16. bölüm
17. bölüm
18. bölüm
19. bölüm
20. bölüm
22. bölüm
Dağı saran
geçitler, daha net görünmeye başlamıştı. Kırık dökük taşlarla örülü kemerler,
bir kolye gibi dağın eteklerini sarıyordu. Dünya’nın eli gayri ihtiyari boynuna
gitti, kendi kolyesine dokunamayınca nereye bıraktığını yeniden düşünmeye
başladı. Fakat uzun sürmedi çünkü toprak zemin gürültüyle sarsıldı. Deprem
olduğunu sanmıştı ama bir şey topraktan fırlayarak yükseldi. Ölümsüzler
ellerindeki tuhaf metal kılıçlarını ileri doğrulmuşlardı ama karşılarında
düşman yoktu, şimdilik. Sadece topraktan mızrak gibi çıkan dişe benzeyen
uzantılar vardı. Dünya’nın bastığı yer hafifçe sallandı, dengesini kaybeden
Dünya bir an adım atamadı. Bir kol ona dolanıp kendisine çekti ve Dünya’nın az
önce durduğu yerden bir mızrak yükseldi. Dünya onu çekene sarılarak ayakta
durabildi. Derin bir nefes aldı, onu heyecanlandıran kokunun sahibine başını
kaldırdı. Ares, tek kolunu ona sarmış diğer elindeki kılıcını gelebilecek
herhangi bir saldırıyı yöneltmişti.
‘’Yanımdan
ayrılma!’’ dedi Ares, etrafta olanlara göz atarken. ‘’Benim yanımda kal.
Anladın mı? Benim yanımda!’’
‘’Tamam…’’
dedi sadece cevap olarak.
Devasa
mızrakların, ağaca dönüştüklerini hayretle seyretti, metrelerce yukarıya uzanan
ağaçlar hızla yapraklandı. Altlarındaki kuru toprak yumuşadı, yosunumsu otlarla
kaplandı. Ve yağmur yağmaya başladı. Ares’in kolundan ayrılan Dünya, şaşkınca
etrafa bakınan ölümsüzlerden farksızdı.
‘’Bu da ne?’’
dedi Ares. ‘’Keşke Tartaros’taki girişi kullansaydık’’
‘’Bak, buna
katılırım.’’ dedi Athena.
‘’Sırılsıklam
olduk!’’ diye hayıflanan Artemis’e döndüler. Kadının şu ana kadarki tek şikâyetinin
ıslanmak olması tuhaftı.
Dünya,
yağmurdan dolayı iyice balçığa dönüşen yosunlu toprağa canı sıkılarak baktı.
Toprağın az önce kupkuru olduğuna inanmak zordu. Apollon, diğerlerine döndü:
‘’Biraz
dinlenelim, bu halde yürümek zor. Belki yağmur şiddetini kaybeder.’’
Herkes bu öneriyi
hemen kabul etti. Sağanak halinde yağan yağmurdan biraz olsun sakınmak için
ağaçların altına girdiler. İki dakikada çöl, yağmur ormanına dönüşmüştü. Dünya,
ağacın gövdesine yaslandı, yağmur hala etkiliydi ama hiç değilse kafasını deler
gibi yağmıyordu.
Kılıcı
yakınına bırakan Ares, omzunu ağacın gövdesine yasladı ve kollarını kavuşturdu.
Dünya, adamın gözlerinin üzerinde olduğunu hissediyordu, dönüp yüzüne
bakamıyordu. Diğerlerinin ikişerli üçerli gruplarla ağaçların altına
girmelerini izledi. Durga, Adonis ile geniş yapraklı bir ağacın altına girmişti.
Apollon, Artemis ve Eros dağınık dallara sahip bir ağacı seçmişlerdi, bunun
sebebini az sonra anladı. Dallara tırmanıp rahatça kuruldular. Üçlü gruba
bitişik bir ağacı seçen Athena, her zamanki gibi tetikteydi, kalın gövdeli
ağaca yaslanmış ok sadağını düzenliyor, bir yandan da etrafı süzüyordu.
‘’O pelerini
kucaklamak yerine giysen daha iyi olmaz mı?’’
Ares’in
sesiyle kendisine baktı, oyuncak ayısını kucaklayan bir kız gibi pelerine
sıkıca sarılmıştı. Kollarını gevşetti.
‘’Üşümüyorum.’’
dedi Ares’e bakmaksızın. Hala gözünün önüne Durga’nın ona nasıl yaklaştığı
geliyor ve göğsü sıkışıyordu. Onunla da bir macera yaşamış olduğunu düşündükçe
nefesi kesiliyordu. Yoksa kadın hareketlerinde nasıl bu kadar rahat olabilirdi?
‘’O zaman
neden yanında taşıyorsun? Merak etme bir daha uçmayacağım.’’
Adamın alaycı
konuşması sinir oldu ve ona ters bir bakış attı. Ares’in yumuşak bakışları,
ıslak saçlarının kıvrılarak yüzüne dökülmesi, dudağının hoş kıvrımı karşısında
söylemeyi düşündüğü kelimeler zihninden uçup gitti. Ares kolunu çözüp elini ona
uzattı, kibarca çenesini okşadı.
‘’Seni
özlüyorum.’’ diye mırıldandı.
‘’Ama
yanındayım.’’
Ares’in
bakışları Dünya’nın gözlerine takıldı. ‘’Yine de özlüyorum.’’ Diye fısıldadı.
Dünya
konuşamayacak kadar uyuşmuştu, asıl büyü
bu olsa gerek diye düşündü. Ares’in parmakları, boynundan aşağıya indi.
‘’Sürgünden
döndüğümde beni en çok ne sevindirdi biliyor musun?’’ dedi, sesinin tınısı
Dünya’nın dizlerinin çözülmesine neden oluyordu. ‘’Kolyeni hala taktığını
görmek…’’
Parmağı
kolyenin olması gereken yerde duraklayınca Dünya kendine geldi. Ares kolyenin
yokluğunu fark etmişti, eli yanmış gibi geri çekti ve soran gözlerle yüzüne
baktı. Yumruk yemiş gibiydi.
‘’Kaybolmasından
çekindim.’’ diye yalan söyledi. Bu takmayı unuttumdan daha iyiydi ama adamın
yüz ifadesi herhangi bir bahaneyi kabul edeceğe benzemiyordu.
‘’Ne?’’ dedi
Ares bir adım gerileyerek.
‘’Düşürmekten
korktum.’’ dedi omzunun ısınmasına aldırmaksızın devam etti. ‘’Dönünce yeniden
takacağım.’’
Ares, yüzü
taşa dönüştü.
‘’Belki diğer
kolyeni takmak istersin.’’
‘’Saçmalama!’’
dedi. ‘’Gerçi almaya hakkın yoktu ama…’’
Ares lafını
kesti:
‘’Almaya
hakkım olmayabilir ama ona ait bir şeyin senin boynunda durmasına yeterince
katlandım.’’ Ellerini saçlarına geçirip ağaca yaslandı. Aşağıya kayarak yerde
birikmiş suyun içine oturdu.
Yağmur iyice
hızlanmıştı. Dünya, sağanağın ardında diğerlerini görmekte zorlanıyordu. Zaten
tepeden tırnağa ıslandığından o da Ares’in yanıbaşına oturdu. Ares başını
elleri arasına almış dirseklerini dizlerine dayamıştı, yüzünü saklamıştı. Dünya,
elini adamın koluna koydu.
‘’Önceden de
bu kadar kavga ediyor muyduk?’’
Ares tek elini
indirip onun yüzüne baktı ve başını salladı:
‘’Evet, çok
dikkafalısın.’’
‘’Ben mi?’’
dedi Dünya. ‘’Yoksa sen mi?’’
Ares doğruldu,
başını ağaca yasladı.
‘’Sen!’’
‘’Kesin senin
hiç suçun yoktur.’’ dedi Ares’in sözlerinden sonra omzunun tepkisizliğine
bozularak.
‘’Suçsuz
değilim.’’ Dedi Ares. ‘’Ve cezamı da çekiyorum zaten.’’
‘’Bu ne demek,
ne cezası?’’
Dünya,
yağmurun bir adamı nasıl bu kadar güzelleştirebildiğini düşünürken Ares
sorusunu cevapladı:
‘’Suçum bir
ölümlüyü sevmekti, bu yüzden senin kadar aksi birine âşık olarak
cezalandırıldım.’’
Dünya
gözlerini kısıp adama baktı:
‘’Bu kadar tatlı
konuşmasan olmaz mı? Bana aksi dediğin için sana nasıl kızacağım şimdi?’’
Ares
gülümsedi.
‘’Eminim sen
bir yolunu bulursun.’’
Dünya içini
çekti ve gittikçe gölleşen yere baktı. ‘’Sanırım bulurum.’’ dedi ve mırıltıyla
ekledi. ‘’Kolye için üzgünüm ama inan taktığımı sanıyordum. Sana az önce yalan
söyledim. İsteyerek arkada bırakmadım.’’
‘’O halde…’’
dedi Ares. ‘’Yalanın için kendini affettirmelisin’’
Dünya başını
kaldırıp ona baktı ve bakışından sözlerinin anlamını kavradı. Ares’in yüzünü
elleri arasına aldı, dudaklarına uzanırken kalbi delice çarpıyordu. Ares’in
kollarındayken diğer her şey önemini yitiriyordu. Birbirlerinden zorlanarak
ayrıldılar, Ares onun yüzünü okşayıp gülümsedi.
‘’Başkasından
bu şekilde özür dileme, anlaştık mı?’’
Dünya gözlerini
Ares’in gözlerine dikti. ‘’Anlaşmalar konusunda ikimizinde sicili lekeli.’’
Ares burnunun
ucuna bir öpücük kondurup doğruldu.
‘’Bu konuda
ciddiyim papatyam!’’
‘’Bu tamamen
sana bağlı.’’ dedi Dünya ve sırtını ağaca yasladı.
‘’İçimi
rahatlatsan şaşardım zaten.’’ diye Ares’in ağzının içinde mırıldandığı duydu.
Daha fazla
konuyu dallandırıp budaklandırmamak için sustu. Güvenilmeyecek bir şey
yaptığını sanmıyordu, Adonis ile olan suni teneffüsünden başka bir olayı olmamıştı
ki, zaten bunu da Ares bilmiyordu. Sorun yoktu.
Yağmur yavaşlamaya
başladı. Dünya, suratsızca oturan ölümsüzleri artık görebiliyordu. Athena bile
tedbirli duruşunu bırakmış, suyun içine
bağdaş kurmuş bıkkın bir ifadeyle oturuyordu. En rahat olan Apollon’du, adam
kalın dala uzanmış başını kavuşturduğu kollarına yaslamıştı. Hemen üzerindeki
geniş ağaç yaprağı sayesinde, sanki rahat yatağında yatıyordu. Adonis sudan
ıslanmış saçlarını geriye atarak Ares’e seslendi.
‘’Fani takımı,
dinlendiyseniz yola devam edelim mi?’’
Ares tek
kaşını kaldırıp Adonis’e sırıttı:
‘’Elbette,
tatlı çocuk.’’
Adonis yüzünü
buruşturup ayaklanırken Ares’in şakasına gülen diğerleri de yerlerinden
doğruldular. Neşeli olmaları Dünya’nın tuhafına gitmişti. Tehlikeli tuzaklarla
dolu bir yoldan başiblislerin hapsi dedikleri çukura gidiyorlardı ve hiçbirinin
morali bir an olsun bozulmamıştı. İçinde bulundukları berbat ortamda bile
şakalaşacak kadar neşeleri yerindeydi. Bu hayata alışık olmak başka bir şeydi,
sanki zorluklardan zevk alıyorlardı. Çevrelerini saran su, giydikleri çizmeleri
etkisizleştirmişti. Yönlerini bile bulamayacakları bir ağaç deryasındaydılar,
hala yağmur yağıyordu ama hepsinin yüzü aydınlıktı. Dünya, kendi yüz ifadesine
çeki düzen vererek Ares’in ona uzattığı eli tuttu.
‘’Hadi fani
sevgilim, gitme zamanı.’’ diyen adama bakarken Dünya’nın içi titredi. Ona
duyduğu sevgi kesinlikle kutsal bir şeydi, buna iyice emin oldu.
Apollon ağacın
dalından suyun içine adımlar gibi indi. Ağacın korumasından çıkarak, usulca
yağan yağmura başını çevirdi. Gökyüzü görünmüyordu, ağaç dalları ve yaprakların
örttüğü kafese doğru mavi gözlerini dikti. Dünya, ölümsüzün ne yapmaya
çalıştığını anlamamıştı. Diğerleri ise üstlerini ve silahlarını düzeltmekle
uğraşıyorlardı.
‘’Koruyucu ruh
yok!’’ dedi Apollon, en sonunda. Ona yaklaşan Ares’e başını çevirdi.
Ares etrafına göz
gezdirdi. ‘’Büyü mü?’’
Apollon başını
salladı. ‘’Kara büyü sızmış.’’
Konuşma grubun
ilgisini çekmişti. Apollon bir ipucu ararmışcasına gözleriyle çevresini
süzüyordu. ‘’Anahtar bizdeydi, daha önce kim gelmiş olabilir?’’
Athena öne
çıktı:
‘’Çukur mühürlenirken
yapılanlardan farklı bir şey mi var?’’ dedi ve yan gözle Ares’e baktı.
‘’Yüzlerce yıldır buraya kimse ayak basmadı.’’
Sesindeki
kuşku Ares’i hedef alıyordu, bu çok barizdi. Gözlerindeki bakışa ek olarak
sözleri de düşüncesini ortaya koyuyordu. Ares, kaşlarını çatıp Athena’ya döndü.
‘’Kastettiğin
şey iblislere yardım etmemse, hayır, çukur kapatıldığından beri ilk defa buraya
ayak basıyorum.’’ Dedi ve nefes alarak ekledi. ‘’Bana güvenip güvenmemek sizin
bileceğiniz iş ama size yalan söylemedim.’’
‘’Yalan
söylemedin ama sakladığın çok şey var.’’ dedi Adonis. Sesi suçlayıcı değildi,
olan bir şeyi ortaya koyuyordu.
Herkes dönüp
Ares’in tepkisine baktı. Çenesini sıkan Ares, Adonis’in sözlerine yorum yapmadı,
onun yerine Athena ile konuşmayı tercih etti.
‘’Hena, eğer
bana inanmıyorsanız ve yaptıklarıma güveniniz yoksa şimdi ayrılın. Çünkü ben
vazgeçmeyeceğim, saldırıları kontrol altına almak için başiblislere ihtiyacım
var. Gitmeniz halinde sizlere gücenecek değilim, bunu bilin.’’
Athena, Ares’e
yaklaştı. Elini adamın yüzüne koydu ve gözlerine bakarak konuştu.
‘’Sana
inanıyoruz Ares ama daha önce hiç bu kadar kendini bizden gizlememiştin.
Olayları hep sonradan öğrenmek bizi üzüyor. Asıl biz, senin güvenini ne zaman
kaybettik?’’
Ares’in
gözleri gölgelendi ve başını eğdi. Athena, elini Ares’in ensesine doğru
yöneltti ve ona biraz daha yaklaştı.
‘’Başının
anlattığından daha fazla dertte olduğunu hissediyoruz. Yardım istemek senin
için bu kadar mı zor?’’
‘’Beni
anlayamazsınız?’’ dedi Ares dişlerini sıkarak.
‘’Biz, Zeus
veya Hera değiliz, Ares.’’ dedi Artemis. ‘’Seni olduğun gibi kabul eden
kardeşleriniz, suçlamıyoruz, sadece anlamaya çalışıyoruz.’’
Dünya,
Durga’ya doğru baktı. Kadının gözleri Ares’in üzerindeydi, dikkatlice adamın ne
yapacağını izliyordu. Bu kadar özel bir konuşmaya tanık olduğu için hiç
rahatsız değildi, hatta parçası olmaktan hoşlanıyora benziyordu. Durga aniden
yeşil gözlerini ona çevirdi. Dünya kadına yakalandığı için rahatsız olmadan
çatık kaşlarının altından ona bakmaya devam etti. Durga dudaklarını yayıp
Dünya’ya sırıttı ve gururlu bir tavırla konuşanlara doğru döndü. Burada olmaya
hakkı olmadığını düşünen Dünya, hayalinde kadının üzerine atılıp tırnaklarını
kadının güzel yüzüne geçirdiğini gördü. Ares’e dokunan dudaklarını kolayca
yırttığını ve ince parmaklarını teker teker kırdığını hayal etti. Beyninin
içinde incecik bir kahkaha duyunca kendine gelip başını salladı. Düşünceleri
ona yabancıydı ama olasıydı, hayali bile hoşuna gitmişti.
‘’Üzgünüm ama
size daha başka bir şey anlatamam.’’ Dedi Ares, ardından başını kaldırıp
Athena’ya baktı. ‘’Buna rağmen benimle olup olmayacağınız size kalmış Hena.
Ölümlü olsam da kendimi koruyabilirim.’’
‘’Ben seninle
devam edeceğim.’’ dedi Durga. ‘’Ayrıca anahtarı geri gönderebilirsin, dediğim
gibi tılsım konusunda sana yardım edebilirim. Ona gerek yok.’’
Alaycı
bakışlarını Olimpos’lulara çevirdi. ‘’İsteyen anahtarla dönebilir.’’
Dünya, öfkeyle
soluk aldı ve tam ağzını açacaktı ki Apollon önüne geçti.
‘’Dönmekten
bahseden yok Durga, sana çeneni kapatıp kenarda durmanı tavsiye ederim.
İstenmeyen bir konuk olarak biraz fazla konuşuyorsun.’’
Durga
Apollon’a öylesine bir bakış attı.
‘’Ares’in sizi
de yanında istemediğini az önce duyduğuma göre, kim çok konuşuyor Zeus oğlu?’’
Apollon
gözlerini kıstı. Dünya, teninin hafifçe ışıldadığını gördü ama diğerleri bu
tuhaflık karşısında tepkisizdi.
‘’Hala sen çok
konuşuyorsun.’’ Diye homurdanan Apollon, kadını süzdü. ‘’Koruma altında olmasaydın
bu kadar cesur olabilir miydin acaba?’’
Durga,
duygusuz gözlerle Apollon’u süzdü. Adonis araya girdi.
‘’Kimse geri
dönmüyor, bu anlamsız tartışmayı keselim ve yola devam edelim. Ne dersin
Ares?’’
Ares, başını
sallayıp Athena ile yürümeye başladı. Apollon, kibirle adımlayan Durga’dan
gözlerini alamıyordu. Dünya koluna dokununca kendine geldi. Yürüyen diğerlerine
katıldılar. Dünya’nın aklına ‘koruma’
olayı takılmıştı, bir an önce Apollon’la bu konuda konuşması gerekiyordu.
Önemli olabilirdi ama şu anda soramazdı. Çünkü adam çok sinirliydi. İlk defa
onun bu kadar öfkelendiğini gördüğünden soru cevaplama havasında olmadığını
anlamak zor değildi. Tek başına yürüyen Durga, dışlanmaktan hiç rahatsız olmamıştı.
Yağmur
kesileli yarım saat olmasına rağmen toprağı örten yosunlar hala vıcık vıcıktı. Kimse
tek laf etmiyordu ve ıslanmış pejmürde bir halde, yönlerini gösteren Ares’in
peşinden gidiyorlardı. Bu ağaç okyanusunda ne tarafa gideceğini bilmesi tuhaf
olsa da, Ares’e uymakta kimsenin tereddütü yoktu. Eros da Dünya’nın yanında
yürüyordu. Dünya sonunda Apollon’a döndü
‘’Apollon’’
dedi, adam omzunun üstünden ona bakınca devam etti. ‘’Koruma altında olmak ne
demek?’’
Apollon nem
yüzünden iyice dalgalanan saçlarını geriye sıvazladı.
‘’Koruma, her
evin lideri tarafından verilen bir çeşit tılsımdır. Bizler, normalde
birbirimize etkili bir büyü yapamayız, kalıcı bir büyü yapmamıza ‘koruma’ engel olur.’’
‘’Ne tür
büyüler mesela?’’
‘’İradeyi
etkileyen veya ölümsüzlüğü lekeleyen büyüler’’
‘’Hafıza
silmek bir büyü değil mi?’’ dedi Dünya, anlamaya çalışarak.
‘’Hayır’’ diye
başını salladı Apollon. ‘’O, Ares’in yeteneği, aslında bizler üzerinde de
yeteneklerini bu kadar rahat kullanabilmesi tuhaf bir şey ama Ares hepimizden
farklıdır.’’
Eros lafa
girdi. ‘’Bu tuhaflık iyi anlamda’’
‘’Evet’’ diye
onu tasdik eden Apollon, devam etti. ‘’Koruma konusuna geri dönersek, şöyle
düşün; koruma, olası bir anlaşmazlıkta birbirimize zarar vermememiz için
Zeus’un bize sağladığı bir zırhtır. Diğer evlerdeki ölümsüzler içinde
geçerli.’’
‘’Koruma
kalkarsa savunmasız mı kalıyor?’’ dedi Dünya, Ares’in içinde bulunduğu
tehlikenin boyutlarını tahmin etmeye çalıştı.
Eros
cevapladı.
‘’Evet’’ dedi,
eliyle Ares’i işaret etti. ‘’Mesela Ares bir fani ama hala Olimpos evinin
korumasına sahip olduğundan büyülerimize ve zararlı gözlere karşı koruma
altında.’’
Dünya’nın
kafası karışmıştı. Aklına Asteria’nın laneti geldi.
‘’Peki, lanet
bir büyü değil mi?’’
‘’Bir çeşit
büyüdür.’’ dedi Apollon. ‘’Kötü olanından.’’
‘’Asteria,
lanet yapabilir mi? Yani sizlere.’’
Apollon yan
gözle Dünya’ya baktı, sorusu ilgisini çekmişti. ‘’Bunu neden soruyorsun?’’
‘’Sadece
korumanın ne kadar işlevsel olduğu merak ediyorum.’’ dedi basitçe.
Apollon birkaç
saniye Dünya’nın yüzünü süzünce Dünya adamın omzuna vurdu.
‘’Merak etme
Apollon, Asteria’ya dönüşmem halinde ne yapabileceğimi sorgulamıyorum.’’
Apollon biraz
olsun rahatlamış bir yüzle başını ileriye çevirdi.
‘’Asteria,
asil kandan bir titan, onun gücü Zeus’u bile aşıyor. Lanetinden bizi koruyacak
bir zırh yok.’’ Dedi ve derin bir nefes aldı. ‘’Ayrıca umarım dönüşmezsin ama
dönüşürsen onun sana yapabileceğin her şeyi öğreteceğinden eminim.’’
Dünya
kaşlarını çatıp Eros’un tepkisine baktı. Bebek yüzlü ölümsüz, omuzlarını
hafifçe kaldırdı ve ona gülümsedi.
‘’Bu asla
olmayacak Dünya, seni lanetten korumak için elimizden geleni yapacağız.’’
Şu durumda, Dünya’nın
çekindiği şey kendi laneti değildi, Ares’in korumasının kaldırılmasıydı. Bunun
için onu bir an önce uyarması gerekiyordu. Zeus’a içinden küfrederek adımlarını
hızlandırdı. Ares’ten neden bu denli nefret ediyordu ki.
Önüne çıkan
bir ağaç kökünün üzerinden atladı ve Ares’e seslenmek için ağzını açtı. O anda
midesine gelen bir darbeyle soluğu kesilerek uçtu. Ağacın birine sırtı hızla
çarptı ve kayarak suyun içine yüzüstü kapaklandı. Ne olduğunu anlayamamış bir
halde, ağzının içine dolan kanı tükürerek başını kaldırmaya davrandı. Ağaca
çarptığında yanağını ısırmıştı. Gördüğü manzara karşısında gözleri iyice
açıldı.
Yılan ve kuş
bozması, ejderhaya benzeyen bir sürü yaratık onlara saldırıyordu. Yaratıklar
çok hızlıydı, uzun kuyruklarını, sivri dişlerini ve pençelerini kullanarak aniden
bastıkları Olimposluları dağıtmayı başarmışlardı. Başlarının üzerinde küçük
kıvrık boynuzları vardı, sırtlarında yüzgeç gibi açılmış kısa kanatlarıyla ve
güçlü kuyruklarıyla hızlı ve seri hareket edebiliyorlardı. Derileri kurbağa
derisini andırıyordu.
Dünya ona
doğru süzülürcesine gelen yaratığa karşı bir an dondu kaldı, ardından
parmaklarıyla kavradığı pelerini ona yaklaşmış yaratığın yüzüne fırlattı ve
yana yuvarlandı. Pelerin bir ağ gibi açılarak yaratığı yüzünü örttü ve görüşü
kapanan yaratık hızla az önce Dünya’nın çarptığı ağaca tosladı. Yaratık
hırlayarak pençelerini pelerine geçirdi ve tek hamlede kalın kumaşı parçaladı.
Dünya ne yapacağını düşünürken arka arkaya gelen üç tane ok yaratığın kafasına
saplandı ve yaratık Dünya’nın üzerine düştü.
‘’Kahretsin.’’
diye homurdanırken bir el onu yaratığın altından çekip çıkarttı. Yüzünü bulayan
iğrenç kokulu siyah sıvıyı silerek kendisini kurtarana döndü.
Artemis yüzünü
buruşturdu.
‘’Iyk, bu
iğrenç bir şey!’’
Dünya yapış
yapış yaratık kanını temizlemeyi bırakıp Artemis’e ters bir bakış attı. Artemis
elindeki yayı gererken söylendi.
‘’O pis şeyden
çabuk kurtulsan iyi olur, fark ettiğin üzere çok hızlı pıhtlaşıyor.’’
Dünya,
‘’Teşekkür ederim.’’ diye homurdanıp eğildi. Elini yüzünü yerdeki suyla temizlerken
Artemis yanından ayrılmadan yaratıkları ok yağmuruna tutmaya devam etti.
Ortalık
cesetlerle dolmuştu, suya sızan kanlar akışkan suyu jöle kıvamına sokmaya
başladı. Bir an önce ilerlemeleri gerekiyordu. Fakat yaratıklar her yönden
onları kuşatmışlardı ve arkası kesilmeyen ataklarla zarar vermeye
çalışıyorlardı.
‘’Tüh, oklarım
bitti.’’ diye mırıldanan Artemis, yayı sırtına asıp belindeki bıçakları
sıyırdı. ‘’Dünya’’ dedi ve elindeki bıçaklardan birini ona uzattı. ‘’Tedbir
niyetine!’’
Bıçağı Artemis’in
elinden aldı ve başını salladı. Artemis sabırsızca en yakın ejdere
saldırdığında Dünya iyice geriledi. Bakışları Ares’in olduğu yöne kaydı. Altın
gözler, savaşın heyacanıyla alev alev yanıyordu, yakışıklı yüzünü bürüyen hırsla
önüne gelen yaratığı kâh bıçağıyla kâh kılıcıyla deşiyordu. Bazı yaratıkların
saldırmaktansa kaçmaya çalıştıklarını fark eden Dünya, onlara hak verdi.
Yanıbaşında
bir hırıltı duyunca elindeki bıçağı hiç düşünmeden sesin sahibine doğru
savurdu. Bunu içgüdüsel olarak yapmıştı, bıçak yaratığın göğsünü boydan boya
keserken yaratık kuyruğunu hızla Dünya’ya doğru yöneltti. Dünya, kolunu gelecek
darbeye karşı tutsada, çarpışmanın şiddetiyle başını ağaca vurdu. Bir an
gözleri karardı ama kendisine uzanan pençeyi görebilmişti. Ona yakın yaratığın
göğsüne tekmeyi atarak hemen eğildi, pençeler onun yerine ağacın sert kabuğunu
parçaladı. Durma lüksü yoktu, bıçağı iyice kavradı. Yaratığın ince boyun
derisini hedef aldı ve yaratığa doğru atıldı. Bıçak ince deriyi kolayca dildi,
hırıltıyla sendeleyen yaratığın sırtına güçlü bir tekme daha attı. Ağaca çarpan
yaratığın boynu tuhaf bir çatırtıyla büküldü ve cansızca yere düştü. Dünya
nefes nefese doğruldu. Yaptığı esere öylece baktı ve hoşnut bir şekilde omzunu
silkip başını çevirdi.
Adonis dört beş
metre ötesinde onu izliyordu. Beğeni dolu bir bakışla Dünya’ya sırıttı ve ona
bir öpücük gönderdi. Dünya’nın yüzü utançtan kıpkırmızı olmuştu. Adonis gülümsemeye
devam ederken elindeki bıçağı Dünya’ya doğru fırlattı. Dünya olduğu yerde buz
kesmişti ama bıçak yarım metre yanından uçarak ardındaki ejderin alnına
saplandı. Ejder suları sıçratarak geriye düştü. Adonis rahat adımlarla
Dünya’dan bakışlarını ayırmadan yürüdü ve yanından geçip yaratıktaki bıçağını
çekti. Ejderin sıvısına bulanmış bıçağı pantalonuna silerken Dünya’nın yanına
geldi.
Dünya
tereddütle etrafına bakındı. Ejder sayısı azalmıştı, çoğu ejder gersingeri
ormanın derinliklerine dönüyordu. Ağaçların arasından görebildiği kadarıyla her
bir Olimposlunun uğraştığı tek bir yaratık kalmıştı. Ares ise ortalarda
görünmüyordu, birden panikledi. Adamı en son gördüğü yöne doğru adım atacakken
Ares, diğer taraftaki ağaçların arasından ortaya çıktı. Ağaca saplanan
dairesini çıkartmaya çalışan silahsız Durga’ya saldıran ejderin kuyruğundan
tuttuğu gibi fırlattı. Ağaca çarparak hızla gövdesine sarılan ejder aynı hızla
Ares’e doğru atıldı. Ares olduğu yerde yukarı zıpladı ve tutunduğu dalda bir
tur döndükten sonra ona yaklaşan ejderin yüzüne tekmeyi bastı. Apollon ona
seslendi ve elindeki kılıcı fırlattı. Yere düşen Ares kılıcı tek eliyle
yakaladı ve ejderin toparlanmasına mahal vermeden başını gövdesinden ayırdı.
Ares kılıcı Apollon’a geri fırlattı ve Durga’ya döndü. Kadının silahını ağaçtan
çekip sahibine uzattı. Durga daireyi eline alırken gözlerini Ares’in üzerinden
bir saniye olsun ayırmamıştı.
‘’Rahatsız
edici değil mi?’’ diye konuşan Adonis’e cevap vermeksizin o ikisini izlemeye
devam etti. ‘’Klasik Ares, sende yakında alışırsın.’’
Alışmak mı?
Neye? Kaşlarını çatıp Adonis’e baktı. Soluğu daralmıştı, kelimelerin üstüne
basa basa konuştu.
‘’Hiçbir şeye
alışmayacağım. Bir kadının, aşkı için neler yapabileceğini hayal bile
edemezsin.’’
Adonis yüzünü
buruşturdu.
‘’O, Afrodit’i
terk etti tatlım, daha ötesi ne olabilir?’’
‘’Sende
Afrodit’i terk ettin. Demek ki, onu terk etmek zor bir şey değilmiş.’’
Adonis,
Dünya’nın yüzüne doğru eğildi. Ve fısıldadı.
‘’Ama ben
Afrodit’i başka bir kadın için terk etmedim, sadece terk ettim. Aradaki fark bu!’’
Adonis’in
sözlerindeki doğruluk yüzünden Dünya olduğu yerde sarsıldı. Aldığı hava,
ciğerlerine yetmiyordu, Adonis’e vurma isteğiyle yumrukları kasıldı. Fakat
adamın haklılığı karşısında dili tutulmuştu. Adonis hoş bir gülümsemeyle
doğruldu ve ejderlerde saplı kalan silahlarını arayan ölümsüzlere doğru
adımladı. Dünya başını yeniden ikisinin olduğu yöne çevirdi. Ares, Durga’nın
omzunun arkasındaki yarayı temizlemesine yardım etmiş. Şimdi de belindeki
şaldan yırttığı parçayla bandajlıyordu. Sanki kadına başkası yardım edemezdi.
Acaba Afrodit’i onun için terk eden altın gözlü, başka bir kadına âşık olup
Dünya’yı bırakır mıydı? Kollarını kendine sardı ve ardındaki ağaca yaslandı.
Birden kendini çaresiz hissetmişti ve çok öfkeli.
‘’Suratının
hali de ne böyle?’’
Başını
kaldırıp Ares’in yüzüne baktı. Bulduğu kılıcı hasarlı kınına geçirmeye çalışan
Ares tam önünde dikiliyordu. Dünya, onun yaklaştığını bile duymamıştı. Kılıcı
kına geçiremeyince çapraz bir bağ yaparak belinde sabitledi ve rahatlayarak
Dünya’ya gülümsedi.
‘’Cevap
gelmedi.’’
Dünya omzunu
silkti.
‘’Yok, bir
şeyim, saldırı yüzünden şaşkınım.’’
‘’O yaratığı
biçerken hiç şaşkın değildin.’’ dedi Ares elini onun yaslandığı ağaca dayadı ve
Dünya’ya iyice yaklaştı.
‘’Beni gördün
mü?’’ dedi Dünya, hızlanan kalbine sinir oldu. Adama kızgın olması gerekiyordu,
varlığına hayran olması değil.
‘’Gözüm hep
sendeydi.’’ Diye fısıldadı Ares, eliyle uzanarak yüzündeki saç tutamını geriye
attı. ‘’Öğrendiklerini bir şekilde hatırlamana hiç bu kadar sevinmemiştim.
Gerçi daha önce beni dövdüğün zamanlarda pişman olmadım değil ama bugün beni
çok gururlandırdın.’’
Gözü hep
ondaymış! Bunu yemesini mi bekliyordu? Yine de adamı terslemedi, onun yerine
konuyu değiştirdi.
‘’Daha ne
kadar yolumuz var?’’
‘’Yoruldun
mu?’’ diyen Ares doğruldu.
‘’Hayır,
sadece sıkıldım.’’
Ares’in
yanından geçip toplanan ölümsüzlere doğru yürüdü. Sakin ol, diye kendi kendine telkin ediyordu ama Durga’yla aynı
havayı solurken bu çok zordu. Ejderin sırtından oku çıkarmaya çalışan
Artemis’in yanında durdu. Okun ucu kırılmıştı. Artemis oflayarak yararsız oku
yere attı.
‘’Umarım çıplak
elle savaşmak zorunda kalmayız.’’ dedi ve ellerini beline attı. ‘’Tırnaklarımın
normal haline dönmesi için iki hafta uğraşmam gerekiyor.’’
‘’Ama çıplak
elle savaşırken çok korkunç ve etkileyici oluyorsun.’’ diyen Eros, topladığı
okları Artemis’e uzattı.
Kadın kocaman
bir gülümsemeyle okları aldı. ‘’Hadi, ya, gerçekten mi? Teşekkür ederim Eros!’’
Eros omzunu
silkti. ‘’Rica ederim. Benim için zevkti.’’
Birkaç dakika
içinde hazır olan grup yola düştü. Durga onlardan ayrı olmaya özen
gösteriyordu, birkaç adım geriden, bazen de yandan onları takip ediyordu.
Olimposluların her biri iyice dağılmıştı. Dağa uzanan yolun bu kadar uzak
olduğunu kestiremeyen Dünya’nın da onlardan farkı yoktu. Pislik içinde ve
nemden bunalmış bir halde adımlarını bile zorla atıyordu. Arada ayağına dolanan
yosunlardan da iyice bıkmıştı. Düzenli ve kuru kafesini özledi. Birde işinden
şikâyetçi oluyordu, ne aptallık. Beterin beteri olduğunu şimdi iyice kavramıştı.
Eğer geri dönerse Sedef istediği kadar geç kalabilirdi, Samet istediği kadar
sakarlık yapabilirdi, Demet telefonla istediği kadar konuşabilirdi. Kerem’in
dağınıklığına bile kızmayacaktı. Huzursuzca nefes aldı, eğer geri dönebilirse…
Dikenli
sarmaşıkların sarmaladığı kemerlere ulaştıklarında Dünya bunları düşünüyordu.
Eski taşların düzensizce dizildiği kemerler oldukça yüksekti, boşlukları
parmağı kadar uzun dikenlerle kaplı sarmaşıklar sarmıştı. Arkasında ne var,
görünmüyordu. Hepsi taş ve bitkilerden oluşan duvarın önüne dikildiler. Geçmek
için çirkin yapraklara sahip sarmaşıkları kesmeleri gerekiyordu. Apollon
kılıcını çekerek duvardaki sarmaşıklara salladı. Sarmaşık parçalanırken yeni
sürgünler, açılan boşluğu hızla doldurdu ve yine aynı hale geri döndü. Apollon
kaşlarını çatarak kılıcı yeniden salladı. Bu sefer darbesi daha güçlüydü ama
faydası olmadı, daha kesilirken boşluklar doluyordu.
‘’Bu ne biçim
bir sihir!’’ diye söylenen Athena sarmaşıkların köklerinde şansını denedi.
Apollon ile aynı akıbete uğrayınca hırsla homurdandı. ‘’Burdan nasıl
geçeceğiz?’’
Ares duvara
yaklaştı ve sarmaşıkları kontrol ederken Durga konuştu
‘’Yukarı
tırmansak?’’
Ares başını
salladı
‘’Dikenler çok
keskin.’’ dedi ve ekledi. ‘’Ayrıca çok sık, tutunacak bir aralık bile yok.
Tırmanana kadar paramparça oluruz ki, tırmanıp aşacağımızı varsayarsak.’’
Apollon
avuçlarını duvara doğrulttu ve kollarından akan ışığı sarmaşıklara aktardı.
Sarmaşıklar duman çıkartarak yanmaya başladı ama yenilerinin gelmesi saniyeyi
bile almadı. Apollon bıkkınca ellerini salladı, gün ışığına benzeyen parlaklık
hafifçe soldu
‘’İşe
yaramıyor.’’
‘’Bu, bir kapı…’’
Hepsi konuşan
Ares’e doğru baktı, adamın gözleri Dünya’ya çevrilmişti. Yeniledi. ‘’Bu, bir
kapı Dünya.’’
Dünya o an
ayıldı. Başını salladı ve dikenlerden sakınarak elini duvara yerleştirdi. Uzun
dikenlerin haricinde ufacık dikenlerinde olduğunu o zaman fark etti. Dikenler,
iğne gibi, parmaklarına batınca çekmemek için kendini zor tuttu. Sarmaşıklar
çatırdayarak birbirlerinden ayrıldı ve kemer girişini açığa çıkardı. Ares
haklıydı, bu garip kemer bir kapıydı. Sevinçle elini çekince sarmaşıklar eski
hallerine döndüler. Sevinci kursağında kalan Dünya, nefeslendi. Ares yanına
geldi.
‘’Elini çekme
papatyam.’’
Dünya elini
duvara dayadı. Dikenden sakınmayı unutmuştu ve dikenin biri, başparmağına
saplanarak kesti. Sesini çıkartmadı çünkü kapı yine aralanmıştı. Ares diğerlerine
döndü
‘’Siz önden
gidin, ben Dünya’yla en son gireceğim.’’
‘’Elini
çekemiyor ki.’’ dedi Artemis.
‘’Bence burada
kalsın.’’
Durga’nın son
lafı üzerine Ares, kadına doğru döndü ama Dünya dayanamayıp atıldı.
‘’Ya da sen
geçerken elimi çekivereyim. Belki sen arada kalırsan büyü varlığın yüzünden bozulur
ve yarattığın boşluktan hepimiz geçebiliriz. Bu nasıl?’’
Durga duygusuz
bir yüzle ona baktı ama diğerleri kahkahaları bıraktı. Ares gülmemek için
dudağını ısırıyordu ama hoşuna gittiği belliydi. Athena ellerini çırptı.
‘’Tamam,
toparlanın çocuklar. Akşam olmak üzere ve millet Hermes’i peşimize takmadan işi
bitirmeliyiz.’’
Elinde kılıçla
geçitten ilk geçen Apollon olmuştu, ardından Durga geçidi adımladı. Apollon’un
‘Sorun yok’ lafından sonra birer birer geçitten geçtiler. Dünya, parmağına
batan diken yüzünden canının yanmasına aldırmadan hepsinin geçmesini bekledi.
Kanı, parmağından bileğine doğru incecik çizgi halinde sızıyordu, bir an önce
çekmek istese de dayandı. Ares, karşıda bekleyen ölümsüzlere baktı ve başını
Dünya’ya çevirdi.
‘’Sıra bizde.’’
‘’Nasıl
geçeceğiz, ya biz sıkışırsak.’’
‘’Hızlı
olursak sıkışmayız.’’ dedi Ares ve yüzüne anlamlı bir sırıtışla baktı. ‘’Çok
hızlı…’’
Dünya neyi
kastettiğini anlamıştı, Ares basit tabiriyle ışınlanacaktı ama bunu öyle
hesaplaması gerekiyordu ki, diğerleri bunu yapabildiğini fark etmemelilerdi.
Hem kendisinden hem de ölümsüzlerden sakladığı daha ne kadar yeteneği olduğunu
düşündü. Eli geçidin hemen yanındaydı. Ares ona adımladı ve kollarının arasına
aldı. Dünya adamın nefis kokusuyla sarhoş bir halde güzel gözlerine baktı.
‘’Bunu
yapabilecek misin?’’
Ares başını
eğip kulağına fısıldadı
‘’Çocuk
oyuncağı.’’ dedi ve elini Dünya’nın duvardaki eline doğru kaydırdı. ‘’Hena bana
çok kızacak…’’
Dünya ‘neden’ diye soramadan etrafındaki
şekiller değişti ve eli duvardan ayrıldı. Ares, parmaklarını onun parmaklarına
dolayıp elini Dünya’nın sırtına yapıştırdı. Başını Ares’in göğsüne yaslamıştı,
doğrulttuğunda şaşaladı. Duvarın diğer tarafında değillerdi, ölümsüzlerin
yanına gitmemişlerdi, hatta ormanda bile değillerdi.
Sıcak, koyu
gri kayalardan oluşan geniş bir alandaydılar. Kayaların arasından buharı tüten
sular hafif eğimli yüzey sayesinde akıyordu. Koyu renkli kayaların yassı ve
süngerimsi bir yapısı vardı, küçük derecikler yüzünden bazı yerleri aşınmıştı. Dünya,
Ares’ten ayrılıp etrafa bakındı. Gökyüzü daha yakındı ve ışık oldukça
azalmıştı. Yirmi otuz metre ötelerinde kırık kenarlı bir duvar yükseliyordu. Duvar
geniş bir çember gibi etraflarını sarmıştı. Yer eğimlenerek tünele benzeyen
eğri büğrü şekillere kavuşuyordu.
‘’Dağın
tepesindeyiz.’’ diye mırıldandı ve Ares’e baktı. ‘’Diğerleri ne olacak?’’
‘’Başlarının
çaresine bakarlar. Onları yeterince tehlikeye attım, zaten bundan sonrası sırf
ayak işi. Onlar buraya gelene kadar ben iblislerle anlaşmamı yaparım.’’ dedi ve
kendi eline baktı. Parmaklarını ovuşturup kaşları çatıldı. ‘’Kan?’’
Dünya omzunu
silkti.
‘’Diken
batmıştı.’’ dedi zonklayan parmağını önemsemeden.
Ares,
Dünya’nın elini aldı ve kesiği inceledi. Hafifçe bastırınca Dünya’nın aklı
çıktı.
‘’Ne
yapıyorsun?’’
Elini çekmeye
çalıştı ama Ares bırakmadı. Aniden eğilen Ares, Dünya’nın parmağındaki kesiği
diliyle hızlıca yokladı, ardından ağzına aldı. Kanayan parmağının üzerine
kapanan dudaklar yüzünden Dünya’nın nefesi kesildi. Ares, parmağını canını
acıtırcasına emdi ama Dünya’nın düşündüğü son şey can acısıydı. Hissettirdiği
duygular basit bir sızıdan daha sarsıcıydı. Ares kolunu Dünya’nın beline doladı
ve altın gözleri Dünya’nın yüzünde sıkıca tuttuğu parmağı daha güçlü emdi.
Dünya, kolunu
Ares’in boynuna attı, başka türlü ayakta duramayacaktı. Dudağını ısırarak dönen
başını Ares’in omzuna yasladı. Tüm sinirleri alarma geçmişti, bu kadar çabuk
baştan çıktığı için kendine inanamıyordu. Ilık dudakların arasındaki
parmağından yayılan acı, zevke dönüşmüştü. Başı istemsizce Ares’in boynuna
doğru yönelmişken Ares belindeki eliyle sırtını okşadı. Parmağındaki muhteşem
baskı kaybolmuştu.
Dünya aniden
ayılarak yüzünü, öpmemek için kendiyle savaştığı, boyundan çekti. Tüm bedenini
ateş basmıştı. Ares dudağını lekeleyen kan lekesine rağmen ölümcül derecede çekiciydi.
Dünya’nın kalbini sızlatan bir sırıtışla, dişlerinin arasında sıkıştırdığı
dikeni çıkarttı. Parmağına batık kalmış kırık dikene öylesine bakan Dünya
yutkundu. Konuşmak için ağzını açtı ama sesi çıkmadı. Başını salladı ve adamdan
uzaklaşmaya çalıştı.
Ares temkinli
bir şekilde onun doğrulmasına yardım etti. Dünya, kendine gelmesinde hiç yardımcı
olmayan bu dokunuşlardan sıyrılmak için geriledi. Sonunda sesi çıkmıştı
‘’Teşekkür…’’
‘’Canını çok
fazla acıtmadım, değil mi?’’
Dünya
rüyadaymışcasına adama baktı, kastettiği şeyin ne olduğunu anlamak için. Ona
sarılmak için dayanılmaz bir istek duyuyordu. Onun yerine sadece başını sağa
sola salladı. Ares, yüzünü dikkatlice süzerek yaptığını açıklamaya çalıştı.
‘’Parmağında
kalırsa mikrop kapabilirdi.’’
Dünya,
anladığını göstermek için yeniden başını salladı, yukarı aşağıya. Kan akışı
duran parmağını diğer eliyle sıkıca sarmıştı, bu canını yarasından daha çok yakınca
yumruğunu gevşetti.
‘’Yüzün
beyazladı, bayılacak mısın?’’
‘’Hayır’’ dedi
kırık bir sesle ve Ares’e arkasını döndü. ‘’Nereye gideceğiz?’’
‘’Biraz
dinlenmeye ne dersin?’’
‘’Hayır,
yürüyelim.’’ dedi Dünya, Ares yeterince başını döndürmüştü. Duraklamaları
halinde neler olacağını kimse bilemezdi.
Ares, onu
ilerideki tünele yönelttiğinde biraz olsun kendine gelmişti. Ama parmağındaki
kesiğe baktığında gözünün önüne o an gelince içi titredi. Ares ile defalarca
öpüşmüştü ama bu kadar baştan çıkmamıştı. Durumunu Ares’in fark etmediğini
ummaktan başka tesellisi yoktu. Yan gözle yanı başında yürüyen adama baktı.
Yırtık zırhı içinde, kendinden emin ve rahat adımlarla yürüyordu ve yüzünde hoş
bir ifade sabitlenmişti. Hiç şansı yoktu, Ares onu etkilediğinin gayet
farkındaydı.
Hava tuhaf bir
şekilde loşlaştı. Tamamen karanlık değildi sanki hafif bir pus kaplamıştı.
İçine girdikleri tünelin tavanı, aynı dağın hali gibi kırıklıydı. Genişleyerek
mağaraya dönüşen tünel sıcak ve buharlıydı. Kapalı olsaydı kesinlikle nefes alamazlardı.
Köşeyi döndüler ve Dünya buharın sebebini gördü. Duvardan şelaleye dönüşerek
dökülen sıcak suların oluşturduğu bir havuz karşılarına çıktı. Bir kaplıcaya
varmışlardı. Biraz ilerisinde tüneller birkaç kola ayrılarak devam ediyordu.
Ares havuzun kenarına gidip oturdu.
‘’Dinlenmemiz
gerek.’’ dedi Dünya’ya bakarken.
Dünya yorulmuştu,
birkaç kere ayağı tökezlemişti ama hala dinç duran Ares’in dinlenmeye ihtiyacı
olmadığı belliydi. Kararsızca durakladı.
‘’Gücüne
ihtiyacın olacak Dünya.’’
İşte buna
karşı çıkamazdı, ileride onları neyin beklediğini bilmiyordu. Ayaklarını
sürüyerek Ares’in yanına oturdu.
‘’Biraz
dinlenelim bakalım.’’ diye homurdandı.
Ares,
kollarındaki derileri sökerken öylesine sordu
‘’Parmağın
nasıl oldu? Hala acıyor mu?’’
‘’İyi,
acımıyor.’’ dedi kuruyan boğazını temizleyerek. Burası da ne sıcaktı! Terleyen
saçları yüzüne ve ensesine yapışmıştı.
Ares
üzerindeki ince, deri zırhı sıyırdı. Dünya onun ne yaptığına bakmak için başını
çevirdi. Gözleri kusursuz bedene kilitlenmiş halde mırıldandı.
‘’Ne
yapıyorsun?’’
‘’Banyo
yapacağım.’’ dedi Ares elindekini yere bırakırken. Göğsünün ortasındaki bandajı
sıyırdı ve gülümseyerek tamamen çıkarttı.
‘’Yapamazsın!’’
diye söylenen Dünya devam edemedi. Çünkü Asteria’nın kontrol laneti yaptığı
yara kaybolmuştu. Tamamen iyileşmiş deriyi görünce sevinçle Ares’e baktı.
Ares, elini
eskiden yara olan yere sürttü.
‘’İnanamıyorum,
iyileşmiş.’’ dedi ve parıldayan gözlerini ona çevirdi. ‘’Bunun için sana
teşekkür etmeliyim.’’
Dünya, Ares’in
göğsündeki yıldızlar hala dursa da kötücül yarasının iyileşmesine sevinmişti.
Başını salladı.
‘’Bana değil,
Hekate’ye teşekkür etmelisin.’’
Ares’in
bakışları yüzünde dolanırken Dünya başını çevirdi. Nefes almanın normalde bu
denli güç olduğu bir yerde, Ares’le tek başına olmak hiç akıllıca bir şey
değildi. Ares, botlarının bağlarını çözerken dişlerinin arasından mırıldandı.
‘’Evet, doğru,
ona teşekkür etmeliyim.’’
Ares’in neden
sinirlendiğini anlayamamıştı. Kafası daha başka şeylerle dolu olan Dünya, soyunan
adama bakmamak için duvarları ve tavandan görünen gri bulutları seyrediyordu.
Ares, ayağa kalktı ve pantalonunu yere bıraktıktan sonra suyun içine girdi. Ares’in
suda hareket ettiğini duyabiliyordu, üzerine oturduğu kayanın çıkıntılarına
tırnaklarını geçirdi. Rahatlamalıydı, neden bu kadar kasılıyordu ki? Altı üstü,
arkasındaki havuzda, son derece çekici çıplak bir tanrı banyo yapıyordu.
‘’Su çok güzel.’’
diyen Ares’e bakmaksızın konuştu
‘’Sevindim,
keşke şampuanını da getirseydin.’’
‘’İlla benim
sormamı mı bekliyorsun?’’ ses çok yakınından gelince Dünya’nın yüreği ağzına
geldi. İrkilerek sesin kaynağına doğru dönüverdi.
Ares,
kollarını kayanın üzerinde kenetlemiş yanı başında ona bakıyordu. Su buharının
çıplaklığını gizlemekte yardımcı olmadığını fark eden Dünya elektrik çarpmış
gibi başını çevirdi, neyseki Ares sırtüstüydü.
‘’Kahretsin,
Ares, ne yaptığını sanıyorsun?’’
‘’Seni yanıma
çekmeye çalışıyorum.’’ dedi Ares.
‘’Banyomu
Olimpos’ta yapacağım.’’ diye hırladı. Başını çevirdiği halde Ares’in mükemmel
vücut hatları gözünün önündeydi. Aklı bir kez daha parmağına kapanan dudaklara
ve dikeni arayan dile kaydı.
‘’Böylesini
bulamazsın.’’ dedi Ares.
‘’Göremeyeceğime
eminim, bulamayacağıma.’’ dedi ve yeniden kızardığını belirten ateş, dikkatini
iyice yok etti. ‘’Yani kaplıcaları kastetmiştim, kaplıcayı!’’ diye düzeltti.
‘’Başka ne
olabilir ki?’’ dedi Ares ve su sesiyle Dünya adamı yanıbaşında hissetti.
Sıcak bir el,
gergin ensesideki saçlarını ıslattı. Sıcak su damlaları sırtından akarken gözlerini
kapatıp kendini, Ares’in baştan çıkarıcı okşayışlarına bıraktı. Terli boynunu
ve saçlarını suyla ıslatırken okşayan Ares’in parmaklarında büyü olmalıydı.
Gerginliği yerini hoş bir duyguya bırakırken Ares, yüzünü kendisine çevirdi.
Dünya gözlerini açamıyordu. Ares’in dudaklarını, teninde arzu dolu bir baskıyla
hissettiğinde kendini tutamadan onun ismini fısıldadı. Fısıltısı, yumuşak
dudakların arasında kayboldu. Ares, onu hiç bu kadar tutkulu öpmemişti. Dünya, Ares’in
dilini ve dudaklarını kullandığı cazibeli öpücükleri karşısında hiç bu kadar
savunmasız kalmamıştı. Ares’in kasten onu eritmeye çalıştığını anladı. Ona olan
gereksiz direncini kırmak için bu yolu seçmişti ve gayet başarılıydı.
Dünya, bedenini,
yan olarak oturmuş Ares’e doğru çevirdi. Parmaklarını ıslak saçlara dolayarak
dudağını adamın dudaklarına bastırdı. Ares ellerini Dünya’nın kalçalarına koydu
ve kendine doğru çekti. Kalçasındaki eller, tişörtünden içeri girdi ve tenini okşamaya
devam ederek sırtına ulaştığında, Dünya hissettiği arzunun etkisiyle kontrolünü
kaybetti. İkisi birbirine sarılmış halde sıcak taşların üstüne düştüler.
Ares’in üstündeydi ve dudaklarını onun teninden çekemiyordu. Banyonun etkisiyle
yumuşamış ipeksi tenin altındaki sert kaslarını dudaklarıyla okşayarak doyasıya
öptü. Çekinmeksizin parmaklarıyla göğsünden aşağıya doğru indi, karın kaslarını
okşadı.
Kesik bir
nefes alan Ares hızlı bir hareketle Dünya’yı sardı ve üstüne ağırlığını
vermeden uzandı. Parmakları tişörtünün altında araştırmaya başlamıştı bile. Göğüslerine
ilerleyen dokunuşların verdiği zevkle Dünya derin bir nefes almak için başını
geriletti. Ares dudaklarını, boynuna doğru indirirken Dünya, parmaklarını kumral
saçların arasına gezdirdi. Teninin müthiş kokusu tüm benliğini sarmıştı. Hiçbir
varlığın böyle baştan çıkarıcı olmaya hakkı yoktu ama Ares doğanın tüm çekiciliğini
bencilce kendinde toplamıştı.
Ares, başını
kaldırıp gözlerinde tutkunun ateşiyle ona gülümsedi:
‘’Dünya, seni
seviyorum ve sonsuza kadar da sadece seni seveceğim.’’
‘’Ölümsüz
olduğunda bunu sana hatırlatırım.’’ diye boğuk bir sesle konuştu.
Ares’in
kirpikleri tireşti ve tenini okşayan elini tişörtten çıkartıp Dünya’nın yüzünü
okşadı. ‘’Bu anı bozma, sevgilim.’’ diye fısıldadı, başparmağını onun dudağına
dokundurdu ve kibarca okşadı. ‘’Lanete her dakika yaklaşıyor olman yeterince
canımı yakıyor. Ama yakında bu sorunu da atlacağız.’’ dedi ve gülümsedi.
‘’Ölümsüz bir sevgiye ne dersin?’’
Ares’i kendine
çekti ve dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdu. Masumdu ama Ares’in devamında
yanıtladığı öpücük kesinlikle masum değildi. Adamın elleri, tişörtünün
üzerinden aşağıya doğru inmeye başladı. Kalçasını kavrayan güçlü parmakların
verdiği şaşkınlıkla Dünya’nın aklına Ares’e söylemesi gereken bir şey olduğu
geldi ama onun güçlü kolları arasındayken anımsamakta zorlanıyordu. Ve çıplak
bedeninin altında…
Ares, öpücüğü
derinleştirmeye çalışırken adamı ittirdi.
‘’Sen
çıplaksın!’’ diye söylenerek adamın altından çekilmeye çalıştı.
Ares şaşkınca
onu izliyordu. Dünya gözlerini kapatıp eliyle omzundan ittirdi. ‘’Nasıl
unuttum, kalk üstümden!’’
‘’Unuttun
mu?’’ diye homurdanan Ares doğruldu. ‘’Üstüme atılırken hiç unutmuşa
benzemiyordun.’’
Dünya
gözlerini sıkıca yumarak söylendi.
‘’Beni baştan
çıkaran sendin. Çabuk kıyafetlerini giy!’’
‘’Aşırı tepki
veriyorsun, Dünya. İlk defa mı beni çıplak göreceksin sanki…’’
‘’Ne!’’ diyen
Dünya ellerini yüzüne kapattı. Ellerini kullandı çünkü istemsizce gözlerini
açmak zorunda kalabilirdi, tamamen istemsizce. ‘’Hafızamı iyi ki silmişsin.’’
diye söylendi.
Ares’in
ellerini kendi ellerinin üzerinde hissetti, adam yavaşça ellerini yüzünden
çekti.
‘’Tamam,
giyiniğim.’’
Dünya
gözlerini araladı, pantalonu ve deri zırhını giymiş adamı süzdü. Ares sıkkın
bir ifadeyle ayağa kalktı ve botlarının yanına gitti. Dünya verdiği saçma tepki
yüzünden ne diyeceğini bilemiyordu. Daha düzgün davranabilirdi ama bir ara
kendini bile kaybetmişti. Ares, onun üzerinde yarattığı etkiden bihaber olamazdı.
‘’Asla, seni
hiçbir şey için zorlamadım Dünya.’’ dedi botlarını sağlamlaştırırken.
‘’Biliyorum.
Ben…’’ dedi Dünya ve havuzun yanına gidip yüzünü ıslattı. ‘’Sadece utandım.’’
Başını çevirip
Ares’e baktı, altın gözlü yüzünde durgun bir ifadeyle onu dinliyordu. Dünya
doğrulup havuzun kenarına oturdu. Yere bakarak konuştu.
‘’Daha önce ne
kadar ileri gittik?’’
Ares ses
çıkartmayınca nefes alıp ona baktı. Ares hüzünlü bir bakışla Dünya’ya bakmaya
devam ediyordu, neden sonra bakışlarını alıp ayağa kalktı.
‘’Yolumuz az
kaldı, gidelim mi?’’
Dünya ayağa
kalkıp onu kolundan yakaladı. ‘’Ares, soruma cevap verir misin?’’
Ares kaşları
çatık ona baktı. ‘’Hayır, cevaplamayacağım.’’
‘’Neden?’’
‘’Asıl sen
neden bunu merak ediyorsun? Benimle birlikte olmak istersin veya istemezsin.
Bunun dünle veya yarınla ilgisi yoktur. Sana, daha önce beraber olduk,
dediğimde utanman geçecek mi?’’
Dünya, Ares’in
kolunu bıraktı. Ona bir süre daha bakan Ares sert adımlarla ortadaki tünele
doğru yürüdü. İçi paramparça bir halde altın gözlünün peşinden tünele girdi.
Neden onun yanında bu kadar aptalca davranıyordu ki? Tüm duyguları çorbaya
dönmüştü, sanki içinde başka bir Dünya daha vardı ve işleri karıştırmaktan zevk
alıyordu. Buradan çıkana kadar hiçbir şey düşünmemeye karar verdi, sakince
görevini yapacaktı.
Ares bir süre
sonra yavaşladı, elleri cebinde Dünya’nın kendisine yetişmesini bekledi.
Adımlarını uzatan Dünya ona yetişince birlikte yürümeye başladılar. Sessizlik
Dünya’yı iyice boğmaya başlamıştı. Soluğunun kesilmesini buhara atmak faydasızdı,
Ares’in ondan uzaklaştığını düşündüğü için boğuluyordu. Koluna girip temiz, hoş
kokusuna yakın olmayı ne kadar isterdi. Kendisi ise leş gibiydi, banyo
yapmamakta diretmeseydi keşke.
Karşılarına bir
kapı çıkana kadar yürüdüler. Kapının yanındaki rafta dört tane nesne duruyordu
ve kapının ortasında da bir oyuk. Ares duraksamadan rafa yürüdü. Dünya yanına
gittiğinde raftaki nesnelere dokunmaksızın kontrol ediyordu. Nesneler tahtadan
oyulmuştu. Hilal şekli en baştaydı, onun yanında yanan bir alev şekli vardı. Üçüncü
figür bir anahtardı, dördüncüsü küçük bir kuştu. Dünya dikkatli bakınca bunun
bir serçe olduğunu fark etti.
‘’Anahtar mı,
hilal mi?’’ dedi Ares.
Dünya başını
salladı. ‘’Serçe.’’
Ares ona
baktı. ‘’Serçe mi?’’
Dünya tahta
kuşu parmağıyla işaret etti. ‘’İşte her ne arıyorsak cevabı bu serçe.’’
‘’Tılsım bir
serçe mi, yani?’’ dedi inanmaz bir bakışla. ‘’Hilal, Hekate’nin simgelerinden
biri, anahtar da kapıyı açabilmesi açısından tılsım olabilir. Ateş desen neyse
de serçe çok anlamsız.’’
‘’Serçe!’’
dedi Ares’e diklenerek.
‘’Dünya,
yanlış bir şey seçersek…’’
‘’Yanlış
değil, Ares, beni tılsımı çözmem için getirmedin mi? Cevabım, serçe.’’
Ares bir an
düşündü ve serçeyi eline aldı. ‘’Sen gerilesen iyi olur, mümkünse uzaklaş.’’
‘’Neden?’’
‘’Yanlış
tılsımı seçtiysek sorun var demektir.’’ Dedi ve geldikleri yönü işaret etti.
‘’Bu yolu kullanarak kratere geri git, Hena’lar yakında tepeye varırlar. Sonra
kapıya…’’
Dünya Ares’in
lafını kesti ve elini tuttu.
‘’Hiçbir yere
gitmiyorum. Seninle geleceğim.’’
‘’İnatlaşmanın
sırası değil, Dünya, geri dön ve korkma.’’
‘’Korkmuyorum.’’
Ares derin bir
nefes aldı ve söyleyeceklerini yuttu. ‘’Peki, aksi şey!’’
Ares
parmaklarını Dünya’nın parmaklarına geçirdi, hafifçe geriye çekerek Dünya’nın
önüne geçti. Sonra tahta serçeyi kapıdaki oyuğa yerleştirdi ve ikisi de bir
adım geri çekildiler. Tahta serçe silkindi ve canlı bir serçeye dönüştü. Küçük
kanatlarını titreterek şakıdı ve kapı açıldı. Ares derin bir nefes aldı ve
güven vermek istercesine parmaklarını sıktı.
‘’Başardın.’’
dedi yan gözle ona baktı. ‘’Serçe olduğunu nasıl anladın?’’
‘’Anahtar olan
kim?’’ dedi cevap olarak.
Ares gülümsedi
ve elini bırakmaya davrandı. Dünya izin vermeyince kaşları çatıldı.
‘’Elimi
bırakabilirsin artık.’’ dedi. ‘’İşim çok uzun sürmez.’’
Dünya
‘’Seninle geleceğimi söyledim.’’ dedi ısrarla.
‘’Başiblislerle
görüşeceğim canım ve hiçbiri de çekici bir kadın değil, emin olabilirsin.’’
‘’Belki çekici
bir erkektirler.’’ dedi başını dikleştirerek.
Ares bıkkınca
Dünya’ya baktı. Laf geçiremeyeceğini anlayınca pes edip elini çekiştirdi.
Birlikte taş kapıdan geçtiler.
Ayaklarını
bastıkları kızıl renkli toprak, toz kadar inceydi. Dünya buraya neden çukur dediklerini anladı, çünkü kocaman
bir çöküntü tam karşılarındaydı. Gökyüzü boz bir renkteydi ve kötü kokan bunaltıcı
bir rüzgâr esiyordu. Ares ile birlikte aşağıya doğru inmeye başladılar. Ayakları
tozun içine bata çıka nihayet aşağıya indiklerinde Dünya’nın üstübaşı kızıl
toza bulanmıştı. Ares ona kenarda beklemesini söyledi ve çukurun solundaki
mermer taşa yürüdü. İki ayağını mermere bastıktan sonra yüksek sesle konuştu:
‘’Ben Ares,
Eris’i çağırıyorum.’’
Önündeki hava
titreşti, toprağın içinden şıkırdayan zincirler yükseldi ve prangaların ucunda
bir beden şekillendi. Uzun siyah saçları uçuşan kadının sırtında, yarasa
kanadını andıran tül gibi, siyahımsı gri kanatları vardı. Gördüğü çirkin
iblislerden farklıydı, daha çok güzel bir periye benziyordu. Beyaz tenli ve
uzun boylu kadın, kediye benzeyen sarı renkli gözlerini Ares’e dikti.
‘’Eris,
çağrına karşılık verdi Ares.’’ dedi, derinden gelen bir sesle. Kanatlarını
çırparak bileklerindeki ışıltılı prangaların izin verdiği kadar yükseldi. Sesine
memnuniyet katarak ekledi. ‘’Birgün beni görmeye geleceğini biliyordum.’’
Selam
verircesine Ares’e doğru uçtu, adamın tam karşısında durdu. Ares keskin
bakışlarını kadından bir an olsun ayırmadan konuştu.
‘’Sadece
görmeye gelmedim Eris, hizmetin gerekli.’’
Eris saçlarını
savurdu ve hoşnut bir sesle ‘’Bu biraz zor.’’ dedi. ‘’Gördüğün gibi elim kolum
bağlı, sana nasıl hizmet verebilirim?’’
‘’Önce dinle o
halde.’’ dedi Ares sertçe. ‘’Seni serbest bırakacağım ama sadakatin konusunda
kuşkuya düştüğüm anda çukuruna bir daha hiç çıkmamak üzere geri dönersin.’’
Eris başını
yana yatırdı.
‘’Sana hep
sadıktım, bunu biliyorsun.’’ dedi. ‘’Yüzyıllar önce beni buraya hapsettiğinde
de sana sadıktım.’’
Ares’in yüz
ifadesinde hiç acıma yoktu, kibir de yoktu. Karşısında zarifçe süzülen güzel iblis
efendisinin önünde mesafeli bir duruşla dikilmişti.
‘’Eskiden
senin emrinde olan iblisleri toparlayabilecek gücün var mı?’’
Eris haince
sırıttı:
‘’Nihayet
tahtını almaya karar verdin mi?’’
‘’Hayır, Zeus
tahtın sahibi olmaya devam edecek.’’ dediğinde kadının yüzü asıldı. ‘’Sorundan
anladığım kadarıyla iblislerini yönetebilecek güce sahipsin. Sana bir teklifim
var.’’
Eris teklifi
duymak için istekle bir adım daha yaklaştı. İblisin emrini beklediğini gören Ares,
hoş bir tınıya dönüşen sesiyle sözlerini tamamladı.
‘’Seni özgür
bırakacağım. Bunun karşılığında emrin altındakilere, boyutlarda terör estiren
başıboş iblisleri avlatacaksın. Benim izin vermediğin hiçbir canlıya zarar
vermeyeceksin, ne elinle, ne de dilinle!’’
Eris tiksintiyle
gözlerini kıstı. ‘’İblisleri avlamamı mı istiyorsun?’’
Ares başını
salladı. ‘’Evet’’
Ayaklarının
ucuyla zarifçe yere dokundu Eris, birkaç saniye düşündü ve doğruldu. ‘’Bu
ilginç olabilir.’’ diye mırıldandı. ‘’Senin komutanda olacağım, değil mi? Başkasına
hesap vermek işime gelmez.’’
‘’Benim de
işime gelmez.’’
Ares’in sözü
üzerine gülümseyen Eris, Ares’e başını eğerek selam verdi.
‘’Emrindeyim
yüce Ares! Eskiden olduğu gibi, sonsuza kadar efendimsin!’’
Ares üzerinde
durduğu mermerden indi, belindeki bıçağı çekti ve avcuna sürdü. Yumruğunun
arasından süzülen kan mermere akarken net bir sesle konuştu.
‘’Serbestsin
Eris!’’
Kan mermere
damladı ve mermer orta yerinden çatladı. Prangaların bileklerinden çıkmasıyla
Eris, siyah sislerin arasında yok oldu. Ares, kemerinden çıkarttığı kumaş
parçasını eline dolarken diğer mermere doğru yürüdü. Dünya kumaşın Durga’nın
şalının parçası olduğunu fark etti. Kollarını kavuşturup kendini toprağın
üzerine bıraktı. Kadın, olmadığı yerde bile bir şekilde Ares’e faydalı oluyordu.
Ares, Enyo’yu
çağırdı, bu seferki buğday tenli, kızıl saçlı oldukça uzun boylu bir kadındı.
Neredeyse Ares kadar uzundu, deri ve demirden yapılmış kıyafetiyle tam bir
savaşçıydı. Eris kadar güzel değildi ama ondan, güç olarak üstün olduğu
belliydi. Bukleli saçlarını atkuyruğu yapmıştı ve boynundan başlayarak sağ
kolunun dirseğine uzanan bir dövmesi vardı. Dünya kadının kaslı ve biçimli bedenini,
ince prangaların nasıl zaptedebildiğine şaşırdı.
Ares’in pek
uğraşmasına gerek olmadan Enyo hemen sadakatini adama sundu. Dünya’nın
dikkatini başka bir şey çekti, konuşmaları sürecinde Enyo, Ares’e hitap ederken
Enyalios demişti. Ares’i sadece sonda,
sadakatini sunarken söylemişti. Ares elindeki kumaşı çekti ve yumruğunu yeniden
sıkarak damlayan kanla Enyo’yu serbest bıraktı. Enyo, Ares’e selam verirken dumana
karıştı.
Ares
duraksamadan son mermere geçti. Çağırdığı iblis efendisi Phobos’du. Fakat
prangalar içinde gelen Deimos’un ta kendisiydi. Dünya şaşkınlıkla gözleri
açıldı. Dikkatlice baktığında bariz farklar gözüne çarptı. Deimos’un yapısına
yüzüne sahipti ama hareketleri ve sesi farklıydı. Daha ürkütücüydü. Siyah,
parçalı bir zırh içindeydi, kızıl gözleri içsel bir alevle yanıyordu. Dövmeleri
Deimos’tan daha çoktu ama sert yüzü diğer ibliste olan yara izlerinden yoksundu.
Ares’in liderliğini memnuniyetle kabul etti. Hatta zevke gelerek güçlü bir nara
attı. Prangalarından kurtulduğunda ortadan yok olmadan önce tırnaklarını
Deimos’un yaptığı gibi göğsüne geçirdi ve kopardığı deriyi yere attı.
Ares elini
kumaşa düzgünce sararken Dünya’nın yanına adımladı. ‘’Diğerleri gelmeden
gidelim papatyam.’’ dedi ve sağlam elini ona uzattı.
Dünya
‘’Tamam’’ dedikten sonra uzanan eli tuttu ve kapıyı düşündü.
Bir saniye
sonra kapının önünde Ares, rafta duran tahta şekilleri çukura geri
fırlatıyordu. Dünya kapıyı yeniden kilitledikten sonra Ares bu seferde kemerli
kapıyı düşünmesini söyledi. Dünya dediğini yaptı ve yeniden kemeri saran
sarmaşıkların önündeydiler. Ares birkaç defa girişin diğer tarafındaki ölümsüzlere
seslendi. Cevap alamayınca kapıyı açan Dünya sayesinde girişten geçerek etrafa
bakındı. Sonunda geri döndü ve beklemeleri gerektiğini söyledi, diğerleri
dağdan inene kadar. Adonis diğerlerini oyalama işini iyi kıvırmış olmalıydı,
hala ortalarda yoklardı.
Kurnaz Ares,
söyleyeceği yalanını da bulmuştu. İkisi birden kapıdan geçmeyi başaramıyorlardı
ve o, Dünya burada bırakamazdı, çünkü o, Dünya olmadan tılsımı da çözemezdi. Yani
çukura ulaşmak için başka bir yol bulması gerekiyordu. Başiblisler biraz daha
bekleyebilir diyecekti.
‘’Ares’’ dedi
Dünya, ‘’Yeteneklerini neden gizliyorsun?’’
Kemerlere
yakın yan yana oturuyorlardı. Ares öylesine gerindi ve Dünya’ya baktı.
‘’Benim bir
doğa kazası olduğumu düşünürlerken biraz fazla özel yeteneklerimin olduğunu
öğrenmeleri akıllarını karıştırır. Düşünsene iblislere hükmedebilmem bile bu
kadar sorun olurken diğerlerini bilselerdi, hakkımda ne düşünürler?’’
‘’Senin doğa
kazası olduğunu düşündüklerini sanmıyorum Ares.’’
Ares
soluklandı.
‘’Anlamıyorsun
Dünya, bende gerçekten bir tuhaflık var.’’
‘’Ne demek
istiyorsun?’’
Ares bir an
konuşmaya devam etmeyecekmiş gibi etrafa göz gezdirdi. Sonra kararını vererek
Dünya’ya bakmaksızın anlatmaya başladı.
‘’Yıllar önce
Zeus ile anlaşma yaptığımda herkes bazı fedakârlıklarda bulundu. Dünya
boyutunda çoğu güçleri kısıtlandı, insanların yararı için. Görünmez olmak,
hızlı hareket etmek, kendi kendine yönlenebilmek gibi… Sınırlandık, Olimpos
dışında çoğu güçlerimizi artık kullanamayacaktık. Hera ve Zeus’un izni gerekiyordu.’’
Ares, kararsızca Dünya’ya baktı. ‘’Ben hariç…’’
‘’Neden? Seni
kısıtlamalarına izin vermedin mi?’’
Ares başını
salladı.
‘’Hayır, izin
verdim. Hatta ilk benim güçlerimi aldı, yani aldığını sandı. Bende öyle
sanmıştım ama sonra fark ettim ki, Zeus’un hükmü bende işlemiyor. Güçlerimi
benden alamamıştı.’’
‘’Ama senin
ölümsüzlüğünü aldı ve Tartaros’a sürgün edebildi.’’
‘’Onlar
cezaydı. Evimizin lideri olduğu için ceza verebilir. Fakat güçler bize özeldir.
Biz gönüllü olarak Zeus’un sınırlanmasına izin verdik.’’
‘’Yine de
saklaman saçma, sen yanlış bir şey yapmadın. O, senin güçlerini alamamış.’’
‘’Bunun
olmaması gerekiyordu papatyam. Öğrenmeleri halinde Zeus’un benim hakkımda
söylediklerinin doğru olduğunu düşüneceklerdir. Benim lanetli bir iblis
olduğumu…’’
‘’Sen iblis
değilsin.’’
Ares neşesizce
gülümsedi.
‘’Olabilir ama
diğerlerinden farklı olduğum apaçık. Nektar bile benim için sadece hoş tadı
olan bir içecekten başka bir şey değil. Zeus tarafından sınırlanmış güçlerimi
ve ölümsüzlüğümü tazeleyen bir içecek asla olmadı.’’
‘’Bunu nasıl
bilebilirsin ki?’’
‘’Anlaşmadan
önce Zeus beni hapsettiğinde çok uzun süre nektarsız kaldım. Normalde hapsimden
çıktığımda bir türlü ölemeyen, güçten düşmüş zavallı bir sefil olmam
gerekiyordu. Bir yudum bile nektar içmeden başiblis efendilerini ve iblisleri
komuta altına almam ise hiç beklenmiyordu. Zeus’un o anda bir şeylerden
şüphelendiğini sanıyorum ve Hera’nın ağzıyla sınırlama önerisini sundu.’’
‘’Olimposlulardan
kendini saklıyorsun çünkü sizden farklı değilim demek için. Bunu bilmelerinde
ne sakınca var, hala anlamıyorum. Seni olduğun gibi kabul edeceklerine eminim.
Sen asıl iblisleri saklasaydın ya. İblislere hükmetmen daha fena.’’
‘’O iş biraz
karışık, küçük bir çocukken bile o yaratıklarla aram iyiymiş. Ayrıca bu, pek saklanacak
bir şey değil, iblislerle savaşırken bile ortada. Onlara saldırıyorum, ellerini
bile kaldırmadan kılıcıma, boyunlarını eğiyorlar. Ama diğerleri daha kolay
gizlenen yetenekler.’’
‘’Seni küçük
bir çocuk olarak düşünemiyorum.’’ dedi Dünya. Ares’i altın gözlü, kıvırcık
saçlı muhtemelen koyu sarı saçları, uçlarına doğru iyice açılan bir çocuk
olarak hayal etti. Evet, düşünebiliyormuş. Onun çok tatlı bir çocuk olduğuna
neredeyse emindi, yaramaz ama tatlı.
‘’Bende bir zamanlar
küçüktüm, böyle doğmadım elbette.’’ Diye Ares gülümsedi.
‘’Peki, annen
ve baban?’’ dedi tereddütle. Kendi anne ve babasını kaybedeli çok olmuştu,
evrakların arasından sadece bir tane resim bulabilmişti. Sedef’in anlattığına
göre, 13 yaşındayken bir kaza sonrası tek sağ kalan kendisiydi. Bu yaşına kadar
yaşadığı tüm hayatını başkalarının ağzıyla öğrenmişti.
Ares bir süre
yere baktı. Sonra başını kaldırdı ve ileriye bakarken konuştu.
‘’Kim
olduklarını bilmiyorum. Beni Zeus bulmuş, yeni doğmuş, ölümsüz bir bebek. Beni,
bu yüzden Olimpos’a getirmiş. Trakya’da bulduğunu söylediğinden kendimi o
bölgeye daha yakın hissediyorum.’’
‘’Seni bulmuş
mu?’’ dedi Dünya, yüzünü buruşturarak. ‘’Bu çok tuhaf!’’
Ares ona
baktı. ‘’Tuhaf olan şey ne?’’
‘’Ne bileyim.’’
diye omzunu silkti. ‘’Zeus’un ölümsüzleri bulma özelliği mi var?’’
‘’Öyle bir
yetenek yok.’’ diye güldü Ares. ‘’Zeus, kartala dönüşebilir ve bir zamanlar İda
Dağ’ında dinlendiği bir yuvası varmış. Kartala dönüşüp İda Dağı çevresini
dolaştığı bir gün yakındaki Koru Dağı’nın tepesinde beni görmüş. Yanımda iki
tane iblis varmış. Zeus, onların elinden beni almış ve gerisini biliyorsun.’’
‘’Tamamen
tesadüf yani?’’ dedi Dünya, kuşkuyla. ‘’Peki, bu yüzden mi, iblis olduğunu
düşünüyorsun?’’
Ares
dikkatlice Dünya’nın yüzüne baktı. ‘’Belki gerçekten öyleyimdir.’’
Dünya, ses
tonu ve bakışları yüzünden ürperdi. Başını salladı. ‘’Olmadığına eminim, sana
söylemiştim.’’ dedi. ‘’İblislerin yaydığı kötücül his sende yok.’’
Ares gözlerini
kırpıştırdı. ‘’Sen iblisleri hissedebiliyor musun?’’
‘’Korku, iblis
hissetmek sayılırsa hissedebiliyorum.’’ dedi sırıtarak. Son bir senedir
hissettiği delice ve anlık korkuları düşündü. Değişen havayı, kötü kokuları,
hepsinde de iblislerin yakında olduğunu artık biliyordu, çünkü şimdi onları
gözüyle gördüğünde hissettikleriyle aynıydı. ‘’Ama sen hiç öyle bir his
vermiyorsun. Huzur ve güven veriyorsun, kaç gündür kâbus bile görmüyorum. Sen,
bana ne kadar yakınsan, o kadar karmaşadan kurtuluyorum.’’
‘’Bu iyi bir
şey mi?’’
Dünya elini
Ares’in koluna koydu. ‘’Geri döndüğünden beri hayatımın anlamı değişti Ares.
İyi bir şey değilse de, ihtiyacım olan bir şeydi. Nefes aldığımı, tüm
hücrelerimde hissediyorum. Duygularım hiç olmadığı kadar canlı, seninle yeniden
yaşama döndüm.’’
Ares, özlem
dolu gözlerle onun yüzünü uzunca bir süre süzdü. Konuşacak gibi ağzını açtı,
sonra vazgeçerek önünü döndü. Çenesini sıkıyordu. Dünya dövmesiyle ilgili bir
sorun olduğunu düşünerek endişelendi.
‘’Neyin var,
canın mı yanıyor?’’
Ares başını
salladı.
‘’Hayır,
papatyam.’’ Dedi ve birden ayağa kalktı. ‘’Seni lanetten kurtarmak için ölümsüz
olmam gerek. O zaman hemen ayrılmamızı isteyecekler. Ölümlü kalırsam o kadının
laneti, seni benden alacak. Kahretsin!’’
Yumruğunu en
yakın ağaca geçirdi. Kalın gövdesine rağmen ağaç darbenin etkisiyle sallandı. Dökülen
bir iki yaprağın altında Ares, yumrukları sıkılı halde, Dünya’ya döndü.
‘’Asteria’yı
kandırmanın bir yolunu bulmalıyım.’’
Dünya
gözlerini adama dikerek ayaklandı.
‘’Asteria’yı
kandırmak için yatağına girmekten bahsediyorsan, bil ki bunu yaptığın takdirde;
seni, benden cehennemin tüm iblisleri bile koruyamaz.’’
Ares’in
kızgınlığının yerini şaşkın bir bakış aldı. Kekeleyerek konuştu.
‘’Hayır.’’
dedi. ‘’Onu kastetmemiştim.’’
‘’Neyi
kastettiğin umurumda değil, aldatırsan, katlanırsın. Seni pişman ederim.’’
Ares şaşkınca
ona bakarken kemerin diğer tarafından Athena’nın sinirli sesi geldi.
‘’Ares,
nerdesin?’’
Ares uykudan
uyanır gibi doğruldu ve sarmaşıkların hapsindeki duvara yaklaştı.
‘’Hena, asıl
siz neredesiniz?’’ sesi hala kendine gelememişti.
‘’Ne demek
neredeyiz?’’ diye Athena hırladı. ‘’Girişi aç da nerede olduğumuzu göstereyim.’’
‘’Böyle
konuşursan kesinlikle açmam.’’ dedi Ares gülerek.
‘’Aç şu
kapıyı!’’
‘’Tamam, Hena,
şaka yapıyordum.’’
Apollon’un
sesi yükseldi. ‘’Ares, inan hiç sırası değil.’’
Dünya, elini
duvara koyduğunda sarmaşıklar aralandı ve girişten hiddetinden kudurmuş bir
Athena fırladı. Doğruca Ares’e yürüyen kadın yumruğunu adamın omzuna geçirdi.
‘’Kaç saattir
seni arıyoruz, biliyor musun? Dağa kadar çıktık.’’
Omzunu
ovuşturan Ares sakince yalanını attı. Kapıdan birlikte geçemediklerini ve
Dünya’yı burada bırakmak istemediğini, zaten bıraksa da tılsımı çözemeyeceği
için geçmesine gerek olmadığını gayet rahat anlattı. Sonrasında onları
aradığını, seslendiğini ama kimseyi bulamadıklarını ekledi. Dünya’nın omzu
dışında, herkes Ares’in yalanına inandı. Ares üzgünce başını salladı.
‘’Sanırım
bundan vazgeçmeliyiz ya da onlarla başka bir yoldan görüşmeye çalışmalıyım.’’
‘’Boş ver
onları.’’ dedi Artemis. ‘’Tehlikeye girmeye gerek yok. İşe yarayacaklarını
sanmıyorum.’’
‘’Sizi de
boşuna peşimden sürükledim.’’ Dedi Ares, ne güzel rol yapıyordu. Dünya, adamın
soğukkanlılığı karşısında tepki vermeden öylece dinledi.
Athena,
kollarını kavuşturmuş, asık suratla Ares’e bakıyordu. Kollarını çözüp Ares’in
kolunu okşadı.
‘’Tamam, sorun
yok. Olimpos’a dönelim, ne yaptığımızı çoktan merak etmeye başlamışlardır.
Gidip iblis avına çıktığımız için rapor verelim.’’
Ares, yan
bakışla Durga’ya baktı.
‘’Sen ne
yapacaksın?’’
Durga omzunu
kaldırdı. ‘’Sizinle iblis avlamak çok zevkliydi.’’
Ares, kadına
sırıttı. ‘’İyi bir karar!’’
Dünya,
Durga’ya ne kadar güvenebileceklerini bilmiyordu ama Ares, onu ikna etmişe
benziyordu. Ne de olsa adam, iblisleri yönetebiliyordu. Ve Durga’nın gördüğü
iblislerden pek farkı yoktu.
Dünya’nın
onları kapıya geri götürmesi gerekiyordu ama önce kilidi açacaktı. Hayalinde
ilk girdikleri kapının kilidini açtığını düşündü. Elele tutuşmuş ölümsüzleri
kapının yanına taşımayı başardığında derin bir nefes aldı. Yeniden Olimpos’talardı.
Her biri temizlenip yokluklarını belli etmemek için kendi odalarına geçiş
yaptığında yanlarında bir tek Adonis kaldı. Dünya, kapıya dokunarak yeniden
kilitlerken Adonis, Ares’in yanına gitti.
‘’Hallettin
mi?’’
‘’Bizim
yanımızda savaşacaklar.’’ dedi Ares. ‘’Yine de onlara güvenmiyorum, gözün açık
olsun.’’
‘’Elbette’’
dedi Adonis ve kaşlarını hafifçe çattı. ‘’Anlatmaması için Durga’yı nasıl ikna
ettin?’’
Ares sırıttı.
‘’Ona, sohbet esnasında kaybettiği tacını bir yerde gördüğümü ama anımsamakta
zorlandığımı söyledim. Hazır onu görmüşken tacını bulmayı deneyeceğimi de ekledim.’’
Adonis güldü.
‘’Buna inanmıyorum, Ares, sen o tacı…’’ duraklayıp ikisini merakla dinleyen
Dünya’ya baktı ve lafını değiştirdi. ‘’Nereden bulacaksın ki?’’
Dünya, Ares’e
baktı ve gülümseyerek dişlerinin arasından konuştu. ‘’Ya da kime verdiysen
ondan nasıl alacaksın ki?’’
Ares
dudaklarını büktü. ‘’Başka bir hediye veririm olur biter.’’
Adonis
boğazını temizledi. ‘’Neyse, bende gideyim. Yemekte görüşürüz.’’
Adonis ortadan
kaybolunca Ares ona döndü. ‘’Merdivenleri kullanamayacağına göre…’’ dedi ve
kollarını açtı. ‘’Seni uçurmama ne dersin?’’
‘’Zorunda
olmasam, inan, sana şu anda sarılmazdım’’ diye homurdanarak adamın kaslı kolların
arasına girdi. Zorunda kalarak Ares’e sarılmaya bayılıyordu.
Ares’in ferah
ve hoş kokusunu içine çekerken etrafındaki şekiller değişti. Ürkütücü zindan,
kendi odasının olduğu koridora dönüştü. Bir an için Ares’in odasına
gideceklerini sanmıştı, kendi odasının kapısını görünce hayalkırıklığına uğradı.
Ares, ondan
ayrıldı ve yüzünü avuçları arasına aldı.
‘’Dinlenmek mi
istersin yoksa yemeğe katılmak mı?’’
Acıkmıştı ama
kalabalık olacağını düşündüğü yemeğe katılmak içinden gelmiyordu.
‘’Dinlenmek
istiyorum.’’
‘’Seni ne
zaman görebilirim?’’
‘’Odamda
olacağım.’’ dedi Ares’in güzel gözlerine bakarken. ‘’Ve senin de dinlenmen
gerek. Elini de pansuman ettirsen iyi olur.’’
Ares
dudaklarını ısırdı ve birkaç saniye daha ona baktıktan sonra nefes alarak
ellerini onun yüzünden çekti. ‘’Peki, hemşire hanım, yakında Siro benden
bıkacak. Kadın beni hiç bu kadar çok görmemişti.’’
Dünya, elini
kapısına dokundurdu ve kapısı açılırken Ares’e gülümsedi.
‘’Sonra
görüşürüz.’’
Ares’ten
ayrılmak istemiyordu, görünüşe göre onun da isteği yoktu. Ama çok yorulmuştu ve
iğrenç durumdaydı. Hiç değilse temizlenmesi gerekiyordu.
‘’Çok yakında
görüşürüz.’’ dedi Ares kelimelerin üstüne basarak ve ortadan yok oldu.
Dünya, iyice
farkına varmıştı; Ares, kulaklarına değil onun kalbine konuşuyordu. Çünkü en
çok kalbi, altın gözlünün sözlerine tepki veriyordu. Yakışıklı Olimposluyu
seyretmek bile başlı başına bir zevkti, bazen ne konuştuğunu dahi duymuyordu.
Ares’i düşünmek tüm bedenini heyecana boğarken Dünya, odasına adım attı.
Duvardaki beyaz
ışığı salıverdi ve doğruca banyoya gitti. Lavabonun yanına bıraktığını
düşündüğü kolyesine bakındı, ne tezgâhta ne de yerde kolyesini bulamadı. Odasına
geçip deli gibi her yeri aradı, papatya kolyesi hiçbir yerde yoktu. Dağılmış yatağın
üzerine sıkıntıyla oturdu, nerede olabilirdi ki? Acaba odasını temizleyen
görünmez hizmetçiler mi almıştı? Bunu birilerine sormalıydı. Banyoya dönerken
gözleriyle etrafı yeni baştan taradı ve kolyesini bulamamanın üzüntüsüyle
banyoya girdi.
Kapısının
tıklatıldığını duyduğunda yatakla bütünleşmişti. Sese doğru başını çevirmek
için oldukça çaba harcadı. Yanlış duymuyordu. Kapısının önündeki de artık çalmaktan
bıkmıştı çünkü ritmik bir şekilde kapıya vuruyordu. Yastığını büyük bir
iradeyle bıraktı ve çatlayan sesiyle cevap verdi.
‘’Kimsin?’’
‘’Nihayet ya!’’
diyen ses tanıdıktı. Eros, kapıyı dürtmeyi kesip seslendi. ‘’Ne zaman uyanmayı
düşünüyorsun?’’
‘’Düşünmüyordum.’’
dedi bağırarak ve homurtulu bir sesle ekledi. ‘’Sen gelene kadar!’’
‘’İyi, kalk o
halde, sabah oldu.’’
Dünya o sırada
ayıldı, odası aydınlıktı. Dün akşamdan beri uyuduğuna inanamadı, çünkü gözlerini
yeni kapatmış gibi hissediyordu. Tüm bedeni sızlarken yataktan doğruldu ve
nasıl göründüğünü umursamadan kapıya gitti. Kapının ardındaki Eros’a dik dik
baktı.
‘’Buralarda
gün on saat mi?’’
Eros tuhaf bir
bakışla onu süzdü.
‘’Hayır’’ dedi
duraksayarak. ‘’Ama istersen, sen birkaç saat daha uyu.’’
Dünya adamın
bakışı yüzünden kendine bakındı, üstündeki uzun tişört kırış kırıştı,
eşofmanının bir bacağı diğerinden kısaydı. Eliyle yukarı çıkmış paçasını
düzeltirken söylendi.
‘’Sabahın
köründe senin gibi şık olamadığım için kusura bakma.’’
‘’Yok, canım
ne kusuru. Ben senin bu haline alıştım.’’ dedi Eros. ‘’Ama bir duşa ihtiyacın
var. Saçların öyle kabarmış ki şapka taksan fırlatır. O derece yani!’’
Dünya bıkkınca
ona sırıtan adama baktı.
‘’Bir kızla
nasıl konuşulacağını hiç bilmiyorsun.’’
‘’Sen öyle san.’’
dedi Eros, tek elini kapının pervazına dayadı ve ona abartı çapkın bir bakışla
baktı. ‘’Benimle kahvaltıya ne dersin, fıstık?’’ dedi ve eliyle onu işaret
ederek ekledi. ‘’Tabi, şu saçını adam ettikten sonra.’’
‘’Of, yapma,
çapkınlığına bir son ver teklifini kabul edeyim. Bu arada Ares nerede?’’
Eros elini
pervazdan çekip omzunu silkti. ‘’Bilmem, son birkaç saattir onu görmedim.’’
‘’Uyanık yani?’’
‘’Sanırım öyle.’’
dedi ve ellerini iki yana açtı. ‘’Eee, geliyor musun, yoksa bu halinle bana
işkence yapmaya devam mı edeceksin?’’
Dünya yüzünü
buruşturdu. ‘’Tamam, biraz sonra mutfaktayım.’’
‘’Görüşürüz o
halde.’’ dedi sevimli bir gülümsemeyle. Ardından ortadan kayboldu.
Dünya kapıyı
kapatıp banyoya yollandı ve aynada gördüğü yüze umutsuzca baktı. Eros’un dediği
kadar berbat görünüyordu. Gözleri uyumaktan şişmişti ve saçları kurutmadan
yattığı için Afro düzenine geçmişti. Yanağındaki yastık izini ovalayarak duşa
girdi.
Mutfağa
indiğinde Eros, Artemis’le sohbet ediyordu. Masa kahvaltı için hazırlanmıştı,
mükellef sofrayı görünce karnı guruldadı. Yemek düzeni iyice bozulduğundan
midesi bile isyanlardaydı. İkisine katıldı ve ordan buradan konuşarak kahvaltılarını
yaptılar. Uykuyu tercih ettiği için katılmadığı dün geceki yemekten bahsetmeye
başladıklarında dikkat kesildi. Olimpos’un ölümsüzleri ve diğer evlerin
temsilcileri, tam kadro katılmıştı. Yemeğin eğlenceli olduğunu söyleyen
Artemis, Dionysus’un iyice sarhoş olup havuza nasıl düştüğünü anlattı. Havuzdan
güç bela çıkarılan adam, onu bir su perisinin çektiğine yemin ediyormuş.
‘’Rezil olmuş
desenize.’’ dedi Dünya, reçele bulanmış kaşığını yalarken.
‘’Onun normal
hali.’’ dedi Eros. ‘’O, tam bir özgür ruhtur. Benim idolüm.’’
‘’İçip içip
devrilemek mi özgürlük?’’ dedi hayretle.
Artemis omzunu
silkti. ‘’İçmesine gerek yok ki, onun ruhu sarhoş. Yaşadığı her anı eğlenceye
dönüştürmesini çok iyi bilir. Çevresindekileri hiç kırmaz, kendisine kötülük
yapmaya çalışıldığı zamanlarda bile onlara gülümsemeyi başarır. Dalgacıdır ama kimseyi
incitmek istemediğini hepimiz biliriz.’’
Dünya, sözleri
yüzünden pişman oldu. Normalde kimseyi bu şekilde eleştirmemesine rağmen
tanımadığı Dionysus hakkında kaba bir şekilde konuştuğu için kendisine şaştı. Kesinlikle
ona uyan bir davranış değildi. Ne zamandır bu denli keskin ve ne olduğunu
bilmeden, acımasızca birilerini yargılamaya başlamıştı ki?
‘’Sanırım
haddimi aştım.’’ dedi Artemis ve Eros’a bakarak.
‘’Asma
suratını Dünya, sen onu tanımıyorsun sonuçta ve itiraf etmek gerekirse, biz de
onun hakkında pek hoş şeyler söylemedik.’’
Eros,
Artemis’in ardından devam etti:
‘’Sözlere göre
karşımızdakini tanımış olsaydık, kimse birbiriyle görüşmezdi.’’
Başını
sallarken, aklına Ares’in sözleri geldi, onun hakkında okuduklarından
bahsettiğinde söylediği sözler. Doğruydu, kimseyi başkasının ağzıyla tanımamak
gerekiyordu. Boyutlararası geçitte yalnız kaldıklarında Ares’in söylediklerini
düşündü. Olimpos’a olan sevgisi yüzünden, onlarla aynı prangaları takıyordu. Ares,
olması gerekenin aksine, bu tutsaklığa yüzyıllardır gönüllü katlanıyordu.
Liderleri olan Zeus’tan bile üstün olması gerçekten ilginçti. Sahi, altın gözlü
nerelerdeydi? Son bir saattir mutfakta oturuyorlardı ama kimse yanlarına uğramamıştı.
‘’Tüm herkes
nerede?’’ dedi. ‘’Görev filan mı var?’’
Eros’un başını
çevirdiği Artemis cevapladı.
‘’Yok,
inanmazsın ama dünden beri hiçbir yerde iblis rapor edilmedi. Hepsi sırra kadem
bastı.’’
‘’Ya da
topluca tatile gittiler.’’ dedi Eros rahat bir tavırla sandalyesine yaslandı.
‘’Uzun zamandır bu kadar uslu durmamışlardı.’’
Demek ki iblis efendileri işe yaradı
diye düşündü. Belki Ares o yüzden ortalarda görünmüyordu, başiblisleri yönetmekle
meşguldü. Artemis’in sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı.
‘’Yapacak bir
şeyimiz olmadığına göre seninle alışverişe gidelim mi?’’
‘’Alışveriş
mi?’’ diye tekrar etti. Şaka yapıyor olmalıydı ama yüz ifadesi oldukça
inandırıcıydı. Artemis’in gerçekten alışveriş yapmak istediğini anladı.
‘’Elbette’’
dedi Artemis. ‘’Biraz kafa dağıtırız.’’
‘’Kafam
yeterince dağınık zaten.’’
‘’O zaman
biraz kafa toparlarız.’’ diye sırıttı. ‘’Böyle fırsatı bir daha bulamayız
Dünya, nazlanma.’’
İtiraz etti,
normal bir insanı ikna edecek kadar ama bir ölümsüze karşı inadı yetersiz
kaldı. Çantasını alıp dışarı çıktığında hala Artemis’in onu nasıl yola
çıkarttığını düşünüyordu. Dün iblislerle savaşıp tuzaklarla boğuşurken bu sabah
kızıl saçlı tanrıçayla alışverişe gidiyordu. Artemis’in spor arabası Antalya
yerine Kemer’deki butiklere doğru yol alırken çantasından telefonunu çıkarttı. Çalışmaya
başlayan telefonunun sınırlı bataryasıyla mesajları okurken Artemis yan gözle
ona baktı.
‘’Kimi
arıyorsun?’’
‘’Kimseyi,
mesajları okuyorum.’’ Dedi ve kadına döndü. ‘’Evdeyken çalışmıyordu, şimdi ise
problem yok. Tabi şarjı dışında…’’
Artemis
dikkatini yola çevirdi. ‘’Olimpos’ta mekanik şeyler çalışmaz.’’ Dedi ve aniden
sevindi. ‘’Aaa, süper, bak bu dükkândaki kıyafetlere bayılırım. Neyseki açık.’’
Sedef’in
gönderdiği mesajı anca okumuştu ki, telefonun şarjı tamamen bitti. Bıkkınca ofladı.
Artemis, onun elinden telefonu kaptı ve Dünya’yı dışarı çekiştirirken telefonu,
Dünya’nın kucağındaki çantasının içine atıverdi.
‘’Bırak şimdi
bunu, daha önemli işlerimiz var.’’
‘’Ne önemli
işiymiş bu?’’ diye homurdanarak çantasını son anda eline alıp dışarı çıktı.
‘’Bu akşamki
yemekte en şık bayan olma işi!’’ diyen Artemis, arabasını kilitleyip sırıttı.
‘’Sana da ikinciliği sağlamaya çalışacağım, söz.’’
‘’Benim öyle
bir derdim yok.’’ dedi Dünya. ‘’Yemeğe katılmayı düşünmüyorum.’’
Artemis
gözlerini kocaman açtı. ‘’Bak, işte bu olmaz. Bu gece dışarıya çıkacağız yani
özel bir yemek olacak. Seni tek başına malikânede bırakmayız.’’
‘’Ares
katılacak mı?’’
‘’Elbette, o
bu tarz şeyleri hiç kaçırmaz. Toplanılan her yerde, konu fark etmez, Ares
mutlaka damlar.’’
Omzunu silkti.
‘’Tamam, o halde, katılmayı düşünürüm.’’
Artemis koluna
girip butiğe çekiştirdi.
‘’Düşünme yok
canım. Sen, sadece emirlere uyacaksın.’’
Artemis’in son
sözlerinden sonraki dört saati kesinlikle hatırlamadı. Butikten elinde iki
paketle çıkarken gözlerinin önünden hala kıyafetler uçuşuyordu. Alışverişin baş
döndüreceğini hiç bilmezdi ama bugün tam anlamıyla feleği şaşmıştı. Mağazaları
gezmekten yorulduğunu söyleyen Sedef’e tüm kalbiyle katıldı. Gerçekten yorucu
bir maratondu, en az yirmi elbise denemiş olmalıydı. Artemis ise butikteki
neredeyse tüm kıyafetleri denedi ve sonuçta, aldıklarını taşıması için iki
satıcının yardım etmesi gerekti. İkinci dükkândan sonra, bir mola vermek için
yakındaki bir kafeye gittiler, bir mola lafı da Artemis’indi. Neden mola
vereceklerini sormaya korktuğundan sesini çıkartmadı. Birer kahve istedikten
sonra sandalyelerine yaslandılar.
‘’İşin
eğlenceli tarafını hallettik.’’ dedi Artemis.
‘’Hiç bu kadar
eğlenmemiştim.’’ diye homurdanınca Artemis sırıttı.
‘’Hep şikâyet
ediyorsun, Dünya. Seninle alışverişe çıkmak, göreve çıkmaktan daha zor biliyor
musun?’’
‘’Alışverişe ne
gerek vardı şimdi?’’
‘’Hava aldık
işte, fena mı?’’
Dünya, laf
yarışını bırakıp etrafına baktı. Kafede birkaç masa doluydu, kendi çalıştığı
yer şimdi tıklım tıklım olmalıydı. Öğle zamanı, çevre işyerlerinden gelenler
sayesinde bu saatler yoğun olurdu. Onsuz nasıl idare ediyorlardı acaba?
‘’Bu kadar
uzun süre evden ayrılırsan seni aramazlar mı?’’
‘’Ulaşamayacakları
bir yerde değiliz ki.’’ dedi Artemis, sesindeki ciddiyet yüzünden Dünya başını
çevirip kadında baktı. ‘’Geride bıraktığın hayatını mı özledin?’’
‘’Biraz’’ diye
itiraf etti. ‘’Kendime çeki düzen vermek için bir sene uğraştım ama şimdi
halime bak. Hiçbir yere ait değilmişim gibi hissediyorum, ikiye ayrıldım.’’
‘’Tekrar
kafene geri döndüğünde daha mı iyi hissedeceksin?’’
Dünya derin
bir nefes aldı ve başını eğdi. Bildiği tek şey artık eskisi gibi olmadığıydı,
değişmişti. Değişen Dünya, eskiyi kabullenip onunla yetinebilecek miydi?
‘’Bilmiyorum.’’
dedi, sırf cevap vermiş olmak için. ‘’Belki’’
Artemis,
önündeki kahvesini yana çekip kollarını masaya koydu. ‘’Ares, bir daha hafızanı
silmeyeceğini söyledi. Yani eski hayatına dönebilsen bile bizi unutamayacaksın.’’
Dünya
kaşlarının altından ona baktı. ‘’Unutmayacağım ve ulaşamayacağım öyle değil
mi?’’
Artemis’in
kirpikleri gözlerini perdeledi, dudaklarını çiğneyerek bir süre düşündü. ‘’Tüm
her şey dengeye kavuştuğunda ve sen nihayet görevini sonlandırdığında Ares
hafızanı silmezse, diğerleri seni bırakırlar mı bilmiyorum. Ama sana bir şey
yapmaya kalkarlarsa hepimizi karşılarında bulacaklarına eminim.’’ Bakışlarını
Dünya’nın gözlerine dikti. ‘’Sen, artık bizden birisin Dünya, sana zarar
vermelerine hiçbirimiz izin vermeyiz.’’
‘’Teşekkür
ederim.’’ dedi gülümseyerek. ‘’Son bir senedir zaten beni izlemişsiniz.
İblislerden korumak için, oysaki benim haberim bile yoktu. Ares sürgünde olduğu
sürece beni kollamışsınız.’’
Artemis
yeniden neşelendi. ‘’Ah, evet, hatırlatma. Nasıl yorucu bir yıl geçirdik ve
sense burada alışveriş yapmaktan sızlanıyorsun.’’
‘’Ayrıca
kıyafet içinde teşekkür ederim, hiç gerek yoktu.’’
Artemis elini
salladı. ‘’Lafı bile olmaz, keyfine bak. Kahveleri de sen ısmarlarsın.’’
Artemis’in masanın
üzerinde duran telefonu çaldı. Dünya kimin aradığını göremeden kadın açtı.
Karşısındakiyle tuhaf bir dille konuşmaya başladılar. Dalga geçer gibi bir süre
karşısındakiyle konuştuktan sonra Türkçe ‘’Tamam, iyi, al konuş madem.’’ dedi
ve telefonu ona uzattı.
‘’Kim?’’ dedi
tereddütle, telefonu alırken. Ekranında hiçbir resim veya numara yoktu. Artemis
cevap olarak sadece dudağını büktü.
‘’Alo’’
‘’Seni özledim.’’
diyen sesi duyduğunda heyecandan telefon elinden kaydı.
Neyse ki
düşmeden telefonu yakaladı ve ahizeye ‘’Ares?’’ diye mırıldandı.
‘’Başka birini
mi bekliyordun?’’ dedi adam alaycı bir sesle.
‘’Neredesin?’’
dedi. Nasıl da özlemişti, sabahtan beri heran bir yerlerden çıkacakmış gibi
gözleriyle adamı aramıştı. Sesini duyduğunda özlemi bir kat daha arttı.
‘’Önemli bir
işim var papatyam ama sesini duymak için biraz ara verdim. Nasılsın?’’
‘’Şimdi daha
iyiyim.’’ Dedi yüzünde aptalca bir sırıtışla. ‘’İşin çok sürer mi?’’
Ares bir iki
saniyelik kararsızlıktan sonra cevapladı. ‘’Tam emin değilim.’’ dedi ve
yanındaki biri konuşunca telefonun ahizesini kapatmış olmalı, diğerini
cevaplarken sesi boğuldu. Tekrar döndüğünde aceleciydi. ‘’Kapatmam gerek
sevgilim, kendine dikkat et. Artemis’e söyle seni fazla yormasın.’’
‘’Ares, nerede
olduğunu söyler misin?’’ derken Ares sabırsızca konuştu.
‘’Aynı
gökyüzünün altındayız sevgilim.’’ dedi ve ekledi. ‘’Kendine dikkat et.’’
Ve telefonu
kapattı. Dünya elindeki telefona küskün bir bakış atıp Artemis’e uzatırken
mırıldandı:
‘’Afrodit ile
birlikte değil mi?’’
‘’Afrodit ile
mi?’’ dedi telefonu alan Artemis. ‘’Bunu da nerden çıkardın?’’
‘’Onunla mı?’’
dedi Dünya üzgün bir sesle.
Artemis
toparlanırken onu cevapladı
‘’Sanmıyorum,
Afrodit ortalarda yok. Dün gece yemeğe de gelmedi, hâlbuki güzelliğine yapılan
iltifatları duymak için bu tür kalabalık yemekleri kesinlikle kaçırmaz. Sanırım
terk edildiği için yasta.’’
Artemis ayağa
kalktı. ‘’Hadi, daha yapacak çok işimiz var.’’
Dünya
huzursuzca ayaklandı, hesabı ödedikten sonra Artemis’in onu ayakkabıcıya
sürüklemesine izin verdi. İşkence gibi geçen iki saatin ardından çok şık bir
kuaför salonuna gittiler. Dünya’nın aklı Ares’te kaldığından zaman algısı iyice
yavaşlamıştı. Dakikalar, saatler gibi geçiyordu. Kuaförden çıktıklarında hava
aydınlığını yitirmeye başlamıştı. Artemis’in kızıl saçları gözalıcı buklelerle
daha muhteşem görünüyordu. Kendisi için Artemis’in ısrarıyla dağınık topuz
modelini seçmişti. Artemis, kıyafetiyle uyumlu olacağını söylemişti ama bu
Dünya’nın umurunda bile değildi. Ares’ten uzakta geçirdiği her saniye göğsünü
daraltıyordu. Bir an önce Olimpos’a dönüp ona kavuşmaktan başka bir şey
düşünemiyordu. Altın gözlerin özlemi, kalbine sancılar halinde saplanırken
nihayet yola düştüler. Arabanın her yanı paketlerle doluydu, hatta Dünya’nın
oturduğu yolcu koltuğunun boşluğunda bile paketler vardı ve rahat oturamamıştı.
Olimpos’un
demir kapılarını gördüğünde sıkıntılı bir heyecanla ürperdi. Akşamın kanatları
altındaki bahçe, olduğundan daha ürkütücü görünüyordu. Gece her şey karanlıktı
ama yeni batmış güneşin son kalıntıları bahçeyi gölgelere boğmuştu. Bu, saf karanlıktan
bile kötüydü.
Artemis
bahçeye girdiğinde yavaşladı. Ona bir şeyler anlatıyordu ve Dünya duymayan
kulaklarıyla kadını dinliyordu. Neden yavaşlamıştı ki, neredeyse kapıyı açıp
koşmamak için kendini zor tutuyordu.
‘’Birşeyler
atıştırdıktan sonra çıkarız.’’ dedi Artemis ve aniden frene bastı.
Emniyet kemeri
sayesinde camdan fırlamamıştı. Ani fren karşısında Dünya şaşırarak önce kadına
baktı, sonrada gözlerini kadının bakışlarının sabitlendiği yola çevirdi. Büyük
bir karga, arabanın farıyla ışıldayan parlak gözlerini onlara çevirmiş yolun
ortasında duruyordu. Bir an hayvana bakıp kaldılar. Karga, kocaman kanatlarını
açıp havalandı, havada bir tur attıktan sonra çığlığı andıran bir sesle sola
doğru kavislenerek gözden kayboldu.
‘’Kâhin’’ diye
mırıldanan Artemis’e baktı. Kadın devam etti. ‘’İkimizden birini veya her
ikimizi çağırıyor.’’
‘’Bunu sana
karga mı söyledi?’’ dedi hayretle.
Artemis,
arabayı kenara çekip ona döndü. ‘’Karga, kâhinin habercisi, bizi çağırıyor.’’
‘’Yapma
Artemis, yol çok kötü ve ben çok yorgunum. Kargayı görmemiş gibi davransak
nasıl olur?’’
‘’Önemli bir
şey olmalı.’’ diyen Artemis dışarı çıktı.
Dünya’da
paketlerden sıyrılıp kendini dışarı attı. ‘’Onca yolu göze alacağımıza göre
önemli olsa iyi olur.’’ dedi. ‘’Yoksa o karganın tüylerinden kendime yastık yaparım.’’
Artemis,
sevimli yüzünü buruşturdu. ‘’Kutsal bir canlı hakkında böyle konuşman dehşet
verici!’’
‘’Asıl
gideceğimiz yol dehşet verici!’’ diye homurdandı.
Çalıların
arasına daldıklarında Dünya, buradan en son Adonis ile geçtiği anı düşünüyordu.
İblislerin saldırısına uğradıkları ve Adonis çok kötü yaralandığı sahne gözlerinin
önünde canlandı. Sonrasında Ares ile dönerken bir anlığına gördüğü anemon
yeniden zihninde belirdi. Zarif kan çiçeğinin toprağa düştüğü yere
ulaştıklarında hava iyice karardığından gözleri, açıklık alanı net olarak seçemedi.
Görebildiği kadarıyla, o küçük savaşın tüm izleri silinmişti.
Dünya,
çalılarla boğuşmaktan sinir küpü olmuş bir halde açıklığa vardığında, Artemis
onun tersine çalılarla daha iyi anlaştığını ispat etti. Ne dikkatinden bir şey
kaybetmişti ne de saçları bozulmuştu. Oysa ki, Dünya’nın topuzundaki buklelerden
biri çoktan isyan edip bağımsızlığını kazanmıştı.
Karşılarındaki
kulube bile aysız gece yüzünden zoraki görünüyordu. Orada olduğunu bilmese fark
etmesi zordu. Kulübeye yaklaştılar. Karga, kapının yanındaki tüneğe kurulmuş,
çirkin gözlerini onlara dikmişti. Dünya, hayvana bakmamaya çalışarak Artemis
ile birlikte kulubeye adımladı.
Kapıyı
çalmaksızın ikisi birden elleriyle kapıya dokununca kapı kolayca açıldı. Kulubeye
adım atan Dünya şaşkınlıkla bir an kapının önünde kalakaldı. Dışarıda hava
karanlıktı ama içeride eski tarz pencerelerden hala gün ışığı sızıyordu.
Artemis, bu tuhaflığı hiç yadsımadan kâhinin oturduğu divana doğru yürüdü.
‘’Nasılsın
Prometheus?’’
Kim? Dünya
başka bir daha mı var diye hızlıca bakınarak Artemis’in yanına yürüdü. Yoktu.
‘’Sağlıklı ama
endişeli.’’ diye Artemis’i yanıtlayan kâhin, yanındaki kısa divanı işaret etti.
‘’Oturabilirsin Dünya.’’ dedi ve yanındaki yeri de Artemis’e önerdi. ‘’Yanıma
gelir misin Artemis?’’
‘’Teşekkür
ederim.’’ dedi Artemis ve adamın yanına oturdu.
Dünya’da adama
teşekkür etme ihtiyacı duyarak gösterdiği sert divana oturdu. ‘’Teşekkürler.’’
Kâhinin kendine özgü bir ismi olduğuna neden şaşırmıştı ki?
Kâhin dikkatli
gözleriyle Dünya’yı süzüyordu. Sanki o, kötü bir şey yapmıştı da, kâhin de Dünya’yı
azarlasa mı yoksa öğüt mü verse ona karar veriyordu. Adamın bakışlarından rahatsız
olarak tedirgince Artemis’e baktı. Kadın, tek bacağını altına toplamış kâhinin
konuşmasını sabırla bekliyordu. Kâhin onu süzmeyi bırakıp başını Artemis’e
çevirince Dünya biraz olsun rahatladı.
‘’Artemis,
anahtarın mühürlü dudaklarından bir türlü çıkamayan haber, Ares’i tehlikeye
atıyor. Şimdiden bundan yararlanmak isteyenler tarafından planlar yapılmaya başladı.
Döndüğünde Marduk ile konuşmanı istiyorum.’’
Artemis bir an
Dünya’ya baktı ama kâhin konuşmaya devam edince başını çevirdi. Her ikisi de
kaşlarını çatmış kâhinin dediklerine odaklanmışlardı. Kâhin tane tane konuştu.
‘’Ondan evinin
korumasını iste, Ares için. Bunu zor olmayacak ama Ares’i ikna etmek için
üçünüzün işbirliğine ihtiyaç var.’’
‘’Ama o zaten
korumada.’’ dedi Artemis. ‘’Olimpos’un korumasına sahip.’’
Kâhin başını
salladı. Dünya kendinde değilmiş gibi adamın yerine konuştu. ‘’Zeus, onu
korumasından çıkarttı.’’ Dili o kadar zoraki hareket etmişti ki, şaşırdı ama
kâhinin şaşırması işte bu kesinlikle görülmeye değerdi.
‘’Sen orada
konuşulanları nasıl dile getirirsin?’’ dedi inanmaz bir bakışla.
Dünya kaç zamandır
söylemeye çalıştığı şeyin bu olduğunu ama bir türlü söyleyemediğini anlattı.
Bir şekilde sözcüklere dönüşememişti.
‘’Bu çok
normal.’’ dedi kâhin. ‘’Asıl şimdi söylemiş olman olanaksız. O odada
konuşulanları, evlerin liderleri bile açığa vuramaz. Mühürlüdür.’’
Takdir eden
bir bakışla Dünya’ya gülümseyen adam devam etti. ‘’Sen çok yetenekli bir
anahtarsın, hiçbir kilit sana dayanmıyor.’’
‘’Ama daha
önce söyleyemedim.’’ dedi Dünya.
‘’Tam
odaklanmadın, dikkatini dağıtacak çok şey olmalı.’’
Dikkatini dağıtan
şeyler aklına geldi, ejderlerin saldırısı ve Ares’in masum banyosu.
Yanaklarının alev aldığını hissetti ve kızaran yüzünü saklamak için başını eğip
yutkundu.
Artemis, duyduğu
başka bir şey yüzünden şoktaydı. Hayalkırıklığıyla, neredeyse ağlamaklı bir
sesle mırıldandı.
‘’Zeus, bunu
Ares’e yapamaz.’’
‘’Konu Zeus’un
ne yapıp yapmayacağı değil.’’ dedi kâhin. ‘’Ares, aklındakini yapmadan önce
koruma almalı, Marduk ona yardım edecektir. Ona gidip düşündüğünü yapmasını
söyle. Ares, Marduk’tan başkasını kabul etmemeli. Diğer evlerden istediği zaman
kurtulamaz.’’
Artemis’in
dudakları titredi. ‘’Ama o zaman bizden…’’ dedi ve gözlerine dolan yaşları
geriye atmak için nefeslendi.
‘’Başka bir
eve tabii olsa da sizden kopamaz Artemis.’’ dedi anlayışlı bir ifadeyle. ‘’Siz
birbirinize çok daha derin bağlarla bağlısınız.’’
‘’Zeus onun
evden ayrılmasını yasakladı ama.’’ dedi Dünya, adamın konuşmasını hatırlayınca.
‘’Koruma
aldığı takdirde Zeus’un hükmü geçersiz kalır. Koruma teklifi alamayacağına emin
olduğu için o kadar kesin konuştu. Çünkü evleri de, mühürlü oda sayesinde
bağlamıştı. Senin tarafıından çözülmesini hayal dahi edemez.’’
Artemis
düşüncelerinin içine gömülmüş bir halde üzüntüyle oturuyordu. Dünya, artık
olayın önemini kavradığından onun üzüntüsünü anlayabiliyordu. Teselli edecek
kelimeler ise aklına gelmiyordu.
‘’Yapacak
mısın Artemis?’’
Kâhinin sorusu
karşısında Artemis isteksizce başını salladı. ‘’Evet’’
Kâhin,
Artemis’in düşmüş omzuna elini koydu. ‘’Bu gece!’’
Artemis başını
kaldırıp adama baktı. Dudaklarını sıkıp adamı onayladı. Kâhin rahatlayarak
elini çekti ve Dünya’ya döndü.
‘’Sana da bir
çift sözüm var anahtar.’’ Dedi. ‘’Kaybını bulmaya çalışma.’’
Dünya
kaşlarını çattı. ‘’Hafızamı mı?’’ dedi tereddütle.
Kâhin bir süre
ifadesizce ona baktıktan sonra iç geçirerek mırıldandı. ‘’Defne çayını biraz
daha sert yapmalıydım.’’
Dünya’nın
anlamsız bakışlarına aldırmadan kâhin devam etti.
‘’Kaybını
bulmaya çalışma, yoksa benim görüşümden saklananı bulacaksın. Bulduğun şey
aradığın olmayacak ve aradığını bulmak zorunda kalacaksın.’’ Dünya ona bakmaya
devam edince ekledi. ‘’Bitti.’’
‘’Bu da ne
demek?’’ dedi Dünya. ‘’Biraz daha açıklayıcı olabilir misin?’’
‘’Olamam.’’
‘’Anladım.’’
‘’Nihayet! Bak
buna çok sevindim.’’
Dünya adama
ters bir bakış attı. ‘’Gidebilir miyiz?’’ dedi neredeyse hırlayarak.
‘’Durduğun
hata’’ dedi kâhin ve sırıttı. ‘’Seninle sohbeti özlemişim.’’
Dünya, adama
gerçekte sinirlenmediğini fark etti ve gülümsedi. ‘’Ben öncesini hatırlamadığım
için özlemedim ama sohbetini sevdim.’’
Adam onları
kapıya kadar uğurladı. Dönüş yolunda Artemis’in ağzını bıçak açmadı. Evin önüne
park ettiklerinde direksiyona kenetlediği ellerine bakarak nihayet konuştu.
‘’Ares’in evi
terk etmesini istemiyorum.’’
Dünya ses
çıkarmadan kadını izledi. Artemis’in zoraki tuttuğu yaşlar yanaklarından
süzülürken Dünya’nın boğazına demirden bir yumruk oturmuştu. Artemis yüzünü
eliyle silip ona baktı.
‘’Neden
Zeus’la zıtlaşıyor ki?’’ dedi titrek bir sesle. ‘’Neden Zeus ona karşı bu kadar
zalim?’’
Dünya ne
diyeceğini bilemez halde omzunu kaldırdı. ‘’İkisine sormak gerek.’’
‘’Sordum ama
cevap vermediler.’’ Dedi ve sinirle yüzünü sıvazladı. ‘’Neyse, yapabileceğim
tek şeyi yapmalıyım. Her ne dertleri varsa birbirlerine olan kinlerinin
sonuçlarına katlanmaları gerek.’’
Dünya ‘tabi bizde’ diye eklemedi. Buna gerek
yoktu, zaten Artemis farkındaydı. Artemis, arabadaki paketleri bir el haraketiyle
ortadan kaybetti ve Dünya’yı odasına kadar bıraktı. Marduk ile konuştuktan
sonra odasında onu bekleyeceğini söyledi. Hiçbir şey olmamış gibi dışarı
çıkacaklardı. Tek sorun korumasının olmadığını duyduğunda yatıştırmaları
gereken Ares’ti.
Dünya
saçlarını bozmamaya çalışarak elini yüzünü yıkadı ve biraz olsun kendine geldi.
Sıkıntısı iyice çoğalmıştı, Ares’in odasında olup olmadığını bilmiyordu. Geldiklerinden
beri kimseye rastlamamışlardı. Herkesin bir işi olduğunu düşündü, peki, o zaman
ne demeye akşam yemeği için dışarı çıkacaklardı ki. Aynadaki aksine baktı. Yara
izleri hemen hemen iyileşmişti, Olimpos’un havasının mı yoksa Sirona’nın
marifeti mi bilmiyordu ama yaraları çok çabuk iyileşiyordu. Ya da Hekate’nin
armağanı olan kolye onu da etkilemişti. Memnuniyetle derin bir nefes aldı.
Ares’in göğsünün altındaki derin yara izinin iyileşmesi, sorunlardan birinin
aşıldığına işaretti. Asteria, yaranın lanetini kullanarak Ares’i
durduramayacaktı. Keşke yıldız dövmesinin lanetini de kaldırabilselerdi. Lanet,
bedenine işlerken Ares’in nasıl acı çektiği gözünün önüne geldi, gözlerini
kaldırıp aynaya doğrulttu. Aynadaki aksi, kötücül bir ifadeyle ona bakıyordu.
Kendi bakışından ürkerek geriledi. Bir an kendine yabancılaşmıştı. Yüzünü
ovuşturup aynaya yeniden baktı, şimdi daha normaldi. Rahatladı.
Odasına geçti,
bir sağa bir sola yürümeye başladı. Artemis’in işinin ne kadar süreceğini
bilmiyordu. Biraz daha bekleyip odasına çıkabilirdi. Yatağın üstündeki
çantasına gidip içinden telefonu çıkarttı. Çalışmıyordu, tamam, zaten şarjı da
çantasında yoktu. Ölmüş telefonu yastığın yanına bıraktı ve yatağa uzandı.
Gözlerini kapattığında Ares’in kaynakta yıkandığı an, zihnine süzüldü. Çekiciliği
ve başdöndürücü öpücükleri aklına geldiğinde midesi özlem dolu bir hisle
kasıldı. Teninde dolanan ellerin anısı, altın gözlü yanıbaşındaymış gibi içini
titretti. Onu nasıl reddedebilmişti? Ares’i o denli isterken uzaklaşmayı nasıl
başarabilmişti?
Canı sıkılarak
yataktan doğruldu. Odasında duramazdı. Mutfağa gidip kendisi ve Artemis için
ekmek arası bir şeyler hazırlamaya karar verdi. Kapıya doğru dönerken gözüne
masanın alt rafındaki siyah kutu ilişti. Gözlerini kısarak taş kutuya baktı.
Acaba odasını toplayan her kimse papatya kolyesini mücevher kutusu sandığı bu
kutuya koymuş olabilir miydi? Denemekte fayda vardı.
Kutuyu masanın
üzerine koyduğunda kapısı çaldı.
‘’Dünya,
kapıyı aç, çabuk!’’
Artemis’in
sesindeki telaş yüzünden kutuyu unutup kapıya seyirtti.
‘’Bir şey mi
oldu?’’ diye endişeyle kapıyı açtı.
‘’Geç kaldık.’’
dedi Artemis. ‘’Eğlence bitmeden yetişelim.’’
Dünya, onun
telaş ettiği konuya inanamaz bir ifadeyle kadına bakarken, Artemis sabırsızca
gözlerini devirdi. ‘’Vaktimiz yok diyorum, sen orda dikilip bana bakıyorsun.
Çık dışarı!’’
Dünya
kararsızca odasından dışarı çıktı ve Artemis, kolundan tuttuğu gibi Dünya’yı
odasına yönlendirdi. Bir saniye sonra Artemis’in odasında dikiliyordu. Ona Ares
gibi sarılmamıştı bile, düşündü, bu Ares’in ona sarılmak için yaptığı bir
numaraydı. Kendi kendine gülümserken Artemis de söylene söylene kıyafetleri
ayırıyordu. Dünya’nın aldığı kıyafette onun odasındaydı. Artemis, elbiseyi
eline tutuşturdu ve giyinme odasını işaret etti.
‘’Hemen giyin,
daha saçını düzelteceğim, mahvetmişsin.’’
‘’Sana kâhinin
yolundan hoşlanmadığımı söyledim.’’ diyerek giyinme odasına geçti.
Yaklaşık on
beş dakika sonra boy aynasının önünde; Dünya, Artemis’in kolyesini takmasına
yardım ediyordu. Kadın bakır rengi pulları olan kahverengi bir elbise giymişti.
Pullar elbisesinin üzerinde özellikle eteğinin ucuna doğru sıklaşırak dağılmıştı.
Straplez elbisesi, saten kumaşın üzerine bir ton açık kahverengi şeffaf bir
kumaşla birlikte iki katlıydı. Hafif ve bol bir elbiseydi. Üç sıra zincirden
oluşan kolyesi ve aynı tarzdaki bilekliğiyle gerçekten çok şıktı. Belli
belirsiz bir makyaj yapmıştı, aslında hiç gerek yoktu Artemis’in kendine özgü
ışıltısı yetiyordu. Artemis arabasının anahtarını aranırken Dünya aynada
kendine baktı.
Uçuk yeşil
elbisesinin içinde, kendini antik tanrıçalara daha çok benzetti. Elbisenin
göğsü kat kat drapelerle kaplanmıştı, devamı hafifçe bollaşarak dökülüyordu. Göğsünün
alt kısmını saran mat saten bir kemer vardı ve kemerden çıkan kalın bir askı
sırtından dolanıp sol omzunu ve mührünü örtüyordu. Takı takmayacaktı ama
Artemis’in ısrarıyla tektaş zümrüt küpeye razı oldu.
‘’Çok güzel
oldun Dünya.’’ dedi Artemis.
Dünya, aynadan,
kadına gülümsedi. ‘’Teşekkür ederim, senden sonra ikinci şık olmama izin
verdiğin için de teşekkürler.’’
Artemis
sırıtarak omzunu silkti. ‘’Arkadaşlar bunun içindir, lafı bile olmaz.’’
Apar topar
odadan çıktıklarında kapının önünde Hera ile karşılaştılar. Kadın ikisini de
kısaca süzdü ve gülümseyerek Artemis’e döndü.
‘’En son
ikiniz kalmışsınız.’’
‘’Evet, işimiz
bir türlü bitmedi.’’ Dedi Artemis. ‘’Yardım ettiğin için teşekkür ederim.’’
Dünya
kaşlarını çatıp Artemis’e döndü. Ne yardımından bahsediyordu? Artık Artemis’in
bir işler karıştırdığına iyice emin oldu. Hera, zarif adımlarla Artemis’e yaklaştı.
‘’Hazırsan,
sizi oraya yönlendirebilirim.’’
Artemis’in
yüzü aydınlandı.
‘’Ah, çok iyi
olur Hera, o cadalozdan azar yemek hiç işime gelmez.’’
Artemis uzanıp
Dünya’nın elinden tuttu ve kadına doğru baktı. Hera, güzel ama soğuk yüzünü
biraz olsun yumuşatan gülümsemesiyle onlara bakarken Dünya bedeninin
çekildiğini hissetti. Ve kendini Athena’nın sıkılmış, asık, kızgın yüzüne
bakarken buldu. Athena kollarını kavuşturmuş, topuklarını yere vuruyordu. Artemis’e
döndü.
‘’Son on
dakikadır burada beklediğimi öğrenmek istersiniz sanırım.’’
Artemis
kaşlarının altından kadına tereddütlü bir bakış attı. ‘’Ama sebebim var.’’
‘’Hermes ‘hemen’ dedi on dakika sonra demedi!’’
‘’Bak şu
haylaza!’’ dedi Artemis usulca ekledi. ‘’Haberci olacak bir de…’’
‘’Artemis!’’
Athena
gözlerini kısıp Artemis’e bakmaya devam ederken Dünya kendisine tanıdık gelen
lavaboyu süzüyordu. İki tuvaleti olan ve aynalarının birer kenarına film
kahramanı işlenmiş bildiği tek mekân Sedef’in kafesiydi.
‘’Burası…’’
derken onu fark eden Athena ve Artemis tartışmayı bıraktılar. Athena, kolundan
tutup onu kapıya sürüklerken Artemis çoktan kapının ardından kaybolmuştu.
Athena hızlıca
konuştu.
‘’Parti
temamız yunan tanrıları o yüzden hepimizin lakap olarak isimlerimizi seçtiğini
söyledik. Bizim, sözde Aras’ın işyerinden arkadaşları olduğumuzu sanıyor.’’
Kapıyı açtı ve
kafenin alacalı karanlığına adım atınca Dünya, korkudan Athena’ya sarılmamak
için kendini zor tuttu. Ve ışıklar açıldı. Dünya’nın nefesi kesildi. Kafenin
ortasını boşaltmışlardı, tek bir masa üzerinde kocaman bir pasta duruyordu.
Tanıdığı yüzlere baktı, hepsi birden ‘’Sürpriz!’’
diye bağırınca şaşkınlıktan taş kesilmiş ayaklarını kımıldatıp onlara doğru yürüdü.
Dekor
gerçektende antik tarza benzetilmişti, hatta Sedef mermer iki sütun koymaya
bile izin vermişti. Sedef’i gördüğünde dudakları daha bir yayıldı. Kadın ona
doğru adımladı ve boynuna sarıldı.
‘’Doğum günün
kutlu olsun canım arkadaşım.’’
‘’Teşekkür
ederim, ben… Ne diyeceğimi bilemiyorum.’’ dedi Sedef’in mutlu yüzüne bakarken.
‘’Bensiz doğum
günü geçirmediğin için asıl ben teşekkür ederim. Aras’ın fikri de olsa, bu
fikri ona sen vermişsin.’’
‘’Seni çok
özledim.’’ dedi Sedef’e yeniden sarılarak. Sanki yıllardır onu görmemişti.
Apollon’un
sesiyle birbirlerinden ayrıldılar. ‘’Pastanı üfle Dünya, kendimi daha fazla
tutamayacağım.’’
Dünya,
gülümseyerek ölümsüzlere baktı. Buğulu gözleri az önce geride gördüğü Ares’i
arıyordu. O bakınırken Ares öne çıktı ve Dünya’nın nefesi kesildi. Siyah takım
elbisesinin içinde ölümcül derecede yakışıklıydı. Beyaz gömleğinin yakası hafifçe
açıktı, bu ona dağınık bir tarz vermektense çekiciliğini perçinlemişti. Yüzünde
tatlı bir gülüşle onu seyrediyordu. Ona sarılmayı deli gibi istese de, kendini
tuttu ve pastasına doğru yürümeye başladı.
Masanın çevresindeki,
yanında üç museyle dikilen Dionsys, Apollon, Athena, Artemis, Hermes, Durga,
Adonis, Hades, Neith, Sedef, Eros, Adonis, Demet, Kerem ve elinde bıçakla
bekleyen Samet’e bakarken kalbi duracakmış gibi atıyordu. Gözleri, altın
gözlünün üzerinde olduğu halde pastasına eğildi ve dileğini tutup vargücüyle
pastanın üzerindeki yirmi altı mumu üflemeye başladı. Dileğinin tutması
gerekiyordu, o yüzden hiçbir mumu sağ bırakmayacaktı. Başardı.
Gururla
doğrulduğunda, arkadaşlarının her biri onu, sıkıca sarılarak kutlamaya başladı,
Durga ve Neith sadece başlarını eğerek selamlamakla yetinmişlerdi. Buna hiç
itirazı yoktu. Ares’ten önce, Adonis ona sarıldı ve kulağına eğildi.
‘’Sensiz bir
hayat benim için anlamsız olurdu, iyi ki doğdun bebeğim.’’ Diye fısıldadı ve
yanağından öptü. Bırakmak istemiyor gibi yeniden kendine çekti ve hafif bir
dokunuşla sırtını okşadı. Başını eğip Dünya’dan ayrıldı ve Ares’in önünden
çekilerek kenara geçti.
Kalabalık,
pastanın üstündeki mumları toplayıp gürültüyle içecek servisine başlamışken Ares’in
karşısında birkaç saniye sadece yüzüne baktı. Özlemi onu felç etmişti. Ares sonunda
kıpırdandı ve uzun bir adımla yanına geldi. Çekinmeksizin eliyle onun yüzünü
kavradı ve dudaklarını dudaklarına bastırdı. Zamanı ve mekânı unutturan öpücük,
Dünya’nın dizlerini titretti. Kollarını, Ares’in boynuna sarıp bedenini ona
yaslayarak ayakta kalabildi.
Alnına alnını
dayayan Ares, güzel gözlerini yumdu ve fısıldadı. ‘’Seni çok seviyorum Dünya’m,
nice yıllara biricik sevgilim.’’
Hissettiği
aşktan, kalbi çatlamak üzereydi, konuşamayınca Ares’in dudaklarına küçük bir
öpücük kondurdu. Bu ona güç verdiğinden altın gözlünün dudaklarına doğru
mırıldandı.
‘’Seni seviyorum.’’
Eros’un
sesiyle kendilerine geldiler. ‘’Bu pastaya dokunamazsın Apollon!’’
‘’Çok saçma
bir adet!’’ dedi Apollon.
Athena ekledi.
‘’Doğum günü Dünya’nın, ilk dilimi onun kesmesi gerek.’’
Apollon
homurdandı. ‘’Hena, pasta onun umurunda değil ki, ne bekliyoruz?’’
Samet arkasına
sakladığı bıçakla, kararsız bir ifadeyle Dünya’ya bakınca; Dünya, Ares’in
kollarından sıyrıldı. ‘’Bıçağı ben alayım Samet, önce Apollon’u sonra pastayı
kesmeliyim.’’
Apollon
kocaman sevimli bir gülümsemeyle ellerini cebine attı. ‘’Bana hiç kıyabilir
misin, sen?’’
Bu haliyle
Ares’in yaramaz gülümsemesini andırmıştı. Sahte sinirini anında unutan Dünya
gözlerini devirerek pastasının önünde durdu. Ares hemen arkasında elinde bir
tabakla dikildi. Koca bir günün sonunda sevdiği adama kavuşmak Dünya için en
değerli hediyeydi. Pastanın ilk dilimini Ares’in uzattığı tabağa bıraktı, ikinci
dilim daha büyüktü ve sabırsızca bekleyen Apollon’nun oldu. Pastayı dilimlere
ayırıp Eros’un yardımıyla servisini bitirdi. Herkes payını alıp dağılınca koca
pastadan eser kalmamıştı. Durga ve Adonis’in yanında duran Ares, Dünya’nın
servis işini bitirdiğini görünce kenara geçip boş kanapeye oturdu. Elindeki
pasta tabağını işaret ederek onu yanına çağırdı. Dünya, mutlu bir gülümsemeyle
altın gözlünün yanına giderken bulutların üzerinde yürüyordu, kendini her an
havalanacakmış gibi hissediyordu.
Pastadan bir
çatal alan Ares, Dünya’ya uzattı. Pasta çok lezzetliydi, dudaklarına bulaşmış
kremayı diliyle yalarken konuştu.
‘’Bu harika! Yediğim
en güzel pasta!’’
Ares
gülümsedi. ‘’Apollon, senin için özel olarak yaptırdı. Geçen seneden sözü
vardı.’’
Dünya o anda
ayıldı, ‘’Yoksa bana sözünü ettikleri doğum günü partisi bu muydu? Aman
Allah’ım, en baştan beri bunu mu planlamış.’’
Ares
dudaklarını büktü. ‘’Planın hepsi onun değildi, hatırlarsan o zamanlar pek
samimi değildik, hatta sen, kapı komşun olmama rağmen beni görmezden geliyordun.
Sen benim kapımı çalmayınca mecburen arkadaşının yerinde bir şeyler düzenlemeyi
düşündük. Bir şekilde sana yaklaşmam gerekiyordu, süpriz doğum günü partisinde beni
fark edeceğini düşündüm. O yüzden Artemis ve Apollon, doğum günü fikrini
Sedef’in aklına sokmak için uğraşıyorlardı. Olaylar farklı geliştiyse de, senin
eski hayatına olan özlemini bildiğimden ilk plana sadık kalarak; doğumgününü
sevdiklerinle kutlamanı istedim. Ama pasta olayı Apollon’un, ona hiç karışmadım.’’
Dünya, Ares’in
uzattığı pastayı kaparken gülümsemekten başka bir şey yapamıyordu. Müzik
eşliğinde sallana sallana pastalarını yiyen arkadaşlarına baktı. Hepsi öyle
güzellerdi ki, derin bir nefes aldı. Ares haklıydı, Sedef’i çok özlemişti ama
Olimpos’tan da ayrılmak istemiyordu. Daha doğrusu Olimposlulardan, onları
görmesinin yasak olduğu bir hayat oldukça renksizleşirdi.
O anda aklına
gelen bir şey başından aşağı soğuk suların dökülmesine neden oldu. Ares ölümsüz
olduğunda yasak onu da bağlayacaktı, dehşet içinde Ares’e baktı. Genç adam
pastadan bir çatal kendine alırken Dionsys’un haraketlerine eşlik ederek tuhaf
bir dans yapan Hermes’i seyrediyordu. Gülümserken dudağının kenarına kremayı
bulaştırdı ve bunu fark etmedi. Dudağının kenarındaki pasta kalıntısına bakarken
Dünya’nın kalbi acıyla kasıldı. Marduk’un evine katılacak olmasının önemini
Artemis kadar hissetmemişti ama ölümsüzlüğü elde ederse az önce mumları
üflerken dilediği dileği gerçekleşmezdi.
Ares, başını
çevirip ona baktı ve yüzündeki mutlu ifade anında dağıldı. ‘’Bir şey mi oldu?’’
dedi elindeki tabağı yana bıraktı. ‘’Neyin var?’’
Dünya başını
sağa sola salladı ve elini kaldırıp Ares’in dudağını sildi. ‘’Pasta bulaşmış.’’
dedi titrek bir sesle. ‘’Gözüm takıldı.’’
Ares
rahatlayarak Dünya’nın elini tuttu ve parmağına bulaşmış pastayı yaladı.
‘’Şimdi ait olduğu yerde’’ dedi çapkın bir sırıtışla ve ekledi. ‘’Tıpkı senin
gibi…’’
Ares öpmek
için ona uzanırken üzüntüden ağlamak üzereydi. Göğsünün ortasında bir şeyler
yırtılıyordu ve ona acı veriyordu. Ares ona yaklaşamadan ayağa kalktı.
‘’Sedef’le biraz vakit geçirmeliyim.’’ dedi ‘’Onu çok ihmal ettim.’’
Sedef’in ihmal
hakkında bir düşüncesi olmadığının bilincinde olan Ares, Dünya’nın gitmesine
ses çıkarmadı. Çünkü kadın Dünya’dan tarafa bakmaktansa Adonis’in olduğu yönle
ilgileniyordu.
Sedef’in
yanına gitmeden önce lavaboya gitti. Gözlerinin yaşarmasını engellemek için
yüzünü yıkadı ve derin nefesler aldı. Ares’ten ayrılmamak için iblis mücevherini
kabullense miydi? Ölümlü kaldığı takdirde başka bir sorun çıkar mıydı? Ares
ölümlü kalmak istiyor muydu? Başiblisleri diğer evler duyduğunda ne tepki
vereceklerdi? Ares’in yeniden ceza almasını istemiyordu. Fakat elinden hiçbir
şey gelmiyordu.
Kafası allak
bullak, sırtını tezgâha dayadı. Bu ölümsüz topluluğun tüm kurallarını bilseydi,
belki bir çıkar yol bulabilirdi, gerçi Ares halinden memnuna benziyordu. Çukurdaki
kızgınlığından eser kalmamıştı. Ayrılmaları onu fazla etkilemeyecek gibi
davranıyordu. Yoksa pek önemsemiyor muydu?
‘’Tek başına
burada ne yapıyorsun?’’
Dünya başını
çevirip içeri giren Sedef’e baktı. Kadın ona doğru yürürken yüzünde sahte bir
kızgınlıkla parmağını salladı.
‘’Sen var ya,
çok hainsin. Tatil için Olimpos’a gittiğini söylememen bir yana, bir kere olsun
telefon etmedin. Üstüne üstlük Aras’ı da tavlamışsın, adam sana tapıyor. Nasıl
başardın çabuk söyle!’’
Dünya
üzüntüsünü saklayıp kadına gülümsedi. ‘’Kader.’’
‘’Baştan
belliydi zaten.’’ dedi Sedef dudağını bükerek. ‘’Onun gözü sürekli senin
üzerindeydi. Ama tatil yerinde karşılaşmanız büyük tesadüf, reklam çekimi için
aynı yeri seçmesi gerçekten kader.’’
Dünya, Sedef’e
attıkları yalanı tam bilmese de bozmadı. Başını salladı, Sedef aynada kendine
bakarken konuşmaya devam etti.
‘’Sabah bana
geldiklerinde şok oldum. Bende sana ulaşmaya çalışıyordum, telefonun bozuk
olduğunu öğrenince sana kızmaktan vazgeçtim. Bana mitoloji temalı bir parti
yapmak istediklerini söylediler, hatta uygun olsun diye hepsi bir lakap bulmuşlar.
Asıl adlarını söylemek istemediler. Çok saçma!’’ dedi ve gülerek ona döndü.
‘’Aras’ın seçimi çok basit değil mi? Ares! Savaş tanrısı, bence ona hiç
uymuyor. Aşk tanrısı Eros olmalıydı ama o lakap çoktan kapılmış. Gerçi Eros’ta
çok yakışıklı ama ben asıl Adonis’e bayıldım. Ömrümce bu kadar kusursuz bir
adam görmedim. Hele o gözleri…’’
Sedef, içini
çekerek Dünya’nın şaşkın bakışlarına aldırmadan devam etti. ‘’Onun sevgilisi
var mı? Yoksa yanından ayrılmadığı yeşil gözlü kadınla mı beraber?’’ dedi.
‘’Şey…’’ diye
Dünya konuya ilgisiz mırıldanınca Sedef oflayarak onun koluna girdi.
‘’Haksızlığa
bak ya!’’ dedi kapıya doğru yürürlerken. ‘’Apollon, Adonis ikisi de dolu,
Aras’ı da sen kapmışsın.’’
‘’Apollon’un
sevgilisi yok ki.’’
Sedef eli
kapıda durakladı. ‘’Seninle gelen kızıl neyin nesi o halde?”
‘’Kardeşi.’’
Sedef
gözlerini açarak dediğini tekrar etti. ‘’Kardeşi mi?’’ Dünya’nın başıyla
onayladığı haber karşısında Dünya’nın kolundan çıkıp elbisesinin dekoltesini
düzeltti. ‘’Bunu öğrendiğim iyi oldu.’’ dedi ve Dünya’ya çapkın bir bakış attı.
‘’Şu Apollon ne şanslı adam, az sonra hayatının aşkıyla uzun bir sohbet edecek.’’
Kapıyı açıp
dışarı çıkan Sedef’in ardından başını salladı. ‘’İnanılmazsın.’’
Lavabodan
çıktığında Ares onu bekliyordu. Ceketini çıkarmıştı. Kollarını kıvırdığı gömlek
dar olmasa da omuz ve göğüs kaslarını belli ediyordu. Klasik kıyafetinin içinde
de her zamanki gibi mükemmeldi. Ona yakışmayan bir şey olamayacağını düşünürken
Ares yaslandığı duvardan doğruldu ve kapının önünde dikilen Dünya’nın yanına
geldi. Ellerini kollarına koydu ve hafifçe sıktı.
‘’Canını sıkan
şeyi söyler misin?’’
Dünya,
dudaklarını kemirmeyi bırakıp adamın endişeli gözlerine baktı. ‘’Sedef’i ve
diğerlerini görünce biraz duygusallaştım.’’ dedi. Eninde sonunda ayrılacaklarını
sayıklayıp bu geceyi mahvetmek istemiyordu.
Ares dikkatlice
yüzünü araştırdı. ‘’Asıl seni üzen şey ne?’’
Dünya, adamın
sezgisi karşısında dağıldı ve kendini onun kollarına attı. Ares ona sıkıca
sarıldı. Sanki hiçbir şeyin onları ayıramayacağını ispat etmek istiyordu.
Dünya, kokusunu içine çekerek mırıldandı.
‘’Senden iki
isteğim olacak Ares.’’ dedi. Ares kaşları çatık ondan ayrılınca yüzüne karşı
tüm ciddiyetiyle konuştu. ‘’Bana söz vermeni istiyorum. Reddetmeyeceksin.’’
‘’Ne
olduklarına bağlı.’’ dedi sadece.
‘’Söz
vermelisin.’’
Ares bir süre
gözlerini gözlerine dikerek düşündü. Dünya onun dişlerini sıktığını
görebiliyordu. Aklından geçeni bilmediğinden, Dünya’yı kırmadan işten sıyrılıp
sıyrılamayacağını hesaplıyordu. Sonunda doğruldu.
‘’Hiçbir şey
için söz vermiyorum.’’ dedi. ‘’Canını bu kadar sıkan şeyin bizim yararımıza olmadığı
çok açık.’’
Dünya’nın
itiraz etmesine fırsat vermeden arkasını döndü ve salona doğru yürüdü. Dünya,
arkasından seslendi ama dönüp bakmadı. Koruma için her şeyi mahvetmediğini
umarak diğerlerine katılmak için kısa koridoru adımlamaya başladı.
Hareketli bir
müzik kafeyi inletiyordu, neyseki kapılar pencereler kapalıydı ve ses düzeni
iyi yapıldığından kimseyi rahatsız etmeyeceklerdi. Ortada Artemis, Eros ve
Hermes, Kerem’i aralarına almış zorla dans ettirmeye çalışıyordu. Demet,
Kerem’le dalga geçerken Hades’in yanında dikiliyordu. Durga, Athena’nın
yanındaydı, ellerindeki içkileri yudumlarken dans edenleri izliyorlardı. Samet,
küçük barın ardında Dionsys’la sohbet ederken yanındaki museleri çaktırmamaya
çalışarak süzüyordu. Sedef amacına ulaşmış, Apollon’u köşeye sıkıştırmış
laflıyordu.
Ares’in bara
doğru yürümesini seyredip başını çevirdi ve kafenin uzak köşesindeki çifte gözü
takıldı. Dört kişilik kanapeye oturmuşlardı. Adonis elindeki yarılanmış bardağı
öylesine çevirirken yanındaki Neith ona bir şeyler anlatıyordu. Dünya, başını
ikisine çevirdiğinde Adonis’de aynı anda gözlerini ona doğru yöneltti.
Bakışları birbirine kenetlendi. Tuhaf bir hisle gözlerini ondan alamadı,
güzelliğin canlı tasvirine bakarken Adonis’in dudakları kıpırdandı. Sessiz
kelimelerle söylediği cümleyi anlayamamıştı çünkü Eros, Dünya’yı bileğinden
tutarak dans eden gruba doğru çekti.
‘’Hadi
bakalım, sıra sende!’’ dedi ve elini tutarak dans figürlerini yaptırmaya
başladı.
‘’Ben
beceremem.’’ diye sızlanmasına aldırmadan zorlamaya devam eden Eros güldü.
‘’Öyleyse
kendini bana bırak!’’
Dünya
nefeslenerek kendini kasmayı bıraktı, diğerlerini taklit ederken Eros’un usta
figürlerine ayak uydurmaya çalıştı. Dans edebileceğine inanmaya başlamıştı.
Demet de onlara katılınca eğlenceli bir dansa dönüştü ve Dünya nihayet doğum gününden
zevk almaya başladı. Göz ucuyla Adonis’in Ares’in yanına gittiğini gördü. Elini
sırtı onlara dönük adamın omzuna koyan Adonis, Ares’in kulağına eğildi. Ve
Eros, onu uçururcasına döndürdü. Dans etmekten nefes nefese kalmıştı, hareketleri
bu kadar çabuk kapmasına kendisi bile şaşırdı. Eros onu kendine doğru çekip
beline sarıldı ve yana doğru yatırıp yüzüne sevimli bir gülüşle baktı.
‘’Beceriksize
bak sen, yalancı.’’
Dünya kahkaha
atarken Eros, onu ileriye doğru açtığı koluyla savurdu. Dünya dönerek Eros’un
elinden kurtuldu ve o hızla başkasına çarptı. Çarptığı, ani bir refleksle onu
yakalayınca başını çarptığı kişinin yüzüne kaldırdı. Adonis’ti, ellerini
Dünya’nın sırtında birleştirip gülümsedi.
‘’Seni
yakaladım.’’
Dünya
kıpırdanınca kollarını çözüp ayrılmasına izin verdi. Dünya, terli saçlarını
geriye attı. ‘’Teşekkür ederim.’’
Yanlarında
beliren Eros özür dileyen bir sesle ‘’Dünya, elimden kayıverdin nasıl olduğunu
anlamadım.’’ Dedi.
‘’Sorun değil
Eros, müthiş dans için sağol. Benim suçumdu, elini ben tutamadım.’’ Dedi ve
eliyle yüzünü yelpazeledi. ‘’Biraz dinleneyim artık yaşlı biriyim, biliyorsun.’’
Eros rahatlayarak
doğruldu. ‘’Yaşlı mı, bak bu daha cazibeli oldu. Yaşlı ve dans ustası bayanlara
bayılırım.’’
Dünya eliyle
Eros’u ittirince Eros gülerek dans edenlere doğru gitti. Adonis, müzik yüzünden
sesini duyurmak için kulağına eğildi.
‘’Seninle
konuşmam gerek.’’
Dünya,
Ares’ten tarafa dönerken Adonis elini onun beline koydu. ‘’Sorun yok,
sevgilinden izin aldım.’’ Dedi alaycı bir sesle. Dünya’nın çatılan kaşlarına
aldırmadan devam etti. ‘’Dışarı çıkalım mı, burası çok gürültülü.’’
Kapıya doğru
yönelmeden önce Ares’e doğru baktı. Neith’in barda onun yanında olduğunu
görünce sol tarafında incecik bir sızlama hissetti. Kadınla birbirlerine çok
yakınlardı ve Ares’in ilgisi tamamen kadının üzerindeydi. Ares’in elindeki
kadehi alan Neith, bir dikişte hepsini içince Ares sırıttı. Dünya daha fazla
bakamadı ve onu bekleyen Adonis’in yanına gidip dışarı çıktılar.
Hava serindi,
terlediğinden de olsa gerek titredi. Adonis bunu farkedince bir an tereddüt
etti.
‘’Üşüdüysen
içeri dönelim.’’
‘’Gerek yok.’’
dedi başını sallayarak. ‘’Birazdan alışırım, sorun değil.’’
Kafenin
dışındaki banka gidip oturdular. Yoldan arabalar geçiyordu, çevrelerindeki
hayat her zamanki gibi sürüyordu. Bir senedir görmeye alıştığı manzaraya yabancı
gözlerle bakındı. Adonis sessizce, önlerinde akan yaşamı onun kadar yabancı gözlerle
bir süre izledi. Dünya, titremesini engelleyemiyordu, hem havadan hem de
Ares’in tavrından dolayı. Bu denli yakınlarken adamın birden nasıl buzdağına
dönüşebildiğine hala akıl erdiremiyordu. Az önce odadaki varlığı, Ares için
nasıl da önemsizleşmişti.
‘’Sana
sarılmamı ister misin?’’ dediğinde Adonis’e baktı. ‘’Çok titriyorsun Dünya,
dışarıyı önerdiğime pişman oldum.’’
‘’Benimle ne
konuşmak istiyordun?’’ dedi soğumuş kollarını kendine sararak. Belki
titremesini engelleyebilirdi.
‘’Ares
hakkında.’’ dedi Adonis. ‘’Neith, ona ambrosiayı vermeyi kabul etti.’’
Dünya, haber
karşısında tepkisiz kalınca Adonis devam etti. ‘’Ama karar senin. Onun
ölümsüzlüğünü geri almasını istiyor musun, yoksa sana ait olmaya devam etmesini
mi istiyorsun?’’
‘’Karar benim
değil.’’ dedi başını çevirerek.
‘’Dünya, Ares
faniliği sadece seninle yaşayabilmek için istiyor. Ama yakında onun ölümsüz
olması gerek, evler ve Olimpos daha fazla beklemez.’’ Lanetli yıldızlardan
haberi olmayan Adonis devam etti. ‘’Bu yüzden seçimini söylemelisin, kısa bir
süreliğine de olsa; Ares’imi istiyorsun yoksa bu eski hayatını mı? Anahtar
olman sona erdiğinde seni bırakacaklardır. Ares birlikte olmanız için bir yol
bulacağını sanıyor ama yanılıyor. Kimse yasağa karşı gelemez, yasağı koyan bile
olsa. Hafızanı silmemeye kararlı ama onu biraz olsun tanıyorsam, tutsak olmana seyirci kalamayacağına eminim. Ama
eninde sonunda o da seni bırakmak zorunda kalacak. İkiniz aynı hayatı yaşayamazsınız.’’
‘Yani eninde sonunda beni bu acıyla öldürecek’
diye düşünen Dünya’nın içi kavrulurken, neşesizce sırıttı ve Adonis’e baktı. ‘’Gördüğün
gibi, karar bana ait değil.’’
Adonis
kaşlarını çattı ve uzanarak onu kollarının arasına aldı. Dünya, gözpınarlarına
yığılan yaşları serbest bıraktı ve yüzünü adamın göğsüne gömdü. Sessiz yaşlar,
gözlerinden değil, ruhundan sızıyordu. Adonis, onu kendine iyice çekti.
‘’Ares’i nasıl
kıskandığımı tahmin edemezsin.’’ diye mırıldandı. ‘’Keşke seni mutlu etmek için
elimde bir fırsat olsaydı. Keşke seninle olmak için bir şansım daha olsaydı.’’
Titremesi
geçen Dünya, onu saran kollardan sıyrıldı. Ağladığı için kendini kötü
hissediyordu. Adonis, ondan önce uzanıp yüzünü elleri arasına aldı ve başparmağıyla
akmak üzere olan yaşları sildi. Dünya, ona bu kadar kibar davranan adamın güzel
yüzünden bakışlarını alamadı. Adonis, gözleriyle Dünya’nın yüzünü her noktasını
ezberlemeye çalışıyormuş gibi süzüyordu.
‘’Çok güzelsin
Dünya…’’ dedi ve yavaşça ona doğru eğildi. Dudaklarının üzerine fısıldadı.
‘’Atlantis’ten beri seni öpmek için çıldırıyorum. Beni ne hale getirdiğinin
farkında mısın?’’
Dünya’nın
gözleri istemsizce kapandı ve Adonis’in öpücüğüne karşılık verdi. Kendinde
değildi, ruhu paramparça olmuştu. Umutlanıp hayalkırıklığıyla sarsılan kalbi
sonunda donuk bir et parçasına dönüşmüştü. Ares varken atıyordu, ondan
uzaklaşınca sadece kan dolaşımını sağlıyordu. İsteksizliğini fark eden Adonis,
öpüşünü yumuşatıp zoraki ondan ayrıldı. Lacivert gözleri ışıl ışıldı, boğuk bir
sesle mırıldandı.
‘’Hayatımın en
güzel dakikalarıydı.’’ dedi ve sırıttı. ‘’Uzun bir hayatım olduğuna göre benim
için önemini hesap et.’’
Dünya gülümsemeye
çalışarak ondan ayrıldı. ‘’Matematiğim kötüdür.’’
‘’Edebiyatında
sürünüyor olmalı. Sana ettiğim lafları anlamıyor musun yoksa anlamazdan mı
geliyorsun?’’
‘’Adonis,
ben…’’
Adonis
parmağını onun dudağına bastırdı.
‘’Senden vaat
istemedim Dünya, hislerinin farkındayım. Sadece sen de, benim duygularımı bil
istedim.’’
Dünya yorgun
bir ifadeyle adama bakarken Sedef’in ona seslendiğini duydu.
‘’Doğumgünü
çocuğu, kaldır poponu da buraya gel. Senin için parti yapmaya çalışıyoruz.’’
Kapının önünde
duran Sedef’e döndüler. Dünya, kadının yüzündeki ifadeden az önceki sahneyi
gördüğünü anladı. Hınzır bir sırıtışla ona bakıyordu.
‘’Geliyoruz.’’
dedi ve ayağa kalktı. Ayaklanan Adonis’e ‘’Neith’in vereceği ambrosiayı Ares’in
kabulleneceğini sanıyorum. O bana değil, sizin dünyanıza ait.’’ Dedi ve kafeye
doğru yürüdü.
Adonis
ardından mırıldandı. ‘’Kimin, hangi dünyayı seçeceğine sen bile şaşırabilirsin.’’
Adamın sözleri
karşısında umutlanmadan edemedi, belki bir şeyler değişebilirdi. Ares sürekli
bir yolunu bulacağını söylemiyor muydu? Yine de fazla kendini kaptırmamalıydı.
Adonis’in sözleri onu kastetmiyor da olabilirdi.
Sedef, yanına
gelen Dünya’nın koluna girdi, hemen fısıldadı. ‘’Sana inanamıyorum Dünya, neler
olmuş bir haftada. Şu yaşıma kadar gördüğüm en çekici iki erkeği nasıl idare
ediyorsun, hemde burunlarının dibinde.’’
Dünya
kaşlarını çatarak kadına söylendi. ‘’Az önceki manzara tamamen istemdışıydı,
gördüğünü unutmanı tavsiye ederim.’’
‘’Erkeklerden köşe
bucak kaçan Dünya’ya bak sen!’’ dedi ve onun kolundan çıktı. ‘’Aman boşver
canım, üç günlük hayatın tadını çıkarmaya bak.’’
Sedef, Adonis
onlara yetişince sustu ve adama hoş bir gülümseme gönderdi. Üçü birlikte kafeye
döndüler, müzik biraz yavaşlamıştı ve az önceki dans edenler servis masasının
etrafında yiyeceklerden atıştırıyorlardı. Dünya, tek başına koltukta oturan
Ares’e baktı ve Sedef’in dediği gibi üç günlük hayatın tadını çıkarmaya karar
verdi.
Ares, avuçları
arasına aldığı kadehin içindeki sıvının devinimini dalgın bakışlarla izliyordu.
Kollarını, dizlerine dayamış öne eğilmişti. Dünya, ona yaklaşınca gözlerini
kaldırıp gelişini seyretti. Sonra geriye yaslanıp kollarını koltuğun kollarına
yerleştirdi. Yüzü çok ifadesizdi. Karşısına dikilen Dünya’yı bir süre süzdü.
‘’Beni dansa
kaldırmak için neyi bekliyorsun?’’ dedi Dünya.
Ares yutkundu
ve başını arkaya yasladı, gözlerini kapattı. ‘’Hissettiğim öfkenin geçmesini.’’
diye cevapladı.
Dünya, ilerde
duran Artemis’e doğru bir bakış attı. Artemis onu onaylayarak başını salladı. Ona
koruma olayını anlatmıştı. Ares gözlerini açmadan mırıldandı. ‘’Benim Olimpos’a
gitmem gerek, partiden ayrılırsam kızmazsın, değil mi?’’
Sesi çok
sakindi ama onun sakin kalabilmek için kendini kontrol etmeye çalıştığını
anlamak hiç zor değildi. Zeus’la kavga etmesinden korkan Dünya itiraz etti.
‘’Hiçbir yere
gitmiyorsun Ares!’’
Ares,
gözlerini araladı. ‘’Kim engel olacak?’’
‘’Dedikleri
kadar sinir bozucusun.’’ diye yüzüne doğru eğildi. ‘’Düşünerek hareket etmeyi
ne zaman öğreneceksin? Tek başına o adamla konuşmanı istemiyorum.’’ Doğruldu.
‘’Başıma açtığın bu sürpriz parti bitince hepimiz oturup konuşacağız. O zamana
kadar yanımdan ayrılmayacaksın’’
Ares derin bir
soluk aldı. ‘’Sürekli beni azarlaman mı gerekiyor?’’
‘’Hak etmesen
yapmam, koca bebek!’’
Ares sinirli
bir tavırla gülümsedi ‘’Koca bebek mi?’’ diye onun lafını tekrarladı ve aniden
ayağa kalkınca burun buruna geldiler.
Ares, elini
kaldırıp işaret parmağıyla eskiden papatya kolyesinin asılı olduğu noktayı
gösterdi. ‘’Kolyeni yine takmamışsın. Seni bu konuda azarlamayacak kadar olgun
olduğuma göre bebek filan değilim.’’
Dünya’yı orada
öylece bırakıp elindeki boş bardağı bar tezgâhına koydu. Hiçbir şey demeden
Athena ile Eros’un yanına doğru yürüdü. Dünya asık suratla, yanından uzaklaşan
altın gözlüyü izledi. İyiki bugün onun doğumgünüydü. Hayatında bu günden daha
kötü bir gün geçirmiş miydi acaba? Ares’in kalktığı koltuğa oturdu. Pencerelere
doğru baktı, tüm storlar çekiliydi. Kendini iyice kapana kısılmış hissetti. Boyutların
anahtarıydı ama gidecek bir yeri yoktu.
‘’Dünya.’’
Başını çevirip
kendisine seslenen Neith’e baktığından kadın devam etti. ‘’Seninle yakın
değiliz ama bunu istemediğimi sanma. Senin için bu kadar özel bir günde benim
ne işim olduğunu düşünebilirsin.’’
Dünya ayağa
kalktı, ne diyeceğini merak ederek yüzyüze durmayı tercih etti. Neith’in samimi
ifadesi karşısında kıskançlığını geriye attı.
‘’Hayır,
gelmene sevindim. Bende sana teşekkür etmek istiyordum, oylamada bizim
tarafımızı tuttuğun için.’’
Neith zarif
bir gülümsemeyle diğerlerine kısa bir bakış attı. ‘’Olimpos evini her zaman
takdir etmişimdir. Sadece kendilerini değil bize de yardımcı olmaları çok asil
bir davranış’’ gözlerini ona çevirdi. ‘’Bu yüzden özellikle Ares ve Adonis’e
kendi evimdeki birçok kişiden daha çok güvenirim.’’
Neith içini
çekerek ekledi. ‘’Sanırım ona olan özel ilgimi faketmişsindir.’’
Ne güzel
konuşuyorlardı, şimdi Ares’e olan aşkını itiraf etmesi mi gerekiyordu? Dünya,
bunları düşünüp kadına kinlenmeye başlarken Neith başını çevirip Ares’in olduğu
yönün tersine baktı.
‘’Adonis’in bunu
anlamazdan gelmesi gururuma dokunsada elimden bir şey gelmiyor.’’
‘’Adonis mi?’’
dedi Dünya sırıtarak. ‘’Sen Adonis’ten mi hoşlanıyorsun?’
Neith, tuhaf
bir bakışla ona baktı. ‘’Hoşlanmak biraz basit bir kelime oldu ama sanırım
günümüzde böyle tanımlıyorlar.’’
Dünya nefes aldı.
‘’Ben senin Ares’le ilgilendiğini sanmıştım.’’
‘’Ares, benim
için kardeşim gibidir. Çok severim ama ona o gözle hiç bakmadım.’’
‘’Umarım bakmamaya
devam edersin.’’ dedi Dünya, şakayla karışık.
‘’Sen çok
ilginç birisin anahtar.’’ dedi Neith, Dünya’nın tepkileri ve sözleri karşında
gülümsedi. ‘’Benim ayrılmam gerekiyor ama sana hediyeni vermeden gitmek
istemedim.’’
Kadın yumruk
yaptığı elini kaldırırken avcunu açtı. Boş olan avcunda küçük kare bir kutu
belirdi ve Dünya’ya uzattı.
‘’Nice
yıllara, hediyemin sana mutluluk getirmesini dilerim.’’
Dünya kutuyu Neith’in
avcundan aldı ve ince bir işçiliğin ürünü olan kutuyu açtı. İçinde küçük bir
bitki vardı, şeffaf renkli yapraklar birbirinden ayrıldı ve ortasında pembe bir
meyve meydana çıktı. Çok güzel kokuyordu. Soran gözlerle Neith’e baktığında
kadın açıkladı.
‘’Bu bir
ambrosia’’ dedi. ‘’Bundan sonrası sana kalmış.’’
‘’Teşekkür
ederim.’’ dedi Dünya, yeterince mutlu çıkmayan sesiyle.
‘’Kendin için
kullanırsan, evimizin kapılarının sana açık olduğunu unutma, tabi Ares için de
bu geçerli.’’
Kutuyu
kapattıktan sonra Neith’i kapıya kadar uğurladı. Elindekini Ares’e vermekte
isteksizdi, üzerindeki lanet için Asteria’yı pişman edebilmek isterdi. Ölümsüzleri
bile muma çeviren bir titanla uğraşmak bir faniye kalmıştı. Ama lanetten
kurtulunca Asteria’nın işini zorlaştırmak için elinden geleni yapacaktı. Bir
süre daha partiye katlanmak için Apollon’a kur yapan Sedef’in yanına gitti.
Sonunda ayrılma
vakti gelmişti. Sedef, onun yeniden Olimpos’a döneceğini öğrenince yüzü asıldı.
Dünya arkadaşına takıldı.
‘’Bana iki
hafta dediğini sanıyordum.’’
‘’O kesinlikle
uymazsın diye söylenmiş bir sözdü.’’ dedi Sedef, yine de ona sarıldı. ‘’Şaka
yapıyorum Dünya. İstediğin kadar tatil yapabilirsin ama Kerem senin kadar
dayanıklı değil, haberin olsun.’’
Dünya ona
gülümsedi. Sedef’in hediyesi olan pahalı çantayı koluna takıp diğerleriyle de
vedalaştı. Kerem ona tatilde okuması için bir kitap hediye etmişti, Demet güzel
bir cüzdan, Samet ise şu an üstünde olan şalı. Kafeyi arkasında bırakarak onu
bekleyen ölümsüzlere doğru yürüdü. Birlikte otoparka gittiler, Ares hala ondan
uzak durmak için elinden geleni yapıyordu. Aklında bir şey vardı ve onu
engelleyeceğini bildiğinden kasten böyle davrandığını düşündü.
Ares, mustanga
doğru adımlarken başını çevirmeden seslendi. ‘’Durga, seni ben bırakırım.’’
Durga, arabaya
yönelmişken Dünya beyninden vurulmuşa döndü. O dururken yanına Durga’yı
çağırıyordu. Diğerleri de en az onun kadar şaşkındı. Athena gülümsemeye
çalışarak konuştu.
‘’Benimle gel
Dünya, Artemis sende, kızkıza laflarız.’’
‘’Süper bir
fikir!’’ diye Artemis atıldı.
Dünya’nın
gözleri hala arabasına kurulmuş ve Durga’nın arabaya binmesini bekleyen
Ares’teydi. Mustang kükreyerek çalıştı. Durga arabaya biner binmez Ares gaza basıp
otoparktan ayrılmak için Dünya’nın önünden geçtiği sırada, Dünya kolundaki
çantayı sıyırdı ve var gücüyle arabaya fırlattı. Pahalı çanta arabanın yan aynasına
denk gelmişti. Ares aniden frene basıp kapıyı açtı. Ne olduğunu anlayamamıştı,
kimse anlayamadı. Dünya ise öfkeden çıldırmış bir halde Ares’i yumruklamak için
atıldı. Ares, sallanan kırık aynadan başını çevirip son anda Dünya’yı gördü ve
onun yumruğunu yakalayıp kolunu ters çevirdi. Kolu sırtına sabitlenince Dünya
homurdanarak tepinmeye başladı. Bacağına yediği iki tekmeden sonra Ares, Dünya’nın
iki bileğini tek eliyle sırtında birleştirip kendi bedeniyle arabanın arasına
Dünya’yı sıkıştırdı.
‘’Rahat dur!’’
‘’Seni
gerizekalı!’’ diye Dünya adamın yüzüne doğru bağırdı. ‘’Senden nefret
ediyorum.’’
Dünya, alnını
adama savurdu ama Ares başını geriletince atağı boşa gitti. Ares, oflayarak
diğerlerine döndü.
‘’Olimpos’a
dönün, sizinle taş odada buluşuruz.’’ Onları izleyen Durga’ya bakarak ‘’Kusura
bakma Durga.’’ dedi.
Durga,
Dünya’ya doğru yan gözle baktı ve hoşnutsuz bir yüzle Adonis’in arabasına doğru
yöneldi. Dünya, kaşlarını çatmış kinli bakışlarla kadının gidişini seyrederken
Ares, serbest kalan eliyle onun yüzünü kendine çevirdi.
‘’Bunun anlamı
neydi?’’
Yanlarından
geçen arabalara aldırmadan ‘’Bırak beni!’’ diye debelendi. Öfkeden tüm bedeni
alev almıştı, tüm gece ondan uzak durması yetmezmiş gibi, sonunda kadının
tekiyle ayrılıyordu. Bir de kalkıp anlamını soruyordu.
‘’Bırakırım
ama sakin olursan.’’
‘’Asıl sen
sakin ol, kendini beğenmiş, ukala. O kadınla beraber ayrılmakta ne oluyor?
Afrodit bitti şimdide başımıza Durga mı çıktı.’’ Diye bağırdı. ‘’Senin hayranlarından
bıktım.’’
‘’Durga…’’
‘’Dinlemek
bile istemiyorum.’’ dedi. ‘’Kolumu acıtıyorsun.’’
‘’Sen arabamı
kırdın, kolunu kırarsam ödeşiriz.’’
Ares’in sesi
alaycı bir tona dönüşmüştü. Arabayla kendisi arasına sıkıştırmış, hareketi
durdurmaya çalışmaktan çok bir sevgili gibi ona yaslanmıştı. Ares’in eli, onun
yüzünden boynuna doğru indi. Gözlerindeki bakış değişmişti. Dünya mıknatısın
etkisinde adama doğru çekildiğini hissediyordu ama karşı koymalıydı. Bu kadar
kolay yumuşamayacaktı, bu kez olmaz.
‘’Seni çok
üzüyorum sevgilim.’’ diye mırıldanan Ares’in parmakları onun çenesinde
dolanırken Dünya düşüncelerini toparlayamıyordu. ‘’Ölümlü veya ölümsüz, her iki
halimde aynı, ben berbat bir aşığım.’’
Dünya
rüyadaymış gibi başını salladı. ‘’Evet, gerçekten bu konuda yeteneksizsin.’’
kelimeler bu şekilde çıksa da kalbi doğru olmadığını biliyordu. Sadece, Ares
için orta yol diye bir şey yoktu, ya en yukarılara çıkartıyordu ya en dip
çukurlara… Yine de onunla birlikte savrulmak evrenin en zevk dolu macerasıydı.
Ares onu
serbest bıraktı ama ellerini Dünya’nın iki yanından arabaya dayadı. Yüzünü ona
biraz daha yaklaştırdı, kendini beğenmiş bir ifadeyle dudaklarını yaydı.
‘’O zaman
peşimi bıraksana.’’
Dünya, onu arzulu
bir bakışla süzen altın gözlerin büyüsünde rağmen konuşmayı başararak karşılık
verdi. ‘’Asıl sen benim peşimi bırak.’’
Sesi aşırı
heyecanını gayet iyi yansıtmıştı, bu Ares’in daha çok hoşuna gitti.
‘’Yeteneksiz olduğumu söylemiştin, belki beceremiyorumdur.’’
‘’Ares…’’ diye
fısıldadı, eliyle gömleği kavradı ve onu kendine çekti.
Dudakları
birbirine değemeden otoparka giren adamların sesiyle ayrıldılar. Dünya’nın
kalbi deli gibi atıyordu, eli tadamadığı öpücükle sızlayan dudağına gitti. İki
adım gerileyen Ares, boğazını temizleyip saçlarını sıvazladı. Adamlar gevşek
adımlarla ilerdeki arabaların yanına yürüdüler. Dört kişilik grup, sohbetlerine
arabalarının yanında devam ettiler. Ares, Dünya’ya kısa bir bakış atıp yerde
duran çantaya doğru gitti. Elinde çantayla dönerken Dünya arabayı dolandı ve
yolcu koltuğuna bindi. Ne garip bir doğumgünüydü, yaşadığı ilk doğumgünü kutlamasının
bu şekilde karışması inanılmazdı.
Ares kırık
aynayı yerine takmayı denedi ama işe yaramadı. Sonunda pes ederek arabaya
bindi. Çantası kucağında onu izleyen Dünya’ya mutsuz bir bakış attı.
‘’Olimpos’a
ışınlanmaya ne dersin. Kırık bir aynayla sürmek arabama haksızlık olur.’’
Dünya omzunu
kaldırdı. ‘’Sen bilirsin.’’
Ares, gözlerini
kısarak gülümsedi. ‘’Şimdi de uyumlu mu olduk.’’
‘’Belki senden
istediğim bir şey vardır.’’ dedi Dünya çapkınca adamı süzdü.
Ares, bir an
onun yüzüne baktı kaldı, sonra başını çevirip arabayı çalıştırdı ve park yerine
geri soktu. Arabalarının yanında konuşmaya devam eden adamlara bir göz attı.
Onların ilgisini çekmediklerine emin olunca gözleriyle etrafı taradı, kimsenin
onları arabada görmediklerine kanaat getirdiğinde Dünya’ya doğru döndü.
‘’Gel yanıma.’’
Dünya sadece
ona dokunmasının yeterli olduğunu bilmesine rağmen Ares’in açtığı kolun altına
girdi. Çantasını elinden bırakmıyordu, Ares kaşlarını çatıp çantayı gösterdi.
‘’Onu
bırakmaya ne dersin? Sonra alırız.’’
Dünya başını
salladı. ‘’Asla olmaz.’’
Dünya’nın
beline doladığı koluyla onu iyice kendine çekti ve kucağına aldı. ‘’Sen
bilirsin.’’ diye sırıtarak Dünya’yı taklit etti.
Dünya,
sarıldığı adamın boynuna, yüzünü dayadı. Dudaklarını küçük dokunuşlarla onun teninde
gezdirmekten kendini alamadı. Gömleğin açıklığından köprücük kemiğinin hemen üstünü
usulca dişledi. Kesik bir nefes alan Ares’in onu saran kolları kasıldı. Dünya,
bu ufacık dokunuşla onun nefesinin kestiğini anladı. Ares’i hala
heyecanlandırabiliyordu. Bu his başını döndürdü. Sonrasında yumuşak ve nefis
kokulu yatağın üzerindeydiler.
Ares’in kucağından
yatağa bıraktı, kendini ve isteğini belli eden bir bakışla genç adamın yüzüne
baktı. Elleri yatağa dayalı Ares’in yüzünde de aynı ifade vardı ama
kararsızlığı daha baskındı. Derin bir nefes alarak Dünya’nın yüzünü süzdü.
Dudağını ısırdı ve hızlıca yataktan kalktı. Arkası ona dönük odanın ortasında dikildi.
‘’Ares!’’
dedi, yataktan doğrularak. ‘’Neyin var? Yıldız mı?’’
Ares, dirseğine
kadar sıyırdığı gömleğinin kollarını düzeltirken ona dönmeden cevapladı. ‘’Hayır,
ben… Seni yeniden utandırmak istemiyorum.’’
Dünya, çukuru
ve banyo sonrasındaki olayı anımsadı, Ares yine onun tarafından itilmek
istemiyordu. Bunu bir daha yapmayacağını söylemek için ağzını açacaktı ki, Ares
ona döndü. Soğuk bir sesle konuştu.
‘’Kolyeni niye
takmıyorsun Dünya?’’
‘’Ares
neden…’’
‘’Gerçek bir
cevap istiyorum!’’
‘’Ben…’’ dedi,
bunu nasıl açıklayacaktı. ‘’Ben onu kaybettim.’’
‘’Bana yalan
söyleme!’’ dedi Ares. ‘’Sadece neden takmadığını öğrenmek istiyorum.’’
‘’Dedim ya
kaybettim, onu çıkartıp lavabonun yanına bıraktığımı anımsıyorum ama sonrası
yok. Odaları temizleyen kimse, ona sormalıyım belki bir yere kaldırmıştır.’’
‘’Odalar
büyülüdür Dünya, hiçbir eşyanı almaz. Senden başka kimsenin giremediği bir
odaya, hizmetlinin girdiğini nasıl düşünürsün? Bunca zaman sonra, kolyeni
takmayı neden bıraktın?’’
Dünya sinirle
yataktan kalktı. ‘’O halde odamdadır. İzninle ben gidip yararsız aramama devam
edeyim.’’
Kapıya doğru
yürümeye başladı. Ares kolundan tutmasaydı çıkmayı başaracaktı.
‘’Tamam, sana
inandım.’’ Dedi, Dünya kolunu ondan çekip yüzüne baktığında, kızgınlığını
bastırmaya çalışarak devam etti. ‘’Tüm duygularım çok karışık, sana inanmadığım
için üzgünüm. Benden vazgeçebileceğini düşündükçe, delirecek gibi oluyorum.’’
Bunu nasıl
düşünürdü? Onu ne hale getirdiğini görmüyor muydu? Sırf hatırladığı anılarında
hissettiği güçlü aşk yüzünden peşine takılıp Olimpos’a gelmişti. Onun için
kendi hayatını hiçe saymıştı. Ares’in aşkına sahip olmak için ölümsüzlere ve
bizzat ona kafa tutmuştu. Bir kolye yüzünden onun sevgisinden nasıl şüphe
edebiliyordu? Basit bir kolye, bakışlardan ve sözlerden daha mı önemliydi?
‘’Lütfen gitme.’’
dedi Ares. ‘’Konu sen olunca kendimi kaybediyorum.’’
‘’Böyle
düşünmene sebep olan şey ne? Senden vaz geçebileceğimi nasıl düşünürsün?’’
‘’O kadar çok
benden alındın ki, en büyük kâbusum sensiz kalmak oldu.’’ Tek elini göğsüne
attı. ‘’Belki yıldızların içinin dolmasına izin vermeliyiz’’
‘’Benim
Asteria’ya dönüşmemi mi istiyorsun?’’ dedi şaşkınlıkla.
‘’Senden
ayrılmamak için her şeyi yaparım papatyam. Her şeyi…’’
Dünya uzanıp
adamın göğsündeki elini tuttu.
‘’Ares sen
buraya aitsin. Diğer evlerin de ölümsüz olman için sana baskı yaptığını
biliyorum. Senin de istediğini hissediyorum. Lanet yüzünden kendini sorumlu hissetme,
senin suçun değildi. Ayrıca ben de, ambrosiayı kabul etmeni istiyorum.’’
Ares elini
onun elinden çekti.
‘’Bu her şeyin
sonu demek!’’ diye seslice söylendi. ‘’Dünya başaramadım, bir kaçış yolu
bulamadım. Desteğim yok, tek başımayım, anlıyor musun? Yeni bir savaş…’’
‘’Savaşman
gerekmiyor Ares.’’ diye adamın lafını kesti. ‘’Göreceksin her şey yoluna
girecek. Biz birlikte bunu başaracağız. Tek başına değilsin.’’
Ares, kararsız
bakışlarla Dünya’ya baktı ve başını sallayarak kanapeye doğru yürüdü. Kendi
kendiyle savaşarak yavaşça konuştu.
‘’Durga, bana elinde
bir ambrosia olduğunu söyledi. İstersek, bu gece ölümsüz olabilirim.’’ kanapeye
oturup üzgün gözlerini Dünya’ya çevirdi. ‘’Ama bir şartı var. Onların evine
katılmam gerekiyor. Ölümsüzlük karşılığında evinin korumasını kabul edeceğim. O
yüzden Durga’yla dönmek istemiştim, Zeus’la konuştuktan sonra onun evine
katılacaktım. Senin buna karşı çıkacağını ve yanlış anlayacağını düşündüm.’’
‘’Durga mı?’’
dedi Dünya kanapeye doğru yürüdü ve yanına oturdu. ‘’Hayır, o kendini beğenmiş
fırsatçı kadına gerek yok.’’ Dedi çantasına uzanırken.
‘’Dünya,
koruma olmadan iyice güçsüzleşirim. Koruma bizim çoğu iblis büyüsünden ve
tuzağından etkilenmemizi sağlar.’’
Dünya
çantasını açtı. ‘’O kadının ambrosiasına ihtiyacımız yok.’’ dedi ve Neith’in
verdiği kutuyu çıkarttı. ‘’Bizde zaten bir tane var.’’
Ares, kutuyu
açtı ve içindekine bakarak söylendi ‘’Bunu nereden buldun?’’
‘’Neith verdi.’’
dedi ve elini Ares’in bacağına koydu. ‘’Senden iki isteğim olduğunu
söylemiştim. Birincisi ölümsüz olman, ikincisi Marduk’un korumasını kabullenmen.’’
‘’Marduk
benden böyle bir şey istemez.’’ dedi.
‘’Kâhin
söyledi, o tuhaf odada konuşulanları dışarıda söyleyemediklerinden hiç biri
teklif edemiyormuş. Kâhinin söylediğine göre; şimdi diğerleri de konuşmakta
serbest kaldılar. O yüzden Durga ve Neith’de sana koruma teklif edebildi.’’
Ares elindeki
çevirdiği kutuya baktı. ‘’Ben de istediğin şeyin arkadaşınla kalmak olduğunu
sanmıştım.’’ Diye mırıldandı. ‘’Onları bu denli özlediğini görünce seni orada
bırakmamı isteyeceğini düşündüm. Dileğinin onlar olduğunu sanmıştım. O yüzden
seni dinlemek istemedim, üzgündüm.’’
Yan gözle
Dünya’ya baktı. ‘’Bensiz mutlu olacağına emin olsam da seni bırakmam Dünya,
asla. Bırakamam.’’
Umudu yine
tavan yapmıştı. ‘’Sensizlik, ölüm anlamına gelirken nasıl mutlu olabilirim?’’
diye mırıldandı.
Ares, rahatlayarak
hafifçe sırıttı. ‘’O zaman seni öldürmemeye çalışmalıyım papatyam. Bensiz
kalmayacaksın, sana söz veriyorum.’’
Dünya, tatlı
sözlerin karşısında erirken onları bekleyen tehlikeyi anımsadı ve telaşla
söylendi. ‘’Yıldızın içi dolmadan şu meyveyi yiyecek misin?’’
Ares, başını
kapıya doğru çevirdi. ‘’Zeus ile son bir kez konuşmam gerek. Ölümsüz olduğumda…’’
Dünya, Ares’in
lafını kesti. ‘’Faydasız Ares, lütfen, seni tamamen kaybetmek istemiyorum.’’
Ares bir süre
dudağını kemirerek kararsızca kutuya baktı. Sonra kutuyu açıp meyveyi
yaprakların içinden çıkarttı ve ağzına atıp yuttu. Saçları alnına düşmüştü. Tenini
buğulu bir ışık kapladı ve yavaşça eski haline dönerken başını Dünya’ya çevirdi.
Yüzünü süsleyen tüm yara izleri kaybolmuştu. Dünya’nın nefesi kesildi, elini
kaldırıp Ares’in alnına dökülen saçlarını geriye attı ve yüzünü okşadı.
‘’Seni o kadar
çok seviyorum ki…’’ diye fısıldadı.
Ayağa kalktı
ve Ares’in kucağına oturdu. Ares, hiçbir şey söylemeden ona bakıyordu.
Gömleğinin düğmelerini usulca çözdü ve eskiden içi dolu yıldızların süslediği
biçimli göğüs kaslarına baktı. Dövme yok oluyordu, içi huzurla dolu, başını
kaldırıp Ares’e baktı. Kaybolan lanetle
şu anda ilgilenmeyen altın gözlü, ellerini onun bacaklarına koydu yavaşça
yukarıya doğru okşadı. Dünya gözlerini kamaştıran yakışıklı adam karşısında
kendinden geçti, titreyen parmaklarını güzel yüz hatlarında dolandırdı. Eğildi,
dudakları Ares’in boynunda ve çenesinde gezinirken parmağı gömleğin kalan
düğmelerini çözmeye başladı. Tüm ruhuyla adamın sadece ona ait olmasını
istiyordu.
Dudakları,
teninin tadını çıkartarak yukarıya doğru ilerlerken Ares’in parmakları kasıldı.
Ağzından dökülen ismini duymasıyla adamın dudaklarını kapatması aynı anda oldu.
Eliyle güçlü kaslarını okşayarak omuzlarına çıktı ve gömleği omuzlarından
sıyırdı. Ares, doğrulup gömleği tamamen çıkarttı ve Dünya’nın belini kavrayıp
kendine çekti. Dünya, iradesizce boynunu geriye attı ve Ares, tek elini
Dünya’nın saçlarına geçirdi. Dilini ve dişlerini kullanarak teslimiyetin ödülü
öpücüklerini, dudaklarıyla onun tenine mühürledi. Dünya, böyle bir haz
olabileceğini düşünemezdi. Aşk, dalga dalga tüm bedenine yayıldı ve onu esir
aldı.
Ares’in ayağa
kalkmak için doğrulduğunu hissedince bacaklarını onun beline doladı. Ares,
Dünya’yı yatağa bıraktı ve ağırlığını vermeden üzerine uzandı. Gözlerini ondan
ayırmadan beline dolanmış bacağını ayağına kadar okşadı ve ayakkabısını
çıkarttı. Diğer ayakkabısını da aynı şekilde çıkartıp Dünya’nın içini titreten
bir gülüşle ona baktı. Dünya’nın gözleri Ares’in göğsündeki yıldızlara kaydı. İçleri
boş olan soluk yıldızlara dokundu.
‘’Lanetten
kurtulduk mu?’’
Ares,
Dünya’nın yıldızı okşayan elini tuttu ve bileğinden yatağa bastırdı. ‘’Lanet
işlese bile seni bırakmazdım. Seni istiyorum Dünya’m. Ruhun neye dönüşürse
dönüşsün seni seviyorum.’’
Dünya,
doğruluğuna emin olduğu sözler karşısında gözlerini kapattı. Ares’in
öpücüklerine teslim oldu. Elbisesinin üzerinde gezinen parmaklar fermuarı
arıyordu. Eliyle yandaki gizli fermuarı işaret ettiğinde Ares’in güldüğünü
işitti ve Dünya gülümseyerek gözlerini açtı. Ares, dokunuşuyla alevlenen teninden,
başını kaldırıp mırıldandı.
‘’Hala benden
nefret ediyor musun?’’
‘’Ah, hem de
çok!’’ diye boğuk bir sesle cevap verdi.
Fermuarla
savaşan Ares’i yatağın içinde döndürerek üstüne çıktı ve ölümsüz aşkının
gözlerindeki parlak harelerden bakışlarını ayırmadan elbisesinin fermuarını yavaşça
indirdi. Dünya, altında olan mükemmel adamın tutku dolu bakışlarının üzerinde
gezinmesini zevkle izledi. Ares kadar kusursuz biri olabileceğini hayal bile
edemezdi. Sağlam karakteri ve cesareti konusunda düşmanlarının bile takdirini
kazanmıştı. Güzel yüzü, biçimli vücudu, güçlü kasları ve çekici bakışları baş
döndürücüydü. Sesi ve teninin baştan çıkarıcı kokusu ise ölümcüldü.
Dünya, elbiseyi
üstünden çıkartmak için kenarlarından tuttu. Ares, beklenti dolu bir sabırla
onu izliyordu. Yakışıklı ölümsüzün teni daha bir ısındı. Dünya’nın bacakları
üzerinde gezinen elleri, istekli bir kavrayışla kasıldı. Elbiseyi, yukarı doğru
sıyırırken Ares’in yüzü muhteşem bir gülümsemeyle aydınlandı. Bu, onun zavallı
ölümlü kalbini durdurabilirdi.
Kapı
çalındığında yolunu anca yarılayan elbise elinde bakakaldı. Ares’in kaşlarını
çatıp kapıya doğru, ‘’Gelmeleri için
daha erken’’ diye mırıldandığını duydu.
Kapı yeniden
ve ısrarla çaldı. Dirseklerinin üzerinde doğrulan Ares, Dünya’ya fısıldadı.
‘’Her kimse, açmaya hiç niyetim yok.’’ Ares, elini onun ensesine kenetledi ve
öpmek için kendine çekti.
‘’Ares!’’
Duyduğu ses
karşısında duraklayan Ares’in kasları öfkeyle gerildi. Dünya ne yapacağını
bilemez halde donakalmıştı. Zeus yeniden seslendi.
‘’Odanda
olduğunu biliyorum Ares, dışarı çık. Seninle konuşmalıyız.’’
Dünya elini
adamın göğsüne koydu. ‘’Hayır, Ares, diğerlerini bekle. Seni tahrik etmesine
izin verme.’’
Ares, Dünya’yı
tuttuğu gibi yatağa bırakıp hışımla kapıya yürüdü. Kapı daha o varmadan ardına
kadar açıldı. Ares, öfkeyle yanan gözlerini Zeus’a dikti. Zeus ise onun tersine
çok rahattı. Adamın dikkatini çeken üç şey oldu, yatağın üstünde doğrulmaya
çalışan Dünya, yarıçıplak Ares’in kolundaki altın kolluk ve göğsündeki silinmek
üzere olan beş yıldız dövmesi…
Ares, ellerini
yumruk yapmış her an için Zeus’un üzerine atılacakmış gibi kasılmıştı. Zeus
baştan aşağı siyahlara bürünmüştü, yüz ifadesi de en az üzerindekiler kadar
karanlıktı.
‘’Alabileceğin
tüm desteği yine almışsın Ares.’’ dedi alaycı bir sesle.
‘’Haklarımı
benden esirgediğine göre, eleştirmeye hakkın da yok Zeus.’’ dedi Ares, buz gibi
bir sesle.
Zeus, yüzünü
buruşturup başını doğrulttu. ‘’Arkamdan iş çevirmene daha fazla göz yumamazdım.’’
dedi. ‘’Diğerleri içinde bu geçerli.’’
‘’Ne
istiyorsun Zeus?’’
‘’Bunu sormak
için çok geç kaldın iblis efendisi!’’
‘’O halde
kapıma neden geldin Olimpos tahtının sahibi!’’ dedi Ares.
Dünya kendine
çeki düzen verip kapıya yürürken Zeus göz ucuyla ona baktı ve Ares’e döndü.
‘’Ölümsüz olmak için benden izin istemedin Ares.’’ dedi. ‘’Ve oyunlarına alet
ettiğin bu fani kadını yatağına alman da yasak, bunu en iyi sen bilirsin.’’
Ares sırıttı.
‘’Evet, en iyi ben bilirim Zeus. Çünkü kuralları ben koydum. Ölümsüzlüğe
gelince, artık senin korumanda olmadığımdan bu konuda senin iznine ihtiyacım da
yok.’’
Zeus’un yüzü
seyirdi. ‘’Korumam mı?’’
Ares, adama
doğru bir adım atıp kapının sınırını geçince Dünya panikledi. Ares’in koluna
sarılmamak için kendini zor tutuyordu, onu durduracak gücü olmadığını bildiği
halde.
‘’Ne cesaretle
korumamı elimden alırsın? Bu bardağı taşırdı, ne hakla beni Olimpos’tan
dışlarsın?’’
‘’Seni
Olimpos’tan dışlamadım Ares, sadece korumanın sana sağladığı vurdumduymazlığı
kırmak niyetindeyim.’’
‘’Öyle mi?’’
dedi Ares, bir adım daha attı. Şimdi Zeus’la yüzyüzeydi. ‘’Beni durdurmak için
zayıf büyülerinden mi yardım alacaksın? Bu kadar mı korkuyorsun benden?’’
Zeus’un yüzü
öfkeden renk değiştirdi. ‘’Senden korkmuyorum.’’ Dedi ama bu yalandı, Dünya
omzunun alarmıyla gözlerini Zeus’a dikti.
‘’Ares’ten
korkuyorsun Zeus.’’ dedi anlaşılmaz bir ifadeyle ona bakan Zeus’a. ‘’Ondan
neden çekiniyorsun Zeus? Sana karşı hiç kullanmadığı iblislerinden mi, yoksa
Ares’in üstün gücünden mi?’’
‘’Sen karışma
anahtar.’’ dedi Zeus ama beyazlamış yüzü doğru bir saptamayı işaret ediyordu.
‘’Bu Olimpos ile Ares arasında!’’
‘’Senin ve
benim aramda!’’ diye düzeltti Ares. ‘’Olimpos’un benimle derdi yok, bir tek sen
bana karşısın.’’
Zeus
gözlerinde öfke kıvılcımları ile Ares’e döndüğünde Ares devam etti.
‘’Olimpos’tan gideceğim Zeus, bana koruma sağlayacak başka bir eve geçeceğim.’’
Zeus’un
kaşları daha da çatıldı, dişlerini sıkarak homurdandı. ‘’Hiçbir yere
gidemezsin, izin vermiyorum. Olimpos’tan ayrılamazsın.’’
Ares alaycı
bir ifadeyle adamı süzdü ve sırıttı. ‘’Bunu söyleyen kim?’’
‘’Ben… Ben
senin liderinim Ares, Olimpos’tan ayrılmanı yasaklıyorum!’’
Ares, adamı
baştan aşağı kibirli bakışlarla süzdü ve hiçbir şey demeden arkasını döndü.
Ares’in aldırmazlığı karşısında, Zeus bir an hiçbir şey yapmadı. Sonra aniden
atıldı ve sol eliyle Ares’in kolundan tuttu. Sağ elinde parlak bir ışık
belirdi. Işık, yıldırıma benzeyen bir kılıca dönüştü ve Ares’in göğsüne doğru
savurdu. Dünya anlık gördüğü hareket karşısında tepki bile veremedi. Ares ise
saldırıyı bekliyordu. Kendini geriye atıp sırtını arkaya doğru büktü, yıldırım
onu es geçmişti ama Zeus’un tuttuğu taraftaki omzunu sıyırdı. Ares, onu tutan
kolu yakaladığı gibi ters çevirip Zeus’u duvara yüzüstü çarptı. Zeus’un iki elinde
de yıldırımlar belirdi, gözlerini yakan ışıklar yüzünden Dünya gibi Ares’te
şaşaladı ve Ares’in tutuşu gevşedi. Zeus sırtını ve dirseğini kullanarak Ares’i
ittirdi ve dönüp elindeki yıldırımları Ares’e saplamak için yükseltti. Ares, adamı
bileklerinden yakaladı ve duvara yeniden yapıştırdı.
‘’Senin derdin
ne?’’ diye yüzüne karşı hırladı. ‘’Benden kurtulmak istemiyor musun?’’
Zeus kin dolu
bir sesle cevapladı. ‘’Hiçbir yere gidemezsin!’’
Sağ elindeki
yıldırım uzadı ve Ares’in boynunu sardı. Ares acı içinde kasılınca Dünya
dayanamayıp atıldı. Fakat Zeus ona doğru çevirdiği bakışlarındaki bir güç yüzünden
havalanıp koridorda savruldu. O kadar hızlı dönmüştü ki, bir an nerede olduğunu
bile anlayamadı. Doğrulmaya çalıştı, elinin acısıyla inledi. Üç parmağı
olmaması gerektiği bir şekilde biçim değiştirmişti, dudağını ısırarak Ares’e
baktı. On metre ötede boğazını saran Zeus’un yıldırımından kurtulmak için
debeleniyordu. Dünya, ayağa kalkarken tüm iç organları yer değiştirmiş gibi
midesi bulandı. Ares’e yardım etmesi gerekiyordu ama nasıl yapacaktı?
Ares, onu
Zeus’tan uzak tutan yıldırıma elini uzattı ve adamın şaşkın bakışları altında
yıldırımı ikiye ayırıp yumrukları arasında sıkıp yere fırlattı. Yıldırımlar
dağılırken Ares, öfkeyle Zeus’a doğru atıldı. Zeus’un yüzünde patlayan yumruk
en az yıldırım kadar etkiliydi. Zeus’un duvara çarparak afallamasını fırsat
bile Ares, Dünya’nın olduğu yere kısa bir bakış attı. Bu da Zeus’un fırsatı olmuştu,
dizini Ares’in midesine gömen Zeus güçlü bir yumruğu da yüzüne yapıştırdı.
Ares, yumruk yüzünden sarsılsa da kendini hemen topladı ve Zeus’a doğru atıldı.
Zeus ile iyice birbirlerine girdiler. Dünya eli kucağında dönen başını sabitlemeye
çalışırken aklına gelen tek yardımı çağırdı.
‘’Hera!’’
İkinci kez
bağırmasına gerek kalmadan Hera iki adım ötesinde belirdi. Bu arada Ares,
Zeus’u yere düşürmüş dirseğini adamın boğazına dayamıştı. Her ne kadar ölümsüz
olsa da nefesi kesilen Zeus yüzü kıpkırmızı, Ares’e karşı koymaya devam ediyordu.
Hera hızla ikisine doğru koştu.
‘’Siz ne
yaptığınızı sanıyorsunuz? Bırak onu Ares!’’
Ares
ağırlığını daha bir arttırdı. ‘’Sen onu kocana söyle!’’
‘’Ayrılın!’’
diye Hera bağırınca Ares gözlerini kısarak Zeus’a bir an baktı ve onu
salıverdi.
İki adam,
öfkeyle birbirlerine bakarak doğruldular. Zeus’un burnundan kan geliyordu ve
gömleği yırtılmıştı, Dünya’nın görebildiği kadarıyla dudağı da patlamıştı.
Ares’in omzundaki yanık izi ve boğazını saran morartıya ek olarak elmacık
kemiği hafifçe kızarmıştı.
‘’Ne rezalet!’’
dedi Hera ikisine de ayrı ayı bakarak. ‘’Bir sokak kavgamız eksikti.’’
‘’Olimpos’tan
ayrılacakmış.’’ dedi Zeus burunu koluna silerek doğruldu. ‘’İblislerini daha
rahat yönetebileceği bir eve sığınacak.’’
Hera
anlayamamış gibi Ares’e baktı, yaşadığı şok gözlerinden okunuyordu. ‘’Sen
buraya aitsin Ares.’’ dedi mırıltıyı andıran bir sesle.
‘’Artık
değilim.’’ dedi ve ekledi. ‘’İstediğim yeri kabul edebilirim.’’
Hera, Zeus’a
baktı. ‘’Seninle konuşabilir miyiz?’’
‘’Hera, onu
savunmayı bırak artık. Ares tehlikeli, onun bizlere karşı olduğunu görmüyor
musun? Çukurdaki üç hücre şu anda boş, sebebini
gizli aşığına sor istersen.’’
Dünya, Zeus’un
gizli âşık lafıyla kimi kastettiğini bir an anlayamadı ama Hera, Ares’e dönünce
aniden kavradı. İçini yakan bir hisle tüm bedeni taş kesildi. Hera, Ares’e
doğru adımlarken altın gözlü kaşlarının altından kadına bakıyordu.
‘’Bu doğru mu
Ares? Onları saldın mı?’’
Ares birkaç
saniye cevap vermeksizin kadına baktı. Hera, Ares’in koluna dokundu. ‘’Cevap
ver, baş iblis efendilerini çukurdan çıkarttın mı?’’
Ares’in
gözleri Dünya’ya döndü. Yüzünde anlaşılmaz bir ifadeyle başını salladı.
‘’Evet, başıboş
iblisleri kontrol etmek için tek çarem onlardı.’’
‘’Peki, onları
kim kontrol edecek şimdi? Onlara neyin sözünü verdin? Neyi feda ettin?’’
Ares, Hera’nın
onu tutan kolundan kurtuldu. ‘’Yeter artık.’’ dedi ve Zeus’a döndü. ‘’Madem
bana yardım etmiyorsunuz, önümden çekilin. Ben ne seni tanıyorum ne de senin
zalim hükümdarlığını!’’
Zeus, Ares’in
yüzüne yumruk atmak için elini kaldırdığında Ares, adamın yumruğunu, tek eliyle
havada yakaladı. O anda koridorda sesler çoğaldı. Birbiri arkasına Olimposlular
belirmeye başladı. Birbirlerine kinle bakan iki adam onları fark etmemişlerdi. Apollon,
ikisinin arasına girdi ve ellerini birbirinden ayırıp ittirdi. Zeus’un önüne
geçen Apollon yeniden kavga etmelerini engellemek için tek eliyle adamın omzuna
elini koydu. Eros ve Athena da Ares’i zapt etmek isterecesine iki yanındaydılar.
‘’Sakinleştikten
sonra herkesi toplayıp konuşmaya ne dersin Zeus?’’ dedi Apollon. ‘’Bize
açıklaman gereken şeyler var.’’
Zeus gözlerini
Ares’ten alıp Apollon’a çevirdi. ‘’En iyisi’’ dedi ve doğrulup geriye adım attı.
Ölümsüzlerin her birine bakarak sesini yükseltti. ‘’Kimse Olimpos’tan
ayrılamaz, benim iznim olmadan hiç kimse!’’
Sözlerinin
ardından ortadan kayboldu, Hera’da arkasından. Dünya’nın gücü kalmamıştı.
Omzunu duvara yasladı. Hades yanıbaşında ona eğildi. Diğerleri, kalabalıktan
sıyrılmaya çalışan Ares’in çevresini sarmıştı, neler olduğunu soruyorlardı.
Hades’in sesiyle başını kaldırıp ona baktı, ne söylediğini anlamamıştı. Hades
tekrar etti.
‘’Sen iyi
misin?’’
Başını
sallarken midesi iyice bulandı. Odasına gitmek istiyordu ama eli sıcak bir
hisle zonkluyordu. Parmaklarını yerlerinden koparıp atsa belki rahatlayacaktı.
‘’İyiyim.’’
dedi doğrulmaya çalıştı.
Ares’in
kalabalığın içinden çıktığını göz ucuyla gördü. Kendisine yaklaşmasını izlerken
bastığı zemin dalgalandı ve Hades’in kollarına yığıldı. Bilinci yerindeydi ama
başını kaldıramıyordu. Onu tutan kollar değişti ve gözlerini araladı. Ares’in
endişeli bakışlarla ona baktığını gördü, hızlı adımlarla onu bir yere
taşıyordu. Zeus, dokunmaksızın, tek bakışıyla Dünya’yı alt üst etmişti.
Yatağa
bırakıldı ve arka arakaya üç acı patlamasıyla çığlık attı. Sonrasında ani bir
rahatlamayla gözlerini açtı. Sirona, Ares, Artemis ve Adonis üzerine
eğilmişlerdi. Sirona, diğerlerine çekilmelerini söyledi ve dudaklarının
arasından tatlı bir sıvı akıttı. Baş dönmesi geçerken midesi de yatışmaya
başladı. Kendini daha iyi hissediyordu.
‘’Zeus’un bunu
yaptığına inanamıyorum.’’ dedi Artemis. ‘’Onu öldürebilirdi.’’
Sirona ‘’Zayıf
bir büyü, Artemis, birazdan kendine gelir.’’ diye Artemis’in endişesini
yatıştırdı.
‘’Yine de
yapmamalıydı.’’ diye söylendi Artemis.
‘’Ares!’’ dedi
Adonis. ‘’Nereye?’’
Dünya
panikleyerek gözlerini açtı, kapıdan çıkmak üzere olan altın gözlüye seslendi.
‘’Ares!’’
Ona yetişmeye
çalışan Adonis ile birlikte Ares, Dünya’ya doğru döndü. Dünya güçsüzce devam etti.
‘’Lütfen, onunla kavga etme. Bu kadar yeter.’’
Bir anlık sessizlikten
sonra Sirona, Artemis ile Adonis’e eliyle kapıyı gösterdi. ‘’Hadi bakalım, beni
hastalarımla yalnız bırakın. Ares, sen de şuraya otur.’’
Suratsız Ares,
gösterilen sandalyeye kararsızca adımladı. Diğerleri itiraz etmeden dışarı
çıktılar. Dünya, Ares’in düşünceler içindeki yüzünden gözlerini alamıyordu.
Elmacık kemiğinin üzerindeki kızarıklığa, omzundaki yanık izine ve boğazındaki
zedelenmeye bakarken içi acıyordu. Ama Hera ile onu düşündükçe göğsü
daralıyordu, Dünya’yı asıl güçsüz bırakan da bu histi. Sirona, Ares için ilaç
getireceğini söyleyerek odadan ayrıldı. Ağzını bıçak açmayan Ares, gözlerini
yerden kaldırıp Dünya’ya baktı.
‘’Bunun için
üzgünüm.’’ ondan bir tepki alamayınca ayağa kalkıp yanına geldi, dizlerinin
üstüne çöktü. ‘’Sana bir şey olsaydı, kendimi asla affetmezdim.’’
Dünya yutkunup
başını tavana çevirdi. Beden hasarı umurunda bile değildi. Ares’in Hera’yla da
ilişkisi olduğunu öğrenmesi kıskançlığını körüklemişti ve ona olan güvenine
ağır bir darbe indirmişti. Kalbinin içindeki köz, irinli bir yara gibi
sızlıyordu. Hala görüşüp görüşmediklerini sormaya korkuyordu, olumlu bir yanıt
aldığı takdirde ne yapardı? Ares, koluna dokundu.
‘’Bir şey
söyle papatyam.’’ dedi. ‘’Neden susuyorsun?’’
‘’Ben…’’ dedi
Dünya. ‘’Biraz uyumak istiyorum. Yalnız bırakır mısın?’’
‘’Açıklama
yapabilirim.’’
‘’İstemiyorum.’’
Ares’in
gerildiğini hissetti. Parmakları çarşafı kavradı, çarşafı hırsla bırakan Ares
ayağa kalktı ve sert adımlarla odadan çıktı. Dünya, kapının onun ardından
kapandığını ancak görebildi. İçinin sıkıntısından yatakta döndü ve diğer boş
yatağa gözlerini dikti. Parmakları normal şekillerini almıştı, sadece tuhaf bir
boşluk hissi vardı ama acımıyordu. Halsizlik dışında bir şikâyeti yoktu, bir de
kalbi bu kadar sızlamasaydı…
21. bölüm
On veya on beş
dakika yatakta döndü, gelen kimse olmayınca kendi haline acımayı bırakıp
yataktan doğruldu. Ayağa kalktı, iyiydi. Oda, ona fazlasıyla boğucu geldiğinden
kendi odasına gitmeye karar verdi. Çıplak ayaklarıyla soğuk zemine basınca içi
titredi. Üzerinde hala parti elbisesiyle duruyordu. Kollarını kendine sarıp
odadan dışarı çıktı. Seri adımlarla kapalı kapıları geçti ve büyük camlı kapısı
ve duvarları olan seranın önünde durakladı. İçeride arkası ona dönük duran iki
kişiyi tanıdı, Adonis ve Eros. Teras demirlerine öylesine yaslanmış aşağıya
bakıyorlardı.
Yavaşça cam
kapıyı geçti, varlığını fark etmemelerini umarak. Neyse ki konuştukları konuya
iyice dalmışlardı, yine de tedbiri elden bırakmadan koridorun sonuna kadar
dikkatli adımlarla yürüdü. Zeus’un yaptıklarına öfkeleniyordu öfkelenmesine ama
neden bu şekilde davrandığını mantığı almaya başlamıştı. Aldatılan her koca
karısının aşığına bu kadar merhametli olmazdı.
Yarı yolda
odasına gitmekten vazgeçip mutfağa indi. Karnı çok acıkmıştı. Mutfakta, tek
başına pencerenin pervazına oturmuş elindeki kâseyi kaşıklayan Athena’yı gördü,
bir an kararsız kaldı. Rahatsız etmek istemiyordu. Dönmek için hareketlenmişken
Athena onu fark etti.
‘’Dünya!’’
Athena’ya bakınca devam etti. ‘’Gelsene.’’
‘’Rahatsız
etmek istememiştim.’’ dedi Dünya.
‘’Rahatsızlık
mı?’’ dedi bacaklarını aşağıya sarkıttı. ‘’O halde, dolaptan birer tane sütlaç
getirirsen, seni affederim.’’
Dünya kadına
gülümsedi ve dolaba yürürken mırıldandı. ‘’Tıpkı eski günlerdeki gibi…’’
Eli dolabın
kapağında durakladı ve Athena’ya baktı. Lafına kadın da, en az onun kadar
şaşırmıştı. Athena’yla, mutfakta sohbet etmesi o kadar olağan gelmişti ve
kelimeler o denli rahat çıkmıştı ki, anılarını bu kez hissetti. Görüntü olarak
değil, yaşanmışlık duygusuyla.
‘’Eski günler
mi?’’ dedi Athena.
Dolaba dönen
Dünya raftaki son iki sütlacı alırken cevapladı. ‘’Ağzımdan öylesine çıktı.’’
Athena,
kanmamıştı ama üstüne de gitmedi. Dünya ona doğru yürürken geniş pervazda
oturması için yer açtı. İki kaşık sütlacı midesine indiren Dünya dudaklarını
yaladı.
‘’Bu harika,
yediğim en güzel sütlaç!’’ dedi ve sırıtan kadına baktı. ‘’Ve ben sütlacı çok
severim.’’
Athena başını
salladı. ‘’Biliyorum.’’ dedi pencerenin kenarına yaslanıp tek bacağını yukarı
çekti. ‘’Bunu senin için yapmıştım, aslında daha fazlaydı ama sanırım biri
tarafından keşfedilmiş.’’
Dünya güldü.
‘’Doğum günü sütlacı demek, o halde suçlu kesin Apollon’dur. Pastadan sonra
sütlaca dadanmış olmalı.’’
Athena hoş bir
kahkaha attı. ‘’Bence de!’’
Dünya,
güzelliğiyle ışıldayan kadına baktı. Güzellik bakımından Hera ile kolayca
yarışabilirdi, belki onu bile geçerdi. Hareketleri daha kadınsı olsaydı ve
savaşma merakı yerine biraz da kendisiyle uğraşsaydı, kesinlikle rakibi yoktu.
Acaba Ares’le… Nefes alıp sütlaca döndü, yok daha neler, bunun düşüncesi bile
olamazdı. Neden? Bilmiyordu, sadece hissediyordu. Athena boş kâseyi kenara
bıraktı.
‘’Zeus ile
konuştum.’’ dedi. Dünya ona bakınca devam etti. ‘’Ares’in düşmanının çok
olduğunu ve korumasızlığın başını derde sokacağını söyledim. O yüzden
Olimpos’tan ayrılmasını yasakladığını söyledi. Zarar görmesine izin
vermeyeceğini özellikle tekrarladı. Ares’e bir ders vermek istiyormuş, sonra
korumayı geri verecekmiş.’’
Dünya kâseyi
kucağına koydu ve kadına bakmaya devam etti. Athena sıkkın bir sesle ekledi.
‘’İnanmadım.’’ Dedi. ‘’Korumayı özellikle aldı, bir şey olmasını bekliyor. Onu
sorunlarından azat edecek bir şey, hem Olimpos’ta kalmasını sağlayacak, hem de
isyan çıkarmasını engelleyecek.’’
‘’Bu ne
olabilir?’’ dedi Dünya.
Athena omzunu
kaldırdı. ‘’Bilmiyorum ama yakında öğreneceğimize eminim.’’
‘’Athena…’’
diye konuşmaya başlayınca Athena lafını kesti.
‘’Neden sende
herkes gibi bana ‘Hena’ demiyorsun, eskiden öyle söylerdin.’’
Dünya
gülümsedi. ‘’Peki, Hena. Antik bir tanrıçaya ‘Hena’ demek tuhaf, gerçi birine Athena
demek bile başlı başına tuhaf ya neyse.’’
Athena burunu
kırıştırdı, bu hareketi ona Artemis’i hatırlattı. ‘’Sen izinlisin ölümlü kadın,
bana Hena diyebilirsin. Tanrıçanın onayını aldın ölümlü, şimdi devam et!’’ diye
abartı bir kibirle ekledi.
Gülümsedi.
‘’Şey, ben’’
dedi Dünya. Nasıl soracaktı ki? ‘’Yani, benim düşünceme göre Zeus’un Ares’in
doğumu hakkında bildiği bir şey var. Ve bu da onu korkutuyor.’’
Athena bir iki
saniye düşündü. ‘’Zeus’un yalan söylemesine gerek olduğunu…’’ dedi ve
durakladı. Aklına başka bir şey gelmişti. ‘’Benimde ebeveynlerim tam olarak
belli değil, bunu biliyor muydun? Kâhin bana Metis isimli bir titan soyundan
bahsetti. Annemin o olduğunu söyledi ama onun hakkında çok az şey biliniyor.
Zeus’a bir kere Metis’i sordum ve tepkisi yüzünden bir daha sormamaya karar
verdim. Her ne kötülük yapmışsa bunu bir tek Zeus biliyor, o da anlatmaya
isteksiz. Belki Ares’in ebeveynleri de, benimkiler gibi kötü bir şey yapmışlardır.
Zeus bizi o yüzden yanına almıştır, geleceğimizden bizi korumak için.’’
‘’Ares’i
korumaya çalışmadığı çok açık.’’ diye mırıldandı.
‘’Ares,
çocukluğundan beri inatlaşma huyundan vazgeçmedi, kavga yoluyla her işini
çözebileceğini sanıyor. Sakince düşünüp hareket ettiğine şahit olmak çok zor ve
o zamanlarda da mutlaka bir iş karıştırdığı ortaya çıkıyor. Sen olsan ne düşünürdün?’’
Dünya bir şey
demeden başını çevirdi. Ares’in çabuk parladığı doğruydu ve kendi başına buyruk
olduğuna da, kısacık zaman zarfında birçok kez tanık olmuştu. Fakat hiç birinde
düşüncesizce hareket etmemişti, hatta kendini tehlikeye attığı zamanlarda bile,
başkalarına zarar gelmemesine uğraşıyordu. Ya da Dünya, Ares’i pek
tanıyamamıştı.
Mutfağa giren
Adonis sayesinde Athena’nın sorusunu cevaplamaktan kurtuldu.
‘’Hasta
yatağında olması gerekene de bakın siz.’’ dedi alaycı bir bakışla. ‘’Mutfakta
oturmuş tıkınıyor. Boşuna nöbet bekliyormuşuz. Ne ara kaçtın sen?”
“Sıkıldım.”
dedi Dünya omzunu silkerek.
Adonis
kaşlarını çattı ama kızgın olduğundan değil. “Ah, o da ne?’’ Dolaba doğru
yürürken devam etti. ‘’Bana da kaldı mı?’’
Athena, bitmiş
kâseleri alıp pervazdan zıplarcasına indi. ‘’Kalmadı bebek, Dünya bile sonuna
yetişti.’’
Adonis güzel
yüzünü asarak kapağı kapatırken Dünya yarılanmış kâseyi kaldırdı.
‘’Yarıma
razıysan, kaşık al gel.’’
Adonis, dudağının
kenarında hoş bir gülümsemeyle ona baktı. ‘’Senin her şeyine razıyım.’’
Athena
gözlerini devirip kâseleri lavobaya bıraktı. ‘’O senin hakkındı, bulaşmasına
izin verme.’’
Dünya o arada
Adonis’in lafı ve bakışı yüzünden kızarmakla meşgul olduğundan kadına yorum
yapmadı. Athena ikisine veda edip mutfaktan çıkıp gitti. Adonis ile
kalakalmıştı. Adonis Athena’nın yerine oturup Dünya’ya baktı.
‘’Ben hazırım.’’
Dünya bir an
şaşaladı. ‘’Neye?’’
Adonis
gözleriyle elindeki sütlacı işaret edince Dünya ‘’A, tamam…’’ diye ayaklandı.
‘’Sana kaşık getireyim.’’ Adonis kolundan tuttu ve Dünya ona dönerken lafını
tamamladı. ‘’Bu kirli…’’
Adonis, onun elinden
sütlacı aldı, kaşığı da. Dünya yerine otururken sütlacın kalanını yok etmeye
başladı. Dünya öylesine mırıldandı.
‘’Değil mi,
neden kaşık kirletiyoruz ki!’’
Adonis ona
gülümsedi ve bir kaşık dolusu sütlacı ona uzattı. Dünya Adonis’ten tiksinmediğini
fark etti ve uzattığı sütlacı ağzına tıktı. Sonraki üç lokmayı da paylaştılar.
Adonis, biten kâseyi karşıdaki masaya bırakıp Dünya’ya döndü.
‘’Yediğim en
lezzetli tatlıydı.’’
Dünya ‘’Evet,
harika yapmış.’’ dedi dudağındaki kalıntıları diliyle temizlerken. ‘’Athena bu
konuda oldukça başarılı, kafede iş önermeliyim.’’
Adonis, şakası
karşısında tepki vermeden ona bakıyordu. Elini cebine attı ve avucunda sıkıca
tuttuğu bir şeyle çıkarttı. ‘’Ben de çalışabilir miyim?’’ dedi. ‘’Kafende bana
göre bir iş var mı?’’
Elindekini merak
ederken onun sorusunu cevapladı. ‘’Senin kariyerinin gösteri dünyasında olması
gerek, kafe basit kaçar.’’
‘’Neden?’’
dedi, eliyle saçını geriye attı.
Adonis’in sesi
hoşnutsuz çıkmıştı ama Dünya sadece ona iltifat etmeye çalışıyordu. Bunda
bozulacak bir şey göremedi.
‘’Sebebini
biliyorsun.’’ dedi. ‘’Hiç aynaya bakmaz mısın sen?’’
‘’Tek
özelliğim aynada gördüğüm yansıma mı?’’ dedi Dünya’ya doğru yürüdü ve tam
önünde durdu. ‘’Beni düşündüğün zaman aklına gelen ne?’’
‘’Seni neden
düşünsün Adonis?’’
Mutfakta
patlayan ses yüzünden ikisi de irkildi. Ares kapının ağzında durmuş, kötücül bakışlarını
Adonis’e dikmişti. Adonis rahat bir tavırla ellerini cebine attı ve Ares’e döndü.
Dünya, avucunda ne sakladığını görmeyi başaramamıştı. Adonis, kalçasını pervaza
yasladı.
‘’İnsan, bir
şeyler paylaştıklarını az da olsa düşünür Ares.’’
Dünya,
Adonis’in banktaki öpücüğü anlatmasından çekindi. Bir anlık duygusallığın
başına iş açmasından korkarak tepki vermemeye çalıştı ama Adonis’e bakmadan
kendini alamadı.
‘’O, seninle
ilgili hiçbir şey hatırlamıyor, aynen senin gibi.’’ dedi Ares, gözlerini
Adonis’e kenetlemişti. ‘’Yani siz hiçbir şey paylaşmadınız!’’
‘’Bazı şeyler
gözünün önünde olsa da eski önemini kaybetmiştir, bazı unutturulanlar ise
küllerinden doğar.’’ Dedi ve kelimelerin üstüne basarak ekledi. ‘’Daha güçlü
bir şekilde!’’
Dünya
şaşkınlıkla Adonis’e baktı, ne yapmaya çalıştığını anlayamamıştı. Dün gece
umutlanmayacağını söylerken şimdi neden böyle imalarda bulunuyordu? Ares,
yumruklarını sıkıp kaşlarının altından Adonis’i parçalayacakmış gibi bakarak homurdandı.
‘’Hiç şansın
yok!’’
Sakin bir
tavırla Ares’e bakan Adonis yavaşça sırıttı.
‘’Bunun olabilme
fikri canını sıktığına göre hala bir şansım var, en az senin kadar…’’
Dünya,
Adonis’in lafı üzerine ayaklandı. ‘’Şu son sözlerin senin hakkında
düşündüklerimde ne kadar yanıldığımı ispatlamaktan başka bir işe yaramadı. Şans
dediğin şey, belki ile başlayan bir kuşkuyla oluşur ve benim açımdan belki diye
bir kuşku yok.’’ Dedi ve Adonis’in çatılan kaşlarının altında parıldayan
gözlerine baktı. ‘’Ayrıca aynada gördüğünden ibaret olmak istemiyorsan,
beyninle düşünmeye başlasan iyi olur.’’
Şok içindeki
Adonis’ten gözlerini aldı ve kapıda duran Ares’e doğru yürüdü. ‘’İkinizin aşk
oyunlarına katlanacak kadar ömrüm yok benim. Çevrenizde bir sürü ölümsüz var. Başka
bir kurban bulun.’’
Kapının önünde
geçmesine engel duran Ares’in önünde dikildi. Altın gözlü ondan böyle bir tepki
beklemiyor olacak taş kesilmişti.
‘’Çekilir
misin?’’ dedi öfkeden titreyerek.
‘’Neden kızgın
olduğunu biliyorum.’’ dedi Ares. ‘’Kendimi açıklama fırsatı vermeyeceğini de
biliyorum. O yüzden şimdilik çekiliyorum ama bana haksızlık ediyorsun.’’
Sözlerinin
ardından ortadan yok oldu. Dünya, Ares’in onun için savaşmasını istiyordu,
zorlamasını ama adam öylece gidivermişti. Hayal kırıklığı boğazının tam ortasına
oturdu, yumruklarını hırsla sıktı. Kapıdan geçmeye hazırlanırken Adonis onu bileğinden
yakaladı.
‘’Asıl oyunu,
sen oynuyorsun Dünya.’’ dedi ve elindeki şeyi ona gösterdi. ‘’Bunu kapımın
önüne bırakıyorsun ve beni düşünmediğini söylüyorsun. Bizimle asıl dalga geçen
sensin.’’
Dünya,
Adonis’in elinde sallanan çiçek kolyesine bakarken adam parmaklarının arasından
kayan kolyeyi yere bıraktı. Kırgın bir sesle mırıldandı. ‘’Senin için önemim
olduğunu sanmakla yanılan ben oldum.’’
Adonis de
ortadan kaybolunca Dünya’nın karamsarlığı tamamen tavan yaptı. Eğilip kolyeyi
yerden aldı. Kolyeyi ondan alan Ares neden böyle bir şey yapmıştı? Kolyeyi
ondan alıp neden Adonis’in kapısına bıraksın? Adonis’i umutlandırmayı neden
istesin? Kafası adamakıllı karışmıştı. Bu durumda danışabileceği tek kişiye
doğru yürümeye başladı. Karanlık bahçe ve amansız çalı ormanı bile umurunda
değildi, kâhini görmeliydi. Ve adam bu sefer daha açıklayıcı konuşmalıydı,
yoksa delirecekti.
Yaklaşık onbeş
dakikadır elindeki küçük fenerle kulubeye doğru yürüyordu, normalde çoktan
ulaşması gerektiğinden bunun anlamı tek şey olabilirdi. Kaybolmuştu. Üzerine
aldığı hırkanın sürekli çalılara takılıp durması sinirlerini iyice bozmuştu.
Artemis’i veya Athena’yı kendisiyle gelip gelmeyeceklerini sormadığına pişman
oldu. Düz olarak yürüyordu ama bir türlü kulubenin olduğu açıklığa varamamıştı.
Önüne çıkan dala elindeki feneri sallarken adımladı ve ayağı boşluğa gelince
kıçüstü yere düştü. Feneri etrafında gezdirerek ayağa kalktı. Yol üzerinde
olmaması gereken bir eğim vardı. Yanlış yönde olduğu artık kesindi. Dala
tutunarak arkasını döndü. Karanlıkta bir çift morumsu renkte göz ışıldadı.
Korkudan eli titredi ve fener kaydı. Kısık bir homurtu duydu, fener aşağı yuvarlanırken
bir adım geriye gitti. Mor gözler ona doğru hızla yönelince yapabileceği tek
şeyi yaptı ve çalıları umursamadan yokuş aşağı koşmaya başladı. Kollarını
yüzüne germişti, dallar yüzüne çarpmıyordu ama üzerine takılarak hırkasını ve
tişörtünü yırtıyordu. Yönünü göremeden
koşarken aniden ayakları suya bastı ve birkaç adımdan sonra takip edilip
edilmediğine bakmak için arkasını döndü.
Tuhaf bir
loşluk vardı ve ayaklarını kaplayan sığ bir suyun içinde yalnızdı. Nefes nefese
gözlerini çalılara dikerek birkaç adım daha geriledi. Bir yandan salaklığına
kızarken bir yandan da ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Sonra suyun ilginçliği
gözüne çarpttı. Su yeşil bir parıltıyla dalgalanıyordu. Belki onu takip eden
her neyse sudan çekiniyordu, demek ki suyun içinden ayrılmaması gerekiyordu.
Sabaha kadar…
‘’Ne şanslıyız
Hrain.’’
Aniden sese
doğru döndü. İki metre ötesindeki hava buğulanarak cisimleşti. Upuzun koyu
kırmızı saçlara ve zarif yüz hatlarına sahip, kedi bakışlı bir adama bakıyordu.
Adamın ince bedenini örten kıyafeti şerit ve kumaş parçalarından oluşuyordu.
Bileğinde, Ares’in hep taktığı deri bilekliğin bir benzeri vardı. Pantolonun
kemerinden sarkan kısa sopa dışında silahsızdı.
Dünya hızlıca
etrafa göz attı, ikisinden başka kimse görünmüyordu ama gözleri onu pekala
yanıltabilirdi. Kırmızı saçlı adamın yeşil gözleri kısıldı.
‘’Beni
görebiliyor musun sen?’’
Adamın
görüntüsü hafifçe titreşti, sonrasında iyice netleşti. Omzundaki ben iyice
ısınmıştı, neredeyse canını yakıyordu. Adam mırıltı gibi bir sesle ekledi.
‘’Duyabiliyor
musun?’’
Dünya kendini
savunacak hiçbir şey bulamayınca gözlerini adama dikti.
‘’Evet’’
Adam hayret
dolu bir memnuniyetle Dünya’yı süzdü ve ona doğru adımladı. Dünya gerilerken
sert bir sesle, adamı uyardı.
‘’Bana
yaklaşma!’’
Dünya ardında
bir homurtu duydu, yana doğru hızla kayarken arkasına göz attı. Mor gözlerin
sahibi de suya adım atmıştı. Simsiyah saçları olan bu kadın, kırmızı saçlının
ikizi gibiydi. Aynı kıyafetten o da giymişti ama bunun kılıcı vardı. Kadın
biçimli dudaklarını gerdi ve keskin köpek dişlerini meydana çıkarttı. İnsan
olmadıkları belliydi ama ne oldukları konusunda mantıklı bir fikir yürütemedi.
Düşman olmamalarını umut etmek ise boş bir hayaldi.
Kadın kaba ve
bozuk bir sesle hırladı.
‘’Elini çabuk
tut, Solan, efendi fark etmesin.’’
Solan’ın
gözleri kadına döndü.
‘’Ona efendi
deme!’’ dedi. ‘’Çeneni kapat.’’
Dünya daha
fazla bekleyemedi, döndü ve var gücüyle koşmaya başladı. Solan’ın bir şey
mırıldandığını duydu. Ayaklarını saran sular yükseldi ve yeşil buzdan oluşan
parmaklıkların arasında kalakaldı. Parmaklıkları geçemedi, kalbi deli gibi atarken
Solan’a doğru döndü. Adamın tek eli yemyeşil bir ışıkla yanıyordu. Solan,
kaşlarının altından Dünya’ya bakarak aralarındaki mesafeyi kayarcasına kapattı.
Hrain uzun bacaklarıyla uzun adımlar atarak onlara yaklaştı. Dünya çaresizce
bağırmaya başladı.
‘’Ares!’’
Fakat kafesi,
parmaklıkları hiç yokmuşçasına aşan Hrain eliyle ağzını kapatınca sözcükler
tamamlanamadı. Solan’ın bir hareketiyle kafesin parmakları tamamen dağıldı ve
hava yırtılarak karanlık bir boşluğa dönüştü. Hrain onu sıkıca tutuyordu.
Kadının kuvveti karşısında kımıldayamayan Dünya, boşluğa doğru sürüklemesine
karşı koyamadı. Solan, memnun bir yüzle onları takip ediyordu. Dünya kâbusuna
doğru ilerlerken kurtaracak biri olması için dua etmeye başladı. Fakat bu sefer
onu koruyacak ne Artemis, ne Apollon, ne Adonis ne de Ares ortaya çıktı.
Hrain’in insafsız kollarında boşluğu aştı.
Nefesi
kesilmişti. Hrain kolundan tutup sürüklemeye başladığında ciğerlerini kavuran
havaya rağmen soluk almaya çalışıyordu. O kadar ağır bir hava vardı ki,
yıllardır taze hiçbir şey buraya sızmamış gibiydi. Solan, yumuşak adımlarla
önden ilerliyordu. Dünya biraz olsun nefesini toparladığında etrafına
bakabildi. Solucan deliğine benzeyen bir mağaradaydılar. Duvarlarındaki zayıf meşale
ışıkları yüzünden havadaki kasveti somut olarak hissediyordu.
‘’Beni nereye
götürüyorsunuz?’’ diye inledi. Çünkü Hrain kolunu kopartmak ister gibi
çekiştiriyordu.
Solan, onlara
bakmadan konuştu. ‘’Sustur şunu.’’
Hrain
kemerindeki şeriti tek hamlede koparttı ve Dünya’nın bileklerine kan dolaşımını
engelleyecek kadar sıkı bir düğüm attı. Dünya, kadını tekmelemeye çalıştı ama
yüzüne yediği tokatla gözlerinin önünde yıldızlar uçuştu. Solan’ın sesini
yeniden duydu.
‘’Şunu
kullansana akılsız!’’
Ağzını örten
kumaş parçası tüm çenesini kapladı. Ve sertleşerek demirden bir kıskaca
dönüştü. Solan homuranarak uzaklaştı.
‘’Herşeyi ben
mi düşüneceğim.’’
Hrain
homurdandı ve Dünya’yı yeniden sürüklemeye başladı. Dünya burnuna kadar yüzünü
kapatan katılaşmış kumaşın izin verdiğince soluk alarak onu yönlendirdikleri
tahta kapıya baktı. Kapının yanında toprak basamaklar yukarı çıkıyordu. Kapının
önünde duraksayan Solan omzunun üstünden Hrain’e baktı.
‘’Misafiri var.’’
dedi ve bakışları Dünya’ya döndü. ‘’Sanırım bunu izlemek istersin.’’
Kapıdan
ayırılıp basamakları tırmanmaya başladı. Mor gözlü Dünya’yı iterek basamakları
zorla çıkarttı. Kısa bir tırmanıştan sonra sağa dönen koridoru aştılar ve duvarın
önünde onları bekleyen Solan’ın yanına ulaştılar. Solan, Dünya’nın ensesinden
tuttu ve tırmağıyla duvara bir şekil çizdi. Toprak duvar kolayca döküldü,
karşılarına küçük bir hücre çıktı.
‘’Bekle’’ dedi
Solan diğerine ve Dünya’yı odacığa ittirdi.
Dünya’nın
ardından odaya girdi ve giriş kapanınca karanlık etraflarını sardı. Dünya içinde
bulunduğu tehlikeyi unuttu, saf bir korkuya dönüşen karanlık tüm düşüncelerini
esir aldı. Solan’ın kımıldandığını hissetti ve ardından hücre aydınlandı.
Hücrenin tek duvarı şeffaflaşmıştı. Solan, dar oda yüzünden bedenini ona yapıştıracak
kadar yaklaştı.
‘’Çok
şanslısın anahtar’’ diye fısıldadı.
Dünya, şahit
olacağı görüntüden korkarak gözlerini diğer odaya çevirdi. Taş ve toprağın iç
içe geçtiği odayı biçimsiz taş şamdanlardaki mumlar aydınlatıyordu. Eşya namına
üzerine kürklerin serildiği taş divanlar vardı. Başını sola doğru çevirdi ve odadaki
misafiri nihayet gördü.
Tül ve
satenlerin oluşturduğu şık kıyafetinin içinde, bu odaya hiç yakışmayan Afrodit
sabırsız adımlarla yürüyordu. Solan’ın sıcak nefesi, ensesini yaktı.
‘’Bize çok
zorluk çıkardın anahtar, senin yüzünden en iyi savaşçılarımızdan dört tanesini
kaybettik. Yine de Ares’in değerli anahtarını çalmayı başardık. Sevgilisi de
ayağımıza kadar geldi. Ne kadar güçlü olduğumuzu kavramışsındır.’’
Dünya, daha
onların kim olduklarını bile kavrayamamıştı ki. Kendini Solan’dan sakınarak dar
hücreye iyice sindi. Konuşabilmeyi değilde hareket edebilmeyi çok isterdi.
Bileklerini sıkan bağ yüzünden parmakları uyuşmaya başlamıştı. Solan, onun
gerilemesini korkaklık olarak aldığından kısık sesle güldü.
Dünya, yaptığı
aptallığa inanamıyordu. Tek başına kâhini aramaya çıkması, hem de gecenin bir
vaktinde, büyük düşüncesizlikti. Afrodit adımlamayı bırakıp başını doğrulttu ve
gözleri kapıya döndü. Kapıdan giren pelerinli adam, yüzünün yarısını kaplayan
bir maske takmıştı. Dünya adamı hemen tanıdı, bu İksion’du.
‘’Sarayıma
yeniden hoş geldin Afrodit.’’ dedi adam kadına doğru adımlarken.
Afrodit gelen
adamı baştan aşağı süzdü.
‘’İstediğim
şeyi getirdin mi?’’
Yüzünün yarısı
bir maskeyle örtülmüş İksion, Afrodit’in karşısında durdu ve ciddiyetsiz bir
tavırla yüzünü astı. ‘’Hemen iş mi konuşacağız? Biraz senin muhteşem güzelliğinin
tadını çıkartmak isterdim.’’
‘’Fazla
zamanım yok İksion.’’ dedi Afrodit. ‘’Senin aptalca şakalarını kaldıracak
havada değilim.’’
‘’Ama bana
mecbursun güzelim.’’ diye sırıttı.
Afrodit’in
adama bakışları iyice kinlenirken İksion eğleniyordu. Dünya, Afrodit’in ondan
ne isteyebileceğini tahmin bile edemiyordu ama iyi bir şey olmadığı açıktı.
İksion, fırsatları kendine çevirmeyi gayet iyi başarıyordu. Vaatleri sayesinde
kendine bir şekilde kurtarıcılar edinmişti, Asteria, Ares ve şimdi de Afrodit.
İksion elini
yavaşça kaldırıp yüzündeki maskeyi indirdi ve çirkin yüzünü ortaya çıkardı.
Afrodit tiksintiyle yüzünü buruşturdu.
‘’Hatırladığımdan
daha iğrençsin İksion.’’
‘’İkna
edilmesi gereken bir kişiye söylenmemesi gereken kelimeleri sarfediyorsun.’’
diye hırıltıyla konuşan İksion elini pelerinin içine attı ve küçücük bir şişe
çıkardı. ‘’Bunu sana vermekten her an vazgeçebilirim.’’
Afrodit’in
gözleri şişeye takıldı ve yüzünü aydınlatan bir gülümsemeyle İksion’a baktı. ‘’Yanında
getirdiğine göre, kesin vereceksin.’’
İksion şişeyi
avucunda sakladı. ‘’Evet’’ dedi Afrodit’in yanına iyice yaklaştı. Afrodit’in
altın sarısı buklelerini eldivenli eliyle dokunmadan okşadı. ‘’Beni tanıyorsun,
Afrodit. Daha da iyi tanımak istersen, hiç pişman olmazsın.’’
Afrodit başını
geriye atıp adamın temasından sakındı.
‘’Dalga
geçiyor olmalısın, suratına bakmak bile midemi bulandırırken bu imaların çok
komik.’’
İksion,
gözlerini kıstı. Yarısı erimiş yüzünde bu ifadesi daha bir korkunç olmuştu.
‘’Zavallı Afrodit’’ dedi duygusuz bir sesle.
‘’Zavallı
mı?’’
‘’İstediğin
şeyi ne yapmak için kullanacağını bilmiyorum mu zannettin. Kimin için
kullanacağını da iyi biliyorum ama bunun işe yarayacağını sanmıyorum. Koruması
yüzünden ona büyü yapamazsın.’’
‘’Nasıl
yapacağım seni ilgilendirmez, İksion. Vaktim az, şu an için koruması yok ama
her an…’’ dedi aceleyle Afrodit ve birden durdu. Laf ağzından çıkmıştı, geri
alamazdı.
İksion
suratının o haline rağmen şaşırmayı başardı ama Afrodit’in itirafına yorum
yapmadı. Dünya ise buz kesmişti. Afrodit, Ares’e büyü yapmak istiyordu.
Korumasının kalkmasından faydalanarak altın gözlüye zarar verecekti. İçinde
bulunduğu durumu unuttu ve odadan çıkmak için geriye dönecekken Solan kendini
hatırlattı. Dünya’nın saçlarına elini geçirdi ve başını sertçe tutup şeffaf
duvara bastırdı.
‘’Dinle!’’
diye kulağına hırladı. ‘’Bu sana verilmiş bir ödül, değerlendir.’’
Dünya’nın
yapabileceği bir şey yoktu, o yüzden dinlemeye ve izlemeye devam etti. İksion
bir süre düşünür gibi başını eğdi. Afrodit adamın tepkisine dikkat kesilmişti.
Fazla beklemesine gerek kalmadan İksion gözlerini kadına dikti.
‘’Aşk
tanrıçasının düştüğü duruma bakın siz!’’ dedi alayla. ‘’Ama sana yardım
edeceğim. Güzel kadınlara karşı zaafımı bilirsin.’’
Afrodit’in
yüzünde beliren umut ışığına aldırmadan devam etti. ‘’Fakat benimde senden bir
ricam olacak. Biliyorsun, bu çok değerlidir, kolay bulunmaz. Daha doğrusu
benden başkası bulamaz.’’
‘’Ne
istiyorsun?’’
İksion
pelerinin bağını çözdü ve başlığını indirdi. Pelerini yere düşerken Dünya’nın
soluğu kesildi. Adamın hali korkunçtu. Vücudundaki irin ve yaraların hesabı
yapılamazdı, düzgün tek yeri yüzünün yarısıydı. Kalanı yanık, kan, çıban
benzeri iyileşmesi olanaksız cerahatli yaralarla kaplıydı. Bazı yerleri
öylesine erimişti ki kemiği görünüyordu. Dünya, adamın ayakta durabildiğine
inanamadı. Adam, ellerindeki eldivenleri de çıkarıp yere bıraktı. Dehşetin
gururlu resmi, elindeki küçük şişe ve mahrem yerini örten şeritlerden oluşmuş
kıyafetiyle Afrodit’e hasarlı bedenini sergiledi. Afrodit, görüntüyü hiç yadsımadan
adamı süzdü. İksion eksik dudaklarında tuhaf bir sırıtmayla kadından isteğini,
dile getirdi.
‘’Beni eski
halime döndür.’’
‘’Bunu yapamam
İksion, ben şifacı değilim.’’
İksion
homurdandı. ‘’Benimde şifaya ihtiyacım yok zaten. Bana nektar ve altın elmanın
kabuklarını getir. Laneti üstümden ancak onlar kaldırabilir. Bende sana
Hypnos’un kanını vereyim, başka türlü aşk iksirin istediğin kadar kalıcı
olmaz.’’
Dünya
beyninden vurulmuşa döndü. Afrodit aşk iksiri hazırlayacaktı ve kimin için
kullanacağı barizdi. Ares’i tamamen kaybettiğini düşünen ölümsüz, adamı büyüyle
kendine bağlamak istiyordu. Dünya, bu acımasız planı nasıl engelleyeceğini
düşünmeye çalıştı ama onun hali de Ares’ten farklı değildi. Önce kendisini
buradan kurtarmalıydı.
Afrodit nefes
aldı ve başını salladı. ‘’Peki, öyle olsun İksion.’’ dedi. ‘’Sana nektar ve
altın elma getireceğim.’’
‘’Ne kadar
çaresizsin.’’ diye hayıflanan İksion’a ters bir bakış atan Afrodit ortadan
kayboldu.
İksion yerdeki
kıyafetleri ağır hareketlerle alıp giyerken Solan, Dünya’nın ensesinden tuttu
ve çevirip dar hücreden çıkarttı. Dünya, hiç karşı koymadan kırmızı saçlının
onu sürüklemesine izin verdi. Koridorda bekleyen Hrain’e katıldılar ve geldikleri
yolu döndüler. İksion’un odasının kapısına geldiler. Hrain kapıyı onların
geçmesi için açıp geriledi. Solan içeri girer girmez Dünya’yı odanın ortasına
doğru ittirdi. Dengesizce omzunun üstüne düşen Dünya, acıyla yüzünü buruşturdu.
‘’Seni aptal!’’
diye İksion’un sesi çınladı. ‘’Ona zarar vermemeni söylemiştim.’’
‘’Hiçbir şeyi
yok, anahtar sağlam.’’ dedi Solan ve kolundan tuttuğu gibi Dünya’yı ayağa
kaldırdı. ‘’Bak, yaşıyor’’
Dünya ölümcül
gözlerle İksion’a baktı. Adamın alaycı ve korkunç yüzü, bakışından hiç
etkilenmemişti:
‘’Çöz onu
Solan.’’
Solan,
Dünya’nın yüzünü kendine çevirdi ve uzun tırnağını çenesini kaplayan sertleşmiş
kumaş parçasına geçirdi. Kurumuş bir yaprak gibi kolayca kumaşı söktü, aynı
şekilde ellerini uyuşturan şeritleri de kopardı. Dünya’nın elleri kendisine ait
değildi, parmaklarını bile oynatamıyordu. Solan onu kolundan tutup İksion’un
önüne ilerletirken kukla gibi adama uydu.
‘’Bütün
davetlerimi geri çevirmene bozulmaya başlamıştım anahtar.’’ dedi İksion. ‘’Ama
Solan’la iyi anlaşmışa benziyorsun. O ve ikizi benim sağ kolumdur, bu görev
için fazla olsalar da beni şaşırtmayarak görevi başardılar.’’
‘’Aptal adamlarını
övmek için mi beni buraya getirdin?’’
İksion’un
maskesinden görünen ağzı, çarpık bir sırıtmayla yayıldı:
‘’Dilin çok
sivri anahtar, bu ukalalığının sebebi geçici arkadaşların mı yoksa? Seninle
işleri bittiğinde, beynini kızartıp köşeye atacak dostlarına mı güveniyorsun?’’
‘’Neyseki seninkiler
kadar kaypak değiller.’’
‘’Bende bunun
için seviniyorum anahtar.’’ dedi İksion. ‘’Ne olursa olsun sözlerini
tutuyorlar. Dürüst kişilerle iş yapmaya bayılırım.’’
Dünya yorum
yapmadan yüzüne bakmaya devam edince İksion ekledi. ‘’Seni neden çağırdığımı
merak ediyorsundur.’’
Parmaklarındaki
uyuşukluk geçmeye başlamıştı ama şimdi de görünmez dikenler bileğinin
yukarısına kadar batırılıyordu. Can acısıyla dudağını sıkan Dünya, başını sağa
sola salladı:
‘’Merak
etmiyorum.’’
İksion’un canı
ilk defa sıkıldı ve bakışlarını Solan’a çevirdi:
‘’Dışarı çık
ve Afrodit gelirse onu beklet. Anahtar ile görüşmem bitene kadar da onu
salıverme.’’
Bir anlığına
kararsız kalan Solan dışarı çıkmak için yürürken İksion, kürkle kaplı taşın
üstüne oturdu. Yanını işaret etti:
‘’Otur.’’
Dünya, adamın
işaret ettiği yere bile bakmadı. ‘’Afrodit’in Ares’e büyü yapmasına izin
veremezsin.’’
‘’Neden izin
vermeyecekmişim, bana ne, Ares’in aşk hayatı beni ilgilendirmiyor.’’ dedi ve
anlamlı bir bakışla ona baktı. ‘’Sanırım seni ilgilendiriyor.’’ Dünya’nın
çenesini sıktığını fark eden adam, hırıltılı gülüşüyle güldü. ‘’Anahtarımız da
kendini kaptırmış, şu Ares ne şanslı adam.’’
Ares şanslı
mıydı? Özellikle Hera’yı duyduktan sonra… Dünya, buna daha sonra karar
verebilirdi ama şu an için adamın başının oldukça derde gireceğini biliyordu.
İksion keyifle konuşmasına devam etti:
‘’Afrodit,
altın elmayı Zeus’tan alabilirse, ben eski halime geri döneceğim. Ares’in
şanslarını elinden alabilirim böylece.’’
Altın elma,
Zeus, Afrodit, büyü, korumanın kaldırılması… Birden Dünya’nın mantığındaki tüm
taşlar yerine oturdu. Zeus, Ares’in korumasını Afrodit adama aşk büyüsü
yapabilsin diye kaldırmıştı. Büyülenen Ares, hem fani Dünya’dan vazgeçecekti,
hem Olimpos’tan ayrılamayacaktı, hem de Afrodit’e geri dönecekti. Zeus,
Afrodit’i kullanarak ona istediği gibi yön verebilecekti. Dünya, tüm bunların
sebebinin onun Ares’ten ayrılmasını sağlamak olduğuna inanmadı, Zeus’un derdi
Ares’i Olimpos’a tamamen bağlamaktı. Ama neden? Zeus, Ares’in, elinin altında
olmasını neden istiyordu?
Düşüncelerine
kapılmış olan Dünya, İksion’un lafının sonuna yetişti.
‘’Onu da bana
sen getireceksin’’
‘’Neyi?’’
İksion
bıkkınca Dünya’ya baktı. ‘’Asteria, seni kendine seçmekle hata yapıyor. Yarım
akıllı birini yanında istemesi çok ilginç, anahtar yeteneğine güveniyor
olmalı.’’
‘’Sen de o da
yok.’’
İksion, bir an
öfkeyle kasıldı ama derin bir soluk almaktan başka bir tepki vermedi. Ayağa
kalkıp Dünya’nın yanına geldi.
‘’Seni
buracıkta öldürebilmeyi isterdim ama ölün işime yaramaz. O yüzden konuşmayı
bırak ve emirlerimi dinle.’’
Dünya,
küçümser bir sırıtmayla adama baktı. İksion’un tek gözü, Dünya’nın yırtık üst
başında oyalanırken konuşmaya devam etti.
‘’Asteria’nın
gözünde değerimi yükseltmeme yardım edeceksin. Benden çekinmeli.’’
Dünya’nın hala
sırıtmasına sinirlenen İksion, yüzünü ona yaklaştırdı. Tüm korkunçluğuyla
İksion’un yüzü. Dünya’nın bir nefes ötesindeydi.
‘’Neden
sırıtıyorsun?’’ diye hırladı.
‘’Asteria,
sana neden ihtiyaç duysun ki? Zaten emrinde olan birinden çekinmesi saçmalık.’’
‘’Ben onun
emrinde değilim.’’ dedi İksion. ‘’Onu mutlak bir ölümden kurtaran kişiyim. Hain
Ares, kalbinde bir bıçakla onu terkettiğinde ona dönen bir ben vardım. Beni bu
kadar kolay harcayamaz.’’
‘’Bana onu
nasıl korkutabileceğini mi soruyorsun yoksa? Kusura bakma sana yardım edemem.
Onu boyutuna kilitleyerek bir yere varamazsın.’’ dedi Dünya, İksion’un onu
kaçırmak için başka bir gerekçesi olamazdı.
‘’Sen az önce
beni hiç dinlemedin mi?’’ dedi adam. ‘’Asteria’nın çekindiği tek şey onu ölümün
kıyısına getiren tek şey…’’
Derken Dünya
anladı. ‘’Bıçak!’’ dedi. ‘’Sen Ares’in bıçağını istiyorsun? Ama neden, onu sen
vermiştin.’’
İksion
homurdandı. ‘’Başka çarem var mıydı?’’ dedi. ‘’Asteria’yı kurtardığımı
söyledikten sonra bir de bıçağı ona vermeseydim Ares’i nasıl başımdan savabilirdim?’’
‘’Ares’ten
bıçağı benim mi almamı istiyorsun?’’ dedi hayretle.
İksion başını
salladı.
‘’Onun odasına
sadece iki kişi girebiliyor, sen ve Asteria. Asteria, bıçağı aradı ama
bulamadı. Sen, eğer istersen, o bıçağı kolayca bulabilirsin. Ares, sana güveniyor.’’
Dünya derin
bir soluk aldı.
‘’Ben, neden
sana yardım edeyim?’’ Dedi. ‘’İblislerin, beni son bir senedir büyüleriyle
delirmenin eşiğine getirdi. Ayrıca Ares’e tuzak kuruyorsun, Afrodit’e büyü
yapması için malzeme veriyorsun. Kesinlikle sana yardım etmem.’’
‘’Ares benim
hayatımı mahvetti, bu hale gelmeme neden olan oydu. Benim azabımın yanında onun
başına açılacak tatlı belanın lafı bile olmaz.’’ dedi İksion. ‘’Sen bana yardım
edeceksin çünkü Ares’in deli gibi her yerde aradığı mücevherin yerini biliyorum.’’
Omzu tepki
vermeyince Dünya, adamın sözlerini düşündü. Ares’in aradığı mücevher, ona
bağlanan lanetli elmastı. Ares ölümsüz olmadığı takdirde; Asteria, mücevheri
Dünya’nın ruhunu kötüleştirmek için kullanacaktı. Ama Ares artık ölümsüzdü ve
mücevherin onunla bağlantısı kopmuş olmalıydı. İksion doğru söylese de mücevher
artık Dünya’nın önceliği değildi, onun tek düşündüğü mücevher papatya
kolyesiydi. Başını yavaşça sağa sola salladı.
‘’Mücevher
umrumda mı sanıyorsun, onu arayan Ares, ben değilim. Ayrıca Ares sana her ne
zarar vermişse hak ettiğin içindir, boşuna ağlama.’’
İksion tek
gözünü kısarak bir süre Dünya’nın yüzüne baktı. Dünya, adamdan gelebilecek
herhangi bir saldırıya karşı dikkat kesildi. Fakat İksion’un ona saldırmak veya
öldürmek gibi bir derdi yoktu.
‘’Sağlam bir
rüşvet istiyorsun.’’ dedi İksion ve sırıttı. ‘’İlgimi çekmeye başladın
anahtar.’’
İksion taş
kanapeye adımlarken diğerini işaret etti. ‘’Otur ve şartları konuşalım.’’
Kanapeye rahatsızca oturduktan sonra Dünya’ya baktı. ‘’Çok zamanımız yok, yokluğun
dikkat çeker ve Afrodit her an gelebilir.’’
Dünya
bileklerini ovuşturarak uzun tüylere sahip bir postun serildiği taş divana
oturdu. İksion, Dünya’yı bacaklarından yukarı doğru süzdü. Adamın tuhaf bakışları,
berbat durumdaki kıyafetini inceleyerek, memnunsuzca ona bakan yüze yükseldi. Dünya,
adamın bakışlarından utanmadı, sadece tiksinti duydu. Az önce gördüğü beden
hasarına rağmen ona acımak aklına bile gelmiyordu.
İksion
hırıltılı bir nefes daha aldı. ‘’İsteklerini öğrenmek için hazırım anahtar.’’
‘’Biraz önce
söyledim İksion.’’ dedi. ‘’O şişeyi Afrodit’e verme.’’
‘’Ve sende…’’
dedi İksion.
Dünya
kararsızca dudaklarını ısırdı. İksion, bıçağı Asteria’yı kontrolü altına almak
için istediğine inanmalı mıydı? Belki bu da Asteria’nın bir oyunuydu.
‘’Bıçağın
nerede olduğunu bilmiyorum.’’ dedi. ‘’Ayrıca Ares’in elinden de kolayca
alamam.’’
‘’Bir yolunu
bulursun.’’ dedi İksion.
‘’Bana
söylemez.’’
‘’Yapma
anahtar.’’ dedi bıkkınca. ‘’Ares ile arandaki bağın ne kadar iyi olduğunu
herkes biliyor. Seni korumak için kendi hayatını bile tehlikeye atan birinden
basit bir bıçağı almak zor olmamalı. Onu ikna et.’’
‘’Farzet
bıçağı aldım ve sana getirdim, sana nasıl güveneceğim. Afrodit’e o şişeyi
vermeni nasıl engelleyeceğim?’’
‘’Ben, senin
Asteria’ya planımı anlatmayacağına nasıl güveniyorsam, sen de bana bu konuda
güveneceksin.’’ Dedi ve kan lekeli dişlerini göstererek sırıttı. ‘’Bu yeterince
adil mi?’’
‘’Düşünmem
gerek.’’
‘’Fazla
zamanın yok anahtar. Beni oyalamayı istemezsin, Afrodit’ten alacaklarım en az
senden alacağım kadar önemli.’’
Dünya
soluklandı ve başını dikleştirdi. ‘’Şişeyi bana ver.’’
İksion
şaşkınca ona bakınca sakince ekledi. ‘’Bıçağı alacağıma söz veriyorum ama o
şişeyi bana vermelisin. Bende bıçağı sana iade edeyim, başka türlüsü olamaz.’’
‘’Sen beni
salak mı sandın?’’
‘’Hayır.’’
dedi. ‘’Seçeneğim yok, bu yüzden dediğini yapacağım. Ama sana hiç güvenmiyorum,
şişeyi bana ver, bıçak senin olsun. Senin de başka seçeneğin yok.’’
İksion
rahatladı. Planı işlediği için gayet memnun bir yüzle, elini pelerinine attı ve
şişeyi çıkardı. Dünya, adamın şişeyi ona uzattığı eline baktı.
‘’Başka örneği
var mı?’’
‘’Hayır’’
Omzu yine
tepkisizdi. Dünya ifadesini hiç bozmaksızın şişeyi adamın elinden aldı.
Afrodit’in tuzağından Ares’i kurtarmanın verdiği heyecanla kalbi çatlayacak
gibi atıyordu. Şimdi tek sorun kalmıştı.
‘’Olimpos’a
nasıl döneceğim?’’
Solan, onu beş
dakika önce malikânenin önüne bırakmıştı. Elinde sıktığı şişeyle eve nasıl
gireceğini düşünüyordu. Üstü yırtık içinde, saçları dağılmış bir halde gecenin
bir yarısı bahçede dikiliyordu. Sorulacak soruları şimdiden hayal edebiliyordu
ve açıklama yapmak çözüm değildi. Odasına kadar kimseye görünmemek tek
umuduydu. Keşke diğerleri gibi odasına yönlenebilseydi.
Doğru zaman
olması için dua ederek şişeyi pantolonun cebine attı ve merdivenleri hızlıca
tırmandı. Odasına, soluksuz bir yürüyüşle, telaş içinde vardı. Kapısını açıp
içeri girdi ve duvara dokundu. Şişeyi dolabının alt çekmesine çamaşırların
altına sakladıktan sonra biraz nefeslenmek için yere çöktü. Duydukları,
gördükleri hepsi birbirine karıştı ve göğsünü ağrıtacak bir acıya dönüştü.
Bunca ihanet ve hesaplaşmalara akıl sır erdirememişti ama içlerine o da
katılmıştı. İksion’a verdiği sözü tutmayıp her şeyi Ares’e anlatması
gerektiğini biliyordu. Yapacağı tek şey de buydu ama önce banyo yapmalıydı.
Temizlenip
üstünü değiştirdikten sonra Ares’in odasına yollandı. Mutfaktaki olaydan sonra
Ares’i görmediğinden onu nasıl karşılayacağını bilmiyordu. Onunla kesin
konuşması gerekiyordu. Anlatacakları, basit bir kıskançlık kavgasından önemliydi.
Gerçi Ares’i, Hera’yla düşündükçe hala kalbi sıkışıyordu ama bunun acısını
sonra ondan çıkartabilirdi.
Karışık
koridorları ve sarmal merdivenleri arkasında bırakarak Ares’in katına vardı.
Ölümsüzün odasına yürürken her şeye rağmen onu göreceği için heyecanlanıyordu.
Bu his başka hiçbirşeye benzemiyordu, onu hayata bağlayan sihirli bir güçtü.
Altın gözlü olmadan nasıl nefes alabildiğine şaşırdı. Tüm hücreleri onun aşkıyla
dolu olduğu halde kendisini ona nasıl unutturabilmişti? Rüyalarında yüzü
olmayan bir prense nasıl dönüşebilmişti? Ve serçe parmağı kadar küçük bir şişe
sıvı sayesinde, az daha onu tamamen kaybedecekti, düşüncesi bile buzdan bir
pençe gibi yüreğini deşti.
Ares’in
kapısının önünde ona anlatacaklarını düzenledi ve elini kadifemsi kapıya
uzattı. Kapı, canlı bir dalgayla kaydı ve ardına kadar açıldı.
‘’Ares?’’
Dünya odaya
adım attı. Kimse yoktu. Sessizlikte bir an bekledi ve diğer odaya yürüdü.
Kapısı zaten aralıydı, eliyle dokunca tamamen açıldı. Ares’e yeniden seslenerek
odaya girdi, daha doğrusu banyoya. Daha önce hiç ayak basmadığı banyoya
şaşkınlıkla baktı. Büyük bir tuvalet aynasının önünde, kahverengi damarlı
mermer bir lavabo vardı. Yanındaki camlı dolabın içinde havlular dizilmişti. Karşıda
duvarla bitişik uzun duş-kabinin içinde yine aynı mermerden bir küvet ile
yanında duş vardı. Odanın ortasındaki, üstünde buharların tüttüğü yuvarlak, doğal
oluşuma benzeyen gömme havuzu, Ares’in onu baştan çıkardığı kaplıcaya benzetti.
Diğer duvara ise rahat olduğu bariz şık bir oturma yeri yaslanmıştı. Ares,
banyosunu bu ultra lüks banyoda mı yapıyordu? Yüzünün alev aldığını hissetti
çünkü bir an Ares’i burada hayal etmişti. Başını sallayarak hayali zihninden
kovdu ve banyodan çıktı.
Boğazı kurumuş
bir halde kendini toparlamak için masanın yanındaki sandalyeye oturdu. Odada
gözüne ilişen en masum eşya sandalyeydi. Yatak, kanape… Her biri ona, Ares’in
dokunuşlarını anımsatıyordu. Onu nasıl da özlemişti… Odaya sinmiş kokusunu
içine çekti. Ares’in çekici kokusunu duymak hasretini azaltacağına iyice arttırdı.
Eli istemsizce boynuna gitti, kolyesine dokunma ihtiyacıyla parmakları
kolyesini aradı. Bulamayınca acı gerçekliğine döndü, kolyesi boynunda değildi.
Boşluk duygusuyla
ayağa kalktı. Odasını altüst etmesi gerekse de o kolyeyi bulacaktı. Adım
atmıştı ki gözü masadaki bir şeye ilişti. Küçük bir zarfın altında duran cam
bir kutu… Cam kutunun içindekiler, aklını başından aldı. Zarfı bir eline,
kutuyu diğer eline aldı. İçi titreyerek camın içindeki mükemmel papatyalara
baktı. Kutu, bir avuç dolusu canlı papatyayla doluydu ve her biri kusursuzdu.
İstemeye istemeye kutuyu masanın üzerine bıraktı. Gözlerindeki buğuya rağmen
zarftaki notu okumak için titrek parmaklarıyla zarfı açtı.
Doğumgünü güzeline,
Bir tanesini kaybetsen de ben sana
binlercesini getirmekten bıkmayacağım çünkü benim için önemli olan sensin sevgilim.
Seni
Seviyorum Dünya’m
Not: Kutuyu açmadan bakarsan sevinirim,
çünkü solmamaları için büyülendiler.
Dünya
gözlerindeki yaşı silerek gülümsedi. İçindeki duygu yoğunluğu yüzünden Ares’in
zarif el yazısıyla yazılmış kâğıdı zarfın içine yerleştirmekte zorlandı. Ares’i
çok seviyordu fakat bu duygularını altın gözlüye yeterince açıklayamadığını
düşündü. Ares hala onun sevgisinden şüphe ediyordu, bu da çok doğaldı. Kendini
ifade edememişti ki, kıskançlığı yüzünden Ares’e istediği kadar
yakınlaşamamıştı. Cam kutuya mutluluk dolu gözlerle bir süre baktıktan sonra
doğruldu. Ares’in verdiği hiçbir çiçeğin kaybolmasına razı olamazdı, o kolyeyi
ne yapıp ne edip bulacaktı. Elleriyle yüzünü silerek odadan çıktı ve kendi
odasına koşar adımlarla yürüdü. Papatyayı severdi ama Ares’in ona neden son iki
seferdir papatya hediye ettiğini bilmiyordu. Geçmişte onlar için özel bir anlamı
olduğunu düşündü ve ilk fırsatta bunu altın gözlüye sormaya karar verdi.
Odasına girer
girmez aramaya başladı. İlk önce yatağı kaldırdı, çarşafları, yastıkları, ince
yorganın tüm kıvrımlarını dikkatlice gözden geçirdi. Duvarlardaki ışık saçan
dalgaları tamamen salıvermişti, hiçbir pırıltı gözünden kaçmamalıydı. Yatakla
işi bitince yerdeki halıya geçti, sonra masaya, kitapların aralarına, giysi
dolabının içine dışına… Fakat yoktu. Eline tek geçen kolye Adonis’in kolyesi
olmuştu. Kolyeyi masaya bıraktı. Sinirleri bozuk banyoya geçti, doğruca duşa
gitti. Gider deliğine baktı, suyun anca geçebildiği delikten kolyesinin
geçmesine olanak yoktu. Yine de yere oturup süzgece dikkatlice baktı, pırlantanın
ışıltısını göremedi. Ağlayacak hale gelmişti, odasından başka bir yere
bırakmadığına emindi, lavabonun yanındaki tezgâha bıraktığını hatırlıyordu,
gerisi yok. Tezgâhta olmadığını daha önce kontrol etmişti. Başını kaldırıp
umutsuzca tezgâha baktı ve o anda yüzü aydınlandı.
Siyah mermerin
üzerinde Hekate’nin Ares’e gönderdiği bilekliği bulduğu siyah renkli kutu
duruyordu. Umutla doğruldu. Bir çırpıda kutunun yanına varmıştı. Kolyeyi kutuya
saklamış olmalıydı ve bunu bir nedenle hatırlamıyordu. Kalbi ağzında kutunun
kapağını avcuyla kaydırmak için elini üzerine koydu ve zihninde bir cümle
yankılandı.
‘’Kaybını bulmaya çalışma!’’
Kâhinin
sözleri beyninde anlamlanmaya başlamışken kapak kolayca yana kaydı ve kutu açıldı.
Kutunun içinde daha önce örtülü olan bölme, şimdi açıktı. Dünya’nın tüm
düşünceleri zihninden silindi, kadifelerin ortasında duran ceviz büyüklüğündeki
elmastan gözlerini alamıyordu. Hiç böyle bir şey görmemişti. Gözleri kamaştıran
bir ışık saçıyordu ve elmasın içinde siyah, kırmızı, sarı, gri incecik sisler
iç içe geçerek dalgalanıyordu. Göz alıcı
elması parmakları arasına aldı ve taş buz gibiydi. Soğukluğu içini titretti.
Taş parmaklarını buzdan bir aleve dönüşerek yakıyordu. Sol avcuna koydu, daha
fazla parmaklarının arasında tutamamıştı. Bu hataydı.
Elmas, birden
sıvılaştı ve Dünya elinden atamadan hızla derisine nüfuz etti. Buz gibiydi. Üzerindeki
tişörtü hemencik çıkarttı ve sıvıdan kurtulamayacağını bildiği halde kolunu ovuşturup
elini sallamaya başladı. Fakat çok geçti, sıvının damarlarında ilerleyişini
dehşetle seyrediyordu. Kalbine doğru ilerleyen ışıltılı sıvı soluğunu kesti,
soğukluğu iyice artmıştı. Kalbi delice çırpınıyordu.
Sıvı göğsüne
yaklaştığında aynadaki görüntüsüne gözü ilişti. Yüzü bembeyaz olmuştu, ölüye
benziyordu ve sıvının damarları boyunca kalbine ilerleyişini hala görebiliyordu.
Sonunda kalbi sıvının buz gibi ateşiyle dolarken ellerini lavabo tezgâhına
kenetledi. Can acısından bayılacak gibiydi. Dişlerini sıktı.
İçindeki
sıcaklık ölürken katılaşmış kalbi güçlü bir atışla bedenini sarstı. Başını
kaldırıp kendi aksine baktı. Derisinin altında ışık saçan kalbi bir kez daha
attı, sıvının damarları boyunca güçlü bir şekilde parlayarak dağılmasını
gözleriyle izledi. Üçüncü atışla birlikte acısı tamamen geçti ve hislerinin
üzerini saran yepyeni bir duyguyla doğruldu. Güçlüydü, tüm saçma
kuruntularından kurtulmuştu. Daha net düşünüyordu, ne yapması gerektiğini
biliyordu. Parıltılar içinde yeni doğmuş bir intikam meleği kadar acımasızdı.
Tamamen
normale dönen damarlarını aynada kontrol etti. Sakin hareketlerle yüzünü yıkadı
ve dağınık odaya geçti. Yerden bir tişört aldı ve üstüne geçirirken kapıya
döndü. Kapı o yaklaşmadan ardına kadar açılıp ona yol verdi. Rahat ve acelesiz
adımlarla koridorda yürümeye başladı. Mücevherin bedenine yerleştiği her saniye
kendini daha iyi ve güçlü hissediyordu. Plan yapma sırası ona gelmişti,
diğerleri çaresizce uyacaklardı. Anahtar olan oydu, eşsiz ve güçlü.
Hermes
karşısında belirmeden önce yolu ancak yarılamıştı. Çocuk yüzlü ölümsüzün aniden
ortaya çıkmasına şaşırmadı ama ifadesiz bir yüzle, ona gülümseyen ölümsüze
baktı. Tepkilerini kontrol etmeliydi, kimseyi kuşkulandırmamalıydı. Sırıtmayı
denedi, yapamadı, o yüzden zorlamamaya karar verdi. Hermes neşeyle Dünya’ya
yaklaştı.
‘’Bu saatte,
tek başına, beni mi arıyordun?’’
Şakasına
karşılık yüzünü buruşturmamak için yumruklarını sıktı.
‘’Dolanıyordum,
senin burada ne işin var?’’
Hermes omzunu
silkti. ‘’Her zamanki işler, Ares hazır çıkmışken seni kontrol etmemi
söyledi.’’
Lafını kesti.
‘’O nerede?’’
Hermes
kaşlarını çattı. ‘’Bilmiyor musun?’’ dedi tereddütle. ‘’Taş odada, toplantıda,
yoksa unuttun mu?’’
Dünya aniden
hatırladı, ölümsüzler işe yaramaz bir toplantı yapacaklardı. Küçük beyinleri
olayları kavrayamayınca birbirlerine sormak için hemen odaya kapanıyorlardı.
Onların sıkıcı ve gereksiz toplantıları umurunda bile değildi. Dünya hareket
etmeliydi.
‘’Dünya?’’
Gözlerini ona
seslenen Hermes’e çevirdi. Kemik yüzlü ölümsüz uzanıp onun koluna dokundu.
‘’Sen iyi
misin?’’
Kolunu adamın
iğrenç temasından çekip geriledi. ‘’Hiç bu kadar iyi olmamıştım.’’
Hermes,
Dünya’nın tepkisi yüzünden bir an afalladı. Elini indirip mahçup bir bakışla
Dünya’ya baktı.
‘’Seni
yanlarına götürmemi ister misin?’’
Dünya,
Hermes’in ondaki değişimi anlamasını istemiyordu, şimdi hiç zamanı değildi. O
yüzden hafifçe sırıttı, bu sefer yüz kasları olması gerektiği gibi kıvrıldı.
‘’Hayır, ben
mutfağa iniyordum. Karnım acıktı, daha sonra, istersem, yanlarına giderim.’’
Hermes dikkatli
gözlerini ondan ayırmadan başını salladı. ‘’Tamam, o halde sonra görüşürüz.’’
Dünya
sırıtmasını hiç bozmadı, tekrar oluşturabileceğinden emin değildi. Hermes cevap
bekler gibi bir an baktı ve sonra ortadan kayboldu. Dünya sinirli derin bir
soluk aldı. Yürümeye başlarken dişlerini gıcırtatarak Hermes’in son sözlerini
yanıtladı.
‘’Görüşeceğiz,
merak etme!’’
Kararlı
adımlarla demir kapının önüne geldi ve sürgüleri çekti. Kısa koridoru geçip
merdivenlere ulaştı. İnmek için yaklaştığında içini bir ürperti sardı. Bu
canını sıktı, korku onun enerjisi olmalıydı. Mükemmel ruhu, bu güçlü duyguyla
beslenmeliydi. Bunu kullanmaya karar verdi ve ürperme hissini düşünmeksizin
basamaklara adımını attı. Lanetin enerjisinin yardımıyla zorlanarak da olsa seri
ama dikkatli adımlarla aşağıya indi.
Karşısında üç
tane kapı duruyordu, en soldakini geçen gün kullanmışlardı, gitmesi gereken yer
değildi. Ortadaki kemik kapıyı daha önce kullanmamış olsa da açması gereken
kapı orası da değildi. En sağdaki siyah tahta kapı, işte geleceği oradaydı. Onu
memnun eden bir heyecanla sağa döndü ve elini kapıya yasladı. Parmak ucunun
değdiği her bir nokta yumuşadı ve bu gevşeme tüm kapı yüzeyine dağıldı.
Yeterince yumuşayan siyah jölemsi kapıdan, diğer tarafa kolayca geçti.
Dikdörtgen
taşlarla örülmüş bir koridor çıktı karşısına, Olimpos’un devamı gibiydi. Ama
değildi. Zindan diye aklından geçirdi
ve gözleriyle öylesine etrafı süzdü. Koridorda yürürken tek başına değildi.
Birbiriyle bağlantılı odalardan ve geçitlerden çıkan iblisler gözlerini
Dünya’ya dikmişler, ses bile çıkartmadan yürüyüşünü izliyorlardı. Meşale ışığı
altında olduklarından daha korkunç görünen yaratıkların ilgili bakışlarına
aldırmadan onu bekleyene doğru adımlarını sıklaştırdı. Sağa döndü ve kemerli
bir geçitten büyük bir salona ulaştı. Salonun tam karşısında iki kanatlı bir
kapı duruyordu, duraksamadan oraya yürüdü. Kanatlar, o yaklaştığında
birbirinden ayrıldı ve Dünya aralarından geçti. Sütunların sonundaki
mücevherlerle süslü muhteşem tahta bakışlarını dikti ve bekleyene doğru gözlerini
kaldırdı. Keyifle tahtına kurulmuş olan da onun gelişini büyük bir memnuniyetle
izledi.
Dünya, tahtın
önüne geldi ve onu süzen bakışlardan gözlerini ayırmadan konuştu.
‘’Hediyen beni
çok şaşırttı Asteria.’’ dedi. ‘’Hiç beklemiyordum.’’
Asteria
ilgiyle öne doğru eğildi.
‘’Neden
şaşırdın anahtar? Sana en başta söyledim, o mücevher senin olacak.’’
Dünya, tek
kaşını havaya kaldırdı.
‘’Ares’in
ölümsüz olduğunu bildiğin halde laneti kaldırmadın.’’
Asteria ayağa
kalktı ve basamakları zarif adımlarla inerek ona yaklaştı. Bir yandan da hoş
bir sesle açıklamasını yaptı.
‘’Sizi kandırdım.
Ares’in ölümsüzlüğünü alması gerekiyordu. Kralımı kaybedemezdim. Bunu sağlamak
için de sana olan korumacılığını kullanmak istedim.’’ Dedi ve Dünya’nın
çevresinde adımlarken konuşmaya devam etti. ‘’Başka türlü fani saplantısından
vazgeçmezdi. Bende senden vazgeçemezdim, eşsiz bir anahtarsın. Ares’in sana
olan düşkünlüğü bu yeteneğini kanıtlıyor. O da benim kadar gücü sever.’’
Dünya, kadına yan
gözle baktı. Ares’in ona olan düşkünlüğünün sebebini gayet iyi biliyordu. O, Dünya’nın
gücüyle ilgilenmiyordu, onu seviyordu. Asteria, bunu önemsemeyecek kadar
duygusuz olduğundan tam olarak anlamamıştı. Ve bu detayı bilmesine gerek yoktu.
Yakışıklı ölümsüzün kalbiyle oynama hakkı Dünya’nındı. Böylece biraz eğlenebilirdi.
‘’Adonis’in
kapısının önüne kolyeyi bırakan sendin.’’ dedi, aklına gelince.
Asteria
yaptığından memnun ama umursamaz bir tavırla elini salladı. ‘’Ah, evet, şu
kolye, Ares’in odasında buldum. Adonis’e ait olduğunu bildiğimden geri vermenin
hoş bir jest olacağını düşündüm.’’
‘’Onları neden
kapıştırmak istiyorsun?’’
Asteria’nın
bakışları sertleşti:
‘’Kapışmasınlar,
benim yaktığım kıvılcımı yangına dönüştüren o ikisi. Hem de kimin için, senin.
İki prensin, fani bir kadını yatağa atabilmek için bu denli alçalması midemi
bulandırıyor.’’ Dedi ve soluklanıp doğruldu. ‘’Madem yasak meyve için savaşmaya
bu denli istekliler omuzlarından itmek bana düşer. Zaten eninde sonunda ikisi
de benim önümde diz çökecekler.’’
Dünya tek
kaşını kaldırıp kadını süzdü. Onu lanetlemişti, üstüne üstlük kalbinde var olan
tüm sevgiyi yok etmişti. Çünkü Ares ve Adonis’in, yatağa atmak için bile olsa, ilgisine
sahip olduğu için Asteria onu kıskanıyordu. Bu nedenle, mücevher yüreğini
karartırken sevgi ile ilgili olan hislerini de tamamen silmişti, buna itirazı
yoktu. Hatta zayıflığından kurtulduğu için işine gelirdi. Ama sebebi neydi?
Onları ne için kendine istiyordu? Bunu öğrenmeliydi.
‘’Prens mi?’’
dedi. ‘’Adonis’in asaleti belli ama Ares’e o unvan fazla.’’
Asteria, alaycı
bir gülümsemeyle ona baktı:
‘’Uygun bir
zamanda seninle güzel bir sohbet yapmamız gerekecek. Eski günlerdeki gibi senin
cehaletini sileceğim ama şimdi yeterli vaktimiz yok.’’
‘’Şimdi ne
olacak?’’
Asteria güzel
gözlerini Dünya’nın gözlerine dikti.
‘’İblis efendilerini
salmışsınız.’’ dedi hoşnutsuz bir sesle. ‘’Komutaları Ares’te mi, yoksa serbestler
mi?’’
‘’Ares’te.’’
Asteria
gözlerini kıstı. ‘’Bu biraz sıkıntılı.’’ dedi düşünceli bir ifadeyle ve
doğrulup ekledi. ‘’Askerlerimi elimden almaya çalışıyorlar ve onlara katılmayan
iblislerimi avlıyorlar. O yüzden hepsini geri çağırdım. Başiblisleri bana
katılmaya ikna etmem gerek.’’
‘’Bunu
yapamazsın Asteria.’’ dedi Dünya sakince. ‘’Gözlerimle gördüm. Onlar Ares’e
ölümüne sadık.’’
Asteria
sırıttı. ‘’O zaman bizde onları öldürürüz.’’
‘’Nasıl
öldürmeyi düşünüyorsun?’’
Asteria,
elbisesinin eteğini savurup tahta doğru yürüdü. Kibirli bir hareketle tahta
kuruldu ve bacak bacak üstüne attı. Dünya’ya bakarken sorusunu cevapladı.
‘’Burada sen
devreye giriyorsun, tatlım. Olimpos’a geri dön ve hiçbir şey olmamış gibi
davranmaya devam et.’’
‘’Oraya geri
dönmem.’’ dedi Dünya tahta yaklaşarak.
‘’Döneceksin!’’
diyen Asteria’nın sert sesiyle olduğu yerde durdu.
Kaşlarını
çatıp çenesini sıktı. Burada kalmak istiyordu, Olimpos’un alışıldık sıkıcı
ortamına geri dönmek istemiyordu. Hepsi onun değiştiğini anlarlardı, özellikle
Ares. Kemik suratın bakışlarında gördüğü şüphe, diğerlerine de sıçrayacaktı.
Belki Hermes çoktan gidip söylemişti. Asteria’nın yanında olmalıydı, burada
öğrenmesi gereken çok şey vardı. O yüzden Asteria’nın, ona komutanı olacağını
söyledikten sonra geri göndermeye çalışmasına öfkelendi.
Asteria
sakinleşip konuşmasına devam etti.
‘’Bir daha
sözümü kesme anahtar.’’ Dedi tehditkâr derecede uysal bir sesle. ‘’Olimpos’a
dön ve emirlerimi bekle. Dikkatli ol, kimse senden şüphelenmemeli, açığa çıkman
işime gelmez. Davranışlarında kontrollü ol ve mümkünse Ares ile aranı boz.’’
Dünya tepki
vermeyince kadın üsteledi.
‘’Anladın
mı?’’
‘’Evet.’’
Asteria nefes
alıp geriye yaslandı:
‘’Sakın Prometheus’un
yanına gitme. O yarım akıllı, işlerime fazlasıyla burnunu soktu. En başta onu
yok etmem gerekirdi ama hücresinden çıkamıyor, bende oraya giremiyorum. Titanların
yüz karası!’’
Prometheus’un
yanına gitme gibi bir düşüncesi zaten yoktu. O, kendini bir şey sanan kâhinin
sözleri, şimdiye kadar canını yeterince sıkmıştı.
‘’Ben gitmem
ama o fark eder.’’ dedi. ‘’Bunu nasıl engelleyeceğim?’’
Asteria
dudağını büktü. ‘’Bak, bu doğru.’’ Bir anlığına düşündü. ‘’Sezgileri oldum
olası güçlüdür ama açık konuşmayı sevmez. Diğerleri onun her lafına katıksız saygı
duyarlar, bunu değiştiremeyiz. Onun ilgisini başka yöne çekmeliyiz.’’
‘’Ya da sorunu
tamamen ortadan kaldırmalıyız.’’
Asteria, bir
an durakladı. Ardından mükemmel bir kahkaha attı ve Dünya’ya gururlu bir
ifadeyle baktı:
‘’Çok iyi
Dünya, çok iyi…’’ dedi. ‘’Beni yanıltmadın. O halde onu bir kere ziyaret etmene
izin verebilirim. Önce Ares’ten almanı istediğim bir şey var.’’
Dünya’nın
aklına İksion’un sözleri geldi. ‘’Bıçak mı?’’ dedi oldukça sıkkın bir sesle.
Hepsinin küçücük bir bıçağın peşine düşmesi ne kadar aptalcaydı, yoksa değil
miydi?
Asteria’nın
gözleri parladı, yüzünde hain bir ifade belirdi. ‘’Yapman gerekeni ben
söylemeden bilmen beni memnun etti. Bıçağı Ares’ten al ve Prometheus’u görmeye
git. Tam kalbine saplamaya özen göster. Ve çek.’’ Dedi ve gözlerini kapatıp
başını geriye attı. ‘’Acı çekmesini izlemeyi ne çok isterdim.’’
Kadının
mırıltısı Dünya’nın da hoşuna gitmişti. Olimpos’a dönmek önceki kadar sıkıcı
gelmedi. Kâhinden sonra bir de Afrodit’i görmeye gitmeye karar verdi. Çünkü
mücevhere dokunduğundan itibaren kapısının önündeki kavgalarını anımsamıştı,
odasında Asteria’nın sözlerini de… Ve o sarışın kadının kendisine büyü yapmaya
çalıştığını hatırladığından beri diş biliyordu. Buna kalkıştığına pişman edecekti.
Dünya,
Afrodit’i göğsünde bir bıçakla hayal etti ve hoşnut bir şekilde Asteria’ya
sırıttı.
‘’Madem senin
casusunum, bana güç vermelisin.’’
Asteria’nın
ifadesi avına bakan bir timsah gibi soğuktu.
‘’Onun için
çok erken, küçük bir dokunuş bile seni dengesizleştirdi. Şimdilik beklemen
gerek, ilerde beni memnun edersen bir kere daha düşünürüm.’’ Dedi. ‘’Afrodit
ile kavganda az daha fark edilecektim.’’
‘’Ben anladım
ama o süs bebeğinin zekâsı yetmedi.’’
‘’Afrodit’i
sakın küçümseme.’’ dedi Asteria. ‘’O, etkilemeyi çok iyi bilir ve göründüğü
kadar aptal değildir.’’
Dünya dudağını
büktü, o kadının Ares’i yatağa atmaktan başka bir amacı olabileceğini
düşünemiyordu. Asteria’dan istediğini alamamıştı, bekle diyorsa bekleyecekti,
ta ki Asteria’nın amacını öğrenene kadar. Ne de olsa kadının istediği şeye ilk
ulaşacak kişi Dünya olacaktı.
‘’Bir konu
canımı sıkıyor.’’ diye konuşan Asteria’ya baktı. Kadın devam etti. ‘’Senin şu
aptalca korkun…’’
‘’Korkum?’’
‘’Karanlıktan
korkuyorsun.’’ dedi kadın yüzünü buruşturdu. ‘’Bu şekilde kalamazsın. Yaklaş.’’
Dünya kadının
istediğini yaptı. Basamakları tırmanıp tahtın önüne geldi.
‘’Senin
karanlık korkunu alacağım ama diğerleri anlamamalı.’’
‘’Yükseklik
korkusu?’’ dedi Dünya, Asteria’nın korkusunu nasıl alacağına inanmaksızın. ‘’Yükseklik
de canımı sıkıyor.’’
‘’Merak etme
tatlım, seninle işim bittiğinde tek korktuğun şey ben olacağım.’’
Asteria ayağa
kalktı ve Dünya’nın çenesini tek eliyle kavradı. Uzun boylu olduğundan
Dünya’nın yüzüne doğru eğildi. Dudaklarını onun dudaklarına bastırdı. Dünya’nın
başı döndü. Damarlarında akan sıvı alevlenerek tüm bedenini kavurdu. Göğsünden
bir parça sökülürcesine boğazına doğru aktı. Asteria dudaklarını araladı ve
Dünya’yı zorladı. Nefes alamayan Dünya dudaklarını hafifçe araladı ve boğazını
sıkan baskı haraketlenerek kadına doğru kaydı. Asteria aniden onu bıraktı.
Sendeleyen Dünya geriledi, neyse ki basamakların kenarında hemen kendini
toparladı. Asteria diliyle dudaklarını yalayarak tahtına oturdu.
‘’Nefisti.’’
diye mırıldandı. ‘’Korkunun yoğunluğu baştan çıkarıcı, saf iblis korkusu!’’
Dünya elinin
tersiyle ağzını sildi. Asteria’nın gözleri kapalı olduğundan onun bu hareketini
görmemişti. Kendini farklı hissetmiyordu, sadece kadının sert öpücüğü
sonrasında dudakları sızlıyordu ve boğazı ısı yüzünden tahriş olmuştu. Bir süre
Asteria’nın kendine gelmesini bekledi. Nihayet gözlerini açan Asteria, Dünya’yı
aç bir kurt gibi süzdü.
‘’Şimdi git,
Dünya. Bıçağı bana getir, sonra alman gereken bir şey daha olacak. Fakat onu
bulmak için zaman gerekiyor. Kimin ona sahip olduğunu bilmesem de o, Olimpos’ta.
Ve benim için daha önemli. Emirlerimi eksiksiz yaptığın takdirde sana neler
sunabileceğimi düşün ve diğerlerinin senin amacını anlamasına izin verme.’’
Kadın ona sırıttı. ‘’Ares’i kendi yanıma çektikten sonra herkesin önümde
eğilecekleri ana kadar kendini sakla. Dehşet hükümdarlığımızın en değerli
savaşçısı sen olacaksın.’’
Dünya,
duygusuz bakışlarını kadından alıp hafifçe başını eğdi.
‘’Kraliçem!’’
dedi ve basamaklara döndü. Asteria’ya hitabında alaycı olmamaya çalışmıştı,
şimdilik onun güvenine ihtiyacı vardı. Sadakati hakkında, güçlü müttefikinin
aklını karıştırmamalıydı.
Hızlı
adımlarla basamakları indi, son adımda kapıyı düşündü ve kendini bir anda ilk
girdiği kapının önünde buldu. İçi bir kez bile ürpermeden yüksek merdivenleri
tırmandı. Kısa koridoru geçti ve demir kapıyı ittirip Olimpos’a adımladı.
Ve intikam
ister acımasızca…
Anahtar, onu
kaçıran ve tutsak eden ölümsüzlere karşı kalbinde büyüyen kini son damlasına
kadar hissederek önünde uzanan koridora baktı. Kalbi, damarlarına kan yerine
nefret pompalıyordu ve ölümlü haliyle, bu kendini beğenmiş ölümsüzleri dizleri
üzerine çökertecekti. Kendi yetersizlikleri yüzünden bir insanın hayatıyla
oynayan ölümsüzlerden nefret ediyordu. Listede, sevgili kraliçesi ve onun
yaltakçısı İksion da vardı ama en çok Olimposlulara dehşeti tattırmak istiyordu.
Yaklaşık beş senedir, onun hayatını cehenneme çevirmişlerdi. Şimdi sıra ondaydı,
Olimpos’u cehenneme çevirecekti. Yavaşça adımlamaya başlarken gülümsüyordu ama
gözlerinde mutluluk ışıltısı yoktu. Onun yerine derin bir öfke yerleşmişti.
Birer birer intikamını alacaktı, sona kimi bırakacağını da çok iyi biliyordu.
‘’Ares’’ diye
mırıldandı. ‘’Bakalım beni ne kadar önemsiyorsun?’’
İçten gelen
güçlü bir kahkaha atarak adımlarını hızlandırdı ve uzun koridorun sonunda loş
gölgelerin sardığı bir siluete dönüştü. Artık hesaplaşma zamanıydı…
BİTTİ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder