ANAHTAR (2.KİTAP)-4-

16. bölüm

Dağı saran geçitler, daha net görünmeye başlamıştı. Kırık dökük taşlarla örülü kemerler, bir kolye gibi dağın eteklerini sarıyordu. Dünya’nın eli gayri ihtiyari boynuna gitti, kendi kolyesine dokunamayınca nereye bıraktığını yeniden düşünmeye başladı. Fakat uzun sürmedi çünkü toprak zemin gürültüyle sarsıldı. Deprem olduğunu sanmıştı ama bir şey topraktan fırlayarak yükseldi. Ölümsüzler ellerindeki tuhaf metal kılıçlarını ileri doğrulmuşlardı ama karşılarında düşman yoktu, şimdilik. Sadece topraktan mızrak gibi çıkan dişe benzeyen uzantılar vardı. Dünya’nın bastığı yer hafifçe sallandı, dengesini kaybeden Dünya bir an adım atamadı. Bir kol ona dolanıp kendisine çekti ve Dünya’nın az önce durduğu yerden bir mızrak yükseldi. Dünya onu çekene sarılarak ayakta durabildi. Derin bir nefes aldı, onu heyecanlandıran kokunun sahibine başını kaldırdı. Ares, tek kolunu ona sarmış diğer elindeki kılıcını gelebilecek herhangi bir saldırıyı yöneltmişti.
‘’Yanımdan ayrılma!’’ dedi Ares, etrafta olanlara göz atarken. ‘’Benim yanımda kal. Anladın mı? Benim yanımda!’’
‘’Tamam…’’ dedi sadece cevap olarak.
Devasa mızrakların, ağaca dönüştüklerini hayretle seyretti, metrelerce yukarıya uzanan ağaçlar hızla yapraklandı. Altlarındaki kuru toprak yumuşadı, yosunumsu otlarla kaplandı. Ve yağmur yağmaya başladı. Ares’in kolundan ayrılan Dünya, şaşkınca etrafa bakınan ölümsüzlerden farksızdı.
‘’Bu da ne?’’ dedi Ares. ‘’Keşke Tartaros’taki girişi kullansaydık’’
‘’Bak, buna katılırım.’’ dedi Athena.
‘’Sırılsıklam olduk!’’ diye hayıflanan Artemis’e döndüler. Kadının şu ana kadarki tek şikâyetinin ıslanmak olması tuhaftı.
Dünya, yağmurdan dolayı iyice balçığa dönüşen yosunlu toprağa canı sıkılarak baktı. Toprağın az önce kupkuru olduğuna inanmak zordu. Apollon, diğerlerine döndü:
‘’Biraz dinlenelim, bu halde yürümek zor. Belki yağmur şiddetini kaybeder.’’
Herkes bu öneriyi hemen kabul etti. Sağanak halinde yağan yağmurdan biraz olsun sakınmak için ağaçların altına girdiler. İki dakikada çöl, yağmur ormanına dönüşmüştü. Dünya, ağacın gövdesine yaslandı, yağmur hala etkiliydi ama hiç değilse kafasını deler gibi yağmıyordu.
Kılıcı yakınına bırakan Ares, omzunu ağacın gövdesine yasladı ve kollarını kavuşturdu. Dünya, adamın gözlerinin üzerinde olduğunu hissediyordu, dönüp yüzüne bakamıyordu. Diğerlerinin ikişerli üçerli gruplarla ağaçların altına girmelerini izledi. Durga, Adonis ile geniş yapraklı bir ağacın altına girmişti. Apollon, Artemis ve Eros dağınık dallara sahip bir ağacı seçmişlerdi, bunun sebebini az sonra anladı. Dallara tırmanıp rahatça kuruldular. Üçlü gruba bitişik bir ağacı seçen Athena, her zamanki gibi tetikteydi, kalın gövdeli ağaca yaslanmış ok sadağını düzenliyor, bir yandan da etrafı süzüyordu.
‘’O pelerini kucaklamak yerine giysen daha iyi olmaz mı?’’
Ares’in sesiyle kendisine baktı, oyuncak ayısını kucaklayan bir kız gibi pelerine sıkıca sarılmıştı. Kollarını gevşetti.
‘’Üşümüyorum.’’ dedi Ares’e bakmaksızın. Hala gözünün önüne Durga’nın ona nasıl yaklaştığı geliyor ve göğsü sıkışıyordu. Onunla da bir macera yaşamış olduğunu düşündükçe nefesi kesiliyordu. Yoksa kadın hareketlerinde nasıl bu kadar rahat olabilirdi?
‘’O zaman neden yanında taşıyorsun? Merak etme bir daha uçmayacağım.’’
Adamın alaycı konuşması sinir oldu ve ona ters bir bakış attı. Ares’in yumuşak bakışları, ıslak saçlarının kıvrılarak yüzüne dökülmesi, dudağının hoş kıvrımı karşısında söylemeyi düşündüğü kelimeler zihninden uçup gitti. Ares kolunu çözüp elini ona uzattı, kibarca çenesini okşadı.
‘’Seni özlüyorum.’’ diye mırıldandı.
‘’Ama yanındayım.’’
Ares’in bakışları Dünya’nın gözlerine takıldı. ‘’Yine de özlüyorum.’’ Diye fısıldadı.
Dünya konuşamayacak kadar uyuşmuştu, asıl büyü bu olsa gerek diye düşündü. Ares’in parmakları, boynundan aşağıya indi.
‘’Sürgünden döndüğümde beni en çok ne sevindirdi biliyor musun?’’ dedi, sesinin tınısı Dünya’nın dizlerinin çözülmesine neden oluyordu. ‘’Kolyeni hala taktığını görmek…’’
Parmağı kolyenin olması gereken yerde duraklayınca Dünya kendine geldi. Ares kolyenin yokluğunu fark etmişti, eli yanmış gibi geri çekti ve soran gözlerle yüzüne baktı. Yumruk yemiş gibiydi.
‘’Kaybolmasından çekindim.’’ diye yalan söyledi. Bu takmayı unuttumdan daha iyiydi ama adamın yüz ifadesi herhangi bir bahaneyi kabul edeceğe benzemiyordu.
‘’Ne?’’ dedi Ares bir adım gerileyerek.
‘’Düşürmekten korktum.’’ dedi omzunun ısınmasına aldırmaksızın devam etti. ‘’Dönünce yeniden takacağım.’’
Ares, yüzü taşa dönüştü.
‘’Belki diğer kolyeni takmak istersin.’’
‘’Saçmalama!’’ dedi. ‘’Gerçi almaya hakkın yoktu ama…’’
Ares lafını kesti:
‘’Almaya hakkım olmayabilir ama ona ait bir şeyin senin boynunda durmasına yeterince katlandım.’’ Ellerini saçlarına geçirip ağaca yaslandı. Aşağıya kayarak yerde birikmiş suyun içine oturdu.
Yağmur iyice hızlanmıştı. Dünya, sağanağın ardında diğerlerini görmekte zorlanıyordu. Zaten tepeden tırnağa ıslandığından o da Ares’in yanıbaşına oturdu. Ares başını elleri arasına almış dirseklerini dizlerine dayamıştı, yüzünü saklamıştı. Dünya, elini adamın koluna koydu.
‘’Önceden de bu kadar kavga ediyor muyduk?’’
Ares tek elini indirip onun yüzüne baktı ve başını salladı:
‘’Evet, çok dikkafalısın.’’
‘’Ben mi?’’ dedi Dünya. ‘’Yoksa sen mi?’’
Ares doğruldu, başını ağaca yasladı.
‘’Sen!’’
‘’Kesin senin hiç suçun yoktur.’’ dedi Ares’in sözlerinden sonra omzunun tepkisizliğine bozularak.
‘’Suçsuz değilim.’’ Dedi Ares. ‘’Ve cezamı da çekiyorum zaten.’’
‘’Bu ne demek, ne cezası?’’
Dünya, yağmurun bir adamı nasıl bu kadar güzelleştirebildiğini düşünürken Ares sorusunu cevapladı:
‘’Suçum bir ölümlüyü sevmekti, bu yüzden senin kadar aksi birine âşık olarak cezalandırıldım.’’
Dünya gözlerini kısıp adama baktı:
‘’Bu kadar tatlı konuşmasan olmaz mı? Bana aksi dediğin için sana nasıl kızacağım şimdi?’’
Ares gülümsedi.
‘’Eminim sen bir yolunu bulursun.’’
Dünya içini çekti ve gittikçe gölleşen yere baktı. ‘’Sanırım bulurum.’’ dedi ve mırıltıyla ekledi. ‘’Kolye için üzgünüm ama inan taktığımı sanıyordum. Sana az önce yalan söyledim. İsteyerek arkada bırakmadım.’’
‘’O halde…’’ dedi Ares. ‘’Yalanın için kendini affettirmelisin’’
Dünya başını kaldırıp ona baktı ve bakışından sözlerinin anlamını kavradı. Ares’in yüzünü elleri arasına aldı, dudaklarına uzanırken kalbi delice çarpıyordu. Ares’in kollarındayken diğer her şey önemini yitiriyordu. Birbirlerinden zorlanarak ayrıldılar, Ares onun yüzünü okşayıp gülümsedi.
‘’Başkasından bu şekilde özür dileme, anlaştık mı?’’
Dünya gözlerini Ares’in gözlerine dikti. ‘’Anlaşmalar konusunda ikimizinde sicili lekeli.’’
Ares burnunun ucuna bir öpücük kondurup doğruldu.
‘’Bu konuda ciddiyim papatyam!’’
‘’Bu tamamen sana bağlı.’’ dedi Dünya ve sırtını ağaca yasladı.
‘’İçimi rahatlatsan şaşardım zaten.’’ diye Ares’in ağzının içinde mırıldandığı duydu.
Daha fazla konuyu dallandırıp budaklandırmamak için sustu. Güvenilmeyecek bir şey yaptığını sanmıyordu, Adonis ile olan suni teneffüsünden başka bir olayı olmamıştı ki, zaten bunu da Ares bilmiyordu. Sorun yoktu.
Yağmur yavaşlamaya başladı. Dünya, suratsızca oturan ölümsüzleri artık görebiliyordu. Athena bile tedbirli duruşunu bırakmış,  suyun içine bağdaş kurmuş bıkkın bir ifadeyle oturuyordu. En rahat olan Apollon’du, adam kalın dala uzanmış başını kavuşturduğu kollarına yaslamıştı. Hemen üzerindeki geniş ağaç yaprağı sayesinde, sanki rahat yatağında yatıyordu. Adonis sudan ıslanmış saçlarını geriye atarak Ares’e seslendi.
‘’Fani takımı, dinlendiyseniz yola devam edelim mi?’’
Ares tek kaşını kaldırıp Adonis’e sırıttı:
‘’Elbette, tatlı çocuk.’’
Adonis yüzünü buruşturup ayaklanırken Ares’in şakasına gülen diğerleri de yerlerinden doğruldular. Neşeli olmaları Dünya’nın tuhafına gitmişti. Tehlikeli tuzaklarla dolu bir yoldan başiblislerin hapsi dedikleri çukura gidiyorlardı ve hiçbirinin morali bir an olsun bozulmamıştı. İçinde bulundukları berbat ortamda bile şakalaşacak kadar neşeleri yerindeydi. Bu hayata alışık olmak başka bir şeydi, sanki zorluklardan zevk alıyorlardı. Çevrelerini saran su, giydikleri çizmeleri etkisizleştirmişti. Yönlerini bile bulamayacakları bir ağaç deryasındaydılar, hala yağmur yağıyordu ama hepsinin yüzü aydınlıktı. Dünya, kendi yüz ifadesine çeki düzen vererek Ares’in ona uzattığı eli tuttu.
‘’Hadi fani sevgilim, gitme zamanı.’’ diyen adama bakarken Dünya’nın içi titredi. Ona duyduğu sevgi kesinlikle kutsal bir şeydi, buna iyice emin oldu.
Apollon ağacın dalından suyun içine adımlar gibi indi. Ağacın korumasından çıkarak, usulca yağan yağmura başını çevirdi. Gökyüzü görünmüyordu, ağaç dalları ve yaprakların örttüğü kafese doğru mavi gözlerini dikti. Dünya, ölümsüzün ne yapmaya çalıştığını anlamamıştı. Diğerleri ise üstlerini ve silahlarını düzeltmekle uğraşıyorlardı. 
‘’Koruyucu ruh yok!’’ dedi Apollon, en sonunda. Ona yaklaşan Ares’e başını çevirdi.
Ares etrafına göz gezdirdi. ‘’Büyü mü?’’
Apollon başını salladı. ‘’Kara büyü sızmış.’’
Konuşma grubun ilgisini çekmişti. Apollon bir ipucu ararmışcasına gözleriyle çevresini süzüyordu. ‘’Anahtar bizdeydi, daha önce kim gelmiş olabilir?’’
Athena öne çıktı:
‘’Çukur mühürlenirken yapılanlardan farklı bir şey mi var?’’ dedi ve yan gözle Ares’e baktı. ‘’Yüzlerce yıldır buraya kimse ayak basmadı.’’
Sesindeki kuşku Ares’i hedef alıyordu, bu çok barizdi. Gözlerindeki bakışa ek olarak sözleri de düşüncesini ortaya koyuyordu. Ares, kaşlarını çatıp Athena’ya döndü.
‘’Kastettiğin şey iblislere yardım etmemse, hayır, çukur kapatıldığından beri ilk defa buraya ayak basıyorum.’’ Dedi ve nefes alarak ekledi. ‘’Bana güvenip güvenmemek sizin bileceğiniz iş ama size yalan söylemedim.’’
‘’Yalan söylemedin ama sakladığın çok şey var.’’ dedi Adonis. Sesi suçlayıcı değildi, olan bir şeyi ortaya koyuyordu.
Herkes dönüp Ares’in tepkisine baktı. Çenesini sıkan Ares, Adonis’in sözlerine yorum yapmadı, onun yerine Athena ile konuşmayı tercih etti.
‘’Hena, eğer bana inanmıyorsanız ve yaptıklarıma güveniniz yoksa şimdi ayrılın. Çünkü ben vazgeçmeyeceğim, saldırıları kontrol altına almak için başiblislere ihtiyacım var. Gitmeniz halinde sizlere gücenecek değilim, bunu bilin.’’
Athena, Ares’e yaklaştı. Elini adamın yüzüne koydu ve gözlerine bakarak konuştu.
‘’Sana inanıyoruz Ares ama daha önce hiç bu kadar kendini bizden gizlememiştin. Olayları hep sonradan öğrenmek bizi üzüyor. Asıl biz, senin güvenini ne zaman kaybettik?’’
Ares’in gözleri gölgelendi ve başını eğdi. Athena, elini Ares’in ensesine doğru yöneltti ve ona biraz daha yaklaştı.
‘’Başının anlattığından daha fazla dertte olduğunu hissediyoruz. Yardım istemek senin için bu kadar mı zor?’’
‘’Beni anlayamazsınız?’’ dedi Ares dişlerini sıkarak.
‘’Biz, Zeus veya Hera değiliz, Ares.’’ dedi Artemis. ‘’Seni olduğun gibi kabul eden kardeşleriniz, suçlamıyoruz, sadece anlamaya çalışıyoruz.’’
Dünya, Durga’ya doğru baktı. Kadının gözleri Ares’in üzerindeydi, dikkatlice adamın ne yapacağını izliyordu. Bu kadar özel bir konuşmaya tanık olduğu için hiç rahatsız değildi, hatta parçası olmaktan hoşlanıyora benziyordu. Durga aniden yeşil gözlerini ona çevirdi. Dünya kadına yakalandığı için rahatsız olmadan çatık kaşlarının altından ona bakmaya devam etti. Durga dudaklarını yayıp Dünya’ya sırıttı ve gururlu bir tavırla konuşanlara doğru döndü. Burada olmaya hakkı olmadığını düşünen Dünya, hayalinde kadının üzerine atılıp tırnaklarını kadının güzel yüzüne geçirdiğini gördü. Ares’e dokunan dudaklarını kolayca yırttığını ve ince parmaklarını teker teker kırdığını hayal etti. Beyninin içinde incecik bir kahkaha duyunca kendine gelip başını salladı. Düşünceleri ona yabancıydı ama olasıydı, hayali bile hoşuna gitmişti.
‘’Üzgünüm ama size daha başka bir şey anlatamam.’’ Dedi Ares, ardından başını kaldırıp Athena’ya baktı. ‘’Buna rağmen benimle olup olmayacağınız size kalmış Hena. Ölümlü olsam da kendimi koruyabilirim.’’
‘’Ben seninle devam edeceğim.’’ dedi Durga. ‘’Ayrıca anahtarı geri gönderebilirsin, dediğim gibi tılsım konusunda sana yardım edebilirim. Ona gerek yok.’’
Alaycı bakışlarını Olimpos’lulara çevirdi. ‘’İsteyen anahtarla dönebilir.’’
Dünya, öfkeyle soluk aldı ve tam ağzını açacaktı ki Apollon önüne geçti.
‘’Dönmekten bahseden yok Durga, sana çeneni kapatıp kenarda durmanı tavsiye ederim. İstenmeyen bir konuk olarak biraz fazla konuşuyorsun.’’
Durga Apollon’a öylesine bir bakış attı.
‘’Ares’in sizi de yanında istemediğini az önce duyduğuma göre, kim çok konuşuyor Zeus oğlu?’’
Apollon gözlerini kıstı. Dünya, teninin hafifçe ışıldadığını gördü ama diğerleri bu tuhaflık karşısında tepkisizdi.
‘’Hala sen çok konuşuyorsun.’’ Diye homurdanan Apollon, kadını süzdü. ‘’Koruma altında olmasaydın bu kadar cesur olabilir miydin acaba?’’
Durga, duygusuz gözlerle Apollon’u süzdü. Adonis araya girdi.
‘’Kimse geri dönmüyor, bu anlamsız tartışmayı keselim ve yola devam edelim. Ne dersin Ares?’’
Ares, başını sallayıp Athena ile yürümeye başladı. Apollon, kibirle adımlayan Durga’dan gözlerini alamıyordu. Dünya koluna dokununca kendine geldi. Yürüyen diğerlerine katıldılar. Dünya’nın aklına ‘koruma’ olayı takılmıştı, bir an önce Apollon’la bu konuda konuşması gerekiyordu. Önemli olabilirdi ama şu anda soramazdı. Çünkü adam çok sinirliydi. İlk defa onun bu kadar öfkelendiğini gördüğünden soru cevaplama havasında olmadığını anlamak zor değildi. Tek başına yürüyen Durga, dışlanmaktan hiç rahatsız olmamıştı.
Yağmur kesileli yarım saat olmasına rağmen toprağı örten yosunlar hala vıcık vıcıktı. Kimse tek laf etmiyordu ve ıslanmış pejmürde bir halde, yönlerini gösteren Ares’in peşinden gidiyorlardı. Bu ağaç okyanusunda ne tarafa gideceğini bilmesi tuhaf olsa da, Ares’e uymakta kimsenin tereddütü yoktu. Eros da Dünya’nın yanında yürüyordu. Dünya sonunda Apollon’a döndü
‘’Apollon’’ dedi, adam omzunun üstünden ona bakınca devam etti. ‘’Koruma altında olmak ne demek?’’
Apollon nem yüzünden iyice dalgalanan saçlarını geriye sıvazladı.
‘’Koruma, her evin lideri tarafından verilen bir çeşit tılsımdır. Bizler, normalde birbirimize etkili bir büyü yapamayız, kalıcı bir büyü yapmamıza ‘koruma’ engel olur.’’
‘’Ne tür büyüler mesela?’’
‘’İradeyi etkileyen veya ölümsüzlüğü lekeleyen büyüler’’
‘’Hafıza silmek bir büyü değil mi?’’ dedi Dünya, anlamaya çalışarak.
‘’Hayır’’ diye başını salladı Apollon. ‘’O, Ares’in yeteneği, aslında bizler üzerinde de yeteneklerini bu kadar rahat kullanabilmesi tuhaf bir şey ama Ares hepimizden farklıdır.’’
Eros lafa girdi. ‘’Bu tuhaflık iyi anlamda’’
‘’Evet’’ diye onu tasdik eden Apollon, devam etti. ‘’Koruma konusuna geri dönersek, şöyle düşün; koruma, olası bir anlaşmazlıkta birbirimize zarar vermememiz için Zeus’un bize sağladığı bir zırhtır. Diğer evlerdeki ölümsüzler içinde geçerli.’’
‘’Koruma kalkarsa savunmasız mı kalıyor?’’ dedi Dünya, Ares’in içinde bulunduğu tehlikenin boyutlarını tahmin etmeye çalıştı.
Eros cevapladı.
‘’Evet’’ dedi, eliyle Ares’i işaret etti. ‘’Mesela Ares bir fani ama hala Olimpos evinin korumasına sahip olduğundan büyülerimize ve zararlı gözlere karşı koruma altında.’’
Dünya’nın kafası karışmıştı. Aklına Asteria’nın laneti geldi.
‘’Peki, lanet bir büyü değil mi?’’
‘’Bir çeşit büyüdür.’’ dedi Apollon. ‘’Kötü olanından.’’
‘’Asteria, lanet yapabilir mi? Yani sizlere.’’
Apollon yan gözle Dünya’ya baktı, sorusu ilgisini çekmişti. ‘’Bunu neden soruyorsun?’’
‘’Sadece korumanın ne kadar işlevsel olduğu merak ediyorum.’’ dedi basitçe.
Apollon birkaç saniye Dünya’nın yüzünü süzünce Dünya adamın omzuna vurdu.
‘’Merak etme Apollon, Asteria’ya dönüşmem halinde ne yapabileceğimi sorgulamıyorum.’’
Apollon biraz olsun rahatlamış bir yüzle başını ileriye çevirdi.
‘’Asteria, asil kandan bir titan, onun gücü Zeus’u bile aşıyor. Lanetinden bizi koruyacak bir zırh yok.’’ Dedi ve derin bir nefes aldı. ‘’Ayrıca umarım dönüşmezsin ama dönüşürsen onun sana yapabileceğin her şeyi öğreteceğinden eminim.’’
Dünya kaşlarını çatıp Eros’un tepkisine baktı. Bebek yüzlü ölümsüz, omuzlarını hafifçe kaldırdı ve ona gülümsedi.
‘’Bu asla olmayacak Dünya, seni lanetten korumak için elimizden geleni yapacağız.’’
Şu durumda, Dünya’nın çekindiği şey kendi laneti değildi, Ares’in korumasının kaldırılmasıydı. Bunun için onu bir an önce uyarması gerekiyordu. Zeus’a içinden küfrederek adımlarını hızlandırdı. Ares’ten neden bu denli nefret ediyordu ki.
Önüne çıkan bir ağaç kökünün üzerinden atladı ve Ares’e seslenmek için ağzını açtı. O anda midesine gelen bir darbeyle soluğu kesilerek uçtu. Ağacın birine sırtı hızla çarptı ve kayarak suyun içine yüzüstü kapaklandı. Ne olduğunu anlayamamış bir halde, ağzının içine dolan kanı tükürerek başını kaldırmaya davrandı. Ağaca çarptığında yanağını ısırmıştı. Gördüğü manzara karşısında gözleri iyice açıldı.
Yılan ve kuş bozması, ejderhaya benzeyen bir sürü yaratık onlara saldırıyordu. Yaratıklar çok hızlıydı, uzun kuyruklarını, sivri dişlerini ve pençelerini kullanarak aniden bastıkları Olimposluları dağıtmayı başarmışlardı. Başlarının üzerinde küçük kıvrık boynuzları vardı, sırtlarında yüzgeç gibi açılmış kısa kanatlarıyla ve güçlü kuyruklarıyla hızlı ve seri hareket edebiliyorlardı. Derileri kurbağa derisini andırıyordu.
Dünya ona doğru süzülürcesine gelen yaratığa karşı bir an dondu kaldı, ardından parmaklarıyla kavradığı pelerini ona yaklaşmış yaratığın yüzüne fırlattı ve yana yuvarlandı. Pelerin bir ağ gibi açılarak yaratığı yüzünü örttü ve görüşü kapanan yaratık hızla az önce Dünya’nın çarptığı ağaca tosladı. Yaratık hırlayarak pençelerini pelerine geçirdi ve tek hamlede kalın kumaşı parçaladı. Dünya ne yapacağını düşünürken arka arkaya gelen üç tane ok yaratığın kafasına saplandı ve yaratık Dünya’nın üzerine düştü.
‘’Kahretsin.’’ diye homurdanırken bir el onu yaratığın altından çekip çıkarttı. Yüzünü bulayan iğrenç kokulu siyah sıvıyı silerek kendisini kurtarana döndü.
Artemis yüzünü buruşturdu.
‘’Iyk, bu iğrenç bir şey!’’
Dünya yapış yapış yaratık kanını temizlemeyi bırakıp Artemis’e ters bir bakış attı. Artemis elindeki yayı gererken söylendi.
‘’O pis şeyden çabuk kurtulsan iyi olur, fark ettiğin üzere çok hızlı pıhtlaşıyor.’’
Dünya, ‘’Teşekkür ederim.’’ diye homurdanıp eğildi. Elini yüzünü yerdeki suyla temizlerken Artemis yanından ayrılmadan yaratıkları ok yağmuruna tutmaya devam etti.
Ortalık cesetlerle dolmuştu, suya sızan kanlar akışkan suyu jöle kıvamına sokmaya başladı. Bir an önce ilerlemeleri gerekiyordu. Fakat yaratıklar her yönden onları kuşatmışlardı ve arkası kesilmeyen ataklarla zarar vermeye çalışıyorlardı.
‘’Tüh, oklarım bitti.’’ diye mırıldanan Artemis, yayı sırtına asıp belindeki bıçakları sıyırdı. ‘’Dünya’’ dedi ve elindeki bıçaklardan birini ona uzattı. ‘’Tedbir niyetine!’’
Bıçağı Artemis’in elinden aldı ve başını salladı. Artemis sabırsızca en yakın ejdere saldırdığında Dünya iyice geriledi. Bakışları Ares’in olduğu yöne kaydı. Altın gözler, savaşın heyacanıyla alev alev yanıyordu, yakışıklı yüzünü bürüyen hırsla önüne gelen yaratığı kâh bıçağıyla kâh kılıcıyla deşiyordu. Bazı yaratıkların saldırmaktansa kaçmaya çalıştıklarını fark eden Dünya, onlara hak verdi.
Yanıbaşında bir hırıltı duyunca elindeki bıçağı hiç düşünmeden sesin sahibine doğru savurdu. Bunu içgüdüsel olarak yapmıştı, bıçak yaratığın göğsünü boydan boya keserken yaratık kuyruğunu hızla Dünya’ya doğru yöneltti. Dünya, kolunu gelecek darbeye karşı tutsada, çarpışmanın şiddetiyle başını ağaca vurdu. Bir an gözleri karardı ama kendisine uzanan pençeyi görebilmişti. Ona yakın yaratığın göğsüne tekmeyi atarak hemen eğildi, pençeler onun yerine ağacın sert kabuğunu parçaladı. Durma lüksü yoktu, bıçağı iyice kavradı. Yaratığın ince boyun derisini hedef aldı ve yaratığa doğru atıldı. Bıçak ince deriyi kolayca dildi, hırıltıyla sendeleyen yaratığın sırtına güçlü bir tekme daha attı. Ağaca çarpan yaratığın boynu tuhaf bir çatırtıyla büküldü ve cansızca yere düştü. Dünya nefes nefese doğruldu. Yaptığı esere öylece baktı ve hoşnut bir şekilde omzunu silkip başını çevirdi.
Adonis dört beş metre ötesinde onu izliyordu. Beğeni dolu bir bakışla Dünya’ya sırıttı ve ona bir öpücük gönderdi. Dünya’nın yüzü utançtan kıpkırmızı olmuştu. Adonis gülümsemeye devam ederken elindeki bıçağı Dünya’ya doğru fırlattı. Dünya olduğu yerde buz kesmişti ama bıçak yarım metre yanından uçarak ardındaki ejderin alnına saplandı. Ejder suları sıçratarak geriye düştü. Adonis rahat adımlarla Dünya’dan bakışlarını ayırmadan yürüdü ve yanından geçip yaratıktaki bıçağını çekti. Ejderin sıvısına bulanmış bıçağı pantalonuna silerken Dünya’nın yanına geldi.
Dünya tereddütle etrafına bakındı. Ejder sayısı azalmıştı, çoğu ejder gersingeri ormanın derinliklerine dönüyordu. Ağaçların arasından görebildiği kadarıyla her bir Olimposlunun uğraştığı tek bir yaratık kalmıştı. Ares ise ortalarda görünmüyordu, birden panikledi. Adamı en son gördüğü yöne doğru adım atacakken Ares, diğer taraftaki ağaçların arasından ortaya çıktı. Ağaca saplanan dairesini çıkartmaya çalışan silahsız Durga’ya saldıran ejderin kuyruğundan tuttuğu gibi fırlattı. Ağaca çarparak hızla gövdesine sarılan ejder aynı hızla Ares’e doğru atıldı. Ares olduğu yerde yukarı zıpladı ve tutunduğu dalda bir tur döndükten sonra ona yaklaşan ejderin yüzüne tekmeyi bastı. Apollon ona seslendi ve elindeki kılıcı fırlattı. Yere düşen Ares kılıcı tek eliyle yakaladı ve ejderin toparlanmasına mahal vermeden başını gövdesinden ayırdı. Ares kılıcı Apollon’a geri fırlattı ve Durga’ya döndü. Kadının silahını ağaçtan çekip sahibine uzattı. Durga daireyi eline alırken gözlerini Ares’in üzerinden bir saniye olsun ayırmamıştı.
‘’Rahatsız edici değil mi?’’ diye konuşan Adonis’e cevap vermeksizin o ikisini izlemeye devam etti. ‘’Klasik Ares, sende yakında alışırsın.’’
Alışmak mı? Neye? Kaşlarını çatıp Adonis’e baktı. Soluğu daralmıştı, kelimelerin üstüne basa basa konuştu.
‘’Hiçbir şeye alışmayacağım. Bir kadının, aşkı için neler yapabileceğini hayal bile edemezsin.’’
Adonis yüzünü buruşturdu.
‘’O, Afrodit’i terk etti tatlım, daha ötesi ne olabilir?’’
‘’Sende Afrodit’i terk ettin. Demek ki, onu terk etmek zor bir şey değilmiş.’’
Adonis, Dünya’nın yüzüne doğru eğildi. Ve fısıldadı.
‘’Ama ben Afrodit’i başka bir kadın için terk etmedim, sadece terk ettim. Aradaki fark bu!’’
Adonis’in sözlerindeki doğruluk yüzünden Dünya olduğu yerde sarsıldı. Aldığı hava, ciğerlerine yetmiyordu, Adonis’e vurma isteğiyle yumrukları kasıldı. Fakat adamın haklılığı karşısında dili tutulmuştu. Adonis hoş bir gülümsemeyle doğruldu ve ejderlerde saplı kalan silahlarını arayan ölümsüzlere doğru adımladı. Dünya başını yeniden ikisinin olduğu yöne çevirdi. Ares, Durga’nın omzunun arkasındaki yarayı temizlemesine yardım etmiş. Şimdi de belindeki şaldan yırttığı parçayla bandajlıyordu. Sanki kadına başkası yardım edemezdi. Acaba Afrodit’i onun için terk eden altın gözlü, başka bir kadına âşık olup Dünya’yı bırakır mıydı? Kollarını kendine sardı ve ardındaki ağaca yaslandı. Birden kendini çaresiz hissetmişti ve çok öfkeli.
‘’Suratının hali de ne böyle?’’
Başını kaldırıp Ares’in yüzüne baktı. Bulduğu kılıcı hasarlı kınına geçirmeye çalışan Ares tam önünde dikiliyordu. Dünya, onun yaklaştığını bile duymamıştı. Kılıcı kına geçiremeyince çapraz bir bağ yaparak belinde sabitledi ve rahatlayarak Dünya’ya gülümsedi.
‘’Cevap gelmedi.’’
Dünya omzunu silkti.
‘’Yok, bir şeyim, saldırı yüzünden şaşkınım.’’
‘’O yaratığı biçerken hiç şaşkın değildin.’’ dedi Ares elini onun yaslandığı ağaca dayadı ve Dünya’ya iyice yaklaştı.
‘’Beni gördün mü?’’ dedi Dünya, hızlanan kalbine sinir oldu. Adama kızgın olması gerekiyordu, varlığına hayran olması değil.
‘’Gözüm hep sendeydi.’’ Diye fısıldadı Ares, eliyle uzanarak yüzündeki saç tutamını geriye attı. ‘’Öğrendiklerini bir şekilde hatırlamana hiç bu kadar sevinmemiştim. Gerçi daha önce beni dövdüğün zamanlarda pişman olmadım değil ama bugün beni çok gururlandırdın.’’
Gözü hep ondaymış! Bunu yemesini mi bekliyordu? Yine de adamı terslemedi, onun yerine konuyu değiştirdi.
‘’Daha ne kadar yolumuz var?’’
‘’Yoruldun mu?’’ diyen Ares doğruldu.
‘’Hayır, sadece sıkıldım.’’
Ares’in yanından geçip toplanan ölümsüzlere doğru yürüdü. Sakin ol, diye kendi kendine telkin ediyordu ama Durga’yla aynı havayı solurken bu çok zordu. Ejderin sırtından oku çıkarmaya çalışan Artemis’in yanında durdu. Okun ucu kırılmıştı. Artemis oflayarak yararsız oku yere attı.
‘’Umarım çıplak elle savaşmak zorunda kalmayız.’’ dedi ve ellerini beline attı. ‘’Tırnaklarımın normal haline dönmesi için iki hafta uğraşmam gerekiyor.’’
‘’Ama çıplak elle savaşırken çok korkunç ve etkileyici oluyorsun.’’ diyen Eros, topladığı okları Artemis’e uzattı.
Kadın kocaman bir gülümsemeyle okları aldı. ‘’Hadi, ya, gerçekten mi? Teşekkür ederim Eros!’’
Eros omzunu silkti. ‘’Rica ederim. Benim için zevkti.’’
Birkaç dakika içinde hazır olan grup yola düştü. Durga onlardan ayrı olmaya özen gösteriyordu, birkaç adım geriden, bazen de yandan onları takip ediyordu. Olimposluların her biri iyice dağılmıştı. Dağa uzanan yolun bu kadar uzak olduğunu kestiremeyen Dünya’nın da onlardan farkı yoktu. Pislik içinde ve nemden bunalmış bir halde adımlarını bile zorla atıyordu. Arada ayağına dolanan yosunlardan da iyice bıkmıştı. Düzenli ve kuru kafesini özledi. Birde işinden şikâyetçi oluyordu, ne aptallık. Beterin beteri olduğunu şimdi iyice kavramıştı. Eğer geri dönerse Sedef istediği kadar geç kalabilirdi, Samet istediği kadar sakarlık yapabilirdi, Demet telefonla istediği kadar konuşabilirdi. Kerem’in dağınıklığına bile kızmayacaktı. Huzursuzca nefes aldı, eğer geri dönebilirse…
Dikenli sarmaşıkların sarmaladığı kemerlere ulaştıklarında Dünya bunları düşünüyordu. Eski taşların düzensizce dizildiği kemerler oldukça yüksekti, boşlukları parmağı kadar uzun dikenlerle kaplı sarmaşıklar sarmıştı. Arkasında ne var, görünmüyordu. Hepsi taş ve bitkilerden oluşan duvarın önüne dikildiler. Geçmek için çirkin yapraklara sahip sarmaşıkları kesmeleri gerekiyordu. Apollon kılıcını çekerek duvardaki sarmaşıklara salladı. Sarmaşık parçalanırken yeni sürgünler, açılan boşluğu hızla doldurdu ve yine aynı hale geri döndü. Apollon kaşlarını çatarak kılıcı yeniden salladı. Bu sefer darbesi daha güçlüydü ama faydası olmadı, daha kesilirken boşluklar doluyordu.
‘’Bu ne biçim bir sihir!’’ diye söylenen Athena sarmaşıkların köklerinde şansını denedi. Apollon ile aynı akıbete uğrayınca hırsla homurdandı. ‘’Burdan nasıl geçeceğiz?’’
Ares duvara yaklaştı ve sarmaşıkları kontrol ederken Durga konuştu
‘’Yukarı tırmansak?’’
Ares başını salladı
‘’Dikenler çok keskin.’’ dedi ve ekledi. ‘’Ayrıca çok sık, tutunacak bir aralık bile yok. Tırmanana kadar paramparça oluruz ki, tırmanıp aşacağımızı varsayarsak.’’
Apollon avuçlarını duvara doğrulttu ve kollarından akan ışığı sarmaşıklara aktardı. Sarmaşıklar duman çıkartarak yanmaya başladı ama yenilerinin gelmesi saniyeyi bile almadı. Apollon bıkkınca ellerini salladı, gün ışığına benzeyen parlaklık hafifçe soldu
‘’İşe yaramıyor.’’
‘’Bu, bir kapı…’’
Hepsi konuşan Ares’e doğru baktı, adamın gözleri Dünya’ya çevrilmişti. Yeniledi. ‘’Bu, bir kapı Dünya.’’
Dünya o an ayıldı. Başını salladı ve dikenlerden sakınarak elini duvara yerleştirdi. Uzun dikenlerin haricinde ufacık dikenlerinde olduğunu o zaman fark etti. Dikenler, iğne gibi, parmaklarına batınca çekmemek için kendini zor tuttu. Sarmaşıklar çatırdayarak birbirlerinden ayrıldı ve kemer girişini açığa çıkardı. Ares haklıydı, bu garip kemer bir kapıydı. Sevinçle elini çekince sarmaşıklar eski hallerine döndüler. Sevinci kursağında kalan Dünya, nefeslendi. Ares yanına geldi.
‘’Elini çekme papatyam.’’
Dünya elini duvara dayadı. Dikenden sakınmayı unutmuştu ve dikenin biri, başparmağına saplanarak kesti. Sesini çıkartmadı çünkü kapı yine aralanmıştı. Ares diğerlerine döndü
‘’Siz önden gidin, ben Dünya’yla en son gireceğim.’’
‘’Elini çekemiyor ki.’’ dedi Artemis.
‘’Bence burada kalsın.’’
Durga’nın son lafı üzerine Ares, kadına doğru döndü ama Dünya dayanamayıp atıldı.
‘’Ya da sen geçerken elimi çekivereyim. Belki sen arada kalırsan büyü varlığın yüzünden bozulur ve yarattığın boşluktan hepimiz geçebiliriz. Bu nasıl?’’
Durga duygusuz bir yüzle ona baktı ama diğerleri kahkahaları bıraktı. Ares gülmemek için dudağını ısırıyordu ama hoşuna gittiği belliydi. Athena ellerini çırptı.
‘’Tamam, toparlanın çocuklar. Akşam olmak üzere ve millet Hermes’i peşimize takmadan işi bitirmeliyiz.’’
Elinde kılıçla geçitten ilk geçen Apollon olmuştu, ardından Durga geçidi adımladı. Apollon’un ‘Sorun yok’ lafından sonra birer birer geçitten geçtiler. Dünya, parmağına batan diken yüzünden canının yanmasına aldırmadan hepsinin geçmesini bekledi. Kanı, parmağından bileğine doğru incecik çizgi halinde sızıyordu, bir an önce çekmek istese de dayandı. Ares, karşıda bekleyen ölümsüzlere baktı ve başını Dünya’ya çevirdi.
‘’Sıra bizde.’’
‘’Nasıl geçeceğiz, ya biz sıkışırsak.’’
‘’Hızlı olursak sıkışmayız.’’ dedi Ares ve yüzüne anlamlı bir sırıtışla baktı. ‘’Çok hızlı…’’
Dünya neyi kastettiğini anlamıştı, Ares basit tabiriyle ışınlanacaktı ama bunu öyle hesaplaması gerekiyordu ki, diğerleri bunu yapabildiğini fark etmemelilerdi. Hem kendisinden hem de ölümsüzlerden sakladığı daha ne kadar yeteneği olduğunu düşündü. Eli geçidin hemen yanındaydı. Ares ona adımladı ve kollarının arasına aldı. Dünya adamın nefis kokusuyla sarhoş bir halde güzel gözlerine baktı.
‘’Bunu yapabilecek misin?’’
Ares başını eğip kulağına fısıldadı
‘’Çocuk oyuncağı.’’ dedi ve elini Dünya’nın duvardaki eline doğru kaydırdı. ‘’Hena bana çok kızacak…’’



17. bölüm

Dünya ‘neden’ diye soramadan etrafındaki şekiller değişti ve eli duvardan ayrıldı. Ares, parmaklarını onun parmaklarına dolayıp elini Dünya’nın sırtına yapıştırdı. Başını Ares’in göğsüne yaslamıştı, doğrulttuğunda şaşaladı. Duvarın diğer tarafında değillerdi, ölümsüzlerin yanına gitmemişlerdi, hatta ormanda bile değillerdi.
Sıcak, koyu gri kayalardan oluşan geniş bir alandaydılar. Kayaların arasından buharı tüten sular hafif eğimli yüzey sayesinde akıyordu. Koyu renkli kayaların yassı ve süngerimsi bir yapısı vardı, küçük derecikler yüzünden bazı yerleri aşınmıştı. Dünya, Ares’ten ayrılıp etrafa bakındı. Gökyüzü daha yakındı ve ışık oldukça azalmıştı. Yirmi otuz metre ötelerinde kırık kenarlı bir duvar yükseliyordu. Duvar geniş bir çember gibi etraflarını sarmıştı. Yer eğimlenerek tünele benzeyen eğri büğrü şekillere kavuşuyordu.
‘’Dağın tepesindeyiz.’’ diye mırıldandı ve Ares’e baktı. ‘’Diğerleri ne olacak?’’
‘’Başlarının çaresine bakarlar. Onları yeterince tehlikeye attım, zaten bundan sonrası sırf ayak işi. Onlar buraya gelene kadar ben iblislerle anlaşmamı yaparım.’’ dedi ve kendi eline baktı. Parmaklarını ovuşturup kaşları çatıldı. ‘’Kan?’’
Dünya omzunu silkti.
‘’Diken batmıştı.’’ dedi zonklayan parmağını önemsemeden.
Ares, Dünya’nın elini aldı ve kesiği inceledi. Hafifçe bastırınca Dünya’nın aklı çıktı.
‘’Ne yapıyorsun?’’
Elini çekmeye çalıştı ama Ares bırakmadı. Aniden eğilen Ares, Dünya’nın parmağındaki kesiği diliyle hızlıca yokladı, ardından ağzına aldı. Kanayan parmağının üzerine kapanan dudaklar yüzünden Dünya’nın nefesi kesildi. Ares, parmağını canını acıtırcasına emdi ama Dünya’nın düşündüğü son şey can acısıydı. Hissettirdiği duygular basit bir sızıdan daha sarsıcıydı. Ares kolunu Dünya’nın beline doladı ve altın gözleri Dünya’nın yüzünde sıkıca tuttuğu parmağı daha güçlü emdi.
Dünya, kolunu Ares’in boynuna attı, başka türlü ayakta duramayacaktı. Dudağını ısırarak dönen başını Ares’in omzuna yasladı. Tüm sinirleri alarma geçmişti, bu kadar çabuk baştan çıktığı için kendine inanamıyordu. Ilık dudakların arasındaki parmağından yayılan acı, zevke dönüşmüştü. Başı istemsizce Ares’in boynuna doğru yönelmişken Ares belindeki eliyle sırtını okşadı. Parmağındaki muhteşem baskı kaybolmuştu.
Dünya aniden ayılarak yüzünü, öpmemek için kendiyle savaştığı, boyundan çekti. Tüm bedenini ateş basmıştı. Ares dudağını lekeleyen kan lekesine rağmen ölümcül derecede çekiciydi. Dünya’nın kalbini sızlatan bir sırıtışla, dişlerinin arasında sıkıştırdığı dikeni çıkarttı. Parmağına batık kalmış kırık dikene öylesine bakan Dünya yutkundu. Konuşmak için ağzını açtı ama sesi çıkmadı. Başını salladı ve adamdan uzaklaşmaya çalıştı.
Ares temkinli bir şekilde onun doğrulmasına yardım etti. Dünya, kendine gelmesinde hiç yardımcı olmayan bu dokunuşlardan sıyrılmak için geriledi. Sonunda sesi çıkmıştı
‘’Teşekkür…’’
‘’Canını çok fazla acıtmadım, değil mi?’’
Dünya rüyadaymışcasına adama baktı, kastettiği şeyin ne olduğunu anlamak için. Ona sarılmak için dayanılmaz bir istek duyuyordu. Onun yerine sadece başını sağa sola salladı. Ares, yüzünü dikkatlice süzerek yaptığını açıklamaya çalıştı.
‘’Parmağında kalırsa mikrop kapabilirdi.’’
Dünya, anladığını göstermek için yeniden başını salladı, yukarı aşağıya. Kan akışı duran parmağını diğer eliyle sıkıca sarmıştı, bu canını yarasından daha çok yakınca yumruğunu gevşetti.
‘’Yüzün beyazladı, bayılacak mısın?’’
‘’Hayır’’ dedi kırık bir sesle ve Ares’e arkasını döndü. ‘’Nereye gideceğiz?’’
‘’Biraz dinlenmeye ne dersin?’’
‘’Hayır, yürüyelim.’’ dedi Dünya, Ares yeterince başını döndürmüştü. Duraklamaları halinde neler olacağını kimse bilemezdi.
Ares, onu ilerideki tünele yönelttiğinde biraz olsun kendine gelmişti. Ama parmağındaki kesiğe baktığında gözünün önüne o an gelince içi titredi. Ares ile defalarca öpüşmüştü ama bu kadar baştan çıkmamıştı. Durumunu Ares’in fark etmediğini ummaktan başka tesellisi yoktu. Yan gözle yanı başında yürüyen adama baktı. Yırtık zırhı içinde, kendinden emin ve rahat adımlarla yürüyordu ve yüzünde hoş bir ifade sabitlenmişti. Hiç şansı yoktu, Ares onu etkilediğinin gayet farkındaydı.
Hava tuhaf bir şekilde loşlaştı. Tamamen karanlık değildi sanki hafif bir pus kaplamıştı. İçine girdikleri tünelin tavanı, aynı dağın hali gibi kırıklıydı. Genişleyerek mağaraya dönüşen tünel sıcak ve buharlıydı. Kapalı olsaydı kesinlikle nefes alamazlardı. Köşeyi döndüler ve Dünya buharın sebebini gördü. Duvardan şelaleye dönüşerek dökülen sıcak suların oluşturduğu bir havuz karşılarına çıktı. Bir kaplıcaya varmışlardı. Biraz ilerisinde tüneller birkaç kola ayrılarak devam ediyordu. Ares havuzun kenarına gidip oturdu.
‘’Dinlenmemiz gerek.’’ dedi Dünya’ya bakarken.
Dünya yorulmuştu, birkaç kere ayağı tökezlemişti ama hala dinç duran Ares’in dinlenmeye ihtiyacı olmadığı belliydi. Kararsızca durakladı.
‘’Gücüne ihtiyacın olacak Dünya.’’
İşte buna karşı çıkamazdı, ileride onları neyin beklediğini bilmiyordu. Ayaklarını sürüyerek Ares’in yanına oturdu.
‘’Biraz dinlenelim bakalım.’’ diye homurdandı.
Ares, kollarındaki derileri sökerken öylesine sordu
‘’Parmağın nasıl oldu? Hala acıyor mu?’’
‘’İyi, acımıyor.’’ dedi kuruyan boğazını temizleyerek. Burası da ne sıcaktı! Terleyen saçları yüzüne ve ensesine yapışmıştı.
Ares üzerindeki ince, deri zırhı sıyırdı. Dünya onun ne yaptığına bakmak için başını çevirdi. Gözleri kusursuz bedene kilitlenmiş halde mırıldandı.
‘’Ne yapıyorsun?’’
‘’Banyo yapacağım.’’ dedi Ares elindekini yere bırakırken. Göğsünün ortasındaki bandajı sıyırdı ve gülümseyerek tamamen çıkarttı.
‘’Yapamazsın!’’ diye söylenen Dünya devam edemedi. Çünkü Asteria’nın kontrol laneti yaptığı yara kaybolmuştu. Tamamen iyileşmiş deriyi görünce sevinçle Ares’e baktı.
Ares, elini eskiden yara olan yere sürttü.
‘’İnanamıyorum, iyileşmiş.’’ dedi ve parıldayan gözlerini ona çevirdi. ‘’Bunun için sana teşekkür etmeliyim.’’
Dünya, Ares’in göğsündeki yıldızlar hala dursa da kötücül yarasının iyileşmesine sevinmişti. Başını salladı.
‘’Bana değil, Hekate’ye teşekkür etmelisin.’’
Ares’in bakışları yüzünde dolanırken Dünya başını çevirdi. Nefes almanın normalde bu denli güç olduğu bir yerde, Ares’le tek başına olmak hiç akıllıca bir şey değildi. Ares, botlarının bağlarını çözerken dişlerinin arasından mırıldandı.
‘’Evet, doğru, ona teşekkür etmeliyim.’’
Ares’in neden sinirlendiğini anlayamamıştı. Kafası daha başka şeylerle dolu olan Dünya, soyunan adama bakmamak için duvarları ve tavandan görünen gri bulutları seyrediyordu. Ares, ayağa kalktı ve pantalonunu yere bıraktıktan sonra suyun içine girdi. Ares’in suda hareket ettiğini duyabiliyordu, üzerine oturduğu kayanın çıkıntılarına tırnaklarını geçirdi. Rahatlamalıydı, neden bu kadar kasılıyordu ki? Altı üstü, arkasındaki havuzda, son derece çekici çıplak bir tanrı banyo yapıyordu.
‘’Su çok güzel.’’ diyen Ares’e bakmaksızın konuştu
‘’Sevindim, keşke şampuanını da getirseydin.’’
‘’İlla benim sormamı mı bekliyorsun?’’ ses çok yakınından gelince Dünya’nın yüreği ağzına geldi. İrkilerek sesin kaynağına doğru dönüverdi.
Ares, kollarını kayanın üzerinde kenetlemiş yanı başında ona bakıyordu. Su buharının çıplaklığını gizlemekte yardımcı olmadığını fark eden Dünya elektrik çarpmış gibi başını çevirdi, neyseki Ares sırtüstüydü.
‘’Kahretsin, Ares, ne yaptığını sanıyorsun?’’
‘’Seni yanıma çekmeye çalışıyorum.’’ dedi Ares.
‘’Banyomu Olimpos’ta yapacağım.’’ diye hırladı. Başını çevirdiği halde Ares’in mükemmel vücut hatları gözünün önündeydi. Aklı bir kez daha parmağına kapanan dudaklara ve dikeni arayan dile kaydı.
‘’Böylesini bulamazsın.’’ dedi Ares.
‘’Göremeyeceğime eminim, bulamayacağıma.’’ dedi ve yeniden kızardığını belirten ateş, dikkatini iyice yok etti. ‘’Yani kaplıcaları kastetmiştim, kaplıcayı!’’ diye düzeltti.
‘’Başka ne olabilir ki?’’ dedi Ares ve su sesiyle Dünya adamı yanıbaşında hissetti.
Sıcak bir el, gergin ensesideki saçlarını ıslattı. Sıcak su damlaları sırtından akarken gözlerini kapatıp kendini, Ares’in baştan çıkarıcı okşayışlarına bıraktı. Terli boynunu ve saçlarını suyla ıslatırken okşayan Ares’in parmaklarında büyü olmalıydı. Gerginliği yerini hoş bir duyguya bırakırken Ares, yüzünü kendisine çevirdi. Dünya gözlerini açamıyordu. Ares’in dudaklarını, teninde arzu dolu bir baskıyla hissettiğinde kendini tutamadan onun ismini fısıldadı. Fısıltısı, yumuşak dudakların arasında kayboldu. Ares, onu hiç bu kadar tutkulu öpmemişti. Dünya, Ares’in dilini ve dudaklarını kullandığı cazibeli öpücükleri karşısında hiç bu kadar savunmasız kalmamıştı. Ares’in kasten onu eritmeye çalıştığını anladı. Ona olan gereksiz direncini kırmak için bu yolu seçmişti ve gayet başarılıydı.
Dünya, bedenini, yan olarak oturmuş Ares’e doğru çevirdi. Parmaklarını ıslak saçlara dolayarak dudağını adamın dudaklarına bastırdı. Ares ellerini Dünya’nın kalçalarına koydu ve kendine doğru çekti. Kalçasındaki eller, tişörtünden içeri girdi ve tenini okşamaya devam ederek sırtına ulaştığında, Dünya hissettiği arzunun etkisiyle kontrolünü kaybetti. İkisi birbirine sarılmış halde sıcak taşların üstüne düştüler. Ares’in üstündeydi ve dudaklarını onun teninden çekemiyordu. Banyonun etkisiyle yumuşamış ipeksi tenin altındaki sert kaslarını dudaklarıyla okşayarak doyasıya öptü. Çekinmeksizin parmaklarıyla göğsünden aşağıya doğru indi, karın kaslarını okşadı.
Kesik bir nefes alan Ares hızlı bir hareketle Dünya’yı sardı ve üstüne ağırlığını vermeden uzandı. Parmakları tişörtünün altında araştırmaya başlamıştı bile. Göğüslerine ilerleyen dokunuşların verdiği zevkle Dünya derin bir nefes almak için başını geriletti. Ares dudaklarını, boynuna doğru indirirken Dünya, parmaklarını kumral saçların arasına gezdirdi. Teninin müthiş kokusu tüm benliğini sarmıştı. Hiçbir varlığın böyle baştan çıkarıcı olmaya hakkı yoktu ama Ares doğanın tüm çekiciliğini bencilce kendinde toplamıştı.
Ares, başını kaldırıp gözlerinde tutkunun ateşiyle ona gülümsedi:
‘’Dünya, seni seviyorum ve sonsuza kadar da sadece seni seveceğim.’’
‘’Ölümsüz olduğunda bunu sana hatırlatırım.’’ diye boğuk bir sesle konuştu.
Ares’in kirpikleri tireşti ve tenini okşayan elini tişörtten çıkartıp Dünya’nın yüzünü okşadı. ‘’Bu anı bozma, sevgilim.’’ diye fısıldadı, başparmağını onun dudağına dokundurdu ve kibarca okşadı. ‘’Lanete her dakika yaklaşıyor olman yeterince canımı yakıyor. Ama yakında bu sorunu da atlacağız.’’ dedi ve gülümsedi. ‘’Ölümsüz bir sevgiye ne dersin?’’
Ares’i kendine çekti ve dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdu. Masumdu ama Ares’in devamında yanıtladığı öpücük kesinlikle masum değildi. Adamın elleri, tişörtünün üzerinden aşağıya doğru inmeye başladı. Kalçasını kavrayan güçlü parmakların verdiği şaşkınlıkla Dünya’nın aklına Ares’e söylemesi gereken bir şey olduğu geldi ama onun güçlü kolları arasındayken anımsamakta zorlanıyordu. Ve çıplak bedeninin altında…
Ares, öpücüğü derinleştirmeye çalışırken adamı ittirdi.
‘’Sen çıplaksın!’’ diye söylenerek adamın altından çekilmeye çalıştı.
Ares şaşkınca onu izliyordu. Dünya gözlerini kapatıp eliyle omzundan ittirdi. ‘’Nasıl unuttum, kalk üstümden!’’
‘’Unuttun mu?’’ diye homurdanan Ares doğruldu. ‘’Üstüme atılırken hiç unutmuşa benzemiyordun.’’
Dünya gözlerini sıkıca yumarak söylendi.
‘’Beni baştan çıkaran sendin. Çabuk kıyafetlerini giy!’’
‘’Aşırı tepki veriyorsun, Dünya. İlk defa mı beni çıplak göreceksin sanki…’’
‘’Ne!’’ diyen Dünya ellerini yüzüne kapattı. Ellerini kullandı çünkü istemsizce gözlerini açmak zorunda kalabilirdi, tamamen istemsizce. ‘’Hafızamı iyi ki silmişsin.’’ diye söylendi.
Ares’in ellerini kendi ellerinin üzerinde hissetti, adam yavaşça ellerini yüzünden çekti.
‘’Tamam, giyiniğim.’’
Dünya gözlerini araladı, pantalonu ve deri zırhını giymiş adamı süzdü. Ares sıkkın bir ifadeyle ayağa kalktı ve botlarının yanına gitti. Dünya verdiği saçma tepki yüzünden ne diyeceğini bilemiyordu. Daha düzgün davranabilirdi ama bir ara kendini bile kaybetmişti. Ares, onun üzerinde yarattığı etkiden bihaber olamazdı.
‘’Asla, seni hiçbir şey için zorlamadım Dünya.’’ dedi botlarını sağlamlaştırırken.
‘’Biliyorum. Ben…’’ dedi Dünya ve havuzun yanına gidip yüzünü ıslattı. ‘’Sadece utandım.’’
Başını çevirip Ares’e baktı, altın gözlü yüzünde durgun bir ifadeyle onu dinliyordu. Dünya doğrulup havuzun kenarına oturdu. Yere bakarak konuştu.
‘’Daha önce ne kadar ileri gittik?’’
Ares ses çıkartmayınca nefes alıp ona baktı. Ares hüzünlü bir bakışla Dünya’ya bakmaya devam ediyordu, neden sonra bakışlarını alıp ayağa kalktı.
‘’Yolumuz az kaldı, gidelim mi?’’
Dünya ayağa kalkıp onu kolundan yakaladı. ‘’Ares, soruma cevap verir misin?’’
Ares kaşları çatık ona baktı. ‘’Hayır, cevaplamayacağım.’’
‘’Neden?’’
‘’Asıl sen neden bunu merak ediyorsun? Benimle birlikte olmak istersin veya istemezsin. Bunun dünle veya yarınla ilgisi yoktur. Sana, daha önce beraber olduk, dediğimde utanman geçecek mi?’’
Dünya, Ares’in kolunu bıraktı. Ona bir süre daha bakan Ares sert adımlarla ortadaki tünele doğru yürüdü. İçi paramparça bir halde altın gözlünün peşinden tünele girdi. Neden onun yanında bu kadar aptalca davranıyordu ki? Tüm duyguları çorbaya dönmüştü, sanki içinde başka bir Dünya daha vardı ve işleri karıştırmaktan zevk alıyordu. Buradan çıkana kadar hiçbir şey düşünmemeye karar verdi, sakince görevini yapacaktı.
Ares bir süre sonra yavaşladı, elleri cebinde Dünya’nın kendisine yetişmesini bekledi. Adımlarını uzatan Dünya ona yetişince birlikte yürümeye başladılar. Sessizlik Dünya’yı iyice boğmaya başlamıştı. Soluğunun kesilmesini buhara atmak faydasızdı, Ares’in ondan uzaklaştığını düşündüğü için boğuluyordu. Koluna girip temiz, hoş kokusuna yakın olmayı ne kadar isterdi. Kendisi ise leş gibiydi, banyo yapmamakta diretmeseydi keşke.
Karşılarına bir kapı çıkana kadar yürüdüler. Kapının yanındaki rafta dört tane nesne duruyordu ve kapının ortasında da bir oyuk. Ares duraksamadan rafa yürüdü. Dünya yanına gittiğinde raftaki nesnelere dokunmaksızın kontrol ediyordu. Nesneler tahtadan oyulmuştu. Hilal şekli en baştaydı, onun yanında yanan bir alev şekli vardı. Üçüncü figür bir anahtardı, dördüncüsü küçük bir kuştu. Dünya dikkatli bakınca bunun bir serçe olduğunu fark etti.
‘’Anahtar mı, hilal mi?’’ dedi Ares.
Dünya başını salladı. ‘’Serçe.’’
Ares ona baktı. ‘’Serçe mi?’’
Dünya tahta kuşu parmağıyla işaret etti. ‘’İşte her ne arıyorsak cevabı bu serçe.’’
‘’Tılsım bir serçe mi, yani?’’ dedi inanmaz bir bakışla. ‘’Hilal, Hekate’nin simgelerinden biri, anahtar da kapıyı açabilmesi açısından tılsım olabilir. Ateş desen neyse de serçe çok anlamsız.’’
‘’Serçe!’’ dedi Ares’e diklenerek.
‘’Dünya, yanlış bir şey seçersek…’’
‘’Yanlış değil, Ares, beni tılsımı çözmem için getirmedin mi? Cevabım, serçe.’’
Ares bir an düşündü ve serçeyi eline aldı. ‘’Sen gerilesen iyi olur, mümkünse uzaklaş.’’
‘’Neden?’’
‘’Yanlış tılsımı seçtiysek sorun var demektir.’’ Dedi ve geldikleri yönü işaret etti. ‘’Bu yolu kullanarak kratere geri git, Hena’lar yakında tepeye varırlar. Sonra kapıya…’’
Dünya Ares’in lafını kesti ve elini tuttu.
‘’Hiçbir yere gitmiyorum. Seninle geleceğim.’’
‘’İnatlaşmanın sırası değil, Dünya, geri dön ve korkma.’’
‘’Korkmuyorum.’’
Ares derin bir nefes aldı ve söyleyeceklerini yuttu. ‘’Peki, aksi şey!’’
Ares parmaklarını Dünya’nın parmaklarına geçirdi, hafifçe geriye çekerek Dünya’nın önüne geçti. Sonra tahta serçeyi kapıdaki oyuğa yerleştirdi ve ikisi de bir adım geri çekildiler. Tahta serçe silkindi ve canlı bir serçeye dönüştü. Küçük kanatlarını titreterek şakıdı ve kapı açıldı. Ares derin bir nefes aldı ve güven vermek istercesine parmaklarını sıktı.
‘’Başardın.’’ dedi yan gözle ona baktı. ‘’Serçe olduğunu nasıl anladın?’’
‘’Anahtar olan kim?’’ dedi cevap olarak.
Ares gülümsedi ve elini bırakmaya davrandı. Dünya izin vermeyince kaşları çatıldı.
‘’Elimi bırakabilirsin artık.’’ dedi. ‘’İşim çok uzun sürmez.’’
Dünya ‘’Seninle geleceğimi söyledim.’’ dedi ısrarla.
‘’Başiblislerle görüşeceğim canım ve hiçbiri de çekici bir kadın değil, emin olabilirsin.’’
‘’Belki çekici bir erkektirler.’’ dedi başını dikleştirerek.
Ares bıkkınca Dünya’ya baktı. Laf geçiremeyeceğini anlayınca pes edip elini çekiştirdi. Birlikte taş kapıdan geçtiler.
Ayaklarını bastıkları kızıl renkli toprak, toz kadar inceydi. Dünya buraya neden çukur dediklerini anladı, çünkü kocaman bir çöküntü tam karşılarındaydı. Gökyüzü boz bir renkteydi ve kötü kokan bunaltıcı bir rüzgâr esiyordu. Ares ile birlikte aşağıya doğru inmeye başladılar. Ayakları tozun içine bata çıka nihayet aşağıya indiklerinde Dünya’nın üstübaşı kızıl toza bulanmıştı. Ares ona kenarda beklemesini söyledi ve çukurun solundaki mermer taşa yürüdü. İki ayağını mermere bastıktan sonra yüksek sesle konuştu:
‘’Ben Ares, Eris’i çağırıyorum.’’
Önündeki hava titreşti, toprağın içinden şıkırdayan zincirler yükseldi ve prangaların ucunda bir beden şekillendi. Uzun siyah saçları uçuşan kadının sırtında, yarasa kanadını andıran tül gibi, siyahımsı gri kanatları vardı. Gördüğü çirkin iblislerden farklıydı, daha çok güzel bir periye benziyordu. Beyaz tenli ve uzun boylu kadın, kediye benzeyen sarı renkli gözlerini Ares’e dikti.
‘’Eris, çağrına karşılık verdi Ares.’’ dedi, derinden gelen bir sesle. Kanatlarını çırparak bileklerindeki ışıltılı prangaların izin verdiği kadar yükseldi. Sesine memnuniyet katarak ekledi. ‘’Birgün beni görmeye geleceğini biliyordum.’’
Selam verircesine Ares’e doğru uçtu, adamın tam karşısında durdu. Ares keskin bakışlarını kadından bir an olsun ayırmadan konuştu.
‘’Sadece görmeye gelmedim Eris, hizmetin gerekli.’’
Eris saçlarını savurdu ve hoşnut bir sesle ‘’Bu biraz zor.’’ dedi. ‘’Gördüğün gibi elim kolum bağlı, sana nasıl hizmet verebilirim?’’
‘’Önce dinle o halde.’’ dedi Ares sertçe. ‘’Seni serbest bırakacağım ama sadakatin konusunda kuşkuya düştüğüm anda çukuruna bir daha hiç çıkmamak üzere geri dönersin.’’
Eris başını yana yatırdı.
‘’Sana hep sadıktım, bunu biliyorsun.’’ dedi. ‘’Yüzyıllar önce beni buraya hapsettiğinde de sana sadıktım.’’
Ares’in yüz ifadesinde hiç acıma yoktu, kibir de yoktu. Karşısında zarifçe süzülen güzel iblis efendisinin önünde mesafeli bir duruşla dikilmişti.
‘’Eskiden senin emrinde olan iblisleri toparlayabilecek gücün var mı?’’
Eris haince sırıttı:
‘’Nihayet tahtını almaya karar verdin mi?’’
‘’Hayır, Zeus tahtın sahibi olmaya devam edecek.’’ dediğinde kadının yüzü asıldı. ‘’Sorundan anladığım kadarıyla iblislerini yönetebilecek güce sahipsin. Sana bir teklifim var.’’
Eris teklifi duymak için istekle bir adım daha yaklaştı. İblisin emrini beklediğini gören Ares, hoş bir tınıya dönüşen sesiyle sözlerini tamamladı.
‘’Seni özgür bırakacağım. Bunun karşılığında emrin altındakilere, boyutlarda terör estiren başıboş iblisleri avlatacaksın. Benim izin vermediğin hiçbir canlıya zarar vermeyeceksin, ne elinle, ne de dilinle!’’
Eris tiksintiyle gözlerini kıstı. ‘’İblisleri avlamamı mı istiyorsun?’’
Ares başını salladı. ‘’Evet’’
Ayaklarının ucuyla zarifçe yere dokundu Eris, birkaç saniye düşündü ve doğruldu. ‘’Bu ilginç olabilir.’’ diye mırıldandı. ‘’Senin komutanda olacağım, değil mi? Başkasına hesap vermek işime gelmez.’’
‘’Benim de işime gelmez.’’
Ares’in sözü üzerine gülümseyen Eris, Ares’e başını eğerek selam verdi.
‘’Emrindeyim yüce Ares! Eskiden olduğu gibi, sonsuza kadar efendimsin!’’
Ares üzerinde durduğu mermerden indi, belindeki bıçağı çekti ve avcuna sürdü. Yumruğunun arasından süzülen kan mermere akarken net bir sesle konuştu.
‘’Serbestsin Eris!’’
Kan mermere damladı ve mermer orta yerinden çatladı. Prangaların bileklerinden çıkmasıyla Eris, siyah sislerin arasında yok oldu. Ares, kemerinden çıkarttığı kumaş parçasını eline dolarken diğer mermere doğru yürüdü. Dünya kumaşın Durga’nın şalının parçası olduğunu fark etti. Kollarını kavuşturup kendini toprağın üzerine bıraktı. Kadın, olmadığı yerde bile bir şekilde Ares’e faydalı oluyordu.
Ares, Enyo’yu çağırdı, bu seferki buğday tenli, kızıl saçlı oldukça uzun boylu bir kadındı. Neredeyse Ares kadar uzundu, deri ve demirden yapılmış kıyafetiyle tam bir savaşçıydı. Eris kadar güzel değildi ama ondan, güç olarak üstün olduğu belliydi. Bukleli saçlarını atkuyruğu yapmıştı ve boynundan başlayarak sağ kolunun dirseğine uzanan bir dövmesi vardı. Dünya kadının kaslı ve biçimli bedenini, ince prangaların nasıl zaptedebildiğine şaşırdı.
Ares’in pek uğraşmasına gerek olmadan Enyo hemen sadakatini adama sundu. Dünya’nın dikkatini başka bir şey çekti, konuşmaları sürecinde Enyo, Ares’e hitap ederken Enyalios demişti. Ares’i sadece sonda, sadakatini sunarken söylemişti. Ares elindeki kumaşı çekti ve yumruğunu yeniden sıkarak damlayan kanla Enyo’yu serbest bıraktı. Enyo, Ares’e selam verirken dumana karıştı.
Ares duraksamadan son mermere geçti. Çağırdığı iblis efendisi Phobos’du. Fakat prangalar içinde gelen Deimos’un ta kendisiydi. Dünya şaşkınlıkla gözleri açıldı. Dikkatlice baktığında bariz farklar gözüne çarptı. Deimos’un yapısına yüzüne sahipti ama hareketleri ve sesi farklıydı. Daha ürkütücüydü. Siyah, parçalı bir zırh içindeydi, kızıl gözleri içsel bir alevle yanıyordu. Dövmeleri Deimos’tan daha çoktu ama sert yüzü diğer ibliste olan yara izlerinden yoksundu. Ares’in liderliğini memnuniyetle kabul etti. Hatta zevke gelerek güçlü bir nara attı. Prangalarından kurtulduğunda ortadan yok olmadan önce tırnaklarını Deimos’un yaptığı gibi göğsüne geçirdi ve kopardığı deriyi yere attı.
Ares elini kumaşa düzgünce sararken Dünya’nın yanına adımladı. ‘’Diğerleri gelmeden gidelim papatyam.’’ dedi ve sağlam elini ona uzattı.
Dünya ‘’Tamam’’ dedikten sonra uzanan eli tuttu ve kapıyı düşündü.
Bir saniye sonra kapının önünde Ares, rafta duran tahta şekilleri çukura geri fırlatıyordu. Dünya kapıyı yeniden kilitledikten sonra Ares bu seferde kemerli kapıyı düşünmesini söyledi. Dünya dediğini yaptı ve yeniden kemeri saran sarmaşıkların önündeydiler. Ares birkaç defa girişin diğer tarafındaki ölümsüzlere seslendi. Cevap alamayınca kapıyı açan Dünya sayesinde girişten geçerek etrafa bakındı. Sonunda geri döndü ve beklemeleri gerektiğini söyledi, diğerleri dağdan inene kadar. Adonis diğerlerini oyalama işini iyi kıvırmış olmalıydı, hala ortalarda yoklardı.
Kurnaz Ares, söyleyeceği yalanını da bulmuştu. İkisi birden kapıdan geçmeyi başaramıyorlardı ve o, Dünya burada bırakamazdı, çünkü o, Dünya olmadan tılsımı da çözemezdi. Yani çukura ulaşmak için başka bir yol bulması gerekiyordu. Başiblisler biraz daha bekleyebilir diyecekti.
‘’Ares’’ dedi Dünya, ‘’Yeteneklerini neden gizliyorsun?’’
Kemerlere yakın yan yana oturuyorlardı. Ares öylesine gerindi ve Dünya’ya baktı.
‘’Benim bir doğa kazası olduğumu düşünürlerken biraz fazla özel yeteneklerimin olduğunu öğrenmeleri akıllarını karıştırır. Düşünsene iblislere hükmedebilmem bile bu kadar sorun olurken diğerlerini bilselerdi, hakkımda ne düşünürler?’’
‘’Senin doğa kazası olduğunu düşündüklerini sanmıyorum Ares.’’
Ares soluklandı.
‘’Anlamıyorsun Dünya, bende gerçekten bir tuhaflık var.’’
‘’Ne demek istiyorsun?’’
Ares bir an konuşmaya devam etmeyecekmiş gibi etrafa göz gezdirdi. Sonra kararını vererek Dünya’ya bakmaksızın anlatmaya başladı.
‘’Yıllar önce Zeus ile anlaşma yaptığımda herkes bazı fedakârlıklarda bulundu. Dünya boyutunda çoğu güçleri kısıtlandı, insanların yararı için. Görünmez olmak, hızlı hareket etmek, kendi kendine yönlenebilmek gibi… Sınırlandık, Olimpos dışında çoğu güçlerimizi artık kullanamayacaktık. Hera ve Zeus’un izni gerekiyordu.’’ Ares, kararsızca Dünya’ya baktı. ‘’Ben hariç…’’
‘’Neden? Seni kısıtlamalarına izin vermedin mi?’’
Ares başını salladı.
‘’Hayır, izin verdim. Hatta ilk benim güçlerimi aldı, yani aldığını sandı. Bende öyle sanmıştım ama sonra fark ettim ki, Zeus’un hükmü bende işlemiyor. Güçlerimi benden alamamıştı.’’
‘’Ama senin ölümsüzlüğünü aldı ve Tartaros’a sürgün edebildi.’’
‘’Onlar cezaydı. Evimizin lideri olduğu için ceza verebilir. Fakat güçler bize özeldir. Biz gönüllü olarak Zeus’un sınırlanmasına izin verdik.’’
‘’Yine de saklaman saçma, sen yanlış bir şey yapmadın. O, senin güçlerini alamamış.’’
‘’Bunun olmaması gerekiyordu papatyam. Öğrenmeleri halinde Zeus’un benim hakkımda söylediklerinin doğru olduğunu düşüneceklerdir. Benim lanetli bir iblis olduğumu…’’
‘’Sen iblis değilsin.’’
Ares neşesizce gülümsedi.
‘’Olabilir ama diğerlerinden farklı olduğum apaçık. Nektar bile benim için sadece hoş tadı olan bir içecekten başka bir şey değil. Zeus tarafından sınırlanmış güçlerimi ve ölümsüzlüğümü tazeleyen bir içecek asla olmadı.’’
‘’Bunu nasıl bilebilirsin ki?’’
‘’Anlaşmadan önce Zeus beni hapsettiğinde çok uzun süre nektarsız kaldım. Normalde hapsimden çıktığımda bir türlü ölemeyen, güçten düşmüş zavallı bir sefil olmam gerekiyordu. Bir yudum bile nektar içmeden başiblis efendilerini ve iblisleri komuta altına almam ise hiç beklenmiyordu. Zeus’un o anda bir şeylerden şüphelendiğini sanıyorum ve Hera’nın ağzıyla sınırlama önerisini sundu.’’
‘’Olimposlulardan kendini saklıyorsun çünkü sizden farklı değilim demek için. Bunu bilmelerinde ne sakınca var, hala anlamıyorum. Seni olduğun gibi kabul edeceklerine eminim. Sen asıl iblisleri saklasaydın ya. İblislere hükmetmen daha fena.’’
‘’O iş biraz karışık, küçük bir çocukken bile o yaratıklarla aram iyiymiş. Ayrıca bu, pek saklanacak bir şey değil, iblislerle savaşırken bile ortada. Onlara saldırıyorum, ellerini bile kaldırmadan kılıcıma, boyunlarını eğiyorlar. Ama diğerleri daha kolay gizlenen yetenekler.’’
‘’Seni küçük bir çocuk olarak düşünemiyorum.’’ dedi Dünya. Ares’i altın gözlü, kıvırcık saçlı muhtemelen koyu sarı saçları, uçlarına doğru iyice açılan bir çocuk olarak hayal etti. Evet, düşünebiliyormuş. Onun çok tatlı bir çocuk olduğuna neredeyse emindi, yaramaz ama tatlı.
‘’Bende bir zamanlar küçüktüm, böyle doğmadım elbette.’’ Diye Ares gülümsedi.
‘’Peki, annen ve baban?’’ dedi tereddütle. Kendi anne ve babasını kaybedeli çok olmuştu, evrakların arasından sadece bir tane resim bulabilmişti. Sedef’in anlattığına göre, 13 yaşındayken bir kaza sonrası tek sağ kalan kendisiydi. Bu yaşına kadar yaşadığı tüm hayatını başkalarının ağzıyla öğrenmişti.
Ares bir süre yere baktı. Sonra başını kaldırdı ve ileriye bakarken konuştu.
‘’Kim olduklarını bilmiyorum. Beni Zeus bulmuş, yeni doğmuş, ölümsüz bir bebek. Beni, bu yüzden Olimpos’a getirmiş. Trakya’da bulduğunu söylediğinden kendimi o bölgeye daha yakın hissediyorum.’’
‘’Seni bulmuş mu?’’ dedi Dünya, yüzünü buruşturarak. ‘’Bu çok tuhaf!’’
Ares ona baktı. ‘’Tuhaf olan şey ne?’’
‘’Ne bileyim.’’ diye omzunu silkti. ‘’Zeus’un ölümsüzleri bulma özelliği mi var?’’
‘’Öyle bir yetenek yok.’’ diye güldü Ares. ‘’Zeus, kartala dönüşebilir ve bir zamanlar İda Dağ’ında dinlendiği bir yuvası varmış. Kartala dönüşüp İda Dağı çevresini dolaştığı bir gün yakındaki Koru Dağı’nın tepesinde beni görmüş. Yanımda iki tane iblis varmış. Zeus, onların elinden beni almış ve gerisini biliyorsun.’’
‘’Tamamen tesadüf yani?’’ dedi Dünya, kuşkuyla. ‘’Peki, bu yüzden mi, iblis olduğunu düşünüyorsun?’’
Ares dikkatlice Dünya’nın yüzüne baktı. ‘’Belki gerçekten öyleyimdir.’’
Dünya, ses tonu ve bakışları yüzünden ürperdi. Başını salladı. ‘’Olmadığına eminim, sana söylemiştim.’’ dedi. ‘’İblislerin yaydığı kötücül his sende yok.’’
Ares gözlerini kırpıştırdı. ‘’Sen iblisleri hissedebiliyor musun?’’
‘’Korku, iblis hissetmek sayılırsa hissedebiliyorum.’’ dedi sırıtarak. Son bir senedir hissettiği delice ve anlık korkuları düşündü. Değişen havayı, kötü kokuları, hepsinde de iblislerin yakında olduğunu artık biliyordu, çünkü şimdi onları gözüyle gördüğünde hissettikleriyle aynıydı. ‘’Ama sen hiç öyle bir his vermiyorsun. Huzur ve güven veriyorsun, kaç gündür kâbus bile görmüyorum. Sen, bana ne kadar yakınsan, o kadar karmaşadan kurtuluyorum.’’
‘’Bu iyi bir şey mi?’’
Dünya elini Ares’in koluna koydu. ‘’Geri döndüğünden beri hayatımın anlamı değişti Ares. İyi bir şey değilse de, ihtiyacım olan bir şeydi. Nefes aldığımı, tüm hücrelerimde hissediyorum. Duygularım hiç olmadığı kadar canlı, seninle yeniden yaşama döndüm.’’
Ares, özlem dolu gözlerle onun yüzünü uzunca bir süre süzdü. Konuşacak gibi ağzını açtı, sonra vazgeçerek önünü döndü. Çenesini sıkıyordu. Dünya dövmesiyle ilgili bir sorun olduğunu düşünerek endişelendi.
‘’Neyin var, canın mı yanıyor?’’
Ares başını salladı.
‘’Hayır, papatyam.’’ Dedi ve birden ayağa kalktı. ‘’Seni lanetten kurtarmak için ölümsüz olmam gerek. O zaman hemen ayrılmamızı isteyecekler. Ölümlü kalırsam o kadının laneti, seni benden alacak. Kahretsin!’’
Yumruğunu en yakın ağaca geçirdi. Kalın gövdesine rağmen ağaç darbenin etkisiyle sallandı. Dökülen bir iki yaprağın altında Ares, yumrukları sıkılı halde, Dünya’ya döndü.
‘’Asteria’yı kandırmanın bir yolunu bulmalıyım.’’
Dünya gözlerini adama dikerek ayaklandı.
‘’Asteria’yı kandırmak için yatağına girmekten bahsediyorsan, bil ki bunu yaptığın takdirde; seni, benden cehennemin tüm iblisleri bile koruyamaz.’’
Ares’in kızgınlığının yerini şaşkın bir bakış aldı. Kekeleyerek konuştu.
‘’Hayır.’’ dedi. ‘’Onu kastetmemiştim.’’
‘’Neyi kastettiğin umurumda değil, aldatırsan, katlanırsın. Seni pişman ederim.’’
Ares şaşkınca ona bakarken kemerin diğer tarafından Athena’nın sinirli sesi geldi.
‘’Ares, nerdesin?’’
Ares uykudan uyanır gibi doğruldu ve sarmaşıkların hapsindeki duvara yaklaştı.
‘’Hena, asıl siz neredesiniz?’’ sesi hala kendine gelememişti.
‘’Ne demek neredeyiz?’’ diye Athena hırladı. ‘’Girişi aç da nerede olduğumuzu göstereyim.’’
‘’Böyle konuşursan kesinlikle açmam.’’ dedi Ares gülerek.
‘’Aç şu kapıyı!’’
‘’Tamam, Hena, şaka yapıyordum.’’
Apollon’un sesi yükseldi. ‘’Ares, inan hiç sırası değil.’’
Dünya, elini duvara koyduğunda sarmaşıklar aralandı ve girişten hiddetinden kudurmuş bir Athena fırladı. Doğruca Ares’e yürüyen kadın yumruğunu adamın omzuna geçirdi.
‘’Kaç saattir seni arıyoruz, biliyor musun? Dağa kadar çıktık.’’
Omzunu ovuşturan Ares sakince yalanını attı. Kapıdan birlikte geçemediklerini ve Dünya’yı burada bırakmak istemediğini, zaten bıraksa da tılsımı çözemeyeceği için geçmesine gerek olmadığını gayet rahat anlattı. Sonrasında onları aradığını, seslendiğini ama kimseyi bulamadıklarını ekledi. Dünya’nın omzu dışında, herkes Ares’in yalanına inandı. Ares üzgünce başını salladı.
‘’Sanırım bundan vazgeçmeliyiz ya da onlarla başka bir yoldan görüşmeye çalışmalıyım.’’
‘’Boş ver onları.’’ dedi Artemis. ‘’Tehlikeye girmeye gerek yok. İşe yarayacaklarını sanmıyorum.’’
‘’Sizi de boşuna peşimden sürükledim.’’ Dedi Ares, ne güzel rol yapıyordu. Dünya, adamın soğukkanlılığı karşısında tepki vermeden öylece dinledi.
Athena, kollarını kavuşturmuş, asık suratla Ares’e bakıyordu. Kollarını çözüp Ares’in kolunu okşadı.
‘’Tamam, sorun yok. Olimpos’a dönelim, ne yaptığımızı çoktan merak etmeye başlamışlardır. Gidip iblis avına çıktığımız için rapor verelim.’’
Ares, yan bakışla Durga’ya baktı.
‘’Sen ne yapacaksın?’’
Durga omzunu kaldırdı. ‘’Sizinle iblis avlamak çok zevkliydi.’’
Ares, kadına sırıttı. ‘’İyi bir karar!’’
Dünya, Durga’ya ne kadar güvenebileceklerini bilmiyordu ama Ares, onu ikna etmişe benziyordu. Ne de olsa adam, iblisleri yönetebiliyordu. Ve Durga’nın gördüğü iblislerden pek farkı yoktu.
Dünya’nın onları kapıya geri götürmesi gerekiyordu ama önce kilidi açacaktı. Hayalinde ilk girdikleri kapının kilidini açtığını düşündü. Elele tutuşmuş ölümsüzleri kapının yanına taşımayı başardığında derin bir nefes aldı. Yeniden Olimpos’talardı. Her biri temizlenip yokluklarını belli etmemek için kendi odalarına geçiş yaptığında yanlarında bir tek Adonis kaldı. Dünya, kapıya dokunarak yeniden kilitlerken Adonis, Ares’in yanına gitti.
‘’Hallettin mi?’’
‘’Bizim yanımızda savaşacaklar.’’ dedi Ares. ‘’Yine de onlara güvenmiyorum, gözün açık olsun.’’
‘’Elbette’’ dedi Adonis ve kaşlarını hafifçe çattı. ‘’Anlatmaması için Durga’yı nasıl ikna ettin?’’
Ares sırıttı. ‘’Ona, sohbet esnasında kaybettiği tacını bir yerde gördüğümü ama anımsamakta zorlandığımı söyledim. Hazır onu görmüşken tacını bulmayı deneyeceğimi de ekledim.’’
Adonis güldü. ‘’Buna inanmıyorum, Ares, sen o tacı…’’ duraklayıp ikisini merakla dinleyen Dünya’ya baktı ve lafını değiştirdi. ‘’Nereden bulacaksın ki?’’
Dünya, Ares’e baktı ve gülümseyerek dişlerinin arasından konuştu. ‘’Ya da kime verdiysen ondan nasıl alacaksın ki?’’
Ares dudaklarını büktü. ‘’Başka bir hediye veririm olur biter.’’
Adonis boğazını temizledi. ‘’Neyse, bende gideyim. Yemekte görüşürüz.’’
Adonis ortadan kaybolunca Ares ona döndü. ‘’Merdivenleri kullanamayacağına göre…’’ dedi ve kollarını açtı. ‘’Seni uçurmama ne dersin?’’
‘’Zorunda olmasam, inan, sana şu anda sarılmazdım’’ diye homurdanarak adamın kaslı kolların arasına girdi. Zorunda kalarak Ares’e sarılmaya bayılıyordu.

