ÖNSÖZ
Cehennemi gören gözler ve ölümsüz
aşkı tadan yürekler, uslanmaz bir daha…
Dalgın
bakışlarını, rakamların yazılı olduğu kâğıdın üzerinde öylesine gezdirdi.
Dikkatini toplamaya çalıştıkça, kâğıttaki notlar ve rakamlar birbirine girerek
iyice anlamsızlaşmaya başlamıştı. Elinde gevşekçe tuttuğu kalemi, parmaklarının
arasında bir kere daha döndürdü ve kalemi tezgâha bıraktı. Kasa hesabıyla
uğraşmaktan bezmiş bir tavırla, elini ensesine götürdü ve ovaladı.
Yoğun bir gün
değildi. Hesap olarak fazla işlem yoktu ama o, bir türlü aklını
toparlayamıyordu. Çünkü son zamanlarda yaşadığı panik ataklara ek olarak saçmasapan
hayaller görmeye başlamıştı. Uykusuzluğun, halüsinasyona yol açacağını söyleyen
psikoloğuna artık inanıyordu. Fakat kadının iddia ettiğinin aksine; o, uyumayı
istiyordu. Çabalıyordu ama ne zaman uykusu derinleşse, sonrasında hatırlayamadığı
kâbuslar görüyordu. Bazen dehşet içinde bazen de heyecan dolu bir kalp çarpıntısıyla
uykusundan uyanıyordu. Parçalar halinde anımsadığı rüyalarında, kalbini delice
çarptıran kişinin kimliği de nihayet ortaya çıkmıştı. Ve bu keşif, onu daha
fazla rahatsız etmekten başka bir işe yaramadı.
Kolundaki
saate baktı, yediye geliyordu ve cafede dört masa doluydu. Adisyonları, diğer
kenara yerleştirdi ve makineyi önüne çekerek hesaplamaya yeniden başladı.
Yarım saat
sonra, hesabı devir alıp kasiyer Demet’i evine gönderdikten sonra baş ağrısı
için bir ilaç daha aldı. Kendine sert bir kahve hazırlayıp kasanın başına geçti.
Uykusuz geçen bir gece sonunda, gözlerine kadar vuran ve bütün gün süren bir
ağrıya sahip olmuştu. Dün gece, uykusunun katili olan hayal yüzünden sabaha
kadar yatağında tavanı seyretmişti. Öyle gerçekçiydi ki…
Banyodan,
bornozuna sarılmış bir halde çıkmıştı. Yüzünü örten ıslak saçlarının arasından,
duvara yaslanmış duran adamı gördüğünde taş kesilmişti. Genç adam, yüzünde
tuhaf bir bakışla yaslandığı duvardan doğruldu ve kaşlarını çatarak ona baktı.
Yorgun görünen adam, Dünya’nın ona dikilmiş bakışlarına, en az onun kadar şaşırmıştı.
Bir an öylece gözleri kenetlendi. Çığlık atması gerekiyordu ama ses telleri
felç olmuştu. Gördüğü şeye emin olamadı. Birkaç saniyenin sonunda çözüldü ve
daha iyi görebilmek için saçlarını yüzünden çekerken hayalet birden yok oldu.
Sonrasında evinin
kalan tüm lambalarını açmış, her odada onu aramıştı. Neredeyse gidip kapısını
çalacaktı. Onu, kendi evinde kanlı canlı gördüğüne o kadar emindi ki. Asıl
tuhaflık daha önceki hayallerinde olduğu gibi korku hissetmemişti, aksine
heyecanlanmıştı. Zaten son zamanlarda rüyalarının başkahramanı oydu. Düşündükçe
mantıksız ama bir o kadar da mantıklı bulduğu rüya kahramanıyla tanıştığı günden
beri korku nöbetleri şiddetini kaybetmişti. Ama ilk defa, delirmeye başladığından
korkuyordu. Çünkü dün gece kapı komşusunu, kendi evinin koridorunda görmüştü.
Birkaç hafta
öncesine kadar anımsamakta zorlandığı kâbusları, uyanık olduğunu bildiği
anlarda bile gözlerinin önünde oynamaya devam ediyordu. En sinir bozucu olanı
da buydu. Gün gözüyle bile kâbuslarının devam etmesi… Bir anlık gördüğü şekilsiz
gölgelerin, dikkatlice baktığında yok olması… Apartmanına ayak bastığında
beliren amansız korkusu… Bu yüzden işine gelmeyi seviyordu çünkü çalıştığı kafe
onun sığınağıydı. Burada hayaletler yoktu.
Başını
kaldırıp duvardaki süslü saate baktı. Kafenin dekoru, popüler film temalıydı ve
saatin tasarımı da buna uygundu. Saat, Karayip korsanları filmindeki ‘Siyah İnci’ isimli geminin mükemmel bir
kopyasıydı. Saati, kafenin sahibi olan Sedef, Amerika seyahati sırasında
almıştı. Tek dostu olan Sedef, gezilerinde bu tarz dekorlar almaya bayılırdı. O
yüzden kafenin tam bir curcunaya dönmesinin önündeki tek engel kendisiydi.
Duvarların
kenarlarına konan yarım daire koltuklar boştu, ortalara serpiştirilmiş masa ve
sandalyelerinde çoğu boştu. Geniş pencereleri süsleyen kalın tül perdelerin
arasından görebildiği kadarıyla, bahçedeki ferforje masalarda da kimse yoktu.
Masalara dağıtılmış şamdanlar, duvarlardaki antika görünüşlü lambalara, ışık
konusunda yardımcı olamıyordu. Bu yüzden Kerem, onun isteğiyle, barın ve tabloların
kenar ledlerini de açmıştı. Işık sistemini biraz daha güçlendirmeleri
gerektiğini aklına not etti. Son haftalarda, karanlığa veya loşluğa karşı tahammülü
azalmıştı, çevresinde gölge istemiyordu.
Çoktan gelmesi
gereken kadının nerede kaldığını merak ederek saate bir kez daha baktı. Sanki
saate sık sık bakarsa beklediği kişi gelecekti.
‘’Dünya Hanım.’’
Sesin geldiği
yöne döndü. ‘’Evet…’’ karşısında duran adamın adı zihninde bir anlığına
silindi, ardından belirdi. ‘’Samet.’’
Samet, ihtiyaç
listesini ona verdikten sonra mutfağa geri döndü. Alışveriş yapma işi pek
hoşuna gitmesede iyice ona zimmetlenmişti. Genel alışveriş, siparişle yapılıyordu
ama bu liste özel malzemeler içindi. Özel soslar ve içkilerin pahalı malzemeleriydi.
Listeye hiç bakmaksızın yanındaki çantaya attı ve kalan üç masayı beklemeye devam
etti.
Duvara monteli
televizyonda oynayan filmin son dakikalarında Sedef nihayet geldi. Ceketini
çıkartıp askıya astı ve hemen yanına geldi.
‘’Özür dilerim
canım, muhabbete dalmışım. Saatin geç olduğunu fark etmedim.’’
‘’Sorun değil.’’
dedi ve kalan son çifte kısa bir bakış attı. ‘’Zaten iş yok.’’ diye kısık sesle
ekledi.
Masada oturan
çiftlerden bayan olanı ona doğru baktı. Dünya, onlara bakarken kadına
yakalanmanın verdiği tereddütle bakışını kaçıracak zamanı olmadı. Kadının kızıl
saçları, tatlı buklelerle omuzlarından aşağıya düşüyordu. Güzel bir kadındı ama
sevimli tarafı daha baskındı. Yeşil gözleri parıldayarak gülümsedi.
‘’Hesabı
alabilir miyiz?’’
Kadının samimi
gülümsemesi hoşuna gitti ve masaya doğru hareketlenen Kerem’i durdurarak çiftin
hesabını alıp kutuya attı. Güler yüzle masaya yürüdü.
‘’Buyurun,
umarım servis hoşunuza gitmiştir.’’ dedi ve masaya kutuyu bırakıp döndü.
Daha bir adım
atmıştı ki, kadının karşısındaki sarışın genç adam seslendi.
‘’Bakar
mısın?’’
Dünya, çifte
doğru döndüğünde, kadın hızlıca konuşmaya başladı. ‘’Biz bir parti düzenlemek
istiyoruz, acaba kiminle görüşmemiz gerekiyor?’’
Şimdiye kadar
hiç böyle bir istekle karşılaşmadığından bir an düşündü ve Sedef’e doğru baktı.
Kadın çoktan telefonuna gömülmüştü. Sıkıntılı bir yüzle kızıl saçlı kadına
döndü.
‘’Şey, kafenin
sürekli müşterileri var. Parti yüzünden rahatsız olmalarını istemeyiz. Ayrıca
kafe sahibi de ben değilim. Bu konuyu Sedef Hanım ile görüşmem gerek.’’
Sarışın adam,
yakışıklı yüzünü vurgulayan bir gülümsemeyle ona baktı.
‘’Elbette, sen
patronu ikna et. Yarın geldiğimizde kararı bize söylersin.’’
Çift, hesabı nakit
ödeyip ayaklanırken kadın samimi bir tavırla Dünya’nın elini tutup sıktı.
Dünya’nın içini bir sıcaklık sardı ve kendini tutamadı.
‘’Daha önce
karşılaştık mı, acaba?’’
Uzun boylu
adam, suç yakalamış bir tavırla gözlerini kızıl saçlı kadına devirdi. Kadın
dudağını büküp düşündü ve başını salladı.
‘’Hayır,
sanmıyorum.’’
Omzunu saran
ılık hisse rağmen tepki vermeden başını salladı. ‘’Bende öyle tahmin etmiştim.’’
dedi ve tecrübeli garson sırıtmasıyla ekledi. ‘’Geldiğiniz için teşekkür eder
ve yine bekleriz.’’
Çifti
yolculadıktan sonra elinde kutuyla Sedef’in olduğu kasaya döndü. Sedef havalanan
kaşlarının altından ona bakıyordu, ellerini açtı.
‘’Bu da neydi?
Onları tanıyor musun?’’
Omzunu silkti.
‘’Parti yapacaklarmış.’’ dedi ve kutudaki parayı alıp fazlasını bahşiş kutusuna
atarken devam etti. ‘’Mümkün olup olmadığını soruyorlar.’’
Sedef, etrafı
toplayan garsonlara baktı, azarlayacak bir şey aranırken Dünya’nın sorusunu
cevapladı.
‘’Boşver partiyi, fazladan iki kuruş için beş
kuruşluk masraf yapmaya gerek yok. Gitsinler kulüp tutsunlar, kesin model filandırlar
zaten.’’
Dünya, kasayla
uğraşmayı bırakıp kadına döndü. ‘’Model olduklarını nereden çıkardın?’’
‘’Uzun bir
boy, biçimli bir vücut, masmavi güzel gözler ve bakımlı güneş sarısı saçlar…
Kızım, adamı görmedin mi? Yunan tanrıları kadar yakışıklıydı.’’
Güldü. ‘’Yunan
tanrılarının yakışıklı olduğunu nereden biliyorsun? Sanki her gün bir Yunan
tanrısı görüyorsun da.’’
‘’Maalesef
görmüyorum.’’ Sedef içini çekti ve eliyle yüzünü yelpazeledi. ‘’Ama senin çekici
komşunu kimseye değişmem. Adam, kelimenin tam anlamıyla yakıyor. Hayatımda onun
kadar seksi bir adam görmedim.’’ dedi abartı bir sesle.
Kadının
çekinmesiz konuşması yüzünden Dünya’nın yüzünü sıcaklık basmıştı. Kerem ile
Tarık mutfak kapısından kaybolana kadar hiç yorum yapmadan işini bitirdi. Sedef,
yanına gelerek onu sıkıştırdı.
‘’O günden
sonra, onunla görüştün mü?’’
‘’Kiminle?’’
dedi, gruplandırdığı nakti, şifreli kasaya istiflerken.
Sedef
soluklandı. ‘’Kimmiş, tabi ki de Aras ile!’’ dedi ve cevap vermeyince ekledi.
‘’Seksi ve ultra yakışıklı komşunu diyorum canım ya, senin neyin var bugün? İyi
misin?’’
Sedef’e doğru
döndü ve elini tezgâha koyup kadına sırıttı. ‘’Sorduğun için teşekkür ederim. Biraz
yorgunum ama iyiyim, ya sen?’’
Sedef yüzünü
astı. ‘’Kusura bakma, düşünemedim.’’ dedi ve eliyle onun kolunu okşadı. ‘’Hadi,
sana kıyak yapayım. Eve kadar şoförlüğün benden!’’
Gözlerini
devirdi. ‘’Komşumu görme umudun da olmasa…’’
Sedef’in hain
sırıtması tahmininde ne kadar isabetli olduğunu gösteriyordu. Nefeslendi ve kafede
kalan personeli kontrol edip evlerine göndermek için mutfağa doğru yürüdü.
Kafeden çıktıklarında saat on ikiye geliyordu. Sedef, onu eve bırakıp isteksizce
giderken apartmanın üst katına bakış atmayı ihmal etmemişti. Karanlık daire,
kadının şoförlüğünün bu gece için sonuçsuz olduğunu ilan ediyordu. Seksi komşu
evde yoktu.
Yorgun
olmasına rağmen basamakları ikişer ikişer çıktı. Asansörü zorunda olmadıkça
kullanmazdı. Dar alanda kısılıp kalmak umurunda değildi ama asansörün bozulması
halinde karanlıkta kalmaktan çekindiği için merdivenleri tercih ediyordu.
Tek eliyle,
cebindeki feneri sıkıca kavradı ve dördüncü kattaki dairesine tırmanmaya devam
etti. İzlenme duygusu yeniden depreşmişti, kalbi dörtnala koşmaya başlarken adımlarını
hızlandırdı. Kendi katına geldiğinde bile rahatlamadı, ışık her an sönebilirdi.
Feneri tutan
eli terden kayganlaşmıştı. Tedbir olsun diye feneri açmak için düğmesini
kaydırmaya çalıştı. Titreyen elleri yüzünden başaramadı. Bu denli korktuğu
için, kendi kendine sinir olarak kapısının önünde elini çantasına attı. Çabuk
olmalıydı, süreli lamba her an kapanabilirdi. Elindeki küçük fener parmakları
arasından kayarak çantanın içine düşünce lambanın düğmesine kısacık yan bir
bakış attı ve küfrederek anahtarı aramaya devam etti. Her zaman aynı göze
attığı halde aramak zorunda kalıyordu. Acaba anahtarı kolye olarak boynuna mı
asmalıydı. Diğer iki kolyesinin yanına, minik papatyanın ve güzel, zarif bir
çiçeğin olduğu…
Anahtarı
parmaklarının arasında hissedince rahatlayıp çıkarttı. Ve lamba söndü. Çığlık
atmamak için dudağını ısırdı ve elini düğmeye doğru uzattı. Zifiri karanlıkta
bir metre ne kadar uzak olabilirdi ki? Duvara dokundu. İlk dokunuşta düğmeyi bulamayınca
paniği iyice yükseldi. Çıldırtıcı korku, bedeninin gücünü çekerken titrek parmağı
düğmeye yetişti ve bastı. Kat aydınlanmıştı. Başı dönmeye devam ederken
anahtarı kilide soktu ve çevirip kendini, evinin, lambası hiç sönmeyen holünün
aydınlığına attı. Kapıya yaslanıp bir süre baş dönmesinin geçmesini ve kalbinin
yavaşlamasını bekledi. Psikoloğunun dediği gibi korkularından kurtulmak için üstüne
gitmesinin zamanı gelmişti. Belki böylece hafızasını da geri kazanabilirdi.
Biraz cesaret dedi kendi kendine ve çantasını vestiyere bırakıp yağmurluğunun
kemerini çözmeye başladı. Korkuları bu gece için kalabilirdi, üstlerine gitmek
için enerjisi kalmamıştı.
Banyoya doğru
yürürken burnuna hoş ve son üç haftadır duymaya alıştığı koku çalındı. Derin
bir nefes alarak müthiş kokuyu içine çekti. Yeni aldığı oda kokusu muydu, yoksa
kullandığı deterjanların parfümü müydü bilmiyordu ama bu kokunun kaynağını,
etkisini kaybetmeden bulması gerekiyordu.
Uyumak için
hazırlıklarını bitirip bütün odaların lambalarını da yaktı ve yatak odasına
doğru yürüdü. Saçlarını kurutmuştu ama dipleri hala nemliydi. Uzun zamandır
kestirmediği saçları, sabaha iyice kabaracaktı ama gecenin bu saatinde onları
yatıştırmakla uğraşmak içinden gelmiyordu. Saat oldukça geçti. Bu gece uyumaya
yoğunlaşmak saçlarından daha önemliydi. Uyku ilaçlarının olduğu rafa gitti ve
aralarından birini seçmek için gözlerini kısıp rafı süzdü. Hiçbirini beğenmedi.
Gece lambası
yerine kullandığı abajurun düğmesine bastı. Odayı renkli ve loş bir ışık
doldurmuşken geniş yatağına uzandı. Bu kadar renkli ışıkta uyumasına Sedef
şaşırıyordu, gerçi hol ve koridorun lambasının sürekli açık olmasını da anlayamamıştı.
Dünya’nın son aylardaki iyice artan karanlık korkusu, Sedef’i
endişelendiriyordu. Artık evin tüm ışıklarını açık bıraktığını öğrendiğinde,
arkadaşının ne düşüneceğini tahmin edebiliyordu. Birkaç defa aynı evde kalmayı
bile önermişti ama Dünya istemiyordu. O, yalnızlığını seviyordu.
Odası serindi.
Yine de klima açma gereği duymadı, ince yorganın içinde yayıldı ve uykuyu
çağırmaya başladı. Yataktaki dördüncü turundan sonra uyku namına gelen giden
olmayınca gözlerini açıp rengârenk odanın tavanına dikti. Kitap okumak uyku
için yardımcı olabilirdi. Gerçi denediği her seferinde iyice uykusu açılıp kitabı
bitirmeden bırakamıyordu. Uykusunu tamamen kaçıracağını tahmin etse de, komodinin
üzerindeki kitap şu an için çekici geldi. Masa lambasını açıp renkli abajuru kapattı
ve kitaba uzandı. Daha önce pek denemediği bir konu üzerine olduğundan kitaba birkaç
kere başlamıştı ve en fazla beş bölüm sonrasında kenara bırakmıştı. Bir kere
daha, diyerek doğruldu. Kapaktaki ismi seslice okudu.
‘’Yunan Mitleri’’
Kapaktaki
çıplak Afrodit’e bakarken istemsizce burnunu kırıştırdı ve sıradaki efsaneyi
okumak için kitabı açtı. Sandığından iyi ilerleyen kitabı bir süre sonra bırakmak
zorunda kaldı, çünkü gözlerini açık tutamıyordu. Kitaptaki olaylar, birbirine
karışmaya başlamıştı. Zamanı geldi diye sevinerek derin bir uyku çekmek için
gözleri yarım açık, kitabı kenara bıraktı ve abajuru açıp masa lambasını
kapattı. Dalmak üzereyken rüyası, zihninde oluşmaya başladı. Daha öncekilerin
sahnesinde fakat artık yüze kavuşmuş bir karakterle…
Gündüzdü. Gökyüzünde
toplanmış gri bulutlar yüzünden iç karartıcı kurşuni bir hava, tüm ormanın
üstüne çökmüştü. Ağaçların çevresini sarmış ince uzun dikenli bitkiler
yürüdükleri yollara da uzanmıştı ve onların adımlarını çok dikkatli atmalarına
neden oluyordu. Hemen ardından yürüdüğü adamın başlığı yüzünü örtecek şekilde çekiliydi.
Ortamın ürkütücülüğüne rağmen Dünya, huzurlu bir hisle, adamın rahat adımlarla
ilerlemesini seyrediyordu. Zemin, çürümüş bitkilerle kaplıydı ve bastıkça ayak
bileklerine kadar gömülüyordu. İnce sesli böcek veya kuşlara ait olduğunu
düşündüğü hayvan sesleri arasında yürüdüler.
Gökyüzü, ansızın
derin bir gürültü eşliğinde aydınlandı. Bulutlar, yeryüzüyle
birleşecekmişçesine iyice yakınlaşmıştı ve yoğunluktan, üstlerine düşse hiç
şaşırmazdı. Çatallanarak dağılan şimşeklere kısa bir bakış atan Dünya, hemen
önünde yürüyen adama iyice yaklaştı, ona güveniyordu. Sadece yelek şeklindeki
örgü zırhından görünen kaslı kollarına veya kemerinden sarkan kılıcı kullanma
becerisine değil. Adamın salt varlığı bile güven vericiydi. Bir adım daha
atacaktı ki, adam, elini önüne gererek onu durdurdu. Bir adım önlerinden
sürünerek geçen dev yılana yol verirken Dünya’nın tüm bedeni buz gibi olmuştu.
Adamın tersine o, yılanı fark etmemişti bile. Yılan ağır bedenini kolayca yerde
kaydırarak adamın ayaklarının dibinden süzüldü ve balçığa dönmüş çürük
bitkilerin arasından kayboldu.
‘’Yaklaştık.’’
dedi adam, etrafı kolaçan eden açık kahverengi gözleri, altın ışıltıları
saçıyordu. Ardından kısık sesle devam etti.
‘’Eros, Athena
ve Adonis diğer tarafa varmışlardır. Sınırda Hermes’in işaretini beklemeliyiz.’’
dedi ve omzunun üstünden Dünya’ya baktı. ‘’Seni buraya kadar getirmeyi istemezdim
ama kulede bir kere daha yeteneğine ihtiyacımız olacak. Senden savaşa karışmanı
değil, sadece basit bir kapıyı açmanı istiyorum. O ana değin karışıklıktan uzak
dur. Sözümü dinle. Saklan ve beni bekle, tamam mı?’’
Dünya, adama
bakarken usluca başını salladı. Ruhunu heyecanla dolduran bu adam, Aras’dı,
yani komşusu. Şimdiki halinden farklı olarak saçları daha uzundu. Yakışıklı
adam hoş bir gülümsemeyle Dünya’nın yanağını okşadı.
‘’Güvende
olacaksın papatyam’’ dedi ve eğilip burnundan öptü.
Nefeslenip
Aras’ın hareleri ışıl ışıl yanan güzel gözlerine baktı. İçinde bulundukları iç
karartıcı ortamda bile adam, kalbini tekletmeyi başarıyordu. Genç adam, onun
kendisine hayran olduğunun farkındaydı ve yasak olmasına rağmen ilgili olduğunu
ondan saklamıyordu. Başlarda masum olan ilişkileri son zamanlarda oldukça
değişmişti. Dünya, hakkı olmadığı halde onu sahiplenme isteğine engel olamıyordu.
Onun yüzünü süzen
Aras’ın gözlerindeki ifade yoğunlaştı. Elini, Dünya’nın boynuna kaydırdı ve
başparmağıyla çenesini okşadı. Konuşamıyordu, hayran gözlerle adama bakmaya devam
eden Dünya, onun dokunuşlarına dikkat kesilmişti. Aras’ın gözleri, onun dudaklarına
kaydığında başı döndü ve güçlü bir mıknatıs gibi adama doğru çekildiğini
hissetti. Fakat ince bir çığlığı andıran canhıraş sesi duyduklarında ikisi
birden doğruldular. Aras’ın eli hemen belindeki kılıca gitmişti. Sonra elini
kılıçtan aldı, bileklerini saran deri bileklikteki bıçaklardan birini çekti ve çevresini
kolaçan ederken Dünya’ya uzattı.
‘’Al bunu
Dünya ve peşimden ayrılma.’’
Aras’ı
onaylamak için başını salladığını adam görmemişti, o yüzden heyecanından dolayı
kısılmış sesini kullandı.
‘’Tamam.’’
Dünya bıçağa
parmaklarını kenetledi. O, buğulu bir ışıkla sarılı metale bakarken adam,
ileriye doğru yürüdü.
‘’Öğrettiklerimi
unutma ama sakın ortaya atılma. Bıçak sadece kendini koruman için, kimseye saldırmak
yok.’’
Adamın
arkasından hızlı adımlarla seyirtti ve yetişip adamın sırtına elini koydu. Gergin
kaslar, onun dokunuşuyla gevşedi.
‘’Sorun
çıkmayacak.’’ dedi Aras’a. ‘’Ama onu kurtardıktan sonra seni öpmeye çalışırsa
çıkabilir ona göre. Sürekli şapır şupur dolaşmanız çok sinir bozucu! İnsanda
dövme isteği yaratıyor.’’
Adamın
gülümsediğini biliyordu, yüzünü görmese de bunu hissetti ve ekledi.
‘’Ciddiyim.’’
Aras ile
birkaç dakika daha yürüdüler ve ağaçların sınırında durakladılar. Ayaklarının
altındaki balçık iyice yumuşamıştı. Çamura rağmen rahat ilerleyen Aras, dikkatlice
ağaçların bittiği sınıra adımlarken Dünya, ona iyice yaklaştı.
Ağaçlar, engebeli
bir meydanın ortasında duran büyük kulenin etrafını açmak için kıyımdan
geçmişlerdi. Karşılarındaki çirkin kulenin, tepelere kadar uzanan duvarlarındaki
küçük ve biçimsiz pencereler, çarpık bedenli bir yılanın kör bakışlarını
andırıyordu. Zemin, her yanı kaplamış çamur yüzünden vıcık vıcıktı. Köklenmiş
ve kesilmiş ağaçların arasında, tuhaf görünüşlü yaratıklar dolanıyordu. Kısa
bacakları ve dikenimsi pullarla kaplı bedenleriyle, yürüyen semenderlere
benziyorlardı. Açık yeşil gözlerinin ortasındaki yarığa benzeyen gözbebekleri
dikkatle etrafı süzüyordu. Pençeli elleri ve kısa küt kılıçlarıyla tehlikeli görünüyorlardı.
Dünya saymaya başladı; bulunduğu yerden görebildiği kadarıyla, sadece
önlerindeki yaratıklar otuzun üzerindeydi. Kulenin diğer tarafını göremiyordu
bile.
Gökyüzü
yeniden gümbürdedi. Yaratıklar, kurşuni gökyüzünün verdiği loşluğa ve birbiri
ardına çakan şimşeklere rağmen, ağacı saran dikenlerin arkasında bekleyen
ikisini göremiyorlardı. Aras, tek dizini yere koymuş her an atılmaya hazırdı. Sabırsız
parmaklarını, kılıcın sapında açıp kapatıyordu. Dünya, adama yaklaştı.
