum daha önemli!"
"Senin için önemli." dedi Solan. "Odana girmek benim için hiç önem teşkil etmiyor. Zorla getirmeseydin, kapının önünden geçmezdim."
"Ay, güleyim de boşa gitmesin!"
Solan yüzünü buruşturdu. "Bu ne demek?"
Artemis elini sallayarak kibirli bir ifadeyle konuştu. "Dünya ile seyrettiğimiz bir filmde duymuştum. Kullanmam sana kısmetmiş. Hoş ama değil mi?"
"Saçmalık!" diye soludu Solan. "Gevezeliği bırak da ciddileş çilli. Hekate'nin kapısını neden dinliyordun."
"Sana ne ya!"
"Nasıl bana ne, o benim annem!" dedi ve durakladı. Gerçekten de yüksek sesle bunu mu söylemişti. Artemis'in gittikçe neşelenen yüzüne ters bir bakış atarak ekledi. "Yani doğuran kadına ne deniyorsa..."
Artemis dudaklarını büzerek hınzır bir bakışla onu süzdü. "Biliyor musun iblis bozuntusu, sanırım sen normale dönüyorsun. Yakında renkli kıyafetler giyersen hiç şaşırmam, hep siyah çok sıkıcı oluyor. Şöyle beyaz bir gömlek sana çok yakı..."
"Dalga geçmeyi bırak Artemis. Ne numara çeviriyorsun bilmiyorum ama seninle vakit kaybedemem. En iyisi gidip Hekate'ye sormak."
Artemis onun koluna sarılarak yönlenmesine engel oldu. "Sakın bunu yapma yoksa Apollon canımı okur."
Solan kolunu ondan çekerek konuştu. "Apollon'un ne alakası var?"
Artemis küçük bir çocuk gibi soluklanıp pes etti. "Tamam, anlatacağım ama sende benimle alışverişe çıkacaksın."
"Hayatta olmaz!" dedi tiksintiyle yüzünü buruşturarak.
"Çok zevksizsin ama bu ne ya! Sürekli deri, zincir, şerit... Yerine göre seksi olabilir ama Olimpos'ta böyle dolaşman çok komik oluyor."
"Komik olan sensin çilli."
"İki tane nokta sahibi olunca hemen çilli denmez şaşkın iblis."
Solan ona doğru ısrarla bakmaya devam edince, Artemis gözlerini başka tarafa çevirip anlatmaya başladı. "Of! Hiç laftan anlamıyorsun. Tamam, anlatacağım. Apollon, Hekate'yi aşkı konusunda ikna etmek için yanına gitmişti. Ben de ona destek olmak için kapıda bekliyordum." Dedi ve Solan'a döndü. "Tüm olan buydu."
"Destek olmak mı?" dedi Solan. "Eminim bu desteğinden Apollon'un haberi yoktur. İtiraf et. Merakından kapı dinliyordun."
"Duyulmuyordu zaten!"
Solan başını onaylamaz bir ifadeyle sallarken geçidi açmak için eliyle havada belli belirsiz bir geçit işareti yaptı. Hava yırtıldı, tam geçmeye hazırlanırken Artemis'in elini, bileğinde hissetti. Tenine dokunmuştu. Elektrik çarpmış gibi irkilerek elini kızdan kurtardı. Kaşlarını çatıp Artemis'e doğru bağırdı, uzun zamandır ilk defa kontrolünü kaybetmişti.
"Bana dokunmayı kes artık!"
Artemis bu azarı beklemiyordu. Şaşkınlıkla geriledi. "Ben özür dilerim."
Verdiği tepkinin etkisiyle Solan'ın başı dönüyordu. Anlamsız bir kızgınlıkla titreyerek konuşmaksızın Artemis'e baktı. Artemis beyazlamış bir yüzle ellerini birbirine kenetleyerek ovuşturdu. Karşısındaki adamın onun için tehdit oluşturabileceğini fark etmişti. Yüzü gerginleşmiş, teni tuhaf bir buğuyla parlamıştı. Yeşil gözlerindeki öfke, aleve dönüşmüş parlıyordu. Solan'dan korkmamıştı ama çekinmesi de saçmalıktı. Kekelememeye çalışarak konuştu.
"Apollon'a söyleme diyecektim."
Solan nefes alarak bedenini gevşetti ve gözlerini bir anlığına kapattı. Sonra Artemis'e baktığında daha sakinleşmişti. Sıkıca kapattığı dudakları kımıldadı.
"Söylememi gerektiren bir olay yok. Ve ayrıca senin çocukluğunu ifşa etmeye uğraşacak zamanım yok." Dedi ve açtığı boşluktan geçmeden önce sert bir sesle söylendi. "Phobos'un iblislerini kontrol etmem gerek."
Artemis arkasından söylenirken geçide adım attı. "Hı, evet, o yaptığın daha havalı!"
Solan sinirini bastırmaya dahi çalışmadan Phobos'un hüküm sürdüğü boyuta yönlendi. Bu kadın onu deli ediyordu. Geveze ve çok bilmiş olmasının yanında sürekli karşısına çıkması ayrı bir dertti. Hekate'nin kapısını dinliyor olmasa asla bulaşmazdı ama sonuçta Hekate, onu doğuran kadındı. Kendini ondan sorumlu hissediyordu. Yine de Apollon ile olan garip aşk olayı, saçmalığın ötesinde, gereksiz bir yakınlaşma çabasıydı. Bu Olimposluların aşk meşkten başka derdi yok muydu?

Bölüm 3 : Ateş


Boyut değiştirdiğinde sıcak bir hava onu karşıladı ve her duyduğunda alışana kadar midesini bulandıran her daim tiksindiği bir koku. Phobos çukurdan kurtulduğundan beri, komutası altındaki iblis topluluğu daha disiplinli bir orduya dönüşmüştü. Yine de tabiatları gereği kontrolden çıkan iblisler olduğunda hemen cezaları veriliyordu. Solan çok uzun yıllardır, onlara görev gereği dışında müdahale etmemişti. Bağımsız olduğu için saldırıya açıktı ama buna cesaret edenler ağızlarının payını aldığı için tüm yaratıklar arasında çekinilen biri olmuştu.
Ana kampın her zamanki yoğunluğu azalmıştı. Boyutların düzeni sağlandığından beri daha sakin günler geçiriyorlardı. Phobos'un devasa çadırına doğru ilerlerken önünde kalan iblisler ona yol verirken, alaycı ve kötücül bakışlarını üzerine dikmekten çekinmiyorlardı. İblis efendisinin kanına sahipti ama herkesin gözünde o bir piçten öte değildi ve öyle kalacaktı. Saygınlığı sadece korkulan biri olmasından kaynaklanıyordu. Bundan şikayeti yoktu çünkü kendini saklamak zorunda olduğu gençlik dönemlerinde yeterince itilip kakılmıştı. Şimdi korkmaları onu zerre alakadar etmiyordu.
Phobos'un iri nöbetçilerinin arasından geçerken çadırdan komutanları Jraan Sung çıktı ve doğruca onun önünde durdu. Solan neredeyse iki buçuk metrelik dev iblisin göğsüne bakarak konuştu.
"Phobos içeride mi?"
Jraan Sung siyahlı grili teninin üzerindeki yaraları sergilemek istercesine üst zırhını giymemişti. Efendilerinin varisine pek de saygılı olmayan bir bakış atarak cevapladı.
"Evet, ama onu rahatsız etmesen iyi olur."
Solan gözlerini kaldırıp iblisin morumsu gözlerine baktı. "Onun her halini gördüm Jraan. Çekil önümden."
Jraan Sung yüzüne yapışmış yassı burnunun deliklerini iyice genişleten bir sırıtmayla onu süzdü. Yana adımlayarak Solan'a yol verdi.
"Geç Olimposlu."
Solan, iblisin hakaret olarak söylediği lafa aldırmadan çadırın kalın perdesini açtı ve içeri adımladı. Çadır oldukça büyüktü ve birkaç perdeyle odalara ayrılmıştı. Phobos'un komutanlarını kabul ettiği odanın ortasında, işi yeni bitmiş bir ziyafet masası kurulmuş ve kenarlarına büyük minderler yerleştirilmişti. Aydınlık için meşaleler yanıyordu. Odanın bir köşesinde Phobos'un özel zırhı asılıydı ve kısa bacaklı geniş tahtın yanında duruyordu.
Solan odanın diğer tarafında mindere uzanmış uyuyan dişi iblise baktı. Sarhoş olduğu için veya tadına bakıldığı için Phobos'un yatağına çağırılmamıştı. İç odalardan gelen sese bakılırsa, ona ihtiyaç yoktu çünkü Phobos oldukça meşguldü. Solan hırıltılı inleme ve çığlıkları dinlememek için çadırdan kaçmak istiyordu ama şu durumda dışarı çıkması iblisler tarafından alay konusu yapılırdı.
Boynuna değin kapalı deri kıyafetinin üst düğmelerini açarak biraz olsun rahatladı. Sesleri dinlememeye çalışarak odada adımlamaya başladı. Aklını Ares'in sözleriyle meşgul ederek Phobos'un rahatlamasını bekledi. Pan'ın boynundaki kolye aslında çok önemli bir nesne değildi ama kafa karıştıran şey çalınmasıydı. Çünkü o kolyeye gerek olacağını sanmıyordu.
Kolye ölümsüzler için bir acil durum aletiydi. Nektarların sağlanmasında sorun çıkarsa o kolyenin özünde bulunan büyüyle nektar elde edebilirlerdi. Nektar olmazsa ölümsüzler güçlerini yenileyemezlerdi, hatta doğuştan olmayanlar ölümsüzlüklerini kaybedebilirlerdi. Bu kimsenin işine gelmezdi. Nektarların sağlandığı bahçe ise periler tarafından bakılır ve beyaz cadılar tarafından korunurdu. Yani aklı başında kimse nektarları izinsiz almaya çalışmazdı. Bu izin de şu anda Ares'in sözleriydi.
Phobos'un tatmin homurtusu duyulunca Solan yürümeyi bırakıp bakışlarını odadaki iki perdeden birine çevirdi. Az sonra Phobos çıplak olarak odaya girdi. Solan'a duygusuz bir bakış atarak sofradaki şarabı kafasına dikti. İlk yudumla ağzını çalkalayıp yere tükürdü, geri kalanını hiç ara vermeden içti. Kil testiyi yere fırlattıktan sonra bakışları Solan'a döndü.
"Ne istiyorsun?"
"Konuşmak istiyorum ama..." dedi ve sızmış iblise doğru göz atarak devam etti. "Burası uygun değil."
Phobos yüzünü daha ürkütücü gösteren bir sırıtmayla ona doğru döndü ve yürürken konuştu. "Dişiler senin için hep sıkıntı olmuştur ama dilini bağlamaları yeni oluyor."
"Kimsenin söylediklerimi dinlemesini istemiyorum."
Phobos gözlerini kısarak bir süre onun yüzüne baktı. Huzursuz hissettirmeyi seviyordu ama bu tavrı Solan'a işlemiyordu. Ne ondan ne de yapacaklarından korkacağı zamanlar geçmişti. Phobos aniden hareket edip Solan'ın çenesini iri eliyle kavrayınca; Solan, onun korkusunu isteyen iblis efendisine istediğini vermemek için ellerini iki yanında yumruk yaptı. Çenesini kaplayan parmaklar canını acıtırcasına kasıldı. Solan hiç tepki vermeksizin gözlerini Phobos'un üzerinden çekmedi. Phobos istediğini alamayınca Solan'ın yüzüne doğru hırladı ve çenesini sertçe savurarak bıraktı. Solan dengesini kaybetmişti ama düşmeden kontrolünü sağladı.
"İşe yaramazsın sen!" diye kükredi Phobos. "Arada kalmış bir ucube olarak yaşamaya devam edeceksin. Beni hiç gururlandırmıyorsun!"
Solan acıyan çenesini sıkarak iblis efendisini dinledi. Duymadığı sözler değildi, daha kötülerini de duymuştu ama dayanma sınırını geçmeye başladığı hissediyordu. Belki Olimpos'a çekinmeden girebildiği için belki de Hekate'nin ona yakın olmaya çalışması yüzünden kalbi değişmeye başlamıştı. Sözler daha anlamlı gelir olmuştu bir süredir.
Phobos bulduğu bir deri parçasıyla mahrem yerini kapatırken söylenmeye devam etti. "Bir köpek olarak sana atılan kemikleri beklemekten ne zaman vaz geçeceksin?" sonra ona döndü. "Efendi Ares'in sana ne kadar değer verdiğini biliyorum. Ondan hükmedeceğimiz bir boyut istemek senin için zor olmamalı. Çöpten ibaret olan bu cehennemden daha iyi bir boyut... Taze et ve kana ihtiyacımız var."
"Ben senin ağzın değilim Phobos." Dedi sakin bir sesle.
Phobos küçümser bir bakışla konuştu. "Sen tam bir hayal kırıklığısın."
"Her neyse, fazla vaktim yok. Konuşacak mıyız yoksa seni fahişelerinle baş başa mı bırakayım?"
Phobos gözlerini alevli közlere dönüştüren bir öfkeyle kükredi. "Sen benim dölümsün aşağılık büyücü! Bir daha benimle böyle konuşma yoksa..."
Solan iblis efendisine doğru bir adım attı. Kendini kontrol etmeyi bırakmış, öfkesini salıvermişti. Tüm bedeni sahip olduğu büyüyle parlarken ellerinde yeşil kıvılcımlar belirdi. Phobos gözlerini alan ve yaydığı enerjiyle onun derisini kavuran büyük güç karşısında geriledi. Solan buzdan daha keskin bir sesle tısladı.
"Dölün olmam beni ilgilendirmiyor Phobos! Beni dinlemeyecek olursan, haddini bildirmekten çekinmem. Ve bil ki, bu sefer karşında, her şeye rağmen sana karşı koymayan biri olmayacak. Dişe diş!"
Phobos canını acıtan bu isyanı hoşnutlukla ve az da olsa tedirginlikle karşıladı. Solan saf güçle parıldarken önünde eğilmemek için kendini zor tutuyordu. Ares'ten başka kimse onu bu şekilde etkileyememişti ve neredeyse ona diz çöktürecek kişi, onun kendi oğluydu. Saygı gösterisi için pençeden farkı olmayan elini göğsüne attı ve sert bir çekişle derisini parçalayarak kanlı kalıntıyı Solan'ın önüne fırlattı. Gözleri hissettiği kudretle kamaşmıştı.
"Dinliyorum." Diye hırladı.
Solan sakinleşmek için gözlerini kapayıp nefeslendi. Hala yeşil kıvılcımlar saçan eliyle saçlarını sıvazlayıp geriledi. Giriş perdesine döndü ve adımlamadan önce sert bir sesle konuştu.
"Seni takip edeceğim, önden yürü."
Phobos yanına geldi ve homurdandı. "Güvenmediğin için mi?"
Solan bakışları yerde ona cevap verdi. "Hayır, önünden yürüyerek senin itibarını zedelememek için."
Phobos anlamsızca bir anlığına baktı sonra doğruldu, perdeyi tek eliyle açarak dışarı çıktı. Solan dudaklarını yalayıp hızlıca etrafa bakındı. Dişi iblis hala uyuyordu ve diğer odadan hiç ses çıkmamıştı. Gösterisi Phobos ile arasında kalacaktı. Güçlerini sergilemeye hala alışamamıştı ve çekingenlik hissediyordu. Phobos'un ardından dışarı çıktı ve dikkatini önünde ilerleyen iblise vererek kamptan ayrıldılar.
Kamp yeri çadırlar ve dolanan iblislerle dolu olduğu için sıcak esen rüzgarın etkisi kayboluyordu. Kamptan ayrılınca kayalık ve lanetlenmiş ağaçların sardığı arazide, havalanan kum öbekleri uçuşuyordu. Hava her zaman bulanık bir formdaydı. Phobos'un buradan hoşnut olmaması normaldi, onların eziyet edebilecekleri canlı bir şey bulmak çok zordu. Avladıkları hayvanlar bile yaban domuzundan farkı olmayan çirkin yaratıklardı. Akan bir su yoktu, içeceklerini kazdıkları derin kuyulardan sağlıyorlardı. Bu konforsuzluk onları ilgilendirmiyordu ama onlar kan dökmek ve işkence etmek için canlılara özlem duyuyorlardı.
Kayalığı geçip kampı yukarıdan gören bir düzlükte durdular. Etrafı kolayca görebiliyorlardı ve yakınlarında onları dinleyen kimse yoktu. Phobos iyileşmeye başlayan göğsünden akan kanla boyanmış bedenini ona çevirdi. Konuşma sırası ondaydı.
"Chimaera'nın ateşine ihtiyacım var."
Phobos konuşmadan bir süre ona baktı. Sonra başını doğrultup konuştu. "Kimin peşindesin?"
"Açıklama yok sadece cevap ver. Bana ihtiyacım olan şeyi verecek misin yoksa vermeyecek misin?"
"Ares'in haberi var mı?" Solan başını hayır anlamında sallayınca iblis efendisi yüzünü buruşturdu. "Sen mi kullanacaksın?"
"Evet."
"Onun sana ne yapabileceğinden haberin var mı?"
"Evet."
Phobos bakışlarını kampa doğru çevirdi. Uzun bir süre konuşmadan öylece bekledi. "Kendini kim için feda ediyorsun?"
"Tedbir için gerekiyor, çare kalmazsa kullanacağım."
Phobos yan bakışla ona baktı. "Prometheus bile onun lanetinden kurtulamadı, sen asla dayanamazsın."
"Bana ne olacağı ile ilgilenmen çok hoş Phobos ama işime yaramıyor. Ateşi senden zorla da alabilirim."
"Belki alabilirsin ama Ares o zaman öğrenir."
Solan kaşlarını çattı. Tatlı dille almaya çalışmasının nedeni buydu. Ares ne pahasına olursa olsun, onun ateşi kullanmasına izin vermezdi. Olimpos liderinin korumacılığı bazen Solan'ın elini kolunu bağlıyordu. Fakat uğraşacağı görevin bu özveriye değecek kadar önemli olduğunu seziyordu ki, zaten bu sadece bir tedbirdi.
Chimaera yüzyıllar önce yakalanıp öldürüldüğünde özünün bir parçası olan sonsuz ateş, onu yakalayanlarca zapt edilmişti. Bu kişilerden biri Bellerophontes, diğeri Prometheus, sonuncusu Phobos idi. Prometheus kendi payı olan ateşi çoktan kullanmış ve lanetlenmişti. Gücüne dayanamayan Bellerophontes ise kör olup kayıplara karışmıştı, çoktan ölmüş olmalıydı. Phobos ise hala saklıyordu.
Phobos artık iyileşmiş olan göğsünde kollarını birleştirdi ve Solan'a baktı. "Ateşi bunca yıl kullanmadım. Çukurda işkence çekerken dahi kullanmayı düşünmedim. Şimdi sebebini öğrenmeden sana vereceğimi nasıl düşünürsün?"
"Sebep mi yoksa ödül mü?"
Phobos küçümser bir tıslamayla başını salladı. "Hiçbir ödül, o lanetli ateşi sana vermek için ortaya çıkarmamı sağlamaz. Seni ben büyütmedim ve kimseye karşı korumadım. Yine de bu senin benim varisim olduğun gerçeğini değiştirmez. Çocuklarım içinde bu gücü eline alacak kadar dayanıklı bir tek sendin. İblislerimi benimle birlikte yönetmek senin hakkın..."
"Bunlarla ilgilenmiyorum. Buraya ateş için geldim, söyleyeceğin hiçbir şey fikrimi değiştirmeyecek."
Phobos kısık bir kükremeyle homurdandı. "Pek ala, kendini mahvetmen umurumda mı sanıyorsun? Bu saçma fedakarlık duygun benim midemi bulandırıyor. Bu tür zayıflıklarınla beni küçük düşürüyorsun. O kadını yatağıma aldığımda senin gibi bir ucube yaratacağını hiç düşünmemiştim. Apollon'un kaltağından çıkan hain piç!"
Solan tepkisiz durmakta zorlanıyordu. Sonunda ateşi verecekse, Phobos'un bitmeyen hakaretlerine katlanmaya devam edebilirdi ama Hekate hakkında söylenmesi onu rahatsız etmeye başlamıştı. Neyse ki, Phobos küfürlerini sürdürmedi. Burnundan soluyarak tek hareketle avucu yukarıya gelecek şekilde elini açtı. İri elinin ortasında kristal bir top belirdi. İçinde cılız bir alevin olduğu kristal top havada sabit dururken Phobos elini ona uzattı.
"Al bunu ve gözümün önünden def ol büyücü!"
Solan elindeki eldiveni çıkardı ve elini havada duran topu kaplayacak şekilde kapattı. Bedenini saran sıcaklık bir an ona nefes aldırmadı ve hafifçe kasılarak iki büklüm oldu. Koruyucu tılsımın içinde dahi büyünün gücünü hissedebiliyordu. Doğrulurken kristal top ortadan yok olmuştu. Titreyen eline eldivenini geri giydi. Tuhaf bir histi, sanki bir parça közü yutmuştu da göğsünün içinde yanmaya devam ediyordu.
"Canını yakıyor değil mi?" diye keyifle konuşan Phobos'a baktı. "Büyüsü seni herkesten çok etkiliyor çünkü sen de adi bir büyücüsün. Sana şimdiden azap vermeye başladı. Kullanınca ne yapacak kim bilir?"
Solan kuruyan dudaklarını yaladı ve elini sallayarak geçidi açtı. Arkasına bakmadan kendini Olimpostaki odasına yönlendirdi. Ayakları sert zemine basınca daha fazla kendini tutamadan dizleri üzerine çöktü ve acıyla bağırdı. Göğsünde yanan ateş, bedenini titreten bir güçle yerini alırken Solan nefes alamıyordu. Hayatı boyunca böyle bir acı yaşadığını hatırlamıyordu. Gömleğin kalan bağlarına asılarak kopardı, yine de rahatlayamadı, nefes alamadı. Bedeni aleve dönüşmüştü ve çaresizce acıya katlanmaya çalışıyordu. Ellerini yere dayadı. Acı bir türlü azalmıyordu, sonunda kendinden geçerek odasının taş zeminine sertçe düştü.

Bölüm 4 : Acı


"Ben o kibirli adamı neden beklememiz gerektiğini hala anlamıyorum."
"Bırak bazı şeyler senin için anlamsız kalsın Artemis çünkü sana laf anlatmak, işkenceden beter."
Artemis ona söylenen Athena'ya doğru döndü. "Ablam olarak senin bana katılman gerekiyordu Hena. Ben de senin bu kadar doğrucu olmandan sıkıldım. Halbuki kardeş olduğumuzu öğrendiğimde ne umutlarım vardı."
"Seninle akraba olduğum ortaya çıktı sadece. Bu nedenle, kişiliğimin değişmesini bekleme."
Artemis yüzünü buruşturup oturduğu sandalyeye yaslandı ve bacaklarını üst üste atıp homurdandı. "Hiç eğlenceli değilsin."
"Aslında ben de Solan'ı merak ediyorum." Dedi Ares, Apollon'a dönerek. "Onunla en son görüştüğümüzde sana gelecekti. Ama uğramamış bile."
Apollon düşünceli bir bakışla konuştu. "Odasında olabilir mi?"
"Ben kontrol ederim." Diye Hekate ayaklanınca Ares doğruldu.
"Bekle Hekate. Senin odaya giriş iznin yok sanırım değil mi? Ben bakarım."
Artemis aklına öğleden önce olan olay gelince zihninde bir ışık yandı. Solan onun odasına yönlenmişti acaba o, Solan'ın odasına girebiliyor muydu? Eğer girebiliyorsa, bu işte bu sorun vardı. Odaların işlevi bozulmuş olabilirdi. Ya da Solan ile onun arasında ikisinin de bilmediği bir bağ vardı. Ares yönlenmek için hazırlanırken hemen atıldı.
"Sen zahmet etme küçük kardeş, ben senin için bu eziyete katlanırım. Ve inan bana, kapıyı açana kadar çalmaktan vaz geçmem. Buna delirecek!"
Tüm gözler şaşkınca ona dönünce ayağa kalkıp sırıttı. "Tüm öğle üzeri hamile bir Dünya'ya katlanmak seni yormuştur. Sorumlu bir hala olarak bu tarz sıkıcı işlerde, yeğenimin babasına yardımcı olmak benim görevim."
Apollon suratını buruşturdu. "Yine çok uzun saçmaladın."
Omzunu silken Artemis yönlenmeden önce söylenmeden edemedi. "Desene yine harikayım."
Diğerlerine kuşkusunu belli etmeden Solan'ın koridoruna yönlendi. Siyah zemin üzerine koyu yeşil duman tüten dalgaların gezindiği kapının önünde durduğunda içini bir sıkıntı kapladı. Ya kapı ona karşı koymadan açılırsa... Derin bir nefes aldı ve kapıya dokundu. Kapı açılmadı. Kaşlarını çatıp elini çekti ve iki eliyle dokundu. Faydasız. Kapı açılmayınca sinirle soluklandı ve hızla yumruk attı.
"Kırmızı! Hey!"
Diğer taraftan ses çıkmadı. Bu sefer yumruk ve tekmelerle kapıyı kırarcasına bağırmaya başladı.
"Aç kapıyı! Bu ne saçmalık! Eğer ordaysan ve açmıyorsan çok fena olacak! Aç kapıyı!"
Kapı aniden açıldı ve Artemis karşısındakini görünce ses çıkaramadan öylece baktı. Solan saldırıya uğramış gibiydi. Ayakta durmakta zorlanıyordu, kapının pervazına tutunmuş ona bakarken yüzü her zamankinden beyazdı. Gömleğinin bağları çözülmüş göğsündeki eski yaraları gözler önündeydi. Ona bakan gözlerinde tuhaf bir parlaklık vardı.
Artemis adama bakarken mırıldandı.
"Sonunda delirdin mi?"
Solan derin nefesler alarak ona doğru bir adım attı ve kendini tutamadan öne doğru düştü. Artemis son anda yakaladığı adamla birlikte yere oturarak başını kucağına çekti. Karanlık koridora bakarak söylendi.
"Umarım kimse seni kucağımda yatarken görmez. Kahretsin, ben ne yapacağım? Hah, buldum." dedi ve gözlerini aralamaya çalışan Solan'ın yüzündeki saçları çekti. "Seni Sirona'ya götüreceğim."
Doğrulmaya çalışırken acıyla kasılan Solan yeniden kucağına düştü. Nefessiz kalmışcasına kısık sesle konuştu. "Bu halimi... Kimse... Kimse bilmemeli... Bana söz ver..."
"Ölecek misin?" dedi şaşkınlıkla. "Eğer öleceksen birilerinin haberi kesin olur."
"Ölmeyeceğim seni budala!" diye homurdandı Solan, sonra dişlerinin arasından soluklandı. "Hemen sevinme."
Artemis hayal kırıklığıyla içini çekti. "Küçük umutlar hayatın tadı tuzudur." Diye mırıldandı. "Her neyse, sana ne oldu böyle? Ya da öncelikli soru; şimdi ne yapmalıyız?"
Solan doğrulmaya çalıştı, bir eliyle göğsünü tutuyordu. "Bana bir öpücük verirsen işe yarayabilir."
Artemis sinirlenerek doğrulmaya çalışan adamın omzuna yumruk attı. "Al, bununla idare et."
"Ah! Bu da olur. Senin öpücüğünden daha iyi." Dedi ve birer aleve dönüşmüş gözlerini onu merakla izleyen gözlere çevirdi. "Senin ne işin var burada?"
Solan hala kendine gelememişti. Artemis sinirini bozan adamla, düşmanı da olsa, bu durumda alay edemezdi. O yüzden doğruyu söyledi.
"Ares ve Apollon seni merak etti. Ben de seni çağırmaya gönüllü oldum."
Solan elini sallayarak havayı yırttı ve adımlamadan önce Artemis'e baktı. "Onlara beni bulamadığını söyle."
"Hayatta olmaz." Deyip Solan'ın gömleğine asıldı. "Bana her şeyi anlatacaksın."
Solan gömleği çekiştirerek kurtarmaya çalıştı ama başaramadı. Artemis fena yapışmıştı ve onun fiziksel gücü azdı. Sonunda pes ederek geçidi kapatıp kadının yüzüne baktı.
"Önce iyileşmem gerek. Sana kimsenin öğrenmesini istemediğimi söylüyorum. Kimsenin!" dedi sertçe. "Bu halde görünürsem sence ne olur?"
"Ben sana yardım edebilirim. Her ne kadar istemesem de..."
Solan sırtını duvara yaslayıp gözlerini ona dikti. "Yardımına ihtiyacım yok."
"Evet, var kırmızı kafa!" dedi ve kaşlarını çattı. "Eğer işe yaramazsa seni serbest bırakacağım ve sen de bana bir şey anlatmayacaksın, tamam mı?"
Solan dudağını yalayıp başını salladı. Yapacağını sanmıyordu ama çenesini kapatacaksa denemekte fayda vardı. Yoksa milleti ayağa kaldırması içten değildi. Artemis tedirgince sırıttı.
"Bunu daha önce iki defa denedim ve birinde işe yaradı diğerinde yaramadı. O yüzden eğer ölürsen hayalet olup peşime düşme tamam mı? Çünkü yüzde elli şansın var."
Solan bıkkınca başını salladı ve gözlerini kapattı. "Seni görmeye meraklı değilim Olimposlu. Hayalet olursam, seninle karşılaşmamak için Tartaros'tan çıkmam."
"Gerçekten çok komiksin iblis." Diye söylenerek ellerini birbirine yapıştırdı. "Şimdi kes sesini ve nefes almaya devam et. Çünkü kaç tane daha alacağın konusunda kuşkuluyum."
Artemis ellerini yavaşça birbirine sürterken gözlerini kapattı ve gücünü avuçlarına toplamaya çalıştı. Çok uzun zamandır bunu yapmamıştı. Parmaklarının arasında ay ışığını andıran buğulu ışık huzmeleri belirince gözlerini açtı ve güçsüzce duvara yaslanmış adamın göğsüne, ellerini bastırdı.
"Ayın iyileştirici enerjisiyle seni kutsuyorum. Güçlen ve enerjiyi kabullen."
Solan acı beklerken içinin yangını serinleten ferahlığı hissedince gözlerini aralayıp Artemis'e baktı. Ciddi bir ifadeyle işine yoğunlaşmıştı ve bakışları kendi ellerindeydi. Yüzündeki kutsal ifade çok güzeldi, göz kamaştırıcı ve ulaşılmaz... Yıldızlar gibi... Solan rahat nefes aldığını ve bedenini kavuran tılsımın gerilediğini fark etti. Artemis gözlerini onun gözlerine kaldırdı ve bakışları çakışınca gülümsedi. Solan durumun tuhaflığına rağmen gülümsemesini boş bırakmayıp ona gülümsedi. Artemis ellerini ondan çekerken yüzünde hafif bir şaşkınlık belirdi.
"Sen gülümseyebiliyorsun."
Solan hemen ifadesini düzeltip duvardan doğruldu. "Bu seni neden şaşırttı?"
Artemis omuzlarını kaldırdı. "Sadece sinir bozucu biçimde sırıtabildiğini sanırdım." Dedi ve ilgiyle ona baktı. "Kendini nasıl hissediyorsun?"
"Daha iyi." Dedi Solan gömleğinin önünü beceriksizce kapatmaya çalışarak.
"O zaman teşekkür edip başına gelen şeyi anlatmaya ne dersin?"
"Olmaz." Dedi Solan sökülen bağların bazılarının işe yaramaz hale geldiğini görünce kıyafet değiştirmek için odasına geçti. "Unuttun mu ben iblis kanı taşıyorum. Sözlerimi tutmamı bekleyemezsin."
"Ama..." diyerek arkasından odaya girmeye çalıştı, elbette başaramadı. "Ah! Ne sinirsin kırmızı! Benim odama girebiliyorsun ama ben seninkine giremiyorum. Ayrıca seninle anlaşmıştık, her şeyi anlatacaktın!"
Solan üzerinden gömleği sıyırıp dolabının önüne geçti. Adamı şimdi göremiyordu ama göğsünde olan yara izlerinin sırtında da olduğunu bir anlığına görmüştü. Başına gelenleri tahmin etmek zor değildi. İblislerin arasında büyüyüp istenmeyen biri olmanın zorluğu adamın tüm bedeninden rahatça okunabiliyordu. Ölümsüz olmak acı çekmediğini göstermezdi. Güçlü bir iblis efendisinin oğlu olmak da onu kurtarmazdı.
Solan üzerine siyah salaş bir kazak geçirip dolabı kapattı. Artemis'e cevap vermeye gerek görmeden kapının diğer tarafında durdu.
"Yaptığın büyü..." dedi Solan, gözlerini ona kenetleyerek. "Daha önce kimlere yapmıştın?"
"İyi yani, ben senin sorularına cevap vereyim, sen benim hiçbir sorumu yanıtlama. Hiç adil değil."
Artemis kollarını göğsünde kenetleyip meydan okuyan bir ifadeyle başını yukarı kaldırdı. Solan bıkkınca nefeslenip konuştu.
"Odana nasıl girebildiğim hakkında bir fikrim var."
Artemis dudağını bükerek bir an düşündü. Sonra kararını vererek konuştu. "Alakasını anlamadım ama sen lanet bozucu sinir oynatıcı büyücü olduğun için belki çözebilirsin, sana anlatacağım. İlki annemdi, Apollon'u doğururken ona güç vermiştim. Yeteneğim doğuştan geliyor. Yani Sirona anlattı, ben hatırlamıyorum. İkincisini..." dedi ve durakladı.
Hatırası bile kalbini acıtıyordu. Gözlerini yere çevirerek yavaşça konuştu. "Orion'u vurduğumda denemiştim ama başaramadım. Büyüm işlemedi. Güçlenmek, ölüme karşı çaresiz kaldı."
Solan üzgün duran Artemis'e baktı. Orion olayını biliyordu ama onu hala üzmesine şaşırdı. Aradan yüzyıllar geçmişti ama Artemis hala üzülüyordu. Neşe dolu yüzünün solması ve bunun tek nedeninin de eski aşkını hatırlaması olması ona saçma geliyordu. Artemis bakışlarını ona çevirene dek sadece kızın ifadesine baktı. Kızın soran gözleri karşısında usulca konuştu.
"Bu aşk mı?"
Artemis başını salladı. "Bu, sevgi."
"Yani daha mı kötü?"
Artemis ilginç bir şey duymuş gibi şaşaladı. "Sen kimseyi sevmedin mi? Veya aşık olmadın mı?" Solan'ın yüz ifadesi karşısında pes etti. "Birisi için öfke dışında bir şeyler hissettin mi?"
"Ares?" diye denedi Solan.
Artemis dilini çıkardı. "O, bir erkek kırmızı! Ben kadın erkek aşkını kast ediyorum. Her neyse, fikrin neydi?"
"Fikrim yok." Dedi Solan. "Seni konuşturmak için yalan söyledim."
Artemis tıslayarak söylendi. "Seni lanet olası! Neden yardım ettiysem. Toplantıya gidelim ama bana istediklerimi söyleyene dek peşini bırakmayacağıma emin olabilirsin."
Solan ortadan kaybolan kızın ardından birkaç saniye baktı ve dudaklarının ucunda ufacık bir gülümseme oluşmasına engel olamadı. İçinden 'Umarım beni ele vermez' diye düşünerek diğerlerinin toplandığı salona doğru yönlendi. 

Bölüm 5 : Kapıdaki yabancı


Solan diğerlerinin yanına yönlendiğinde; Ares, Pan'ın anlattığı olayı diğerlerine aktarmaya başlamıştı. Adonis'in yanındaki koltuğa oturdu ve sessizce Ares'in konuşmasını dinledi. Hades, Apollon, Hekate ve Athena karşısındaki koltuklara oturmuştu. Artemis ise Ares'in yanındaki koltuktaydı. Yani görüş açısının merkezindeydi, bu yüzden konuşma bitene dek bakışlarını eldivenlerinden ayırmadı. 
Her zamanki ekipte tek eksiklik Eros idi. Çünkü Eros ve Psyche birbirlerini bulduktan sonra kelimenin tam anlamıyla boyut değiştirmişler ve ilişkilerinin tadını çıkarmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Afrodit ise Dünya'nın hamile olduğu haberinden sonra Hephaistos'un yanına giderek üzüntüsünü onun ilgisiyle bastırmayı seçmişti. Lafı geçmiyordu çünkü Afrodit'i özleyen kimse yoktu.
***
Ares, anlattıkları bitince Hekate ve Apollon'a bakarak konuştu.
"Büyü saldırısı yapıldığına dair kesin bir kanıt bulamadık ama bir şeyler olduğu açık. Herhangi bir fikriniz var mı?"
Apollon Hekate'ye baktı. Kadının suskun olduğunu görünce Ares'e döndü. "Kolye, ölümlü veya ölümsüz kimsenin işine yaramaz. Ayrıca nektar bahçesine zarar verilmesi zor ve aptalca bir saldırı olur. Çünkü nektarların tehlikeye girmesini hiçbir ölümsüz istemez."
Hekate yavaşça konuştu. "Diğer bir deyişle: Nektarın düzenli içilmesi engellenirse; kolyeye sahip herhangi bir ölümsüz, diğerlerini etkisizleştirecek güce sahip olur. Yani bizim için bir Herkül'e dönüşür."
"Bir çeşit şantaj mı?" dedi Athena. "Yapabilirler mi?"
Ares başını salladı. "Evet, bu benim çekindiğim bir olasılık."
"Bu hainliği kim yapar?" dedi Hades. "Ayrıca büyük bir risk değil mi?"
Hekate cevap verdi. "Elbette, büyük ve ölümcül bir risk. Ölümsüzlüğü tehlikeye atmakla kalmaz, tüm boyutları felakete sürükleyecek bir kargaşayı başlatmış olur."
"Bahçenin korumasını daha sıkı düzenlemek gerek. Böyle bir tehlikeyi göze alamayız." Dedi Hades sert bir sesle. "Güçlerimizi geri aldık ama nektar içemezsek, onları kullanacak enerjimiz kalmaz."
Adonis aklına takılan başka bir konuyu dillendirdi. "Kolyenin büyüsünü kim çözebilir?"
Apollon ona dönerek cevap verdi. "Büyücü ve cadılar çözebilir."
Hekate ekledi. "Hepsi değil. Koruma büyüsüne sıradan güçleri olan biri karşı koyamaz."
"Yani şantaj yapma şansına sahip birkaç büyü yapan var, değil mi?"
Hekate konuşan Adonis'e bakarak başını salladı. "Evet."
Adonis ellerini iki yana açarak Ares'e gülümsedi. "Bu demek oluyor ki, ziyaret etmemiz gereken birkaç kişi var."
Ares elini saçlarının arasına sokup başını salladı. "Ziyaretler için bahane bulmak gerek. Kolyenin kayıp olduğunu ve bahçenin saldırı durumunda zarar görebileceğini duyurmamalıyız. Hem panik yaratır hem de hiç yoktan kötü niyetleri uyandırırız. Ve şu durumda hiç hoş olmaz."
"Ne yapmak istiyorsun?" dedi Athena.
"Kahine danışmayı..." diye başlamıştı ki, Athena onun lafını kesti.
"Gerçekten ne yapmak isteğini sordum Ares."
Ares yan bakışla Athena'ya baktı ve bıkkınca söylendi. "İçine mi doğuyor senin anlamıyorum. Başka bir düşüncem olduğunu nasıl anlıyorsun?"
Artemis suskunluğunu bozarak parladı. "Nasıl olacak? Aklın fikrin yaramazlıkta, hiç akıllanmayacaksın! Ablaların olarak sana iyi bir dayak atmamız gerek aslında."
Ares somurtarak koltuğuna gömüldü. Athena onun surat asmasına bakarak söylendi. "Şımarık!"
Solan küskün duran Ares'in yerine planı açıkladı. "Büyü yapıcılarla görüşmeye kendi gidecek, herkesi işten uzak tutmak istiyor. Sizleri tehlikeye atmadan haini bulacağını düşünüyor."
Ares başını koltuğun başlığına yaslayıp gelecek tepkileri beklemeye başladı. Azar gelmeyince hafifçe doğruldu.
"Söylenmeye hanginiz önce başlayacak? Hena? Apollon?"
"Bence iyi fikir ama bir bahane bulmamız gerekiyor." Dedi Apollon. "Ayrıca biz değil, sen bu sefer işin dışında kalacaksın. Dünya'yı bu durumda yalnız bırakamazsın. Doğum çok yakın."
Athena homurdandı. "Kızcağız seni düşünmekten erken doğum yapacak."
"Gerçi senin çocuğun ya, ondan her şey beklenir. Fırlamanın teki olursa hiç şaşırmam." Diye mırıldanan Artemis, diğerlerinin gülmesine neden oldu.
Artemis göz ucuyla Solan'a baktı. Konuşulanları dinlemiyor gibi eldivenini çekiştirmeye devam ediyordu. Düşündü, Solan bir büyücüydü. Hem de adamın, sesli itiraf etmese de, Hekate'den bile yetenekli olduğunu biliyordu. Az önceki hasta durumu ile kolyenin kaybolması arasında bir bağ varsa hiç şaşırmazdı. Çünkü adamı basbayağı lanet çarpmıştı, ya da ona benzer bir şey. Ares ona canını emanet edecek kadar güveniyordu ama Artemis, damarlarında iblis efendisinin kanının aktığı birine asla güvenmezdi. Zaten son günlerde bu adam onun gözüne çok batmaya başlamıştı.
***
Adonis bu konuşulanları dinler gibi gözükmemeye çalışıyordu. İfadesi sakin olsa da kalbi aynı fikirde değildi. Kayıtsız kalıyordu ama Dünya'nın adı her geçtiğinde göğsünü sıkıştıran his canını sıkıyordu. Ares ile olan evliliklerine alışmaya çalışırken bir de üstüne hamilelik çıkmıştı. Ve hamile olduğu için de eskisi kadar sık Olimpos'a gelmiyordu. Ares ile yaşadıkları evde vakit geçiriyor ve gündüzleri de arkadaşının kafesinde oyalanıyordu. Dünya'yı özlüyordu ve görmeye gitmek için bahanesi yoktu. Aslında Dünya'yı sevmeye de hakkı yoktu ama atmayan kalbi bu yasağı dinlemiyordu.
"Apollon'un fikrine katılıyorum." Diyerek Ares'e döndü Adonis. "Olimpos'ta kalıp durumu idare edebilecek tek kişi sensin."
"Hey!" dedi Ares. "Bu saçma bir bahane oldu. Çocuk mu kandırıyorsun? Zeus, kendi zamanında aylarca Olimpos'a uğramazdı ve Olimpos ayakta kalabildi."
"O zamanlar da sen vardın tatlı çocuk." Dedi Artemis. "Yani lider yine aynı kişiydi."
"Tatlı çocuk!" diye güldü Hades. "Tam da laf gediğine oturdu."
"Bunun için hepinizi cezalandırmalıyım." Diye homurdanan Ares yaslandığı koltuktan doğruldu. "O halde, yarın sabah erkenden toplanıp kimin nereye gideceğini ve neyi soruşturacağını konuşalım."
"Şimdi neden değil?" dedi Artemis.
Hades hınzır bir sırıtışla cevap verdi. "Evlenince anlarsın. Vakit geç olunca, eş dırdırı bitmek bilmiyor."
Ares yönlenmeden önce Hades'e ters bir bakış attı. "Beni en iyi sen anlarsın kılıbıklar kralı."
Hades umursamaz bir tavırla başını kaldırdı ve Ares'in ardından Tartaros'a yönlendi. Hekate ve Apollon Antalya çevresine bir koruma kalkanı hazırlamaya karar vermişlerdi. Aslında bu kalkan, normal ısıyı biraz yükseltecekti ama beklenmedik bir saldırı yerine, biraz daha güneşe Antalyalılar hayır demezdi. Olağanüstü havalara nasıl olsa alışık olan Antalya sakinleri, Apollon'un gücünü hissetmeyi yadsımazlardı.
Adonis diğerlerinin birer birer ayrılmasını seyrettikten sonra koltuğunda bir süre daha oturdu. Şimdilik yapacak bir işi yoktu. Boşlukta olmak da, aklına aslında düşünmek istemediği anıların doluşmasına neden oldu. Çünkü uzun ömrü boyunca son bir senede yaşadığı sıkıntıyı yaşamamıştı. Ares'in diğer anılarını sildiğine memnun olmaya başlamıştı. Dünya ile olan sınırlı anıları bile ona ağır gelirken, yakın oldukları anıları kaldıramazdı.
Çok ilginçti, Dünya ondan fiziksel olarak pek etkilenmemişti ve kişiliğine önem vererek, arkadaş kalmak istemişti. Bu belki ilk oluyordu. Dünya'ya kadar güzel yüzü ve bedeni sayesinde, kimse tarafından ret edilmemişti. Oysa Dünya onu sadece fiziksel olarak görmemesine rağmen onun aşkını istememişti. Ares'e olan aşkı her şeye baskın gelmişti.
Ares onun için de çok değerliydi. Hayatını verecek kadar ama sevdiği tek kadının kardeşten öte bellediği adamı seçmesi hala canını acıtıyordu. Bir daha sevemeyecekti, bunu hissediyordu. Ölümsüzlük ağır geliyordu. Yitirdiği hafızası geri gelseydi, halinin daha kötü olacağını tahmin ediyordu çünkü arada Ares olduğu halde Dünya'ya olan hislerini kontrol edemiyorsa; eskinin hatıraları onu öldürürdü.
Hades ona başka kadınlarla ilgilenirse, Dünya'ya olan aşkını unutacağını söylemişti. Denemişti ama ona hayranlıkla bakan birbirinden güzel kadınlarla sohbet etmeye bile dayanamamıştı. O yüzden vaz geçip her şeyi oluruna bırakmıştı ama olmuyordu işte. İyice sıkıntı basmıştı. Odasına yönlenmekten vaz geçip ayağa kalktı ve odadan dışarı çıktı.
Ares lider olduğundan beri her şey yolundaydı. Onun gayreti ve ölümsüzleri iyi yönetmesi sayesinde sorunlar kolayca çözülüyordu. İblis ruhunun temizlenmesinden sonra ilk defa can sıkıcı bir olay olmuştu. Bunca zamandır kimsenin dikkatini çekmeyen kolye, saçma bir şekilde çalınmıştı. Pan'ın kendisi de kolyeyi kaybetmiş olabilirdi, bu yarın ortaya çıkacaktı. Apollon keçi bacaklı haylazı sorguya çekecekti ve ondan gerçeği alabilecek biri varsa o da Apollon idi. Şanslı herif! O bile umutsuzca sevdiği kadına kavuşmuştu, yani eğer onu ikna edebilirse. Çünkü Hekate bu kez kendini çok iyi naza çekiyordu.
Vakit geçirmek için bahçeye indi ve elleri cebinde, karanlık bahçede öylesine gezinmeye başladı. Kafası çok dalgındı eğer dalgın olmasaydı ona seslenmeden önce sesin sahibini fark ederdi.
"Hey! Sen!"
Adonis sesi duyar duymaz gerildi ve etrafına bakındı. Kuru ağaçların hizalandığı yolun sonunda demir kapının diğer tarafında biri vardı. Düşüncelerine o kadar dalmıştı ki, bahçeyi boydan boya geçtiğini fark etmemişti. Gözlerini kısarak ona seslenene dikkatle baktı.
"Buraya gel." Dedi gölge, emir veren bir tonda.
İnsanların buraya kadar geldiği hiç görülmemişti. Olimpos üstündeki büyüler sayesinde faniler tarafından kolayca fark edilmezdi. Öyleyse gecenin bir yarısı bu kadının burada ne işi vardı.
"Yolunu mu kaybettin?" dedi yüzü seçilmeyen kadına doğru.
"Olimpos'un kapısında yolunu kaybeden bir salak olamam herhalde." Diye homurdandı kadın. "Orada durmasana, saatlerdir birini görebilmek için burada bekliyorum. Olimpos'a nasıl girebilirim?"
"Giremezsin." Dedi tereddütle. Bu yabancının malikaneyi Olimpos olduğunu yani bölge olarak değil de, hane olarak Olimpos olduğunu bilmesine olanak yoktu ama bozuntuya vermedi.
"Ah, yapma! Söyleyeceklerim var. Adın ne senin?"
"Def ol git!" dedi kabaca. "Burası turistlere göre bir yer değil."
Kadından başka kimse var mı diye etrafa bakındı. Yalnız görünüyordu ve bu durum fazlasıyla kuşku uyandırıcıydı. Kadın demir kapıya daha da yaklaştı ama dokunmadı. Olağandışı haline ek olarak uzun bir pelerin giydiğini fark etti, başlığı yüzünden kadının suratı görünmüyordu. Acaba biri onunla dalga mı geçiyordu?
"Ares ile görüşmem gerek." Dedi kadın. "Beni oyalama ve liderinle görüşmemi sağla."
"Sen kimsin?" dedi.
Ares'i biliyorsa, sıradan biri değildi. Yine de gecenin bir yarısı kapının önünde beklemesi, gözüne hiç masum gelmedi. Pan da bu şekilde tuzağa düşmemiş miydi? Kadına doğru yürürken; kadın bir adım gerileyerek gölgeye sığındı.
"Kendini tanıtmadan bana adımı soramazsın."
"Kapıda dilenen sensin." Diye yanıtladı ve kapının önünde durdu. "Ne istiyorsun?"
"Ares ile görüşmek" dedi kadın.
"Aydınlığa gel."
"Bana zarar vermeyeceğini nereden bileyim?"
Adonis sabırsızca söylendi. "Kapıyı açmamı isteyen birine göre çok çekingensin. Seninle uğraşamam, niyetin neyse sonra gel. Daha uygun bir vakitte."
Arkasını dönecekken kadın telaşla seslendi. "Adım Nelai."
Omzunun üstünden kadına baktı. "Ve?"
Kadın aydınlığa çıkarken eliyle başındaki başlığı kaydırdı. Parlak gözleri mavimsi bir gri renkteydi ve ilk göze çarpan yeri bu gözlerdi. Düz bir burnu ve yüzüyle orantılı, biçimli dudakları vardı. Ten rengi, ay ışığıyla yarışır bir mükemmellikteydi. Saçları koyu renkteydi ama bu ışıkta yanıltıcı olabilirdi. Adonis kadına doğru döndü ve hoşnutsuz bir bakışla ne söyleyeceğini bekledi.
"Ben..." dedi Nelai tereddütlü bir tonda. "Kolyeyi çalan kişiyim."

Bölüm 6 : Nelai


Adonis ne duyduğuna inanamaz bir halde kadına baktı. Nelai yutkunup kısık sesle devam etti. "Pan'ı uyutup boynundan kolyeyi çalan benim."
"Neden?" dedi demir kapıya yaklaşarak.
Kadın nefeslenip dudaklarını yaladı. "Burada konuşmasak..."
Yanına silah almamıştı ve karşısındaki kadın, ne kadar masum görünürse görünsün, tehlikeli olabilirdi. "İtirafından sonra seni öylece içeri alacağımı mı sanıyorsun?"
Nelai sakin duruşunu bozarak öfkeyle homurdandı. "Peki, öyle olsun. Ares'e beni elinden kaçırdığını anlatırken sana iyi şanslar!"
Kadının yönleneceğini hissedince panikledi ve demir kapının açılmasını düşünürken ona seslendi. "Dur orada!"
Nelai kapının açılmasını memnun bakışlarla izledi. Adonis kadının karşısına dikildi ve sinirli bir sesle konuştu.
"Üstündeki pelerini çıkar."
"İlk görüşme için çok hızlısın ama bu cüretin hoşuma gitti."
"Saçmalama." Diye homurdandı. "O kumaş yığının altında ne sakladığını görmek istiyorum."
Nelai çapkın bir bakışla ona baktı. "Tanıdığım çoğu kimsenin de merak ettiği şey bu."
Sabrı azalan Adonis tehditkar bir bakışla çenesini sıkınca, Nelai burnunu kırıştırarak söylendi. "Sakladığım tek şey kendi bedenim, tehlikeli başka bir şey yok. Sığınmaya geldiğim yere, silahla gelip olay çıkarmam aptallık olur."
Pelerinin bağını çözüp omuzlarından sıyırdı ve Adonis'in incelemesi için etrafında bir tur döndü. Üzerinde sade bir tişört ve siyah dar bir kot pantolon vardı, çizmeleri dizine dek çekiliydi. Antik bir pelerinin altında böyle modern bir kıyafet beklemiyordu. Silah taşımadığına emin olan Adonis, bu tezat karşısında şaşaladı.
"Bu pelerinin altına bunu mu giydin? Bir elbise giymeni beklerdim."
Nelai pelerini koluna atarak ona baktı. "Bu sefer de eteğimin altında ne olduğunu merak edebilirdin."
Adonis aniden kuruyan boğazını temizleyerek yeniden etrafa bakındı. Ne kadar cesur laflar ediyordu bu kadın... Ayrıca normal bir insan olmadığı belli olan bu kadın kimdi?
"Artık içeri girebilir miyim?"
"Sen nesin?"
Nelai gri gözlerini ışıldatan bir gülümsemeyle ona yaklaştı ve fısıldadı. "Çok yakında anlarsın Adonis."
"Adımı bilmediğini sanıyordum."
Nelai kapıya doğru yürürken onu cevapladı. "Senin sesinden duymak istemiştim. Seni ilk görüşte tanıdım. Bu güzellik başka bir isim ile çağrılamaz."
Adonis kadına yetişerek yanında yürüdü. Ne yapacağını bilmiyordu ve kadın onun aklını karıştırmıştı. Vakit geç olduğu için kadını ve niyetini sorgulamadan Ares'i rahatsız etmek istemedi. En iyisi Apollon veya Athena'yı bulmalıydı. Fakat kadını malikaneye sokmak güvenli miydi? Keşke yanına bir silah alsaydı... Düşüncelerine kapılmışken kadının keyifli sesini duydu.
"Benden bu kadar korkma ve istersen sen yardım çağırana dek, beni şu ağaca bağlamana izin veririm."
Kadının alaycı sözlerine karşılık söylendi. "Çürümüş ağaç seni ne kadar tutabilir acaba?"
"Beni bağlamayı düşündün demek, sadece yerine karar veremedin."
Adonis merdivenlerin önünde kadının kolundan tutup kendine çevirdi. "Aptalca konuşmayı bırak ve kendi iyiliğin için ciddi ol. Yaptığın suçun cezasız kalacağını sanmıyorsun değil mi?"
"Bunu göze alarak geldim."
"Madem öyle biraz kendini toplarsan sevinirim." Dedi ve kadının kolunu sertçe çekiştirdi. "Ve eğer kaçmaya veya bir şey yapmaya kalkarsan, seni durdurmak için illa silaha ihtiyacım olmayacağını bil."
Nelai tehditten hiç etkilenmeksizin durgun bakışlarla ona bakıyordu. Kadının kolunu daha sıkı tutup merdivenlere döndü. "Yürü!"
Malikâneye girdiklerinde kaçmasını engellemek için pelerini kendi omzuna attı ve kadının ellerini sırtında birleştirip ince bileklerini tek eliyle tuttu. Kadın tuhaf bir sakinlikle bu harekete izin verdi. Uzun ve gür saçları beline kadar uzanıyordu. Yumuşak sateni andıran saçların kokusu tatlı bir meltem gibi burnuna doldu. Rahatsız olmuştu, başını geriye atıp başını kadından biraz uzaklaştırdı. Apollon'un odasına gitmek için yola düştü. Yönlenmek istememişti, yol üzerinde bir numara yapmaya kalkarsa, niyetini açığa çıkartacağını düşünüyordu.
Merdivenleri peşi sıra tırmandılar. Apollon'un katına yaklaşmışken Adonis aklına yeni gelen bir soruyu dillendirdi.
"Kolye yanında mı?"
Nelai omzunun üstünden ona baktı. "Yanımda olsa, sana verir giderdim. Bu işe zorlandığımı açıklamak için geldim ben. Masumluğum yüzümden belli olmuyor mu?"
Kadını yürümesi için iterken homurdandı. "Amaçlar yüzden belli olsaydı, Pan'ı nasıl kandırabilirdin?"
"Bu varsayımına göre sana kanmayacak canlı olmazdı Adonis. Hakkında anlatılanların abartı olarak düşünmüştüm ama seni gördükten sonra yetersiz olduğuna karar verdim. Senin güzelliğin gerçekten de tanrısal."
Adonis kaşlarını çattı. "Sen de bana iltifat etmeye kalkma! Suçunu bu boş sözlerle yumuşatamazsın hırsız."
"Doğrular ne zamandan beri iltifat oldu? Güzelliğinin övülmesine alıştığın için sözlerimi boş bulabilirsin."
"Alışmakla alakası yok ve senden duymaya hiç ihtiyacım yok."
Nelai bileklerini rahatlatmak için hafifçe kımıldandı ama ödül olarak daha da sıkılmasına neden oldu. "Ah! Biraz gevşek tutabilir misin? Bana dokunmak istemeni anlıyorum ama canımı acıtıyorsun."
Adonis sabırla iç geçirdi. Gecenin yarısında bu suçluyu yakalayacak ne suç işlemişti ki? Keşke onun yerine başka birine rast gelseydi. Ares Olimpos'ta olsaydı kesin bu berbat iş ona kalırdı ama olmayınca şans ona gülmüştü. Bileklerini sıkan elden kurtulamayınca Nelai sinirle söylendi.
"Kendi güzelliğinden nefret eden bir sen varsın sanırım. Karakterinin çekiciliğine hiç güvenin olmamalı yoksa güzelliğinden rahatsız olmazdın."
"Senin güvenin tam sanırım."
"Elbette, yoksa maskem yüzümdeyken Pan'ı nasıl etkileyebilirdim."
Adonis sahte bir gülüşle konuştu. "Tatlım Pan'ı etkileyen senin müthiş karakterin değil. Beyin kıvrımlarından ziyade beden kıvrımlarınla daha çok ilgilenmiş. Haberin olsun, o seninle yapacağı eğlenceye odaklanmıştı, yapacağı sohbete değil."
"Sanırım seni görenler de bu arzuya kapılıyorlardır."
"Kes sesini!"
Koridora çıkmışlardı ve Apollon'un odasına birkaç metre vardı. Nelai hala onun damarına basmaya devam ediyordu.
"Keşke sen de benim kadar kendinle barışık olsaydın. Daha mutlu biri olacağına eminim."
Adonis kadını sertçe çekerek duvara yasladı ve öfkeyle yüzüne doğru söylendi. "Benim hakkımda fikir yürütüp durma! Hayat felsefenle zerre ilgilenmiyorum. Kendi ayaklarıyla teslim olmaya gelen bir hırsız bana ders veremez. Beni tanımıyorsun."
Gri gözlerdeki çelik mavisi kıvılcımlar, bu öfke karşısında hoşnut bir şekilde parladı. Hırçın ve vahşi bir Adonis daha çekiciydi. Çünkü yakışıklı yüzü ve kusursuz bedeni ile övülen Adonis'i daha önce hiç görmemişti ama görenlerin sözlerini çok dinlemişti. Şimdi kanlı canlı karşısında olan adamın güzelliği ve bu güzelliği daha da baskınlaştıran öfkesi, onu heyecanlandırıyordu. Olimpos'un en güzel mücevherini hep havai ve şımarık biri olarak düşünmüştü fakat Adonis onu şaşırtmıştı. Derin denizleri andıran koyu mavi gözlerdeki hüzün ve kontrolsüz öfkesi aklını karıştırmıştı.
Tenini arzuyla titreten Adonis'in güzel yüzüne, büyülü nefesini vermemeye çalışarak fısıldadı. "Seni tanıyanlar gerçekten seni tanıyor mu?"
Mükemmelliğin hüküm sürdüğü yüzde gördüğü karmaşa, son cümlesiyle, ölümsüzün canını asıl yakan noktayı bulduğunu ilan etti. Serbest kalan elini kaldırıp taş kesilmiş Adonis'e dokunmak için uzandığında, irkilen Adonis bedenini geriletti. Onun kolundan tutup koridorda sürüklemeye başladı. Çenesi kasılıyordu ve konuşacak gibi durmuyordu.
Odanın önünde duran Adonis, kapıya tek eliyle vurarak Apollon'a seslendi. Kızgınlığına hakim olamıyordu. Kadınla karşılaşalı on dakika anca olmuştu ama tüm olumsuz duyguları ona yaşatmayı başarmıştı. Olimpos dışındakilerin onun hakkında ne düşündüğünü biliyordu. Yine de doğrudan duymak canını acıtmıştı. Onu güzelliğinin verdiği güvenle çapkınlık yapmaktan başka işe yaramayan biri olarak görüyorlardı. Son yıllarda bu yüzeysellik onu rahatsız ediyordu.
"Apollon!" diye bağırdı yeniden.
"Sanırım odasında değil." Dedi Nelai. "Senin odanda bekleyebiliriz."
Kadını kolundan çekiştirerek Athena'nın odasına götürdü ama kapı yine açılmadı. Artemis'i denedi. O da odasında değildi.
"Lanet olsun, nerede bunlar?" derken aklına Hekate gelince düşünmeden onun katına yönlendi.
Zemine ayak bastığında Nelai korkuyla onun koluna yapıştı. Gözleri irileşmiş ve nefesi sıklaşmıştı. Göğsü onun koluna yapıştığından kadının kalp atışlarını hissedebiliyordu. Ve bu nedense hoşuna gitti. Kendi kalp atışını duymayalı çok olmuştu ve herhangi bir kalbin attığını dinlemek iyi hissettirmişti.
"Ne oldu?"
Nelai beyazlamış yüzünü onun omzundan kaldırıp yüzüne baktı. "İlk defa bunu yaptım." Diye soluksuzca nefeslendi.
"İlk defa mı yönlendin?" dedi şaşkınlıkla. "Sen buraya nasıl geldin?"
"Geçidi kullandım."
Adonis bir an taş kesildi ve ona korkuyla bakan kadına baktı kaldı. Geçit kullanıyordu, tıpkı...
"Sen iblis misin?"
Nelai kurumuş dudaklarını yaladı ve koluna sarılmayı bırakırken başını salladı. "Evet."
Nasıl olur da anlamamıştı? Aklı yerine gelirken kadını alıcı gözle süzdü. İblisin alışılmadık güzelliğinin yeni farkına varıyordu. Yüz hatları, en alımlı periden bile düzgündü. Pan'ı kendinden geçiren büyünün ne olduğunu şimdi anlamıştı. Tabiatının en doğal büyüsüne sahip bir iblisti ve en fenası Nelai bir succubustu. Fiziksel çekiciliği ve şehvet uyandıran cazibesiyle, tüm canlıları kolayca baştan çıkaran en tehlikeli iblis ırkındandı. Ona korkuyla bakan kadının masum duruşu onu bile kandırmış ve kötü tarafını saklamasını kolaylaştırmıştı.
Elini saçlarına geçirip çekiştirdi. Şimdi ne yapacaktı? Onu öldürmesi gerekiyordu çünkü o suçlu bir iblisti. Ve bir aptallık edip onu kendi elleriyle Olimpos'a almıştı. Ares olsa sorun yoktu, kadını kolayca hükmü altına alırdı. Şimdi Dünya ile evlerindeydiler ve Adonis bu kadını alıp öylece yanlarına gidemezdi. Peki, diğerleri neredeydi? Aklına gelen bir çareyle hareketlendi. Omzundaki pelerini kadına uzattı.
"Bunu giy ve yüzünü sakla."
Nelai onun dediğini sorgusuzca yaptı. Kadın lanetli yüzünü tamamen başlıkla kapatınca, Adonis seslendi.
"Hermes."
Bir iki saniye sonra Hermes sopasını elinde sallayarak koridorda belirdi. "Bensiz olamıyorsun Adonis, değil mi?"
"Apollon ve Hena nerede?"
Hermes gözü Nelai'ye doğru kayarken cevapladı. "Apollon, Hekate ile birlikte koruma büyüsüyle uğraşıyor. Sonra nektar bahçesine gideceklerdi. Hena ise Hepiastos'un yanında, duyduğuma göre yeni bir silah..."
"Tamam" diye lafını kesti. "Artemis nerede?"
"Kahinin yanına gitmiş." Dedi bıkkınca, sonra yeniden Nelai'ye bakarak konuştu. "Bu kim?"
"Benim misafirim." Diye düşünceli bir sesle cevap verdi. "Ares'e bir mesaj iletebilir misin? Ama doğru dürüst git, kapıyı filan çal."
Hermes kocaman bir sırıtışla başını salladı. "Elbette bu benim işim değil mi?"
"Çabuk Olimpos'a gelmesini söyle, acil. Dünya'yı korkutmamaya da özen göster."
"Biliyorum, biliyorum. Zaten Ares sürekli azarlıyor. Ama yani o kız da alışsın artık!"
Hermes söylenerek yönlenince Adonis kadını kolundan tutarak yemek salonunun yanındaki odaya yönlendirdi. Nelai yine kasılmış ve nefes nefese kalmıştı. Kolunu ondan kurtararak söylendi.
"Bunu neden yapıyorsun?"
"Hoşuma gidiyor." Dedi ve kadını arkasındaki koltuğa doğru ittirdi. "Şimdi sakın kaçmaya kalkma ve ben konuş diyene kadar ağzını açma."
Ellerini koltuğun kollarına koyarak Nelai'nin yüzüne doğru eğildi. "Sonra bize her şeyi anlatacaksın, en küçük ayrıntısına kadar bildiğin her şeyi. Umarım söylediklerimi anlayacak kadar zekan vardır."
Nelai ellerini onun ellerinin üzerine koydu ve hafifçe Adonis ile arasındaki mesafeyi kapattı. "Uzun zamandır beni böyle korkutan bir erkeğin lafından dışarı çıkmam. Sanırım bu bir zeka belirtisi, değil mi?"
Adonis ellerini kadının ellerinden çekerek doğruldu. "Senin beslendiğin şeyin şehvet olması gerekmiyor mu? Korku yeni besinin mi?"
"Ben şehveti kullanırım Adonis. Hayalleri ve rüyaları... Korkunun içinde de cazibe olabileceğini sen bana öğretiyorsun. Bundan böyle rüyalarına sahip çık."
Tiksinen bakışlarını kadının üstünden alarak başını çevirdi. Rüyaları ve hayalleri kullanan şehvet iblisleri, kurbanlarını kendilerine bağlayıp ruh enerjilerini emerlerdi. Nelai'nin son sözleri bir tehditti ama Adonis hiçbir kadını rüyasında görecek kadar arzulamamıştı. Dünya bile rüyalarına ulaşamamıştı. Bir succubustan o denli etkilenmesi düşünülemezdi bile.
Ares'in odaya gelişini Adonis'ten önce Nelai hissetti ve kalbini saran dehşetle koltuğun içine sindi. Olimpos liderinin eşsiz gücü konusunda da çok şey duymuştu ve hükmü konusunda uyarılmıştı ama hissetmek başka bir şeydi. Dizlerinin üstüne çöküp Ares'e tapınmamak için kendini zor tutarak; karşısında duran ve güçlü bir fırtına gibi başını döndüren adama bakışlarını sabitledi. Bronz gözleri korkutucu bir güneş gibi tenini yakarken nefes dahi alamadı.
Ares koltuğa sığınmış kadından bakışlarını alıp Adonis'e döndü. Ona aldırmadan Adonis'e söylendi.
"Silahsız bir halde, bu iblisin yanında ne işin var?"
"Yine başlama Ares. Her an iblisle karşılaşacak gibi gezemem ya!"
"Ben de on parçaya bölünemem Adonis!" diye söylendi Ares. "Bana biraz destek çıkmanı istemekle hata mı yapıyorum? Sen sıradan biri değilsin!"
Adonis yan bakışla Nelai'ye bakıp nefeslendi. "Azarına sonra devam eder misin? Şimdi daha önemli işlerimiz var."
İblisin tedirginliği yüzünden okunuyordu. Bu kadında tuhaflık olduğuna iyice inandı. İblis özellikleri gösteriyordu ama korkuyordu. Yani bariz korkuyordu, Ares'e doğrudan boyun eğmesi gerekirken şimdilik sadece korkuyordu. Succubusların en zeki iblis ırkı olduğunu biliyordu ama onlar bile Ares'in hakim gücü karşısında boyun eğerlerdi. İblisin hareketlerine daha çok dikkat etmeye karar verdi, sonra Ares'e düşüncelerini anlatabilirdi. Elbette, ona olan haklı öfkesi geçince...
Ares, Nelai'ye doğru döndüğünde; kadın usulca doğruldu ve ayağa kalktı. Ares onun ne yapacağına dikkat kesilmişken Adonis gerekirse durdurmak için gerildi. Nelai gözlerini hiç kırpmadan Ares'e bakarak yaklaştı, bir kuklayı andırıyordu. Aralarında iki adım kalmışken tek dizinin üstüne çöktü ve başını eğdi.
"Beni af edin."
Ares duruşunu bozmadan kadını izliyordu. "Henüz affını dileme hakkını kazanmadın succubus. Ayağa kalk."
Nelai başını kaldırıp şaşkınca Ares'e baktı. "Beni tanıdın." Dedi doğrularak. "Sen gerçekten de iblislerin kralısın."
"Bu lafları Asteria'dan mı duydun?"
Nelai'nin çenesi titredi ve bir adım geriledi. Kısa bir an Adonis'e bakıp yeniden Ares'e döndü. Ares sert bakışlarla ona bakıyordu ve bu tedirginliğini iyice arttırıyordu. Kendine çok mu güvenmişti? Çok savunmasız hissetti o anda ve sıradan bir iblis gibi davranarak Ares'i selamlamasına karşılık adamın ona inanmadığını anladı.  
Ares yeniden konuştu.
"Şimdiki efendin kim?"
Doğruyu söylemeliydi ve aslında küçük bir farkla söylemeye hazırlandığı cümle doğruydu. Bağlı olduğu bir efendi için hizmet etmiyordu, artık başka güçler söz konusuydu ve Asteria'nın ölümünden sonra onun için hayat hiç kolay olmamıştı. Başını uysalca eğdi.
"Efendim yok."
Adonis koltuğa oturmuş ikisinin konuşmasını izliyordu. Kadının Asteria bağlantısı onu şaşırtmıştı ki, bu kadınla karşılaştığından beri fazlaca şaşırdığını fark etti. Bu yüzden normal davranamıyordu. Ares hala tetikteydi ve keskin bakışlarını kadından çekmemişti.
"Göründüğünden fazlasın değil mi?" dedi sorusunun cevabını bildiği halde. "Bana kolyeye ne yaptığını anlat. Ve rol yapmayı bırak."
"Ben rol..." diye konuşmaya başlayan kadının lafını sertçe kesen Ares sakin ama kararlı bir sesle uyardı.
"Sözlerime karşı çıkmaktansa, olayları anlatman senin yararına olur."
Nelai usluca başını sallayıp anlatmaya başladı.
"Yaşlı bir kadın vardı. Bana küçük bir anlaşma önereceğini söyledi. Eğer başarırsam istediğim boyuta geçit açmamı sağlayacak bir taş verecekti." Elini cebine attı ve fındık büyüklüğünde mor bir taş çıkardı. "Pan'dan kolyesini almamı istedi ve ona getirmemi. Karşılığında bu ise bana bu basit taşı verdi. Beni kandırdı."
Ares taşa öylesine baktı ve yeniden Nelai'ye döndü. "Kolyenin ne olduğunu bilmiyor muydun?"
Yutkundu. "Biliyordum ama geçit taşını da istiyordum. Çünkü bizim için her kapı açık değil. Bu senin emrindi. Zaten suçumu itiraf etmek için hemen buraya geldim."
"Sana taşı veren kadın bu ihanetine ne der?"
"Bana istediğimi vermedi, hem bana kimseye anlatmamamı söylememişti."
Ares bir süre hiç konuşmadan kadının yüzüne baktı. Adonis onun Nelai'nin tedirginliğini neye yorması gerektiğini anlamaya çalıştığını düşündü. Anlattığı mantıklı bir hikayeydi. İblis için istediği önemliydi, sonuçları umurunda olmazdı. Yine de onlara anlatmaya gelmesi tuhaflıkların başlangıcıydı. Ve bu iblis fena halde kuşku uyandırıyordu.
"Sadece kandırıldığın için mi buradasın?"
Kadın Ares'e bakmaksızın başını sağa sola salladı. "Hayır, Olimpos'un affı daha önemli." Dedi ve kaşlarının altından Ares'e baktı. "İntikam almak çabasında değilim."
"Yaşlı kadından korktuğun için mi?" dedi Adonis araya girerek. Bir açığını bulmaya çalışıyordu.
Nelai bakışlarını Adonis'e çevirerek alaycı bir rahatlıkla baktı ve cevapladı. "Evet dersem inanacak mısın?"
"İnandıklarıma göre seni gördüğüm anda öldürmem gerekirdi. Şu anda benim inançlarımın konuyla ilgisi yok. Bu nedenle benim inancımla uğraşmayı bırak ve dürüst cevaplar ver."
Nelai hayır anlamında başını sallayıp cevapladı. "İntikam almak isteseydim alırdım, yaşlı kadın umurumda değil."
"Yaşlı kadının ismi ne?" dedi Ares.
"Bana cadı olduğunu söyledi, ismini söylemedi."
Ares aniden atılıp tek eliyle kadını boğazından yakalayınca iblis korkuyla küçük bir çığlık attı. Adonis bu ani hareket karşısında ayağa kalktı ama neden kalktığını anlayamamıştı. Ares'e yardım etmeye mi yoksa kadını savunmaya mı? Her iki bahanede sorusuna cevap olmadı.
Ares kadını kendine çekerek dişlerinin arasından söylendi.
"Bana bir ipucu ver ve bu saçma hikayeni kabullenmemi sağla iblis! Seni öldürmemem için bana bir neden ver!"
Adonis titreyen ve korkuyla gözleri açılmış kadının yanına geçti. Nelai bakışlarını Ares'in öfkeli gözlerinden alamıyordu. Elleri iki yana sarkmış, adamı durdurmaya bile çalışmıyordu. Yüzü temelli beyazlamıştı ve dudaklarındaki kan çekilmişti. Titrek bir sesle konuştu.
"Söyleyecek başka bir şey yok Ares, beni öldürsen de olan bu!"
Ares kadını hızlıca bırakınca Nelai dengesini bulamadan arkasındaki koltuğa düştü. Ares arkasını döndü ve elini öylesine havada salladı, yoktan var olan siyah dumanlar ipe dönüşüp kadını sardı. Bunu hiç beklemeyen Nelai şaşkınlıkla bir çığlık daha attı ve aslında canını acıtmayan hapsinde soluk soluğa kaldı.
"Benimle gel Adonis!"
Adonis son kez kadına bakıp Ares'in ardından kapıya doğru yürüdü. Koridorda yukarı aşağı yürüyen Ares'in yanına vardığında Ares dönüp konuşmaya başladı.
"Her şeyi anlatmıyor ve irade sahibi. Bence sakladığı her neyse, çekindiği için değil, kullanma umudu olduğu için saklıyor. Bu succubus çok tehlikeli Adonis fakat öldürmemiz daha çok soruna yol açabilir. Neler bildiğini öğrenmeden ve bağlantısını bilmeden hareket etmek istemiyorum."
"Ben onu konuşturabilirim." Ares kaşlarını çatınca, onu rahatlatmak için devam etti. "Succubuslar bana pek karşı koyamıyor biliyorsun."
Adonis onlar için bir meydan okumaydı. Cazibeleriyle yarışan biri olması onların hırslanmasını sağlıyordu. Şimdiye kadar tuzağına düşüremediği bir şehvet iblisi olmamıştı ve şiddet uygulamadan onları istediği kıvama getirmeyi biliyordu. Ares pek ikna olmamıştı.
"Adonis tereddüdüm sana güvenmediğim için değil. Aptal bir iblis yok karşımızda ve kimlerle işbirliği içinde olduğunu bilmiyoruz."
"Fark ettim Ares, kaçmaması için dikkatli olacağım."
"Dikkatin konusunda şüphem yok ve kaçması umurumda değil." Diye konuşan Ares derin bir nefes alıp ekledi. "Sözlerimi azar olarak kabul etme ama sen kendini savunma konusunda pervasızsın."
Adonis onun tepkisine dikkatle bakan dostuna bakışlarını dikerek birkaç saniye düşündü. Birbirlerine bakan ölümsüzlerden ilk konuşan Adonis olmuştu.
"Kendime zarar verme meraklısı değilim."
Ares bıkkınca başını salladı. "Onu kast etmedim. Sadece alman gerek sorumluluğu almaktan kaçınman hoşuma gitmiyor. Varlığını değersizleştirmeye çalışmaktan vaz geç artık. Sen olmak istediğin gibi güçsüz bir adam değilsin. Zayıf biri gibi umursamazca davranma. Kararlarına ne kadar önem verdiğimi biliyorsun."
Adonis'in çenesi kasıldı. Ares'in haklılığı karşısında gergin bir sesle söylendi.
"Lider olan sensin Ares. Elimden geldiğince sana yardım etmeye..."
"Yine başlama Adonis! Küskünlüğün sırası değil. Elinden gelenin bu olduğunu söyleyerek kendini geri çekemezsin."
"Ben küskün değilim Ares!" dedi sinirlenmeye başlamıştı ve sesinden belli oluyordu. "Sadece zamana ihtiyacım var. Ama endişe etme, ben sorumluluklarımı biliyorum. İblisle baş edebilirim. Beni etkileyemez. Şu anda onun bana sunacağı baştan çıkarmaları kabul edecek ruhta değilim, olacağımı da sanmıyorum."
Ares kaşlarının altından arkadaşına baktı. Ne demek istediğini anlamıştı ve huzursuz olmuştu. Dünya'yı aklından ve kalbinden silmedikçe, en güçlü şehvet iblisi dahi Adonis'i tuzağına düşüremezdi. Bu durum onun canını Adonis'ten fazla acıtıyordu. Adonis'in karşılıksız aşkına bu denli bağlı kalması karşısında bir şey yapamıyordu. Kalbin söz dinlemediğini kendisi de çok iyi biliyordu. Yine de Adonis'in ona olan sadakatinden emindi, onun yerinde olsaydı kendi yapacakları daha farklı olabilirdi. Daha fazla yorum yapmadan, başını az önce çıktıkları odaya çevirdi.
"Yine de yanında silah olsun." Derken kolundaki hançeri kınıyla çıkarıp ona uzattı. Ona bakarak konuştu. "Tereddüt etme, onun anlatacağı hiçbir şey senin hayatından önemli değil."
"Sen ne yapacaksın?"
"Marduk'un boyutuna geçeceğim. Nabi'yi görmem gerek. Yaşlı bir cadı ilgisini çekecektir."
"Kahine neden sormuyorsun?"
Ares gerginliğini atmak istercesine ensesini ovaladı. "Kahine sorduğum için Nabi'nin yanına gideceğim."
"Yaşlı cadıdan haberin var mıydı?" dedi şaşırarak.
Ares dudağını büktü. "Emin değildim, sadece cadı ve büyücüler hakkında konuştuk. Ölümlü cadılarla Nabi ilgileniyormuş dediğine göre; o nedenle Nabi'yi ziyaret etmem gerekiyor. Bana sözleri saçma geldi ama ne yapabilirim ki, bu ikisi zırdeli."
Adonis sırıttı ve az önceki durumu rahatlatmak için şakacı bir sesle konuştu. "Gece işine Dünya ne diyecek?"
"En sorun ettiğim konu da bu ya." Diye suratını buruşturdu. "Hamilelikte kadınlara ne oluyor anlayamadım. Sanki öfkeye aş eriyor, sürekli gergin ve endişeli. Yardım etmesine izin vermediğimde kıyametleri kopardı. Yönlenmesini yasaklamama daha çok sinirlendi. Gönlünü almam güç olacak."
"Bence onun başına Hekate'yi dikmelisin."
Ares gülümsedi. "Çok iyi fikir! Aklıma gelmemişti. Şimdi nerede acaba?"
"Nektar bahçesine gideceklerdi, Apollon ile. Gerçi Apollon'u periler ile yalnız bırakmaz ama yine de dene."
"Onların yerine Solan'ı bahçeye gönderirim." Dedi gülümsemesi genişleyerek. "Böylece aklım Dünya'da kalmaz ve Apollon boşuna Hekate'nin hışmına uğramaz."
Adonis hançerin kınını kolundaki bilekliğe sabitlerken konuştu. "Sabah toplantı olacak mı?"
"Evet, ben kafeden döndüğümde toplanırız. O zamana kadar iblise göz kulak ol ve istersen yardım için Artemis'i veya Hades'i çağır ama Hermes ve Pan, kadının burada olduğunu bilmesin. Hermes belli etmese de, oğluna düşkündür. Pan'ın aşağılanmasının intikamını almak isteyebilir."
"Tamam" diyen Adonis doğruldu.
Ares yönlenmeden önce Adonis'in omzuna dokundu. "Ve kendine çok dikkat et Adonis."
"Ben kendimi seviyorum Ares, merak etme."
Ares doğrulup sırıttı ve yönlendi.
Nelai'nin yanına döndüğünde; kadını, onu saran bağların arasında sakince otururken buldu. Adonis büyüyü bozana dek öyle de kalacaktı. Kadının bakışları altında uzun kanepeye doğru yürüdü ve rahatça uzandı. Hançerin bağlı olmadığı kolunu başının altına alarak gözlerini kapattı. Yorgun veya uykusuz değildi ama kadınla konuşmak istemiyordu, şimdilik. Çünkü Ares'in hafif baskısına direnmişti ve kendine güvenirse çözülmesi daha kolay olurdu. Kibir her yaratığın düşmanıydı.
Nelai, Olimpos'un yargısı denen ve duman iplerden oluşan hapsinden kurtulamayacağını biliyordu. Bu dumanlar sadece birkaç kişinin emriyle çözülürdü ve onlardan biri de karşısındaki ölümsüzdü. Diğerlerinin de Athena ve Apollon olduğunu duymuştu. Ares, Olimpos'un gücünü tek başına elinde tutmaktansa, diğerleriyle paylaşmayı seçmişti. Bu diğer seçenekten hem iyiydi hem de kötüydü. İyiydi çünkü Zeus gibi yapıp Olimpos'un enerjisini kimseyle paylaşmasaydı zaten güçlü olan Ares daha karşı konulmaz olurdu. Kötüydü çünkü diğer Olimposlular da güce sahip olmuşlardı ve eskisinden daha çok savunma imkanları vardı. Saldırıya uğramaları çok zorlaşmıştı.
Kanepede rahat bir duruşla yatan ölümsüze baktı. Üç yıl önce Asteria'nın gönderdiği Tsean ve iblislerini hiç zorlanmadan alt ettiğini duyduğundan beri Adonis ilgisini çekiyordu. Asteria onlardan, anahtarı getirmelerini istemişti ve dört iblisten dönebilen tek kişi Tsean olmuştu. Anahtarın kendisi yerine, bir tutam saç parçasıyla geri dönen iblis görevini yarım da olsa başarmıştı. Buna rağmen Tsean da fazla yaşamamıştı. Asteria, Adonis'in cazibesiyle deliren iblisi herkesin önünde parçalara ayırtmıştı. Tsean görevini yapmıştı yapmasına ama bir şehvet iblisi olarak, Adonis'e aşık olma aptallığını göstermişti. Birine aşık olmak doğalarına aykırıydı çünkü aşık oldukları kişi dışında, kimseden ne zevk alabilirlerdi ne de zevk verebilirlerdi. Bu bir sucubbus için en ölümcül tehlikeydi.
Oturduğu koltuğa iyice yaslandı ve Adonis'in kusursuz fiziğini incelemeye başladı. Boyu uzundu ve vücudu, yetenekli bir heykeltıraşın elinden çıkmışcasına mükemmeldi. Çene hizasında biten simsiyah saçları gür ve parlaktı. Şekilli gözlerini çevreleyen kirpikleri uzundu ve düzgün kaşları gibi, kömür siyahıydı. Güzelliğini vurgulayacak herhangi bir süsü yoktu ama bu sadelikle bile Adonis göz kamaştırıyordu. Pürüzsüz ten rengi, dokunma isteği yaratıyordu ki, güzel dudaklarının tadına varamazsa kendini asla af etmezdi.
Onun tek zayıflığını biliyordu ve anlam veremiyordu. Asteria onun ölümlü bir anahtara olan aşkını kullanmaya çalışmış ama adamın Ares'e olan bağı daha kuvvetli gelmişti. Adonis'i ve Ares'i almayı başaramaması, güçlü titanın sonunu getirmişti. Asteria kralı olarak seçtiği Ares'e tutsak düştüğünde; iblis komutanları, orduyu dağıtmışlardı ve çoğu iblis Ares'in hükmünü beklemeye başlamıştı. Nelai ise amaçsız kalmış ve bir an için onu Asteria'ya gönderenin yanına dönmek istemişti. Yapamazdı çünkü kesin emir vardı. Çocuk yaşta ayrıldığı yere, çağrılmadığı sürece dönmesi yasaktı.
Ne yapacağını bilmeden dolanırken onu İksion denen pislik ölümsüz bulmuştu. Ve Asteria'yı hapsinden kurtarmak için ona yardım etmesini istemişti. Nelai'nin büyüsü sayesinde Asteria'nın yanına birlikte gidip onu kurtarmışlardı. Hapsinden kurtardığı Asteria ise onu yanından kovmuştu ve İksion'a güvenmeyi seçmişti. Titan onu kovmakla büyük bir hata yapmıştı ve çok geçmeden canından olmuştu. İksion'un beceriksizliği Asteria'nın sonunu getirmişti. Kendini beğenmiş Asteria bilmiyordu ama Nelai göründüğünden fazlaydı, aynen Ares'in tahmin ettiği gibi. Çünkü az önce dirayet göstermiş ve fark edilmesine aldırmadan Ares'e yalan söylemişti. Mor taş onun kolye hırsızlığının ödülü değildi, başka bir işlevi vardı. Kolye için vaat edilen ödülünü almaya henüz hak kazanmamıştı, yapacak bir işi daha vardı.
"Bana bakmayı kesmelisin."
Adonis'in sesi sinirli değildi tam tersi yarattığı çekimin farkında olarak keyifliydi. Nelai bacak bacak üstüne atıp sade bir sesle konuştu.
"Bu bir emir mi, yoksa tavsiye mi? Sana bakmamın ne zararı var?"
"Aşık olmaktan korkmuyor musun?"
"Benim için endişeleniyor musun?"
"Başıma bela olmanı istemem." Dedi Adonis, dudaklarında keyifli bir gülümseme oluşurken. "Yeterince hayranım var."
Nelai bakışlarını hafifçe kıvrılmış dudaklara dikerek fısıldadı. "Yapacak başka bir şey yok."
Adonis kapalı gözlerini açtı ve başını yana çevirip ona baktı. "Uyumayı dene."
"Önce sen uyu." Dedi meydan okuyan bir gülümsemeyle. "Tabii, cesaret edebilirsen..."
Adonis alaycı bir gülümsemeyle başını düzeltip gözlerini yeniden kapattı. Nelai meydan okumasının boşa gitmesine bozularak başka bir yönden yaklaşmayı denedi.
"Bana ne yapacaksınız? İstediğiniz her şeyi anlattım."
"Sabah seni idam etmeyi düşünüyoruz." Dedi Adonis öylece. "Dostlarına bir gözdağı olur."
Nelai bir an taş kesildi. Onu öldürmeyi düşünüyor olamazlardı, değil mi? Basit bir sorgulama ve gözaltından sonra değersiz bulunup idam edilmek planında yoktu. Hırçın bir sesle söylendi.
"Benim dostum yok. Beni öldürerek cinayet işleyeceksiniz çünkü ben pişman olmuş bir masumum."
Adonis sahte bir kahkaha attı. "Masum mu?" dedi başını yeniden ona döndürdü. "Bizim için fark eder mi? Sonuçta sen bizim gözümüzde suç işledin ve basit bir iblissin. Ayrıca dostun olmaması da işimize gelir, aptal bir düşmanla uğraşmayı hiçbirimiz istemeyiz."
"Ben. Basit. Bir. İblis. Değilim!"
Adonis istifini bozmayınca, sinirle nefeslenip dudağını kemirmeye başladı. Kaçmalı mıydı? Fakat kaçarsa, kötü cezalandırılırdı. Zaten Olimpos'un yargısından kurtulmanın olanaksız olduğunu duymuştu ama öylece oturup idamını bekleyemezdi. Adonis'in başını ona çevirdiğini fark etti ve ifadesini düzelterek koltukta doğruldu.
"Bu benim son gecem mi?" dedi sesine rahat bir ton vererek.
Adonis onaylayan bir baş sallamasından başka bir hareket yapmadı. Gece mavisi gözlerdeki inceleyici bakış hoşuna gitmedi, sözden daha keskin bir sorgunun ortasında hissetti kendini. Adam desensiz bol bir tişört giymişti ve yakası normalden biraz daha geniş olduğundan pürüzsüz teni ve köprücük kemikleri dikkat çekiyordu. Dar kotu uzun bacaklarını düzgünce sarmıştı. Ayaklarına ise bez spor ayakkabı giymişti. Adam bu kadar berbat bir kıyafetin içinde çekiciyken, ipek ve sırmaların içinde nasıl görünürdü? Ve bunu düşünmenin sırası mıydı?
Nelai kuruyan boğazına rağmen yutkundu.
"Serbest kalmak için ne yapmalıyım?"
"Kolyeyi çalmamalıydın." Dedi adam bakışlarını ondan çekmeden.
"Bunun için çok geç."
"Haklıymışsın, gerçekten de yapacağın bir şey yokmuş."
Adonis başını ondan çevirince rahat bir nefes aldı. Güçsüzü oynamak işe yaramamıştı. Sesine adamı rahatsız etmeyecek kadar cazibe katarak mırıldandı.
"Aslında yapmak istediğim bir şey var." dedi ve birkaç saniye bekledi. Adonis'in ilgisini çekeceğini düşünmüştü ama adam sere serpe yatmaktan başka bir şey yapmıyordu. Sabırla nefeslenip onu sıkmadan hapseden bağların izin verdiği ölçüde doğruldu. "Son arzumu sormayacak mısın?"
"O kadar düşünceli biri değilim ve son arzun umurumda değil."
Bir an sinirden gözü döndü. Serbest olsaydı adamın tepesine çullanıp bağırtana dek tırmalaması içten değildi. Yine de sakinliğini korumaya çalışarak fısıldadı.
"En son ne zaman biriyle birlikte oldun?"
Adonis dudağının kenarını ısırıp sırıttı. Gözleri hala kapalıydı ve duruşunu bozmamıştı. Bir kez daha denedi. "Normalde üstte olmayı severim ama kaçmamam için ellerimi bağlamak istersen altta olmak da hoşuma gider. Ve söz veriyorum seni büyülemeyeceğim."
"Neden büyülemeyeceksin?" dedi Adonis, sesindeki keyfi hiç saklamadan. "Bence büyülemelisin çünkü büyün olmadan seninle sevişebileceğimi hiç sanmıyorum. Benim gözümde hiç çekici değilsin."
Nelai öfkeyle gözlerini kıstı ve dişlerini göstererek hırladı. Adonis'in canını sıkmak için homurdandı.
"Belki de büyülemeliyim çünkü o pantolonun içindeki ufaklığın derin uykuda olduğuna bahse girerim."
Adonis başını yana çevirip ona gülümsedi. Nelai tüm bedeninin arzuyla titremesine engel olamadı. Kusursuz güzelliğe sahip olma isteğiyle kasıldı ve bu çekime karşı koymak için çenesini kasıp parmaklarını koltuğa geçirdi. Lanet olası ölümsüzün ona dokunmasını istiyordu. Biçimli dudaklarının tadına bakmak istiyordu. Hayatı boyunca hiçbir erkeği bu denli arzulamamıştı. Bakışlarını çeviremeden Adonis'in derin bakışlarında kaybolduğunu hissetti. Durumu hiç iyi değildi.

Bölüm 7 : Nektar Bahçesi

Bahçe nöbetini Hekate ile Apollon'dan teslim alan Solan, küçük boyutun yarısını kaplayan bahçeye bakarken aklından başka şeyler geçiyordu. Ares tarafından Olimpos'a çağrıldığından beri duygusuz bir iblis rolü yapmak zorlaşmıştı. Çünkü çevresinde birbirlerine olan sevgilerini gösteren Olimposluları izledikçe kafası karışıyordu. İblis topluluklarında bu tarz ilişkilere gerek olmazdı, aslında onlar ilişki için ruhsal bir güdüye ihtiyaç duymazlardı. Arkadaşlık olayını anlıyordu. Tam olarak anlamadığı şey ise; arkadaşlık varken sevgili gibi bir kavrama gerek vardı?
Şimdiye kadar sevgiliye ihtiyacı olmamıştı, istediği kadını almak onun için problem olmazdı. Olimpos'ta yaşamaya başladığından beri bu rahatlığın normal olmadığını fark etmişti. Gördüğü kadarıyla, aşk fiziksel bir yakınlığı beraberinde getiriyordu ama sevgi için ruhsal bir bağ kurmak gerekliydi. Ve manevi olarak daha mutluluk ve huzur sağlıyordu. Sevmek bu kadar kolaysa, onun başına neden gelmemişti? Acaba ihtiyacı mı yoktu? Belki de sadece fiziksel bir şeydi.
Eş değiştirenler elbette vardı ama aşk denen hastalığa uğrayanlar genelde tek eşli kalıyorlardı. Sevgi ve aşk birlikteyken çok daha güçlüydü. Zeus kızının kast ettiği aşk ve sevgi, bu hastalık olsa gerekti. Hastalıktı çünkü aşık olanların çektikleri çilelere, dolaylı da olsa, Ares sayesinde tanık olmuştu. En dirayetli olarak bildiği Ares'i bile çaresiz bırakan bir his, iyi bir şey olmasa gerekti.
Yaşadığı onca olaylardan sonra bile Ares, aşkın kutsal bir duygu olduğunu iddia ediyordu. Ona göre ise, fiziksel bir çekimden başka bir olay değildi. Arzuladığın her hangi birine aşık olabilirdin, hatta sıkılmadığın sürece sevebilirdin de. Yani düşüncesi böyleydi. Fakat dün Artemis'in yüzünde gördüğü ifade aklını karıştırmıştı. Çünkü Artemis'in arzulayacağı canlı bir beden olmamasına rağmen, kız sadece uzun süre önce ölmüş olan sevdiği adamı düşünerek duygusallaşmıştı. Bu onun fikrini çürütüyordu yani hemen hemen... Artemis'in deli hallerine güvenip, kendi inandığı fikrini, hemen rafa kaldıracak hali yoktu ya...
Başını kaldırdı ve nektar bağlarını büyülerken bir yandan da onu süzen iki periye gözü ilişti. Bahçenin her daim değişmeyen loş aydınlığında birer yıldız misali parlıyorlardı. Nektar bağı, ay ışığıyla büyüdüğü için bahçenin zamanı sürekli geceydi. Renkli fideler ve birbirinden güzel perilerin yarattığı büyülerin ışıltısı olmasa, devasa bahçenin mezardan farkı yoktu. Bahçenin sınırında sürekli dolanan beyaz cadılar savunma için yeterliydi ama kolyenin kaybolması onları fazladan tedbir almaya zorlamıştı.
Bahçede çalışan perilerin işlerini bıraktıklarını ve birer birer ağaçların arasına doğru yürüdüğünü fark etti. Fakat az önce onu ilgiyle izleyen perilerden açık sarı saçlı olanı, ona doğru yürüyordu. Beyaz cadılara doğru göz attı. Büyüye başlamışlardı. Bahçenin üstünü, dantel örer gibi büyülü bir kubbeyle örtmeye çalışıyorlardı. Simli bir pırıltı saçan kubbeyi, tepesi açık camdan bir kafese çevirmişlerdi.
Peri onun karşısında durunca sordu.
"Ne oluyor?"
"Nektarların olgunlaşma zamanı." Dedi eflatun renkli gözlerini onun gözlerine dikerek. "Şimdi onları rahatsız edemeyiz. Bu rutin bir olay o yüzden rahat ol."
Elini ona uzatan periye kaşlarını çattı. Peri gülümseyerek konuştu.
"Cadıların işlerini yapması için uzaklaşmanı isteyecektim. Ağaç kovuğumda bekleyebilirsin."
Solan bu ayini görmemişti ama duymuştu. Aslında bunun kontrolünü Afrodit sağlardı ama canı sıkkın olduğu için tüm görevlerinden azat edilmişti. Tatilde olduğu ilan edilmişti çünkü kadını Ares'in kovduğunu bilen az kişiydi.
Perinin elini tuttu ve ayağa kalktı. Peri onu elini bırakmamıştı. Ona ne düşündüğünü belli eden bir gülümsemeyle bakınca Solan kendini geri çekmedi. İstediği işareti aldığını düşünen peri, onu ağaçların arasına doğru sürüklerken omzunun üstünden beyaz cadıların bitirmek üzere olduğu kubbeye baktı. Herhangi bir sorun görünmüyordu.
Başını yeniden periye çevirdi. Beyaz sarı saçları dümdüz sırtını kapatıyordu, tül ve dantelden oluşmuş elbisesinin etekleri kalçasının hemen aşağısındaydı. Boyu çok uzun değildi, çıplak ayakları yere dokunurcasına yürürken her peride olan doğal zarifliği taşıyordu.
Büyük bir akasya ağacının yanında durdular. Perilerin dinlenmesi için ağaçların içine büyüyle kovuklar yapılmıştı. Ağacın mis kokusunu içine çekerek perinin elini bıraktı. Peri soran gözlerle ona döndüğünde etrafa bakınarak konuştu.
"Benim dinlenmeye ihtiyacım yok. Merak etme bahçeye yaklaşmayacağım. Seni burada beklerim."
Peri eflatun gözlerini süzerek ona yaklaştı. Dokunmaksızın yüzüne doğru fısıldadı.
"Benim de dinlenmeye ihtiyacım yok."
***
Artemis ile birlikte bahçeye yönlenen Daphne, bir kez daha şansını denedi.
"Neden zahmet ettin Artemis? Ben mesajı Solan'a iletebilirdim."
Artemis sahte bir gülümseme eşliğinde kadına cevap verirken etrafa bakındı.
"Ah! Tatlım, ne zahmeti!"
Nerede bu iblis bozuntusu? Diye içinden söylenirken bir yandan da onu tuhaf bir şey yapıyormuş gibi izleyen periye bir anlığına baktı. Daphne loş ay ışığına rağmen sinir bozucu bir şekilde çok güzeldi. Çapkın peri, aptal Solan ile bir olup işi savsaklarsa hiç şaşırmazdı. Aklı başında birinin bu ikisini iyice uyarması gerekiyordu. Gözlerini kısarak kadına döndü.
"Ayrıca sen bu görev için neden bu kadar isteklisin?"
Kadın şaşkınca ağzı açılmışken tehditkar bir tıslama duydu ve bileğindeki zinciri gevşeterek sese doğru baktı. İki tane beyaz cadı, onlara doğru geliyordu. Korumakla sorumlu cadılar bahçe sınırına ayak basan herkese saldırma iznine sahiptiler. Kendisini bir an önce tanıtmazsa onun bile kim olduğuna bakmadan güçlü bir büyüyle etkisiz hale getirilirdi. Cadılara doğru bedenini çevirdi ve gizemli bir hava yaratmak için giydiği kapüşonlu yeleğinin başlığını omuzlarına indirdi. Beyaz cadılar, bir hayaletten farksızdılar; puslu beyaz saçları havada uçuşurken güzel yüzleri çarpılmış, olabildiğince çirkinleşmişlerdi. Tırnakları uzamış, pençe halini almıştı. Artemis o an fark etti. Ayin zamanıydı ve ikisi bu ayini bozmak üzereydiler. Cadılar onlara yaklaşmışken Daphne ne yapacağını bilemez halde gerildi. Artemis kadının önüne geçerek tek elini onlara ulaşmak üzere olan cadılara doğru açtı.
"Beni tanıyın! Artemis, Zeus kızı!"
Cadılar aniden durdular ve hemen eski hallerine dönüştüler. Artemis'in önünde diz çökerek selam verdiler. Artemis parıldayan zinciri bileğine doladı ve Daphne'ye ileriyi işaret etti.
"Şu ağaçların sınırına gidelim." Dedi ve beyaz cadılara doğru dönerek elini havada öylesine salladı. "İşinize devam edin. Ayın iyileştirici gücü size yardım edecek."
Beyaz cadılar ayağa kalkarken o da hala kımıldamayan şok içindeki Daphne'yi kolundan tutarak sürükledi.
"Az daha bir çuval inciri mahvediyordun."
Peri kendine gelerek ona baktı. "Ben mi?"
"Elbette sen, ben hata yapmam." Diye tıslayarak kadını ağaçların koruması altına bıraktı.
Ayin başladığına göre Solan bu ağaç sınırında olmalıydı ama görünürlerde yoktu. "Nasıl gözetmenlik yapıyor bu." Diye söylendi. "Boyut kapısını bile kapatmamış ahmak!"
"Kapıyı kapatmaması iyi bir şey değil mi?" dedi Daphne. "Yoksa biz nasıl geçecektik?"
"Ben de o yüzden seninle geldim ya, kapıyı sana açmak için. Bilmen gerekirdi, artık güçlerimizi aldık ve anahtar tarafından mühürlenmeyen boyutları açabiliyoruz. Sen değil ama ben yapabiliyorum."
"Ben neden yapamıyorum?"
"Çünkü sen bir perisin. Of, Daphne! Bazen başının sana süs olmasından sıkılmıyor musun? Neyse, soruma cevap verme. Ben şu adama bakıp geleyim, sen gözlerini bahçeden ayırma ama asla bu sınırı geçme oldu mu?"
"Ne yapmam gerektiğini biliyorum."
"Yap o halde!" diye homurdanarak periyi tek başına bırakıp hızlı adımlarla Solan'ı aramaya başladı.
İşi savsakladığından emindi. İlk kovukları geçtiği halde adamı bulamayınca sırıtmasını engelleyemedi. Şimdi Ares'e gidip iblisi şikayet edecek ve gözünden düşmesini sağlayacaktı. Hekate'nin oğlu olabilirdi ama Olimpos'tan ziyade iblislere daha yakın olduğu sinsi davranışlarından belliydi. Onların ardından iş çevirdiğini ispatlayabilirse anında Olimpos'tan kapı dışarı edilirdi. Akasya ağacının çiçekli dalları arasından görünen kırmızılığı fark edince yüzünü astı. Solan işi boşlamamıştı. Artemis iki adım daha atıp ağzı açık olduğu yerde kalakaldı.
Bahçeden sorumlu peri, kollarını Solan'ın boynuna dolamış, parmakları upuzun kırmızı saçların arasında kaybolmuştu. Solan'ın elleri ise perinin kalçasını sarmıştı. Dudakları birleşmişti ve boyut yıkılsa ayrılacak gibi değildi. Peri Solan'ı öpmeye devam ederek itti ve ağaca yasladı. Kırmızının gözleri kapalıydı, bu yüzden onu fark etmedi. Peri inleyerek dudaklarını Solan'dan kurtardı ve çenesinden boynuna doğru inmeye başladı. Salaş tişörtünün yakasını çekerek iğrenç bir saldırıyla adamı öperken Solan başını ağaca yasladı.
Artemis çenesiyle aynı anda yumruklarını sıktı. İki sersem kendilerinden öyle geçmişlerdi ki, onun varlığını bile fark etmiyorlardı. Peri sanki çok acıkmış gibi Solan'ı yemeye çalışıyordu. Duygusuz iblisin aldığı zevk yüzünden belliydi ve bu onu daha da sinirlendiriyordu. Bu nasıl görev yapmaktı? Savsaklaması bile af edilirdi ama yani bu... Nöbet beklemesi gerekirken periyi beceriyordu. Midesi bulanarak öğürdü, eliyle ağzını kapattı ama ondan başka kimse görmeyince öfkeyle doğruldu. Bu kadar da kendinden geçilmezdi ki canım!
Peri adamın tişörtünün eteklerini tuttu ve yukarı çekerek dudaklarını Solan'ın göğsünde gezdirmeye başladı. Solan parmaklarını kızın saçlarının içine geçirmişti. Peri öpücükleriyle adamın karnına doğru inerken Solan başını doğrulttu ve gözlerini araladı. Loş ışıkta parlayan yemyeşil gözler onu buldu ve bir an öylece baktı.

Bölüm 8 : Succubus

***
Peri adını söylemişti ama ismi aklında tutmaya değer görmedi. Öpücüklerinin ona verdiği zevk, adından daha önemliydi şu anda. Kendini bıraktığı dudakların sahibini yönlendirmesine bile gerek yoktu, peri oldukça cesur hareket ediyordu. Göğsünde dolanan dil ve dudaklar, karnına doğru inerken ürpererek dudağını ısırdı. Kadının ne yaptığına bakmak için gözlerini açtı ve karşılarında onu izleyen öfkeli bir çift yeşil gözle karşılaştı. Yanlış görmüyordu. Artemis utanmaksızın onları seyrediyordu ve nedense çok kızgındı.
Kollarından tutarak kaldırdığı periyi kendinden uzaklaştırırken tek eliyle de tişörtünü indirdi.
"Senin ne işin var burada?"
Acaba bir sorun mu vardı? Ama neden Artemis gelmişti ki? Ares ona doğrudan söyleyebilirdi... Yoksa Ares'e mi bir şey olmuştu? Yaslandığı ağaçtan doğrulup perinin yanından geçti ve Artemis'e doğru yürüdü.
"Ares... O iyi mi?"
Artemis titreyerek yumruklarını iyice sıktı ve tükürür gibi bağırdı. "Anlatacaklarımdan sonra hiç iyi olmayacak!"
"Sorun ne?"
"Sorun mu ne kırmızı! Bu ne rahatlık!" dedi ve periye döndü. "Sen! Görevinin başına dön salak peri!"
Peri başını eğerek mırıldandı. "Efendim. Şu an ayin zamanı..."
"O zaman kovuğuna def ol!"
Peri hemen yanındaki akasya ağacını işaret ederek "Kovuğum..." derken Artemis patladı.
"Gözümün önünden yok olman için daha ne söylemem lazım?"
Peri başka bir şey demeden ağaca yürüyüp dar çatlaktan içeri süzülürken; öfkeli bakışlar, periden ona doğru döndü. Artemis'i hiç bu kadar kızgın görmemişti. Yakalandığı için alay edilmeyi beklerken suç işlemiş gibi davranmasına şaşırdı. Başka bir şey olup olmadığını da söylememişti. Artemis'e yaklaşıp ağzını açmıştı ki, Artemis onun tişörtünün yakasından tuttuğu gibi yönlendi. Bir saniye sonra Olimpos'un mutfağındaydılar.
Artemis onun yakasından sertçe iterek uzaklaştı.
"Sen sana verilen görevleri böyle mi yapıyorsun? Bahçeyi gözetlemen gerekirken sorumlu periyi becererek mi?"
"Becermek demesen, hiç hoş bir kelime değil."
"Senin yaptığında öyle!" diye bağırınca, ağzını kapatıp sustu. Artemis delirmiş gibi mutfakta yürürken söylenmeye devam etti. "Biliyordum, senin işe yaramaz bir... Bir... Bir yani neysen o olduğunu biliyordum."
"İblis?" diye hatırlattı.
Artemis parmağını ona sallayarak karşısında durdu. "Evet, iblis! Ares'in sana neden güvendiğini anlamıyorum ama bu sorumsuzluğunu duyunca kıçına tekmeyi basacağına eminim. Bana yalvarman seni kurtarmaz. Gördüğüm her şeyi Ares'e anlatacağım! Hem de büyük bir zevkle anlatacağım, inan sana ne olacağı umurumda değil. Yeter ki, cezanı alıp gözümün önünden git."
Kalçasını tezgaha dayadı ve söylenen Artemis'i izlemeye devam etti. Ne zaman susacağını merak etmiyor da değildi, görünüşe göre tüm gün söylense hırsını alamayacaktı. Dudağını büktü, o kadar beklemesine gerek kalmayacağını hesapladı. Az sonra toplantı için salonda olmaları gerekiyordu, o halde birkaç dakika daha sabredebilirdi. Daha kötü işkencelerle karşılaşmıştı. Artemis'in çenesi ona vız gelirdi.
"Ben iyi niyetimle seni toplantıya çağırmak için yönleneyim, seni perinin tepesinde yakalayayım. Dua et Daphne görmedi, yoksa tüm perilerin ağzına düşerdin. Ben sadece Ares'e söyleyeceğim ve cezanı vermesini izleyeceğim. Bana bu keyif yeter. Diğerlerini nasıl da uyuttun? Ama beni kandıramadın. Senin Ares'in övdüğü gibi 'her şeyin üstesinden gelen' Solan olmadığını biliyordum ve bugün bu fikrim kanıtlandı. Mahvedeceğim seni! Bittin sen, bittin!"
Artemis soluklanmak için durakladı. Bıkkınca kıza bakarak kollarını göğsünde birleştirdi.
"Bitti mi?"
"Hayır, biten sensin kırmızı! Bir de soruyor ya!"
"Bana neden kızdığını tam olarak anlamadım. Görevi savsakladığımı düşündüğün için mi yoksa periyi öptüğüm için mi?"
"Öpmenden bana ne! Hem yaptığına öpmek denmezdi, basbayağı yiyordun. İğrençsin!"
"Ben onu değil; o, beni yiyordu güzelim." Dedi omzunu silkerek. "Ben daha başlamamıştım."
"Delireceğim ya! Ne kadar kayıtsızsın. Ya bahçeye saldırılsaydı?"
Nefeslenip sakince konuştu. "Beyaz cadılar size saldırdı mı?" Artemis itiraz edecek gibi ağzını açınca, elini kaldırdı. "Saldırdı mı saldırmadı mı?"
Artemis asi bir tavırla başını kaldırdı. "Saldırdı ama..."
"Yani bahçe savunmasız değildi ayrıca ben yakındaydım. Herhangi bir tehlikede yetişebilirdim. Tekrar söylüyorum, ben görevimin başındaydım. Sadece..."
"Ah! Sadece periyi..."
"Lütfen o kelimeyi kullanma."
Artemis hırsla soluklandı. Yüzü sinirden saçları gibi kırmızıya dönmüştü, yeşil gözleri öfkeden yanıyordu ve burnunun üstündeki çilleri daha da renklenmişti. Solan durum bu kadar tuhaf olmasa, kahkahayı basacaktı ama kendini tuttu. Artemis volkanının yeniden patlamasını istemiyordu. Derken mutfakta Ares belirdi.
"Biz sizi bekliyoruz siz sohbet mi ediyorsunuz?"
Artemis yüzünde hain bir gülümsemeyle ona baktı. Sıra geldi der gibiydi. Sonra açtı ağzını yumdu gözünü ve az önceki fırtınanın bir benzerini kopardı. Ares şaşkınlıkla kızı dinliyordu, bir yandan da ona bakıyordu. Artemis tüm kızgınlığını kustuktan sonra şımarıkça kollarını kavuşturup onu, Ares'in yargısına teslim etti.
"İşte böyle, şimdi göreceksin gününü."
Ares durdu, bir süre sonra da bastı kahkahayı. Artemis adamın katılarak gülmesini izlerken şok içinde baktı kaldı. Ares gülerken dengesini bulmak için tezgaha tutunmak zorunda kalmıştı.
"Bunun için mi bağırıyordun?" dedi kahkahasını zapt etmeye çalışırken. "Periyi öptüğü için mi?"
"Ne gülüyorsun?" dedi Artemis. "Önce cezasını ver sonra ikimiz gülelim."
Ares gözlerini silerek sakinleşti. "Sen adamı öldürürsün tatlım. Solan sadece biraz eğlenmek istedi diye görevini yapmıyor sayılmaz ki. Zaten bahçe o durumdayken yaklaşamazdı, periler de öyle. Beyazlar size bile saldırmışlar, yani savunmada sorun yokmuş. Ne yapmalıydı?"
"Periyle sevişmeyebilirdi." Diye önerdi.
Solan sonunda dayanamadı. "Sen beni kıskandın mı?"
Artemis ona tokat atılmış gibi irkildi. Öfke bulutları yüzünde yeniden toplanırken ona doğru saldıracakmış gibi adımladı. Ares onu tutmasaydı tırnakları yüzünde hissedeceğinden emindi. Hızlı davranıp, ona doğru atılan kızı belinden yakalayan Ares, ona baktı.
"Salona git ve bizi bekle Solan. Ben bu deliyi sakinleştirip geliyorum."
"Deli sensin ve bu kırmızı mankafa! Bana ne dediğine baksana..."
Artemis konuşmaya devam ederken geçitle uğraşmadan yönlendi. Salonda Apollon, Adonis, Athena ve Hades hazır bekliyordu. Hekate ortalıkta yoktu ve yabancı bir kadın kenardaki sandalyede yargıyla bağlanmış oturuyordu. Asık suratlı kadına dikkatle baktı, sanki bir yerde görmüştü ama hatırlayamadı. Apollon'un yanındaki koltuğa oturdu ve koltuğun içine gömülerek kadına bakmaya devam etti.
"Tanıdık mı geldi?" dedi yanında oturan Adonis.
Bakışlarını kadından alıp önlerindeki masanın üzerindeki yiyeceklere çevirdi. "Hatırlamıyorum." Dedi kısık sesle ve Adonis'e baktı. "Hekate nerede?"
"Dünya'nın yanında." Diye onu cevapladı Apollon. "Dünya bugün izinli ve Ares'in yokluğunda Hekate yanında kalacak."
"Dünya iyi mi?"
Apollon başını salladı. "Gayet iyi. Sadece biraz endişeli, o yüzden Hekate'nin onun yanında kalması gerekiyor."
Ares az sonra Artemis ile beraber gelince olayları tartışmaya başladılar. Apollon, kolye hırsızını yeniden sorgularken hepsi konuşmaksızın onları dinledi. Sadece Adonis yorgunca başını koltuğa yaslamıştı. Gece, kadına anlamlı bir gülümsemeyle bakınca Nelai susmuş ve bakışlarını yere indirip Ares gelene kadar kımıldamamıştı. Baştan çıkarmaya devam etmemesi tuhaftı, zaten pek beceremiyor gibiydi.
"Bize anlatacağın sadece bunlar mı? Yaşlı bir kadın ve kolye için yaptığın saçma pazarlık, başka bir şey yok mu?"
Nelai başını salladı ve kaşlarının altından ona baktı. Adonis kadının bakışına kayıtsız kalarak başını konuşan Ares'e doğru çevirdi.
"Gereksiz bir kolye çalınıyor ve hırsız elimizde olmasına rağmen hiçbir şey öğrenemiyoruz." Dedi Ares ve Nelai'ye döndü. "Ve sen tüm bu saçmalıkların üstüne gelip af edilmeyi bekliyorsun? Biz mi çok aptalız yoksa sen mi?"
"Bildiklerimi söylemek için yanına geldiğim için ben aptalım."
Ares gözlerini kısarak kadına dikkatlice baktı. Nelai bakışlarını kaçırıp başını eğdi. Yeniden konuştuğunda sesi daha sakin çıktı. "Belki size yardımım olur diye düşündüm."
"Bir iblisin bize yardım etmek için kendi ayaklarıyla gelmesi olağan mı?"
Nelai hızla başını kaldırdı ve konuşan Hades'e doğru söylendi. "Ki o iblisi çoktan pişman edenler var."
Hades keyifle sırıtıp başını koltuğa yasladı. "Bu yaratık iyi espri yapıyor, hiç hoşlanmadım."
"Adonis" dedi Ares ona dönerek. "Onu odaya götürür müsün? Cezasını nasıl infaz edeceğimizi duymasına gerek yok."
Nelai'nin açılan gözleri dehşetle Ares'e baktı ama konuşmaktansa çenesi kasıldı. Yerinden kalkıp kadına doğru yürürken Ares yeniden konuştu.
"Kaçmaması için özen göster."
Ares'e anlamlı bir gülümseme gönderip Nelai'yi kısıtlayan duman ipleri bozdu. Güçsüzce oturan kadının kolundan tutup ayağa kaldırdı. Nelai hala Ares'e bakmaya devam ediyordu. Onun korkusunu perçinlemek için ilk tutulduğu odaya yönlendi. Nelai nefesi kesilir gibi kasılsa da bu sefer ne koluna sarıldı ne de çığlık attı. Kendinde değil gibiydi.
Kadını koltuğa oturttuktan sonra karşında ayakta durdu. Sonunda Nelai onu fark edip bakınca elini uzattı ve avcunu açtı.
"Geçit taşını bana ver."
Nelai hızlıca başını salladı. "Asla!"
"Beni kızdırmayı istemezsin." Dedi gözlerini kadının fırtına grisine dönmüş gözlerine dikerek.
"Kızdırmaya çalışmıyorum. Ben... Ben yardım edebilirim. Beni öldürmelerini engelle."
"Nasıl yardım edeceksin?" dedi ellerini kendine çekerek. "Şimdiye kadar bir adım öteye gidemedik."
"Yaşlı cadı..." dedi aklına gelmiş gibi doğruldu. "O kadını bir kez daha görsem tanırım."
Adonis içini çekerek kadına baktı. "Yani seni yanımıza alıp av köpeği gibi gezdirmemizi istiyorsun?"
Nelai kaşlarını çatıp başını çevirdi ve dudaklarını sıktı. Benzetme hoşuna gitmemişti. İblisin ilkel duygularının güdümünde olmaması tuhaftı, kendini kontrol etmesi de öyle. Kadın konuşmayınca, Adonis eğilip kadının çenesinden tuttu ve yüzünü kendine çevirdi. Siyah kirpiklerinin arasındaki gözleri buğulanmıştı, yoksa ağlayacak mıydı? Rol yapıyor diye düşündü, aklınca kendine acımamızı sağlamaya çalışıyor. Çenesini sertçe bıraktı ve doğruldu.
"Bir kez, sadece bir kez seni af etmesi için Ares ile konuşacağım ama sen de bana taşı kendi rızanla vereceksin."
"İşine yaramaz."
"Bana ver!" dedi sertçe.
"Taşı Ares'e mi teslim edeceksin?"
"Seni ilgilendirmez."
Nelai dudağını ısırarak elini cebine attı ve taşı çıkardı. Titreyen eliyle küçük taşı ona uzattı. Taşı, kadının elinden aldı ve cebine atarak geriledi. İlk defa bir iblise kötü davrandığı için kendini rahatsız hissediyordu. Elinin bir hareketiyle, Ares'in ona ödülü olan Olimpos'un yargısını kadına doladı. Yüzüne bakmadan geri salona yönlendi. Cebindeki taş sıcacıktı ve zihninde Nelai'nin çaresiz bakışları vardı. Yerine oturdu ve kadına dokunan elindeki izi silmek istercesine elini koltuğun kumaşına sürttü.
"Kadını bırakamayız. Buraya geliş amacı ne onu bile anlayamadım. Af dilemek için neden cezalandırılacağın bir eve gelirsin ki? Yarım akıllı bir iblis bile bunu bilir ki, karşımızdaki kadın çok zeki. Onu konuşturana dek burada tutalım derim ben."
Konuşan Athena'ya dönen Apollon başını salladı. "Haklısın Hena ama bu şekilde işimize yaramaz. Olimpos'ta bir iblisi misafir etmemiz komik değil mi? Diğer evlere ne diyeceğiz?"
"Ayrıca kolye onda değil, kime verdiğini bile bilmiyor." Dedi Hades. "İsterseniz onu Tartaros'ta saklayabilirim."
"O ölümlü." diye konuşan Solan'a baktılar. Solan gömüldüğü koltuktan yeniden konuştu. "Ayrıca tam iblis değil, melez."
"Bu nasıl olabilir? Kadın bir succubus değil mi?" dedi Athena. "Ares, sen anlamamış mıydın?"
"Melez olmasından kuşkulandım ama emin olacak zamanım olmadı. Ve nasıl olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. Karşılaştığım tek melez succubus Nelai."
Nelai melez miydi? Bu çok ilginçti çünkü şehvet iblisleri üremek için başka ırklara muhtaçtılar. Hamilelik durumunda ise her iki ırkın özelliğini gösteren bir bebek doğmazdı. Baskın olan şehvet iblisiydi ve melez bir bebek söz konusu olamazdı. Bu demek oluyordu ki; Nelai hem anne hem de baba özelliklerini almıştı. Ve bu diğer ırkın insan olacağını hiç sanmıyordu, acaba bir iblisin baskınlığını kıracak kadar güçlü olan kimdi? Konuşmalara iyice dikkat kesildi.
Ares'ten sonra lafı alan Solan gergin bir sesle Athena'ya cevap verdi.
"Melez olduğuna eminim. Uzun süre iblislerle yaşayınca ayrımı daha kolay hissediyorsun." Dedi ve gözleri Artemis'e doğru dönerken sesi sertleşti. "Ne de olsa ben de bir iblis soyuyum."
"Seni kırmak istemedim." Dedi Athena. "Ben bir an boş bulundum."
Solan elini salladı. "Sorun değil, aslında beni sizden biri olarak görmenin bir işareti bu. Başkaları gibi yüzüme vurma niyetinin olmadığını biliyorum."
Solan bu şekilde konuşarak birilerine taş atıyordu ama taşların muhatabının yüzünden düşen bin parçaydı. Solan'a bakmaktan kaçınıyordu. Geldiğinden beri tek kelime etmemesi de ilginçti. Adonis ikisi arasındaki gerilime anlam veremedi. Solan'ın aleni sataşmasına cevap vermeyen Artemis başlı başına garipti. Hades'in sesiyle dikkatini ona çevirdi.
"O zaman Tartaros fikrini unutalım. Öldürmekle eşdeğer."
Bir fikir birliğine varamayınca koltuğundan doğruldu ve kadının önerisini ortaya sundu.
"Yaşlı cadıyı görürse tanıyacağını söylüyor. Benden şans istedi."
Herkes fikrin kabul edilirliğini sorgulamak için Ares'e bakınca, Ares alaycı bir sesle konuştu. "İşbirliği konusunda da çok istekli, sürekli bir öneriyle geliyor. Aslında biz otursak, o her şeyi çözecek gibi."
Hades güldü. "Bu çok iyi olurdu. Onca koşturmadan sonra tatile doyamadım."
"Ona bir şans verdik diyelim ve şüphelendiğimiz cadı veya büyücülerin yanına götürdük, yine de bir sorunumuz var. Onu nasıl zapt edeceğiz? Melez olması kafamı karıştırıyor."
Apollon ve Athena doğruca Solan'a bakınca Solan isteksizce gönüllü oldu. Ares elini olmaz anlamında sallayarak konuştu.
"Senin başka bir görevin var Solan. Bahçe konusunda hala rahatsızım. Beyaz cadılara koruma konusunda yardımcı olmanı istiyorum, hiç değilse kolyenin nerede olduğunu bulana dek."
Solan emri onaylayarak başını salladı. Adonis, Ares'in ona doğru bakmasıyla sıkıntıyla kımıldandı. Anlaşılan piyango ona vurmuştu. Keşke sucubbus uzmanıyım diye hava atmasaydım diye düşündü. Şimdi duygusal bir iblis meleziyle uğraşmak zorunda kalacaktı. Ares daha konuşmadan elini kaldırdı.
"Anladım, en zor görev bana ait."
Ares sırıttı ve geriye yaslandı. "Üzgünüm Adonis ama durumu biliyorsun."
Hepsi Ares'in bu görevi üstlenmesi halinde Dünya'nın delireceğini biliyorlardı. Hades çapkın bir bakışla ona baktı.
"Baş etmekte zorlanırsan beni yardıma çağırabilirsin Adonis. Ben Ares kadar kılıbık değilim."
"Boş versene!" diye homurdandı Ares.
"Böyle konuşarak feminist damarlarımı kabartıyorsunuz çocuklar. Çenenizi kırmadan önce bu saçma çapkınlık muhabbeti bitirin!"
Athena'nın hepsinin ağzına lafı tıkan konuşmasından sonra ciddileştiler. Planları tekrar gözden geçirdikten sonra Athena son bir soru daha sordu.
"Pan'ı ne yapacağız?"
Ares hınzırca sırıtarak ona baktı. "Onu Antalya'nın en iyi okuluna yazdırdım. Pazartesi günü okula başlayacak. Fakat henüz haberi yok, ona söylemeye can atıyorum."
"Bu çok iyi bir fikir" dedi Apollon. "Fakat bu sefer diploma alsın. Böylece uzun bir süre yaramazlık yapacak hali kalmaz."

Bölüm 9 : Beklenen Saldırı


Buzlarla kaplı boyutta hüküm süren tek bir mevsim vardı; kara kış. Dağı taşı donmuştu, havada sürekli bir fırtına hissi asılıydı. Dipsiz uçurumlar ve soğuk rüzgarlar yüzünden yarılmış kayalıklardan oluşan boyutta, devasa mağaralar ve geçitler vardı. Canlı yaşıyordu elbette ama kalplerinde sıcak bir duygunun oluşmayacağı yaratıklardı onlar. Gri, siyah ve mavimsi bozuk bir renkten başka renk yoktu. Boyutta bitkinin bir zamanlar yetiştiği tek yer olan buz tutmuş ağaçlık bölge bile bu armoniye uymuştu.
Buz devlerine hükmeden buz iblislerinin yaşadığı bu boyutun tek hakimi olan Loki, tahtında oturmuş; ona rapor veren komutanına duygusuz bakışlarla bakıyordu. Yaklaşık iki metre boyundaki iblis, sadece onun anladığı bir dilde homurdanarak konuşuyordu.
Saçları ve sakalları buz tutmuş komutanın ten rengi de bozuk bir griydi. Üzerine giydiği hafif zırh dışında bir kıyafeti yoktu ve sürekli yanında taşıdığı ucu tırtıklı kılıcı kemerinden sarkıyordu. Gözleri ruhunun karanlığı gibi siyahtı, tamamen siyah. Ardında iki sıra halinde dört yaveri verilecek emirleri bekliyorlardı. Biraz ötelerinde ise kış cadıları, ellerinden dökülen büyü sisleri ile dinlemedeydiler.
Loki, komutanının hazırlıklar hakkındaki konuşması bittikten sonra bir süre düşündü. Kirke ona biraz daha beklemesini söylemişti ama neden bekleyecekti ki? Aptal cadının emrinde değildi. Loki'nin kendine ait planları vardı ve Kirke ona gereken büyüyü zaten yapmıştı. Tüm geçitler hazırdı. Sadece Loki'nin emri bekleniyordu, korkak Kirke'nin değil...
İntikam hırsıyla köpürdü. Hepsi suçluydu, hepsi. Baldur'un onu Thor'un kaybıyla suçlamasından sonra, savunması beklenmeden Jotunheim'e sürülmüştü ve kendi boyutunda hapis kalmıştı. Kabul edildiği tek yer Kirke'nin adasıydı, oraya da cadının izni olmadan gidemiyordu. Herkes tarafından aşağılanmaktan sıkılmıştı ve Ares'ten intikamını almak için yanıp tutuşuyordu. Çünkü Baldur'un aklına girenin ve aptal Baldur'u cesaretlendirenin o olduğuna emindi.
Uzun asasını kemikli elleriyle sıktı ve içindeki soğukluğu yansıtan bir sesle komutanına emrini verdi.
"Yok edin!" diye tısladı. "Canlı hiçbir şey kalmasın. Toprağı dahi lanetleyin ve üstünde gezinen her canlıyı!"
Komutan tırnaklarını kendi göğsüne geçirdi ve çekti. Koparttığı mavi kan damlaları süzülen deriyi yere fırlattı. Arkasını dönüp taht salonunu terk ederken kaba bir sesle diğerlerine emir verdi. Kış büyücüleri ile buz iblislerini peşine takıp, onları bekleyen buz devlerine dehşet iznini vermek için hızlı adımlarla yürüdü.
Loki gözlerini kısıp arkalarından bir süre baktı ve yarım ağızla sırıttı. Yumruğunu açtı ve avucundaki kolyeye baktı. Birkaç gün sonra tüm kainatın tek hakimi olacaktı ve kendini beğenmiş Ares bile onun önünde diz çökecekti. Güçsüz kalacak ölümsüzler bir yudum nektar için ona yalvaracaklardı ama Loki onlara acımayacaktı. Şimdiden sonsuz kış ve sonsuz güce sahipmiş gibi hissediyordu. Sırıtışı genişledi ve giderek tizleşen bir kahkahaya dönüştü.
***
"Ares sana söylüyorum o adama güvenemezsin."
Ares iç geçirerek bıkkınca sordu. "Neden güvenemeyecek mişim?"
"Çünkü ben güvenmiyorum ve ben senin ablanım. En doğrusunu ben bilirim."
"Yine başlama Artemis." Dedi elini sallayarak. "Vaktimi çalıyorsun, benim gitmem..."
Ares'in koluna sarılarak yönlenmesini engelledi. "Beni ikna edemeyeceğin için hemen kaçma."
"Tatlım seni ikna edemeyeceğim için gitmiyorum, gitmem gerektiği için gidiyorum."
"Aynı şey! Sonuçta gidiyorsun." dedi bir yandan da ne yapacağını düşünüyordu. "Tamam, sana kanıt bulacağım. Onun bir hain olduğunu sana kanıtlayacağım."
"Artemis, lütfen işleri olduğundan fazla karıştırma. Solan'ın peşini bırak da işini yapsın. Onu doğduğundan beri tanıyorum ve şimdiye kadar Dünya ile yaptığı son oyun dışında arkamdan iş çevirmedi."
"Bak! Kendi ağzınla söylüyorsun." Dedi gözlerini kısarak devam etti. "Senin güvenini kazandığını anlayınca numaralarına başlamış."
"Of, of! Artemis! O ikisi, yaptıkları plan sayesinde tüm evleri ve boyutları kurtardı. Kızmıştım ama bence Solan'ın o tarz numaralar çevirmesinde sakınca yok. Dedim sana, ona çok güveniyorum."
"İyi, sen saf dolanmaya devam et ama ben uyanık olacağım. Ona nefes aldırmayacağım, ta ki ait olduğu yere dönene dek."
"Ne istiyorsan onu yap ama Solan'ı çileden çıkarma."
"Ha ha ha! Çıksa ne olur?"
"Adamın peşini bırak! Sonra görüşürüz tatlım." Diyen Ares kaçarcasına yönlendi.
Ares'e adamın o halini anlatabilirdi ama kanıt olmadığı için ancak kızdırmaya yarardı. Daha inandırıcı kanıtlar bulmalıydı ve bir yandan da adamın kötü planını engellemeliydi. Kolye kayıp olduğuna ve Solan ne yapıp ne edip kendini değerli bahçeye nöbetçi ilan ettirdiğine göre... Planın ana konusu nektarlar olmalıydı. Ne kadar önemsediğini sabah görmüştü. O soğuk adamın, bir periyi zevkten inletecek kadar ateşli öpmesi... Çok ilginçti. Bu perilerin kırmızı hayranlığı da nereden çıkmıştı?
Gözlerini kıstı ve daha fazla düşünmeden bahçeye yönlendi. Eğer aynı sahneyle veya benzer sahneyle karşılaşırsa, tüm perileri değiştirmeye karar vermişti. Demeter'in perileri yerine kendi perilerini koymalıydı, tarımdan anlamazlardı ama hiç değilse, daha edepliydiler.
Bahçede hasat zamanıydı. Tüm periler büyüyle nektarları sağıyorlardı ve beyaz cadılar da etrafta dolanıyorlardı. Onu fark edince bir anlığına tısladılar, kendini tanıttığı anda sakince işlerine geri döndüler.
"Nerede bu iblis bozuntusu?" diye mırıldanarak bakınmaya ve bir taraftan da yürümeye devam etti.
"Beni mi arıyordun?"
Tam arkasından gelen sesle neredeyse çığlık atacaktı. Eli kalbinin üstünde, nefeslenerek Solan'a döndü. Bahçe sınırında bir ağaca omzunu yaslamış, gözlerinde keskin bir bakışla onu izliyordu. Az önce oradan geçtiğinde adamın orada olmadığına emindi, görünmezliğini kullandığını anladı.
"Görünmez olmandan nefret ediyorum. Bu çok haksız bir yetenek!"
Solan doğruldu ve yüzünün yanlarına dökülen kırmızı saçlarının arasından ona baktı. Kızgın değildi ama başka bir şeyler vardı. Tenine, savunma ihtiyacını belirten bir ürperti yayıldı. Soğuk bakışlı yeşil gözler doğruca onun gözlerine bakıyordu. Deri şeritlerle sarmalanmış dar bir yelek giymişti ve silah olarak garip sopadan başka bir şey taşımıyordu. Kolsuz yeleği ve derin yakası yüzünden dövmeye benzeyen yara izleri belli oluyordu.
Artemis rahatsızca etrafına bakındı.
"İyi, iyi. Bu kez hepiniz görevinizin başındaymışsınız. Kontrol etmeye gelmiştim."
"Ve şimdi de gidiyorsun, değil mi?"
Kaşlarını çatarak Solan'a döndü. "İstediğim zaman giderim kırmızı. Gizlediğin bir şey mi var?"
Solan başını doğrulttu ve kibirli bir sırıtışla ona güldü. "Benimle dalga geçiyor olmalısın güzelim. Doğrudan sorulacak bir soru mu bu? Ya da benim bir şey gizlemediğimden emin olduğun için sadece beni sinirlendirmeye çalışıyorsun."
"Bana güzelim deme!" diye homurdandı.
"Neden? Biliyorsun ki, ben yalan söylemeyi severim."
"Aptal olma, söylediğin yalan değil."
"Benim için yalan, güzelim."
Solan'ın gülümsemesi genişlerken aniden doğruldu ve bahçeye doğru baktı. Eli sopasına doğru giderken yüzünde katı bir ifade belirmişti. Tek elini yere doğru salladı ve parmaklarının arasında yeşil ışıklar oluştu. Aptal iblis ona saldırıyor olamazdı değil mi? Hemen bileğindeki zinciri çözerek Solan'ın baktığı yöne döndü. Her şey normaldi, yoksa Solan ona mı saldıracaktı?
"Beyazlar! Bahçeyi mühürleyin!" diye bağırdı Solan.
Emri duyan beyaz cadılar tam hareketlenmişti ki, yer altında sallandı ve aynı anda birçok yerde geçit açıldı. Buz gibi bir soğuk nefes kesercesine bahçeye dolarken geçitlerden buz devleri homurtular eşliğinde bahçeye adımladılar. Solan'ın büyü yapan sesini duyduğunda; o da, yaklaşan ilk deve doğru saldırmıştı. Zinciri, devin boynuna doğru sallayıp arkasına geçti ve tüm gücüyle zinciri çekti. Zincir kıvılcımlar çıkartarak devin boğazını yağ misali kesti ve Artemis zincirle birlikte ileri doğru takla attı. Koca dev zemini sarsarak yere düştü.
Solan ise kısa sopası ve büyüleriyle, geçitlerden çıkan devlere saldırmıştı. Beyaz cadılar onun etrafını sarmış büyüleriyle adama yardım ediyorlardı. Artemis burnunu kırıştırdı, bir diğer deve doğru dönerken söylendi.
"Bana yardımcı olmaya çalışan bir kişi dahi yok! Tüm cadılar kırmızının etrafında! Ay aman neyse, zaten yardıma ihtiyacım da yok."
Solan geçitleri kapatmaya uğraşırken güçlü bir tipi bahçede esmeye başladı. Beyaz cadılar koruma kubbesini oluşturamıyorlardı çünkü devleri bahçeden uzaklaştıramamışlardı. Artemis dördüncü devi de yayıyla hallettikten sonra Solan'ın sesini duydu.
"Artemis bahçeden çık! Kubbe büyüsü için hazır."
Artemis bahçenin ortasındaki geçidi kapamaya çalışan Solan'a doğru baktı. Nektar bağı çok hasar görmüştü ve beyaz cadılar güçsüzleşmişlerdi. Yeni geçitlerin açıldığını fark edince, Solan'a bağırdı.
"Geçidi ben mühürlerim, asıl sen çık!"
"Boyutu kapatmam gerek ama büyümü senin yüzünden yapamıyorum. Şu bahçeden çık!"
"Geçitler hala açıkken zaten yapamazsın mankafa!"
Öfkeyle tıslayan Solan omzunun üstünden ona baktı ve aniden dönerek yeşil ışıkla yanan elini ona doğru uzattı. Artemis bu ani saldırıya tepki vererek yana kaçındı ve yayını Solan'a doğrulttu. Tam oku bırakacakken eli titredi ve oku atamadan durakladı. Ve o sırada yanına bir şey düşerek toprağı salladı. Solan yeniden işine dönerken Artemis şaşkınca yanı başındaki ölü deve baktı. Aynı anda diğer tarafından da benzer bir gürültü geldi. Tek büyüyle iki devin işi bitmişti. Ve Solan ona değil, ona saldırmak üzere olan devlere büyüsünü göndermişti. Yeniden Solan'a döndüğünde adamın ona doğru koştuğunu gördü. Kolundan tutarak bahçenin sınırından çıkarttığı anda, beyaz cadılar büyüyü başlattı. Çünkü bahçe işgalcilerden temizlenmişti.
Soluk soluğa kalmıştı ve bu yaptığı dövüş yüzünden değildi. Az önce kendi hayatına mal olabilecek bir tereddüt yaşamıştı ve sebebi Solan'a okunu atamamasıydı. Yayı boşaltmaması iyi olmuştu ama ya Solan gerçekten de tehdit olsaydı...
Kolunu adamdan çekerek hırladı.
"Bana dokunma!"
Solan iyice beyazlamış bir yüzle ona baktı ama bir şey söylemeden beyaz cadılara doğru döndü. Devlerden kurtulmuşlardı ama bahçe sınırına yakın kapanmamış iki geçit kalmıştı. Solan geçidin birine doğru yürürken o da kendine gelerek diğerine yöneldi. Fakat geç kalmışlardı. Geçitlerden çıkan iblis grubu ve yanında gelen dişi kış büyücüleri büyüler eşliğinde bahçeye adımladılar. Buz büyücülerinin hedefinde beyaz cadılar vardı, büyüyle uğraştıkları için savunmasız durumda olan cadılar, hazır olan saldırıya bu kez karşı koyamadılar. Göz açıp kapayana dek buzdan bir heykele dönüştüler ve iblislerin tek darbesiyle tuzbuz oldular.
Solan iki iblisi öldürmüştü ama iblislerce çevrelenerek korunan kış büyücülerine ulaşamıyordu. Solan'ın büyülü saldırıları yüzünden dikkatlerden uzak kalan Artemis, gözüne dişi büyücüleri kestirdi. Hızlı bir koşuyla iblislerin arasından sıyrıldı ve ilk kış büyücüsünün boğazını belinden çıkardığı hançerle deşti. Büyücünün çığlığı kulakları yırtarken Solan'ın haykırışıyla Artemis kendini yere attı ve takla atarak gruptan uzaklaşmak istedi.
"Hayır, Artemis çık oradan! Onları bana bırak!"
Ayakları yere değdiğinde, çenesinde bir darbe hissetti ve hançerini, ona tekme atan iblisin bacağına salladı. İblis silahı, ona saldıran iblisi yaralarken hemen doğruldu. Hançerini bir kez de iblisin göğsüne sapladı ve öldürücü bir kesikle iblisin işini bitirdi. Solan ona doğru gelmeye çalışıyordu. Adamın paniğine anlam veremedi. Gayet iyi götürdüğünü düşünürken asıl panik yaptığı şeye gözü ilişti.
Serbest kalmış iki tane kış büyücüsü dört iblisin koruması altındaydılar ve ona doğru bir büyü göndermek üzereydiler. Artemis o an anladı. Dairenin içine girmek düşündüğü kadar iyi bir fikir değildi. Bileğindeki zinciri boşa alarak kendini savunmak için bir dalga yaratmaya çalışırken büyüyü tamamlayan büyücüler ellerini ona doğru açtılar. Ve lanetli bir büyü havayı yararak ona doğru uçarken Artemis kımıldayacak zaman bulamadı.

Bölüm 10 : Ölümcül Öpücük

Uzun kemikli parmakların arasından fırlayan buzdan bıçaklar, ona doğru uçarken kırmızı bir şey ona çarptı ve zincir elinden çıkıverdi. Solan o durumda yapılacak en iyi şeyi yaparak bahçenin diğer tarafına yönlendi ve yönlenir yönlenmez, sıkıca sarıldığı Artemis'i iterek kendinden uzaklaştırdı. Hiç duraksamadan büyücülere doğru döndü. Artemis zinciri elinde hissetmeyince telaşlanmıştı ama onları arayan büyücü ve iblisler daha öncelikli bir sorundu.
Solan yere eğildi, saçları tüm sırtını pelerin misali örterken elini toprağa batırıp tuhaf bir sesle konuşmaya başladı. Ne dediğini anlamıyordu ve adamın yüzünü dahi göremiyordu. Solan bir emri andıran büyüyü bitirdiğinde, parmaklarının arasından elektrik misali akımlar toprağa dağıldı ve saldırganlara doğru yöneldi. Hava aniden ağırlaşmış ve büyünün gücüyle dolmuştu. İblis ve büyücüler çığlıklar atarak büyüye karşı koymaya çalışıyorlardı ama Solan onlardan güçlüydü. Kuruyup küle dönene dek, Solan büyüyü geri çekmedi.
Geçitler kapandı, yarım kalmış kubbe patlayarak parçalara ayrıldı. Toprak karardı ve çatlayarak yarıklara dönüştü. Solan'ın saçlarını uçuşturan güçlü bir rüzgar esti ve sağ kalan periler dehşet içinde kovuklarına doğru kaçtılar. Solan sonunda parmaklarını geçirdiği topraktan ayrıldı ve ellerini yumruk yaparak yeşil ışığın solmasına izin verdi. Rüzgar duruldu. Havayı kapatan tozlar yatışarak zemini kapladı. Solan derin bir nefes aldı ve yavaşça ona doğru döndü.
Yanağında uzun bir kesik vardı ve kanıyordu. Omzunun biraz aşağısında da daha derin bir kesik vardı. Büyülü buz bıçakları onun yerine Solan'ı kesmişti. Lanetli büyü ona çarpsaydı, durumunun Solan'dan çok daha kötü olacağını tahmin ediyordu. Lanet çarpmasına uğramayan Solan bu korkunç büyüyle de başa çıkmayı başarmıştı. Sebepsiz bir durgunlukla onu seyreden Solan'a küskünce bakarak söylendi.
"Bunun için sana teşekkür etmeyeceğim."
"Sen iyi misin?"
Solan'ın sorusu karşısında homurdandı. "Ne var, sana teşekkür etmeyenler iyi olamaz mı?"
Solan onu baştan aşağı süzdü ve aniden atılıp toprağa bulanmış elini onun boynuna attı. Artemis neye uğradığını bilememişti, sıcak parmaklar boynunu okşarcasına sarıldıktan sonra Solan hızla geri çekildi ve rahatça nefeslendi.
"Gayet iyisin."
Kaşları havalandı. "Ah! Sen o iyiyi mi kast ediyordun?"
Solan elinin tersiyle yanağını boyayan kanı sildi ve yüzünü de iyice toprak yaptı. Artemis kendi üstüne bakmayı akıl edince bağırmamak için kendini zor tuttu. Her tarafı toprak olmuştu ve elbisesi devlerden sıçrayan kanlarla lekelenmişti. Üstüne üstlük Solan da boynunu toprak içinde bırakmıştı. Bahçeye göz gezdiren adamın omzuna sıkı bir yumruk attı.
"Ahmak kırmızı! Üstümü başımı mahvettin!"
Solan omzunu ovalarken ona ters bir bakış attı. Sonra kasırga kopmuş ve harabeye dönmüş bahçeye doğru döndü. "Ares'e haber vermemiz gerek. Bu iş sana düşüyor."
"Ben senin ayakçın değilim kırmızı. Ben bahçeyi yani bu harabeyi korurum sen git söyle! Ayrıca Sirona'ya görün ve üstüne düzgün bir şeyler giy. Yanımda böyle gezmeni istemiyorum." Solan kaşlarını çatıp ona döndüğünde kararlı bir tavırla kollarını kenetledi. "Zaten zincirimi aramam gerekiyor. Senin yüzünden kaybettim."
Kırmızı durgun bir ifadeyle ona baktıktan sonra hiçbir şey demeden yönlendi. Artemis şaşkınca sırıttı.
"Hayret, söz dinliyormuş."
Bahçenin durumu felaketti ve canlı kalmayı başarmış bir tane dahi nektar fidanı kalmamıştı. Her şey kurumuş kararmış ve küle dönüşmüştü. Perilerin yeterince stok yaptıklarını umarak zincirini aramaya başladı. Ares boyuta geldiğinde, hala zinciri arıyordu. Ares büyük bir sıkıntıyla bahçeye göz gezdirdi ve perileri çağırdı. Periler toprağı ve hasar görmüş bağları kontrol ederken Solan'ın anlattıklarını dinledi.
"Tüm bağı kurutmam gerekti." Dedi Solan yaptığından hoşnut olmayan bir ifadeyle. "Yoksa toprak, kış büyücüsünün yaptığı laneti emecekti."
"Sen en doğrusunu yapmışsın." Dedi Ares ellerini beline koyarak bakındı. "Demeter ve Persephone'ye haber vermeliyim. Toprağı iyileştirip yeni nektar bağlarını düzenlemeleri gerekiyor."
"Bu çok zaman alır." Dedi Artemis. "O zamana kadar evlere ne diyeceğiz?"
"Onları bana bırakın." Dedi Ares. "Ben bir şey bulurum, kızacakları ama oyalanacakları bir bahane hazırlarım."
"Tüm öfkeyi kendi üstüne çekme." Dedi Artemis sonra durup Solan'a doğru baktı. "Suçu kırmızıya atabilirsin. Kimsenin itirazı olmaz."
Solan yan bakışla ona baktı ama sözlerine yorum yapmadı. Artemis kibirli bir ifadeyle burnunu yükseltip Solan'a bakışlarını iade etti. İblis masum gibi görünüyordu ama bir tuzak hazırlığında olduğu belliydi. Toprağın gücünü bu denli çekmesine ne gerek vardı? Tüm nektarların canına okumuştu. Solan'ın kendisi ve Ares nektara ihtiyaç duymuyor olabilirlerdi ama diğer ölümsüzler nektara gereksinim duyuyorlardı.
"Suçlu aramalarına gerek kalmayacak." Dedi Ares. "Evler arası bir olimpiyat düzenlerim. Saf güçleriyle savaşmalarının gerektiği ve hile yapmamak için herkesi bir süre nektarsız bırakacağımı söylerim. Sanırım sorun olmaz."
"Bu harika bir fikir Ares." Dedi gözleri ışıldayarak. "Senin benim kardeşim olduğun nasıl da belli."
"Kendini takdir etmene sevindim tatlım." Dedi Ares, geldiğinden beri ilk defa gülümseyerek. "Sana çok önemli bir görev vereceğim."
Artemis yanında duran kırmızıya doğru küçümser bir bakış atarak sırıttı. "Dinliyorum. Zor görevleri başarmakta üstüme yoktur, bilirsin."
"Pek ala. Yarışma kategorilerini ayarla. Olimpiyat için davetiyeleri hazırla ve Hermes ile evlere yolla. Yarışma için isim yazdırma işini de Hermes ile birlikte yapabilirsin."
Artemis'in gözleri öfkeyle kısılırken Solan kahkahayı bıraktı. "Gerçekten çok zor bir görevmiş."
Ares, verilen görev hakkında tek kelime etmeyen Artemis'in zincirini bulmasına yardım ettikten sonra kızı Olimpos'a gönderdi; ardından Demeter ile konuşmak için kadınının boyutuna yönlendi. Bahçede yalnız kalınca yorgunluğunu hisseden Solan, yıkılmış ağaçlardan birinin üstüne çöktü. Chimeara ateşini aldığından beri ani bir yorgunluk bedenini güçsüzleştiriyordu. O yüzden bahçe saldırısında yetersiz kalmıştı. Artemis yanında olmasaydı, peri katliamı ile karşılaşmaları olasıydı.
Ne kadar pervasız savaşıyordu bu kız! Tek bildiği, gözü kara bir şekilde plansız olayın içine dalmaktı. Düşüncesizliği yüzünden az daha dişi kış büyücülerinin laneti ile çarpılacaktı. Eli yeniden yüzündeki yaraya giderken saldırı anındaki paniğini anımsadı. Artemis henüz savunmasını toparlayamadığı bir anda büyücüler kıza saldırmışlardı. Uzun zamandır bu denli telaşlandığını anımsamıyordu. Büyük ihtimalle büyü, kızı sadece yaralayacaktı ama bu riske giremeden kendini öne attı. Kızın zarar görmesi halinde Ares'in yüzüne bir daha bakamazdı. Kızdan teşekkür beklemiyordu ama biraz daha nazik olsa fena olmazdı.
Bahçede çalışan perileri seyrederken boyut kapısının açıldığını hissetti. Demeter'i beklerken Hekate yanına yönlendi.
"Ah! Beni çağırmalıydın Solan. Bu halin de ne?"
Solan yanına çöküp yüzünü avuçları arasına almaya çalışan kadından kurtulmak için başını geriletti. "Çağırmamı gerektiren bir şey yok."
"İzin ver, yaralarını iyileştireyim."
Solan isteksizce kendini annesine bıraktı. "Buna da gerek yoktu." Diye sıkıntıyla mırıldandı.
"Kötü yaralanmışsın, of ya. Senin yanında durmalıydım."
Solan kadına laf söylememek için çenesini sıktı. Sanki hayatı boyunca onun yanındaydı da... Onu ortada bırakıp kaçmayı yeğlemişti, şimdi de anne rolü oynamaya çalışıyordu. Bedenindeki yaraların iyileştiğini fark eder etmez yüzünü Hekate'nin temasından çekerek ayağa kalktı.
Hekate hoşnut olmadığını belirtir bir bakışla ona baktıktan sonra ayağa kalkıp bahçeye doğru döndü. "Ares'in Dünya'yı kontrol etmek için gelmesi iyi oldu. Aklım sendeydi, bahçenin saldırıya uğramasından şüpheleniyordum ki, şu hale bak."
Eğilip tek elini toprağa bastırdı. Elinden yayılan beyaz bir sis dalgalar halinde bahçeye yayılırken toprak nefes alırmış gibi hafifçe kabarıp indi. Periler şaşkınlıkla Hekate'ye döndüler ve saygıyla başlarını eğip kadına selam verdiler. Hekate yardımcı büyüsünü tamamlayıp doğruldu ve perilerin selamını gülümseyerek aldı. Sonra aynı şefkatli gülümsemeyle ona döndü.
"Beni af etmediğini biliyorum Solan ve sana hak veriyorum..."
"Bunları konuşmak istemiyorum." Diye kadının lafını kesti. "Sen buradaysan Demeter gelene dek beklersen sevinirim."
Geçit büyüsüne başlamışken Hekate onun büyüsünü tek hamleyle bozdu ve karşısına geçerek kızgın bakışlarını ona dikti.
"Lafım bitmedi oğlum." Dedi sertçe. "Kaç ay oldu, sana kendimi açıklamama izin vermeni bekliyorum ama sen yüzüme bakmak bile istemiyorsun. Sen canımdan bir parçasın Solan. Seni sevmekten ve özlemekten bir an olsun vaz geçmedim. Yaptığım aptallıktı ve şu anki aklım olsaydı, tüm gücümle Zeus'a karşı gelip seni yanımda tutmak için savaşırdım. Babanın insafına bırakıp gitmek benim için de kolay değildi ama Zeus'un işkencelerine katlanmanı istemedim. Aşağılamalarına katlanmanı istemedim."
Solan, Hekate'nin giderek boğuklaşan sesi karşısında göğsünde büyük bir ağırlık hissetti. Taş kesilmişti. Hekate ona doğru adımlayınca irkilerek geri adım attı. Yüz ifadesi çöken Hekate durdu ve yavaşça konuşmaya devam etti.
"Seni korumak istemiştim. O zaman için alabileceğim yegane önlem buydu. Her şey için senden özür dilerim oğlum, ben seni hep sevdim ve sevmeye devam ediyorum."
Solan kadının yaşaran gözlerine daha fazla bakamadı ve geçit açmakla uğraşmadan, doğrudan Olimpos'a yönlendi. Bu kadar ağır duyguyu ardı ardına hissetmeye alışık değildi ve onu çarpan lanetten daha çok canını acıtmıştı. Önce Artemis için hissettiği baş döndürücü korku, ardından Hekate'den yayılan şefkat hissi...
Odasının korumasına girer girmez elinde sıktığı sopasını hırsla fırlattı ve üstünü yırtarcasına çıkartarak banyoya doğru yürüdü. O kadar öfkeliydi ki, Ares'in kızmayacağını bilse, tek başına Jotunheim'e gidip tekmeyi Loki'nin kuru poposuna yapıştırırdı.
Kısa bir duş alıp belinde havluyla dışarı çıktığında, Ares'i yatağın üstüne uzanmış olarak gördü. Ares ona yan bakışla bakınca, dolabına doğru yürümektense adama döndü.
"Seni hayal kırıklığına uğratmak istemezdim. Bahane olarak sayılmaz ama dikkatim çok dağınıktı. Bahçenin büyüsü için yardım edeceğim."
Ares başını kollarının üstüne koyup bakışlarını tavana çevirdi. "Bahçe konusunda endişe etme. Demeter yaptığın büyünün toprağı kurtaracağını söyledi. Zaman alacak ama zararı düzeltecek. Nektar bağı için de Persephone ve Hekate ona yardım edecek." Başını çevirip ona döndü. "Sorun bahçe değil."
Solan göğsü sıkıştı ama belli etmeden sakince sordu. "Sorun ne?"
Ares hızla doğrulup ayağa kalktı ve karşısına dikildi. Bakışları çok sorgulayıcıydı ve sakindi. Aynı hissi yansıtan bir ses tonuyla konuştu.
"Sorun, sen ve Artemis." Kaşlarının altından Ares'e bakmaya devam edince Ares devam etti. "Seninle çok uğraştığının farkındayım. Engellememi ister misin?"
"Nasıl?"
Ares ensesini ovalayarak cevap verdi. "Onu bir süreliğine Neith'in veya Sedna'nın yanına gönderebilirim, soruşturma bahanesiyle. Hem olimpiyatlar da onu bir süre oyalar."
"Döndüğünde canıma okumayı bırakır mı?" Ares kararsızca ona baktığında yeni bir soru daha sordu. "O zaman da beni mi bir yere göndereceksin?"
Ares sıkıntıyla iç geçirdi. Normalde bu tarz ilişkilere karışmayan Ares nedense birden bire onların kavgasını yatıştırmayı görev edinmişti. Artemis'in onun canını sıkması, Ares'i neden ilgilendiriyordu ki? Acaba saçma akrabalık bağları yüzünden; Ares, kardeşini ondan korumaya mı çalışıyordu? Fakat ne olursa olsun, o Artemis'e zarar vermezdi ve bunu Ares'in bilmesi gerekirdi. Gözlerini kısarak adama baktı.
"Cevabın hayır ve evet, değil mi? Peki, bir sorum daha var. Nasıl oluyor da ben Artemis'in odasına girebiliyorum ama o benim odama giremiyor?"
Ares bir an öylece baktı, sonra aniden gözleri açılarak öksürdü. "Ne? Ne dedin sen? Artemis'in odasında ne işin vardı senin? Nasıl girebilirsin?"
Şaşkınlığından anladığı kadarıyla Ares'in herhangi bir fikri yoktu. O daha çok odaya girme olayıyla ilgileniyordu. Şaşkınlığın öfkeye dönüşmemesi için geçen gün olanları kısaca Ares'e açıkladı. Ares kaşlarını çatarak bir süre düşündü ve odada birkaç tur attı. O da bu arada üzerine siyah gömlek ve pantolon giydi. Dolanmayı bırakan Ares ona doğru döndü.
"Bu konuyu benden başkasına anlatma. Sebebi sonra araştırırız. Öncelikli olarak Loki'nin saldırısına vereceğimiz cevabı kararlaştırmamız gerek. Az önce haber gönderdi. Asi buz iblisleri konusunda bizi uyarmak için. Aklı sıra işten böyle sıyrılacağını sanıyor adi herif."
"Bizimle karşılaşacağını tahmin etmemiş."
"Haklısın, bahçeyi mahvedip iz bırakmadan kaçacağını düşünüyor sersem. Bu sefer daha sert bir karşılık görmesini sağlamam gerek."
"Ben ilgilenirim."
"Şimdilik bekle." Dedi Ares. "Senin kahine gitmeni istiyorum."
Kaşlarını çattı. Prometheus'un yanına gidemezdi, eğer giderse, kahin onun bedeninde saklanan ateşi fark ederdi. Çünkü kahin de bir süre bu ateşi taşımak zorunda kalmıştı, sezmesi olasıydı.
"Neden?"
"Kolye için iz sürme tılsımı hazırlıyor, ona yardım etmeni istiyorum. O kolyeyi bir an önce bulmamız gerek yoksa olimpiyatlar can sıkıcı bir şekilde uzayacak."
"Apollon bu konuda benden daha usta."
Bahanesinin işe yarayıp yaramadığını heyecanla beklerken yüz ifadesini sabit tuttu. Neyse ki, Ares fikrine katıldı ve işleri ayarlamak için yanından ayrıldı. Derin bir soluk alarak yatağına uzandı. Olaylar yerine kişilerin aklını karıştırmasından nefret ediyordu. Gücünü toplamak için gözlerini kapatıp uyku denen vakit kaybına kendini teslim etti.
***
Adonis Nelai'nin tutulduğu odaya girmeden önce, kapının önünde, içerden gelen sesi dinledi. Sessizlik bekliyordu ama onu yerine Cerberus'un neşeli havlaması ve gülen bir kadın sesi geliyordu. Birkaç saat önce Hades'i kadının başına nöbetçi bıraktığında, bu neşeyle karşılaşacağı aklının ucundan geçmezdi. Ares ona bir görev verince Nelai'yi beklemek Hades ve küçük köpeğine kalmıştı. Nelai ise bu değişimden hiç hoşnut değildi. Şimdi ne olmuştu da, iblisin keyfi yerine gelmişti? İblis öldüren hançeri kınından çekti ve sessizce kapıyı açtı.
Odanın ortasında Cerberus yere uzanmış ve karnını okşaması için Nelai'ye izin vermişti. Hayvanın dili mutluluğunu yansıtarak neredeyse yere değiyordu. Hades koltuğa yatar gibi oturmuş, ikisinin neşesini gülümseyerek seyrediyordu. Nelai ise serbest bir halde dev köpeğin başına çökmüştü. Adonis kapıyı sertçe iterek bağırdı.
"Bu kadın neden serbest?"
Nelai ve Hades gülümsemeyi bırakarak sakince ona doğru döndüler. Cerberus ise hiç sakin değildi, neşeyle doğrularak Nelai'yi yere düşürdükten sonra Adonis'in yanına geldi ve elini yalamaya başladı. Nelai yere bağdaş kurup sözü Hades'e bıraktı.
"Hena serbest bıraktı, Ares kısıtlanmasına gerek olmadığını söylemiş."
"Bu kadın bir suçlu!"
Hades ekledi. "Ayrıca bir iblis. Biliyorum Adonis, biliyorum. Fakat Ares'in emriydi, istersen Hena'ya sor."
Adonis alaycı bakışlarla ona bakan kadına tüm öfkesiyle baktı. Ne kadar kendine güvenliydi, halbuki onu en son gördüğünde, ağlamamak için kendini zor tutuyordu. İdam cezasından tamamen kurtulduğunu düşünüyor olmalıydı. Ares ne demeye iblisi serbest bıraktırmıştı ki? Sürekli tedbirden bahseden adamın böyle bir davranışta bulunmasının tek açıklaması, aklında bir plan olduğuydu. Ona söylemesi gereken bir plan...
"Sen geldiğine göre ben gideyim, Cerberus'un yemek vakti de."
Ayağa kalkan Hades'e başını salladı. "Teşekkür ederim Hades."
"Hiç sorun değil. Ben Nelai'nin arkadaşlığından büyük zevk aldım." Dedi ve yerde oturmaya devam eden kadına döndü. "Bir süre daha buralardasın değil mi bebek?"
Nelai gülümsemeye devam ederek Hades'e cevap verdi. "Buralarda göremezsen, Tartaros'ta görüşürüz Hades. Tatlı Adonis beni oraya göndermek için yanıp tutuşuyor."
"Sen bakma bu yakışıklıya, o biraz sert oynamayı sever." Dedi eğlenen bir suratla. "Kaba konuştukça çekici olduğunu sanıyor."
Hades'e ters bir bakış yollayan Adonis hançeri kınına geri taktı. "Teşekkürünü aldın Hades."
"Yani gitme zamanı." Diye içini çeken Hades ayağa kalktı ve başıyla Nelai'yi selamlayarak Cerberus'a doğru elini salladı. "Haydi ufaklık, annecik bizi özlemiştir."
Hades yanlarından ayrılınca Adonis ne yapması gerektiğini düşünmek için koltuğa oturdu. Ondan bakışlarını ayırmayan iblise gözlerini dikti. Nelai ona bakmaya devam ederek yavaşça ayağa kalktı ve bir kedi zarifliğinde ona doğru yürüdü. Adonis saldırması için kadına bir şans vermeye karar verdi, saldırdığı vakit karşılığını vermek için. Şu anda hiçbir büyüsünü kullanmıyordu. Gerçi kullansa da Adonis için değişen pek bir şey olmazdı çünkü onun, şehvet büyülerine karşı bağışıklığı, çoğu ölümsüze göre fazlaydı.
Nelai uzun ve gür saçlarını hafif bir zambak kokusu saçarak geriye doğru salladı. Gümüş rengi gözlerini onu bulduğunda dolgun dudakları hoşnut bir biçimde kıvrıldı. Ona dokunmuyordu ama çok yaklaşmıştı. Yumuşak bir sesle konuştu.
"İzin verir misin?"
İfadesini hiç bozmadan başını hayır anlamında salladı. Nelai keyiflenerek sırıttı.
"Benden çekinme Adonis. Sadece sana dokunmama izin ver."
Kaşlarını çattı. "Büyü yaptığın an ölürsün."
"Farkındayım ve sen istemedikçe sana büyü yapmayacağım. Daha önce sözümü almıştın."
"Senin sözünün benim için anlamı yok." Dedi sertçe ve ekledi. "Az sonra kısa bir yolculuğa çıkacağız. Vaktini dinlenerek harcamanı tavsiye ederim."
"Sana dokunmaya ihtiyacım var."
Güldü. "Sıraya gir iblis, belki önümüzdeki yüzyılda sıra sana gelir." Dedi ve kadından uzaklaşmak için ayağa kalkıp yanından sıyrıldı. "Seni isteyecek kadar düşeceğimi sanmıyorum gerçi."
"Hoşuna gitmesinden mi korkuyorsun?"
Kadına doğru döndü ve sahte bir şaşkınlıkla baktı. "Şaka mısın sen? Beni etkileyebileceğini mi sanıyorsun?"
"Sanmıyorum. Eminim."
Nelai ona doğru yürüdü. Yüzündeki alaycı ifade silinmiş yerine ciddi bir kararlılık gelmişti. "Seziyorsun Adonis." Diye usulca konuştu. "Bana karşı koyamayacağını biliyorsun. Sana vereceğim zevkin bağımlısı olacağını hissediyorsun. Bana bakışlarından okuyabiliyorum, benimle birlikte olmanın nasıl bir his olduğunu merak ediyorsun."
Adonis yavaş adımlarla yaklaşan kadını sabırla dinledi. Nelai omzunun yanında durdu, onun kulağına doğru fısıldar gibi konuştu. "Uzun zamandır kimseyi arzulamadın değil mi? Sana yasak olan kadınların aşkı seni tatmin etmez sevgilim. Tamamen özgür bir bedene sahip olmak istemez misin? Bana dokunmayı..."
Nelai'nin son sözleri onu germişti. Kadın burnunu onun boynuna yaklaştırıp derin bir nefes alınca; Adonis irkildi ve eli bileğine bağlı olan kına gitti. Hançerin sapını sıkıca tuttu ama çekmedi. Nelai büyülü nefesini ona vermemişti ama tadına bakar gibi koklaması hoşuna gitmedi. Kadın aniden ondan bir adım uzaklaşıp gözlerini onun gözlerine kaldırdı. Hafifçe yutkunup gergin bir sesle konuştu.
"Seni isteyen bir kadının yanından geliyorsun."
Sesindeki hayal kırıklığını hiç beklemiyordu. Neith'in yanından gelmişti ama bunu iblisin bilmesi yine de şaşılacak şeydi. Succubuslar arzunun kokusunu alabilirlerdi ama aynı ortamda olması gerekiyordu. Neith uzaktaydı ve birbirlerine sarılmak dışında dokunmamışlardı bile.
Ares onu Neith'in yanına göndermişti çünkü bahçeyi koruyan beyaz cadılar öldürülünce, koruma olarak Neith'in güçlü lanet büyücülerini çağırmasını istemişti. Adonis, Neith'e bahçe saldırısını anlatmadı. Zaten büyücüler için fazla dil dökmesine gerek kalmamıştı. Kadın Ares'in istediği büyücüleri hemen göndereceğini söylemiş ve Mısır gezisi için bir kez daha şansını denemişti. Adonis'in kabul etmesi ona yetmişti.
Gümüş rengi gözlere bakarak sırıttı. "Ne o gözünde çekiciliğimi mi kaybettim?" dedi ve parmaklarıyla hançeri sıkmayı bırakarak doğruldu. "Gerçi senin için erkek olmam yetiyor, değil mi? Çiftleşmekten başka bir şeye kafa yormuyorsun. Ah! Bir de hırsızlık! Az daha unutuyordum."
Nelai bir adım daha geriledi ve soğuk bir bakışla onu süzdü. Sonra dilini dudaklarının üzerinde gezdirerek kararını vermiş gibi doğruldu.
"Çekiciliğin umurumda değil. Ben senin Adonis olmanla ilgileniyorum. Diğer kadınların sende ne gördüğünü merak ediyorum. Asteria'nın, seni de kralını istediği kadar istemesinin nedenini bilmek istiyorum. Her ikinize sahip olmak için kendini riske atmasının sebebini anlamak istiyorum."
Ares'in kral olarak istemesi bilinen bir şeydi ama Asteria, onunla ilgili bir plan yapmamıştı ki! Sadece anımsamadığı dönemde o, Asteria'yla işbirliği yapmıştı. Hatırlamadığına şükrettiği bir delilikle, dostundan öte olan Ares'e tuzak kurmak için kadından yardım almıştı. Kaşlarını çattı ve Nelai'ye bakarak konuştu.
"Sorularına cevap verecek tek kişi, dönemeyeceği bir tatile çıktı. Yanına gidip sorunu bizzat ona sormak ister misin?"
Nelai üstü kapalı tehditten etkilenmeksizin keyifle gülümsedi. "Burada ikimiz kaldık desene."
Adonis bu işten çok sıkılmıştı. Anahtar ikna etmek bile gözüne daha ilginç gelmeye başlamıştı ki, yaptığı en sıkıcı iş oydu. Dünya kalıcı anahtar olduğundan beri bu görevden de azat edilmişti. İçini çekip koltuğa oturdu.
"Uzun sürmeyeceğine emin olabilirsin."
"Süresi hakkında fikir yürütemem ama benimle iyi geçinmeye ne dersin Adonis?" dedi tam karşısındaki koltuğa oturup bacaklarını üst üste attı. "Ben hırsızlığımın af edilmesini istiyorum ve bunun için size yardım edeceğim. Sen de benim sorularım konusunda yardım edeceksin."
"Anlaşma yok. Yardım etmeyi teklif eden sensin, yoksa biz sen olmadan da olayı çözebiliriz."
Nelai yorum yapmaktansa bildiği bir şey var gibi gözlerini hafifçe kısarak onu süzdü ve başını yavaşça koltuğun arkasına yaslayıp gözlerini kapattı. Üzerinde hala aynı kıyafet vardı, sadece gömleğin üst düğmelerinden birinin daha çözülmüş olduğunu fark etti.
İblis'in güzelliği şüphe götürmezdi ve fiziği de kusursuzdu. Nelai'nin iblis görüntüsünde nasıl olduğunu merak etti. Çıplak, boynuzlu ve kuyruklu... Ten renginin de değişeceğini düşündü ama tahmin etmesi olası değildi. Değişmeden bilemezdi. Belki melez olduğu için değişim geçirmiyordu ama bu küçük bir ihtimaldi. Cazibe büyüsünün işlemesi için değişim geçirmesi şarttı. Düşünürken merakının zihninde filizlenmesine engel olamamıştı. Belki sözleri belki de yaydığı gizem yüzünden Nelai ilgisini çekiyordu.
Kapı açılana dek, uyumayan ama gözlerini de açmayan Nelai'yi seyretmeye devam etti. Ares'in içeri girmesiyle kadın gözlerini açıp doğruldu. Ares ona bakarak yanına doğru yürürken konuştu.
"Nabi geldi fakat kahinin kulübesinde görüşmek istiyor." Dedi ve yanında durup bakışlarını kadına çevirdi. "Üzerinde başka geçit taşı var mı?"
Başını sallayan Nelai, Ares'e cevap verdi. "Bir tanesine sahip olmak için neleri göze aldığıma baksana."
Ares kadına yarım bir gülümseme gönderdi. "İşine nasıl yarayacağını merak ediyorum."
Nelai gözlerini kıstı. "Ne demek istiyorsun?"
"Geçit taşları genelde iki kapılıdır. Sana onu veren her kimse, bir kapısını bu boyuta açmış fakat Olimpos'a girişini kendi çabalarınla yapmak zorunda kalmışsın. Doğrudan Olimpos'a girişini sağlamamış. Yani kapının biri hiç işine yaramıyor. Düşündüm de, acaba diğer kapısı işine yarıyor mu ve nereye açılıyor? Eğer o da gereksiz bir yere açılıyorsa, taşa sahip olmak için bu denli riske girmenin nedeni neydi?"
"Sana onun beni kandırdığını söylemiştim!"
Ares bakışlarını sertleştirerek konuştu. "Neden onun seni kandırmasına izin verdin?"
"İzin vermedim. Taşı alırken bana istediğim bir boyuta gideceğimi söylemişti."
"Aptal gibi mi görünüyorum Nelai?" dedi Ares sakin bir sesle. "Bu kadar kolay yalan söylemenin başka açıklaması olamaz."
Nelai kararsız kalarak bakışlarını Ares'ten alıp ona çevirdi. Ayağa kalkan Adonis, Ares'in söylemek istediğini tekdüze bir sesle açıkladı.
"Taş oluşturulurken en azından bir geçidin açılması gerekir. Elindeki taş iki kapılı mor geçit taşı ve sana taşı veren ya dünyadaydı ya da senin buraya gelmeni bekleyerek taşı sana vermişti. Buraya geleceğini bilerek sana izin vermesi tuhaf ve geçidi doğrudan eve veya bahçeye açmak yerine seni kapının önünde bırakması daha da tuhaf."
"Bana taşı vaat etti ve ben de almak için küçük bir görev yaptım. Bu kadar ayrıntıdan haberim yok."
Ares bakışlarını kadından alıp ona çevirdi. "Taşı kahine göstermeliyiz, belki diğer geçidin nereye açıldığını öğrenebilir. Daha sonra ne yapacağımıza karar veririz."
"Ben ne olacağım? Geçidi siz kullanamazsınız, bana ihtiyacınız var. Taşımı bana verin!" diye Ares'e doğru adımlayan Nelai'nin yolunu kesen Adonis sertçe konuştu.
"Sen mahkum olduğunu hala anlamadın mı? Sesini kesmeye ne dersin?"
"Taşım kimde?" dedi Adonis'e bakarak sordu. "Sende mi?"
Adonis sabırsızca iç geçirip Ares'e döndü. "Bu kadın işimize yaramayacak."
Nelai köpürdü. "Elim kolum bağlı halde, beni birilerine sergilemeye bir son verin ve benim isteklerimi tatmin edin. Yoksa yardım etmemi boşuna beklersiniz. Bana fırsat dahi vermiyorsunuz."
"Sen lanet olası bir tutsaksın!" diye Adonis ona doğru döndü. "Çeneni kapat ve sana verilen emirleri uygula!"
Nelai gözlerinin parıldamasına neden olan bir öfkeyle ona baktı. "Ben size yardım etmeye çalışıyorum."
Adonis kadının üstüne yürüyecekken Ares araya girdi ve tek elini onun göğsüne koydu. "Sakin ol Adonis. Gelmesinde sakınca yok." Dedi ve onu yavaşça ittirip ikisini ayırdı. "Kadının sorumluluğu sende, canını sıkacak bir hareketi olursa, onu cezalandırmakta serbestsin. Bizden ne gizlediğinin önemi yok."
Nelai kaşlarını çatıp Ares'e baktı ama yorum yapmadı. Değerinin olmadığını öğrenmekten pek hoşlanmıyordu. Adonis başını salladı.
"Tamam."
Ares yönlendikten sonra Nelai'ye döndü. "Yürümemiz gerekecek. Bahçeden geçmeliyiz ve oradan yönlenebiliriz ama oraya yönlenemeyiz."
"Çok üzüldüm." Dedi sahte bir gülümsemeyle.
Adonis sırıttı ve elini kadının bileğine atarken konuştu. "Yine de kapıya kadar yönlenmemizin keyfini çıkar."
Nelai irkilirken Adonis yönlenmişti bile. Onun korkusuna gülen Adonis'i iterek kendinden uzaklaştırdı ve nefret dolu bakışlarla, kahkaha atan adama baktı. Biçimli dudaklarının arasından görünen beyaz düzgün dişleri ve kısılan gözleriyle Adonis onun nefesini kesti ve korkusunun yerini başka bir duygu aldı. Öfke dolu bakışları yumuşarken kendi bedenine olan hakimiyetini kaybederek Adonis'e yaklaştı. Olimposlu'nun yakışıklılığı ve şu anki samimi hali başını döndürmüştü.
Adonis sırtını duvara yaslamış kahkahasını bastırmaya çalışıyordu. "Yüzünün hali çok komik oluyor. Sen iblis olduğuna emin misin?"
Nelai dudağını yaladı ve Adonis'in tam karşısında durdu. "Test etmeye ne dersin?"
Adonis gülmemek için dudağını sıkarak doğruldu ve onun kendisine fazla yaklaştığını fark edince ciddileşti. Ölümsüzün kolundaki silaha uzanmaktaki kararsızlığını izleyen Nelai bir adım daha attı.
"İstersen hançeri kalbime sapla ama seni bir kere öpmeme izin ver."
Adonis yutkundu ve bakışları onun dudaklarına doğru kaydı. Az önceki neşesi, yüzünü tatlı bir ışıltıya boğmuştu ve nasıl oluyorsa adam daha da güzelleşmişti. Siyah uzun kirpikleri kıpırdadı ve safirleri andıran gözleri onun gözlerine yükseldi. Gergin bir sesle konuştu.
"Bir öpücük her ikimiz için de tehlikeli."
Nelai elini Adonis'in eline attı ve çekerek kolundaki hançerin sapını kavramasını sağladı. Gözlerini Adonis'in muhteşem gözlerinden alamıyordu. Sözünü ettikleri cazibenin etkisinde olduğunu biliyordu ama artık karşı koymak için çok geçti. Eli Adonis'in parmaklarının kavradığı hançerin üstündeyken biraz çekti ve kından kurtulmasını sağladı. Şimdi istediği vakit Adonis hançeri çekip ona saplayabilirdi. Kalbinin hızlı atmasına şaşırarak Adonis'in dudaklarına uzandı.
"Büyü yok." Diye fısıldadı ve gözlerini kapatarak arzuladığı dudaklara dokunmak için parmak uçlarında yükseldi.
Dudakları birleşecekken Adonis'in parmaklarını saçında hissetti ve ölümsüz, onun saçlarını avuçlayıp çekerek yüzlerini birbirinden biraz uzaklaştırdı. Nelai gözlerini açtı ve birkaç santim uzağında duran adama baktı. Adonis dudağını yalayarak fısıldadı.
"Sana inanmam."
Nelai umutsuzca mırıldandı. "Nefes büyümü yapabilmem için bu mesafe yeter Adonis fakat ben yapmıyorum. Sadece seni öpmek istiyorum, bir kez."
Adonis'in muhteşem gözleri onun dudaklarına ilişince, teni ürperdi ve dudakları karıncalandı. Olimposlunun kararsızlığı canını sıkmaya başlamıştı. Adonis'in diğer elinde çektiği hançer duruyordu. Adamın bileğini tuttu ve hançeri kendi boynuna gelecek şekilde dayadı. Adonis'in kaşlarının çatıldığını ve çenesinin kasıldığını gördü. İki elini kendi sırtında birleştirdi ve Adonis'in gözlerine yeniden baktı.
"O halde sen beni öp. Dudaklarımı aralamayacağım."
Saçlarındaki parmaklar kasıldı. Boynundaki hançeri bastırmamak için kendini zor tuttuğunu hissediyordu. Güvenmemesi normaldi ve şu an Nelai, ondaki güvensizliğin ölümcül olmasıyla ilgilenmiyordu. Gözlerini kapattı ve yüzünü ona doğru yükseltti.
"Öp beni Adonis."

Hiç yorum yok:

Seri Hikayelerin Düzeni

TUTSAK SERİSİ 1. Kitap    Tutsak 2. Kitap    Anahtar 3. Kitap    Dünya 4.Kitap    Cehennem Hikayelerin dizilişi bu şekildedir. Diğer ...