 18. bölüm

Ares’in ferah ve hoş kokusunu içine çekerken etrafındaki şekiller değişti. Ürkütücü zindan, kendi odasının olduğu koridora dönüştü. Bir an için Ares’in odasına gideceklerini sanmıştı, kendi odasının kapısını görünce hayalkırıklığına uğradı.
Ares, ondan ayrıldı ve yüzünü avuçları arasına aldı.
‘’Dinlenmek mi istersin yoksa yemeğe katılmak mı?’’
Acıkmıştı ama kalabalık olacağını düşündüğü yemeğe katılmak içinden gelmiyordu.
‘’Dinlenmek istiyorum.’’
‘’Seni ne zaman görebilirim?’’
‘’Odamda olacağım.’’ dedi Ares’in güzel gözlerine bakarken. ‘’Ve senin de dinlenmen gerek. Elini de pansuman ettirsen iyi olur.’’
Ares dudaklarını ısırdı ve birkaç saniye daha ona baktıktan sonra nefes alarak ellerini onun yüzünden çekti. ‘’Peki, hemşire hanım, yakında Siro benden bıkacak. Kadın beni hiç bu kadar çok görmemişti.’’
Dünya, elini kapısına dokundurdu ve kapısı açılırken Ares’e gülümsedi.
‘’Sonra görüşürüz.’’
Ares’ten ayrılmak istemiyordu, görünüşe göre onun da isteği yoktu. Ama çok yorulmuştu ve iğrenç durumdaydı. Hiç değilse temizlenmesi gerekiyordu.
‘’Çok yakında görüşürüz.’’ dedi Ares kelimelerin üstüne basarak ve ortadan yok oldu.
Dünya, iyice farkına varmıştı; Ares, kulaklarına değil onun kalbine konuşuyordu. Çünkü en çok kalbi, altın gözlünün sözlerine tepki veriyordu. Yakışıklı Olimposluyu seyretmek bile başlı başına bir zevkti, bazen ne konuştuğunu dahi duymuyordu. Ares’i düşünmek tüm bedenini heyecana boğarken Dünya, odasına adım attı.
Duvardaki beyaz ışığı salıverdi ve doğruca banyoya gitti. Lavabonun yanına bıraktığını düşündüğü kolyesine bakındı, ne tezgâhta ne de yerde kolyesini bulamadı. Odasına geçip deli gibi her yeri aradı, papatya kolyesi hiçbir yerde yoktu. Dağılmış yatağın üzerine sıkıntıyla oturdu, nerede olabilirdi ki? Acaba odasını temizleyen görünmez hizmetçiler mi almıştı? Bunu birilerine sormalıydı. Banyoya dönerken gözleriyle etrafı yeni baştan taradı ve kolyesini bulamamanın üzüntüsüyle banyoya girdi.
Kapısının tıklatıldığını duyduğunda yatakla bütünleşmişti. Sese doğru başını çevirmek için oldukça çaba harcadı. Yanlış duymuyordu. Kapısının önündeki de artık çalmaktan bıkmıştı çünkü ritmik bir şekilde kapıya vuruyordu. Yastığını büyük bir iradeyle bıraktı ve çatlayan sesiyle cevap verdi.
‘’Kimsin?’’
‘’Nihayet ya!’’ diyen ses tanıdıktı. Eros, kapıyı dürtmeyi kesip seslendi. ‘’Ne zaman uyanmayı düşünüyorsun?’’
‘’Düşünmüyordum.’’ dedi bağırarak ve homurtulu bir sesle ekledi. ‘’Sen gelene kadar!’’
‘’İyi, kalk o halde, sabah oldu.’’
Dünya o sırada ayıldı, odası aydınlıktı. Dün akşamdan beri uyuduğuna inanamadı, çünkü gözlerini yeni kapatmış gibi hissediyordu. Tüm bedeni sızlarken yataktan doğruldu ve nasıl göründüğünü umursamadan kapıya gitti. Kapının ardındaki Eros’a dik dik baktı.
‘’Buralarda gün on saat mi?’’
Eros tuhaf bir bakışla onu süzdü.
‘’Hayır’’ dedi duraksayarak. ‘’Ama istersen, sen birkaç saat daha uyu.’’
Dünya adamın bakışı yüzünden kendine bakındı, üstündeki uzun tişört kırış kırıştı, eşofmanının bir bacağı diğerinden kısaydı. Eliyle yukarı çıkmış paçasını düzeltirken söylendi.
‘’Sabahın köründe senin gibi şık olamadığım için kusura bakma.’’
‘’Yok, canım ne kusuru. Ben senin bu haline alıştım.’’ dedi Eros. ‘’Ama bir duşa ihtiyacın var. Saçların öyle kabarmış ki şapka taksan fırlatır. O derece yani!’’
Dünya bıkkınca ona sırıtan adama baktı.
‘’Bir kızla nasıl konuşulacağını hiç bilmiyorsun.’’
‘’Sen öyle san.’’ dedi Eros, tek elini kapının pervazına dayadı ve ona abartı çapkın bir bakışla baktı. ‘’Benimle kahvaltıya ne dersin, fıstık?’’ dedi ve eliyle onu işaret ederek ekledi. ‘’Tabi, şu saçını adam ettikten sonra.’’
‘’Of, yapma, çapkınlığına bir son ver teklifini kabul edeyim. Bu arada Ares nerede?’’
Eros elini pervazdan çekip omzunu silkti. ‘’Bilmem, son birkaç saattir onu görmedim.’’
‘’Uyanık yani?’’
‘’Sanırım öyle.’’ dedi ve ellerini iki yana açtı. ‘’Eee, geliyor musun, yoksa bu halinle bana işkence yapmaya devam mı edeceksin?’’
Dünya yüzünü buruşturdu. ‘’Tamam, biraz sonra mutfaktayım.’’
‘’Görüşürüz o halde.’’ dedi sevimli bir gülümsemeyle. Ardından ortadan kayboldu.
Dünya kapıyı kapatıp banyoya yollandı ve aynada gördüğü yüze umutsuzca baktı. Eros’un dediği kadar berbat görünüyordu. Gözleri uyumaktan şişmişti ve saçları kurutmadan yattığı için Afro düzenine geçmişti. Yanağındaki yastık izini ovalayarak duşa girdi.
Mutfağa indiğinde Eros, Artemis’le sohbet ediyordu. Masa kahvaltı için hazırlanmıştı, mükellef sofrayı görünce karnı guruldadı. Yemek düzeni iyice bozulduğundan midesi bile isyanlardaydı. İkisine katıldı ve ordan buradan konuşarak kahvaltılarını yaptılar. Uykuyu tercih ettiği için katılmadığı dün geceki yemekten bahsetmeye başladıklarında dikkat kesildi. Olimpos’un ölümsüzleri ve diğer evlerin temsilcileri, tam kadro katılmıştı. Yemeğin eğlenceli olduğunu söyleyen Artemis, Dionysus’un iyice sarhoş olup havuza nasıl düştüğünü anlattı. Havuzdan güç bela çıkarılan adam, onu bir su perisinin çektiğine yemin ediyormuş.
‘’Rezil olmuş desenize.’’ dedi Dünya, reçele bulanmış kaşığını yalarken.
‘’Onun normal hali.’’ dedi Eros. ‘’O, tam bir özgür ruhtur. Benim idolüm.’’
‘’İçip içip devrilemek mi özgürlük?’’ dedi hayretle.
Artemis omzunu silkti. ‘’İçmesine gerek yok ki, onun ruhu sarhoş. Yaşadığı her anı eğlenceye dönüştürmesini çok iyi bilir. Çevresindekileri hiç kırmaz, kendisine kötülük yapmaya çalışıldığı zamanlarda bile onlara gülümsemeyi başarır. Dalgacıdır ama kimseyi incitmek istemediğini hepimiz biliriz.’’
Dünya, sözleri yüzünden pişman oldu. Normalde kimseyi bu şekilde eleştirmemesine rağmen tanımadığı Dionysus hakkında kaba bir şekilde konuştuğu için kendisine şaştı. Kesinlikle ona uyan bir davranış değildi. Ne zamandır bu denli keskin ve ne olduğunu bilmeden, acımasızca birilerini yargılamaya başlamıştı ki?
‘’Sanırım haddimi aştım.’’ dedi Artemis ve Eros’a bakarak.
‘’Asma suratını Dünya, sen onu tanımıyorsun sonuçta ve itiraf etmek gerekirse, biz de onun hakkında pek hoş şeyler söylemedik.’’
Eros, Artemis’in ardından devam etti:
‘’Sözlere göre karşımızdakini tanımış olsaydık, kimse birbiriyle görüşmezdi.’’
Başını sallarken, aklına Ares’in sözleri geldi, onun hakkında okuduklarından bahsettiğinde söylediği sözler. Doğruydu, kimseyi başkasının ağzıyla tanımamak gerekiyordu. Boyutlararası geçitte yalnız kaldıklarında Ares’in söylediklerini düşündü. Olimpos’a olan sevgisi yüzünden, onlarla aynı prangaları takıyordu. Ares, olması gerekenin aksine, bu tutsaklığa yüzyıllardır gönüllü katlanıyordu. Liderleri olan Zeus’tan bile üstün olması gerçekten ilginçti. Sahi, altın gözlü nerelerdeydi? Son bir saattir mutfakta oturuyorlardı ama kimse yanlarına uğramamıştı.
‘’Tüm herkes nerede?’’ dedi. ‘’Görev filan mı var?’’
Eros’un başını çevirdiği Artemis cevapladı.
‘’Yok, inanmazsın ama dünden beri hiçbir yerde iblis rapor edilmedi. Hepsi sırra kadem bastı.’’
‘’Ya da topluca tatile gittiler.’’ dedi Eros rahat bir tavırla sandalyesine yaslandı. ‘’Uzun zamandır bu kadar uslu durmamışlardı.’’
Demek ki iblis efendileri işe yaradı diye düşündü. Belki Ares o yüzden ortalarda görünmüyordu, başiblisleri yönetmekle meşguldü. Artemis’in sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı.
‘’Yapacak bir şeyimiz olmadığına göre seninle alışverişe gidelim mi?’’
‘’Alışveriş mi?’’ diye tekrar etti. Şaka yapıyor olmalıydı ama yüz ifadesi oldukça inandırıcıydı. Artemis’in gerçekten alışveriş yapmak istediğini anladı.
‘’Elbette’’ dedi Artemis. ‘’Biraz kafa dağıtırız.’’
‘’Kafam yeterince dağınık zaten.’’
‘’O zaman biraz kafa toparlarız.’’ diye sırıttı. ‘’Böyle fırsatı bir daha bulamayız Dünya, nazlanma.’’
İtiraz etti, normal bir insanı ikna edecek kadar ama bir ölümsüze karşı inadı yetersiz kaldı. Çantasını alıp dışarı çıktığında hala Artemis’in onu nasıl yola çıkarttığını düşünüyordu. Dün iblislerle savaşıp tuzaklarla boğuşurken bu sabah kızıl saçlı tanrıçayla alışverişe gidiyordu. Artemis’in spor arabası Antalya yerine Kemer’deki butiklere doğru yol alırken çantasından telefonunu çıkarttı. Çalışmaya başlayan telefonunun sınırlı bataryasıyla mesajları okurken Artemis yan gözle ona baktı.
‘’Kimi arıyorsun?’’
‘’Kimseyi, mesajları okuyorum.’’ Dedi ve kadına döndü. ‘’Evdeyken çalışmıyordu, şimdi ise problem yok. Tabi şarjı dışında…’’
Artemis dikkatini yola çevirdi. ‘’Olimpos’ta mekanik şeyler çalışmaz.’’ Dedi ve aniden sevindi. ‘’Aaa, süper, bak bu dükkândaki kıyafetlere bayılırım. Neyseki açık.’’
Sedef’in gönderdiği mesajı anca okumuştu ki, telefonun şarjı tamamen bitti. Bıkkınca ofladı. Artemis, onun elinden telefonu kaptı ve Dünya’yı dışarı çekiştirirken telefonu, Dünya’nın kucağındaki çantasının içine atıverdi.
‘’Bırak şimdi bunu, daha önemli işlerimiz var.’’
‘’Ne önemli işiymiş bu?’’ diye homurdanarak çantasını son anda eline alıp dışarı çıktı.
‘’Bu akşamki yemekte en şık bayan olma işi!’’ diyen Artemis, arabasını kilitleyip sırıttı. ‘’Sana da ikinciliği sağlamaya çalışacağım, söz.’’
‘’Benim öyle bir derdim yok.’’ dedi Dünya. ‘’Yemeğe katılmayı düşünmüyorum.’’
Artemis gözlerini kocaman açtı. ‘’Bak, işte bu olmaz. Bu gece dışarıya çıkacağız yani özel bir yemek olacak. Seni tek başına malikânede bırakmayız.’’
‘’Ares katılacak mı?’’
‘’Elbette, o bu tarz şeyleri hiç kaçırmaz. Toplanılan her yerde, konu fark etmez, Ares mutlaka damlar.’’
Omzunu silkti. ‘’Tamam, o halde, katılmayı düşünürüm.’’
Artemis koluna girip butiğe çekiştirdi.
‘’Düşünme yok canım. Sen, sadece emirlere uyacaksın.’’
Artemis’in son sözlerinden sonraki dört saati kesinlikle hatırlamadı. Butikten elinde iki paketle çıkarken gözlerinin önünden hala kıyafetler uçuşuyordu. Alışverişin baş döndüreceğini hiç bilmezdi ama bugün tam anlamıyla feleği şaşmıştı. Mağazaları gezmekten yorulduğunu söyleyen Sedef’e tüm kalbiyle katıldı. Gerçekten yorucu bir maratondu, en az yirmi elbise denemiş olmalıydı. Artemis ise butikteki neredeyse tüm kıyafetleri denedi ve sonuçta, aldıklarını taşıması için iki satıcının yardım etmesi gerekti. İkinci dükkândan sonra, bir mola vermek için yakındaki bir kafeye gittiler, bir mola lafı da Artemis’indi. Neden mola vereceklerini sormaya korktuğundan sesini çıkartmadı. Birer kahve istedikten sonra sandalyelerine yaslandılar.
‘’İşin eğlenceli tarafını hallettik.’’ dedi Artemis.
‘’Hiç bu kadar eğlenmemiştim.’’ diye homurdanınca Artemis sırıttı.
‘’Hep şikâyet ediyorsun, Dünya. Seninle alışverişe çıkmak, göreve çıkmaktan daha zor biliyor musun?’’
‘’Alışverişe ne gerek vardı şimdi?’’
‘’Hava aldık işte, fena mı?’’
Dünya, laf yarışını bırakıp etrafına baktı. Kafede birkaç masa doluydu, kendi çalıştığı yer şimdi tıklım tıklım olmalıydı. Öğle zamanı, çevre işyerlerinden gelenler sayesinde bu saatler yoğun olurdu. Onsuz nasıl idare ediyorlardı acaba?
‘’Bu kadar uzun süre evden ayrılırsan seni aramazlar mı?’’
‘’Ulaşamayacakları bir yerde değiliz ki.’’ dedi Artemis, sesindeki ciddiyet yüzünden Dünya başını çevirip kadında baktı. ‘’Geride bıraktığın hayatını mı özledin?’’
‘’Biraz’’ diye itiraf etti. ‘’Kendime çeki düzen vermek için bir sene uğraştım ama şimdi halime bak. Hiçbir yere ait değilmişim gibi hissediyorum, ikiye ayrıldım.’’
‘’Tekrar kafene geri döndüğünde daha mı iyi hissedeceksin?’’
Dünya derin bir nefes aldı ve başını eğdi. Bildiği tek şey artık eskisi gibi olmadığıydı, değişmişti. Değişen Dünya, eskiyi kabullenip onunla yetinebilecek miydi?
‘’Bilmiyorum.’’ dedi, sırf cevap vermiş olmak için. ‘’Belki’’
Artemis, önündeki kahvesini yana çekip kollarını masaya koydu. ‘’Ares, bir daha hafızanı silmeyeceğini söyledi. Yani eski hayatına dönebilsen bile bizi unutamayacaksın.’’
Dünya kaşlarının altından ona baktı. ‘’Unutmayacağım ve ulaşamayacağım öyle değil mi?’’
Artemis’in kirpikleri gözlerini perdeledi, dudaklarını çiğneyerek bir süre düşündü. ‘’Tüm her şey dengeye kavuştuğunda ve sen nihayet görevini sonlandırdığında Ares hafızanı silmezse, diğerleri seni bırakırlar mı bilmiyorum. Ama sana bir şey yapmaya kalkarlarsa hepimizi karşılarında bulacaklarına eminim.’’ Bakışlarını Dünya’nın gözlerine dikti. ‘’Sen, artık bizden birisin Dünya, sana zarar vermelerine hiçbirimiz izin vermeyiz.’’
‘’Teşekkür ederim.’’ dedi gülümseyerek. ‘’Son bir senedir zaten beni izlemişsiniz. İblislerden korumak için, oysaki benim haberim bile yoktu. Ares sürgünde olduğu sürece beni kollamışsınız.’’
Artemis yeniden neşelendi. ‘’Ah, evet, hatırlatma. Nasıl yorucu bir yıl geçirdik ve sense burada alışveriş yapmaktan sızlanıyorsun.’’
‘’Ayrıca kıyafet içinde teşekkür ederim, hiç gerek yoktu.’’
Artemis elini salladı. ‘’Lafı bile olmaz, keyfine bak. Kahveleri de sen ısmarlarsın.’’
Artemis’in masanın üzerinde duran telefonu çaldı. Dünya kimin aradığını göremeden kadın açtı. Karşısındakiyle tuhaf bir dille konuşmaya başladılar. Dalga geçer gibi bir süre karşısındakiyle konuştuktan sonra Türkçe ‘’Tamam, iyi, al konuş madem.’’ dedi ve telefonu ona uzattı.
‘’Kim?’’ dedi tereddütle, telefonu alırken. Ekranında hiçbir resim veya numara yoktu. Artemis cevap olarak sadece dudağını büktü.
‘’Alo’’
‘’Seni özledim.’’ diyen sesi duyduğunda heyecandan telefon elinden kaydı.
Neyse ki düşmeden telefonu yakaladı ve ahizeye ‘’Ares?’’ diye mırıldandı.
‘’Başka birini mi bekliyordun?’’ dedi adam alaycı bir sesle.
‘’Neredesin?’’ dedi. Nasıl da özlemişti, sabahtan beri heran bir yerlerden çıkacakmış gibi gözleriyle adamı aramıştı. Sesini duyduğunda özlemi bir kat daha arttı.
‘’Önemli bir işim var papatyam ama sesini duymak için biraz ara verdim. Nasılsın?’’
‘’Şimdi daha iyiyim.’’ Dedi yüzünde aptalca bir sırıtışla. ‘’İşin çok sürer mi?’’
Ares bir iki saniyelik kararsızlıktan sonra cevapladı. ‘’Tam emin değilim.’’ dedi ve yanındaki biri konuşunca telefonun ahizesini kapatmış olmalı, diğerini cevaplarken sesi boğuldu. Tekrar döndüğünde aceleciydi. ‘’Kapatmam gerek sevgilim, kendine dikkat et. Artemis’e söyle seni fazla yormasın.’’
‘’Ares, nerede olduğunu söyler misin?’’ derken Ares sabırsızca konuştu.
‘’Aynı gökyüzünün altındayız sevgilim.’’ dedi ve ekledi. ‘’Kendine dikkat et.’’
Ve telefonu kapattı. Dünya elindeki telefona küskün bir bakış atıp Artemis’e uzatırken mırıldandı:
‘’Afrodit ile birlikte değil mi?’’
‘’Afrodit ile mi?’’ dedi telefonu alan Artemis. ‘’Bunu da nerden çıkardın?’’
‘’Onunla mı?’’ dedi Dünya üzgün bir sesle.
Artemis toparlanırken onu cevapladı
‘’Sanmıyorum, Afrodit ortalarda yok. Dün gece yemeğe de gelmedi, hâlbuki güzelliğine yapılan iltifatları duymak için bu tür kalabalık yemekleri kesinlikle kaçırmaz. Sanırım terk edildiği için yasta.’’
Artemis ayağa kalktı. ‘’Hadi, daha yapacak çok işimiz var.’’
Dünya huzursuzca ayaklandı, hesabı ödedikten sonra Artemis’in onu ayakkabıcıya sürüklemesine izin verdi. İşkence gibi geçen iki saatin ardından çok şık bir kuaför salonuna gittiler. Dünya’nın aklı Ares’te kaldığından zaman algısı iyice yavaşlamıştı. Dakikalar, saatler gibi geçiyordu. Kuaförden çıktıklarında hava aydınlığını yitirmeye başlamıştı. Artemis’in kızıl saçları gözalıcı buklelerle daha muhteşem görünüyordu. Kendisi için Artemis’in ısrarıyla dağınık topuz modelini seçmişti. Artemis, kıyafetiyle uyumlu olacağını söylemişti ama bu Dünya’nın umurunda bile değildi. Ares’ten uzakta geçirdiği her saniye göğsünü daraltıyordu. Bir an önce Olimpos’a dönüp ona kavuşmaktan başka bir şey düşünemiyordu. Altın gözlerin özlemi, kalbine sancılar halinde saplanırken nihayet yola düştüler. Arabanın her yanı paketlerle doluydu, hatta Dünya’nın oturduğu yolcu koltuğunun boşluğunda bile paketler vardı ve rahat oturamamıştı.
Olimpos’un demir kapılarını gördüğünde sıkıntılı bir heyecanla ürperdi. Akşamın kanatları altındaki bahçe, olduğundan daha ürkütücü görünüyordu. Gece her şey karanlıktı ama yeni batmış güneşin son kalıntıları bahçeyi gölgelere boğmuştu. Bu, saf karanlıktan bile kötüydü.
Artemis bahçeye girdiğinde yavaşladı. Ona bir şeyler anlatıyordu ve Dünya duymayan kulaklarıyla kadını dinliyordu. Neden yavaşlamıştı ki, neredeyse kapıyı açıp koşmamak için kendini zor tutuyordu.
‘’Birşeyler atıştırdıktan sonra çıkarız.’’ dedi Artemis ve aniden frene bastı.
Emniyet kemeri sayesinde camdan fırlamamıştı. Ani fren karşısında Dünya şaşırarak önce kadına baktı, sonrada gözlerini kadının bakışlarının sabitlendiği yola çevirdi. Büyük bir karga, arabanın farıyla ışıldayan parlak gözlerini onlara çevirmiş yolun ortasında duruyordu. Bir an hayvana bakıp kaldılar. Karga, kocaman kanatlarını açıp havalandı, havada bir tur attıktan sonra çığlığı andıran bir sesle sola doğru kavislenerek gözden kayboldu.
‘’Kâhin’’ diye mırıldanan Artemis’e baktı. Kadın devam etti. ‘’İkimizden birini veya her ikimizi çağırıyor.’’
‘’Bunu sana karga mı söyledi?’’ dedi hayretle.
Artemis, arabayı kenara çekip ona döndü. ‘’Karga, kâhinin habercisi, bizi çağırıyor.’’
‘’Yapma Artemis, yol çok kötü ve ben çok yorgunum. Kargayı görmemiş gibi davransak nasıl olur?’’
‘’Önemli bir şey olmalı.’’ diyen Artemis dışarı çıktı.
Dünya’da paketlerden sıyrılıp kendini dışarı attı. ‘’Onca yolu göze alacağımıza göre önemli olsa iyi olur.’’ dedi. ‘’Yoksa o karganın tüylerinden kendime yastık yaparım.’’
Artemis, sevimli yüzünü buruşturdu. ‘’Kutsal bir canlı hakkında böyle konuşman dehşet verici!’’
‘’Asıl gideceğimiz yol dehşet verici!’’ diye homurdandı.
Çalıların arasına daldıklarında Dünya, buradan en son Adonis ile geçtiği anı düşünüyordu. İblislerin saldırısına uğradıkları ve Adonis çok kötü yaralandığı sahne gözlerinin önünde canlandı. Sonrasında Ares ile dönerken bir anlığına gördüğü anemon yeniden zihninde belirdi. Zarif kan çiçeğinin toprağa düştüğü yere ulaştıklarında hava iyice karardığından gözleri, açıklık alanı net olarak seçemedi. Görebildiği kadarıyla, o küçük savaşın tüm izleri silinmişti.
Dünya, çalılarla boğuşmaktan sinir küpü olmuş bir halde açıklığa vardığında, Artemis onun tersine çalılarla daha iyi anlaştığını ispat etti. Ne dikkatinden bir şey kaybetmişti ne de saçları bozulmuştu. Oysa ki, Dünya’nın topuzundaki buklelerden biri çoktan isyan edip bağımsızlığını kazanmıştı.
Karşılarındaki kulube bile aysız gece yüzünden zoraki görünüyordu. Orada olduğunu bilmese fark etmesi zordu. Kulübeye yaklaştılar. Karga, kapının yanındaki tüneğe kurulmuş, çirkin gözlerini onlara dikmişti. Dünya, hayvana bakmamaya çalışarak Artemis ile birlikte kulubeye adımladı.
Kapıyı çalmaksızın ikisi birden elleriyle kapıya dokununca kapı kolayca açıldı. Kulubeye adım atan Dünya şaşkınlıkla bir an kapının önünde kalakaldı. Dışarıda hava karanlıktı ama içeride eski tarz pencerelerden hala gün ışığı sızıyordu. Artemis, bu tuhaflığı hiç yadsımadan kâhinin oturduğu divana doğru yürüdü.
‘’Nasılsın Prometheus?’’
Kim? Dünya başka bir daha mı var diye hızlıca bakınarak Artemis’in yanına yürüdü. Yoktu.
‘’Sağlıklı ama endişeli.’’ diye Artemis’i yanıtlayan kâhin, yanındaki kısa divanı işaret etti. ‘’Oturabilirsin Dünya.’’ dedi ve yanındaki yeri de Artemis’e önerdi. ‘’Yanıma gelir misin Artemis?’’
‘’Teşekkür ederim.’’ dedi Artemis ve adamın yanına oturdu.
Dünya’da adama teşekkür etme ihtiyacı duyarak gösterdiği sert divana oturdu. ‘’Teşekkürler.’’ Kâhinin kendine özgü bir ismi olduğuna neden şaşırmıştı ki?
Kâhin dikkatli gözleriyle Dünya’yı süzüyordu. Sanki o, kötü bir şey yapmıştı da, kâhin de Dünya’yı azarlasa mı yoksa öğüt mü verse ona karar veriyordu. Adamın bakışlarından rahatsız olarak tedirgince Artemis’e baktı. Kadın, tek bacağını altına toplamış kâhinin konuşmasını sabırla bekliyordu. Kâhin onu süzmeyi bırakıp başını Artemis’e çevirince Dünya biraz olsun rahatladı.
‘’Artemis, anahtarın mühürlü dudaklarından bir türlü çıkamayan haber, Ares’i tehlikeye atıyor. Şimdiden bundan yararlanmak isteyenler tarafından planlar yapılmaya başladı. Döndüğünde Marduk ile konuşmanı istiyorum.’’
Artemis bir an Dünya’ya baktı ama kâhin konuşmaya devam edince başını çevirdi. Her ikisi de kaşlarını çatmış kâhinin dediklerine odaklanmışlardı. Kâhin tane tane konuştu.
‘’Ondan evinin korumasını iste, Ares için. Bunu zor olmayacak ama Ares’i ikna etmek için üçünüzün işbirliğine ihtiyaç var.’’
‘’Ama o zaten korumada.’’ dedi Artemis. ‘’Olimpos’un korumasına sahip.’’
Kâhin başını salladı. Dünya kendinde değilmiş gibi adamın yerine konuştu. ‘’Zeus, onu korumasından çıkarttı.’’ Dili o kadar zoraki hareket etmişti ki, şaşırdı ama kâhinin şaşırması işte bu kesinlikle görülmeye değerdi.
‘’Sen orada konuşulanları nasıl dile getirirsin?’’ dedi inanmaz bir bakışla.
Dünya kaç zamandır söylemeye çalıştığı şeyin bu olduğunu ama bir türlü söyleyemediğini anlattı. Bir şekilde sözcüklere dönüşememişti.
‘’Bu çok normal.’’ dedi kâhin. ‘’Asıl şimdi söylemiş olman olanaksız. O odada konuşulanları, evlerin liderleri bile açığa vuramaz. Mühürlüdür.’’
Takdir eden bir bakışla Dünya’ya gülümseyen adam devam etti. ‘’Sen çok yetenekli bir anahtarsın, hiçbir kilit sana dayanmıyor.’’
‘’Ama daha önce söyleyemedim.’’ dedi Dünya.
‘’Tam odaklanmadın, dikkatini dağıtacak çok şey olmalı.’’
Dikkatini dağıtan şeyler aklına geldi, ejderlerin saldırısı ve Ares’in masum banyosu. Yanaklarının alev aldığını hissetti ve kızaran yüzünü saklamak için başını eğip yutkundu.
Artemis, duyduğu başka bir şey yüzünden şoktaydı. Hayalkırıklığıyla, neredeyse ağlamaklı bir sesle mırıldandı.
‘’Zeus, bunu Ares’e yapamaz.’’
‘’Konu Zeus’un ne yapıp yapmayacağı değil.’’ dedi kâhin. ‘’Ares, aklındakini yapmadan önce koruma almalı, Marduk ona yardım edecektir. Ona gidip düşündüğünü yapmasını söyle. Ares, Marduk’tan başkasını kabul etmemeli. Diğer evlerden istediği zaman kurtulamaz.’’
Artemis’in dudakları titredi. ‘’Ama o zaman bizden…’’ dedi ve gözlerine dolan yaşları geriye atmak için nefeslendi.
‘’Başka bir eve tabii olsa da sizden kopamaz Artemis.’’ dedi anlayışlı bir ifadeyle. ‘’Siz birbirinize çok daha derin bağlarla bağlısınız.’’
‘’Zeus onun evden ayrılmasını yasakladı ama.’’ dedi Dünya, adamın konuşmasını hatırlayınca.
‘’Koruma aldığı takdirde Zeus’un hükmü geçersiz kalır. Koruma teklifi alamayacağına emin olduğu için o kadar kesin konuştu. Çünkü evleri de, mühürlü oda sayesinde bağlamıştı. Senin tarafıından çözülmesini hayal dahi edemez.’’
Artemis düşüncelerinin içine gömülmüş bir halde üzüntüyle oturuyordu. Dünya, artık olayın önemini kavradığından onun üzüntüsünü anlayabiliyordu. Teselli edecek kelimeler ise aklına gelmiyordu.
‘’Yapacak mısın Artemis?’’
Kâhinin sorusu karşısında Artemis isteksizce başını salladı. ‘’Evet’’
Kâhin, Artemis’in düşmüş omzuna elini koydu. ‘’Bu gece!’’
Artemis başını kaldırıp adama baktı. Dudaklarını sıkıp adamı onayladı. Kâhin rahatlayarak elini çekti ve Dünya’ya döndü.
‘’Sana da bir çift sözüm var anahtar.’’ Dedi. ‘’Kaybını bulmaya çalışma.’’
Dünya kaşlarını çattı. ‘’Hafızamı mı?’’ dedi tereddütle.
Kâhin bir süre ifadesizce ona baktıktan sonra iç geçirerek mırıldandı. ‘’Defne çayını biraz daha sert yapmalıydım.’’
Dünya’nın anlamsız bakışlarına aldırmadan kâhin devam etti.
‘’Kaybını bulmaya çalışma, yoksa benim görüşümden saklananı bulacaksın. Bulduğun şey aradığın olmayacak ve aradığını bulmak zorunda kalacaksın.’’ Dünya ona bakmaya devam edince ekledi. ‘’Bitti.’’
‘’Bu da ne demek?’’ dedi Dünya. ‘’Biraz daha açıklayıcı olabilir misin?’’
‘’Olamam.’’
‘’Anladım.’’
‘’Nihayet! Bak buna çok sevindim.’’
Dünya adama ters bir bakış attı. ‘’Gidebilir miyiz?’’ dedi neredeyse hırlayarak.
‘’Durduğun hata’’ dedi kâhin ve sırıttı. ‘’Seninle sohbeti özlemişim.’’
Dünya, adama gerçekte sinirlenmediğini fark etti ve gülümsedi. ‘’Ben öncesini hatırlamadığım için özlemedim ama sohbetini sevdim.’’
Adam onları kapıya kadar uğurladı. Dönüş yolunda Artemis’in ağzını bıçak açmadı. Evin önüne park ettiklerinde direksiyona kenetlediği ellerine bakarak nihayet konuştu.
‘’Ares’in evi terk etmesini istemiyorum.’’
Dünya ses çıkarmadan kadını izledi. Artemis’in zoraki tuttuğu yaşlar yanaklarından süzülürken Dünya’nın boğazına demirden bir yumruk oturmuştu. Artemis yüzünü eliyle silip ona baktı.
‘’Neden Zeus’la zıtlaşıyor ki?’’ dedi titrek bir sesle. ‘’Neden Zeus ona karşı bu kadar zalim?’’
Dünya ne diyeceğini bilemez halde omzunu kaldırdı. ‘’İkisine sormak gerek.’’
‘’Sordum ama cevap vermediler.’’ Dedi ve sinirle yüzünü sıvazladı. ‘’Neyse, yapabileceğim tek şeyi yapmalıyım. Her ne dertleri varsa birbirlerine olan kinlerinin sonuçlarına katlanmaları gerek.’’
Dünya ‘tabi bizde’ diye eklemedi. Buna gerek yoktu, zaten Artemis farkındaydı. Artemis, arabadaki paketleri bir el haraketiyle ortadan kaybetti ve Dünya’yı odasına kadar bıraktı. Marduk ile konuştuktan sonra odasında onu bekleyeceğini söyledi. Hiçbir şey olmamış gibi dışarı çıkacaklardı. Tek sorun korumasının olmadığını duyduğunda yatıştırmaları gereken Ares’ti.
Dünya saçlarını bozmamaya çalışarak elini yüzünü yıkadı ve biraz olsun kendine geldi. Sıkıntısı iyice çoğalmıştı, Ares’in odasında olup olmadığını bilmiyordu. Geldiklerinden beri kimseye rastlamamışlardı. Herkesin bir işi olduğunu düşündü, peki, o zaman ne demeye akşam yemeği için dışarı çıkacaklardı ki. Aynadaki aksine baktı. Yara izleri hemen hemen iyileşmişti, Olimpos’un havasının mı yoksa Sirona’nın marifeti mi bilmiyordu ama yaraları çok çabuk iyileşiyordu. Ya da Hekate’nin armağanı olan kolye onu da etkilemişti. Memnuniyetle derin bir nefes aldı. Ares’in göğsünün altındaki derin yara izinin iyileşmesi, sorunlardan birinin aşıldığına işaretti. Asteria, yaranın lanetini kullanarak Ares’i durduramayacaktı. Keşke yıldız dövmesinin lanetini de kaldırabilselerdi. Lanet, bedenine işlerken Ares’in nasıl acı çektiği gözünün önüne geldi, gözlerini kaldırıp aynaya doğrulttu. Aynadaki aksi, kötücül bir ifadeyle ona bakıyordu. Kendi bakışından ürkerek geriledi. Bir an kendine yabancılaşmıştı. Yüzünü ovuşturup aynaya yeniden baktı, şimdi daha normaldi. Rahatladı.
Odasına geçti, bir sağa bir sola yürümeye başladı. Artemis’in işinin ne kadar süreceğini bilmiyordu. Biraz daha bekleyip odasına çıkabilirdi. Yatağın üstündeki çantasına gidip içinden telefonu çıkarttı. Çalışmıyordu, tamam, zaten şarjı da çantasında yoktu. Ölmüş telefonu yastığın yanına bıraktı ve yatağa uzandı. Gözlerini kapattığında Ares’in kaynakta yıkandığı an, zihnine süzüldü. Çekiciliği ve başdöndürücü öpücükleri aklına geldiğinde midesi özlem dolu bir hisle kasıldı. Teninde dolanan ellerin anısı, altın gözlü yanıbaşındaymış gibi içini titretti. Onu nasıl reddedebilmişti? Ares’i o denli isterken uzaklaşmayı nasıl başarabilmişti?
Canı sıkılarak yataktan doğruldu. Odasında duramazdı. Mutfağa gidip kendisi ve Artemis için ekmek arası bir şeyler hazırlamaya karar verdi. Kapıya doğru dönerken gözüne masanın alt rafındaki siyah kutu ilişti. Gözlerini kısarak taş kutuya baktı. Acaba odasını toplayan her kimse papatya kolyesini mücevher kutusu sandığı bu kutuya koymuş olabilir miydi? Denemekte fayda vardı.
Kutuyu masanın üzerine koyduğunda kapısı çaldı.
‘’Dünya, kapıyı aç, çabuk!’’
Artemis’in sesindeki telaş yüzünden kutuyu unutup kapıya seyirtti.
‘’Bir şey mi oldu?’’ diye endişeyle kapıyı açtı.
‘’Geç kaldık.’’ dedi Artemis. ‘’Eğlence bitmeden yetişelim.’’
Dünya, onun telaş ettiği konuya inanamaz bir ifadeyle kadına bakarken, Artemis sabırsızca gözlerini devirdi. ‘’Vaktimiz yok diyorum, sen orda dikilip bana bakıyorsun. Çık dışarı!’’
Dünya kararsızca odasından dışarı çıktı ve Artemis, kolundan tuttuğu gibi Dünya’yı odasına yönlendirdi. Bir saniye sonra Artemis’in odasında dikiliyordu. Ona Ares gibi sarılmamıştı bile, düşündü, bu Ares’in ona sarılmak için yaptığı bir numaraydı. Kendi kendine gülümserken Artemis de söylene söylene kıyafetleri ayırıyordu. Dünya’nın aldığı kıyafette onun odasındaydı. Artemis, elbiseyi eline tutuşturdu ve giyinme odasını işaret etti.
‘’Hemen giyin, daha saçını düzelteceğim, mahvetmişsin.’’
‘’Sana kâhinin yolundan hoşlanmadığımı söyledim.’’ diyerek giyinme odasına geçti.
Yaklaşık on beş dakika sonra boy aynasının önünde; Dünya, Artemis’in kolyesini takmasına yardım ediyordu. Kadın bakır rengi pulları olan kahverengi bir elbise giymişti. Pullar elbisesinin üzerinde özellikle eteğinin ucuna doğru sıklaşırak dağılmıştı. Straplez elbisesi, saten kumaşın üzerine bir ton açık kahverengi şeffaf bir kumaşla birlikte iki katlıydı. Hafif ve bol bir elbiseydi. Üç sıra zincirden oluşan kolyesi ve aynı tarzdaki bilekliğiyle gerçekten çok şıktı. Belli belirsiz bir makyaj yapmıştı, aslında hiç gerek yoktu Artemis’in kendine özgü ışıltısı yetiyordu. Artemis arabasının anahtarını aranırken Dünya aynada kendine baktı.
Uçuk yeşil elbisesinin içinde, kendini antik tanrıçalara daha çok benzetti. Elbisenin göğsü kat kat drapelerle kaplanmıştı, devamı hafifçe bollaşarak dökülüyordu. Göğsünün alt kısmını saran mat saten bir kemer vardı ve kemerden çıkan kalın bir askı sırtından dolanıp sol omzunu ve mührünü örtüyordu. Takı takmayacaktı ama Artemis’in ısrarıyla tektaş zümrüt küpeye razı oldu.
‘’Çok güzel oldun Dünya.’’ dedi Artemis.
Dünya, aynadan, kadına gülümsedi. ‘’Teşekkür ederim, senden sonra ikinci şık olmama izin verdiğin için de teşekkürler.’’
Artemis sırıtarak omzunu silkti. ‘’Arkadaşlar bunun içindir, lafı bile olmaz.’’
Apar topar odadan çıktıklarında kapının önünde Hera ile karşılaştılar. Kadın ikisini de kısaca süzdü ve gülümseyerek Artemis’e döndü.
‘’En son ikiniz kalmışsınız.’’
‘’Evet, işimiz bir türlü bitmedi.’’ Dedi Artemis. ‘’Yardım ettiğin için teşekkür ederim.’’
Dünya kaşlarını çatıp Artemis’e döndü. Ne yardımından bahsediyordu? Artık Artemis’in bir işler karıştırdığına iyice emin oldu. Hera, zarif adımlarla Artemis’e yaklaştı.
‘’Hazırsan, sizi oraya yönlendirebilirim.’’
Artemis’in yüzü aydınlandı.
‘’Ah, çok iyi olur Hera, o cadalozdan azar yemek hiç işime gelmez.’’
Artemis uzanıp Dünya’nın elinden tuttu ve kadına doğru baktı. Hera, güzel ama soğuk yüzünü biraz olsun yumuşatan gülümsemesiyle onlara bakarken Dünya bedeninin çekildiğini hissetti. Ve kendini Athena’nın sıkılmış, asık, kızgın yüzüne bakarken buldu. Athena kollarını kavuşturmuş, topuklarını yere vuruyordu. Artemis’e döndü.
‘’Son on dakikadır burada beklediğimi öğrenmek istersiniz sanırım.’’
Artemis kaşlarının altından kadına tereddütlü bir bakış attı. ‘’Ama sebebim var.’’
‘’Hermes ‘hemen’ dedi on dakika sonra demedi!’’
‘’Bak şu haylaza!’’ dedi Artemis usulca ekledi. ‘’Haberci olacak bir de…’’
‘’Artemis!’’
Athena gözlerini kısıp Artemis’e bakmaya devam ederken Dünya kendisine tanıdık gelen lavaboyu süzüyordu. İki tuvaleti olan ve aynalarının birer kenarına film kahramanı işlenmiş bildiği tek mekân Sedef’in kafesiydi.
‘’Burası…’’ derken onu fark eden Athena ve Artemis tartışmayı bıraktılar. Athena, kolundan tutup onu kapıya sürüklerken Artemis çoktan kapının ardından kaybolmuştu.
Athena hızlıca konuştu.
‘’Parti temamız yunan tanrıları o yüzden hepimizin lakap olarak isimlerimizi seçtiğini söyledik. Bizim, sözde Aras’ın işyerinden arkadaşları olduğumuzu sanıyor.’’
Kapıyı açtı ve kafenin alacalı karanlığına adım atınca Dünya, korkudan Athena’ya sarılmamak için kendini zor tuttu. Ve ışıklar açıldı. Dünya’nın nefesi kesildi. Kafenin ortasını boşaltmışlardı, tek bir masa üzerinde kocaman bir pasta duruyordu. Tanıdığı yüzlere baktı, hepsi birden ‘’Sürpriz!’’ diye bağırınca şaşkınlıktan taş kesilmiş ayaklarını kımıldatıp onlara doğru yürüdü.
Dekor gerçektende antik tarza benzetilmişti, hatta Sedef mermer iki sütun koymaya bile izin vermişti. Sedef’i gördüğünde dudakları daha bir yayıldı. Kadın ona doğru adımladı ve boynuna sarıldı.
‘’Doğum günün kutlu olsun canım arkadaşım.’’
‘’Teşekkür ederim, ben… Ne diyeceğimi bilemiyorum.’’ dedi Sedef’in mutlu yüzüne bakarken.
‘’Bensiz doğum günü geçirmediğin için asıl ben teşekkür ederim. Aras’ın fikri de olsa, bu fikri ona sen vermişsin.’’
‘’Seni çok özledim.’’ dedi Sedef’e yeniden sarılarak. Sanki yıllardır onu görmemişti.
Apollon’un sesiyle birbirlerinden ayrıldılar. ‘’Pastanı üfle Dünya, kendimi daha fazla tutamayacağım.’’
Dünya, gülümseyerek ölümsüzlere baktı. Buğulu gözleri az önce geride gördüğü Ares’i arıyordu. O bakınırken Ares öne çıktı ve Dünya’nın nefesi kesildi. Siyah takım elbisesinin içinde ölümcül derecede yakışıklıydı. Beyaz gömleğinin yakası hafifçe açıktı, bu ona dağınık bir tarz vermektense çekiciliğini perçinlemişti. Yüzünde tatlı bir gülüşle onu seyrediyordu. Ona sarılmayı deli gibi istese de, kendini tuttu ve pastasına doğru yürümeye başladı.
Masanın çevresindeki, yanında üç museyle dikilen Dionsys, Apollon, Athena, Artemis, Hermes, Durga, Adonis, Hades, Neith, Sedef, Eros, Adonis, Demet, Kerem ve elinde bıçakla bekleyen Samet’e bakarken kalbi duracakmış gibi atıyordu. Gözleri, altın gözlünün üzerinde olduğu halde pastasına eğildi ve dileğini tutup vargücüyle pastanın üzerindeki yirmi altı mumu üflemeye başladı. Dileğinin tutması gerekiyordu, o yüzden hiçbir mumu sağ bırakmayacaktı. Başardı.
Gururla doğrulduğunda, arkadaşlarının her biri onu, sıkıca sarılarak kutlamaya başladı, Durga ve Neith sadece başlarını eğerek selamlamakla yetinmişlerdi. Buna hiç itirazı yoktu. Ares’ten önce, Adonis ona sarıldı ve kulağına eğildi.
‘’Sensiz bir hayat benim için anlamsız olurdu, iyi ki doğdun bebeğim.’’ Diye fısıldadı ve yanağından öptü. Bırakmak istemiyor gibi yeniden kendine çekti ve hafif bir dokunuşla sırtını okşadı. Başını eğip Dünya’dan ayrıldı ve Ares’in önünden çekilerek kenara geçti.
Kalabalık, pastanın üstündeki mumları toplayıp gürültüyle içecek servisine başlamışken Ares’in karşısında birkaç saniye sadece yüzüne baktı. Özlemi onu felç etmişti. Ares sonunda kıpırdandı ve uzun bir adımla yanına geldi. Çekinmeksizin eliyle onun yüzünü kavradı ve dudaklarını dudaklarına bastırdı. Zamanı ve mekânı unutturan öpücük, Dünya’nın dizlerini titretti. Kollarını, Ares’in boynuna sarıp bedenini ona yaslayarak ayakta kalabildi.
Alnına alnını dayayan Ares, güzel gözlerini yumdu ve fısıldadı. ‘’Seni çok seviyorum Dünya’m, nice yıllara biricik sevgilim.’’
Hissettiği aşktan, kalbi çatlamak üzereydi, konuşamayınca Ares’in dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu. Bu ona güç verdiğinden altın gözlünün dudaklarına doğru mırıldandı.
‘’Seni seviyorum.’’
Eros’un sesiyle kendilerine geldiler. ‘’Bu pastaya dokunamazsın Apollon!’’
‘’Çok saçma bir adet!’’ dedi Apollon.
Athena ekledi. ‘’Doğum günü Dünya’nın, ilk dilimi onun kesmesi gerek.’’
Apollon homurdandı. ‘’Hena, pasta onun umurunda değil ki, ne bekliyoruz?’’
Samet arkasına sakladığı bıçakla, kararsız bir ifadeyle Dünya’ya bakınca; Dünya, Ares’in kollarından sıyrıldı. ‘’Bıçağı ben alayım Samet, önce Apollon’u sonra pastayı kesmeliyim.’’
Apollon kocaman sevimli bir gülümsemeyle ellerini cebine attı. ‘’Bana hiç kıyabilir misin, sen?’’
Bu haliyle Ares’in yaramaz gülümsemesini andırmıştı. Sahte sinirini anında unutan Dünya gözlerini devirerek pastasının önünde durdu. Ares hemen arkasında elinde bir tabakla dikildi. Koca bir günün sonunda sevdiği adama kavuşmak Dünya için en değerli hediyeydi. Pastanın ilk dilimini Ares’in uzattığı tabağa bıraktı, ikinci dilim daha büyüktü ve sabırsızca bekleyen Apollon’nun oldu. Pastayı dilimlere ayırıp Eros’un yardımıyla servisini bitirdi. Herkes payını alıp dağılınca koca pastadan eser kalmamıştı. Durga ve Adonis’in yanında duran Ares, Dünya’nın servis işini bitirdiğini görünce kenara geçip boş kanapeye oturdu. Elindeki pasta tabağını işaret ederek onu yanına çağırdı. Dünya, mutlu bir gülümsemeyle altın gözlünün yanına giderken bulutların üzerinde yürüyordu, kendini her an havalanacakmış gibi hissediyordu.
Pastadan bir çatal alan Ares, Dünya’ya uzattı. Pasta çok lezzetliydi, dudaklarına bulaşmış kremayı diliyle yalarken konuştu.
‘’Bu harika! Yediğim en güzel pasta!’’
Ares gülümsedi. ‘’Apollon, senin için özel olarak yaptırdı. Geçen seneden sözü vardı.’’
Dünya o anda ayıldı, ‘’Yoksa bana sözünü ettikleri doğum günü partisi bu muydu? Aman Allah’ım, en baştan beri bunu mu planlamış.’’
Ares dudaklarını büktü. ‘’Planın hepsi onun değildi, hatırlarsan o zamanlar pek samimi değildik, hatta sen, kapı komşun olmama rağmen beni görmezden geliyordun. Sen benim kapımı çalmayınca mecburen arkadaşının yerinde bir şeyler düzenlemeyi düşündük. Bir şekilde sana yaklaşmam gerekiyordu, süpriz doğum günü partisinde beni fark edeceğini düşündüm. O yüzden Artemis ve Apollon, doğum günü fikrini Sedef’in aklına sokmak için uğraşıyorlardı. Olaylar farklı geliştiyse de, senin eski hayatına olan özlemini bildiğimden ilk plana sadık kalarak; doğumgününü sevdiklerinle kutlamanı istedim. Ama pasta olayı Apollon’un, ona hiç karışmadım.’’
Dünya, Ares’in uzattığı pastayı kaparken gülümsemekten başka bir şey yapamıyordu. Müzik eşliğinde sallana sallana pastalarını yiyen arkadaşlarına baktı. Hepsi öyle güzellerdi ki, derin bir nefes aldı. Ares haklıydı, Sedef’i çok özlemişti ama Olimpos’tan da ayrılmak istemiyordu. Daha doğrusu Olimposlulardan, onları görmesinin yasak olduğu bir hayat oldukça renksizleşirdi.
O anda aklına gelen bir şey başından aşağı soğuk suların dökülmesine neden oldu. Ares ölümsüz olduğunda yasak onu da bağlayacaktı, dehşet içinde Ares’e baktı. Genç adam pastadan bir çatal kendine alırken Dionsys’un haraketlerine eşlik ederek tuhaf bir dans yapan Hermes’i seyrediyordu. Gülümserken dudağının kenarına kremayı bulaştırdı ve bunu fark etmedi. Dudağının kenarındaki pasta kalıntısına bakarken Dünya’nın kalbi acıyla kasıldı. Marduk’un evine katılacak olmasının önemini Artemis kadar hissetmemişti ama ölümsüzlüğü elde ederse az önce mumları üflerken dilediği dileği gerçekleşmezdi.
Ares, başını çevirip ona baktı ve yüzündeki mutlu ifade anında dağıldı. ‘’Bir şey mi oldu?’’ dedi elindeki tabağı yana bıraktı. ‘’Neyin var?’’
Dünya başını sağa sola salladı ve elini kaldırıp Ares’in dudağını sildi. ‘’Pasta bulaşmış.’’ dedi titrek bir sesle. ‘’Gözüm takıldı.’’
Ares rahatlayarak Dünya’nın elini tuttu ve parmağına bulaşmış pastayı yaladı. ‘’Şimdi ait olduğu yerde’’ dedi çapkın bir sırıtışla ve ekledi. ‘’Tıpkı senin gibi…’’
Ares öpmek için ona uzanırken üzüntüden ağlamak üzereydi. Göğsünün ortasında bir şeyler yırtılıyordu ve ona acı veriyordu. Ares ona yaklaşamadan ayağa kalktı. ‘’Sedef’le biraz vakit geçirmeliyim.’’ dedi ‘’Onu çok ihmal ettim.’’
Sedef’in ihmal hakkında bir düşüncesi olmadığının bilincinde olan Ares, Dünya’nın gitmesine ses çıkarmadı. Çünkü kadın Dünya’dan tarafa bakmaktansa Adonis’in olduğu yönle ilgileniyordu.
Sedef’in yanına gitmeden önce lavaboya gitti. Gözlerinin yaşarmasını engellemek için yüzünü yıkadı ve derin nefesler aldı. Ares’ten ayrılmamak için iblis mücevherini kabullense miydi? Ölümlü kaldığı takdirde başka bir sorun çıkar mıydı? Ares ölümlü kalmak istiyor muydu? Başiblisleri diğer evler duyduğunda ne tepki vereceklerdi? Ares’in yeniden ceza almasını istemiyordu. Fakat elinden hiçbir şey gelmiyordu.
Kafası allak bullak, sırtını tezgâha dayadı. Bu ölümsüz topluluğun tüm kurallarını bilseydi, belki bir çıkar yol bulabilirdi, gerçi Ares halinden memnuna benziyordu. Çukurdaki kızgınlığından eser kalmamıştı. Ayrılmaları onu fazla etkilemeyecek gibi davranıyordu. Yoksa pek önemsemiyor muydu?

19. bölüm

‘’Tek başına burada ne yapıyorsun?’’
Dünya başını çevirip içeri giren Sedef’e baktı. Kadın ona doğru yürürken yüzünde sahte bir kızgınlıkla parmağını salladı.
‘’Sen var ya, çok hainsin. Tatil için Olimpos’a gittiğini söylememen bir yana, bir kere olsun telefon etmedin. Üstüne üstlük Aras’ı da tavlamışsın, adam sana tapıyor. Nasıl başardın çabuk söyle!’’
Dünya üzüntüsünü saklayıp kadına gülümsedi. ‘’Kader.’’
‘’Baştan belliydi zaten.’’ dedi Sedef dudağını bükerek. ‘’Onun gözü sürekli senin üzerindeydi. Ama tatil yerinde karşılaşmanız büyük tesadüf, reklam çekimi için aynı yeri seçmesi gerçekten kader.’’
Dünya, Sedef’e attıkları yalanı tam bilmese de bozmadı. Başını salladı, Sedef aynada kendine bakarken konuşmaya devam etti.
‘’Sabah bana geldiklerinde şok oldum. Bende sana ulaşmaya çalışıyordum, telefonun bozuk olduğunu öğrenince sana kızmaktan vazgeçtim. Bana mitoloji temalı bir parti yapmak istediklerini söylediler, hatta uygun olsun diye hepsi bir lakap bulmuşlar. Asıl adlarını söylemek istemediler. Çok saçma!’’ dedi ve gülerek ona döndü. ‘’Aras’ın seçimi çok basit değil mi? Ares! Savaş tanrısı, bence ona hiç uymuyor. Aşk tanrısı Eros olmalıydı ama o lakap çoktan kapılmış. Gerçi Eros’ta çok yakışıklı ama ben asıl Adonis’e bayıldım. Ömrümce bu kadar kusursuz bir adam görmedim. Hele o gözleri…’’
Sedef, içini çekerek Dünya’nın şaşkın bakışlarına aldırmadan devam etti. ‘’Onun sevgilisi var mı? Yoksa yanından ayrılmadığı yeşil gözlü kadınla mı beraber?’’ dedi.
‘’Şey…’’ diye Dünya konuya ilgisiz mırıldanınca Sedef oflayarak onun koluna girdi.
‘’Haksızlığa bak ya!’’ dedi kapıya doğru yürürlerken. ‘’Apollon, Adonis ikisi de dolu, Aras’ı da sen kapmışsın.’’
‘’Apollon’un sevgilisi yok ki.’’
Sedef eli kapıda durakladı. ‘’Seninle gelen kızıl neyin nesi o halde?”
‘’Kardeşi.’’
Sedef gözlerini açarak dediğini tekrar etti. ‘’Kardeşi mi?’’ Dünya’nın başıyla onayladığı haber karşısında Dünya’nın kolundan çıkıp elbisesinin dekoltesini düzeltti. ‘’Bunu öğrendiğim iyi oldu.’’ dedi ve Dünya’ya çapkın bir bakış attı. ‘’Şu Apollon ne şanslı adam, az sonra hayatının aşkıyla uzun bir sohbet edecek.’’
Kapıyı açıp dışarı çıkan Sedef’in ardından başını salladı. ‘’İnanılmazsın.’’
Lavabodan çıktığında Ares onu bekliyordu. Ceketini çıkarmıştı. Kollarını kıvırdığı gömlek dar olmasa da omuz ve göğüs kaslarını belli ediyordu. Klasik kıyafetinin içinde de her zamanki gibi mükemmeldi. Ona yakışmayan bir şey olamayacağını düşünürken Ares yaslandığı duvardan doğruldu ve kapının önünde dikilen Dünya’nın yanına geldi. Ellerini kollarına koydu ve hafifçe sıktı.
‘’Canını sıkan şeyi söyler misin?’’
Dünya, dudaklarını kemirmeyi bırakıp adamın endişeli gözlerine baktı. ‘’Sedef’i ve diğerlerini görünce biraz duygusallaştım.’’ dedi. Eninde sonunda ayrılacaklarını sayıklayıp bu geceyi mahvetmek istemiyordu.
Ares dikkatlice yüzünü araştırdı. ‘’Asıl seni üzen şey ne?’’
Dünya, adamın sezgisi karşısında dağıldı ve kendini onun kollarına attı. Ares ona sıkıca sarıldı. Sanki hiçbir şeyin onları ayıramayacağını ispat etmek istiyordu. Dünya, kokusunu içine çekerek mırıldandı.
‘’Senden iki isteğim olacak Ares.’’ dedi. Ares kaşları çatık ondan ayrılınca yüzüne karşı tüm ciddiyetiyle konuştu. ‘’Bana söz vermeni istiyorum. Reddetmeyeceksin.’’
‘’Ne olduklarına bağlı.’’ dedi sadece.
‘’Söz vermelisin.’’
Ares bir süre gözlerini gözlerine dikerek düşündü. Dünya onun dişlerini sıktığını görebiliyordu. Aklından geçeni bilmediğinden, Dünya’yı kırmadan işten sıyrılıp sıyrılamayacağını hesaplıyordu. Sonunda doğruldu.
‘’Hiçbir şey için söz vermiyorum.’’ dedi. ‘’Canını bu kadar sıkan şeyin bizim yararımıza olmadığı çok açık.’’
Dünya’nın itiraz etmesine fırsat vermeden arkasını döndü ve salona doğru yürüdü. Dünya, arkasından seslendi ama dönüp bakmadı. Koruma için her şeyi mahvetmediğini umarak diğerlerine katılmak için kısa koridoru adımlamaya başladı.
Hareketli bir müzik kafeyi inletiyordu, neyseki kapılar pencereler kapalıydı ve ses düzeni iyi yapıldığından kimseyi rahatsız etmeyeceklerdi. Ortada Artemis, Eros ve Hermes, Kerem’i aralarına almış zorla dans ettirmeye çalışıyordu. Demet, Kerem’le dalga geçerken Hades’in yanında dikiliyordu. Durga, Athena’nın yanındaydı, ellerindeki içkileri yudumlarken dans edenleri izliyorlardı. Samet, küçük barın ardında Dionsys’la sohbet ederken yanındaki museleri çaktırmamaya çalışarak süzüyordu. Sedef amacına ulaşmış, Apollon’u köşeye sıkıştırmış laflıyordu.
Ares’in bara doğru yürümesini seyredip başını çevirdi ve kafenin uzak köşesindeki çifte gözü takıldı. Dört kişilik kanapeye oturmuşlardı. Adonis elindeki yarılanmış bardağı öylesine çevirirken yanındaki Neith ona bir şeyler anlatıyordu. Dünya, başını ikisine çevirdiğinde Adonis’de aynı anda gözlerini ona doğru yöneltti. Bakışları birbirine kenetlendi. Tuhaf bir hisle gözlerini ondan alamadı, güzelliğin canlı tasvirine bakarken Adonis’in dudakları kıpırdandı. Sessiz kelimelerle söylediği cümleyi anlayamamıştı çünkü Eros, Dünya’yı bileğinden tutarak dans eden gruba doğru çekti.
‘’Hadi bakalım, sıra sende!’’ dedi ve elini tutarak dans figürlerini yaptırmaya başladı.
‘’Ben beceremem.’’ diye sızlanmasına aldırmadan zorlamaya devam eden Eros güldü.
‘’Öyleyse kendini bana bırak!’’
Dünya nefeslenerek kendini kasmayı bıraktı, diğerlerini taklit ederken Eros’un usta figürlerine ayak uydurmaya çalıştı. Dans edebileceğine inanmaya başlamıştı. Demet de onlara katılınca eğlenceli bir dansa dönüştü ve Dünya nihayet doğum gününden zevk almaya başladı. Göz ucuyla Adonis’in Ares’in yanına gittiğini gördü. Elini sırtı onlara dönük adamın omzuna koyan Adonis, Ares’in kulağına eğildi. Ve Eros, onu uçururcasına döndürdü. Dans etmekten nefes nefese kalmıştı, hareketleri bu kadar çabuk kapmasına kendisi bile şaşırdı. Eros onu kendine doğru çekip beline sarıldı ve yana doğru yatırıp yüzüne sevimli bir gülüşle baktı.
‘’Beceriksize bak sen, yalancı.’’
Dünya kahkaha atarken Eros, onu ileriye doğru açtığı koluyla savurdu. Dünya dönerek Eros’un elinden kurtuldu ve o hızla başkasına çarptı. Çarptığı, ani bir refleksle onu yakalayınca başını çarptığı kişinin yüzüne kaldırdı. Adonis’ti, ellerini Dünya’nın sırtında birleştirip gülümsedi.
‘’Seni yakaladım.’’
Dünya kıpırdanınca kollarını çözüp ayrılmasına izin verdi. Dünya, terli saçlarını geriye attı. ‘’Teşekkür ederim.’’
Yanlarında beliren Eros özür dileyen bir sesle ‘’Dünya, elimden kayıverdin nasıl olduğunu anlamadım.’’ Dedi.
‘’Sorun değil Eros, müthiş dans için sağol. Benim suçumdu, elini ben tutamadım.’’ Dedi ve eliyle yüzünü yelpazeledi. ‘’Biraz dinleneyim artık yaşlı biriyim, biliyorsun.’’
Eros rahatlayarak doğruldu. ‘’Yaşlı mı, bak bu daha cazibeli oldu. Yaşlı ve dans ustası bayanlara bayılırım.’’
Dünya eliyle Eros’u ittirince Eros gülerek dans edenlere doğru gitti. Adonis, müzik yüzünden sesini duyurmak için kulağına eğildi.
‘’Seninle konuşmam gerek.’’
Dünya, Ares’ten tarafa dönerken Adonis elini onun beline koydu. ‘’Sorun yok, sevgilinden izin aldım.’’ Dedi alaycı bir sesle. Dünya’nın çatılan kaşlarına aldırmadan devam etti. ‘’Dışarı çıkalım mı, burası çok gürültülü.’’
Kapıya doğru yönelmeden önce Ares’e doğru baktı. Neith’in barda onun yanında olduğunu görünce sol tarafında incecik bir sızlama hissetti. Kadınla birbirlerine çok yakınlardı ve Ares’in ilgisi tamamen kadının üzerindeydi. Ares’in elindeki kadehi alan Neith, bir dikişte hepsini içince Ares sırıttı. Dünya daha fazla bakamadı ve onu bekleyen Adonis’in yanına gidip dışarı çıktılar.
Hava serindi, terlediğinden de olsa gerek titredi. Adonis bunu farkedince bir an tereddüt etti.
‘’Üşüdüysen içeri dönelim.’’
‘’Gerek yok.’’ dedi başını sallayarak. ‘’Birazdan alışırım, sorun değil.’’
Kafenin dışındaki banka gidip oturdular. Yoldan arabalar geçiyordu, çevrelerindeki hayat her zamanki gibi sürüyordu. Bir senedir görmeye alıştığı manzaraya yabancı gözlerle bakındı. Adonis sessizce, önlerinde akan yaşamı onun kadar yabancı gözlerle bir süre izledi. Dünya, titremesini engelleyemiyordu, hem havadan hem de Ares’in tavrından dolayı. Bu denli yakınlarken adamın birden nasıl buzdağına dönüşebildiğine hala akıl erdiremiyordu. Az önce odadaki varlığı, Ares için nasıl da önemsizleşmişti.
‘’Sana sarılmamı ister misin?’’ dediğinde Adonis’e baktı. ‘’Çok titriyorsun Dünya, dışarıyı önerdiğime pişman oldum.’’
‘’Benimle ne konuşmak istiyordun?’’ dedi soğumuş kollarını kendine sararak. Belki titremesini engelleyebilirdi.
‘’Ares hakkında.’’ dedi Adonis. ‘’Neith, ona ambrosiayı vermeyi kabul etti.’’
Dünya, haber karşısında tepkisiz kalınca Adonis devam etti. ‘’Ama karar senin. Onun ölümsüzlüğünü geri almasını istiyor musun, yoksa sana ait olmaya devam etmesini mi istiyorsun?’’
‘’Karar benim değil.’’ dedi başını çevirerek.
‘’Dünya, Ares faniliği sadece seninle yaşayabilmek için istiyor. Ama yakında onun ölümsüz olması gerek, evler ve Olimpos daha fazla beklemez.’’ Lanetli yıldızlardan haberi olmayan Adonis devam etti. ‘’Bu yüzden seçimini söylemelisin, kısa bir süreliğine de olsa; Ares’imi istiyorsun yoksa bu eski hayatını mı? Anahtar olman sona erdiğinde seni bırakacaklardır. Ares birlikte olmanız için bir yol bulacağını sanıyor ama yanılıyor. Kimse yasağa karşı gelemez, yasağı koyan bile olsa. Hafızanı silmemeye kararlı ama onu biraz olsun tanıyorsam,  tutsak olmana seyirci kalamayacağına eminim. Ama eninde sonunda o da seni bırakmak zorunda kalacak. İkiniz aynı hayatı yaşayamazsınız.’’
‘Yani eninde sonunda beni bu acıyla öldürecek’ diye düşünen Dünya’nın içi kavrulurken, neşesizce sırıttı ve Adonis’e baktı. ‘’Gördüğün gibi, karar bana ait değil.’’
Adonis kaşlarını çattı ve uzanarak onu kollarının arasına aldı. Dünya, gözpınarlarına yığılan yaşları serbest bıraktı ve yüzünü adamın göğsüne gömdü. Sessiz yaşlar, gözlerinden değil, ruhundan sızıyordu. Adonis, onu kendine iyice çekti.
‘’Ares’i nasıl kıskandığımı tahmin edemezsin.’’ diye mırıldandı. ‘’Keşke seni mutlu etmek için elimde bir fırsat olsaydı. Keşke seninle olmak için bir şansım daha olsaydı.’’
Titremesi geçen Dünya, onu saran kollardan sıyrıldı. Ağladığı için kendini kötü hissediyordu. Adonis, ondan önce uzanıp yüzünü elleri arasına aldı ve başparmağıyla akmak üzere olan yaşları sildi. Dünya, ona bu kadar kibar davranan adamın güzel yüzünden bakışlarını alamadı. Adonis, gözleriyle Dünya’nın yüzünü her noktasını ezberlemeye çalışıyormuş gibi süzüyordu.
‘’Çok güzelsin Dünya…’’ dedi ve yavaşça ona doğru eğildi. Dudaklarının üzerine fısıldadı. ‘’Atlantis’ten beri seni öpmek için çıldırıyorum. Beni ne hale getirdiğinin farkında mısın?’’
Dünya’nın gözleri istemsizce kapandı ve Adonis’in öpücüğüne karşılık verdi. Kendinde değildi, ruhu paramparça olmuştu. Umutlanıp hayalkırıklığıyla sarsılan kalbi sonunda donuk bir et parçasına dönüşmüştü. Ares varken atıyordu, ondan uzaklaşınca sadece kan dolaşımını sağlıyordu. İsteksizliğini fark eden Adonis, öpüşünü yumuşatıp zoraki ondan ayrıldı. Lacivert gözleri ışıl ışıldı, boğuk bir sesle mırıldandı.
‘’Hayatımın en güzel dakikalarıydı.’’ dedi ve sırıttı. ‘’Uzun bir hayatım olduğuna göre benim için önemini hesap et.’’
Dünya gülümsemeye çalışarak ondan ayrıldı. ‘’Matematiğim kötüdür.’’
‘’Edebiyatında sürünüyor olmalı. Sana ettiğim lafları anlamıyor musun yoksa anlamazdan mı geliyorsun?’’
‘’Adonis, ben…’’
Adonis parmağını onun dudağına bastırdı.
‘’Senden vaat istemedim Dünya, hislerinin farkındayım. Sadece sen de, benim duygularımı bil istedim.’’
Dünya yorgun bir ifadeyle adama bakarken Sedef’in ona seslendiğini duydu.
‘’Doğumgünü çocuğu, kaldır poponu da buraya gel. Senin için parti yapmaya çalışıyoruz.’’
Kapının önünde duran Sedef’e döndüler. Dünya, kadının yüzündeki ifadeden az önceki sahneyi gördüğünü anladı. Hınzır bir sırıtışla ona bakıyordu.
‘’Geliyoruz.’’ dedi ve ayağa kalktı. Ayaklanan Adonis’e ‘’Neith’in vereceği ambrosiayı Ares’in kabulleneceğini sanıyorum. O bana değil, sizin dünyanıza ait.’’ Dedi ve kafeye doğru yürüdü.
Adonis ardından mırıldandı. ‘’Kimin, hangi dünyayı seçeceğine sen bile şaşırabilirsin.’’
Adamın sözleri karşısında umutlanmadan edemedi, belki bir şeyler değişebilirdi. Ares sürekli bir yolunu bulacağını söylemiyor muydu? Yine de fazla kendini kaptırmamalıydı. Adonis’in sözleri onu kastetmiyor da olabilirdi.
Sedef, yanına gelen Dünya’nın koluna girdi, hemen fısıldadı. ‘’Sana inanamıyorum Dünya, neler olmuş bir haftada. Şu yaşıma kadar gördüğüm en çekici iki erkeği nasıl idare ediyorsun, hemde burunlarının dibinde.’’
Dünya kaşlarını çatarak kadına söylendi. ‘’Az önceki manzara tamamen istemdışıydı, gördüğünü unutmanı tavsiye ederim.’’
‘’Erkeklerden köşe bucak kaçan Dünya’ya bak sen!’’ dedi ve onun kolundan çıktı. ‘’Aman boşver canım, üç günlük hayatın tadını çıkarmaya bak.’’
Sedef, Adonis onlara yetişince sustu ve adama hoş bir gülümseme gönderdi. Üçü birlikte kafeye döndüler, müzik biraz yavaşlamıştı ve az önceki dans edenler servis masasının etrafında yiyeceklerden atıştırıyorlardı. Dünya, tek başına koltukta oturan Ares’e baktı ve Sedef’in dediği gibi üç günlük hayatın tadını çıkarmaya karar verdi.
Ares, avuçları arasına aldığı kadehin içindeki sıvının devinimini dalgın bakışlarla izliyordu. Kollarını, dizlerine dayamış öne eğilmişti. Dünya, ona yaklaşınca gözlerini kaldırıp gelişini seyretti. Sonra geriye yaslanıp kollarını koltuğun kollarına yerleştirdi. Yüzü çok ifadesizdi. Karşısına dikilen Dünya’yı bir süre süzdü.
‘’Beni dansa kaldırmak için neyi bekliyorsun?’’ dedi Dünya.
Ares yutkundu ve başını arkaya yasladı, gözlerini kapattı. ‘’Hissettiğim öfkenin geçmesini.’’ diye cevapladı.
Dünya, ilerde duran Artemis’e doğru bir bakış attı. Artemis onu onaylayarak başını salladı. Ona koruma olayını anlatmıştı. Ares gözlerini açmadan mırıldandı. ‘’Benim Olimpos’a gitmem gerek, partiden ayrılırsam kızmazsın, değil mi?’’
Sesi çok sakindi ama onun sakin kalabilmek için kendini kontrol etmeye çalıştığını anlamak hiç zor değildi. Zeus’la kavga etmesinden korkan Dünya itiraz etti.
‘’Hiçbir yere gitmiyorsun Ares!’’
Ares, gözlerini araladı. ‘’Kim engel olacak?’’
‘’Dedikleri kadar sinir bozucusun.’’ diye yüzüne doğru eğildi. ‘’Düşünerek hareket etmeyi ne zaman öğreneceksin? Tek başına o adamla konuşmanı istemiyorum.’’ Doğruldu. ‘’Başıma açtığın bu sürpriz parti bitince hepimiz oturup konuşacağız. O zamana kadar yanımdan ayrılmayacaksın’’
Ares derin bir soluk aldı. ‘’Sürekli beni azarlaman mı gerekiyor?’’
‘’Hak etmesen yapmam, koca bebek!’’
Ares sinirli bir tavırla gülümsedi ‘’Koca bebek mi?’’ diye onun lafını tekrarladı ve aniden ayağa kalkınca burun buruna geldiler.
Ares, elini kaldırıp işaret parmağıyla eskiden papatya kolyesinin asılı olduğu noktayı gösterdi. ‘’Kolyeni yine takmamışsın. Seni bu konuda azarlamayacak kadar olgun olduğuma göre bebek filan değilim.’’
Dünya’yı orada öylece bırakıp elindeki boş bardağı bar tezgâhına koydu. Hiçbir şey demeden Athena ile Eros’un yanına doğru yürüdü. Dünya asık suratla, yanından uzaklaşan altın gözlüyü izledi. İyiki bugün onun doğumgünüydü. Hayatında bu günden daha kötü bir gün geçirmiş miydi acaba? Ares’in kalktığı koltuğa oturdu. Pencerelere doğru baktı, tüm storlar çekiliydi. Kendini iyice kapana kısılmış hissetti. Boyutların anahtarıydı ama gidecek bir yeri yoktu.
‘’Dünya.’’
Başını çevirip kendisine seslenen Neith’e baktığından kadın devam etti. ‘’Seninle yakın değiliz ama bunu istemediğimi sanma. Senin için bu kadar özel bir günde benim ne işim olduğunu düşünebilirsin.’’
Dünya ayağa kalktı, ne diyeceğini merak ederek yüzyüze durmayı tercih etti. Neith’in samimi ifadesi karşısında kıskançlığını geriye attı.
‘’Hayır, gelmene sevindim. Bende sana teşekkür etmek istiyordum, oylamada bizim tarafımızı tuttuğun için.’’
Neith zarif bir gülümsemeyle diğerlerine kısa bir bakış attı. ‘’Olimpos evini her zaman takdir etmişimdir. Sadece kendilerini değil bize de yardımcı olmaları çok asil bir davranış’’ gözlerini ona çevirdi. ‘’Bu yüzden özellikle Ares ve Adonis’e kendi evimdeki birçok kişiden daha çok güvenirim.’’
Neith içini çekerek ekledi. ‘’Sanırım ona olan özel ilgimi faketmişsindir.’’
Ne güzel konuşuyorlardı, şimdi Ares’e olan aşkını itiraf etmesi mi gerekiyordu? Dünya, bunları düşünüp kadına kinlenmeye başlarken Neith başını çevirip Ares’in olduğu yönün tersine baktı.
‘’Adonis’in bunu anlamazdan gelmesi gururuma dokunsada elimden bir şey gelmiyor.’’
‘’Adonis mi?’’ dedi Dünya sırıtarak. ‘’Sen Adonis’ten mi hoşlanıyorsun?’
Neith, tuhaf bir bakışla ona baktı. ‘’Hoşlanmak biraz basit bir kelime oldu ama sanırım günümüzde böyle tanımlıyorlar.’’
Dünya nefes aldı. ‘’Ben senin Ares’le ilgilendiğini sanmıştım.’’
‘’Ares, benim için kardeşim gibidir. Çok severim ama ona o gözle hiç bakmadım.’’
‘’Umarım bakmamaya devam edersin.’’ dedi Dünya, şakayla karışık.
‘’Sen çok ilginç birisin anahtar.’’ dedi Neith, Dünya’nın tepkileri ve sözleri karşında gülümsedi. ‘’Benim ayrılmam gerekiyor ama sana hediyeni vermeden gitmek istemedim.’’
Kadın yumruk yaptığı elini kaldırırken avcunu açtı. Boş olan avcunda küçük kare bir kutu belirdi ve Dünya’ya uzattı.
‘’Nice yıllara, hediyemin sana mutluluk getirmesini dilerim.’’
Dünya kutuyu Neith’in avcundan aldı ve ince bir işçiliğin ürünü olan kutuyu açtı. İçinde küçük bir bitki vardı, şeffaf renkli yapraklar birbirinden ayrıldı ve ortasında pembe bir meyve meydana çıktı. Çok güzel kokuyordu. Soran gözlerle Neith’e baktığında kadın açıkladı.
‘’Bu bir ambrosia’’ dedi. ‘’Bundan sonrası sana kalmış.’’
‘’Teşekkür ederim.’’ dedi Dünya, yeterince mutlu çıkmayan sesiyle.
‘’Kendin için kullanırsan, evimizin kapılarının sana açık olduğunu unutma, tabi Ares için de bu geçerli.’’
Kutuyu kapattıktan sonra Neith’i kapıya kadar uğurladı. Elindekini Ares’e vermekte isteksizdi, üzerindeki lanet için Asteria’yı pişman edebilmek isterdi. Ölümsüzleri bile muma çeviren bir titanla uğraşmak bir faniye kalmıştı. Ama lanetten kurtulunca Asteria’nın işini zorlaştırmak için elinden geleni yapacaktı. Bir süre daha partiye katlanmak için Apollon’a kur yapan Sedef’in yanına gitti.
Sonunda ayrılma vakti gelmişti. Sedef, onun yeniden Olimpos’a döneceğini öğrenince yüzü asıldı. Dünya arkadaşına takıldı.
‘’Bana iki hafta dediğini sanıyordum.’’
‘’O kesinlikle uymazsın diye söylenmiş bir sözdü.’’ dedi Sedef, yine de ona sarıldı. ‘’Şaka yapıyorum Dünya. İstediğin kadar tatil yapabilirsin ama Kerem senin kadar dayanıklı değil, haberin olsun.’’
Dünya ona gülümsedi. Sedef’in hediyesi olan pahalı çantayı koluna takıp diğerleriyle de vedalaştı. Kerem ona tatilde okuması için bir kitap hediye etmişti, Demet güzel bir cüzdan, Samet ise şu an üstünde olan şalı. Kafeyi arkasında bırakarak onu bekleyen ölümsüzlere doğru yürüdü. Birlikte otoparka gittiler, Ares hala ondan uzak durmak için elinden geleni yapıyordu. Aklında bir şey vardı ve onu engelleyeceğini bildiğinden kasten böyle davrandığını düşündü.
Ares, mustanga doğru adımlarken başını çevirmeden seslendi. ‘’Durga, seni ben bırakırım.’’
Durga, arabaya yönelmişken Dünya beyninden vurulmuşa döndü. O dururken yanına Durga’yı çağırıyordu. Diğerleri de en az onun kadar şaşkındı. Athena gülümsemeye çalışarak konuştu.
‘’Benimle gel Dünya, Artemis sende, kızkıza laflarız.’’
‘’Süper bir fikir!’’ diye Artemis atıldı.
Dünya’nın gözleri hala arabasına kurulmuş ve Durga’nın arabaya binmesini bekleyen Ares’teydi. Mustang kükreyerek çalıştı. Durga arabaya biner binmez Ares gaza basıp otoparktan ayrılmak için Dünya’nın önünden geçtiği sırada, Dünya kolundaki çantayı sıyırdı ve var gücüyle arabaya fırlattı. Pahalı çanta arabanın yan aynasına denk gelmişti. Ares aniden frene basıp kapıyı açtı. Ne olduğunu anlayamamıştı, kimse anlayamadı. Dünya ise öfkeden çıldırmış bir halde Ares’i yumruklamak için atıldı. Ares, sallanan kırık aynadan başını çevirip son anda Dünya’yı gördü ve onun yumruğunu yakalayıp kolunu ters çevirdi. Kolu sırtına sabitlenince Dünya homurdanarak tepinmeye başladı. Bacağına yediği iki tekmeden sonra Ares, Dünya’nın iki bileğini tek eliyle sırtında birleştirip kendi bedeniyle arabanın arasına Dünya’yı sıkıştırdı.
‘’Rahat dur!’’
‘’Seni gerizekalı!’’ diye Dünya adamın yüzüne doğru bağırdı. ‘’Senden nefret ediyorum.’’
Dünya, alnını adama savurdu ama Ares başını geriletince atağı boşa gitti. Ares, oflayarak diğerlerine döndü.
‘’Olimpos’a dönün, sizinle taş odada buluşuruz.’’ Onları izleyen Durga’ya bakarak ‘’Kusura bakma Durga.’’ dedi.
Durga, Dünya’ya doğru yan gözle baktı ve hoşnutsuz bir yüzle Adonis’in arabasına doğru yöneldi. Dünya, kaşlarını çatmış kinli bakışlarla kadının gidişini seyrederken Ares, serbest kalan eliyle onun yüzünü kendine çevirdi.
‘’Bunun anlamı neydi?’’
Yanlarından geçen arabalara aldırmadan ‘’Bırak beni!’’ diye debelendi. Öfkeden tüm bedeni alev almıştı, tüm gece ondan uzak durması yetmezmiş gibi, sonunda kadının tekiyle ayrılıyordu. Bir de kalkıp anlamını soruyordu.
‘’Bırakırım ama sakin olursan.’’
‘’Asıl sen sakin ol, kendini beğenmiş, ukala. O kadınla beraber ayrılmakta ne oluyor? Afrodit bitti şimdide başımıza Durga mı çıktı.’’ Diye bağırdı. ‘’Senin hayranlarından bıktım.’’
‘’Durga…’’
‘’Dinlemek bile istemiyorum.’’ dedi. ‘’Kolumu acıtıyorsun.’’
‘’Sen arabamı kırdın, kolunu kırarsam ödeşiriz.’’
Ares’in sesi alaycı bir tona dönüşmüştü. Arabayla kendisi arasına sıkıştırmış, hareketi durdurmaya çalışmaktan çok bir sevgili gibi ona yaslanmıştı. Ares’in eli, onun yüzünden boynuna doğru indi. Gözlerindeki bakış değişmişti. Dünya mıknatısın etkisinde adama doğru çekildiğini hissediyordu ama karşı koymalıydı. Bu kadar kolay yumuşamayacaktı, bu kez olmaz.
‘’Seni çok üzüyorum sevgilim.’’ diye mırıldanan Ares’in parmakları onun çenesinde dolanırken Dünya düşüncelerini toparlayamıyordu. ‘’Ölümlü veya ölümsüz, her iki halimde aynı, ben berbat bir aşığım.’’
Dünya rüyadaymış gibi başını salladı. ‘’Evet, gerçekten bu konuda yeteneksizsin.’’ kelimeler bu şekilde çıksa da kalbi doğru olmadığını biliyordu. Sadece, Ares için orta yol diye bir şey yoktu, ya en yukarılara çıkartıyordu ya en dip çukurlara… Yine de onunla birlikte savrulmak evrenin en zevk dolu macerasıydı.
Ares onu serbest bıraktı ama ellerini Dünya’nın iki yanından arabaya dayadı. Yüzünü ona biraz daha yaklaştırdı, kendini beğenmiş bir ifadeyle dudaklarını yaydı.
‘’O zaman peşimi bıraksana.’’
Dünya, onu arzulu bir bakışla süzen altın gözlerin büyüsünde rağmen konuşmayı başararak karşılık verdi. ‘’Asıl sen benim peşimi bırak.’’
Sesi aşırı heyecanını gayet iyi yansıtmıştı, bu Ares’in daha çok hoşuna gitti. ‘’Yeteneksiz olduğumu söylemiştin, belki beceremiyorumdur.’’
‘’Ares…’’ diye fısıldadı, eliyle gömleği kavradı ve onu kendine çekti.
Dudakları birbirine değemeden otoparka giren adamların sesiyle ayrıldılar. Dünya’nın kalbi deli gibi atıyordu, eli tadamadığı öpücükle sızlayan dudağına gitti. İki adım gerileyen Ares, boğazını temizleyip saçlarını sıvazladı. Adamlar gevşek adımlarla ilerdeki arabaların yanına yürüdüler. Dört kişilik grup, sohbetlerine arabalarının yanında devam ettiler. Ares, Dünya’ya kısa bir bakış atıp yerde duran çantaya doğru gitti. Elinde çantayla dönerken Dünya arabayı dolandı ve yolcu koltuğuna bindi. Ne garip bir doğumgünüydü, yaşadığı ilk doğumgünü kutlamasının bu şekilde karışması inanılmazdı.
Ares kırık aynayı yerine takmayı denedi ama işe yaramadı. Sonunda pes ederek arabaya bindi. Çantası kucağında onu izleyen Dünya’ya mutsuz bir bakış attı.
‘’Olimpos’a ışınlanmaya ne dersin. Kırık bir aynayla sürmek arabama haksızlık olur.’’
Dünya omzunu kaldırdı. ‘’Sen bilirsin.’’
Ares, gözlerini kısarak gülümsedi. ‘’Şimdi de uyumlu mu olduk.’’
‘’Belki senden istediğim bir şey vardır.’’ dedi Dünya çapkınca adamı süzdü.
Ares, bir an onun yüzüne baktı kaldı, sonra başını çevirip arabayı çalıştırdı ve park yerine geri soktu. Arabalarının yanında konuşmaya devam eden adamlara bir göz attı. Onların ilgisini çekmediklerine emin olunca gözleriyle etrafı taradı, kimsenin onları arabada görmediklerine kanaat getirdiğinde Dünya’ya doğru döndü.
‘’Gel yanıma.’’
Dünya sadece ona dokunmasının yeterli olduğunu bilmesine rağmen Ares’in açtığı kolun altına girdi. Çantasını elinden bırakmıyordu, Ares kaşlarını çatıp çantayı gösterdi.
‘’Onu bırakmaya ne dersin? Sonra alırız.’’
Dünya başını salladı. ‘’Asla olmaz.’’
Dünya’nın beline doladığı koluyla onu iyice kendine çekti ve kucağına aldı. ‘’Sen bilirsin.’’ diye sırıtarak Dünya’yı taklit etti.

20. bölüm

Dünya, sarıldığı adamın boynuna, yüzünü dayadı. Dudaklarını küçük dokunuşlarla onun teninde gezdirmekten kendini alamadı. Gömleğin açıklığından köprücük kemiğinin hemen üstünü usulca dişledi. Kesik bir nefes alan Ares’in onu saran kolları kasıldı. Dünya, bu ufacık dokunuşla onun nefesinin kestiğini anladı. Ares’i hala heyecanlandırabiliyordu. Bu his başını döndürdü. Sonrasında yumuşak ve nefis kokulu yatağın üzerindeydiler.
Ares’in kucağından yatağa bıraktı, kendini ve isteğini belli eden bir bakışla genç adamın yüzüne baktı. Elleri yatağa dayalı Ares’in yüzünde de aynı ifade vardı ama kararsızlığı daha baskındı. Derin bir nefes alarak Dünya’nın yüzünü süzdü. Dudağını ısırdı ve hızlıca yataktan kalktı. Arkası ona dönük odanın ortasında dikildi.
‘’Ares!’’ dedi, yataktan doğrularak. ‘’Neyin var? Yıldız mı?’’
Ares, dirseğine kadar sıyırdığı gömleğinin kollarını düzeltirken ona dönmeden cevapladı. ‘’Hayır, ben… Seni yeniden utandırmak istemiyorum.’’
Dünya, çukuru ve banyo sonrasındaki olayı anımsadı, Ares yine onun tarafından itilmek istemiyordu. Bunu bir daha yapmayacağını söylemek için ağzını açacaktı ki, Ares ona döndü. Soğuk bir sesle konuştu.
‘’Kolyeni niye takmıyorsun Dünya?’’
‘’Ares neden…’’
‘’Gerçek bir cevap istiyorum!’’
‘’Ben…’’ dedi, bunu nasıl açıklayacaktı. ‘’Ben onu kaybettim.’’
‘’Bana yalan söyleme!’’ dedi Ares. ‘’Sadece neden takmadığını öğrenmek istiyorum.’’
‘’Dedim ya kaybettim, onu çıkartıp lavabonun yanına bıraktığımı anımsıyorum ama sonrası yok. Odaları temizleyen kimse, ona sormalıyım belki bir yere kaldırmıştır.’’
‘’Odalar büyülüdür Dünya, hiçbir eşyanı almaz. Senden başka kimsenin giremediği bir odaya, hizmetlinin girdiğini nasıl düşünürsün? Bunca zaman sonra, kolyeni takmayı neden bıraktın?’’
Dünya sinirle yataktan kalktı. ‘’O halde odamdadır. İzninle ben gidip yararsız aramama devam edeyim.’’
Kapıya doğru yürümeye başladı. Ares kolundan tutmasaydı çıkmayı başaracaktı.
‘’Tamam, sana inandım.’’ Dedi, Dünya kolunu ondan çekip yüzüne baktığında, kızgınlığını bastırmaya çalışarak devam etti. ‘’Tüm duygularım çok karışık, sana inanmadığım için üzgünüm. Benden vazgeçebileceğini düşündükçe, delirecek gibi oluyorum.’’
Bunu nasıl düşünürdü? Onu ne hale getirdiğini görmüyor muydu? Sırf hatırladığı anılarında hissettiği güçlü aşk yüzünden peşine takılıp Olimpos’a gelmişti. Onun için kendi hayatını hiçe saymıştı. Ares’in aşkına sahip olmak için ölümsüzlere ve bizzat ona kafa tutmuştu. Bir kolye yüzünden onun sevgisinden nasıl şüphe edebiliyordu? Basit bir kolye, bakışlardan ve sözlerden daha mı önemliydi?
‘’Lütfen gitme.’’ dedi Ares. ‘’Konu sen olunca kendimi kaybediyorum.’’
‘’Böyle düşünmene sebep olan şey ne? Senden vaz geçebileceğimi nasıl düşünürsün?’’
‘’O kadar çok benden alındın ki, en büyük kâbusum sensiz kalmak oldu.’’ Tek elini göğsüne attı. ‘’Belki yıldızların içinin dolmasına izin vermeliyiz’’
‘’Benim Asteria’ya dönüşmemi mi istiyorsun?’’ dedi şaşkınlıkla.
‘’Senden ayrılmamak için her şeyi yaparım papatyam. Her şeyi…’’
Dünya uzanıp adamın göğsündeki elini tuttu.
‘’Ares sen buraya aitsin. Diğer evlerin de ölümsüz olman için sana baskı yaptığını biliyorum. Senin de istediğini hissediyorum. Lanet yüzünden kendini sorumlu hissetme, senin suçun değildi. Ayrıca ben de, ambrosiayı kabul etmeni istiyorum.’’
Ares elini onun elinden çekti.
‘’Bu her şeyin sonu demek!’’ diye seslice söylendi. ‘’Dünya başaramadım, bir kaçış yolu bulamadım. Desteğim yok, tek başımayım, anlıyor musun? Yeni bir savaş…’’
‘’Savaşman gerekmiyor Ares.’’ diye adamın lafını kesti. ‘’Göreceksin her şey yoluna girecek. Biz birlikte bunu başaracağız. Tek başına değilsin.’’
Ares, kararsız bakışlarla Dünya’ya baktı ve başını sallayarak kanapeye doğru yürüdü. Kendi kendiyle savaşarak yavaşça konuştu.
‘’Durga, bana elinde bir ambrosia olduğunu söyledi. İstersek, bu gece ölümsüz olabilirim.’’ kanapeye oturup üzgün gözlerini Dünya’ya çevirdi. ‘’Ama bir şartı var. Onların evine katılmam gerekiyor. Ölümsüzlük karşılığında evinin korumasını kabul edeceğim. O yüzden Durga’yla dönmek istemiştim, Zeus’la konuştuktan sonra onun evine katılacaktım. Senin buna karşı çıkacağını ve yanlış anlayacağını düşündüm.’’
‘’Durga mı?’’ dedi Dünya kanapeye doğru yürüdü ve yanına oturdu. ‘’Hayır, o kendini beğenmiş fırsatçı kadına gerek yok.’’ Dedi çantasına uzanırken.
‘’Dünya, koruma olmadan iyice güçsüzleşirim. Koruma bizim çoğu iblis büyüsünden ve tuzağından etkilenmemizi sağlar.’’
Dünya çantasını açtı. ‘’O kadının ambrosiasına ihtiyacımız yok.’’ dedi ve Neith’in verdiği kutuyu çıkarttı. ‘’Bizde zaten bir tane var.’’
Ares, kutuyu açtı ve içindekine bakarak söylendi ‘’Bunu nereden buldun?’’
‘’Neith verdi.’’ dedi ve elini Ares’in bacağına koydu. ‘’Senden iki isteğim olduğunu söylemiştim. Birincisi ölümsüz olman, ikincisi Marduk’un korumasını kabullenmen.’’
‘’Marduk benden böyle bir şey istemez.’’ dedi.
‘’Kâhin söyledi, o tuhaf odada konuşulanları dışarıda söyleyemediklerinden hiç biri teklif edemiyormuş. Kâhinin söylediğine göre; şimdi diğerleri de konuşmakta serbest kaldılar. O yüzden Durga ve Neith’de sana koruma teklif edebildi.’’
Ares elindeki çevirdiği kutuya baktı. ‘’Ben de istediğin şeyin arkadaşınla kalmak olduğunu sanmıştım.’’ Diye mırıldandı. ‘’Onları bu denli özlediğini görünce seni orada bırakmamı isteyeceğini düşündüm. Dileğinin onlar olduğunu sanmıştım. O yüzden seni dinlemek istemedim, üzgündüm.’’
Yan gözle Dünya’ya baktı. ‘’Bensiz mutlu olacağına emin olsam da seni bırakmam Dünya, asla. Bırakamam.’’
Umudu yine tavan yapmıştı. ‘’Sensizlik, ölüm anlamına gelirken nasıl mutlu olabilirim?’’ diye mırıldandı.
Ares, rahatlayarak hafifçe sırıttı. ‘’O zaman seni öldürmemeye çalışmalıyım papatyam. Bensiz kalmayacaksın, sana söz veriyorum.’’
Dünya, tatlı sözlerin karşısında erirken onları bekleyen tehlikeyi anımsadı ve telaşla söylendi. ‘’Yıldızın içi dolmadan şu meyveyi yiyecek misin?’’
Ares, başını kapıya doğru çevirdi. ‘’Zeus ile son bir kez konuşmam gerek. Ölümsüz olduğumda…’’
Dünya, Ares’in lafını kesti. ‘’Faydasız Ares, lütfen, seni tamamen kaybetmek istemiyorum.’’
Ares bir süre dudağını kemirerek kararsızca kutuya baktı. Sonra kutuyu açıp meyveyi yaprakların içinden çıkarttı ve ağzına atıp yuttu. Saçları alnına düşmüştü. Tenini buğulu bir ışık kapladı ve yavaşça eski haline dönerken başını Dünya’ya çevirdi. Yüzünü süsleyen tüm yara izleri kaybolmuştu. Dünya’nın nefesi kesildi, elini kaldırıp Ares’in alnına dökülen saçlarını geriye attı ve yüzünü okşadı.
‘’Seni o kadar çok seviyorum ki…’’ diye fısıldadı.
Ayağa kalktı ve Ares’in kucağına oturdu. Ares, hiçbir şey söylemeden ona bakıyordu. Gömleğinin düğmelerini usulca çözdü ve eskiden içi dolu yıldızların süslediği biçimli göğüs kaslarına baktı. Dövme yok oluyordu, içi huzurla dolu, başını kaldırıp Ares’e baktı.  Kaybolan lanetle şu anda ilgilenmeyen altın gözlü, ellerini onun bacaklarına koydu yavaşça yukarıya doğru okşadı. Dünya gözlerini kamaştıran yakışıklı adam karşısında kendinden geçti, titreyen parmaklarını güzel yüz hatlarında dolandırdı. Eğildi, dudakları Ares’in boynunda ve çenesinde gezinirken parmağı gömleğin kalan düğmelerini çözmeye başladı. Tüm ruhuyla adamın sadece ona ait olmasını istiyordu.
Dudakları, teninin tadını çıkartarak yukarıya doğru ilerlerken Ares’in parmakları kasıldı. Ağzından dökülen ismini duymasıyla adamın dudaklarını kapatması aynı anda oldu. Eliyle güçlü kaslarını okşayarak omuzlarına çıktı ve gömleği omuzlarından sıyırdı. Ares, doğrulup gömleği tamamen çıkarttı ve Dünya’nın belini kavrayıp kendine çekti. Dünya, iradesizce boynunu geriye attı ve Ares, tek elini Dünya’nın saçlarına geçirdi. Dilini ve dişlerini kullanarak teslimiyetin ödülü öpücüklerini, dudaklarıyla onun tenine mühürledi. Dünya, böyle bir haz olabileceğini düşünemezdi. Aşk, dalga dalga tüm bedenine yayıldı ve onu esir aldı.
Ares’in ayağa kalkmak için doğrulduğunu hissedince bacaklarını onun beline doladı. Ares, Dünya’yı yatağa bıraktı ve ağırlığını vermeden üzerine uzandı. Gözlerini ondan ayırmadan beline dolanmış bacağını ayağına kadar okşadı ve ayakkabısını çıkarttı. Diğer ayakkabısını da aynı şekilde çıkartıp Dünya’nın içini titreten bir gülüşle ona baktı. Dünya’nın gözleri Ares’in göğsündeki yıldızlara kaydı. İçleri boş olan soluk yıldızlara dokundu.
‘’Lanetten kurtulduk mu?’’
Ares, Dünya’nın yıldızı okşayan elini tuttu ve bileğinden yatağa bastırdı. ‘’Lanet işlese bile seni bırakmazdım. Seni istiyorum Dünya’m. Ruhun neye dönüşürse dönüşsün seni seviyorum.’’
Dünya, doğruluğuna emin olduğu sözler karşısında gözlerini kapattı. Ares’in öpücüklerine teslim oldu. Elbisesinin üzerinde gezinen parmaklar fermuarı arıyordu. Eliyle yandaki gizli fermuarı işaret ettiğinde Ares’in güldüğünü işitti ve Dünya gülümseyerek gözlerini açtı. Ares, dokunuşuyla alevlenen teninden, başını kaldırıp mırıldandı.
‘’Hala benden nefret ediyor musun?’’
‘’Ah, hem de çok!’’ diye boğuk bir sesle cevap verdi.
Fermuarla savaşan Ares’i yatağın içinde döndürerek üstüne çıktı ve ölümsüz aşkının gözlerindeki parlak harelerden bakışlarını ayırmadan elbisesinin fermuarını yavaşça indirdi. Dünya, altında olan mükemmel adamın tutku dolu bakışlarının üzerinde gezinmesini zevkle izledi. Ares kadar kusursuz biri olabileceğini hayal bile edemezdi. Sağlam karakteri ve cesareti konusunda düşmanlarının bile takdirini kazanmıştı. Güzel yüzü, biçimli vücudu, güçlü kasları ve çekici bakışları baş döndürücüydü. Sesi ve teninin baştan çıkarıcı kokusu ise ölümcüldü.
Dünya, elbiseyi üstünden çıkartmak için kenarlarından tuttu. Ares, beklenti dolu bir sabırla onu izliyordu. Yakışıklı ölümsüzün teni daha bir ısındı. Dünya’nın bacakları üzerinde gezinen elleri, istekli bir kavrayışla kasıldı. Elbiseyi, yukarı doğru sıyırırken Ares’in yüzü muhteşem bir gülümsemeyle aydınlandı. Bu, onun zavallı ölümlü kalbini durdurabilirdi.
Kapı çalındığında yolunu anca yarılayan elbise elinde bakakaldı. Ares’in kaşlarını çatıp kapıya doğru,  ‘’Gelmeleri için daha erken’’ diye mırıldandığını duydu.
Kapı yeniden ve ısrarla çaldı. Dirseklerinin üzerinde doğrulan Ares, Dünya’ya fısıldadı. ‘’Her kimse, açmaya hiç niyetim yok.’’ Ares, elini onun ensesine kenetledi ve öpmek için kendine çekti.
‘’Ares!’’
Duyduğu ses karşısında duraklayan Ares’in kasları öfkeyle gerildi. Dünya ne yapacağını bilemez halde donakalmıştı. Zeus yeniden seslendi.
‘’Odanda olduğunu biliyorum Ares, dışarı çık. Seninle konuşmalıyız.’’
Dünya elini adamın göğsüne koydu. ‘’Hayır, Ares, diğerlerini bekle. Seni tahrik etmesine izin verme.’’
Ares, Dünya’yı tuttuğu gibi yatağa bırakıp hışımla kapıya yürüdü. Kapı daha o varmadan ardına kadar açıldı. Ares, öfkeyle yanan gözlerini Zeus’a dikti. Zeus ise onun tersine çok rahattı. Adamın dikkatini çeken üç şey oldu, yatağın üstünde doğrulmaya çalışan Dünya, yarıçıplak Ares’in kolundaki altın kolluk ve göğsündeki silinmek üzere olan beş yıldız dövmesi…
Ares, ellerini yumruk yapmış her an için Zeus’un üzerine atılacakmış gibi kasılmıştı. Zeus baştan aşağı siyahlara bürünmüştü, yüz ifadesi de en az üzerindekiler kadar karanlıktı.
‘’Alabileceğin tüm desteği yine almışsın Ares.’’ dedi alaycı bir sesle.
‘’Haklarımı benden esirgediğine göre, eleştirmeye hakkın da yok Zeus.’’ dedi Ares, buz gibi bir sesle.
Zeus, yüzünü buruşturup başını doğrulttu. ‘’Arkamdan iş çevirmene daha fazla göz yumamazdım.’’ dedi. ‘’Diğerleri içinde bu geçerli.’’
‘’Ne istiyorsun Zeus?’’
‘’Bunu sormak için çok geç kaldın iblis efendisi!’’
‘’O halde kapıma neden geldin Olimpos tahtının sahibi!’’ dedi Ares.
Dünya kendine çeki düzen verip kapıya yürürken Zeus göz ucuyla ona baktı ve Ares’e döndü. ‘’Ölümsüz olmak için benden izin istemedin Ares.’’ dedi. ‘’Ve oyunlarına alet ettiğin bu fani kadını yatağına alman da yasak, bunu en iyi sen bilirsin.’’
Ares sırıttı. ‘’Evet, en iyi ben bilirim Zeus. Çünkü kuralları ben koydum. Ölümsüzlüğe gelince, artık senin korumanda olmadığımdan bu konuda senin iznine ihtiyacım da yok.’’
Zeus’un yüzü seyirdi. ‘’Korumam mı?’’
Ares, adama doğru bir adım atıp kapının sınırını geçince Dünya panikledi. Ares’in koluna sarılmamak için kendini zor tutuyordu, onu durduracak gücü olmadığını bildiği halde.
‘’Ne cesaretle korumamı elimden alırsın? Bu bardağı taşırdı, ne hakla beni Olimpos’tan dışlarsın?’’
‘’Seni Olimpos’tan dışlamadım Ares, sadece korumanın sana sağladığı vurdumduymazlığı kırmak niyetindeyim.’’
‘’Öyle mi?’’ dedi Ares, bir adım daha attı. Şimdi Zeus’la yüzyüzeydi. ‘’Beni durdurmak için zayıf büyülerinden mi yardım alacaksın? Bu kadar mı korkuyorsun benden?’’
Zeus’un yüzü öfkeden renk değiştirdi. ‘’Senden korkmuyorum.’’ Dedi ama bu yalandı, Dünya omzunun alarmıyla gözlerini Zeus’a dikti.
‘’Ares’ten korkuyorsun Zeus.’’ dedi anlaşılmaz bir ifadeyle ona bakan Zeus’a. ‘’Ondan neden çekiniyorsun Zeus? Sana karşı hiç kullanmadığı iblislerinden mi, yoksa Ares’in üstün gücünden mi?’’
‘’Sen karışma anahtar.’’ dedi Zeus ama beyazlamış yüzü doğru bir saptamayı işaret ediyordu. ‘’Bu Olimpos ile Ares arasında!’’
‘’Senin ve benim aramda!’’ diye düzeltti Ares. ‘’Olimpos’un benimle derdi yok, bir tek sen bana karşısın.’’
Zeus gözlerinde öfke kıvılcımları ile Ares’e döndüğünde Ares devam etti. ‘’Olimpos’tan gideceğim Zeus, bana koruma sağlayacak başka bir eve geçeceğim.’’
Zeus’un kaşları daha da çatıldı, dişlerini sıkarak homurdandı. ‘’Hiçbir yere gidemezsin, izin vermiyorum. Olimpos’tan ayrılamazsın.’’
Ares alaycı bir ifadeyle adamı süzdü ve sırıttı. ‘’Bunu söyleyen kim?’’
‘’Ben… Ben senin liderinim Ares, Olimpos’tan ayrılmanı yasaklıyorum!’’
Ares, adamı baştan aşağı kibirli bakışlarla süzdü ve hiçbir şey demeden arkasını döndü. Ares’in aldırmazlığı karşısında, Zeus bir an hiçbir şey yapmadı. Sonra aniden atıldı ve sol eliyle Ares’in kolundan tuttu. Sağ elinde parlak bir ışık belirdi. Işık, yıldırıma benzeyen bir kılıca dönüştü ve Ares’in göğsüne doğru savurdu. Dünya anlık gördüğü hareket karşısında tepki bile veremedi. Ares ise saldırıyı bekliyordu. Kendini geriye atıp sırtını arkaya doğru büktü, yıldırım onu es geçmişti ama Zeus’un tuttuğu taraftaki omzunu sıyırdı. Ares, onu tutan kolu yakaladığı gibi ters çevirip Zeus’u duvara yüzüstü çarptı. Zeus’un iki elinde de yıldırımlar belirdi, gözlerini yakan ışıklar yüzünden Dünya gibi Ares’te şaşaladı ve Ares’in tutuşu gevşedi. Zeus sırtını ve dirseğini kullanarak Ares’i ittirdi ve dönüp elindeki yıldırımları Ares’e saplamak için yükseltti. Ares, adamı bileklerinden yakaladı ve duvara yeniden yapıştırdı.
‘’Senin derdin ne?’’ diye yüzüne karşı hırladı. ‘’Benden kurtulmak istemiyor musun?’’
Zeus kin dolu bir sesle cevapladı. ‘’Hiçbir yere gidemezsin!’’
Sağ elindeki yıldırım uzadı ve Ares’in boynunu sardı. Ares acı içinde kasılınca Dünya dayanamayıp atıldı. Fakat Zeus ona doğru çevirdiği bakışlarındaki bir güç yüzünden havalanıp koridorda savruldu. O kadar hızlı dönmüştü ki, bir an nerede olduğunu bile anlayamadı. Doğrulmaya çalıştı, elinin acısıyla inledi. Üç parmağı olmaması gerektiği bir şekilde biçim değiştirmişti, dudağını ısırarak Ares’e baktı. On metre ötede boğazını saran Zeus’un yıldırımından kurtulmak için debeleniyordu. Dünya, ayağa kalkarken tüm iç organları yer değiştirmiş gibi midesi bulandı. Ares’e yardım etmesi gerekiyordu ama nasıl yapacaktı?
Ares, onu Zeus’tan uzak tutan yıldırıma elini uzattı ve adamın şaşkın bakışları altında yıldırımı ikiye ayırıp yumrukları arasında sıkıp yere fırlattı. Yıldırımlar dağılırken Ares, öfkeyle Zeus’a doğru atıldı. Zeus’un yüzünde patlayan yumruk en az yıldırım kadar etkiliydi. Zeus’un duvara çarparak afallamasını fırsat bile Ares, Dünya’nın olduğu yere kısa bir bakış attı. Bu da Zeus’un fırsatı olmuştu, dizini Ares’in midesine gömen Zeus güçlü bir yumruğu da yüzüne yapıştırdı. Ares, yumruk yüzünden sarsılsa da kendini hemen topladı ve Zeus’a doğru atıldı. Zeus ile iyice birbirlerine girdiler. Dünya eli kucağında dönen başını sabitlemeye çalışırken aklına gelen tek yardımı çağırdı.
‘’Hera!’’
İkinci kez bağırmasına gerek kalmadan Hera iki adım ötesinde belirdi. Bu arada Ares, Zeus’u yere düşürmüş dirseğini adamın boğazına dayamıştı. Her ne kadar ölümsüz olsa da nefesi kesilen Zeus yüzü kıpkırmızı, Ares’e karşı koymaya devam ediyordu. Hera hızla ikisine doğru koştu.
‘’Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz? Bırak onu Ares!’’
Ares ağırlığını daha bir arttırdı. ‘’Sen onu kocana söyle!’’
‘’Ayrılın!’’ diye Hera bağırınca Ares gözlerini kısarak Zeus’a bir an baktı ve onu salıverdi.
İki adam, öfkeyle birbirlerine bakarak doğruldular. Zeus’un burnundan kan geliyordu ve gömleği yırtılmıştı, Dünya’nın görebildiği kadarıyla dudağı da patlamıştı. Ares’in omzundaki yanık izi ve boğazını saran morartıya ek olarak elmacık kemiği hafifçe kızarmıştı.
‘’Ne rezalet!’’ dedi Hera ikisine de ayrı ayı bakarak. ‘’Bir sokak kavgamız eksikti.’’
‘’Olimpos’tan ayrılacakmış.’’ dedi Zeus burunu koluna silerek doğruldu. ‘’İblislerini daha rahat yönetebileceği bir eve sığınacak.’’
Hera anlayamamış gibi Ares’e baktı, yaşadığı şok gözlerinden okunuyordu. ‘’Sen buraya aitsin Ares.’’ dedi mırıltıyı andıran bir sesle.
‘’Artık değilim.’’ dedi ve ekledi. ‘’İstediğim yeri kabul edebilirim.’’
Hera, Zeus’a baktı. ‘’Seninle konuşabilir miyiz?’’
‘’Hera, onu savunmayı bırak artık. Ares tehlikeli, onun bizlere karşı olduğunu görmüyor musun? Çukurdaki üç hücre şu anda boş,  sebebini gizli aşığına sor istersen.’’
Dünya, Zeus’un gizli âşık lafıyla kimi kastettiğini bir an anlayamadı ama Hera, Ares’e dönünce aniden kavradı. İçini yakan bir hisle tüm bedeni taş kesildi. Hera, Ares’e doğru adımlarken altın gözlü kaşlarının altından kadına bakıyordu.
‘’Bu doğru mu Ares? Onları saldın mı?’’
Ares birkaç saniye cevap vermeksizin kadına baktı. Hera, Ares’in koluna dokundu. ‘’Cevap ver, baş iblis efendilerini çukurdan çıkarttın mı?’’
Ares’in gözleri Dünya’ya döndü. Yüzünde anlaşılmaz bir ifadeyle başını salladı.
‘’Evet, başıboş iblisleri kontrol etmek için tek çarem onlardı.’’
‘’Peki, onları kim kontrol edecek şimdi? Onlara neyin sözünü verdin? Neyi feda ettin?’’
Ares, Hera’nın onu tutan kolundan kurtuldu. ‘’Yeter artık.’’ dedi ve Zeus’a döndü. ‘’Madem bana yardım etmiyorsunuz, önümden çekilin. Ben ne seni tanıyorum ne de senin zalim hükümdarlığını!’’
Zeus, Ares’in yüzüne yumruk atmak için elini kaldırdığında Ares, adamın yumruğunu, tek eliyle havada yakaladı. O anda koridorda sesler çoğaldı. Birbiri arkasına Olimposlular belirmeye başladı. Birbirlerine kinle bakan iki adam onları fark etmemişlerdi. Apollon, ikisinin arasına girdi ve ellerini birbirinden ayırıp ittirdi. Zeus’un önüne geçen Apollon yeniden kavga etmelerini engellemek için tek eliyle adamın omzuna elini koydu. Eros ve Athena da Ares’i zapt etmek isterecesine iki yanındaydılar.
‘’Sakinleştikten sonra herkesi toplayıp konuşmaya ne dersin Zeus?’’ dedi Apollon. ‘’Bize açıklaman gereken şeyler var.’’
Zeus gözlerini Ares’ten alıp Apollon’a çevirdi. ‘’En iyisi’’ dedi ve doğrulup geriye adım attı. Ölümsüzlerin her birine bakarak sesini yükseltti. ‘’Kimse Olimpos’tan ayrılamaz, benim iznim olmadan hiç kimse!’’
Sözlerinin ardından ortadan kayboldu, Hera’da arkasından. Dünya’nın gücü kalmamıştı. Omzunu duvara yasladı. Hades yanıbaşında ona eğildi. Diğerleri, kalabalıktan sıyrılmaya çalışan Ares’in çevresini sarmıştı, neler olduğunu soruyorlardı. Hades’in sesiyle başını kaldırıp ona baktı, ne söylediğini anlamamıştı. Hades tekrar etti.
‘’Sen iyi misin?’’
Başını sallarken midesi iyice bulandı. Odasına gitmek istiyordu ama eli sıcak bir hisle zonkluyordu. Parmaklarını yerlerinden koparıp atsa belki rahatlayacaktı.
‘’İyiyim.’’ dedi doğrulmaya çalıştı.
Ares’in kalabalığın içinden çıktığını göz ucuyla gördü. Kendisine yaklaşmasını izlerken bastığı zemin dalgalandı ve Hades’in kollarına yığıldı. Bilinci yerindeydi ama başını kaldıramıyordu. Onu tutan kollar değişti ve gözlerini araladı. Ares’in endişeli bakışlarla ona baktığını gördü, hızlı adımlarla onu bir yere taşıyordu. Zeus, dokunmaksızın, tek bakışıyla Dünya’yı alt üst etmişti.
Yatağa bırakıldı ve arka arakaya üç acı patlamasıyla çığlık attı. Sonrasında ani bir rahatlamayla gözlerini açtı. Sirona, Ares, Artemis ve Adonis üzerine eğilmişlerdi. Sirona, diğerlerine çekilmelerini söyledi ve dudaklarının arasından tatlı bir sıvı akıttı. Baş dönmesi geçerken midesi de yatışmaya başladı. Kendini daha iyi hissediyordu.
‘’Zeus’un bunu yaptığına inanamıyorum.’’ dedi Artemis. ‘’Onu öldürebilirdi.’’
Sirona ‘’Zayıf bir büyü, Artemis, birazdan kendine gelir.’’ diye Artemis’in endişesini yatıştırdı.
‘’Yine de yapmamalıydı.’’ diye söylendi Artemis.
‘’Ares!’’ dedi Adonis. ‘’Nereye?’’
Dünya panikleyerek gözlerini açtı, kapıdan çıkmak üzere olan altın gözlüye seslendi.
‘’Ares!’’
Ona yetişmeye çalışan Adonis ile birlikte Ares, Dünya’ya doğru döndü. Dünya güçsüzce devam etti. ‘’Lütfen, onunla kavga etme. Bu kadar yeter.’’
Bir anlık sessizlikten sonra Sirona, Artemis ile Adonis’e eliyle kapıyı gösterdi. ‘’Hadi bakalım, beni hastalarımla yalnız bırakın. Ares, sen de şuraya otur.’’
Suratsız Ares, gösterilen sandalyeye kararsızca adımladı. Diğerleri itiraz etmeden dışarı çıktılar. Dünya, Ares’in düşünceler içindeki yüzünden gözlerini alamıyordu. Elmacık kemiğinin üzerindeki kızarıklığa, omzundaki yanık izine ve boğazındaki zedelenmeye bakarken içi acıyordu. Ama Hera ile onu düşündükçe göğsü daralıyordu, Dünya’yı asıl güçsüz bırakan da bu histi. Sirona, Ares için ilaç getireceğini söyleyerek odadan ayrıldı. Ağzını bıçak açmayan Ares, gözlerini yerden kaldırıp Dünya’ya baktı.
‘’Bunun için üzgünüm.’’ ondan bir tepki alamayınca ayağa kalkıp yanına geldi, dizlerinin üstüne çöktü. ‘’Sana bir şey olsaydı, kendimi asla affetmezdim.’’
Dünya yutkunup başını tavana çevirdi. Beden hasarı umurunda bile değildi. Ares’in Hera’yla da ilişkisi olduğunu öğrenmesi kıskançlığını körüklemişti ve ona olan güvenine ağır bir darbe indirmişti. Kalbinin içindeki köz, irinli bir yara gibi sızlıyordu. Hala görüşüp görüşmediklerini sormaya korkuyordu, olumlu bir yanıt aldığı takdirde ne yapardı? Ares, koluna dokundu.
‘’Bir şey söyle papatyam.’’ dedi. ‘’Neden susuyorsun?’’
‘’Ben…’’ dedi Dünya. ‘’Biraz uyumak istiyorum. Yalnız bırakır mısın?’’
‘’Açıklama yapabilirim.’’
‘’İstemiyorum.’’
Ares’in gerildiğini hissetti. Parmakları çarşafı kavradı, çarşafı hırsla bırakan Ares ayağa kalktı ve sert adımlarla odadan çıktı. Dünya, kapının onun ardından kapandığını ancak görebildi. İçinin sıkıntısından yatakta döndü ve diğer boş yatağa gözlerini dikti. Parmakları normal şekillerini almıştı, sadece tuhaf bir boşluk hissi vardı ama acımıyordu. Halsizlik dışında bir şikâyeti yoktu, bir de kalbi bu kadar sızlamasaydı…


21. bölüm

On veya on beş dakika yatakta döndü, gelen kimse olmayınca kendi haline acımayı bırakıp yataktan doğruldu. Ayağa kalktı, iyiydi. Oda, ona fazlasıyla boğucu geldiğinden kendi odasına gitmeye karar verdi. Çıplak ayaklarıyla soğuk zemine basınca içi titredi. Üzerinde hala parti elbisesiyle duruyordu. Kollarını kendine sarıp odadan dışarı çıktı. Seri adımlarla kapalı kapıları geçti ve büyük camlı kapısı ve duvarları olan seranın önünde durakladı. İçeride arkası ona dönük duran iki kişiyi tanıdı, Adonis ve Eros. Teras demirlerine öylesine yaslanmış aşağıya bakıyorlardı.
Yavaşça cam kapıyı geçti, varlığını fark etmemelerini umarak. Neyse ki konuştukları konuya iyice dalmışlardı, yine de tedbiri elden bırakmadan koridorun sonuna kadar dikkatli adımlarla yürüdü. Zeus’un yaptıklarına öfkeleniyordu öfkelenmesine ama neden bu şekilde davrandığını mantığı almaya başlamıştı. Aldatılan her koca karısının aşığına bu kadar merhametli olmazdı.
Yarı yolda odasına gitmekten vazgeçip mutfağa indi. Karnı çok acıkmıştı. Mutfakta, tek başına pencerenin pervazına oturmuş elindeki kâseyi kaşıklayan Athena’yı gördü, bir an kararsız kaldı. Rahatsız etmek istemiyordu. Dönmek için hareketlenmişken Athena onu fark etti.
‘’Dünya!’’ Athena’ya bakınca devam etti. ‘’Gelsene.’’
‘’Rahatsız etmek istememiştim.’’ dedi Dünya.
‘’Rahatsızlık mı?’’ dedi bacaklarını aşağıya sarkıttı. ‘’O halde, dolaptan birer tane sütlaç getirirsen, seni affederim.’’
Dünya kadına gülümsedi ve dolaba yürürken mırıldandı. ‘’Tıpkı eski günlerdeki gibi…’’
Eli dolabın kapağında durakladı ve Athena’ya baktı. Lafına kadın da, en az onun kadar şaşırmıştı. Athena’yla, mutfakta sohbet etmesi o kadar olağan gelmişti ve kelimeler o denli rahat çıkmıştı ki, anılarını bu kez hissetti. Görüntü olarak değil, yaşanmışlık duygusuyla.
‘’Eski günler mi?’’ dedi Athena.
Dolaba dönen Dünya raftaki son iki sütlacı alırken cevapladı. ‘’Ağzımdan öylesine çıktı.’’
Athena, kanmamıştı ama üstüne de gitmedi. Dünya ona doğru yürürken geniş pervazda oturması için yer açtı. İki kaşık sütlacı midesine indiren Dünya dudaklarını yaladı.
‘’Bu harika, yediğim en güzel sütlaç!’’ dedi ve sırıtan kadına baktı. ‘’Ve ben sütlacı çok severim.’’
Athena başını salladı. ‘’Biliyorum.’’ dedi pencerenin kenarına yaslanıp tek bacağını yukarı çekti. ‘’Bunu senin için yapmıştım, aslında daha fazlaydı ama sanırım biri tarafından keşfedilmiş.’’
Dünya güldü. ‘’Doğum günü sütlacı demek, o halde suçlu kesin Apollon’dur. Pastadan sonra sütlaca dadanmış olmalı.’’
Athena hoş bir kahkaha attı. ‘’Bence de!’’
Dünya, güzelliğiyle ışıldayan kadına baktı. Güzellik bakımından Hera ile kolayca yarışabilirdi, belki onu bile geçerdi. Hareketleri daha kadınsı olsaydı ve savaşma merakı yerine biraz da kendisiyle uğraşsaydı, kesinlikle rakibi yoktu. Acaba Ares’le… Nefes alıp sütlaca döndü, yok daha neler, bunun düşüncesi bile olamazdı. Neden? Bilmiyordu, sadece hissediyordu. Athena boş kâseyi kenara bıraktı.
‘’Zeus ile konuştum.’’ dedi. Dünya ona bakınca devam etti. ‘’Ares’in düşmanının çok olduğunu ve korumasızlığın başını derde sokacağını söyledim. O yüzden Olimpos’tan ayrılmasını yasakladığını söyledi. Zarar görmesine izin vermeyeceğini özellikle tekrarladı. Ares’e bir ders vermek istiyormuş, sonra korumayı geri verecekmiş.’’
Dünya kâseyi kucağına koydu ve kadına bakmaya devam etti. Athena sıkkın bir sesle ekledi. ‘’İnanmadım.’’ Dedi. ‘’Korumayı özellikle aldı, bir şey olmasını bekliyor. Onu sorunlarından azat edecek bir şey, hem Olimpos’ta kalmasını sağlayacak, hem de isyan çıkarmasını engelleyecek.’’
‘’Bu ne olabilir?’’ dedi Dünya.
Athena omzunu kaldırdı. ‘’Bilmiyorum ama yakında öğreneceğimize eminim.’’
‘’Athena…’’ diye konuşmaya başlayınca Athena lafını kesti.
‘’Neden sende herkes gibi bana ‘Hena’ demiyorsun, eskiden öyle söylerdin.’’
Dünya gülümsedi. ‘’Peki, Hena. Antik bir tanrıçaya ‘Hena’ demek tuhaf, gerçi birine Athena demek bile başlı başına tuhaf ya neyse.’’
Athena burunu kırıştırdı, bu hareketi ona Artemis’i hatırlattı. ‘’Sen izinlisin ölümlü kadın, bana Hena diyebilirsin. Tanrıçanın onayını aldın ölümlü, şimdi devam et!’’ diye abartı bir kibirle ekledi.
Gülümsedi.
‘’Şey, ben’’ dedi Dünya. Nasıl soracaktı ki? ‘’Yani, benim düşünceme göre Zeus’un Ares’in doğumu hakkında bildiği bir şey var. Ve bu da onu korkutuyor.’’
Athena bir iki saniye düşündü. ‘’Zeus’un yalan söylemesine gerek olduğunu…’’ dedi ve durakladı. Aklına başka bir şey gelmişti. ‘’Benimde ebeveynlerim tam olarak belli değil, bunu biliyor muydun? Kâhin bana Metis isimli bir titan soyundan bahsetti. Annemin o olduğunu söyledi ama onun hakkında çok az şey biliniyor. Zeus’a bir kere Metis’i sordum ve tepkisi yüzünden bir daha sormamaya karar verdim. Her ne kötülük yapmışsa bunu bir tek Zeus biliyor, o da anlatmaya isteksiz. Belki Ares’in ebeveynleri de, benimkiler gibi kötü bir şey yapmışlardır. Zeus bizi o yüzden yanına almıştır, geleceğimizden bizi korumak için.’’
‘’Ares’i korumaya çalışmadığı çok açık.’’ diye mırıldandı.
‘’Ares, çocukluğundan beri inatlaşma huyundan vazgeçmedi, kavga yoluyla her işini çözebileceğini sanıyor. Sakince düşünüp hareket ettiğine şahit olmak çok zor ve o zamanlarda da mutlaka bir iş karıştırdığı ortaya çıkıyor. Sen olsan ne düşünürdün?’’
Dünya bir şey demeden başını çevirdi. Ares’in çabuk parladığı doğruydu ve kendi başına buyruk olduğuna da, kısacık zaman zarfında birçok kez tanık olmuştu. Fakat hiç birinde düşüncesizce hareket etmemişti, hatta kendini tehlikeye attığı zamanlarda bile, başkalarına zarar gelmemesine uğraşıyordu. Ya da Dünya, Ares’i pek tanıyamamıştı.
Mutfağa giren Adonis sayesinde Athena’nın sorusunu cevaplamaktan kurtuldu.
‘’Hasta yatağında olması gerekene de bakın siz.’’ dedi alaycı bir bakışla. ‘’Mutfakta oturmuş tıkınıyor. Boşuna nöbet bekliyormuşuz. Ne ara kaçtın sen?”
“Sıkıldım.” dedi Dünya omzunu silkerek.
Adonis kaşlarını çattı ama kızgın olduğundan değil. “Ah, o da ne?’’ Dolaba doğru yürürken devam etti. ‘’Bana da kaldı mı?’’
Athena, bitmiş kâseleri alıp pervazdan zıplarcasına indi. ‘’Kalmadı bebek, Dünya bile sonuna yetişti.’’
Adonis güzel yüzünü asarak kapağı kapatırken Dünya yarılanmış kâseyi kaldırdı.
‘’Yarıma razıysan, kaşık al gel.’’
Adonis, dudağının kenarında hoş bir gülümsemeyle ona baktı. ‘’Senin her şeyine razıyım.’’
Athena gözlerini devirip kâseleri lavobaya bıraktı. ‘’O senin hakkındı, bulaşmasına izin verme.’’
Dünya o arada Adonis’in lafı ve bakışı yüzünden kızarmakla meşgul olduğundan kadına yorum yapmadı. Athena ikisine veda edip mutfaktan çıkıp gitti. Adonis ile kalakalmıştı. Adonis Athena’nın yerine oturup Dünya’ya baktı.
‘’Ben hazırım.’’
Dünya bir an şaşaladı. ‘’Neye?’’
Adonis gözleriyle elindeki sütlacı işaret edince Dünya ‘’A, tamam…’’ diye ayaklandı. ‘’Sana kaşık getireyim.’’ Adonis kolundan tuttu ve Dünya ona dönerken lafını tamamladı. ‘’Bu kirli…’’
Adonis, onun elinden sütlacı aldı, kaşığı da. Dünya yerine otururken sütlacın kalanını yok etmeye başladı. Dünya öylesine mırıldandı.
‘’Değil mi, neden kaşık kirletiyoruz ki!’’
Adonis ona gülümsedi ve bir kaşık dolusu sütlacı ona uzattı. Dünya Adonis’ten tiksinmediğini fark etti ve uzattığı sütlacı ağzına tıktı. Sonraki üç lokmayı da paylaştılar. Adonis, biten kâseyi karşıdaki masaya bırakıp Dünya’ya döndü.
‘’Yediğim en lezzetli tatlıydı.’’
Dünya ‘’Evet, harika yapmış.’’ dedi dudağındaki kalıntıları diliyle temizlerken. ‘’Athena bu konuda oldukça başarılı, kafede iş önermeliyim.’’
Adonis, şakası karşısında tepki vermeden ona bakıyordu. Elini cebine attı ve avucunda sıkıca tuttuğu bir şeyle çıkarttı. ‘’Ben de çalışabilir miyim?’’ dedi. ‘’Kafende bana göre bir iş var mı?’’
Elindekini merak ederken onun sorusunu cevapladı. ‘’Senin kariyerinin gösteri dünyasında olması gerek, kafe basit kaçar.’’
‘’Neden?’’ dedi, eliyle saçını geriye attı.
Adonis’in sesi hoşnutsuz çıkmıştı ama Dünya sadece ona iltifat etmeye çalışıyordu. Bunda bozulacak bir şey göremedi.
‘’Sebebini biliyorsun.’’ dedi. ‘’Hiç aynaya bakmaz mısın sen?’’
‘’Tek özelliğim aynada gördüğüm yansıma mı?’’ dedi Dünya’ya doğru yürüdü ve tam önünde durdu. ‘’Beni düşündüğün zaman aklına gelen ne?’’
‘’Seni neden düşünsün Adonis?’’
Mutfakta patlayan ses yüzünden ikisi de irkildi. Ares kapının ağzında durmuş, kötücül bakışlarını Adonis’e dikmişti. Adonis rahat bir tavırla ellerini cebine attı ve Ares’e döndü. Dünya, avucunda ne sakladığını görmeyi başaramamıştı. Adonis, kalçasını pervaza yasladı.
‘’İnsan, bir şeyler paylaştıklarını az da olsa düşünür Ares.’’
Dünya, Adonis’in banktaki öpücüğü anlatmasından çekindi. Bir anlık duygusallığın başına iş açmasından korkarak tepki vermemeye çalıştı ama Adonis’e bakmadan kendini alamadı.
‘’O, seninle ilgili hiçbir şey hatırlamıyor, aynen senin gibi.’’ dedi Ares, gözlerini Adonis’e kenetlemişti. ‘’Yani siz hiçbir şey paylaşmadınız!’’
‘’Bazı şeyler gözünün önünde olsa da eski önemini kaybetmiştir, bazı unutturulanlar ise küllerinden doğar.’’ Dedi ve kelimelerin üstüne basarak ekledi. ‘’Daha güçlü bir şekilde!’’
Dünya şaşkınlıkla Adonis’e baktı, ne yapmaya çalıştığını anlayamamıştı. Dün gece umutlanmayacağını söylerken şimdi neden böyle imalarda bulunuyordu? Ares, yumruklarını sıkıp kaşlarının altından Adonis’i parçalayacakmış gibi bakarak homurdandı.
‘’Hiç şansın yok!’’
Sakin bir tavırla Ares’e bakan Adonis yavaşça sırıttı.
‘’Bunun olabilme fikri canını sıktığına göre hala bir şansım var, en az senin kadar…’’
Dünya, Adonis’in lafı üzerine ayaklandı. ‘’Şu son sözlerin senin hakkında düşündüklerimde ne kadar yanıldığımı ispatlamaktan başka bir işe yaramadı. Şans dediğin şey, belki ile başlayan bir kuşkuyla oluşur ve benim açımdan belki diye bir kuşku yok.’’ Dedi ve Adonis’in çatılan kaşlarının altında parıldayan gözlerine baktı. ‘’Ayrıca aynada gördüğünden ibaret olmak istemiyorsan, beyninle düşünmeye başlasan iyi olur.’’
Şok içindeki Adonis’ten gözlerini aldı ve kapıda duran Ares’e doğru yürüdü. ‘’İkinizin aşk oyunlarına katlanacak kadar ömrüm yok benim. Çevrenizde bir sürü ölümsüz var. Başka bir kurban bulun.’’
Kapının önünde geçmesine engel duran Ares’in önünde dikildi. Altın gözlü ondan böyle bir tepki beklemiyor olacak taş kesilmişti.
‘’Çekilir misin?’’ dedi öfkeden titreyerek.
‘’Neden kızgın olduğunu biliyorum.’’ dedi Ares. ‘’Kendimi açıklama fırsatı vermeyeceğini de biliyorum. O yüzden şimdilik çekiliyorum ama bana haksızlık ediyorsun.’’
Sözlerinin ardından ortadan yok oldu. Dünya, Ares’in onun için savaşmasını istiyordu, zorlamasını ama adam öylece gidivermişti. Hayal kırıklığı boğazının tam ortasına oturdu, yumruklarını hırsla sıktı. Kapıdan geçmeye hazırlanırken Adonis onu bileğinden yakaladı.
‘’Asıl oyunu, sen oynuyorsun Dünya.’’ dedi ve elindeki şeyi ona gösterdi. ‘’Bunu kapımın önüne bırakıyorsun ve beni düşünmediğini söylüyorsun. Bizimle asıl dalga geçen sensin.’’
Dünya, Adonis’in elinde sallanan çiçek kolyesine bakarken adam parmaklarının arasından kayan kolyeyi yere bıraktı. Kırgın bir sesle mırıldandı. ‘’Senin için önemim olduğunu sanmakla yanılan ben oldum.’’
Adonis de ortadan kaybolunca Dünya’nın karamsarlığı tamamen tavan yaptı. Eğilip kolyeyi yerden aldı. Kolyeyi ondan alan Ares neden böyle bir şey yapmıştı? Kolyeyi ondan alıp neden Adonis’in kapısına bıraksın? Adonis’i umutlandırmayı neden istesin? Kafası adamakıllı karışmıştı. Bu durumda danışabileceği tek kişiye doğru yürümeye başladı. Karanlık bahçe ve amansız çalı ormanı bile umurunda değildi, kâhini görmeliydi. Ve adam bu sefer daha açıklayıcı konuşmalıydı, yoksa delirecekti.
Yaklaşık onbeş dakikadır elindeki küçük fenerle kulubeye doğru yürüyordu, normalde çoktan ulaşması gerektiğinden bunun anlamı tek şey olabilirdi. Kaybolmuştu. Üzerine aldığı hırkanın sürekli çalılara takılıp durması sinirlerini iyice bozmuştu. Artemis’i veya Athena’yı kendisiyle gelip gelmeyeceklerini sormadığına pişman oldu. Düz olarak yürüyordu ama bir türlü kulubenin olduğu açıklığa varamamıştı. Önüne çıkan dala elindeki feneri sallarken adımladı ve ayağı boşluğa gelince kıçüstü yere düştü. Feneri etrafında gezdirerek ayağa kalktı. Yol üzerinde olmaması gereken bir eğim vardı. Yanlış yönde olduğu artık kesindi. Dala tutunarak arkasını döndü. Karanlıkta bir çift morumsu renkte göz ışıldadı. Korkudan eli titredi ve fener kaydı. Kısık bir homurtu duydu, fener aşağı yuvarlanırken bir adım geriye gitti. Mor gözler ona doğru hızla yönelince yapabileceği tek şeyi yaptı ve çalıları umursamadan yokuş aşağı koşmaya başladı. Kollarını yüzüne germişti, dallar yüzüne çarpmıyordu ama üzerine takılarak hırkasını ve tişörtünü yırtıyordu.  Yönünü göremeden koşarken aniden ayakları suya bastı ve birkaç adımdan sonra takip edilip edilmediğine bakmak için arkasını döndü.
Tuhaf bir loşluk vardı ve ayaklarını kaplayan sığ bir suyun içinde yalnızdı. Nefes nefese gözlerini çalılara dikerek birkaç adım daha geriledi. Bir yandan salaklığına kızarken bir yandan da ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Sonra suyun ilginçliği gözüne çarpttı. Su yeşil bir parıltıyla dalgalanıyordu. Belki onu takip eden her neyse sudan çekiniyordu, demek ki suyun içinden ayrılmaması gerekiyordu. Sabaha kadar…
‘’Ne şanslıyız Hrain.’’
Aniden sese doğru döndü. İki metre ötesindeki hava buğulanarak cisimleşti. Upuzun koyu kırmızı saçlara ve zarif yüz hatlarına sahip, kedi bakışlı bir adama bakıyordu. Adamın ince bedenini örten kıyafeti şerit ve kumaş parçalarından oluşuyordu. Bileğinde, Ares’in hep taktığı deri bilekliğin bir benzeri vardı. Pantolonun kemerinden sarkan kısa sopa dışında silahsızdı.
Dünya hızlıca etrafa göz attı, ikisinden başka kimse görünmüyordu ama gözleri onu pekala yanıltabilirdi. Kırmızı saçlı adamın yeşil gözleri kısıldı.
‘’Beni görebiliyor musun sen?’’
Adamın görüntüsü hafifçe titreşti, sonrasında iyice netleşti. Omzundaki ben iyice ısınmıştı, neredeyse canını yakıyordu. Adam mırıltı gibi bir sesle ekledi.
‘’Duyabiliyor musun?’’
Dünya kendini savunacak hiçbir şey bulamayınca gözlerini adama dikti.
‘’Evet’’
Adam hayret dolu bir memnuniyetle Dünya’yı süzdü ve ona doğru adımladı. Dünya gerilerken sert bir sesle, adamı uyardı.
‘’Bana yaklaşma!’’
Dünya ardında bir homurtu duydu, yana doğru hızla kayarken arkasına göz attı. Mor gözlerin sahibi de suya adım atmıştı. Simsiyah saçları olan bu kadın, kırmızı saçlının ikizi gibiydi. Aynı kıyafetten o da giymişti ama bunun kılıcı vardı. Kadın biçimli dudaklarını gerdi ve keskin köpek dişlerini meydana çıkarttı. İnsan olmadıkları belliydi ama ne oldukları konusunda mantıklı bir fikir yürütemedi. Düşman olmamalarını umut etmek ise boş bir hayaldi.
Kadın kaba ve bozuk bir sesle hırladı.
‘’Elini çabuk tut, Solan, efendi fark etmesin.’’
Solan’ın gözleri kadına döndü.
‘’Ona efendi deme!’’ dedi. ‘’Çeneni kapat.’’
Dünya daha fazla bekleyemedi, döndü ve var gücüyle koşmaya başladı. Solan’ın bir şey mırıldandığını duydu. Ayaklarını saran sular yükseldi ve yeşil buzdan oluşan parmaklıkların arasında kalakaldı. Parmaklıkları geçemedi, kalbi deli gibi atarken Solan’a doğru döndü. Adamın tek eli yemyeşil bir ışıkla yanıyordu. Solan, kaşlarının altından Dünya’ya bakarak aralarındaki mesafeyi kayarcasına kapattı. Hrain uzun bacaklarıyla uzun adımlar atarak onlara yaklaştı. Dünya çaresizce bağırmaya başladı.
‘’Ares!’’
Fakat kafesi, parmaklıkları hiç yokmuşçasına aşan Hrain eliyle ağzını kapatınca sözcükler tamamlanamadı. Solan’ın bir hareketiyle kafesin parmakları tamamen dağıldı ve hava yırtılarak karanlık bir boşluğa dönüştü. Hrain onu sıkıca tutuyordu. Kadının kuvveti karşısında kımıldayamayan Dünya, boşluğa doğru sürüklemesine karşı koyamadı. Solan, memnun bir yüzle onları takip ediyordu. Dünya kâbusuna doğru ilerlerken kurtaracak biri olması için dua etmeye başladı. Fakat bu sefer onu koruyacak ne Artemis, ne Apollon, ne Adonis ne de Ares ortaya çıktı. Hrain’in insafsız kollarında boşluğu aştı.
Nefesi kesilmişti. Hrain kolundan tutup sürüklemeye başladığında ciğerlerini kavuran havaya rağmen soluk almaya çalışıyordu. O kadar ağır bir hava vardı ki, yıllardır taze hiçbir şey buraya sızmamış gibiydi. Solan, yumuşak adımlarla önden ilerliyordu. Dünya biraz olsun nefesini toparladığında etrafına bakabildi. Solucan deliğine benzeyen bir mağaradaydılar. Duvarlarındaki zayıf meşale ışıkları yüzünden havadaki kasveti somut olarak hissediyordu.
‘’Beni nereye götürüyorsunuz?’’ diye inledi. Çünkü Hrain kolunu kopartmak ister gibi çekiştiriyordu.
Solan, onlara bakmadan konuştu. ‘’Sustur şunu.’’
Hrain kemerindeki şeriti tek hamlede koparttı ve Dünya’nın bileklerine kan dolaşımını engelleyecek kadar sıkı bir düğüm attı. Dünya, kadını tekmelemeye çalıştı ama yüzüne yediği tokatla gözlerinin önünde yıldızlar uçuştu. Solan’ın sesini yeniden duydu.
‘’Şunu kullansana akılsız!’’
Ağzını örten kumaş parçası tüm çenesini kapladı. Ve sertleşerek demirden bir kıskaca dönüştü. Solan homuranarak uzaklaştı.
‘’Herşeyi ben mi düşüneceğim.’’
Hrain homurdandı ve Dünya’yı yeniden sürüklemeye başladı. Dünya burnuna kadar yüzünü kapatan katılaşmış kumaşın izin verdiğince soluk alarak onu yönlendirdikleri tahta kapıya baktı. Kapının yanında toprak basamaklar yukarı çıkıyordu. Kapının önünde duraksayan Solan omzunun üstünden Hrain’e baktı.
‘’Misafiri var.’’ dedi ve bakışları Dünya’ya döndü. ‘’Sanırım bunu izlemek istersin.’’
Kapıdan ayırılıp basamakları tırmanmaya başladı. Mor gözlü Dünya’yı iterek basamakları zorla çıkarttı. Kısa bir tırmanıştan sonra sağa dönen koridoru aştılar ve duvarın önünde onları bekleyen Solan’ın yanına ulaştılar. Solan, Dünya’nın ensesinden tuttu ve tırmağıyla duvara bir şekil çizdi. Toprak duvar kolayca döküldü, karşılarına küçük bir hücre çıktı.
‘’Bekle’’ dedi Solan diğerine ve Dünya’yı odacığa ittirdi.
Dünya’nın ardından odaya girdi ve giriş kapanınca karanlık etraflarını sardı. Dünya içinde bulunduğu tehlikeyi unuttu, saf bir korkuya dönüşen karanlık tüm düşüncelerini esir aldı. Solan’ın kımıldandığını hissetti ve ardından hücre aydınlandı. Hücrenin tek duvarı şeffaflaşmıştı. Solan, dar oda yüzünden bedenini ona yapıştıracak kadar yaklaştı.
‘’Çok şanslısın anahtar’’ diye fısıldadı.
Dünya, şahit olacağı görüntüden korkarak gözlerini diğer odaya çevirdi. Taş ve toprağın iç içe geçtiği odayı biçimsiz taş şamdanlardaki mumlar aydınlatıyordu. Eşya namına üzerine kürklerin serildiği taş divanlar vardı. Başını sola doğru çevirdi ve odadaki misafiri nihayet gördü.
Tül ve satenlerin oluşturduğu şık kıyafetinin içinde, bu odaya hiç yakışmayan Afrodit sabırsız adımlarla yürüyordu. Solan’ın sıcak nefesi, ensesini yaktı.
‘’Bize çok zorluk çıkardın anahtar, senin yüzünden en iyi savaşçılarımızdan dört tanesini kaybettik. Yine de Ares’in değerli anahtarını çalmayı başardık. Sevgilisi de ayağımıza kadar geldi. Ne kadar güçlü olduğumuzu kavramışsındır.’’
Dünya, daha onların kim olduklarını bile kavrayamamıştı ki. Kendini Solan’dan sakınarak dar hücreye iyice sindi. Konuşabilmeyi değilde hareket edebilmeyi çok isterdi. Bileklerini sıkan bağ yüzünden parmakları uyuşmaya başlamıştı. Solan, onun gerilemesini korkaklık olarak aldığından kısık sesle güldü.
Dünya, yaptığı aptallığa inanamıyordu. Tek başına kâhini aramaya çıkması, hem de gecenin bir vaktinde, büyük düşüncesizlikti. Afrodit adımlamayı bırakıp başını doğrulttu ve gözleri kapıya döndü. Kapıdan giren pelerinli adam, yüzünün yarısını kaplayan bir maske takmıştı. Dünya adamı hemen tanıdı, bu İksion’du.
‘’Sarayıma yeniden hoş geldin Afrodit.’’ dedi adam kadına doğru adımlarken.
Afrodit gelen adamı baştan aşağı süzdü.
‘’İstediğim şeyi getirdin mi?’’
Yüzünün yarısı bir maskeyle örtülmüş İksion, Afrodit’in karşısında durdu ve ciddiyetsiz bir tavırla yüzünü astı. ‘’Hemen iş mi konuşacağız? Biraz senin muhteşem güzelliğinin tadını çıkartmak isterdim.’’
‘’Fazla zamanım yok İksion.’’ dedi Afrodit. ‘’Senin aptalca şakalarını kaldıracak havada değilim.’’
‘’Ama bana mecbursun güzelim.’’ diye sırıttı.
Afrodit’in adama bakışları iyice kinlenirken İksion eğleniyordu. Dünya, Afrodit’in ondan ne isteyebileceğini tahmin bile edemiyordu ama iyi bir şey olmadığı açıktı. İksion, fırsatları kendine çevirmeyi gayet iyi başarıyordu. Vaatleri sayesinde kendine bir şekilde kurtarıcılar edinmişti, Asteria, Ares ve şimdi de Afrodit.
İksion elini yavaşça kaldırıp yüzündeki maskeyi indirdi ve çirkin yüzünü ortaya çıkardı. Afrodit tiksintiyle yüzünü buruşturdu.
‘’Hatırladığımdan daha iğrençsin İksion.’’
‘’İkna edilmesi gereken bir kişiye söylenmemesi gereken kelimeleri sarfediyorsun.’’ diye hırıltıyla konuşan İksion elini pelerinin içine attı ve küçücük bir şişe çıkardı. ‘’Bunu sana vermekten her an vazgeçebilirim.’’
Afrodit’in gözleri şişeye takıldı ve yüzünü aydınlatan bir gülümsemeyle İksion’a baktı. ‘’Yanında getirdiğine göre, kesin vereceksin.’’
İksion şişeyi avucunda sakladı. ‘’Evet’’ dedi Afrodit’in yanına iyice yaklaştı. Afrodit’in altın sarısı buklelerini eldivenli eliyle dokunmadan okşadı. ‘’Beni tanıyorsun, Afrodit. Daha da iyi tanımak istersen, hiç pişman olmazsın.’’
Afrodit başını geriye atıp adamın temasından sakındı.
‘’Dalga geçiyor olmalısın, suratına bakmak bile midemi bulandırırken bu imaların çok komik.’’
İksion, gözlerini kıstı. Yarısı erimiş yüzünde bu ifadesi daha bir korkunç olmuştu. ‘’Zavallı Afrodit’’ dedi duygusuz bir sesle.
‘’Zavallı mı?’’
‘’İstediğin şeyi ne yapmak için kullanacağını bilmiyorum mu zannettin. Kimin için kullanacağını da iyi biliyorum ama bunun işe yarayacağını sanmıyorum. Koruması yüzünden ona büyü yapamazsın.’’
‘’Nasıl yapacağım seni ilgilendirmez, İksion. Vaktim az, şu an için koruması yok ama her an…’’ dedi aceleyle Afrodit ve birden durdu. Laf ağzından çıkmıştı, geri alamazdı.
İksion suratının o haline rağmen şaşırmayı başardı ama Afrodit’in itirafına yorum yapmadı. Dünya ise buz kesmişti. Afrodit, Ares’e büyü yapmak istiyordu. Korumasının kalkmasından faydalanarak altın gözlüye zarar verecekti. İçinde bulunduğu durumu unuttu ve odadan çıkmak için geriye dönecekken Solan kendini hatırlattı. Dünya’nın saçlarına elini geçirdi ve başını sertçe tutup şeffaf duvara bastırdı.
‘’Dinle!’’ diye kulağına hırladı. ‘’Bu sana verilmiş bir ödül, değerlendir.’’
Dünya’nın yapabileceği bir şey yoktu, o yüzden dinlemeye ve izlemeye devam etti. İksion bir süre düşünür gibi başını eğdi. Afrodit adamın tepkisine dikkat kesilmişti. Fazla beklemesine gerek kalmadan İksion gözlerini kadına dikti.
‘’Aşk tanrıçasının düştüğü duruma bakın siz!’’ dedi alayla. ‘’Ama sana yardım edeceğim. Güzel kadınlara karşı zaafımı bilirsin.’’
Afrodit’in yüzünde beliren umut ışığına aldırmadan devam etti. ‘’Fakat benimde senden bir ricam olacak. Biliyorsun, bu çok değerlidir, kolay bulunmaz. Daha doğrusu benden başkası bulamaz.’’
‘’Ne istiyorsun?’’
İksion pelerinin bağını çözdü ve başlığını indirdi. Pelerini yere düşerken Dünya’nın soluğu kesildi. Adamın hali korkunçtu. Vücudundaki irin ve yaraların hesabı yapılamazdı, düzgün tek yeri yüzünün yarısıydı. Kalanı yanık, kan, çıban benzeri iyileşmesi olanaksız cerahatli yaralarla kaplıydı. Bazı yerleri öylesine erimişti ki kemiği görünüyordu. Dünya, adamın ayakta durabildiğine inanamadı. Adam, ellerindeki eldivenleri de çıkarıp yere bıraktı. Dehşetin gururlu resmi, elindeki küçük şişe ve mahrem yerini örten şeritlerden oluşmuş kıyafetiyle Afrodit’e hasarlı bedenini sergiledi. Afrodit, görüntüyü hiç yadsımadan adamı süzdü. İksion eksik dudaklarında tuhaf bir sırıtmayla kadından isteğini, dile getirdi.
‘’Beni eski halime döndür.’’
‘’Bunu yapamam İksion, ben şifacı değilim.’’
İksion homurdandı. ‘’Benimde şifaya ihtiyacım yok zaten. Bana nektar ve altın elmanın kabuklarını getir. Laneti üstümden ancak onlar kaldırabilir. Bende sana Hypnos’un kanını vereyim, başka türlü aşk iksirin istediğin kadar kalıcı olmaz.’’
Dünya beyninden vurulmuşa döndü. Afrodit aşk iksiri hazırlayacaktı ve kimin için kullanacağı barizdi. Ares’i tamamen kaybettiğini düşünen ölümsüz, adamı büyüyle kendine bağlamak istiyordu. Dünya, bu acımasız planı nasıl engelleyeceğini düşünmeye çalıştı ama onun hali de Ares’ten farklı değildi. Önce kendisini buradan kurtarmalıydı.
Afrodit nefes aldı ve başını salladı. ‘’Peki, öyle olsun İksion.’’ dedi. ‘’Sana nektar ve altın elma getireceğim.’’
‘’Ne kadar çaresizsin.’’ diye hayıflanan İksion’a ters bir bakış atan Afrodit ortadan kayboldu.
İksion yerdeki kıyafetleri ağır hareketlerle alıp giyerken Solan, Dünya’nın ensesinden tuttu ve çevirip dar hücreden çıkarttı. Dünya, hiç karşı koymadan kırmızı saçlının onu sürüklemesine izin verdi. Koridorda bekleyen Hrain’e katıldılar ve geldikleri yolu döndüler. İksion’un odasının kapısına geldiler. Hrain kapıyı onların geçmesi için açıp geriledi. Solan içeri girer girmez Dünya’yı odanın ortasına doğru ittirdi. Dengesizce omzunun üstüne düşen Dünya, acıyla yüzünü buruşturdu.
‘’Seni aptal!’’ diye İksion’un sesi çınladı. ‘’Ona zarar vermemeni söylemiştim.’’
‘’Hiçbir şeyi yok, anahtar sağlam.’’ dedi Solan ve kolundan tuttuğu gibi Dünya’yı ayağa kaldırdı. ‘’Bak, yaşıyor’’
Dünya ölümcül gözlerle İksion’a baktı. Adamın alaycı ve korkunç yüzü, bakışından hiç etkilenmemişti:
‘’Çöz onu Solan.’’
Solan, Dünya’nın yüzünü kendine çevirdi ve uzun tırnağını çenesini kaplayan sertleşmiş kumaş parçasına geçirdi. Kurumuş bir yaprak gibi kolayca kumaşı söktü, aynı şekilde ellerini uyuşturan şeritleri de kopardı. Dünya’nın elleri kendisine ait değildi, parmaklarını bile oynatamıyordu. Solan onu kolundan tutup İksion’un önüne ilerletirken kukla gibi adama uydu.
‘’Bütün davetlerimi geri çevirmene bozulmaya başlamıştım anahtar.’’ dedi İksion. ‘’Ama Solan’la iyi anlaşmışa benziyorsun. O ve ikizi benim sağ kolumdur, bu görev için fazla olsalar da beni şaşırtmayarak görevi başardılar.’’
‘’Aptal adamlarını övmek için mi beni buraya getirdin?’’
İksion’un maskesinden görünen ağzı, çarpık bir sırıtmayla yayıldı:
‘’Dilin çok sivri anahtar, bu ukalalığının sebebi geçici arkadaşların mı yoksa? Seninle işleri bittiğinde, beynini kızartıp köşeye atacak dostlarına mı güveniyorsun?’’
‘’Neyseki seninkiler kadar kaypak değiller.’’
‘’Bende bunun için seviniyorum anahtar.’’ dedi İksion. ‘’Ne olursa olsun sözlerini tutuyorlar. Dürüst kişilerle iş yapmaya bayılırım.’’
Dünya yorum yapmadan yüzüne bakmaya devam edince İksion ekledi. ‘’Seni neden çağırdığımı merak ediyorsundur.’’
Parmaklarındaki uyuşukluk geçmeye başlamıştı ama şimdi de görünmez dikenler bileğinin yukarısına kadar batırılıyordu. Can acısıyla dudağını sıkan Dünya, başını sağa sola salladı:
‘’Merak etmiyorum.’’
İksion’un canı ilk defa sıkıldı ve bakışlarını Solan’a çevirdi:
‘’Dışarı çık ve Afrodit gelirse onu beklet. Anahtar ile görüşmem bitene kadar da onu salıverme.’’
Bir anlığına kararsız kalan Solan dışarı çıkmak için yürürken İksion, kürkle kaplı taşın üstüne oturdu. Yanını işaret etti:
‘’Otur.’’
Dünya, adamın işaret ettiği yere bile bakmadı. ‘’Afrodit’in Ares’e büyü yapmasına izin veremezsin.’’
‘’Neden izin vermeyecekmişim, bana ne, Ares’in aşk hayatı beni ilgilendirmiyor.’’ dedi ve anlamlı bir bakışla ona baktı. ‘’Sanırım seni ilgilendiriyor.’’ Dünya’nın çenesini sıktığını fark eden adam, hırıltılı gülüşüyle güldü. ‘’Anahtarımız da kendini kaptırmış, şu Ares ne şanslı adam.’’
Ares şanslı mıydı? Özellikle Hera’yı duyduktan sonra… Dünya, buna daha sonra karar verebilirdi ama şu an için adamın başının oldukça derde gireceğini biliyordu. İksion keyifle konuşmasına devam etti:
‘’Afrodit, altın elmayı Zeus’tan alabilirse, ben eski halime geri döneceğim. Ares’in şanslarını elinden alabilirim böylece.’’
Altın elma, Zeus, Afrodit, büyü, korumanın kaldırılması… Birden Dünya’nın mantığındaki tüm taşlar yerine oturdu. Zeus, Ares’in korumasını Afrodit adama aşk büyüsü yapabilsin diye kaldırmıştı. Büyülenen Ares, hem fani Dünya’dan vazgeçecekti, hem Olimpos’tan ayrılamayacaktı, hem de Afrodit’e geri dönecekti. Zeus, Afrodit’i kullanarak ona istediği gibi yön verebilecekti. Dünya, tüm bunların sebebinin onun Ares’ten ayrılmasını sağlamak olduğuna inanmadı, Zeus’un derdi Ares’i Olimpos’a tamamen bağlamaktı. Ama neden? Zeus, Ares’in, elinin altında olmasını neden istiyordu?
Düşüncelerine kapılmış olan Dünya, İksion’un lafının sonuna yetişti.
‘’Onu da bana sen getireceksin’’
‘’Neyi?’’
İksion bıkkınca Dünya’ya baktı. ‘’Asteria, seni kendine seçmekle hata yapıyor. Yarım akıllı birini yanında istemesi çok ilginç, anahtar yeteneğine güveniyor olmalı.’’
‘’Sen de o da yok.’’
İksion, bir an öfkeyle kasıldı ama derin bir soluk almaktan başka bir tepki vermedi. Ayağa kalkıp Dünya’nın yanına geldi.
‘’Seni buracıkta öldürebilmeyi isterdim ama ölün işime yaramaz. O yüzden konuşmayı bırak ve emirlerimi dinle.’’
Dünya, küçümser bir sırıtmayla adama baktı. İksion’un tek gözü, Dünya’nın yırtık üst başında oyalanırken konuşmaya devam etti.
‘’Asteria’nın gözünde değerimi yükseltmeme yardım edeceksin. Benden çekinmeli.’’
Dünya’nın hala sırıtmasına sinirlenen İksion, yüzünü ona yaklaştırdı. Tüm korkunçluğuyla İksion’un yüzü. Dünya’nın bir nefes ötesindeydi.
‘’Neden sırıtıyorsun?’’ diye hırladı.
‘’Asteria, sana neden ihtiyaç duysun ki? Zaten emrinde olan birinden çekinmesi saçmalık.’’
‘’Ben onun emrinde değilim.’’ dedi İksion. ‘’Onu mutlak bir ölümden kurtaran kişiyim. Hain Ares, kalbinde bir bıçakla onu terkettiğinde ona dönen bir ben vardım. Beni bu kadar kolay harcayamaz.’’
‘’Bana onu nasıl korkutabileceğini mi soruyorsun yoksa? Kusura bakma sana yardım edemem. Onu boyutuna kilitleyerek bir yere varamazsın.’’ dedi Dünya, İksion’un onu kaçırmak için başka bir gerekçesi olamazdı.
‘’Sen az önce beni hiç dinlemedin mi?’’ dedi adam. ‘’Asteria’nın çekindiği tek şey onu ölümün kıyısına getiren tek şey…’’
Derken Dünya anladı. ‘’Bıçak!’’ dedi. ‘’Sen Ares’in bıçağını istiyorsun? Ama neden, onu sen vermiştin.’’
İksion homurdandı. ‘’Başka çarem var mıydı?’’ dedi. ‘’Asteria’yı kurtardığımı söyledikten sonra bir de bıçağı ona vermeseydim Ares’i nasıl başımdan savabilirdim?’’
‘’Ares’ten bıçağı benim mi almamı istiyorsun?’’ dedi hayretle.
İksion başını salladı.
‘’Onun odasına sadece iki kişi girebiliyor, sen ve Asteria. Asteria, bıçağı aradı ama bulamadı. Sen, eğer istersen, o bıçağı kolayca bulabilirsin. Ares, sana güveniyor.’’
Dünya derin bir soluk aldı.
‘’Ben, neden sana yardım edeyim?’’ Dedi. ‘’İblislerin, beni son bir senedir büyüleriyle delirmenin eşiğine getirdi. Ayrıca Ares’e tuzak kuruyorsun, Afrodit’e büyü yapması için malzeme veriyorsun. Kesinlikle sana yardım etmem.’’
‘’Ares benim hayatımı mahvetti, bu hale gelmeme neden olan oydu. Benim azabımın yanında onun başına açılacak tatlı belanın lafı bile olmaz.’’ dedi İksion. ‘’Sen bana yardım edeceksin çünkü Ares’in deli gibi her yerde aradığı mücevherin yerini biliyorum.’’
Omzu tepki vermeyince Dünya, adamın sözlerini düşündü. Ares’in aradığı mücevher, ona bağlanan lanetli elmastı. Ares ölümsüz olmadığı takdirde; Asteria, mücevheri Dünya’nın ruhunu kötüleştirmek için kullanacaktı. Ama Ares artık ölümsüzdü ve mücevherin onunla bağlantısı kopmuş olmalıydı. İksion doğru söylese de mücevher artık Dünya’nın önceliği değildi, onun tek düşündüğü mücevher papatya kolyesiydi. Başını yavaşça sağa sola salladı.
‘’Mücevher umrumda mı sanıyorsun, onu arayan Ares, ben değilim. Ayrıca Ares sana her ne zarar vermişse hak ettiğin içindir, boşuna ağlama.’’
İksion tek gözünü kısarak bir süre Dünya’nın yüzüne baktı. Dünya, adamdan gelebilecek herhangi bir saldırıya karşı dikkat kesildi. Fakat İksion’un ona saldırmak veya öldürmek gibi bir derdi yoktu.
‘’Sağlam bir rüşvet istiyorsun.’’ dedi İksion ve sırıttı. ‘’İlgimi çekmeye başladın anahtar.’’
İksion taş kanapeye adımlarken diğerini işaret etti. ‘’Otur ve şartları konuşalım.’’ Kanapeye rahatsızca oturduktan sonra Dünya’ya baktı. ‘’Çok zamanımız yok, yokluğun dikkat çeker ve Afrodit her an gelebilir.’’
Dünya bileklerini ovuşturarak uzun tüylere sahip bir postun serildiği taş divana oturdu. İksion, Dünya’yı bacaklarından yukarı doğru süzdü. Adamın tuhaf bakışları, berbat durumdaki kıyafetini inceleyerek, memnunsuzca ona bakan yüze yükseldi. Dünya, adamın bakışlarından utanmadı, sadece tiksinti duydu. Az önce gördüğü beden hasarına rağmen ona acımak aklına bile gelmiyordu.
İksion hırıltılı bir nefes daha aldı. ‘’İsteklerini öğrenmek için hazırım anahtar.’’
‘’Biraz önce söyledim İksion.’’ dedi. ‘’O şişeyi Afrodit’e verme.’’
‘’Ve sende…’’ dedi İksion.
Dünya kararsızca dudaklarını ısırdı. İksion, bıçağı Asteria’yı kontrolü altına almak için istediğine inanmalı mıydı? Belki bu da Asteria’nın bir oyunuydu.
‘’Bıçağın nerede olduğunu bilmiyorum.’’ dedi. ‘’Ayrıca Ares’in elinden de kolayca alamam.’’
‘’Bir yolunu bulursun.’’ dedi İksion.
‘’Bana söylemez.’’
‘’Yapma anahtar.’’ dedi bıkkınca. ‘’Ares ile arandaki bağın ne kadar iyi olduğunu herkes biliyor. Seni korumak için kendi hayatını bile tehlikeye atan birinden basit bir bıçağı almak zor olmamalı. Onu ikna et.’’
‘’Farzet bıçağı aldım ve sana getirdim, sana nasıl güveneceğim. Afrodit’e o şişeyi vermeni nasıl engelleyeceğim?’’
‘’Ben, senin Asteria’ya planımı anlatmayacağına nasıl güveniyorsam, sen de bana bu konuda güveneceksin.’’ Dedi ve kan lekeli dişlerini göstererek sırıttı. ‘’Bu yeterince adil mi?’’
‘’Düşünmem gerek.’’
‘’Fazla zamanın yok anahtar. Beni oyalamayı istemezsin, Afrodit’ten alacaklarım en az senden alacağım kadar önemli.’’
Dünya soluklandı ve başını dikleştirdi. ‘’Şişeyi bana ver.’’
İksion şaşkınca ona bakınca sakince ekledi. ‘’Bıçağı alacağıma söz veriyorum ama o şişeyi bana vermelisin. Bende bıçağı sana iade edeyim, başka türlüsü olamaz.’’
‘’Sen beni salak mı sandın?’’
‘’Hayır.’’ dedi. ‘’Seçeneğim yok, bu yüzden dediğini yapacağım. Ama sana hiç güvenmiyorum, şişeyi bana ver, bıçak senin olsun. Senin de başka seçeneğin yok.’’
İksion rahatladı. Planı işlediği için gayet memnun bir yüzle, elini pelerinine attı ve şişeyi çıkardı. Dünya, adamın şişeyi ona uzattığı eline baktı.
‘’Başka örneği var mı?’’
‘’Hayır’’
Omzu yine tepkisizdi. Dünya ifadesini hiç bozmaksızın şişeyi adamın elinden aldı. Afrodit’in tuzağından Ares’i kurtarmanın verdiği heyecanla kalbi çatlayacak gibi atıyordu. Şimdi tek sorun kalmıştı.
‘’Olimpos’a nasıl döneceğim?’’

 22. bölüm

Solan, onu beş dakika önce malikânenin önüne bırakmıştı. Elinde sıktığı şişeyle eve nasıl gireceğini düşünüyordu. Üstü yırtık içinde, saçları dağılmış bir halde gecenin bir yarısı bahçede dikiliyordu. Sorulacak soruları şimdiden hayal edebiliyordu ve açıklama yapmak çözüm değildi. Odasına kadar kimseye görünmemek tek umuduydu. Keşke diğerleri gibi odasına yönlenebilseydi.
Doğru zaman olması için dua ederek şişeyi pantolonun cebine attı ve merdivenleri hızlıca tırmandı. Odasına, soluksuz bir yürüyüşle, telaş içinde vardı. Kapısını açıp içeri girdi ve duvara dokundu. Şişeyi dolabının alt çekmesine çamaşırların altına sakladıktan sonra biraz nefeslenmek için yere çöktü. Duydukları, gördükleri hepsi birbirine karıştı ve göğsünü ağrıtacak bir acıya dönüştü. Bunca ihanet ve hesaplaşmalara akıl sır erdirememişti ama içlerine o da katılmıştı. İksion’a verdiği sözü tutmayıp her şeyi Ares’e anlatması gerektiğini biliyordu. Yapacağı tek şey de buydu ama önce banyo yapmalıydı.
Temizlenip üstünü değiştirdikten sonra Ares’in odasına yollandı. Mutfaktaki olaydan sonra Ares’i görmediğinden onu nasıl karşılayacağını bilmiyordu. Onunla kesin konuşması gerekiyordu. Anlatacakları, basit bir kıskançlık kavgasından önemliydi. Gerçi Ares’i, Hera’yla düşündükçe hala kalbi sıkışıyordu ama bunun acısını sonra ondan çıkartabilirdi.
Karışık koridorları ve sarmal merdivenleri arkasında bırakarak Ares’in katına vardı. Ölümsüzün odasına yürürken her şeye rağmen onu göreceği için heyecanlanıyordu. Bu his başka hiçbirşeye benzemiyordu, onu hayata bağlayan sihirli bir güçtü. Altın gözlü olmadan nasıl nefes alabildiğine şaşırdı. Tüm hücreleri onun aşkıyla dolu olduğu halde kendisini ona nasıl unutturabilmişti? Rüyalarında yüzü olmayan bir prense nasıl dönüşebilmişti? Ve serçe parmağı kadar küçük bir şişe sıvı sayesinde, az daha onu tamamen kaybedecekti, düşüncesi bile buzdan bir pençe gibi yüreğini deşti.
Ares’in kapısının önünde ona anlatacaklarını düzenledi ve elini kadifemsi kapıya uzattı. Kapı, canlı bir dalgayla kaydı ve ardına kadar açıldı.
‘’Ares?’’
Dünya odaya adım attı. Kimse yoktu. Sessizlikte bir an bekledi ve diğer odaya yürüdü. Kapısı zaten aralıydı, eliyle dokunca tamamen açıldı. Ares’e yeniden seslenerek odaya girdi, daha doğrusu banyoya. Daha önce hiç ayak basmadığı banyoya şaşkınlıkla baktı. Büyük bir tuvalet aynasının önünde, kahverengi damarlı mermer bir lavabo vardı. Yanındaki camlı dolabın içinde havlular dizilmişti. Karşıda duvarla bitişik uzun duş-kabinin içinde yine aynı mermerden bir küvet ile yanında duş vardı. Odanın ortasındaki, üstünde buharların tüttüğü yuvarlak, doğal oluşuma benzeyen gömme havuzu, Ares’in onu baştan çıkardığı kaplıcaya benzetti. Diğer duvara ise rahat olduğu bariz şık bir oturma yeri yaslanmıştı. Ares, banyosunu bu ultra lüks banyoda mı yapıyordu? Yüzünün alev aldığını hissetti çünkü bir an Ares’i burada hayal etmişti. Başını sallayarak hayali zihninden kovdu ve banyodan çıktı.
Boğazı kurumuş bir halde kendini toparlamak için masanın yanındaki sandalyeye oturdu. Odada gözüne ilişen en masum eşya sandalyeydi. Yatak, kanape… Her biri ona, Ares’in dokunuşlarını anımsatıyordu. Onu nasıl da özlemişti… Odaya sinmiş kokusunu içine çekti. Ares’in çekici kokusunu duymak hasretini azaltacağına iyice arttırdı. Eli istemsizce boynuna gitti, kolyesine dokunma ihtiyacıyla parmakları kolyesini aradı. Bulamayınca acı gerçekliğine döndü, kolyesi boynunda değildi.
Boşluk duygusuyla ayağa kalktı. Odasını altüst etmesi gerekse de o kolyeyi bulacaktı. Adım atmıştı ki gözü masadaki bir şeye ilişti. Küçük bir zarfın altında duran cam bir kutu… Cam kutunun içindekiler, aklını başından aldı. Zarfı bir eline, kutuyu diğer eline aldı. İçi titreyerek camın içindeki mükemmel papatyalara baktı. Kutu, bir avuç dolusu canlı papatyayla doluydu ve her biri kusursuzdu. İstemeye istemeye kutuyu masanın üzerine bıraktı. Gözlerindeki buğuya rağmen zarftaki notu okumak için titrek parmaklarıyla zarfı açtı.

Doğumgünü güzeline,
Bir tanesini kaybetsen de ben sana binlercesini getirmekten bıkmayacağım çünkü benim için önemli olan sensin sevgilim.

                                   Seni Seviyorum Dünya’m

Not: Kutuyu açmadan bakarsan sevinirim, çünkü solmamaları için büyülendiler.

Dünya gözlerindeki yaşı silerek gülümsedi. İçindeki duygu yoğunluğu yüzünden Ares’in zarif el yazısıyla yazılmış kâğıdı zarfın içine yerleştirmekte zorlandı. Ares’i çok seviyordu fakat bu duygularını altın gözlüye yeterince açıklayamadığını düşündü. Ares hala onun sevgisinden şüphe ediyordu, bu da çok doğaldı. Kendini ifade edememişti ki, kıskançlığı yüzünden Ares’e istediği kadar yakınlaşamamıştı. Cam kutuya mutluluk dolu gözlerle bir süre baktıktan sonra doğruldu. Ares’in verdiği hiçbir çiçeğin kaybolmasına razı olamazdı, o kolyeyi ne yapıp ne edip bulacaktı. Elleriyle yüzünü silerek odadan çıktı ve kendi odasına koşar adımlarla yürüdü. Papatyayı severdi ama Ares’in ona neden son iki seferdir papatya hediye ettiğini bilmiyordu. Geçmişte onlar için özel bir anlamı olduğunu düşündü ve ilk fırsatta bunu altın gözlüye sormaya karar verdi.
Odasına girer girmez aramaya başladı. İlk önce yatağı kaldırdı, çarşafları, yastıkları, ince yorganın tüm kıvrımlarını dikkatlice gözden geçirdi. Duvarlardaki ışık saçan dalgaları tamamen salıvermişti, hiçbir pırıltı gözünden kaçmamalıydı. Yatakla işi bitince yerdeki halıya geçti, sonra masaya, kitapların aralarına, giysi dolabının içine dışına… Fakat yoktu. Eline tek geçen kolye Adonis’in kolyesi olmuştu. Kolyeyi masaya bıraktı. Sinirleri bozuk banyoya geçti, doğruca duşa gitti. Gider deliğine baktı, suyun anca geçebildiği delikten kolyesinin geçmesine olanak yoktu. Yine de yere oturup süzgece dikkatlice baktı, pırlantanın ışıltısını göremedi. Ağlayacak hale gelmişti, odasından başka bir yere bırakmadığına emindi, lavabonun yanındaki tezgâha bıraktığını hatırlıyordu, gerisi yok. Tezgâhta olmadığını daha önce kontrol etmişti. Başını kaldırıp umutsuzca tezgâha baktı ve o anda yüzü aydınlandı.
Siyah mermerin üzerinde Hekate’nin Ares’e gönderdiği bilekliği bulduğu siyah renkli kutu duruyordu. Umutla doğruldu. Bir çırpıda kutunun yanına varmıştı. Kolyeyi kutuya saklamış olmalıydı ve bunu bir nedenle hatırlamıyordu. Kalbi ağzında kutunun kapağını avcuyla kaydırmak için elini üzerine koydu ve zihninde bir cümle yankılandı.
‘’Kaybını bulmaya çalışma!’’
Kâhinin sözleri beyninde anlamlanmaya başlamışken kapak kolayca yana kaydı ve kutu açıldı. Kutunun içinde daha önce örtülü olan bölme, şimdi açıktı. Dünya’nın tüm düşünceleri zihninden silindi, kadifelerin ortasında duran ceviz büyüklüğündeki elmastan gözlerini alamıyordu. Hiç böyle bir şey görmemişti. Gözleri kamaştıran bir ışık saçıyordu ve elmasın içinde siyah, kırmızı, sarı, gri incecik sisler iç içe geçerek dalgalanıyordu.  Göz alıcı elması parmakları arasına aldı ve taş buz gibiydi. Soğukluğu içini titretti. Taş parmaklarını buzdan bir aleve dönüşerek yakıyordu. Sol avcuna koydu, daha fazla parmaklarının arasında tutamamıştı. Bu hataydı.
Elmas, birden sıvılaştı ve Dünya elinden atamadan hızla derisine nüfuz etti. Buz gibiydi. Üzerindeki tişörtü hemencik çıkarttı ve sıvıdan kurtulamayacağını bildiği halde kolunu ovuşturup elini sallamaya başladı. Fakat çok geçti, sıvının damarlarında ilerleyişini dehşetle seyrediyordu. Kalbine doğru ilerleyen ışıltılı sıvı soluğunu kesti, soğukluğu iyice artmıştı. Kalbi delice çırpınıyordu.
Sıvı göğsüne yaklaştığında aynadaki görüntüsüne gözü ilişti. Yüzü bembeyaz olmuştu, ölüye benziyordu ve sıvının damarları boyunca kalbine ilerleyişini hala görebiliyordu. Sonunda kalbi sıvının buz gibi ateşiyle dolarken ellerini lavabo tezgâhına kenetledi. Can acısından bayılacak gibiydi. Dişlerini sıktı.
İçindeki sıcaklık ölürken katılaşmış kalbi güçlü bir atışla bedenini sarstı. Başını kaldırıp kendi aksine baktı. Derisinin altında ışık saçan kalbi bir kez daha attı, sıvının damarları boyunca güçlü bir şekilde parlayarak dağılmasını gözleriyle izledi. Üçüncü atışla birlikte acısı tamamen geçti ve hislerinin üzerini saran yepyeni bir duyguyla doğruldu. Güçlüydü, tüm saçma kuruntularından kurtulmuştu. Daha net düşünüyordu, ne yapması gerektiğini biliyordu. Parıltılar içinde yeni doğmuş bir intikam meleği kadar acımasızdı.
Tamamen normale dönen damarlarını aynada kontrol etti. Sakin hareketlerle yüzünü yıkadı ve dağınık odaya geçti. Yerden bir tişört aldı ve üstüne geçirirken kapıya döndü. Kapı o yaklaşmadan ardına kadar açılıp ona yol verdi. Rahat ve acelesiz adımlarla koridorda yürümeye başladı. Mücevherin bedenine yerleştiği her saniye kendini daha iyi ve güçlü hissediyordu. Plan yapma sırası ona gelmişti, diğerleri çaresizce uyacaklardı. Anahtar olan oydu, eşsiz ve güçlü.
Hermes karşısında belirmeden önce yolu ancak yarılamıştı. Çocuk yüzlü ölümsüzün aniden ortaya çıkmasına şaşırmadı ama ifadesiz bir yüzle, ona gülümseyen ölümsüze baktı. Tepkilerini kontrol etmeliydi, kimseyi kuşkulandırmamalıydı. Sırıtmayı denedi, yapamadı, o yüzden zorlamamaya karar verdi. Hermes neşeyle Dünya’ya yaklaştı.
‘’Bu saatte, tek başına, beni mi arıyordun?’’
Şakasına karşılık yüzünü buruşturmamak için yumruklarını sıktı.
‘’Dolanıyordum, senin burada ne işin var?’’
Hermes omzunu silkti. ‘’Her zamanki işler, Ares hazır çıkmışken seni kontrol etmemi söyledi.’’
Lafını kesti. ‘’O nerede?’’
Hermes kaşlarını çattı. ‘’Bilmiyor musun?’’ dedi tereddütle. ‘’Taş odada, toplantıda, yoksa unuttun mu?’’
Dünya aniden hatırladı, ölümsüzler işe yaramaz bir toplantı yapacaklardı. Küçük beyinleri olayları kavrayamayınca birbirlerine sormak için hemen odaya kapanıyorlardı. Onların sıkıcı ve gereksiz toplantıları umurunda bile değildi. Dünya hareket etmeliydi.
‘’Dünya?’’
Gözlerini ona seslenen Hermes’e çevirdi. Kemik yüzlü ölümsüz uzanıp onun koluna dokundu.
‘’Sen iyi misin?’’
Kolunu adamın iğrenç temasından çekip geriledi. ‘’Hiç bu kadar iyi olmamıştım.’’
Hermes, Dünya’nın tepkisi yüzünden bir an afalladı. Elini indirip mahçup bir bakışla Dünya’ya baktı.
‘’Seni yanlarına götürmemi ister misin?’’
Dünya, Hermes’in ondaki değişimi anlamasını istemiyordu, şimdi hiç zamanı değildi. O yüzden hafifçe sırıttı, bu sefer yüz kasları olması gerektiği gibi kıvrıldı.
‘’Hayır, ben mutfağa iniyordum. Karnım acıktı, daha sonra, istersem, yanlarına giderim.’’
Hermes dikkatli gözlerini ondan ayırmadan başını salladı. ‘’Tamam, o halde sonra görüşürüz.’’
Dünya sırıtmasını hiç bozmadı, tekrar oluşturabileceğinden emin değildi. Hermes cevap bekler gibi bir an baktı ve sonra ortadan kayboldu. Dünya sinirli derin bir soluk aldı. Yürümeye başlarken dişlerini gıcırtatarak Hermes’in son sözlerini yanıtladı.
‘’Görüşeceğiz, merak etme!’’
Kararlı adımlarla demir kapının önüne geldi ve sürgüleri çekti. Kısa koridoru geçip merdivenlere ulaştı. İnmek için yaklaştığında içini bir ürperti sardı. Bu canını sıktı, korku onun enerjisi olmalıydı. Mükemmel ruhu, bu güçlü duyguyla beslenmeliydi. Bunu kullanmaya karar verdi ve ürperme hissini düşünmeksizin basamaklara adımını attı. Lanetin enerjisinin yardımıyla zorlanarak da olsa seri ama dikkatli adımlarla aşağıya indi.
Karşısında üç tane kapı duruyordu, en soldakini geçen gün kullanmışlardı, gitmesi gereken yer değildi. Ortadaki kemik kapıyı daha önce kullanmamış olsa da açması gereken kapı orası da değildi. En sağdaki siyah tahta kapı, işte geleceği oradaydı. Onu memnun eden bir heyecanla sağa döndü ve elini kapıya yasladı. Parmak ucunun değdiği her bir nokta yumuşadı ve bu gevşeme tüm kapı yüzeyine dağıldı. Yeterince yumuşayan siyah jölemsi kapıdan, diğer tarafa kolayca geçti.
Dikdörtgen taşlarla örülmüş bir koridor çıktı karşısına, Olimpos’un devamı gibiydi. Ama değildi. Zindan diye aklından geçirdi ve gözleriyle öylesine etrafı süzdü. Koridorda yürürken tek başına değildi. Birbiriyle bağlantılı odalardan ve geçitlerden çıkan iblisler gözlerini Dünya’ya dikmişler, ses bile çıkartmadan yürüyüşünü izliyorlardı. Meşale ışığı altında olduklarından daha korkunç görünen yaratıkların ilgili bakışlarına aldırmadan onu bekleyene doğru adımlarını sıklaştırdı. Sağa döndü ve kemerli bir geçitten büyük bir salona ulaştı. Salonun tam karşısında iki kanatlı bir kapı duruyordu, duraksamadan oraya yürüdü. Kanatlar, o yaklaştığında birbirinden ayrıldı ve Dünya aralarından geçti. Sütunların sonundaki mücevherlerle süslü muhteşem tahta bakışlarını dikti ve bekleyene doğru gözlerini kaldırdı. Keyifle tahtına kurulmuş olan da onun gelişini büyük bir memnuniyetle izledi.
Dünya, tahtın önüne geldi ve onu süzen bakışlardan gözlerini ayırmadan konuştu.
‘’Hediyen beni çok şaşırttı Asteria.’’ dedi. ‘’Hiç beklemiyordum.’’
Asteria ilgiyle öne doğru eğildi.
‘’Neden şaşırdın anahtar? Sana en başta söyledim, o mücevher senin olacak.’’
Dünya, tek kaşını havaya kaldırdı.
‘’Ares’in ölümsüz olduğunu bildiğin halde laneti kaldırmadın.’’
Asteria ayağa kalktı ve basamakları zarif adımlarla inerek ona yaklaştı. Bir yandan da hoş bir sesle açıklamasını yaptı.
‘’Sizi kandırdım. Ares’in ölümsüzlüğünü alması gerekiyordu. Kralımı kaybedemezdim. Bunu sağlamak için de sana olan korumacılığını kullanmak istedim.’’ Dedi ve Dünya’nın çevresinde adımlarken konuşmaya devam etti. ‘’Başka türlü fani saplantısından vazgeçmezdi. Bende senden vazgeçemezdim, eşsiz bir anahtarsın. Ares’in sana olan düşkünlüğü bu yeteneğini kanıtlıyor. O da benim kadar gücü sever.’’
Dünya, kadına yan gözle baktı. Ares’in ona olan düşkünlüğünün sebebini gayet iyi biliyordu. O, Dünya’nın gücüyle ilgilenmiyordu, onu seviyordu. Asteria, bunu önemsemeyecek kadar duygusuz olduğundan tam olarak anlamamıştı. Ve bu detayı bilmesine gerek yoktu. Yakışıklı ölümsüzün kalbiyle oynama hakkı Dünya’nındı. Böylece biraz eğlenebilirdi.
‘’Adonis’in kapısının önüne kolyeyi bırakan sendin.’’ dedi, aklına gelince.
Asteria yaptığından memnun ama umursamaz bir tavırla elini salladı. ‘’Ah, evet, şu kolye, Ares’in odasında buldum. Adonis’e ait olduğunu bildiğimden geri vermenin hoş bir jest olacağını düşündüm.’’
‘’Onları neden kapıştırmak istiyorsun?’’
Asteria’nın bakışları sertleşti:
‘’Kapışmasınlar, benim yaktığım kıvılcımı yangına dönüştüren o ikisi. Hem de kimin için, senin. İki prensin, fani bir kadını yatağa atabilmek için bu denli alçalması midemi bulandırıyor.’’ Dedi ve soluklanıp doğruldu. ‘’Madem yasak meyve için savaşmaya bu denli istekliler omuzlarından itmek bana düşer. Zaten eninde sonunda ikisi de benim önümde diz çökecekler.’’
Dünya tek kaşını kaldırıp kadını süzdü. Onu lanetlemişti, üstüne üstlük kalbinde var olan tüm sevgiyi yok etmişti. Çünkü Ares ve Adonis’in, yatağa atmak için bile olsa, ilgisine sahip olduğu için Asteria onu kıskanıyordu. Bu nedenle, mücevher yüreğini karartırken sevgi ile ilgili olan hislerini de tamamen silmişti, buna itirazı yoktu. Hatta zayıflığından kurtulduğu için işine gelirdi. Ama sebebi neydi? Onları ne için kendine istiyordu? Bunu öğrenmeliydi.
‘’Prens mi?’’ dedi. ‘’Adonis’in asaleti belli ama Ares’e o unvan fazla.’’
Asteria, alaycı bir gülümsemeyle ona baktı:
‘’Uygun bir zamanda seninle güzel bir sohbet yapmamız gerekecek. Eski günlerdeki gibi senin cehaletini sileceğim ama şimdi yeterli vaktimiz yok.’’
‘’Şimdi ne olacak?’’
Asteria güzel gözlerini Dünya’nın gözlerine dikti.
‘’İblis efendilerini salmışsınız.’’ dedi hoşnutsuz bir sesle. ‘’Komutaları Ares’te mi, yoksa serbestler mi?’’
‘’Ares’te.’’
Asteria gözlerini kıstı. ‘’Bu biraz sıkıntılı.’’ dedi düşünceli bir ifadeyle ve doğrulup ekledi. ‘’Askerlerimi elimden almaya çalışıyorlar ve onlara katılmayan iblislerimi avlıyorlar. O yüzden hepsini geri çağırdım. Başiblisleri bana katılmaya ikna etmem gerek.’’
‘’Bunu yapamazsın Asteria.’’ dedi Dünya sakince. ‘’Gözlerimle gördüm. Onlar Ares’e ölümüne sadık.’’
Asteria sırıttı. ‘’O zaman bizde onları öldürürüz.’’
‘’Nasıl öldürmeyi düşünüyorsun?’’
Asteria, elbisesinin eteğini savurup tahta doğru yürüdü. Kibirli bir hareketle tahta kuruldu ve bacak bacak üstüne attı. Dünya’ya bakarken sorusunu cevapladı.
‘’Burada sen devreye giriyorsun, tatlım. Olimpos’a geri dön ve hiçbir şey olmamış gibi davranmaya devam et.’’
‘’Oraya geri dönmem.’’ dedi Dünya tahta yaklaşarak.
‘’Döneceksin!’’ diyen Asteria’nın sert sesiyle olduğu yerde durdu.
Kaşlarını çatıp çenesini sıktı. Burada kalmak istiyordu, Olimpos’un alışıldık sıkıcı ortamına geri dönmek istemiyordu. Hepsi onun değiştiğini anlarlardı, özellikle Ares. Kemik suratın bakışlarında gördüğü şüphe, diğerlerine de sıçrayacaktı. Belki Hermes çoktan gidip söylemişti. Asteria’nın yanında olmalıydı, burada öğrenmesi gereken çok şey vardı. O yüzden Asteria’nın, ona komutanı olacağını söyledikten sonra geri göndermeye çalışmasına öfkelendi.
Asteria sakinleşip konuşmasına devam etti.
‘’Bir daha sözümü kesme anahtar.’’ Dedi tehditkâr derecede uysal bir sesle. ‘’Olimpos’a dön ve emirlerimi bekle. Dikkatli ol, kimse senden şüphelenmemeli, açığa çıkman işime gelmez. Davranışlarında kontrollü ol ve mümkünse Ares ile aranı boz.’’
Dünya tepki vermeyince kadın üsteledi.
‘’Anladın mı?’’
‘’Evet.’’
Asteria nefes alıp geriye yaslandı:
‘’Sakın Prometheus’un yanına gitme. O yarım akıllı, işlerime fazlasıyla burnunu soktu. En başta onu yok etmem gerekirdi ama hücresinden çıkamıyor, bende oraya giremiyorum. Titanların yüz karası!’’
Prometheus’un yanına gitme gibi bir düşüncesi zaten yoktu. O, kendini bir şey sanan kâhinin sözleri, şimdiye kadar canını yeterince sıkmıştı.
‘’Ben gitmem ama o fark eder.’’ dedi. ‘’Bunu nasıl engelleyeceğim?’’
Asteria dudağını büktü. ‘’Bak, bu doğru.’’ Bir anlığına düşündü. ‘’Sezgileri oldum olası güçlüdür ama açık konuşmayı sevmez. Diğerleri onun her lafına katıksız saygı duyarlar, bunu değiştiremeyiz. Onun ilgisini başka yöne çekmeliyiz.’’
‘’Ya da sorunu tamamen ortadan kaldırmalıyız.’’
Asteria, bir an durakladı. Ardından mükemmel bir kahkaha attı ve Dünya’ya gururlu bir ifadeyle baktı:
‘’Çok iyi Dünya, çok iyi…’’ dedi. ‘’Beni yanıltmadın. O halde onu bir kere ziyaret etmene izin verebilirim. Önce Ares’ten almanı istediğim bir şey var.’’
Dünya’nın aklına İksion’un sözleri geldi. ‘’Bıçak mı?’’ dedi oldukça sıkkın bir sesle. Hepsinin küçücük bir bıçağın peşine düşmesi ne kadar aptalcaydı, yoksa değil miydi?
Asteria’nın gözleri parladı, yüzünde hain bir ifade belirdi. ‘’Yapman gerekeni ben söylemeden bilmen beni memnun etti. Bıçağı Ares’ten al ve Prometheus’u görmeye git. Tam kalbine saplamaya özen göster. Ve çek.’’ Dedi ve gözlerini kapatıp başını geriye attı. ‘’Acı çekmesini izlemeyi ne çok isterdim.’’
Kadının mırıltısı Dünya’nın da hoşuna gitmişti. Olimpos’a dönmek önceki kadar sıkıcı gelmedi. Kâhinden sonra bir de Afrodit’i görmeye gitmeye karar verdi. Çünkü mücevhere dokunduğundan itibaren kapısının önündeki kavgalarını anımsamıştı, odasında Asteria’nın sözlerini de… Ve o sarışın kadının kendisine büyü yapmaya çalıştığını hatırladığından beri diş biliyordu. Buna kalkıştığına pişman edecekti.
Dünya, Afrodit’i göğsünde bir bıçakla hayal etti ve hoşnut bir şekilde Asteria’ya sırıttı.
‘’Madem senin casusunum, bana güç vermelisin.’’
Asteria’nın ifadesi avına bakan bir timsah gibi soğuktu.
‘’Onun için çok erken, küçük bir dokunuş bile seni dengesizleştirdi. Şimdilik beklemen gerek, ilerde beni memnun edersen bir kere daha düşünürüm.’’ Dedi. ‘’Afrodit ile kavganda az daha fark edilecektim.’’
‘’Ben anladım ama o süs bebeğinin zekâsı yetmedi.’’
‘’Afrodit’i sakın küçümseme.’’ dedi Asteria. ‘’O, etkilemeyi çok iyi bilir ve göründüğü kadar aptal değildir.’’
Dünya dudağını büktü, o kadının Ares’i yatağa atmaktan başka bir amacı olabileceğini düşünemiyordu. Asteria’dan istediğini alamamıştı, bekle diyorsa bekleyecekti, ta ki Asteria’nın amacını öğrenene kadar. Ne de olsa kadının istediği şeye ilk ulaşacak kişi Dünya olacaktı.
‘’Bir konu canımı sıkıyor.’’ diye konuşan Asteria’ya baktı. Kadın devam etti. ‘’Senin şu aptalca korkun…’’
‘’Korkum?’’
‘’Karanlıktan korkuyorsun.’’ dedi kadın yüzünü buruşturdu. ‘’Bu şekilde kalamazsın. Yaklaş.’’
Dünya kadının istediğini yaptı. Basamakları tırmanıp tahtın önüne geldi.
‘’Senin karanlık korkunu alacağım ama diğerleri anlamamalı.’’
‘’Yükseklik korkusu?’’ dedi Dünya, Asteria’nın korkusunu nasıl alacağına inanmaksızın. ‘’Yükseklik de canımı sıkıyor.’’
‘’Merak etme tatlım, seninle işim bittiğinde tek korktuğun şey ben olacağım.’’
Asteria ayağa kalktı ve Dünya’nın çenesini tek eliyle kavradı. Uzun boylu olduğundan Dünya’nın yüzüne doğru eğildi. Dudaklarını onun dudaklarına bastırdı. Dünya’nın başı döndü. Damarlarında akan sıvı alevlenerek tüm bedenini kavurdu. Göğsünden bir parça sökülürcesine boğazına doğru aktı. Asteria dudaklarını araladı ve Dünya’yı zorladı. Nefes alamayan Dünya dudaklarını hafifçe araladı ve boğazını sıkan baskı haraketlenerek kadına doğru kaydı. Asteria aniden onu bıraktı. Sendeleyen Dünya geriledi, neyse ki basamakların kenarında hemen kendini toparladı. Asteria diliyle dudaklarını yalayarak tahtına oturdu.
‘’Nefisti.’’ diye mırıldandı. ‘’Korkunun yoğunluğu baştan çıkarıcı, saf iblis korkusu!’’
Dünya elinin tersiyle ağzını sildi. Asteria’nın gözleri kapalı olduğundan onun bu hareketini görmemişti. Kendini farklı hissetmiyordu, sadece kadının sert öpücüğü sonrasında dudakları sızlıyordu ve boğazı ısı yüzünden tahriş olmuştu. Bir süre Asteria’nın kendine gelmesini bekledi. Nihayet gözlerini açan Asteria, Dünya’yı aç bir kurt gibi süzdü.
‘’Şimdi git, Dünya. Bıçağı bana getir, sonra alman gereken bir şey daha olacak. Fakat onu bulmak için zaman gerekiyor. Kimin ona sahip olduğunu bilmesem de o, Olimpos’ta. Ve benim için daha önemli. Emirlerimi eksiksiz yaptığın takdirde sana neler sunabileceğimi düşün ve diğerlerinin senin amacını anlamasına izin verme.’’ Kadın ona sırıttı. ‘’Ares’i kendi yanıma çektikten sonra herkesin önümde eğilecekleri ana kadar kendini sakla. Dehşet hükümdarlığımızın en değerli savaşçısı sen olacaksın.’’
Dünya, duygusuz bakışlarını kadından alıp hafifçe başını eğdi.
‘’Kraliçem!’’ dedi ve basamaklara döndü. Asteria’ya hitabında alaycı olmamaya çalışmıştı, şimdilik onun güvenine ihtiyacı vardı. Sadakati hakkında, güçlü müttefikinin aklını karıştırmamalıydı.
Hızlı adımlarla basamakları indi, son adımda kapıyı düşündü ve kendini bir anda ilk girdiği kapının önünde buldu. İçi bir kez bile ürpermeden yüksek merdivenleri tırmandı. Kısa koridoru geçti ve demir kapıyı ittirip Olimpos’a adımladı.



Ve intikam ister acımasızca…


Anahtar, onu kaçıran ve tutsak eden ölümsüzlere karşı kalbinde büyüyen kini son damlasına kadar hissederek önünde uzanan koridora baktı. Kalbi, damarlarına kan yerine nefret pompalıyordu ve ölümlü haliyle, bu kendini beğenmiş ölümsüzleri dizleri üzerine çökertecekti. Kendi yetersizlikleri yüzünden bir insanın hayatıyla oynayan ölümsüzlerden nefret ediyordu. Listede, sevgili kraliçesi ve onun yaltakçısı İksion da vardı ama en çok Olimposlulara dehşeti tattırmak istiyordu. Yaklaşık beş senedir, onun hayatını cehenneme çevirmişlerdi. Şimdi sıra ondaydı, Olimpos’u cehenneme çevirecekti. Yavaşça adımlamaya başlarken gülümsüyordu ama gözlerinde mutluluk ışıltısı yoktu. Onun yerine derin bir öfke yerleşmişti. Birer birer intikamını alacaktı, sona kimi bırakacağını da çok iyi biliyordu.
‘’Ares’’ diye mırıldandı. ‘’Bakalım beni ne kadar önemsiyorsun?’’
İçten gelen güçlü bir kahkaha atarak adımlarını hızlandırdı ve uzun koridorun sonunda loş gölgelerin sardığı bir siluete dönüştü. Artık hesaplaşma zamanıydı…

BİTTİ...

Hiç yorum yok:

Seri Hikayelerin Düzeni

TUTSAK SERİSİ 1. Kitap    Tutsak 2. Kitap    Anahtar 3. Kitap    Dünya 4.Kitap    Cehennem Hikayelerin dizilişi bu şekildedir. Diğer ...