‘’Hiç böyle
bir yaratık olabileceğini düşünmezdim.’’
Sesi fısıltı
gibiydi ama on metre ötedeki yaratık duymuş gibi dikkat kesildi, pullu derisi
alev aldı. Dünya, nefes almayı dahi boşverip iyice eğildi. Yaratık kısık
gözleriyle onların olduğu yeri taradı ve rahatlayarak yürümeye devam ettiğinde,
bedenini saran alevler yatıştı. Aras sırıtarak omzunun üstünden Dünya’ya baktı.
‘’Tüh, eğlence
için beklememiz gerekecek.’’
Aras’a bir
zarar gelmeyeceğini bilsede endişelenmeden duramayan Dünya, adamın omzuna sitem
edercesine vurdu.
‘’Eğlence mi
istiyorsun? Merak etme, az sonra Afrodit eğlence için sana yardımcı olur.’’
dedi ve düşüncesi bile canı sıkarak kaşlarını çattı.
Aras, çekici
bir tavırla dudağının kenarını ısırdı ve Dünya’nın ifadesini süzdü.
‘’Bu konuda
bir tereddütüm yok.’’
Derin bir
nefes aldı. Kıskançlıkla kasılan kalbine ve adamın onu tek bakışıyla
etkilemesine sinir olarak başını yaratıklara çevirdi. Kurtarmaya gittiği
kadının, Aras’a olan serbest aşkına karşılık; kendisinin, Aras’la ilişkisini diğerlerinden
saklamak zorunda kalmasına bir kez daha lanet etti. Dünya’nın kıskandığını
anlayan Aras, keyifle sırıtmaya devam ederek başlığını saçlarından çekti. İri
yağmur damlaları düşmeye başlarken arkalarında bir ses duydular ve başlarını
çeviremeden genç bir ses konuştu.
‘’Hazır!’’
Dünya, sese
doğru dönecekken Aras hızla kılıcını çekip ayağa fırladı ve yaratıkların
arasına daldı. Onu fark eden yaratıkların çirkin, yeşil bedenleri alev aldı.
Karşı koymaları yararsızdı. Aras, önüne çıkan yaratıkları birer birer kılıcıyla
devirmeye başladı. Gök gürlüyor ve Aras, gökyüzünden düşen bir yıldırım gibi ona
saldıran yaratıkları katlediyordu. Hızlı hareketlerini izlemek imkânsızdı. Kulenin
diğer tarafı da hareketlenmişti. Yaratıklar, şaşkınlıklarını üstlerinden
atmışlardı ve saldırganlara karşı koymaya çalışıyorlardı. İyice hızlanan yağmur,
yüzünü döverken gözünü kırpmaksızın Aras’ı izliyordu. Alana yaklaştığını bile
fark etmemişti. Aniden dikenli çalıların arasında bir kıpırtı hissetti ve hemen
doğruldu.
Karşısında,
yaklaşık iki metre boyunda bir yaratık duruyordu. Yaratığın pullu derili yüzü
ağzına doğru inceliyordu ve burun yerine iki yarığın olduğu suratıyla insana
dönüşmeye çalışan bir semenderi andırıyordu. Yaratık, tıslayan bir sesle konuştu.
‘’Anahtarı
buldum!’’ dedi ve elindeki kamçıyı Dünya’ya doğru salladı.
Kamçı, ölümcül
bir acıya neden olarak yüzünde patlarken Dünya kendini geri çekmeye
çalışıyordu. Kamçının ucu Dünya’nın çenesine denk gelmişti. Acıdan Dünya’nın
nefesi kesildi ve kıçüstü yere düştü. Kan, çenesinden boynuna yayılırken
semender alevlenen bedenini gerdi ve kamçıyla havayı keserek yukarıda salladı.
Dünya düşünmeden
elindeki bıçağı ters döndürdü ve tüm gücüyle yaratığa fırlattı. Bıçak sapına
kadar yaratığın alnına saplanırken Dünya kaçmak için ayağa kalktı. Ölen yaratığın
son bir gayretle savurduğu kamçı, sırtını dilimleyerek ona çarptı. Yaratık
cansızca yere düşerken Dünya acı içinde balçığın içine düştü. Sıcaklık, sırtını
kaplarken görüşü bulandı ve kendinden geçti.
Ter içinde
yataktan doğruldu, yastığına sarılmıştı ve hissettiği acıdan midesi
bulanıyordu. Eli, çenesindeki yara izine gitti, daha yeni yaralanmış gibi
acıyordu. Bu, sadece bir yanılsamaydı. Canlı kâbusunun yarattığı bir duyguyla
parmaklarında kan olup olmadığını kontrol etti. Elinde hiçbir şey yoktu ama rüyasında
yaralanan çenesi ve sırtı sızlıyordu.
Rüyasında
gördüklerini, ilginçtir, bu sefer tam olarak hatırlıyordu. Nedense sınır
tanımayan hayalgücü, bedenindeki yara izlerine göre bir hikâye yazmıştı. Yanda
duran kitaba baktı, okuduklarının etkisi olduğunu düşündü ama rüyası,
yazanlardan farklıydı.
Rüyadaki adama
delice âşık olduğunu ve Aras’ın da ondan etkilendiğini yoğun bir gerçeklikle hissetmişti.
Bir hafta öncesine kadar uyandığında korkudan ürperirken komşusunu ilk gördüğü
günden beri kâbusda olsa rüyaları heyecan verici oluyordu. Tanıştıkları günden
sonra, yüzünü görmemesine rağmen genç adamı düşünmeden duramıyordu. Bu da,
Dünya’yı rahatsız ediyordu. Aras gibi bir adama, hayalinde bile âşık olması saçmaydı.
O tipler, sadece kendisine benzeyen tiplerden hoşlanırlardı, havalı ve çekici.
‘’Bu
rüyalarınız, neyin dışavurumu acaba?’’ dedi ve kendi kendine gülerek
psikoloğunun taklidini yapmaya devam etti. ‘’Bu konuda uzman bir arkadaşımın
telefonunu ister misiniz?’’
Aynı rüyanın
tekrar ve uzatmalı sürümünü defalarca görerek sabahı sabah etti. Tüm gece
boyunca tam uyuyamasa da, eski gerginliğinden eser yoktu. Acaba onu sınırlayan
duvarı mı yıkmaya başlamıştı, hatırlayamadığı sıkıntısından kurtuluyor olabilir
miydi? Ya da artık kâbuslarına alışmış ve sıkıldığı için bilinçaltı rüyalarını
mı çeşitlemeye başlamıştı?
Peki, neden o adamı
net olarak görüyordu, diğer yüzler silikken? Yüzünü bir kere gördüğü bir
yabancıdan hoşlanıyor olamazdı, olmamalıydı. Büyük ihtimalle, Sedef’in adama
ilgisi yüzünden ve sürekli lafı adama getirmesinden dolayı Aras’ı rüyalarında
görüyordu. Sabaha kadar, kendi kendine varsayımlarda bulundu. En mantıklı
açıklama olarak Sedef’in hayranlığında karar kıldı ve işe gitmek için yataktan
doğruldu. Evinin havasına sinen etkileyici kokuyu içine çekerek dairesinden ayrıldı.
2. bölüm
Sabah,
alışverişle uğraştığından kafeye geç gitmişti. Sedef, her zamanki gibi
ortalıkta yoktu. Kadın, öğleye doğru telefon etti ve beş dakikaya geleceğini
söyledi. Bu, Sedef’in zaman anlayışına göre bir saat veya iki saate denk
geliyordu.
Kafe, bu sabah
kalabalıktı. Dünya, yoğunluktan vaktin nasıl geçtiğini bile anlayamadı. Sedef,
nihayet kafeye geldiğinde işleri kolaylamışlardı, kalabalık sakinleşmiş hepitopu
yedi masa kalmıştı.
‘’Dünya’cım
kusura bakma. Alışveriş yaparken vaktin nasıl geçtiğini anlayamadım. Acayip
yoruldum ama değdi. Neler aldım neler, bir görsen, bayılırsın.’’
Dünya,
kahvesini yudumlayarak kadına baktı. ‘’Hoş geldin.’’ dedi ve kahve makinasının
başında bekleyen Kerem’e seslendi. ‘’Kerem, Sedef hanıma bir yorgunluk kahvesi
ısmarlayalım mı?’’
Kerem, başını
sallayıp hemen kahveyi hazırlamaya başlarken Sedef, onun yanındaki sandalyeye
kendini bıraktı.
‘’Çok iyi
olur. İnan, ayaklarımı hissetmiyorum, sanki yere basmıyor.’’
Dünya, kadının
ayakkabılarına kısa bir göz atıp dudağını büktü. ‘’Bu normal, ayakların yerden
on beş santim yukarıdalar’’
Sedef, burnunu
kıvırdı, alaycı yorumuna laf söylemek yerine aklına gelen şey yüzünden
heyecanla doğruldu.
‘’Gece işin
var mı?’’
‘’Bu gece
dışarı çıkmak istemiyorum.’’ diye lafı Sedef’in ağzına tıktı.
‘’Ama
çıkacaksın.’’ dedi Sedef, şekersiz kahvesinin sapını kendine doğru çevirirken
Kerem’e teşekkür etti ve yeniden Dünya’ya döndü.
‘’Yabancı
değil, bizim Can. Akşam için kulübe çağırıyor. Özellikle seni sordu ve gelmeni
istedi. Bence seninle ilgileniyor.’’
Gözlerini
devirdi. ‘’Gitmemem için bir sebep daha!’’ diye sıkıntıyla söylendi.
Can, Sedef’in
zengin ve züppe arkadaşlarından biriydi. Sıkıcı ve boş bir adamdı, hayata gelme
amacının baba parası yemek ve güzel kızlarla dolaşmak olduğunu sanıyordu. Holdingin
başına geçeceği güne kadar pek beceremediği halde playboyluk yapmaya kararlıydı.
Dünya bazen adamın babasının, oğluna bu kadar serbestlik tanımasının sebebinin;
oğlunu şirketten uzak tutmak olduğunu düşünmeden edemiyordu.
Sedef, onu
duymazdan gelip konuşmaya devam etti. ‘’Kafeyi Kerem kapatır. Seni saat on gibi
alırım ve itiraz kabul etmiyorum.’’
‘’Düşünürüz.’’
dedi ve biten filmi yenisiyle değiştirmek için ayağa kalktı.
Neyseki
Sedef’in telefonu çalmıştı bu yüzden peşinden gelemedi. Modern ve komik bir
pamuk prenses uyarlamasını, film oynatıcıya taktı. Çıkarttığı diğer dvdyi
duvara monteli çekmecedeki yerine koyarken ismini duydu.
‘’Merhaba
Dünya.’’
Ses, nasıl da
tanıdık ve anlamsızca samimi gelmişti. Yavaşça sesin sahibine döndü. Birkaç
saniye zaman durmuştu. Onun dışında kimse hareket etmiyordu ve buna rağmen
Dünya çok yavaş dönüyordu. Kızıl dalgaların arasındaki yeşil gözlere baktı. Kızın,
onun ismini söylediğini sanmıştı. Yanlış duymuş olmalıydı. Çünkü son zamanlarda
kendi ismini, fısıltı gibi işitmeye alışmıştı, özellikle evinde tek başına
olduğu anlarda. Ona bakarken, kızın dudakları yeniden kıpırdandı.
‘’Bizi
hatırladın mı?’’
Kızın hemen
yanında duran sarışın adama baktı. Genç adam, yüzünde tatlı bir gülüşle ona
bakıyordu ama Dünya buz kesmişti. Tamam, o ikisini dün kafede görmüştü, parti
hakkında soru sormuşlardı ama neden bu kadar tanıdıktılar? Sarışın adam
saçlarını ensesindeki küçücük bir kuyrukta toplamıştı. Dünya, adamın olağanüstü
yakışıklılığından etkilenmemişti ama adamın gülümsemesinin ona aşina gelmesine
şaşırmıştı. Başka bir yerde ve başka bir zamanda defalarca bu hoş gülümsemeyi
gördüğüne yemin edebilirdi. Adam, sırıtmaya devam ederken gözlerini Dünya’dan
ayırmaksızın kızıl saçlıya cevap verdi.
‘’Neredeyse hatırladı.’’
Kendini
toparladı. ‘’Özür dilerim, bir an dalmışım.’’ dedi. ‘’Elbette hatırladım. Dün
parti yapıp yapamayacağınızı sormuştunuz.’’
Kızıl saçlı,
elini diğerinin omzuna koydu. Adamın kolları önünde kenetlenmişti ama bakışı
çok samimiydi. Kız ‘’Evet.’’ dedi. ‘’Bir arkadaşımızın doğum günü için sürpriz
kutlama yapmak istiyoruz.’’
Dünya,
Sedef’in cevabını anımsayınca yüzünü buruşturdu. ‘’Size olumlu bir cevap
veremeyeceğim.’’
Kız, elini
adamın omzundan indirdi. ‘’Hadi ya!’’ dedi sevimli yüzünü asarak.
‘’Bir
kereliğine izin veremez misin?’’ dedi adam. ‘’Para konusunu dert etme ve pasta
da benden. Arkadaşa söz vermiştim gerçi çoktan unutmuştur ama.’’ dedi omzunu
silkti.
‘’Maalesef.’’
dedi Dünya, adamın dünkü lafına gönderme yaparak ekledi. ‘’Patron, parti
olayına karşı.’’
‘’Sen onu ikna
edersin Dünya.’’ dedi kız, emin bir tavırla. ‘’Lütfen, süprizi burada yapmamız
gerek.’’
Dünya şaşkınca
ikinci keredir adını söyleyen kızın yüzüne baktı. İlkinde yanlış duyduğunu
düşünmüştü, bu seferki yanlışa mahal vermeyecek kadar netti.
‘’Benim adımı
nerden biliyorsunuz?’’
Adam
kaşlarının altından onu süzdü. ‘’Neden bilmeyeceğiz, senin adın devlet sırrı
mı?’’
Başını
salladı. ‘’Hayır ama ben adımı söylemediğime eminim. Sizlerle de daha önce
tanışmadığımıza göre adımı bilmeniz olanaksız.’’
Kızıl saçlı
kız nefeslenip bıkkınca gözlerini devirdi. ‘’Bundan gerçekten sıkılmaya
başladım.’’ diye mırıldanıp Dünya’ya döndü. ‘’Sana seslendiklerinde duymuştuk. Adını
bilmemiz senin için sorun olmaz, değil mi?’’
Dünya
kararsızca ikisine bakındı ve telefonla konuşan Sedef’e göz attı. Sarışın adam
sabırsızca söylenince adama döndü.
‘’Bize bir
şans daha verir misin? Bir kere daha denesen.’’
‘’Bir sürü yer
var, neden burası?’’ dedi Sedef’in inadıyla uğraşmaktan çekinerek. Kadın diğer
fikrin yarar getireceğini bilse de, inatlaştığında Nuh der peygamber demezdi.
Kız ve genç
adam bakıştılar ve dönüp ikisi de omzunu silkti.
‘’Hoşumuza
gitti.’’ Dedi kız.
Pes etti,
‘’Peki, bir kez daha deneyeceğim ama fazla umutlanmayın.’’
Adam sırıttı
‘’Sen yaparsın, eminim.’’
Kaşlarının
altından adama dikkatlice baktı. ‘’Daha önce tanışmadığımıza emin misiniz?’’
Adam ve kızın
ifadesi ciddileşti. Kız kafeyi süzerken adam, sorusunu cevapladı.
‘’Tanışsaydık,
hatırlamaz mıydın?’’
Dünya, bu
garip çifte hafıza problemi olduğunu itiraf edemezdi. Görünüşlerindeki
güzelliğe ve kibarlığa rağmen onlarda tuhaf bir şeyler olduğunu düşündüğünden
başını salladı.
‘’Haklısın,
hatırlardım.’’
Kız, ona bir kâğıt
parçası uzattı ‘’İki hafta sonra Çarşamba, lütfen, onu ikna et ve bizi ara.’’
Kâğıdı alıp
umudu olmadığından numaraya bakmaksızın cebine attı.
‘’Ararım.’’
Kız gülümsedi.
‘’Çok iyi, o halde sonra görüşürüz.’’
Çiftin kafeden
çıkıp gitmesini seyretti ve o anda aklına gelen şey yüzünden durakladı,
kimliğindeki bilgilere göre sözünü ettikleri Çarşamba onun da doğumgünüydü.
Tesadüfün bu kadarı…
Bu arada Dünya,
parti için Sedef’i ikna etmenin de yolunu bulmuştu, sadece ilacın dozunu iyi
ayarlamalıydı. Kadının yanına giderken Sedef telefonu kapatıp Dünya’ya döndü.
‘’Kuaför
randevusuna gitmem gerek, sonra sana gelirim. Beraber çıkarız, tamam mı?’’
Sedef’in
yüzüne diktiği bakışları hainceydi. Bakışlarını hiç bozmadan ‘’Tamam.’’ dedi
‘’Ama bir şartım var.’’
* * *
Kafeyi Kerem’e
emanet edip evine döndüğünde saat dokuzu geçiyordu. Sedef ile anlaşmışlardı. Dünya,
Sedef’in istediği gibi klube gidecekti ve Sedef de Dünya’nın istediği gibi
garip çifte, parti için izin verecekti. Onlar için neden uğraştığını ve Sedef’i
ikna etmek için Can ile arkadaşlarına neden katlanmak zorunda olduğunu
bilmiyordu ama o ikisini mutlu görmek istiyordu. Üstünü değiştirdi ve saçlarını
sıkıca topladı. Makyaj için yatak odasına geçtiğinde kapının zili çaldı. Sedef
erken gelmişti, makyaj için vakti yoktu. Kapıya gidip otomatın konuşma düğmesine
bastı.
‘’Şimdi geliyorum Sedef’’ diyecekti ki,
duraklayıp düşündü. Sedef, alışkanlığının tersine geldim diye telefon etmemişti. Kapıdaki başka biri olabilirdi. Ya
da Sedef aşağıdan zile basmıştı…
‘’Tak, tak!’’
Aniden
irkildi, kapısı çalıyordu. Elini, kalbinin üstüne koyarak kapının dürbününden
baktı. Kapıda duran kişi Sedef değildi, karşı komşusuydu. Genç adam, tek eli
duvarda, gözleri yerde Dünya’nın kapıyı açmasını bekliyordu. Yüzü tam olarak
görünmüyordu, insana dokunma ihtiyacı hissettiren saçları, tatlı dalgalarla
yüzünü yarı yarıya kapatmıştı. Tatlı dalgalar mı? Kendine gel Dünya!
Gerileyip
dudağını ısırdı. Gecenin geç vaktinde, bu adam ondan ne istiyordu ki. Kapının
zili çınladı ve Dünya irkilerek geriledi. Kolundaki saate baktı, dokuzu yirmi
geçiyordu. Bu saatte kapıyı tanımadığı birine açmaya niyeti yoktu. Kapının
yanından da ayrılamıyordu, hissettiği heyecan had safhadaydı. Eli istemsizce
kapının kilidine giderken karşı kapının kapandığını duydu. İçi tuhaf bir hisle
burkuldu. Kapıyı açması için onu, iki saniye daha bekleyemez miydi?
Duyguları çok
anlamsızdı ama kalbi onun gibi düşünmüyordu. Aptal kalbi, Dünya’nın hislerini
anlamlı bir şekle büründürmüş ve şimdi, o duygunun etkisiyle atıyordu. Bir kere
gördüğü adama aşık olması saçmalıktı. Sedef’in hayranlık dolu sözleri, onun da
ilgisini adama yöneltmiş olmalıydı. Arkadaşıyla bu konuda ciddi ciddi konuşması
gerekiyordu. Sürekli adamdan bahsetmeyi kesmeliydi. Can sıkıntısıyla, kapısının
önünden ayrıldı ve yatak odasına yollandı.
Makyajı
bittiğinde saate baktı, dokuz buçuktu. Aynadaki aksine göz attı. Hafif bir
makyaj yapmıştı. Üzerinde ise uzun kollu rahat bir bluz ve kot pantolon vardı. Oldukça
sıradan ve rahat kıyafetiyle, sıkıcı geceye hazırdı. Oturma odasına geçerken
dışarıdan gelen sesleri duydu ve kapıya yaklaştı. Dürbüne gözünü dayadı.
Aras, kapısının
önünde bir kadınla konuşuyordu. Kadının hareketlerinden, genç adamı bir şey
için ikna etmeye çalıştığını düşündü. Sadece el hareketlerini gördüğü kadının yüzü
görünmüyordu. Bedenini saran şık bir pardesü giymişti. Kadının, sapsarı dalgalı
saçları neredeyse beline iniyordu. Hiç bu kadar muhteşem saçlar görmemişti.
Aras, kaşları çatık, bir süre kadını dinledi ve başını salladı, seslice
konuştu.
‘’Zamanına ben
karar veririm. Ve onun ne istediği umurumda bile değil. Yeterince katlandım!’’
Kadın,
anlamadığı kelimeler söyleyerek adama yaklaştı. Kapının eşiğinden uzun topuklu
çizmeleriyle girmek için adımlayınca Aras engel oldu.
‘’Bende şimdi
dışarı çıkıyordum.’’
‘’Seninle
geliyorum!’’ dedi kadın seslice. Elini, adamın göğsüne koydu ve boynuna doğru
okşadı. ‘’Seni özledim. Kendini benden sakınma…’’ dedi ve daha kısık sesle bir
şeyler söyledi.
Aras,
nefeslenip kendini geriye çekti.
‘’Şimdi işim
var, seninle sonra görüşürüz.’’ dedi ve duygusuz bir sesle ekledi. ‘’Ayrıca
buraya gelip durmanı istemiyorum.’’
Kadın, başını
dikleştirdi. ‘’Tamam, sen bilirsin ama benim de sabrım iyice tükeniyor. Bu
halde etrafta dolaşman çok tehlikeli, başına bir şey gelmesinden korkuyorum.
Geçen günkü olayı duymadığımı sanma.’’
Aras, alaylı
bir tavırla sırıttı. ‘’Endişelenmene gerek olmadığını biliyorsun.’’
Kadın, adama doğru
yavaşça yaklaştı ve parmaklarını, tişörtün geniş yakasında gezdirerek göğsünü doğru
indi. Aras’ın ona gülümseyen dudaklarına doğru mırıltıyla bir şeyler fısıldadı.
Aras, başını geriye atarak keyifle güldü.
Dünya, kapının
dürbünüyle bütünleşmişti, nefes almaksızın ve utanmaksızın onları seyrediyordu.
İkisinin kapı önündeki samimiyetine sinirlenmeye başlamıştı. Fark etmeden, kapıya
koyduğu ellerini yumruk yaptı. Kadının, adamı baştan çıkarmaya çalışmasına
öfkelenmişti.
Aras, kadını
yanında istemiyordu işte, kadın, onu neden zorluyordu ki? Sonraki sahne ise bir
saniye önceki düşüncelerini parçaladı, çünkü Aras, kadınının yanağını eliyle
okşadı. Ondan cesaret alan kadın, parmaklarını adamın kemerine kenetleyip kendine
çekti ve Aras’ın dudaklarına uzandı. Aras bocalayarak kadına eğildi. Genç
adamın güzel gözlerinde, anlaşılmaz bir tereddüt vardı.
Dünya
yutkundu. Göğsünde oluşan tuhaf bir boşluk hisseyle kapıdan ayrılacakken
Aras’ın gözleri, Dünya’nın kapısına yöneldi ve adam, aniden kendini geri çekti.
Sarışın kadın bir an afalladı. Kendini toparlamak için Aras’tan bir adım uzaklaştı.
Adamın ifadesi de çok dağınıktı, alnına düşen saçlarını eliyle geriye attı.
‘’Yapamam,
burada olmaz.’’
Kadın, bir
süre ona baktı, sonra Dünya’nın zor duyduğu bir tonda konuştu.
‘’Bende,
kendini onun için harcamana izin veremem. Bana geri dön.’’ dedi ve asansöre
doğru döndü. ‘’Onun, ikinizi nasıl birbirinize düşürdüğünü unutmadım.’’
Dünya, nihayet
kadının yüzünü görebilmişti. Kadın çok güzeldi, büyüleyiciydi demek daha doğru
olurdu. Hoşnutsuz yüz ifadesine rağmen çok çekici bir güzelliğe sahipti.
Asansörün kapısı kapanana kadar Aras, çatık kaşlarla kadına baktı. Kadının
giderken söylediği sözlere canının sıkıldığı çok belliydi. Öfkeyle sıktığı yumruğunu,
kapının çerçevesine dayadı. Asansör haraketlenince Aras’ın gözleri, Dünya’nın
kapısına döndü ve Dünya kendine engel olmaksızın derin bir nefes aldı. Aras, onu
görebiliyor muydu? Anlayamadı ama görüyor gibi gözlerini kapıya dikmişti.
Parıldayan altın kahverengisi gözleri, uzun koyu kirpikleriyle daha
vurgulanmıştı. Dudakları dolgundu, çekici dudak kıvrımlarına rağmen yüzü erkeksi
bir yakışıklılığa sahipti.
Dünya’nın
kalbi, deli gibi atıyordu ve bakışları adamın üstüne kilitlenmişti. Kapıyı açıp
genç adamla yüzyüze gelmeyi istedi. Adam hala kendi kapısında dikiliyordu, onun
kapıyı açmasını bekliyor gibi… Derken diğer asansörün kapısı açıldı ve Dünya,
dürbünden uzaklaşıp eliyle havayı yumrukladı. Gelen Sedef’ti.
Sedef’in
cıvıldayan sesi, apartman boşluğunda yankılanırken portmantoya doğru yürüdü ve
çantasının içine yanda duran telefonunu attı. Kapının çalmasını beklemek için
duvara yaslandı. Bekledi, hala Sedef’in sesi geliyordu ama bir türlü kapıyı
çalmıyordu. Önce sarışın kadın, sonra da Sedef… Neden herkes bu adamla konuşmaya
bu denli hevesliydi ki?
Oflayarak
saatine baktı, ona beş vardı, kapıya yaklaştı. Sedef, Aras’ın gülümseyen yüzüne
doğru bir şeyler anlatıyordu. Adam, rahat ve kayıtsız bir tavırla kapının
yanındaki duvara omzunu yaslamıştı. İkisinin konuşacak ne bulduklarını düşünerek
salona yürüdü. Kanapeye oturdu, bekledi. Beş dakikanın bu kadar uzun geçebileceğini
hiç düşünmezdi ama hala geçmemişti. Üstüne başına baktı ve ayağa kalkarak
odasına yürüdü, dışarıda Sedef’in kahkahası yayıldı. İçi daha da sıkılarak
yürümeye devam etti.
Kotunu
üzerinden çıkarttı ve satın aldıktan sonra bir kere giydiği eteğini dolaptan
aldı. Dar etek, bedenine tam oturmuştu, derin nefesler almasa da olurdu. Birden
Sedef’in şıklığının yanında okul çocuğu gibi durmak istememişti. Ayakkabılarını
da topuklu bir ayakkabıyla değiştirdi. Şimdi aynadan ona bakan kız, az önceki
çocuk değildi. Aksesuarlarını taktı ve saatine baktı. On beş dakikadır ne
konuşuyorlardı ki?
Askıdan kısa
ceketini aldı. Hızlı adımlarla dış kapıya yürüdü. Ceketi, portmantoya
çantasının yanına bıraktı ve kilitleri açıp kapıyı araladı. Sıkıntılı
ifadesinden kurtulmak için sırıtmaya çalıştı. Yapamadı. Sedef, Aras’ın
karşısına dikilmişti, samimi bir sohbetin bölünmesiyle doğrulup Dünya’ya baktı.
‘’Ah,
hazırlanmışsın.’’ dedi Sedef ve Aras’a doğru dönerek ekledi. ‘’Seni almaya
oldukça erken gelmişim. Şansıma Aras’la karşılaştık ve biraz laflayalım dedik.’’
‘’İyi
yapmışsınız’’ dedi Dünya buz gibi bir sesle, bir yandan Aras’a bakmamaya
çalışıyordu. Görmezden gelince sanki kalp atışları sakinleşiyordu. Yalan! Sakin
bir sesle konuştu. ‘’Gidelim mi?’’
‘’Selam vermek
yok mu?’’
Dünya, yaptığının
saçma olduğunu farkedince yüzünün ısındığını hissetti. Gözlerini adama çevirdi.
Aras’ın gözlerindeki altın renkli hareler daha bir canlanmıştı ve beğeni dolu
bir bakışla, onu süzüyordu. Aniden utanarak yüzü, tamamen alev aldı. Boğazı,
çöle dönmüştü, neden bu kadar seksi giyinmişti ki? Kime nispet ediyordu?
‘’Unutmuşum.’’
dedi. ‘’Merhaba.’’
Aras,
gözlerini onun gözlerine dikerek doğruldu. ‘’Az önce neden kapını açmadın?’’
Sedef, şaşkın
bir bakışla ikisine baktı. Adamın sorusu ve soruş şeklindeki rahatlık
karşısında Dünya iyice gerildi. Yeni tanışan biri için oldukça hesap soran bir
sesle konuşmuştu ve hiç hakkı yoktu.
‘’Müsait
değildim, ayrıca açmak zorunda da değilim. Saatin kaç olduğundan haberin var
mı?’’
Aras, dudağını
yaladı ve başını hafifçe yana eğdi, selam verir gibi veya meydan okur gibi.
Sedef, onun yerine atıldı.
‘’Dünya, neyin
var senin? Bu gece kabalığın üzerinde!’’
Sedef’in, adamın
yanında, onu eleştirmesi ve üstüne üstlük Aras’ın tarafını tutmasına sinir
olmuştu. Aras, masum bir yüzle Dünya’dan bakışlarını alıp Sedef’e baktı.
‘’Haklı, beni
tanımıyor.’’ Aras’ın sözlerinin ardından Dünya’nın omzundaki benin çevresi
ısındı. Adama şaşkın bakışlarla döndü. Aras, devam etti.
‘’Bu arada,
ikiniz bu kadar şık giyinmiş nereye gidiyorsunuz?’’
Sedef hemen
atıldı. ‘’Hiç sorma, Dünya’yı yalvar yakar eğlenmeye götürüyorum. Şansı yaver
giderse bu gece kendine sevgili yapacak.’’
Dünya, duyduğuna
inanamaz bir halde Sedef’in lafını kesti. ‘’Sedef!’’ diye uyaran bir tonla
konuştu ve çekingen bir ifadeyle Aras’a baktı. Genç adamın tepkisi, daha
ilginçti. Öfkeyle kaşlarını çattı ve aldığı
soluğu ciğerlerine yetmemiş gibi kesik bir nefes aldı.
‘’Ne?’’ dedi
Sedef’e. ‘’Ne demek istiyorsun?’’ diye de ekledi.
Sedef omzunu
silkti. ‘’Nasıl olduğunu bilirsin…’’
‘’Bilmiyorum!’’
dedi Aras sertçe. Dünya’nın şaşkın bakışlarına döndü. ‘’Bu yüzden mi böyle
giyindin?’’
Adamın hesap
sormasına inanamadı, kim olduğunu sanıyordu? Soruyu duymazdan gelerek Sedef’e
döndü.
‘’Çıkalım
mı?’’
Sedef
kararsızca durakladı. Aras’ın çatık kaşlarına ve azarına en az Dünya kadar
şaşırmıştı. ‘’Tabi.’’ dedi sonunda.
Havadaki
gerginlik Dünya’yı iyice kasmıştı.
Çantası ve
montu için geriye döndüğünde Sedef’in sesini duydu. ‘’Sende gelmek ister misin?
Çok kalabalık olmayacağız ve eğlenceli tiplerdir. Sıkılmazsın.’’
Dünya, Aras’ın
cevabına dikkat kesilmişti, ceketini giyip çantasını eline alırken yavaş
haraket ediyordu. Sesini duyamadığı Aras’ın ne cevap vereceğini merak ederek
kapıya döndü. Adam, dudağını çiğneyerek Dünya’nın kapıdan çıkmasını izledi. Dünya,
kilidi çevirdi ve ikisine döndü. Sedef hala adamın cevabını bekliyordu.
‘’Ne dersin?’’
dedi Sedef, adamın onlarla gelmesini istediğini belli eden bir tavırla.
Adam,
kaşlarının altından Dünya’ya baktı. ‘’Ne dersin?’’ diye Sedef’in sözlerini,
Dünya’ya tekrar etti.
‘’Beni
ilgilendirmez.’’ dedi başını doğrultarak. ‘’Seni davet eden ben değilim.’’
Aras gözlerini
kısıp iki saniye ona baktı ve arkasını dönerek askılıktaki montuna uzandı. Duvardaki
raftan anahtarlarını alıp kapıyı kapattı. Sedef’e gülümsedi.
‘’Güzel bir
bayanın teklifine ‘hayır’ diyecek
kadar deli değilim.’’
Sedef’in
hoşnut ifadesi karşısında Dünya nefeslendi ve asansöre yürüdü. Hala katlarında
olduğundan asansörü beklemek zorunda kalmamışlardı. Üçü normalde geniş olan ama
şimdi Dünya için daralan asansöre bindiler. Sedef aşağıya kadar hiç konuşmamayı
başarmıştı, bir de yan gözle adamı süzmese... Dünya ise hem heyecanlı hem de
gergindi, adamın varlığı dün geceki rüyasının canlanmasına neden olmuştu. Ve o
koku, evet, evinde duyduğu muhteşem koku Aras’tan geliyordu, ya aynı kokuya
sahip deterjanı kullanıyorlardı ya da… Yok, artık daha neler! İyicekafayı
yemeye başlamıştı. Görüştüğü psikolog, onu olumsuz yönde etkiliyor olmalıydı.
Düşünceler
içinde, her zamanki yerine park edilmiş Sedef’in arabasına doğru yürüdü. Sedef,
gerginliği çoktan üzerinden atmış, Aras’ın yanında yürürken ona sorular
soruyordu. Şu aralar işsiz olduğunu söyleyen Aras, mesleğinin fotoğrafçı olduğunu
söyledi. Bu, o mankenin, kapısına kadar gelişini açıklıyordu. Dünya, ikisini dinlememeye
çalışırken sohbetlerine dikkat kesildiğini fark etti. Aras, yoğun iş
temposundan sıkılıp tatil yapmaya karar verdiğini söyledi. Sedef, ona kafeyi
anlatmaya başladığında arabanın yanına varmışlardı. Dünya, yan gözle Sedef’in
arabasının yanındaki siyah arabaya baktı. Pırıl pırıl simsiyah bir Mustang duruyordu. Daha önce bu arabayı,
küçük otoparklarında görmemişti. Dünya hayran gözlerle arabayı süzerken; Aras,
çekinmeksizin sırtını Mustange yaslandı. Kollarını kenetleyip ayağını diğerinin
yanına dikti. Ne umursamaz bir adamdı.
‘’Ben adresi
bilmiyorum, bana kim yol gösterecek?’’
Dünya’nın aklı,
adamın bu rahatlığı karşısında karışırken, Sedef hayretle adama baktı.
‘’Nasıl
bilmezsin çok popülerdir.’’
Aras, omzunu
silkti. ‘’Pek öyle yerlere takılmam.’’
Sedef
‘’Bizimle gel, nasıl olsa Dünya için geri döneceğim.’’ dediğinde Aras, başını
salladı.
‘’Olmaz. Kimseye
bağlı haraket etmem.’’
‘’O zaman
taksiyle dönersin.’’ dedi Dünya.
Aras
gülümsememek için dudaklarını birbirine bastırdı. Dünya, adama iyice sinir oldu
ve homurdanarak ekledi. ‘’Ya da en iyisi sen hiç gelme.’’
Sedef, adamın
gelmekten vaz geçmesinden korkarak yolu tarif etmeye başlarken Aras, elini
cebine atıp kadına döndü.
‘’Biriniz
benimle gelse de olur.’’
Sedef hemen
Dünya’ya döndü. Arkadaşının ne diyeceğini biliyordu ve karşı çıkmak için ağzını
açarken Sedef adeta yalvaran gözlerle ona bakınca bir şey diyemedi.
‘’Dünya, sen
yolu biliyorsun.’’
Omuzları
düştü. ‘’Peki.’’ dedi ve adama döndü. ‘’Hadi, o halde yola düşelim.’’
Aras, elini
cebinden çıkarttı ve elindeki araba anahtarına bastı. Hemen arkasındaki Mustangın
kilitleri açılınca Dünya, etkilenmekten kendini alamadı.
‘’Bu araba
senin mi?’’
Aras sırıttı.
‘’Hayır, çaldım.’’
Omzundan
dökülen sıcaklık karşısında kıpkırmızı oldu ve başını sallayıp Sedef’e baktı.
Sedef, adamın şakasına kahkaha atarak karşılık verdi ve arabasına bindi.
‘’Anlaştığımıza
göre orada görüşürüz. Sakın gecikmeyin.’’ diye seslenen Sedef, arabasını
çalıştırıp otoparkın çıkışına döndü.
Emrivakiliğin
bu kadarına pes ederek yolcu tarafına dolandı. Aras, sürücü koltuğuna
oturmuştu. Dünya’dan hızlı davranıp uzandı ve onun kapısını açtı. Aras’ın kibar
ve düşünceli davranışı karşısında teşekkür etmesi gerekiyordu ama hiç içinden gelmedi.
Asık suratla koltuğa oturdu, kapıyı bilinçli olarak sertçe kapattı. Aras’ın
hoşnutsuz homurtusuna gülmemek için dudağını ısırdı ve bir aslan kükremesini
andırarak çalışan motorun sesini dinledi.
Soluduğu hava
tamamen Aras ile doluydu. Adamın müthiş kokusunu derin nefeslerle koklama
isteğine engel olmak için pencereye doğru döndü. Aras, Sedef’in otoparktan tamamen
çıkmasını bekledikten sonra gaza bastı.
Araba hiç
sarsılmadan haraket etti. Aras, sessizdi ve Dünya, adamın rahatsızlığını hissediyordu.
Aras’ın da, kendisi kadar gergin olması Dünya’yı şaşırttı, üstüne üstlük heyecanlı
olması daha saçmaydı. Madem Dünya’dan rahatsız olacaktı, yolu tarif etmesi
fikrini neden ortaya atmıştı? Dünya, adama yan gözle baktı ve gözlerinin
gördüğü bazı detaylar hızla değişti.
İkisi yine aynı arabadaydılar ve yüzleri
karşı karşıya oturuyorlardı. Aras gülümseyen gözlerle -şu anda boynunda duran- kolyeyi
Dünya’nın avcundan aldı ve özenli bir şekilde onun boynuna taktı. Ellerini Dünya’nın
boynundan çekmeden yüzüne doğru eğildi ve fısıldadı.
‘’Çok yakıştı…’’
Dünya, gördüğü
anlık rüyanın etkisiyle, şok olarak başını çevirdi. Elini alnına götürüp
ovaladı, bunun anlamı neydi? Neden olmamış şeyleri, olmuş gibi görüyordu? Hem
de yanında duran adamın olduğu rüyaları. Gece kâbusları, canlı gündüz düşlerine
dönüşmüştü.
‘’Neyin var?’’
Aras’ın sıcak parmaklarını,
kolunda hissedince canı yanmış gibi kendini geriletti. Aras, arabayı yavaşlatıp
kenara çekti. Sıkışık trafikte, onun ani hareketine sinir olanların kornasına
aldırmadan kenardaki cebe park etti.
Dünya,
hissettiği yoğun duygunun heyecanıyla buz gibi olmuştu. Papatya şekli zihninde
ışıldayarak dönerken Aras’ın endişeli sorularını duyamıyordu. Adamın altın
kahverengisi gözlerinin ışıltısı altında parlayan kolye, onun tüm dünyası olmuştu.
Yanındaki duran adamı çok özlemişti, hem de tüm varlığıyla ama bu nasıl
olabilirdi? Aras’ı bir süre öncesine kadar tanımıyordu bile. Ona sarılıp
kokusunu içine çekmeyi özlemişti, gözlerinde parlayan hareleri izlemeyi
özlemişti ve bu özlem Dünya’yı yakıyordu. Uzak durmak işkenceye dönüşmüştü,
Aras’ın sesini duymak…
‘’Lanet olsun!’’
diye arabanın kapısını açtı ve kendini dışarı attı. Soluğu kesiliyordu, sırtını
arabaya yasladı. Başını elleri arasına almıştı. Bu halinin, delilik belirtisi
olduğunun bilincindeydi.
Aras, Dünya’nın
ellerini tutup aşağı indirdi. ‘’Aç gözlerini, neyin var? Lütfen papatyam…’’
diye endişeyle söylendi. Dünya, başını kaldırıp şaşkınca Aras’a baktığında adam
devam etti. ‘’Konuş benimle.’’
Ona ‘papatyam’ demişti, tıpkı rüyalarındaki
gibi. ‘’Kimsin sen?’’ dedi korku dolu bir sesle.
Aras,
kaşlarını çatıp doğruldu. ‘’Komşuyuz, unuttun mu?’’
‘’Hayır, sen
kimsin? Nesin? Bana ne yapıyorsun? Amacın ne?’’ dedi, etrafında ona bakarak
geçen insanların bakışlarına aldırmadan. ‘’Beni delirtmeye mi çalışıyorsun?’’
Aras, ne
yapacağını bilemez bir halde elini saçlarına geçirdi. ‘’Arabaya bin Dünya, ikimizin
oturup başbaşa konuşması gerek.’’
‘’Konuşmayacağız.’’
diye homurdandı. ‘’Sen, bana mantıklı bir açıklama yapana kadar seninle tek
kelime konuşmayacağım ve arabana binmeyeceğim.’’
Sakinliğini
tamamen kaybeden Aras, dişlerinin arasından öfkeyle söylendi.
‘’Şimdi sırası
değil, bin arabaya!’’
Kavga için
uygun bir yer olmadığını Dünya’da biliyordu ama karşısında duran adama
güvenmesi için bir sebep bulamadı. Açık kapıya uzandı ve koltuğun üstündeki
çantasını alıp doğruldu. Hemen bir taksi bulma umuduyla bakınarak Aras’tan uzaklaşmaya
davrandı. Aras, kolundan tutarak onu durdurdu.
‘’Nereye
gidiyorsun?’’
‘’Bırak beni!’’
‘’Bıraksana
lan, kızı!’’
Dünya iyice
buz kesip karşıdan gelen gençlere baktı. Birkaç tane iri yapılı genç, yakındaki
spor salonundan çıkıyorlardı ve çevrelerinde tektük izleyiciler toplanmaya
başlamıştı. Aras, tehditkâr bir tonda cevapladı.
‘’Siz
karışmayın!’’
‘’Burası dağ
başımı?’’ dedi içlerinden biri. Boyu kısa olmasına rağmen Aras’tan iriydi ve
onlara yaklaşan diğer üç kişinin yardımı olmadan bile Aras’ı kolayca pataklayabilirdi.
‘’İstemiyor, neden zorluyon?’’
Aras, elini
Dünya’dan çekti ama gözleri hala üzerindeydi. ‘’Çok geç olmadan bin arabaya,
lütfen.’’
Dünya çıkabilecek
kavgayı umursamıyordu. Adama olan güvensizliği ve onu mahveden delice çekim arasında
sıkışıp kalmıştı. Dört genç yanlarına geldiğinde öylesine bomboş gözlerle adamlara
baktı. Dünya’nın bakışını yardım çağrısı sanarak cesaret alan iri genç, Aras
ile arasına girince Aras öfkeyle adamı ittirdi.
‘’Size
karışmayın dedim!’’
Gençlerden
biri aniden atılıp Aras’ı yumrukladı. Dünya, çığlık atmamak için elini ağzına
götürdü. Aras yediği yumruk yüzünden sarsıldı ama hemen toparlanıp ona vuran
adama cevap verdi. Ondan bu ani direnişi beklemeyen gençler, Ares’i durdurmak
için arkadaşlarının yere yığılmasını şaşkın bir yüzle beklediler. Sonrasında hepsi
birden Aras’ın üstüne çullandı. Dünya, dehşet içinde kalmıştı. Bir saniye
öncesine kadar kaçmaya çalıştığı Aras’ın yaralanmasından korkmaya başladı. Bu
duyguya anlam veremeden kavgayı durdurmak için yakınındaki adamı tutmaya
çalıştı. Genç adam, onu ittirip Aras’a vurmak için atıldı. Dengesini kaybeden Dünya,
kıçüstü yere düşmüştü. Ve olduğu yerde kaldı çünkü Aras, iri gençlerle
rahatlıkla başa çıkabiliyordu. Usta dövüşçüleri aratmayan tekme ve yumruklarla
grubun içinden sıyrıldı. Aras’ın, iki kişinin aynı anda dövülebileceğini
ispatlamasını izlerken Dünya’nın gözleri iyice açılmıştı.
Aras,
dudağının kenarından sızan kanı montunun koluyla temizleyerek doğrulduğunda
dört genç pes etmiş bir halde ellerinden geldiğince uzaklaşmaya çalışıyordu. Dünya,
seyircilerden birinin polis çağırdığını duydu. Aras’ın ona uzattığı ele bakarak
tuttu ve ayağa kalktı. Aras, onun elini bırakmadan yerdeki çantayı aldı ve arabaya
doğru yürüdü.
Nutku tutulmuş
bir halde Aras’ın onu yönlendirmesine izin verdi. Aras, Dünya’yı yolcu
koltuğuna oturttu ve kapısını hızla kapattı. Sonra sinirli adımlarla arabanın
önünden dolanırken üzerindeki montu çıkarttı, ince montu hırsla arka koltuğa
fırlattı. Sürücü koltuğuna oturup arabayı çalıştırdı ve gaza asılıp yola fırladı.
Araba,
trafikte kayarcasına ilerlerken Dünya sadece ileriye bakıyordu. Neyi
düşüneceğini bilemiyordu. Aras, kendinden çok iri dört adamı, birkaç saniye
içinde işe yaramaz hale getirmişti ve ona ‘papatyam’
demişti. Zihnindeki karanlık, canını acıtırcasına zavallı beynini, pençeleri
arasına almıştı. Dünya, bu karanlığı aydınlatabilecek olanın yanında oturan
altın gözlü olduğunu hissediyordu. Aras, konuşunca adama baktı.
‘’O gerizekalı,
canını yaktı mı?’’ dedi elleri direksiyona kenetlenmişti. Sesi çok öfkeliydi.
Dünya’nın
gözleri adamın dudağından çenesine süzülen kana ilişti. Aras, yumruğu yiyen
sanki oymuş gibi Dünya’ya canının yanıp yanmadığını soruyordu. Adamın saçları
iyice dağılmıştı, kızgınlığı göğsünden taşıyormuş gibi uzun soluklar alıyordu.
Dünya konuşmayınca Aras, ona doğru kısa bir bakış attı ve yola dönerken
söylendi.
‘’Konuşmayacaksın
anlaşılan, dediğim dedik diyorsun.’’
‘’Bana neden
papatyam dedin?’’
Aras,
yakalanmanın verdiği tedirginlikle gerildi. Diliyle dudağını yaladı ve kan
tadını alınca eliyle çenesindeki kanı sildi. Vakit kazanıyordu. Yutkundu ve
cevapladı.
‘’Kolyen
papatya şeklinde.’’
Sade bir
cevaptı ve fazlasıyla basit. Dünya’nın eli, boynuna gitti. Kolyesi gerçekten de
yakasından dışarı çıkmıştı. Nefeslenip bakışlarını ileriye dikti. Adamın
mantıklı yanıtının sonrasında kendine sinir olmuştu, yine de adamla papatyası
olacak kadar samimi değillerdi ki.
‘’Bir daha
söyleme.’’ diye mırıldandı.
Aras,
sıkıntısı sesine yansımış bir tonda söylendi.
‘’Bu konuda
söz veremem.’’
Daha fazla
dayanamayan Dünya patladı. ‘’Sen sapık mısın? Nerden çıktın bilmiyorum ama
benden uzak dur yoksa…’’ dedi ve durdu. Bu patlamaya uygun nasıl bir tehdit
savurabilirdi ki?
Aras,
parıldayan bakışlarıyla omzunun üstünden ona baktı. ‘’Yoksa ne?’’
Dünya, adamın
ona hissettirdiği karmaşık duyguları geriye atmaya çalışarak iyi bir cevap
bulmaya çalışıyordu.
‘’Seni şikâyet
ederim.’’ dedi sonunda, sesindeki güçsüzlük tehditini faydasız kılmıştı.
Aras, aldırmaz
bir tavırla dudağını büküp başını yola çevirince; Dünya, adama vurmamak için
yumruklarını sıktı ve önüne döndü. Kendine gelmeye çalışarak bir süre etrafı
seyretti ve bir yere gitmeleri gerektiğini hatırlayınca panikle sordu.
‘’Beni nereye
götürüyorsun?’’
Aras, sakince
cevap verdi. ‘’Yolu tarif etmediğinden şimdilik hiçbir yere.’’
‘’Neden
sormadın?’’ dedi adamın kayıtsızlığı karşısında öfkelenerek. Tam o sırada
telefonu çaldı ve Aras’ın yüzünde beliren alaycı sırıtış yüzünden telefona
sertçe cevap verdi. ‘’Efendim?’’
Arayan
Sedef’ti, nerede kaldıklarını soruyordu. Ona yolu karıştırdığını söyleyince Sedef
inanmaz bir tonda dediğini tekrarladı. On dakikaya orada olacaklarını söyleyerek
telefonu kapattı. Kadının ondan çok Aras’ı merak ettiği ortadaydı. Arkadaşını
uyarmalıydı, bu adam tehlikeliydi. İkisinin de ondan uzak durması gerekiyordu.
Dünya, nefes alıp sakin bir tonda konuştu.
‘’Bütün bu
olanlardan sonra bizimle takılmak istemezsin sanırım.’’
‘’Neden?’’
dedi adam gözlerini yoldan ayırmadan kavşaktan döndü.
‘’Dayak yemene
neden oldum.’’
Aras güldü. ‘’Onlar
benim dengim değil, eğlenmedim bile.’’
‘’Eğlenmedin mi?’’
dedi hayretle. ‘’Artık emin oldum sen bir psikopatsın’’ diye söylendi ve
profesyonel bir sesle kendi psikoloğunun lafını çaldı. ‘’Sana bu konuda yardım
edebilecek birinin telefonunu ister misin?’’
Aras omzunu
silkti. ‘’Olur ama tüm olanlardan sonra telefon numaranı vermek istemene
şaşırdım.’’ dedi ve Dünya’nın yüz ifadesini görmek için yan gözle ona baktı.
‘’Benden hiç hoşlanmadığını sanıyordum.’’
‘’Benim
numaramı mı?’’ dedi kaşlarını çatıp ‘’Hadi ordan!’’ kelimeleri sinirli
dudaklarının arasında tıkılı kalmıştı.
Kollarını kavuşturup
derin bir soluk aldı. Bu ukala adamla konuşmak anlamsızdı, her lafını
kolaylıkla çeviriyordu. Sanki onu tanıyormuş gibi rahat konuşuyordu.
Aras’ın
arabayı durdurduğunu fark ettiğinde düşüncelerine öyle gömülmüştü ki bir an
nerede olduğunu anlayamadı. Gitmek istedikleri kulübün önündeydiler. Kapısını
açan valeye aldırmadan Aras’a baktı.
‘’Yolu
bilmediğini söylemiştin.’’
Aras gülmemek
için dudağını ısırdı ve kapıdan çıktı. Dünya, sinirle çantasını aldı ve dışarı
çıktı. Sert adımlarla arabanın önünü dolandı ve doğruca onu bekleyen adamın
yanına gitti.
‘’Neden yalan
söyledin?’’ diye homurdandı
Aras, omzunu
silkti ve koluna girmesi için yanında durdu. Dünya, Aras’ın hareketini
görmezden gelip girişe doğru yürüdü. Kapıdaki görevlilerin yanından geçerken
adamların Aras’a selam vermeleri bardağı taşıran son damlaydı. Bu saatten sonra
yalancı adamın hiçbir sözüne inanmayacaktı. Kalabalık kulübe onu takip eden
Aras ile girerken adam, eliyle omzuna dokundu.
‘’Benim
lavaboya gitmem gerek, sonra seni bulurum.’’ dedi gülümseyerek tozlanmış üstünü
gösterdi.
Çok güzel
gülümsüyordu. Ona gülümserken gözlerinin, yanaklarının ve dudaklarının aldığı
şekil Dünya’nın nefesini kesti. Resim yapabilmeyi veya şiir yazabilmeyi
isterdi, böylece bu muhteşem gülümsemeyi ölümsüzleştirebilirdi. Yalancı bir
sapık olduğu aklına gelince hemen toparlandı. Adamın gülüşüne takılmamak için ona
sinirli davranmayı seçti.
‘’Çokta
umurumdaydı.’’
Adama arkasını
dönüp ilerlerken dizlerinin tutmadığını fark etti ve tökezlememek için dikkatli
yürümeye başladı. Sahnedeki grup, popüler bir şarkı söylüyordu. Sahne etrafındaki
oturma düzenlerine bakınırken Sedef’in elini kaldırdığını gördü ve onlara doğru
yöneldi. Tek başına geldiğini gören kadının kaşları çatıldı. Sedef’in hemen yanında
Can ve daha öncede tanıştığı bir kadın ve iki adam vardı.
Yaklaştığında
‘’Aras nerde?’’ dedi Sedef sabırsızca.
Can ve
diğerlerine selam verip oturdu. Sedef’e döndü. ‘’Lavaboya uğraması gerekiyormuş.
Gelir şimdi.’’
Can, Dünya’nın
ceketini elinden alıp oturmasına mani olmaması için kenardaki boş sandalyeye
bıraktı.
‘’Yarım saattir,
bir Aras’tır tutturdu.’’ dedi ve Dünya’ya döndü. ‘’Sedef’i delirten adamı merak
ettim yahu.’’
İçi sıkıldı
ama yine de sırıtmayı başardı. ‘’Merak edilecek biri değil, tuhaf bir adam.’’
dedi. ‘’Bence Sedef abartıyor.’’
Can,
çekinmeksizin kolunu Dünya’nın koltuğunun arkasına attı. ‘’Sen nasılsın?’’ dedi
gereksiz bir samimiyetle ona yaklaştı.
Dünya,
Sedef’in hala etrafa bakınmasına takılmış bir halde adama cevap verdi.
‘’Onu hiç
çağırmamalıydı.’’
Can ‘’Kimi?’’
diye konuşunca ayılıp adama baktı.
‘’Ne diyordun?’’
dedi omuzlarına belli belirsiz dokunan Can’dan kurtulmak için hafifçe doğruldu.
‘’Bugün biraz yorgunum, aklım yerinde değil.’’
Can’ın diğer
züppe arkadaşlarından bayan olanı, lafa karıştı. ‘’Ah, canım, sen tüm gün
çalışıyorsun, değil mi? Ne yorucu, ben iki dükkân gezince dermansız kalıyorum
seni hiç düşünemedim şimdi’’
Kadının
empatisi karşısında duygulanan Dünya ona gülümsedi. Kadının düşünemediği öyle
belliydi ki.
‘’Selam.’’
Tüm grup sese
dönerken Dünya gerildi. Sedef, neşeyle adamı karşıladı ve yanına oturturken
hepsiyle tanıştırdı. Aras, saçını ve üstünü düzeltmişti. Yaptığı kavganın tek
belirtisi dudağının kenarındaki kızarıklıktı. Yakışıklılığını onaylayan bakışları
görmezden gelerek rahat bir tavırla sandalyesine kuruldu.
Sonraki bir
saat Dünya için işkence gibi geçmişti. Can’ın sürekli saçma sorularla ilgisini
çekmeye çalışması bir yana, Aras’ın masadaki bayanların ona sırnaşmasından
hoşnut olduğunu görmek canını sıkıyordu. Genç adamın, kadehleri bir biri
arkasına devirmesi de cabasıydı. Arabayı nasıl kullanacaktı? Bunu düşündüğüne
inanamayarak başını küçük piste çevirdi.
Sahne alan
grup dinlenmeye geçmişti ve onların yerini alan dj, dans müziği çalıyordu. Birkaç
çift pistte zıplamaktan yorulmuş, sarmaşdolaş dans ediyorlardı. O sırada
Aras’ın telefonu çalınca Dünya istemsizce adama baktı. Aras, telefonun ekranına
bir süre baktıktan sonra özür dileyerek ayağa kalkıp uzaklaştı. Aras’ın
gidişini izleyen Sedef bozuk bir yüzle Dünya’ya döndü.
‘’Sevgilisi
var mıymış?’’
Dünya
gözlerini devirdi. ‘’Ben nerden bileyim?’’
‘’Bir saat hiç
konuşmadan mı gezdiniz?’’ dedi Sedef homurdanarak. ‘’İnsan laf olsun diye bile sorar,
benim için sorsaydın.’’
‘’Of, Sedef,
beni yoruyorsun.’’ dedi Aras’ın nereye gittiğine bakmamak için kendini zor
tutuyordu. Acaba arayan o sarışın kız mıydı? Sedef’e kızdan bahsetmeli miydi?
‘’Hadi, dans
edelim.’’
Başını çevirip
Can’a baktı. Bıkkınca cevapladı. ‘’Ben dans edemem.’’
‘’Beni kırma.’’
diye ayaklanan adam, itirazdan anlamayacaktı.
Başını
sallayıp ayağa kalktı ve Can’ın uzattığı elinden tuttu. ‘’Tek bir dans’’
Aslında, Can bu
denli itici bir karaktere sahip olmasa, Dünya genç adamla anlaşmaya
çalışabilirdi ama bazen öyle kendini beğenmiş oluyordu ki Dünya’yı çıldırtıyordu.
Yüksek topukları yüzünden adamdan uzun olmanın verdiği sıkıntıyla elini Can’ın
omzuna koydu. Can, her zamanki yapışkan tarzıyla ellerini kalçasının hemen
yukarısındaki bel boşluğuna yerleştirdi. Dünya, adamın elini alıp sırtına doğru
yükseltti ve dansa başladılar.
‘’Bu gece çok
seksisin.’’ dedi Can yaklaşarak. ‘’Seni hiç böyle görmemiştim. Yoksa benim için
mi bu hazırlık?’’
Saçma
iltifatına saçma bir ses tonuyla teşekkür etti. Lafı uzatası hiç yoktu. Can,
tek eliyle sırtını okşarken onu iyice kendine çekti. Dünya, gerilemeye davranacakken
gözü Aras’a takıldı. Adam, telefon konuşmasını bitirip yerine oturmuş, tam ikisinin
üzerine sabitlenmiş bakışlarla onları izliyordu.
Loş ışıkta
bile adamın varlığı alev gibiydi, etkileyici ve büyülü. Yüzü çok asıktı, öfkeli
diyebilirdi ve bakışlarının hedefinde Can duruyordu. Ya da telefon konuşması
adamı öfkelendirmiş olabilirdi ama Can’a bu şekilde bakmasına bir bahane
bulamadı. Oturduğu yerde, avının üzerine atılmaya hazır yırtıcı bir panter gibi
kötücül bakışlarını Can’a dikmişti. Her an atılmaya hazır gibiydi. Bir eli
masanın üzerindeydi, sıktığı yumruğu gerginliğini ve kızgınlığını ilan
ediyordu. Dünya, Aras’ın karanlık bakışlarını üzerine diktiği Can’ın kollarının
hapsinde olmaktan rahatsız oldu.
‘’Sen ne
dersin?’’
‘’Hı?’’
diyerek adamdan iyice ayrılıp yüzüne baktı.
Can, baygın
bakışlarla yüzüne bakıyordu. Dünya, onun bu bakışını çekici sandığını düşündü. Kesinlikle
çekici değildi. Adamın triplerine katlanmak sohbetine katlanmaktan da zordu.
Can, söylediğini kısaca tekrar etti.
‘’İspanya,
diyorum. Sedef’ten bir hafta izin alırsın.’’
Geriledi.
‘’Neden?’’
Can, iri
dudağını sarkıttı. ‘’Beni dinlemiyor musun?’’
‘’Yorgunum artık
oturalım mı?’’ dedi kaçış yolu aranarak.
‘’Bana söz
vermeden bırakmam.’’ dedi Can, alkolün verdiği cesaretle Dünya’nın beline sarılıp
kendine çekti. ‘’Beraber tatile çıkmalıyız, yatla İspanya’ya gider, uçakla
döneriz’’
‘’Hayda!’’
dedi adamın kolları arasından sıyrılmak için davrandı. ‘’Yok artık daha neler.’’
Can’ın surat asmasına aldırmadan ‘’Oturalım!’’ dedi ve masaya döndü.
Aras yoktu.
Sedef’in
yanına oturduğunda Aras’ı sormamak için kendini zor tutuyordu. Nereye gitmiş
olabilirdi? Hızlanan müziğin çığlıkları arasında Buse’nin son Roma seyahatinin
maceralarını dinlerken alkolsüz kokteyline sarıldı. Sohbetten iyice kopmuştu. Az
sonra Sedef arka tarafa bakış atıp arkadaşlarına geri döndüğünde biraz bekledi
ve kadının baktığı yöne doğru döndü.
Aras, yanında
iki tiple, bara yaslanmış konuşuyordu. Adamlardan ona dönük olanı uzun boylu ve
sakallıydı. Soluk bir yüzü vardı ve saçı, sakalı simsiyahtı. Siyah gözleri Dünya’nınkilerle
birleşti ve adam onu şaşırtarak sırıttı. Ardından samimi bir tavırla göz
kırptı.
Sakallının
selamı üzerine, arkası dönük adam da başını çevirdi ve doğruca ona baktı. Siyah
saçlı, beyaz tenli, parlak lacivert gözlü adam inanılmaz derecede yakışıklıydı
ama bakışları öyle kin doluydu ki, Dünya’nın tüyleri ürperdi. Dünya, adamın
öfkeli bakışları yüzünden nefeslenirken adam başını çevirip Aras’a bir şeyler
anlatmaya başladı. Aras bıkkınca onu dinledi ve Dünya’ya kısa bir bakış atıp
iki adama döndü.
Yakışıklı adam, griye dönmüş gözlerini
araladı ve elini kibarca Dünya’nın boynuna attı. Aralarında bir santim mesafe
kalana kadar onu kendine doğru çektiğinde Dünya’nın kalbi korkudan kasılıyordu.
Beyazlamış dolgun dudaklar, yavaşça aralandı. Dünya’nın bileği olarak düşündüğü
hedef, boynuna kayınca kaçmamak için kendini zor tuttu. Serin ve yumuşak dudaklar,
teninde usulca kaydı ve sonunda deli gibi zonklayan damarın üstüne kapandı.
Korkusu uçup gitmişti. Isırığın ona ne hissettireceğine odaklandı: acı, panik,
dehşet, zevk…
Son tahmini daha yerindeydi. Dişler, tenine
geçtiğinde onunla öpüşmekten de fazlasını yapmış gibiydi. Damarını hoyratça
ısırmamış, ona çok kibar davranmıştı. Yine de genç adama destek olan kolları
kasıldı. Gözlerini kapattı. Kıvrılan dudaklar, acıtmanın ötesinde onu zevkle
titreten bir emişle ilk yudumunu aldı.
Adamın eli, onun belini kavradı. Kendine
doğru çekerken diliyle de emdiği yeri yaladı. Bunun böyle hissettireceğini asla
tahmin edemezdi. Dudaklar, tenine yeniden kapandığında kendi dudağını ısırdı.
İnlememek için tırnaklarını, adamın koluna geçirmişti, engel olamıyordu. Güzel
yüzü onun boynuna gömülmüştü, nefesleri alevlenmişti. Birkaç saniye öylece
kaldılar.
Adam diliyle onun boynunu tekrar yalayınca
ayıldı ve başını geriye çekti. Adamın gözleri hızla normal rengine kavuşurken
yaraları da iyileşmeye başlamıştı. Onun belinden, elini çekerken isteksizdi ama
buna rağmen kendinden uzaklaştırmak için onu hafifçe itti. Ayrılmamak için
itiraz etmek istedi ve…
Her şey parçalandı…
Dünya, başını
çevirdi. Elleri buz tutmuştu ve başı dönüyordu. Bu ne biçim bir hayaldi?
Aras’ın rüyalarına girmesi yetmezmiş gibi, bir de adamın yanında gördüğü
adamlarla ilgili hayaller görmeye başlamıştı ve bu hayal gerçekten de imkansızdı.
Bedeninden güç çekilmiş gibiydi, gizemli gruba tekrar bakmaya korkuyordu.
Sedef’in
kulağına doğru eğildi.
‘’Benim gitmem
gerek.’’
Sedef ona
döndü. ‘’Ama daha erken…’’
‘’Kendimi iyi
hissetmiyorum.’’ dedi ve bu doğruydu. ‘’Bir taksi ayarlarım, senin gelmene
gerek yok.’’
Sedef
kararsızca ona baktı. Dünya’yı tek başına yollamak istemiyordu ama Aras ile
geçirebileceği bir geceden de olmak istemiyordu. Can, Sedef’in imdadına yetişti.
‘’Ben seni
bırakırım.’’
Dünya, adama
döndü. ‘’Hiç gerek…’’
‘’İtiraz kabul
etmiyorum.’’ dedi ve masanın üzerindeki telefon ve anahtarına uzandı.
‘’Çocuklar bize müsaade.’’
Diğerleriyle
vedalaşıp Sedef’i vicdan azabından kurtarmak için sarılıp gülümsedi.
‘’Yarın
görüşürüz.’’
‘’Kusura bakma
canım, durumu biliyorsun.’’ dedi Sedef ve sırıttı. ‘’Ve bana şans dile.’’
Dünya, yüzündeki
sırıtışı korumaya çalışarak arkadaşının dileğini onayladı ve masadan ayrıldı.
Aras’ın olduğu tarafa bakmak istemiyordu, hızlı adımlarla Can’ın yanında
yürüdü. Adam elini, onun beline attı. Ona da ses çıkartmadı. Zaten dengesiz
yürüyordu, Can’ın sayesinde toparlanabilirdi. Açık havaya çıktıklarında
rahatladı. Bu gece sona ermişti, az sonra evinde olacaktı. Son model arabasını
getiren valeye bahşiş veren Can, sürücü koltuğuna geçip oturdu. Dünya, ondan
neden kibarlık beklediğini düşünerek arabanın etrafında dolandı ve kapıyı açıp
yan koltuğa oturdu. Herkes Aras kadar kibar olamazdı, değil mi?
Eve kadar
Can’ın arabasıyla övünmesini dinledi. Eve yaklaşmışken Can, yolu uzatarak
İspanya için bir kere daha şansını denedi. Nihayet apartmanın önüne geldiklerinde
öpmeye davrandı ama Dünya anlamazlığa gelerek kapıya sarılıp dışarı çıktı.
‘’Teşekkürler,
sonra görüşürüz.’’ dedi ve kapıyı kapattı.
‘’Seni ararım.’’
dedi Can teklifsizce bağırarak.
Dünya,
apartmana doğru yürürken elini kaldırıp adama bakmadan salladı.
Üstünü
değiştirip salona geçti. Elinde kumanda, televizyonun karşısındaki çekyatı açtı
ve bir battaniye alıp kanapenin üstüne kıvrıldı. Televizyonda izlenecek bir
kanal aranmaya başladı. Reklamdan başka bir şey yoktu. En sonunda bir film
buldu ve izlemeye karar verdi. Vakit ilerlemişti ve filmin bitmesine az
kalmıştı. Gözleri yavaşça kapanırken elinden kumanda düştü.
Uykuya dalmak
üzereydi, yanına birinin uzandığını ve kolunu ona sardığını hissetti. Yine rüya
görüyor olmalıydı ama içinde korku yoktu, tam tersi huzur doluydu. Dudakları
kıvrıldı ve sıcak kolların arasındaki bedeni gevşerken gülümsedi. Yanında, ona
sıkıca sarılan biri vardı ve bu his, ona hiç yabancı gelmiyordu. Onu saran
koruyucu kolların arasına sığındı. ‘’Ares’’
diye fısıldadı ve uzun zamandır ilk defa uykuya dalarken rüya görmekten korkmadı.
3. bölüm
Sabah, kendi
kendine veya alarmla uyanmadı. Kulağına isminin söylenmesiyle gözlerini açtı.
Oturma odasındaydı, televizyon hala açıktı ve sabah olmuştu. Beyni uyanmaya
çalışırken dün geceden son hatırladıkları bilincine süzülmeye başladı.
Kanapeden doğrulup uyuşmuş gözlerle etrafına bakındı. Gece yanında biri
olduğuna ve bu adamın da Aras olduğuna yemin edebilirdi. Adamın kokusu yastığına
sinmişti. Yastığa burnunu yapıştırıp kokladı, evet, kesinlikle adamın
parfümüydü. Adam yana taşındığından beri, evin her yerine dağılan koku…
‘’Kahretsin.’’
diye mırıldandı ve battaniyeyi üzerinden atıp doğruldu.
Evin odalarını
dolandı. Neyse ki, adam şu anda evin içinde değildi. Nasıl olur da, sapık
komşusu o varken bile eve girmeye cesaret ederdi. Bu işi çözmeliydi.
Mutfağa gitti
ve çekmeceden bir bıçak aldı. Delirmiş gibiydi, bunlar neden onun başına
geliyordu ki? Önce hafızasını kaybettiği gizemli bir kayboluş, ardından habersizce
evine girip çıkan çekici komşusu ve çevresinde beliren tuhaf insanlar…
Saat daha
erkendi ama bunu düşünecek halde değildi. Kapıya gidip açtı, hayret, kapı
kilitli değildi. Neden hayret ediyordu ki, adam çıkarken kapıyı kilitleyemezdi.
Sonra düşündü. Gece eve geldiğinde kapıyı kilitlediğinden emin olamadı, hatırlamıyordu.
Dışarı çıktı ve aslında harekete duyarlı olan ama bu özelliğinin çalıştığını
hiç görmediği otomatik lambaya bastı. Elindeki bıçağın sapını aşağı gelecek şekilde
döndürüp pijamasının geniş koluyla gizledi. Aras’ın kapısını çaldı. Bekledi, yeniden
çaldı. Kendi kapısının anahtarı elindeydi, yine de kapanmaması için
ayakkabısını arasına koymuştu. Kapının ziline tekrar uzanıp çaldı.
Sabahın
altısında, üzerinde pijamasıyla, ayaklarında tüylü terlikleriyle, saçı başı
dağınık bir halde, elinde gizlediği bir bıçakla komşusunun kapısına dayanmıştı.
Tek dayanağı da bir kokuydu. Acaba kim deliydi? Zihni ona oyun oynuyor da olabilirdi.
Şimdiki psikiyatr, verdiği ilacın böyle bir yan etkisi olacağını söylemişti.
Hapları almayı bırakırsa… O böyle düşünürken karşısındaki kapı açıldı ve
Dünya’nın gözleri kapıyı açan adama çevrildi.
Aras, ya uykudan
yeni uyanmıştı ya da tüm gece yastığıyla kavga etmişti. Saçları dağınık ve
gözleri hafifçe şişikti. Üzerinde aceleyle giydiği belli olan kısa kollu bir
tişört ve eşofman altı vardı. Ayakları çıplaktı. Adam gözlerini ovuşturarak esnedi
ve Dünya’ya baktı.
‘’Günaydın.’’
Dünya’nın
boğazı kurumuştu, hayranlıkla adama bakmaktan başka bir şey yapamıyordu. Tüm
gece ona sarılarak uyuduğunun hayaliyle heyecanlandı. Bu kesinlikle bir rüya olmalıydı.
Artık iyice inanmıştı, delirmişti. Ve bir deli gibi davranmak hakkıydı. Adama
fark ettirmeksizin, koluyla gizlediği bıçağın sapını iyice kavradı.
‘’Sen, benim
evime mi giriyorsun?’’
Aras,
kaşlarını çatıp Dünya’ya hayretle baktı. ‘’Neden öyle bir şey yapayım?’’
Evet, neden
böyle bir şey yapsın? Dünya’nın tereddütü diline yansıdı. ‘’Bana cevap ver!’’
diye titrek bir sesle konuştu.
Kollarını kenetleyip
Dünya’yı süzen Aras bir süre düşündü. Apartmanın lambası söndü. İkisi de kapılarından
sızan ışıkla aydınlanan apartman boşluğunda, birbirlerine gözleri dikilmiş bir
halde kalakaldılar. Aras, kapıdan çekildi ve sakin bir sesle konuştu.
‘’İçeri gelmek
ister misin? Kahve içerken konuşabiliriz.’’
‘’Dalga
geçiyor olmalısın.’’ dedi Dünya. ‘’Şüpheli adamların evine girip ikram
ettikleri kahveyi içecek kadar saf değilim’’
‘’Benden
korkmana gerek yok.’’ diye konuştu adam. ‘’Ayrıca evine girdiğimi nerden çıkardın?
Beni evine davet ettiğini hiç hatırlamıyorum, yoksa ettin mi?’’
Dünya,
kaşlarını çattı. Emin olamıyordu ama adamın baştan çıkarıcı kokusu hala
burnundaydı. Aras’ı suçlamak için daha kuvvetli dayanağı olmaması kötüydü.
Doğrulup adamın altın pırıltılı gözlerine baktı.
‘’Parfümünün
markası ne?’’
Aras güldü.
‘’Sen ne tuhaf birisin, beni hala şaşırtabiliyorsun.’’ dedi kendi kendine
konuşur gibi. ‘’Ben parfüm kullanmam.’’ dedi yarı ciddi. ‘’Ve kahve teklifim
hala geçerli.’’
‘’Parfüm
kullanmıyorsan, senden gelen bu koku neyin kokusu?’’ dedi ısrarından
vazgeçmeden.
Aras, bıkkınca
nefes aldı. ‘’Ne bileyim, deterjan, yumuşatıcı, şampuan, duş jeli, diş macunu,
oda spreyi…’’
Lafını kesti.
‘’Tamam, anladım, abartmana gerek yok.’’ dedi. İlk savı zaten bu olmuştu ama
gece onu saran kolların hayali ve adama duyduğu anlaşılmaz özlem karşısında
aklı karışmıştı. ‘’Kahveyi de kendin iç!’’ dedi arkasını döndü.
‘’Sen
gerçekten çok kaba birisin.’’ dedi adam ve Dünya, kapısının önünde durakladı.
‘’Ben, elinde bıçakla gelen komşumla aramı düzeltmek için kahve içmeye davet
ediyorum. Sen, arkanı dönüp gidiyorsun.’’
Bıçağı
görmemesi için uğraşmıştı ama sandığı kadar iyi gizleyememişti demek. Omzunun
üstünden, ona meydan okur gibi sırıtan adama baktı. Gözlerini kısıp bir
anlığına düşündü. Kapıya engel olan ayakkabıyı tekmeleyip kapısını çekti. Ayaklarındaki
tüylü terlikleri geri çevirdi ve adamın dairesine doğru yürürken kendisine şaşırmadan
duramadı. Elinde bıçakla, hiç güvenmediği bir adamın evine, sabahın köründe
kahve içmeye gidiyordu. Kapıdan geçerken sert bir sesle konuştu.
‘’Sütlü, dört
şekerli!’’
Aras’ın
dairesi, bir bekâr evine göre çok düzenli ve temizdi. Adamın kahve
hazırlamasını fırsat bilerek gözü yormayan, kullanışlı ve modern mobilyalarla
döşenmiş odaya göz attı. Elinde bıçakla odada gezinmesi ona bile tuhaf
gelmişti. Yine de bıçağı elinden bırakmadı.
Çalışma
masasına benzeyen kitaplıklı masaya adımladı. Çok şık siyah kadife bir kutu,
dizüstü bilgisayarın yanında duruyordu. İçindeki meraka yenildi ve parmaklarını
kadifeye sürttü ve omzunun üstünden mutfağa bir bakış atıp kutuyu açtı. Pahalı
bir mücevher beklerken kurumuş papatyalardan yapılmış bir taç görünce şaşaladı.
Kutuyu kapatıp koltuğa yürürken eli boynunda asılı kolyesine gitti.
‘Papatyam’ diye mırıldandı.
Papatya tacı, kendi
kolyesi; genç adamı rüyalarında görmesi, bunların hepsi tesadüf olamazdı.
İpuçları birleşince tek bir şey aklında belirdi. Aras’ı daha önceden tanıyordu
ama hatırlamıyordu. Başını sallayıp koltuğa oturdu. Düşününce bu fikir de olası
gelmedi. Madem adam, onu tanıyordu, neden hiçbir şey söylememişti? Kendisi
hafızasını kaybetmişti ama Sedef onun en yakın arkadaşıydı. Eğer daha önce Aras
ile aralarında bir şey olmuşsa, arkadaşı kesin bilirdi. Sedef bile adamı yeni
gördüğüne göre bu fikirde, çürütülmüş fikirlerin arasına katıldı.
Kolyesine
baktı. Sarı bir pırlantanın çevresini saran beyaz yaprakları andıran
pırlantalar, parmaklarının arasında büyüleyici bir ışıltıyla parıldadı. Diğerini
arada sırada çıkartıyordu ama bu kolyeye kıyamıyordu. Onu koruyan bir muska
gibi takmadığı zamanlarda kendini savunmasız ve eksik hissediyordu. Pahalı bir
kolye olduğunu zaten biliyordu. Şimdi gözünde daha bir değerli olmuştu çünkü
dün geceki hayalinde kolyeyi, ona verenin Aras olduğunu görmüştü.
Aras, elinde fincanlarla
odaya girdi. Dünya, başını kaldırıp ona doğru yürüyen adamı izledi. Yüzünü
yıkamış ve üstüne çeki düzen vermişti. Alnına düşen kahverengi saçlarının
uçları koyulaşmıştı ve ıslaktı. Yüzünde hoş bir ifadeyle, kahveyi yanındaki
sehpaya bıraktı ve karşısındaki koltuğa oturdu. Çenesinin yanında
kendisininkine benzeyen eski bir yara izi ve sağ kaşının üstünde de belli
belirsiz bir yara izi daha vardı ama ilginçtir bu izler onun yüzünün cazibesini
arttırıyordu. Adam, tedirgince elindeki kahveyi, avuçları arasına aldı. Üşüyor
muydu?
‘’Gecen nasıl
geçti?’’ dedi Dünya, bunu sorduğuna inanamadı. Az önce Sedef ile arasında neler
olduğunu merak ettiğini itiraf etmişti.
Aras’ın
ifadesi, şaşkınlıktan memnuniyete doğru ani bir geçiş yaparken kaşlarının
altından Dünya’ya baktı.
‘’Çok güzel
geçti, hatta harikaydı.’’
Dünya’nın
çenesi kasıldı ve kahvesinden bir yudum aldı. Aras, kahveyi koltuğun tahta
koluna bıraktı.
‘’Senin nasıl
geçti?’’ diye çekici bir tonda sordu.
Omzunu silkti,
kayıtsız durmaya çalışıyordu. ‘’Eğlenceli.’’ dedi ve kendini devam etmek
zorunda hissetti. ‘’Can ile tatile çıkmayı düşünüyoruz, İspanya’ya.’’
Aras,
gözlerini kıstı. ‘’Bu iyi bir fikir değil.’’
‘’Nedenmiş
o?’’ dedi diklenerek
‘’Bu mevsimde
oralar serin olur.’’ dedi ‘’Üşürsün.’’
Aptallığına
diyecek yoktu, bari Brezilya deseydi. Can’ın salaklığına katıldığına inanamadı.
‘’Her neyse’’ diye mırıldandı. ‘’Bardaki arkadaşların kimdi?’’
Aras burnunu
kırıştırdı. ‘’İşyerimden arkadaşlar.’’
Aras’ın sözlerinde
mantıksız bir şey bulamayınca rahatladı ve geriye yaslandı. Ayrıca beni
ısınmamıştı bile, nedense karşısındaki yalan söylediğinde omzundaki beni tepki
veriyordu. Bunu keşfettiğinde şaşırmış ve korkmuştu ama şimdi alışmıştı hatta
hoşuna gidiyordu. Bu tepkimenin, içgüdü veya altıncı duyu gibi bir şey olduğunu
düşünüyordu.
Aras ile
laflarken vaktin nasıl geçtiğini anlamadı. Havadan sudan, işten, kitap ve
filmlerden konuştular. Zevklerinin birebir aynı olduğu söylenemezdi ama karşıt
düşüncelerin bu kadar uyumlu olması ve kibarca dile getirilmesi Dünya’nın hoşuna
gitti. Aras, onun sandığı kadar kibirli ve kasıntı bir adam değildi. Aras’ın
işiyle ilgili sorduğu soruları yanıtlarken adamın onunla bu kadar ilgilenmesi
iyice aklını karıştırdı. Kahveleri çoktan bitmişti ama Aras’ın dairesinden ayrılmak
Dünya’nın aklına bile gelmiyordu. Adamın, ona bakışları iyice yumuşamıştı ve
rahatlamıştı. Aras sesi, bakışları, tavırlarıyla Dünya’nın ruhuna işliyordu.
Kendini adama çok yakın hissetmesi bir yana sanki yıllardır onu tanıyordu. Acaba
emin olmak için ona sorsa mıydı? Yanlış anlayabileceğini düşünerek sormaktan vazgeçti.
‘’Bugün izinli
misin?’’ dedi Aras
‘’Hı?’’ diye
afallayan Dünya, Aras’tan bakışlarını alıp duvardaki saate kaldırdı. Saat
sekize geliyordu. ‘’Aman Allah’ım!’’ diye ayağa fırladı. ‘’Çok geç kaldım!’’
Aras, ayağa
kalktı ve eliyle onun koluna dokundu. ‘’Hadi, hazırlan, ben seni bırakırım.’’
Dokunuşuyla
derin bir nefes alıp adama baktı, pırıl pırıl gözlerine. ‘’Otobüsle giderim.’’
diye mırıldandı.
‘’Otobüsle
gidebilmen gerçekten çok etkileyici ama benim yüzümden geciktiğin için, seni
bırakmama izin vermelisin. Bana bir süre daha dayanabilir misin?’’
Yutkundu.
‘’Denerim.’’ dedi ve adama gülümsedi.
Aras da ona
gülümsedi ve Dünya’nın dizlerinin bağı çözüldü. Neyseki Aras bunu fark etmedi,
çünkü eğilip koltuğun üzerindeki bıçağa uzanmıştı. Bıçağı, Dünya’ya uzattı.
‘’İhtiyacın
olursa diye.’’
‘’Sadece bir
tedbirdi.’’ dedi kızararak.
Adam elini
omzuna koydu. ‘’Tedbirli olman çok hoşuma gitti.’’ dedi. ‘’Hatta biraz daha
tedbirli olursan, sana bayılacağım.’’
‘’Bayılmanı
istemem.’’ dedi ve kapıya doğru yürüdü. ‘’Sonra beni kim işe bırakacak?’’
‘’On dakikaya
aşağıdayım.’’ diye seslenen Aras’ı bekletmemek için hızlandı.
Üstünü
değiştirmesi uzun sürdü. Ne giyeceğini bilememesi bir yana, kotunun düğmesiyle de
kavga etti. Heyecandan titreyen parmaklarıyla, bu kadar incelik isteyen bir işi
başarmakta zorlanmıştı. Sonunda hazırlandığında on dakikayı çoktan geçmiş
olduğunu gördü. Saçlarını öylece toplayıp çantasını omzuna attı ve montunu eline
alıp dışarı çıktı. Apartmanın dış kapısından çıkacakken durakladı.
Dün gece barda
gördüğü yakışıklı adam, arabanın yanında Aras ile tartışıyordu. Adamın boyu,
Aras kadar uzundu ve vucut tipleri hemen hemen birbirine benziyordu. Adam,
Aras’ın yüzüne doğru eğilip bir şeyler söyledi. Aras, onu ikna etmeye çalışan
adamı itip başını salladı ve yana baktı. Dünya, kapı camının açısını kullanarak
yana kaydı ve Aras’ın baktığı yere göz attı.
Uzun, koyu
kahverengi saçlarını başının tepesinde toplamış gözünde güneş gözlüğü olan bir
kadın büyük bir motorsiklete yaslanmış, iki adamı seyrediyordu. Tüm bedenini
saran mat deri kıyafeti içinde çok çekici görünüyordu. Aras, ona bakınca kadın
doğrulup gözlüğünü çıkarttı ve rahat bir yürüyüşle Aras’ın yanına geldi. Elinin
tersiyle yanağını okşarken adam, sinirle dudaklarını kemiriyordu. Kadın,
Aras’ın yanağından öptü ve diğer adama bakıp konuştu.
Dünya’nın
kalbi kasıldı. Bu kadar çekici bayanın, sürekli adamın etrafında dolaşmasına, hakkı
olmamasına rağmen sinirlenmişti. Kadın, kolunu Aras’ın omzuna atınca Dünya dayanamadı,
demir kapıyı açıp dışarı çıktı. Üç çift göz ona doğru döndü. Dünya, parmaklarını
çantasına iyice geçirip gözler üzerindeyken düzgün adımlamaya gayret etti. Kadın,
kolunu Aras’tan alıp göğsünde kenetledi. Lacivert gözlü adamın düşmanca bakışları
altında Dünya, Aras’a baktı.
‘’İşin varsa
taksiyle gidebilirim.’’
Aras, başını
salladı. ‘’Hayır.’’ dedi ve kadını gösterdi ‘’Hena, Dünya ile tanış.’’
Kadına
baktığında onun beklenti dolu bir bakışla onu süzdüğünü gördü. Tıpkı son
tanıştığı çift gibi… Kadın, elini kaldırıp parmaklarını oynattı.
‘’Selam.’’
Dünya,
isminden dolayı, yabancı olduğunu düşündüğü kadına gülümsedi.
‘’Selam.’’
Dünya, diğer
adama baktı. Adamın yüzü melekler kadar güzel olsa da, bakışları çok duygusuzdu.
Aras’ın onun adını söylemesini bekliyordu ama Aras bir şey demeyince Dünya,
Aras’a doğru başını kaldırdı. Aras, ikisini tanıştırma konusunda gerçekten isteksizdi.
Buna şaşırdı. Sonunda Aras, kaşlarını çatarak gözlerini, Dünya’ya çevirdi ve başıyla
adamı işaret etti.
‘’Adonis.’’
dedi, çenesi kasıldı.
Dünya, kibar
olmak için Adonis’e gülümsedi ve elini uzattı.
‘’Memnun oldum.’’
Adonis,
Dünya’nın uzanan eline bakıp gözlerini, yüzüne kaldırdı. Gerginlik hat
safhadaydı. Adamın eli, Dünya’nın havadaki eli yerine kendi göğsüne gitti ve hafifçe
ovalarken Hena’ya döndü.
‘’Gidelim.’’
Dünya, havada
kalan elini indirdi. Adonis, ona kararsız kısa bir bakış attıktan sonra Aras’a
döndü.
‘’Daha fazla,
burada oyalanmamalısın.’’ dedi ve Aras’ın yüzüne karşı kısık sesle ekledi. ‘’Bu
halinle çok korunmasızsın.’’
‘’Beni merak
etme.’’ dedi Aras, hala çok gergindi.
Adonis, onaylamaz
bir tavırla başını sallayıp motorsiklete doğru yürüdü. Hena, Dünya’yı bir süre
süzdü ve aniden gülümsedi. Onunda parlak yeşilimsi harelerle dolu ilginç
gözleri vardı, tıpkı Aras gibi. Acaba lens mi takıyorlardı?
‘’Seni
gördüğüme sevindim.’’ dedi kadın, Dünya’yı şaşırtarak ve onu bekleyen motorsiklete
döndü.
Aras, ikisinin
arkasından bakarken ellerini cebine atıp arabaya yaslandı. Adonis, elindeki
kaskı başına geçirmeden önce, Aras’a doğru bir bakış atmayı ihmal etmedi. Sanki
adam, onu uyarıyordu. İkisi otoparktan çıkarken Dünya, uzaklaşmalarını
seyrederek Aras’a doğru yürüdü.
‘’Ne garip bir
ismi var ve çok tuhaf biri.’’
Aras’ın
gözleri de giden çifte takılmış bir halde Dünya’ya bakmadan mırıldandı. ‘’Ona aldırma
papatyam.’’ dedi ve gayri ihtiyari elini, onun beline atıp kendine çekti.
Kolları
arasındaki Dünya’yı saçlarından öpen Aras, ellerini gevşekçe onun belinde
kenetledi. Dünya, tepki bile veremeden,
elleri adamın göğsünde ve bedeni adama yaslanmış halde başını kaldırdı ve
yüzüne baktı. Aras, ne yaptığının yeni farkına varmıştı. Şaşkın bir bakışla
Dünya’ya döndü. Yüzleri birbirine çok yakındı ve Dünya’yı bir sıcaklık sardı.
Aras, kolunu ondan çözerken kekeledi.
‘’Üzgünüm,
şey, ben…’’
Dünya, adamdan
uzaklaştı. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki, başı dönmeye başlamıştı. Adamdan bu
denli etkilenmesine sinirlenmeye başlamıştı ama bir an için Aras’ın ona
sarılması çok normal gelmişti. En tuhafına giden de bu tanıdık hareket olduğundan;
kafası, hissettiği müthiş güzel duyguya takılı kalmıştı.
‘’Neyse…’’
dedi kendini toparlayarak ekledi. ‘’Beni, bir an önce kafeye bıraksan iyi
olacak.’’
Aras, ensesini
ovuşturdu. ‘’Bak, gerçekten özür dilerim.’’
‘’Tamam, unut
gitsin.’’ dedi ‘’Sorun değil.’’
Aras, onun
kapısını açtı ve Dünya yerine oturduktan sonra kapıyı kapatıp sürücü tarafına
geçti. Genç adam, pervasız haraketi yüzünden utanmıştı, bu çok belliydi. Ama dokunuşu
o kadar doğaldı ki… Rüyasında onu saran kolların yaşattığı his gibi…
Aras, arabayı
akan sabah trafiğinde ustaca sürüyordu. Fakat sürekli dudaklarını kemirdiğini
görünce dayanamayıp sordu.
‘’Tehlikede
olduğunu söylerken ne demek istedi?’’
Aras, dudağını
kemirmeyi bırakıp sırıttı ve yan gözle ona baktı. ‘’Tehlike demedi ki…’’ dedi
ve ekledi. ‘’Korunmasız olduğumu söyledi.’’
‘’Yani?’’ dedi,
açıklaması için ellerini kaldırdı.
‘’Sen, benim
için endişeleniyor musun?’’ dedi, sırıtışı genişleyince Dünya’nın yüzü asıldı.
Aras yola dönüp kırmızı ışıkta durdu. ‘’Daha iki saat önce bıçakla kapıma
dayanan birinden mi duyuyorum, bunu?’’
Başını
dikleştirdi. ‘’Ne alaka, ben kendim için endişeleniyorum. Başın dertteyse
seninle takılmak istemem’’
Aras, kolunu
koltuğa atarak vücudunu ona doğru döndürdü. ‘’Hayda, sen, şimdi, benimle takılmak
istediğini mi söyledin?’’
Dünya’nın ağzı
açık kaldı. Yüzünü basan sıcaklık karşısında kekeledi. ‘’Ben, hayır, sen, of…’’
dedi ve kollarını kavuşturup önüne döndü. ‘’Yeşil yandı!’’ diye homurdandı
Aras,
arkasında çalan kornalara aldırmaksızın öne döndü ve yavaş haraketlerle arabaya
gaz verdi. Adamın, onu utandırdığı için keyiflenmesi Dünya’nın sinirlenmesine
yol açmıştı. Aras, kafenin yoluna girdiğinde nihayet konuştu.
‘’Tehlikede
olan ben değilim ve eğer daha düzgün teklif edersen seninle çıkmayı kabul
ederim.’’
Dünya,
bıkkınca başını salladı. Aras’a cevap vermek yerine arabasını kafenin önüne
park etmesini izledi. Laf yarışını kazanamadığı biri şimdiye kadar olmamıştı,
yani hafızasının izin verdiği süre boyunca. Arabayı park eden Aras’a teşekkür
etmek için adama dönen Dünya, onu kendine bakarken yakaladı. Ve Aras elini ona
uzattı ve yanağını okşadı. Dünya, konuşmaksızın adamın özlem dolu bakışlarla
yüzünü süzmesini izledi. Mıknatıs yine işlemeye başlamıştı. Adamın çekimine
kapılarak Aras’a doğru yaklaştığını farkedince toparlanıp geriledi. Aras, elini
isteksizce Dünya’nın yüzünden çekti ve gülümsemeye çalıştı.
‘’Seni kaçta
alayım?’’
Karşı
koymalıydı. Aras’ın ona bu şekilde yaklaşmasına izin vermemeliydi. Kendini
adama kaptırmaması için tek bahanesi de Sedef’in adama olan ilgisiydi. Aras’a
bakmadan kapıyı açtı.
‘’Ne
münasebet! Beni almanı istemiyorum.’’ dedi ve çıktıktan sonra Aras’ın yüzüne
bakmaya cesaret etti. Yüzündeki ifade içini titretti ve bir an adama sarılmak
isteğiyle başı döndü. ‘’Teşekkürler, beni bıraktığın için…’’ sesi cansız
çıkmıştı.
‘’Bırakmak,
çok kötü bir kelime…’’ dedi Aras üzgünce.
Dünya, kafası
karışık bir halde kapıyı kapatıp doğruldu. Adımlarını isteksizce atıyordu,
bahçeden geçip kapıya yaklaştığında arabanın çalıştığını duydu ve kafeden içeri
girdi. Aras’ın, onun aklını başından aldığı kesindi. Bunu Sedef’e nasıl açıklayacaktı
ya da söylemesi gerekiyor muydu? Belki adamı yanlış anlamıştı, kur yapmak
yerine arkadaşça davranıyor olabilirdi. Ne de olsa komşusuydu.
‘’Ne yapacağım
ben?’’ diye söylenerek montunu askılığa astı ve sabah işlerine daldı.
* * *
Sedef, her
zamankinden erken geldi ve daha önce olmadığı kadar sinirliydi. Kafeye girer
girmez Samet’i haşladı. Bahçedeki masayı temizlemesi için adamı gereksizce
azarladıktan sonra müşterilere aldırmadan sinirli adımlarla Dünya’nın yanına
geldi.
‘’Bir gün de
söylemeden çalışsalar dişimi kıracağım.’’ diye homurdandı. Çantasını, Dünya’nın
yanındaki sandalyeye atarken dişlerinin arasından söylendi. ‘’İnanabiliyor
musun, dün gece beni öylece bırakıp çekip gitti. Haber bile vermedi.’’
‘’Kim?’’
Sedef
nefeslenip yanına oturdu. ‘’Kim olacak senin komşun!’’
Dünya, Aras’ın
gece Sedef’le eğlenmeye devam etmemesine sevinmişti ve memnuniyetini Sedef’ten
nasıl saklayacağını bir an bilemedi. Şaşkın bakmaya devam etmekte karar kıldı
ama şapşal dudakları gülümsemekte ısrar ediyordu. Dünya’daki bu karışıklığı
fark edemeyen Sedef sinirle söylenmeye devam etti. Kadının sözlerinden anladığı
kadarıyla; o, kulüpten Can ile ayrıldıktan sonra Aras ortadan kaybolmuştu. Hem de
tek kelime bile etmeden… Sedef bu şekilde bırakılmayı hazmedemediğinden şimdi
adama diş biliyordu. Biraz sakinleştikten sonra doğrulup Dünya’ya baktı.
‘’Onu gördün
mü?’’
Dünya
kaşlarını havalandırdı ve dudağını büktü, ne cevap verecekti? Ve omzunu silkip
başını salladı.
‘’Hayır, dün
geceden beri onu görmedim.’’
Ürperdiğini
Sedef fark etmemişti. Kendi yalanlarına bile tepki veren bir beni olduğu için
ne kadar şanslıydı. Sedef, hayıflanarak elini dizine vurdu.
‘’Telefonunu
istemediğime inanamıyorum. Adam, aklımı başımdan alıyor ama bende telefonu bile
yok!’’
Dünya, ona
sormadan cevapladı. ‘’Bende de yok.’’ konuşmaya daha fazla devam etmemek için ayağa
kalktı. Bir an önce Sedef’in yanından ayrılması gerekiyordu yoksa aptalca
gülümseme isteğini zapt edemeyecekti. ‘’Ve geldiğine göre ben kileri kontrol
edeyim, baharatlar azalmış.’’
Sedef,
baharatlarla hiç ilgilenmediğini göstermek için omzunu silkti ve çantasından
telefonunu çıkarttı. O, çalan telefona cevap verirken Dünya, umut dolu bir neşeyle
kilere doğru yürümeye başlamıştı.
Kiler alt
kattaydı. Aynı katta küçük bir buz odası da vardı, etleri orada stokluyorlardı.
Baharatlar ise buzluğun yanındaki raflardaydı. Sebzeler ve meyveler için daha
sistemli bir düzenleme yapmışlardı. Dünya, deponun soğuk-sıcak dengesi konusunda
hassas olduğundan, çalışanlar buna çok dikkat ediyorlardı. Kilere inen
basamakların yanındaki ışık düğmesine bastı ve floresanlar kırpışarak yanarken
inmeye başladı. Aklında hala sabahki olaylar ve arkadaşının anlattıkları vardı,
o yüzden dikkati dağınıktı. Ares’in yüzü gözlerinin önünden gitmiyordu. Raflardaki
baharatlara dalgın gözlerle bakarken yukarıdaki kapının kapandığını fark etmedi.
Kimyon
alınması gerektiğini beynine not etti ve floresan güçlü bir şekilde titreşince
başını kaldırıp bakındı. Sesi o sırada duydu. Bir hayvan hırıltısını
andırıyordu. Aniden oda soğumuştu, dudaklarının arasından çıkan buhar bunu
ispatlıyordu. Buzluğun açık olup olmadığına baktı. Kapak sıkıca kapalıydı. Kontrol
etmek için kapağı açtı ve yeniden kapattı. Hırıltı daha yüksek bir tonda
arkasında gıcırdayınca ürperip arkasına döndü. Korkudan, damarlarında akan kanı
donmuştu. Rafların arasındaki gölgelere gözlerini dikti ve floresan seslice
kırpıştı. Basamaklara doğru atıldı ve birden önünde beliren devasa bir göğüse
hızla çarpıp geriye düştü.
Karşısında, damarları
fırlamış kahverengi teni, irinli çıbanlarla kaplı; siyah gözlü, sarı sivri
dişleri çürümüş, küt burunlu bir yaratık duruyordu. Kasları, yumruk yaptığı
elleri yüzünden patlayacakmış gibi şişti ve Dünya’nın biraz önce duyduğu
gıcırtılı hırıltıyla konuştu.
‘’Anahtar!’’
dedi. Nefesinin pis kokusunu dibindeymiş gibi duydu. ‘’Bizimle gel!’’
Dünya elleri
yerde, bedenini, yaratıktan uzaklaştırmak için kaydırdı. Korkudan dili tutulmuştu,
konuşamıyordu. Yine bir kâbus gördüğünü düşündü, gündüz rüyasıydı. Az sonra kaybolacaktı.
Bu biraz cesaretlenmesini sağladı ve duvara yaslanıp ayağa kalktı. Yaratık,
siyah gözlerini kıstı.
‘’Kaçamazsın.’’
diye hırladı. Ve elini yana sallayınca hava yarıldı, kapkaranlık bir deliğin
içinde kırmızı ve kirli sarı dumanlar süzülüyordu. Yaratık ona döndü. ‘’Buraya
gel.’’
Dünya, her an
kaybolacağını düşünsede, hayalindeki yaratıktan gözünü ayırmadan eliyle
savaşacak bir şeye bakındı ve eline bir satır geldi. Normalde satırın buraya
konmasına kızardı ama şimdi kim koyduysa içinden teşekkür etti. Satırı alıp iki
eliyle önde tuttu.
‘’Defol git!’’
Yaratık,
keyifle hırladı ve ona doğru adımladı. Dünya hiç düşünmeden satırı salladı.
Yaratığın geniş göğsüne saplanan satır, kan fışkırtan derin bir yarık açtı. Koyu,
çamurumsu kan, eline doğru süzülürken Dünya satırı geri çekmeye çalıştı. Kaburgalara
saplanan satırı çekmek için gücü yetmeyince çoktan ölmesi gereken yaratığın yüzüne
yumruk attı. Yaratık darbelerin hiç birinden etkilenmemişti. Dünya satırı
bırakıp gerilediğinde; yaratık iri eliyle satırın sapını kavradı ve asılıp
çıkarttı. Satırı yere fırlatıp yarık göğsündeki kanıyla dolan boşluğa bakarken
hırladı.
‘’Nesin sen?’’
dedi Dünya şaşkınlıkla.
Yaratık
doğruldu ve Dünya’yı gevşekçe tokatladı. Dünya yere düşmeden önce başını bir şeyin
kenarına vurdu ve gözlerinin önünde yıldızlar patladı. Yaratık, ayağa
kalkmasına izin vermeden Dünya’yı boğazından yakaladı. Nefes alamıyordu. Yaratık
onu dönüp duran kara deliğe götürürken tepinmekten başka elinden bir şey
gelmedi.
Başına aldığı
darbe ve boğazını sıkan el yüzünden bayılmak üzereydi; gücü tükenmişti. Gözünün
önünde parlak noktalar yanıp sönmeye başladı. Yaratık, tek ayağını deliğe attı.
Ve bir şey gelip onlara çarptı. Gelen, Dünya’yı yaratığın elinden kurtarmak
için ışıltılı bir kılıçla kolunu kesti ve uzun bacaklarıyla yaratığa bir tekme
atınca yaratık deliğin içinde kayboldu. Adam, yerdeki kesik kolu alıp yaratığın
ardından attı ve delik pis bir duman sızdırarak kapandı.
Dünya nefes
almaya çalışarak onu kurtarana baktı. Daha doğrusu kurtaranlara… Bunlar, onu
sürpriz parti için zorlayan çiftti. Sarışın adam, ışıldayan kılıcı sırtındaki saklı
kınına sokup ceketini düzeltirken kızıl saçlı, Dünya’nın yanına çöktü.
‘’Dünya, iyi
misin?’’
Öksürdü, sesi
çıkmayacaktı. Kızıl saçlı, elindeki mendille, Dünya’nın başındaki kanı silerken
adama döndü.
‘’Apollon su
getirir misin?’’
Adam,
sıkıntıyla etrafına bakındı. ‘’Nerden getireyim, çeşme bile yok ki.’’
Dünya, eliyle
meyve sularının olduğu rafı işaret edince, adamın mavi gözleri parıldadı. ‘’Ah,
tabi ya! Onlar da işe yarar.’’
Dünya’nın
vişne suyunu yudumlamasını beklediler. Kızıl saçlı kadın, Dünya’nın yanına
oturmuştu, adam ise basamaklara. Kadın bağdaş kurup dirseğini dizine koydu.
‘’Şimdi
nasılsın? Biraz daha iyi misin?’’
Kısık bir
sesle ‘’Evet.’’ dedi ve ikisine ayrı ayrı baktı. ‘’Siz nerden çıktınız?’’
Adam ayağa
kalkıp yanlarına geldi, tek dizinin üstüne çöktü. ‘’Sen bizi aramayınca biz gelelim
dedik.’’ Dünya, anlamsızca ona bakınca adam açıkladı. ‘’Parti için, hazırlık
yapmalıyız. Az zamanımız kaldı da.’’
Dünya başını
salladı, konuşmadan önce yeniden öksürdü. ‘’Peki, burada ne işiniz var?’’
Kızıl saçlı,
adama döndü. ‘’Neden her şeyi sürekli ben açıklamak zorunda kalıyorum?’’ dedi
‘’Ona ilk ulaşan hep Ares oluyor ama tüm açıklamaları ben yapmak zorunda
kalıyorum’’
‘’Ares mi?
Kim?’’
Adam gözlerini
devirdi. ‘’Senin çenen, gerçekten çok düşük.’’
Dünya ayağa
kalktı. ‘’Dalga mı geçiyorsunuz benimle, bütün bu numaralarda ne?’’ dedi ve başının
dönmesine aldırmadan yukarıdaki kapıyı işaret etti. ‘’Gidin buradan!’’
Dünya, kapının
önünde başka birinin daha olduğunu hayal meyal gördü. Zayıf bir gölge, kimsenin
girmemesi için kapıyı tutuyordu. Elini başına götürerek çifte döndüğünde kadının
tereddütle adama baktığını fark etti. Dünya, dönen başını sabitlemek için
elleriyle başının iki yanını sıkıştırdı. Sendeleyince sarışın fırlayıp onu
yakaladı, adamdan uzaklaşmak için itti ama gücü kalmamıştı. Adamın kolları
arasına yığılırken kadının fısıltısını duydu.
‘’Herşeyi
batırdık, artık Dünya asla partiye izin vermez.’’
* * *
Kendine
geldiğinde yatakta yatıyordu. Keskin bir ilaç kokusu burnuna çarpınca hastanede
olduğunu anladı. Burada ne işi vardı? Gözlerini araladı ve başını yana çevirdi.
Sedef, ikili koltukta oturmuş telefonundan mesaj çekiyordu. Boğazını temizleyince
kadın bakışlarını telefondan alıp doğruldu.
‘’Uyandın mı?
Canım beni çok korkuttun.’’ ayaklanıp yanına geldi. ‘’Kendini nasıl hissediyorsun?’’
‘’Susamış’’
dedi halsiz ve kırık bir sesle.
Sedef hemen
masadaki sürahiden doldurduğu bardağı ona getirdi. ‘’Endişeden ölecektim
Dünya’’ sonra gözlerini devirdi ve bardağı onun dudağına dayarken mırıldandı.
‘’Gerçi sen az daha ölecektin, bendeki patavatsızlığa bak!’’
Dünya, yarım
bardak suyu içtikten sonra kolundaki seruma baktı. ‘’Bana ne oldu?’’ sesi öyle
çatlak ve kısık çıkmıştı ki, kendi sesi olduğuna inanamadı.
‘’Galiba
basamaklardan düştün, emin olamadık. Seni bulduğumuzda basamakların yanında
yatıyordun ve başın kanıyordu ama boğazını nasıl zedeledin… O konuda bir
tahminimiz yok.’’ diye yanına oturdu.
Midesi
bulanıyordu ve boğazıyla başı ağrıyordu. Sedef, saçlarını okşadı. ‘’Senin
tatile ihtiyacın var tatlım. Demet ve Kerem, senin yerine bakacaklar. İstersen
bir ya da iki haftalığına dinlenebilirsin.’’ dedi ve gülümsedi.
‘’Maaşından
kesmeyeceğim, söz.’’ Dedi ve sırıttı. ‘’Zaten bu halde çalışmana izin
veremem.’’
‘’Yıllık
iznimi kullandıracaksın sanırım.’’ dedi çatlak bir sesle gülerek.
‘’Fırsat bu
fırsat Dünya, değerlendir. Yoksa yıllık izni rüyanda görürsün.’’ dedi ve göz
kırptı.
Dünya, onu
rahatlatmaya çalışan Sedef’e gülümsemeye devam etti ve gözlerini kapattı.
Olanları hatırlamaya çalışıyordu ama her şey dumanlıydı. İğrenç, kahverengi
tenli bir yaratığın ona saldırdığını ve o garip çiftin onu kurtardığını
anımsıyordu. Bu garip rüya dışında kazayla ilgili hiç bir şey hatırlamıyordu. Sedef,
omzunu okşayınca gözlerini araladı.
‘’Seni görmek
isteyen biri daha var.’’ dedi.
‘’Hayır…’’
diye inledi. Can’ı görmek istemiyordu. ‘’Ona neden haber verdin?’’
Sedef, yüzünü
astı. ‘’Ben haber vermedim. Nasıl olduysa duymuş ve seni görme konusunda
ısrarlı.’’
Arkadaşını
kötü durumda bırakmamak için ‘’Tamam.’’ dedi. ‘’Birkaç dakika sıkılmak beni
öldürmez.’’
Sedef
rahatlamadı, tam tersine telefonunu sallayarak ‘’Benim bir iki görüşme yapmam
gerek, ikinizi bir süre yalnız bıraksam kızmazsın, değil mi?’’ diye sıkıntıyla
konuştu.
Dünya öksürdü
ve başını salladı. ‘’Kaç bakalım, bir de dost olacaksın.’’
Sedef, onun
yatakta duran elini sıkıp bıraktı ve telefonu ile dışarı çıktı. Hafifçe yatakta
doğruldu. Başını, bandajlı alnı ve serum hortumlu koluyla, Can’ı karşılamak
için başını kapıya çevirdi. Kapı açıldı ve Aras içeri girdi. Dünya, adama baktı
kaldı. Kesinlikle onu beklemiyordu.
Aras, çatık
kaşlarının altından parıldayan gözlerle kıpırdamaksızın Dünya’yı süzdü. Başına,
boğazına ve serum takılmış koluna baktıktan sonra elini saçına geçirip öfkeyle
yumruğunu sıktı ve dudaklarından kısık sesle bir küfür çıktı. Tam duyamadığı
küfür karşısında ses bile çıkaramadan gerilen Dünya yutkundu.
Aras, hiddetle
ona döndü. ‘’Bundan sonra yanımdan ayrılmıyorsun.’’ dedi. ‘’Sakın, karşı çıkma.
İtiraz kabul etmiyorum!’’
Dünya
şaşkınlıkla ‘’Ne?’’ dedi. ‘’Ne demek yanımdan ayrılmıyorsun?’’
Aras yanına
geldi ve eliyle boynunu incitmemeye çalışarak hasar kontrolü yaptı. Dünya,
canını acıtmasa da adamın elini tutup indirdi. Dokunuşu canını değil, kalbini
sızlatıyordu. Gözlerine dikkatlice baktı. Adamın kehribar rengi gözlerindeki
altın ışıltıları ömrü boyunca bıkmadan izleyebilirdi. Öylesine tanıdık ve
çekiciydi ki… Sanki ömrü boyunca bu güzel gözlere bakmıştı.
Aras’ın endişeli
gözleri Dünya’nın yüzünde gezindi.
‘’Beni çok
korkuttun papatyam.’’ dedi gergin bir sesle. Adamın uzun, koyu renk
kirpiklerinin arasındaki gözleri titreşti. Kaşlarını çatıp doğruldu. ‘’Ve ben
korkmayı sevmem.’’ dedi gülümsemeye çalışarak.
Dünya,
avcundaki eli okşadı ‘’Senin adın ne?’’ dedi zor çıkan sesiyle.
Altın gözlü
gülümsedi. ‘’Aras’tan hoşlanmadın mı?’’
Kapının önünde,
telefonda kimle konuşuyorsa onunla vedalaşan Sedef’in sesi gelince; Dünya,
aniden Aras’ın elini bırakıp başını kapıya çevirdi. Aras, onun değişen tavrına
bozulduğunu saklamadan asık yüzle doğrulurken, Sedef odaya girdi. Kadın,
yatağın kenarına oturan Aras’a kısa bir bakış attı ve adamın yanına dikilip
Dünya’ya gülümsedi.
‘’Can,
birazdan burada olacakmış.’’ dedi. ‘Can’
lafından sonra gerilen Aras’ın kadına bakışı hiç masum değildi.
‘’Onun ne işi
var burada?’’ dedi Aras, ayağa kalkıp Sedef’e tepeden baktı.
Sedef şaşkın
bakışlarla adama doğru döndü. ‘’Senin ne işin var, peki?’’ dedi. ‘’Can,
Dünya’nın sevgilisi, sen nesisin?’’
Dünya’nın
gözleri, bu gereksiz yalan karşısında açılırken Aras homurdandı. ‘’Yalan
söylemene gerek yok Sedef.’’ dedi ve ellerini cebine attı. ‘’Seninle aramda
hiçbir şey olamaz. O yüzden Dünya’ya, o salak herifi ayarlamaya çalışma.’’
Sedef,
öfkesinden mosmor olmuştu. ‘’Böyle bir niyetim yok...’’ dedi ama devam edemedi
ve Dünya’ya döndü. ‘’Yalan söylüyor!’’
Asıl Sedef’in
yalan söylediğini anlaması için omzunun ısınmasına gerek yoktu.
‘’Sorun değil
Sedef.’’ dedi.
Kadını
tanıyordu, böyle bir şey yapması beklenirdi. Kötü bir niyeti olmadığını
biliyordu, sadece Aras’tan çok hoşlanıyordu ki; ona hak vermemek elinde
değildi. O yüzden adamın etrafındaki rakip potansiyelini düşürmeye çalışıyordu.
‘’Aras şaka
yapıyor Sedef, değil mi Aras?’’
Adam, yan
gözle ona baktı ve hiçbir şey demeden ikili koltuğa gidip oturdu. Sedef, adamı kırgın
gözlerle izledikten sonra nefes alıp Dünya’ya döndü.
‘’Neyse, benim
kafeye uğramam gerek. Bir saate işim biter, yanına geri dönerim. Sen iyisin,
değil mi?’’
‘’İyiyim canım.’’
diyerek gülümseyince Sedef rahatladı ve yanağından öpüp doğruldu.
‘’Kısa zamanda
döneceğim.’’ diye tekrar edip Aras’a döndü.
Aras,
kaşlarının altından Sedef’e bakıyordu. Sedef
‘’Sende çıksan iyi olur, dinlenmesi gerek.’’ Diye bozuk bir sesle ekledi.
Aras, sabit
gözlerle bakmaya devam edince Sedef soluk alıp sinirli adımlarla dışarı çıktı.
Dünya, ikisinin arasındaki gerginlik karşısında ne diyeceğini bilemiyordu.
Başını yastığa bıraktı ve tavana baktı.
Kâbusları
artık gerçeğe döndüğüne göre bundan sonrası için deli raporu almaktan başka
çıkar yolu kalmamıştı. Başından geçenler mantıksız ve açıklayamayacağı kadar
gerçekçiydi. Karakterler bile olası değildi. Kızıl saçlı kadın ve sarışın
adamın bile hayali olduğunu düşünmeye başlamıştı. Yaratık hakkında hiç
düşünmüyordu bile, belki sahiden de merdivenden düşmüştü. Tek tuhaflık Aras’ın
ona olan ilgisi olabilirdi. Başını çevirip adama baktı.
‘’Olanlar
gerçek mi?’’ diye neden ona sorduğunu bilemeden sordu.
Aras kısa bir
süre düşündü ve başını salladı.
‘’Evet.’’
‘’Sende mi
delisin?’’
Aras aniden
güldü ve Dünya’nın soluğunu kesti. Gülümsemeye devam ederek koltuğa yaslandı.
‘’Öyle
olduğumu söylerler.’’ dedi ‘’Bazen bende olduğumu düşünürüm ama seninki gibi
bir raporum yok.’’
‘’Benim de
raporum yok!’’ diye homurdandı.
Aras,
Dünya’nın yüreğini hoplatan hoş bir bakışla, ona baktı.
‘’Buradan
gidelim mi?’’ dedi sonunda, çekici bir sesle.
‘’Nereye?’’
‘’Eve.’’
‘’İtiraz etme
şansım var mı?’’
Dudağını
büktü. ‘’Can’ı evire çevire dövmemi seyretmek istiyorsan, bekleyebiliriz.’’
‘’Hoş olabilir
aslında.’’ diye çatlak sesiyle konuştu.
Aras gülümsedi
ve ayağa kalkıp yanına geldi. Dikkatlice kolundan serumu çıkarttı ve küçük bandajı
yerine geri yapıştırdı.
‘’Ayağa
kalkabilecek misin?’’ dedi ve cevabını biliyormuş gibi dolaba doğru yürüdü.
Dolaptan kıyafetlerini çıkartıp Dünya’ya getirdi.
Üzerindeki
hastane kıyafetiyle doğruldu. Bu, ona iki beden büyük gelen bir pijamaydı. Aras’ın
elinden kıyafetlerini alıp ayağa kalktı ve hala bekleyen Aras’a baktı.
‘’Dışarı!’’
dedi başparmağıyla kapıyı gösterdi.
Aras,
isteksizce odadan çıkarken adamın arkasından baktı. Daha bu sabah, elinde
bıçakla karşısına çıkmışken şimdi onun peşinden gitmekte sakınca görmüyordu.
Düşüncelerinin bu denli değişmesi acaba iyi bir şey miydi? Üstünü değiştirdi ve
çantasını dolaptan alıp telefonuna baktı. Saat ona geliyordu, oldukça uzun bir
süre baygın kalmıştı. Çantasını boynundan geçirip odadan çıktı. Aras,
yaslandığı duvardan doğrulup kolunu ona uzattı. Dünya, adamın koluna girdi ve
teninden yayılan kokuyu içine çekerek Aras’a yaslandı.
‘’Nasıl
çıkacağız?’’
Aras ona baktı
‘’Bunu bana bırak.’’ diye fısıldadı.
Hastaneden
çıkmak gerçekten de hiç zor olmamıştı. Dünya, elini koluna sallayarak dış
kapıdan çıkarken; Aras, danışmadaki kızı, sadece kenarda dikilerek oyalamayı
başardı. Kız, adama göz süzmekten önünde yürüyüp geçen bandajlı Dünya’yı
görmemişti bile.
Otoparka
varmadan Aras, yanında bitti ve teklifsizce onu kucakladı. Dünya az önce
sendelediğini Aras’ın gördüğünü düşündü, çünkü başı dönmeye başlamıştı. Adamın
boynuna sarıldı ve onu arabanın koltuğuna bırakınca Aras’ın hemen ondan
uzaklaşmasına izin vermedi. Kollarını yavaşça boynundan çekerken Aras’ın yüzünü,
avuçları arasına aldı.
‘’Seni ne
zamandır tanıyorum?’’ dedi gözlerine bakarak.
Aras’ın
gözleri dudaklarına kaydı ve yeniden gözlerine dönerken mırıldandı.
‘’Yaklaşık beş
senedir.’’
‘’Peki, son
bir senedir neredeydin?’’ diye fısıldadı.
Sözleri, Aras’ın
canını yakmıştı veya sinirlendirmişti. Anlayamadı çünkü aniden adamın çenesi
kasıldı ve başını onun temasından çekti. Ellerini, arabanın tavanına yasladı. Bir
iki derin nefesin ardından Aras, kapıyı kapattı ve sürücü tarafına geçerken Dünya,
adamın sinirini yatıştırmaya çalıştığını fark etti.
Kapısını
kapattı ve arabayı çalıştırdı. Hareket etmiyordu. Dünya, adamın gerginliğinin
havayı elektriklendirdiğini hissediyordu. Gevşemesi için ne yapabileceğini
bilemez halde dudağını ısırdı ve o anda çığlık attı. Çünkü hemen arka koltuktan
bir ses neşeyle patlamıştı.
‘’Hey!’’ diyen
sesin sahibi zayıf genç bir adam, başını koltukların arasından çıkardı. ‘’Selam
Dünya!’’
Dünya, arabaya
bindiklerinde yabancı birinin içeride olmadığına emindi, ne ara gelmişti? Elini,
kalbine götürerek daha önce kilerin kapısında gördüğü siluete benzettiği gence
baktı.
‘’Sende kimsin
be?’’
Aras, onun
kadar şaşırmamıştı. Koltukların arasından neşeyle onlara bakan genç adamın
başına bir şaplak attı.
‘’Bir daha
bunu yapma Hermes, henüz hazır değil.’’
Hermes, başını
ovalayarak geriye oturdu. ‘’Ne bileyim, bizi açıkladın sandım.’’
Aras, Dünya’nın
şaşkın ifadesine bakıp açıklamaya çalıştı. ‘’Bu düşüncesizin kusuruna bakma,
biraz tezcanlıdır.’’ dedi ve kolunu koltuğun arkasına atarak gence döndü.
‘’Anlat ve git Hermes.’’
‘Hermes’ denen genç adam, ciddileşti. ‘’Acilen
Olimpos’a dönmen gerekiyor.’’
‘’Neden? Kim
söyledi?’’
Hermes ‘’Zeus
söyledi. Uzun süredir gelmediğini fark etmiş, nasılsa. Bence Afrodit’in çenesi
açık kalmış.’’ dedi ve Dünya’ya baktı. ‘’Ve anahtarı da getirmeni söyledi.’’
Aras başını
çevirdi ve Dünya’ya baktı. Dünya artık şaşkınlığın son raddesindeydi. Duydukları,
gördükleri ve isimler o kadar saçmaydı ki, gizli kamerayı sormamak için
dudağını ısırıyordu. Aras ‘’Teşekkürler Hermes.’’ dediğinde Hermes ortadan
kayboldu.
Dünya’nın,
Aras’a bakışı iyice tuhaflaşmıştı.
‘’Bir an önce
anlatmaya başla, yoksa ben hastaneye geri dönüyorum.’’ dedi. ‘’Akıl
hastalıkları bölümüne ve bu sefer raporsuz döneceğimi hiç sanmıyorum.’’ diye de
ekledi.
Aras
sıkıntıyla başını çevirdi ve arabayı çalıştırdı. ‘’Eve gidip konuşalım.’’ dedi
‘’Açıklamam biraz uzun sürecek ve ben acıktım.’’
‘’Önce bir tek
şeye cevap ver.’’ dediğinde Aras yan gözle ona baktı. ‘’Adın ne?’’
Adam tek
eliyle direksiyonu tuttu ve diğer elini ona uzattı. Dünya elini onun avcuna
bıraktı. Aras eğilip Dünya’nın eline yumuşak bir öpücük kondurdu. Gözleri
ışıldayarak sorusunu yanıtladı.
‘’Adım, Ares.’’
Dünya rahatlayarak
gülümsedi ve arkasına yaslandı.
‘’Seni tanıyorum.’’
diye mırıldadı. ‘’Ares.’’
Dünya’nın eli,
boynundaki kolyesine uzandı ve alışagelmiş bir tavırla kolyesini okşadı.
Rüyalarının bir şekilde gerçek olduğunu artık biliyordu ve sonradan anlam
kazanan bulanık hayallerinin başrol oyuncusunun neden Ares olduğunu… Kalbi, bu çekici adamı çok uzun zamandır
tanıyordu. Ares, arabayı hareketlendirdiğinde; Dünya, gülümseyerek başını
koltuğa yasladı.
* * *
Eve
döndüklerinde, Dünya kendi dairesine gidip hızlı bir duş aldı. Boynundaki kızarıklığı
bir fularla sarıp gizledi. Başındaki bandajı çıkarmıştı, sızıları dışında bir şikâyeti
yoktu. Başındaki iki dikişi saçlarıyla örtünce rahatladı ve Ares’in dairesine
geçti. Ares, hazır soslu makarna yapmıştı ve çok güzel kokuyordu. Gerçi, evin
içinde Dünya’nın bayılmadığı bir koku yoktu.
Yemeğe
oturdular. Ares, makarnadan bir çatal aldı ve çiğnemeye başladı. Dünya üçüncü
çatalı almıştı ama Ares hala ilkinde oyalanıyordu. Dünya yavaşladı, ağzındakini
yuttu ve boğazını temizledi.
‘’Yemek zehirli
mi?’’
‘’O kadar mı
kötü?’’ dedi Ares üzgün bir tavırla yüzünü astı.
‘’Hayır.’’
dedi Dünya. ‘’Çok lezzetli ama sen neden yemiyorsun?’’
Ares sırıttı.
‘’Gerçekten iyi mi olmuş?’’
‘’Çok iyi
olmuş.’’
Ares ‘’Afiyet
olsun.’’ dedi ve gülümseyerek makarnayı nihayet yemeye başladı. ‘’Uzun zamandır
yemek yapmamıştım, hem de çok uzun.’’ dedi ve lokmasını yutarak Dünya’ya baktı.
‘’O yüzden eleştirini bekledim. Beğenmezsen dışarıdan sipariş vermeyi
düşünüyordum.’’
Ares’in özellikle
onun beğenisini sormasına neden heyecanlandığını anlayamadı ama adama âşık
olduğunun bilincindeydi. Sedef, onu, kesin öldürecekti. Hastanede Ares’in ona
ilgisine kızdığı belliydi. Bir yanda en yakın ve tek arkadaşı, diğer yanda
tutulmaya başladığı çekici komşusu… Kimseyi üzmeden ve üzülmeden bu işten nasıl
sıyrılacaktı?
Tabaklar
boşalmıştı ama Ares hala bir şey anlatmamıştı. Dünya, konuya girmenin zamanı
geldiğini düşündü.
‘’Anahtar
dediğiniz şey ne? Herkes neden bana anahtarı soruyor?’’
Ares ‘’Nasıl?’’
dedi kaşlarını çattı. ‘’Sana anahtarı kimler sordu ki?’’
Dünya, adama
semenderli rüyasını ve kilerde ona saldıran yaratığı anlatırken Ares dikkatle
onu dinledi.
‘’Hepsi bana
anahtarı soruyor gibiydi ve o arabanda ışınlanan çocuk da senden anahtarı
getirmeni söyledi. Yani sen anahtarın ne olduğunu biliyorsun, değil mi?’’
Ares başını
salladı. ‘’Evet, anahtarı biliyorum. Anahtar dediğimiz şey, sensin’’
Dünya, bir kez
daha, duyduğu ve gördüğü saçma şeyleri aklında toparlamak için gözlerini
kapatıp nefes aldı ve açtı.
‘’Bir senedir,
karanlık, en korkulu kâbusum olmuştu. Düşüncelerimi saran kötücül his, ne
yapsam bir türlü aydınlanmıyordu ama artık alışmıştım. Ve sonra sen geldin,
aklımı iyice karıştırdın. Rüyalarımda bana güç veren şey, bir yüze sahip olmuştu.
Bu iyi mi bilmiyorum ama dün gece kesintisiz uyuduğum ve uyuduğumu hatırladığım
tek geceydi. Bunun nedeni de sendin, nasıl olduğunu sorma, açıklayamam. Ama
senin bana bir şeyler anlatma zamanın geldi, ben iyice delirmeden önce. Sen
kimsin ve benden ne istiyorsun? Adın neden tanrı ismi?’’
Dünya’nın sesi
sonlara doğru iyice titremeye başlamıştı. Ares, gözlerini onun yüzünden hiç
ayırmadan dinledi. Sözleri bittikten sonra ellerini, masada kenetledi. Yavaşça
konuşmaya başladı.
‘’Bizler, bir
çeşit boyut koruyucularıyız, yüzlerce yıldır boyutların güvenliğiyle
uğraşıyoruz. İsimlerimizin bu kadar bilinmesinin nedeni ise; içinde yaşadığımız
boyutlarda, çeşitli kültürlerin, bizi zamanla sahiplenmesi yüzünden. Bazı boyutlarda,
güçlerimiz yüzünden tanrı olarak nitelendirdik ama bizler tanrı değil sadece
savaşçıyız. Boyutların giriş yetkileri bizde fakat bazen boyutlar büyüyle veya
başka yollarla bizlere kapatılıyor. Genelde o boyutla ilgili sorun olduğunda bu
olur ve boyut, dışındaki her şeye karşı kapatılır. Anahtar, o zaman devreye
girer. Bir anahtar oluştuğunda terslik olduğunu anlarız. Anahtarı alıp görev
zamanının belirmesini bekleriz. Anahtar, sorunlu boyutu açar veya problemin
kaynağını bulur ve biz de olayı çözeriz. Evimizde beliren anahtarların görevi
bittiğinde, anahtarın anılarını silip yaşadığı hayata sorunsuzca bırakmaya
çalışırız. Çevresini de uygun hale getirdikten sonra olay biter. Sözünü ettiğim
bu anahtarlardan biri de sensin.’’ dedi ve nefeslenip geriye yaslandı.
‘’Uzun bir
süredir sadece sendin. Bu süre, bir anahtar için normal bir süre değildi. Her
belirişinin son olmasını umut ediyordum, çünkü hafızanla oynamamız senin zarar
görmene sebep oluyordu. Benim için çok zordu.’’
Dünya, merakla
öne doğru eğilmişti. Karşısındaki adamın adından yola çıkarak kendisinin ‘Savaş Tanrısı Ares’ olduğunu ciddi
olarak düşündüğünü anladı. Bu, hayallerinin ötesinde bir delilikti. Tamam,
tuhaf bir şeyler döndüğünü biliyordu ama yok ya, karşısındaki adam acımasız
savaş tanrısı mıydı?
Ares,
neşesizce güldü.
‘’Benim deli
olduğumu düşünüyorsun.’’
Karşı
çıkacaktı ama vaz geçti. ‘’En az benim kadar delisin.’’ dedi iç geçirerek.
Ares, olanları
anlatmasından olsa gerek biraz rahatladı ve tabakları masadan alıp evyeye
bıraktı. Dünya, Ares’in konuşmayı elinden geldiğince ertelemeye çalıştığını
fark etti. Adamı bu denli rahatsız eden şeyi merak etti.
‘’Neden senin
için zordu?’’
Ares’in elleri
bir süre levyede kenetli kaldı, sonra Dünya’ya döndü ve sırtını tezgâha
yasladı. Hüzünlü gözleriyle Dünya’ya baktı.
‘’Hafızanı
sürekli silen kişi bendim. Her şeyi, tüm yaşananları sana unutturan, anılarına
kıyan ve en kötüsü katilin olan benim. Beynine karanlığı salan ve zihninin canavar
hayalleriyle dolmasına neden olan kişi, benim. Kabuslarının nedeniyim.’’
Dünya,
bakışlarını adamdan alıp masaya dikti. Hafızası defalarca katledilmişti ve Ares
bunu yapanın kendisi olduğunu söylüyordu.
‘’Bunu nasıl
yapabilirsin?’’ diye fısıltıdan farklı olmayan bir sesle konuştu. ‘’Büyü mü?’’
‘’Büyü değil. Hepimizin
bazı özellikleri olduğunu söylemiştim. Benim yeteneğim de hafızayla ilgili,
istediğim şeyi unutmanı sağlayabilirim veya tüm her şeyi aklından silebilirim’’
Ares’in sesi duygusuzlaşmıştı. Dünya başını kaldırdığında adamın yüz
ifadesininde sesiyle uyumlu olduğunu gördü ve ürperdi. ‘’Sana kadar bu
yeteneğimin kimseye zararı olmamıştı, ne anahtarlara ne de bana. Sen, her şeyi
değiştirdin.’’
‘’Ben ne
yaptım ki?’’ dedi Dünya. ‘’Hafızamı silip beni bırakmışsın madem, neden yeniden
hayatıma girdin?’’
Ares,
dudaklarını sıkıp başını yana çevirdi. Dünya ayağa kalktı ve adama doğru iki
adım attı.
‘’Neden
rüyalarımda sen varsın, neden seni…’’ dudakları titredi. Neden onu sevdiğini soramayacaktı, o yüzden sözlerini
yutup devam etti. ‘’Neden sadece senin yüzünü görüyorum?’’
Ares,
parıldayan gözlerini ona çevirdi. ‘’Anahtarlar benim sorumluluğumdaydı. Rüyalarında
beni görmenin sebebi, seninle en çok vakit geçiren kişi, ben olduğum için olabilir.’’
dedi ama Dünya, Ares’in başka bir açıklamayı onun ağzından duymak istediğini
yüzünden okuyabiliyordu.
‘’Diğerleri
kim, şu sözde iş arkadaşın olanlar?’’ dedi Dünya, lafı biraz daha açtı. ‘’Kafeye
gelen kızıl saçlı kız ve arkadaşı da bu işin içinde mi?’’
Ares, boynunu
esnetti ‘’Kızıl saçlı kız Artemis, yanındaki ise Apollon. Son birkaç aydır
Artemis zaten sürekli çevrendeydi. Sana göz kulak olmak için her biri gönüllü oldu.
Apollon, Eros, Hades ve Athena işleri olmadığında nöbetleşe senin korumaya
almışlardı. Ben uzaktaydım ama Hermes, bana haberlerini getiriyordu.’’
Dünya omzunun
hiç alarm vermemesinden adamın sözlerinin gerçek olduğunu anladı. ‘’Benim
önemim ne?’’ Az daha ‘senin için’
diyecekti, son anda bu kelimeyi de yuttu. Genç adama inanıyordu ve tüm öğrendiklerinden
sonra Savaş Tanrısı Ares için umut beslemek istemiyordu. ‘’Beni neden veya kimden
koruyorsunuz?’’
‘’Senden sonra
anahtar belirmedi, ne bizde, ne de diğer evlerde. Önce sorun olmadığı için
anahtara gerek olmadığını düşünmüştük ama bu çok iyimser bir düşünceydi. Şu
anda tüm boyutları ateş sarmış durumda, kendi evimizde bile geçiş yapamadığımız
boyutlar var. Diğerlerinin de bizden farkı yok. Uzun süredir bu tuhaf sorunla
uğraşıyoruz. Diğer evlerle işbirliklerimiz bile sonuçsuz kaldı. İzlediğin
haberlerdeki korkunç cinayetlerin fazlalaştığı dikkatini çekmiş olmalı. Bu
vahşeti insan yapamaz, dediğin olmuştur. Çoğunun sorumlusunun, bu boyuta sızan
iblislerin işi olduğuna eminiz. Bu nedenle iki ay kadar önce Apollon, ayna
büyüsünü yeniledi ve anahtar belirmesi için görüsünü zorladı. Boşlukta beliren
şey, bir anahtar figürüydü. Ne isim, ne de bir yüz… Tek bir anahtar…’’
Ares, konuşurken
bir yandan da ellerini koyduğu tezgâhın mermerini sıkıyordu. Dünya adamın bu
kadar gerilmesine anlam veremedi ama biraz daha devam ederse mermerin elinde
kalması içten değildi. Çünkü kalın mermerin çatırdadığını duymuştu. Neyse ki
Ares, mermeri sıkmaktan vaz geçip kollarını kavuşturdu.
‘’İblisler,
bir süredir bilmediğimiz bir nedenle senin peşine düştü. Bu bir tesadüf
olamazdı, senden istedikleri bir şey olduğunu düşündük. Böylece yine işin içine
girdin, zaten bir önceki görevinin bitişi de şüpheliydi. Apollon, görevinin
bittiğine emin değildi ve aynanın normal renginden farklı olarak, karardığını
söylemişti. Bu yüzden ölümsüzler de senin peşine düştü, elimizdeki son
anahtarın peşine.’’
‘’Ölümsüzler
mi?’’ dedi Dünya. ‘’Nasıl yani? Sizler ölümsüz müsünüz?’’
Ares, elini
saçlarını götürüp karıştırdı. ‘’Bu ağız alışkanlığı. Aslında yardım yoluyla çok
yaşayanlar demek doğrusu olur ama söylemek uzun oluyor. O yüzden ölümsüzler
demek kolay.’’
Dünya, adama
doğru bir adım daha attı. ‘’Sende mi ölümsüzsün?’’
Ares, omzunu
silkti. ‘’Son bir senedir değilim.’’
‘’Neden?’’
‘’Uzun hikâye.’’
dedi çekici bir ses tonuyla ve ekledi. ‘’Belki bir gün anlatırım.’’
Dünya, bir
adım daha atıp adamın karşısında durdu. ‘’Neden?’’
Ares gözlerini
onun gözlerine dikerek cevapladı.
‘’Çünkü son
yıllarda, ölümsüzlük bana bir şey ifade etmiyordu.’’
‘’Neden?’’
Yaklaştığında,
Ares’in en az onun kadar heyecanlandığını görmek nefesini kesti. Dünya’nın bacakları,
onu taşımayı reddediyordu. Dengesini sağlamak için elini adamın göğsüne koydu
fakat dokunuşu ona hiç yardımcı olmadı. Ares, ona destek olmak için ellerini
onun beline sardığında düşmekten kurtuldu ve gözgöze geldiler. Eliyle hafifçe
sırtını okşayan genç adamın gözleri, Dünya’nın dudaklarına doğru indi ve
yavaşça ona doğru eğilirken fısıldadı.
‘’Çünkü sen,
benim Dünya’msın ve ben, senden uzakta bir dünyada yaşamak istemedim.’’
Ve Dünya’nın kendine
koyduğu engelleri tek cümlesiyle yerle bir etti. Onu Ares’e çeken mıknatısın
çekimine kendini bıraktı ve tam o anda kapının zili çaldı. Büyülü bir anı,
başka hiçbir ses bu kadar acımasızca kesemezdi. Dünya irkilince Ares de doğruldu
ve sanki Dünya bir şey söyleyecekmiş gibi yüzüne baktı.
Dünya
yutkundu. Boğuk bir sesle ‘’Kapı?’’ diyebildi.
Ares’de aynı
tonda doğruladı. ‘’Kapı!’’
Ares, alışmış
bir tavırla Dünya’nın elinden tuttu ve kapıya doğru yürüdü. Kapının zili bir
kez daha çaldı. Ares duraklayıp dürbüne bile bakmaksızın ‘Sedef!’ diye fısıldadı ve kaşları çatık kapının koluna uzandı.
Dünya,
panikledi. Sedef, onu burada görmemeliydi hem de delice hoşlandığı adamla elele.
Ares’i çekip koluna yapıştı.
‘’Benim burada
olduğumu söyleme, ne olur?’’ diye fısıldadı.
Ares ‘’Neden?
Ona ne ki?’’ dedi ve kapıya tekrar uzandı.
Dünya ‘’Hayır,
lütfen’’ dedi ve itiraf etti. ‘’O benim tek arkadaşım ve senden çok hoşlanıyor.
Kırılmasını istemiyorum. Beni seninle görmemeli.’’
Ares, soğuk
bir bakışla kolunu Dünya’nın elinden çekti. ‘’Yatak odasına saklan.’’ dedi ve
kapıya döndü.
Dünya, adamın
lafını ikiletmeden yatak odası olduğunu düşündüğü odaya koştu. Kapıyı
kapatırken Sedef’in sesi evde çınladı.
‘’Nerde o,
arkadaşıma ne yaptın?’’
Ares sakin bir
sesle konuştu. ‘’Kimden bahsediyorsun?’’
Sedef
bağırmaya devam etti. ‘’Kimden mi? Tabi ki, Dünya’dan bahsediyorum. Nerde o?’’
‘’Can’a
sorsana’’ dedi Ares, soğuk bir sesle.
‘’Bana, o
haber verdi zaten. Hastaneye gitmiş ama Dünya odasında değilmiş. Beni aradı,
adam hastaneyi ayağa kaldırmış.’’ diye bağıran Sedef’in sesi, yatak odasına
kadar duyuluyordu.
Ares’in sakin
ve net konuşmasına karşın Sedef’in çileden çıkmış konuşması, Dünya’yı
endişelendirdi. Arkadaşının herkesi ayaklandırması başlarını derde sokardı;
aslında sadece Ares’in başını ama Dünya ikisini bir kişi olarak düşünmeye başladığını
farketmeksizin ikisi adına da endişelendi. Cebini yokladı. Telefonu yoktu.
Elini alnına vurdu. Telefonun içinde olduğu çantası hala evindeydi ve böylece
Sedef’i sakinleştirmek için arama hayali de suya düştü.
Birkaç dakika
bekledikten sonra kulak kabartarak kapıya yaklaştı. Hiç ses çıkmıyordu. Gözünü
kararttı ve arkadaşının sesinin neden kesildiğine bakmak için kapıyı araladı.
4. bölüm
Salona doğru
tedbirli adımlarla yürüdü. Sadece Sedef’in değil, salondan hiçbir ses
gelmiyordu. Ares’in bir adamla konuştuğunu duyduğunda hızlanarak salona koştu.
Sedef, kanapede yatıyordu. Kadının gözleri kapalıydı ve başı yana düşmüştü.
‘’Sedef!’’
diye mırıldanarak yanına koştu. Yaşıyordu ama kendinde değildi.
Ares’e döndü
ve salonda duran üç kişiyi o anda gördü. Daha önce Ares’in yanında gördüğü
sakallı adam, Adonis ve Hermes kenarda sessizce dikiliyorlardı. Hermes el
sallayıp ortadan kayboldu. Onların ne ara geldiğini umursamayan Dünya, Ares’e
bakarak ayaklandı.
‘’Buna hiç
gerek yoktu.’’
Ares, Dünya’ya
cevap vermektense sakallı adama kanapedeki Sedef’i gösterdi.
‘’İşleri
karıştırdı, şimdi bir de bununla uğraşmamız gerekecek.’’
Sakallı adam
sırıttı. ‘’Kadını burada öldürmeyelim, her yer kan olur.’’
Dünya,
korkuyla sakallı adama baktı. Odanın ortasında durmuşlar Sedef’i ve belki de
onu öldürmeyi tasarlıyorlardı. Saflığına inanamadı. Ares’in iyi olduğunu
düşünmesine ne sebep olmuştu? Anlattığı masallar mı yoksa ona bakışı mı?
Sakallının
sözlerine, lacivert gözleri ışıldayarak gülen Adonis’e karşılık, Ares bıkkınca
sakallıya baktı. Dünya atılıp Sedef’le adamların arasında durdu.
‘’Ona
dokunmanıza izin vermem!’’
Adonis,
küçümser bir bakışla Dünya’ya döndü ve ilk defa onunla konuştu.
‘’Sana soran
oldu mu anahtar? Başını belaya sokmadan önce düşünecektin.’’
‘’Ben bir şey
yapmadım.’’ dedi öfkeyle adama baktı. ‘’Sen çeneni kapa!’’
Adam,
Dünya’nın sözleri ve bakışları karşısında tuhaf bir ifadeyle kaşlarını çattı. Sanki
hayatı boyunca hiç kimse ona diklenmemişti.
Ares, sakin
bir sesle araya girdi. ‘’Sedef’i öldürmeyeceğiz Dünya, Hades şaka yapıyor. Onu
sadece uyuttuk ve hafızasından buraya geldiği anısını sildim. Onu evine götürüp
bırakacağız. Uyandığında dinlenmiş ama seni kontrol etmediği için vicdan azabı
duymuş bir halde uyanacak.’’ dedi ve güzel yüzlü adama döndü.
‘’Adonis,
sende hastaneyle ilgilen. Dünya’nın taburcu evraklarını ayarlarsan şüphelenmezler.’’
Adam, Ares’e
döndü. ‘’Anahtarı, hastanede neden bırakmadın ki? Ölümlülerin ilgisini çekmeye
değer miydi?’’
Ares’in çenesi
kasıldı. ‘’İblisler, onun peşinde, diğerlerinin de yerini öğrenmesi an meselesi.’’
dedi ve altın gözlerini, adama dikti. ‘’Ve sen anahtarın önemini biliyorsun.’’
Adonis burnunu
kırıştırıp huysuzca kollarını kenetledi. Hades, ikisini yatıştırmak için araya
girdi ve ellerini birbirine vurdu.
‘’Tamam, o
halde herkes görevini öğrendiğine göre işe koyulalım.’’
Dünya,
arkadaşına yaklaşan adamın, kollarını silkmesiyle aynı anda siyah tüylerden
oluşan bir pelerinin sırtından aşağıya döküldüğünü görünce şaşkınlıktan ağzı
açık kaldı. Soluk yüzlü adamın, zarif adımlarla arkadaşına doğru yürümesini izlerken
tereddütle Ares’e baktı. Ares elleri cebinde, dudağının yaralı kenarını
kemiriyordu. Adamın bir şeyler düşündüğü barizdi. Bu konuda yalnız değildi,
çünkü Dünya’da ona güvenip güvenmeyeceğini düşünüyordu. Hades pelerinini kanat
gibi açtı ve Sedef’in üzerine eğildi. Dünya, Hades’in arkadaşını kucağına alacağını
düşünürken ikisi de ortadan kayboldular.
Ares ellerini
cebinden çıkarttı ve ağzı bir karış açık kalmış Dünya’ya seslendi.
‘’Hadi, biz de
yola koyulalım.’’
Hermes
gelmeseydi, Dünya, adama onlarla gelmekten vazgeçtiğini söyleyecekti. Hermes odanın
ortasında belirerek telaşla Ares’in karşısında geçti.
‘’Ares, çabuk,
beş tane melez Azerbeycan sınırında bir köye saldırmış. Başlarında bir iblis varmış.
Yardımına ihtiyacımız var. Hera, yardım için Hena ve Eros’i gönderdi bile.’’
Ares, bir an kararsızca
kalakaldı. Adonis hemen Ares’in yanına gitti. ‘’Ben giderim, sen bu şeyle
ilgilen.’’
Adonis’in ‘Şey’ diye kendisine dediğinin farkındaydı
ve adama bir kez daha sinir oldu. Hermes, başını salladı.
‘’Hayır’’ diye
araya girip hızlıca devam etti. ‘’Başlarındaki iblis çok kuvvetli, Ares’ten
başkası baş edemez. Hera, Dünya’yı Adonis’in getirmesini söyledi. Zeus’un
emriymiş.’’
Adonis, bu
emir için suçlarcasına hırsla Hermes’e baktı ama söylenmeye fırsatı olmadı.
Ares’in sözleri üzerine adamın kusursuz kaşları çatıldı.
‘’Sen,
Dünya’nın yanında kal Adonis ama hiçbir yere gitmeyin. Burada kalın ve beni
bekleyin.’’
‘’Ben çocuk
bakıcısı değilim.’’ dedi Adonis ve dişlerinin arasından homurdandı. ‘’Ve bu
ölümlüyü görmek benim sinirlerimi bozuyor.’’
Ares adama baktı.
‘’O zaman mutfakta oturursun ve görmezsin. Ben de onu sana bırakmaya meraklı
değilim. Bana vakit kaybettirme Adonis.’’
Sesindeki
otorite karşısında, Adonis pes etti ve başını sallayıp koltuğa oturdu.
‘’Nasıl
istersen.’’
Hermes,
Ares’in sakin uyarısı karşısında sessiz sedasız ortadan yok olurken Ares,
Dünya’ya döndü. ‘’Ben gelene kadar burada otur, Adonis seni korur. Beni burada
bekle, tamam mı, burada?’’
Dünya, adamın
her dediğini yapmaktan rahatsız olsa da başını salladı. Ares ısrarcı bir sesle
tekrarladı.
‘’Tamam mı, dedim!’’
‘’Tamam.’’
dedi Dünya gözlerini adama dikip, Azerbaycan sanki köşedeydi de…
O kadar zaman
burada duracağını sanıyorsa yanılıyordu. Hem de bu kibirli adamla baş başa ki;
adam, şimdiden huzursuz gözlerini onlardan başka bir yöne çevirmişti. Zoraki
bakıcılığın onun da istediği bir şey olmadığı belliydi.
Ares, Dünya’ya
teselli vermek için neşesizce sırıttı ve doğruca kitaplığına gitti. Kalın kitap
rafına elini sürdü. Belli belirsiz bir tık sesiyle kitap rafı, bir kapak gibi
açıldı ve Ares, içinden uzun bir bıçak çıkardı. Uzaktan bakıldığında aynaya benzeyen
bir çeşit metalden dövülmüştü. Ares bıçağı masaya bıraktı ve üstünden tişörtünü
çıkarttı. Dünya, adamın düzgün sırt kaslarına bakıp kalmıştı. Bakışlarını
çevirmek istedi ama yapamadı. O salaş kıyafetlerin altında, bu kadar biçimli
bir beden olabileceğini tahmin edemezdi.
Ares, raftan
çıkarttığı kemeri açtı. Masadaki kılıcı takabileceği bir düzeneğe dönüşen
deriyi kollarından geçirdi ve göğsünde birleştirdi, tokasını kapattı. Kılıcı
düzenekteki kına taktıktan sonra tişörtünü tekrar giydi, neyseki bunları çok
hızlı yapmıştı. İşi bitip döndüğünde Dünya nefes alabildi. Aptalca bakışını dağıtmak
için başını çevirdiğinde Adonis ile gözgöze geldi. Adam yan gözle onu
izliyordu. Şimdiye kadar karşılaştığı Ares’in arkadaşları, Dünya’ya düşmanca
davranmamıştı. Bu adam ise bıraksalar onu bir kaşık suda boğardı.
‘’Uslu durun.’’
dedi Ares, Dünya konuşan adama baktığında Ares’in gözlerinin Adonis’te olduğunu
gördü. ‘’Hiç değilse ben dönene kadar…’’
Ares, el
bileklerine, üstünde birer hançerin olduğu kalın deri bileklikleri bağlarken
Dünya’ya yan bakışla baktı. Hafifçe sırıtıp göz kırparken ortadan kayboldu.
Ares gider
gitmez, Adonis ayağa kalktı ve uzun adımlarla odadan çıktı. Dünya salonda tek
başına kalakalmıştı. Gözü sehpanın üzerindeki anahtarına takıldı. Ve Ares’in
sözlerini düşündü. Ölümsüzler ve anahtar…
Son üç gündür
okuduğu kitaptaki efsaneleri düşündü. Ares’in sözlerine tamamen inanacak
olursa, şimdi onlarla aynı havayı soluyordu ve az daha birini öpecekti.
Yanakları yeniden ısınırken aralarındaki çekimden bu denli etkilenmesine hayret
etti. Rüyalarının prensi, savaş tanrısı Ares’ti. Eğer Sedef kapı zilini çalmasaydı,
Yunan tanrılarının en meşhurunu mutfakta öpecekti. Kendi kendine gülümsediğini
fark etti ve dudaklarını ısırdı. Sedef öğrendiğinde ne diyecekti acaba?
‘’Can’da
kimmiş! Peh!’’ dedi zaten kısık olan sesiyle ve kendini koltuğa bıraktı. Ve
doğruldu, hala eşofmanıyla oturuyordu. Saçları da öylesine toplanmıştı.
Temizliğe gelmiş gibi göründüğüne emindi. Bu halde oturacağına kendi evine
gitmeye karar verdi.
Düşmanından
ses yoktu, belki o da gitmişti. Durup dururken havaya karışmalarına bakılırsa,
ona fark ettirmeden gitmiş olabilirdi. Beklemesinin saçma olduğuna karar verdi.
Kendi evine gitmek için ayağa kalktı ve salondan dışarı çıktı. Kapının
önündeyken gittiğini sandığı adamın sesini duydu.
‘’Nereye?’’
Eli kapının
kolunda, Adonis’e döndü. ‘’Evim karşıda, sence nereye gidiyorum?’’ kapıyı açmak
için döndüğünde, Adonis eliyle kapının açılmasını engelledi.
‘’Evine
gidemezsin.’’
Bir nefes
ötesindeki Adonis’e ters bir bakış attı.
‘’Ciddi misin?
İzle o zaman!’’
Yumruğunu
hızla adamın boşluğuna vurdu. Çenesinin altına da aynı anda yumruğu yiyen Adonis,
beklemediği bu darbelerle afalladı. Dünya, yanından ayrılmadan önce Adonis’in bacağına
da bir tekme attı ve hızla adamı itti. Adonis dengesizce düşerken kapıyı açtı
ve dışarı çıktı.
Adonis’in acıyla
küfretmesini dinledi. Bu onu hiç rahatsız etmedi. Kapısına varamadan Adonis ona
yetişti, kolundan tutup duvara yapıştırdı. Sırtı sertçe duvara çarptığında Dünya’nın
soluğu kesildi. Elinin tersini Adonis’in yüzüne doğru sallamıştı ki; adam daha
hızlı davranıp havada yakaladığı elini ters çevirdi. Dünya, can acısıyla dişlerini
sıktı.
‘’Bırak beni!’’
‘’Seni
başbelası!’’ diye söylendi Adonis. ‘’Yürü!’’
Onu yeniden
Ares’in açık kapısına doğru ittirdi. Dünya’nın debelenmesi boşunaydı. İyice
öfkelenmiş Adonis, ondan çok daha güçlüydü. Kapıya yaklaşmışken Adonis’in onu tutmaya
çalışmasından faydalanarak tek ayağını kapının çerçevesine koydu ve kendi
gücüyle sırtını adama doğru sertçe ittirdi. Kolu kırılırcasına acımıştı ama
Adonis’in dengesini bozmayı başardı. Eli, adamın elinden kaydı ve yarım
dönerken kolunun tümünü ona doğru salladı. Yine hedefi bulmuştu, savurduğu
tokadı nasıl olduysa Adonis’in yüzünde patladı. Kapısına doğru döndü ama bir kol,
beline kenetlendi ve bez bir bebek kolayca gibi onu geriletti. Adonis, onu açık
duran karşı kapıya doğru hızla ittirince elini kapıya çarparak Ares’in koridoruna
boylu boyunca uzandı.
Eli, dizi,
sırtı, boğazı, ensesi, başı… Kısacası tüm bedeni acıyordu. Arkasından kapının
kapandığını duydu ve güçlü kollar onu belinden tutup yerden kaldırdı. Adonis,
onu salona sürükledi ve kanapeye sertçe bıraktı. Doğrulan Dünya, tüm kiniyle Adonis’e
baktı. Adamın da öfke bakımından Dünya’dan aşağı kalır yanı yoktu.
Berelenmiş
güzel yüzünü kaplayan saf bir öfkeyle Dünya’ya bakıyordu. Adonis’in yüzünü
tırmalamıştı. Ne ara yaptığını bilemedi ama adamın kusursuz yanağındaki tırmık
izlerine bakmak hoşuna gitti. Her zaman kusursuz görünen saçları dağılmıştı.
Adamın aleve dönen lacivert gözlerine bakarken görüntü sarsıldı ve canlı bir
hayal, Dünya’nın tüm benliğine egemen oldu.
Bir odadaydı ve karşısında Adonis duruyordu.
Adamın yanağında yeni oluşan bir kızarıklık vardı. Yavaşça elini uzattı ve
Adonis’in hasarlı yanağını incitmeden okşadı, okşarken kızarıklık gittikçe
iyileşti ve sonunda yanağı eski mükemmel haline geri döndü. ‘’Senin kalbini
iyileştirebilirim.’’ diye fısıldayan adama baktı. Gözleri öyle güzeldi ki,
içinde kaybolabilirdi.
‘’Neden ben Adonis?’’ dedi Dünya ve elini
adamın boynuna indirdi. ‘’Afrodit veya Persephone değil de, neden ben?’’
Adonis boynundaki Dünya’nın elini aldı ve
tişörtünün üstünden göğsüne koydu. Sıcak teninin altındaki kalbi, güçlü bir atışla
göğsünü titretti.
‘’Bunun için bebeğim.’’ dedi ‘’Ben onları
değil, seni seviyorum.’’
Dağıldı, kelimenin tam anlamıyla dağıldı.
Ağlamak ile ağlamamak arasında Adonis’in okyanusun derinliklerini andıran
gözlerine baktı.
‘’Seni üzmek istemiyorum.’’ diye mırıldandı.
‘’Çok iyi birisin ama ben…’’
Adonis doğrulup parmağını dudağına koydu.
‘’Ben çok iyi biri değilim.’’ dedi ‘’Ve seni kazanmak için yapamayacağım bir
şey yok. Seni ilk görevinde gördüğüm nehir kenarından beri seviyorum ve ölümsüz
hayatım boyunca yaşadığımı seninle anladım. Bu zevkten vazgeçmeye de niyetim
yok.’’ yüzünü okşayarak ona yaklaştı. ‘’Senin için seninle savaşmam gerekiyorsa
savaşırım bebeğim, Ares bana vız gelir.’’
Adonis, dudaklarına doğru eğildi, yumuşak ve
tutkulu bir öpücükle onu öptü.
Dünya, düştüğü
kanapeden çığlık atarak doğruldu. Bütün bu saçma hayaller, onun zavallı zihni
için fazla karmaşıktı. Bir çift kolun onu durdurmak için sarıldığını hissetti
ama o, kendini durduramıyordu. Adamın kollarından kurtulmak için yalvardı.
‘’Lütfen,
bırak beni, dokunma!’’ Ondan uzaklaşmalıydı
Adonis, onu
daha sıkı yakalayıp ‘’Sakin ol, kendine zarar veriyorsun?’’ diye homurdandı.
Nefes nefese
hayalindeki aşığının yüzüne baktı. Adamın ifadesindeki düşmanlık yerini
endişeye bırakmıştı. Hâlbuki az önce bu gözler ona nasıl aşk dolu bakıyordu. Adonis,
yavaşça konuştu.
‘’Şimdi
banyoya gidiyoruz, tamam mı? Sakin ol, sadece yüzünü yıkayacağız.’’
Güçsüzce
başını salladı. Hala inanamıyordu, hayalinde Adonis’i öptüğünü görmüştü. Bu
hayallerinin önceki yaşamına ait parçalar olduğunu çoktan fark etmişti. Buna
göre… Daha fazla yorumlamak istemedi ve ayağa kalkmaya davranınca Adonis
kollarını gevşetti. Başı döndüğü halde düzgünce yürümeyi başardı, yani
başardığını sanıyordu. Tam kapıya yaklaşmışken tökezledi. Adonis’in yanında
olduğunu o zaman anladı.
Adam, onu
kolundan yakaladı ve kendine çekerek banyoya götürdü. Lavaboya eğilip yüzünü
yıkamasını kapıda bekledi ve salona döndüklerinde bir bardak meyve suyu alıp Dünya’ya
getirdi.
‘’Teşekkür
ederim.’’ dedi Dünya, adama bakamıyordu.
‘’Canını
yakmak istememiştim.’’ dedi adam.
Dünya meyve
suyundan bir yudum aldı ve gördüğü hayalden bahsetmeyi es geçerek mırıldandı.
‘’Ben sadece telefonumu alacaktım ve üstümü değiştirecektim.’’ diye yalan söyledi.
Adonis yanına
oturdu. ‘’Bana neden söylemedin?’’
Hisleri
sakinleşince yanındaki adama nihayet bakmayı başardı. ‘’Düşmanınmışım gibi
davranıyorsun, engel olacağını düşündüm.’’
Adonis güldü.
İstemsiz bir gülüştü ve kısa sürdü. ‘’Beklentini karşıladığıma sevindim.’’
Dünya, meyve
suyunu yudumlamaya devam etti. Aklı hala gördüğü anısındaydı. ‘’Daha önce, yani
ben hafızamı yitirmeden önce seninle kötü bir şey mi yaşadık?’’ dedi gözlerini
bardaktan hiç ayırmadan.
Adonis cevap
vermeyince başını kaldırıp kaşları çatık adama döndü. ‘’Seni bu kadar
kızdıracak ne yaptım?’’ dedi merakla.
Adonis omzunu
silkti. ‘’Ben, seninle daha önce karşılaşmadım.’’ omzundaki beni o kadar hafif
bir tepki verdi ki, Dünya bunu ürperme olarak almayı uygun buldu. ‘’Görevlerimiz
çakışmamış.’’
Dünya bardağı
kucağına indirdi. ‘’O halde bana neden düşmansın?’’
Adonis şaşkın
bir tavırla ayağa kalktı ve eliyle göğsünü ovuşturdu. Dünya, az önceki hayalini
hatırladı. ‘’Kalbinle ilgili bir sorunun mu var?’’ sorusu çok hesapsız çıkmıştı.
Adonis elini göğsünden çekip Dünya’ya baktı.
‘’Bunu da
nerden çıkardın?’’
Dünya dudağını
büktü. ‘’Ağrıyor gibi ovuşturdun, o yüzden sordum. Bunu sık yapıyorsun.’’
Adonis
Dünya’yı süzdü. ‘’Kalbimin bir şeyi yok.’’ dedi soğuk bir sesle ekledi. ‘’Senden
hoşlanmama nedenime gelince; her şeyi mahvettiğin ve Ares’i ölüme sürüklediğin
için. Sırf seni korumak ve ölümlüleri değerli kılmak için fani kalmayı seçiyor.
Sana baktıkça öfkeme hâkim olamıyorum.’’
Dünya
avcundaki eski yara izlerine bakarak ağrıyan elini ovuşturdu ve homurdandı. ‘’Yinede
öfken anlamsız, bunda benim suçum yok ve artık evime gitmek istiyorum.’’
‘’Ares’i
beklemen gerek.’’
‘’Çantamı
alacağım.’’
‘’İmkânı
yok.’’
Adama
gözlerini dikti. ‘’Sen getir o halde.’’
Adonis
kusursuz dudaklarını büktü ve başını salladı. ‘’Çeneni kapatacaksa, neden
olmasın.’’
Elindeki
anahtarı hırsla adama fırlattı, adam tek eliyle anahtarı yakaladı. ‘’Çantan
nerede?’’
‘’Yatak
odasındaki tuvalet masasının üzerinde ve sakın odamı karıştırma, anlarım.’’
Adonis kibirli
bir tavırla arkasını döndü ve salondan çıktı. Dünya arkasından bağırdı.
‘’Yatağın başucundaki kitabımı getir bari eğlenceli bir şey yapabileyim.’’
Adonis
çıkmadan seslendi ‘’Eğlenme konusunu dert etme, ben sana yardımcı olurum.’’
Adamın
arkasından ‘’Gerizekalı!’’ diye söylenen Dünya kanapeye yaslandı. Ares gideli
yirmi dakika anca olmuştu ve şimdiden adamın varlığını arar olmuştu. Dizini
ovuşturmak için eğilmişti ki, Adonis salona girdi. Kendince havalı bir
yürüyüşle ona doğru gelip çantasını ayaklarının dibine bırakıverdi. İçinde ne
varsa lamine zemine ses çıkartarak düşünce, Dünya ters bir bakışla Adonis’e
baktı. Adonis hiç aldırmadan koltuğa gidip oturdu ve kibirli bakışlarını
pencereye doğru çevirdi.
Dünya,
çantasından telefonunu çıkarttı, sekiz tane cevapsız çağrı vardı. Altı tanesi
Sedef’e, iki tanesi de Can’a aitti, yüzünü buruşturup telefonu çantasına attı.
Kanapeye yaslanırken Adonis’in ona doğru hareketlendiğini gördü. Ve bir anda salonun
cam kapısı tuzla buza döndü ve devamında bütün cam duvar, irili ufaklı cam
parçalarını salona yayarak patladı. Dünya, başını bile çeviremedi.
Adonis olacağı
önceden anlamış gibi, ayağa fırlayıp iki adımda Dünya’nın yanına gelmişti. Ona
doğru atılıp kanapenin arkasına dizini koydu ve hızla ittirerek ters dönmesini
sağladı. Ardından Dünya’yı kolları arasına alarak sıkıca sarıldı. Her şey bir
saniye içinde olmuştu, ona siper olan Adonis’in kolları arasında gürültünün
dinmesini bekledi. Odanın içini saran pis koku, mide bulandırmasının da
ötesinde insanın nefesini kesiyordu. Bir ses, homurtusuyla odayı doldurdu. Ne
dediği anlaşılmıyordu. Dünya, homurtunun sahibinin ne olduğuna bakmak için
adamın onu sarmalayan kollarını çözmesini bekledi.
Kömür gibi simsiyah
renkteki derisi, derin yarıklarla dolu bir yaratık, üzerine bir kanlı bir deri
parçası sarılmış halde; artık boş çerçeveden ibaret kapının önünde duruyordu.
Yaratığın yüzü, biçimsiz ağzına doğru inceleyerek uzuyordu. Gözleri sapsarıydı.
Dünya, ayağa
kalkıp geriledi. Karşısında duran şeye hayretle bakarken yaratık çatallı dilini,
bir yılan gibi çıkarıp yalandı. Uzun koluna doladığı zinciri, Adonis’e doğru
salladı. Adonis, ona doğru uçan zinciri eline dolayıp yaratığı hızla kendine
çekti ve tek eliyle yüzüne yumruk attı. Ve uzun bacaklarıyla yaratığın göğsüne
tekmeyi bastı. Yaratık hırlayarak geriye doğru uçarken Adonis, zinciri bırakıverdi.
Yaratık,
Dünya’nın sandığından çabuk toparlandı ve ayağa kalktı. Adonis’e doğru zinciri
tekrar salladı. Zincirin ucu birbirinden ayrıldı. Yuvarlak olması gereken
parçaların, aslında sivri olduğu Dünya’nın dikkatini çekmişti ki; iki tanesi
Adonis’in göğsüne ve biri omzuna, üç tanesi de Dünya’nın az önce oturduğu yere
saplandı. Çünkü yaratığın hareketini gören Dünya, kendini kanapenin ardına
atmıştı. Adonis, ona birer mermi gibi saplanan zincir parçaları yüzünden bir
anlığına afalladı. Zincir parçaları, tişörtünü yırtarak derisine saplandı ve eriyerek
tenine karıştı. Siyah bir sıvı yaralarından akarken Adonis’in normalde de beyaz
olan teni iyice soluklaştı. Siyah sıvı, kan rengine dönüşürken adam öfkeyle
homurdanarak yaratığa doğru neredeyse uçtu. İkisi birbirine dolanmış halde
koridora kaydılar. Zincirden dolayı ağır yaralanan Adonis, dağılan cam kapının
bir parçasını nasıl olduysa eline almıştı. Camı, bir kılıç gibi yaratığın
çenesinin altından soktu ve üstünden kalkıp salona geri koştu.
Dünya şaşkınca
bakıyordu. Adam, onun elinden tuttu ve kapıya doğru çekiştirdi. Adonis’in
yaralı haliyle bu kadar dinç olmasına inanamıyordu. Dikkatini iğrenç yaratığa
çeviren Dünya, yaratığın kıvranmayı bırakıp ayağa kalkmasına bakarken mırıldandı.
‘’O, ölmedi
mi?’’
Adonis, kapıya
yaklaştıklarında sorusunu cevapladı.
‘’Özel
silahsız ölmezler, bunlar iblis.’’
Yaratık ayağa
kalkmıştı. Derinden gelen bir sesle fokurdadı ve önlerindeki kapı duvara
dönüştü ve yanmaya başladı. Engel yüzünden Adonis, hiddetle yaratığa döndü.
Yaratık çenesinin altına saplanmış cam parçasını çekti, kopkoyu bir kan çenesinin
altından boşandı. Camı yere atan iblis elindeki zinciri yeniden avcuna doladı.
Adonis, hızlıca düşünüp salona yeniden koşarken Dünya’nın elini bırakmamıştı.
İblis arkasından seslendi.
‘’Anahtarı bize
ver, Olimposlu!’’
Adonis,
Ares’in kitap rafına koştu ve kitap rafını ikiye ayıracak bir güçle rafa vurdu.
Rafı, üstündeki kitapları dağıtarak parçalandı ama gizli bölmenin içinden
hiçbir şey çıkmamıştı. Adonis, kaşlarını çattı ve iblise doğru dönerken
Dünya’yı arkasına gizledi.
İblis, çirkin
yeşil gözlerini kısarak uzun yüzünü esnetti, elindeki kalın zinciri iki eliyle
tuttu ve çekti. Zincir şekil değiştirdi ve delikli uzun bir mızrağa dönüştü. Yaratık
mızrak-zinciri onlara doğru fırlattı. Adonis savunacak bir şey aranmayı bıraktı
ve Dünya’yı yana fırlatıp bedenini yana doğru yarım döndürdü. Mızrak onu
sıyırarak uçarken Adonis mızrağı eliyle yakaladı ve hızla havada çevirdi,
iblisi hedefleyip fırlattı. Mızrak, iblisin bedeninin içinden geçti ve yaratığa
zarar vermeksizin zincire dönüşerek yeniden eline dolandı. Dünya, Adonis’in
mırıltısını duydu.
‘’Tüh!’’ dedi
genç adam. ‘’Bak, bu hiç aklıma gelmezdi.’’
İblisin elleri
alevlendi ve elindeki zincir kora dönüştü. Yüzünde ürkütücü bir ifadeyle onlara
doğru yürümeye başladı. Dünya dehşet içindeydi ve Adonis olacaklara razı,
iblisin karşısında dimdik durdu. Kendilerini savunmak için çıplak ellerinden
başka silahları yoktu.
Salonun
ortasında aniden beliren Ares, hem Dünya’yı hem de iblisi şaşırttı. Ares,
sadece bir saniye içinde ne olduğunu kavradı. Tereddütsüzce elini, sırtına
uzatıp kılıcı çıkarttı ve iblisin boynuna savurdu. İblisin kafası yere düştü. Ardından,
kalan bedeniyle birlikte kafası da siyah dumanlar saçarak havaya karıştı. Ares
kaşları çatık, Adonis’e döndü.
‘’Bu olanların
açıklaması nedir?’’
Adonis bozuk
bir sesle mırıldandı. ‘’Saldırıya uğradık.’’
‘’Onu
görebiliyorum.’’ dedi Ares elinde kılıçla adama döndü. ‘’Bu halin ne?’’
‘’Anahtarı
kurtarma…’’ diye açıklamaya çalışan Adonis’in sıkıntısı sesine yansımıştı.
Dünya
şaşırmanın ötesindeydi, adam hayatı pahasına güçlü iblise karşı koymuştu. Elleri
kesik içindeydi. Omzundan ve göğsünden yaralanmıştı, üstü başı kan olmuştu ve
Ares tarafından azarlanıyordu. Ares lafını kesince Adonis, sinirle başını başka
yöne çevirdi.
‘’Kurtarmak
mı? Sen buna korumak mı diyorsun?’’ dedi Ares yumruğunu sıktı. ‘’Lanet olsun
Adonis, durumu biliyorsun, neden silahsızdın?’’
Adonis yan
gözle adama baktı. ‘’Senin de sürekli silahla dolaştığın söylenemez.’’
Ares başını
dikti ve adamı süzdü.
‘’Onlara karşı
kendimi korumama gerek olmadığını biliyorsun.’’ Sesindeki soğukluk karşısında
Adonis hiçbir şey söylemedi. Ares’in omuzları düştü. ‘’Sonra konuşalım mı? Sen
Olimpos’a dön.’’
Adonis başını
salladı ve ortadan kayboldu. Dünya, Ares’i süzerken Ares’de evinin haline
bakıyordu, adamın tişörtünün omzu yırtılmıştı ve üzerinde zift gibi damlalar
vardı. Tuhaf, keskin bir koku, Ares’in çekici doğal kokusunu bastırmıştı. Adam
kaşlarını havalandırdı.
‘’Tam da, bu
ev hoşuma gitmeye başlamıştı.’’ dedi ve kılıcını döndürüp sırtındaki kına
soktu. ‘’Çıkalım mı papatyam?’’
‘’Ben bir
süreliğine bayılsam olur mu?’’ dedi Dünya kısık sesle.
Ares güldü.
‘’Olur ama elini çabuk tut.’’ dedi ve üstüne baktı, yüzünü buruşturdu. ‘’İğrenç!’’
dedi ve tişörtünü üstünden sıyırınca Dünya başlamak üzere olduğu laf yarışını
başında bıraktı.
Ares’in tüm
kasları özenerek çizilmiş gibi düzgündü. Biçimli vücudundaki tek kusur göğsünün
hemen altındaki yara iziydi. Karın kaslarının hemen yukarısında olan iz
haricinde; adamın bedeni, mermer bir heykel kusursuzluğundaydı. Dünya’nın yüzü
alev almıştı, neyse ki Ares bunu göremedi. Adam pis tişörtü olduğu yere atıp hızlı
adımlarla salondan çıktı. Dünya da fırsattan istifade soluk alıp eliyle yüzünü
yelpazelendirdi. Kendisini toparlayınca arkasından bağırdı.
‘’Evi bu halde
mi bırakacağız?’’ dedi ve Ares’in salona girdiğini farkedince sesini azalttı.
‘’Komşular çoktan polis çağırmıştır.’’
Ares omzunu
silkti. ‘’Yarın evi satın alırım olur biter ve komşuları da umursama. Kesin
onlar da gürültüyü umursamamıştır. Çıkalım mı?’’
Adam koyu
kahverengi tişörtünün içinde de mükemmel görünüyordu. Altındaki vücudu düşünmemeye
çalışan Dünya kayıtsızca sordu.
‘’Nereye
gideceğiz?’’
‘’Olimpos’a
tabi ki de.’’
‘’Pasaportum
yok.’’ dedi Dünya alaycı bir sesle. ‘’Sen, benimle dalga mı geçiyorsun? Kalkıp
seninle gecenin bir vakti Yunanistan’a gidecek kadar manyak değilim.’’
‘’Manyak
olacağın günde gelecek ama şimdilik Olimpos’la yetinmelisin.’’ dedi ve
bakınarak kitap rafının kırılmasıyla yere düşen kadife kutuyu aldı. Dünya’ya
döndü. ‘’Üstünü değiştirmen için on dakikan var, yoksa seni bu şekilde Zeus’un
karşısına çıkarırım.’’
Dünya,
anahtarını ve çantasını yerden alıp sinirle ayağa kalktı. Tartışıp durmaktan
sıkılmıştı. Bu saçmalığa uymaya karar verdi. Ares, yerdeki kitapları hızlıca
toplarken mırıldandı.
‘’Sırf
kitaplarımı dağıttığı için bile ölümü hak etmişti.’’
Kitapları,
Adonis’in dağıttığını söylemek için durakladı, sonra vaz geçip kapıya doğru
yürüdü. Artık Adonis’e o kadar da kinli değildi. Dış kapı normale dönmüştü,
yine de çekinerek koluna uzandı. Neyseki kapı göründüğü kadar normaldi. Kapıyı
açıp kendi dairesine yürümeye başladı. Ares, ona kendi kapısını açmaya
çalışırken yetişti. Genç adam, o kapıdan girerken ve odasına yürürken de
dibinden ayrılmadı. Sonunda dayanamayıp adama döndü. Ve odasının önünde onu
durdurdu.
‘’Şansını
zorlama!’’
Ares dudağını
büktü. Nasıl da sevimli ve çekiciydi… Ares, ellerini cebine atıp yandaki duvara
omzunu dayadı.
‘’Tamam’’ diye
çapkınca onu süzdü. ‘’Ben, tam, burada beklerim.’’
Yüzündeki
ifade karşısında Dünya’nın soluğu kesildi. Kapının koluna uzandığında gözleri
hiçbir şeyi görmüyordu çünkü gözlerinin gördüğü her şey Ares’e dönüşmüştü.
Kapının kolunu bir kere ıskaladıktan sonra ikinci denemede yakalamayı başardı
ve odasına girdi. Lambayı açtı ve kapıyı, ona bakan Ares’in yüzüne kapattı.
Kalbi çok hızlı atıyordu. Kilerdeki iblis ile karşılaştığında bile bu kadar
hızlanmamıştı. Yani, heyecanı az önceki iblis saldırısından dolayı değildi. O
yüzden bu heyecanını başka birinin varlığına bağlamak zorunda kaldı. Çantasını
omzundan bırakmadan önce sakinleşmek için bir dakika kıpırdamadan bekledi. Çekici
olduğu kadar tehlikeli adam ile uzun bir yolculuğa gerçekten çıkacak mıydı?
Dünya, omzunu
silkti, neden olmasın? Tatilde değil miydi? Üstüne bir şeyler giymek için
dolabına yürüdü. Telefonundan Sedef’e tatile çıkma önerisini kabul ettiğini
yazan mesajı gönderirken üstüne bir kazak ve kot giymişti. Saçlarını topladı ve
boynundaki çürüğü başka bir fularla gizledi. Aklına gelen bir şey yüzünden
diğer kotunun cebine baktı ve kızıl saçlı kızın verdiği kâğıdı çıkardı. Kâğıdın
üzerinde güzel bir yazıyla Artemis ve altında da Olimpos yazıyordu. Şaşkınlıkla
bir süre nota baktı. Artemis kendince Dünya’ya ipucu bırakmaya çalışmıştı.
Nedense içi rahatladı ve kızıl saçlı kadına güven duydu. Hiç değilse o, en
başında Dünya’ya bir şeyler anlatmaya çalışmıştı.
Olimpos her
neresiyse gitme konusundaki endişesi notu bulduktan sonra azaldı. Aceleyle
çantasına ihtiyacı olacağını düşündüğü eşyaları tıktı, çakı, fener ve mitoloji
kitabı. Derken kapı çalındı.
‘’Dünya, hadi!’’
Sesi bile
Dünya’yı kendinden geçirirken ona mesafeli davranmayı nasıl başaracaktı. Bir
kere daha adamdan asıl hoşlanan kişinin, dostu Sedef olduğunu kendine hatırlattı
ve ardından mutfaktaki yakınlaşmaları gözlerinin önünde belirdi. Görüntü
yeniden değişti ve Adonis ile hayalinde yakınlaşmalarına dönüştü. Bozuk bir
ifadeyle kapıya dönerken gözüne tuvalet masasının üzerindeki gümüş kolye
ilişti. Diğer kolye boynundaydı, onu hiç çıkarmazdı. Gümüş kolyeyi alıp çantasına
attı ve onu bekleyen Ares’in karşısına çıkmak için kapıyı açtı. Ama zannettiği
gibi kapının dibinde onu beklemiyordu, sırtı kapıya dönük ilerde telefonla
konuşuyordu.
‘’Bir şey
olduğu yok Afrodit, hiç kimse zarar görmedi. Olimpos’a dön.’’ dedi durakladı.
‘’Bunu nereden çıkardın?’’
Dünya
gözlerini kıstı. Ares’in konuştuğu Afrodit’in adamın kapısında gördüğü sarışın
kadın olduğunu düşüncesi üzerine sinirlendi. Ares, tek elini duvara koyup iç geçirdi.
‘’Peki, öyleyse,
şimdi neden aradın?’’ dedi alaycı bir tavırla. Bekledi ve cevap verdi.
‘’Dünya’yla olduğumu saklamadım ki, bu öfken niye?’’
Adam
karşısındakini dinlerken sıkıntıyla yatak odasına doğru döndü ve Dünya ile
gözgöze geldi. Bir dakika veya bir sene öylece birbirlerine baktılar, neden
sonra Ares uyuşmuş bir sesle telefona konuştu.
‘’Dinliyorum…
Tamam… Görüşürüz’’ diğer taraftan gelen ses haykırırcasına adamın ismini
bağırırken telefonu kapattı ve kotunun arka cebine tıktı.
Ares, altın
gözlerini Dünya’ya dikmiş halde ona doğru yürürken soluksuz kalan Dünya,
parmaklarını çantanın sapına iyice kenetledi. Nefes alamadığı halde kalbinin bu
kadar hızlı atmasına şaşırmıştı. Ares sıcak ve yumuşak bir dokunuşla, Dünya’nın
yanaklarını okşadı. Gözlerindeki bakış karşısında, Dünya’nın içi eriyordu. Adam
boğuk bir sesle fısıldadı.
‘’Seni çok
özledim.’’ altın gözleri titreşti. ‘’Tüm ömrümce seni özledim.’’
Ares eğilip dudaklarını
onun dudaklarına hafifçe sürttü. Dünya’yı eriten dokunuşunun etkisine bakmak
için uzaklaşmadan doğruldu. Dünya, olduğu yerde sallandı ve Ares’in büyüsü
altında uyuşmuş bir şekilde gözlerini açıp mırıldandı.
‘’Yapma…’’
Ares, çenesini
okşayarak tekrar eğildi ve yumuşak dudaklarını Dünya’nın yanaklarında gezdirdi.
Dudaklarının arasından çıkan alev nefesi Dünya’nın tenini yakarken fısıldadı.
‘’Neyi?’’
‘’Bunu…’’ dedi
Dünya kendinden geçercesine.
‘’İstemiyor
musun?’’ dedi Ares ve diğer eliyle Dünya’yı belinden tutup yavaşça kendine
çekti. ‘’Beğenmezsen her zamanki gibi tokatlarsın.’’ kulağına mırıldandı.
Dünya’nın başı
dönüyordu, ‘’Tokatlar mıyım?’’ dedi ve Ares onun dudaklarını kapattı.
Elinden
çantanın düştüğünü fark etmedi kollarını Ares’e sardı. Dünya düşünmeyi bırakmıştı,
tüm ruhuyla Ares’in öpücüğünün tadını çıkarıyordu. Ares kontrollü başladığı
öpüşünü derinleştirdi ve daha fazlasını talep edercesine dilini onun dudaklarına
değdirdi. Dünya öpücük karşısında çaresizdi, dudaklarını araladı ve tenini
yakan ateşe teslim oldu. Uzun süren bir susuzluğu dindirmek istiyor gibiydi
Ares ama aniden yavaşladı ve zorlanarak kendini geri çekti. Birbirlerinden
ayrıldıklarında Dünya’nın bacakları titriyordu. Derin bir nefes alan Ares, özlem
dolu gözlerle Dünya’nın yüzünü süzüyor ve parmaklarıyla yüz hatlarını
okşuyordu. Dünya ise kıpırdayamıyordu. Felç olmuştu. Baygın bir bakışla adama
baktı.
‘’Bunun için
benden tokat mı yedin?’’
Ares,
gözlerini kısarak gülümsedi. ‘’Hem de iki defa’’ dedi ve Dünya öpücük için
yalvarmak üzereyken Ares ondan bir adım uzaklaştı.
‘’Hı!’’ dedi
Dünya ve yere düşen çantasına uzandı. ‘’Hak etmişsin. Seni şimdi bile
tokatlayabilirim.’’
Ares’in
kaşları çatıldı. ‘’Hayda, neden?’’
Dünya ona ne
cevap verecekti ki? Tek bakışıyla Dünya’yı kendine tutsak eden adamın,
öpücüğüyle kalan direncini idam ettiğini mi, onun, arkadaşına ihanet etmiş gibi
hissetmesine sebep olduğunu mu? Dünya, az önceki anın etkisinde olmasına rağmen
sormadan duramadı.
‘’O sarışın
kadın, senin sevgilin mi?’’
Omzundaki
benin vereceği tepkiye dikkat kesilmişti, Ares onun yüzünü tararken. Adam
sonunda konuştu.
‘’Olimpos’a
dönelim.’’ ve arkasını dönüp yürümeye başladı.
‘’Sevgilin
mi?’’ diye Dünya tekrarladı.
Ares durdu ve
ona döndü. ‘’Bu artık önemsiz…’’
Dünya, öfkeyle
adama baktı. ‘’Bence çok önemli. Sedef’le flört ediyorsun, başka bir kadınla
daha ve belki başka birkaç kadınla daha. Sonra da gelip beni öpüyorsun.’’
Ares,
kaşlarının altından ona bakmaya devam etti. Dünya işin başında tavrını koyması
gerektiğini düşünüyordu. Her ne kadar onu kendinden geçirse de, bu gizemli
adamın kölesi olmayacaktı. Çünkü duyguları hiç bu kadar karışmamıştı, hatırladığı
kadarıyla, yani son bir senedir. O yüzden, adama karşı hissettiği güçlü
duyguları Dünya’yı korkutuyordu. Savunmasızlaşmıştı.
‘’O kadın kim,
Ares?’’
Ares, ona
doğru bir adım attı, sonra durakladı. ‘’Afrodit’’ dedi ve derin bir nefes aldı.
‘’Afrodit, benim gelecekteki eşim. Onunla, önümüzdeki bahar şenliğinde evlenmem
bekleniyor.’’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder