Öğleden sonra
bir kasabaya ulaşmışlardı, kaç gündür doğa içinde olduklarından taş duvar
görmek garip geldi. Dünya kasabayı daha elfimsi bekliyordu ama burası daha
gotikti, yani o kadar karanlık değildi ama beklediğinden daha iç karartıcı
buldu. Kasaba kalabalıktı ve sakinleri çok çeşitliydi, renkli kıyafetler
giyenler de vardı daha sade giyinenler de. Kadınların hepsinin elbiseler
giydiklerini fark ettiler ve pantolonlu olan ikisine yadırgayan bakışlar
atıyorlardı. Dünya da aynı bakışları onlara iade etti.
Birliğin
yarısı kasabanın diğer çıkışına gönderilmişti, orada kamp kuracaklardı, yarısı
ise kasabanın merkezindeki handa bekleyecekti. Virton komutanın yaveri olarak
iyi iş çıkarıyordu. Fakat Athena çok sessizdi, eski soğuk ifadesine kavuşmuştu.
Umursamaz bir tavırla öylesine etrafa bakıyordu. Bu tavrına rağmen kasaba
halkının ilgisini çekmeyi başardı çünkü açık arayla güzelliğini burada da
konuşturuyordu. Bakımsız haline ve onaylanmayan kıyafet seçimine rağmen
erkeklerin hayran bakışlarına kadınların da kıskanç bakışlarına maruz
kalıyordu. Zeus ve Metis’in kızı parlayan bir güneş gibiydi.
Hana çabucak
yerleştiler, yerleri onlar gelmeden hazırlanmıştı. Dünya iki kişilik küçük
odasındaki iki ayrı yatağa baktı ve hemen gidip tahta panjurlu pencereyi açtı.
Toz kokusu yoğundu. Hareketli bir konaklama yeri olduğu aşağıdaki kalabalıktan
anlaşılıyordu ve bu sirkülasyon odalara pek yansımamış olacak, tozun varlığı
barizdi. Athena yatağa baktı.
“Umarım
çarşaflar her müşteri sonrası değiştiriliyordur.”
“Ne mutlu
umutlar…” diye sırıttı Dünya. “Seni bu nedenle seviyorum, hep iyimsersin.”
Atılan taşı
umursamayan Athena dudağını büktü ve boynuna doladığı geniş ve uzun atkıyı
yatağın üzerine serdi. Uzandı. “Dünya, farkında mısın? Bu boyuta geldiğimizden
beri daha çok acıkıyoruz ve uykuya daha mecbur oluyoruz.”
“Buna insan
olmak denir.” Dedi Dünya kadını taklit edip atkıyı sererken. “Yetenek ve
güçlerimiz kaybolduğuna göre, basit bir ifadeyle, insanlaşmış olmalıyız. Sen
daha önce bu kadar zayıf değildin, insan olmaya alışık değilsin. Belki o yüzden
arada saçmalıyorsun.”
Athena başını
çevirip yandaki yatağın üstündeki kadına baktı. Kaşlarını çattı. “Saçmalamak
mı?”
“Dün geceki
halin!” diye anımsattı Dünya. “Neyse ki, kısa sürdü ve çabucak kendine geldin.”
Athena
bakışlarını tavana dikti, yorum yapmadı. Kendine geldiği filan yoktu, sadece
bekliyordu ve genç adamı görmek için can atıyordu. Kimseye belli etmemek için
de heyecanını bastırmaya çalışmaktan yorulmuştu. Dea’nın muhteşem gülümsemesini
ve güzel gözlerini görmek… Düşüncesi dahi nefesini kesiyordu.
Akşam yemeğine
kadar odadan çıkmadılar, bu arayı iyi değerlendirdiler çünkü Virton onlara
temizlenmeleri için su göndermişti. Alışık oldukları rahatlık değildi ama
temizlenmek kendilerine gelmelerini sağlamıştı. Birer tane de elbise
gönderilmişti, elbette giymediler. Eski kıyafetlerini ellerinden geldiği kadar
temizledikten sonra yeniden giydiler. Başlarına ne geleceği belli değildi,
elbise giyerek hareketlerinin kısıtlanmasını istemiyorlardı. Dünya Athena’nın
saçlarını hoş bir örgüyle topladı ve yüz hatlarının zarifliğini ortaya çıkardı.
Bu konuda Artemis çok iyiydi ama şimdi yanlarında olmadığından Dünya işe
soyunmuştu.
“Hepsini çok
özledim.” Diye mırıldandı Dünya. “Eve dönünce herkese teker teker sarılacağım.
Gıcık Deimos’a bile!”
“Özlemek, mantıkdışı
olarak birini görmek istemek midir?” dedi Athena. “Yani yoğun bir duygu mu?”
“Mantıkdışı
olup olmadığını düşünmedim ama düşününce hak verebilirim. Çünkü özlem neredeyse
elle tutulacak kadar yoğun ve güçlü bir duygudur. Bazen insanın canını yakacak
kadar ruhunu kaplar. Özlemi dindirmek için görmek yetmeyebilir.” Dedi aklına
Ares’in sözleri gelince. “Özlediğini yan başındayken dahi özlemeye devam
edebilirsin.”
“Benim
hissettiğim şey… Yani özlem mi?” dedi aklı karışmıştı. Daha önce görmek ve
varlığını hissetmek istediği biri olmamıştı. Kimseye ihtiyaç duymamıştı.
“Olimpos’u
özlemen normal…”
“Hayır!” diye
Dünya’nın lafını kesti. “Ben Dea’yı özlüyorum sanırım.”
“Hı?” Duyduğu
itiraf karşısında afallayan Dünya bomboş bakışlarla kadına baktı kaldı. “Sana
ne oluyor yahu…”
O sırada kapı
tıklandı, düşüncelerinden sıyrılan Athena hemen iki adımda kapının yanına vardı
ve açtı. Karşısında Virton’u görünce bir şey söylemeden gerileyince adam
vereceği selamı konusunda tereddüt ederek Dünya’ya baktı. Dünya aklı iyice
karışsa da iki tarafın dengesini koruyabilecek tek kişinin kendisi olduğunu
anlamıştı çünkü Athena anlaşılmaz biçimde garip davranıyordu.
“Talimatlarınız…
Pardon Dea’nın emirleri nedir?”
* * * * *
Dea
istediğinden daha uzun süren görüşmeden sonra ona yalakalık yapan idareciden
kurtulmayı başarmıştı. Onun gelişinden haberi olmayan kadın, kısa sürede
kasabanın ileri gelenlerini toplayıp yemek düzenlemişti. Dea unvanı gereği bu
daveti geri çeviremezdi. Alışagelmiş bir görgüyle sorumluluğunu yerine getirip
konaktan ayrıldığında vakit oldukça geç olmuştu. Govaksına binip iki eşlikçisi
ile konakladıkları hana dönerken sakin sokakların ve gecenin tadını çıkardı.
Saraya döndüğünde karşılaşacağı hengâme şu an için ona çok uzaktı ve düşünmek
istemese de günler gittikçe boğazını sıkan bir ilmeğe dönüşüyordu. Geleceğinden
nasıl kurtulacağını da bilmiyordu.
Hana varıp
govaksını, onu bekleyen eşlikçiye teslim etti. Dalgın adımlarla kapıya doğru
yürürken bir ses duydu ve duraklayıp sesin geldiği tarafa döndü. Hanın yan
terasında oturan üç kişiyi görünce duvarı kendine kalkan yapıp varlığını
gizledi. Athena basamağa oturmuş, uzun bacaklarını öne doğru uzatmış, arada
elindeki şişeyi yudumluyordu. Dünya ile Virton ise rahat bir sohbetin
içindeydiler. Dea farkında olmadan ilgisini çeken Athena’yı süzdü. Gönderdiği
elbiseyi giymemişti, her zaman toplu olan saçları şimdi hoş dalgalarla
omuzlarından dökülüyordu. Yüz ifadesini daha yumuşatan bu dalgalar kadına
gerçekten yakışıyordu. Tuhaf çizmesine sıkıştırdığı sopayı gördüğünde kendini
gülümsemekten alamadı. Tedbirli olmayı seviyordu.
“Bu boyut
dediğiniz yer bir diyar değil mi?” dedi Virton.
“Açıklaması
gerçekten zor ama bildiğiniz diyarlara ait olmadığımızı sen kendin söyledin.
Dediğim gibi biz dünya denen bir yerden geldik ve geri dönmeyi gerçekten
istiyoruz. Nasıl yapacağımızı bilmiyoruz ve size sorun olmak asla istemiyoruz.”
Dedi Dünya. “Şu laun dediğin yaratıklara biz iblis diyoruz ve ait olduğum
topluluk, uzun zamandır onlarla savaşıyor. Yani bizde sizden daha sık
beliriyorlar ama bizim daha fazla savunma malzememiz var. Elbette,
silahlarımızın yanında güç ve yeteneklerimiz de savaşı kolaylaştırıyor.”
Dea yumruğunu
sıktı daha fazla tepki vermemek için, Virton neler anlatmıştı bir gecede onlara…
Ona söylenirken asıl kendisi olası düşmanlarına kullanabilecekleri ipuçlarını
vermişti. Aniden bu güvenin sebebini çözdü. Virton konuşan Dünya’yı dinler
görünüyordu ama onlara ilgisiz duran Athena’ya kaçamak bakışlar atıyordu. Athena
ise adamın bu çabasından bihaber sadece içeceği ile ilgileniyordu. Sonunda
Virton varlığını belli etmek için doğruldu ve Athena’ya doğru eğildi.
“Tüm
yeteneklerini kaybettiğin için mi bu kadar canın sıkkın?”
Athena yavaşça
adama döndü ama laf söylemek yerine kötücül bir sırıtmayla adamı sorusuna
pişman etti. Virton hafifçe panikledi ve hemen Dünya’ya baktı. Dünya, adamın
korkusu karşısında güldü.
“Hena’nın
canını sıkacak bir yetenek kaybı yok ve onu sinirlendirmeye devam edersen bunu
bizzat anlayacaksın. Asıl sorun, benim muhteşem yeteneğimi kaybetmem oldu.”
Diye iç geçirdi. “Her neyse, saraya vardığımızda bize kim yardım edebilir de,
bizi oraya sürüklüyorsunuz?”
Virton,
Athena’nın kısa süren alakasını kaybetmenin sıkıntısıyla soruyu isteksiz
cevapladı. “Zenwar Yüce Kurulunun her şeyden haberi olması gerekiyor.”
Athena
hoşnutsuz bir ses çıkardı ve Dünya’nın omzunu dürttü. “Gidelim artık.”
Sonra ayağa
kalkmak için hızlı bir hareket etmişti ki, dengesini kaybetti ve basamağı
tutturamayan ayağı kaydı. Dea onun düşeceğini anlar anlamaz saklandığı köşeden
hızla fırladı, aynı anda da Virton panikle doğrulmuştu. Athena sarhoş ama
bilinçli bir çeviklikle dengesini sağlayıp ona doğru atılan iki adama baktı.
Dea anlık tepkisi yüzünden açığa çıktığı için utanmıştı, gizlice onları
dinlediğini düşünmeleri bir yana kadın düşeceği için yaşadığı paniği
saklayamaması ayrı bir utanç kaynağı idi. Hemen toparlandı, duruşuna bir
katılık vererek hala donmuş halde duran Virton’a baktı. Ondaki hoşnutsuzluğu
sezen Virton acı bir şey yemiş gibi yüzünü buruşturup doğruldu.
“Konakta
kalacağını sanıyordum.” Dedi oluşan sessizliği bozmak adına.
Dea yerde
duran iki boş şişeye göz attı ve yeniden Virton’a döndüğünde adam onun ne demek
istediğini anlayarak başını hafifçe eğdi ve yanlarından ayrıldı. Onun
yokluğunda sorumlu kişi Virton idi ama adam uzun zamandır ilk defa
sorumluluklarını ikinci plana atmıştı. Yaver yanlarından ayrılınca, Dea
bakışlarını Athena ile Dünya’ya çevirdi. Dünya inceleyici bir merakla onları
izliyordu ama Athena tek omzunu tahta direğe yaslamış sadece Dea’ya bakıyordu. Dea
ise Athena’nın bakışları karşısında gerildi. Yoğun ve ilgili bakışlarıyla sanki
ona sarıldı ve yumuşak bir kavramayla ısıttı. Kimse ona böyle güzel bakmamıştı,
varlığının önemli olduğunu hissettirmemişti. Kalbi tek bir vuruşla hızlanınca,
kesik bir nefes aldı ve bakışlarını kendisi için zararsız olan Dünya’ya
çevirdi.
“Misafirimiz
olduğunuzu söyledim, sizi serbest bıraktım. Bu tavrımız, iyi niyetimizi
kullanmanızı gerektirmez. Geç vakitte odanızın dışında ve içkilisiniz. Ne
davranış ne de kıyafet kurallarımıza uyuyorsunuz. Casus olmadığınızı
söylüyorsunuz ama yaverimden bilgi almaya çalışıyorsunuz. Beni ne kadar zor
durumda bıraktığınızın farkında mısınız?”
Dünya düşündü
ve adama hak verdi. Kim veya ne olduğu belli olmayan birini Olimpos’un
sınırlarına girdiğini ve mantıklı bir açıklama yapamadan öylesine dolandığını
hayal etti. Gerçi açıklama yapmaya çalışıyorlardı ama öyle yabancı bir toplumdu
ki, birbirlerini anlayamıyorlardı. Athena yaslandığı direkten doğrulduğunda,
Dea’nın gözleri ona doğru döndü. Kadın ona doğru iki adım attı ve tam
karşısında durdu. Birkaç santim farkla boyları birbirine yakındı. Athena hiç
acele etmeden adamın yüzünü dikkatle süzmeye başladığında Dea gerilememek için
kendini zor tuttu.
Gecenin
karanlığına rağmen genç kadının gözlerinin derinlerinde alevler parlıyordu.
Kusursuz yüz hatları sıradan bir ortam yerine hayallerin ötesinde bir
ulaşılmazlığı çağrıştırıyordu. Her zamanki soğuk ifadesi yumuşamıştı ve bu hali
daha tehlikeliydi. Dea kendini savunmasız hissetti ve bir adım geriledi. Athena
onun bu zayıflığını fark etmişçesine gülümsedi. Dea kadının cazibesinin
farkında olduğunu ve onunla alay etmek için bunu kullandığını düşündü,
sinirlendi.
“Sözlerimi
komik mi buluyorsun?”
Dünya onun bu
garipliğinden sıkılmıştı. Athena söz konusu Dea olunca, acımasız bir kaplandan
şımarık bir kediye dönüşüyordu ve bu tavır onun tarzına tamamen aykırıydı.
Zaten komutanı kızdırmışlardı bir de üstüne gitmek iyi sonuçlanmazdı. Ayağa
kalkıp Athena’yı dürttü ama kadın geriye çekilmek yerine genç adama bakmaya
devam etti. Sanki bir şeyleri çözmeye çalışıyordu. Dea ise ne düşüneceğini
bilemez haldeydi. Dünya oluşan garipliği çözmek için adama doğru yumuşak bir
sesle konuştu.
“Üzgünüz
komutan Dea. İçkinize pek alışkın olmadığımızdan kafamız oldukça iyi… Yani alay
etmeye çalışmıyoruz ve sohbeti yanlış anladığınızı düşünüyorum. Bu konuda yarın
sabah salim kafayla konuşsak sakıncası var mı?”
Dea uzatılan
can simidine sarıldı. “Elbette, yarın yola…”
Athena ise
aynı fikirde değildi. “Dünya sen git, benim Dea ile şimdi konuşmam gerek.”
“Hena!”
“Gecikmem.”
Dünya kararsız
bakışlarını Dea’ya çevirdi. Genç adamın çenesi kasılmıştı ve bakışları doğruca
Athena’nın üzerindeydi. Birbirlerine attıkları meydan okuyan bakışlar
karşısında pes etti.
“Yemin ederim
buradan deli çıkacağım!”
Bulundukları
küçük teras sadece yetersiz bir ay ışığı ile aydınlanıyordu. Yine de kolaylıkla
görülebilirlerdi, Dea aralarındaki mesafenin azlığını fark edince kadından
uzaklaşmak için ileri adımladı. Athena kolunu gerip uzaklaşmasını engelleyince
kaşları çatıldı.
“Ne yaptığını
sanıyorsun?”
“Tüm gün seni
görmedim, özledim.”
“Ne?”
“Yanımda dur
Dea, bu duygular hem hoşuma gidiyor hem nefret ediyorum. Seni özlemek de beni
sinirlendiriyor. O yüzden yanımda dur ve özlemim biraz olsun dinsin.”
Kadının ciddi
olup olmadığını anlayamadı çünkü ifadesi ve tavrı samimi görünse de, sözleri
mantıksızdı. Sarhoş olduğunu düşündü, nefesi hoş kokulu faleymi mayası
kokuyordu ve kadının faleymiye karşı dayanıksız olduğunu biliyordu. Biraz
alttan almaya karar verdi.
“Geç oldu ve
yarın erken yola çıkacağız. Sözlerini duymamış gibi davranacağım…”
“Sözlerimi
duymazdan gelemezsin!” Diye adamın lafını kesti. “Bana ne yaptın Dea? Lanet
filan mı bu? Kendimi hiç bu kadar savunmaz ve zayıf hissetmemiştim. Bana her ne
yaptıysan geri al. Senin yüzünden yeminimi bozmak istemiyorum!”
“Yeter artık!
Bu saçmalıklara katlanmak zorunda değilim!” diye sıktığı dişlerinin arasından
konuşan Dea, yükselen öfkesini zapt etmeye çalışarak geldiği tarafa döndü. İlgisini
çektiğini fark eden Athena, onunla alay etmek için bu zayıflığı kullanıyordu.
Hareketlerine dikkat etmesi gerekiyordu. Sertçe emretti. “Odana geri dön!”
“Orda dur!”
diyen Athena basit bir hareketle adamı yakalayıp duvara bastıracakken Dea çevik
bir kaçışla elinden sıyrıldı. Athena elbette bu savunmayı bekliyordu, hiç
acımadan adamın ivmesini besledi ve ileriye doğru fırlattı. Dea dengesini
kaybedip terası aştı ve toprağa sertçe düştü. Hemen toparlandı ve doğrulup
Athena’nın yumruğunu karşıladı. Kadının hızına şaşırmıştı.
“Sadece
anlamaya çalışıyorum!” diye söylendi Athena seri darbeleri adama savurarak.
Adama kıyamıyordu ama onun tarafından umursanmamak da çıldırtıyordu. Saldırısı
zarar vermekten ziyade adamı yormaya ve pes ettirmeye yönelikti. “Bana açıklama
yapmak zorundasın!”
“Hiçbir
zorunluluğum yok!” dedi Dea, nefes nefese. “Kendine gel Hena!”
Athena ismini
söyleyen adama gülümseyerek sahte bir saldırı yaptı ama devamında ayağına geniş
bir tekme atınca Dea’nın iki ayağı birden havalandı ve kalçasının üstüne düştü.
Athena hiç duraksamadan adamın üstüne çullandı ve tamamen hareketsiz bıraktı. Başparmağını
çenesinin altındaki hassas noktaya sertçe bastırınca Dea acıyla kasıldı, biraz
daha bastırsa nefessiz bırakacaktı, hatta nefes borusuna zarar verebilirdi.
Tam o sırada
derinden gelen bir kükreme duydu. Başını kaldırdığında bir çift yeşil-sarı gözün
onu izlediğini gördü. Göğsünden gelen bir homurtuyla havayı titreten hayvan
ölümcül bakışlarını ona dikmişti. Athena parmağının etkisiyle nefes almaktan
başka bir şey yapamayan adama baktı.
“Hayvanın
yardıma gelmiş, ne hoş!” dedi ve hayvanın birkaç adım daha yaklaştığını fark
etti. Arada duyduğu homurtu tehditkar geliyordu ama Athena’nın Dea’yı serbest
bırakma isteği yoktu. Riske girmişti ve konuşmadan bıraktığı an, kendi
özgürlüğünden de olacağını tahmin ediyordu.
O anda ilginç
bir şey oldu. Hırlayan Tamon, genç adamı kurtarmak için atılacakken Dea’nın
gözleri önce elektrik mavisine sonra da buz mavisine dönüştü ve saldırı
pozisyonundan çıkan Tamon duruşunu gevşetti. Sanki hiçbir şey olmamış gibi
arkasını döndü ve karanlığa doğru yürüdü. Athena tanık olduğu sahne karşısında
afallayıp parmağının baskısını kaldırdı ve adamın üstünde oturmaya devam etse
de hafifçe doğruldu. Bacaklarını kaydırarak, adamın kollarını serbest bıraktı.
Bir elini boynuna saran Dea birkaç derin nefes alarak gözlerini kapattı.
“Büyü mü
yaptın?” dedi Athena, daha önce böyle bir şeye tanık olmamıştı.
Dea hala
uzanmaya devam ediyordu. Athena genç adamın gergin duruşu karşısında ne
yapacağını bilemez halde kalmıştı, üzgün müydü, kızgın mıydı? Neden adamın
hislerini bu kadar önemsiyordu? Dövüşürken güzelim saçları dağılmıştı. Athena,
yakışıklı adamın yüzüne eğildi ve saçlarının arasına karışmış bir saman parçasına
uzanmışken, Dea hareketi fark ederek gözlerini açtı. Normal rengine dönüşmüş
gözleri bir karış ötesindeki Athena’nın yüzünü görünce daha da açıldı. Parmaklarını
yumuşacık saç tutamları arasına daldırma isteğini bastıran Athena hemen saman
çöpünü aldı ve amacının masum olduğunu ilan edercesine adama gösterdi. Donup
kalan Dea çöpe kısa bir bakış attı, sonrasında uysallaşan bakışları, kadının yüz
hatlarını okşayarak dolgun dudaklarına ilişti. Kalbi daha hızlı atmaya başladı
ki, pozisyonlarının uygunsuzluğu bile umurunda değildi.
“Ses buradan
geldi!”
Dea panikle
doğrulurken Athena da çevik bir hamle ile onun üstünden kalkıp uzaklaştı. İkisi
de aptallaşmıştı. Utanan Dea onun yüzüne bakamıyordu, Athena ise bakışlarını
adamdan alamıyordu. Athena gerileyip depo olarak kullanılan tahta barakanın
gölgesine sığınırken Dea üstünü silkerek gelen askerleri karşıladı. Sözsüz bir
anlaşmayla Dea’nın askerleri başından savmasını bekleyen Athena, ne olduğunu
anlamaya çalışıyordu. Mantığına çok güvenen kadın Dea ile karşılaştıktan sonra
dengesini kaybetmişti. Tanık olduğu sahne sonrasında da adamın büyü
yapabildiğini görmek içini biraz olsun rahatlatmıştı, belki onun başına gelen
tuhaflığın sebebi buydu.
Askerlerin
ardından Virton da gelmişti. Dea üstündeki tozları silkmişti ama kıyafetindeki
bozukluk bir şeyler olduğunu ilan ediyordu. Gömleğinin yırtık yakası, atkısına
rağmen belli oluyordu. Dea adamları başından savmaya çalışırken sakindi ve kısa
bir konuşma sonrasında Virton dışındaki askerler nöbetlerine döndü. Virton’un
gözleri etrafı araştırırken Dea adamın merakından rahatsız olmuştu.
“Dinlenmeye
geçebilirsin Virton.” Dedi uyaran bir sesle.
“Ne
yapıyorsun?” diye fısıldayan Virton bakınmayı bırakıp genç adama döndü. “Deacas
sözler çok hızlı yol alır. Dikkatli ol, kendini riske atma!”
“Ben görevlerimi
biliyorum Virton. Fakat sen anlaşılan haddini ve sınırlarını unuttun.”
“Senin için
endişeleniyorum.” Diye fısıldadı biraz yaklaşarak. “Benim görevim de seni
korumak ve son zamanlarda yargılarında karmaşa seziyorum. Tehlike beklemediğin
bir yerden gelirse, müdahale edecek gücüm olmayabilir.”
Dea başını
doğrulttu ve adama soğuk bir bakış attı. “Raporunda belirtirsin.” Dedi ve
başıyla ileriyi işaret etti.
Virton onu
ikna edemeyeceğini bildiğinden nefeslendi ve sinirli adımlarla geldiği yöne
dönüp uzaklaştı. Dea bir süre adamın ardından baktıktan sonra elini saçlarının
arasına geçirdi ve önüne gelen saçlarını geriye attı. Athena manzara karşısında
büyü savına tutunmakta zorlandı, daha fazlası olmalıydı. Çünkü adamın her
hareketi büyülü gibiydi, büyü yapmıyordu çünkü o büyünün ta kendisiydi. Etkilendiği
sadece adamın yakışıklı olması olamazdı, hiç görmemiş değildi ki yüzlerce
yıldır efsanevi yakışıklılarla birlikte yaşamıştı. Karakterinin çekici olduğunu
kabul etti, yaydığı otorite Athena’nın en beğendiği özelliği idi. Genç adam,
ona doğru döndüğünde koşup boynuna atılmamak için tüm bedenini kasmak zorunda
kaldı. Ne diye romantikleşiyordu ki!
“Lanet boyut
kapısı!” diye dişlerinin arasından tısladı. “Bunun sorumlusunu bulduğumda kim
olduğuna bakmayacağım!”
Dea yanına
geldi ve onun yüzüne bakmadan konuştu. “Rahatsız edilmeden konuşabileceğimiz
bir yere gidelim.”
Cevap
beklemeden ileri yürüdü. Ana sokağa çıkmaktansa ahırların olduğu dar geçidi
geçtiler ve kısa bir duvardan atladılar. Athena hiçbir şey demeden Dea’yı takip
etti. Karanlık sokaklarda kimseler yoktu, uykuda olan halkın güvenliğini
sağlayan nöbetçiler arada devriye geziyorlardı. Dea nöbetçilerin güzergahlarını
bildiğinden kimselere görünmediler. Kasaba sınırı sayılan karanlık ormana
vardıklarında Athena onları takip eden iri patilerin sesini duydu. Arkasına
bakmadan izleyenin Dea’nın hayvanı olduğunu anladı, bir gölge gibi onların
peşindeydi. Dea sonunda durdu ve ona döndü. Hayvan da aralarında mesafe
bırakarak yere uzandı, başını pençelerin üstüne koyup gözlerini kapattı.
Dea konuya
nasıl gireceğini düşünürken Athena konuştu.
“Beklediğimden
iyi savaşıyorsun.”
“İyi mi?”
dedi, onu teselli etmeye çalışan kadına bakarak. Kadın basit bir teknikle onu
alaşağı etmişti ve bunun için güç bile harcamamıştı. “Ciddi konuşacağımızı
düşünmüştüm, sen şimdiden alay ediyorsun.”
“Sana
söylediklerimi alay olarak alman hoşuma gitmiyor. Sanırım pek övgü almıyorsun
bu nedenle iltifatlarımı ciddiye almıyorsun, neyse alışırsın.” Dedi ve kendine
engel olamadan genç adama biraz daha yaklaştı. Dea sırtını bir ağaca çarpınca
gidecek yer bulamadı ve karşı karşıya kaldılar. “Şimdi az önce gördüklerimi
açıklar mısın?”
Dea gergin bir
tavırla boğazını saran atkıyı gevşetti. “Bana bu kadar yaklaşman uygunsuz,
yanlış anlaşılır.”
“Bence doğru
anlaşılır.” Dedi Athena hoş bir gülümsemeyle Dea’yı daha da ısıtarak. Yine de
iki adım geriledi.
Onu temelli
aptallaştıran kadına laf yetiştirmeyi bugünlük erteleyen Dea, yapıştığı ağaçtan
ayrılıp açıklamaya başladı. “Bazı canlılarla bağlantı kurabiliyorum. Az önce
şahit olduğun gibi emirlerimi dinliyorlar. Virton size launları anlattı değil
mi?”
“Biz onlara
iblis diyoruz.”
“Launları da
sezebiliyorum. Bildiğim kadarıyla, soyumuzda bunu yapabilen tek kişi benim ve
normalde bu gücümü ifşa etmem yasak.”
“Bana neden
gösterdin?” diye sordu Athena cevabı duyacağı için heyecanlanarak.
Dea kadının
parıldayan gözlerine bakarak mırıldandı. “Biliyorsun.”
“Duymak
istiyorum.”
Dea kalbinin
bu denli güçlü attığı bir zamanı hatırlamıyordu, cevap verse sesinin net
çıkmayacağını da tahmin ediyordu. Konuyu değiştirmeye karar verdi.
“Sen anlat,
launlar hakkında ne biliyorsun? Ve böyle dövüşmeyi kimden öğrendin?”
Athena adamın
karşısındaki ağaca yaslandı ve kısaca Olimpos’u ve iblislere karşı verdikleri
savaşı anlattı. Hepsinin ayrı yetenekleri ve güçleri olması Dea’nın ilgisini
çekmişti. İblislerin büyük topluluklar halinde olması da şaşırmıştı, nasıl
durdurabildiklerini anlayamadı. Athena ona silahlarını tam anlatmamıştı, Dea da
bilmediği bir nedenle kendi yöntemlerini sakladı. Stratejik bir sır olduğunu
düşündüğü için adama ısrar etmedi, sonuçta o da detayları saklıyordu.
“Demek sen
kendi diyarında oldukça güçlü birisin.” Dedi Dea. “Peki, buraya nasıl geldin?”
“Keşke
bilebilseydim ama işin içinde lanet veya büyü olduğuna eminim. Bunu
bozduğumuzda evimize dönebileceğiz.” Dediği anda kalbi sızladı. Kapı
açıldığında tereddüt etmeden gider miydi? Bakışları Dea’nın biçimli gözlerine
çevrildi, Dea da ona bakıyordu.
“Büyü
bozulmazsa…” dedi adam ama cümlesini bitirmedi.
“Eninde
sonunda bir yol bulunur.” Dedi Athena, düşüncesi dahi canını yakıyordu ve
bundan da nefret ediyordu. “Olimpo pes etmez.”
Dea
bakışlarını ondan alıp karanlığa doğrulttu. “Yardımcı olamadığım için üzgünüm.”
“Her büyü
farklı işler, dert etme. Sadece zaman meselesi olduğuna eminim.” Dedi ve biraz
gerilerek sordu. “Şu senin büyünün başka bir yan etkisi olabilir mi?”
Dea şaşaladı.
“Yan etki mi? O da ne?”
Nefeslenen
Athena doğrudan sormaya karar verdi. “Ateş başında konuştuğumuzdan beri seni
aklımdan çıkaramıyorum. Sürekli seni görmek istiyorum. İçimde adlandıramadığım
bir duygu var ve bu duygu doğrudan sana bağlı. Varlığınla güçlenip teselli
buluyor, yokluğunda çaresiz kalıyorum. Bu beni öfkelendiriyor ama elimden gelen
bir şey yok. Ben aşık olmam ama bu gariplikler aşkı işaret ediyor. Sanırım
senin şu hüküm büyünün etkisi altındayım, yani özellikle yaptığını sanmıyorum.
Hiç böyle bir etkisi oldu mu büyünün?”
Duydukları
karşısında iyice afallayan Dea sırtını yeniden ağaca yasladı. Kendini
toparlamak için sorumluluklarını hatırlamaya çalıştı, verilen sözleri ve
görevlerini, çoktan yazılmış olan kaderini, adına sunulmuş yeminleri… Athena
birkaç dakika adamın düşünmesini bekledi. Kararsızlığı gözle görülecek kadar
yoğundu. Sorusunu net sormuştu, cevabının da net olmasını bekliyordu ama Dea
suskunlaşmıştı. Ne yaptığını düşünmeden genç adama doğru yürüdü, Dea
bakışlarını yavaşça kaldırıp ona baktı. Athena durmadı, tam karşısına geçene
dek. Ay ışığı altında güzel yüzü olağanüstüydü, Athena dokunma ihtiyacı ile
kasıldı. Nefes almak dahi zordu. Genç adamın öpülesi dudakları aralandı.
“Hena…”
Athena rüyada
gibiydi, elini kaldırdı ve parmaklarıyla genç adamın heykeli andıran çene
hattını okşadı. Usulca elmacık kemiklerine çıktı. Dea’nın tek tepkisi kesik bir
nefes almaktı, gözlerini ondan ayırmıyordu. Athena kalp atışlarını duymasından
çekinmiyordu çünkü o da genç adamın kalp atışlarını hissedebiliyordu. Parmakları
Dea’nın aralı dudaklarına indi, dolgun alt dudağını hafifçe okşadı. Dea güçlü
bir yutkunmayla başını ona doğru eğdi, teslim olurcasına. İkisi de tamamen
güdülerinin esiri olmuşlardı. Athena bakışlarını yeniden Dea’nın gözlerine
çevirdi ve kısık bir sesle fısıldadı.
“Bu hiç hoşuma
gitmiyor.”
Dea kendini
tutamadı ve bir elini genç kadının beline atıp yavaşça kendine çekerken
mırıldandı. “Benim de…”
Athena elini
onun ensesine doğru götürdü ve yüzleri arasında birkaç santim gelene dek genç
adamı kendine çekti. Dudaklarına doğru fısıldadı. “Ama engel olamıyorum.”
Dudakları
birbirine değecekken Dea aniden kendini çekti ve başını çevirdi. Gümbürdeyen
kalbi kulaklarında atıyordu sanki. Titreyen elini kadından çekip uzaklaştı. Bunun
olmasına nasıl izin vermişti. Athena ona elinde olmadan etkisi altına girdiğini
itiraf etmişti ama ona ne oluyordu? Herhangi bir olası büyünün arkasına
saklanamazdı. Az daha ölümcül bir hata yapacaktı.
“Dea?”
Athena koluna
belli belirsiz dokunduğunda aşırı bir tepkiyle kolunu çekti ve ona döndü. “Bana
bir daha dokunma! Aramızda hiçbir şey olamaz Athena. Geçici duygulara
kapıldığını düşünüyorum çünkü benim sözde büyümün böyle bir etkisi yok.”
Duruşunu soğuk bir tavra büründürse de kalbi hala göğsünün içinde koşuyordu. Heyecanını
ve arzusunu bastırmak çok zordu. “Yüce kurula danıştıktan sonra geri dönmeniz
için elimden geleni yapacağıma söz veriyorum. Bir an önce diyarına dönmen
herkes için hayırlı olacak. Bana karşı umut besleme çünkü karşılıksız kalacak!”
Athena’nın
üzüleceğini düşünmüştü ama onun yerine kadının yüzü öfkeyle gerildi ve o daha
anlamadan güçlü bir yumruk midesinde patladı. Kasılarak dengesini kaybeden Dea
geriye düşerken Tamon hırlayarak doğruldu. Athena öyle sinirlenmişti ki, ret
edilişinin hıncını hayvandan alacak gibi yürümeye başladı. Dea midesini tutarak
doğruldu ve Tamon’a sakin olmasını emretti. Athena hayvanın yanından geçip
giderken birbirlerine bakışları çok hiddetliydi. Dea bir yana onun hayvanına
bile kinlenmişti. Dea kadına seslendi ama cevap olarak anlamadığı bir dizi
kelime duydu. Peşinden gidecek yüzü olmadığından Tamon’a uzaktan onu korumasını
emrettikten sonra kendini yere bıraktı. Ne yumruktu ama…
* * * * *
Dünya yatağın
üstünde bağdaş kurmuş kapıya odaklanmaya çalışıyordu. Athena hala gelmemişti o
yüzden düşüncelerini toparlayamıyordu. Onu yalnız bıraktığına pişman olmuştu,
başına bir şey geleceğini sanmıyordu ama pişman olacağı bir şey yapmasından
çekiniyordu.
“Lanet olsun!”
diye homurdanıp yumruğunu yatağa vurdu. “Ares! Seni sersem neden bulmuyorsun
beni? Kırk yılda işim düştü sana ama yoksun!”
Gözlerini
kapatıp ölümsüzün muhteşem gözlerini hayal etti, hayalindeki Ares’e sıkıca
sarıldı. Ares korumacı bir tavırla kollarını ona sardı ve başının üstünü
saçlarını koklarcasına öptü. Dünya büyük bir rahatlamayla ellerini onun
sırtında gezdirirken başını göğsünden kaldırıp yüzüne baktı. Ares üzgündü,
eğildi ve onun burnunun ucuna ufak bir öpücük bıraktı. “Neredesin sevgilim?”
diye fısıldadı. “Özlemine dayanamıyorum.”
Kapı sertçe
çarpınca Dünya hayalinden sıçrayarak ayrıldı. “Hay, ben senin…” gözlerini
açtığında son derece öfkeli Athena’yı görünce cümlesi yarım kaldı.
Athena ona
sıkıntı veriyor gibi atkıyı boğazından sökercesine çıkardı ve yatağa fırlattı.
Küçük odada volta atmaya başladı. Dünya kaşlarını çatıp bir süre kadını izledi,
sonra dayanamadı.
“Madem yürümek
istiyordun neden geldin?”
“Onu
öldüreceğim! Kendini ne sanıyor!” dedi Athena durup ona dönerek. “Benimle işi
olmazmış, asıl benim onunla işim olmaz. Geri dönmemiz için elinden geleni
yapacakmış!”
“Sakin ol
Hena! Yemin ederim sizin ailenin şu siniri beni delirtecek!”
“Ukala pislik!
Yüce kurula bizi sunduktan sonra bizi başından savmayı düşünüyor. Neyiz biz?
Ben uyumlu olmaya çalıştıkça, tepeme çıkıyor!” dedi ve onu bıkkın bir sabırla
dinleyen Dünya’ya eğildi. “Az daha onu öpecektim, tüm kurallarımı onun uğruna
yıkacaktım. Lanet olası ilk öpücüğümü ona verecektim. O ise bana umutlanmamı
söylüyor.”
Dünya’nın ağzı
açık kaldı. Athena yaşattığı şoku fark etmeden devam etti. “Ona neden aşık
olduğumu sordum cevap bile veremedi. Üstelik bir de bana dokunma diyor, sanki
ben ona dokunmayı çok istiyorum. Sanki isteğim dahilinde de…”
“Adama ne
yaptın Hena?” diye mırıldandı. “Yaşıyor mu?”
“Son
gördüğümde nefes alıyordu.” Dedi Athena suratını asarak, sonunda yatağa oturdu
ama hala siniri geçmemişti. “Bir şey yapmadım, yani bir yumruk… Başka bir şey
yapmadım.”
Duyduklarından
sonra şaşırma limitini doldurmuştu. Yüzünü ovaladı, son birkaç dakikadır
yaşadıklarını sindirmek adına. Ulaşılmaz soğukluğuna rağmen hayranlarını peşinden
koşturan, güzelliği sorgusuz kabul edilen bekaret yeminiyle meşhur Olimpos’un
mücevheri, zekasıyla düşmanlarının dahi saygısını kazanan savaş tanrıçası,
henüz birkaç gündür tanıdığı birine aşık olduğunu itiraf etmiş ve öpücük talebi
ret edilmişti. Onu istemeyen adamı dövmeyi de ihmal etmemişti. Bu neyin
hırsıydı!
“Ne
konuştuğunuzu bana anlatır mısın? Öfkelenmeden!”
Athena derin
bir nefes aldıktan sonra sohbetlerini ona anlatmaya başladı. İki kadın plan
yapmadan önce neler olduğunu anlamaya çalışsın, onlara pek uzak olmayan bir
yerde başka amaçlarla başka planlar uygulanıyordu. Uçuşan beyaz pelerin giymiş
bir grup insan kırmızı damarlara sahip siyah bir mermerin etrafına
sıralanmışlardı. Mermerin damarları, meşalelerin ışığında yanıyor gibi görünüyordu
ama henüz canlanmaya başlamamıştı. Pelerinlerinin başlıkları yüzünden kim
oldukları belli değildi, hepsi bir işaret bekliyorlardı. Korku canlı bir yılan
misali aralarında dolanıyordu, bu hafifçe titremelerinden anlaşılıyordu. Yönetmeye
alışkın karakterleri mermere yaklaştıkça, zavallı hale bürünüyordu. En ufak bir
yanlışlıkta canlarından olabileceklerinin bilincindeydiler ve canları oldukça
kıymetliydi.
Mermerden bir
hırıltı yükselince pelerinli grup gergin bir çığlık atıp gerilediler ama bırakıp
kaçacak kadar cesur değillerdi, henüz değillerdi. İki pelerinli daha gruba
katılmak için yürüdüler, biri bastonuna dayansa da dengesini sağlamak için
diğerinin yardımına ihtiyaç duyuyordu. Başlığın altından görünen yüz çok
yaşlıydı, suratında kırışmadık bir nokta kalmamıştı. İki kadın gruba
yaklaşırken diğer pelerinliler el ele tutuştular. Yaşlı kadın diğer kadının
kolundan çıktı ve doğrulup siyah mermerin damarlarına baktı.
“Çok erken…”
diye fısıldadı. “Ritüeli daha yeni yapmıştık, acıkması için henüz çok erken… Ne
oldu acaba?”
Diğeri saygılı
bir sesle konuştu. “Yakında belli olur Yaşlı Ruh, bizim görevimiz onu doyurup
launları zapt etmesini sağlamak.”
Mermerden yeni
bir hırıltı yükseldi ve taş hafifçe titreşti. El ele tutuşmuş grup neredeyse
dağılacaktı, onları bir arada tutan yaşlı kadın oldu.
“Sakın
bozmayın! Çabuk! Kurbanı getir!”
Taş her saniye
daha canlanırken gözü ve ağzı sıkıca bağlanmış genç bir adam sürüklenerek
getirildi. Çemberi oluşturan grup korkunç bir sesle duaya başlamışken genç adam
yaşlı kadının önünde diz çöktürüldü. Adam çırpınmayı bırakmıştı, onu tutan
kadınlardan biri elini saçlarına geçirdi ve başını arkaya doğru çekti. Boynu
tamamen karşıdakinin insafına kalmıştı. Yaşlı kadın da derin bir sesle
mırıldanmaya başladı, yanındaki kadın ise pelerinin katmanlarının arasından
ince bir bıçak çıkardı ve yaşlı kadına uzattı. Yaşlı kadın titreyen elleriyle
bıçağı kavradı ve ellerinin titremesi kesildi. Mermer çıtırdamaya başladığında
panikledi ve bıçağı hızla kaldırıp genç adamın açığa çıkarılmış boğazına doğru
savurdu.
Kurbandan
süzülen kan ince oluktan mermere doğru akıp taşa ulaşırken çok uzaklarda iki
kişi suçlarından sıyrılmak ve işleri kendi lehlerine döndürmek için harekete
geçmişlerdi. Yine aynı mağaradalardı. Olanlardan sonra kendine güveni buhar
olan Ghede paniğine zoraki engel oluyordu. O günkü felaketten sonra her an
yakalanma korkusuyla yaşıyordu. Suç ortağı ona şantaj yapmasaydı, bir daha bu
işe karışmazdı ama muhatabı sindirilecek biri değildi. Yere dikkatle çizdiği
vevere odaklanmakta zorlanıyordu çünkü adamın bakışlarını sırtında
hissediyordu.
Veveri
tamamladığında serin mağaraya rağmen terlemişti. Şekle zarar vermemek adına
geriledi ve elinin tersiyle alnındaki teri sildi. Nefeslenip diğer çizime
geçti, bu önceki kadar zor değildi ama gerginliği iyice arttığından düzgün
çizmekte zorlanıyordu. İki veveri birbirine bağlayacak büyülü şekli de
çizdikten sonra nefes alıp geriledi. Kibirli duruşuna geri dönerek arkasında
bekleyen adamın yanına geçti.
“Şimdi biraz
beklememiz gerekiyor.”
“İşe yarayacak
mı?” dedi diğeri.
“Nerede
olduklarını ve ne durumda olduklarını bilmiyorum. Anlaşılan anahtar da yolu
bulamıyor ve Athena onun yanında mı bilmiyoruz. Ares sadece sorguluyor ve
kimseye bilgi vermiyor. Bu durumda soruna nasıl bir cevap vermemi bekliyorsun.
Ben elimden geleni yaptım. İşe yararsa, sorunu çözmek sana kalmış ve beni bu
beladan kurtarmazsan tüm lanetleri sana yollarım.”
“İşe yaramazsa
ben lanetle uğraşmam, doğrudan ilgilenirim.” Dedi yanında duran Ghede’ye
eğilerek. “Başımızı derde sokan senin aptal büyündü. Suçu sadece bana
atamazsın.”
Ghede bu işi
kabul ettiği için kaderine bir kez daha içinden küfretti ama adama karşı
tepkisiz kalmaya çalıştı. Korktuğunu belli etmemeliydi. Anahtarın işe
karışacağını bilseydi, dilini koparır bu işe karışmazdı. Ares ile
karşılaşmaktan kaçınıyordu ama çare değildi. Olimpos evinde çok güçlü büyücüler
vardı, onlardan birine yakalanması halinde Ares ona acımazdı. Bari anahtara
ulaşabilseydi…
* * * * *
“Bu aptal
elbiseyi giymek zorunda mıydık?” diye homurdandı kısık sesle. “Etekleri geniş
ama bacaklarıma dolanıyor.”
“Ortama uyum
sağlamalıyız Dünya, yoksa ben de bayılmıyorum uzun etekli elbiselere.”
Kasabayı
arkada bırakmışlardı ve ahırdan çaldıkları iki govaksa binip daha da
hızlanmışlardı. Kimsenin insafına kalmamak için kendi araştırmalarını kendileri
yapmaya karar verdiler. Şehre tutsak olarak girmek yerine gizlice girip gerçeği
bizzat bulmak daha iyiydi. Kadınların hepsi zarif elbiseler giydiklerinden
onlar da Dea’nın gönderdiği elbiseleri giymişlerdi. Uzun atkıları da almayı
unutmadılar, böylece Athena sopasını gözden gizleyebiliyordu. Baygın nöbetçiler
bulunana dek uzaklaşmayı amaçlıyorlardı. Virton’un tarif ettiği yöne doğru
bineklerini sürdüler.
Bir süre
gittikten sonra Athena onları izleyen bir sürprizle karşılaştı. Dea’nın hayvanı
onları belli bir mesafeden takip ediyordu, sadece oydu. Dea ile tartıştıklarında,
genç adam hayvanını onun peşinden göndermişti, koruması için. Anlaşılan hayvan
ona verilen göreve oldukça sadıktı, hala takip ediyordu. Kaçışlarını fark etse
de, kimseye haber vermemiş olmalıydı çünkü peşlerinden gelen başka biri
görünmüyordu. Dea’ya kızgındı ama adam aklına geldikçe kalbi sızlıyordu. Genç
adam onun duygularına olumlu bir karşılık vermemişti ve asla vermeyeceğini
kesin bir dille söylemişti. Aşk için adama yalvarmayacaktı ama yanında olmak da
onun için zordu. Onu görüp de yakınlaşamamak işkenceden beter olacaktı.
Hissediyordu.
Yeterince
uzaklaştıklarına kanaat getirdiklerinde ana yola çıktılar. Yorulan govaksları
dinlendirmek için biraz yavaşladılar. İki bacaklı hayvanlar hızlıydı ama attan
daha çabuk yoruluyorlardı. Karanlık yol ıssızdı ve çevresini saran ormandan
gelen sesler dışında ses duyulmuyordu. Virton yol boyunca seyrek olarak küçük
köylerin olduğunu ve genelde güvenlik amacıyla kurulduklarını söylemişti.
İhtiyaç duymadıkça bu köylerden uzak durmaya ve şehre kadar dayanmaya karar
verdiler. Virton’un sohbeti etrafı tanımakta oldukça yardımcı olmuştu.
Güvenlik
köylerinden birine yaklaştıklarını anlayınca, fark edilmemek için ormana
döndüler, geçene dek ormandan ilerleyeceklerdi. Dünya, askerlerden aldıkları
kısa kılıçları bacaklarının alt kısmına sabitlemişlerdi, ulaşmak için
etekleriyle boğuşması gerekecekti ama silahsız olmaktan iyiydi. Derken Dünya
havanın değiştiğini fark etti ve yan gözle Athena’ya baktı. Athena da kaşlarını
çatıp govaksın gemini usulca çekiştirip yavaşlattı, hemen onun yanına geldi.
Burnuna keskin bir koku gelirken rüzgarın da esmediğini fark etti.
“Hena, iblis!”
diye fısıldadı.
Köyden tarafta
belli belirsiz bir hırıltı işiten Athena hemen Govaksın yönünü kaçındıkları
köye doğru döndürdü. “Sen burada bekle. Ben kontrol edeyim.”
“Hayatta
olmaz, tek başıma kalamam.”
“Geride dur o
zaman!” dedi ve govaksı sürdü.
İblis varlığı
fark edilince, gizleyici büyü kalkmıştı. Köyden gelen sesle korkunçtu,
ulumalar, çığlıklar, parçalanma sesleri havayı doldurmuştu ve yaklaştıkça
artıyordu. Yangını fark ettiklerinde, köydeki dehşet gözler önüne serilmişti. Parçalanmış
insanlar etrafa saçılmış, kan ve yangının içinde etrafa dağılmıştı. Uluyan melez
iblisleri, kaçmaya çalışan insanları yakalayıp acımasızca katlediyordu. Birkaç
ev de alevlerden nasibini almış, önlerindeki vahşeti aydınlatarak yanıyordu.
Athena, govaks
durmadan üstünden atladı ve bacağındaki kılıcı çekip ilk meleze saldırdı.
Saldırıyı beklemeyen melez, canını aldığı kurbanının tepesine cansız olarak
düştü. Bu melezler çok iri değildi ama güçlü ve çevikti. Dünya da savaşa
girdiğinde melezler onları yenice fark etti, fakat onlardan dördü çoktan
ölmüştü. Kaçışan insanları bırakıp iki kadına döndüler ve çılgınca koşarak
saldırıya geçtiler. Athena durmaksızın melezleri biçerken az ötede Tamon’un da
ona doğru koşan melezleri engellediğini göz ucuyla gördü ve istemsizce
gülümsedi. Dea uzakta olsa da emri sayesinde koruması altındaydı.
“Hena, sağda!”
Athena
ilgilendiği melezin boğazına sapladığı bıçağı çekerek sağa doğru kısa bir yay
çizdi ve baltalı bir kol yere düştü. Kanlar saçarak kıvranan melezin ağzına
sapladığı kılıcı çekti ve güçlü bir tekmeyle ittirdi. Yan tarafına baktı. Nefes
nefese kalmış Dünya, iblis melezinden aldığı baltayı da ustalıkla kullanıyordu.
“Neyse ki
bunlar melez. İblisin yanında olmamaları garip, değil mi?”
Dünya
gergindi. “En azından bir iblis olduğuna eminim, hissetmiyor musun?”
“Uzakta
olabilir.” dedi ve çabucak etrafa bakındı. Katliamdan kurtulan köylülerin
kaçması için yolu açmışlardı. Son kalan iki melez haricinde yanan köyde kimse
kalmamıştı. Tamon, melezler ile onları arasında duruyordu ve melezlere
saldırmak için fırsat kolluyordu. Dünya, hayvanı fark ettiğinde ilk önce
korkmuştu ama onlara yardım ettiğini görünce şaşırdı. Hayvanın yardımı
sayesinde hiç yara almadan melezleri püskürtmeyi başarmışlardı.
“Kalkanını da
kontrol edemiyor musun?” dedi havadaki kötü koku artmaya başlayınca.
“Hayır.” Dedi
Athena. “Oluşmuyor. İblisleri durduracak hiçbir silahımız yok. Köy boşaldığına
göre bizim de kaçma zamanımız geldi. Dua edelim de, iblisin takip edecek kadar
aklı ve cesareti yoktur.”
Melezler
onlara doğru atılınca, Tamon en yakın meleze sıçradı, büyük çenesini melezin
bedenine geçirip melezi parçalarken Athena da diğerinin saldırısını karşıladı.
Dünya onlar savaşırken tüylerini diken diken eden hisle başını çevirdi ve
alevlerin arasında beliren iki iblisi fark etti. Meydanda dolanan korkuyla
beslenen ve alevlerin etkisiyle güçlenen iblisler, somutlaşarak öne çıktı. İğrenç
bedenleri tüterken kulakları sağır eden bir çığlıkla varlıklarını ilan ettiler.
“Lanet olsun.”
Diye fısıldadı. “Hena, gidelim.”
Athena üstü
başı kan içinde, iblislere bakarken kaçma konusunda isteksizdi. Normalde değil
kaçmak çoktan iblislere saldırmıştı ama elinde onları öldürecek bir silahı
yoktu. Özel metalden yapılmış kesici alet dışında hiçbir silah, safkan bir
iblise zarar veremezdi. Elinde tuttuğu kısa kılıca parmaklarını iyice kenetledi
ve sopasını da öne kaldırdı. Tamon, saldırdığı melezin işini bitirmiş korumacı
bir tavırla ilgisini iblislere çevirmişti, derinden gelen kükremesi oldukça
tehditkardı. İki iblis delice bakan bakışlarını kadınlara odaklamışlardı,
beslendikleri korku ve vahşet sayesinde güçleri katlanmıştı. İkisi aynı anda
pençe misali ellerini iki yana çevirdiler, bedenlerinden çıkan uzantılar onlara
doğru saldırdı. Tamon kükreyerek atıldı, Athena hızlı bir hareketle onlara
ulaşan uzantıları kesti ama çare değildi. Uzantılar hayvanı sardı ve büyük bir
güçle fırlattı. Athena paniklemişti.
“Kaç Dünya,
lütfen!” diye son bir gayretle saldırıyı karşıladı. “Onları oyalarım!”
Dünya elinden
geldiğince uzantılardan kaçınıyordu ama yeterli değildi. Uzantılardan biri ona
çarptı ve kadın sağa doğru uçarak sertçe yere düştü.
“Dünya!” diye
bağırdı, hareketsiz kalan kadına doğru. Bir anlık boşluk yüzünden uzantılar
Athena’yı yakaladı ve iblislere doğru çekmeye başladılar. Athena öfkeyle
bağırdı, kılıcı sallayacakken başka uzantılar çarpıp silahı elinden düşürdüler.
İblislerden biri keyifle öne doğru çıktı onu karşılamak için, sivri dişleri
uzun ve keskindi. Athena’nın debelenmesini eğlenen bir ifadeyle izliyordu.
Ödülüne
kavuşmayı beklerken sırıtışı yüzünde dondu kaldı. Bir şimşek sırıtan başını
gövdesinden ayırırken gelen darbeyi hissetmemişti bile, uzantıları güçsüzce
düştü. Diğer iblis hemen savunmaya geçip Athena’yı bıraktı ve beliren tehdide
doğru döndü. Athena olanları kavramaya çalışarak kalan iblise saldırmak için
pozisyonunu değiştiren Dea’ya baktı. Dea çok öfkeliydi ve iki elinde tuttuğu
hançerler tanıdık bir ışıltıyla parlıyordu. Hayretle fark etti bu hançerler
iblis öldüren metalden yapılmıştı. Dea ona uzanan kolları tek hamleyle kolayca
kesti ve çevik birkaç adımda son iblise ulaştı. Müthiş hamlelerle iblisin
saldırılarını engelledikten sonra hançeri iblisin göğsüne sapladı ve büyük bir
güçle iblisin göğsünü yardı. İblis gözleri dehşetle açıldı ve kanlanmış ağzını
Dea’ya doğru eğdi. Dea hiç tereddüt etmeden iki hançeri çapraz olarak iblisin
boğazına sapladı ve hızla çekti. İblisin başı koparken aldığı ölümcül zararlar
yüzünden bedeni küle dönmeye başlamıştı.
Nefes nefese
kalan Dea, derin soluklar arasında, Athena’ya döndü. Athena düştüğü yerde
oturup kalmış, onu izleyen hayran bakışlarını saklamıyordu. Yoktan beliren
adamın onları nasıl bulduğunu düşünmek yerine, adamın salt varlığı sayesinde
ruhunu saran mutluluğun tadını çıkarıyordu. Dea etrafına bakarken başındaki
atkıyı sıyırdı ve saçlarını esmeye başlayan rüzgara bıraktı. İblis tehlikesi
ortadan kalkmıştı. Doğruldu, derin bir nefes alıp yeniden ona döndü ve hoş bir
sesle sordu.
“Yaralandın
mı?” dedi, hemen cevap alamayınca endişeyle seslendi. “Hena, yaralı mısın?”
Athena küle
dönmüş iblis uzantılarının içinde oturmaya devam ederken başını salladı.
“Hayır.”
Dea gergin
omuzlarını rahatlatan bir nefes alırken hançerlerini kınlarına taktı. Athena o
anda ayıldı ve hemen ayağa fırladı. Dünya’nın düştüğü yöne doğru dönmüştü ki,
görüşü karardı ve aynı anda bilinci kapandı. Kendine gelmiş Dünya ve ona doğru
yürüyen Dea’nın bakışları altında kendinden geçti. İkisi de kadının adını
haykırarak ona doğru koştu. Dea, Dünya’dan önce kadına ulaşmıştı, panikle adını
seslenerek kucağına aldı.
“Hena!”
Ne olduğunu
anlayamamışlardı, görünürde bir yarası yoktu ama uyanmıyordu da. Nefes alıyor
olması, ikisini de biraz olsun teskin etti. Dea nazik olmaya özen göstererek, Athena’yı
kucakladı ve katliamın olduğu alandan uzaklaştırdı. Dünya iki dakika önce sapasağlam
olan kadının bayılması için bir neden olmadığını söylüyordu ama Dea paniğini
bastırmakta zorlanıyordu. Hana döndüğünde içindeki sıkıntı yüzünden Athena ile
konuşmak istemiş ve odalarına gittiğinde onları bulamamıştı. Yatağın üstünde
bıraktıkları eski kıyafetleri görünce kanı tepesine fırlamıştı, kaçmalarına hiç
olmadığı kadar sinirlenmişti. Tamon’la bağlantı kurduğunda Athena’yı hala takip
ettiğini anlamış ve kimseye söylemeden peşlerine düşmüştü çünkü yakınlarında laun
varlığını sezmişti. Athena da o yöne doğru gidiyordu, hiç zamanı yoktu. Govaksa
atladığı gibi tüm hızıyla sürdü.
Geç kalmaktan
korkuyordu. Sürekli Tamon ile bağlantı kursa da içi rahat değildi. Govaksın
dayanaklılığını sınırına dek zorladı. Sonunda vardığında, Athena sağlamdı fakat
sonrasında bayılmıştı. Bir türlü uyanmıyordu. Kaçan köylülerden bazıları geri
dönmüş onlara yardımcı olarak yıkılmamış evlerden birini hazırlamışlardı. Dünya,
Athena’nın yanından bir an olsun ayrılmıyordu. Onun da aklı Athena’daydı ama
köyün durumunu kontrol etmesi ve haber göndermesi gerekiyordu. Laun baskını
olduğuna göre, taşın dengesi bozulmuştu çünkü daha birkaç gün önce, Athena’nın
belirdiği gün dua ritüeli yapılmıştı. Bir tane bile laun ortaya çıkmamıştı,
hiçbir olay rapor edilmemişti. Bu geceye kadar laun varlığı sezmemişti.
Sabah olmak
üzereydi, köy halkı yıkılmış vaziyetteydi. Ölüleri gömme işine yardım etmiş,
elinden geldiği kadar düzeni sağlamaya çalışmıştı. Sabaha karşı Virton yanında
iki askerle geldiğinde yorgunluktan bitmiş haldeydi. Adama iletilecek emirleri
söyledikten sonra Athena’nın yanına doğru yürüdü. Köylülerden biri bir parça
ekmek vermişti, elinde ekmekle eve giderken Athena’nın kendine gelmiş olmasını
umuyordu. Hayal kırıklığına uğradı.
Dünya kırmızı gözlerle
kadının yanı başında oturuyordu, gözyaşı durmuştu ama solgun yüzü onu
Athena’dan daha kötü gösteriyordu. Dea elindeki ekmeği masaya bırakıp yatağın
yanına gitti. Athena’nın dalgalı gür saçları yastığa dağılmış uyuyor gibiydi,
güzel yüzünde hiçbir tepki yoktu, gözleri bile kımıldamıyordu. Dünya başını
çevirmeden güçsüz bir sesle konuştu.
“Yardım
ettiğin için teşekkür ederim.” Dedi ve biraz doğruldu. “Başını derde soktuk
sanırım.”
Dea
bakışlarını uyuyan Athena’dan ayırmadan cevap verdi. “Çözemeyeceğim bir şey
değil ama Hena neden uyanmıyor?”
“Bilmiyorum.”
Dedi Dünya ve titrek bir sesle ekledi. “Uzun zamandır bu kadar çok şeyi
bilemediğimi hatırlamıyorum. Lanet olsun, neden buraya geldik? Athena neden…”
Lafını
tamamlayamadı. Gözlerine dolan yaşları geriye atmak için ayağa kalkıp evin
kapısına yürüdü. Hava almak için dışarı çıktı. Athena’yı defalarca yaralı
görmüştü ama o zamanlar gücü vardı ve ölümsüz olduğunu biliyordu. Şimdi gücü ve
yetenekleri kaybolmuştu ve ölümsüz olup olmadığı konusunda kuşkuları vardı.
Günlerdir nektar içememişti, üstüne üstelik hiç hissetmediği duygularla
uğraşmak zorunda kalıyordu. Kapının dibine çöktü ve yaşlarını salıverdi.
Dea, kadının
boşalttığı yere oturdu. Aklına sürekli dün gece yaşadığı an geliyordu ve
sonrasında hissettiği panik hali. Birini kaybetmekten hiç bu kadar korkmamıştı.
Ve hiç şu anki kadar çaresiz hissetmemişti. Yumuşak bir sesle genç kadının
ismini fısıldadı.
“Athena.” Uyandırmak
için ona dokunmak istiyordu ama çekiniyordu. “Hena, lütfen, uyan…”
* * * * *
Athena yumuşak
yastıkların üzerine uyandığında, bir an için zaman ve mekan kavramını yitirdi.
Alacakaranlığın hüküm sürdüğü renksiz kokusuz bir bahçedeydi, konforlu bir
yatakta uzanıyordu. Üzerine baktı, ipekli bir elbise ve şık sandaletler
giymişti. Ne olduğunu hatırlamaya çalışırken doğruldu ve bakındı. Bu kadar
gösterişli bir bahçenin ortasında, muhteşem bir yatakta neden uyuduğunu
anımsayamadı. Fakat yanında kimin olmasını istediğini hatırladı. Deacas… Bir
rüyada olduğunu tahmin etti, rüyasında da görmek istediği aynı kişiydi. Derken
birinin varlığını hissetti ve heyecanla yataktan indi. Gelen Dea değildi.
“Morpheus…”
dedi şaşkınlıkla.
Ölümsüzün
üzerinde ipekli bir kaftan vardı ve gümüş bir zincir kemerle belinden gevşekçe
bağlanmıştı. Göğüs kaslarını cömertçe sergileyen Morpheus uzun bacaklarını
kaplayan pantolonu üstünde rahat adımlarla ona doğru yürüdü. Uzun beyaz
saçlarını gevşek bir atkuyruğu ile ensesinde toplamıştı. Gülümseyerek onun
önünde durdu ve bekledi. Athena kaşlarını çatarak adamın gülümseyen yüzüne
baktı. Bu adamın gülümsemeyi bildiğini hiç sanmazdı, normalde durgun ve hatta melankolik
bir ifadeyle dolanır, insanların içine de pek girmezdi. Belki bu yüzden düşlere
hükmediyordu, böylece yakınlık mesafesini kendisi ayarlayabiliyordu.
“Uzun zaman oldu
Athena.” Dedi adam gergin bir sesle.
“Ne işim var
benim burada?”
Morpheus
beklemediği bir tepkiyle karşılaştığından gülümsemesi soldu. “Şey…” diye mırıldandı.
“Ben… Yani sen kaybolmuştun. Kaybolduğunu duydum.”
“Rüyamda ne
işin var ve gerçekten rüyamda mısın?” Adamın afalladığını fark edince daha açık
sordu. “Uyandığımda bu rüyayı sen de hatırlayacak mısın? Yoksa şu an gereksiz
bir an mı yaşıyorum?”
“Gereksiz mi?”
dedi Morpheus bozularak. “Ben sana ulaşmak için uğraşayım, sen benimle
geçireceğin vakti gereksiz olarak nitele! Bu tavrın biraz kaba olmadı mı?”
“Morpheus
yaptıkların için teşekkür ederim ama şu an rüya ile uğraşma lüksüm yok. Eğer
senin de hatırlayacağın bir rüyada isek, bir an önce Ares’e ulaş. Dünya ile
birlikte olduğumuzu ve iyi olduğumuzu anlat. Ve lütfen, yapabiliyorsan, onunla
iletişim kurmamı sağla.”
Morpheus
sinirli bir sesle konuştu. “Benden başka kimse ile iletişim kuramazsın, ben
bile zorlanıyorum başkasını rüyana taşıyamam.” Dedi ve derin bir nefes alıp
sakinleşmeye çalıştı. “Nerede olduğunu söylersen belki yardım edebilirim.”
“Ben de
bilmiyorum. Bildiğimiz bir boyut değil. Boyut dengesinde bir terslik olduğunu
düşünüyorum çünkü kapı yok. Sorunu çözmeye çalışıyoruz ama biraz uzun sürecek.”
İfadesiz bir
tavırla onu dinleyen Morpheus boğazını temizleyerek ilgiyi kendine çekti.
“Başka bir tuhaflık var mı? Yani sen… Bilirsin farklı bir şey… Garip hissediyor
musun?”
Athena adamın
saklamaya çalıştığı merakını sezdi, gözlerini kısıp bir an ölümsüzün ifadesini
inceledi. Bir şey biliyordu ama anlatmaya çekiniyordu. Kollarını göğsünde
kavuşturdu ve genelde solgun bir tene sahip ölümsüzün yanaklarına yayılan
pembeliğin dağılmasını izledi. Kesin bir sırrı vardı.
“Sen… Ghede
ile birlikteydin…” diye tahminini dile getirdiğinde ölümsüz hafifçe gerildi,
belli belirsizdi. Athena doğru yolda olduğunu anlayarak kararlı bir sesle
sordu. “Ne işler karıştırıyorsun Morpheus?”
Morpheus pes
etmiş bir tavırla elini yana doğru salladı, yatak ortalıktan yok oldu yerine
ferforje bir masa ile iki koltuk belirdi. Etrafı aydınlatan ayaklı şamdanlara
birkaç tane daha eklendi. Tüm bunlar olurken ölümsüz kibar bir sesle konuştu.
“Oturmaya ne
dersin?”
Athena rüyada
inatlaşmanın çocukça olacağını düşünerek önerisini kabul etti. Oldukça rahat
bir koltuktu. Morpheus koltuğa kurulduktan sonra gözlerini ona çevirdi, koyu
kirpiklerinin çevrelediği gri renkteki gözleri adama yakışıyordu. Tüm
ölümsüzlerin çekindiği annesi Nyx’in en sevdiği oğlu olmasına rağmen mütevazi
bir kişiliği vardı. Güçlü bir ölümsüzdü fakat bu gücünü asla şımarıkça
kullanmazdı. Böyle birinin aşağılık Ghede ile ne işi olabilirdi ki?
“Öncelikle ne
pahasına olursa olsun seni kurtaracağımı bilmeni istiyorum. Benim için
önemlisin.”
Athena tepki
vermemeye çalışarak sakince adamı dinlemeye devam etti ama daha ne kadar
saçmalayacağını da merak etmiyor değildi. Sabretmeliydi. Morpheus ise
anlatırken sürekli onun ifadesini süzüyordu.
“Ghede ile
birlikteydim çünkü ondan yardım istemiştim. Mağarayı hatırlıyorsundur… Geçen
hafta rüyaları gezerken o mağarada vever çizimleri görünce araştırmam
gerektiğini düşündüm. Bu konuyu en iyi bilen de Ghede olduğundan onu mağaraya
çağırdım. Veverin aktif olduğunu ve seni çağırmak için yapıldığını da sen gelince
anladık. Bana inan Athena, başına bunların geleceğini bilseydim o veveri görür
görmez yok ederdim. Çünkü Ghede’nin okuduğuna göre, veveri saran başka bir büyü
vardı.”
Athena, büyü
hakkında adamın gerçekten gerildiğini fark etti. Kaygı, göğsüne yayılırken
dikkatini ölümsüzden çıkacak kelimelere odakladı. Ölümsüz konuşmadan önce
birkaç saniye bekledi ve hafifçe doğruldu.
“Vever,
sahibini bağlayan çok güçlü bir aşk büyüsü ile sarılmıştı, yani seni…”
Athena
başından aşağı buz gibi suların döküldüğünü sandı, donmuş kalmıştı. Morpheus
anlayışlı bir sesle devam etti. “Veveri ve büyüyü etkisiz hale getirmeye
çalıştık ama başaramadık. Müdahale etmek için çok geç kalmıştık. Henüz Ares’e hiçbir
şey anlatmadım çünkü önce sana ulaşmalıydım. Ona anlat dersen, anlatırım.”
Athena tekdüze
bir tonda sordu. “Hissettiğim aşk gerçek değil mi, büyünün eseri mi?”
Çenesi kasılan
Morpheus’un tüm bedeni gerildi. “Aşık mısın?” dedi sinirli bir sesle. “Kime?”
“Sana değil
herhalde!” diye homurdandı Athena, ne saçma soruydu. Sanki tanıyacaktı! “Büyünün
işlediğine nasıl emin oluyorsun? Ghede’nin teşhislerine pek güven olmaz.”
Dea’ya olan
hislerinin sanrı olabilme ihtimali canını sıkmıştı. Öylesine güçlü ve ona
mutluluk veren hislerin gerçek olmaması haksızlıktı. İlk defa hissetmişti ve
şimdi onların sahte olduğunu öğrenmişti. Dea’nın yakışıklı yüzü gözünün önüne
geldi ve kalbi yeniden heyecanla atmaya başladı. İblislerle nasıl savaştığını
anımsadı, zarif ölümcül hamlelerini ve ışıldayan hançerleri nasıl ustaca
kullandığını. Ondan etkilenmemek mümkün değildi. Tüm bu çekimin sebebi aptal
bir büyü olamazdı.
Hırsla ayağa
kalkan adam kendini toparlamaya çalışarak bahçede aşağı yukarı yürürken
söylendi. “Sana bir an önce ulaşmam gerekiyor. Annemden yardım isteyebilirim,
onun hakimiyeti çok geniştir. Seni bulabilecek bir kişi varsa Nyx’tir.” Ölümsüz
duraklayıp ona döndü. “Bedenin güvenli bir yerde mi?”
“Neden
sordun?”
“Büyü altında
olduğundan seni geri göndermeyeceğim. Sorunu çözene dek burada misafirim
olabilirsin.”
“Hayır! Burada
kalamam.”
Morpheus
kaşlarını çattı. “Neden? İstediğin her şeyi yapabilirim, bir emrin yeter.
Yanında kalmamı istersen de hiç sorun değil.”
Birlikte olmak
istediği kişi yerine Morpheus ile bir rüyanın içinde hapsolmak istemiyordu. Genç
adamı şimdiden özlemişti ki, uzun süre ayrı kalmaya dayanamazdı. Aksiliğine
katlanabilirdi ama uzak kalma düşüncesi nefesini kesmeye yetiyordu. Dea onu
istemiyordu, başından savmak için elinden geleni yapacağını söylemişti ama bu
tavrı ondan soğumasını sağlamamıştı.
“Dünya orada…”
dedi asıl aklındaki düşünceyi saklayarak. “Onu tek başına bırakamam.”
Morpheus hızla
ona doğru yürüdü ve tek dizinin üstüne çöktü. İkna etmek için yalvarırcasına
konuştu. “Anahtar başını çaresine bakabilir Athena fakat tehlikede olan
sensin.” Adam onu şaşırtmaya devam ediyordu. Onu bu kadar çaresiz gördüğünü hiç
hatırlamıyordu, her zamanki gururunu bir yana bırakmıştı. “Kendini
düşünmelisin. Aptal bir adama aşık olup duygularının kullanılmasına izin
vermem!”
Aptal bir
adam! Athena’nın siniri tepesine fırlasa da, sakin duruşunu bozmadı. Önünde diz
çökmüş Morpheus’un yüzüne doğru eğildi ve hafifçe gülümsedi. Morpheus’un gri
gözleri dalgalandı ve kesik bir nefesle dudakları aralandı.
“Athena,
lütfen…”
“Beni hemen
geri gönder Morpheus!” dedi gülümsemeye devam ederek. Sırıtışının korkutucu
göründüğünü tahmin ediyordu çünkü hissettiği öfke dudaklarından değil
gözlerinden taşıyordu. “Bir kez daha isteğimi sorgularsan, Dünya’yı yalnız
bıraktığın için önce bana sonra Ares’e hesap vermek zorunda kalırsın. Sevgili
annen bile seni koruyamaz.”
“Athena…”
“Hala
bekliyorum.”
Morpheus’un
çenesi kasıldı, kararsızlığı elle tutulacak kadar yoğundu. Athena adamın onun
başına gelenle ilgilenme tavrını tuhaf buldu, aşk hayatından ona neydi… Asıl
önemli olan etkisi altında olduğu aşk büyüsü değildi ki… Eğer onun başka
planları yoksa sağlıklı ve ulaşılabilir olması daha önemliydi. O anda kulağına
yumuşak bir ses ulaştı.
“Athena…” dedi
Dea. “Hena, lütfen, uyan…”
Sanki
göğsündeki kalp büyüdü ve soğuk bedeni, Dea’nın sesindeki sıcaklıkla
sarmalandı. Genç adamın çağrısına cevap verememek canını yakıyordu. Neredeyse
Morpheus’a yalvaracaktı. İkisinin arasına girdiği için dövmek istiyordu. Sakin
kalmak için ellerini yumruk yaptı, usulca konuştu.
“Ares’e
olanları anlat Morpheus, o mutlaka bir çaresini bulur ama hiçbir şey saklama.
Sonuçta, o kadar güçlü vever büyüsünü yapabilecek az kişi var. Apollon ayna
büyüsünü yenilesin belki Dünya’nın yeteneğinin engelini kaldırabilir.”
“Tüm bunlar
sen buradayken de yapılabilir.” Dedi Morpheus gittikçe sertleşen bir tonda.
“Beni geri dönmek için tehdit etmene inanamıyorum! Kime aşıksın?”
Athena hızla
ayağa kalktı, adamı tepelememek için kendini zor tutuyordu. Morpheus da
ayaklandı. Yakışıklı yüzü hırsla çarpılmıştı. Derken bir fısıltı daha işitti ve
sendeledi.
“Üzgünüm, sana
söylediklerim için çok üzgünüm, Hena. Lütfen, aç gözlerini.”
Morpheus onu
düşmeden yakalayınca Athena dokunuşuna öfkelendi ve tüm gücüyle adamı itti.
“Dokunma!”
İtmenin
etkisiyle adam geriye adımladı, düşmeden dengesini sağladı. Gergin bir tavırla
elini kaldırıp yüzünü sıvazladı, sonra kararlı bir duruşla onun karşısına
geçti.
“Tamam,
istediğini yapacağım ama senden tek isteğim var. Duygularına sahip çık ve onun
seni etkilemesine engel ol. Hissettiğin şey aşk değil Athena, bozuk ve sahte
bir şey! Bunu unutma!”
Sonra elini
kaldırdı ve belli belirsiz onun çenesine dokundu. “Seni kurtaracağım.”
Ve yine
karanlık…
* * *
Dünya’nın
gözleri uykusuzluktan yansa da gözleri uykuya teslim olmuyordu. Athena hala
kendine gelmemişti ve Dünya kendini ne kadar zorlarsa zorlasın kapıyı
göremiyordu. Virton’un gönderdiği yemek masanın üzerinde duruyordu, fakat Dünya
elini bile sürmemişti. Athena’yı taşıyacak arabanın akşama doğru hazır
olacağını söyleyen adam ikisini yalnız bırakmıştı. Dünya ellerinin arasında
tuttuğu Athena’nın elini usulca sıktı, tepki beklemiyordu ama parmakları
kımıldanınca heyecanla kadının yüzüne baktı. Athena güçlü bir yutkunmayla
gözlerini kırpıştırdı ve nihayet gözlerini araladı.
“Şükürler
olsun!” diye bağırdı Dünya, kendine engel olamadan. Neredeyse yeniden ağlamaya
başlayacaktı.
Athena onun
mutluluğuna bakarak gülümsedi. “Günaydın.”
“Ne günaydını
şaşkın, akşam olmak üzere!”
“İyi
uyumuşum.” Dedi gerinerek ve odaya bakındı. “Neredeyiz?”
Dünya derin
bir nefes aldı ve iki günden beri olanları çabucak anlattı. Uzun sürmemişti, ne
de olsa çoğu zaman uyanmasını beklemekle geçmişti. Athena yatakta oturmuş
dikkatlice onu dinledi ve sonunda Dünya’nın beklediği soruyu sordu.
“Dea nerede?”
“Saraydan
çağrılmış, gitmek zorunda kaldı.”
Dea orada
değildi, hayal kırıklığı düşündüğünden daha fazla canını sıktı. Dünya, üzülen kadının
yüzünün düşmesini izledi, dayanamadı.
“Gitmek
istemedi Hena ama emir büyük yerden gelmiş. Vekil kral tarafından bizzat
çağrılmış Virton’un dediğine göre. Başucunda uzun süre oturdu ama sen yine de
çok umutlanma da…”
“Umutlanmam.”
Dedi içi acıyarak. “Zaten ondan yana bir beklentim yok, kibarlığından
yararlanacak kadar düşmedim. Ve sana anlatmam gereken konular var.”
Athena gördüğü
rüyayı baştan sona anlatırken Dünya soru bile soramadan dinledi.
“Boş bir rüya
olmadığına emin misin?”
“Morpheus
isteği dışında kimsenin rüyasına girmez, bunun için fazla değerlidir.”
“Onu pek
tanımıyorum ama niyeti beni pek ikna etmedi. Sana karşı hisleri olması
muhtemel…”
Athena onun
sözünü kesti. “O kadar uzun boylu değil Dünya, onun birine karşı hisleri
olduğuna hiç tanık olmadım. Yine de bir şeyler sakladığına eminim, birini
koruyor da olabilir. Anlattıkları doğru olsa da eksik, yani bizi kurtarmaya
çalışacağına inanıyorum ama ne amaçla onu bilmiyorum.”
“Sana kim aşk
büyüsü yapar ki?”
Athena
gözlerini kısarak tehditkar bir bakış attı. “Ne yani ilgimi isteyen biri olamaz
mı?”
“Alakası yok.
Fakat bu konuda senin katı düşünceni bilmeyen yok. Bana kalırsa, bekarlık
mantıksız bir inat ama bu karar sana kalmış. Sana aşk büyüsü yapacak kadar
kendi hayatını hiçe sayan biri olabileceğini düşünmezdim. Resmen intihar etmiş!
Gerçi şu durumda yaptığına çok pişmandır.”
“Eğer niyeti
kendisine aşık etmekse pişmandır, tek derdi benimle alay etmek de olabilir. Çünkü
Dea için yaptıklarım ve yapmak istediklerim beni bile dehşete düşürüyor, bir de
bunu tanındığım bir yerde yaptığımı düşünsene! Ah! Sanırım düşündüğümden daha
şanslıyım. Beni kimsenin tanımadığı bir boyutta Dea’ya aşık olmak, başıma gelen
en güzel şey, aşkıma karşılık vermese de…” dedi son kelimeleri dudaklarından
zorlukla çıkmıştı.
“Sen ve
antiromantik mantığın! Her neyse…” dedi Dünya biraz olsun moral kazanarak. “Morpheus
sözünü tutarsa, Ares yakında başımıza geleni öğrenecek. Of, ya, onu görmek için
neler vermezdim.”
“Ben de…” dedi
Athena ve sıkkın bir tavırla ekledi. “Dea’yı…”
Athena’nın
uyanması yolculuğu hızlandırmadı tam tersine daha geç yola çıkılmasına karar
verdiler. Yıkılan köyün hayatta kalan sakinlerini, en yakın köye tahliye
ediyorlardı. Athena’nın uyanması işlerini rahatlatmış, aciliyet ortadan kalkmıştı.
Handa kalan birlik çoktan şehre doğru yola düşmüştü, onlara da katılamazlardı. Yeniden
kaçarak güvenlerini tamamen kaybetmeyi göze alamazlardı. Uyumlu ve yardımcı
davranmaya devam etmeye karar verdiler.
Sonunda yola
çıktıklarında Dünya, Athena’nın bastırmakta zorlandığı heyecanını
görebiliyordu. Dea’ya kavuşma düşüncesi kadını daha da güzelleştirmişti. Üç
gündür kendini oyalamak için sıradan askerler gibi çalışmıştı, şimdi ise
toparlanmış ve Olimpos’un prensesi kimliğine geri dönmüştü. Kamptaki az sayıda
askerleri nasıl yönetimi altına aldığını anlayamadı, Virton dahil herkes onun
yönlendirmelerine göre ayarlamaları yapmıştı. Daha tecrübeli olması bir yana
askeri kamp ve kriz yönetimi konusunda zaten yetenekliydi. Köyden ayrılırken
halkın da takdirini kazanması şaşırtıcı değildi.
Zenwar’ın
halkı alışılmadık bir sosyal topluluktu. Tanık oldukları olaylar,
yakalandıklarında neden onlara tuhaf davrandıklarını açıklıyordu. Kadınların
yargılarına çok güveniyorlardı ve kadınlarına saygılı bir kutsallık
bahşetmişlerdi. Toplumu yönlendirenler kadınlardı, erkekler çoğunlukla beden
güçlerini kullanabilecekleri işler yapıyorlardı. Güç olarak zayıf olan
kadınların düşünce ve yönetim açısından güçlü oldukları herkes tarafından kabul
edilmişti. Liderlik kadın tarafından desteklenmediği takdirde yasal
sayılmıyordu. Diyarda en çok sözü geçen yönetim, Zenwar Yüce Kurulu idi ve başı
kraliçeydi. Fakat şu anda kraliçe olmadığından yönetimdeki kişi vekil kraldı ve
ülke iki başlı görünüyordu. Yine de son karar Yüce Kurula aitti, Yüce Kurulun
tüm üyeleri de kadındı.
Tüm bunları
onlara Virton anlatmıştı. Gerçi adam, o geceden sonra sohbet etme konusunda pek
istekli değildi. Casus olmadıklarına inanmıştı ama anlaşılan adam çenesini
tutması konusunda, sert bir uyarı almıştı. Bu arada Tamon’un varlığına da iyice
alışmışlardı, dövüşürken yaralanmasına rağmen kendini çabuk toplayan hayvan,
Athena’nın peşinden hiç ayrılmıyordu. Bir gölge misali onu izliyordu. Bu durum
Athena’nın da hoşuna gidiyordu, Dea’nın emriyle olsa da, Tamon’un ilgisi ona
gurur veriyordu. İki günlük yolculuktan sonra nihayet Zenwar’ın ana şehri
Hancar’a vardılar.
* * * * *
Şehir çok
büyüktü ve görkemliydi. Dünya, şaşkınlıkla sokakları ve insanları izledi, böyle
bir şehir olabileceğini hayal dahi edemezdi. Evler taştan ve hoş bir mimariye
sahipti, yollar düzgün ve sistemli olarak uzanıyordu. Şehrin içinde her yerde
ağaçlar ve bahçeler vardı, sanki ormanın içinde bir şehir kurmuşlardı ve her
yer bakımlıydı. Aralara serpiştirilmiş çeşmeler sıcaklığı daha çekilir hale
getiriyordu. Etraftaki insanların sosyal statüleri arasındaki fark belli
belirsizdi, düşkün biri görünmüyordu. Askerler yoldan geçerken kimse onlarla
ilgilenmiyordu, herkes kendi işindeydi. Dünya uyumlu kılıkları sayesinde
herkesin gözünde sıradanlaştıklarını anladı.
Saray
şehirdeki en büyük binaydı, fakat sarayı şehirden ayıran bir duvar veya engel
yoktu. Geniş bahçesi sanki sınır kabul edilmişti ve izinsiz girmeye kimse
istekli değildi. Onları sarayın yanındaki küçük konağa aldılar, elçilerin
ağırlandığı konak şatafattan uzak zarif bir dekora sahipti. Tamon konağın
kapısına kadar onlara eşlik ettikten sonra ortadan kayboldu. Görevini yapmıştı.
Küçük konağı
gezen Dünya, salona geçtiğinde geniş pencerelerinin açıldığı bahçe manzarasına
hayran kaldı.
“Buraya
çocuklar ve Ares ile gelmek isterdim.” Diye mırıldandı. Aşırı özlemişti, tek
tesellisi Ares’in mükemmel bir baba olmasıydı ama Ares’in katlanması gereken
sorunların ondan fazla olmasına üzülüyordu. Çabaladığını hissediyordu, mesafeye
rağmen altın gözlünün sevgisinin ve düşüncelerinin onun yanında olduğunu
biliyordu. Hesaplarına göre bir hafta olmuştu ve ayrılıklarının daha uzamaması
için dua ediyordu. Dalgın bir tavırla koltukta oturan Athena’ya döndü.
“Morpheus’tan haber var mı?”
Athena başını
salladı. “Hayır.”
Dünya
sıkıntıyla yeniden bahçe manzarasına döndü. “O adam beni çok kıllandırıyor.
Sakladığı her neyse, bizim için önemli bir şey olmalı.” Sonra aklına gelen
fikirle gözleri açıldı. “Sen yapabilirsin.”
“Neyi
yapabilirim.” Diye kaşlarını çatan Athena yaslandığı koltukta doğruldu.
“Sen
inanmıyorsun ama bence bu adamın sana ilgisi var, romantik olarak yani.
Cazibeni kullanarak onu daha da zorlayabilirsin.”
“Cazibemi mi?”
Athena
gülmemek için dudaklarını sıkarken Dünya kahkahayı bıraktı. Sonra ikisi de
gülmeye başladılar. Dünya onun yanına geldi gülmeye devam ederek ve diğer
koltuğa oturdu.
“Denemekten
zarar gelmez, Hena. Sen çok çekici bir kadınsın, itiraf etmeliyim, gördüğüm en
güzel kadın sensin. Şu soğuk tavrını bir kırsan, kapında köle yapmayacağım
kimse olamaz. Zekan ise başka bir özelliğin ve bence erkekleri korkutan
özelliğinde bu. Erkekler zeki kadınlarla ne yapacaklarını bilemezler ve
korkarlar. Bunu takdir edecek birini bulamadığın için kendini lanetli
sanıyorsun.” Dedi ve nefeslendi. “Bu kadar moral konuşması yeterli sanırım.
Şimdi planımıza geri dönelim.”
“Biraz daha
övseydin…” dedi Athena gözlerini kısan şakacı bir gülümsemeyle. “Hoşuma gitti.”
“Diğer kardeşleriniz
neyse de siz dördünüzün huyu birbirine ne benziyor yahu. Sanki karşımda bir
Artemis!”
İkisi de
gülerek ruhlarını biraz olsun hafiflettiler. Athena da Dünya’ya hak veriyordu,
Morpheus masum değildi. Cazibe dediği şeyi nasıl kullanacaktı, asıl zor olan
konu oydu. Morpheus da dünkü çocuk değildi ki! Ayrıca adam çoğunlukla insanlardan
uzak duruyordu ama istediği zaman kabul edilmeyeceği bir ortam olmazdı. Büyük
ihtimalle, sosyal ve duygusal açıdan Athena’dan daha tecrübeliydi. Dünya
kararlı bir tavırla konuştu.
“Sen sadece
sen ol Hena. O, senin bu haline çekiliyor zaten. Sadece tavırlarına küçük
detaylar kat.”
“Mesela?”
“Mesela ona
kızdığın zaman tam teşekküllü bir yumruk atmak yerine omzuna küçük bir yumruk
atabilirsin.”
“Saçma!”
“Şaka
yapıyorum canım. Konuşurken gözlerine daha ilgili bak, yüzüne ve hareketlerine
dikkat ettiğini hafifçe belli et. Gülümse. Ona güvendiğini hissetmesi için emir
vermek yerine görüşünü sor. Bunun gibi şeyler işte, yani ben de ilişki koçu
sayılmam. Mazimde berbat işler yapmışlığım var ama bence bunlar işe yarar.”
Dünya
konuşurken Athena’nın aklı başka birine ve anıya gitti. Dea’nın çene hattını ve
yüzünü okşadığı mutlu an, zihninde yeniden canlandı. Hoş kıvrımlara sahip
dudaklarında dolanan parmakları sanki özlemini belirtircesine ısındı. Bu
çekimin tek taraflı olduğuna inanmak istemiyordu çünkü o geceki dokunuşları
genç adamı da heyecanlandırmıştı. Dea da onu öpmeyi istemişti, bakışlarından ve
beden hareketlerinden kolayca okunuyordu. Son anda neden geri çekildiğini
bilmiyordu ama onun için de mantıklı bir cevabı olduğuna emindi. Belki ona
güvenmiyordu, belki kendinden emin değildi.
“Beni dinliyor
musun?”
Gözünün önünde
sallanan el yüzünden irkildi. “Evet… Evet, elbette dinliyorum. Cazibe
demiştin.”
“Umutsuz
vaka…” diye mırıldandı Dünya. “Tamam, şöyle yapacağız. Bu gece rüyanı kontrol
etmeye ve ona ulaşmayı dene. Cazibeyi falan boş ver, sen sadece adamı
azarlamadan, ağzından laf almaya çalış. Emir verme, sakin konuş.”
“Bunu
yapabilirim anahtar, sen de beni ne sanıyorsan.”
Sohbetleri
gelen bir hizmetli tarafından bozuldu. Yüce kurulla görüşme için
hazırlanmalarını isteyen hizmetli, yanlarında getirdikleri eşyaları odalarına
bıraktılar. Banyo için de malzeme bırakmışlardı. Görevliler çıktıktan sonra
banyoya koşan iki kafadar temizlenmenin tadını çıkardılar, sonrasında temiz
elbiseleri giyince daha rahat hissettiler. Dünya uzun süre elbise giymeye
alışık olmadığından biraz söylense de, başka seçeneği olmadığını kabul etmişti.
Athena ise malum beklentiden dolayı elbiseyi düşünecek halde değildi.
Onları almaya
gelen görevli, konakla saray arasındaki bağlantı yolundan götürdü. Taş
duvarlarla kaplı sarayın içi olması gerekenden daha ferahtı, kristal şamdanlar
koridorlar boyunca düzenli bir sırayla sıralanmıştı. Çok kalabalık değildi ve
herkesin işi var gibi görünüyordu, boş gezen kimse yoktu. Görevli onları bir
kapının yanında bekleyen başka görevlilere teslim ettikten sonra selam verip
ayrıldı. Selamları da ilginçti, sağ ellerinin parmaklarını sol omuzlarına
dokundurup başlarını hafifçe eğiyorlardı. Görevliler onları biraz beklettikten
sonra salona aldılar.
Salonda sade
ve şık kıyafetler giymiş farklı yaşlarda dokuz kadın vardı, en yaşlısı tam
ortalarındaki tahta koltukta oturan kadındı. Diğerleri koltuğun sağında ve
solunda başlıksız divanlarda oturuyorlardı. Yaşlı kadının yanında orta yaşlı
bir kadın vardı, diğer tarafında ise daha genç bir kadın. Sanki üç nesli temsil
edercesine yan yana sıralanmışlardı. Görevli kapıyı kapattıktan sonra yaşlı
kadın çatırdayan bir sesle konuştu.
“Aydınlık
günler üstünüze olsun, umarım yolculuğunuz rahat geçmiştir.”
“Teşekkür
ederiz.” Dedi Athena net ve kibar bir sesle. “Beklentimizin üstünde bir
yolculuk geçirdik. Verdiğimiz sıkıntılar için sizden özür dileriz.”
“Yabancı bir
diyardan geldiğinizi öğrendim.” Dedi hemen yanındaki orta yaşlı kadın. “O
yüzden verdiğiniz sıkıntıları şaşkınlığınıza bağlıyoruz.”
Konuşan kadın
asil bir tavırla ayağa kalkıp onlara doğru yürüdü. “Hakkınızdaki rapor çok net
değil ve birçok bilinmezlikle dolu. Yine de Baş Orun Deacas’ın yargılarına önem
veririz, bu nedenle sezgilerine güvenerek misafirimiz olmanıza karar verdik.”
Dedi ve ikisinin karşısında durdu. “Kaldığınız süre boyunca size yardımcı
olacak birini atayacağız. Onun sözünden çıkmamanız herkes için daha iyi
olacaktır.”
“Gözetim
altında tutmak sizin hakkınız…” dedi Athena, kadının kibar uyarısını
karşılayarak. “Kurallarınızı bilmediğimizden dürüstçe bize yol gösterecek birinin
olması gözetim isteğini oldukça yumuşatıyor.”
Kadın
gözlerini doğruca onun gözlerine doğrulttu, aralarındaki boy farkı önemli
değildi çünkü kadının otoritesi, Athena’nın otoritesiyle yarışıyordu. Kadın
birkaç saniye baktıktan sonra hafifçe gülümsedi. Kurnaz bir gülümsemeydi.
Birbirlerinden rahatsız olduklarını belli eden bir gülümsemeydi.
“Dürüstçe…”
diye yumuşak bir sesle tekrarladı kadın. “Zenwar’da iftiradan çekinmenize gerek
yok. Hiç kimse yapmadığı bir şey için cezalandırılmaz.”
Athena
ifadesiz bir sesle konuştu. “Bunu belirtmeniz olasılığı engellemiyor.”
Yaşlı kadın
araya girdi. “Kuşkun kaba bir saldırı olarak alınabilir çocuğum.”
Athena
bakışlarını önündeki kadından alıp yaşlı olana çevirdi. “Saygısızlık yapmak
istemem. İki tarafın da birbirinden kuşkulanma hakkı olduğunu düşünüyorum. Bunu
doğrudan belirtmemi de kaba bir saldırı olarak almanıza üzüldüm. Bizi gözetim
altında tutmanızı hakaret olarak alacak değilim, fakat bir şartım var. Sizin
tarafınızdan yanlış anlaşılan bir davranışımızda sorgusuz yargılanmamamızı
tercih ederim. Açıklama hakkımız olmalı.”
“Bu haklı bir
istek, devam edin.”
Orta yaşlı
kadın duruşuna gururlu bir ifade verip yeniden onlara döndü. “Amacınızın
diyarınıza geri dönmek olduğunu öğrendim ve bunun için de yardım istiyorsunuz.
Nasıl bir yardım bekliyorsunuz?”
Dünya yan
gözle Athena’ya baktı. Athena açık sözlüydü ama isteğini doğrudan söylerse
yanlış anlaşılma olasılığı yüksekti. Yönlenmek için kapıyı sormaları hoş
karşılanmayacaktı, belki farkında bile değillerdi veya saklamak devlet sırrı
gibi bir konuydu. Büyü hakkında ketum oldukları, Dea’nın sözlerinden
anlaşılıyordu. Yasak ve kuralları deşmek onların yararına değildi. Athena’nın
yüz ifadesi yumuşadı ve saygılı bir tavırla cevap verdi.
“Henüz bilmiyoruz
hanımefendi. Sadece misafirliğimizin kısa sürmesini ve kimse için sıkıntı
yaratmamasını diliyoruz.”
Orta yaşlı
kadın yorum yapmadı, onun yerine yaşlı kadına döndü. “Yaşlı ruh?”
Yaşlı kadın
sabit bir bakışla başını salladı. “Önümüzde çok kutlu günler var. Başka
konularla ilgilenemeyeceğimiz kadar meşgul olacağız. Gelişinizin zamanlaması
ilginç bir döneme denk geldi. Bunu hayırlı bir işaret olarak kabul edersek, siz,
misafirlerimizin bu günleri daha bereketlendirmesini umuyorum.” Diğer
tarafındaki genç kadına döndü. “Enyonas, lütfen, istekleriyle ilgilen.”
Genç kadın
hemen ayağa kalktı ve parmaklarını sol omuzuna götürerek. “İzninizle.” Dedi ve
onlara doğru dönüp yürüdü. “Beni takip edin lütfen.”
Enyonas öne
düşerek onları akşama kadar oyaladı, genel bilgiler vererek. Dünya iyice
sıkılmaya başlamıştı ki, kadın onları bahçedeki bir havuzun kenarına götürdü ve
nihayet oturdular. Athena kadının dediklerini sabırla dinlerken Dünya rol
yapmaya dahi çalışmadı. Düzen o kadar katıydı ki, eğlence diye bir kelimenin
anlamını bilmiyor gibiydiler. En sonunda dayanamadı.
“Kasabalarınız
ve köyleriniz daha eğlenceli yemin ederim.”
“Saray,
diyarın kalbidir.” Dedi Enyonas kibar bir dille. “Buradaki herkes, görev ve
sorumluluklarını öncelik olarak alır ve bu sorumluluklarını büyük bir
ciddiyetle yerine getirir.”
“Bizde de öyle
ama hiç değilse her gece toplanıp sohbet edeceğimiz bir zaman ayırıyoruz.”
Athena’nın
yorumuna karşı Enyonas dudağını büktü. “Aslında…” dedi kararsız bir tavırla,
sonra bir sır verir gibi kısık sesle konuştu. “Çok sık olmasa da, sarayda da
eğlenceli toplantılar yapılır. Hatta önümüzdeki bir ay eğlenceye doyacağız.”
Dünya güldü. “Hiç
eğlenmeyip bir ay canını mı çıkarıyorsunuz?”
“Canını
çıkarmak mı?” dedi kadın gözlerinde dehşetle doğruldu.
Dünya mecazı
anlamayacağınız sonradan çözdü ve hemen düzeltmeye çalıştı. “Ah! Hayır! Beni
yanlış anlama, canını çıkarmak demek yani olandan çok daha fazla yapmak demek.”
Enyonas’ın
kaşları çatıldı. Gerginliği hafifçe çözülürken Athena araya girdi. “Sen ne
anladın?”
Kadın çekimser
bir bakış atıp başını salladı. “Hiçbir şey…”
Athena yan
gözle Dünya’ya anlamlı bir bakış attı ama kadının üstüne daha fazla gitmediler.
Canını çıkarmak deyiminden korkmasını gerektirecek çok fazla olay yoktu ki,
kadının esas anlamda anladığı açıktı. Konuyu değiştirmek için sordu.
“Bir ay
demiştin. Kutlama gibi bir şey mi olacak?”
Başını
sallayan Enyonas memnun bir gülümsemeyle cevapladı. “Yarın prenses Tenq
Baur-Enwar’ın doğum günü, evlenme yaşına girecek. Bir ay sonra da evlenip tahta
çıkacak, biz buna Kutsal Bir diyoruz. Yani bir kraliçenin tahta çıkış
yolculuğunu kast eder. Ne mutlu size, böyle bir zamanda diyarımıza geldiniz.”
“Evlenme yaşı
mı?” dedi Dünya garipseyerek.
“Kraliçemiz
öldüğünde, prenses küçüktü. Tahtı ona doğrudan devredemedi. On sekiz yaşına
geldiğinde, Yıldız Okuyucu prensesin eşinin belli olduğunu bildirdi. Yani eşi
belirlendiği günden beri herkes bu günü bekliyor çünkü prenses yirmi yaşında
evlendikten sonra resmen tahta çıkabiliyor.”
Athena
ciddiyetini korumakta zorlanan Dünya’nın ayağına hızlı bir tekme attı ve ilgili
bir ifadeyle sordu. “Yıldız Okuyucu nasıl biliyor prensesin gelecekteki eşini?”
“Yıldızlardan…”
Dünya tekmeyi
yemesine rağmen kıkırdadı. “Kadın her zaman kadındır. Burada bile falla koca
buluyorlar. Yıldızlara bakarak eş mi tayin edilirmiş. Parayı bas, kral ol veya
kralını seç!”
Enyonas
bozulmuştu hemen savunmaya geçti. “Kraliçenin soyu diyar için önemlidir.
Rasgele bir birliktelik felaket getirir. Bu konuda kimse kafasına göre eş tayin
edemez! Prensesimizin eşi zaten iki senedir belliydi, yani kişilerce ayarlanmış
bir evlilik değil, yıldızlar tarafından tayin edilmiş kutsal bir seçimdir.”
“Gücendirmek
istemedim.” Dedi Dünya, boşboğazlığını kontrol etmeyi aklına yazarak. “Tören
demiştin, halk kabul ediliyor mu? Veyahut diğer diyarlardan davetliler olacak
mı?”
Suratı asılan
Enyonas sırf cevaplamak için soğuk bir sesle konuştu. “Diğer diyarların
hediyeleri kabul edilir ama tahta çıktıktan sonra. Asıl tören bize özeldir, diğerlerini
ilgilendirmez. O yüzden davet edilmez. Eğlence ülke genelinde ama kutlama
töreni sadece saray içinde yapılır. Katılacaklar, Yüce Kurul tarafından
seçilir.”
“Başka türlüsü
olmazdı zaten.” Dedi Dünya gerinerek. “Yemek filan yenmeyecek mi? Acıktım.”
Enyonas’ın
sıkıcı turundan kurtulduktan sonra konaklarında yemek servisini bekliyorlardı. Dünya,
Athena’nın sessizleştiğini fark etti, sebebini tahmin etmek zor değildi. Dea
onları ziyarete gelmemişti, yüzünü dahi görmemişlerdi. Virton bile bir kere
yoklamıştı ama Dea görünmemişti. Baş Orun dedikleri görev her neyse adamın tüm
vaktini alıyor olmalıydı. Athena bayıldığında, yatağının başında saatlerce üzgün
bir ifadeyle oturan adamın tüm ilgisi, saraya dönünce kaybolmuştu.
Yemekte son
öğrendiklerini değerlendirdiler. Athena sohbet için çok istekli değildi, keza
yemek için de. Saçlarını dağınık bir topuzla toplamıştı, ipekli elbisesinin
altındaki botlarıyla çok şıktı. İyi ki elbiselerinin boyu çok uzundu, yerleri
süpüren etekleri ikisinin botlarını saklıyordu. Yemekten sonra Dünya konforlu
koltukta uyuklamaya başladı, çok yorulmuştu. Yumuşak koltuklar yorgunluk
gidermek için uygundu. Fakat Athena içinin sıkıntısını bastıramıyordu, sonunda
nefes almak için arka taraftaki bahçeye çıktı.
* * * * *
Hava serindi
ve çiçek kokularıyla sarılıydı. Athena ne olur ne olmaz uzun atkısını da yanına
almıştı. Hafif bir rüzgar esince atkı savruldu ve gevşekçe kollarından sarkan
atkı yüzünü okşayarak dalgalandı. Athena o anda nefes almıştı ki, atkının
farklı ama tanıdık koktuğunu fark etti. İnce yünü tekrar kokladı ve ay ışığına
doğru tutarak atkıyı inceledi. Gülümsemeye başladı. Atkıyı kendine dolarken
hala sırıtıyordu çünkü bu atkı Dea’nın atkısıydı. Ne ara karıştığını
hatırlamıyordu, özellikle mi değiştirildiğini bilmiyordu, kimin yaptığı da
umurunda değildi. Genç adamın kokusuyla sarılı olmak keyfini yerine getirmişti.
Derken düşüncesi yüzünden irkildi.
“Geri zekalı!”
diye atkıyı hırsla sıyırdı. “Düşüncesiz ve kaba! Ne salağım, küçük bir
tesadüfle mutlu oluyorum! Kesin unutmuştur veya karışmıştır zaten. Ne
umutlanıyorsam! Aşık olmaktan nefret ediyorum!”
Atkıyı sıyırdı
ama atamadı. Parmakları arasında sıktığı atkıyı yeniden omuzlarına alırken
fazla nefes almamaya karar verdi, ayrıca asla yıkamayacaktı…
Dea son laun
saldırısı hakkındaki sorgusundan yeni çıkmıştı. Yaşlı Ruh endişeliydi ve neyin
ters gitmiş olabileceğini kestiremiyordu. Kral, törenler için hazırlanan
prensese bilgi vermek için erken ayrılmıştı. Fakat Dea o kadar şanslı değildi,
Yüce Kurul onun gitmesine izin vermemişti, mecburen kaç gündür tekrarlanan
konuşmaları dinlemek zorunda kalmıştı. Şikayet etmiyordu çünkü yıllardır
sorumlulukları ve görevleri ona işleniyordu. Şimdi daha da artacak ve
çetrefilli hale gelecekti. Annesinin ondan beklentileri vardı, aslında herkesin
ondan beklentisi vardı. Bir hafta öncesine kadar bu gelecekten rahatsız
olmazken şimdi sıkıntı kaynağına dönüşmüştü. Kendi hayatı ona ait değildi.
Ayakları onu
pek uğramadığı köşeye yönlendirdiğinde kendini durdurmadı. Ceketini çıkarmış,
koluna asmıştı. Gömleğinin yaka bağını çözdü ve yakasını çekiştirerek boynunu
rahatlattı. Serin havanın tenini canlandırmasının tadını çıkardı çünkü kaç
gündür kapalı odalarda görüşme yapmaktan yorulmuştu. Bu gece kendini umursamaz
hissediyordu ve bu his, onu endişelendiriyordu.
Konağın
etrafını sadece kontrol edecekti, aklındaki bahane buydu. Keşke Tamon’u geri
çekmeseydim diye düşündü ama riske giremezdi. Tamon’un Athena’yı koruduğu bariz
olarak meydana çıkarsa, çok kişi zor durumda kalırdı. Sarayda ikisini
ilişkilendirecek davranışlardan kaçınması gerekiyordu. Gerçi o gece başında
beklemesi hoş karşılanmamıştı. Yalan söylemekten nefret etse de kurula yalan
söylemiş, laun olup olmadığını kontrol ettim, demişti. Sonuçta bunu yapabilecek
malzemeye sahip olan tek kişiydi ve launlar çok çeşitli biçimlerde
gelebiliyorlardı. Virton dışında o gece Athena’yı merak ettiğinden beklediğini
bilen yoktu. Savaş sırasında Virton’a hayatını emanet ederdi ama bu konuda
güvenmek… Emin değildi. İçinden bir ses güvenmemesi gerektiğini fısıldıyordu. Yaveri
onu çağrı hakkında uyarınca ayrılmak zorunda kalmıştı ama kadına kendinden bir
anı bırakmadan duramamıştı. Sebebini bilmiyordu ama Athena’nın, ona ait olan
bir şeyi taşıdığını bilme fikri hoşuna gitmişti. Tıpkı Athena’nın sopasının
onun odasında olması gibi onun atkısı da Athena’daydı.
Konağın
arkasına döndüğünde bir karaltı gördü ve hafif adımlarla çabucak o yöne yürüdü.
Kim olduğunu açığa çıktı ve kalbinin atışı aniden arttı. Karanlığa sığınarak
bir hayal gibi yürüyen kadını izledi. Genç kadın gökyüzünden düşmüş bir yıldız
gibi bahçede ışıldıyordu. Zarif bir yürüyüşle ondan tarafa döndüğünde, Dea
nefesinin kesildiğini hissetti. Nefesini kesen fark edilme korkusu değildi,
Athena’nın muhteşem güzelliği idi. Dea, kadının her bakımdan bir eşi olmadığını
düşünüyordu. Kampta olmasa da, neler yaptığını en ince detayına kadar
öğrenmişti. Gücü sadece güzelliğinden değil, ruhundan geliyordu.
Athena ona
doğru dalgın birkaç adım attı, sonra geldiği yöne dönüp devam etti. Dea
yaslandığı ağacın gölgesinde gözden uzaktı ama fark etmesini istiyordu. Ceketini
tutan yumruğunu sıktı. Aşık olduğunu söylüyordu ama onun varlığını sezemiyordu.
Kendi kendine sinir oldu, boşuna riske girmişti. Yakalanmadan önce buradan
uzaklaşmalıydı. Athena’nın ardından bakarken dudağını kemiriyordu, sonra aniden
bedeni iradesinin dışında hareketlendi ve uzun adımlarla gölgelerden çıktı.
Çıkan adım sesine dönen Athena ile göz göze gelince duvara çarpmış gibi durdu,
ayakları kımıldamadı. Ne demeye ortaya çıkmıştı ki, sadece iyi olup olmadığını
görmekle yetinmeliydi.
“Nihayet
aklına geldim.” Dedi Athena ipeksi bir sesle. “Misafirlerine karşı bu kadar
ilgisiz mi davranırsın?”
Dea ne cevap
vereceğini bir an bilemedi. Kararsızlığını anlayan Athena ona doğru birkaç adım
atarak yaklaştı. “Sana şaka yapıyorum Dea, bu kadar gerilme. Senin sayende bu
kadar iyi ağırlandığımızı öğrendim, bize kefil olduğun için teşekkür ederim.”
Karşısında
duran kadının ışıldayan bakışlarına bakmak canını yakıyordu. İstekleri ve
görevleri bu denli nasıl karşıt olabilirdi? Kendine hakim olmalıydı ve
Athena’dan uzak durmalıydı. Çenesi kasıldı ve yüz ifadesini sertleştirdi.
“Ben sadece
işleri hızlandırdım. Bu aralar oyalanacak zaman yok. Sizin laun olmadığınıza emindim.”
Dedi ve daha resmi davranmaya gayret etti. “İyileştiğini görmek beni
rahatlattı, benim sorumluluğum altında zarar görmen iyi olmazdı.”
Athena kurnaz
bir gülümsemeyle onun yüzünü süzdü. “Ne düşünceliyiz… Yani sırf ününe bir zarar
gelmemesi için mi endişelendin?” dedi ve güzel gözlerini onun gözlerine
doğrulttu. “Savunmasız birini korumak için mi Tamon’u peşime taktın?
Bayıldığımda saatlerce yanımda oturdun… Seni tek hamlede öldürebilecekken
Tamon’un bana saldırmasını engelledin ki, sırrının ortaya çıkması pahasına… Daha
devam ederim ama yanaklarındaki kızarıklığa bakılırsa, bu sorumluluk seni
utandırıyor.”
“Sanırım beni
yanlış anlamışsın.” Dedi yanaklarındaki ısıyı zaten hissediyordu ama
engelleyemiyordu. “Duygularını yargına katmazsan, yaptıklarımın belirlenmiş bir
protokole ait olduğunu anlarsın.”
“Yani sana
aşık olmasaydım, yaptıklarını masum bir görev bilinciyle yaptığını anlar
mıydım?”
Neden bu kadar
açık konuşuyordu? Tüm bedeni ip gibi gerilmişti, Athena’nın her sözüyle, her
ifadesiyle dağılma tehlikesi yaşıyordu. Duyguları çözülmeden uzaklaşmaya karar
verdi. Soğuk duruşunu bozmadı ama sesinin titremesine engel olamamıştı.
“Aynı
tartışmayı yapmamız faydasız Athena. İyi olduğunu gördüğüme göre içim rahat
işimin başına dönebilirim. Senden rica ediyorum, bu konuyu bir daha açma! Sana
sağlıklı günler dilerim.”
Parmaklarını
sol omzuna uzatıp selam verecekken Athena çevik bir hareketle atıldı ve kolunu
tutup kendine çekti. Onunla yüz yüze kalan Dea şaşkınlıktan tepki verememişti. Athena
öfkeyle söylendi.
“Sana
söyledim, elimde değil! Sana aşığım. Sürekli aklımdasın. Seni görmeden
duramıyorum. Bunu istediğimi mi sanıyorsun? Benim için işkenceden farksız bu
duygulara katlanmak ne kadar zor biliyor musun?” dedi adamın kolunu sıktığını
fark edince iterek bıraktı. “Bu aşk laneti yüzünden asıl sorunumuza
odaklanamıyorum bile. Çünkü çözülmesini istemiyorum. Çünkü çözüldüğünde seni
bırakıp gitmek zorunda kalacağım.”
Athena
hiddetini kusarken Dea bakakalmıştı. Onun bu donukluğuna daha da sinir oldu. İki
eliyle adamın göğsüne vurup geriletince Dea dengesini korumak için geriye
adımladı. Athena bağırmamak için dişlerinin arasından fısıldadı.
“Keşke bu
lanet karşılıklı olsaydı da, benim çektiklerimi sen de çekseydin!”
Athena daha
fazla genç adamın yüzüne bakamayacaktı. Arkasını dönüp gitmek için hareketlendi
ama ilerleyemedi. Dea çevik bir hareketle onu kolundan tuttu ve kendine çekti. Tek
hamlede Athena’nın bileklerini yakaladı ve sırtında birleştirdi. Boştaki eliyle
ensesini kavradı ve yüzüne doğru çevirdi. Athena soluk soluğa ona baktığında
dudakları arasında birkaç santim kalmıştı, nefesleri birbirinin dudaklarını
yalıyordu. Dea gözleriyle genç kadının güzel yüz hatlarını süzerken
başparmağıyla şah damarını hafifçe okşadı. Kalpleri birbiriyle yarışır gibi
atıyordu. Bakışları onu davet eden muhteşem dudaklara ilişti, yutkunup yeniden
kadının gözlerine döndü.
“Çekmediğimi
kim söyledi?” diye fısıldadı, güçsüz bir sesle.
Athena’nın
dudakları şaşkınlıktan ayrıldı. “Ne?”
Dea direncinin
son kırıntılarını kullandığının farkındaydı ama kollarını çözüp bırakmak
istemiyordu. Dolgun dudaklara dokunacak kadar yaklaştı ve nefesi kesilirken belki
de idamını sağlayacak itirafını dillendirdi.
“Kendimi
alamadım Hena… Sana aşık olmaktan kendimi alamadım.”
Athena’nın
huşu içinde gözlerini kapatıp dudakları arasındaki mesafeyi kapatmasını
izlerken yaptığı hatanın farkına vardı. Neredeyse canı acıyarak başını geriye
çekti ve kollarını usulca gevşetti. Genç kadını tamamen bırakmamıştı ama Athena
anlayıp güçsüzce bekliyordu. Gözleri hala kapalıydı. Dea boğazını temizleyip
onunla olan son temaslarını koparırken ayrılmak ikisi için de zordu.
“Üzgünüm.”
Athena
gözlerini açtı ve ifadesiz bir yüzle ona baktı. Dea yerin dibine girmek
istiyordu, davranışı çok adiydi. Bu duruma gelmesine engel olmalıydı ama iş
işten geçmişti. Yine de açıklamak istedi.
“Ben gerçekten
yapamam, Hena. Hislerime uygun davranmayı ne kadar istediğimi tahmin edemezsin
ama benim elimde olan bir şey değil.”
“Yeter!” dedi
Athena buz gibi bir sesle. Yavaşça doğruldu ve duruşuna gururlu bir ifade
verdi. “Dua et, sana hala aşığım!”
Sonra arkasını
dönüp koşar adım ondan uzaklaştı. Dea arkasından birkaç adım atsa da durdurmaya
cesaret edemedi, durdursa kendi duramayacaktı. Kaderine bir kez daha lanet
ederek yere düşmüş ceketini aldı ve ters istikamete doğru yürüdü. Tüm bedeni
hislerinin karmaşasıyla titriyordu, öfkesi boğazına kadar yükselmişti. Bu
gecenin bir başlangıç olduğu biliyordu asıl işkence yarın başlayacaktı. Görünmez
iplerle Athena’ya bağlıydı sanki ve ondan uzaklaştıkça ipler geriliyor ve
canını acıtıyordu. Daha fazla ilerleyemedi. Güçsüzce sırtını bir ağaca yasladı,
yavaşça aşağıya kaydı. Parmaklarını saçlarına geçirdi, tüm öfkesiyle saçlarına
asıldı.
Birinin
telaşlı adımlarla yaklaştığını fark edince hemen doğrulup ayağa kalktı ve
gelene baktı. Konaktan yana gelen kişinin Dünya olduğunu anlayınca içinde
beliren hayal kırıklığına engel olamadı, tartışmalarına rağmen gelenin Hena
olmasını istiyordu. Dünya nefes nefese yanında durdu.
“Uzun bacaklar
uzun adımlar! Canım çıktı yetişene dek!” dedi ve eliyle kendi yüzünü yelleyerek
nefeslendi.
Dea sabırla
onu bekledi, neden geldiğini merak ediyordu ama soramadı. Dünya biraz olsun
sakinleşince konuşabildi.
“Sen ne
yaptığını sanıyorsun komutan? Ona neden umut verip geriye itiyorsun?”
Dea nasıl
açıklayacağını bilemedi. Konuşmak için yutkundu, gergin bir sesle konuşmayı
başardı.
“Bizi duydun
mu?”
Dünya başını
salladı. “Tamamen istemsiz oldu ama özür dileyecek değilim. Athena’ya haksızlık
yapıyorsun.”
Dea durumunu
anlayacağını sanmıyordu ama denemek istedi. “Geldiğiniz diyarda ilişkiler nasıl
yaşanır bilmiyorum ama Zenwar ilişkiler konusunda duygulardan çok diyar
yararını gözetir. Benim de sorumluluklarım var ve bu sorumluluklar, Athena’ya
olan hislerimin önüne geçiyor. Ona karşı duygu beslemem hatta olasılığı
düşünmem bile yasak… İşleri bu duruma getirmemem gerekiyordu, sinirlenmekte
haklısın ama başıma ilk defa geldiğinden ne yapacağımı bilemedim. Üzgünüm ve bu
hatayı telafi etmek için elimden geleni…”
“Elinden
geleni yapmanı gördük!” dedi Dünya sinirlenmeye başlamıştı. “Hata diye
nitelemen de hiç hoş olmadı. Onun ne durumda olduğunu görüyorsun, umutsuzca
sana aşık ve bunu kontrol edemiyor. Fakat sen kendini tutabilirdin. Sen onun
gibi büyülenmemiştin, hislerine karşılık vermemeliydin. Ona aşk büyüsü yapıldı
komutan, sana olan duyguları gerçek değil, sahte. Büyünün etkisi geçince sen de
onun gözünde herkes gibi olacaksın.”
Dea duydukları
karşısında buz kesti. Kalbi acıyarak atmaya başlarken tüm bedeni kapıldığı
duygu fırtınası yüzünden kaskatı olmuştu. Athena başkası tarafında büyülendiği
için mi ona aşıktı, daha doğrusu aşık olduğunu sanıyordu. Böyle bir şey nasıl
olabilirdi? Var olmayan hayali bir duyguya kanıp her şeyini riske atmıştı. Bir
gün güzel gözlerini ondan alamayan kadın tarafından umursanmayacak mıydı?
“İnanmıyorum.”
“İnanıp
inanmamak sana kalmış ama gerçek bu! İkinizin de üzülmesini istemiyorum, çünkü
bize gerçekten çok yardımcı oldun. Senden tek ricam var. Hena’dan uzak dur.
Zaten çok yakında eşim bizi bulacaktır. Bulduğunda da buradan gideceğiz. O
zamana dek, lanet olası büyü yüzünden Hena’nın senin için üzülmesini
istemiyorum.”
“Büyüyü kim
yapmış?” dedi aklına Athena’nın onun bağlantı yeteneğine büyü dediği gelince. Acaba
bu bağ büyüsü ikisini etkiliyor muydu? Daha önce başına gelmemişti ama Athena
yabancıydı, etkilenmiş olabilirlerdi. “Böyle saçma bir büyünün olacağına
inanmıyorum, hiçbir anlamı yok.”
“Geldiğimiz
boyut buradan çok farklıdır. Anlatmakta zorlanacağım güçler söz konusu ve şu an
çok yorgunum, açıklamaya uğraşamam. Sadece bize ait bir sıkıntı olduğunu bil
yeter, yani seninle veya diyarınla alakası yok. O adamın kim olduğunu
bilmiyoruz ama Hena’nın kalbine sahip olmaya çalışan bir gerizekalı ona aşk büyüsü
yapmış fakat işler karışmış anlaşılan. Umarım Ares bulmadan o salağı biz
buluruz.”
“Tüm bunları
nasıl öğrendiniz?”
“Güçlü biri
rüya aracılığı ile Athena’yla bağlantı kurdu. Ondan öğrendik.”
“Güvenilir
biri mi?”
“Athena’ya
yalan söylemeye ihtiyacı olmayan biri, bize yardım edebilecek tek kişi şu
anda…”
“Ben de yardım
edebilecek biriyim.” Dedi kendini tutamadan. “Tek kişi diyerek o… O adamı özel
bir konuma koyamazsın.”
Dünya onun
tepkisi karşısında şaşaladı, sırıtmasını güçlükle bastırınca Dea dudaklarını sıktı.
Dünya bilmiş bir tavırla ona bakmaya devam edince iyice gerildi. Asıl konu bu
değildi ki… Athena’nın aşkını isteyen birinin böyle bir adilik yapması…
Düşüncesi bile soğumuş bedenini alevlendirmeye yetiyordu. Kafası allak bullak
olmuştu; öfke, çaresizlik, kıskançlık ve üstüne Athena’ya karşı hızla gelişen
hisleri ile Zenwar’a olan bağlılık ve sorumluluğu çatışıyordu. Doğduğu günden
beri hesaplanmış bir hayat sürmüştü. Bu yabancılar gelene dek tüm ruhuyla tek
bir amaç güderken, şimdi bu hedefin tam tersi bir yola çekiliyordu. Dünya
teselli etmek istercesine elini onun omzuna koydu ve anlayışlı bir sesle son
hançeri sapladı.
“Yakında
ikiniz de birbiriniz için birer anı olacaksınız.”
Dünya birkaç
kelime daha söyledi ama o cümlesinden sonrasını Dea duymadı veya ilgilenmedi.
Kadın vedalaşıp yanında ayrılırken tepki olarak sadece kısa bir baş selamı
verdi ve durgun bakışlarla kadının uzaklaşmasını izledi. Gurur duyduğu
soğukkanlılığı buhar olup uçmuştu şimdi ruhunu saran öfke ve çaresizlikle
yanıyordu. Kendini nasıl dizginleyecekti? Nasıl eski duygusuzluğuna geri
dönecekti? Ona biçilen kaderi yeniden nasıl kabullenecekti? Fakat başka
seçeneği yoktu, çünkü bu kader sadece onu ilgilendirmiyordu. Arkasını dönüp
yürürken zihnini ve kalbini boşaltmak için ne yapacağını düşünüyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder