KAYIP (Tutsak Serisi - 5.Kitap) 2. Bölüm

 

Öğleden sonra bir kasabaya ulaşmışlardı, kaç gündür doğa içinde olduklarından taş duvar görmek garip geldi. Dünya kasabayı daha elfimsi bekliyordu ama burası daha gotikti, yani o kadar karanlık değildi ama beklediğinden daha iç karartıcı buldu. Kasaba kalabalıktı ve sakinleri çok çeşitliydi, renkli kıyafetler giyenler de vardı daha sade giyinenler de. Kadınların hepsinin elbiseler giydiklerini fark ettiler ve pantolonlu olan ikisine yadırgayan bakışlar atıyorlardı. Dünya da aynı bakışları onlara iade etti.

Birliğin yarısı kasabanın diğer çıkışına gönderilmişti, orada kamp kuracaklardı, yarısı ise kasabanın merkezindeki handa bekleyecekti. Virton komutanın yaveri olarak iyi iş çıkarıyordu. Fakat Athena çok sessizdi, eski soğuk ifadesine kavuşmuştu. Umursamaz bir tavırla öylesine etrafa bakıyordu. Bu tavrına rağmen kasaba halkının ilgisini çekmeyi başardı çünkü açık arayla güzelliğini burada da konuşturuyordu. Bakımsız haline ve onaylanmayan kıyafet seçimine rağmen erkeklerin hayran bakışlarına kadınların da kıskanç bakışlarına maruz kalıyordu. Zeus ve Metis’in kızı parlayan bir güneş gibiydi.

Hana çabucak yerleştiler, yerleri onlar gelmeden hazırlanmıştı. Dünya iki kişilik küçük odasındaki iki ayrı yatağa baktı ve hemen gidip tahta panjurlu pencereyi açtı. Toz kokusu yoğundu. Hareketli bir konaklama yeri olduğu aşağıdaki kalabalıktan anlaşılıyordu ve bu sirkülasyon odalara pek yansımamış olacak, tozun varlığı barizdi. Athena yatağa baktı.

“Umarım çarşaflar her müşteri sonrası değiştiriliyordur.”

“Ne mutlu umutlar…” diye sırıttı Dünya. “Seni bu nedenle seviyorum, hep iyimsersin.”

Atılan taşı umursamayan Athena dudağını büktü ve boynuna doladığı geniş ve uzun atkıyı yatağın üzerine serdi. Uzandı. “Dünya, farkında mısın? Bu boyuta geldiğimizden beri daha çok acıkıyoruz ve uykuya daha mecbur oluyoruz.”

“Buna insan olmak denir.” Dedi Dünya kadını taklit edip atkıyı sererken. “Yetenek ve güçlerimiz kaybolduğuna göre, basit bir ifadeyle, insanlaşmış olmalıyız. Sen daha önce bu kadar zayıf değildin, insan olmaya alışık değilsin. Belki o yüzden arada saçmalıyorsun.”

Athena başını çevirip yandaki yatağın üstündeki kadına baktı. Kaşlarını çattı. “Saçmalamak mı?”

“Dün geceki halin!” diye anımsattı Dünya. “Neyse ki, kısa sürdü ve çabucak kendine geldin.”

Athena bakışlarını tavana dikti, yorum yapmadı. Kendine geldiği filan yoktu, sadece bekliyordu ve genç adamı görmek için can atıyordu. Kimseye belli etmemek için de heyecanını bastırmaya çalışmaktan yorulmuştu. Dea’nın muhteşem gülümsemesini ve güzel gözlerini görmek… Düşüncesi dahi nefesini kesiyordu.

Akşam yemeğine kadar odadan çıkmadılar, bu arayı iyi değerlendirdiler çünkü Virton onlara temizlenmeleri için su göndermişti. Alışık oldukları rahatlık değildi ama temizlenmek kendilerine gelmelerini sağlamıştı. Birer tane de elbise gönderilmişti, elbette giymediler. Eski kıyafetlerini ellerinden geldiği kadar temizledikten sonra yeniden giydiler. Başlarına ne geleceği belli değildi, elbise giyerek hareketlerinin kısıtlanmasını istemiyorlardı. Dünya Athena’nın saçlarını hoş bir örgüyle topladı ve yüz hatlarının zarifliğini ortaya çıkardı. Bu konuda Artemis çok iyiydi ama şimdi yanlarında olmadığından Dünya işe soyunmuştu.

“Hepsini çok özledim.” Diye mırıldandı Dünya. “Eve dönünce herkese teker teker sarılacağım. Gıcık Deimos’a bile!”

“Özlemek, mantıkdışı olarak birini görmek istemek midir?” dedi Athena. “Yani yoğun bir duygu mu?”

“Mantıkdışı olup olmadığını düşünmedim ama düşününce hak verebilirim. Çünkü özlem neredeyse elle tutulacak kadar yoğun ve güçlü bir duygudur. Bazen insanın canını yakacak kadar ruhunu kaplar. Özlemi dindirmek için görmek yetmeyebilir.” Dedi aklına Ares’in sözleri gelince. “Özlediğini yan başındayken dahi özlemeye devam edebilirsin.”

“Benim hissettiğim şey… Yani özlem mi?” dedi aklı karışmıştı. Daha önce görmek ve varlığını hissetmek istediği biri olmamıştı. Kimseye ihtiyaç duymamıştı.

“Olimpos’u özlemen normal…”

“Hayır!” diye Dünya’nın lafını kesti. “Ben Dea’yı özlüyorum sanırım.”

“Hı?” Duyduğu itiraf karşısında afallayan Dünya bomboş bakışlarla kadına baktı kaldı. “Sana ne oluyor yahu…”

O sırada kapı tıklandı, düşüncelerinden sıyrılan Athena hemen iki adımda kapının yanına vardı ve açtı. Karşısında Virton’u görünce bir şey söylemeden gerileyince adam vereceği selamı konusunda tereddüt ederek Dünya’ya baktı. Dünya aklı iyice karışsa da iki tarafın dengesini koruyabilecek tek kişinin kendisi olduğunu anlamıştı çünkü Athena anlaşılmaz biçimde garip davranıyordu.

“Talimatlarınız… Pardon Dea’nın emirleri nedir?”

                                            *    *    *    *    *

Dea istediğinden daha uzun süren görüşmeden sonra ona yalakalık yapan idareciden kurtulmayı başarmıştı. Onun gelişinden haberi olmayan kadın, kısa sürede kasabanın ileri gelenlerini toplayıp yemek düzenlemişti. Dea unvanı gereği bu daveti geri çeviremezdi. Alışagelmiş bir görgüyle sorumluluğunu yerine getirip konaktan ayrıldığında vakit oldukça geç olmuştu. Govaksına binip iki eşlikçisi ile konakladıkları hana dönerken sakin sokakların ve gecenin tadını çıkardı. Saraya döndüğünde karşılaşacağı hengâme şu an için ona çok uzaktı ve düşünmek istemese de günler gittikçe boğazını sıkan bir ilmeğe dönüşüyordu. Geleceğinden nasıl kurtulacağını da bilmiyordu.

Hana varıp govaksını, onu bekleyen eşlikçiye teslim etti. Dalgın adımlarla kapıya doğru yürürken bir ses duydu ve duraklayıp sesin geldiği tarafa döndü. Hanın yan terasında oturan üç kişiyi görünce duvarı kendine kalkan yapıp varlığını gizledi. Athena basamağa oturmuş, uzun bacaklarını öne doğru uzatmış, arada elindeki şişeyi yudumluyordu. Dünya ile Virton ise rahat bir sohbetin içindeydiler. Dea farkında olmadan ilgisini çeken Athena’yı süzdü. Gönderdiği elbiseyi giymemişti, her zaman toplu olan saçları şimdi hoş dalgalarla omuzlarından dökülüyordu. Yüz ifadesini daha yumuşatan bu dalgalar kadına gerçekten yakışıyordu. Tuhaf çizmesine sıkıştırdığı sopayı gördüğünde kendini gülümsemekten alamadı. Tedbirli olmayı seviyordu.

“Bu boyut dediğiniz yer bir diyar değil mi?” dedi Virton.

“Açıklaması gerçekten zor ama bildiğiniz diyarlara ait olmadığımızı sen kendin söyledin. Dediğim gibi biz dünya denen bir yerden geldik ve geri dönmeyi gerçekten istiyoruz. Nasıl yapacağımızı bilmiyoruz ve size sorun olmak asla istemiyoruz.” Dedi Dünya. “Şu laun dediğin yaratıklara biz iblis diyoruz ve ait olduğum topluluk, uzun zamandır onlarla savaşıyor. Yani bizde sizden daha sık beliriyorlar ama bizim daha fazla savunma malzememiz var. Elbette, silahlarımızın yanında güç ve yeteneklerimiz de savaşı kolaylaştırıyor.”

Dea yumruğunu sıktı daha fazla tepki vermemek için, Virton neler anlatmıştı bir gecede onlara… Ona söylenirken asıl kendisi olası düşmanlarına kullanabilecekleri ipuçlarını vermişti. Aniden bu güvenin sebebini çözdü. Virton konuşan Dünya’yı dinler görünüyordu ama onlara ilgisiz duran Athena’ya kaçamak bakışlar atıyordu. Athena ise adamın bu çabasından bihaber sadece içeceği ile ilgileniyordu. Sonunda Virton varlığını belli etmek için doğruldu ve Athena’ya doğru eğildi.

“Tüm yeteneklerini kaybettiğin için mi bu kadar canın sıkkın?”

Athena yavaşça adama döndü ama laf söylemek yerine kötücül bir sırıtmayla adamı sorusuna pişman etti. Virton hafifçe panikledi ve hemen Dünya’ya baktı. Dünya, adamın korkusu karşısında güldü.

“Hena’nın canını sıkacak bir yetenek kaybı yok ve onu sinirlendirmeye devam edersen bunu bizzat anlayacaksın. Asıl sorun, benim muhteşem yeteneğimi kaybetmem oldu.” Diye iç geçirdi. “Her neyse, saraya vardığımızda bize kim yardım edebilir de, bizi oraya sürüklüyorsunuz?”

Virton, Athena’nın kısa süren alakasını kaybetmenin sıkıntısıyla soruyu isteksiz cevapladı. “Zenwar Yüce Kurulunun her şeyden haberi olması gerekiyor.”

Athena hoşnutsuz bir ses çıkardı ve Dünya’nın omzunu dürttü. “Gidelim artık.”

Sonra ayağa kalkmak için hızlı bir hareket etmişti ki, dengesini kaybetti ve basamağı tutturamayan ayağı kaydı. Dea onun düşeceğini anlar anlamaz saklandığı köşeden hızla fırladı, aynı anda da Virton panikle doğrulmuştu. Athena sarhoş ama bilinçli bir çeviklikle dengesini sağlayıp ona doğru atılan iki adama baktı. Dea anlık tepkisi yüzünden açığa çıktığı için utanmıştı, gizlice onları dinlediğini düşünmeleri bir yana kadın düşeceği için yaşadığı paniği saklayamaması ayrı bir utanç kaynağı idi. Hemen toparlandı, duruşuna bir katılık vererek hala donmuş halde duran Virton’a baktı. Ondaki hoşnutsuzluğu sezen Virton acı bir şey yemiş gibi yüzünü buruşturup doğruldu.

“Konakta kalacağını sanıyordum.” Dedi oluşan sessizliği bozmak adına.

Dea yerde duran iki boş şişeye göz attı ve yeniden Virton’a döndüğünde adam onun ne demek istediğini anlayarak başını hafifçe eğdi ve yanlarından ayrıldı. Onun yokluğunda sorumlu kişi Virton idi ama adam uzun zamandır ilk defa sorumluluklarını ikinci plana atmıştı. Yaver yanlarından ayrılınca, Dea bakışlarını Athena ile Dünya’ya çevirdi. Dünya inceleyici bir merakla onları izliyordu ama Athena tek omzunu tahta direğe yaslamış sadece Dea’ya bakıyordu. Dea ise Athena’nın bakışları karşısında gerildi. Yoğun ve ilgili bakışlarıyla sanki ona sarıldı ve yumuşak bir kavramayla ısıttı. Kimse ona böyle güzel bakmamıştı, varlığının önemli olduğunu hissettirmemişti. Kalbi tek bir vuruşla hızlanınca, kesik bir nefes aldı ve bakışlarını kendisi için zararsız olan Dünya’ya çevirdi.

“Misafirimiz olduğunuzu söyledim, sizi serbest bıraktım. Bu tavrımız, iyi niyetimizi kullanmanızı gerektirmez. Geç vakitte odanızın dışında ve içkilisiniz. Ne davranış ne de kıyafet kurallarımıza uyuyorsunuz. Casus olmadığınızı söylüyorsunuz ama yaverimden bilgi almaya çalışıyorsunuz. Beni ne kadar zor durumda bıraktığınızın farkında mısınız?”

Dünya düşündü ve adama hak verdi. Kim veya ne olduğu belli olmayan birini Olimpos’un sınırlarına girdiğini ve mantıklı bir açıklama yapamadan öylesine dolandığını hayal etti. Gerçi açıklama yapmaya çalışıyorlardı ama öyle yabancı bir toplumdu ki, birbirlerini anlayamıyorlardı. Athena yaslandığı direkten doğrulduğunda, Dea’nın gözleri ona doğru döndü. Kadın ona doğru iki adım attı ve tam karşısında durdu. Birkaç santim farkla boyları birbirine yakındı. Athena hiç acele etmeden adamın yüzünü dikkatle süzmeye başladığında Dea gerilememek için kendini zor tuttu.

Gecenin karanlığına rağmen genç kadının gözlerinin derinlerinde alevler parlıyordu. Kusursuz yüz hatları sıradan bir ortam yerine hayallerin ötesinde bir ulaşılmazlığı çağrıştırıyordu. Her zamanki soğuk ifadesi yumuşamıştı ve bu hali daha tehlikeliydi. Dea kendini savunmasız hissetti ve bir adım geriledi. Athena onun bu zayıflığını fark etmişçesine gülümsedi. Dea kadının cazibesinin farkında olduğunu ve onunla alay etmek için bunu kullandığını düşündü, sinirlendi.

“Sözlerimi komik mi buluyorsun?”

Dünya onun bu garipliğinden sıkılmıştı. Athena söz konusu Dea olunca, acımasız bir kaplandan şımarık bir kediye dönüşüyordu ve bu tavır onun tarzına tamamen aykırıydı. Zaten komutanı kızdırmışlardı bir de üstüne gitmek iyi sonuçlanmazdı. Ayağa kalkıp Athena’yı dürttü ama kadın geriye çekilmek yerine genç adama bakmaya devam etti. Sanki bir şeyleri çözmeye çalışıyordu. Dea ise ne düşüneceğini bilemez haldeydi. Dünya oluşan garipliği çözmek için adama doğru yumuşak bir sesle konuştu.

“Üzgünüz komutan Dea. İçkinize pek alışkın olmadığımızdan kafamız oldukça iyi… Yani alay etmeye çalışmıyoruz ve sohbeti yanlış anladığınızı düşünüyorum. Bu konuda yarın sabah salim kafayla konuşsak sakıncası var mı?”

Dea uzatılan can simidine sarıldı. “Elbette, yarın yola…”

Athena ise aynı fikirde değildi. “Dünya sen git, benim Dea ile şimdi konuşmam gerek.”

“Hena!”

“Gecikmem.”

Dünya kararsız bakışlarını Dea’ya çevirdi. Genç adamın çenesi kasılmıştı ve bakışları doğruca Athena’nın üzerindeydi. Birbirlerine attıkları meydan okuyan bakışlar karşısında pes etti.

“Yemin ederim buradan deli çıkacağım!”

Bulundukları küçük teras sadece yetersiz bir ay ışığı ile aydınlanıyordu. Yine de kolaylıkla görülebilirlerdi, Dea aralarındaki mesafenin azlığını fark edince kadından uzaklaşmak için ileri adımladı. Athena kolunu gerip uzaklaşmasını engelleyince kaşları çatıldı.

“Ne yaptığını sanıyorsun?”

“Tüm gün seni görmedim, özledim.”

“Ne?”

“Yanımda dur Dea, bu duygular hem hoşuma gidiyor hem nefret ediyorum. Seni özlemek de beni sinirlendiriyor. O yüzden yanımda dur ve özlemim biraz olsun dinsin.”

Kadının ciddi olup olmadığını anlayamadı çünkü ifadesi ve tavrı samimi görünse de, sözleri mantıksızdı. Sarhoş olduğunu düşündü, nefesi hoş kokulu faleymi mayası kokuyordu ve kadının faleymiye karşı dayanıksız olduğunu biliyordu. Biraz alttan almaya karar verdi.

“Geç oldu ve yarın erken yola çıkacağız. Sözlerini duymamış gibi davranacağım…”

“Sözlerimi duymazdan gelemezsin!” Diye adamın lafını kesti. “Bana ne yaptın Dea? Lanet filan mı bu? Kendimi hiç bu kadar savunmaz ve zayıf hissetmemiştim. Bana her ne yaptıysan geri al. Senin yüzünden yeminimi bozmak istemiyorum!”

“Yeter artık! Bu saçmalıklara katlanmak zorunda değilim!” diye sıktığı dişlerinin arasından konuşan Dea, yükselen öfkesini zapt etmeye çalışarak geldiği tarafa döndü. İlgisini çektiğini fark eden Athena, onunla alay etmek için bu zayıflığı kullanıyordu. Hareketlerine dikkat etmesi gerekiyordu. Sertçe emretti. “Odana geri dön!”

“Orda dur!” diyen Athena basit bir hareketle adamı yakalayıp duvara bastıracakken Dea çevik bir kaçışla elinden sıyrıldı. Athena elbette bu savunmayı bekliyordu, hiç acımadan adamın ivmesini besledi ve ileriye doğru fırlattı. Dea dengesini kaybedip terası aştı ve toprağa sertçe düştü. Hemen toparlandı ve doğrulup Athena’nın yumruğunu karşıladı. Kadının hızına şaşırmıştı.

“Sadece anlamaya çalışıyorum!” diye söylendi Athena seri darbeleri adama savurarak. Adama kıyamıyordu ama onun tarafından umursanmamak da çıldırtıyordu. Saldırısı zarar vermekten ziyade adamı yormaya ve pes ettirmeye yönelikti. “Bana açıklama yapmak zorundasın!”

“Hiçbir zorunluluğum yok!” dedi Dea, nefes nefese. “Kendine gel Hena!”

Athena ismini söyleyen adama gülümseyerek sahte bir saldırı yaptı ama devamında ayağına geniş bir tekme atınca Dea’nın iki ayağı birden havalandı ve kalçasının üstüne düştü. Athena hiç duraksamadan adamın üstüne çullandı ve tamamen hareketsiz bıraktı. Başparmağını çenesinin altındaki hassas noktaya sertçe bastırınca Dea acıyla kasıldı, biraz daha bastırsa nefessiz bırakacaktı, hatta nefes borusuna zarar verebilirdi.

Tam o sırada derinden gelen bir kükreme duydu. Başını kaldırdığında bir çift yeşil-sarı gözün onu izlediğini gördü. Göğsünden gelen bir homurtuyla havayı titreten hayvan ölümcül bakışlarını ona dikmişti. Athena parmağının etkisiyle nefes almaktan başka bir şey yapamayan adama baktı.

“Hayvanın yardıma gelmiş, ne hoş!” dedi ve hayvanın birkaç adım daha yaklaştığını fark etti. Arada duyduğu homurtu tehditkar geliyordu ama Athena’nın Dea’yı serbest bırakma isteği yoktu. Riske girmişti ve konuşmadan bıraktığı an, kendi özgürlüğünden de olacağını tahmin ediyordu.

O anda ilginç bir şey oldu. Hırlayan Tamon, genç adamı kurtarmak için atılacakken Dea’nın gözleri önce elektrik mavisine sonra da buz mavisine dönüştü ve saldırı pozisyonundan çıkan Tamon duruşunu gevşetti. Sanki hiçbir şey olmamış gibi arkasını döndü ve karanlığa doğru yürüdü. Athena tanık olduğu sahne karşısında afallayıp parmağının baskısını kaldırdı ve adamın üstünde oturmaya devam etse de hafifçe doğruldu. Bacaklarını kaydırarak, adamın kollarını serbest bıraktı. Bir elini boynuna saran Dea birkaç derin nefes alarak gözlerini kapattı.

“Büyü mü yaptın?” dedi Athena, daha önce böyle bir şeye tanık olmamıştı.

Dea hala uzanmaya devam ediyordu. Athena genç adamın gergin duruşu karşısında ne yapacağını bilemez halde kalmıştı, üzgün müydü, kızgın mıydı? Neden adamın hislerini bu kadar önemsiyordu? Dövüşürken güzelim saçları dağılmıştı. Athena, yakışıklı adamın yüzüne eğildi ve saçlarının arasına karışmış bir saman parçasına uzanmışken, Dea hareketi fark ederek gözlerini açtı. Normal rengine dönüşmüş gözleri bir karış ötesindeki Athena’nın yüzünü görünce daha da açıldı. Parmaklarını yumuşacık saç tutamları arasına daldırma isteğini bastıran Athena hemen saman çöpünü aldı ve amacının masum olduğunu ilan edercesine adama gösterdi. Donup kalan Dea çöpe kısa bir bakış attı, sonrasında uysallaşan bakışları, kadının yüz hatlarını okşayarak dolgun dudaklarına ilişti. Kalbi daha hızlı atmaya başladı ki, pozisyonlarının uygunsuzluğu bile umurunda değildi.

“Ses buradan geldi!”

Dea panikle doğrulurken Athena da çevik bir hamle ile onun üstünden kalkıp uzaklaştı. İkisi de aptallaşmıştı. Utanan Dea onun yüzüne bakamıyordu, Athena ise bakışlarını adamdan alamıyordu. Athena gerileyip depo olarak kullanılan tahta barakanın gölgesine sığınırken Dea üstünü silkerek gelen askerleri karşıladı. Sözsüz bir anlaşmayla Dea’nın askerleri başından savmasını bekleyen Athena, ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Mantığına çok güvenen kadın Dea ile karşılaştıktan sonra dengesini kaybetmişti. Tanık olduğu sahne sonrasında da adamın büyü yapabildiğini görmek içini biraz olsun rahatlatmıştı, belki onun başına gelen tuhaflığın sebebi buydu.

Askerlerin ardından Virton da gelmişti. Dea üstündeki tozları silkmişti ama kıyafetindeki bozukluk bir şeyler olduğunu ilan ediyordu. Gömleğinin yırtık yakası, atkısına rağmen belli oluyordu. Dea adamları başından savmaya çalışırken sakindi ve kısa bir konuşma sonrasında Virton dışındaki askerler nöbetlerine döndü. Virton’un gözleri etrafı araştırırken Dea adamın merakından rahatsız olmuştu.

“Dinlenmeye geçebilirsin Virton.” Dedi uyaran bir sesle.

“Ne yapıyorsun?” diye fısıldayan Virton bakınmayı bırakıp genç adama döndü. “Deacas sözler çok hızlı yol alır. Dikkatli ol, kendini riske atma!”

“Ben görevlerimi biliyorum Virton. Fakat sen anlaşılan haddini ve sınırlarını unuttun.”

“Senin için endişeleniyorum.” Diye fısıldadı biraz yaklaşarak. “Benim görevim de seni korumak ve son zamanlarda yargılarında karmaşa seziyorum. Tehlike beklemediğin bir yerden gelirse, müdahale edecek gücüm olmayabilir.”

Dea başını doğrulttu ve adama soğuk bir bakış attı. “Raporunda belirtirsin.” Dedi ve başıyla ileriyi işaret etti.

Virton onu ikna edemeyeceğini bildiğinden nefeslendi ve sinirli adımlarla geldiği yöne dönüp uzaklaştı. Dea bir süre adamın ardından baktıktan sonra elini saçlarının arasına geçirdi ve önüne gelen saçlarını geriye attı. Athena manzara karşısında büyü savına tutunmakta zorlandı, daha fazlası olmalıydı. Çünkü adamın her hareketi büyülü gibiydi, büyü yapmıyordu çünkü o büyünün ta kendisiydi. Etkilendiği sadece adamın yakışıklı olması olamazdı, hiç görmemiş değildi ki yüzlerce yıldır efsanevi yakışıklılarla birlikte yaşamıştı. Karakterinin çekici olduğunu kabul etti, yaydığı otorite Athena’nın en beğendiği özelliği idi. Genç adam, ona doğru döndüğünde koşup boynuna atılmamak için tüm bedenini kasmak zorunda kaldı. Ne diye romantikleşiyordu ki!

“Lanet boyut kapısı!” diye dişlerinin arasından tısladı. “Bunun sorumlusunu bulduğumda kim olduğuna bakmayacağım!”

Dea yanına geldi ve onun yüzüne bakmadan konuştu. “Rahatsız edilmeden konuşabileceğimiz bir yere gidelim.”

Cevap beklemeden ileri yürüdü. Ana sokağa çıkmaktansa ahırların olduğu dar geçidi geçtiler ve kısa bir duvardan atladılar. Athena hiçbir şey demeden Dea’yı takip etti. Karanlık sokaklarda kimseler yoktu, uykuda olan halkın güvenliğini sağlayan nöbetçiler arada devriye geziyorlardı. Dea nöbetçilerin güzergahlarını bildiğinden kimselere görünmediler. Kasaba sınırı sayılan karanlık ormana vardıklarında Athena onları takip eden iri patilerin sesini duydu. Arkasına bakmadan izleyenin Dea’nın hayvanı olduğunu anladı, bir gölge gibi onların peşindeydi. Dea sonunda durdu ve ona döndü. Hayvan da aralarında mesafe bırakarak yere uzandı, başını pençelerin üstüne koyup gözlerini kapattı.

Dea konuya nasıl gireceğini düşünürken Athena konuştu.

“Beklediğimden iyi savaşıyorsun.”

“İyi mi?” dedi, onu teselli etmeye çalışan kadına bakarak. Kadın basit bir teknikle onu alaşağı etmişti ve bunun için güç bile harcamamıştı. “Ciddi konuşacağımızı düşünmüştüm, sen şimdiden alay ediyorsun.”

“Sana söylediklerimi alay olarak alman hoşuma gitmiyor. Sanırım pek övgü almıyorsun bu nedenle iltifatlarımı ciddiye almıyorsun, neyse alışırsın.” Dedi ve kendine engel olamadan genç adama biraz daha yaklaştı. Dea sırtını bir ağaca çarpınca gidecek yer bulamadı ve karşı karşıya kaldılar. “Şimdi az önce gördüklerimi açıklar mısın?”

Dea gergin bir tavırla boğazını saran atkıyı gevşetti. “Bana bu kadar yaklaşman uygunsuz, yanlış anlaşılır.”

“Bence doğru anlaşılır.” Dedi Athena hoş bir gülümsemeyle Dea’yı daha da ısıtarak. Yine de iki adım geriledi.

Onu temelli aptallaştıran kadına laf yetiştirmeyi bugünlük erteleyen Dea, yapıştığı ağaçtan ayrılıp açıklamaya başladı. “Bazı canlılarla bağlantı kurabiliyorum. Az önce şahit olduğun gibi emirlerimi dinliyorlar. Virton size launları anlattı değil mi?”

“Biz onlara iblis diyoruz.”

“Launları da sezebiliyorum. Bildiğim kadarıyla, soyumuzda bunu yapabilen tek kişi benim ve normalde bu gücümü ifşa etmem yasak.”

“Bana neden gösterdin?” diye sordu Athena cevabı duyacağı için heyecanlanarak.

Dea kadının parıldayan gözlerine bakarak mırıldandı. “Biliyorsun.”

“Duymak istiyorum.”

Dea kalbinin bu denli güçlü attığı bir zamanı hatırlamıyordu, cevap verse sesinin net çıkmayacağını da tahmin ediyordu. Konuyu değiştirmeye karar verdi.

“Sen anlat, launlar hakkında ne biliyorsun? Ve böyle dövüşmeyi kimden öğrendin?”

Athena adamın karşısındaki ağaca yaslandı ve kısaca Olimpos’u ve iblislere karşı verdikleri savaşı anlattı. Hepsinin ayrı yetenekleri ve güçleri olması Dea’nın ilgisini çekmişti. İblislerin büyük topluluklar halinde olması da şaşırmıştı, nasıl durdurabildiklerini anlayamadı. Athena ona silahlarını tam anlatmamıştı, Dea da bilmediği bir nedenle kendi yöntemlerini sakladı. Stratejik bir sır olduğunu düşündüğü için adama ısrar etmedi, sonuçta o da detayları saklıyordu.

“Demek sen kendi diyarında oldukça güçlü birisin.” Dedi Dea. “Peki, buraya nasıl geldin?”

“Keşke bilebilseydim ama işin içinde lanet veya büyü olduğuna eminim. Bunu bozduğumuzda evimize dönebileceğiz.” Dediği anda kalbi sızladı. Kapı açıldığında tereddüt etmeden gider miydi? Bakışları Dea’nın biçimli gözlerine çevrildi, Dea da ona bakıyordu.

“Büyü bozulmazsa…” dedi adam ama cümlesini bitirmedi.

“Eninde sonunda bir yol bulunur.” Dedi Athena, düşüncesi dahi canını yakıyordu ve bundan da nefret ediyordu. “Olimpo pes etmez.”

Dea bakışlarını ondan alıp karanlığa doğrulttu. “Yardımcı olamadığım için üzgünüm.”

“Her büyü farklı işler, dert etme. Sadece zaman meselesi olduğuna eminim.” Dedi ve biraz gerilerek sordu. “Şu senin büyünün başka bir yan etkisi olabilir mi?”

Dea şaşaladı. “Yan etki mi? O da ne?”

Nefeslenen Athena doğrudan sormaya karar verdi. “Ateş başında konuştuğumuzdan beri seni aklımdan çıkaramıyorum. Sürekli seni görmek istiyorum. İçimde adlandıramadığım bir duygu var ve bu duygu doğrudan sana bağlı. Varlığınla güçlenip teselli buluyor, yokluğunda çaresiz kalıyorum. Bu beni öfkelendiriyor ama elimden gelen bir şey yok. Ben aşık olmam ama bu gariplikler aşkı işaret ediyor. Sanırım senin şu hüküm büyünün etkisi altındayım, yani özellikle yaptığını sanmıyorum. Hiç böyle bir etkisi oldu mu büyünün?”

Duydukları karşısında iyice afallayan Dea sırtını yeniden ağaca yasladı. Kendini toparlamak için sorumluluklarını hatırlamaya çalıştı, verilen sözleri ve görevlerini, çoktan yazılmış olan kaderini, adına sunulmuş yeminleri… Athena birkaç dakika adamın düşünmesini bekledi. Kararsızlığı gözle görülecek kadar yoğundu. Sorusunu net sormuştu, cevabının da net olmasını bekliyordu ama Dea suskunlaşmıştı. Ne yaptığını düşünmeden genç adama doğru yürüdü, Dea bakışlarını yavaşça kaldırıp ona baktı. Athena durmadı, tam karşısına geçene dek. Ay ışığı altında güzel yüzü olağanüstüydü, Athena dokunma ihtiyacı ile kasıldı. Nefes almak dahi zordu. Genç adamın öpülesi dudakları aralandı.

“Hena…”

Athena rüyada gibiydi, elini kaldırdı ve parmaklarıyla genç adamın heykeli andıran çene hattını okşadı. Usulca elmacık kemiklerine çıktı. Dea’nın tek tepkisi kesik bir nefes almaktı, gözlerini ondan ayırmıyordu. Athena kalp atışlarını duymasından çekinmiyordu çünkü o da genç adamın kalp atışlarını hissedebiliyordu. Parmakları Dea’nın aralı dudaklarına indi, dolgun alt dudağını hafifçe okşadı. Dea güçlü bir yutkunmayla başını ona doğru eğdi, teslim olurcasına. İkisi de tamamen güdülerinin esiri olmuşlardı. Athena bakışlarını yeniden Dea’nın gözlerine çevirdi ve kısık bir sesle fısıldadı.

“Bu hiç hoşuma gitmiyor.”

Dea kendini tutamadı ve bir elini genç kadının beline atıp yavaşça kendine çekerken mırıldandı. “Benim de…”

Athena elini onun ensesine doğru götürdü ve yüzleri arasında birkaç santim gelene dek genç adamı kendine çekti. Dudaklarına doğru fısıldadı. “Ama engel olamıyorum.”

Dudakları birbirine değecekken Dea aniden kendini çekti ve başını çevirdi. Gümbürdeyen kalbi kulaklarında atıyordu sanki. Titreyen elini kadından çekip uzaklaştı. Bunun olmasına nasıl izin vermişti. Athena ona elinde olmadan etkisi altına girdiğini itiraf etmişti ama ona ne oluyordu? Herhangi bir olası büyünün arkasına saklanamazdı. Az daha ölümcül bir hata yapacaktı.

“Dea?”

Athena koluna belli belirsiz dokunduğunda aşırı bir tepkiyle kolunu çekti ve ona döndü. “Bana bir daha dokunma! Aramızda hiçbir şey olamaz Athena. Geçici duygulara kapıldığını düşünüyorum çünkü benim sözde büyümün böyle bir etkisi yok.” Duruşunu soğuk bir tavra büründürse de kalbi hala göğsünün içinde koşuyordu. Heyecanını ve arzusunu bastırmak çok zordu. “Yüce kurula danıştıktan sonra geri dönmeniz için elimden geleni yapacağıma söz veriyorum. Bir an önce diyarına dönmen herkes için hayırlı olacak. Bana karşı umut besleme çünkü karşılıksız kalacak!”

Athena’nın üzüleceğini düşünmüştü ama onun yerine kadının yüzü öfkeyle gerildi ve o daha anlamadan güçlü bir yumruk midesinde patladı. Kasılarak dengesini kaybeden Dea geriye düşerken Tamon hırlayarak doğruldu. Athena öyle sinirlenmişti ki, ret edilişinin hıncını hayvandan alacak gibi yürümeye başladı. Dea midesini tutarak doğruldu ve Tamon’a sakin olmasını emretti. Athena hayvanın yanından geçip giderken birbirlerine bakışları çok hiddetliydi. Dea bir yana onun hayvanına bile kinlenmişti. Dea kadına seslendi ama cevap olarak anlamadığı bir dizi kelime duydu. Peşinden gidecek yüzü olmadığından Tamon’a uzaktan onu korumasını emrettikten sonra kendini yere bıraktı. Ne yumruktu ama…

                                                    *    *    *    *    *

Dünya yatağın üstünde bağdaş kurmuş kapıya odaklanmaya çalışıyordu. Athena hala gelmemişti o yüzden düşüncelerini toparlayamıyordu. Onu yalnız bıraktığına pişman olmuştu, başına bir şey geleceğini sanmıyordu ama pişman olacağı bir şey yapmasından çekiniyordu.

“Lanet olsun!” diye homurdanıp yumruğunu yatağa vurdu. “Ares! Seni sersem neden bulmuyorsun beni? Kırk yılda işim düştü sana ama yoksun!”

Gözlerini kapatıp ölümsüzün muhteşem gözlerini hayal etti, hayalindeki Ares’e sıkıca sarıldı. Ares korumacı bir tavırla kollarını ona sardı ve başının üstünü saçlarını koklarcasına öptü. Dünya büyük bir rahatlamayla ellerini onun sırtında gezdirirken başını göğsünden kaldırıp yüzüne baktı. Ares üzgündü, eğildi ve onun burnunun ucuna ufak bir öpücük bıraktı. “Neredesin sevgilim?” diye fısıldadı. “Özlemine dayanamıyorum.”

Kapı sertçe çarpınca Dünya hayalinden sıçrayarak ayrıldı. “Hay, ben senin…” gözlerini açtığında son derece öfkeli Athena’yı görünce cümlesi yarım kaldı.

Athena ona sıkıntı veriyor gibi atkıyı boğazından sökercesine çıkardı ve yatağa fırlattı. Küçük odada volta atmaya başladı. Dünya kaşlarını çatıp bir süre kadını izledi, sonra dayanamadı.

“Madem yürümek istiyordun neden geldin?”

“Onu öldüreceğim! Kendini ne sanıyor!” dedi Athena durup ona dönerek. “Benimle işi olmazmış, asıl benim onunla işim olmaz. Geri dönmemiz için elinden geleni yapacakmış!”

“Sakin ol Hena! Yemin ederim sizin ailenin şu siniri beni delirtecek!”

“Ukala pislik! Yüce kurula bizi sunduktan sonra bizi başından savmayı düşünüyor. Neyiz biz? Ben uyumlu olmaya çalıştıkça, tepeme çıkıyor!” dedi ve onu bıkkın bir sabırla dinleyen Dünya’ya eğildi. “Az daha onu öpecektim, tüm kurallarımı onun uğruna yıkacaktım. Lanet olası ilk öpücüğümü ona verecektim. O ise bana umutlanmamı söylüyor.”

Dünya’nın ağzı açık kaldı. Athena yaşattığı şoku fark etmeden devam etti. “Ona neden aşık olduğumu sordum cevap bile veremedi. Üstelik bir de bana dokunma diyor, sanki ben ona dokunmayı çok istiyorum. Sanki isteğim dahilinde de…”

“Adama ne yaptın Hena?” diye mırıldandı. “Yaşıyor mu?”

“Son gördüğümde nefes alıyordu.” Dedi Athena suratını asarak, sonunda yatağa oturdu ama hala siniri geçmemişti. “Bir şey yapmadım, yani bir yumruk… Başka bir şey yapmadım.”

Duyduklarından sonra şaşırma limitini doldurmuştu. Yüzünü ovaladı, son birkaç dakikadır yaşadıklarını sindirmek adına. Ulaşılmaz soğukluğuna rağmen hayranlarını peşinden koşturan, güzelliği sorgusuz kabul edilen bekaret yeminiyle meşhur Olimpos’un mücevheri, zekasıyla düşmanlarının dahi saygısını kazanan savaş tanrıçası, henüz birkaç gündür tanıdığı birine aşık olduğunu itiraf etmiş ve öpücük talebi ret edilmişti. Onu istemeyen adamı dövmeyi de ihmal etmemişti. Bu neyin hırsıydı!

“Ne konuştuğunuzu bana anlatır mısın? Öfkelenmeden!”

Athena derin bir nefes aldıktan sonra sohbetlerini ona anlatmaya başladı. İki kadın plan yapmadan önce neler olduğunu anlamaya çalışsın, onlara pek uzak olmayan bir yerde başka amaçlarla başka planlar uygulanıyordu. Uçuşan beyaz pelerin giymiş bir grup insan kırmızı damarlara sahip siyah bir mermerin etrafına sıralanmışlardı. Mermerin damarları, meşalelerin ışığında yanıyor gibi görünüyordu ama henüz canlanmaya başlamamıştı. Pelerinlerinin başlıkları yüzünden kim oldukları belli değildi, hepsi bir işaret bekliyorlardı. Korku canlı bir yılan misali aralarında dolanıyordu, bu hafifçe titremelerinden anlaşılıyordu. Yönetmeye alışkın karakterleri mermere yaklaştıkça, zavallı hale bürünüyordu. En ufak bir yanlışlıkta canlarından olabileceklerinin bilincindeydiler ve canları oldukça kıymetliydi.

Mermerden bir hırıltı yükselince pelerinli grup gergin bir çığlık atıp gerilediler ama bırakıp kaçacak kadar cesur değillerdi, henüz değillerdi. İki pelerinli daha gruba katılmak için yürüdüler, biri bastonuna dayansa da dengesini sağlamak için diğerinin yardımına ihtiyaç duyuyordu. Başlığın altından görünen yüz çok yaşlıydı, suratında kırışmadık bir nokta kalmamıştı. İki kadın gruba yaklaşırken diğer pelerinliler el ele tutuştular. Yaşlı kadın diğer kadının kolundan çıktı ve doğrulup siyah mermerin damarlarına baktı.

“Çok erken…” diye fısıldadı. “Ritüeli daha yeni yapmıştık, acıkması için henüz çok erken… Ne oldu acaba?”

Diğeri saygılı bir sesle konuştu. “Yakında belli olur Yaşlı Ruh, bizim görevimiz onu doyurup launları zapt etmesini sağlamak.”

Mermerden yeni bir hırıltı yükseldi ve taş hafifçe titreşti. El ele tutuşmuş grup neredeyse dağılacaktı, onları bir arada tutan yaşlı kadın oldu.

“Sakın bozmayın! Çabuk! Kurbanı getir!”

Taş her saniye daha canlanırken gözü ve ağzı sıkıca bağlanmış genç bir adam sürüklenerek getirildi. Çemberi oluşturan grup korkunç bir sesle duaya başlamışken genç adam yaşlı kadının önünde diz çöktürüldü. Adam çırpınmayı bırakmıştı, onu tutan kadınlardan biri elini saçlarına geçirdi ve başını arkaya doğru çekti. Boynu tamamen karşıdakinin insafına kalmıştı. Yaşlı kadın da derin bir sesle mırıldanmaya başladı, yanındaki kadın ise pelerinin katmanlarının arasından ince bir bıçak çıkardı ve yaşlı kadına uzattı. Yaşlı kadın titreyen elleriyle bıçağı kavradı ve ellerinin titremesi kesildi. Mermer çıtırdamaya başladığında panikledi ve bıçağı hızla kaldırıp genç adamın açığa çıkarılmış boğazına doğru savurdu.

Kurbandan süzülen kan ince oluktan mermere doğru akıp taşa ulaşırken çok uzaklarda iki kişi suçlarından sıyrılmak ve işleri kendi lehlerine döndürmek için harekete geçmişlerdi. Yine aynı mağaradalardı. Olanlardan sonra kendine güveni buhar olan Ghede paniğine zoraki engel oluyordu. O günkü felaketten sonra her an yakalanma korkusuyla yaşıyordu. Suç ortağı ona şantaj yapmasaydı, bir daha bu işe karışmazdı ama muhatabı sindirilecek biri değildi. Yere dikkatle çizdiği vevere odaklanmakta zorlanıyordu çünkü adamın bakışlarını sırtında hissediyordu.

Veveri tamamladığında serin mağaraya rağmen terlemişti. Şekle zarar vermemek adına geriledi ve elinin tersiyle alnındaki teri sildi. Nefeslenip diğer çizime geçti, bu önceki kadar zor değildi ama gerginliği iyice arttığından düzgün çizmekte zorlanıyordu. İki veveri birbirine bağlayacak büyülü şekli de çizdikten sonra nefes alıp geriledi. Kibirli duruşuna geri dönerek arkasında bekleyen adamın yanına geçti.

“Şimdi biraz beklememiz gerekiyor.”

“İşe yarayacak mı?” dedi diğeri.

“Nerede olduklarını ve ne durumda olduklarını bilmiyorum. Anlaşılan anahtar da yolu bulamıyor ve Athena onun yanında mı bilmiyoruz. Ares sadece sorguluyor ve kimseye bilgi vermiyor. Bu durumda soruna nasıl bir cevap vermemi bekliyorsun. Ben elimden geleni yaptım. İşe yararsa, sorunu çözmek sana kalmış ve beni bu beladan kurtarmazsan tüm lanetleri sana yollarım.”

“İşe yaramazsa ben lanetle uğraşmam, doğrudan ilgilenirim.” Dedi yanında duran Ghede’ye eğilerek. “Başımızı derde sokan senin aptal büyündü. Suçu sadece bana atamazsın.”

Ghede bu işi kabul ettiği için kaderine bir kez daha içinden küfretti ama adama karşı tepkisiz kalmaya çalıştı. Korktuğunu belli etmemeliydi. Anahtarın işe karışacağını bilseydi, dilini koparır bu işe karışmazdı. Ares ile karşılaşmaktan kaçınıyordu ama çare değildi. Olimpos evinde çok güçlü büyücüler vardı, onlardan birine yakalanması halinde Ares ona acımazdı. Bari anahtara ulaşabilseydi…

                                            *    *    *    *    *

“Bu aptal elbiseyi giymek zorunda mıydık?” diye homurdandı kısık sesle. “Etekleri geniş ama bacaklarıma dolanıyor.”

“Ortama uyum sağlamalıyız Dünya, yoksa ben de bayılmıyorum uzun etekli elbiselere.”

Kasabayı arkada bırakmışlardı ve ahırdan çaldıkları iki govaksa binip daha da hızlanmışlardı. Kimsenin insafına kalmamak için kendi araştırmalarını kendileri yapmaya karar verdiler. Şehre tutsak olarak girmek yerine gizlice girip gerçeği bizzat bulmak daha iyiydi. Kadınların hepsi zarif elbiseler giydiklerinden onlar da Dea’nın gönderdiği elbiseleri giymişlerdi. Uzun atkıları da almayı unutmadılar, böylece Athena sopasını gözden gizleyebiliyordu. Baygın nöbetçiler bulunana dek uzaklaşmayı amaçlıyorlardı. Virton’un tarif ettiği yöne doğru bineklerini sürdüler.

Bir süre gittikten sonra Athena onları izleyen bir sürprizle karşılaştı. Dea’nın hayvanı onları belli bir mesafeden takip ediyordu, sadece oydu. Dea ile tartıştıklarında, genç adam hayvanını onun peşinden göndermişti, koruması için. Anlaşılan hayvan ona verilen göreve oldukça sadıktı, hala takip ediyordu. Kaçışlarını fark etse de, kimseye haber vermemiş olmalıydı çünkü peşlerinden gelen başka biri görünmüyordu. Dea’ya kızgındı ama adam aklına geldikçe kalbi sızlıyordu. Genç adam onun duygularına olumlu bir karşılık vermemişti ve asla vermeyeceğini kesin bir dille söylemişti. Aşk için adama yalvarmayacaktı ama yanında olmak da onun için zordu. Onu görüp de yakınlaşamamak işkenceden beter olacaktı. Hissediyordu.

Yeterince uzaklaştıklarına kanaat getirdiklerinde ana yola çıktılar. Yorulan govaksları dinlendirmek için biraz yavaşladılar. İki bacaklı hayvanlar hızlıydı ama attan daha çabuk yoruluyorlardı. Karanlık yol ıssızdı ve çevresini saran ormandan gelen sesler dışında ses duyulmuyordu. Virton yol boyunca seyrek olarak küçük köylerin olduğunu ve genelde güvenlik amacıyla kurulduklarını söylemişti. İhtiyaç duymadıkça bu köylerden uzak durmaya ve şehre kadar dayanmaya karar verdiler. Virton’un sohbeti etrafı tanımakta oldukça yardımcı olmuştu.

Güvenlik köylerinden birine yaklaştıklarını anlayınca, fark edilmemek için ormana döndüler, geçene dek ormandan ilerleyeceklerdi. Dünya, askerlerden aldıkları kısa kılıçları bacaklarının alt kısmına sabitlemişlerdi, ulaşmak için etekleriyle boğuşması gerekecekti ama silahsız olmaktan iyiydi. Derken Dünya havanın değiştiğini fark etti ve yan gözle Athena’ya baktı. Athena da kaşlarını çatıp govaksın gemini usulca çekiştirip yavaşlattı, hemen onun yanına geldi. Burnuna keskin bir koku gelirken rüzgarın da esmediğini fark etti.

“Hena, iblis!” diye fısıldadı.

Köyden tarafta belli belirsiz bir hırıltı işiten Athena hemen Govaksın yönünü kaçındıkları köye doğru döndürdü. “Sen burada bekle. Ben kontrol edeyim.”

“Hayatta olmaz, tek başıma kalamam.”

“Geride dur o zaman!” dedi ve govaksı sürdü.

İblis varlığı fark edilince, gizleyici büyü kalkmıştı. Köyden gelen sesle korkunçtu, ulumalar, çığlıklar, parçalanma sesleri havayı doldurmuştu ve yaklaştıkça artıyordu. Yangını fark ettiklerinde, köydeki dehşet gözler önüne serilmişti. Parçalanmış insanlar etrafa saçılmış, kan ve yangının içinde etrafa dağılmıştı. Uluyan melez iblisleri, kaçmaya çalışan insanları yakalayıp acımasızca katlediyordu. Birkaç ev de alevlerden nasibini almış, önlerindeki vahşeti aydınlatarak yanıyordu.

Athena, govaks durmadan üstünden atladı ve bacağındaki kılıcı çekip ilk meleze saldırdı. Saldırıyı beklemeyen melez, canını aldığı kurbanının tepesine cansız olarak düştü. Bu melezler çok iri değildi ama güçlü ve çevikti. Dünya da savaşa girdiğinde melezler onları yenice fark etti, fakat onlardan dördü çoktan ölmüştü. Kaçışan insanları bırakıp iki kadına döndüler ve çılgınca koşarak saldırıya geçtiler. Athena durmaksızın melezleri biçerken az ötede Tamon’un da ona doğru koşan melezleri engellediğini göz ucuyla gördü ve istemsizce gülümsedi. Dea uzakta olsa da emri sayesinde koruması altındaydı.

“Hena, sağda!”

Athena ilgilendiği melezin boğazına sapladığı bıçağı çekerek sağa doğru kısa bir yay çizdi ve baltalı bir kol yere düştü. Kanlar saçarak kıvranan melezin ağzına sapladığı kılıcı çekti ve güçlü bir tekmeyle ittirdi. Yan tarafına baktı. Nefes nefese kalmış Dünya, iblis melezinden aldığı baltayı da ustalıkla kullanıyordu.

“Neyse ki bunlar melez. İblisin yanında olmamaları garip, değil mi?”

Dünya gergindi. “En azından bir iblis olduğuna eminim, hissetmiyor musun?”

“Uzakta olabilir.” dedi ve çabucak etrafa bakındı. Katliamdan kurtulan köylülerin kaçması için yolu açmışlardı. Son kalan iki melez haricinde yanan köyde kimse kalmamıştı. Tamon, melezler ile onları arasında duruyordu ve melezlere saldırmak için fırsat kolluyordu. Dünya, hayvanı fark ettiğinde ilk önce korkmuştu ama onlara yardım ettiğini görünce şaşırdı. Hayvanın yardımı sayesinde hiç yara almadan melezleri püskürtmeyi başarmışlardı.

“Kalkanını da kontrol edemiyor musun?” dedi havadaki kötü koku artmaya başlayınca.

“Hayır.” Dedi Athena. “Oluşmuyor. İblisleri durduracak hiçbir silahımız yok. Köy boşaldığına göre bizim de kaçma zamanımız geldi. Dua edelim de, iblisin takip edecek kadar aklı ve cesareti yoktur.”

Melezler onlara doğru atılınca, Tamon en yakın meleze sıçradı, büyük çenesini melezin bedenine geçirip melezi parçalarken Athena da diğerinin saldırısını karşıladı. Dünya onlar savaşırken tüylerini diken diken eden hisle başını çevirdi ve alevlerin arasında beliren iki iblisi fark etti. Meydanda dolanan korkuyla beslenen ve alevlerin etkisiyle güçlenen iblisler, somutlaşarak öne çıktı. İğrenç bedenleri tüterken kulakları sağır eden bir çığlıkla varlıklarını ilan ettiler.

“Lanet olsun.” Diye fısıldadı. “Hena, gidelim.”

Athena üstü başı kan içinde, iblislere bakarken kaçma konusunda isteksizdi. Normalde değil kaçmak çoktan iblislere saldırmıştı ama elinde onları öldürecek bir silahı yoktu. Özel metalden yapılmış kesici alet dışında hiçbir silah, safkan bir iblise zarar veremezdi. Elinde tuttuğu kısa kılıca parmaklarını iyice kenetledi ve sopasını da öne kaldırdı. Tamon, saldırdığı melezin işini bitirmiş korumacı bir tavırla ilgisini iblislere çevirmişti, derinden gelen kükremesi oldukça tehditkardı. İki iblis delice bakan bakışlarını kadınlara odaklamışlardı, beslendikleri korku ve vahşet sayesinde güçleri katlanmıştı. İkisi aynı anda pençe misali ellerini iki yana çevirdiler, bedenlerinden çıkan uzantılar onlara doğru saldırdı. Tamon kükreyerek atıldı, Athena hızlı bir hareketle onlara ulaşan uzantıları kesti ama çare değildi. Uzantılar hayvanı sardı ve büyük bir güçle fırlattı. Athena paniklemişti.

“Kaç Dünya, lütfen!” diye son bir gayretle saldırıyı karşıladı. “Onları oyalarım!”

Dünya elinden geldiğince uzantılardan kaçınıyordu ama yeterli değildi. Uzantılardan biri ona çarptı ve kadın sağa doğru uçarak sertçe yere düştü.

“Dünya!” diye bağırdı, hareketsiz kalan kadına doğru. Bir anlık boşluk yüzünden uzantılar Athena’yı yakaladı ve iblislere doğru çekmeye başladılar. Athena öfkeyle bağırdı, kılıcı sallayacakken başka uzantılar çarpıp silahı elinden düşürdüler. İblislerden biri keyifle öne doğru çıktı onu karşılamak için, sivri dişleri uzun ve keskindi. Athena’nın debelenmesini eğlenen bir ifadeyle izliyordu.

Ödülüne kavuşmayı beklerken sırıtışı yüzünde dondu kaldı. Bir şimşek sırıtan başını gövdesinden ayırırken gelen darbeyi hissetmemişti bile, uzantıları güçsüzce düştü. Diğer iblis hemen savunmaya geçip Athena’yı bıraktı ve beliren tehdide doğru döndü. Athena olanları kavramaya çalışarak kalan iblise saldırmak için pozisyonunu değiştiren Dea’ya baktı. Dea çok öfkeliydi ve iki elinde tuttuğu hançerler tanıdık bir ışıltıyla parlıyordu. Hayretle fark etti bu hançerler iblis öldüren metalden yapılmıştı. Dea ona uzanan kolları tek hamleyle kolayca kesti ve çevik birkaç adımda son iblise ulaştı. Müthiş hamlelerle iblisin saldırılarını engelledikten sonra hançeri iblisin göğsüne sapladı ve büyük bir güçle iblisin göğsünü yardı. İblis gözleri dehşetle açıldı ve kanlanmış ağzını Dea’ya doğru eğdi. Dea hiç tereddüt etmeden iki hançeri çapraz olarak iblisin boğazına sapladı ve hızla çekti. İblisin başı koparken aldığı ölümcül zararlar yüzünden bedeni küle dönmeye başlamıştı.

Nefes nefese kalan Dea, derin soluklar arasında, Athena’ya döndü. Athena düştüğü yerde oturup kalmış, onu izleyen hayran bakışlarını saklamıyordu. Yoktan beliren adamın onları nasıl bulduğunu düşünmek yerine, adamın salt varlığı sayesinde ruhunu saran mutluluğun tadını çıkarıyordu. Dea etrafına bakarken başındaki atkıyı sıyırdı ve saçlarını esmeye başlayan rüzgara bıraktı. İblis tehlikesi ortadan kalkmıştı. Doğruldu, derin bir nefes alıp yeniden ona döndü ve hoş bir sesle sordu.

“Yaralandın mı?” dedi, hemen cevap alamayınca endişeyle seslendi. “Hena, yaralı mısın?”

Athena küle dönmüş iblis uzantılarının içinde oturmaya devam ederken başını salladı. “Hayır.”

Dea gergin omuzlarını rahatlatan bir nefes alırken hançerlerini kınlarına taktı. Athena o anda ayıldı ve hemen ayağa fırladı. Dünya’nın düştüğü yöne doğru dönmüştü ki, görüşü karardı ve aynı anda bilinci kapandı. Kendine gelmiş Dünya ve ona doğru yürüyen Dea’nın bakışları altında kendinden geçti. İkisi de kadının adını haykırarak ona doğru koştu. Dea, Dünya’dan önce kadına ulaşmıştı, panikle adını seslenerek kucağına aldı.

“Hena!”

Ne olduğunu anlayamamışlardı, görünürde bir yarası yoktu ama uyanmıyordu da. Nefes alıyor olması, ikisini de biraz olsun teskin etti. Dea nazik olmaya özen göstererek, Athena’yı kucakladı ve katliamın olduğu alandan uzaklaştırdı. Dünya iki dakika önce sapasağlam olan kadının bayılması için bir neden olmadığını söylüyordu ama Dea paniğini bastırmakta zorlanıyordu. Hana döndüğünde içindeki sıkıntı yüzünden Athena ile konuşmak istemiş ve odalarına gittiğinde onları bulamamıştı. Yatağın üstünde bıraktıkları eski kıyafetleri görünce kanı tepesine fırlamıştı, kaçmalarına hiç olmadığı kadar sinirlenmişti. Tamon’la bağlantı kurduğunda Athena’yı hala takip ettiğini anlamış ve kimseye söylemeden peşlerine düşmüştü çünkü yakınlarında laun varlığını sezmişti. Athena da o yöne doğru gidiyordu, hiç zamanı yoktu. Govaksa atladığı gibi tüm hızıyla sürdü.

Geç kalmaktan korkuyordu. Sürekli Tamon ile bağlantı kursa da içi rahat değildi. Govaksın dayanaklılığını sınırına dek zorladı. Sonunda vardığında, Athena sağlamdı fakat sonrasında bayılmıştı. Bir türlü uyanmıyordu. Kaçan köylülerden bazıları geri dönmüş onlara yardımcı olarak yıkılmamış evlerden birini hazırlamışlardı. Dünya, Athena’nın yanından bir an olsun ayrılmıyordu. Onun da aklı Athena’daydı ama köyün durumunu kontrol etmesi ve haber göndermesi gerekiyordu. Laun baskını olduğuna göre, taşın dengesi bozulmuştu çünkü daha birkaç gün önce, Athena’nın belirdiği gün dua ritüeli yapılmıştı. Bir tane bile laun ortaya çıkmamıştı, hiçbir olay rapor edilmemişti. Bu geceye kadar laun varlığı sezmemişti.

Sabah olmak üzereydi, köy halkı yıkılmış vaziyetteydi. Ölüleri gömme işine yardım etmiş, elinden geldiği kadar düzeni sağlamaya çalışmıştı. Sabaha karşı Virton yanında iki askerle geldiğinde yorgunluktan bitmiş haldeydi. Adama iletilecek emirleri söyledikten sonra Athena’nın yanına doğru yürüdü. Köylülerden biri bir parça ekmek vermişti, elinde ekmekle eve giderken Athena’nın kendine gelmiş olmasını umuyordu. Hayal kırıklığına uğradı.

Dünya kırmızı gözlerle kadının yanı başında oturuyordu, gözyaşı durmuştu ama solgun yüzü onu Athena’dan daha kötü gösteriyordu. Dea elindeki ekmeği masaya bırakıp yatağın yanına gitti. Athena’nın dalgalı gür saçları yastığa dağılmış uyuyor gibiydi, güzel yüzünde hiçbir tepki yoktu, gözleri bile kımıldamıyordu. Dünya başını çevirmeden güçsüz bir sesle konuştu.

“Yardım ettiğin için teşekkür ederim.” Dedi ve biraz doğruldu. “Başını derde soktuk sanırım.”

Dea bakışlarını uyuyan Athena’dan ayırmadan cevap verdi. “Çözemeyeceğim bir şey değil ama Hena neden uyanmıyor?”

“Bilmiyorum.” Dedi Dünya ve titrek bir sesle ekledi. “Uzun zamandır bu kadar çok şeyi bilemediğimi hatırlamıyorum. Lanet olsun, neden buraya geldik? Athena neden…”

Lafını tamamlayamadı. Gözlerine dolan yaşları geriye atmak için ayağa kalkıp evin kapısına yürüdü. Hava almak için dışarı çıktı. Athena’yı defalarca yaralı görmüştü ama o zamanlar gücü vardı ve ölümsüz olduğunu biliyordu. Şimdi gücü ve yetenekleri kaybolmuştu ve ölümsüz olup olmadığı konusunda kuşkuları vardı. Günlerdir nektar içememişti, üstüne üstelik hiç hissetmediği duygularla uğraşmak zorunda kalıyordu. Kapının dibine çöktü ve yaşlarını salıverdi.

Dea, kadının boşalttığı yere oturdu. Aklına sürekli dün gece yaşadığı an geliyordu ve sonrasında hissettiği panik hali. Birini kaybetmekten hiç bu kadar korkmamıştı. Ve hiç şu anki kadar çaresiz hissetmemişti. Yumuşak bir sesle genç kadının ismini fısıldadı.

“Athena.” Uyandırmak için ona dokunmak istiyordu ama çekiniyordu. “Hena, lütfen, uyan…”

                                                *    *    *    *    *

Athena yumuşak yastıkların üzerine uyandığında, bir an için zaman ve mekan kavramını yitirdi. Alacakaranlığın hüküm sürdüğü renksiz kokusuz bir bahçedeydi, konforlu bir yatakta uzanıyordu. Üzerine baktı, ipekli bir elbise ve şık sandaletler giymişti. Ne olduğunu hatırlamaya çalışırken doğruldu ve bakındı. Bu kadar gösterişli bir bahçenin ortasında, muhteşem bir yatakta neden uyuduğunu anımsayamadı. Fakat yanında kimin olmasını istediğini hatırladı. Deacas… Bir rüyada olduğunu tahmin etti, rüyasında da görmek istediği aynı kişiydi. Derken birinin varlığını hissetti ve heyecanla yataktan indi. Gelen Dea değildi.

“Morpheus…” dedi şaşkınlıkla.

Ölümsüzün üzerinde ipekli bir kaftan vardı ve gümüş bir zincir kemerle belinden gevşekçe bağlanmıştı. Göğüs kaslarını cömertçe sergileyen Morpheus uzun bacaklarını kaplayan pantolonu üstünde rahat adımlarla ona doğru yürüdü. Uzun beyaz saçlarını gevşek bir atkuyruğu ile ensesinde toplamıştı. Gülümseyerek onun önünde durdu ve bekledi. Athena kaşlarını çatarak adamın gülümseyen yüzüne baktı. Bu adamın gülümsemeyi bildiğini hiç sanmazdı, normalde durgun ve hatta melankolik bir ifadeyle dolanır, insanların içine de pek girmezdi. Belki bu yüzden düşlere hükmediyordu, böylece yakınlık mesafesini kendisi ayarlayabiliyordu.

“Uzun zaman oldu Athena.” Dedi adam gergin bir sesle.

“Ne işim var benim burada?”

Morpheus beklemediği bir tepkiyle karşılaştığından gülümsemesi soldu. “Şey…” diye mırıldandı. “Ben… Yani sen kaybolmuştun. Kaybolduğunu duydum.”

“Rüyamda ne işin var ve gerçekten rüyamda mısın?” Adamın afalladığını fark edince daha açık sordu. “Uyandığımda bu rüyayı sen de hatırlayacak mısın? Yoksa şu an gereksiz bir an mı yaşıyorum?”

“Gereksiz mi?” dedi Morpheus bozularak. “Ben sana ulaşmak için uğraşayım, sen benimle geçireceğin vakti gereksiz olarak nitele! Bu tavrın biraz kaba olmadı mı?”

“Morpheus yaptıkların için teşekkür ederim ama şu an rüya ile uğraşma lüksüm yok. Eğer senin de hatırlayacağın bir rüyada isek, bir an önce Ares’e ulaş. Dünya ile birlikte olduğumuzu ve iyi olduğumuzu anlat. Ve lütfen, yapabiliyorsan, onunla iletişim kurmamı sağla.”

Morpheus sinirli bir sesle konuştu. “Benden başka kimse ile iletişim kuramazsın, ben bile zorlanıyorum başkasını rüyana taşıyamam.” Dedi ve derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştı. “Nerede olduğunu söylersen belki yardım edebilirim.”

“Ben de bilmiyorum. Bildiğimiz bir boyut değil. Boyut dengesinde bir terslik olduğunu düşünüyorum çünkü kapı yok. Sorunu çözmeye çalışıyoruz ama biraz uzun sürecek.”

İfadesiz bir tavırla onu dinleyen Morpheus boğazını temizleyerek ilgiyi kendine çekti. “Başka bir tuhaflık var mı? Yani sen… Bilirsin farklı bir şey… Garip hissediyor musun?”

Athena adamın saklamaya çalıştığı merakını sezdi, gözlerini kısıp bir an ölümsüzün ifadesini inceledi. Bir şey biliyordu ama anlatmaya çekiniyordu. Kollarını göğsünde kavuşturdu ve genelde solgun bir tene sahip ölümsüzün yanaklarına yayılan pembeliğin dağılmasını izledi. Kesin bir sırrı vardı.

“Sen… Ghede ile birlikteydin…” diye tahminini dile getirdiğinde ölümsüz hafifçe gerildi, belli belirsizdi. Athena doğru yolda olduğunu anlayarak kararlı bir sesle sordu. “Ne işler karıştırıyorsun Morpheus?”

Morpheus pes etmiş bir tavırla elini yana doğru salladı, yatak ortalıktan yok oldu yerine ferforje bir masa ile iki koltuk belirdi. Etrafı aydınlatan ayaklı şamdanlara birkaç tane daha eklendi. Tüm bunlar olurken ölümsüz kibar bir sesle konuştu.

“Oturmaya ne dersin?”

Athena rüyada inatlaşmanın çocukça olacağını düşünerek önerisini kabul etti. Oldukça rahat bir koltuktu. Morpheus koltuğa kurulduktan sonra gözlerini ona çevirdi, koyu kirpiklerinin çevrelediği gri renkteki gözleri adama yakışıyordu. Tüm ölümsüzlerin çekindiği annesi Nyx’in en sevdiği oğlu olmasına rağmen mütevazi bir kişiliği vardı. Güçlü bir ölümsüzdü fakat bu gücünü asla şımarıkça kullanmazdı. Böyle birinin aşağılık Ghede ile ne işi olabilirdi ki?

“Öncelikle ne pahasına olursa olsun seni kurtaracağımı bilmeni istiyorum. Benim için önemlisin.”

Athena tepki vermemeye çalışarak sakince adamı dinlemeye devam etti ama daha ne kadar saçmalayacağını da merak etmiyor değildi. Sabretmeliydi. Morpheus ise anlatırken sürekli onun ifadesini süzüyordu.

“Ghede ile birlikteydim çünkü ondan yardım istemiştim. Mağarayı hatırlıyorsundur… Geçen hafta rüyaları gezerken o mağarada vever çizimleri görünce araştırmam gerektiğini düşündüm. Bu konuyu en iyi bilen de Ghede olduğundan onu mağaraya çağırdım. Veverin aktif olduğunu ve seni çağırmak için yapıldığını da sen gelince anladık. Bana inan Athena, başına bunların geleceğini bilseydim o veveri görür görmez yok ederdim. Çünkü Ghede’nin okuduğuna göre, veveri saran başka bir büyü vardı.”

Athena, büyü hakkında adamın gerçekten gerildiğini fark etti. Kaygı, göğsüne yayılırken dikkatini ölümsüzden çıkacak kelimelere odakladı. Ölümsüz konuşmadan önce birkaç saniye bekledi ve hafifçe doğruldu.

“Vever, sahibini bağlayan çok güçlü bir aşk büyüsü ile sarılmıştı, yani seni…”

Athena başından aşağı buz gibi suların döküldüğünü sandı, donmuş kalmıştı. Morpheus anlayışlı bir sesle devam etti. “Veveri ve büyüyü etkisiz hale getirmeye çalıştık ama başaramadık. Müdahale etmek için çok geç kalmıştık. Henüz Ares’e hiçbir şey anlatmadım çünkü önce sana ulaşmalıydım. Ona anlat dersen, anlatırım.”

Athena tekdüze bir tonda sordu. “Hissettiğim aşk gerçek değil mi, büyünün eseri mi?”

Çenesi kasılan Morpheus’un tüm bedeni gerildi. “Aşık mısın?” dedi sinirli bir sesle. “Kime?”

“Sana değil herhalde!” diye homurdandı Athena, ne saçma soruydu. Sanki tanıyacaktı! “Büyünün işlediğine nasıl emin oluyorsun? Ghede’nin teşhislerine pek güven olmaz.”

Dea’ya olan hislerinin sanrı olabilme ihtimali canını sıkmıştı. Öylesine güçlü ve ona mutluluk veren hislerin gerçek olmaması haksızlıktı. İlk defa hissetmişti ve şimdi onların sahte olduğunu öğrenmişti. Dea’nın yakışıklı yüzü gözünün önüne geldi ve kalbi yeniden heyecanla atmaya başladı. İblislerle nasıl savaştığını anımsadı, zarif ölümcül hamlelerini ve ışıldayan hançerleri nasıl ustaca kullandığını. Ondan etkilenmemek mümkün değildi. Tüm bu çekimin sebebi aptal bir büyü olamazdı.

Hırsla ayağa kalkan adam kendini toparlamaya çalışarak bahçede aşağı yukarı yürürken söylendi. “Sana bir an önce ulaşmam gerekiyor. Annemden yardım isteyebilirim, onun hakimiyeti çok geniştir. Seni bulabilecek bir kişi varsa Nyx’tir.” Ölümsüz duraklayıp ona döndü. “Bedenin güvenli bir yerde mi?”

“Neden sordun?”

“Büyü altında olduğundan seni geri göndermeyeceğim. Sorunu çözene dek burada misafirim olabilirsin.”

“Hayır! Burada kalamam.”

Morpheus kaşlarını çattı. “Neden? İstediğin her şeyi yapabilirim, bir emrin yeter. Yanında kalmamı istersen de hiç sorun değil.”

Birlikte olmak istediği kişi yerine Morpheus ile bir rüyanın içinde hapsolmak istemiyordu. Genç adamı şimdiden özlemişti ki, uzun süre ayrı kalmaya dayanamazdı. Aksiliğine katlanabilirdi ama uzak kalma düşüncesi nefesini kesmeye yetiyordu. Dea onu istemiyordu, başından savmak için elinden geleni yapacağını söylemişti ama bu tavrı ondan soğumasını sağlamamıştı.

“Dünya orada…” dedi asıl aklındaki düşünceyi saklayarak. “Onu tek başına bırakamam.”

Morpheus hızla ona doğru yürüdü ve tek dizinin üstüne çöktü. İkna etmek için yalvarırcasına konuştu. “Anahtar başını çaresine bakabilir Athena fakat tehlikede olan sensin.” Adam onu şaşırtmaya devam ediyordu. Onu bu kadar çaresiz gördüğünü hiç hatırlamıyordu, her zamanki gururunu bir yana bırakmıştı. “Kendini düşünmelisin. Aptal bir adama aşık olup duygularının kullanılmasına izin vermem!”

Aptal bir adam! Athena’nın siniri tepesine fırlasa da, sakin duruşunu bozmadı. Önünde diz çökmüş Morpheus’un yüzüne doğru eğildi ve hafifçe gülümsedi. Morpheus’un gri gözleri dalgalandı ve kesik bir nefesle dudakları aralandı.

“Athena, lütfen…”

“Beni hemen geri gönder Morpheus!” dedi gülümsemeye devam ederek. Sırıtışının korkutucu göründüğünü tahmin ediyordu çünkü hissettiği öfke dudaklarından değil gözlerinden taşıyordu. “Bir kez daha isteğimi sorgularsan, Dünya’yı yalnız bıraktığın için önce bana sonra Ares’e hesap vermek zorunda kalırsın. Sevgili annen bile seni koruyamaz.”

“Athena…”

“Hala bekliyorum.”

Morpheus’un çenesi kasıldı, kararsızlığı elle tutulacak kadar yoğundu. Athena adamın onun başına gelenle ilgilenme tavrını tuhaf buldu, aşk hayatından ona neydi… Asıl önemli olan etkisi altında olduğu aşk büyüsü değildi ki… Eğer onun başka planları yoksa sağlıklı ve ulaşılabilir olması daha önemliydi. O anda kulağına yumuşak bir ses ulaştı.

“Athena…” dedi Dea. “Hena, lütfen, uyan…”

Sanki göğsündeki kalp büyüdü ve soğuk bedeni, Dea’nın sesindeki sıcaklıkla sarmalandı. Genç adamın çağrısına cevap verememek canını yakıyordu. Neredeyse Morpheus’a yalvaracaktı. İkisinin arasına girdiği için dövmek istiyordu. Sakin kalmak için ellerini yumruk yaptı, usulca konuştu.

“Ares’e olanları anlat Morpheus, o mutlaka bir çaresini bulur ama hiçbir şey saklama. Sonuçta, o kadar güçlü vever büyüsünü yapabilecek az kişi var. Apollon ayna büyüsünü yenilesin belki Dünya’nın yeteneğinin engelini kaldırabilir.”

“Tüm bunlar sen buradayken de yapılabilir.” Dedi Morpheus gittikçe sertleşen bir tonda. “Beni geri dönmek için tehdit etmene inanamıyorum! Kime aşıksın?”

Athena hızla ayağa kalktı, adamı tepelememek için kendini zor tutuyordu. Morpheus da ayaklandı. Yakışıklı yüzü hırsla çarpılmıştı. Derken bir fısıltı daha işitti ve sendeledi.

“Üzgünüm, sana söylediklerim için çok üzgünüm, Hena. Lütfen, aç gözlerini.”

Morpheus onu düşmeden yakalayınca Athena dokunuşuna öfkelendi ve tüm gücüyle adamı itti.

“Dokunma!”

İtmenin etkisiyle adam geriye adımladı, düşmeden dengesini sağladı. Gergin bir tavırla elini kaldırıp yüzünü sıvazladı, sonra kararlı bir duruşla onun karşısına geçti.

“Tamam, istediğini yapacağım ama senden tek isteğim var. Duygularına sahip çık ve onun seni etkilemesine engel ol. Hissettiğin şey aşk değil Athena, bozuk ve sahte bir şey! Bunu unutma!”

Sonra elini kaldırdı ve belli belirsiz onun çenesine dokundu. “Seni kurtaracağım.”

Ve yine karanlık…

                                                    *    *    *

Dünya’nın gözleri uykusuzluktan yansa da gözleri uykuya teslim olmuyordu. Athena hala kendine gelmemişti ve Dünya kendini ne kadar zorlarsa zorlasın kapıyı göremiyordu. Virton’un gönderdiği yemek masanın üzerinde duruyordu, fakat Dünya elini bile sürmemişti. Athena’yı taşıyacak arabanın akşama doğru hazır olacağını söyleyen adam ikisini yalnız bırakmıştı. Dünya ellerinin arasında tuttuğu Athena’nın elini usulca sıktı, tepki beklemiyordu ama parmakları kımıldanınca heyecanla kadının yüzüne baktı. Athena güçlü bir yutkunmayla gözlerini kırpıştırdı ve nihayet gözlerini araladı.

“Şükürler olsun!” diye bağırdı Dünya, kendine engel olamadan. Neredeyse yeniden ağlamaya başlayacaktı.

Athena onun mutluluğuna bakarak gülümsedi. “Günaydın.”

“Ne günaydını şaşkın, akşam olmak üzere!”

“İyi uyumuşum.” Dedi gerinerek ve odaya bakındı. “Neredeyiz?”

Dünya derin bir nefes aldı ve iki günden beri olanları çabucak anlattı. Uzun sürmemişti, ne de olsa çoğu zaman uyanmasını beklemekle geçmişti. Athena yatakta oturmuş dikkatlice onu dinledi ve sonunda Dünya’nın beklediği soruyu sordu.

“Dea nerede?”

“Saraydan çağrılmış, gitmek zorunda kaldı.”

Dea orada değildi, hayal kırıklığı düşündüğünden daha fazla canını sıktı. Dünya, üzülen kadının yüzünün düşmesini izledi, dayanamadı.

“Gitmek istemedi Hena ama emir büyük yerden gelmiş. Vekil kral tarafından bizzat çağrılmış Virton’un dediğine göre. Başucunda uzun süre oturdu ama sen yine de çok umutlanma da…”

“Umutlanmam.” Dedi içi acıyarak. “Zaten ondan yana bir beklentim yok, kibarlığından yararlanacak kadar düşmedim. Ve sana anlatmam gereken konular var.”

Athena gördüğü rüyayı baştan sona anlatırken Dünya soru bile soramadan dinledi.

“Boş bir rüya olmadığına emin misin?”

“Morpheus isteği dışında kimsenin rüyasına girmez, bunun için fazla değerlidir.”

“Onu pek tanımıyorum ama niyeti beni pek ikna etmedi. Sana karşı hisleri olması muhtemel…”

Athena onun sözünü kesti. “O kadar uzun boylu değil Dünya, onun birine karşı hisleri olduğuna hiç tanık olmadım. Yine de bir şeyler sakladığına eminim, birini koruyor da olabilir. Anlattıkları doğru olsa da eksik, yani bizi kurtarmaya çalışacağına inanıyorum ama ne amaçla onu bilmiyorum.”

“Sana kim aşk büyüsü yapar ki?”

Athena gözlerini kısarak tehditkar bir bakış attı. “Ne yani ilgimi isteyen biri olamaz mı?”

“Alakası yok. Fakat bu konuda senin katı düşünceni bilmeyen yok. Bana kalırsa, bekarlık mantıksız bir inat ama bu karar sana kalmış. Sana aşk büyüsü yapacak kadar kendi hayatını hiçe sayan biri olabileceğini düşünmezdim. Resmen intihar etmiş! Gerçi şu durumda yaptığına çok pişmandır.”

“Eğer niyeti kendisine aşık etmekse pişmandır, tek derdi benimle alay etmek de olabilir. Çünkü Dea için yaptıklarım ve yapmak istediklerim beni bile dehşete düşürüyor, bir de bunu tanındığım bir yerde yaptığımı düşünsene! Ah! Sanırım düşündüğümden daha şanslıyım. Beni kimsenin tanımadığı bir boyutta Dea’ya aşık olmak, başıma gelen en güzel şey, aşkıma karşılık vermese de…” dedi son kelimeleri dudaklarından zorlukla çıkmıştı.

“Sen ve antiromantik mantığın! Her neyse…” dedi Dünya biraz olsun moral kazanarak. “Morpheus sözünü tutarsa, Ares yakında başımıza geleni öğrenecek. Of, ya, onu görmek için neler vermezdim.”

“Ben de…” dedi Athena ve sıkkın bir tavırla ekledi. “Dea’yı…”

Athena’nın uyanması yolculuğu hızlandırmadı tam tersine daha geç yola çıkılmasına karar verdiler. Yıkılan köyün hayatta kalan sakinlerini, en yakın köye tahliye ediyorlardı. Athena’nın uyanması işlerini rahatlatmış, aciliyet ortadan kalkmıştı. Handa kalan birlik çoktan şehre doğru yola düşmüştü, onlara da katılamazlardı. Yeniden kaçarak güvenlerini tamamen kaybetmeyi göze alamazlardı. Uyumlu ve yardımcı davranmaya devam etmeye karar verdiler.

Sonunda yola çıktıklarında Dünya, Athena’nın bastırmakta zorlandığı heyecanını görebiliyordu. Dea’ya kavuşma düşüncesi kadını daha da güzelleştirmişti. Üç gündür kendini oyalamak için sıradan askerler gibi çalışmıştı, şimdi ise toparlanmış ve Olimpos’un prensesi kimliğine geri dönmüştü. Kamptaki az sayıda askerleri nasıl yönetimi altına aldığını anlayamadı, Virton dahil herkes onun yönlendirmelerine göre ayarlamaları yapmıştı. Daha tecrübeli olması bir yana askeri kamp ve kriz yönetimi konusunda zaten yetenekliydi. Köyden ayrılırken halkın da takdirini kazanması şaşırtıcı değildi.

Zenwar’ın halkı alışılmadık bir sosyal topluluktu. Tanık oldukları olaylar, yakalandıklarında neden onlara tuhaf davrandıklarını açıklıyordu. Kadınların yargılarına çok güveniyorlardı ve kadınlarına saygılı bir kutsallık bahşetmişlerdi. Toplumu yönlendirenler kadınlardı, erkekler çoğunlukla beden güçlerini kullanabilecekleri işler yapıyorlardı. Güç olarak zayıf olan kadınların düşünce ve yönetim açısından güçlü oldukları herkes tarafından kabul edilmişti. Liderlik kadın tarafından desteklenmediği takdirde yasal sayılmıyordu. Diyarda en çok sözü geçen yönetim, Zenwar Yüce Kurulu idi ve başı kraliçeydi. Fakat şu anda kraliçe olmadığından yönetimdeki kişi vekil kraldı ve ülke iki başlı görünüyordu. Yine de son karar Yüce Kurula aitti, Yüce Kurulun tüm üyeleri de kadındı.

Tüm bunları onlara Virton anlatmıştı. Gerçi adam, o geceden sonra sohbet etme konusunda pek istekli değildi. Casus olmadıklarına inanmıştı ama anlaşılan adam çenesini tutması konusunda, sert bir uyarı almıştı. Bu arada Tamon’un varlığına da iyice alışmışlardı, dövüşürken yaralanmasına rağmen kendini çabuk toplayan hayvan, Athena’nın peşinden hiç ayrılmıyordu. Bir gölge misali onu izliyordu. Bu durum Athena’nın da hoşuna gidiyordu, Dea’nın emriyle olsa da, Tamon’un ilgisi ona gurur veriyordu. İki günlük yolculuktan sonra nihayet Zenwar’ın ana şehri Hancar’a vardılar.

                                                *    *    *    *    *

Şehir çok büyüktü ve görkemliydi. Dünya, şaşkınlıkla sokakları ve insanları izledi, böyle bir şehir olabileceğini hayal dahi edemezdi. Evler taştan ve hoş bir mimariye sahipti, yollar düzgün ve sistemli olarak uzanıyordu. Şehrin içinde her yerde ağaçlar ve bahçeler vardı, sanki ormanın içinde bir şehir kurmuşlardı ve her yer bakımlıydı. Aralara serpiştirilmiş çeşmeler sıcaklığı daha çekilir hale getiriyordu. Etraftaki insanların sosyal statüleri arasındaki fark belli belirsizdi, düşkün biri görünmüyordu. Askerler yoldan geçerken kimse onlarla ilgilenmiyordu, herkes kendi işindeydi. Dünya uyumlu kılıkları sayesinde herkesin gözünde sıradanlaştıklarını anladı.

Saray şehirdeki en büyük binaydı, fakat sarayı şehirden ayıran bir duvar veya engel yoktu. Geniş bahçesi sanki sınır kabul edilmişti ve izinsiz girmeye kimse istekli değildi. Onları sarayın yanındaki küçük konağa aldılar, elçilerin ağırlandığı konak şatafattan uzak zarif bir dekora sahipti. Tamon konağın kapısına kadar onlara eşlik ettikten sonra ortadan kayboldu. Görevini yapmıştı.

Küçük konağı gezen Dünya, salona geçtiğinde geniş pencerelerinin açıldığı bahçe manzarasına hayran kaldı.

“Buraya çocuklar ve Ares ile gelmek isterdim.” Diye mırıldandı. Aşırı özlemişti, tek tesellisi Ares’in mükemmel bir baba olmasıydı ama Ares’in katlanması gereken sorunların ondan fazla olmasına üzülüyordu. Çabaladığını hissediyordu, mesafeye rağmen altın gözlünün sevgisinin ve düşüncelerinin onun yanında olduğunu biliyordu. Hesaplarına göre bir hafta olmuştu ve ayrılıklarının daha uzamaması için dua ediyordu. Dalgın bir tavırla koltukta oturan Athena’ya döndü. “Morpheus’tan haber var mı?”

Athena başını salladı. “Hayır.”

Dünya sıkıntıyla yeniden bahçe manzarasına döndü. “O adam beni çok kıllandırıyor. Sakladığı her neyse, bizim için önemli bir şey olmalı.” Sonra aklına gelen fikirle gözleri açıldı. “Sen yapabilirsin.”

“Neyi yapabilirim.” Diye kaşlarını çatan Athena yaslandığı koltukta doğruldu.

“Sen inanmıyorsun ama bence bu adamın sana ilgisi var, romantik olarak yani. Cazibeni kullanarak onu daha da zorlayabilirsin.”

“Cazibemi mi?”

Athena gülmemek için dudaklarını sıkarken Dünya kahkahayı bıraktı. Sonra ikisi de gülmeye başladılar. Dünya onun yanına geldi gülmeye devam ederek ve diğer koltuğa oturdu.

“Denemekten zarar gelmez, Hena. Sen çok çekici bir kadınsın, itiraf etmeliyim, gördüğüm en güzel kadın sensin. Şu soğuk tavrını bir kırsan, kapında köle yapmayacağım kimse olamaz. Zekan ise başka bir özelliğin ve bence erkekleri korkutan özelliğinde bu. Erkekler zeki kadınlarla ne yapacaklarını bilemezler ve korkarlar. Bunu takdir edecek birini bulamadığın için kendini lanetli sanıyorsun.” Dedi ve nefeslendi. “Bu kadar moral konuşması yeterli sanırım. Şimdi planımıza geri dönelim.”

“Biraz daha övseydin…” dedi Athena gözlerini kısan şakacı bir gülümsemeyle. “Hoşuma gitti.”

“Diğer kardeşleriniz neyse de siz dördünüzün huyu birbirine ne benziyor yahu. Sanki karşımda bir Artemis!”

İkisi de gülerek ruhlarını biraz olsun hafiflettiler. Athena da Dünya’ya hak veriyordu, Morpheus masum değildi. Cazibe dediği şeyi nasıl kullanacaktı, asıl zor olan konu oydu. Morpheus da dünkü çocuk değildi ki! Ayrıca adam çoğunlukla insanlardan uzak duruyordu ama istediği zaman kabul edilmeyeceği bir ortam olmazdı. Büyük ihtimalle, sosyal ve duygusal açıdan Athena’dan daha tecrübeliydi. Dünya kararlı bir tavırla konuştu.

“Sen sadece sen ol Hena. O, senin bu haline çekiliyor zaten. Sadece tavırlarına küçük detaylar kat.”

“Mesela?”

“Mesela ona kızdığın zaman tam teşekküllü bir yumruk atmak yerine omzuna küçük bir yumruk atabilirsin.”

“Saçma!”

“Şaka yapıyorum canım. Konuşurken gözlerine daha ilgili bak, yüzüne ve hareketlerine dikkat ettiğini hafifçe belli et. Gülümse. Ona güvendiğini hissetmesi için emir vermek yerine görüşünü sor. Bunun gibi şeyler işte, yani ben de ilişki koçu sayılmam. Mazimde berbat işler yapmışlığım var ama bence bunlar işe yarar.”

Dünya konuşurken Athena’nın aklı başka birine ve anıya gitti. Dea’nın çene hattını ve yüzünü okşadığı mutlu an, zihninde yeniden canlandı. Hoş kıvrımlara sahip dudaklarında dolanan parmakları sanki özlemini belirtircesine ısındı. Bu çekimin tek taraflı olduğuna inanmak istemiyordu çünkü o geceki dokunuşları genç adamı da heyecanlandırmıştı. Dea da onu öpmeyi istemişti, bakışlarından ve beden hareketlerinden kolayca okunuyordu. Son anda neden geri çekildiğini bilmiyordu ama onun için de mantıklı bir cevabı olduğuna emindi. Belki ona güvenmiyordu, belki kendinden emin değildi.

“Beni dinliyor musun?”

Gözünün önünde sallanan el yüzünden irkildi. “Evet… Evet, elbette dinliyorum. Cazibe demiştin.”

“Umutsuz vaka…” diye mırıldandı Dünya. “Tamam, şöyle yapacağız. Bu gece rüyanı kontrol etmeye ve ona ulaşmayı dene. Cazibeyi falan boş ver, sen sadece adamı azarlamadan, ağzından laf almaya çalış. Emir verme, sakin konuş.”

“Bunu yapabilirim anahtar, sen de beni ne sanıyorsan.”

Sohbetleri gelen bir hizmetli tarafından bozuldu. Yüce kurulla görüşme için hazırlanmalarını isteyen hizmetli, yanlarında getirdikleri eşyaları odalarına bıraktılar. Banyo için de malzeme bırakmışlardı. Görevliler çıktıktan sonra banyoya koşan iki kafadar temizlenmenin tadını çıkardılar, sonrasında temiz elbiseleri giyince daha rahat hissettiler. Dünya uzun süre elbise giymeye alışık olmadığından biraz söylense de, başka seçeneği olmadığını kabul etmişti. Athena ise malum beklentiden dolayı elbiseyi düşünecek halde değildi.

Onları almaya gelen görevli, konakla saray arasındaki bağlantı yolundan götürdü. Taş duvarlarla kaplı sarayın içi olması gerekenden daha ferahtı, kristal şamdanlar koridorlar boyunca düzenli bir sırayla sıralanmıştı. Çok kalabalık değildi ve herkesin işi var gibi görünüyordu, boş gezen kimse yoktu. Görevli onları bir kapının yanında bekleyen başka görevlilere teslim ettikten sonra selam verip ayrıldı. Selamları da ilginçti, sağ ellerinin parmaklarını sol omuzlarına dokundurup başlarını hafifçe eğiyorlardı. Görevliler onları biraz beklettikten sonra salona aldılar.

Salonda sade ve şık kıyafetler giymiş farklı yaşlarda dokuz kadın vardı, en yaşlısı tam ortalarındaki tahta koltukta oturan kadındı. Diğerleri koltuğun sağında ve solunda başlıksız divanlarda oturuyorlardı. Yaşlı kadının yanında orta yaşlı bir kadın vardı, diğer tarafında ise daha genç bir kadın. Sanki üç nesli temsil edercesine yan yana sıralanmışlardı. Görevli kapıyı kapattıktan sonra yaşlı kadın çatırdayan bir sesle konuştu.

“Aydınlık günler üstünüze olsun, umarım yolculuğunuz rahat geçmiştir.”

“Teşekkür ederiz.” Dedi Athena net ve kibar bir sesle. “Beklentimizin üstünde bir yolculuk geçirdik. Verdiğimiz sıkıntılar için sizden özür dileriz.”

“Yabancı bir diyardan geldiğinizi öğrendim.” Dedi hemen yanındaki orta yaşlı kadın. “O yüzden verdiğiniz sıkıntıları şaşkınlığınıza bağlıyoruz.”

Konuşan kadın asil bir tavırla ayağa kalkıp onlara doğru yürüdü. “Hakkınızdaki rapor çok net değil ve birçok bilinmezlikle dolu. Yine de Baş Orun Deacas’ın yargılarına önem veririz, bu nedenle sezgilerine güvenerek misafirimiz olmanıza karar verdik.” Dedi ve ikisinin karşısında durdu. “Kaldığınız süre boyunca size yardımcı olacak birini atayacağız. Onun sözünden çıkmamanız herkes için daha iyi olacaktır.”

“Gözetim altında tutmak sizin hakkınız…” dedi Athena, kadının kibar uyarısını karşılayarak. “Kurallarınızı bilmediğimizden dürüstçe bize yol gösterecek birinin olması gözetim isteğini oldukça yumuşatıyor.”

Kadın gözlerini doğruca onun gözlerine doğrulttu, aralarındaki boy farkı önemli değildi çünkü kadının otoritesi, Athena’nın otoritesiyle yarışıyordu. Kadın birkaç saniye baktıktan sonra hafifçe gülümsedi. Kurnaz bir gülümsemeydi. Birbirlerinden rahatsız olduklarını belli eden bir gülümsemeydi.

“Dürüstçe…” diye yumuşak bir sesle tekrarladı kadın. “Zenwar’da iftiradan çekinmenize gerek yok. Hiç kimse yapmadığı bir şey için cezalandırılmaz.”

Athena ifadesiz bir sesle konuştu. “Bunu belirtmeniz olasılığı engellemiyor.”

Yaşlı kadın araya girdi. “Kuşkun kaba bir saldırı olarak alınabilir çocuğum.”

Athena bakışlarını önündeki kadından alıp yaşlı olana çevirdi. “Saygısızlık yapmak istemem. İki tarafın da birbirinden kuşkulanma hakkı olduğunu düşünüyorum. Bunu doğrudan belirtmemi de kaba bir saldırı olarak almanıza üzüldüm. Bizi gözetim altında tutmanızı hakaret olarak alacak değilim, fakat bir şartım var. Sizin tarafınızdan yanlış anlaşılan bir davranışımızda sorgusuz yargılanmamamızı tercih ederim. Açıklama hakkımız olmalı.”

“Bu haklı bir istek, devam edin.”

Orta yaşlı kadın duruşuna gururlu bir ifade verip yeniden onlara döndü. “Amacınızın diyarınıza geri dönmek olduğunu öğrendim ve bunun için de yardım istiyorsunuz. Nasıl bir yardım bekliyorsunuz?”

Dünya yan gözle Athena’ya baktı. Athena açık sözlüydü ama isteğini doğrudan söylerse yanlış anlaşılma olasılığı yüksekti. Yönlenmek için kapıyı sormaları hoş karşılanmayacaktı, belki farkında bile değillerdi veya saklamak devlet sırrı gibi bir konuydu. Büyü hakkında ketum oldukları, Dea’nın sözlerinden anlaşılıyordu. Yasak ve kuralları deşmek onların yararına değildi. Athena’nın yüz ifadesi yumuşadı ve saygılı bir tavırla cevap verdi.

“Henüz bilmiyoruz hanımefendi. Sadece misafirliğimizin kısa sürmesini ve kimse için sıkıntı yaratmamasını diliyoruz.”

Orta yaşlı kadın yorum yapmadı, onun yerine yaşlı kadına döndü. “Yaşlı ruh?”

Yaşlı kadın sabit bir bakışla başını salladı. “Önümüzde çok kutlu günler var. Başka konularla ilgilenemeyeceğimiz kadar meşgul olacağız. Gelişinizin zamanlaması ilginç bir döneme denk geldi. Bunu hayırlı bir işaret olarak kabul edersek, siz, misafirlerimizin bu günleri daha bereketlendirmesini umuyorum.” Diğer tarafındaki genç kadına döndü. “Enyonas, lütfen, istekleriyle ilgilen.”

Genç kadın hemen ayağa kalktı ve parmaklarını sol omuzuna götürerek. “İzninizle.” Dedi ve onlara doğru dönüp yürüdü. “Beni takip edin lütfen.”

Enyonas öne düşerek onları akşama kadar oyaladı, genel bilgiler vererek. Dünya iyice sıkılmaya başlamıştı ki, kadın onları bahçedeki bir havuzun kenarına götürdü ve nihayet oturdular. Athena kadının dediklerini sabırla dinlerken Dünya rol yapmaya dahi çalışmadı. Düzen o kadar katıydı ki, eğlence diye bir kelimenin anlamını bilmiyor gibiydiler. En sonunda dayanamadı.

“Kasabalarınız ve köyleriniz daha eğlenceli yemin ederim.”

“Saray, diyarın kalbidir.” Dedi Enyonas kibar bir dille. “Buradaki herkes, görev ve sorumluluklarını öncelik olarak alır ve bu sorumluluklarını büyük bir ciddiyetle yerine getirir.”

“Bizde de öyle ama hiç değilse her gece toplanıp sohbet edeceğimiz bir zaman ayırıyoruz.”

Athena’nın yorumuna karşı Enyonas dudağını büktü. “Aslında…” dedi kararsız bir tavırla, sonra bir sır verir gibi kısık sesle konuştu. “Çok sık olmasa da, sarayda da eğlenceli toplantılar yapılır. Hatta önümüzdeki bir ay eğlenceye doyacağız.”

Dünya güldü. “Hiç eğlenmeyip bir ay canını mı çıkarıyorsunuz?”

“Canını çıkarmak mı?” dedi kadın gözlerinde dehşetle doğruldu.

Dünya mecazı anlamayacağınız sonradan çözdü ve hemen düzeltmeye çalıştı. “Ah! Hayır! Beni yanlış anlama, canını çıkarmak demek yani olandan çok daha fazla yapmak demek.”

Enyonas’ın kaşları çatıldı. Gerginliği hafifçe çözülürken Athena araya girdi. “Sen ne anladın?”

Kadın çekimser bir bakış atıp başını salladı. “Hiçbir şey…”

Athena yan gözle Dünya’ya anlamlı bir bakış attı ama kadının üstüne daha fazla gitmediler. Canını çıkarmak deyiminden korkmasını gerektirecek çok fazla olay yoktu ki, kadının esas anlamda anladığı açıktı. Konuyu değiştirmek için sordu.

“Bir ay demiştin. Kutlama gibi bir şey mi olacak?”

Başını sallayan Enyonas memnun bir gülümsemeyle cevapladı. “Yarın prenses Tenq Baur-Enwar’ın doğum günü, evlenme yaşına girecek. Bir ay sonra da evlenip tahta çıkacak, biz buna Kutsal Bir diyoruz. Yani bir kraliçenin tahta çıkış yolculuğunu kast eder. Ne mutlu size, böyle bir zamanda diyarımıza geldiniz.”

“Evlenme yaşı mı?” dedi Dünya garipseyerek.

“Kraliçemiz öldüğünde, prenses küçüktü. Tahtı ona doğrudan devredemedi. On sekiz yaşına geldiğinde, Yıldız Okuyucu prensesin eşinin belli olduğunu bildirdi. Yani eşi belirlendiği günden beri herkes bu günü bekliyor çünkü prenses yirmi yaşında evlendikten sonra resmen tahta çıkabiliyor.”

Athena ciddiyetini korumakta zorlanan Dünya’nın ayağına hızlı bir tekme attı ve ilgili bir ifadeyle sordu. “Yıldız Okuyucu nasıl biliyor prensesin gelecekteki eşini?”

“Yıldızlardan…”

Dünya tekmeyi yemesine rağmen kıkırdadı. “Kadın her zaman kadındır. Burada bile falla koca buluyorlar. Yıldızlara bakarak eş mi tayin edilirmiş. Parayı bas, kral ol veya kralını seç!”

Enyonas bozulmuştu hemen savunmaya geçti. “Kraliçenin soyu diyar için önemlidir. Rasgele bir birliktelik felaket getirir. Bu konuda kimse kafasına göre eş tayin edemez! Prensesimizin eşi zaten iki senedir belliydi, yani kişilerce ayarlanmış bir evlilik değil, yıldızlar tarafından tayin edilmiş kutsal bir seçimdir.”

“Gücendirmek istemedim.” Dedi Dünya, boşboğazlığını kontrol etmeyi aklına yazarak. “Tören demiştin, halk kabul ediliyor mu? Veyahut diğer diyarlardan davetliler olacak mı?”

Suratı asılan Enyonas sırf cevaplamak için soğuk bir sesle konuştu. “Diğer diyarların hediyeleri kabul edilir ama tahta çıktıktan sonra. Asıl tören bize özeldir, diğerlerini ilgilendirmez. O yüzden davet edilmez. Eğlence ülke genelinde ama kutlama töreni sadece saray içinde yapılır. Katılacaklar, Yüce Kurul tarafından seçilir.”

“Başka türlüsü olmazdı zaten.” Dedi Dünya gerinerek. “Yemek filan yenmeyecek mi? Acıktım.”

Enyonas’ın sıkıcı turundan kurtulduktan sonra konaklarında yemek servisini bekliyorlardı. Dünya, Athena’nın sessizleştiğini fark etti, sebebini tahmin etmek zor değildi. Dea onları ziyarete gelmemişti, yüzünü dahi görmemişlerdi. Virton bile bir kere yoklamıştı ama Dea görünmemişti. Baş Orun dedikleri görev her neyse adamın tüm vaktini alıyor olmalıydı. Athena bayıldığında, yatağının başında saatlerce üzgün bir ifadeyle oturan adamın tüm ilgisi, saraya dönünce kaybolmuştu.

Yemekte son öğrendiklerini değerlendirdiler. Athena sohbet için çok istekli değildi, keza yemek için de. Saçlarını dağınık bir topuzla toplamıştı, ipekli elbisesinin altındaki botlarıyla çok şıktı. İyi ki elbiselerinin boyu çok uzundu, yerleri süpüren etekleri ikisinin botlarını saklıyordu. Yemekten sonra Dünya konforlu koltukta uyuklamaya başladı, çok yorulmuştu. Yumuşak koltuklar yorgunluk gidermek için uygundu. Fakat Athena içinin sıkıntısını bastıramıyordu, sonunda nefes almak için arka taraftaki bahçeye çıktı.

                                                *    *    *    *    *

Hava serindi ve çiçek kokularıyla sarılıydı. Athena ne olur ne olmaz uzun atkısını da yanına almıştı. Hafif bir rüzgar esince atkı savruldu ve gevşekçe kollarından sarkan atkı yüzünü okşayarak dalgalandı. Athena o anda nefes almıştı ki, atkının farklı ama tanıdık koktuğunu fark etti. İnce yünü tekrar kokladı ve ay ışığına doğru tutarak atkıyı inceledi. Gülümsemeye başladı. Atkıyı kendine dolarken hala sırıtıyordu çünkü bu atkı Dea’nın atkısıydı. Ne ara karıştığını hatırlamıyordu, özellikle mi değiştirildiğini bilmiyordu, kimin yaptığı da umurunda değildi. Genç adamın kokusuyla sarılı olmak keyfini yerine getirmişti. Derken düşüncesi yüzünden irkildi.

“Geri zekalı!” diye atkıyı hırsla sıyırdı. “Düşüncesiz ve kaba! Ne salağım, küçük bir tesadüfle mutlu oluyorum! Kesin unutmuştur veya karışmıştır zaten. Ne umutlanıyorsam! Aşık olmaktan nefret ediyorum!”

Atkıyı sıyırdı ama atamadı. Parmakları arasında sıktığı atkıyı yeniden omuzlarına alırken fazla nefes almamaya karar verdi, ayrıca asla yıkamayacaktı…

Dea son laun saldırısı hakkındaki sorgusundan yeni çıkmıştı. Yaşlı Ruh endişeliydi ve neyin ters gitmiş olabileceğini kestiremiyordu. Kral, törenler için hazırlanan prensese bilgi vermek için erken ayrılmıştı. Fakat Dea o kadar şanslı değildi, Yüce Kurul onun gitmesine izin vermemişti, mecburen kaç gündür tekrarlanan konuşmaları dinlemek zorunda kalmıştı. Şikayet etmiyordu çünkü yıllardır sorumlulukları ve görevleri ona işleniyordu. Şimdi daha da artacak ve çetrefilli hale gelecekti. Annesinin ondan beklentileri vardı, aslında herkesin ondan beklentisi vardı. Bir hafta öncesine kadar bu gelecekten rahatsız olmazken şimdi sıkıntı kaynağına dönüşmüştü. Kendi hayatı ona ait değildi.

Ayakları onu pek uğramadığı köşeye yönlendirdiğinde kendini durdurmadı. Ceketini çıkarmış, koluna asmıştı. Gömleğinin yaka bağını çözdü ve yakasını çekiştirerek boynunu rahatlattı. Serin havanın tenini canlandırmasının tadını çıkardı çünkü kaç gündür kapalı odalarda görüşme yapmaktan yorulmuştu. Bu gece kendini umursamaz hissediyordu ve bu his, onu endişelendiriyordu.

Konağın etrafını sadece kontrol edecekti, aklındaki bahane buydu. Keşke Tamon’u geri çekmeseydim diye düşündü ama riske giremezdi. Tamon’un Athena’yı koruduğu bariz olarak meydana çıkarsa, çok kişi zor durumda kalırdı. Sarayda ikisini ilişkilendirecek davranışlardan kaçınması gerekiyordu. Gerçi o gece başında beklemesi hoş karşılanmamıştı. Yalan söylemekten nefret etse de kurula yalan söylemiş, laun olup olmadığını kontrol ettim, demişti. Sonuçta bunu yapabilecek malzemeye sahip olan tek kişiydi ve launlar çok çeşitli biçimlerde gelebiliyorlardı. Virton dışında o gece Athena’yı merak ettiğinden beklediğini bilen yoktu. Savaş sırasında Virton’a hayatını emanet ederdi ama bu konuda güvenmek… Emin değildi. İçinden bir ses güvenmemesi gerektiğini fısıldıyordu. Yaveri onu çağrı hakkında uyarınca ayrılmak zorunda kalmıştı ama kadına kendinden bir anı bırakmadan duramamıştı. Sebebini bilmiyordu ama Athena’nın, ona ait olan bir şeyi taşıdığını bilme fikri hoşuna gitmişti. Tıpkı Athena’nın sopasının onun odasında olması gibi onun atkısı da Athena’daydı.

Konağın arkasına döndüğünde bir karaltı gördü ve hafif adımlarla çabucak o yöne yürüdü. Kim olduğunu açığa çıktı ve kalbinin atışı aniden arttı. Karanlığa sığınarak bir hayal gibi yürüyen kadını izledi. Genç kadın gökyüzünden düşmüş bir yıldız gibi bahçede ışıldıyordu. Zarif bir yürüyüşle ondan tarafa döndüğünde, Dea nefesinin kesildiğini hissetti. Nefesini kesen fark edilme korkusu değildi, Athena’nın muhteşem güzelliği idi. Dea, kadının her bakımdan bir eşi olmadığını düşünüyordu. Kampta olmasa da, neler yaptığını en ince detayına kadar öğrenmişti. Gücü sadece güzelliğinden değil, ruhundan geliyordu.

Athena ona doğru dalgın birkaç adım attı, sonra geldiği yöne dönüp devam etti. Dea yaslandığı ağacın gölgesinde gözden uzaktı ama fark etmesini istiyordu. Ceketini tutan yumruğunu sıktı. Aşık olduğunu söylüyordu ama onun varlığını sezemiyordu. Kendi kendine sinir oldu, boşuna riske girmişti. Yakalanmadan önce buradan uzaklaşmalıydı. Athena’nın ardından bakarken dudağını kemiriyordu, sonra aniden bedeni iradesinin dışında hareketlendi ve uzun adımlarla gölgelerden çıktı. Çıkan adım sesine dönen Athena ile göz göze gelince duvara çarpmış gibi durdu, ayakları kımıldamadı. Ne demeye ortaya çıkmıştı ki, sadece iyi olup olmadığını görmekle yetinmeliydi.

“Nihayet aklına geldim.” Dedi Athena ipeksi bir sesle. “Misafirlerine karşı bu kadar ilgisiz mi davranırsın?”

Dea ne cevap vereceğini bir an bilemedi. Kararsızlığını anlayan Athena ona doğru birkaç adım atarak yaklaştı. “Sana şaka yapıyorum Dea, bu kadar gerilme. Senin sayende bu kadar iyi ağırlandığımızı öğrendim, bize kefil olduğun için teşekkür ederim.”

Karşısında duran kadının ışıldayan bakışlarına bakmak canını yakıyordu. İstekleri ve görevleri bu denli nasıl karşıt olabilirdi? Kendine hakim olmalıydı ve Athena’dan uzak durmalıydı. Çenesi kasıldı ve yüz ifadesini sertleştirdi.

“Ben sadece işleri hızlandırdım. Bu aralar oyalanacak zaman yok. Sizin laun olmadığınıza emindim.” Dedi ve daha resmi davranmaya gayret etti. “İyileştiğini görmek beni rahatlattı, benim sorumluluğum altında zarar görmen iyi olmazdı.”

Athena kurnaz bir gülümsemeyle onun yüzünü süzdü. “Ne düşünceliyiz… Yani sırf ününe bir zarar gelmemesi için mi endişelendin?” dedi ve güzel gözlerini onun gözlerine doğrulttu. “Savunmasız birini korumak için mi Tamon’u peşime taktın? Bayıldığımda saatlerce yanımda oturdun… Seni tek hamlede öldürebilecekken Tamon’un bana saldırmasını engelledin ki, sırrının ortaya çıkması pahasına… Daha devam ederim ama yanaklarındaki kızarıklığa bakılırsa, bu sorumluluk seni utandırıyor.”

“Sanırım beni yanlış anlamışsın.” Dedi yanaklarındaki ısıyı zaten hissediyordu ama engelleyemiyordu. “Duygularını yargına katmazsan, yaptıklarımın belirlenmiş bir protokole ait olduğunu anlarsın.”

“Yani sana aşık olmasaydım, yaptıklarını masum bir görev bilinciyle yaptığını anlar mıydım?”

Neden bu kadar açık konuşuyordu? Tüm bedeni ip gibi gerilmişti, Athena’nın her sözüyle, her ifadesiyle dağılma tehlikesi yaşıyordu. Duyguları çözülmeden uzaklaşmaya karar verdi. Soğuk duruşunu bozmadı ama sesinin titremesine engel olamamıştı.

“Aynı tartışmayı yapmamız faydasız Athena. İyi olduğunu gördüğüme göre içim rahat işimin başına dönebilirim. Senden rica ediyorum, bu konuyu bir daha açma! Sana sağlıklı günler dilerim.”

Parmaklarını sol omzuna uzatıp selam verecekken Athena çevik bir hareketle atıldı ve kolunu tutup kendine çekti. Onunla yüz yüze kalan Dea şaşkınlıktan tepki verememişti. Athena öfkeyle söylendi.

“Sana söyledim, elimde değil! Sana aşığım. Sürekli aklımdasın. Seni görmeden duramıyorum. Bunu istediğimi mi sanıyorsun? Benim için işkenceden farksız bu duygulara katlanmak ne kadar zor biliyor musun?” dedi adamın kolunu sıktığını fark edince iterek bıraktı. “Bu aşk laneti yüzünden asıl sorunumuza odaklanamıyorum bile. Çünkü çözülmesini istemiyorum. Çünkü çözüldüğünde seni bırakıp gitmek zorunda kalacağım.”

Athena hiddetini kusarken Dea bakakalmıştı. Onun bu donukluğuna daha da sinir oldu. İki eliyle adamın göğsüne vurup geriletince Dea dengesini korumak için geriye adımladı. Athena bağırmamak için dişlerinin arasından fısıldadı.

“Keşke bu lanet karşılıklı olsaydı da, benim çektiklerimi sen de çekseydin!”

Athena daha fazla genç adamın yüzüne bakamayacaktı. Arkasını dönüp gitmek için hareketlendi ama ilerleyemedi. Dea çevik bir hareketle onu kolundan tuttu ve kendine çekti. Tek hamlede Athena’nın bileklerini yakaladı ve sırtında birleştirdi. Boştaki eliyle ensesini kavradı ve yüzüne doğru çevirdi. Athena soluk soluğa ona baktığında dudakları arasında birkaç santim kalmıştı, nefesleri birbirinin dudaklarını yalıyordu. Dea gözleriyle genç kadının güzel yüz hatlarını süzerken başparmağıyla şah damarını hafifçe okşadı. Kalpleri birbiriyle yarışır gibi atıyordu. Bakışları onu davet eden muhteşem dudaklara ilişti, yutkunup yeniden kadının gözlerine döndü.

“Çekmediğimi kim söyledi?” diye fısıldadı, güçsüz bir sesle.

Athena’nın dudakları şaşkınlıktan ayrıldı. “Ne?”

Dea direncinin son kırıntılarını kullandığının farkındaydı ama kollarını çözüp bırakmak istemiyordu. Dolgun dudaklara dokunacak kadar yaklaştı ve nefesi kesilirken belki de idamını sağlayacak itirafını dillendirdi.

“Kendimi alamadım Hena… Sana aşık olmaktan kendimi alamadım.”

Athena’nın huşu içinde gözlerini kapatıp dudakları arasındaki mesafeyi kapatmasını izlerken yaptığı hatanın farkına vardı. Neredeyse canı acıyarak başını geriye çekti ve kollarını usulca gevşetti. Genç kadını tamamen bırakmamıştı ama Athena anlayıp güçsüzce bekliyordu. Gözleri hala kapalıydı. Dea boğazını temizleyip onunla olan son temaslarını koparırken ayrılmak ikisi için de zordu.

“Üzgünüm.”

Athena gözlerini açtı ve ifadesiz bir yüzle ona baktı. Dea yerin dibine girmek istiyordu, davranışı çok adiydi. Bu duruma gelmesine engel olmalıydı ama iş işten geçmişti. Yine de açıklamak istedi.

“Ben gerçekten yapamam, Hena. Hislerime uygun davranmayı ne kadar istediğimi tahmin edemezsin ama benim elimde olan bir şey değil.”

“Yeter!” dedi Athena buz gibi bir sesle. Yavaşça doğruldu ve duruşuna gururlu bir ifade verdi. “Dua et, sana hala aşığım!”

Sonra arkasını dönüp koşar adım ondan uzaklaştı. Dea arkasından birkaç adım atsa da durdurmaya cesaret edemedi, durdursa kendi duramayacaktı. Kaderine bir kez daha lanet ederek yere düşmüş ceketini aldı ve ters istikamete doğru yürüdü. Tüm bedeni hislerinin karmaşasıyla titriyordu, öfkesi boğazına kadar yükselmişti. Bu gecenin bir başlangıç olduğu biliyordu asıl işkence yarın başlayacaktı. Görünmez iplerle Athena’ya bağlıydı sanki ve ondan uzaklaştıkça ipler geriliyor ve canını acıtıyordu. Daha fazla ilerleyemedi. Güçsüzce sırtını bir ağaca yasladı, yavaşça aşağıya kaydı. Parmaklarını saçlarına geçirdi, tüm öfkesiyle saçlarına asıldı.

Birinin telaşlı adımlarla yaklaştığını fark edince hemen doğrulup ayağa kalktı ve gelene baktı. Konaktan yana gelen kişinin Dünya olduğunu anlayınca içinde beliren hayal kırıklığına engel olamadı, tartışmalarına rağmen gelenin Hena olmasını istiyordu. Dünya nefes nefese yanında durdu.

“Uzun bacaklar uzun adımlar! Canım çıktı yetişene dek!” dedi ve eliyle kendi yüzünü yelleyerek nefeslendi.

Dea sabırla onu bekledi, neden geldiğini merak ediyordu ama soramadı. Dünya biraz olsun sakinleşince konuşabildi.

“Sen ne yaptığını sanıyorsun komutan? Ona neden umut verip geriye itiyorsun?”

Dea nasıl açıklayacağını bilemedi. Konuşmak için yutkundu, gergin bir sesle konuşmayı başardı.

“Bizi duydun mu?”

Dünya başını salladı. “Tamamen istemsiz oldu ama özür dileyecek değilim. Athena’ya haksızlık yapıyorsun.”

Dea durumunu anlayacağını sanmıyordu ama denemek istedi. “Geldiğiniz diyarda ilişkiler nasıl yaşanır bilmiyorum ama Zenwar ilişkiler konusunda duygulardan çok diyar yararını gözetir. Benim de sorumluluklarım var ve bu sorumluluklar, Athena’ya olan hislerimin önüne geçiyor. Ona karşı duygu beslemem hatta olasılığı düşünmem bile yasak… İşleri bu duruma getirmemem gerekiyordu, sinirlenmekte haklısın ama başıma ilk defa geldiğinden ne yapacağımı bilemedim. Üzgünüm ve bu hatayı telafi etmek için elimden geleni…”

“Elinden geleni yapmanı gördük!” dedi Dünya sinirlenmeye başlamıştı. “Hata diye nitelemen de hiç hoş olmadı. Onun ne durumda olduğunu görüyorsun, umutsuzca sana aşık ve bunu kontrol edemiyor. Fakat sen kendini tutabilirdin. Sen onun gibi büyülenmemiştin, hislerine karşılık vermemeliydin. Ona aşk büyüsü yapıldı komutan, sana olan duyguları gerçek değil, sahte. Büyünün etkisi geçince sen de onun gözünde herkes gibi olacaksın.”

Dea duydukları karşısında buz kesti. Kalbi acıyarak atmaya başlarken tüm bedeni kapıldığı duygu fırtınası yüzünden kaskatı olmuştu. Athena başkası tarafında büyülendiği için mi ona aşıktı, daha doğrusu aşık olduğunu sanıyordu. Böyle bir şey nasıl olabilirdi? Var olmayan hayali bir duyguya kanıp her şeyini riske atmıştı. Bir gün güzel gözlerini ondan alamayan kadın tarafından umursanmayacak mıydı?

“İnanmıyorum.”

“İnanıp inanmamak sana kalmış ama gerçek bu! İkinizin de üzülmesini istemiyorum, çünkü bize gerçekten çok yardımcı oldun. Senden tek ricam var. Hena’dan uzak dur. Zaten çok yakında eşim bizi bulacaktır. Bulduğunda da buradan gideceğiz. O zamana dek, lanet olası büyü yüzünden Hena’nın senin için üzülmesini istemiyorum.”

“Büyüyü kim yapmış?” dedi aklına Athena’nın onun bağlantı yeteneğine büyü dediği gelince. Acaba bu bağ büyüsü ikisini etkiliyor muydu? Daha önce başına gelmemişti ama Athena yabancıydı, etkilenmiş olabilirlerdi. “Böyle saçma bir büyünün olacağına inanmıyorum, hiçbir anlamı yok.”

“Geldiğimiz boyut buradan çok farklıdır. Anlatmakta zorlanacağım güçler söz konusu ve şu an çok yorgunum, açıklamaya uğraşamam. Sadece bize ait bir sıkıntı olduğunu bil yeter, yani seninle veya diyarınla alakası yok. O adamın kim olduğunu bilmiyoruz ama Hena’nın kalbine sahip olmaya çalışan bir gerizekalı ona aşk büyüsü yapmış fakat işler karışmış anlaşılan. Umarım Ares bulmadan o salağı biz buluruz.”

“Tüm bunları nasıl öğrendiniz?”

“Güçlü biri rüya aracılığı ile Athena’yla bağlantı kurdu. Ondan öğrendik.”

“Güvenilir biri mi?”

“Athena’ya yalan söylemeye ihtiyacı olmayan biri, bize yardım edebilecek tek kişi şu anda…”

“Ben de yardım edebilecek biriyim.” Dedi kendini tutamadan. “Tek kişi diyerek o… O adamı özel bir konuma koyamazsın.”

Dünya onun tepkisi karşısında şaşaladı, sırıtmasını güçlükle bastırınca Dea dudaklarını sıktı. Dünya bilmiş bir tavırla ona bakmaya devam edince iyice gerildi. Asıl konu bu değildi ki… Athena’nın aşkını isteyen birinin böyle bir adilik yapması… Düşüncesi bile soğumuş bedenini alevlendirmeye yetiyordu. Kafası allak bullak olmuştu; öfke, çaresizlik, kıskançlık ve üstüne Athena’ya karşı hızla gelişen hisleri ile Zenwar’a olan bağlılık ve sorumluluğu çatışıyordu. Doğduğu günden beri hesaplanmış bir hayat sürmüştü. Bu yabancılar gelene dek tüm ruhuyla tek bir amaç güderken, şimdi bu hedefin tam tersi bir yola çekiliyordu. Dünya teselli etmek istercesine elini onun omzuna koydu ve anlayışlı bir sesle son hançeri sapladı.

“Yakında ikiniz de birbiriniz için birer anı olacaksınız.”

Dünya birkaç kelime daha söyledi ama o cümlesinden sonrasını Dea duymadı veya ilgilenmedi. Kadın vedalaşıp yanında ayrılırken tepki olarak sadece kısa bir baş selamı verdi ve durgun bakışlarla kadının uzaklaşmasını izledi. Gurur duyduğu soğukkanlılığı buhar olup uçmuştu şimdi ruhunu saran öfke ve çaresizlikle yanıyordu. Kendini nasıl dizginleyecekti? Nasıl eski duygusuzluğuna geri dönecekti? Ona biçilen kaderi yeniden nasıl kabullenecekti? Fakat başka seçeneği yoktu, çünkü bu kader sadece onu ilgilendirmiyordu. Arkasını dönüp yürürken zihnini ve kalbini boşaltmak için ne yapacağını düşünüyordu.

Hiç yorum yok:

Seri Hikayelerin Düzeni

TUTSAK SERİSİ 1. Kitap    Tutsak 2. Kitap    Anahtar 3. Kitap    Dünya 4.Kitap    Cehennem Hikayelerin dizilişi bu şekildedir. Diğer ...