Solan gittiğinden beri, adamın gitmeden önce onu götürdüğü odada volta atıyordu. Zihninde yüzlerce düşünce dolanıyordu ve en öne çıkan ise, Ares'in mirasına sahip çıkmasını nasıl sağlayacağıydı. Kronos'un gücüne talip olduğunda, Ares'i deliliğe saplanmasından çekinmesine artık gerek yoktu. Aşağıdaki odanın durumuna göre; adam zaten delirmişti. Başka bir sorun daha vardı. Kronos'un varisi olduğunu öğrenmesi halinde, Zeus'un da babası olduğunu kolayca anlardı. Ve annesinin akıbetini öğrenmek isterdi.
Moiraların ve Psykhe'nin sözleri ise Dünya'nın aklını iyice karıştırmıştı. Ya Ares tahtı alıp iblis ruhunun kötülüğünü silecek ve sonra delirme ihtimali olan Ares, titanların yanına hapis edilecek; ya da Zeus tüm gücü eline geçirecek, kehaneti yok edip iblislerin tepkisinden korkmadan Ares'i etkisizleştirecekti. Her iki yolda Ares'in zararınaydı ama Zeus'un yararınaydı. Her iki yol da, onun işine gelmiyordu.
Dünya yürümekten yoruldu ve divana oturdu. Bacaklarını kendine çekti ve sırtını tahta duvara yasladı. Gözleri kapıda bir süre daha bekledi. Gecenin geç bir vakti olduğunu tahmin ediyordu ama ne zamandır burada beklediğini hesap edemiyordu. Açlık ve yorgunluk, sıkıntısıyla birleşmişti ve başı göğsüne düşmeye başladı. Küçük odanın tam ortasındaki yuvarlak taş ocağın alevlerini seyretmekte zorlanıyordu. Derken yavaşça divana doğru kaydı ve ince minderin üzerine uzandı.
***
Bilinci yeni yeni uyanırken üzerinde bir örtü olduğunu hissetti. Boğazı kurumuştu dudaklarını yalayarak yutkundu. Odadaki yuvarlak ocak sönmüş olmalıydı çünkü örtünün dışındaki teni serindi. Gözlerini araladı, tabi serin olurdu karşısındaki tek pencere ardına kadar açıktı ve sabahın tüm ayazı odanın içindeydi.
Örtüsüne sarınarak doğruldu ve yalnız olmadığını o zaman gördü. Ares, ayakucundaki sandalyede oturmuş kaşlarının altından onu izliyordu. Gözleri uykusuzluktan kızarmıştı, güzel yüzü bembeyazdı. Bacaklarını onun yattığı divana çapraz uzatmıştı, ellerini karnında kenetlemişti.
''Üşüdün mü?''
Dünya, adamın sinirini hala koruyan sesi karşısında ürperdi. Odayı ve Solan'ın yüzünü dağıtmak onu sakinleştirmemişti anlaşılan. Bacaklarını aşağı sarkıttı. Üstü başı berbattı neyse ki, uyumadan önce Cerberus'un hediyesi olan, yüzündeki salyaları temizlemişti. Örtüye iyice sarındı.
''Biraz.'' dedi kırık bir sesle. Hadi ama! Şimdi hasta olmanın zamanı değildi.
Ares hızla ayağa kalktı ve pencereye doğru gidip kapattı. Kısa ayaklı sehpadaki şişeden bir kadeh doldurdu ve Dünya'ya uzattı.
''İç şunu.''
''Bu ne?'' dedi kadehi altın gözlüden alırken.
''Zehir.'' dedi Ares ve sandalyesine geri gitti.
''Yaşasın, ihtiyacım olan tek şey.'' dedi cansızca ve kadehteki sıvıyı kokladı. Ekşimsi bir kokusu vardı, meyveli bir içki olduğunu tahmin etti. Kokusunu saymazsa tadı fena değildi, içkiyi yudumlarken Ares ses çıkarmadan ifadesiz bakışlarla onu izledi.
Kadehi kenara bıraktı ve Ares'e baktı. ''Teşekkür ederim.''
"Her neyse." diye söylenen Ares alnına düşen saçları eliyle geriye attı. ''Cenazeye katılmam gerek, sonra Olimpos'a döneriz.''
Ares ayaklanınca Dünya'da ayağa kalktı. ''Bana bu kadar kızmana gerek yok Ares.''
Ares durakladı ve omzunun üstünden ona baktı. Gözlerinde kıvılcımlar dolanmaya başlamıştı. Keşke geceyi anımsatmasaydım diye düşünmekten kendini alamadı.
''Neden?''
''Nasıl neden? Benim de en az senin kadar çözüm için uğraşmaya hakkım var. Anahtar olan benim, yaptığım şeyler için bana kızamazsın. Kendin söylemiştin.''
Ares ona doğru dönerken Dünya yerinde sabit durmakta zorlandı. Onca öfkesine rağmen adama sarılmak istiyordu. Ares ile arasında iki metre bile yoktu ama bakışları ondan çok uzaktaymış gibiydi. Gittiği için gerçekten kızmıştı.
''Ne işler karıştırıyorsun Dünya? Ne yapacağını bana anlatabilirdin.''
''Senin de bana her şeyi anlattığın söylenemez.''
''Bu yüzden mi Artemis ile birlikte Tartaros'a bir gezi düzenledin? Benim sana bir şey anlatmadığımı sandığın için mi? Bunun için mi, dün gece beni burada bırakıp kayıplara karıştın? İntikam mı almak istiyordun?''
Dünya başını salladı. ''Hayır, intikam değil.''
Ares aniden bağırdı ve sıktığı tek yumruğunu, hırsla havaya salladı. ''O halde, neden yasakladığım halde yönlendin? Aklımı kaçırıyordum Dünya!'' Dünya irkildi çünkü Ares öfkesini kontrol etmeyi bırakmıştı. ''Tartaros'a gitmek için bir gün daha bekleyemedin mi?''
Ares ona doğru bir adım yaklaştı. ''Benden ne istiyorsun Dünya? Ne yapmamı istiyorsun?''
''Ares...'' diye inledi.
Her şeyi anlatmayı ne çok istiyordu ama altın gözlünün, Kronos ve güçleri konusunu ciddiye alacağını sanmıyordu. Tek ciddiye alacağı şey, Zeus ile ilgili kısımdı ve hiç hoşuna gitmeyecekti. Sakinleşmek için yutkunarak gerileyen Ares çenesini sıkıp gözlerini kapattı.
''Cenaze fazla uzun sürmez. Umarım beni burada beklersin.''
Dünya yeniden ''Ares...'' diye fısıldayarak adama atıldı ama Ares çoktan kapıya doğru dönmüştü. Elini havada, onu da tek başına bırakıp dışarı çıktı.
Kocaman bir yumru boğazına takıldı ve içi buz gibi oldu. Ayaklarını sürüyerek divana gitti ve uzandı. Başı dönüyordu, bayılsaydı keşke ama bilinci kapanmayıp ona acı vermeye devam etti. Birkaç dakika öylece yattı. Kalbi yeniden atmaya başlamıştı. Kapının açıldığını duydu. Açık gözlerinin gördüğü; yerel halktan bir kadının elindeki tepsiyi ocağın yanına bırakmasıydı. Kadın geldiği gibi geri çıktı ama Dünya tepsideki yiyeceklere bakmıyordu. Gözleri boşluktaydı aynı hisleri gibi...
Bir saat veya iki saat öylece yattı. İçindeki sıkıntı, ona nefes aldırmaz hale geldiğinde ayağa kalktı. Ares'in verdiği sıvıdan bir kadeh daha doldurdu ve tepesine dikti. İçki, ilaç gibi işe yaramıştı. Yiyeceklere dokunmak istemiyordu, kendini hiç bu kadar iştahsız hissetmemişti. Pencereden dışarı baktı, harap evleri tamir etmeye çalışan bir grup adam ve kadından başka dolanan kimse yoktu. Sessizliği bozan tek şey aletlerin tıkırtılarıydı, hiç hayvan veya kuş sesi gelmiyordu.
Gün geçtikçe enerjisinin azaldığını ve kötümserliğin onu ele geçirdiğini hissediyordu. Ya da sadece Ares yanında yokken hissettiği şey buydu. Laneti üzerindeyken bile böyleydi, adamın varlığı onun için uyuşturucu gibiydi. Bağımlılık yaratıyordu.
Cenaze töreni uzun sürmüştü ve oda onun için tabuta dönüşmüştü. Pencereden ayrıldı ve kapıya doğru yürüdü. Kapıyı açtığında karşısındaki oda da oturan Solan ile karşılaştı. Adam onun odasını görecek şekilde bir koltuğu çevirmiş ve kapısını izliyordu. Nöbetçisi hala iş başındaydı.
Karşı odanın kapısının önünde durdu ve kollarını kenetledi. Solan koltuğunda rahatça kurulmuş onu izliyordu. Dünya bir nefes aldı.
''Dışarıda biraz dolaşmayı düşünüyorum. Eğer senin ve patronunun izni olursa, bu çevrede dolanacağım.''
Solan dudağını büktü. ''Evcilleşmene sevindim.''
Dünya gözlerini devirdi ve aşağıya inmek için merdivenlere yürüdü. Adamla laf kavgasına girmeye niyeti yoktu, her ne kadar kendisi laf atmış olsa da. Basamakları inmeye başladı ve ardındaki yumuşak adımları duydu. Takip edeceğini tahmin ettiğinden tepki vermedi. Geniş girişte askere benzeyen üç kişi bekliyordu, onu görünce elleri kemerlerindeki bıçağa gitti. Adamların gözleri onun hemen arkasına ilişince rahatladılar. Solan'ın etkisi olmasaydı, dışarı çıkamayacağını anladı. Halk, iblis saldırısından sonra kimseye güvenmiyorlardı. Dünya açık kapıdan çıktı ve köşeli taşlarla döşenmiş yolda öylesine adımladı.
''Yanımda yürümeye ne dersin?'' dedi bir adım arkasından yürüyen adama bakmadan.
''Benden hoşlanmadığını sanıyordum.'' dedi Solan birkaç saniye sonra, hala pozisyonunu bozmamıştı.
''Hayır, senden nefret ediyordum, yanlış anlamışsın.'' dedi adımlarını yavaşlatmadan, ona yetişmesi için Solan'ın gayret etmesi gerekecekti.
''Ah, evet, unutmuşum.''
''Unuttuğun bir şey daha var sanırım. Eski patronunu hiç özlemiyor musun?''
''İksion benim patronum değil.'' dedi umarsız bir sesle. ''O, bir görevdi.''
Dünya omzunun üstünden Solan'a baktı. ''Ares'e gerçekten sadık mısın? Onun İksion'dan farkı ne?''
''Beni sınıyor musun anahtar? Yoksa güvenmek için mi uğraşıyorsun?''
''Sana asla güvenmem iblis.''
Dünya kaldığı evin çevresini dolanan yola döndü. Fazla uzaklaşmak istemiyordu. Ares her an gelebilirdi. Solan adımlarını uzun tutarak ona yetişti.
''Bana güvenmeye ihtiyacın olmasa, beni sorgulamazsın.''
Yanına gelen Solan'a yan gözle baktı. ''Ares neden sana güveniyor?''
''Bunu ona sorman lazım.''
''Neden sen cevap vermiyorsun?''
''Çünkü sen bana güvenmiyorsun ve ne dersem diyeyim, yalan olduğunu düşüneceksin.''
''Güvenirsem de, yalanını doğru olarak düşünebilirim, o daha kötü olmaz mı?''
Solan eliyle ensesini ovaladı. Üzerinde şeritlerden oluşmuş bir üstlük ve kalın kumaş bir pantolon vardı. Başlıklı tuhaf ceketini giymemişti. Gördüğü kadarıyla da silahsızdı, deri kolluklarındaki kında bıçak bile yoktu.
''Sözlerime güvenmeyeceğin için sana cevap vermesem daha iyi.''
El arabasıyla yanlarından geçen bir adama yol verdiler. Solan, adamın ikisinin arasından geçmemesi için ani bir hareketle Dünya'dan tarafa geçmişti. Dünya ona çarpmamak için geriledi ve bastığı taş yerine çamurun içine girdi. Pantolonunun paçaları çamur olmuştu, ters bir bakışla dibindeki Solan'a baktı. Adam hala taşın üstündeydi ve sırıtmamak için kendini zor tutuyordu.
''Seni geri zekalı!'' diye hırladı. ''Tepeme çıkman şart mıydı?''
Solan sırıttı. ''Senin de pire gibi zıplaman şart mıydı? Dokunuşumdan neden korktun ki?''
Dünya taşa geri çıkarken homurdandı. ''Korkmak doğru bir tanım değil, tiksinmek desek.''
Solan'ın kaşları bir an için çatıldı ama ifadesini hemen duygusuz hale getirdi. Bunu çok hızlı yapıyordu. Bu davranışı, adamın ne hissettiğini anlamayı zorlaştırıyordu. Dünya lafına bozulduğunu anladı. İblislerle baş edebilen ve iblis rolü yapan bir büyücünün duyguları olmayacağını kim söylemişti?
Çamurlu botlarını yere vurarak fazlasını attı ve yürümeye devam etti. Solan yine bir adım gerisinde duruyordu. Evin çevresinde bir tur attılar, tahta merdiven korkuluklarına vardıklarında Dünya kendini tutamadı.
''Sözlerim kaba oldu.'' dedi adama döndü. ''Tamam, tiksinmemiştim. Refleksti.''
Solan sadece kollarını kenetleyip sırtını korkuluğa yasladı. Gözleriyle etrafı kolaçan ediyordu, sanki Dünya hiç konuşmamış gibi. Dünya seslice soluklandı.
''Ne o, şimdi de küstün mü?''
''Küsecek kadar sana değer vermiyorum.'' diye homurdandı.
''O halde özür dilemezsem de, bana darılmazsın.'' dedi sırıtarak.
Solan Dünya'ya baktı, yeşilin vahşi bir tonunu yansıtan gözleri ışıldadı. ''Özür beklemiyorum çünkü sen de özür dileyecek kadar bana değer vermiyorsun.''
Kaş çatma sırası Dünya'ya gelmişti. Toynak sesleriyle başını gürültüye doğru çevirdi. Gösterişli atlara binmiş Ares ve kraliçenin maiyeti eve doğru geliyorlardı. Hepsi koyu yeşil kıyafetlere bürünmüşlerdi, Ares dahil olmak üzere. Kraliçe, Ares ve prenses diğerlerinden öndeydiler. Eve yaklaştıklarında, üçü dışındakiler geride kaldı ve hepsi attan indiler. Koşup gelen hizmetliler atları onlardan aldı, üç hizmetli ise evden çıkıp kraliçeyi karşıladı. Dünya, Ares'in gergin yüzünden gözlerini alamıyordu.
Üçü seri bir hareketle attan indiler ve Ares kraliçeye doğru konuştu. Kraliçe de ona cevap verdi. Ortak dili yani Türkçeyi kullanmıyorlardı. Maalesef. Ares selam verir gibi başını eğdi. Dünya aralarındaki konuşmayı duyuyordu ama hiçbir şey anlamadı, resmi tavırları sadece zarifti. Duygu yansıtmıyordu. Kraliçe bir süre Ares'e baktı ve sonra yavaşça konuştu. Ares başını sağa sola salladı ve kadına cevap verdi. Kraliçe prensese yan gözle bakıp gülümsedi, prenses de kadına cevap verdi ve Ares'e doğru döndü. Neden Türkçeyi kullanmıyorlardı, Dünya neredeyse bağıracaktı. Aralarında dört metre bile yoktu ama o ve Solan, üçü tarafından görünmez olmuşlardı.
Dünya, Solan'a döndüğünde adamın eğlenen bir yüzle konuşmayı dinlediğini gördü. Biraz daha adama yaklaştı.
''Ne diyorlar?'' diye fısıldadı.
Solan omzunu silkti. ''Havadan sudan.''
Dünya gözlerini devirdi ve konuşmaya devam eden üçlüye baktı. Küçük siyah gözlerin Ares'i etkilenmiş bakışlarla süzmesi canını sıktı. Ares'in hala yorgun olduğu yüzünden belli oluyordu ama asil duruşunu korumayı başarıyordu. Güçlü bir kral gibi diye düşünemeden edemedi. Ama hayallerinin kralı, bir türlü ondan yana bakmıyordu. Dünya'nın burada durması bile saçmaydı. Eve geri dönmek için hareketlenince Solan kolunu tutarak onu durdurdu.
''Bekle.'' diye fısıldadı. ''Saygısızlık yapma.''
Ares kraliçeye elini uzattı. Kraliçe uzatılan eli tuttu ama diğer elini prensese doğru uzattı. Dünya'nın çatık kaşları altında kraliçe, Ares'in eliyle, prensesin elini birleştirdi. Ardından ikisinin arasından çekildi. Ares, prensesin elini, kendi avuçları arasına aldı ve kadına gülümsedi. Dünya daha fazla izleyemedi, sol tarafında atan diken dolu kalbini yanına alarak eve doğru yürüdü. Ona uzanan Solan'ın eli bile onu durduramamıştı.
***
Botlarından çamurları saçarak üst kattaki odaya gitti. Solan'ın onu takip etmemesine sevinmişti. Erkek cinsinden birini görecek halde değildi. Kapıyı çarparak kapattı. Yolunun üzerindeki tepsiyi tekmeyle dağıttı ama öfkesini alamamıştı.
''Gözümün önünde ya!'' diye söylenerek divana yürüdü.
Bir tekme de divana attı ve tahtasının sert olduğunu anladı. Botlarına rağmen parmakları sızladı. Oflayıp zıplayarak divana çöktü.
''İyi ki, savaş tanrısı!'' dedi parmaklarının acısı içine akarken. ''Bir de aşk tanrısı olsaymış, ne olacakmış acaba?''
Dünya uyuşuk sıkıntılı halinin öfkeli sıkıntılı haline dönüşmesiyle kendine geldiğini hissetti. Şu an Ares'i dövebilirdi, yanında kraliçe ve prensesi de. Kapı açılınca ateş saçan bakışlarını kapıya çevirdi. Ares hoşnutsuz bir tavırla içeri girdi.
''Sana neler oluyor Dünya?'' dedi ve kapıyı kapattı.
Dünya ayağa kalktı. ''Asıl sana neler oluyor?''
''Sabırsız davranmanın anlamı ne bilmiyorum ama kraliçeye, yaptığın saygısızlığını açıklamak zorunda kaldım.''
''Ne dedin çok merak ediyorum.'' diye Ares'in yüzüne karşı bağırdı. ''Kusura bakmayın, normalde gözünün önünde cilveleşmeme sesi çıkmazdı. Bugünlerde kendinde değil, iblislerle çok takıldı mı dedin.''
Ares yüzünü buruşturdu. ''Cilveleşmek mi?''
''Aşağıda yaptığın şeyin açıklamasını da ben yaptım. Güzel olsa bari... Ama aptallık bende, senin boynuzlu sevdiğini anlamalıydım.''
Ares, ellerini bıkknca beline koydu ve gözlerini kapadı. ''Of, of!''
''Oflarsın tabi...''
Ares güzel gözlerini açınca lafı ağzına tıkılı kaldı ve derin bir nefes aldı. Altın hareler canlanmış, çekici bir ışıkla yanıyordu. Mıknatısı andıran çekime karşı koymaya çalışarak, cümlesini bir fısıltı gibi tamamladı.
''...çantadaki kekliğin huysuzluğu, canını sıkıyor olmalı...''
Ares'in gözleri onun dudaklarına kaydığında kalbi ağzından fırlayacakmış gibi atmaya başladı. Ares bakışlarını yeniden gözlerine çevirdi ve ona bir adım daha yaklaşıp aradaki mesafeyi tamamen kapattı.
''Sana çok kızgınım Dünya, hem de çok.'' diye mırıldandı.
Elini onun saçına uzatıp dağılmış tutamı kulağının ardına attı ve konuşmaya devam etti.
''Az önce güçlü bir kadının gurur törenine gölge düşürdün. Prensesin kendi varisi olduğunu ve onun da bağlılığına sahip olduğumuzu ilan ettiğini izlemek istemedin. Senin Olimpos'a katılacağını daha önce söylediğim için, yaptığın şey gerçekten kabaydı. Kraliçe Yuında güçlü bir stratejik müttefiktir ve şimdiye kadar bağlılık sözü verdiği tek ev, Olimpos oldu.''
''Yaaa...'' dedi titrek bir sesle, ne diyecekti ki başka.
''Öyle...'' dedi eli onun boynuna doğru indi. ''Prenses de gelecekteki kraliçe ve onun da bağlılığını kazandık.'' Ares haylaz bir bakışla gözlerini onun gözlerine dikti. ''Ve ben hala sana kızgınım.''
''Hadi yaaa...'' dedi, boynunda gezinen parmaklar dikkatini dağıtmıştı. Hemen kendini toparladı. ''Yani sanırım kızmakta haklısın. Kabalığımı kraliçeye nasıl af ettireceğim?''
Ares başını ona doğru eğdi. ''Gerek yok, ben hallettim.''
Dünya'nın soluğu kesildi. Sırf konuşmak için konuştu. ''Aaa, hallettin mi? Nasıl?''
Ares sırıttı. ''Prensese kocaman ıslak bir öpücük verdim.''
Dünya'nın beyni önce Ares'in ne dediğini anlamadı, daha sonra da şaka olabileceğini. Bu yüzden Ares'in beklediği tepki geç geldi. Ayılmamış bakışlarla birkaç saniye daha baktı, ardından aniden uyanarak bağırdı.
''Ne dedin sen?'' Ares'in hala ona sırıttığını görünce adamın onunla dalga geçtiğini anladı. Burnundan soluyarak konuştu. ''Çok uygunsuz bir şakaydı.''
''Hadi bizi kapıya ışınla.'' dedi vaat dolu bir sesle. ''Sonra Olimpos'a gidelim ve sana kızmaya devam edeyim.''
Dünya sırttı ve kollarını adamın boynuna doladı. ''Doğruca Olimpos'a gitsek nasıl olur?''
''Mührü açmadan seni yönlendiremem hayatım.'' dedi Ares, belinden nazikçe tutarak. ''Önce kapıyı açman gerek, dün gece yaptığın gibi. Ama takdir etmem gerek çok hızlıydın. Arkandan gelmek istediğimde kapı hala kapalıydı.''
Dünya dudağını ısırdı ve hınzır bir bakışla adama baktı. Ares gözlerini kısarak ona baktı. ''Yani öyle yaptın, değil mi? Başka türlü geçişi yapamazsın.''
''Çok konuşuyorsun ölümsüz.'' diye mırıldanarak adamın dudaklarını kendi dudaklarıyla kapattı.
Tutkulu dudaklar onu kendinden geçirmeden önce kendi odasını zihninde güç bela şekillendirebildi. Değişimi onun gibi Ares'te hissetmişti ve beklediği yer olmadığını anlayınca kendini çekti. Dünya kesilen öpücüğün ardından neredeyse çığlık atacaktı.
''Odandayız!'' dedi Ares şaşkın bakışlarla odaya bakarken. ''Neden yani nasıl?''
Dünya'nın omuzları düştü, galiba Ares öpücüğe devam etmeyecekti. Sürpriz! Sıkkın bir sesle cevap verdi.
''Sanırım yetenek genişlemesine yakalandım.''
Ares ona döndü. ''Sen kapıları kullanmadan yönlenebiliyor musun? Ne zamandan beri?''
''Dün denedim.''
Ares parmaklarını saçlarına geçirdi ve memnuniyetsizce geriledi. Dünya bu özelliğin hoş olduğunu düşünüyordu ama Ares'in tepkisi kuşkulanmasına neden oldu. Ellerini iki yana açtı.
''Bu iyi bir şey değil mi? Neden sorun yapıyorsun?''
Ares saçlarını sıkmayı bıraktı ve soluklandı. ''Bu, bir iblis büyüsüdür ve Hera'nın yeteneğidir ki, böylesi onda bile yok. Anahtarlar belki boyutların içinde yönlenebilir ama kapı mühürlüyken boyutlar arası yönlenemezler.''
''Sen de yönleniyorsun ve iblis değilsin.''
Ares yüzünü buruşturdu. ''Benim atam belli değil, iblislerle bir bağım olabilir.''
Dünya dilinin ucuna gelen kelimeleri geri çevirdi, onun yerine alakasız bir soru sordu.
''Zeus... Zeus senin güçlerini alamadığını biliyor mu?''
Ares başını salladı. ''Sanmıyorum, gizlemek için çok uğraştım. Yeteneğim dışındaki güçlerimi senin dışında, kimsenin yanında belli etmedim.''
''Fark etmedi mi?''
''Sanmıyorum, neden sordun?''
Ares'in sorusunu duymazlıktan geldi. ''Hekate'nin güçlerini neden almadı? O da Olimposlu değil mi?''
Ares güldü. ''İstese de yapamaz, Hekate'nin annesi güçlü titanlardan biri ve Hekate, Asteria'nın varisi...''
Gülümsemesi yüzünden silindi ve kaşları çatıldı. Dünya yutkundu, acaba anlamış mıydı? Birkaç saniye Ares'in deli gibi düşünmesini seyretti. Ares başını salladı.
''Yok, olamaz. Titanlar ben doğmadan çok önce hapsedilmişti. Tek kaçan Asteria idi ve Asteria'nın oğlu olmadığıma eminim. Zaten Asteria'nın güçlerini paylaştığı kişi, Hekate.''
''Peki, güçlerini senden alamamasının mantığı ne?''
Ares şakaklarını eliyle sıktı ve yatağın üstüne oturdu. ''Belki seni delirten iblis mücevherinin tadına bakmışımdır. Bilemiyorum.''
''Çok mantıklı oldu ve bana laf sokman da hiç hoş değil. Artık mücevherin etkisi altında değilim.''
Ares gözlerini ona dikti. ''Bazen o halini özlemiyor değilim.''
''Ne?'' dedi hayretle. ''O deliliğin nesini özlüyorsun?''
Ares çekici bir ifadeyle sırıttı. ''Beni baştan çıkarmaya çalıştığın zamanları...'' dedi. ''Cüretkârlığın dayanılmazdı.''
Keşke hepsi Ares için olsaydı diye düşünmeden edemedi. Boğazını temizledi. ''Sen dayanmakta pek zorlanmadın.''
''Bir de bana sor.'' dedi Ares.
Dünya adama yaklaştı ve bacaklarının arasına girdi. ''Sordum farz et.''
''Sen hiç ciddi olamaz mısın?'' dedi Ares ama elleri belini sarmaya başlamıştı.
Dünya Ares'e yardımcı olmak için iğrenç durumdaki tişörtünü üstünden sıyırdı ve omzunun üstünden attı. ''Ben de yatakta çok ciddiyimdir tatlım.''
Ares çekici bir bakış atarak eğildi ve dilini, onun karnında usulca gezdirdi. Küçük öpücüklerle süslediği gezintisi yukarı doğru ilerledi. ''Seninle ciddi bir konuşma yapmanın zaten zamanı gelmişti.''
Yakıcı öpücükler Dünya'nın tenini kavuruyordu. Dudaklarını ısırdı, omurgasından akan sıcak dalga beline dağılırken Ares onu kucağına doğru çekti. Tek kişilik yatağa uzandığında Ares altında kalmıştı. Altın gözlüyü ensesinden tutarak kendine yükseltti ve dudaklarıyla onun aşkını içti. Öpücük bittiğinde Ares'in üste çıktığını fark etti, bir ara kesinlikle kendinden geçmiş olmalıydı. Soluklanıp Ares'in ışıldayan yüzüne baktı. Ares onun yüzünü okşadı ve gülümsedi.
''Odana daha büyük bir yatak ayarlamalıyız.''
Dünya bacağını adama sardı. ''Şimdilik senin yatağınla idare edebiliriz, çünkü beklemeye niyetim yok.''
Ares iç gıcıklayıcı bir kahkaha attı. ''Tapılası dudaklarından çıkan en doğru cümle bu oldu.''
Dünya sırıttı. ''Ben, doğru bir tane daha biliyorum.'' dedi Ares'in gülümseyen dudağını okşadı. ''Seni seviyorum.''
Ares'in heyecanlı bir nefes aldığını hissetmek kalbinin delice çarpmasına neden oldu. Bir fısıltı gibi dudaklarından çıkan cümle ise onunkinden daha sarsıcı olmuştu.
''Benimle evlenmelisin!''
Dünya'nın kelimeleri bitmişti, bir daha hiç konuşamayacağını sandı. Ares'in apansız teklifi karşısında ki, bu tam bir teklif bile değildi, kalbi tamamen altın gözlüden yana geçmişti. Geriye ise kutsal bir mutluluk bırakmayı ihmal etmemişti. Ares onun tepkisizliği karşında bozuldu.
''Şey, burada evet demen gerekiyordu.'' dedi tereddütlü bir sesle.
''Neye?''
Ares'in yüzü iyice dağıldı. Dirseklerini yatağa dayayıp doğruldu. Bedenleri birbirine sarılmıştı ama yüzleri, tepki kontrolü için uzakta kalmıştı.
''Duymadın mı yine?'' dedi kuşkuyla. ''Az önce sana evlenme teklifi yapmıştım.''
Dünya yutkundu. ''Bana, önerilen bir emir gibi geldi.''
''Emir veya teklif, ikisine de aynı cevabı vermeni beklerdim.'' dedi kaşlarını çatarak.
Dünya adamın kararsız ve beklentili ifadesini süzdü. Gerçekten kast ettiği şey evlenmek olamazdı, değil mi?
''Şey, ben de bu öneriyi yatak dışında bir yerde almayı beklerdim. Bu şekilde pek inandırıcı olmuyor.''
Ares'in yanakları anında kızardı. Dünya bir adamın utanmasının bu kadar çekici olabileceğini bilemezdi. Ares kızarmış yüzünü saklamak için, ağırlığını onun üzerine vermeden, boynuna gömdü.
''Üzgünüm papatyam.'' diye boğuk bir sesle onun boynuna doğru fısıldadı. ''O kadar uzun zamandır düşünüyordum ki, heyecandan söyleyiverdim.''
Dünya, Ares'i bundan fazla sevemeyeceğini düşünürdü ama adam şimdi bir level daha atlamıştı. Ares kulağına doğru fısıldadı.
''Beni af edecek misin?''
Evlilik teklifi için af diliyordu. Demek ki, bazen Ares de safça davranabiliyordu.
''Önerini geri mi çekiyorsun?''
Ares doğruldu. ''Asla!'' dedi ''Sadece şekli konusunda bir şans daha istiyorum.''
Dünya gülümsedi. ''Beni banyondaki kaplıcaya yönlendirirsen sana bir şans daha verebilirim.'' dedi. ''Pislikten ölmek üzereyim.''
Ares tatlı dudaklarını oyuncu bir tavırla ısırdı ve ona doğru eğildi. Ufak bir dokunuşla dudağına bir öpücük kondurdu ve ayrılmaksızın mırıldandı.
''Memnuniyetle.''
***
Dudakları yeniden buluşurken Dünya sıcak suyun içine gömüldüklerini hissetti. Sıcak su havuzunun geniş basamaklarına uzanmışlardı. Ares, ateşli dudaklarıyla onu eritirken; parmakları da, pantolonun kemerine uzandı. Dünya, adamın elini, kemerinde yakalayıp parmaklarını parmaklarına kenetledi. Ares'i öpmeye devam ederek kendi bedenini altından çekti.
Ares'in meraklı bakışları altında yarı yarıya ıslanmış pantolonunu üstünden sıyırdı, havuzdan dışarı attı. Ares gülümsedi ve kendi gömleğinin bağlarına uzandı. Dünya adamın ellerini yeniden tuttu ve bağlarını çözmeye başladı. Gözleri birbirine kenetlenmişti. Bedenini zorlayan arzu, parmaklarının titremesine neden oluyordu bu heyecana rağmen bağları çözmeyi başardı. Elini adamın muhteşem kaslarının üzerinde yavaşça dolaştırdı, güçlü atan kalbini parmaklarının altında hissedebiliyordu. Ona dokunmak bile zevkin ta kendisiydi...
''Yardım ister misin?''
Ares'in sabırsız gözlerine baktı. ''İyi gidiyordum, şikayetin mi var?''
Ares dudağını ısırıp sırıttı. Başını geriye yasladı, boğuk bir sesle fısıldadı.
''Beni zorluyorsun anahtar.'' dedi kaslı kollarını basamaklara yaydı. ''Sabrımın da bir sonu var.''
Dünya, Ares'in çizmelerini çıkartıp fırlattı, suyun içinden adamın pantolonuna doğru uzandı. Islanmış kumaşı bacaklarından sıyırması için Ares bedenini kımıldattı. Biraz daha suyun içine batmıştı ama pantolon kolayca üzerinden çıktı. Ares'in çıplak güzelliğini izlemek Dünya'yı her zaman kendinden geçiriyordu. Gözleriyle adamın güçlü fiziğini içerken nefesi kesildi. Ares dikkatle ona bakıyordu.
''Sen hala giyiniksin.'' dedi onun iç çamaşırlarına bakarak. ''Bu pek adil değil.''
''Senin de bu kadar hoş bir vücuda sahip olman pek adil değil, ben bir şey diyor muyum?''
Ares güldü. ''Ah, diyorsun.''
Dünya daha sığ yerde duran adama doğru yüzdü ve yarı yarıya suya gömülmüş adamın üstüne çıktı. ''Ne diyorum?''
Ares ellerini onun beline sardı ve tırmanışına yardım etti. Şimdi yüz yüzeydiler. ''Giyin diyorsun ve bu benim canımı bayağı sıkıyor.''
Dünya hınzırca gülümsedi. ''Günahı örtmek gerek hayatım.''
Ares dudaklarını, Dünya'nın yanaklarında gezdirdi. ''Sence ben günah mıyım?''
''Hım, bir günah kadar tatlı olduğun kesin.'' diye kendinden geçerek mırıldandı.
Ares dişleriyle onun kulağını çekiştirirken elleriyle de sutyenin işini bitirmişti. Tenini okşayan becerikli parmaklar onu soluksuz bırakıyordu, bacaklarını adama sardı. Dudaklarıyla Ares'in hınzır ağzını örttü. Ona hayat veren öpücüğüne ihtiyacı vardı. Ares kendini son basamaktan aşağı saldı ve bacaklarını beline sarmış Dünya ile birlikte buharı tüten suya daldı. Dünya bedenini ısıtan arzuyla inledi ve parmaklarını adamın saçlarına geçirdi. Nefes almayı önemsemeden öpücüğü daha da derinleştirdi. Sırtı ılık taşlara değene kadar Ares, onu geriletti ve dudaklarını ondan çekti.
''Biraz nefes almalıyız papatyam.'' dedi soluk soluğa. ''Sıcak yüzünden kriz geçirmeni istemem.''
Kalp atışları düzensizleşmişti ama lanet bir kriz korkusu yüzünden adamdan uzaklaşmak istemiyordu.
''Benim nefesim sensin Ares.'' dedi titrek bir sesle. ''Beni kendinden mahrum bırakma.''
Ares, tek eliyle onun sırtını okşadı, diğeri onun bacağını tutuyordu. ''Asla...'' diye fısıldadı ve çenesine dudaklarını sürttü.
Bilerek yavaşlamıştı ama öpücüklerindeki tutku yerindeydi. Bu da Dünya için yeterliydi. Başını geriye attı, Ares usulca boynundan aşağıya indi. Göğüslerinin üstünde gezinirken Dünya dudaklarını ısırdı. Ares'in omuzlarından destek aldı ve kendini yükseltti. Göğüsleri sıcak sudan çıktığı için ürperdi ama Ares onları nasıl ısıtacağını biliyordu.
Havuzun bu tarafının çanak şeklinde olması yüzünden Dünya, Ares'in omuzlarından elini çekemiyordu. Ares dudaklarını, onun teninde gezdirirken mırıldandı.
''Kendini bana bırak sevgilim, seni tutuyorum.''
Dünya gevşedi, ısınmış vücudunu Ares'in ellerine ve dudaklarına teslim etti. Ares onu havuzun içinde nefesini kesen bir dönüşle çevirdi ve daha yatay olan kısma kadar sürüklendiler. Uzun boyunun avantajlarını kullanarak ikisinin bedenini istediği gibi yönlendirebiliyordu. Dudakları yeniden buluştuğunda, bacaklarını yalayan suyun içinde çırılçıplak kalmışlardı.
Dünya'nın bedeni hazırdı, Ares ise havuza girdiklerinden beri hazırdı. Dudaklarına eşlik eden parmaklar Dünya'nın ateşini yükseltti, artık suyu ısıtan onlardı. Ares sabırsızca, Dünya'nın alt dudağını çekiştirdiğinde; Dünya, elleriyle adamın kalçasını tutup kendine yasladı. Temas üzerine Ares'in titreyerek nefesini bıraktı, adamın yüz ifadesini görebilmek için gözlerini araladı. Onu kendi bedeniyle taş arasına hapsetmiş adam, muhteşem görünüyordu. Dünya Ares'in teninden yayılan ten kokusuyla sarhoş olmuştu, tüm evren sanki Ares'e dönüşmüştü. İkisinin de sabrı kalmamıştı, Ares bedenlerinin açlığını dindirmek için hareket edince, Dünya birleşmelerinin verdiği zevkle inledi.
Aşkla dolan bedenleri yoruluncaya kadar birbirlerinin tadına baktılar. Onlardan başka hiçbir şeyin önemi kalmamıştı. Asla dinmeyecek açlığı, harika doyumlarla sakinleştirdiler. Dünya, Ares'in güzel yüzüne bakar halde yatağa uzandığında, ne ara havuzdan çıkıp yatağa geldiklerini anımsamaya çalışıyordu. Ares'in nemli saçlarını yanağından çekti. Sevdiği adamın memnun ve ışıldayan gözlerini seyretmek kalbinin mutlulukla dolmasına neden oluyordu. Ares onun dudaklarını parmağıyla okşadı.
''Seni çok seviyorum papatyam.''
''Fark ettim sevgilim.'' dedi hoşnut bir sesle.
''Sana doyamıyorum Dünya, ilk öpücükle beni kendine bağladın. Kurallarımı alt üst ettin.''
Dünya sözüne ettiği kuralların Eros ve sevgilisinden sonra koyulduğunu anımsayınca içi biraz buruldu. O bir ölümlü olduğu halde, Ares'in kurnazlığı sayesinde ölümsüz sevgilisiyle olabiliyordu ama iki ölümsüz birbirlerinden sonsuza kadar ayrılmıştı. Bu çok acıydı. Ares'ten o şekilde ayrılmak zorunda kalsaydı, ne hale geleceğini hayal bile edemiyordu. Afrodit ile beraber olduğu zamanlarda bile Ares ona aitti, biliyordu. İkisini birlikte görmek ne kadar acıysa da; sevdiği yüzü görmek, bir daha göremeyecek olmasından bir nebze olsun daha iyiydi.
''Yasaklar bozulmak içindir.'' dedi hüzünlü bir gülümsemeyle. Sonra kafasını dağıtmak için merak ettiği başka bir şeyi sordu. ''İlk ne zaman öpüştük?''
Ares ellerini beline doğru kaydırdı ve kendine çekti. ''Bazı ilkleri hatırlayabilmeni isterdim. İlk öpücük, ilk itiraf, ilk sevişmemiz gibi...''
Dünya altın gözlere yayılan özlemi izlerken midesinde kelebekler uçuştu. Hatırlamayı o da isterdi ama şimdi tattıklarından da pek şikâyeti yoktu. ''Onlar senin için ilkti, ben senden çok ilk yaşadım. Her dönüşümde, seni ilk defa öptüğümü sandığıma eminim.''
Ares gülümsedi. ''Haklısın sevgilim.'' dedi ve burnuna küçük bir öpücük kondurdu. Geri çekilip yüzüne baktı. ''Seninle ilk defa bu odada öpüştük, beni sen öpmüştün. Önce ben, sana âşık olduğumu söyledim, sen de beni tokatladın.''
Dünya şaşkınlıkla geriledi. ''Neden öyle yaptım ki?''
''Neden olacak, huysuzluğun yüzünden.'' dedi ve Dünya söylenmeye başlamadan onun üstüne çıktı. Dünya adamın ağırlığı ve çekiciliği karşısında yerinde sabit kaldı. Ares doğruca gözlerine bakıyordu.
''Olimpos'a ikinci gelişindi. İlk görevinde bir yandan diğer hayranını senden uzak durması için ikna etmeye çalışıyordum, bir yandan da kendimi. İkinci gelişinde de Adonis peşinden ayrılmayınca, seni yanımda daha çok tutabilmek için görevin belirene kadar sana dövüş dersi vermeyi teklif ettim. Beni sürekli kavgacı olarak niteleyen sen de, nedense teklifimi hemen kabul ettin. Bir süre sonra dersleri bırakmak zorunda kaldım çünkü sana olan hislerimle baş edemiyordum ve belli etmeye başlamıştım. Hena ile devam etmeni söyledim ve odama gittim. Niyetim senden uzaklaşıp kendimi toplamaktı ama sen aksilik yapıp dersi bıraktığım için hesap sormaya geldin. Sebebi konusunda ısrar edince, ben de sana âşık olduğumu itiraf ettim, tokadı yedim. Yeniden söyledim, kendimi ikinci tokat için hazırlamıştım ama sen beni öptün. Hayatımın en güzel günlerinden biriydi.''
''Ama neden tokat attım acaba?''
''Bana inanmamıştın.''
''Afrodit yüzünden mi?''
Ares suçlu gibi dudağını büktü. ''Bir bakıma öyle.''
''O zaman neden öptüm, çok saçma olmuş.'' Dedi vücudunun üzerine uzanmış Ares'in çıplaklığının tadını çıkarırken.
''Sebebini bilmiyorum ama benden bir daha öpücük alamayacağını söyleyerek odadan çıktığında, bir daha kopmamak üzere sana bağlandığımı anlamıştım. Yüzyıllar sonra ruh eşimi bulmuştum.''
Ares eğildi ve aralanmış dudaklarını baştan çıkarıcı bir öpücükle kapattı. Dünya adamın büyüsüne kapılarak altında kıvrandı. Bacaklarını Ares'in kalçasına sardı. Hormonları yeniden iş başındaydı ve hissettiği kadarıyla, Ares de bir öpücükten fazlasını istiyordu. Ares'in dudakları, boynuna doğru inerken Dünya meraklanmadan edemedi.
''İlk defa ne zaman beraber olduk?''
Ares diliyle, az önce dişlediği yeri yaladı ve kulağına mırıldandı. ''Üçüncü görevinde, senin evinde...''
''Ah!'' diye inledi. ''Ben de kendimi geçen güne kadar bakire sanıyordum. Gerçi senden şüphelenmedim değil.''
Ares'in gülümsediğini hissetti. ''İnan bana, hiç pişman değilim.''
Ares'in okşayışları ve öpücükleri daha da ateşlendi. Adamın çekimine kapılan Dünya, altın gözlüyü tutkuyla karşıladı. Dairesinin boşluğunda, Ares'i gördüğü andan beri, adamın ilk ve tek olacağını hissetmişti. Ares'in sözleri de onu doğruladı. Açgözlü Zeus'un yol açtığı ve onun da katkıda bulunduğu karmaşanın sonunda, ona ne olacağı umurunda bile değildi; yeter ki Ares kalbinde ve bedeninde onun sevgisini taşımaya devam etsin.
***
Yemek vakti henüz gelmemişti ama ikisi de açlıktan ölüyordu. Geldiklerinden beri odadan çıkmamışlardı ve ne tuhaf ki, ölümsüzlerden hiçbiri kapıya dayanmamıştı. İkisini de hala diğer boyutta sandıklarını veya hepsinin çok meşgul olduklarını düşündü. Eli, Ares'in elinde mutfağa gittiler, şanslarına dolapta kızarmış tavuk vardı. Yemek yerlerken Ares'in, ona kaybolmasıyla ilgili sorduğu soruları geçiştirirken zorlandı. Sonunda kafası karışık olduğu için Artemis ile konuşmaya geldiğini söyledi, bu pek de yalan sayılmazdı. Sadece Tartaros'a neden gittiği konusunda tamamen yalan söyledi. Ne de olsa, Cerberus'u sevmek için uygun bir zaman değildi.
''Bana söyleyebilirdin.'' dedi Ares boş tabağı masaya iterek. ''Seni zorlamak istemezdim ama bazen kendimi kaybediyorum, özellikle seninle ilgili konularda.''
Dünya, Ares'in aslında tanıdığı herkesten çok kontrolüne sahip olabildiğini biliyordu. Bir şeyleri düzeltmek için gösterdiği ısrarlı gayreti kolay kolay kimse gösteremezdi, doğduğundan beri savaşmak zorunda kalmıştı. Belki bu yüzden Ares savaş tanrısıydı; korumaya o kadar odaklanmıştı ki, karşısında kim olursa olsun adalet için uğraşıyordu. Haksızlık karşısında tam bir aslan kesiliyordu.
''Senin için çok endişelenmiştim sanırım bir sinir boşalması yaşadım.''
Ares anladığını belirtircesine başını salladı. Mutfağa giren Adonis ve Apollon yüzünden konuşmaya devam edemediler.
''Lanet olsun!'' dedi Apollon. ''Sen nerelerdeydin Ares?''
''İşim uzun sürdü.''
Adonis altın gözlünün karşısına dikildi. ''Bula bula en belalı boyutu mu buldun?''
''Selam Dünya.'' dedi Apollon aklına yeni gelmiş gibi.
''Selam.'' dedi Dünya Apollon'a ve Adonis'in göz kırpmasını, gülümseyerek yanıtladı.
Apollon, sandalye çekip Ares'in yanına oturdu. ''Zeus yine bir şeyler karıştırıyor Ares. Dün döndü ve sabahın köründe liderleri tepeye çağırdı. Senin bir şeylerden haberin var mı?''
Ares'ten önce Dünya atıldı. ''Liderleri mi topladı ama neden?''
''Bilmiyoruz.'' dedi Apollon. ''Yukarıda toplanıyorlar, görüşmeye Hermes'in bile girmesi yasak. Yani muhbirimiz yok.''
''Sanırım Ghede katılamayacak, boyutundaki sorun yüzünden.'' Dedi Adonis, Ares'e dönerek. ''Çünkü seni yardıma çağırdı ama olmadığın için Deimos'a haber gönderdik. Hermes'in dediğine göre, adam toplantıya katılamayacağı için Zeus çok kızmış.''
Dünya Zeus'un planını uygulamaya başladığını anladı. Ghede'nin kim olduğunu çok iyi anımsıyordu. Sabırsızlıkla kıpırdandı, toplantıya katılmak için aklına bir fikir gelmişti ama önce ilgi çekmeden buradan ayrılması gerekiyordu.
''Ayrıca Zeus bizimle de görüşecekmiş, tüm Olimpos'un toplanmasını söyledi.'' Dedi Apollon. "Görevler iptal."
''O yüzden mi buradasınız?''
''Evet.'' dedi Apollon. ''İşlerini bitirenlerin hepsi dönüyor ve Zeus ile görüşmeden ayrılamayacaklar.''
''Herkes mi?'' dedi Ares kaşlarını çatarak.
İki adam da başlarını salladılar. Ares, Dünya'ya yan gözle baktı. Bir şeyler bildiğinden şüphelendiği açıktı. Dünya şaşkın durmaya gayret etti.
''Daha zamanımız var sanıyordum.'' dedi ona bakan altın gözlere doğru. Aptal numarasının tam zamanıydı. ''On gün bitmedi, değil mi?''
Ares düşünceli bir ifadeyle boş tabağına gözlerini dikti. Dünya'nın içi sıkıldı, Ares'i biraz olsun tanıyorsa beklemekle yetinmeyecekti. Mutfağa giren Athena ve Hades sayesinde Ares düşüncelerinden sıyrıldı. Çünkü Athena, Ares'i görür görmez söylenmeye başlamıştı. Ares boyutu kapatanın iblis ruhu olduğunu söyleyip durmasına rağmen kadın azarına devam etti. Aslında Athena haklıydı, Dünya ile boyutu açtırabilirdi ama Ares temizlik bitene kadar kimseden yardım istememişti. Ares sonunda Athena'ya sıkıca sarılma bahanesiyle, eliyle ağzını kapattı.
''Tamam Hena, Dünya yeterince azarladı zaten. Bir de sen dırdır etme.''
Athena ağzındaki eli çekti. ''İyi etmiş, seni uyarmaktan ben bıktım artık.''
İlgiyi üstüne çekmek için boğazını temizleyen Hades, Dünya'ya bakışlarını dikti. ''Tartaros'un kapısına kadar gelip beni ziyaret etmemene kırıldım Dünya.''
Herkes konuşmayı kesip Dünya'ya baktı. Bir tek Ares başını çevirmemişti. Dünya kekeledi.
''Şey, haberin nasıl oldu?''
''Evime girip çıkanlardan haberim olur.'' dedi Hades. ''Psykhe'yi tanıdığını bilmiyordum.''
Şimdi Ares de ona bakıyordu. Dünya kızardığını hissetti, ne boşboğazdı bu Hades. Omzunu silkti.
''Tanımıyordum, girişte karşılaştık. Cerberus onun yanındaymış.''
''Anladım.'' dedi Hades ama karanlık bakışlarını üstünden ayırmamıştı.
''Aaa, herkes buradaymış. Ares dönmüşsün!''
Bağıran Artemis, hemen ardında Eros ve Hekate olduğu halde mutfağa girdi. Dünya, Apollon'un gerildiğini ve hoşnutsuzca başını çevirdiğini gördü. Hekate ise adama kısa bir bakış atıp dolaba yürüdü. Ares doğruldu ve Artemis'in coşkusuna gülümseyerek karşılık verdi. Eros'un zamanlaması müthişti, iki dakika önce gelseydi, Psykhe hakkındaki konuşmaya tanık olacaktı. Ya da Hades ağzını bile açmayacaktı, Ares de ondan kuşkulanmayacaktı. Bilemezdi.
Mutfak, son gelenlerle kalabalık olmuştu. Dünya nasıl kaçacağını düşünüyordu ama aklına fikir gelmiyordu. Dudaklarını kemirirken Ares ona döndü.
''Sen yine düşünmeye başladın, beni korkutuyorsun.''
''Yorgunum biraz.'' dedi anlamlı bir tavırla gülümsedi.
Ares dudağını usulca yaladı ve başını sallayarak sırıttı. Kolunu onun sandalyesine attı. ''Sana antrenman gerekiyor anahtar.''
Dünya, adamın dudaklarından bakışlarını almakta zorlandı. Kalabalık önemini birden yitirmişti, etrafındaki konuşmalar, Ares'in çekiciliği altında eridi gitti. O, Ares'in karşısında bu kadar aptallaşırken adam nasıl soğukkanlı olabiliyordu. Zaman kavramını yitirmesi için Ares'in tek bakışı veya tek bir gülüşü yeterli oluyordu. Hop, Dünya için dünya duruyordu. Hekate'nin sesi ise duran zamanı kaldığı yerden başlattı.
''Senin de o boyutta olduğunu nereden bilebilirim sarışın?''
''Beni sürekli takip ettiğine göre biliyor olmalıydın.'' dedi Apollon, gözleri elindeki bardağa dikiliydi. Hekate'ye bakmıyordu bile ve bunun kadını delirttiği ortadaydı.
Eros araya girecekti ki, Artemis eliyle adamı durdurdu. ''Onlar kavga etmek istiyor Eros, mani olma. Yoksa bize patlarlar.'' diye fısıldayınca Eros ağzını kapatıp omzunu silkti.
Hekate gözlerini devirdi. ''Başka işim mi yok seni takip edeceğim.'' Dedi elmadan bir ısırık alıp Adonis'in yanına oturdu. ''Sen baş edemeyince, bizi de çağırdılar.''
Apollon hayretle kadına baktı. ''Pardon, sen az önce saçmaladın mı?''
Hekate çiğnediği elmayı yuttu ve gözlerini adama dikti. ''Saçma veya değil, gerçek bu.''
''Daha çağrıldığın boyutun hangisi olduğunu bilmiyorsun.'' dedi Apollon masaya doğru eğildi. ''Bence çıktığın deliğe geri dön, sana ihtiyacımız yok.''
Öfkelenen Hekate elindeki yarısı yenmiş elmayı hızla adama fırlattı. Apollon müthiş bir refleksle elmayı yüzünün bir santim ötesinde yakalarken Hekate öfkeyle söylendi.
''Avucunu yalarsın sarışın. Zaten yokluğumda odan yolgeçen hanına dönmüş, gideyim de dört köşe ol değil mi?''
''Yahu benim odamdan sana ne?'' diye elindeki elmayı Hekate'ye geri fırlattı.
Hekate bir adım yana kayınca elma duvarda patladı. ''Çünkü en sorumsuz davranan sensin!'' diye hırçın bir sesle söylendi. Soğukkanlı Hekate'nin iblis damarı tutmuştu. ''Odana girme şerefine ermemiş bir peri kaldı mı acaba?''
Apollon ayağa kalktı. ''Sen kıskanç bir yılansın Hekate!''
Hekate de ona diklendi. ''Ben mi yılanım, sen nesin öpücük maymunu!''
Homurdanan Hades araya girdi. ''Doğrusu, örümcek maymunu olacaktı.''
Tabi kimse Hades'in dediğini umursamadı. Apollon gözleri ateş saçarak kadına doğru bir adım attı. ''Kıskanç kelimesi, asıl saptamaydı tatlım, sen yılan kısmına takıldın. Ne ilginç değil mi?''
Hekate boş bulunup aniden gülümsedi. ''Tatlım mı?''
Apollon kaşlarını çattı, yüzündeki öfke bir an için şaşkınlığa döndü ama hemen kendini toparladı. ''Her zamanki gibi cümlenin içinde kendi işine yarayanları çekmekte üstüne yok.'' diye homurdandı.
Hekate hala sırıtmaya devam ederek başını dikleştirdi. ''Sana söyledim, doğru cümleyi tam olarak kurmaya başla, ben de kelimelerine takılmayayım.''
Apollon elini salladı ve yerine geri oturdu. ''Git işine ya!''
Hekate Apollon'un meydandan çekilmesine izin vermek niyetinde değildi. ''Lafı söyle, söyle, sonra da git işine ya!''
Ares sonunda araya girdi. ''Başım şişti! Siz ikiniz odanızda kavga etsenize.''
Athena katıldı. ''Bak Hekate, bu doğru bir cümle oldu.''
Hekate suratını astı. ''Sarışınla tek başıma tartışmak işime gelmez.''
Apollon başını çevirdi ve alaycı bir ifadeyle kadına baktı. ''Kalabalık ardındayken daha iyi mi bağırıyorsun? Benden korktuğunu biliyordum.''
Hekate güzel gözlerini adama dikti. Apollon bir an kendisiyle çelişse de, bakışlarını kaçırmadı. Hekate konuşmak için yutkundu.
''Senden o manada korkmuyorum Apollon.'' dedi kırık bir sesle. ''Tek başımıza kalırsak, sana yaklaşmak isterim ve böyle bir durumda, yine beni ret etmenden korkuyorum. Çünkü büyük ihtimalle beni istemeyeceksin ve ben gözünde biraz daha düşeceğim. Hiç değilse, kalabalık dikkatimi dağıtıyor ve beni, senin kollarına atılmaktan alıkoyuyor.''
Apollon gözlerini kırpıştırdı, birkaç saniye, beklentiyle onu izleyen Hekate'ye baktı. Sonra yavaşça başını eğdi ve gözlerini masadaki bardağına dikti. Hekate nefes almadan adamı izliyordu, itirafına rağmen Apollon'un savunmasını kıramayınca omuzları düştü ve hızlı adımlarla mutfaktan çıkıp gitti. Herkes donmuş kalmıştı, tek kelime edemiyorlardı, zaten ne denebilirdi ki.
Artemis sinirle ayağa kalktı. ''Duygusuzsun sen, gerçekten sana inanamıyorum. İnadın neye yarıyor?''
Dünya, Ares'in kulağına eğildi. ''Hekate'nin yanına gidiyorum.''
Ares bakışlarını, Apollon'dan alıp ona baktı. ''Tamam sevgilim.''
Artemis'in Apollon'un omzuna vurduğu yumruktan sonra, Athena'nın da kavga etmek için ayaklandığını gördü ve hemen mutfaktan dışarı çıktı. Koridorda tam yönlenmek üzereyken Hekate'ye seslendi.
''Hey!''
Hekate üzgün bakışlarını ona çevirdi. ''İnan konuşmak istemiyorum.''
Dünya hızlı adımlarla kadına yetişti. ''Konuşmana gerek yok ki, yanında biraz kalayım.''
Hekate buğulu gözlerini duvara çevirdi. ''Hata yaptım, döndüğüme sevineceğini sanmıştım. Nefretini arttırmaktan başka işe yaramadı.''
''Naz yapıyor...'' diye konuşmaya başlamıştı ki, Hekate lafını kesti.
''Naz değil, Apollon naz yapmaz. O beni gerçekten istemiyor.'' Dünya'ya döndü. ''Biraz yalnız kalmam gerek, bana darılmazsın değil mi?''
Dünya başını sağa sola salladı. ''Nasıl istersen ama onun seni sevdiğine eminim.''
Hekate şaşkınlıkla ona bakınca Dünya devam etti. ''Çünkü seninle kavga ediyor, umudu olmasa bunu yapmaz. İlgini çekmeye devam etmenin yolunun bu olduğunu sanıyor. Bence biraz kendini geri çek, bakalım ne yapacak?''
Hekate kaşlarını çattı. ''Öyle mi düşünüyorsun?'' dedi ve heyecanlı bir ifadeyle sordu. ''Acaba onu kıskandırsam mı?''
Dünya gözlerini devirdi. ''Tabi öyle yap ve gelecek yüzyılı da Apollon'dan özür dileyerek geçir. Seni kıskanmasına gerek yok Hekate, onun biraz nefes almaya ihtiyacı var. Seni sevdiğini kendi anlasın, onu zorlamaktan vaz geç.''
Kaşlarını çatan Hekate dudağını büzüştürdü. Düşünme tarzı çok tatlıydı, herkesin bu kadına neden dayanamadığını bir kere daha anladı. Hekate hoş ve güzel olan her şeydi, hem de canavar annesine rağmen...
''Haklısın.'' dedi sonunda. ''Denemekte fayda var. Ama gözümün önünde başkasıyla oynaşırsa, kendimi tutacağım konusunda söz veremem.''
''Onu o zaman düşünürüz.'' diye sırıttı. ''Ayrıca geldiğimden beri Apollon'un hiçbir kadınla ilgilendiğini görmedim. Seni unutamadığı belli, senden bu kadar nefret etmesi de bunun kanıtı.''
Hekate'nin gözleri ışıldadı. ''Ah, benim tatlı sarışınım...'' diye mırıldandı ve Dünya'nın omuzlarından tuttu. ''Dediğini yapmaya çalışacağım Dünya ve teşekkür ederim. Adam hala benden nefret ediyor gerçi ama nefret ettiği için sevinmemi sağladın.''
''Bir şey değil, kendisinin sıradan olduğunu düşününce gözüne girmek için neler yapacağına şaşıracaksın.''
''Umarım.'' dedi Hekate ve doğruldu. ''Şimdi mutfağa dönemem, çok heyecanlıyım.''
''Bundan sonraki karşılaşmalarında, Apollon'u bir lamba gibi düşün ve öyle davran.''
''Gördüğüm en seksi ve hoş lamba!'' diye mırıldandı.
''Şimdiden su koyuvereceksen en iyisi başlama.''
Hekate ellerini salladı. ''Hayır, onu kazanmanın yolu buysa bugünden itibaren, sarışın benim gözümde sadece parlak bir lamba olacak.''
''Sadece lamba!'' diye uyardı.
Hekate derin bir nefes aldı. ''Tamam. Kahrolası basit bir lamba!'' diye homurdandı. ''Neyse, ben şimdi gidip kendimi toparlayayım. Zeus her an bizi çağırabilir.''
Dünya'nın içi sıkılırken yine de gülümsemeyi başardı. ''Sonra görüşürüz.''
Hekate gülümsedi ve ortadan kayboldu. Dünya mutfağa geri dönmedi ve aklına gelen plan için odasına yollandı. Az önce Hekate'ye yardım ederken aslında kaçma fırsatı bulduğu için seviniyordu. Bunun için Hekate'yi kullanmak istemezdi ama kadına da yardımcı olmuştu ve vicdanı rahattı. Ayrıca Hekate'yi hala kıskanıyordu, Ares'in gizli âşıklarından biri olma ihtimali tamamen bitmedikçe kıskanmaya devam edeceğini de biliyordu. Apollon ile Hekate barışırlarsa buna en çok sevinen kendisi olacaktı.
***
Yol boyunca kimseye rast gelmedi. Acaba Olimpos içinde yönlenebilir miydi ve gören olursa ne derdi? Ares bile sakladığına göre, onun bu özelliğinin baştakileri pek memnun etmeyeceğini düşündü. Doğruca dolabına gitti, önce üstündeki kıyafeti değiştirdi. Koyu mavi bir gömlek ve altına da siyah bir kot giydi. Botlarını da rahat bir ayakkabıyla değiştirip dolabının altlarına sakladığı ince platin tacı aldı. Solan'a geri vermediği tacın işe yaraması için dua ederek kendini tepeye yönlendirdi. Girişte kimseye rast gelmeyeceğini biliyordu, Zeus'u biraz olsun tanıyorsa istediği kişilerden başkasının ortalıkta olmayacağını sağlamış olmalıydı. Haklı çıktı, girişi bekleyen biri yoktu ve giriş, şeffaf örtüyle kapatılmıştı. Tacı başına taktı ve anımsadığı adamı zihninde canlandırdı. Bedeni değişti, uzadı ve kasları belirdi. Teni koyulaştı ve saçları yok oldu. Üzerinde adamı en son gördüğü kıyafeti vardı, çok teşhirciydi. Görebildiği kadarıyla kendine baktı, herhangi bir hata gözüne çarpmadı.
Tek engeli şeffaf örtüydü, bunu aşacağına emindi. Çünkü Ghede'nin toplantıya katılmaya hakkı vardı, şeffaf örtü gerçek kişileri tanıyor olsa bile, Dünya'yı engelleyemezdi. Çünkü o anahtardı. Yüzüne kibirli bir ifade vererek şeffaf örtüye doğru adımladı. Tahmin ettiği üzere hiç zorlanmadan engeli aştı ve tepeye adım attı.
Zeus tahtına yakın bir yerde ayaktaydı ve çevresindeki ölümsüzlere bir şeyler anlatıyordu. Dünya tepedeki herkesi tanımadığını fark etti. Aşina olduğu birkaç kişi dışında hiç görmediği en az on kişi daha vardı. Zaten Ghede hakkında da gıcık biri olduğundan başka bir şeyi hatırlamıyordu. Tereddüt etme lüksü yoktu, başını doğrulttu ve kalabalığa doğru yürüdü.
Zeus üzgün bir tavırla konuşuyordu. ''Bu konuda Olimpos'un tek başına yapabileceği şeyler sınırlı.'' dedi ellerini iki yana açarak. ''Sizden hiçbir şey saklamadım. Her şeyi tüm çıplaklığıyla anlattım. Olanlar şu anda evimize dahil olmayan birinin başından çıktı ama eskiden Olimposlu olduğu için hatasını yine de üstleniyorum.''
Dünya Marduk'un ve tanımadığı bir kadının arasında durdu. Marduk yan gözle ona baktı.
''Senin gelmeyeceğini sanıyordum.'' dedi hoşnutsuzca.
''Hiç kaçırır mıyım?'' dedi Ghede'nin sesiyle.
Marduk başka bir şey söylemeden Zeus'u dinlemeye devam etti. Ghede olduğuna inanmış olmalıydı, biraz olsun rahatladı. Kuzgun bir adım öne çıktı.
''Yapma Zeus, yine Ares'i suçluyorsun.''
Zeus'un çenesi kasıldı ve öfkeli gözlerini Kuzgun'a çevirdi. ''Ben sadece olanları anlattım.''
Durga elini havaya salladı. ''Ares boyut kapılarını patlatamaz Zeus, bu işin içinde başka şeyler var.''
''İblislerle kaç gündür savaşıyorsun Durga?'' dedi Zeus.
''Ares kast ettiğin gibi iblisleri başımıza sarmıyor, tam tersi onları zapt etmeye çalışıyor. Benim gördüğüm bu, kaç gün olduğunu hesap etmeme gerek yok.''
''Karşımızdaki soruna objektif bakmanızı isterdim ama siz bayanlar için bu oldukça zor. Konu Ares olunca...'' diye küçümser bir bakışla kalabalığı süzdü. Keskin bakışlar Dünya'nın üzerinde durunca, Dünya titrememek için kendini zor tuttu. Zeus lafını tamamladı. ''Olaylara bakışınız romantikleşiyor. Hoş geldin Ghede, görüşmeye katılamayacağını sanıyordum.''
Dünya son cümlesini duydu ama Zeus'a bakmaya devam etti. Zeus'un kaşları çatılınca Dünya, Ghede olduğunu anımsayıp silkindi.
''Ah, hoş buldum Zeus!'' dedi aceleyle ama sonra adama hiç uymayan telaşı yüzünden pişman oldu. Rahatlamalıydı. ''Görüşmenin birkaç iblisten daha önemli olduğunu fark ettim.''
Zeus alaycı bir tavırla yüzünü çevirdi. ''Anlatmaya çalıştığımda buydu zaten.''
Durga Zeus'un imalı konuşması karşısında öfkelenmişti. Ghede görünüşlü Dünya ile Zeus'un konuşmasını kesti.
''Ghede'yle uğraşmayı bırak ve az önce ne demek istediğini açıkla Zeus. Romantikleşme de ne demek?''
''Ares'in kurallara karşı koyması bazılarınızı tuhaf etkiliyor. Onu korumaya almanız ve sürekli haklı görmeniz de bunun kanıtı...''
Dünya'nın tanıyamadığı bir kadın sinirli bir tonda söylendi. ''Kadınların Ares'in kişiliğinden etkilendikleri için doğru düşünemediklerini mi söylüyorsun?''
''Kadınların daha hassas olduklarını söylüyorum sadece. Şimdi bile asıl konuyu bırakıp onu savunmaya çalışıyorsunuz. Hâlbuki kimse onu suçlamadı bile, ben olayları açıkladım.'' dedi Zeus ustaca kıvırarak. ''Her neyse sorunumuz bu değil. Konumuza geri dönersek, şimdi ne yapılmasını öneriyorsunuz? İblislerin bütün boyutlara egemen olmasına göz mü yumacaksınız?''
Durga ve diğer kadın öfkeden kıpkırmızı oldu. Ares'in bazı huylarını babasından aldığı çok açıktı, kadınları kelimesiz bırakabiliyordu. Neyse ki, acımasızlığı sadece Zeus'a aitti, çocuklarından hiçbiriyle paylaşmamıştı.
Zeus'un tedirgin eden sözlerinden sonra kısa bir sessizlik oldu ve hemen ardından her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Zeus sakin bir ifadeyle konuşmaksızın milletin birbirine girmesini seyrediyordu. Dünya adamın istediğini alacağı bir anda saldıracağından emindi. Önce fikirlerin düğüm olmasını seyredecek sonra da elinde düğümü kesecek bir bıçakla karşılarına çıkacaktı.
''Çok sessizsin.''
Konuşan Marduk'a baktı. Adamın sorgulayan bakışlarına karşılık omzunu silkti. ''Ne söylememi bekliyorsun?''
Marduk Ghede'den hoşlanmıyordu, bakışlarındaki sertlikten kolayca anlaşılıyordu. Adam bedenini ona doğru çevirdi. ''Söyleyecek bir şey bulmakta pek zorlanmazdın. Yoksa bildiğin başka bir şey mi var?''
Dünya yüzüne kendini beğenmiş bir ifade yerleştirdi. Ghede'den hatırladığı ifadelerden biri buydu, diğeri korku dolu ve kızgın ifadesiydi. ''Benim bildiğim çok şey var Marduk ama şu an önemli olan Zeus'un yumurtlayacağı öneri. Bizi neden buraya çağırdı?''
Dünya, Zeus'un amacını biliyordu ama diğerlerinin bu konudaki eğilimini bilmiyordu. Marduk gibi bilge birinin bu amaçtan haberi olmaması mümkün değildi. Kendisi ilgilenmese de, Nabi kesin çıtlatmış olmalıydı. Marduk kara gözlerini kıstı ve ona dikkatlice baktı.
''Bu sahte merakını giderecek değilim Ghede. Ama amacını biliyorum ve onu kandırmaya çalışmayı bir an önce bırakmazsan sana yapacaklarımı da biliyorum.''
''Amacım neymiş?'' dedi kaşlarını çatarak.
Marduk ona tepeden baktı. ''İlla duymak istiyorsan söyleyeyim. Onu ve anahtarı kendi saflarına katmaya çalışmaktan vaz geç!''
Dünya sırıttı. ''Neden bahsettiğini anlamıyorum.''
Marduk'un gözleri tehditkar bir ifadeyle parıldadı. ''Geçen hafta Kuzgun ile burada neden beklediğinizi biliyorum.''
Dünya adamın bu kadar öfkelenmesine anlam veremedi. Ne de olsa kendisi de Ares'i kendi evine davet etmişti, hem de resmi olarak. Kuzgun ve Ghede'nin teklif etmesine bu tepkiyi göstermesi saçmaydı. Marduk, Ares'i kaybetmek istemiyordu ve bunun için elinden geleni yapacağı belliydi. Dünya ifadesiz bir yüzle Marduk'a baktı.
''Fırsatı değerlendiriyorum.'' dedi ve başını çevirirken ekledi. ''Aynen senin gibi...''
Marduk homurdanırken sevimli sarı saçlı bir adam konuşmaların önüne geçti.
''Zeus'' dedi heyecanlı bir sesle. ''Şimdiye kadar iblislere parça halinde karşı koyduk. Geri çekilip düzenli bir saldırıyla ruhu püskürtebiliriz.''
''Nereye püskürteceksin Cuchulain? Başka boyutlara mı?''
Cuchulain kaşlarını çattı. ''Onu yok etmenin bir yolu vardır mutlaka. Nasıl oluştuysa belki geri döndürülebilir.''
''Çıktığı yere geri dönemez..''
Dünya dayanamadı. ''Bir yerden çıktığını göre zapt edilebilir.''
Zeus ilgiyle ona baktı. ''Elbette zapt edilebilir.''
Başka bir ölümsüz atıldı. ''Nasıl?''
Zeus başını dikleştirdi, birkaç saniye onu bekleyenleri süzdükten sonra cevapladı. ''Kadim büyü ile...'' dedi. ''Başka yolu yok!''
Herkes bir anlığına dondu. Birbirlerine tereddütle baktılar ve sonra Zeus'a dönen başlarda kararsızlık vardı. Zeus devam etti. ''Bir kere kullanabiliriz biliyorsunuz ve büyünün gücüyle, bir tek Olimpos baş edebilir.''
''Neden?'' dedi Kuzgun.
''Çünkü...'' dedi Zeus. ''İblislerin tek hükümranı Kronos'un oğlu benim, benden başka kimsenin büyüye dayanacak gücü yok.''
''Peki ya Ares?'' dedi Marduk. ''O da iblislere hükmedebiliyor.''
Zeus tiksinir gibi baktı. ''Ares sıradan bir iblis efendisinden başka bir şey değil. Güçsüz iblisleri yönettiği doğru ama iblis ruhuyla baş edemediğini gördünüz.''
Dünya öne çıktı. ''Çünkü denemedi.''
''Denemediğini nereden biliyorsun?'' dedi Zeus. ''Onun hırsını küçümseme Ghede.''
''Güçlerimizi sana verirsek biz ne yapacağız?'' dedi Neith. ''Sonrasında kendimizi nasıl koruyacağız?''
''Gerek kalmayacak.'' dedi Zeus kendinden emin bir tavırla. ''İblislerin hepsini yok edecek gücüm olacak. Tüm iblisleri, efendilerini ve iblis soyundan olan herkesi...''
Zeus açıkça Ares'i de yok edeceğini ilan ediyordu. Kalabalığın kararsızlığı iyice arttı. İblis konusunda değil ama Ares konusunda çekinceleri vardı. Dünya bu çekingenliği körüklemek için bir şeyler söylemek istedi ama endişeden düşünemiyordu. Konu iblis vahşeti olunca Ares'i harcamak pek zor karar olmazdı bunu seziyordu. Onun yerine Durga atıldı.
''İblis efendilerinin hepsi demekle neyi kast ediyorsun?''
Dünya, kadının cesareti karşısında kendinden utandı. Sevgilisi için başkasının savaşmasını seyretmek onu öldürüyordu ama soğukkanlı düşünemeyecek kadar afallamıştı. Zeus'un bu kadar kesin konuşması ve çevresindekileri etkilemesini hazmedemiyordu.
Kuzgun Durga'nın sorusunu daha da açtı. ''Bize isimleri ver!''
Zeus omzunu silkti. ''İblis efendilerini sizde biliyorsunuz. Deimos, Phobos, Eris, Enyo ve Ares''
Dünya parçalanmak üzere olan bir sesle konuştu. ''Ama hepsi bize yardım ediyor.''
''Şimdilik yardım etmeleri onları doğasının ne olduğunu unutmamızı gerektirmez. Yardım ediyorlar çünkü iblis ruhu, onlara da saldırıyor. En kolay cezp edilenler de onlar oluyor nedense...''
''Bu kadar yeter Zeus!'' dedi Dünya yumruklarını sıkarak. ''Ares senden fazla Olimposlu, onu nasıl iblis efendisi olarak nitelersin?''
''Haddini aşıyorsun Ghede!'' dedi gözlerinden alev saçarak ona baktı. ''Sadece bir hafta daha, belki de daha az. İblis ruhu güçlenince, bu dediklerin için pişman olacaksın.''
Dünya dudaklarını sıktı çünkü dilinin ucuna gelen kelimeler çok tehlikeliydi. Ares'in kimliğini uluorta ifşa edemezdi. Gözlerini kısıp Zeus'a nefretle bakmakla yetindi. Zeus onu susturabildiğini görünce kibirle başını çevirdi.
''Kadim büyü için kalan güçlerinizin hepsini vermeye razı mısınız? Ölümsüzlüğünüz garanti altında olacak ve güvenliğinizden tamamen ben sorumlu olacağım. Bunu yapabilecek gücüm olduğunu biliyorsunuz.''
İnari ilk defa konuştu. ''Bu çok zor bir karar Zeus. Şu anda karar veremeyiz.''
Dünya ardından konuştu. ''Ben boyutumun güçlerini vermeyi ret ediyorum.''
Tanımadığı bir kadın ona döndü. ''Ama Ghede görüyorsun, baş edemiyoruz.''
''Evet, son bir haftadır sürekli savaşılıyor.'' Herkesin başı konuşan Zeus'a döndü. ''Saldırıya uğrayan her yere yetişmeye çalışıyoruz ama ardı arkası kesilmiyor. Kanseri kökünden kurutmadıkça kayıplar vermeye devam edeceğiz. Tek ve kati bir güçle saldırmalıyız, yardım kuvvetleri şeklinde değil ki, bunda bile yetersiz kalıyoruz.''
''Doğru söylüyorsun Zeus.'' dedi Dünya. ''İblis ruhunu saldırdığı yerlerdeki tümörleri temizlemekten başka bir şey yapmıyoruz. Sadece savunma, saldırı değil. Senin toplayacağın güç dışında, doğrudan saldırmamız gerekiyordur belki de...''
Birkaç kişi Dünya'nın sözlerini onaylayınca Zeus'un ifadesi bozuldu. Öfke yakışıklı hatlarına yayılırken Dünya'dan bakışlarını çekmiyordu. Dünya ister istemez Ghede'nin başını fena derde soktuğunu tahmin etti.
''Kaynağını bilmediğin bir lanetle nasıl uğraşabilirsin Ghede?'' dedi Zeus. ''Bunu senin yeteneğinde bir adamın bilmesi gerekirken şimdi neden çözüme karşı çıkıyorsun?''
''Çözüme karşı çıkmıyorum.'' dedi sakince. ''Tiranlığa dönüşebilecek bir güce karşı çıkıyorum. Senin dayatmana karşı çıkıyorum.''
Marduk yavaşça konuştu. ''Ghede ile aynı fikirde olacağımı hiç düşünmezdim ama doğru söylüyor. Başka bir çözüm kalmayana kadar kadim büyüye karşıyım.''
Zeus kendini kontrol etmeye çalışarak söylendi. ''Başka bir çözümün olmadığı bir yerdeyiz. Benimle aynı düşüncede değil misiniz? Vahşi iblislerin değişebilir korumasındansa, benim gerçek koruma önerime kimler katılıyor?''
Birkaç tane ses hemen Zeus'u onayladı ama daha fazlası hala kararsızdı. Zeus bunun sorumlusu olarak Dünya'yı görüyordu, öfkeli bakışlarını onun üzerine dikti.
''Daha çok kayıp vereceksiniz!'' dedi. ''Şu dakika yaptığınız kararsızlık, tahmin edemeyeceğiniz kadar çok kayba neden olacak!''
Dünya cevap vermeden sadece adama baktı. Başka bir adam konuştu.
''Tehdit mi bu Zeus?''
''Sizi neden tehdit edeyim, boyutumuzda aynı işkencenin altında. Anlamıyor musunuz? Sizin son bir haftadır çektiğinizi biz yüzyıllardır çekiyoruz. Her zaman için bir iblis tehlikesi vardı. İnsanların kalplerine sokulan ve onları kana susamış birer canavara dönüştüren iblislerle uzun zamandır uğraşıyoruz. Sizler güvenle boyutlarınızda otururken Olimpos hepinizin korumasını üstlendi. Şimdi neden güvenmiyorsunuz?''
Daha fazla kişi onayladı. Zeus rüzgârın yönünü değiştiriyordu ve bunu sadece kelimeleriyle yapıyordu. Ah, keşke Ares burada olsaydı. Hem varlığı hem de sözleriyle ölümsüzleri ikna edebilirdi. Dünya zayıf kalmıştı.
''Geçtiğimiz hafta dışında...'' dedi başka bir ölümsüz. ''Tüm boyutlar yoğun saldırıya uğrarken bu boyuta çok az sızıntı olmuş.''
''Bizde zaten yeterince iblis vardı.'' dedi Zeus karanlık bakışlarla. ''O yüzden karşılaştırma yapman çok saçma Balder. Ayrıca Loki nerede? Odin ve Thor'un yokluğunda liderinizin o olduğunu sanıyordum.''
Balder umursamazca başını dikti. ''Onun gelecek hali yok. Sanırım iblis saldırısına uğramış, bize bir şey söylemedi. Ama bir süre Olimpos'a gelemeyeceğini söyledi.''
''Yazık olmuş.'' dedi Zeus. ''Onun bakış açısı çoğu kişiden daha netti.''
Dünya içinin öfkeyle dolduğunu hissetti, aklına Loki'nin şeytanlarının saldırdığı akşam gelmişti. Az daha Ares'i öldürecek büyüyü anımsadı. İblis efendileri iyi iş çıkarmış olmalıydı, Loki'nin insan içine çıkacak hali yoktu. Bu onu biraz olsun yatıştırdı. Zeus'un konuşmaya devam ettiğini fark etti.
''Siz bilirsiniz.'' dedi Zeus yalancı bir gülümsemeyle. ''Kafanızın karışık olduğunu görebiliyorum. Bugün için boyutlarınıza geri dönün ve düşünün. Dostlarınıza kararınızı danışın. Kimseyi zorla kurtaramam, değil mi?''
''Kadim büyü gerekli!'' dedi yabancı bir ölümsüz. ''Bunun düşünülecek bir şeyi yok.''
Zeus eliyle onu yatıştırdı. ''Ben de biliyorum ama bırak bir gün daha katliamları dinleyelim ve iblis belasından tamamen kurtulduğumuzda nasıl bir hayatımız olacağını hayal edelim. Gece yarısı yeniden toplanacağız. Kararınızı o zamana kadar verebileceğinizi sanıyorum.''
Keskin bakışlar Dünya'ya çevrildi. ''Bu süreyi dedikodu yaparak değil,düşünerek geçirmenizi tavsiye ederim. Asilik yapma zamanı değil, kurallara uyma zamanıdır.''
***
Ardından Zeus ortadan kayboldu ve bazı ölümsüzler de söylenerek tepeyi terk etmeye başladılar. Dünya kararsızca olduğu yerde kaldı. Gidenler yönleniyorlardı ama girişteki şeffaf örtü henüz kalkmamıştı. Odasına yönlenip yönlenemeyeceğini düşündü. Marduk'un sesini duyduğunda denemeye karar vermişti.
''Çok cesurcaydı Ghede.'' dedi adam, dikkatli bakışlarını üzerine dikmişti. ''Senin kurnaz olduğunu biliyordum ama cesur ve akıllı olduğundan haberim yoktu.''
''Pek işe yaramadı.'' dedi Dünya. ''Zeus istediği etkiyi bıraktı.''
Marduk kaşlarını kaldırdı. ''Ah, evet, ikna konusunda Zeus'un eline kimse su dökemez. Ama sözlerin çoğu kişinin düşünmesine neden oldu. Kadim büyü için güçlerimizi alması zorlaştı. Çemberi tamamlamak için daha çok ikna edici şeye ihtiyacı var.''
Dünya sormamalıydı ama kendini tutamadı. ''Çember mi?''
Marduk onu baştan ayağa süzdü. ''Çemberi bilmediğini söyleme sakın.''
''Çemberi elbette biliyorum.'' diye yalan söyledi. Kadim büyü değil miydi o? Şimdi de çember çıkmıştı. ''İkna ettikleri yetmez mi?''
Marduk'un kuşkucu ifadesi arttı. Dünya konuştuğuna çoktan pişman olmuştu. Ama laflarını geri alamazdı. Bu safhadayken aptal ayağına da yatamazdı. Marduk kollarını kenetledi.
''Büyüyü yapabilmek için tüm evlerin rızasını alıp çemberi tamamlaması gerekiyor. Bunu biliyorsun sanırım?''
Dudağını kibirle büktü. Ghede büyük dudaklara sahip biri olduğundan ifade için pek zorlanmadı. ''Zeus'tan bahsediyoruz.'' dedi elini sallayarak. ''Çemberi oluşturmanın bir yolunu bulur. Sen onaylayacak mısın?''
Marduk nefeslendi. ''Bilmiyorum ama böyle devam etmeyeceğinin de farkındayım.''
''Başka bir yol bulunacak.'' dedi Dünya. ''Sadece o vakte kadar Zeus'a karşı benim yanımda olacak mısın? Çemberi kırmama yardım edecek misin?''
''Bugün beni çok şaşırtıyorsun Ghede.'' dedi sırıtarak. ''Bilgeliğini göstermek için bu zamanı beklemen çok ilginç. Seninle oturup bunları konuşmam kıyametin koptuğunu işaret etse de; Zeus'un kumandasına en az senin kadar karşı çıkacağıma emin olabilirsin. Fakat zamanımız az...''
Dünya başını onaylarcasına salladı. ''Zamanımız az, bu yüzden bir çıkar yol bulmak için düşünmeye çekilmemizi öneriyorum.''
Marduk başını salladı. ''Doğru söylüyorsun. Bu arada boyutunda yardıma ihtiyacın var mı? İstersen sana...''
''Hayır, teşekkürler, ben baş edebilirim.''
''Ben de sana söylediklerime inanamadım ama samimi olduğumu bil.''
''Biliyorum.'' diye başını salladı. İçinden de ne olur Ghede gece yarısından önce ortaya çıkmasın diye dua ediyordu. Ya da gidip adamın boyutunu kapatsa mıydı? Bu gerçekten parlak bir fikirdi.
Marduk ortadan kaybolduğunda tepede ondan başkasının kalmadığını fark etti. İçi ürperdi. Bir an önce Ares'in yanına dönmek için kendini odasının kapısına yönlendirdi. Bir sonraki toplantıya kadar ruhu zincirleyecek bir şeyler düşünmeliydi. Tacı yeniden dolabına saklayıp mutfağa gitti. Kimse yoktu. Masa toparlanmış kimse uğramamış gibi tertemizdi. Hızlı adımlarla Ares'in odasına gitti. Odada kimse yoktu, içini saran bir panik duygusuyla Artemis'in odasına yollandı. Kapıdan seslendi cevap gelmeyince elini kapıya koydu. Artemis de odada değildi. Kalbi boğazında atıyordu. Tepede kaldığı süre boyunca bir şey mi olmuştu. Tam o sırada Athena'nın kapısı açıldı. Artemis ve Athena dışarı çıktılar.
''Meraktan çıldıracaktım.'' diye onlara doğru yürüdü. ''Ares'i gördünüz mü?''
Athena sıkkın bir yüzle Artemis'e baktı. Dünya'yı boğan sıkıntı yeniden boğazına kadar yükseldi.
''Ne var? Ne oldu?''
Artemis cevapladı. ''Ares ve çetesi, Tartaros'a kadar gittiler.''
''Ne?'' dedi Tartaros'a neden gitmişlerdi ki. Aklına hem mantıklı hem saçma bir düşünce geldi. ''Ceza mı aldılar?''
Athena başını salladı. ''Panik yapma Dünya, ceza değil. Hades, Adonis ve Ares, Tartaros'a gittiler çünkü Psykhe ile konuşacaklar''
''Anlayamadım.'' dedi. Gerçekten de kafası çalışmayı durdurmuştu.
Athena kapının önünden çekildi. ''İçeri gelmek ister misin? Daha rahat konuşuruz. Böyle kapı önünde biraz tuhaf kaçıyor.''
Hem tuhaftı, hem de Zeus her an bir yerlerden çıkabilirdi. Dünya başını sallayıp içeri girdi. Uyuşmuş gibi gözüne ilişen ilk koltuğa oturdu. Zihninde bu konuşmanın nedeninin ne olabileceğini tasarlamaya çalışıyordu ama başaramıyordu. Sonra birden beyninde bir bomba patladı. Ya Psykhe her şeyi Ares'e anlatırsa... Adam Dünya'nın her şeyi bildiğini öğrenirse...
''Sen gittikten sonra bizim neden Tartaros'a gittiğimizi sordu.'' dedi Artemis. ''Bende ne diyeceğimi bilemedim. Senin orayı merak ettiğini söyledim, aklıma inan bir şey gelmedi. Sonra pat diye Psykhe ile ne konuştuğumuzu sordu. Onunla konuşmadığımızı söyledim, çünkü Solan'ın bunu bilmesine imkan yoktu.''
''O değil.'' dedi Dünya güçsüzce.
''Öyleymiş, bende ispiyoncunun Hades olduğunu sonradan öğrendim. Ares bana ne işler karıştırdığımızı sorunca dondum kaldım. Aslında kolay yalan sallarım ama maalesef o an dilim işlemedi.''
Athena devam etti. ''Ares de bu yüzden yanına çetesini alıp Psykhe ile konuşmaya gitti.''
''Aptal adam!'' diye homurdandı. ''Hiç yerinde duramıyor değil mi? O mükemmel burnunu her işe sokması gerekiyor.''
''Onun ne öğrenmesinden korkuyorsun Dünya?''
Dünya başını kaldırıp Athena'ya baktı. Hareli yeşil gözleri zeka kıvılcımlarıyla parlıyordu. Başını öne eğdi.
''Zeus kadim büyüyü uygulamak istiyor. En güçlü o olacak.''
''Ruhu durdurabilir böylece değil mi?'' dedi Artemis. ''Bu neden aklımıza gelmedi?''
Athena, Artemis'in neşesine katılmadı. ''Devam et Dünya.''
''Ben...'' dedi kekeleyerek. ''Ben nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum.''
Athena uzanıp onun ellerini kendi elleri arasına aldı. Güven verici bir tavırla sıktı. ''Bir şekilde söyle.''
Dünya gözlerinin yandığını hissediyordu ama dökecek yaşı kalmamıştı. Başını kaldırıp kadının gözlerine baktı ve sonra da Artemis'in çatılmış kaşlarına.
''Zeus iblislerle bağı olan her şeyi büyüyle yok edecek. Bağı olan herkesi...'' yutkundu. ''Fazla zamanımız yok...''
Athena tek elini ondan çekip omzuna dokundu. ''Bunun anlamı tüm iblis efendileri ile birlikte mi?''
Dünya başını salladı. Athena nefeslenip doğruldu. ''Ares buna izin vermez. Onlar Ares için...''
Athena'nın gözleri irileşti ve Dünya'nın ne demek istediğini kavradığında yüzü bembeyaz oldu. Dünya titreyen sesiyle onu onayladı.
''Ares'i de yok edecek!'' dedi. ''İblis bağı olan herkesi...''
''Bunu yapamaz!'' dedi Artemis, Athena'dan önce. Athena donmuş kalmıştı. ''İblis efendisi değil ki, o bizim kardeşimiz.''
Dünya'nın beni bu doğru tanıma tepki vermedi, Artemis bilmeden de olsa sorunun kaynağını söylüyordu. Ares onların kardeşi, Zeus'un oğluydu ve titanların kralı Kronos'un mirasına sahipti. Tabi, miras... Dünya doğruldu.
''Tartaros'a gitmeliyiz, Psykhe ile konuşurken yanında olmam gerek. Engelleyebilirsek ne ala.''
''Çoktan görüşmüşlerdir.'' dedi Artemis üzüntülü ve düşünceli bir sesle. ''Sen gider gitmez onlarda çıkmışlardı.''
Athena nihayet konuşabildi. ''Sen bunları nasıl öğrendin? Zeus mu söyledi?''
Dünya ağlayamadığı için ağrıyan alnını ovuşturdu. ''Evet, onun ağzından duydum. Ben ve tüm evlerin liderleri... Şu anda karar vermeye çalışıyorlar ve Zeus'a direnebilecek çok az lider var.''
''Nasıl yaptın?'' dedi Athena, her şeyi didiklemeden adım atmamaya kararlıydı.
Ares, Athena'nın yerinde olsaydı çoktan Tartaros'un girişine gitmişlerdi. Artemis'in bu yönüyle Ares'e çok benzediğini fark etti ama Athena, Apollon gibiydi. Adım atarken yerin sağlam olduğuna emin olmadan hareket etmiyordu. Dünya nefeslendi.
''Her şeyi anlatacağım Athena ama sonra, şimdi anlatacak enerjim yok. Bilmen gereken tek şey onların toplantısına katıldım ama benim katıldığımdan haberleri yok.''
Ayağa kalktı ve Athena'ya elini uzattı. ''Şimdi Tartaros'a benimle gelir misin?'' dedi ve hareketlenen Artemis'e döndü. ''Sana sormuyorum bile.''
Artemis dudağını büktü. ''Her Tartaros tatiline katılmasam olmaz değil mi?''
Kapıya doğru dönmüşlerdi ki dışarıdan Hermes'in yorgun sesi geldi.
''Zeus'un çağrısı, bir saat sonra büyük salonda toplanılacaktır. Herkesin katılması gerekmektedir. Anahtarın gelmesi yasak.''
''Ne?'' dedi Dünya.
Athena iki uzun adımda kapıya ulaştı ve açtı. ''Sen...'' lafı ağzında kaldı, çünkü muhatabı çoktan gitmişti.
Üçü de birbirine şaşkınlıkla baktılar. Zeus onu dışlıyordu çünkü asla Dünya'yı kendilerinden biri olarak kabul etmeyecekti. Anlaşamayan ilk gelin-kayınpeder olmayacaklardı ya... Dünya derin bir nefes aldı ve kapıdan geçerken söylendi.
''Her neyse, biz işimize bakalım. Bir saat içinde dönmemiz gerek.''
''Nereye gideceksiniz?''
Dünya kulaklarına inanamaz bir halde sesin kaynağına baktı. Ares kendi odasının önünde durmuş Adonis ile birlikte onlara doğru bakıyordu. Dünya kendini suçlu gibi hissetti ve yanakları alev aldı.
''Dönmüşsünüz...'' dedi Artemis, Dünya'nın şaşkınlığını örtmek için.
Athena adamlara doğru yürüdü. ''Hermes'i duydunuz, değil mi?''
Adonis başını salladı ve cevap verdi. ''Evet, görüşmeye Dünya'nın gelmesini yasaklamış. Neden acaba?''
Ares'in bakışları hala onun üzerindeydi. Artemis'in zorlamasıyla Dünya birkaç adım atmayı başardı. Her şeyi öğrenmiş miydi, Psykhe ile görüşebilmiş miydi? Ona kızgın mıydı? Altın gözlerden cevapların hiç birini okuyamıyordu. Dünya'nın yaklaşmasıyla, Ares elini ona uzattı ve Dünya güçsüzce elini kaldırdı. Ares onu kendine çekti ve beline sarıldı. Dünya'nın gerginliği anında buhar oldu, Ares'in çok sevdiği kokusunu içine çekerek başını göğsüne koydu. Onun da kalbi en az Dünya'nın kalbi kadar hızlı atıyordu.
''Sebebini bilmiyorum ama burası konuşmak için pek uygun değil.'' dedi Athena.
Zeus'un odası birkaç metre ötedeyken adamın kararlarını tartışmak akıllıca bir şey olmazdı.
''Haklısın Hena, diğerlerine de haber verelim ve bahçede buluşalım.''
***
Beş dakika sonra bahçede yıkılmış bir çardaktaydılar. Kırık banklara ve kuru otların kapladığı taşların üstüne oturdular. Dünya meraktan delirmek üzereydi, Ares tek kelime etmemişti. Ama gergin kaslarına bakılırsa öğrendikleri hiç hoşuna gitmemişti. Adonis ve Athena ile beraber bahçeye giderlerken elini hiç bırakmamıştı. Acaba kaçmaması için miydi? Dünya düşüncesinin saçma olduğunu biliyordu ama nedense aklına gelmişti. Belki iblis zamanlarından kalan bir endişeydi.
Yarısı kırık bir bankta oturuyordu ve hemen yanındaki Ares sağlam kalmış bir sütuna dayanmıştı. Karşılarında dizilen Eros, Artemis, Apollon, Athena, Adonis ve Hekate'nin ifadeleri de huzursuzdu. Hades Tartaros'taki bir sorun yüzünden katılamayacağını söylediğinden burada değildi.
Athena konuya girdi. ''Zeus'un çağrısını hepimiz biliyoruz, emin olamadığımız şey nedeniydi. Artık bunu da tahmin edebiliyoruz.''
Dünya yan gözle Ares'e baktı. Buradan kilometrelerce ötedeydi. Omzunu sütuna yaslanmış kollarını kenetlemiş, konuşulanlara ilgisiz bir tavırla alt dudağını kemiriyordu. Athena'nın sözlerini dinliyor gibi görünmüyordu, tamamen kendi içine kapanmıştı. Altın gözlüye uzanmak istedi ama ne diyeceğini bilemiyordu. Hiç bu kadar çaresiz kalmamıştı.
''Zeus kadim büyüyü uyandırmak istiyor. Hedefinde de tüm iblisler var, ruhu yok edecek beraberinde de iblislerin hepsini...'' diye Athena kısaca açıkladı.
''Liderleri bu yüzden mi toplamış?'' dedi Hekate.
Athena başını salladı. ''Evet.''
''Sen nasıl öğrendin?'' dedi Adonis. ''Gizli bir toplantı olduğunu sanıyordum, senin girmene nasıl izin verdiler?''
''Ben değil.'' dedi Athena ve bakışları Dünya'ya kaydı.
Ares uykudan uyanır gibi doğruldu. Dinlemiyor gibi gözükse de bir kulağının onlarda olduğunu belirtir bir sesle kükredi.
''Sen, gizli bir toplantıya mı katıldın?''
Dünya ağzını açmıştı ki, Ares yeniden söylendi. ''Sürekli tehlikeli yerlere gitmen gerekiyor değil mi? Zeus o yüzden seni Olimpos'un görüşmesine çağırmıyor sanırım.''
''Alakası yok.'' dedi bozuk bir sesle. O kadar kişinin arasında azar yemek hiç hoşuna gitmemişti. ''Benim orada olduğumu bilmiyor bile.''
Ares öfkeyle soluklandı ve başını çevirdi. Ona inanmadığı apaçıktı. Apollon konuşunca Dünya bakışlarını Ares'ten aldı.
''Bilmemesine imkân yok.'' dedi. ''O, Zeus.''
''İnan bana, bilmiyor. Tüm toplantı boyunca oradaydım ama benim dinlediğimi bilmiyor.''
Athena Dünya'nın söylediklerini kısaca anlatırken Ares sinirli bir tavırla adımlıyordu. Konu iblis efendilerinin de infazına gelince Ares hırladı.
''İşte onu yapmak yürek ister!''
Athena kaçamak bir bakışla ona ve Artemis'e baktı. Devamını söylemekte isteksizdi. Hekate bakışmaları görmüştü ama yorum yapmadı. Onun yerine Ares'e döndü.
''Kadim büyüyü yeterli olur Ares, sanırım bizi de bu yüzden topluyor. Güçlerimizi tamamen elimizden alacağı konusunda onayımızı almak için.''
Dünya, Hekate'ye gözlerini dikti. Zeus ne Hekate'nin, ne de Ares'in güçlerine dokunabilirdi. Titanların gücü aklına gelince şekillenen planı daha bir gözüne hoş gelmeye başladı. Artık Zeus'a acımıyordu. Tek düşündüğü şey, Ares'in güçlü bir titan kanına sahip olduğu için mirasını kabullenince delirme olasılığıydı. Acaba Kronos deli miydi? O titan hakkında hiçbir şey bilmediğini düşündü.
Apollon homurdandı. ''Tabi, senin için hava hoş, Zeus güçlerine dokunamaz. Ne de olsa annen bir titan, sen de ona benziyorsun.''
Hekate'nin gözlerinde bir an için alevler parıldadı ama kendini kontrol etmeyi bildi. Dünya'nın hayret dolu bakışları altında Hekate, Apollon'a doğru başını salladı.
''Haklısın Apollon, ben hepimiz adına konuşmuştum. Özür dilerim.''
Apollon saldırı beklerken özür alınca bir an afallayıp Hekate'ye bakmış bulundu. Hekate göz alıcı bir gülümsemeyle adama baktı ve yavaşça başını çevirdi. Athena'nın konuşmaya başlamasına rağmen Apollon bakışlarını kadından alamadı.
''Hepimiz adına konuşman büyük kibarlık Hekate, özür dilemen gereksiz.'' Athena son kelimelerin üstüne basarak konuşmuştu. ''Şimdi ne yapacağımıza gelelim. Gece yarısı karar verilecekmiş.''
''Hani on gün vaktimiz vardı.'' dedi Eros. Yorgunluktan güzel gözlerinin altı kararmıştı ve yüzü çok solgundu. ''Dolması için daha dört günümüz var.''
''O süre sanırım benim içindi.'' dedi Dünya. Zeus'un ölüm tehdidini nasıl yumuşatacağını düşündü. ''Ölümsüz olma hakkımın yanacağını ima etmişti.''
Aklına gelen en hafif açıklama buydu, gelip beni öldürecek yerine. Ares yürümeyi bıraktı.
''Bildiğin her şeyi anlatmaya ne dersin Dünya?'' dedi sert bir sesle. ''Böyle parça parça olunca pek bir şey anlamıyoruz.''
Dünya ayağa kalktı. ''Neden? Arkamdan yaptığın araştırmadan hiçbir şey öğrenemedin mi?''
Ares diklendi. ''Görünüş o ki, tüm yaptıklarına yetişemiyorum. Beni bir yere gönderirken sen başka yöne kaçıyorsun. Kahretsin Dünya, ne işin vardı tepede?''
''Senin Tartaros'ta ne işin vardı?'' dedi geri adım atmadan.
''Söylediğin yalanı ortaya çıkarmaya çalışıyordum ve neden yalan söylediğini anlamaya.''
''Öğrenebildin mi peki?''
Ares parıltılı bakışlarını onun gözlerine dikti ve yavaşça başını salladı. ''Evet.''
Dünya nefesi kesildiğini hissetti, ok yaydan çıkmıştı. Ares tek kaşını havalandırdı. ''Ama benden saklamanı gerektiren şeyin ne olduğunu anlayamadım.''
''Anlayamadın mı? Ne demek istediğini, ben anlamadım.''
''Şimdi anlayacaksın papatyam.'' dedi Ares ve diğerlerine bir göz attı, Dünya tamamen onları unutmuştu. ''Bence bulunan çareyi herkesin de öğrenmesi gerek.''
Dünya'nın kalbi yeniden dörtnala koşmaya başlamıştı. Ares'in Zeus'un oğlu olup Kronos'un mirasçısı olduğunu öğrendiklerinde, hepsinin yaşayacağı şoku hayal bile edemiyordu. Ares'in bu haber karşısında oldukça soğukkanlı olmasına hayret etti. Her şeyi beklerdi ama sakin olmasını değil.
''Psykhe ile görüşmeye gittik.'' dedi Ares bakışları Eros'a kaydı. ''Çok iyi görünüyordu ve bir konu dışında halinden memnundu.''
Eros başını öne eğdi, yüzünü kaplayan hüznü saklamak için. Diğerleri de huzursuz bir sessizlikle Eros'a baktılar ve sonra konuşmaya devam eden Ares'e döndüler.
''İblis ruhunu etkisizleştirmenin bir yolu daha olduğunu söyledi. Kronos'un kanından birinin mirasa sahip çıkması gerekiyor ve kazanacağı güç ile bu vahşeti durdurabileceğini söyledi. İblis ruhunu hapsedecek bir iblis mücevheri yaratabilecekmiş ve ruhu çağırabilecekmiş.''
Dünya adamın hareketlerine yoğunlaşmıştı, neden bu kadar sakindi? Ares soluk aldı. ''Kronos bildiğiniz gibi Zeus'un atası ve mirasta hak iddia edecek kişinin Zeus'un kanından geliyor olması gerek. Yani çocuklarından biri olacak; Apollon, Hephaistos, Dionsys ve Artemis. Bunlardan biri mirasçı, asıl sorun hangisi olduğunu bilmememiz.''
Dünya şaşkınlıkla adama baktı. ''Başka?'' dedi kendine engel olamadan.
Ares ona baktı. ''Başka mı?''
Kendini toparlayarak cevap verdi. ''Yani, başka yok muymuş?''
''Bizim bildiklerimiz bu...'' dedi ve Apollon'a döndü. ''Senin bildiğin başka kardeşin var mı?''
Apollon ellerini iki yana açtı. ''Yetmez mi?''
Ölümsüzler güldüler ama Dünya'nın hiç gülecek hali yoktu. Ares hafifçe sırıttı. ''Sanırım yeter. Zeus'un mirasçısının kim olduğunu araştırmaya gerek yok. Kusura bakma Artemis ama Zeus'un ilk çocuğu Apollon olduğu için mirasçısının o olduğunu düşündüm.''
Artemis elini salladı. ''Bunu bilmeyen yok zaten, her yerde ilan etmekten geri kalmıyor adam.''
Apollon yan gözle Hekate'ye baktı. Hekate rolünde çok iyiydi, adamın orada olduğuna aldırmıyor gibi görünüyordu. Dünya yanlışlığı kimsenin görememesine isyan ederek araya girdi.
''Ama Zeus'un değil, Kronos'un mirası söz konusu.''
''Ne fark eder ki?'' dedi Athena. ''Zeus Kronos'un prensiydi, Apollon da Zeus'un. Doğal olarak Kronos'un mirasçısı Apollon olmuş oluyor.''
Ares devam etti. ''Apollon kalbi alabilecek tek kişi ve kalbi gücüne meydan okuyacak tek kişi, ondan başkası bu kadar büyük bir güce dayanamaz.''
''Ne olur? Eğer Apollon dayanamazsa ne olur?'' dedi Dünya, başı dönüyordu ve midesi bulanmaya başlamıştı. Oturması gerekiyordu ama banka gidecek kadar gücü kalmamıştı.
''Böyle bir ihtimal yok Dünya.'' dedi Ares. ''Ama başka biri hak iddia edip kalbe dokunursa, güç tarafından yok edilir.''
Dizlerinde dermanı kalmayınca sendeledi. Ares onu tutmasaydı, olduğu yere çökecekti. ''Hayır!'' diye inledi. Gerçeği söylemekten başka çaresi kalmamıştı yoksa Apollon ölecekti. Söylerse de, Ares tehlikeye girecekti.
Banka oturtulurken bilinci açıktı ama gözlerini aralayamıyordu, kıpırdayamıyordu. Ares'in sesinin yanında başka sesleri de duyuyordu, en belirgin olan onun ismini tekrarlayan Ares'ti. Derken acılı bedeni güç kazanmaya başladı, gözlerini araladı. Hekate yanı başına oturmuş elini tutmuştu, diğer elini de Ares yakalamıştı. Onu iyileştiren Hekate, gücünü ona geri verdi ama umudu biten birine daha fazlasını yapamazdı. Hekate'nin hemen ardında duran Apollon'a baktı.
''Lütfen Apollon bunu yapma, hak iddia etme...''
''Başka çare yok.'' dedi Athena. ''Ares'i duydun, ruhu başka türlü etkisizleştiremeyiz. Gittikçe güçleniyor...''
''Apollon değil!'' dedi sonunda ve yutkundu. Elini tutan Ares'in parmakları titredi.
Ölümsüzler şaşkınca ona bakarken Dünya devam etti. ''Kronos'un tahtının sahibi Apollon değil, kanına sahip olabilir ama gücü başkasına ait.''
''Kim?'' dedi Apollon, kaşlarını çatmıştı.
''Ben olmayayım ne olur!'' dedi Artemis.
Dünya başını salladı. ''Sen de değilsin, Dionysos veya Hephaistos da değil.''
''Zeus'un başka bir çocuğu daha mı var?'' dedi Adonis. ''Kim?''
***
Dünya doğruldu, Ares'in eli, onun elinden kayarken adama bakmamak için kendini zor tutuyordu. Kaçınılmaz olana sıra gelmişti. Ne kadar açıklama yaparsa yapsın, Ares'e yetmeyecekti. Altın gözlü ölümsüz, her şeyi öğrendikten sonra annesini sürgüne gönderen babasına ne yapacaktı acaba? Dünya meraklı bakışların altında ezilirken Hermes aniden çardağın ortasında parladı.
''Saatten haberiniz yok mu? Kırmızı halı filan beklemiyorsunuz değil mi?''
Adonis söylendi. ''Az sonra geliyoruz Hermes, bir saat biz bekledik Zeus da iki dakika beklesin.''
''Hera hepinizi aynı anda yönlendirecek, söylemedi demeyin.'' Dedi uyaran bakışlarla. ''Bahane istemiyorlar.''
Suskun Ares'e bakamamak canını yakıyordu ama bakarsa bakışlarından her şeyi çözeceğine emindi. Hermes ortadan kaybolunca Athena doğruldu.
''Bir iki dakikamız ancak var. Zeus'a hiçbir şey belli etmeyin, neler bildiğimizi öğrenmemeli.'' Dünya'ya döndü. ''Biz döndükten sonra konuşmamıza devam edeceğiz Dünya, tamam mı?''
Dünya başını salladı. Ares dışındakiler ona veda edip eve doğru yürüdüler. Ares'in sıkıntısı çok yoğundu Dünya'yı boğuyordu. Ares'in ayağa kalktığını fark edince Dünya adama baktı.
''Kim?'' dedi Ares.
Dünya adama bakmaya devam edince Ares'in gözlerinde kötücül bir bakış yükseldi. ''Cevap ver bana Dünya!''
''Öfkelenmen hiçbir şeyi düzeltmez Ares.'' dedi. ''Açıklama yapmamı istiyorsan sakinleşmelisin.''
''Neden sakinleşeceğim?'' dedi Ares. ''Canımı sıkan bir şey olmadığı sürece beni uyarmana gerek olmadığını biliyorsun.''
''Senden bir şey rica etmiştim hatırlar mısın? Kendine zarar verici davranışlarda bulunmayacaksın.''
Ares homurdandı. ''Sanki uyarmana gerek var da!''
''Gerek var, şimdi toplantıya git ve sakın ağzını açma. Cevap verme, dinle ve yanıma gel. Senden bunu istiyorum, lütfen''
Ares hoşnutsuzca ona baktı. İtiraf gibi gelen uyarı karşısında yine de inanmak istemiyordu, duymadıkça kabullenmeyecekti. Elini Dünya'ya uzattı.
''Gel, seni odana götüreyim.''
Dünya elini tuttu ve ayağa kalktı. Ares adım atınca eliyle onu çekiştirdi, duraklayan adam ona doğru döndü. Dünya kollarını Ares'in boynuna sardı ve dudaklarını adamın gergin dudaklarına bastırdı. Ares bir an için tepki veremedi ardından Dünya'nın beline sarıldı ve kendine çekti. Onun öpüşüne baskın bir okşamayla cevap veren tatlı dudaklar, Dünya'yı sarhoş etmişti. Ares kendini çekerken elleriyle yüzünü tuttu ve uzaklaşmasını engelledi.
''Ares...'' diye az önce tutkuyla öptüğü dudaklara doğru fısıldadı. ''Lütfen!''
Ares burnunu onun burnuna sürttü. ''Tamam, sevgilim, ağzımı bile açmayacağım. Zaten bu öpücükten sonra dudaklarımı oynatabilmem mucize.''
Dünya sırıttı. ''Sanırım sizin de antrenmana ihtiyacınız var beyefendi.''
''Hocam sen olduktan sonra şikâyet edersem dilimi kessinler.''
Dünya dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu. ''Hayır, kıyamam. Dilini ve bana yaptıklarını çok seviyorum.''
Ares başını geriye atarak yumuşak bir kahkaha attı. Çok erkeksiydi ve Dünya bu etkiyi tüm bedeninde ve her hücresinde hissetti. Heyecanla titredi ve Ares'in memnun ifadesini gözleriyle içti.
''Sen de şeytan tüyü var papatyam, beni kendimden geçiriyorsun.''
''Seni seviyorum.'' dedi Dünya adamın gülümseyen gözlerine bakarak. ''Sana ihtiyacım var, o yüzden kendine iyi bakmak zorundasın.''
''Birinci ve ikinci cümleni beğendim ama üçüncüsü fazlalıktı hayatım.''
Dünya Ares'i ittirdi. ''Fazlalık veya değil, uyman gereken bir cümle.'' dedi. ''Hadi git şu Zeus'un nutuklarını dinle ve bana geri dön.''
Ares başını eğerek selam verdi. ''Nasıl isterseniz efendim.''
Evin merdivenlerine vardıklarında Ares ortadan kayboldu. Hera onu yönlendirmiş olmalıydı, vakit dolmuştu. Dünya'nın dua etmekten başka çaresi kalmamıştı. Güçsüzce merdivenlere çöktü. Eve girmek içinden gelmiyordu. Dirsekleri dizlerinde başı önde otururken bir kanat çırpma sesiyle başını doğrulttu. Siyah bir kuş uzun kanatlarını gererek uçtu ve basamakların ötesinde yere kondu. Sarı renkli parlak gözlerini Dünya'ya dikti. Artık görmezden gelemezdi. Neden içeri girmemişti ki, şimdi ev gözüne hoş görünüyordu. Kuşu tanımamasına da imkân yoktu, can sıkıntısıyla inledi.
''Ah, hayır...'' Kuş gagasını açtı ve bir çığlık gibi öttü. ''Onca yolu gidemem, ne olur? Her yer çalı ama...''
Kuş, başını yana eğdi ve Dünya'ya anlamlı bir bakış attı. Dünya içini çekerek ayağa kalktı.
''İyi, tamam, lanet olası düş önüme madem!''
Kuş yeniden gakladı ve havalandı. Kâhine giden yoldan nefret ediyordu, çalılarından da, yolun engebesinden de. Ayaklarını sürüyerek yürümeye başladı ama yolun bu şekilde bitmeyeceğini düşünerek hızlandı. Bir an önce kâhin ile görüşüp geri dönmek istiyordu. Karga tepesinde daireler çizerken Dünya çalılarla boğuşmaya başladı. Tek başına olduğunu nerden biliyordu bu çalılar anlayamadı. Yanında başka biri olduğunda dallar daha seyrek gibiydi. Oflaya puflaya eve yaklaştığını belirten küçük alana geldi. Yolunu kaybetmemesi için karganın ona yoldaş olması iyi olmuştu, çalılara kanarak yönünü değiştirecek olsa koca kuş bağırmaya başlıyordu. Tahta kulübenin basamaklarında nefeslendi. Tırabzana elini koyduğunda karga kendi tüneğine kondu ve Dünya'yı izlemeye başladı.
''Senin Solan ile akrabalığın var mı?'' diye nefessizce söylendi. Kuşun gözünü kırpmadan bakması ona Solan'ı çağrıştırmıştı.
Derin bir nefes alıp doğruldu ve kapıya elini koydu. Parlak gün ışığının yıkadığı odaya adımın attı. Kâhin odada değildi.
''Hey!''
Ses yok.
''Kimse yok mu?''
Kapalı iki kapı vardı ve mutfağa giden giriş kapısı... Dünya önce mutfağı kontrol etmek istedi, hatırladığı kadarıyla çok büyüktü. Onun geldiğini duymamış olabilirdi. Girişe doğru iki adım atmıştı ki, kâhin elinde küçük bir tepsiyle kemerde belirdi.
''Çabuk gelmişsin.'' dedi adam ona gülümseyerek. ''Hoş geldin Dünya.''
''Hoş buldum kâhin.'' dedi ve adamın elindeki kupalara baktı. ''Sakın onlar defne çayı olmasın.''
Midesi şimdiden burulmaya başlamıştı. Kâhin odaya girip elindeki tepsiyi ona uzattı.''Kokudan mı anladın?''
''Zahmet etmeseydin keşke...'' dedi ve kupanın birini aldı.
''Afiyet olsun.'' dedi kâhin ve tepsiyle beraber divana yürüdü. ''Bana eşlik etmene sevindim.''
''Benim vaktim yoktu aslında... Hem de hiç vaktim...''
''Çok kibarsın Dünya gel yanıma otur, biraz sohbet edelim.''
Dünya gözlerini devirip elinde kupayla kâhinin karşısına oturdu. İçmek istemiyordu ama kâhini kırmak da istemiyordu. Kâhini hep beyaz ve krem rengi kıyafetler içinde görmüştü, bu sefer açık kahverengi gömlek ve pantolonuyla gözüne daha genç göründü.
''Çok şıksın.'' dedi hayretle adama bakarak. ''Özel bir gün mü?''
Kâhin içeceğinden bir yudum alıp Dünya'ya kaşlarının altından baktı. ''Sen söyle.''
Dünya dudağını yaladı, özel bir gün olma ihtimali yüksekti ama olumlu bir gün olma umudu pek yoktu. Dünya elindeki kupayı yana bıraktı, hayret koku ve renk tanıdık değildi. Defne çayı için başka bir formül deniyor olmalıydı. Bunca karmaşanın arasında defne çayını düşünmemeye çalışarak kâhine cevap verdi.
''Normal bir gün olmasını tercih ederdim.''
''Kafan çok karışık.''
Başını salladı. ''Hem de nasıl!''
Kâhin bir yudum daha aldı. ''Neden?''
''Biliyorsun, her şey üst üste geldi. İblis ruhu, Zeus'un planı, miras olayı, Zeus'un tehdidi... Ne yapacağımı bilmiyorum.''
''Tek başına neden uğraşıyorsun?'' dedi kâhin.
''Hayır, herkes uğraşıyor.'' dedi. ''Ben sebep oldum sadece.''
''Sen de Ares'e benzemeye başladın. Sana yapılan lanetin sonucuydu bunlar ve senin suçun yoktu. İblis mücevheri çok yönlü tehlikeleri olan bir objedir, asla yapılmaması gerekirdi. Oluşmasındaki kötücül etki yüzünden ya seni iblise çevirecekti, ya da dışarı sızıp etrafı zehirleyecekti. Sen bilmeden zehri dışarı saldın ki; bu en iyisi, sen de kalsaydı umudumuz hiç olmazdı. Asteria bir titan olduğu halde iblis mücevherinin etkisiyle ne hale gelmişti, sen ondan da kötü duruma düşerdin. Hem lanetle, hem de mücevherle baş edemezdin, en iyisi salmaktı ve sen onu yaptın. Biz de anahtarımıza yeniden kavuştuk.''
''Hepiniz beni yatıştırmaya çalışıyorsunuz.''
Kâhin omzunu silkti. ''Hiçbir zaman öyle bir amacım olmadı.''
Dünya adamın sözlerine inandı, omzunun tepkisi olmadan bile sesindeki samimiyet, dürüstlüğünü ilan ediyordu. Dünya asıl aklını kurcalayan şeyi sorup sormamayı düşünürken eli kupaya gitti ve bir yudum aldı. Kekremsi bir şey beklerken likör gibi şekerli ve hafif bir içkiyle karşılaştı. Ferah bir tadı vardı ve serin bir içkiydi.
''Vay, bu da ne?'' dedi hayretle ve bir yudum daha aldı.
''Yavaş iç anahtar, sarhoş olmanı istemem.''
''Alkollü mü?'' dedi koyu yeşil sıvıya bakarak.
''Alkollü değil ama bayağı ağır bir içecektir, birkaç bitki karışımından yaptım. İlk denememde, üçüncü kupadan sonrasını hiç ama hiç hatırlamıyorum.''
''Bu çok güzel!'' dedi kupanın daha büyük olmamasına hayıflanarak. ''Kedi olalı bir fare tuttun kâhin.''
''Bu bir iltifatsa teşekkür ederim ama daha kibar bir ifade kullanabilirdin.'' diye sırıttı. Dünya'nın beğenisi onunda hoşuna gitmişti.
''Enfes olmuş.'' dedi bir yudum daha aldı. ''Dönüş yolu için bir bardak daha alırım.''
''Seni sarhoş gönderirsem Ares bana ne der?''
Dünya içini sıkan sorunlara yeniden döndü. ''Beni görmek istemenin sebebi Ares mi?''
Kâhin başını sağa sola salladı. ''Hayır, yeni içkim hakkındaki fikirlerini öğrenmek istemiştim. Ares aklıma gelmedi. Fakat senin konuşmak istediğin bir şey varsa dinlerim.''
Dünya inanmazca adama baktı ama omzu işaret vermiyordu. Yoksa mührü artık çalışmıyor muydu? Kâhin yarıladığı kupayı yana bıraktı. ''O konuda olması gerekenler zaten oluyor. Dert ettiğin asıl şey ne?''
''Zeus'un babası olduğunu söylemek zorundayım ve bu onu mahvedecek.''
Kâhin başını eğdi. ''Haklısın, gerçekler acıdır ama Ares bu haberi kaldıracak kadar güçlü.''
''Ona söyleyemem.'' dedi Dünya. ''Kronos'un mirasını almasına izin vermemeliyim.''
''Onun yerinde olsaydın, ne olmasını isterdin?''
Dünya bir süre düşündü ve gerçeklerin daha iyi olacağına kanaat getirdi.
''Bilmek isterdim. Sanırım tahmin ediyor ama doğru olmamasını umut ediyor. Söylemeyecektim ama Apollon'un hayatı söz konusu.'' Sesi titredi. ''Ve şimdi de Ares'in hayatını tehlikeye atmak zorunda kalıyorum. Bu acımasızlık!''
Kâhin elini salladı. ''Ares baş eder.''
Dünya patladı. ''Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Titanların hepsi hapis, şu anda titan kanının en kuvvetli olduğu kişi Ares ve onu bekleyen son da en iyi ihtimalle hapis.''
''Hapsedileceğini kim söyledi?''
''Tartaros'daki üç kadın.'' dedi Dünya. ''Mirasını kabullenirse onun delireceğini söylediler.''
''Ah, o cadılar, insanları korkutmaya bayılırlar.'' dedi kâhin elini sallayarak. ''Kader işleyiciler hep çok konuşur, her sözlerini ciddiye alma. Ares zaten mirasın sahibi, şimdi olduğundan daha deli olmasına ihtimal yok.''
''Nabi de Ares'in tehlikeli biri olduğunu söylemişti. Ben lanetin etkisindeyken bana Ares'i öldürmemi söyledi.''
''Nabi o sırada senin güvenini kazanmaya çalışıyordu.'' Kâhin kupasına uzandı. ''Ayrıca Ares sence tehlikeli değil mi?''
Dünya kaşlarını çattı, adamın sözleri neden mantıklı gelmişti? Kâhin içkisini yudumladı ve devam etti.
''Sen tehlikeli değil misin?'' dedi. ''Ya da Apollon, ya Artemis... Ben bile oldukça tehlikeli biriyimdir. Liste uzar gider ama sonuç olarak, herkesin tehlikeli olma ihtimali vardır. Güç beraberinde sorumluluk getirir biliyorsun. Sence Ares elindeki onca güce rağmen bir parça daha güç kazanırsa delirir mi?''
''Aklımı iyice karıştırdın kâhin.'' diye homurdandı.
''Bence netleştin.'' dedi. ''Hadi içkini bitir ama küçük yudumlarla iç.''
Dünya içkisine uzanırken kâhin devam etti.
''Kronos akıllı bir titandı, ateşli bir mizacı vardı ve pervasız biriydi. Titanlar dışındakileri pek önemsemezdi, bu kendi çocuğu da olsa, ölümsüzler onun gözünde lekeliydiler. Yönetilmeleri gerektiğini düşündüğü için ölümsüzleri kontrol eden güçler dengesini kurdu. Ölümsüzleri evlere ayırdı ve buna en çok Zeus öfkelendi. O bir prens olarak elbette mutlak gücü alarak tahta geçmek istiyordu, bu yüzden gücün evlere dağıtılmasından hiç hoşlanmamıştı. Kronos'un sevgi dolu bir baba olduğunu söyleyemem, zaten Zeus da pek uyumlu bir oğul olmadı. Kronos'u devirmesine rağmen onun mirasına sahip olamadığını öğrendiğinden beri dengeyi bozmaya çalışıyordu. Derken aşina olduğun kehanet ortaya çıktı.''
''Yani söylendiği gibi titan olmak deliliği beraberinde getirmiyor mu?''
Kâhin nefes aldı ve hafifçe gülümsedi. ''Sence ben deli miyim?''
Dünya kaşlarını çattı. Pek akıllı olduğunu düşünmüyordu ama yüzüne karşı söylemek istemedi. Ne! Ne, nasıl yani, kâhin bir titan mıydı? Hani hepsi hapsedilmişti? Kaşları düzelirken yüzündeki şaşkın ifade genişledi.
''Sen...'' dedi ve durakladı. Lafının devamını kâhin getirdi.
''Ben de bir titanım, gerçi burada hapisim ama deli olduğumu düşünüyor musun?''
Derin bir nefes aldı. ''Arada sırada...'' diye itiraf etti. ''Ama kötü anlamda alma lütfen.''
Kâhin güldü. ''Çok açık sözlüsün anahtar.''
''Neden hapissin peki?'' dedi.
''Bu çok uzun bir hikâye ama ceza çekiyorum diyebilirim. Her zaman kötülükler cezalandırılmaz, bazen iyilikler de ceza alabilir.''
''Ölümsüzleri hiç anlayamayacağım galiba, iyi dediğim şey kötü çıkıyor, ya da kötü olarak baktığım şeyin altından iyilik çıkıyor''
''Kötülük çok göreceli bir kavramdır anahtar. Sen kötülüğünü istediğin birine, yıkmak için bir şeyler yaparsın ama senin yaptığın onun yararına dönüşür.''
''Bu dediğine hak verebilirim. Lanetin etkisi altındayken kötü niyetle yaptıklarım tersine dönüştü.'' Dedi içini çekerek.
Dünya onu boğan sıkıntısının biraz hafiflediğini fark etti. Kâhin ile konuşmak korktuğu kadar kafa karıştırıcı olmamıştı. İçki sayesinde de bedeni gevşemişti. Son yudumu da alıp boş kupayı tepsinin içine bıraktı.
''Sence Ares mirasına sahip çıkmalı, değil mi?''
''Ares'e baştan beri söylediğim şey bu zaten.'' dedi kâhin. ''Eninde sonunda iblislere hükmedip Zeus'a meydan okuması gerektiğini biliyor. Kaderine karşı gelmeye çalışmak yerine, hakkı olan tahta çıkmalıydı. Güçlerini saklayıp sıradan bir ölümsüz olmaya çalışması boşunaydı. Kronos gibi dengeye sadık kalmayı istiyor ama anlamadığı şey şu; Kronos tek bir lider altında yönetilmeleri gerektiğini biliyordu. Çok başlı bir yönetim sadece kargaşaya yol açar. Ares'in ise, Zeus'un hâkimiyeti altında herkese yardım etmekten başka amacı yok. Bu fedakarlık, onun yeteneğindeki biri için boşa harcanan bir düş.''
''O, bu düşü yaşıyor ama...'' dedi Dünya. ''Zeus keyfini sürüp planlar yaparken Ares canını hiçe sayıp yardım etmeye çalışıyor.''
''Buna bir lafım yok.''
Dünya adamın devam edeceğini sanıp ağzına baktı ama kâhin sustu. Dünya çakırkeyif bakışlarını adamın yüzüne çevirdi.
''Mirasçının kim olduğunu söylediğimde her şeyin yoluna gireceğine inanmak istiyorum.'' dedi dikkatlice kelimelere yoğunlaşarak. Ne zordu bu cümleyi kurmak...
''Kolay olacağını söylemedim.'' dedi kâhin. ''Ama olması gereken bu.''
''Sanırım beni kullanıyorsun.'' dedi sırıtarak.
''Sen anahtar değil misin? Yani bir aletsin sonuçta.''
''Bu biraz kaba olmadı mı kâhin?'' Tatlı bir baş dönmesi bilincine etki etmeye başlamıştı. Eve nasıl dönecekti. Başını divanın sırt minderine yasladı. ''Tek sorun, Kronos'un kalbini Hera'dan nasıl alacağımız...''
Cümlesinin bitmesiyle uyuşukluğu uykuya dönüştü. Kâhinin onu divana uzattığını hayal meyal hissetti. Mırıldanarak büzüldü ve derin bir uykuya daldı.
***
Rüya gördüğünün bilincindeydi çünkü küçük bir serçenin bedeninde şimşeklerin örttüğü bir gökyüzünde uçuyordu. Koyu gri bulutları aydınlatan şimşekler kulağını yırtarcasına çakıyordu. Güçlü rüzgâra karşı direnmek, onun kadar küçük biri için daha da zordu ama inatla uçmaya devam etti. Aşağısı çamur deryasına dönüşmüştü, sığınabileceği küçük bir çalı bile yoktu. Yağmurun her an başlamasından çekinerek hızlanmaya çalıştı. Gözleri nihayet dev gibi bir ağacı seçtiğinde, sevinçle kanatlarını ağaca doğru çevirdi.
Ağacın yanında duran dört kişiyi fark ettiğinde, hedefine ulaşmak üzereydi. En üst dallardan birine kondu. Bu ağaç, heybetli bir ceviz ağacıydı. Kanatlarını iyice çekti ve aşağıya baktı. İkisini tanıyordu, Zeus ve Hera. Diğer ikisini ise tanımıyordu ki, biri zaten tutsak edilmişti. Adamın göğsü, kolları ve bacakları ışıldayan zincirlerle sarmalanmış ve sıkıca ağaca sabitlenmişti. Uzun boylu adamın tanıdık bir tavrı vardı, mağrur başını Zeus'a doğru çevirdi. Dalgalı saçları, güçlü esen rüzgârın etkisiyle yakışıklı yüzünü döverken bakışları sert ve acımasızdı. Bedenini saran zincirler olmasa, asıl tutsağın Zeus olduğu sanılabilirdi. Yanı başındaki kadın kar beyazı saçlara sahip güzel yüzlü bir kadındı. Üzgün olduğu belliydi.
''Beni affet.'' dedi. Elini adamın geniş göğsüne koydu. ''Sen benim sevgilimsin ama o da bizim oğlumuz. Hak ettiği yere gelmesi gerek...''
Zincirlenmiş adam gözlerini kadına çevirdi. ''O zayıf karakterli bir oğul!'' diye gürledi. ''Hak ettiği tek şeye sahip zaten!''
''Kronos.'' diye inledi kadın. ''İnadından vaz geç aşkım. O bizim tek oğlumuz.''
Kronos gözlerini kısıp Zeus'a baktı. Dünya adamın mavi gözlerini süsleyen altın rengi hareleri görünce içini özlem dolu bir his sardı. Kronos Zeus'a doğru söylendi.
''Ben ona gücümü zaten veremem Rhea, doğuştan kazanılan bir kan mirasıdır istediği güç.''
Zeus onunla konuşmamasına rağmen Kronos'un karşısında durdu. ''Ben senin tek oğlunum, mirasını bana devretmen gerek!''
Kronos güldü. ''Güç delisi biri olduğun için senden utanıyorum Zeus, doğduğun güne lanet olsun!'' dedi ve zincirlerin el verdiği kadar öne eğildi. ''Beni de yeraltına attığın dostlarımın yanına göndermeyi denesene. Bunu yapabilecek güce sahipsen zaten kanımın mirasını almışsın demektir. Rhea'nın yardımı olmasaydı, ne yapabilecektin acaba? Hilebaz piç.''
Rhea eliyle ağzını kapatırken Zeus öfkeden mosmor oldu. ''Seni sonsuza kadar bu ağaçta zincirli tutabileceğimi biliyorsun değil mi?'' dedi yumruklarını sıkarak. ''Kurduğun dengeyi er geç kıracağım ve en güçlü ben olacağım. Benden esirgediğin güce sahip olacağım!''
Kronos alaycı bakışlarla Zeus'u süzdü ama bir şey söylemeden Rhea'ya döndü. ''O çocuğu fazla koruyorsun sevgilim ama gücün sahibi o değil.''
Rhea'nın gözlerinden yaş dökülmeye başlarken yağmur da yağmaya başlamıştı. ''Gücün sahibi olmayabilir ama o benim oğlum...'' dedi titreyen bir sesle.
''Sana da ihanet edecek!''
''Ben gönüllüyüm.'' dedi Rhea. ''Bizim zamanımız bitti ve senin de bana katılmanı istiyorum. İnadından vaz geç aşkım.''
''O lanet çukura gönüllü girecek değilim!'' dedi ve başını kaldırıp doğruca Dünya'ya baktı.
Dünya zoraki tünediği dalda sabit durmaya çalışıyordu. Kronos'un parıltılı bakışlarıyla karşılaşınca dalı tutan pençeleri bir an için gevşedi. Neyse ki, Kronos başını çevirdi, sadece bir saniye için adamın ona gülümsediğini görmüştü. Adam, Dünya'yı gördüğü için rahatlamış gibi Rhea'ya döndü. Kadının gözlerinden sicim gibi yaşlar dökülüyordu aynı o anda yağan yağmur gibi. Sevgi dolu bir bakışla kadını okşadıktan sonra bakışlarını Hera'ya çevirdi.
''Koruyucu sen olacaksın Hera, sana güveniyorum.'' dedi. ''Kanımın mirasına sahip olmayan biri gücü elde etmeye çalışırsa, bu cüretini canıyla öder.''
Zeus'a döndü ve sakin bir sesle ekledi. ''Kim olursa olsun!''
Dünya'nın tutunduğu dal titreşmeye başladı. Ceviz ağacına bağlı Kronos'un bedenini ışıltı kapladı ve adamdan yayılan ışıltı ağacın gövdesine dağılmaya başladı. Dünya hemen havalandı ama fazla uzaklaşmadı. Rhea gözyaşları içinde adama sarılmaya çalıştı. Kronos'a ulaşamadı, görünmez bir duvar adama ulaşılmasını engelliyordu. Kronos ışıltılar içinde Rhea'ya gülümsedi.
''Elveda sevgilim...''
Rhea ''Hayır!'' diye haykırıyordu, Hera kadına sarılıp adama savrulmasını engelledi. Zeus ise elinden kayıp giden mutlak hâkimiyeti şok olmuş bir yüzle izliyordu. Ağaç küçülüp biçim değiştirdi, Kronos'un bedeni parıldayan bir toza dönüşürken geriye tek bir parçası kaldı. Kalbi. Kalp hızla camlaştı ve rengârenk bir prizmaya dönüştü, biçim değiştiren ağaç ise kalbi saklayacak büyüklükte bir kutuya. Kutu kalbi içine alarak kapandı ve kapağı kırmızı bir alevle mühürlendi. Kutunun üzerinde oymalar belirdi ardından Rhea'yı teskin etmeye çalışan Hera'ya doğru uçtu. Hera tek elini kutuya doğru uzatıp yakaladı.
Zeus iki adımda Hera'nın yanına geldi, elini kutuya uzatıp uzatmamakta kararsızdı. Hera başını salladı.
''Yapma Zeus, ölmene değmez.''
''Kahretsin!'' diye hırladı Zeus ve hala ağlayan Rhea'ya döndü. ''Yapabileceğin bir şey yok mu anne?''
Rhea kan çanağına dönmüş gözlerini adama çevirdi. ''Kendi ellerimle en sevdiğim varlığı sana teslim ettim Zeus, benden daha ne istiyorsun?''
Zeus homurdandı ve kaşlarını çattı. Yağmur ve rüzgâr iyice şiddetlenmişti. Dünya yorgun kanatlarını daha fazla çırpamadı ve güçlü esen rüzgâra teslim oldu. Havada savrulurken başı dönüyordu, gözlerini sıkıca yumdu.
***
***
Gözlerini açtı. Karanlıktı. Başı hala dönüyordu ama havada değildi. Yumuşak bir kanepede uzanıyordu. Kâhinin kulübesinde uyuyakalmış olmalıydı. Bir ton ağırlığındaki ellerini kaldırıp şakaklarını sıkıştırdı. Uzandığı divanın sert olduğunu anımsayınca kulübede olmadığını fark etti. Başını doğrulttu ve o anda lamba yandı. Gözlerini kısarak söylendi.
''Orada kim varsa ışığı kapatır mı acaba?''
''Kapatamam, sen ışığa alış sarhoş kadın''
Ah, hayır, yine mi bu adam! Dünya eliyle sızlayan gözlerini siper edip sesin geldiği yöne baktı. Solan karşısındaki koltuğun kolçağına bir bacağına atmış yarı uzanmış bir rahatlıkla ona bakıyordu. Başını koltuğun arkasına yaslamıştı ve onun haliyle oldukça eğleniyordu. Uzandığı kanepeden doğruldu.
''Senin ne işin var burada?''
Solan bir eliyle yanındaki abajurun ipiyle oynarken onu cevapladı.
''Prometheus beni çağırdı, küfelik olana kadar içmişsin. Seni eve götürmemi istedi. Aslında seni orada bırakmam gerekiyordu ama insaflı yanıma denk geldin.''
''Başımı beklemen gerekmezdi'' diye homurdandı. Tatlı baş dönmesinden ne zaman kurtulacaktı acaba? Acıkmıştı da...
''Bakıcılık için para istemediğime dua et anahtar. Göz kulak olduğum için teşekkür edeceğine sitem ediyorsun. Bu nankörlük değil de nedir?''
''Bunu senden istediğimi hiç hatırlamıyorum'' dedi dönen başını sabitlemek için iki eliyle şakaklarına bastırdı. ''Sana beni yalnız bırakman için para verebilirim ama''
''Çok tatlısın'' dedi Solan ve yerinden doğruldu.
Dünya kısık gözleriyle adama baktı. Solan onun oturduğu kanepeye yürüdü ve yanına ilişti.
''Başın çok mu ağrıyor?''
''Hayret merhamet damarında mı var senin? İblis olma merakın tamamen geçti mi?''
''Alay etme anahtar'' dedi Solan ve onun ellerini çekti ve yüzünü kendine çevirdi.
Dünya şaşkınlıkla adama bakıyordu. Zarif hatları dikkatliydi, yeşil gözlerinde pek tanık olmadığı ilgili bir bakış vardı. Solan parmaklarını onun alnında gezdirirken Dünya baş dönmesinin kesildiğini hissetti. Adamın parmak uçlarından yeşil sime benzeyen tozlar uçuşuyordu. Midesindeki kıvranma azaldı ve kendini daha iyi hissetti. Solan yeşil parıltıyı yok etti ama onun yüzünden elini çekmemişti. Derin bir nefes aldı ve gözlerini Dünya'nın gözlerine dikerek eliyle yanaklarına indi.
''Söylediğin hakaretler canımı sıkmıyor ama alaycı olman hoşuma gitmiyor anahtar'' diye mırıldandı. ''Seninle iyi anlaşmam gerekmiyor belki ama kırıcı olmamanı tercih ederdim.''
Dünya başını adamın elinden çekti. Solan yeni bir oyun mu peşindeydi anlayamadı ama sözleri içine dokundu. Acaba adamı gerçekten kırıyor muydu? Ama neden kırılsın ki?
''Ben'' diye lafına başladı. ''Yani biz iyi koşullarda karşılaşmadık. Sanırım sana karşı savunma geliştirdim ister istemez.''
Solan soğuk maskesini takarak doğruldu ve yanından kalktı. ''Sana nasıl davranacağımı önemsemem gerekiyor yani ben karşımdakilerin düşüncelerine pek önem vermem. Şimdiye kadar anlaşmak için tek özendiğim insan sensin, bu yüzden davranış bakımından tecrübesizim.''
Dünya tamamen kendine gelmişti. Adamın bunu nasıl yaptığını anlayamadı ama aklına nedense Hekate geldi. Samimi konuşması, yüz hatlarındaki zariflik ve iyileştirme gücü Hekate'ye andırıyordu. Düşüncelerini kendine saklayarak soluk aldı.
''Ben de özür dileme bakımından tecrübesizim ama sanırım senden haksız davranışlarım için özür dileyebilirim.'' Dedi ve adamın rahatlayan yüz ifadesine bakarak ekledi. ''Baş dönmemi iyileştirdiğin için de teşekkür ederim.''
Solan omzunu silkti. ''Önemli bir şey değil''
Dünya kanepeye yaslandı ve eliyle kanepeye vurdu. ''Yanıma oturur musun?''
Solan eliyle onun gösterdiği yere bakarken kararsızdı. Sonunda eski yerine oturmaya karar verdi ve Dünya'nın karşısına oturdu. Dünya adamın kırgınlığının düzelmediğini düşünüp zorlamadı.
''O dağ evinde Ares'i büyüden kurtaran da sendin değil mi?'' dedi Solan lafın gidişatını merak ederek kaşlarını çattı. Dünya devam etti. ''Bayağı kötü bir büyüydü, çarpmadı mı seni?''
Solan yarım ağızla sırıttı. ''Beni hala küçümsemene inanamıyorum anahtar. Ben alelade biri değilim fark etmedin mi?''
''Seni üstün kılan şey ne? İblis olduğunu söyledin Olimposlu çıktın, düşman sayarken Ares'in arkadaşı çıktın. Ben seni anlayamadım ki''
''Ben Olimpos'ta istenmiyorum o yüzden Olimposlu sayılmam. Gerçi şu anda benim odamdasın ama Olimpos'ta bir odam olması istenmediğim gerçeğini değiştirmez.''
Dünya o anda içinde bulunduğu odaya göz atma gereği duydu. Fazla eşyası olmayan odada bir kanepe, bir koltuk, sehpa ve tek kişilik bir yatak vardı. Tavanda eski tip bir avize ve sehpanın üstündeki abajur tek ışık kaynağıydı. Pencere olduğunu düşündüğü geniş perde yığını sıkıca kapalıydı. Banyonun yanında eski ve süslü bir dolap vardı. Her zaman yanında taşıdığı sopa yatağın üstündeydi. Odası temizdi ama pek kullanılmıyor havası vardı.
Dünya adama döndü. ''Sende mi dışlandın?''
Solan bakışları yere düştü. ''Hiç kabul edilmedim ki''
''Neden?'' dedi Dünya.
Solan sırıttı. ''Sana her şeyimi anlatacağımı nereden çıkardın?''
''Anlatmak istemeseydin beni odana getirmezdin Solan. Söyle bana sen kimsin?''
Solan'ın gülümsemesi yok olurken yüzü ciddileşti. Kırmızı saçlarını yanlardan örmüştü, dümdüz saçları bir pelerin misali sırtını örtüyordu. Kararsız dudakları çizgi haline gelene kadar kasıldı. Arkadaş olarak Dünya'yı seçmişti ama ona güvenmeye nasıl başlayacağını bilemiyordu. Ares'e olan bağlılığı yüzünden Dünya Solan için önemli biriydi. Dünya öne doğru eğildi.
''Solan, bana anlatmak istediğini hissediyorum ve ilerde senden nefret dahi etsem sırrını saklayacağıma emin olabilirsin.''
''Şu anda da nefret etmiyor musun?'' dedi Solan kendini rahatlatmak için yarım ağızla yeniden sırıttı.
''Lafı dolaştırıyorsun Solan'' dedi kaşlarının altından adama bakıp. ''Sana ayırdığım vakit dolmadan kendini bana anlatsan iyi edersin.''
Solan uzun bacaklarını öne uzattı ve koltuğa yayıldı. Bir kediye benziyordu, atletik ve haylaz. Parmakları yine abajurun ipine uzandı, ince püsküllerini okşarken konuşmaya başladı.
''Hakkımdaki gerçeği bilen çok kişi yok. Ares, Zeus, Apollon, Adonis dışında Olimpos ile olan bağımı bilen veya önemseyen kimse yok. Beni doğuran kadın ve bir gece için tohumlarını paylaşan adam bile pek umursamıyor. Ares ve Apollon ile onlardan daha yakınım. Adonis ile pek anlaşamayız ama Ares yüzünden uyumlu davranmak zorunda kalıyoruz. Doğduktan sonra varlığımı işkence olarak kabul eden kadın beni babama gönderdi. Babam sayesinde Ares ile tanıştım ve sonra Ares'in peşine takılıp o adamı terk ettim. Umursadığını sanmıyorum. Zaten Ares dışında büyüyene kadar benimle ilgilenen kimse olmadı. Fazla uzatmak istemiyorum, ikimiz arkadaşlığımızı benim yaşadığım boyutlarda gizlemek zorunda kaldık. Hayal edemeyeceğin kadar korkunç yerlerde dolandık, çoğu görevinde gizli yardımcısı oldum. Hatta seninle de karşılaştık iki defa ama sen hatırlamıyorsun. Sonunda İksion görevinde artık açığa çıktım, düşmanlarca tanınıyorum. Evsiz kaldım diyebilirim.''
Dünya kendini kötü hissetti. Solan konuşurken umursamazca konuşuyordu ama kalbinde bir yerlerde sakladığı çok acı vardı. Dünya kararsızca sordu.
''Annen neden gönderdi?''
Solan eliyle püsküle vurdu. ''Bilmiyorum, sormadım. Onu hiç görmedim ve görmemeye özen gösteriyorum.''
''Belki bırakmasının bir sebebi...''
Solan lafını kesti ve yerinde doğruldu. ''Hiçbir bahane yeni doğmuş bir bebeği terk etmeyi af ettirmez. O kadına hiç ihtiyacım olmadı, beni korumayan babama da hiç ihtiyacım olmadı. İkisinden aldığım en iyi armağan istemleri dışında tüm güçlerini bana iletmeleriydi, yani kendimi açığa çıkarmamak ve tanınmamak için saklamak zorunda kaldığım güçlerimi. Hayatta kalabilmek için kullandığım tek şey zekâmdı.''
Ares ile Solan arasındaki benzerlikler şaşırtıcıydı. Biri iblis yuvalarında, diğeri Olimpos'un karmaşasında birlikte savaşmıştı. Dünya sorup sormamayı düşünürken Solan gülümsedi.
''Sen şimdi mükemmel annem ile muhteşem babamı merak ediyorsundur.'' Dünya bakışları adamın üstünden çekmeden dudaklarını kemiriyordu. Solan elini salladı. ''Kendimi çok acındırdım değil mi?''
''Herkesin içinde bir acı saklıdır'' dedi Dünya. ''Ve herkes en dayanılmaz acıya kendisinin sahip olduğunu sanır.''
Solan püskülü bırakıp kolunu koltuğa yasladı. ''Yüreğine dokunmadığımı söyleme, hiçbir kız bu anlattıklarıma dayanamaz. Teselli için sarılmanı beklerken bilgece laf söylüyorsun.''
''Sana ömrüm boyunca yetecek kadar sarıldım zaten iblis bozuntusu, onları sayabilirsin.''
Solan başını geriye atarak güldü. ''Acındırma işine iyi çalışmam gerekiyordu. Şimdi bana inanmadığını da söyle tam olsun.''
''Sana inanıyorum Solan ve sanırım biraz daha konuşursan saygı duymaya bile başlayabilirim. Bu beni korkutuyor.''
''Annem ile iyi anlaştığını duydum belki onun hatırına daha çabuk saygı duymaya başlayabilirsin'' Dünya'nın şaşkın ifadesine bakarak devam etti. ''Beni doğuran kadın Hekate ve bir gecelik zevki paylaştığı kişi de Phobos'du.''
Dünya şok olmuş bir halde Solan'a baktı kaldı. Demek Hekate'nin Apollon'u aldattığı adam, iblis efendisi Phobos idi. Solan her ikisinin de istemediği çocuktu. Sınırsız büyü gücünün yanında hem Hekate'nin mirasına hem de Phobos'un mirasına sahipti. Adamın neden bu kadar güçlü olduğu açığa kavuştu. Asteria'nın torunu ve Hekate'nin oğlunun başka bir şey olmasına imkân yoktu. Solan onun yüzündeki şaşkınlığı bir süre izledikten sonra ayağa kalktı ve onun yanına geldi.
''Bu kadar şaşıracağını düşünmemiştim anahtar.'' Dedi onun yüzüne dikkatlice bakarak. ''Bayılmayacaksın değil mi?''
Dünya başını sağa sola salladı. Solan doğruldu. ''Bu iyi, kendini kontrol etmeyi öğrenmişsin.''
Dünya kekeledi. ''Ama senin bir kardeşin vardı''
Solan burnunu kırıştırdı. ''O sadece bir casustu. Benim kardeşim değildi, büyüyle yarattığım bir kuklaydı. Yokluğumda, İksion'a yeni katılan iblislerle boğuşmaya kalkmış yarım akıllı yaratık ve çok hasar görmüş. Yeniden yapmakla uğraşmadım. Benim olmadığım yerlerde dolanıp benim için bilgi toplayan bir golemden başka bir şey değildi. Birbirimize olan benzerliğimizi fark etmedin mi? Kendi fiziğime çok benzer biri olarak yapmıştım.''
''Kendine benzer mi? Saçmalama o yaratığın belim kadar kaslı kolları vardı.''
Solan omzunu silkti. ''Tamam, olmak istediğim bedene benzer diyelim de konu kapansın.''
''Yakında beynimden dumanlar çıkmaya başlayacak'' diye mırıldandı Dünya. ''Siz ölümsüzlerin ilişkileri ne kadar karmaşıkmış öyle. En çılgın pembe diziden beter bir entrika yumağısınız.''
Solan onun yorumunu dinlerken dalmış gibi bakıyordu. Adamın bakışları o kadar yumuşaktı ki Dünya başını çevirmek zorunda kaldı.
''Eee, şey'' diye kekeledi. ''Zeus konuşmayı bitirmiş midir?''
''Kontrol etmemi ister misin yoksa benden rahatsız olduğun için bahane mi bulmaya çalışıyorsun?'' dedi Solan kanepenin arkasına yaslandı.
Dünya adama baktı. ''Üzgünüm ikinci şık doğru, bana bakışların çok tuhaf. Hala rahatsız oluyorum.''
Solan başını eğdi. ''Bakmamaya çalışırım ama alışmanı söylemek isterdim.''
''Ne demek bu?''
Solan konuşmadı, bir iki saniye kıpırdamadan durdu, sonra hızla ayağa kalkıp Dünya'dan uzaklaştı. Ve kapı açıldı.
***
***
Ares odaya girer girmez Solan'a bir bakış attı ve Dünya'ya doğru yürüdü.
''Burada olmanıza şaşırdım.''
Solan kollarını kenetledi ve sakin bir sesle açıkladı. ''Beni burada kimse aramaz, anahtarın güvende olacağını düşündüm.''
Ares sinirliydi ve kimden çıkartacağını bilemez gibi homurdandı. ''Benim odama gidebilirdi Solan, onu buraya getirmene ne gerek vardı?''
Solan cevap vermeden başını çevirdi. Dünya ayağa kalkıp Ares'i karşıladı.
''Nasıl geçti?''
Ares soruyu duymazdan gelip onun elini tuttu ve Solan'a baktı. ''Zeus fark etmeden dönsen iyi olur. Adam saldıracak yer arıyor sana bulaşmasını istemem.''
Solan'ın dudağı seyirdi. Yatağa doğru yürüdü sopasını belindeki kemere taktı ve havayı tek hamlede yırtarak içinde kayboldu. Dünya Ares'in eline asıldı.
''Ona bu kadar sert davranmana gerek yoktu. Neyin var senin?''
Ares ona doğru dönerken oda değişti, şimdi Ares'in odasında dikiliyorlardı. Ares onun elini bıraktı ve gerilerken üstündeki tişörtü başından çekip çıkardı. Dünya adamın göğsünün hemen altında ve belinin yanındaki bereleri görünce soluğunu tuttu.
''Sen...'' dedi kelimeler boğazında tıkanırken. ''Sen yine kavga mı ettin?''
Ares ona bakmadan banyoya doğru yürüdü, Dünya da peşinden.
''Soruma yanıt ver Ares!''
Ares eline bir havlu doladı ve musluktan akan soğuk suyla ıslattığı havluyu berelerine bastırdı. Saçlarını diğer eliyle geriye attı ve Dünya'ya baktı.
''Ben etmedim manyak adam bana saldırdı. Ben ona dokunmadım bile, durdurmaya çalışırken bana yumruk attı.''
''Zeus mu?''
Havluyla üstüne sildi ve yeniden ıslatmak için musluğa uzandı. Canını acıdığı belliydi.
''Başka kim olabilir?'' dedi dişlerini sıkarak. ''Lanet olası, bir kaburgamı kırdı galiba. Adam delirmiş, bize dediği şey ne biliyor musun?''
Dünya adamın elinden havluyu aldı ve elini alev alev yanan göğse koyup adamın lavaboya dayanmasını sağladı. Soğumuş havluyu gittikçe renk değiştiren berelere nazikçe bastı. Ares gözlerini kapattı.
''Bizim onayımıza gerek yokmuş ve kadim büyüyü oluşturabilmek için Olimpos'un tüm enerjisini kendisinde toplaması gerekiyormuş. İzin bile istemiyor, bizi kendimizi savunmaktan aciz bir hale getirecek ve onayımızı almaya bile gerek duymuyor.''
''Bunu yapacağını biliyordun.'' dedi Dünya ısınan havluyu yeniden soğutmak için suyu açtı. ''Ona kafa tutman saçmaydı.''
Ares gözlerini açıp ona baktı. ''Bize açıklama yapmıyor Dünya, izin istemiyor sadece emir veriyor. Tüm Olimpos'a güçlerini alacağını ilan etmek için çağırmış. Ve ona kafa tutmadım.''
''Bu halin ne o zaman?'' dedi havluyu biraz sert bastırarak. Ares dudaklarını sıkarak hafifçe inledi.
''Yavaş olur musun?''
''Senden bir şey istedim, o adamla tartışma dedim ama sen ne yaptın?''
Ares, Dünya'nın ellerinden sıyrıldı. ''İşkence etmeyi bırak, canım zaten acıyor. Ayrıca ona kafa tutmadığımı sana söyledim. O kadar kişinin içinde bana dönüp hile veya oyun yapmamamı emretti. Ben sadece emredersin dedim ve adam delirdi. Onu üstümden çektikleri zaman da beni salondan kovdu. Ben elimi bile kaldırmadım.''
Dünya kaşlarını çatıp Ares'i süzdü, doğru söylüyordu. İçinde bulunduğu durumda da Zeus'un tepkisi ona normal gelmeye başlamıştı. Derin bir nefes aldı ve elindeki havluyu lavabonun içine attı.
''Sirona'ya gitmek ister misin?''
Ares elini göğsünün altındaki yaraya bastırdı. ''Gerek yok, Siro sadece acımı dindirir. Kırığı çabucak iyileştiremez. Hekate geldiğine göre görüşmeden sonra bana yardım eder.''
''Solan da yardım edebilirdi.'' dedi Dünya. ''Ona niye göstermedin?''
Ares'in yüzü asıldı. ''Neden onunlaydın?''
''Bu nasıl bir soru, onu başıma musallat eden sen değil misin?''
Ares eliyle saçlarını karıştırdı ve yatak odasına doğru yürüdü. ''Benim söylediğim zamanların dışında sana yaklaşmasını istemiyorum.'' diye homurdandı. ''Bunu ona söylediğim halde, neden senin yanındaydı?''
''Sen beni Solan'dan mı kıskanıyorsun?'' dedi hayretle, peşinden odaya girdi.
Ares dikkatle yatağa uzandı ve rahatsız bir nefes aldı. Kırık kaburgası canını bayağı yakıyor olmalıydı. Tek elini yastığın altına soktu ve diğerini göğsüne koydu. Başını çevirip yatağın yanında dikilen Dünya'ya baktı.
''Ben seni herkesten kıskanıyorum.''
Kollarını kenetledi. ''Kıvırma Ares.'' diye söylendi. ''Şimdiye kadar Solan iyiydi, birden ne oldu?''
Ares gözlerini kıstı ve muhteşem altın pırıltıları güçlendi. ''Evet, bugüne kadar iyiydi, şimdi ne değişti değil mi? Solan benim haberim olmadan senin yanına bile yaklaşmazken ve aslında yaklaşmayı da istemezken şimdi bakıcılık için gönüllü olmaya başladı. Hatta iznim olmadan seni odasına götürmüş. İkinizin arasında değişen şey ne?''
Dünya şaşaladı. ''Dert ettiğin şeye inanamıyorum. Biz arkadaş olduk ve bu sana dokunuyor. Süper ya, güvenin için teşekkür ederim''
Topuklarının üstünde dönerek kendisini kapıya doğru çevirdi ve çıkmak için uzun adımlarla yürüdü. Ares arkasından seslendi.
''Dünya, dur, gitme.''
Dünya kapının önünde durdu ve sinirle adama döndü. Ares canını yakmasına rağmen yatakta doğrulmuş hatta bir bacağını aşağıya sallamıştı.
''Dinlen biraz Ares, belli ki yumruklar yüzünden düşünebilme kabiliyetin zayıflamış. Saçmalıyorsun.''
Ares'in üzgün ifadesini görmek bile dizlerinin titremesine ve kalbinin sızlamasına sebep oluyordu. Sinirinin buharlaştığını hissetti. Ares dudağını çiğneyerek bir süre Dünya'ya baktı, adamın kafasından geçenleri anlamak zordu. Fakat o karmaşanın altında saf bir dilek güzel gözlerinin içinden yükseliyordu. Sana ihtiyacım var! Ares başını eğdi ve güçsüzce yatağa kendini bıraktı.
Dünya'nın omuzları düştü ve kapıya sırtını döndü. Ares gözlerini tavana dikmiş öylece bakıyordu, sonra yavaşça gözlerini kapattı. Yakışıklı yüzü üzüntüsü ve çektiği acı yüzünden beyazlamıştı, gözlerinin altında koyu halkaları yeni fark ediyordu. Şimdiye kadar çok şey üstlenmişti ama asıl mücadelesi daha yeni başlıyordu. Dünya'nın kalbi ince bir bıçakla deşiyorlar gibi sızladı. Neden sürekli Ares'in olgun davranmasını bekliyordu ki? Adamın yerinde başka biri olsaydı, ya da o olsaydı; bu kadar aklı başında ve kontrollü davranabilir miydi acaba? Ares gözlerini açmadan mırıldandı.
''Gel buraya papatyam.''
Dünya sefil bir halde adama doğru yürüdü ve yatağa tırmanıp yanına dikkatlice kıvrıldı. Berelerine dokunmamaya çalışarak kollarını kendine çekti. Ares eliyle onun beline sarıldı ve can acısını umursamadan kendine doğru çekti.
''Canın acıyacak...'' diye itiraz etmek istedi ama Ares'i durduramadı.
Ares dudaklarını onun alnına bastırdı. ''Az önce kapıya yürüyüşünden fazla değil.'' diye fısıldadı. ''Beni sensizlikle cezalandırma sevgilim. Yeterince sınandım ve daha fazlasına dayanabileceğimi sanmıyorum.''
Dünya Ares'in boynuna sokuldu ve başını göğsüne koydu. ''Seni öyle çok seviyorum ki, bazen aklımı yitiriyorum. Sanırım kıskançlık deliliğim, seni kaybetme korkusu yüzünden.''
''Hislerimi çok güzel tercüme ettin.'' dedi rahatlamış bir sesle. ''Ama ben kıskançlığımı senin kadar iyi ifade edemiyorum galiba.''
Dünya elini Ares'in güçlü göğüs kaslarında gezdirdi. ''Sürekli kıskançlığımı eleştiren birinden neler duyuyorum.''
Ares güldü. ''Hoşuma gittiği zamanlar yok değil.''
Dünya başını yükseltti ve Ares'in kokusunu içine çekerek boynundan öptü. Ares de başını eğdi ve dudakları birleşti. Aşk dolu yumuşak bir öpücükle Dünya'yı eritirken eliyle sırtını okşadı. Uzunca bir süre öpüştüler sonunda Ares kendini geriye çekti.
''Solan'ın beni iyileştirmesini istemediğime pişman oldum.'' diye iç gıcıklayan bir sesle mırıldandı.
Dünya sırıttı. ''Benim kadar olamazsın.''
Gözleriyle birbirlerini okşarken Ares aklına takılan soruyu dillendirdi.
''Lafı gelmişken Solan ile ne yapıyordun?''
Dünya, yüzünü tam görebilmek için başını biraz geriye çekti. ''Tam sevişecektik sen geldin...'' cümlesi bitmeden Ares'in eli, belini sıktı. ''Ah!'' diye sızlandı. ''Seni zorba, şaka yapıyordum.''
Ares homurdandı. ''Biliyorum ama şakası bile canımı sıkıyor. Bence bu konuda şaka yapma.''
''Of!'' diye belindeki elin altında kıvrandı. ''İyi tamam yapmam bir daha.''
Ares'in tek kaşı havalandı. ''Uslu sevgilim benim, şimdi anlat bakalım.''
Dünya dirseğinden destek alarak doğruldu. ''Aslında sen gittikten sonra kâhinin yanına gittim, beni çağırdı. Yeni bir içki yapmış denemem için bana o kadar yolu teptirdi. Çok insafsız biri...'' Ares'in gülümseyen gözlerine bakarken kelimeleri toparlamak zor oluyordu. ''Ama içkisi nefisti ve biraz kafa yapıyormuş. Sızmışım o da sen görüşmede olduğun için beni eve götürmesi Solan'ı çağırmış. Solan beni odasına götürmek zorunda kalmış.''
Ares inanmaz bir tavırla yüzünü buruşturdu. ''Nasıl bir zorundalıksa artık!''
''Benimle konuşmak istediği için odasına götürmüş, şimdi oldu mu?'' Ares'in ilgili bakışları ona yeniden döndü. Dünya hemen devam etti. ''Biz sanırım bir çeşit arkadaş olduk, bana Hekate ve Phobos'un oğlu olduğunu anlattı.''
Ares şaşaladı. ''Ciddi misin? Sana mı anlattı?''
''Evet.'' dedi. ''Sana olan hayranlığı yüzünden benimle iyi geçinmeye çalıştığını sanıyorum. Ben hala inanamıyorum Hekate onu nasıl terk edebildi? Ve Solan neden Olimpos'ta istenmiyor?''
Ares bir süre düşündü ve yavaşça cevap verdi. ''Hekate'nin yaptığı şeyi onaylamıyorum ama bu konuda biraz çaresiz kaldı. Solan'ı yanında tutup Zeus tarafından itilip kakılmasını istemediğinden onu babasının yanına gönderdi. Orada hiç değilse aşağılanmazdı. Benim yaşadığım çileyi, oğlunun da yaşamasını istemiyordu, çünkü Zeus iblis özelliği taşıyan herkesten nefret eder. Phobos'un yanındayken; benim, Solan'a göz kulak olacağımı biliyordu. Tahmin ettiğimiz gibi Zeus, Solan'da iblis kanı olduğunu öne sürerek Olimpos'a ayak basmasını yasakladı. Gerçi bu yasağın Solan üzerinde etkisi yok, fark etmişsindir. Zaten birkaç kişi dışında, onun Hekate'nin oğlu olduğunu bilen yok. Onu, Phobos'un piçi olarak tanıyorlar ama titan kanına sahip asil biri olduğunu bilmiyorlar.''
''Apollon'un ona destek olduğunu söyledi. Hekate'den uzak dururken Solan'a neden yardımcı olmuş?''
Ares yan gözle ona baktı. ''Apollon'un derdi Hekate'yle, onun oğluyla değil ki. Apollon Solan'ı sever.''
Dünya dudağını büzdü. ''İnsanlardan ne kadar farklısınız.''
''Solan ile ilgilenmene gerek yok tatlım. Ben senin yerine de onunla dertleşirim.'' Dedi anlamlı bir bakışla. ''Sen sadece benimle ilgilen.''
Dünya doğruldu ve gülümseyerek Ares'in yüzünün üstünde yükseldi. Ellerini iki yanına koydu ve şınav çeker gibi adama doğru eğildi. ''Sen çok şımarık bir veletsin...''
Ares'i öperken adamın elleri, kalçasına doğru kaydı. Dünya öpücüğü keserek mırıldandı.
''Hormonlarımla oynama Ares, yoksa yaralı olmana aldırmam.''
Ares tatlı bir gülüşle elini çekti. ''Benim için çok geç ama senin rahatın için elimi çekiyorum.''
Dünya'nın kalbi göğsünde turladı, aptal Zeus yüzünden bedenlerinin kavuşma isteğine gem vurmak zorunda kalıyorlardı. Bunun acısını o adamdan fena halde çıkaracaktı. Küçük bir öpücük daha kondurup Ares'in yanına uzandı.
''Şu sözüne ettiğin içki...'' dedi Ares bir süre sonra. ''Gerçekten iyi mi?''
''Defne çayından sonra bana hayat gibi geldi. Ama çok hızlı sarhoş ediyormuş, hain adam bana geç söyledi.''
''Başka bir şey konuştunuz mu?''
İçkiden girip kâhinle ne konuştuğunu öğrenmeye çalışması çok kurnazcaydı. Dünya suskun kalması halinde adamın kuşkusunu arttıracağını biliyordu ve şu gevşemiş halini bozmak hiç içinden gelmedi. ''Konuştuk tabi, bana bir şişe ayarlamasını söyledim ama sızdığım için bir daha ikram eder mi bilemem.''
Ares derin bir nefes aldı. ''Ben ondan almasını bilirim papatyam sen merak etme.''
Dünya kasıldı, kelimelerin anlamı iki yöne de çekilebilirdi ve Ares'in sesinden anladığı kadarıyla, onu geçiştirdiğini anlamıştı. Zekâsına bir kere daha hayran oldu ve bir kere daha sinir oldu. Birkaç dakika öylece uzandılar. Kapı çalındığında Ares'in bedeni iyice gevşemişti, uyumak üzereydi.
''Ares odanda mısın?''
Ses Eros'un sesiydi. Ares aniden doğruldu ama göğsüne saplanan acıyla nefessiz kaldı. Dünya onun yerine yataktan kalkıp kapıya gitti.
''Buradayız Eros.'' dedi kapıyı açıp.
Eros'u ilk defa bu kadar sıkıntılı ve üzgün görüyordu. Bir bebek güzelliğindeki yüzüne zorla gülümseme ekledi.
''Çok iyi, belki bahçede bir gezinti yaparız diye düşündük. Diğerleri doğruca oraya gittiler.''
Ares bu arada kendine gelmişti. ''Birazdan geliriz.'' diye seslendi.
Eros gittikten sonra Dünya kapıyı kapattı ve Ares'in perişan haline baktı. Onu daha öncede yaralı görmüştü ama bu denli acı içinde gördüğü enderdi. Ares eliyle yarasını tutarak doğruldu.
''Bu neden bu kadar acıyor?'' diye söylendi. ''Ayaktayken nefes alamıyorum ve acı gittikçe daha da artıyor.''
Dünya iki berenin de siyahlaştığını gördü, bu kadar çabuk kararması gerçekten olası değildi. Bacaklarını aşağı sarkıttığı için harcadığı çaba onu bitap düşürmüştü. Dünya koşar adım Ares'in yanına gitti. Eliyle iki bereye dokundu, kararan teni buz gibiydi.
''Hekate'nin verdiği kol bandı nerede?'' dedi soğuk terler döken Ares'e. ''Neden takmadın?''
Ares başını kaldırıp ona baktı. ''Sence bu bir...''
Lafını tamamlayamadı ama tamamlamasına gerek yoktu. Dünya başını salladı. ''Zeus sana zaten saldıracakmış.''
''Ama anlamıyorum.'' dedi güçsüzce. ''Bunu neden yapsın?''
''Belki bir süre yolundan çekilmen için.''
Onun bildiklerini Ares bilmiyordu o yüzden Zeus'un onu neden lanetle zayıflattığını anlayamamıştı. Başını masaya çevirdi. ''Orada, çekmecede.''
Dünya çekmecedeki altın-gümüş işlemeli bandı alıp Ares'in koluna geçirdi. Bandın hiç değilse çardağa gidene kadar işe yarayıp Ares'i rahatlatmasını umuyordu. Çünkü adamın yataktan kalkacak kadar enerjisi kalmamıştı. Zeus planlarını engelleyeceğinden çekindiği için kendi oğluna yaptıkları Dünya'nın öfkesini tetikliyordu. Bu adamın iyi bir derse ihtiyacı vardı.
Ares birkaç dakika dinlendikten sonra ayağa kalkmaya davrandı. Dünya ona destek olmaya çalışınca dişlerini sıkarak kendini ondan çekti.
''Yürüyebilirim Dünya, o kadar da muhtaç değilim.''
''Gurur yapma Ares.'' diye homurdandı. Zeus'a olan öfkesi hala içinde yanarken Ares ile kavga etmek istemiyordu. ''Bükülmez olduğunu bana ispat etmene gerek yok.''
Ares'in kaşları çatıldı. ''Bükülebilir olduğumu göstermekten başka bir şey yaptığım yok. Sürekli benim yaralarımla ilgilenmek zorunda değilsin.''
''Bakıyorum bu lanet seni hem güçten düşürüyor hem de agresif yapıyor. İnat etme de yardım etmeme izin ver. Giriş kapısına kadar yönlenebilirsek çardağa kadar sana destek olurum. Kimse görmeden elimi senden çekerim, oldu mu?''
Ares yüzünü astı ama onaylamak için başını salladı. Dünya sırıttı.
''Anlaştığımıza göre önce şu yenesi bedenini örtelim.''
Dolaba doğru döndüğünde Ares'in güldüğünü duydu. ''Acıktın galiba.'' dedi onun arkasından. ''Şimdiye kadar beni yemek isteyen olmamıştı.''
Dünya dolapta düzgünce asılmış tişörtlerden birini çekerken söylendi. ''İtiraf eden olmamıştır.''
Ares kahkaha atacak oldu ama eline geçen sadece kıvrandırıcı bir acı oldu. Yaraları sanki yüksek bir ısıyla kömürleşmişe benziyordu ama soğuktu, sadece iki yumruk yediğine inanmak zordu. Dünya'nın desteğiyle tişörtü buz gibi terleyen sırtına geçirdi.
Birlikte dış kapıya yönlendiler ve bahçeye çıktılar. Hava iyice kararmıştı, Dünya gece yarısında verilecek karar için ne kadar vakti kaldığını bilmiyordu. Şu zamanı hissetme olayı nasıl işliyordu acaba? Evden çıktıklarında Ares onun desteğini yine de istemedi ve dişlerini sıkarak çardağa doğru yürümeye başladı. Dünya adamın bu inadına yorum yapmadı. Sürekli güçlü görünmeye fazla alışmıştı, bu onun için gurur meselesi olmuştu.
***
Metal fenerlerle aydınlatılmış çardağa girer girmez Dünya'nın gözleri Hekate'yi aradı ama kadın ortalarda yoktu. Onun yerine Hades gelmişti. Ares'in gözleri de Hekate'yi görmek için bakınıyordu, orada olmadığını anlayınca içini çekti ve güçlükle önceden onun oturduğu banka ilişti.
''Senin neyin var?'' dedi Artemis. ''Sakın bana zayıf iki yumrukla hırpalandığını söyleme''
Dünya Ares'in yanına giderken söylendi. ''Zeus Ares'e büyü gibi bir şey yapmış.'' dedi ve Athena'ya baktı. ''Hekate nerede?''
Eros, Adonis, Artemis, Apollon ve Athena yerlerinden kalkıp Ares'in başında toplandılar. Hades zaten yanı başındaydı ama yine de yaklaştı. Athena sinirli bir sesle sorusunu cevapladı.
''Zeus onu Ghede'nin boyutuna gönderdi.'' Aldığı haber karşısında Dünya'nın ciğerlerinde hava kalmamıştı. Zeus onu kuyruğundan yakalamıştı. ''İşlerin iyice karıştığını öne sürerek birkaç saat için yardıma gönderdi.''
''Ama orada Deimos yok muydu?'' dedi Dünya.
''Var ama Zeus, Olimpos'tan birinin olması gerektiğini söyledi. Resmen planlamış.'' Dedi Eros. Dikkatle Ares'e bakıyordu. ''Zeus neden sana böyle bir şey yaptı acaba?''
Adonis doğruldu ve Dünya başını kaldırdığında adamla göz göze geldiler. Hafifçe gülümsedi ve dudaklarını kıpırdattı. Solan. Onu ikna et. Dünya onun ne demek istediğini anlamıştı ve tümüyle katılıyordu. Şu durumda Solan'dan başkası Ares'e yardım edemezdi. Tek sorun Ares'e kabul ettirmekti. Dünya rahatsızca oturan ve ter döken Ares'e baktı. Ağzını açmıştı ki, başkası sözlerini dillendirdi.
''Solan'ı çağırmalısın Ares.''
Dünya hayretle Apollon'a baktı. Demek doğruydu, Apollon tüm olanlara rağmen Hekate'nin oğluyla iyi anlaşıyordu. Adonis dışındaki diğerleri hemen karşı çıktı.
''O kız kılıklı iblisi neden çağırıyorsun?'' dedi Artemis.
''O adamın Ares'e ne yararı olur?'' dedi Eros.
''Zeus'un lanetine karşı iblis büyüleri işe yaramaz Apollon.'' Diye ayaklandı Athena. ''Ares'e yeni bir büyü yapmak ise durumu daha kötüleştirir.''
''Zeus durup dururken bunu neden yapsın ki?'' dedi Hades. ''Ne amacı var?''
Dünya ''Amacı batsın.'' diye homurdandı. ''Ares, Solan'dan yardım istemelisin.''
Ares bembeyaz yüzünü kaldırdı ve Dünya'ya baktı. Ardından Apollon'a döndü. ''Onu daha fazla öne çıkarmak istemiyorum. Düzenini bozamam.''
''O zaten açığa çıktı.'' dedi Apollon. ''Çağır onu!''
''Artık saklanmayacağınız güne geldik Ares.'' dedi Dünya. ''Tüm maskeler bugün nasıl olsa düşecek ve Solan'ın buna aldıracağını sanmıyorum.''
Ares yan gözle ona baktı. ''Başkası adına konuşmak kolay'' dedi kurumuş dudaklarını yaladı. ''Belki o, maskesinin ardında rahat, bunu bozmaya ne hakkımız var?''
''Bana burada ne olduğunu söyleyecek biri var mı?'' dedi Athena patlayarak.
Dünya Ares ile bakışmayı bırakıp diğerlerine döndü. ''Solan büyücülüğünün yanında iyileştirme özelliği de var. Fakat çoğu yeteneği gibi bunu saklamak zorundaydı.''
''İblislerin iyileştirme özelliği yoktur.'' dedi Artemis.
Apollon cevapladı. ''Solan iblis değil, senin kadar Olimposlu.''
Artemis'in şaşkınlıkla ağzı açıldı, diğer bilmeyenlerin ağzı açılmasa da şaşırdıkları belliydi. Dünya sohbetlerini bölerek Ares'e döndü.
''Onu çağır yoksa ben gidip onu getiririm Ares.''
Ares sonunda pes ederek Solan'ı çağırdı. Ares'in etrafını saranlar gerilerken Solan her zamanki etkileyici girişini yaptı. Yüzü oldukça duygusuzdu, ölümsüzlerin her birine meydan okurcasına baktıktan sonra Ares'e döndü.
''Yine mi lanetlendin?''
Ares yorgunca başını salladı. ''Evet''
''Umarım yine bir titan tarafından değildir.'' dedi Solan altın gözlüye doğru yürürken.
Dünya kızların huzursuz olmalarına rağmen kollarını kenetleyip dikkatli gözlerle Solan'ı izlediğini gördü. Güvenmiyorlardı, birkaç gün öncesine kadar o da Solan'a güvenmiyordu. Bu davranışları çok normal geldi. Solan Ares'in yanına otururken Apollon cevap verdi.
''Zeus yaptı.''
Solan umursamaz bir tavırla dudağını büktü. ''Öyleyse çocuk işi.''
Ares tişörtünü sıyırdı ve berelerini görmesi için doğruldu. Dünya onun canının acımasına dayanamıyordu. Ares'i bu kadar kıvrandıran bir acıya ondan başka birinin katlanacağını düşünemezdi çünkü Ares acılara karşı çok güçlüydü. Solan yeşil ışıkla parlayan elini Ares'in yan tarafındaki çürüğe yerleştirdi. Çürük gümüşü andıran bir parıltıyla yandı ve sönerken Solan'dan yayılan yeşil ışığa karıştı. Ardından Ares derin bir nefes alıp kasıldı. Çürük küçülmeye başladı, Solan elini çektiğinde teni eski rengine kavuşmuştu. Solan büyüyü kendine çekmişti.
Solan Ares'e baktı. ''Şimdi ki... daha çok acıtacak.''
Ares başını salladı ve ellerini bankın üstüne koydu. Solan yeniden parlamaya başlayan elini Ares'in göğsünün altına yerleştirdi. Aynı işlem tekrarlanırken Ares dudağını ısırdı. Dünya ona destek olmak için atıldı ama Adonis onun elinden tuttu ve kendine çekti.
''Dokunma yoksa büyü seni çarpar.''
Dünya Adonis'in bir elini tutarak ona gevşekçe sarıldığını fark etmemişti. Tüm dikkati Solan'ın yaptığı şeydeydi. Sonunda çürük ufalmaya başladı ve Solan'ın yüz ifadesi rahatladı. Ares'in bankın tahtalarına kenetlenmiş elleri gevşedi ve güzel gözleri aralandı. Solan elini çekip doğruldu.
''Lanet dışında iki kaburgan kırılmış ama düzeldi. Şimdi iyi misin?''
Ares başını salladı. ''Evet, teşekkür ederim Solan.''
Yüzünün rengi kendine gelmişti. İyileşen tenine elini sürdü ve hala Adonis'in yanında duran Dünya'ya baktı. Kolunu açan Adonis bıkkınca onun elini bırakırken Dünya kendine geldi. Neden Adonis ile el eleydi ki?
''Başka bir şey yoksa?'' dedi Solan gitmek için davranarak.
''Bizimle kalmanı istiyorum.'' dedi Ares. ''Fazlasıyla uzun bir süredir gölgelerdeydin, artık evine dönme zamanı geldi.''
Solan hala ona kararsızca bakan ölümsüzlere göz attı. Ve ardından Ares'e dönerek sakince konuştu. ''Benim evim yok.''
Apollon lafa girdi. ''Zeus'un yasağı insafsızcaydı Solan. Ayrıca yeteneklerin ortaya çıktığına göre saklanmana gerek kalmadı. Olimposlu olduğun belli oldu.''
Solan kaşlarını çatıp Dünya'ya ardından da Ares'e baktı. Duygusuz yüz ifadesi parçalandı, maskesinin altında zarif ve düşünceli bir adam belirdi.
''Ben kimseyi zor durumda bırakmak istemiyorum. Olimpos'un merhametini de istemiyorum.''
Ares ayağa kalktı. ''Sen zaten hep bizimleydin Solan şimdi Olimpos'taki asıl yerini almanın zamanıdır. Zeus bir şey yapmaya kalkarsa beni karşısında bulur.''
''Hepimizi!'' dedi Athena aniden.
Dünya beklemediği bu destek çıkışı yüzünden en az Solan kadar şaşaladı. Solan için hepsinin Zeus'a dikleneceğini rüyasında görse inanmazdı. Artemis asık suratla söylendi.
''Her şey bir yana da, büyü neden çarpmıyor bu kırmızı kafayı yahu?'' diye mırıldandı. ''Bir dakika geçti ama hala iyi durumda, gülmek daha ne kadar bekleyeceğim?''
Solan omzunun üstünden Artemis'e baktı. ''Gülmek mi istiyorsun, ben sana yardım ederim. Belki büyü çarpması beni farklı etkiliyordur ve bu, senin hoşuna gidebilir.''
''Haddini bil iblis bozuntusu!'' diye hırladı Artemis.
Solan sadece sırıttı ve kenara çekildi. Her zamanki gözlemci kimliğiyle dinlemeye başladı. Artemis hırsını alamadığından yanağını kemiriyordu ama özellikle Solan'ın tarafına bakmaktan kaçınıyordu. Dünya bıkkınca Ares'e baktığında adamın ona gülümsediğini gördü.
''Zeus'un dayatması hakkında ne yapacağız?'' diye konuşan Hades onları asıl soruna çevirdi. ''Biliyorsunuz, sınırlı güç anlaşmamıza göre Zeus istediği takdirde bize sormadan tüm gücümüzü alabilir. Diğer evlerde de bu geçerli. Ortaya çıkacak karmaşayla tek başına baş edebilir mi?''
Apollon ensesini kaşıdı. ''Doğrusunu söylemek gerekirse baş edebilir. Oldukça büyük bir güce sahip olmayı hedefliyor.''
''Peki, o zaman onunla kim baş edebilir?'' dedi Ares. ''Geçmişte yaptıklarını unutmayalım. Sanırım onun zorbalıklarını hala hatırlıyorsunuz. Hepimizi sömürdükten sonra onun insaflı bir yönetim yapacağına inanıyor musunuz? Onu engellemenin bir yolu olmalı.''
''Bize sormuyor zaten.'' dedi Eros. ''Yapacağı şeyi söylüyor sadece.''
''Tamamen delirdi.'' dedi Hades. ''Başa geçmesi gerekenler oyalandıkça kendini yenilmez hale getirecek.''
''Oyalanan yok Hades.'' dedi Apollon. ''Olimpos'un lideri olarak Zeus'u kabul ettik. Onun hâkimiyetini kırmadan işleri yürütmeye çalışmanın neresi oyalanmak?''
Hades siyah gözlerini Apollon'a çevirdi. ''Onun hâkimiyeti bana sökmez. Sizin bu boyun eğen tavrınız yüzünden bu kadar pervasız oldu zaten. Askercilik oynamak yerine gözünüzü açıp Zeus'un hilelerini görseydiniz bu hale gelmezdik. Tek lider vasfı taşıyan Olimposlu o mu?''
''Ne öneriyorsun Hades?'' dedi Athena. ''Bu kadar lafı boşuna yapmış olamazsın.''
Hades parlak siyah gözlerini Athena'ya çevirdi. ''Karşısına daha güçlü birini çıkartabiliriz. Onun liderliğini hiçe sayacak birini...''
Adam Ares'e bakmamıştı ama onun dışında diğer gözler, ister istemez altın gözlüye kaydı. Dünya zaten Ares'ten gözünü alamıyordu, adamın temkinli sakinliği karşısında kalbi sıkışıyordu. Kaçınılmaz soruyu ona henüz sormamışlardı, belki önemi olmadığını düşünüyorlardı. Ruhu bekleyen akıbet onlar için geri planda kalmıştı, önlerindeki en önemli sorun ölümsüzlükleri dışındaki tüm güçlerini kaybedecek olmalarıydı. Zaten bu ölümsüzlüklerini de kaybetmek anlamına gelebilirdi, sınırlı güçleri olmadan nasıl kendilerini savunacaklardı ki? Zeus'a bu konuda hiç güvenmedikleri anlaşılıyordu.
Ares yavaşça konuştu. ''Belki Hera bize yardım edebilir? Ona danışmalıyız, Zeus'un üzerinde hala etkisi var.''
''Yapma, o Zeus'a değil karşı çıkmak yaptığı atılım için adamı teşvik bile eder.'' dedi Artemis.
Solan sakince konuşmaya katıldı, sorduğu soru tanıdıktı ama şimdi zamanlaması yerinde olmuştu.
''Bu kadar zorlu bir karar arifesinde Zeus neden tek bir kişiyi lanetleyerek saf dışı bırakmak istedi acaba?''
Dünya dudağını ısırarak Solan'a baktığında adamın kedi gibi parıldayan gözleriyle karşılaştı. Hades'in az önceki saptamasını öyle güzel bir şekilde açıklamıştı ki, ölümsüzlerin kaşları çatıldı. Solan yaslandığı sütundan doğruldu ve Ares'e baktı.
''Belki önüne çıkmasını beklediği kişiyi, kendisi işaretlemiştir. Ona alenen saldıracak kadar çok korkuyordur.''
''Ben onu durduramam.'' dedi Ares hoşnutsuzca. ''Benden korkması için sebep yok.''
Solan kaşlarının altından Ares'e baktı ama başka yorum yapmadı. Athena sonunda patlar gibi homurdandı.
''Ares numara yapmayı bırak artık. Senin farklı olduğunu hepimiz biliyoruz. Sen de Solan gibi takındığın maskeden kurtulmaya ne dersin?''
Ares'in ifadesi bir an için sarsıldı ama toparlanıp Athena'ya sert bir bakış attı. ''Ne demek istiyorsun Hena? Ben maske filan takmıyorum.''
''Kendini saklıyorsun.'' dedi Apollon. ''Daha doğrusu sakladığını sanıyorsun. Senin gizemli numaraların olduğunu biliyoruz. İstediğin yere yönlenebildiğini...''
Eros isteksizce ekledi. ''Görünmez olabildiğini...''
''Zeus'un güçlere yönelik kısıtlamalarına dayanabildiğini...'' diye ekledi Hades.
''Ah, ben bunu bilmiyordum!'' dedi Artemis. ''Çok hoşmuş, keşke benim de güçlerimi kısıtlayamamış olsaydı.''
Ares'in gittikçe çatılan kaşlarına aldırmadan Adonis ekledi. ''Güçlenmek için bizim gibi nektara ihtiyaç duymadığını...''
''Daha sayalım mı?'' dedi bilmiş bir ifadeyle Athena. ''Çünkü bunlar senden alınmış olması gereken özelliklerdi.''
Dünya, Ares'in sarsılmış yüzüne bakıyordu ama bu üzüntü dolu bir şaşkınlık değildi. Belli belirsiz bir rahatlık gördüğüne emindi.
''Beni aptal yerine koyduğunuz için teşekkürler.''
Athena omzunu silkti. ''Önemli değil bebek, bunu sen istedin.''
''Benden çekinmiyor musunuz? Olimpos'tan ayrılmamı ve ait olduğum çukura gitmemi istemiyor musunuz?'' dedi Ares alaycı bir tavır alarak. Dünya bu alaycılığın Ares'in kendini korumaya alması yüzünden olduğunu biliyordu. ''Yani ben normal biri değilim, bütün bu saydığınız özelliklere sahip biri pek hayırlı değildir.''
''Bu yüzden kendini sakladın, değil mi?'' dedi Apollon. ''Görevlere tek başına çıkmaya çalıştın? Kendini bizden gizlemek için.''
Ares dudağının kenarını çiğnemeye başlamıştı. Athena ona yaklaştı.
''Sana defalarca belli etmeye çalıştık, özellikle ben, üstüne çok gittim ama sen inatla açılmamaya kararlıydın.'' Kadın elini onun koluna koydu. ''Sadece senin isteğine saygı duyduk ve görmezden geldik.''
Ares acı bir gülüşle kadına baktı. ''Benden tiksinmemenize sevindim Hena. Ne de olsa ben iblis karakterli biriyim, belki de onlardan biriyim.''
''Sen iblis değilsin!'' dedi Dünya sinirle. Adam neden hala kendini lanet bir iblisle bir tutabiliyordu?
''İblis olmasam da iblis efendilerinden farkım yok.'' dedi Ares. ''Kabul etmek gerekiyor ki, iblis bir ataya sahip olduğum bariz. Kolayca bağlantı kurabilmem bunu gösteriyor.''
''Atanın iblis gibi davrandığı çok açık ama senin iblislerle en ufak bir kan bağın yok Ares!'' dedi Dünya kendine hâkim olamayarak. Sonra çenesi kasıldı, fazla konuşmuştu.
Ares'in buza dönen bakışlarına ve donuklaşan ifadesine bakarken ürperdi. Ares, şaşkına dönmüş Athena'nın temasından kolunu çekip Dünya'nın karşısında durdu.
''Sen benim soyumu nereden biliyorsun?'' diye gürledi. ''Açıkla!'
***
Dünya bardağın son damlasına geldiğini anlamıştı. Kararsızca ölümsüzlere baktı, hepsi derin bir merak ve ciddiyetle ona bakıyorlardı. Ares onu kolundan tutup kendine çekince ne konuşacağını şaşırdı.
''Dünya!'' diye dişlerinin arasından hırladı. Gözlerini süsleyen altın hareler delice bir öfkeyle parlıyordu. Dünya, titanların güçleri yüzünden delirmesinin bir an için doğru olduğunu düşündü.
Adonis, kolunu sıkan elden kurtarmak için Ares'in omzuna dokundu.
''Sakin ol Ares.''
Lafının bitmesiyle Ares dönüp boştaki eliyle adamı hızla itti. ''Karışma bana!''
Adonis ani hareketin etkisiyle arkaya savruldu ve Hades'e çarptı. Dünya boğazında takılmış çığlığın dudaklarının arasından istemsizce çıktığını duydu. Ares tehditkâr bir tavırla ona geri döndü. Dünya sevdiği adamdan hiç bu kadar korkmamıştı. Ares kolunu sıkı tutmamasına rağmen tüm bedeni sızlıyordu.
Gözlerinden taşan öfke alevinin onu kavuracağını düşündü. Dudakları kımıldayamıyordu. Ares'in tenini saran buğu nefes aldırmayacak kadar yoğundu. Gücü dalga dalga yayılırken hırladı.
''Konuş Dünya!''
''Kolumu bırak!'' diyebildi sonunda. ''Konuşmamı istiyorsan sakinleş yoksa tek kelime bile söylemem.''
Ares ona yabancı gözlerle baktı ve kolunu bırakıp geriledi. Dünya'nın canı yanıyordu, adamın bakışları kalbini bıçaklıyordu. Ares buz gibi bir öfke ve kahreden bir ifadeyle ona bakmaya devam etti. Dünya her zaman tutarlı ve şefkatli olan adamın nereye kaybolduğunu anlayamadı ama tahmin ediyordu. Ares atasının kim olduğundan değil, kim olabileceğinden korkuyordu.
Athena Dünya'nın yanına geldi.
''Ares ile yalnız konuşmayı mı tercih edersin?''
Dünya gözlerinde biriken yoğun duyguyu geriletti ve nefes aldı. ''Buna Ares karar versin.''
Ares başını çevirdi. ''Anlat.''
Tek kelimeyle ve içinde hiçbir merhamet taşımayan meraksız bir sesle Dünya'nın ciğerlerini yaktı. Kendini uçurumun kenarındaymış ve tek tutunacak el olan sevdiği adam tarafından itilmek üzereymiş gibi hissetti. Bir kere başlamıştı artık duramazdı.
''İblis ruhunu durdurabilecek bir güç daha var. Kadim büyüye gerek olmadan ve kimseye zarar vermeden ruhu hapsedebilecek mücevheri yaratabilecek bir kişi var. Kronos'un hükmetme gücü sayesinde ruhu etkisizleştirebilecek kişi onun soyundan gelen kişi olacak ama bu Zeus değil. Çünkü Kronos'un mirası Zeus'a ait değil, bir kuşak sonrasına aktarılmış.''
Onu dikkatle dinleyen ölümsüzlere baktı. Ares hala onu saran öfke ve güç bulutu içindeydi. Gerçeği tüm çıplaklığıyla öğrendiği zaman onu nasıl sakinleştirecekti? Kararlı olması gerekiyordu, Ares'in karşısında durabilmek için güçlü olmalıydı. Ares'in ondan nefret edeceğini hiç sanmazdı ama ona yönelen bakışlarla şu anda emin olamıyordu.
''O kişinin gücü uykuda ama onda var olan gücü uyandırıp mirası alabilmesi için hak talep etmesi yeterli olacak ve Kronos'un kalbine sahip olabilecek.''
Apollon'a baktı. ''Sen kalbe dokunamazsın Apollon, yoksa kalbe saklanmış miras seni öldürür. Kronos bunun için kendini feda eden bir büyü yarattı ve gücünün asıl hak eden kişiye geçmesini sağladı.''
Ares sabırsızca öne çıktı. ''Bütün bunları biz de biliyoruz. Benimle ne ilgisi var?''
Dünya adama doğru yürüdü ve tam önünde durdu. Yanardağın merkezine inmek gibiydi, her an adamdan yükselen bir alev dalgası onu yutabilirdi. Dünya korkuyu geçmişti; Ares'i kaybetme endişesi yüzünden ruhu parçalanıyordu.
''Ares...'' dedi sesini düzgün çıkarmaya çalışarak. ''Kronos'un mirasçısı sensin, onun torunu ve Zeus'un oğlu...''
Ares'in yüzü bembeyaz oldu. Dünya adamın en kötü kâbusunun gerçekleştiğini görebiliyordu. Çevresini saran ölümsüzleri unutmuştu, şu anda tüm kâinat Ares'in etrafında dönüyordu. Sakinleştirmek için adama uzanmak isterdi ama Ares'in tepkisinden çekinerek karşısında durmaya devam etti. Ares öfkeli bir sesle homurdandı.
''Bu olamaz, imkânsız!''
''Ares...''
''Hayır!'' dedi Ares bağırarak diğerlerine baktı. ''Yalan bu!''
Ölümsüzler de en az onun kadar afallamıştı. Onlardan tepki alamayınca yeniden Dünya'ya döndü. ''Bu yalanları kafana kim soktu?''
''Yalan değil...'' diye başlamıştı ki Ares ellerini yumruk yaparak lafını kesti.
''Kimden öğrendin Dünya?''
Hades, Adonis ve Apollon adamın yanına geçmişlerdi; Eros, Athena ve Artemis ise tedbir için Dünya'nın yanına yanaştı. Solan geriden izlemeyi tercih etmişti ama kaşlarının altında parlayan gözleri en az Ares kadar öfke doluydu. Dünya Ares'in tepkisinin kötü olacağını biliyordu ama kendisini yalancılıkla suçlamasına öfkelendi.
''Bana inanmıyor olabilirsin ama anlattıklarım gerçek. İblis ruhunu sen durdurabilirsin ama önce mirası...''
''Yeter!'' dedi Ares. ''Zeus benim hiçbir şeyim değil. Sana kim söylediyse yalan söylemiş ve kafamızı karıştırmak istemiş.''
''Zeus'un senden neden korktuğunu düşünüyorsun Ares? Senin canını koruma olmadan bile alabilecek biri senden neden korksun? Eliyle öldüremeyeceği için kadim büyüyü yapana kadar seni neden zayıflatmaya çalışsın?'' Dünya bağırırken Ares kıpırdamadan onu dinledi. Ama inanmadı.
''Bence Dünya doğru söylüyor Ares.'' dedi Apollon. ''Ben de bir süredir şüpheleniyordum.''
Ares çılgın bakışlarını Apollon'a çevirince adam devam etti. ''Bahçede yaptığımız tartışmayı hatırlıyor musun? Büyü yapmıştım. O büyü duygu büyüsü değildi, gerçeklik büyüsüydü. Kelimelere dökülen şeyin duygularımız değil gerçeklik olduğunu o an için kimseye söyleyememiştim, yanlışlık var diye düşünmüştüm. Şimdi büyümün söylettiği şeyin gerçek olduğunu anladım. Çünkü sen bizim kardeşimizdin.''
''O benden nefret ediyor.'' dedi Ares. ''Bir baba bu kadar acımasız olamaz. Ve dedikleriniz de hiçbir şeyi ispat etmez. Ret ediyorum.''
Dünya tüm incilerin döküldüğü bir noktada avuçlarını biraz daha açtı. ''Zeus, sen daha doğmadan, sana kaptırdığı tahtın yasını tutuyor Ares. Onun kadar hırslı biri için rakibinin, kendi oğlu olması pek fark etmiyor. Seni zorlamasının nedeni buydu.''
''Taht mı?'' dedi Ares hiddetli bir alaycılıkla. ''Taht diye bir şey yok, Zeus neyin savaşını veriyor.''
''Hükmedici tek güce ulaşmanın savaşını veriyor.'' dedi Dünya. ''Sana söylemek istemiyordum çünkü babanın Zeus olduğunu öğrenmektense, hiç bilmemeyi tercih edeceğini biliyordum.''
''Benden daha neler saklıyorsun anahtar?'' dedi Ares can yakan bir düşmanlıkla.
''Seni düşündüğü için Dünya'nın üstüne gidemezsin Ares!'' dedi Athena, Dünya'nın yanında durdu. ''Öfkeni iblis ruhuna sakla!''
Ares hayretle Athena'ya baktı. ''Ona inanıyor musun Hena? Sözleri bir aldatmaca görmüyor musun? O sadece bir piyon ve bu sefer de Zeus'un oyununda oynuyor.''
Dünya daha fazla yaralanamayacağını düşünürken bir balyoz darbesi daha aldı. Bu acı onu delirtti, hırsla dudağını sıkıp elini kaldırdı ve Ares'in yüzüne okkalı bir tokat attı. Beklemediği bu tepkiyle Ares'in dengesi hafifçe sarsıldı ama hemen toparlandı. Şaşkınca Dünya'ya dönerken Apollon mırıldandı.
''Piyon şahı devirdi, şah ve mat!''
Ares'in öfkesi gözle görülür bir şekilde geriye çekildi ve gözlerindeki boşluğu hayal kırıklığı ve üzüntü doldurdu. Dünya boğazından fırlamaya çalışan kalbine inat sakince konuştu.
''Üzgünüm Ares, bugünden sonra benden nefret edebilirsin hakkındır. Senden neden sakladığıma gelince; senin, bu bilgiyle baş edemeyeceğini tahmin ediyordum. Görünüşe göre ben haklıyım.''
Ares başını çevirip Apollon ve Artemis'e baktı, kardeşlerine... Kardeş olduklarını bilmeden bile yakındılar şimdi öğrendikleri gerçekle bakışları daha bir içtendi. Dünya diğer kardeşi de aralarına katması gerektiğini düşündü. Yanında durup üç ölümsüzün birbirine olan bakışlarını izleyen Athena'ya baktı.
''Sana da bir haberim var Athena.'' dediğinde kadının ilgisi ona döndü. Ölümsüzlerin bakışları da Dünya'ya çevrilmişti. Dünya bir kalemde söyleyiverdi. ''Senin de baban Zeus.''
Athena bir an ona baktı kaldı, sonra aniden kahkaha attı. Hatta Ares dışındaki diğerleri de gerginliklerine rağmen gülmüşlerdi.
''Bu durumda başka şaka yapılamazdı.'' dedi Athena gülmeye devam ederek. ''Yersiz ama yerinde.''
Dünya'nın ciddiyetini bozmadığını fark edince ifadesi dondu. ''Yok canım, şaka yapıyor olmalısın. Şaka değil mi?''
Dünya başını salladı. ''Hayır, şaka yapmıyorum. Ares ve sen öz kardeşsiniz, Zeus'un dört çocuğuyla da babalarınız aynı.''
''Sen sarhoş filan mısın?'' dedi Athena dikkatle ona bakarakve o anda patlayan Artemis'in sesiyle irkildi.
''Bence her şeye rağmen bu müthiş bir haber! Sıkıcı üç kardeşten bıkmıştım, iki tane kafa dengi kardeşimin olması süper!''
Apollon homurdandı. ''Seni nankör satıcı.''
Artemis cevap olarak omzunu silkti. Ares gergindi, Athena şaşkındı, Hades halinden hoşnuttu. Adonis ve Eros hala duyduklarını hazmetmeye çalışıyorlardı, Solan ise artık umursamıyordu. Dünya içinde dolanan duygulardan nefes alamıyordu, Ares her zamanki gibi ona baksa ve gülümsese yaşamaya başlayacaktı. Ama düşünceler içindeki adam yüzüne bile bakmıyordu. Gizlemek zorunda olduğunu anlamak istemezse birlikteliklerine ne olacaktı? Ayrılık kelimesi soğuk bir taş gibi göğsüne oturdu. Zeus'un ölüm tehdidi bu kaybetme karşısında hiçbir şeydi.
''Peki, şimdi ne yapacağız?'' diye soran Eros, gevşeyen ölümsüzleri konuya çekti. ''Gece yarısında büyü için karar verilirse her şey için geç kalmış oluruz.''
''Evleri oyalamak gerek.'' dedi Hades. ''Ama hiç zamanımız yok.''
''Yine de yapılacak bir şeyler olmalı.'' dedi Apollon ve Ares'e baktı. ''Sence kardeşim?''
Kardeş sözünden sonra Ares'in durağan ifadesi hafifçe dalgalandı, kısacık bir an kararsız bir mutluluk göründü. Bulutların arasından doğan güneş gibi bakışları kardeşlerinin üzerinde dolandı ve Dünya'ya geldiğinde parlak güneş fırtına bulutlarının arasına gizlendi.
''Anahtarın zoraki olarak bize bahşettiği bilgiyi doğru kabul edersek, benim Kronos'un mirası için hak talep etmem gerek. Ama ben ona inanmıyorum ve bu tuzağın kim tarafından hazırlandığını öğrenmeden hiçbir talepte bulunmayacağım.''
Ares kızgın bakışlarını ondan alıp Apollon'a çevirdiğinde Dünya dizlerinin güçsüzleştiğini hissetti. Titrediğini fark eden Artemis ve Athena destek için ona iyice yaklaştılar. Diğerlerine belli etmemek için Athena bir adım önüne geçmişti, Artemis ise dirseğini tutarak düşmesini engelledi. Artemis kulağına eğildi.
''Uzun süre sana kızgın kalamaz, canını sıkma.''
Dünya sadece başını salladı. Konuşulanlara zor odaklanıyordu ama Ares'in her kelimesi kulaklarına çarpıyordu. Konuşan Eros'a baktı, soğukkanlı ölümsüz konuşurken netti, tek kahrolan kendisiydi. Ölümsüzlerin hepsi gelişmelere ayak uydurmuşlardı, hatta kardeşler arasındaki bakışmalar çok sıcaktı. Ares nasıl olsa öfkesini ondan alacağa benziyordu, takındığı tavır bunu gösteriyordu.
''Yine de karşımızda bir sorun daha var. Kalbi nasıl bulacağız?'' dedi Eros.
''Kalbin koruyucusu Hera.'' diye yanıtladı Ares.
''Sen nereden biliyorsun?''
Ares konuşan Adonis'e baktı. ''Bir şekilde biliyorum işte hatta odasında olduğunu da biliyorum.''
Adonis anlamlı bir sırıtışla başını salladı. ''O zaman sorun yok. Mirasçı işi karışık ama hiç değilse kalbin güvende olduğunu bilmeliyiz. Zeus'un saklaması hiç işimize gelmez. Kalbi almak için Dünya'yı...''
''Ona gerek yok.'' dedi Ares çabucak. ''Anahtarı bu işin dışında tutalım. Onu etrafımda istemiyorum, sorun çıkarmaktan başka işe yaramıyor. Kalbi almak gerekirse ben hallederim. Hera'nın odasına girebiliyorum ve...''
''Haksızlık yapıyorsun Ares.'' dedi Athena adamın lafını keserek. ''Ölümlü olduğu için tehlikeye atılmaması doğru bir karar ama bu şekilde konuşman hiç hoş değil.''
Ares gözlerini Athena'ya dikti. ''Ölümlü olması yüzünden değil artık ona gerek olmadığı için geride durmalı. Yalan ve gerçeği bu denli karıştırdığına göre bize sadece zarar verir. Anahtarın görevi bitti.''
Mührünün yanmasıyla kendine gelen Dünya, altın gözlünün sözlerinin anlamını idrak edince buz kesti. Artemis'in temasından sıyrıldı ve eve doğru koşarcasına yürümeye başladı. Adını seslenenlere aldırmadı. Gözlerinde biriken acıyı salıverdi, arkasından gelen kimse yoktu zaten. Derken Solan yanında bitti. Kolundan tutunca Dünya silkindi.
''Bırak beni Solan!''
''Yavaş yürü o zaman sende!'' dedi. ''Peşinden koşturarak gelmek karizmamı bozuyor.''
''Takip etmen için emir mi aldın?'' dedi uzun adımlarla devam ederken. Kalbinde yeşeren küçük filiz, Ares'in hala onu düşünüyor olma umuduydu.
''Hayır'' dedi Solan onun adımlarına ayak uydurarak. ''Sadece sıkıldım. Uzun konuşmalar bana göre değil.''
Onunla dalga geçip geçmediğine bakmak için durakladı. Solan'ın ifadesi ciddiydi ama bir an sonra aniden gülümsedi.
''İtiraf edeyim, biraz da karnım acıkmıştı.'' diye ekledi. ''Mutfağa uğrarız herhalde?''
Dünya'nın yaşla dolu gözleri yanıyordu ama Solan'ın gelişiyle durmayacak gibi gelen gözyaşı nehri dinmişti. Solan elini kaldırıp çenesine tutunmaya çalışan yaşı parmağıyla yakaladı.
''Gözyaşı dökünce rahatlıyor musun?''
Dünya omuzlarını kaldırdı. ''Pek değil ama engel olamıyorum.''
Solan parmağındaki yaşı inceliyordu. ''Belki sana yardım gerekiyordur.'' dedi ve gözlerini onun gözlerine dikti.
''Solan gerçekten şu an dediklerini anlamıyorum. Başım kazan gibi ve içim yanıyor. Yalnız kalmak istiyorum.''
Yeniden eve doğru döndü. Solan pes etmemişti. ''Ne yapacaksın?''
''Ne demek ne yapacaksın?''
''Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?'' dedi Solan.
''Hiçbir fikrim yok.'' dedi Dünya, yüzündeki yaşları kazağının koluna silerek.
''İyi, o zaman benim fikrimi deneyelim.''
Dünya basamakların ilkinde durakladı ve Solan'a baktı. Solan muzip bir sırıtışla Dünya'ya gülümsedi.
''Sana verdiğim taç hala sende mi?''
Solan kendi planını kısaca anlattı. Dünya böylece Zeus'un ona yasakladığı görüşmeye nasıl katılabileceğini ve olayları tersine nasıl döndürebileceğini kavradı. İçini kaplayan umutla Solan'ın ellerine sarıldı.
''Bunu yapabilir miyiz?''
Solan ellerine doğru baktı, bu samimi içtenliğe şaşırdığı çok belliydi ama umut dolu Dünya ellerini çekmedi. Ares'i kaybetmiş olabilirdi fakat adamı bekleyen tehlikeden kurtarmak için Solan ona bir şans veriyordu. Sevincini anlatmak için şu an sarılmayı bile düşünüyordu. Solan kekeledi.
''Ben... Bence yaparız.'' dedi ve yeşil gözlerini onun gözlerine doğru kaldırdı. ''Sen anahtarsın ben büyücüyüm.''
Dünya derin bir nefes aldı ve Solan'ın ellerini serbest bıraktı. ''Hadi, o zaman, tacı alalım.'' Dedi, merdivenleri tırmanırken ekledi. ''Umarım dedikleri kadar durumundan utanıyordur.''
***
Önce Solan'ın üstelemesiyle mutfağa gittiler. Dünya, adamın şaka yapmayıp gerçekten de acıktığını anladı. Herkesin birbirinin kuyusunu kazdığı bir vakit, mutfakta oturmuş ton balıklı sandviç yiyorlardı. Solan ikinci sandviçini de bitirdi ve Dünya'nın yiyemediği ekmeğin yarısını da sildi süpürdü. Dünya'nın zaten olmayan iştahı heyecanı yüzünden iyice kaçmıştı. İşi yüzüne gözüne bulaştırmazsa Ares belki onu af ederdi. Neden sakladığını anlardı.
Birlikte Dünya'nın odasının olduğu kata gittiler, ne şans ki, Solan'ın odasının da aynı katta olduğunu öğrendi. Merdivenlerin hemen başındaki kenarlarında altın varaklar bulunan siyah bir kapıydı. Zamanlama konusunu tamamen Solan'a bırakmıştı çünkü gece gündüz dışında zamanı henüz bölümlendiremiyordu. Bir süre daha adamın odasında planı tartıştılar, nasıl davranması gerektiğini. Zeus'un büyüyü yapmasından önce her şeyi ayarlamalıydılar. Vaktin geldiğini söyleyen Solan onu kendi odasında beklerken tacı alıp çıktı. Koridorda Adonis ile karşılaşınca yaramazlık yapan bir çocuk gibi suçlu gözlerle adama baktı. Adonis kendi odasına girmek üzereydi.
''Sen nereye kayboldun Dünya?'' dedi adam ona doğru yürürken. ''Az önce odana baktığımızda yoktun.''
''Mutfaktaydım.'' dedi tacı cebinde tutarak. ''Sorun ne?''
''İyisin değil mi?'' dedi Adonis onun yüzüne doğru eğilerek. ''Ares her yerde seni arıyordu ama mutfak aklımıza gelmedi. Sonunda yukarıdaki görüşmeye girdiğini sanıp yeniden çileden çıktı.''
''Beni istemeyen oydu, neden arıyor?''
''Onu da anlamalısın.'' dedi Adonis.
''Hala öfkeli mi?'' Ares'in öfkesini çok iyi biliyordu ama ona bu kadar öfkelenmiş olması canını sıkıyordu. İyiliği için uğraştığını anlamış olması gerekirdi.
Adonis dudağını kıvırdı. ''Öyle ama ona hak vermelisin. Hayatının şokunu yaşadı. Neden böyle bir bilgiyi sakladın?''
''Bu hale gelmemek için'' dedi sabırsızca. ''Ares'e bir şey anlatmaya gelmiyor ki, hemen kavga edecek adam aramaya başlıyor.''
''Sen de haklısın, şimdi ne yapacaksın?'' dedi Adonis. ''On dakika sonra Zeus çağırısı için toplanacağız, galiba evler karar verdiler. Son durumu bildirecek sanırım.''
Dünya az zamanı kaldığını öğrenince, yeni bir telaş dalgasıyla ürperdi. ''Oyalanma o halde.''
''Odanda mı olacaksın?'' dedi Adonis ısrarla.
''Nerede olabilirim ki, Zeus benim gelmemi istemiyor. Hoş bende gelmek istemiyorum, bu durumda yapacak tek şey, oturmak.''
''İyi, ben Ares'e söylerim.'' dedi Adonis rahatlayarak. Arkasını dönecekken durakladı ve dudağını ısırarak Dünya'ya baktı. ''Ares'i hala seviyor musun?''
Dünya'nın çenesi kasıldı, sorulacak soru bu değildi. Soru; Ares, ondan vaz geçecek kadar öfkesine bağlı mıydı? Çünkü adamı sevmekten vaz geçeceği bir olay olabileceğini sanmıyordu. Ares'ten de aynı kararlılık ve sadakati görmeye alışmışken adamın bu tavrı kafasını karıştırıyordu. Bu korku yaşadığı hiçbir şeye benzemiyordu.
Ares'in onu aramasının nedenini tahmin ediyordu. Ondan daha fazla bilgi almak veya olayları karıştırmaması için onu diğerlerinden uzak tutmak için olabilirdi. Eğer onu düşünseydi, Solan yerine peşine takılan kişi altın gözlü olurdu. Adonis'in lacivert bir mücevher gibi parlayan gözlerine baktı. Sadece başını yukarı aşağı salladı. Beklenti dolu bakışları kararan Adonis omzunu silkip odasına doğru yürüdü.
"Görüşürüz."
"Görüşürüz." dedi cansızca.
Dünya bir dakika bekleyip merdivenlerin başına hızla yürüdü. Solan'ın odasına hiç seslenmeden girdi. Yakalanma riski varken bir de kibarlık yapmaya çalışmayacaktı. Solan'ı yarı çıplak bir halde uzun saçlarını toplarken yakaladı. Zayıf ama kaslı bedeni eski yara izleriyle doluydu. Yaraları, iyileşmiş olmalarında rağmen beyaz bedeninde soluk şekiller bırakmışlardı. Solan'ın uzun ve ince fiziği bu izlerle tuhaf biçimde çekiciydi ama Dünya, Ares için hissettiği heyecanı başka kimse için hissedemiyordu. Ares'i her gördüğünde erimesine rağmen, başka hiç kimse ona bunu yaşattıramıyordu.
''Çok yara izin var.'' dedi adama yaklaşarak. Bazı izler vahşi bir hayvanın saldırısına uğramış gibiydi. Bazıları düzgün kesik izleriydi, bazıları da kızgın damgayla yapılmış gibiydi.
''Yaşadığım çevrenin verdiği hediyeler.'' dedi Solan yatağın üstündeki siyah gömleği alarak. ''Hazır mısın?''
Dünya gömleğin altına gizlenmiş izleri aklından çıkartamıyordu. Ne çok işkence çekmişti. Üzgün bir bakışla Solan'a baktı.
''Bu hayatı nasıl sürdürebildin Solan? Kendini iyileştiremez miydin? Olimpos'a dönemez miydin?''
Solan bıkkın bir soluk aldı ve yatağa oturup botlarının bağlarını düzeltmeye koyuldu. Dünya konuşmayacağını düşünürken doğruldu.
''Öncelikle kendimi iyileştiremem, o kadar da iyi değilim. Ayrıca bunlar sadece etime yapılan işkencelerdi, Olimpos'ta kalıp ruhuma yapılmasından kat kat iyidir. Asıl Zeus'un yanında kalsaydım, işkence çekecektim. Ben Ares gibi dayanıklı değilim.''
Ayağa kalktı. ''Hazır mısın? Evler karara varmışlar. Kadim büyü için izin verilmiş.''
Dünya ''Ne?'' dedi kulaklarına inanamayarak. ''Karşı çıkanlar vardı.''
''Zeus ikna etmiş. Ghede kılığına giren bir iblisin herkesin aklını karıştırdığını ve bu yüzden bile fikrinde haklı olduğunu anlatmış. Gerçek Ghede'nin görüşmeye katılması için Hekate'yi onun boyutuna gönderip adamın rahatlamasını sağlamış. İblisin görüşmeye sızdığını öğrendikleri için Zeus'un bahsettiği tehlikeyi görebilmişler. Azınlıkla kalanlar da çoğunluğa uymak zorunda kalmış.''
''İnanamıyorum, ona nasıl kanarlar?''
Solan başını dikleştirdi. ''Zeus'u küçümseme Dünya, istediği zaman oldukça ikna edici olabilir.''
Dünya kaşlarını çattı. ''Ya şimdi bir önlem aldıysa...''
''Fark etmez.'' dedi Solan. ''Ben bir Olimposluyum ve senin de açamayacağın kapı yok. Zeus, bunun hilesini bulacak kadar güçlü değil, zaten benim geleceğimi tahmin edemez.''
''Ares fark ederse?''
''Aptal âşıklar gibi yüzüne bakmazsan etmez.'' Dedi ve düşündü. ''Ama bu sefer çok aptallaşmayarak işi kurtarabilirsin, ne de olsa, o da Ares'e âşık. Pek rol yapmana gerek yok.''
Kaşlarını çattı. ''Hiç de aptal gibi değildim.''
''Kendine göre değildin.'' dedi Solan hoşnutsuzca. ''Neyse, başlayalım mı?''
Solan kapıya doğru yürürken görünmezliğine büründü, Dünya şeffaf olarak görebiliyordu. Kapıdan çıkıp etrafa bakındı ve Dünya'ya dönüp başını salladı. Dünya işareti alınca tacı başına taktı. Boyu beş santim daha uzayarak saçları altın rengine bürünerek beline kadar salındı. Üstündeki basit kıyafet ışıltılı mavi bir elbiseye dönüştü. Kapıya vardığında tamamen Afrodit olmuştu. Solan'a çapkın bir bakış attı.
''Başlayalım tatlı çocuk.''
Boş koridorda Solan ile birlikte yürüdüler ve doğruca Hera'nın odasına gittiler. Kadının görüşmede olduğunu düşündüklerinden Dünya çekinmeden odaya girdi. Hiç bu kadar gösterişli bir oda olacağını tahmin edememişti. Yeşil ve siyahın yoğun kullanıldığı oda, üç kısma ayrılmıştı. Girdiği odada, altın sırmalı koyu yeşil bir oturma grubu ve şık siyah bir masa vardı. Minderleri ve tülleriyle hem rahat, hem de çok gösterişliydi. Tepesinde ışıl ışıl bir avize sarkıyordu. Pencerelerde yine altın sırmalı yeşil perdeler ve parlak taşlı bembeyaz tüller asılıydı.
Dünya odaya hayretle bakmayı bırakıp buraya neden geldiğine yoğunlaştı. Hera ceviz kutuyu nereye saklamış olabilirdi? Odada saklayacağı bir çekmece dahi yoktu. Koltukların ve minderlerin altına bakmak aptalca geldi. Duvarlardaki antik desenli tablo ve süslere baktı, kontrol etmeye üşendi ve diğer odaya geçti. Ağzı açık kaldı. Rüyalardaki gibi bir yatak odasıyla karşılaştı. Devasa dört direkli yatak tavus kuşu biçimli başlığıyla ve direkleri saran dantelleriyle göz alıcıydı. Ayakucundaki direklerde bir çift zümrüt gözlü tavus kuşu oyması altın tacıyla oldukça başarılıydı.
Odanın kalanı gümüş ve pırlantalarla süslenmişti, minderler yeşil kadifedendi. Duvarın biri tamamen camdı ve kenarlarında hem Zeus'un hem de Hera'nın heykeli duruyordu. Dünya yatağa yaklaştı ve tavandaki aynayı görünce sırıttı. Fantezi olayına bayağı önem verdikleri belliydi. Başını komodine çevirirken aynadaki bir şeyi göz ucuyla fark etti.
Direklerdeki iki tavus kuşu aynı yöne bakıyorlardı. Dünya kuşların baktığı yöne doğru döndü. Tuvalet masasıyla kapı arasındaki boş duvara doğru yürüdü. Elini duvara koydu, duvardan eline geçen akım onu titretti. Güçlü bir şey vardı, bunu hissetmek ateşe dokunmak gibiydi. Yutkundu ve elini yeniden duvara koyarken ''Açıl.'' diye mırıldandı.
Duvar dalgalandı ve elini çekemeden duvara dirseğine kadar gömüldü. Parmaklarına dokunan sertlik karşısında nefesi kesildi. Bu tahta bir kutuydu, sıcak kutuyu kavradı ve kendine doğru çekti. Kalbi delice atıyordu ve bağırmamak için az önce dudağını ısırdığı yer acıyordu. Küçük kutuyu çıkardı. Yaklaşık on santimlik kenarları olan kare bir kutuydu. Ceviz kutuyu görür görmez tanıdı, Kronos'un kalbi bu siyah dal işlemeleriyle kaplanmış ceviz kutudaydı. Canlı bir şeymiş gibi sıcaktı. Kalbin bu küçük kutuya nasıl sığdığını anlayamamıştı ama bunu düşünmenin sırası değildi. Ares ona inanmadığı için kalbi almamıştı çünkü tahtın sahibi olduğunu ve Zeus'un oğlu olduğunu ret ediyordu. İçi sıkılarak onu bekleyen Solan'ın yanına döndü.
Koridorda sabırla onu bekleyen Solan çıkar çıkmaz yaslandığı duvardan doğruldu. Şeffaf bir şekilde yanına geldi.
''Sorun yok değil mi? Çok geciktin.''
Dünya kutuyu ona uzattı. ''Sorun yok.''
Solan kutuyu ondan alırken yüzüne doğru eğildi. ''Neyin var?''
Dünya nefes aldı. ''Bir şeyim yok Solan. Gidelim mi?''
Solan doğruldu. ''Yüzün öyle demiyor. İyice suratsızlaşmışsın.''
''Bu Afrodit'in doğal hali.'' diye söylenip tepeye doğru yürümeye başladı. ''Bu konuda yapabileceğim bir şey yok.''
İçi sıkılıyordu ve heyecanından ölmek üzereydi. Biraz sonra ona yasak olan bir görüşmeye katılıp Zeus'un büyü yapmasını engellemeye çalışacaktı ve en nefret ettiği kişinin kılığında dolaşması gerekiyordu. Kadının lanetli olmasına rağmen görüşmeye katılması Dünya'nın foyasının ortaya çıkması demekti ve kimse onu Zeus'un hışmından koruyamazdı. Ares'i düşündükçe onu saran umutsuzluk hissine dayanamıyordu.
Dünya düşünceler içinde yürürken Solan aniden koluna dokundu ve Dünya ne olduğuna bakmak için durakladı. Solan kaşları çatık az ilerisine bakıyordu. Dünya adamın baktığını yana döndü. Koridorda Hekate'yi görünce adamın gerginliğini anladı. Hekate de, Dünya'yı fark etmişti. Duraklayıp onu bekledi.
''Selam Afrodit, iyileşmişsin.''
Dünya, kadının ona neden Afrodit dediğini anlamaya çalışırken; Solan, kolunu bir kere sıkıp bıraktı. Ve Dünya hatırladı.
''E-Evet'' diye kekeledi. Sonra başını dikleştirdi ve kibirli bir bakışla ekledi. ''Şaşırdığını görüyorum.''
''Şaşırdım.'' dedi Hekate. ''Önceki toplantıya yoktun.''
''Ama şimdi varım.'' dedi ve yürümeyi akıl etti.
Hekate alaycı bir hoşnutsuzlukla ''Ne şanslıyız.'' diye mırıldandı.
Hekate ile tepeye yürürlerken Solan biraz geride kalmıştı. Kadın adamı göremiyordu ama hissediyormuş gibi iki defa arkaya bakındı. Dünya rahatsızlığın ve gerginliğin zirvesindeydi. Tepede her şeyi mahvetmemek için sakinleşmeliydi ama o kadar tanıdık ölümsüzün içinde nasıl yapacaktı?
Ömür gibi gelen yolun sonunda nihayet tepenin girişini örten buğulu perdeye ulaştılar. Hekate uzun adımlarla perdeyi geçti. Dünya ardındaki Solan'a baktı. Adamın yüzü taşa dönüşmüştü, ilk defa onu bu kadar gergin ve afallamış görüyordu. Bunun sebebi de belliydi. Solan içeri girmesi için başıyla perdeyi işaret etti. Konuşulacak zaman değildi Dünya perdeye doğru döndü ve içeri girdi.
Tepe tanıdık yüzlerle doluydu. Olimpos'un tüm ölümsüzleri toplanmıştı, gözlerinin seçtiği herkes onu görünce bir an şaşaladı ama sonra gülümsediler. Görünen o ki, Afrodit'in katılacağını hiç düşünmemişlerdi. Zeus henüz gelmediğinden kendi içlerinde tartışıyorlardı. Göz ucuyla Hades ve Persephone'yi gördü, güzel Persephone bile gelmişti. Dünya Afrodit'in son anda karar değiştirmemesini umuyordu.
''Afrodit!''
Dünya seslenene doğru baktı. Eros, Athena ve Apollon'un yanından ona doğru geldi. Ona doğru eğilerek
''Çarpmadan kurtulmuşsun.'' diye fısıldadı. ''Nasıl yaptın?''
Dünya dolgun dudaklarını kıvırdı. ''Birden düzeldi.'' dedi. ''Zeus nerede?''
''Kadim büyü için emanetleri topluyor olmalı.'' dedi adam doğrulurken. ''Bizim için en son gelecek.''
Dünya etrafa bakındı ve Ares ile göz göze geldi. Adonis'in yanındaydı ve kaşlarının altından ateş saçan gözlerle ona bakıyordu. Saçları, çekici yüzünün etrafında asice dalgalanmıştı ve bu ifadesini daha da tekinsizleştiriyordu. Adonis'in ona doğru bir şeyler söylediğini gördü. Dünya başını dikleştirip gözlerini çevirirken Ares adamı onayladı. Ne olur anlamasın diye dua etmekten başka çaresi kalmamıştı.
Eros elleri cebinde hala yanında dikiliyordu. Artemis'in onlara doğru geldiğini gördü, kadının şaşkınlığı yüzünden okunuyordu.
''Hey, seni iyi gördüm.''
Afrodit'in nasıl tepki vereceğine odaklanmalıydı. Ukala ve kibirli olmalıydı ama nasıl?
''Ben her zaman kusursuzum Artemis, bunda şaşacak ne var?''
Artemis sırıttı. ''Ne demezsin. Ah, pardon bu bir sırdı değil mi?''
''Mahsus mu yapıyorsun?''
Eros araya girdi. ''Sana şaka yapıyor Afrodit, hemen sinirlenme.''
''Sinirli mi? Ben mi?'' dedi Dünya. ''Artemis'in beni ne kadar sevdiğini bilirim. Neden sinirleneyim ki?''
Artemis sahte bir onaylamayla ona sırıttı. Dünya onların yanında durmamalıydı çünkü yakınlıkları onu mutlu ediyordu. Ve bu durumda Afrodit'in mutlu olması pek olası değildi. İkisine bir şey demeden sütunların yanında kalabalıktan uzak duran Solan'ın yanına yürüdü. Görünmez Solan'ın da bakışları onun üzerindeydi.
''Biraz daha kalçalarını salla.'' dedi Solan o yaklaşınca. ''Odun gibi yürüyorsun.''
''Bu topuklarla yürüdüğüme dua et!'' diye homurdandı.
Fısıltıyla konuşuyorlardı ve Dünya Solan'a dikkatle bakmamaya çalışıyordu. Adam elindeki kutuyu sıkıca tutmuş kalın sütuna yaslanmıştı. Dünya kalabalığa arkası dönük karanlık gökyüzüne doğru baktı. Hiç yıldız yoktu, zifiri karanlıktaki ışık kaynakları sütunlara iliştirilmiş meşalelerdi.
''Kadim büyü kesinleşti.'' diye fısıldadı Dünya. ''Zeus Olimpos'un güçlerini almaya geldiğinde ne yapacağız?''
Solan sırtını sütuna yaslayıp ona baktı. ''İkna edilecek kimse kalmadı. Tek şansımız Zeus büyüye başlamadan onu vaz geçirmek. Çemberi kurmasını engellemeliyiz.''
Dünya gözlerini kapattı derin bir nefes aldı. Korktukları şey gerçekleşiyordu,büyüye hâkim olunca Zeus onu sadece iyilik için kullanmayacaktı. Dünya dişlerini sıktı. Keşke Ares ona inansaydı, keşke mirasına sahip çıksaydı... Kalbi Hera'nın odasında bulana kadar yine de umudu vardı ama şimdi...
***
''Seni görmek ne hoş Afrodit''
Duyduğu sesin heyecanıyla Dünya'nın gözleri anında açıldı. Ares karşısına dikilmiş, onu süzüyordu. Adam hafifçe gülümsedi ve Dünya'nın kalbi atmayı bıraktı. İçinde hafif bir sorgulama hissedilen bir tonda konuştu.
''Kaç gündür nerelerdeydin? Kendini özlettin.''
Dünya Solan'ın nasihatlerini hatırladı, aptalca bakmamalıydı... Peki, o nasıl yapılıyordu? En iyisi Afrodit'in sırnaşıklığını kullanmalıydı. Ares'in meraklı ve çapkın bakışları da canını sıkmıştı, neden Afrodit'e bu kadar ilgili davranıyordu? Kalçalarını sallamaya özen göstererek adama iyice yaklaştı. Elini uzatıp yüzünü okşamak istiyordu ama titreyen elleri onu açığa çıkartabilirdi. Ares'in dibinde durdu, ne kadar güzel kokuyordu...
''Belki amacım buydu aşkım, beni özlemeni sağlamak.'' dedi iri dudaklarını büzerek. ''İşimiz bittikten sonra ne kadar özlediğini bir ara bana gösterirsin.''
Ares'in sırıtışı, keyifli bir gülümsemeye dönüştü. ''İyi bir öneri.''
Dünya gözlerini kısmamak için kendini zor tuttu ve daha başka şeyler yapmamak için. Ares resmen Afrodit'e kur yapıyordu. Göğsünün ortasına bir sancı saplanırken o da adama gülümsedi.
''Anahtar kıskanmasın.''
Ares'in bir anlığına bakışları gölgelendi ama çabucak toparlandı. Omzunu silkti.
''Boş ver onu.'' dedi ve Dünya'nın göğsündeki sancı onu kıvrandırırcasına bedenine dağıldı. Ares kayıtsız bir tavırla etrafa bakındı. ''Senin görüşmeye katılamayacağını sanıyordum.''
İşte, Ares'in merak ettiği şey buydu. Afrodit'in iyileşip toplantıya gelişi, adamı kuşkulandırmıştı ve sahte Ghede'yi anımsatmıştı. Kuşkusunu dağıtmalıydı. Az önce kıskanırken şimdi de planının anlaşılmasından endişelenmeye başlamıştı. Kıskançlığı sonraya erteledi ve kendini toparladı. Kurnaz bir gülümsemeyi yüzüne yerleştiren Dünya, Ares'e iyice yaklaştı ve bir elini adamın göğsüne diğerini beline koydu. Parmaklarının altındaki kaslar gerildi ama Ares kaçınmadı. Sadece ona bakıyordu, anlamaya çalışıyordu. Göğsündeki elini yavaşça boynuna doğru yöneltti.
''Anahtardan ne zaman sıkılacaksın Ares?'' dedi baştan çıkarıcı sesiyle ki, Afrodit'in sesi bu tınıyı çok iyi veriyordu. ''Yatağıma ne zaman geleceksin?''
Ares'in kararsız kaşları iyice çatıldı. Donuk tepki karşısında Dünya dudaklarını adamın çenesinde gezdirdi. ''Benimle yaşadıklarını o ölümlü kadın sana veremez. Bunu biliyorsun. Onunla oyalanmayı bırak.''
Kendini geri çeken Ares ensesine ilerleyen eli tutup indirdi. Gözlerindeki altın hareler hüzünlü bir buğuyla kaplanmıştı. Yutkundu ve Dünya'dan uzaklaştı. Hiçbir şey demeden kalabalığa doğru adımladı. Dünya adamın arkasından bakarken karışık duygularla sarsılıyordu.
''İyi rol kestin.'' dedi Solan usul bir sesle.
Dünya adama doğru baktı, adamın yeşil gözlerinde görülen tek duygu mutsuzluktu. Ares'in üzülmesi Solan'ı da rahatsız ediyordu ve arkasından iş çevirmeyi, her ne kadar onun iyiliği için dahi olsa istemediğini tahmin edilebilirdi. Solan, Ares'e doğru bakarken sütuna yaklaştı.
''Seni tanıyamadığına eminim.'' diye fısıldadı.
Dünya kalabalığın içinde ilerleyen Ares'in sırtına bakarken ruhu da adamın peşinden gitmek için zavallı bedenini zorluyordu. Kendi kendine mırıldandı.
''Benden vaz geçme... Lütfen sevgilim...''
Zavallı yüreği, Ares'in onu baştan ayağa titreten aşkıyla boğuluyordu. Üzüntü onu sarmalarken Solan'ın sesi kulağının dibinde çınladı.
''Kendine gel Dünya!'' diye hırladı. ''Her şeyi mahvedeceksin!''
Solan'ın öfke hissedilen sesiyle toparlandı. ''Üzgünüm.''
''Sonra üzül.'' dedi Solan dişlerinin arasından. ''Şimdi işimiz var.''
Dünya gözlerini devirdi. ''Bu, bir çeşit özür dileme şeklidir, duyarsız adam.''
Arkasında duran Solan'ın nefeslendiğini duydu. Adamın yorum yapmasını bekliyordu ama hiçbir şey demedi.
Tepede toplanan ölümsüzler gittikçe sabırsızlanıyordu. Dünya onlara yaklaşmadan kenarda izlemekle yetiniyordu, ona alaycı bir şakayla takılan Dionsys'u başından savdıktan sonra tek başına kalmıştı. Ares ise, kemik Olimpos kadrosunun içindeydi ve Zeus geciktikçe, öfkeli bir aslana dönüşüyordu. Sonra birden tepenin üstünü kaplayan buzlu cama benzeyen bir kubbeyle örtüldüler. Ölümsüzler konuşmayı kesip tahta doğru döndüler. Mermer tahtta kimse yoktu ama mermerin üstünde yıldırımlar dolanıyordu. Zeus'un tahtı güç kazanıyordu.
Dünya istemsizce Solan'ın kolunu tuttu. ''Oluyor.'' diye kesilen soluğuyla söylendi.
''Hissediyorum, çember oluştu.'' dedi Solan onun elini sıkıca tutarak. ''Zeus büyüyü çekiyor.''
Dünya gözlerini şimşekler çakan tahttan ayırmadan mırıldandı. ''Buraya gelecekti hani, gelmeliydi...''
Zeus'un büyü için güçlerini çektiğini anlamış olan ölümsüzler huzursuzca hareketlendiler ama muhatap alınacak biri ortada yoktu. Solan'ın çekiştirmesiyle tahta yakın bir sütuna saklanan Dünya'nın gözleri Ares'e çevrildi. Altın gözler az önce onun durduğu yeri aranıyordu. Endişeli bakışların Afrodit için olmamasını umuyordu yoksa Ares'i buna pişman ederdi. İçini çekti Afrodit'in Dünya olduğunu anlamadığına göre... Solan onu sütunun ardına çekince kendine geldi.
''Gizlenmelisin, Afrodit'in büyüden etkilenmediği ortaya çıkmamalı.'' Diye kulağının dibinde söylendi. ''Ayrıca Ares'i izlemekten vaz geç!''
Dünya başını salladı. ''İyi, tamam!''
Solan kolunu rahat bırakınca kalın sütundan başını çıkardı. Ölümsüzlerden yukarı yükselen buhara benzeyen sisleri görünce hayret etti. Sisler tepeye doğru birleşip kubbeye dağıldı ve kubbenin rengi gökkuşağına dönüştü. Buhar azalıp sonunda bittiğinde kubbe bir çarşaf gibi toparlandı ve rengârenk tek bir yıldırıma dönüştü. Mermer tahta yönelen yıldırım göz kamaştırıcıydı, alanda toplanmış herkes gözlerini bu kör edici ışıktan sakındı. Tekrar gözlerini açtıklarında tahtına oturmuş büyük bir memnuniyetle ölümsüzlere bakan Zeus'u gördüler. Öfkeyle adama yöneldiler ama basamaklarda görünmez bir kalkan onları durdurdu.
''Bizim rızamız yoktu!''
''Konuşacağımızı söylemiştin!''
''Yaptığın şey adilik!''
Zeus ise kimseyi duyuyor gibi değildi, sahip olduğu güç adamı her nasılsa daha kibirli yapmıştı. Ölümsüzleri süzdü en son Ares'in üstünde durakladı.
''Yıllar önce bana bu hakkı sağladınız.'' dedi tok bir sesle. ''Şimdiki zor durumda kullanmak istememin neresi adilik?''
En önde durarak, öfkeyle dişlerini sıkan Poseidon, Hades, Adonis, Athena ve Apollon'a baktı.
''Güçlerinizi acil bir durumda alabileceğimi ve buna baştan izin verdiğinizi unuttunuz mu?''
''Unutmadık ama senin bu kadar hırslı olabileceğini ve saygısız olabileceğini hesap etmemiştik!'' dedi Poseidon.
Zeus ayağa kalktı. Oturduğu tahtı kaplayan renkli yıldırım eline doğru aktı. Çok heybetli ve yenilmez görünüyordu, yakışıklı yüzünü kaplayan kibir ona delice bir ifade vermişti.
''Her neyse.'' dedi umursamazca. ''Bunu iyiliğiniz için yaptığımı anlayacaksınız. Şimdi iblisleri ortadan kaldıracak kadim büyüyü yapmalıyım.''
Zeus gözlerini kıstı. ''Sakince durursanız izlemenize izin verebilirim!''
Yan bakışla Hera'ya baktı. Hera basamaklara özellikle yanaşmamış, neredeyse saklanmak ister gibi sağ tarafa sığınmıştı. Zeus tatlı bir sesle eşine seslendi.
''Tatlım, seni odana göndereceğim için üzgünüm. Emanetine göz kulak olmalısın!''
Hera'nın gözleri hayal kırıklığıyla parlarken Zeus kadını yönlendirdi. Dünya şaşkınlıkla hıçkırınca Solan Dünya'yı yeniden sütunun arkasına çekti.
''Sessiz ol! Henüz ortaya çıkmamalıyız.''
''Ama kalbi aldığımız...''
Solan eliyle onun ağzını kapattı. ''Artık hiçbir şey sorun değil.''
Dünya başını salladı ve Solan elini çekti. İkisi sütunun ardından olanları izlemeye devam ettiler. Zeus kadını gönderdikten sonra boştaki eliyle havayı iter gibi bir hareket etti ve çevresini saran koruma kalkanı genişleyerek ölümsüzleri ondan iyice uzaklaştırdı. Öfkeli kalabalık daha da sinirlendi ama yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. Solan kulağının dibinde fısıldadı.
''Ambrosia ile ölümsüz olanların ölümsüzlüğünü bile almış.'' dedi. ''Ne pislik bir herif!''
''Ama Ares de...''
''Hayır, ona dokunamadı. Onun ve Hekate'nin gücünü alamadı ama bunu fark ettiğini sanmıyorum.''
Dünya omzunun üstünden adama baktı. Yüzleri o kadar yakındı ki biraz çekilmek zorunda kaldı.
''Senin?''
Solan sırıttı. ''Benim gücümü alabileceğini düşünmen kalbimi kırdı anahtar.''
Dünya rahatlayarak nefeslendi ve genişleyen kalkanın diğerlerini Zeus'tan uzaklaştırmasını seyretti. Alan kolayca boşalmıştı, Zeus tahtından indi ve ortaya doğru azametle yürüdü. Gözleri Ares'i süzüyordu. Altın gözlü ise sakindi, planı olup olmadığı belli değildi ama rahatlığı Zeus'un canını sıkmaya yetiyordu.
''Bakıyorum her zaman çok çıkan sesin kesilmiş Ares!'' dedi alaycı bir sesle. ''Korkuyor musun?''
Ares duygusuz gözlerini adama dikmişti. ''Hayır, ya sen?''
Zeus keyifle güldü. ''Korku bana çok uzak iblis efendisi, yakında ait olduğun çukura gideceksin. Sana benzeyen arkadaşlarınla... Ne kadar iyiyim değil mi?''
Ares'in gözlerinde ufacık bir parıltı dolandı ama hiçbir şey demeden başını dikleştirdi. Zeus durdu ve elindeki renkli yıldırımı yukarı kaldırdı. Gökyüzündeki bulutlar tepenin üstünde toplanmıştı, simsiyah bulutlar Zeus'un hareketiyle canlandı. Şimşekler çakıyordu ve karanlık geceyi aydınlatıyordu. Zeus derinden bir sesle konuştu ama Dünya adamın ne dediğini anlamıyordu. Adamın elindeki renkli yıldırım karardı, minik mavi kıvılcımlar saçan kara bir yıldırıma dönüştü.
''Kadim büyü!'' diye haykırdı Zeus ve elindeki yıldırımı hızla yere vurdu.
Olimpos sarsıldı. Tepede bulunan tüm sütunlar parçalanarak yükseldi ve aşağıya doğru uçtular. Görünmeyen Solan ve Afrodit kılığındaki Dünya açığa çıkmıştı. Zeus henüz görememişti ama Afrodit'i fark eden diğer ölümsüzlerin gözleri şaşkınlıkla açıldı. Zeus temellerine kadar sallanan evin ona verdiği güce odaklanmıştı. Ellerini iki yana açtı.
''Bana hükmetme gücünü bahşet!''
Uğultulu bir ses kulakları sağır edercesine etrafı sardı. Zeus görünmeyen biri tarafından kollarından kaldırıldı ve yükseldi. Hızla kendi etrafında döndü ve yere bırakıldığında başı öndeydi. Saçları dönüş yüzünden dağılmıştı ve yüz ifadesini saklıyordu. Solan'ın daha neyi beklediğini bilmiyordu ve Dünya adamın amacı konusunda tereddüde düşmüştü. Ya gerçekten de oyuna geldiyse ki bu Solan tarafından ilk olmayacaktı. Solan'a baktı, adam kısılmış gözlerle Zeus'u izliyordu.
''Daha neyi bekliyoruz?'' dedi sinirle.
Solan ona bakmadan yanıtladı. ''Evlerin onayını aldığı için büyüyü yapmadan saldıramayız. Yoksa büyü onu değil bizi çarpar.''
Dünya anlamamıştı ama zorlamadı. Zeus başını kaldırdı ve direk Ares'e baktı. Yüzündeki korkunç ifade tüm hoşluğunu silmişti, nefreti tenini iskelet gibi geriyordu ve gözleri kan çanağına dönmüştü. Saçlarının diplerinden başlayarak hızla beyazlaştığını görünce Dünya gözlerine inanamadı. Solan'ın gülümsediğini duydu.
''Tahmin ettiğim gibi, Zeus büyüyü kaldıramıyor. Onun için fazla...''
Solan lafını tamamlayamadı Zeus fısıltıyı duymuş gibi hızla onlara doğru başını çevirdi. Dünya taş kesilmişti, adamın derisi iyice incelmişti, şok olmasaydı bağırabilirdi. Zeus tüm bedenini onlara döndürdü.
***
''İki küçük fare...'' diye sırıttı. Keşke bunu yapmasaydı, şimdi daha korkunç olmuştu. ''Solan'' dedi keyifle. ''Davet edilmediğin bir görüşmeye gelmen ne kadar kaba. Afrodit'in misafiri misin yoksa?''
Solan görünür oldu ve elindeki kutuyu arkasına saklayarak Dünya'nın yanına dikildi. Kutuyu görmeyen Zeus bir kahkaha atarak onlara yaklaştı. Dünya adamın korumayı aralarında tutmaya özen gösterdiğini fark etti.
''Ya sen Afrodit?'' dedi sahte bir üzüntüyle. ''Bu iblis dölünün yanında ne işin var?''
Dünya gururla başını yükseltti. ''Senin gibi bir delinin yanında olmaktan iyidir.''
Zeus gülmeye devam etti. ''Senin iblislere olan merakını hiç anlamamışımdır zaten.'' dedi ve eliyle diğerlerini işaret etti. ''Şimdi yerine dön ve ben de ilk olarak yanındaki iblisle gücümü deneyeyim.''
Solan ağzını açmıştı ki Ares'in sesiyle kesildi. ''Belki benimle başlamak istersin pislik!''
Zeus hırlayarak arkasına baktı. Ares kalkanın dibine kadar gelmişti ve meydan okuyan gözlerini kendisine dikmişti. ''Hile veya kandırmaca olmadan, sadece ikimiz.'' dedi Ares. ''Adil bir dövüşe ne dersin?''
''Buna ne gerek var iblis efendisi?'' dedi Zeus dişlerinin arasından. ''Artık güçlü olan benim, adil bir dövüş için sana güçlerini vereceğimi sanıyorsan yanılıyorsun!''
Ares sırtındaki kısa kılıcı çekti. ''Güç istemiyorum sadece kalkanı kaldır!''
Zeus bir an düşündü ve elini öne uzattı. Avucu arasında parlak bir kılıç belirdiğinde Ares sırıttı. Dünya panik içinde Solan'a döndü. Solan başını salladı.
''Başka çaremiz kalmadı.''
Zeus kalkanı sadece Ares için kaldırdı. Ares kalkanı geçerken Dünya da elini görünmez kalkana dokundurdu ve Solan elinden tutunca kalkanı kolayca adımladılar. Solan uzun adımlarla onu çekiştirdi ve Ares ile Zeus'un arasına girdi. Elindeki kutuyu Ares'e doğru fırlattı. Zeus'un öfkeyle bağırdığını duyan Ares kutuyu tek eliyle yakalayıp soran bakışlarla ikisine baktı. Zeus, Solan'a doğru haykırdı.
''Seni hırsız! Lanetli iblis!''
''Oğlumla doğru konuş!'' Hekate'nin sesi gök gürültüsü gibi alanda patladı. ''Senin hakaretlerinden kurtarmak için ondan uzak kalmamı hala affedebilmiş değilim. Şansını zorlama Zeus!''
Tüm ölümsüzler, Zeus da dahil birkaç saniye bakakaldılar. Hekate öfke saçan gözlerini Zeus'a dikmişti. Zeus kaşlarını çattı.
''İşim bittiğinde koruyacak bir oğlun kalmayacak Hekate.'' diye homurdandı.
Hekate gözlerini kıstı. ''İddiasına var mısın?''
Şaşkınlığından kurtulan Solan Dünya'ya doğru baktı ve dudağını büktü. ''İşte bu tuhaftı. Neyse, biz devam edelim.''
Dünya başını sallarken Ares Zeus'a doğru yürümeye başlamıştı. Dünya'ya doğru bir bakış attı. ''Geri durun Afrodit, bundan sonrası benim işim.''
Elindeki kutuyu parmakları arasında sıkıyordu ama kalbi açmaya istekli değildi. Aptal adam diye içinden söylenen Dünya derin bir nefes aldı. Ares'in mirasla ilgilenmediğini Solan da anlamıştı, elinde yeşil dalgalar belirmeye başlarken havaya kocaman bir daire çizdi. Daire havada asılıydı ve Solan dairenin içine garip bir işaret çizmeye devam etti. Dünya Ares'in yenilenen uyarısına kulağını tıkadı ve avuç içini dairenin ortasına dokundurdu.
''Psykhe!'' diye seslendi. ''Kronos'un ruhunu yönlendirmek için senden izin istiyorum.''
Zeus ve Ares duraklamıştı, ikisinin yaptığına inanamaz bir halde ellerindeki kılıçlarla bakakalmışlardı. Dünya bunun hiç denenmediğini kolayca kavradı ama başarması gerektiğinden başka bir şey düşünemedi. Derken yeşil sınırlı daire tamamen yeşile dönüştü ve Dünya'nın avucu yandı. Can acısına aldırmadan dişini sıktı, daireden yansıyan güç öyle yakıcıydı ki elinin alev alacağını sandı. Solan hemen ona yaklaştı ve elini onun elinin üstüne yerleştirdi.
''Sakın çekme.''
Solan'ın dokunuşuyla rahat bir nefes aldı, hala acıyordu ama şimdi dayanması daha kolaydı. Daireyi saran yeşil ışık dönerek karardı ve Dünya'nın dokunduğu yerden başlayarak yırtılmaya başladı. Solan elini tutarak Dünya'nın elini çekti. Canı çok yanıyordu ama dairenin yırtılması bittiğinde onun acısı da bitti. Solan onu iyileştirmişti. Solan'a baktı. ''Teşekkür ederim.''
Solan gülümsedi ve diğer elini onun saçlarına götürdü. Tacına dokunan eller ince platini onun saçlarından sıyırdı. Dünya gerçek görünüşüne kavuşurken Solan mırıldandı.
''Bana şimdi teşekkür et.''
Dünya daireden esen rüzgâra direnerek gülümsedi. ''Teşekkür ederim.''
Ares'in sesiyle irkildi. ''Lanet olsun! Dünya, senin burada ne işin var?''
Dünya başını doğrulttu. ''Ortalığı karıştırıyorum hala anlayamadın mı?''
Ares dudaklarını sıkarak homurdandı. ''Ben de bundan korkuyordum.''
Zeus'un gözleri daireye takılı kalmıştı. Gerilerken muma dönen yüzü iyice kemikleşti. ''Bunu... Bu olmamalı...''
Ares ona doğru yürüdü ve elini Solan'ın elinden hızla kurtarıp dairenin önünden çekti. Uyarıcı bir bakışla Solan'ı ödüllendirmeden kendini alamamıştı.
''Seninle sonra konuşacağız!''
Solan tehdidi umursamadan omzunu silkti ve geriye doğru adımladı. Dairedeki yırtıktan çatırtılar yükselirken ışıltılı beyaz bir duman alana süzüldü. Zeus iyice paniklemişti tahta doğru gerilerken gözlerini dumandan alamıyordu. Duman parıldayarak biçimlendi ve Kronos'un gölgemsi haline dönüştü. Hayalet Kronos, biraz soluk da olsa güzel rengini yansıtan gözleriyle, etrafı süzdü. Dünya'nın üstünde durakladı.
''Merhaba küçük kuş.''
***
Dünya yanakları alev aldı, başını hafifçe eğerek hayaleti selamladı.
''Hoş geldin.''
Kronos tahta doğru döndüğünde Ares, Dünya'ya eğildi.
''Tüm bunlarda ne demek oluyor?''
Dünya elini adamdan çekti, kızgındı ve bunun birçok nedeni vardı. ''Büyükbabanla tanış Ares.'' dedi sinirle. Sahte Afrodit'e olan ilgisini uzunca bir süre unutmayacaktı. Her ne kadar kuşku kaynaklı olsa da, çapkınca yaklaşmasından hoşlanmamıştı.
Kronos tahtının heybetine sığınarak güçlü durmaya çalışan Zeus'a baktı.
''Son gördüğümden beri hiçbir gelişme kaydedememişsin Zeus!''
''Yanılıyorsun Kronos.'' dedi Zeus elindeki kılıcın ucunu babasına yöneltti. ''Çok değiştim ve güçlendim.''
''Gözün hala kör.'' dedi Kronos. ''Kadim büyü seni kurtarır mı sanıyorsun?''
''Sen bile bana karşı koyamazsın artık!'' diye haykırdı. ''Daha önce işini nasıl bitirdiysem şimdi de bitirebilirim.''
Kronos'un gölgesi alaycı bir bakışla sırıttı, Dünya bu bakışı defalarca Ares'in yüzünde görmüştü. Adamın babasından çok büyükbabasına benzediğine karar verdi. Kronos sırıtmaya devam ederek konuştu.
''Seninle ben uğraşmayacağım.''
Sözleriyle birlikte Ares'e döndü. ''Hak ettiğin tahta sahip çıkma zamanı Ares. Mirasını talep et ve beni onurlandır.''
Ares dehşete düşmüş bir halde elindeki kutuya baktı. Zeus'un sesi yankılandı ama Ares hala inanamıyordu.
''Miras benim hakkım, senin oğlun benim!''
Kronos başını salladı. ''İşler öyle yürümüyor Zeus.'' dedi ve Dünya'ya baktı. ''Bana katılır mısın küçük serçe?''
Dünya, Ares'in yanından ayrılmak istemiyordu ama adamdan yükselen öfke şimdiden soluğunu kesmeye başlamıştı. Zaten adama yardım edemeyeceği bir noktaya gelmişti. Solan'ın, Kronos'un ardına çekildiğini görünce istemeyerek Kronos'a doğru yürüdü. Ares başını kaldırarak onu izleyenlere baktı. Tüm ölümsüzler nefesini tutmuş ona bakıyordu. Ares'in gözleri tahtının önünde dikilen Zeus'a döndüğünde iyice sertleşmişti. Elindeki kutuyu yukarı kaldırırken ceviz kutu parçalandı. Avucunun ortasında yuvarlak bir elmas duruyordu.
Ares gözlerini Kronos'a çevirdi ve parmaklarıyla ışıl ışıl parlayan elmas kalbi örttü. Parmakları arasından ışıklar çıkarken Kronos keyifle gülümsedi. Işık Ares'in koluna tırmandı ve tüm bedenini sardı. Ares bakışlarını Kronos'tan ayırmamıştı, ışık tenine sızarak parlaklığı yatışırken avucunu açtı. Elmas, gerçek bir kalbe dönüşmüştü. Kronos elini uzatınca kalp havalandı ve Kronos'a doğru uçtu, şeffaf göğsünde kayboldu. Kronos'un hayalet bedeni titreşti, derinden gelen bir kalp sesiyle Olimpos sarsıldı. Kalp üç kere attı ve Olimpos'ta onunla birlikte attı.
Ares elindeki kılıcı ustaca çevirerek Zeus'un önünde durdu. Ondan yayılan enerjiyi Dünya bile hissediyordu, ölümsüzlerin hayranlıkla bakmasını normal karşıladı. Zeus küçümser bir bakışla Ares'e baktı.
''Anlaşma mı önereceksin hain?''
Ares başını sağa sola salladı. Zeus'un kaşları çatıldı. Keyifsizce homurdandı.
''Bana saldırmak niyetinde misin? Kronos'un gücü beni yenmeni sağlamaz. Bunu bil!''
Ares tek kaşını kaldırdı. ''Hiçbir gücün arkasına saklanmayacağımı sana söylemiştim.''
Zeus nihayet hoşuna giden bir şey duymuştu, parmaklarıyla kılıcı iyice sıktı. ''Hala aptalsın.''
Ares ''Sen de.'' diye konuştu. Ve derin bir nefes alıp keskin bakışlarını Zeus'a dikti. ''Büyüyle aldığın gücü senden alıyorum ve asıl sahiplerine geri veriyorum. Kendinden başka bir şeye sahip değilsin Zeus.''
Zeus karşı koymaya çalışması boşunaydı, onu saran kadim büyü tüm gözeneklerinden sızarak adamı terk etti.
''Hile yapıyorsun.'' dedi adam güçlükle konuşarak. ''Bu hiç adil değil!''
''Adalet benim işim, senin anlayacağını düşünmemiştim zaten.'' dedi Ares. ''Şimdi o tahttan in ve benimle karşılaş. Merak etme, ben de Kronos'un gücünü kullanmayacağım. Sen değmezsin.''
Zeus'un ödünç gücü, onu terk edince nefes nefese kalmıştı. Elindeki kılıç büyünün bozulmasıyla erimişti ve kaybolan silahı yerine elinde bir yıldırımla doğruldu. Aniden yıldırımı Ares'e fırlattı, Ares kılıcının tek darbesiyle yıldırımı savuştururken ikinci parlamıştı. Arka arkaya gelen yıldırımlara kılıcıyla karşı koyarken tahta yaklaştı.
Zeus'un ardı ardına gönderdiği kılıca benzeyen yıldırımlara karşı koyuyordu. İyice yaklaşmıştı ki, Zeus yıldırımı büyük bir kılıca çevirdi ve Ares'e saldırdı. Kıyasıya dövüşmeye devam ettiler. Dünya gözünü ayıramıyordu nefesini tutmuş hala savunmada olan Ares'in rahat hareketlerini izliyordu. Adam neden saldırmıyordu? Yüzünde keyifli bir ifadeyle Zeus'un kendine saldırmasını seyrediyordu. Dünya görünmez duvara sıralanmış ölümsüzlere baktı. Uzakta olmalarına rağmen hepsi büyük bir heyecanla iki adamın savaşına dikkat kesilmişlerdi.
Görünmez kubbeyi kaldırabileceğini düşündü, ölümsüzlerin sınırlarını kaldırabilirdi. Geriye dönüp en yakın sınıra doğru adımlarken Solan önüne geçti.
''Ne yapıyorsun?''
Dünya adamı geçerken cevapladı. ''Ares'in yardıma ihtiyacı olabilir''
Solan kaşlarını çatıp Ares'e doğru baktı ve bekleyen ölümsüzlere. Sonra onu salıverdi. Dünya duvara elini dokundurdu ve zihninde kubbenin dağıldığını hayal etti. Kubbe dönerek toparlandı ve ölümsüzler de serbest kaldı. Telaşla tahta yaklaştılar ama dövüşe karışmadılar. Ares sonunda hamle yapmaya başlamıştı ve hırslanan Zeus'un paniğinden yararlanıyordu. Dünya Kronos'un yanına dönerken Ares, Zeus'un kılıcını durdurdu ve dirseğiyle adamın çenesine vurdu. Zeus geriye yalpaladı ve ölümsüzlerin araladığı alana düştü. Elindeki kılıç kaybolmuştu. Ares kendi kılıcını adama doğrultarak tüm görkemiyle yürüdü.
''Teslim ol Zeus ve senin cezan konusunda insaflı olalım!''
Zeus ağzındaki kanı silerek doğruldu. ''Ne cüretle beni cezayla tehdit edersin!''
''Yaptıkların yanına kar kalmayacak Zeus.'' dedi Ares adamın önünde dikilirken. ''Olimpos üzerinde hiçbir tasarrufun yok artık!''
''Olimpos benim!'' diye haykırdı ve çevrelerini saran ölümsüzlere baktı. ''Bensiz birer hiçsiniz!''
Hekate sırıttı. ''Sanırım ben sensiz idare edebilirim.''
Artemis omzunu silkti. ''Düşündüm de, bende aynı fikirdeyim.''
Diğerleri de onları onaylayınca Zeus kinle Ares'e döndü. Gözleri öfkeden yanıyordu, kıvılcımlar saçan gözlerini Kronos'un önünde dikilen Dünya'ya çevirdi.
''Hepsi senin suçun kaltak! Olimpos'a ilk geldiğinde seni yok etmeliydim.''
Ares kılıcı kaldırıp adamın göğsüne tuttu. ''Bu kadar yeter Zeus, teslim olduğunu söyle. Cezana boyun eğ.''
Zeus hiddetle Ares'e baktı. Bu kadar nefretle bunca zamandır nasıl yaşamıştı çünkü adamdan yayılan nefretin boyutu insanın tüylerini ürpertiyordu. Zeus gözlerini kıstı, Ares tedbirliydi ama az sonra yapacağı şey için değil.
Zeus yumruklarını sıktı, dudakları ince bir çizgi haline gelmişti. Kronos hafifçe konuştu.
''Teslim ol artık Zeus.''
Zeus gözlerini Ares'ten ayırmadan dişlerinin arasından cevap verdi.
''Asla!''
Ve sıktığı yumruklarından birer adet yıldırım belirdi, sağdaki yıldırımı hızla Ares'in kılıcına salladı. Ares kılıcını sabitlemek için atılmıştı ama yıldırım bir yılan gibi Ares'in kılıcına sarıldı. Ares'i kendine doğru çeken Zeus sol elindeki kılıcı oğluna doğru savurdu. Ares başını eğmişti ama dikkati dağıldı. Dünya'nın nerede olduğuna bakmaya çalışırken kendi kılıcı elinden fırladı. Zeus onun kılıcını yakaladı ve panikle ikisine yaklaşmış olan Dünya'nın boğazına yöneltti. Kılıç Dünya'nın teninde kısa bir çizik bırakarak durdu.
''Hayır!''
Bağıran Ares çılgına dönmüştü. ''Bırak onu Zeus!''
Zeus kılıcı hiç sarsmadan Dünya'ya yaklaştı. Dünya nefes almayı bırakmıştı. Zeus kolundan tutup kendine çekince kılıç boğazına iyice dayandı. Zeus herkese uyaran bir bakış atarak sırtını tahtın olduğu yöne verdi.
''Bakalım değerin ne kadarmış anahtar.'' diye kulağının dibinde hırlayınca Dünya'nın tüm kanı bedeninden çekildi.
Ölümsüzler ile birlikte Kronos da öfkelenmişti. Solan Ares'in yanında duruyor ve dikkatsiz bir şey yapmamasını söylüyordu. Ares adamı ittirdi ve Zeus'a doğru bağırdı.
''Bunu sana ödeteceğim aşağılık herif!''
Dünya, Zeus'un elinde gerilerken ne yapacağını bilemiyordu. Keskin kılıcın her adımda derisini kestiğini hissediyordu ama kaçmak için dahi kıpırdaması halinde Zeus'un tek hareketi omuzlarının başsız kalmasına neden olabilirdi. Zeus, Kronos'a doğru seslendi.
''Şimdi biraz daha ılımlı olabilirsin değil mi baba?'' dedi. Başıyla Ares'i gösterdi. ''Bu aptal çocuğa verdiğin tüm güçleri al! Başıma sürekli dert açmasından bıktım.''
Kronos başını sağa sola salladı. ''Anlamadığın şey; benim, bunu yapamayacağım Zeus. Ares kendini çoktan kanıtladı ve güçlerim o daha doğmadan Ares'i seçti. Sen benim mirasçım değilsin.''
''Al dedim sana!'' diye haykıran Zeus, Dünya'nın boğazına baskı yaptı.
Dünya ılık kanın boynundan aşağı süzüldüğü hissetti. Buraya kadarmış diye düşünmeden edemedi. Ares'e doğru bakarken zihninde adamın söylediği bir söz dolandı. ''Ölümsüzlerin arasında olmak iyi değildir.''
Altın gözlü çaresizce Zeus'a ve ona bakıyordu. Sinirden titreyen bedenin iki yanında Apollon, Adonis, Athena, Artemis ve Eros duruyordu. Hemen arkalarında Hekate, Hades ve Dionsys dikiliyordu. Hepsinin yüzündeki endişeli korkuyu ilk defa yüzlerinde gördüğünü düşündü. Diğer ölümsüzlerin de onlardan farkı yoktu ama Ares'in öfkesine hiç biri sahip değildi. Bakışları aleve dönüşseydi, Zeus çoktan kül olmuştu.
''Ne istersen yapacağım Zeus.'' dedi öne çıkarak. ''Ne istersen. Ama onu bırak.''
''Anahtarın ölmesini istiyorum.'' dedi Zeus alayla. ''Bu ölümlü kadının işlerime karışmasından sıkıldım.''
''Taht senin olsun!'' dedi Ares çabucak. ''Her zamanki gibi...''
Zeus lafını kesti. ''Tahtın sahibi zaten benim.''
Ares ellerini iki yana açtı. ''O halde ölümlü birinin arkasına saklanmak zorunda değilsin Zeus. Tahtına geç ve Olimpos'u yönet!''
Zeus'un gözleri kısıldı. Elleri sinirden titriyordu ve bu da Dünya'nın işini zorlaştırıyordu. Zeus onun başını iyice geriye atmasına neden olan bir hamleyle kasılınca şimdi veya asla diyerek konuştu.
''Zeus...'' diye fısıldadı boyun kaslarını fazla germeden. ''Her şeyi en başa döndürebilirsin...''
Zeus kulağının dibinde hırladı. ''Sen çeneni kapat, yoksa değerli saniyelerinden olacaksın.''
''Beni dinle!'' dedi Dünya yavaşça, Ares'in gözlerine uyaran bir bakış atarak. ''Düşün, bu olanların hepsinin unutulduğunu ve eski gücünle Olimpos'u yönetme imkanın olduğunu. Evler desteğini çekmediyse belki kadim büyüyü de yenileyebilirsin.''
''Bu nasıl olacakmış?'' dedi alayla Zeus ama ilgisini çektiğini anlamıştı.
Dünya yutkundu ve yeni bir kan sızıntısı boynunu lekeledi. ''Önce Kronos'u yerine göndereceğim. Sonra Ares bu odadaki herkesin hafızasını düzeltecek...''
''Bana masal anlatma anahtar.'' dedi Zeus ama sesinde düşünce seziliyordu.
Dünya kendini toparladı. ''Kronos uzakta olacak, sen kadim büyü ile tüm güce yeniden kavuşabileceksin. Ve bütün bunları kimse hatırlamayacak.'' Sesini iyice alçalttı, sadece Zeus'un duyabileceği bir tonda fısıldadı. ''İblisleri yok ettikten sonra Ares'i de istediğin gibi ortadan kaldırabilirsin. Hem onu kullanmış, hem de ondan kurtulmuş olacaksın.''
Zeus'un ilgisini gerçekten çekmişti. ''Ares'in işbirliği yapacağını nerden çıkardın?''
''Dene.'' diye fısıldadı.
Zeus kulağına eğildi. ''Peki, sen neden bana yardım edeceksin?''
Dünya ne diyeceğini düşünecek zamanı yoktu o yüzden aklına ilk gelen şeyi söyledi. Mantıklı olup olmamasına bakmadı ama Zeus'un teklifi olduğundan adamın ikna olacağını düşündü.
''Ares beni terk etti.'' dedi. ''Senin oğlun olduğunu sakladığım için ve sen de onun ne kadar inatçı olduğunu bilirsin. İnadı, seni olduğu kadar beni de sıktı ve senin teklifini kabul etmeye karar verdim. Yani bol para, ün ve yakışıklı erkekler...''
Sırtına dayanmış Zeus'un bedeni gevşedi. ''Hem de istemediğin kadar.'' dedi keyifle.
Dünya gülümsedi ve kılıcın sapını tutan eline dokundu. ''Emrin ne Zeus?''
Zeus hızlıca düşünüyordu ve çok hızlı olduğu için Dünya'nın tuzağını fark edemeden içine düştü. Dünya yan gözle kılıcı tutan Zeus'un eline doğru uzanmış görünmez Solan'a baktı. Zeus'un kararını beklemeden eliyle adamın elini itmemek için kendini zor tutuyordu, Solan da onun boynuna dayanmış kılıçtan çekindiğinden hamle yapamıyordu.
Zeus sonunda Ares'e döndü. ''İstediğim her şeyi yapacaksın demek.''
''Evet, ne istersen.'' dedi Ares. ''Yeter ki, Dünya'ya zarar verme.''
Zeus nihayet rahatlamıştı. ''Verdiğin sözleri tuttuğunu bilirim Ares. Bu sözüne de sadık olmanı beklerim.''
Ares dudağını ısırarak öne doğru adımladı ve herkesi şaşırtarak tek dizinin üstüne çöktü. Uysalca başını eğdi ama gözleri Zeus'un üstündeydi. Avına atılacak bir aslan gibi bedeni gergindi.
''Canımı istersen dahi, itirazımı duymayacaksın.''
Zeus sırıttı ve elindeki kılıcı Dünya'nın boynundan biraz uzaklaştırdı. Solan, Ares ve Dünya'nın beklediği an buydu. Dünya elini adamın elinden çekerken Solan sapı yakaladı ve adamın bileğini ters çevirdi. Dünya, Zeus'un şaşkınlığından faydalanarak ters döndü ve adamın midesine tüm gücüyle bir tekme salladı. Zeus tahta doğru tökezleyerek düşerken elindeki kılıç havaya fırladı. Ares tek bacağından güç alarak uçarcasına yerinden fırladı ve havalanan kılıcı yakalayarak Zeus'un göğsüne kılıcı sapladı. Sapına kadar Zeus'un göğsüne gömülmüş kılıç, adamı tahta sabitledi.
Zeus öfkeyle haykırdı. ''Fahişe!''
Ares basamaklardan gerilerken Dünya'nın titreyen elinden tuttu ve kendine çekti. Solan onlardan önce tahttan uzaklaşmıştı. Ares tiksinen bir bakışla Zeus'a baktı.
''Biraz güç kullanmanın zamanı geldi. Kronos'un isteği üzerine.'' dedi. ''Ama sen hiç hoşlanmayacaksın.''
Sözleri biter bitmez simsiyah dumanlar tahtı sardı ve Zeus'u hareketsiz bıraktı. Adam çırpınıyordu ama ne dumanlardan, ne de kılıçtan kurtulamıyordu. Ares, Dünya'yı kendine çekip beline sarıldı. Saçlarına kısa bir öpücük kondurup onun yüzüne baktı.
''İyi misin?'' dedi titreyen kollarını okşayarak.
Dünya başını salladı. ''İyiyim beni bırakabilirsin.''
Ares kaşlarını çatıp yüzüne baktı ama Dünya henüz adamı af etmeye hazır değildi. Kendini çekip Ares'in kollarından sıyrıldı. Ares'in bozulmuş ifadesi Zeus'un bağırışıyla ondan Zeus'a çevrildi.
''Bu düpedüz isyan! Ben sizin liderinizim, bu adama nasıl izin verirsiniz?''
Ölümsüzler sert bakışlarını Zeus'a odaklamışlardı ve hiç birinin yüzünde acıma yoktu. Zeus iyice çileden çıkmıştı. Dünya her şeye rağmen adamın bir miras aldığını düşündü. Bu, bir titanın gücü değil, deliliğiydi...
Ares, ondan uzaklaşıp Athena ve Artemis'in yanına geçen Dünya'ya kısa bir bakış attı. Çenesi kasılırken Kronos'un hayaletine döndü.
''Zeus'u ne yapacağız?''
Kronos omuzlarını kaldırdı. ''Benim için fark etmez. Zeus benim sorumluluğumda değil, senin sorumluluğunda.''
''Benim mi?'' dedi Ares kafasının karışık olduğu yüzünden anlaşılıyordu.
Hades öne çıktı. ''Olimpos'un lideri artık sensin Ares.''
Ares kaşlarını çattı ama diğerleri onun itiraz etmesine izin vermedi. ''Hepimiz seni tanıyoruz ve hissediyoruz.''
Zeus öfkeyle hırladı, göğsüne saplı kılıç bile adamın sesini kesmesini sağlamıyordu. Ares sabırsızca başını çevirip adama baktığında siyah duman kıvrılarak Zeus'un dudaklarını örttü. Adam öfkeden kıpkırmızı oldu ama sesi nihayet kesilmişti.
Apollon elini Ares'in omzuna koydu. ''Tahtın sahibi sensin kardeşim.''
Ares omzundaki elin üstünü eliyle kapatıp sıktı, Apollon elini çekerken Ares tahta doğru döndü. Hafif bir sırıtışla Zeus'a baktı ve ağzının çözülmesini sağladı. Son sözlerinden adamı esirgemeyecekti. Zeus bir iskelete dönüşmüş büyü çarpması yüzüyle Ares'e bağırdı.
''Bana söz verdin, istediğim her şeyi yapacaktın.''
Ares dudağını büküp düşünür gibi yaptı. ''Haklısın ama dur bir dakika, sen benden bir şey istemedin ki. Keşke hemen isteseydin.'' Adama doğru yaklaştı. ''Ne yazık geç kaldın ama seni uzun bir tatile göndermeye karar verdim. Hem de çok sevdiğin tahtınla beraber... Sanırım çukurda iki kişilik boş yer var, umarım komşun İksion'un arkadaşlığından memnun kalırsın.''
Dünya şaşkınlıkla ağzı açıldı. Demek, İksion'u çukurdaki hücrelerden birine atmıştı ve şimdi de yanına Zeus'u gönderiyordu. Hangisine acıyacağını bilemedi. Ares'in sözleri biter bitmez yer yarıldı ve Zeus tahtıyla birlikte yarığın içinde kayboldu.
Ölümsüzler karara memnun kalmışlardı, onaylayan ses ve bakışlarla Ares'e baktılar. Ares yok olan tahta bir süre daha bakarak Kronos'a döndü. Kronos'un onaylayan bakışlarını gördüğünde yüzünde beliren heyecan seyredilmeye değerdi. Dünya'nın sevgisi altın gözlüye doğru aktı, ona koşup sarılmak istiyordu. Kızgınlığının yatışması canını sıktı, ne çabuk af ediyordu? Ama acaba Ares onu af etmiş miydi?
''Çok iyiydin Ares.'' dedi Kronos. ''Seninle gurur duyuyorum. Ama bir titan kadar acımasızsın. İstediğin takdirde, Zeus'u öldürebilirdin bile ama ona daha kötü bir ceza verdin.''
Ares sırıttı. ''Teşekkür ederim, her şey için.''
Kronos Dünya'nın yanında bekleyen torunlarına baktı. ''Hepinizle gurur duyuyorum, uzakta olsam da sizi izlediğimi bilin.'' dedi ve Dünya'ya döndü. ''Gitmeden önce benim de teşekkür etmem gereken biri var sanırım. Senin sayende kalbime kavuştum küçük serçe, dileğini bana söyleyebilirsin. Sanırım yapacak kadar gücüm kaldı.''
Dünya'nın gerçekten de bir dileği vardı ama Kronos'un yapabileceğini hiç sanmıyordu. ''Ben... Şey''
Adam solgun harelerini canlandıran bir gülüşle ona baktı. ''Sen sadece söyle.''
Dünya kaşlarını çattı, söylese ne olacaktı ki. Derin bir nefes aldı ve aklından geçeni söyledi.
''Eros ve Psykhe'nin lanetinin kaldırılmasını, Olimpos'a kabul edilmesini dilerdim.''
Kronos tek kaşını kaldırdı. ''Çok şey istedin ben sadece bir yarısını yapacağım, diğer yarısını Olimpos'un liderine sormalısın. Eros ve Psykhe'nin laneti şu andan itibaren silindi, zaman ona göre düzenlendi.''
Eros'un hemen arkasında derin bir nefes aldığını duyan Dünya mutlulukla omzunun üstünden adama baktı. Eros bebek mavisi gözlerini süsleyen sevinçle tatlı tatlı gülümsedi. Dudaklarını oynatarak teşekkür etti.
''Psykhe'nin yerine de birini düşünmüşsündür sanırım.'' dedi Kronos. ''Önemli bir görevi vardı ne de olsa.''
Dünya Kronos'a döndü ve omzunu kaldırdı. ''Hera'dan başkası aklıma gelmedi, böylece Zeus'un yokluğunda kendini işe verir.''
Kıkırdamalar eşliğinde Kronos Dünya'yı onayladı ve Ares'e baktı. Ares'in gözlerindeki anlaşılmaz ifadeyle konuşmaları onayladı. Kronos Dünya'ya dönerken huzurluydu.
''Şimdi beni geri göndermelisin ama gitmeden önce...'' dedi ve yumruk yaptığı elini ileri uzatıp avucunu açtı. ''Bunu kabul etmeni istiyorum.''
Kronos'un avucunda Dünya'nın şimdiye kadar gördüğü en güzel renklere sahip bir çiçek duruyordu. Elini uzatıp adamın elinden aldı, bu bir ambrosia idi.
''Ah... Ama...''
Kronos gözlerini kısarak gülümsedi. ''Bana itiraz edilmesinden hoşlanmam.'' Dedi ve Solan daireyi çizmeye başlarken torunlarına veda edercesine baktı.
Dünya Solan'ın büyüsüyle Kronos'u geri gönderdi. Herkes anın şaşkınlığıyla bir süre birbirine baktı, kardeşler ve arkadaşlar içerinde. İlk konuşan Ares oldu.
''İblis ruhunu ziyarete gitmenin zamanı geldi.'' dedi ve ölümsüzlere göz attı. ''Ne dersiniz?''
***
Dünya nihayet odasına çekilmişti, yaşadığı heyecan ve korkuyla zavallı bedeni iyice yorulmuştu. Boynundaki yara Hekate sayesinde iyileşmişti. Yatağında uzanırken tek düşündüğü, iblis ruhunu durdurmak için neden diğerleriyle gidemediğiydi. Ares sert bir dille odasına gitmesini söylemişti, ambrosia yemiş olsa dahi, Dünya'nın bu savaşa girmemesi gerektiğini neredeyse emretmişti. Dünya da meyveyi yemeyi ret etmişti, tek düşüncesi ise adamı kızdırmak ve onlara katılması için ikna etmekti. Ama işe yaramadı ve Dünya geride bırakıldı. Altın gözlü bu liderlik olayına kendini çok kaptırmıştı ve bilmiyordu ki, adamın bu tavrı alacağı cezaları çoğaltmaktan başka işe yaramıyordu.
İşlerinin kolay olacağını ama zaman alacağını söyleyen Athena'ya inandı. Ares iblis mücevheri oluşturup ruhu içine hapsederken diğerleri de sızıntılara ve etkileşimlere engel olacaklardı. Ares yanına Solan'ı da almıştı. Hekate'nin samimi davranışlarına Solan'ın tepkisi oldukça komikti, sevgi görmeye alışmamış olduğu her halinden belliydi. Gergin bir coşkuyla iblis avlamaya ilk o gönüllü oldu çünkü Hekate yeni bir mücevher yaratmak için Ares'in yanında olacaktı. Ares kabul etmeyince adamın yüzü neredeyse yemyeşil oldu. Hekate, Solan ve Ares mücevher ile uğraşırken diğerleri de Apollon'un liderliğiyle iblis kalıntılarını temizlemeye koyuldular. Tek izinli olan Eros idi ve sevgili Psykhe'ye Olimpos'taki yaşamı öğretiyordu. Bunca yıllık ayrılıktan sonra baş başa kalmaya ihtiyaçları vardı.
Tüm olanlardan sonra huzurlu hissetmeliydi ama içindeki yangın hala dinmemişti. Ares ile son konuşmaları bile amansız bir tartışmaydı. Aşırı korumacı tavrının onu uzaklaştırmak için olduğunu bile düşünmeye başlamıştı. O bir anahtardı ve geride bırakılamazdı. Fakat bunu kalın kafalı Ares anlamıyordu veya artık anlamazlığa geliyordu. Onu yanından hiç ayırmadığı zamanlar geldi aklına, peki, değişen neydi? Ondan sıkılması ve güvensizliği dışında...
Yatakta ters döndü. Başka ne olabilirdi? Ares artık ona güvenmiyordu... Bu düşünce canını boynuna dayanmış kılıçtan daha çok acıttı. Afrodit'e doğru yönelttiği endişeli bakışlarını da unutmuş değildi. Yanağına sızan bir damla yaşı fark etmedi. Olimpos'un yeni lideri, ölümlü anahtarla uğraşmaktan sıkılmıştı. Aslında ona gerek de kalmamıştı çünkü tüm boyut kapıları kırılmıştı. Dünya'nın kapatacağı veya açacağı bir kapı kalmamıştı. Ares'in öfke dolu sözleri aklına geldi ve daha fazla yatamadı. Doğruldu, içinin sıkıntısı göğsündeki boşluğa kızgın yağ döküyor gibiydi. Olimpos'ta kalmasına ne gerek vardı?
Üzerine kısa bir ceket, eline de çantasını alıp garaja indi. Anahtarlıktan rastgele bir anahtar kaptı ve tuşa bastı. İlerde düzgünce park edilmiş siyah mustangın lambaları ona göz kırpınca Dünya sırıttı. Bu Ares'in arabasıydı, öğrendiğinde deliye dönecekti. Dünya omzunu silkip arabaya el koymaya karar verdi.
***
Görevinin bittiği Olimpos'un yeni lideri tarafından ilan edilen anahtar, şafak sökerken Olimpos'tan ayrıldı. Evine vardığında banyo yapıp üstünü değiştirdi ve işine gitmek için otobüs durağına doğru yola düştü. Kafedekiler onu büyük bir coşkuyla karşıladılar, özellikle Kerem'in sevinci görülmeye değerdi. Sedef bile erken gelmişti ve doğrusu onu görmeyi hiç beklemiyordu. Arkadaşının Aras olarak bildiği Ares ile ilgili sorularını geçiştirerek günlük işlerine gömüldü. Aklını işle meşgul etmeye çalışsa da, kendini sürekli kapıya bakar halde buluyordu. Ama o gün beklediği kişi gelmedi.
Ertesi gün içi daha çok sıkılıyordu, nedenini bilmediği bir heyecanla güne başlamıştı. Otoparkta duran mustangın yanından geçerken nefes alamamasının sebebini, Ares'e olan kızgınlığı olarak yordu ama kalbi doğru olmadığını haykırıyordu. Öğleden sonra, onu daha da heyecanlandıran konukları kafeye geldi. Artemis, Athena ve Hekate...
Sanki yıllardır görüşmemiş gibi birbirlerine sarıldılar. Sedef o sırada dışarıdaydı, Dünya işleri Demet'e bırakıp masaya arkadaşlarının yanına oturdu.
''Neden kaçarcasına gittiğini anlayamadım.'' dedi Artemis. ''Yoksa buradaki işlerini toparlayıp temelli Olimpos'a dönüş için mi?''
''Olimpos'a dönmeyi düşünmüyorum.'' dedi Dünya rahat olmaya gayret ederek.
''Bunu yapamazsın.'' dedi Athena. ''Sen artık bizden birisin.''
Dünya omzunu silkti. ''Ölümlüyüm Hena ve bu şekilde kalmak niyetindeyim. Dönmeme gerek yok, çünkü anahtara ihtiyacınız yok.''
Hekate gözlerini devirdi. ''O serserinin dediğine kulak asma, o sadece...''
Hekate'nin lafını kesti. ''Her neyse, o doğruyu söyledi. Bırakın şimdi beni, siz neler yaptınız?''
Artemis, iblis ruhunun bulaştığı yaratıkların yaydığı vahşeti durdurmaya çalıştıklarını anlattı. Ares iblis ruhunu hapsedecek mücevheri oluşturmuştu, Solan ve Hekate'nin yardımıyla mücevheri iyileştirici bir büyüyle sarmışlardı. Ruhu içine hapsedince, kötülüğü daha fazla zarar vermeden durdurmayı başarmışlardı. Ares şimdi evlere açıklama yapıyordu, Olimpos'un lideri olarak. Boyutları ruhun etkisinden tamamen temizlemek için zamana ihtiyaçları vardı.
''Kapıların durumu ne?'' dedi Dünya merakını yenemeyerek.
Artemis meyve suyuna gömüldü, Hekate kazağındaki görünmeyen tozu silkerken Athena gözlerini devirdi. Cevap verecek kişi olarak o seçilmişti.
''Boyutlar ardına kadar açık, o yüzden ruhun yaydığı hastalıklı etkiyi durdurmakta zorlanıyoruz.''
''Hepsi benim suçum.'' diye mırıldandı. ''Belki siz de benden nefret etmelisiniz.''
''Kimse senden nefret etmiyor Dünya.'' dedi Artemis. ''Sen mükemmel birisin ve şimdiye kadar belirlenmiş en yetenekli anahtarsın.''
Dünya boğazına kadar yükselen hıçkırığı zor durdurdu ve neşe olmayan gözleriyle gülümsedi. İçinden geçen 'Nefret eden bir kişi var' yerine Artemis'e teşekkür etti. Göğsüne yayılan karanlık boşluk Sedef'in gelmesiyle biraz olsun dağıldı.
''Merhabalar!'' diye şakıyan Sedef, elindeki telefonu masanın üstüne bıraktı. ''Size katılmamda sakınca var mı?''
''Tabi ki yok Sedef.'' dedi Artemis. ''Nasılsın?''
Sedef kendini Hekate'nin yanındaki sandalyeye bıraktı. ''Dünya'yı yeniden götürmeye gelmediyseniz, çok iyiyim.''
''Teklif ettik ama sen daha iyi maaş veriyormuşsun.'' dedi Artemis şakacı bir tavırla.
Sedef yanındaki Hekate'ye baktı. ''Selam seninle tanışmadık, ben Sedef.'' diyerek elini uzattı.
Elini kibarca sıkan Hekate gülümsedi. ''Ben de Hekate, memnun oldum'.'
''Rus falan mısın?''
Hekate kaşlarını çattı. ''O da nerden çıktı?''
''İsmin biraz tuhaf kusura bakma, yabancı olduğunu sandım. Gerçi sizin de isimlerinizi bilmiyorum ama lakaplarınızla idare edebilirim.''
Athena hoş bir gülümsemeyle Sedef'e baktı. ''Şov dünyasında olunca isimler akılda kalıcı olmalı.''
Tüm dikkati kendine çeken Sedef bacaklarını üst üste attı. ''Haklısın.'' dedi ve Artemis'e doğru döndü. ''Bu arada yakışıklı kardeşin ne âlemde? Ziyarete geleceğini söylemişti ama gidiş o gidiş''
Dünya'nın gözleri panikle açıldı ve doğruca Hekate'ye baktı. Artemis ise aldırışsız bir tavırla elini salladı. ''Bugünlerde çok yoğun ben bile göremiyorum.''
Hekate tek kaşının altından Artemis'e baktı ve Dünya'nın korktuğu soruyu sordu. ''Hangi kardeş?''
Artemis o anda tehlikeyi gördü ve aynı panikle Dünya'ya baktı. İş işten geçmişti, Artemis dudağını ısırırken Sedef cıvıldadı.
''Birden fazla kardeşin olduğunu bilmiyordum Artemis.'' dedi ve Hekate'ye döndü. ''Ama benim ilgilendiğim tek bir kardeşi var. O da, Apollon.''
''Sen Apollon'u nereden tanıyorsun?'' diyen Hekate Sedef'e doğru döndü.
''Bu neden seni ilgilendiriyor ki?'' dedi Sedef savunmaya geçerek.
''Benim doğum günümde tanıştılar.'' diye atıldı. ''Ve çok iyi arkadaş oldular, değil mi Sedef? O yüzden soruyorsun, değil mi?''
''Şimdilik arkadaş!'' dedi Sedef meydan okuyan bir tavırla.
Hekate'nin gözlerinde öfke kıvılcımları parıldadı. Sedef'i boğmak için bir kaşık su aramayacak gibiydi. Dünya çaresizce Athena ve Artemis'e baktı.
''Ah, saat kaç olmuş.'' diye Athena duvardaki saate baktı. ''Hemen çıkmazsak geç kalacağız.''
Hekate kadını duymamıştı bile. ''Apollon'dan uzak dursan iyi olur ölümlü.'' diye hırladı.
Sedef gözlerini kıstı. ''Ölümlü mü? O ne biçim söz, yoksa beni tehdit mi ediyorsun? Kimsin ki sen?''
Artemis Hekate'nin koluna dokundu. ''Geç kala...''
''Kim olduğumu sana gösteririm şimdi.''
Dünya ayağa kalktı. ''Kızlar etraf kalabalık, tartışmanın yeri değil. Hadi Hekate, sizi uğurlayayım.''
Sedef onlardan önce ayağa kalktı. ''O bekâr bir erkek olduğuna göre senin kim olduğun beni ilgilendirmiyor.'' dedi ve burnunu dikip odasına doğru yürüdü.
Hekate arkasından konuşmadan duramadı. ''Madem öyle neden kim olduğumu sorup duruyorsun?''
Sedef duymazdan geldi ama topuklarını vurmasından sinirli olduğu belliydi. Dünya hala Sedef'in arkasından bakan Hekate'nin görüşünü kapattı.
''Sakin olur musun Hekate?''
Hekate eliyle Sedef'i işaret ederek söylendi. ''Nasıl sakin olabilirim, dediği şeye baksana sen!'' Sonra dişlerinin arasından hırladı. ''Ah, Apollon asıl senin canına okuyacağım.''
Dünya kızlara arabalarına kadar eşlik ederken Hekate hala söyleniyordu. Dünya Hekate'ye doğru bakarak gözlerinin içine konuştu.
''Böyle davranmayı kesecektin hani Hekate.''
Hekate derin bir nefes alarak kollarını kavuşturdu. Küskün bir tavırla dudağını büktü. ''Onun yanında anlaştığımız gibi hareket ediyorum ama az önce kıskançlık damarım aniden kabardı. Özür dilerim Dünya, arkadaşına o şekilde davranmamalıydım.''
Artemis yumruğunu havaya salladı. ''Biliyordum!'' dedi ve Athena'ya döndü. ''Duydun mu Hena, sana Hekate'nin rol yaptığını söylemiştim.''
Athena başını bıkkınca salladı. ''Evet, evet, her zamanki gibi sen haklısın.''
''Haklıyım tabi.'' dedi Artemis gururla ve Dünya'ya baktı. ''Apollon iki gündür kuduruyor, Hekate'yi tahrik etmek için yapmadığı oyun kalmadı ama Hekate o kadar sakin ve anlayışlıydı ki, Apollon eşekten düşmüş kavuna döndü.''
Dünya düzeltti. ''Karpuz''
Artemis elini havaya salladı. ''Hayır, teşekkür ederim. Hiç aç değilim.''
Dünya ağzı açık kadına bakınca diğerleri kahkahayı bıraktı. Artemis ne olduğunu anlamamıştı. Dünya onları yolcularken Artemis hala diğerlerine komik olan şeyin ne olduğunu soruyordu.
Kızların gidişiyle kendini daha kötü hissetti. Sedef'in akşama kadar başının etini yemesi düşük moralini yükseltmedi. Dünya sonunda Hekate'nin Apollon'un eski sevgilisi olduğunu ve hala adamı sevdiğini söylemek zorunda kaldı.
İki gün daha öylesine geçti. Ares'ten hiçbir haber yoktu. Kalbi taşa dönüşmüş gibi ağırlaşmıştı ve ona acı veriyordu. Olimpos'tan ayrılmak şu an için akıllıca gelmemeye başlamıştı. Sedef sürekli onu izliyordu ama üstüne gitmiyordu. Onu konuşturmak için iki defa imalı konuşmuştu ama Dünya ilgi göstermeyince beklemeye karar vermişti. Geceleri evine döndüğünde, karşı kapının önünde duraklamak onun için rutin bir ayin haline dönüşmüştü. Boş daire içini sızlatıyordu. Altın gözlü komşusunu inanılmaz derecede özlemişti. Böyle yaşamaya devam edemezdi.
Ertesi sabah izin günü olduğundan geç saatlere kadar uyumak niyetindeydi. Bu yüzden gece çok geç yatmıştı, aslında her gece olduğu gibi uyuyamamıştı. Sedef bu yüzden onun izin kullanması gerektiğini söylemişti, gözlerinin altındaki mor halkaları makyajla bile kapatamıyordu. Öğleye kadar uyanmamak istiyordu ama kulağında çınlayan matkap sesiyle yastığının altından başını çıkarttı.
''Sabah sabah bu ne?'' diye homurdanarak sesin nereden geldiğini saptamaya çalıştı.
Yakındaydı, karşı dairesi olabilecek kadar yakın... Midesinden havalanan iri kelebekler boğazına kadar tüm organlarına çarparak uçtular. Pijamalı olmasını umursamadan kapıya doğru topukladı. Kapıyı açtı.
İki tamirciyle karşı karşıya kaldı. Adamlar tuhaf bir bakışla ona baktılar, Dünya'da onlara. Adamlardan orta yaşlı olan elindeki boya kutusunu gence verdi.
''Kusura bakma kızım, az bir işimiz kaldıydı. Söyleyeyim de, matkabı öğleden sonra kullansınlar.''
Dünya darmadağın saçlarını eliyle yatıştırmaya çalışırken kıpkırmızı bir yüzle adama baktı. ''Sorun değil, bir an korktum.''
''Sana haber vermediler mi? Dört gündür evi tamir ediyorduk, duymuş olmalısın.''
Dünya başını salladı. ''Gündüzleri evde değildim.'' dedi hayal görüyor gibi. ''Neden tamir ediyorsunuz?''
Adam başındaki şapkayı çıkarıp saç eksiği görülen başını kaşıdı ve şapkayı giyerken sorusunu cevapladı.
''Sahibi evi satmış ama önceki kiracı evin canına okumuş. Yeni sahibi de evi tamir ettiriyor. Eşyaları bile attırmış, o kadar darmadağın bırakmış yani...''
Adamın dedikoduyu sevdiği belliydi. ''Sen tanıyor muydun?''
Dünya konuşulanlara odaklanmakta zorlanıyordu. ''Ne?'' dedi adamın ona bakışları üzerine.
''Önceki kalan adamı tanıyor muydun?'' dedi adam kulağı az duyan biriyle konuşur gibi kelimeleri tek tek ve açık söylemişti.
''Hayır...'' dedi Dünya, hala şok içindeydi. Ares hayatından tamamen çıkmıştı ve bu düşünce o kadar sarsıcıydı ki... Nefessiz kalarak geriledi. Ağlamamalıydı. ''Hiç tanımıyorum.''
Adam başını anlayışlı bir tavırla salladı. ''Sen akıllı birisin kızım, böyle serserilere bulaşmamakla iyi ediyorsun. Evi ne hale getirmiş...''
Dünya titreyen eliyle kapıyı tuttu ve söylenen adamın lafını kesti. ''Sizi meşgul etmeyeyim, kolay gelsin.''
Kapıyı kapattı ve sırtını yaslayıp günlerdir içinde tuttuğu acının gözlerinden boşalmasına izin verdi. Bir haftadır Ares'i görmemişti ve karşı daire boş olduğu sürece onun umudu vardı. Ares her an evine dönecekmiş hissiyle avunuyordu ama şimdi o umut da kuş olup uçmuştu. Adamın her zaman tekrarladığı ölümsüz sevgisine ne olmuştu? Sakladığı sır ondan uzaklaşması için bir bahane mi olmuştu?
Dün onu ziyarete gelen Eros ve Hades'in dediğine göre, Afrodit iyileşmiş ve odasından çıkmıştı. Belki Ares, sarı saçlı tanrıçayı kendisine daha çok yakıştırıyordu. Ya da adama yardım etme bahanesiyle Olimpos'a kamp kuran Durga'yı...
Ares'e olan özlemi dayanılmazdı. Baktığı her yerde onun yüzünü görmesi bir yana, olur olmaz kokusunu da duyması hasretini güçlendirmekten başka işe yaramıyordu. Tüm varlığıyla adama ihtiyacı vardı ama Ares onu çoktan unutmuştu bile.
Dünya kendi kendine kızarak gözlerini sildi. Ayağa kalkarken dizleri titriyordu. ''Ne bekliyordun ki, şapşal kız!'' dedi çatlak bir sesle. ''Dediği gibi, senin görevin bitti.''
Evde daha fazla duramazdı, yan taraftan tamirat sesleri geldikçe kulaklarından çok zavallı ruhu işkence çekiyordu. Hazırlanıp kafeye gitti. Sedef, akşamdan kalma bir suratla onu görünce şaşırdı.
''İzinli olduğunu unutacak kadar işkolik olmana inanamıyorum Dünya.'' diye ona takıldı. Sonra ciddileşti. ''Konuşmanın zamanı daha gelmedi mi?''
Dünya yeniden gözlerine dolan yaşlarla dostuna baktı. Sedef Kerem'e kafeye göz kulak olmasını söyledi ve Dünya'yı kolundan tuttuğu gibi ilerdeki parka götürdü. Hava soğuktu ama Dünya hissetmeyecek kadar üzgündü. Sedef'e sarılarak ağladı, rahatlayacağını düşünüyordu ama faydası olmadı. Sedef kolunu ona doladı.
''Madem bu kadar seviyordun neden ayrıldınız?'' dedi üzüntüyle.
Dünya burnunu çekerek doğruldu, elindeki mendil sırılsıklam olmuştu. ''Tek taraflıymış demek ki...''
Sedef onun yüzüne doğru eğildi. ''Onun sana bakışlarını gördüm Dünya. Adam senin için deli oluyordu, vaz geçeceğini sanmıyorum. Yakında kapına dayanacağına eminim. Sen de kendini üzdüğünle kalacaksın.''
Dünya kıpkırmızı gözlerini kaldırınca Sedef şakacı bir tavırla ekledi. ''Daha da bekletirse, sen onun kapısına dayanırsın. Ne de olsa komşun değil mi?''
Dünya yeniden ağlamaya başladı. ''Taşınmış aptal adam.'' hıçkırıklarını salıverdi. ''Bari haber verseydi...''
Ağlarken sarf ettiği küfürleri Sedef anlayamamıştı ama konunun özünü bildiği için birkaç küfür de kendisi salladı. Bir saat ağlaştıktan sonra Sedef onun kafasını dağıtmak için alış verişe sürükledi. Elleri kolları dolu olarak kafeye döndüklerinde akşam olmuştu. Sedef uzun bir telefon görüşmesi yaptıktan sonra onu kıyafetini değiştirmesi için zorladı. Restauranta gideceklerini ve belki de bir bara geçeceklerini söyleyince Dünya itiraz etti. Sonra da pes etti.
***
Kafası gerçekten de dağılmıştı çünkü gittikleri restaurantta onu bir sürpriz bekliyordu. Can ve ekibi... Dünya kaçmak için geç kaldığını anlayınca süklüm püklüm masaya katıldı. Can ona geçmiş olsun dediğinde Sedef ne olduğunu anımsamaktan uzak şaşaladı. Adamcağız hala ona yaklaşmakta tereddüt ediyordu. Dünya arkadaşına göz kırpınca Sedef ne olduğunu hemen anladı ve anlamlı bir şekilde Dünya'ya sırıttı.
Dünya masadan bir kere kalktı ve kalktığına pişman oldu. Çünkü lavaboya giderken Ares'in çekici kokusunu duymuştu. Aklı başından gitti ve gözleri deli gibi etrafı taradı. Bir kadın ve bir adam, sohbet eden iki müşteri dışında lavabonun yanında kimse yoktu. Kalp atışları hızlanırken lavaboya girdi ve elini yüzünü yıkadı.
Ares'in burada olmasına imkân yoktu, adam evleri ziyaret etmeye devam ediyordu. Ayrıca neden burada olsundu ki? Dünya yine aptalca özlemiyle hayal kuruyor olmalıydı. Ne kadar çok alışmıştı altın gözlüye, yokluğunda bile her bir duyu organı adamı yanındaymış gibi hissettiriyordu. Lavabodan masaya kadar koku onu takip edince içinde bir kuşku belirdi. Yoksa...
Yan masalara bakındı ve lavabonun önünde karşılaştığı çiftten erkek olanın, hemen yanındaki masada oturduğunu gördü. Tüm heyecanı sönüverdi. Adam Ares'in kokusundan kullanıyor olmalıydı, başka mantıklı bir açıklaması yoktu.
Yemekten sonra kulübe gitme tekliflerine karşı koymadı, sürekli arıza çıkaran tip olmak istememişti. Eğlenmeye karar verdi, somurtup durmak yarasına çare olmuyordu. Ama keşke o koku burnuna yapışmamış olsaydı, keşke kokunun sahibi yanında olsaydı... Üçüncü kadehten sonra kokuya aldırmamaya karar verdi.
Can ile dansa kalkmadan önce beşinci kadehini boşaltmıştı ve zihni iyice gevşemişti. Can bile onun bulaşma tehlikesi olan rahatsızlığını unutmuşa benziyordu çünkü adamın içindeki ahtapot su yüzüne çıkmıştı. Hareketli dansta bile adamın elleri rahat durmuyordu. Beline sarılmış parmaklardan tam sıyrılmıştı ki Can'ın acı içinde bağıran sesini duydu.
Kalabalık pistte boylu boyunca uzanmıştı ve eliyle burnunu tutuyordu. Dans edenler ayrıldı, içlerinden birisinin dirseği filan gelmişti ama kimin olduğu anlaşılmamıştı. Burnu kırılan Can yüzünden geceyi sonlandırdılar. Bu iyi de olmuştu çünkü Dünya sarhoşluğun kıyısındaydı. Sedef taksiyle onu eve bıraktıktan sonra hastanedeki Can'ı kontrol etmeye gitti. Yatağına uzandığında başı dönüyordu, kıyafetlerini eve girer girmez çıkarmaya başladığından sadece iç çamaşırlarıyla yatağa girmişti. Bilinci onu hızla terk etti, en son hissettiği şey ruhunu ele geçiren koku ve onu sarmalayan tanıdık kollardı.
Sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyandı, hava henüz yeni aydınlanıyordu. Leş gibi içki kokuyordu ve midesi bulanıyordu. Kalkar kalmaz lavaboya koştu ve midesindeki tüm safrayı tuvalete boşalttı. Kusmak hiç yardımcı olmamıştı, sürünerek oturma odasına gitti ve kendini çekyata bıraktı. Sedef'e kötü olduğunu yazıp kendini uykunun kollarına attı.
Kapı sesiyle uyandı, küfrederek doğruldu. Kapıdaki her kimse gitmeye niyeti yoktu. Dünya sonunda ayağa kalktı ve gözetleme deliğinden baktı. Hekate ardında çatık kaşlı Apollon ile kapının önünde dikiliyordu. Tam kilide uzanacakken iç çamaşırlarıyla olduğunu anımsadı ve ''Bir dakika bekleyin'' diye kapıdakilere seslenip yatak odasına sendeleyerek yürüdü.
Üzerine bir kazak ve altına da pijama geçirip kapıyı açmak için geri döndü. Kapıyı açar açmaz Hekate onun solgunluğunu fark etti.
''Ne bu halin Dünya?''
Dünya içeri girmeleri için kapının önünden çekildi. ''Gece içkiyi biraz fazla kaçırmışım.''
Hekate yanında başka kimse yokmuş gibi Dünya'nın elinden tutup salona yürüdü. Dünya omzunun üstünden asık suratlı Apollon'a baktı.
''Hoş geldin Apollon''
''Selam Dünya'' dedi adam. ''Girmemde sakınca yok değil mi?''
''Nefes aldığımda çakmak çakmayacaksan sorun yok'' dedi Dünya. ''O kadar çok alkol aldım ki, alev almam için bakışın yetebilir.'' Sonra ağrıyan başını ve sızlayan gözlerini Hekate'ye çevirdi.
''Hayırdır.''
''Senin yalnız olup olmadığını bilmediğimiz için Apollon bana katılmak istedi.'' diye konuşan Hekate Apollon'a döndü. ''Bana eşlik ettiğin için teşekkür ederim Apollon, istersen sen dönebilirsin.''
''Kalmayı tercih ederim. En son geldiğinde ölümlü bir kadını tehdit etmişsin.'' Dedi meydan okuyan bir tavırla. ''Tekrarlanmayacağına emin olmalıyım.''
''Artemis biraz abartıyor Apollon, zahmetine değmez. Senin de işlerin...''
''Kalıyorum.'' diye kestirip attı, masmavi gözlerini kısarak.
''Sen bilirsin elbette.'' dedi Hekate ve ışıldayan gözlerini Dünya'ya çevirdi.
Kadının yüzünde hoş bir sırıtma belirmişti, gelirken Apollon'un canını bayağı sıkmışa benziyordu. Hekate onu çekyata oturtup ellerini, ellerinin arasına aldı.
''Şu baş ağrısından kurtaralım seni, başka şikâyetin var mı?''
Dünya başının ağrısı geçerken rahatladı. ''Sirona senden nefret ediyor olmalı, işini elinden aldın.''
Hekate elini salladı. ''Yok, aksine çok memnun, yaşlı cadı benim ve Solan'ın sayesinde tatile çıktı.''
''O halde işler düzene girdi.''
''Çoktan'' dedi Hekate. ''Ertesi gün yani senin kaçtığın gün kontrolü elimize almıştık zaten. Kısa devriyeler haricinde şimdi rahatız.''
Dünya soru soran gözlerini Apollon'a çevirdi. ''Peki, ayna ne oldu?''
Apollon nihayet başlarında dikilmektense koltuğa oturmaya karar verdi. ''Ayna düzeldi, büyüsünü yeniledim. Ve bu sefer tuttu.''
''Tabi ben de yardım ettim.'' diye kibarca ekledi Hekate.
''Küçük bir yardımdı.'' dedi Apollon burnunu kıvırarak. ''Lafını bile etmeye değmez.''
Hekate hiçbir şey demeden gülümsedi ve Dünya'ya geri döndü. Apollon yapılmamış tartışmanın sızısıyla somurttu. Hekate bir el daha kazanmış olmanın rahatlığıyla konuştu.
''Yemek yedin mi Dünya?''
''Uyuyordum'' dedi bulanan midesine aldırmadan. Yemek lafıyla bile midesi kalkmıştı. Ve konuşulan konu daha çok ilgisini çekiyordu. ''Acıkmadım henüz, peki, aynada görünen bir şey var mı?''
''Sanırım bir görev daha olacak çünkü aynada bir anahtar belirdi.'' Apollon'un sesi kayıtsızdı.
Fakat Dünya'nın kalbi tıkırdamaya başlamıştı. Sormaya korkuyordu ama adamın sesinden anladığı kadarıyla yeni bir anahtar belirmişti. ''İyi, bu sevindirici bir haber... Şimdi ne yapacaksınız?''
''Biz mi?'' dedi Apollon bacak bacak üstüne attı. ''Ares anahtarı ikna etme çalışmalarına başladı bile, bizlik bir durum yok şu anda''
''Adonis'in yapması gerekmiyor mu?'' dedi. Birden sesine ne olmuştu öyle? Neden bu kadar güçsüz çıkıyordu?
''Ares kendi ilgilenmek istedi'' dedi Hekate. ''Boş ver şimdi onları, sen neden dönmüyorsun?''
''Anahtar bayan mı?''
Hekate yardım istercesine Apollon'a bakınca Dünya gerçeği anlamıştı bile. Apollon midesine elini koydu. ''Önemli mi Dünya? Bu arada evde yiyecek bir şey var mı? Midem zil çalıyor.''
''Mutfağa bak'' dedi Dünya sıkıntıyla.
Apollon ayağa kalkıp mutfağa geçtiğinde Hekate yeniden Olimpos'a dönme meselesini açtı.
''Soruma cevap vermedin, ne zaman döneceksin?''
''Bana gerek yok artık'' dedi küskünce. ''Anahtarınız işleri halleder.''
''Halledeceğinden eminim ama konumuz sensin. Kronos'un verdiği...''
''Dönmek istemiyorum Hekate ve ölümsüz de olmak istemiyorum.''
''Neden? Ben Ares'i sevdiğini sanıyordum.''
Dünya nefes aldı. ''Bu konuyu seninle değil de ilgili kişiyle konuşmayı tercih ederim. Yanlış anlama Hekate ama sevdiğim adamın başkalarıyla ilgilendiğini izlemek için sonsuza kadar yaşamak istemiyorum. Kalbim ancak bir ömürlük acı çeksin daha fazla değil.''
''O biraz yoğun'' dedi Hekate.
''Her neyse, ben hayatımdan memnunum. Sizde arada ziyaretime gelirseniz kendimi daha iyi hissederim.''
''Elbette'' dedi Hekate. ''Yüzün hala çok solgun Dünya, ağrıyan bir yerin var mı?''
Dünya geriye yaslandı ve elini göğsünün üstüne koydu. ''Tam buradaki zımbırtı çok ağrıyor ama yakında geçer. Yani geçmeli.''
Gülümsemeyi başarmıştı, Hekate de ona cansız bir gülümseme gönderdi. O sırada Apollon'un başı mutfaktan belirdi.
''Dünya, bu ocağı nasıl yakacağım?''
Dünya gayretle çekyattan kalkıp adama yardıma gitti. Hekate de onlara katılınca birlikte mükellef bir kahvaltı hazırladılar. Hekate'nin mutfak becerisi Ares'i aratıyordu. Sonunda onu oturtup Apollon ile devam ettiler. Apollon arada Hekate'yi kızdırmak için laf atıyordu ama Hekate adamı kibarca cevaplayarak kudurtuyordu.
Akşama kadar onunla kaldılar ve harika vakit geçirmesini sağladılar. Hiç kavga edemeyen Apollon biraz huzursuzdu, hatta Dünya'yı bir ara köşeye sıkıştırıp neler olduğunu sordu. Dünya masumca bilmediğini söyledi ve neden şikâyet ettiğini sordu. Apollon düzgün kaşlarını çattı. ''Ben onunla arkadaş olmak istemiyorum ki'' dedi. ''Tartışmak istiyorum başka türlü beni düşündüğünü anlayamam.''
Dünya sırıttı ama Hekate'yi ele vermedi. Apollon çok yakında iyice çileden çıkacaktı. Onları uğurladı, artık kendi başlarına yönlenebiliyorlardı. Eski güçlerini tamamen kazanmışlardı. İkisi gittikten sonra Sedef aradı nasıl olduğunu sordu. Dünya iyi olduğuna kadını inandırdıktan sonra Can'ı sordu. Can'ın burnu iki yerinden kırılmıştı ve ameliyat edilmesi gerekmişti. Sedef hastaneye ziyarete gitmesini salık vererek telefonu kapattı.
Markete gitmesi gerekiyordu. Kapıdan çıkarken karşı dairedeki inşaat pisliklerinin temizlendiğini fark etti. Daire yeni misafiri için hazırdı ama Dünya bu değişim için hiç hazır değildi. Eski kiracısını istiyordu. Aptal herif anahtar peşinde koşacağına, hesap sormak için dahi olsa, onun yanına gelemez miydi? Özellikle karşılaşmaktan kaçınıyor gibiydi. Bu kadar mı ona kızmıştı ve daha ne kadar kızgın kalabilecekti? Peki, Dünya neden kızgın kalmayı başaramamıştı? Ve bu lanet koku burnundan neden silinmemişti?
***
Sonraki iki gün yoğun ve uykusuz geçti. Sedef onun dönmesiyle işleri üzerine yıkmakta gecikmemişti. Dünya'nın bir şikâyeti yoktu hatta memnundu. Aklını başka şeye yorunca Ares'i düşünmekten kendini alıkoyuyordu. Ya da öyle olduğunu sanıyordu. Geceleri ise tek başınayken zihni başıboş kalıyor ve uyku tutmuyordu, gözleri tamamen açık tavanı seyretmekten bıkmıştı. Ona gülümsediğinde kısılan altın gözleri hayal etmekten kendini alamıyordu. Teni, ona dokunuşu, öpücükleri...
Tam iki hafta olmuştu, otoparktaki arabayı parçalamamak için kendini zor tutuyordu. Bari arabayı almak için gelseydi... İşe gitmek için otoparkın içinden geçerken araba gözüne ilişti, yumruklarını sıkarak sert adımlarla arabaya gitti. Var gücüyle arabaya bir tekme attı, hırsını alamayıp ikinci tekmeyi de bastı.
''Seni kahrolası adi herif, yeni anahtar pek mi güzel?''
İkinci tekmeyi atmaması gerekiyordu çünkü alarm birden çınlamaya başlayınca kendine geldi. ''Ah, lanet olsun!'' diye çantasına elini attı.
Sabahın erken bir vaktiydi ve mustang deli gibi bağırıyordu. Arabanın anahtarını çantaya koyduğuna emindi ama nerdeydi bu anahtar. Çantayı kurcalarken çanta elinden kaydı ve içindekilerle birlikte yere saçıldı. Arabanın anahtarı yoktu. Dünya bıkkınca ağlayan arabaya baktı. Eve kadar çıkması gerekiyordu, o zaman da otobüsü kaçıracaktı. Ağlak gözlerle arabaya yalvardı.
''Ne olur sus!''
O anda alarm sustu. Dünya'nın gözleri açıldı, yutkundu ve etrafına bakındı. Yavaşça yere eğildi ve çantadan dökülenleri topladı ve arabanın yanından kaçarcasına uzaklaştı. Otobüse son anda yetişmişti, kafeye gidene kadar arabanın tuhaf olmadığını ve bunların yaşanabileceğine kendini ikna etti. Ve Olimpos'tan ilk gelen kişiden arabayı geri götürmesini rica edecekti.
Çok yorucu bir günün sonunda Sedef onu evine bıraktı. Kafenin kalabalık olması bir yana geç vakte kadar boşalmamıştı. Son müşteriyi gönderdiklerinde gece yarısı olmak üzereydi. Temizlik toparlama derken saat bir buçukta eve varabilmişti. Sedef'e yarı kapalı gözlerle veda ettikten sonra dairesine sürünerek çıktı. Kadını eve davet etmişti, bu vakitte bir de evine gitmemesi için ama Sedef kabul etmedi. Öğleye kadar uyumayı düşünüyordu, zaten Dünya'nın da izin günüydü.
Merdivenle uğraşmak istemedi asansörle katına çıktığında kulağına gelen müzik sesiyle afalladı. Apartmana girdiğinde de duymuştu ama kulaklarının uğuldadığını düşünmüştü. Ama ses karşı daireden geliyordu. Dünya kapısını açarken gözleri diğer kapıdaydı. Müzik sesinden başka ses gelmiyordu ve tepkisiz komşuları sağ olsun, kimse uyarmamış olmalıydı. İçini çekerek eve girdi. Uykusuzluktan ölüyordu, müzik sesinin onu etkileyeceğini sanmıyordu. Bu gece uyuyacaktı, emindi.
Sıcak bir duş alıp pijamalarını giydi, kulaklarında müzik sesiyle. Gittikçe öfkelenmeye başlamıştı. Sabahın iki buçuğunda bu ne saygısızlıktı... Saçlarını kurutmadan havluya sardı ve yatağına uzandı. Uyumak için vakit kaybetmek istemiyordu ama yani müzik de dursa fena olmayacaktı. Sıkıca kapattığı gözleri yay varmış gibi açıldı, sinirlendiği için uykusu kaçmıştı. Slow rocktan, metale geçmişti. Yataktan fırladı ve çıplak ayaklarını yere vura vura karşı dairedekilerle kavga etmeye gitti.
Zili çaldı, açan olmayınca kapıyı yumruklamaya başladı. Müzik sesinin kısıldığını duydu, bir an dairesine geri dönmeyi düşündü, utanan komşusu büyük ihtimalle kapıyı açmayacaktı. Öfkesini çıkartamamıştı ama belki uyursa... Diye düşünerek dairesine döndü, derken kapı açıldı ve Dünya'nın kızgınlığı yeniden yükseldi. Kapıya doğru dönerken bağırmaya başladı.
''Saatin kaç oldu...'' lafının gerisini getiremedi.
***
Bayılmamak için tek eliyle duvara tutundu. Yanlış görüyordu çünkü karşısında nefes kesici yakışıklılığıyla Ares duruyordu. Üzerinde beyaz ipekli bir gömlek ve siyah kot pantolon vardı. Klasik gömleğe spor bir görüntü vermeyi başarmıştı ve çok yakışıklıydı. Yüzündeki tatlı gülümseme yasaklanacak kadar baştan çıkarıcıydı, gözlerindeki bakış tek başına, demiri bile eritebilirdi. Zavallı Dünya ne yapsın?
''Selam'' dedi Ares. ''Rahatsız mı oldun komşu?''
Dünya ne zamandır öylece baktığını bilmiyordu ama tüm bedeni jöleye dönüşmüştü. Gözlerini kırpıştırdı ama adam hala oradaydı. Elini duvardan çekti, çekici kokusu başını döndürüyordu, adım atamayacağını sanırken yürümeyi başardı. Dairesine döndü ve Ares'ten zorlukla uzaklaştı.
Kapıya ulaşamadan Ares onu kolundan yakaladı. ''Dünya''
''Bırak beni'' dedi. Bunu söylediğine inanamıyordu. Günlerdir özlemini çektiği adam karşısındaydı ama tek düşündüğü ondan uzaklaşmaktı. Hayal görmekten ve gözlerini açınca tek başına uyanmaktan korkuyordu.
''Seni asla bırakmam.'' dedi Ares ve onu kendine çekti, göğsüne bastırdı. ''Asla bırakmam.''
Dünya adamın kalp atışlarını duyuyordu, en az kendi kalbi kadar hızlı atıyordu. Ares, nemli saçlarını okşadı.
''Daireme geçelim sevgilim, konuşmamız gerekiyor.''
Dünya hala şoktaydı, konuşamadan sadece başını salladı. Ares onun kapısını kapatarak Dünya'yı iyice kendine çekti ve dairesine yönlendirdi. Adımları bir robotu andırsa da Ares'in onu yönlendirmesine sesini çıkarmadı. Onu koltuğa oturttu ve Ares tam karşısına sandalye çekip yakın oturdu. Dünya'nın titreyen ellerini sıcacık ellerinin arasına aldı. Dünya bakışlarını adamdan alamıyordu, sanki her an havaya karışıverecekti.
''Seni tek başına bırakmaya gelmiyor papatyam.'' dedi Ares. ''Hemen kaçıyorsun.''
''Beni kovan sendin.'' dedi kırgın bir sesle.
''Ben seni Olimpos'tan kovmadım, bunu yapacağımı nasıl düşünürsün? Yanımdan bir dakika ayrılmana bile dayanamazken seni nasıl kovarım?''
''Kızgındın.''
Ares'in yüz ifadesi hafifçe sıkıldı. Elini çekip geriye yaslandı. ''Hayatının şokunu ve kâbusunu aynı anda yaşadığında tepkilerin biraz aşırı olabiliyor. Sen de pek uslu değildin papatyam. Kendi başına hareket etmenden rahatsızdım, bana olan güvensizliğin de canımı sıkıyordu.''
''Öğrenmek istemediğin şeyi, seni üzecek şeyi saklamaya çalışıyordum Ares. Güvensizlikle bir alakası yoktu, duyduklarım kafamı karıştırmıştı ve sana bir şey olmasından korkuyordum.''
''Benim yerime Solan'la konuşmaya karar verdin demek'' dedi Ares gergin bir sesle. ''Siz ikinizi tepede gördüğümde ne hale geldiğimi tahmin bile edemezsin.''
Ares sakinleşmek için soluklandı ama pek başarılı olamadığı konuşunca belli oldu. ''Sana o kadar sert davranmamın sebebi küstürüp olaylardan uzaklaşmanı sağlamaktı. Böylece etraf durulana kadar kızgınca odanda oturacaktın. Ama sen ne yaptın Afrodit'in kılığına girip dostun Solan ile birlikte baskına geldin. Geride durmanı istediğim halde neden sürekli seni olayların içinde görüyorum Dünya?''
''Sen neden kendini feda etmeye çalışıyorsun Ares?'' dedi sinirlenmek işe yarıyordu. Buğulu düşünceleri netleşmeye başlamıştı. ''Zeus'un karşısına o kadar pervasız çıkmak da neyin nesiydi?''
''Onunla baş edebilir...'
''Bu sözlerden bıktım'' dedi Dünya ve ayağa kalktı. ''Madem her şeyle baş edebiliyorsun, bundan sonra bensizlikle de baş edebilirsin. İyi geceler.''
Ares belinden tutup onu çevirince bir an ayakları havalandı. ''Ne yaptığını sanıyorsun?'' diye söylenirken Ares onu kendine çevirdi ve dudaklarını dudaklarına bastırdı.
Karşı koymayı akıl edemedi çünkü beyni Ares ona dokunur dokunmaz çalışmayı bırakmıştı. Sert öpücük yavaşladı ve yanaklarını okşayan parmaklar onun tenini alevlendirirken acımasızca son buldu. Ares küçük birkaç öpücükten sonra yarı baygın Dünya'nın gözleri açılana kadar usulca bekledi.
''Kavga ederken bunu bir daha yapma tamam mı?'' diye mırıldandı.
Ares'in gülümsediğini hissetti. ''Arkanı dönüp her gittiğinde bunu yapacağıma emin olabilirsin sevgilim. Bırakmaya çalıştığın şeyi sana anımsatmak için...''
Dünya gözlerini açtı ve Ares'in haylazca kıvrılmış dudaklarına baktı. ''Bu haksızlık, hile yapıyorsun.''
Ares onu yeniden öptü ve geri çekilirken konuştu.
''Yeniden denersen sana daha çok haksızlık yapabilirim ona göre. Şimdi otur ve sana kendimi af ettireyim ve sen de benden özür dile.''
Dünya otururken durakladı.
''Ben niye özür diliyormuşum. Senin sözünü dinleyip ortamdan uzaklaştım ama sadece mesafeyi biraz abartmışım.''
''Onun için değil papatyam, ben zaten o günden beri senin yanındaydım. Bana olan kızgınlığının sona ermesini bekliyordum.'' Dünya'nın ağzının açılmasına aldırmadan ekledi. ''Özür dileyeceğin konu, o aptalla dans etmeye kalkman.''
''Hıı?''
''Daha önce seni uyarmıştım ama pek ciddiye almamışsın. O sersem bir daha sana yaklaşacak olursa burnunu kırmakla yetinmem, sana sarılan kollarını da kırarım.''
''Can'ın burnunu sen mi kırdın?'' dedi hayretle, doğru söylediğini bilmesine rağmen şaşkınlıktan onaylamasını istemişti. ''Ama nasıl?''
Ares omzunu silkti. ''Hak etmişti, şimdi özrünü duyalım.''
''Özür filan duymayacaksın gıcık herif! O günden sonra yanındaydım da ne demek?''
Ares eliyle ensesini kaşırken yaramaz çocuk bakışlarıyla ona baktı. Kaşlarının altındaki güzel gözleri haylaz bir asilikle ışıldadı.
''Tahmin edersin, ruhu hapsettikten sonra evleri ziyarete gitmediğim zamanlarda senin yanında dolanıyordum.''
''Ben... Ama... Hiç fark etmedim.'' Birkaç kerenin dışında diyecekti, kelimeleri kuramadı. Demek hissettikleri hayal değildi.
''Sürekli görünmezdim ve üstüme senin kullandığın oda parfümünden sıkıyordum. Daha önce beni kokumdan yakalamıştın. Müthiş bir burnun var sevgilim.''
''Oda parfümü mü?'' Her şey açığa kavuşmuştu, adam kendi kokusunu örtmek için evindeki o saçma kokuyu kullanmıştı. Dünya da kokunun neden bu kadar popüler olduğunu merak edip durmuştu.
''Oda parfümü zevkin berbat Dünya''
''İnsanlar sürsün diye değil o koku, yoksa çok iyi bir parfüm bence'' diye söylendi. ''Neden daha önce gelmedin? Beni unuttuğunu düşündüğüm için ne halde olduğumu göremedin mi?''
Ares dudağını ısırıp bir süre ona baktı. Ne kadar özlemişti, yanında olduğuna hala inanamıyordu. Gözlerini kapatmaktan korkarak Ares'i seyrediyordu. Uzak kaldığı iki hafta tam bir cehennemdi. Ares sonunda konuştu.
''O gün seni uzaklaştırmak için kötü davrandım ve seni çok kırdım. Gözlerindeki o bakışı bir daha görmeyi asla istemiyorum sevgilim. Benden nefret ettiğini düşündüm. Kafam allak bullaktı, aptalca davrandığımı seni Solan'ın yanında görünce anladım. İşbirliğiniz canımı çok sıkmıştı. Bensiz her şeyi ayarlamıştınız, gözünden düştüğümü sandım. Pek alışık olduğum bir his değil, genelde herkesin bana gelmesine alışmışım. Senin benden bir şeyler saklaman ve başkasıyla plan kurup günü kurtarman kendimi yetersiz hissetmeme neden oldu. Zeus'un oğlu olduğumu duyunca benden iyice soğumanı ve bu yüzden güvenmemeni anlayabiliyorum, benim içinde büyük şok oldu. Toparlanamadım.''
''Yanılıyorsun, ben uzun zamandır biliyordum. Bana Asteria söylemişti ama ilk baştaki neden dışında lanetten kurtulunca seni üzmemek için sakladım. Yoksa kimin oğlu olduğun beni zerre kadar ilgilendirmiyor. Ben seni seviyorum.''
Ares bakışlarını yere dikti, derin bir nefes aldı. ''Aklım hala almıyor Dünya. O adam, oğlu olduğumu bilerek neden öyle davrandı?''
Uzanıp Ares'in ellerini tuttu. ''Sana baştan beri onun senden korktuğunu söylüyordum Ares. Korktuğu başına geldi ama sana babalık yapsaydı, şimdi hala tahtında oturuyor olurdu.''
Ares kaşlarının altından ona baktı. ''Aslında hala tahtında oturuyor sayılır. Biliyorsun, onu tahtıyla beraber çukura gönderdim.''
Dünya sırıttı. ''Sen çok düşünceli bir kralsın aşkım.''
''Artık kral filan yok, evlere de aynı şeyi anlattım. Herkes eşit olacak.''
''Ama Kronos...''
''Onun dileği kendisini ilgilendirir. Ayrıca kral yok ama savunma ile ilgili tüm güçleri Olimpos'ta toplamayı başardım, evlerde bu konuda hemfikir. Benden habersiz bir şey yapmayacaklar.''
Dünya gözlerini kıstı. ''Sen var ya, çok kurnazsın. Sözde eşitlik ama koruyucu kanatlarının arasında olmak zorundalar.''
Ares omzunu silkti. ''Severek kabul ettiler ama bu bir zorlama değil ki. Olimpos her zaman diğer evlerden daha çok sorumluluk almıştır.''
''Güçleri de serbest bırakmışsın, sorun olmasın. Herkes iyi niyetli olmayacaktır. Başın derde girebilir.''
Ares hınzır bir sırıtmayla Dünya'nın gözlerine baktı. ''Keşke o kadar cesur olsalar, böylece ak koyun kara koyun ortaya çıkar. Ben de haklı olarak temizlerim.''
''Bu çok tehlikeli bir risk...'' derken Ares işaret parmağını onun dudağına bastırdı.
''Madem tehlike olduğunu iddia ediyorsun, yardıma ihtiyacım olabilir. Olimpos'a yani benim yanıma dönmeye ne dersin?''
Dünya durakladı. Ares onu yine ters köşe yapmıştı, ret etse kendi tükürdüğünü yalamış olacaktı, kabul etse yeteneksiz biri olarak Olimpos'a dönecekti. Bir süs bebeği gibi... Yeni anahtarın görevleri halletmesini izlemek pek hoşuna gitmezdi.
''Ben sana yardım edemem anca ayak bağı olurum. Yeni anahtar belirdiğine göre benim görevim bitti.'' Dedi ve tereddütlü gözlerini altın gözlere dikti. Alacağı cevaptan çekiniyordu ama meraktan da ölüyordu. ''Anahtarı ikna etmiş olmalısın''
Ares içini çekti ve özlem dolu gözlerle onu süzdü. Elini uzatıp saçlarını yüzünden çekti ve yanaklarını okşadı. ''Hala uğraşıyorum.'' Diye mırıldandı.
Ares'in uğraştığı bir bayan... Dünya buna pek inanamadı. Ares'in içini çekmesine neden olan kadını kıskanmadan duramadı ve bu his sinirini oynattı.
''Çetin ceviz çıktı demek'' dedi huysuzca. ''Bence Adonis'e bırakmalısın. Belki anahtar için yeterince çekici değilsindir.''
Ares aniden gözlerine baktı, bakışlarında anlamsız bir öfke uçuştu. ''Adonis'e bırakmak mı? Saçmalama. Aynı aptallığı iki defa yapmam.''
''İki günde pek değerli olmuş senin için'' dedi yüzünü adamın ellerinden kurtararak. ''Dönmemi neden istediğini anlayamadım, ne de olsa seninle göreve filan çıkamayacağım. Yeni anahtarınla dolaşmanı da seyredecek kadar geniş değilim.''
Ares kaşlarını çattı. ''Tatlım, biz neden bahsediyoruz?''
''Anahtarın cazibene kapılmamasına bayağı bozulmuşsun anlaşılan.''
''Dünya'' dedi Ares eliyle saçlarını geriye taradı. ''Sana söylemediler mi? Apollon sana anlattığını söylemişti bana, hain adam.''
''Söyledi tabi, aynayı düzeltmişler ve anahtar belirmiş. Sen de o günden beri anahtarın peşindeymişsin...''
Dünya'nın sesi gittikçe azaldı. Aklına gelen şeyin olasılığı çok düşüktü ama Ares'in tek kaşı havada ona bakması öfkesi hakkında onu kuşkuya sürükledi. Ares bilmiş bir ifadeyle doğruldu ve kollarını göğsünde kenetledi.
''Sonunda senin de anladığın gibi anahtar sensin kıskanç sevgilim.''
''Ben'' diye kekeledi. ''Şey, aslında kıskanmamıştım, yani senin... Of ne saçmalıyorum. Çatladım, dünden beri delirmiş gibiydim. Hatta hıncımı arabandan almaya çalıştım.''
''Gördüm, alarmı kapatan bendim. Zavallı arabam'' dedi gülümseyerek, çok değerli arabasının başına gelenlere pek aldırmadığı belliydi.
Dünya'nın kalbi hissettiği aşktan çatlayacaktı, umutsuzluğun birden mutluluğa dönüşmesiyle tozpembe bir rüyanın içine düşmüştü. Rüyalarının prensi sayesinde... Ares... Altın gözlü savaş tanrısı onun ruhunu fethetmişti, her zaman yaptığı gibi...
''Şimdi ne olacak?'' dedi mırıltıyla. ''Anahtarı zorla Olimpos'a geri mi götüreceksin?''
''Görev işte, ne yaparsın'' dedi alaycı bir tavırla. ''Sanırım senden sonsuza kadar kurtulamayacağım. Ne fena!''
''Şanslısın tatlım'' dedi. ''Henüz ölümsüz olmadım. Beni sadece bir ömür çekmek zorunda kalabilirsin.''
''Ama ambrosiayı kabul ettin'' dedi Ares, sesi titremişti. ''Yemeyi düşünmüyor musun? Ölümsüzlüğü almalısın Dünya, ben... Sensiz kalamam. Bana bunu yapamazsın.''
Ardı ardına sarf ettiği kelimeler tatlı dudaklarından panikle çıkmıştı. Bunun hiç aklınla gelmemiş olduğunu anladı. Şu ana kadar Ares kendine güveniyordu, şimdi ise telaşlanmıştı.
Dünya ayağa kalktı ve Ares'in kucağına oturdu. Ares'in kolları kararlı bir tavırla beline dolandı. Dünya adamın yakışıklı yüzünü okşarken kalbinin ne hızlı attığını hissedebiliyordu. Başparmağını dudaklarında dolandırdı ve adama doğru eğildi.
''Afrodit ve Durga çok üzülecek ama seni kendime ayırdım bir tanem. Beni sevdiğin sürece senin peşini bırakmam.''
Ares gülümsedi. ''Seni sonsuza kadar seveceğim papatyam.''
Ares ona uzanırken Dünya arzu dolu bir titreyişle eğildi. Dudakları birleştiğinde zaman işlemeyi bıraktı. Sırtında dolanan eller ve onu kendinden geçiren dudaklar sayesinde yaşam gücünü tüm hücrelerinde hissetti. Parmaklarını Ares'in ipek saçlarına dolayarak kendine doğru çekti. Ares'in kendisi ambrosia idi, ölümsüz sevgiyi içinde saklayan.
Nefes nefese ayrıldıklarında Dünya'nın dudakları tatlı bir hisle sızlıyordu. Alnını Ares'in alnına dayadı, ferah nefesini yüzünde hissetmek içini arzuyla doldurdu. Ares'in gözleri kapalıydı ve dudakları hala aralıydı. Dünya ensesindeki saçları okşayarak fısıldadı.
''Ambrosia benim yatak odamda...''
Ares'in gözleri yavaşça açıldı, istek dolu bakışlarla onun yüzünü süzdü. ''Benim başka bir fikrim var papatyam. Önce ben gidip ambrosiayı alacağım sonra seninle yemek yiyeceğiz ve sana yeni satın aldığım evimdeki yatak odamın dekorunu göstereceğim.''
''Satın mı aldın?'' diye şaşkınlıkla mırıldandı. Ares başıyla onu onaylayınca ağzı açık kaldı.
Dünya geldiğinden beri dikkatinin tamamını çalan Ares'ten ayrıldı ve etrafına baktı. Ev değişmişti, burayı terk ettiklerinde savaş alanına dönmüş ev şimdi çok şık mobilyalarla kaplı modern bir hale gelmişti. Geniş salonda rahat bir oturma grubu vardı, önceden cam olan duvar, şimdi ahşap oymalarla dolu bir paravana çevrilmişti. Salonun bir tarafı yemek salonuna dönüştürülmüştü ve masanın üstünde iki tane yemek servisi açılmıştı. Ares'e baktı ve hınzır bir ifadeyle gülümsedi.
''Yatak odanın dekorunu görmek için sabırsızlanıyorum.''
Ares hoş bir kahkaha attı. ''Beğeneceğine eminim ama o kadar uğraşıp hazırladığım yemeği yemezsen darılırım. Ayrıca yarın Olimpos'a döneceğiz diğerlerine söz verdim, anahtarı getireceğime dair. Başarısız görünmemek için erteleyemem. Zaten üç gündür dalga geçiyorlar benimle. Bu yüzden yarın Olimpos'ta açlıktan düşüp bayılmanı istemem. Çünkü bu gece senin açından oldukça yorucu geçecek!''
''Bu bir vaat mi?'' dedi, eli Ares'in göğsüne doğru inerken.
''Hayır, gerçek.'' dedi Ares. ''Ambrosiadan sonra daha önceki sevişmelerimizde hissettiklerin aklına bile gelmeyecek.''
''Hımm'' diye mırıldandı. ''Acıktım. Yemekte ne var?''
Ares dudağını büktü. ''Sahanda yumurta ama peynirli!''
Dünya kahkaha attı. ''Ah, canım benim, inanamıyorum. Bana yumurta mı pişirdin, hem de yakmadan.''
''Hem de peynirli!'' dedi Ares. ''Bu noktayı unutma!''
''Çok tatlısın.''
''Biliyorum.''
''Ukala'' dedi Dünya sırıtarak.
''Her zeki insanın yakalandığı hastalık'' dedi ve kucağından kalkması için bacağına hafifçe vurdu. ''Hadi, ben ambrosiayı alayım, nereye bıraktığını biliyorum, anlam veremesem de...''
Dünya isteksizce adamın kucağından kalkarken söylendi. ''Ne var? Bozulmasından çekindim.''
Ares gözlerini devirdi. ''Papatyam, o özel bir meyve. Buzdolabına koymasan da bozulmazdı.''
''İyi, sen çok biliyorsun. Git getir o zaman, ben de sahanda yumurtayı masaya getireyim.''
''Hayır, sen otur ben her şeyi hallederim.'' Dedi telaşla. ''Sakın bulaşma, senin için zor olacak biliyorum ama sadece usluca sandalyene otur papatyam.''
Dünya suratını sallandırdı. ''Yardım etmek isteyende kabahat''
Ares ortadan kaybolurken Dünya masaya yürüdü. Üstünde pijamayla bu gösterişli sofraya hiç yakışmıyordu ama sahanda yumurta için de tuvalet giyecek hali yoktu ya. Masa gümüş ve kristallerin içinde ışıltı saçıyordu. Altı kişilik masada yan yana iki servis açılmıştı. Masanın tepesindeki avize sayesinde masa ayrı parlıyordu. Servisin biri diğerinden farklı olarak tabağın içinde gümüş bir kapak duruyordu. Kapağa uzandı ve açtı. Bu kadar güzel bir şeyle karşılaşmayı ummuyordu.
Gümüş servisin içinde Ares'in hediyesi olan papatya dolu cam kutu duruyordu ama bir fark vardı. Papatyaların üstünde hayatında gördüğü en güzel renkte gonca bir gül duruyordu. Koyu kırmızı gül beyaz papatyaların arasında daha bir göz alıcıydı. Kutunun bir köşesinde italik bir yazıyla gümüş bir 'D' harfi vardı, diğer köşesinde ise 'A' harfi. İçi titreyerek kutuya dokundu.
''Beğendin mi papatyam?''
Ardından gelen sese doğru döndüğünde gözlerinin buğulu olduğunu fark etti. Ares onun mahvettiği hediyenin daha güzelini hazırlatmıştı. Bu adamı hak etmek için ne gibi bir sevap işlediğini düşündü. Evreni kurtarmak bile gözüne küçük bir bedelmiş gibi göründü.
''Seni çok seviyorum Ares''
Ares yüzünde garip bir ciddiyetle ona bakıyordu. Elindeki ambrosiayı masaya bıraktı ve onun elini tuttu. Ters çevirip bileğine küçük bir öpücük bıraktı ve parmaklarını açtı. Dünya hayranlıkla sevdiği adamı izliyordu. Ares'in güzel gözleri onun gözlerindeydi, ciddi ifadesinin altındaki heyecanı Dünya'nın kalbini durdurabilirdi. Ares Dünya'nın avucuna bir şey bıraktığında Dünya bakışlarını adamdan alarak avucundakine baktı.
Siyah kadife bir kutunun içinde hayatında gördüğü en zarif elmasın süslediği bir yüzük duruyordu. Başı döndü, Ares onu tutmuyor olsaydı, titreyen dizlerinin üstüne çökebilirdi.
''Benimle evlenir misin Dünya?''
Dünya Ares'in beklenti dolu gözlerine baktı kaldı. Doğru kelimeler neydi? Acaba bir daha konuşmayı başarabilecek miydi? Kalbinin bu kadar hızlı atması sağlıklı bir şey miydi? Ares'in konuştuğunu gördü ama kulağı az önce söylediği kutsal cümleden sonrasını işitmemekte kararlıydı. Ares'in kaşları çatıldı, onun yüzünü ellerinin arasına aldı.
''Dünya'' dedi gerilerden bir yankıyla. ''Papatyam iyi misin?''
Boğazı kurumuştu, yutkundu. Başını salladı. Ares ona doğru eğildi.
''Konuşabilecek misin? Cevabını sözlü olarak duymak isterdim.''
''Cevabım?''
''Peki, kitabına göre yapalım madem ısrar ediyorsun. Uymaktan başka çarem yok.'' diyen Ares iç geçirerek onun elinden kutuyu aldı. Yüzüğü içinden çıkardı ve tek dizinin üstüne çöktü. Dünya'nın gözlerinin içine bakarak yüzüğü ona uzattı.
''Hayatımın aşkı, varlığımın anlamı, biricik sevgilim. Seni seviyorum. Benimle evlenir misin?''
''Ben bunu istememiştim'' diye ezildi Dünya. Ares'in yatakta yaptığı ilk teklif bile kabul etmesi için yeterliydi. Bu ise olağanüstüydü. Sadece anın verdiği huşu ve Ares'in muhteşemliği karşısında yine dili tutulmuştu.
Ares homurdandı. ''Neyi istemiyorsun? Benimle evlenmeyi mi? Bu teklif hoşuna gitmedi mi? Mükemmel olmadığı için kusura bakma ama bu da benim ettiğim ilk evlenme tek...''
Dünya eliyle adamın dudaklarını kapattı ve elini tutarak ayağa kalkması için kendine çekti. Ares huzursuzca ayağa kalktı, çenesini sıkıyordu. Dünya elini yüzüğe doğru uzattı ve Ares'in gözlerine bakarak heyecanlı bir sesle cevapladı.
''Kabul ediyorum kalbimin tek sahibi''
Cevabı belli olsa da, Ares'in ışıldayan yüzünü görmek müthişti. Gözlerinden taşan mutlulukla ona gülümsedi ve harika yüzüğü parmağına taktı. Dünya bakışlarını yüzükten alarak tüm ruhuyla âşık olduğu adama baktı ve kollarını boynuna doladı. Hala gülümseyen dudaklarına uzandı.
''İşte, başın şimdi çok fena halde belada...''
Ares dudakları birbirine dokunmadan onayladı.
''Biliyorum papatyam ama ben zoru severim. Seni de seviyorum.''
BAŞLANGIÇ...
Dünya ölümsüz bir anahtar olarak Olimpos'ta kendine bir yer sağlamıştı. Anahtar olarak yeni görevi de yeniden oluşturdukları boyut kapılarının güvenliğini sağlamaktı. Aynanın onu işaret etmesinden sonra tüm aynalar tamamen kararmıştı çünkü artık ondan başka anahtar belirmeyecekti.
Evlilik haberini karar aldıklarının ertesi günü nektar servisi sırasında diğerleriyle paylaştılar. Sarışın bir kadın dışında herkes çok sevindi. Nektar ile ölümsüzlüğü de kesinleşen Dünya'dan mutlu kimse yoktu. O yüzden Afrodit'in ölümcül bakışlarına hiç aldırmadı.
Düğün törenlerini Sedef'in kafesinde yapmaya karar verdiler. Zaten çalışmaya devam edecekti. Bu konuda kısa bir tartışma yapılsa da sonuçta Dünya kazandı ama Ares şart öne sürmeden duramadı. Her gün onu işe bırakıp alması şartıyla ki, Dünya'nın buna bir itirazı olamazdı, ayrıca Can ile görüşmeyi temelli kesecekti. Ares'in şartlarını gönülden gelen bir şevkle kabullendi.
Her şey yolundaydı. Sevdiği adamın sevgisine sahipti. Apollon Hekate'nin ilgisini çekebilmek için türlü numaralar çeviriyordu, Hekate ise görmezden gelmekle adamı çıldırtıyordu. Solan hala annesine yakın olmaya alışamamıştı ama uyum konusunda pek zorluk çekmeyeceğe benziyordu. Eros ve Psykhe ise yüzyıllardır süren hasreti yapışık ikizler gibi gezerek gideriyorlardı. Artemis'in neşesi görülmeye değerdi, Solan ile dalga geçerken daha insaflı olmaya bile başlamıştı. Athena soğuk ifadesini odasında bırakmıştı, şimdi daha sıcaktı, özellikle Ares'e bakarken. Dünya onlara annelerini anlatmıştı ve kehaneti... Günün tek hüzünlü zamanlarıydı, geri kalan sadece eğlenceydi.
Adonis. Güzel Adonis her zamankinden daha yakışıklıydı. Dünya'ya bakışlarındaki dalgacı ama tatlı ifadeyle evlilik kararına pek aldırmadığını ilan ediyordu. Kutlamak için sarıldığında ona takılmadan duramadı.
''Ölümsüzlük gerçekten uzun bir zamandır aşkım. Sıkılırsan ben buradayım.'' diye kulağına fısıldayan Adonis'e baktı.
''Ölümsüz aşk diye bir tabir duymadın galiba sen!''
Adonis parmağıyla onun burnunun ucuna hafifçe vurdu. ''İyi şanslar o zaman anahtar!''
Dünya adama pis pis sırıtıp ilerde Hades ile konuşan sevgilisine döndü. Ares onun bakışını hissetmişçesine başını çevirdi ve gülümsedi. İşte Dünya bu gülümseme için yaşıyordu, hayatı boyunca seyretmekten bıkmayacağı yüze özlem dolu bir ifadeyle baktı. Dudaklarını oynattı.
''Seni çok seviyorum.''
Dudaklarını okuyan Ares'in gülümsemesi daha da genişledi. O da dudaklarını oynattı.
''Ben de...'' dedi. ''Ben de seni çok seviyorum.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder