ANAHTAR (2.KİTAP) -1-

ÖNSÖZ


Cehennemi gören gözler ve ölümsüz aşkı tadan yürekler, uslanmaz bir daha…

Dalgın bakışlarını, rakamların yazılı olduğu kâğıdın üzerinde öylesine gezdirdi. Dikkatini toplamaya çalıştıkça, kâğıttaki notlar ve rakamlar birbirine girerek iyice anlamsızlaşmaya başlamıştı. Elinde gevşekçe tuttuğu kalemi, parmaklarının arasında bir kere daha döndürdü ve kalemi tezgâha bıraktı. Kasa hesabıyla uğraşmaktan bezmiş bir tavırla, elini ensesine götürdü ve ovaladı.
Yoğun bir gün değildi. Hesap olarak fazla işlem yoktu ama o, bir türlü aklını toparlayamıyordu. Çünkü son zamanlarda yaşadığı panik ataklara ek olarak saçmasapan hayaller görmeye başlamıştı. Uykusuzluğun, halüsinasyona yol açacağını söyleyen psikoloğuna artık inanıyordu. Fakat kadının iddia ettiğinin aksine; o, uyumayı istiyordu. Çabalıyordu ama ne zaman uykusu derinleşse, sonrasında hatırlayamadığı kâbuslar görüyordu. Bazen dehşet içinde bazen de heyecan dolu bir kalp çarpıntısıyla uykusundan uyanıyordu. Parçalar halinde anımsadığı rüyalarında, kalbini delice çarptıran kişinin kimliği de nihayet ortaya çıkmıştı. Ve bu keşif, onu daha fazla rahatsız etmekten başka bir işe yaramadı.
Kolundaki saate baktı, yediye geliyordu ve cafede dört masa doluydu. Adisyonları, diğer kenara yerleştirdi ve makineyi önüne çekerek hesaplamaya yeniden başladı.
Yarım saat sonra, hesabı devir alıp kasiyer Demet’i evine gönderdikten sonra baş ağrısı için bir ilaç daha aldı. Kendine sert bir kahve hazırlayıp kasanın başına geçti. Uykusuz geçen bir gece sonunda, gözlerine kadar vuran ve bütün gün süren bir ağrıya sahip olmuştu. Dün gece, uykusunun katili olan hayal yüzünden sabaha kadar yatağında tavanı seyretmişti. Öyle gerçekçiydi ki…
Banyodan, bornozuna sarılmış bir halde çıkmıştı. Yüzünü örten ıslak saçlarının arasından, duvara yaslanmış duran adamı gördüğünde taş kesilmişti. Genç adam, yüzünde tuhaf bir bakışla yaslandığı duvardan doğruldu ve kaşlarını çatarak ona baktı. Yorgun görünen adam, Dünya’nın ona dikilmiş bakışlarına, en az onun kadar şaşırmıştı. Bir an öylece gözleri kenetlendi. Çığlık atması gerekiyordu ama ses telleri felç olmuştu. Gördüğü şeye emin olamadı. Birkaç saniyenin sonunda çözüldü ve daha iyi görebilmek için saçlarını yüzünden çekerken hayalet birden yok oldu.
Sonrasında evinin kalan tüm lambalarını açmış, her odada onu aramıştı. Neredeyse gidip kapısını çalacaktı. Onu, kendi evinde kanlı canlı gördüğüne o kadar emindi ki. Asıl tuhaflık daha önceki hayallerinde olduğu gibi korku hissetmemişti, aksine heyecanlanmıştı. Zaten son zamanlarda rüyalarının başkahramanı oydu. Düşündükçe mantıksız ama bir o kadar da mantıklı bulduğu rüya kahramanıyla tanıştığı günden beri korku nöbetleri şiddetini kaybetmişti. Ama ilk defa, delirmeye başladığından korkuyordu. Çünkü dün gece kapı komşusunu, kendi evinin koridorunda görmüştü.
Birkaç hafta öncesine kadar anımsamakta zorlandığı kâbusları, uyanık olduğunu bildiği anlarda bile gözlerinin önünde oynamaya devam ediyordu. En sinir bozucu olanı da buydu. Gün gözüyle bile kâbuslarının devam etmesi… Bir anlık gördüğü şekilsiz gölgelerin, dikkatlice baktığında yok olması… Apartmanına ayak bastığında beliren amansız korkusu… Bu yüzden işine gelmeyi seviyordu çünkü çalıştığı kafe onun sığınağıydı. Burada hayaletler yoktu.


1. bölüm

Başını kaldırıp duvardaki süslü saate baktı. Kafenin dekoru, popüler film temalıydı ve saatin tasarımı da buna uygundu. Saat, Karayip korsanları filmindeki ‘Siyah İnci’ isimli geminin mükemmel bir kopyasıydı. Saati, kafenin sahibi olan Sedef, Amerika seyahati sırasında almıştı. Tek dostu olan Sedef, gezilerinde bu tarz dekorlar almaya bayılırdı. O yüzden kafenin tam bir curcunaya dönmesinin önündeki tek engel kendisiydi.
Duvarların kenarlarına konan yarım daire koltuklar boştu, ortalara serpiştirilmiş masa ve sandalyelerinde çoğu boştu. Geniş pencereleri süsleyen kalın tül perdelerin arasından görebildiği kadarıyla, bahçedeki ferforje masalarda da kimse yoktu. Masalara dağıtılmış şamdanlar, duvarlardaki antika görünüşlü lambalara, ışık konusunda yardımcı olamıyordu. Bu yüzden Kerem, onun isteğiyle, barın ve tabloların kenar ledlerini de açmıştı. Işık sistemini biraz daha güçlendirmeleri gerektiğini aklına not etti. Son haftalarda, karanlığa veya loşluğa karşı tahammülü azalmıştı, çevresinde gölge istemiyordu.
Çoktan gelmesi gereken kadının nerede kaldığını merak ederek saate bir kez daha baktı. Sanki saate sık sık bakarsa beklediği kişi gelecekti.
‘’Dünya Hanım.’’
Sesin geldiği yöne döndü. ‘’Evet…’’ karşısında duran adamın adı zihninde bir anlığına silindi, ardından belirdi. ‘’Samet.’’
Samet, ihtiyaç listesini ona verdikten sonra mutfağa geri döndü. Alışveriş yapma işi pek hoşuna gitmesede iyice ona zimmetlenmişti. Genel alışveriş, siparişle yapılıyordu ama bu liste özel malzemeler içindi. Özel soslar ve içkilerin pahalı malzemeleriydi. Listeye hiç bakmaksızın yanındaki çantaya attı ve kalan üç masayı beklemeye devam etti.
Duvara monteli televizyonda oynayan filmin son dakikalarında Sedef nihayet geldi. Ceketini çıkartıp askıya astı ve hemen yanına geldi.
‘’Özür dilerim canım, muhabbete dalmışım. Saatin geç olduğunu fark etmedim.’’
‘’Sorun değil.’’ dedi ve kalan son çifte kısa bir bakış attı. ‘’Zaten iş yok.’’ diye kısık sesle ekledi.
Masada oturan çiftlerden bayan olanı ona doğru baktı. Dünya, onlara bakarken kadına yakalanmanın verdiği tereddütle bakışını kaçıracak zamanı olmadı. Kadının kızıl saçları, tatlı buklelerle omuzlarından aşağıya düşüyordu. Güzel bir kadındı ama sevimli tarafı daha baskındı. Yeşil gözleri parıldayarak gülümsedi.
‘’Hesabı alabilir miyiz?’’
Kadının samimi gülümsemesi hoşuna gitti ve masaya doğru hareketlenen Kerem’i durdurarak çiftin hesabını alıp kutuya attı. Güler yüzle masaya yürüdü.
‘’Buyurun, umarım servis hoşunuza gitmiştir.’’ dedi ve masaya kutuyu bırakıp döndü.
Daha bir adım atmıştı ki, kadının karşısındaki sarışın genç adam seslendi.
‘’Bakar mısın?’’
Dünya, çifte doğru döndüğünde, kadın hızlıca konuşmaya başladı. ‘’Biz bir parti düzenlemek istiyoruz, acaba kiminle görüşmemiz gerekiyor?’’
Şimdiye kadar hiç böyle bir istekle karşılaşmadığından bir an düşündü ve Sedef’e doğru baktı. Kadın çoktan telefonuna gömülmüştü. Sıkıntılı bir yüzle kızıl saçlı kadına döndü.
‘’Şey, kafenin sürekli müşterileri var. Parti yüzünden rahatsız olmalarını istemeyiz. Ayrıca kafe sahibi de ben değilim. Bu konuyu Sedef Hanım ile görüşmem gerek.’’
Sarışın adam, yakışıklı yüzünü vurgulayan bir gülümsemeyle ona baktı.
‘’Elbette, sen patronu ikna et. Yarın geldiğimizde kararı bize söylersin.’’
Çift, hesabı nakit ödeyip ayaklanırken kadın samimi bir tavırla Dünya’nın elini tutup sıktı. Dünya’nın içini bir sıcaklık sardı ve kendini tutamadı.
‘’Daha önce karşılaştık mı, acaba?’’
Uzun boylu adam, suç yakalamış bir tavırla gözlerini kızıl saçlı kadına devirdi. Kadın dudağını büküp düşündü ve başını salladı.
‘’Hayır, sanmıyorum.’’
Omzunu saran ılık hisse rağmen tepki vermeden başını salladı. ‘’Bende öyle tahmin etmiştim.’’ dedi ve tecrübeli garson sırıtmasıyla ekledi. ‘’Geldiğiniz için teşekkür eder ve yine bekleriz.’’
Çifti yolculadıktan sonra elinde kutuyla Sedef’in olduğu kasaya döndü. Sedef havalanan kaşlarının altından ona bakıyordu, ellerini açtı.
‘’Bu da neydi? Onları tanıyor musun?’’
Omzunu silkti. ‘’Parti yapacaklarmış.’’ dedi ve kutudaki parayı alıp fazlasını bahşiş kutusuna atarken devam etti. ‘’Mümkün olup olmadığını soruyorlar.’’
Sedef, etrafı toplayan garsonlara baktı, azarlayacak bir şey aranırken Dünya’nın sorusunu cevapladı.
 ‘’Boşver partiyi, fazladan iki kuruş için beş kuruşluk masraf yapmaya gerek yok. Gitsinler kulüp tutsunlar, kesin model filandırlar zaten.’’
Dünya, kasayla uğraşmayı bırakıp kadına döndü. ‘’Model olduklarını nereden çıkardın?’’
‘’Uzun bir boy, biçimli bir vücut, masmavi güzel gözler ve bakımlı güneş sarısı saçlar… Kızım, adamı görmedin mi? Yunan tanrıları kadar yakışıklıydı.’’
Güldü. ‘’Yunan tanrılarının yakışıklı olduğunu nereden biliyorsun? Sanki her gün bir Yunan tanrısı görüyorsun da.’’
‘’Maalesef görmüyorum.’’ Sedef içini çekti ve eliyle yüzünü yelpazeledi. ‘’Ama senin çekici komşunu kimseye değişmem. Adam, kelimenin tam anlamıyla yakıyor. Hayatımda onun kadar seksi bir adam görmedim.’’ dedi abartı bir sesle.
Kadının çekinmesiz konuşması yüzünden Dünya’nın yüzünü sıcaklık basmıştı. Kerem ile Tarık mutfak kapısından kaybolana kadar hiç yorum yapmadan işini bitirdi. Sedef, yanına gelerek onu sıkıştırdı.
‘’O günden sonra, onunla görüştün mü?’’
‘’Kiminle?’’ dedi, gruplandırdığı nakti, şifreli kasaya istiflerken.
Sedef soluklandı. ‘’Kimmiş, tabi ki de Aras ile!’’ dedi ve cevap vermeyince ekledi. ‘’Seksi ve ultra yakışıklı komşunu diyorum canım ya, senin neyin var bugün? İyi misin?’’
Sedef’e doğru döndü ve elini tezgâha koyup kadına sırıttı. ‘’Sorduğun için teşekkür ederim. Biraz yorgunum ama iyiyim, ya sen?’’
Sedef yüzünü astı. ‘’Kusura bakma, düşünemedim.’’ dedi ve eliyle onun kolunu okşadı. ‘’Hadi, sana kıyak yapayım. Eve kadar şoförlüğün benden!’’
Gözlerini devirdi. ‘’Komşumu görme umudun da olmasa…’’
Sedef’in hain sırıtması tahmininde ne kadar isabetli olduğunu gösteriyordu. Nefeslendi ve kafede kalan personeli kontrol edip evlerine göndermek için mutfağa doğru yürüdü. Kafeden çıktıklarında saat on ikiye geliyordu. Sedef, onu eve bırakıp isteksizce giderken apartmanın üst katına bakış atmayı ihmal etmemişti. Karanlık daire, kadının şoförlüğünün bu gece için sonuçsuz olduğunu ilan ediyordu. Seksi komşu evde yoktu.
Yorgun olmasına rağmen basamakları ikişer ikişer çıktı. Asansörü zorunda olmadıkça kullanmazdı. Dar alanda kısılıp kalmak umurunda değildi ama asansörün bozulması halinde karanlıkta kalmaktan çekindiği için merdivenleri tercih ediyordu.
Tek eliyle, cebindeki feneri sıkıca kavradı ve dördüncü kattaki dairesine tırmanmaya devam etti. İzlenme duygusu yeniden depreşmişti, kalbi dörtnala koşmaya başlarken adımlarını hızlandırdı. Kendi katına geldiğinde bile rahatlamadı, ışık her an sönebilirdi.
Feneri tutan eli terden kayganlaşmıştı. Tedbir olsun diye feneri açmak için düğmesini kaydırmaya çalıştı. Titreyen elleri yüzünden başaramadı. Bu denli korktuğu için, kendi kendine sinir olarak kapısının önünde elini çantasına attı. Çabuk olmalıydı, süreli lamba her an kapanabilirdi. Elindeki küçük fener parmakları arasından kayarak çantanın içine düşünce lambanın düğmesine kısacık yan bir bakış attı ve küfrederek anahtarı aramaya devam etti. Her zaman aynı göze attığı halde aramak zorunda kalıyordu. Acaba anahtarı kolye olarak boynuna mı asmalıydı. Diğer iki kolyesinin yanına, minik papatyanın ve güzel, zarif bir çiçeğin olduğu…
Anahtarı parmaklarının arasında hissedince rahatlayıp çıkarttı. Ve lamba söndü. Çığlık atmamak için dudağını ısırdı ve elini düğmeye doğru uzattı. Zifiri karanlıkta bir metre ne kadar uzak olabilirdi ki? Duvara dokundu. İlk dokunuşta düğmeyi bulamayınca paniği iyice yükseldi. Çıldırtıcı korku, bedeninin gücünü çekerken titrek parmağı düğmeye yetişti ve bastı. Kat aydınlanmıştı. Başı dönmeye devam ederken anahtarı kilide soktu ve çevirip kendini, evinin, lambası hiç sönmeyen holünün aydınlığına attı. Kapıya yaslanıp bir süre baş dönmesinin geçmesini ve kalbinin yavaşlamasını bekledi. Psikoloğunun dediği gibi korkularından kurtulmak için üstüne gitmesinin zamanı gelmişti. Belki böylece hafızasını da geri kazanabilirdi. Biraz cesaret dedi kendi kendine ve çantasını vestiyere bırakıp yağmurluğunun kemerini çözmeye başladı. Korkuları bu gece için kalabilirdi, üstlerine gitmek için enerjisi kalmamıştı.
Banyoya doğru yürürken burnuna hoş ve son üç haftadır duymaya alıştığı koku çalındı. Derin bir nefes alarak müthiş kokuyu içine çekti. Yeni aldığı oda kokusu muydu, yoksa kullandığı deterjanların parfümü müydü bilmiyordu ama bu kokunun kaynağını, etkisini kaybetmeden bulması gerekiyordu.
Uyumak için hazırlıklarını bitirip bütün odaların lambalarını da yaktı ve yatak odasına doğru yürüdü. Saçlarını kurutmuştu ama dipleri hala nemliydi. Uzun zamandır kestirmediği saçları, sabaha iyice kabaracaktı ama gecenin bu saatinde onları yatıştırmakla uğraşmak içinden gelmiyordu. Saat oldukça geçti. Bu gece uyumaya yoğunlaşmak saçlarından daha önemliydi. Uyku ilaçlarının olduğu rafa gitti ve aralarından birini seçmek için gözlerini kısıp rafı süzdü. Hiçbirini beğenmedi.
Gece lambası yerine kullandığı abajurun düğmesine bastı. Odayı renkli ve loş bir ışık doldurmuşken geniş yatağına uzandı. Bu kadar renkli ışıkta uyumasına Sedef şaşırıyordu, gerçi hol ve koridorun lambasının sürekli açık olmasını da anlayamamıştı. Dünya’nın son aylardaki iyice artan karanlık korkusu, Sedef’i endişelendiriyordu. Artık evin tüm ışıklarını açık bıraktığını öğrendiğinde, arkadaşının ne düşüneceğini tahmin edebiliyordu. Birkaç defa aynı evde kalmayı bile önermişti ama Dünya istemiyordu. O, yalnızlığını seviyordu.
Odası serindi. Yine de klima açma gereği duymadı, ince yorganın içinde yayıldı ve uykuyu çağırmaya başladı. Yataktaki dördüncü turundan sonra uyku namına gelen giden olmayınca gözlerini açıp rengârenk odanın tavanına dikti. Kitap okumak uyku için yardımcı olabilirdi. Gerçi denediği her seferinde iyice uykusu açılıp kitabı bitirmeden bırakamıyordu. Uykusunu tamamen kaçıracağını tahmin etse de, komodinin üzerindeki kitap şu an için çekici geldi. Masa lambasını açıp renkli abajuru kapattı ve kitaba uzandı. Daha önce pek denemediği bir konu üzerine olduğundan kitaba birkaç kere başlamıştı ve en fazla beş bölüm sonrasında kenara bırakmıştı. Bir kere daha, diyerek doğruldu. Kapaktaki ismi seslice okudu.
‘’Yunan Mitleri’’
Kapaktaki çıplak Afrodit’e bakarken istemsizce burnunu kırıştırdı ve sıradaki efsaneyi okumak için kitabı açtı. Sandığından iyi ilerleyen kitabı bir süre sonra bırakmak zorunda kaldı, çünkü gözlerini açık tutamıyordu. Kitaptaki olaylar, birbirine karışmaya başlamıştı. Zamanı geldi diye sevinerek derin bir uyku çekmek için gözleri yarım açık, kitabı kenara bıraktı ve abajuru açıp masa lambasını kapattı. Dalmak üzereyken rüyası, zihninde oluşmaya başladı. Daha öncekilerin sahnesinde fakat artık yüze kavuşmuş bir karakterle…
Gündüzdü. Gökyüzünde toplanmış gri bulutlar yüzünden iç karartıcı kurşuni bir hava, tüm ormanın üstüne çökmüştü. Ağaçların çevresini sarmış ince uzun dikenli bitkiler yürüdükleri yollara da uzanmıştı ve onların adımlarını çok dikkatli atmalarına neden oluyordu. Hemen ardından yürüdüğü adamın başlığı yüzünü örtecek şekilde çekiliydi. Ortamın ürkütücülüğüne rağmen Dünya, huzurlu bir hisle, adamın rahat adımlarla ilerlemesini seyrediyordu. Zemin, çürümüş bitkilerle kaplıydı ve bastıkça ayak bileklerine kadar gömülüyordu. İnce sesli böcek veya kuşlara ait olduğunu düşündüğü hayvan sesleri arasında yürüdüler.
Gökyüzü, ansızın derin bir gürültü eşliğinde aydınlandı. Bulutlar, yeryüzüyle birleşecekmişçesine iyice yakınlaşmıştı ve yoğunluktan, üstlerine düşse hiç şaşırmazdı. Çatallanarak dağılan şimşeklere kısa bir bakış atan Dünya, hemen önünde yürüyen adama iyice yaklaştı, ona güveniyordu. Sadece yelek şeklindeki örgü zırhından görünen kaslı kollarına veya kemerinden sarkan kılıcı kullanma becerisine değil. Adamın salt varlığı bile güven vericiydi. Bir adım daha atacaktı ki, adam, elini önüne gererek onu durdurdu. Bir adım önlerinden sürünerek geçen dev yılana yol verirken Dünya’nın tüm bedeni buz gibi olmuştu. Adamın tersine o, yılanı fark etmemişti bile. Yılan ağır bedenini kolayca yerde kaydırarak adamın ayaklarının dibinden süzüldü ve balçığa dönmüş çürük bitkilerin arasından kayboldu.
‘’Yaklaştık.’’ dedi adam, etrafı kolaçan eden açık kahverengi gözleri, altın ışıltıları saçıyordu. Ardından kısık sesle devam etti.
‘’Eros, Athena ve Adonis diğer tarafa varmışlardır. Sınırda Hermes’in işaretini beklemeliyiz.’’ dedi ve omzunun üstünden Dünya’ya baktı. ‘’Seni buraya kadar getirmeyi istemezdim ama kulede bir kere daha yeteneğine ihtiyacımız olacak. Senden savaşa karışmanı değil, sadece basit bir kapıyı açmanı istiyorum. O ana değin karışıklıktan uzak dur. Sözümü dinle. Saklan ve beni bekle, tamam mı?’’
Dünya, adama bakarken usluca başını salladı. Ruhunu heyecanla dolduran bu adam, Aras’dı, yani komşusu. Şimdiki halinden farklı olarak saçları daha uzundu. Yakışıklı adam hoş bir gülümsemeyle Dünya’nın yanağını okşadı.
‘’Güvende olacaksın papatyam’’ dedi ve eğilip burnundan öptü.
Nefeslenip Aras’ın hareleri ışıl ışıl yanan güzel gözlerine baktı. İçinde bulundukları iç karartıcı ortamda bile adam, kalbini tekletmeyi başarıyordu. Genç adam, onun kendisine hayran olduğunun farkındaydı ve yasak olmasına rağmen ilgili olduğunu ondan saklamıyordu. Başlarda masum olan ilişkileri son zamanlarda oldukça değişmişti. Dünya, hakkı olmadığı halde onu sahiplenme isteğine engel olamıyordu.
Onun yüzünü süzen Aras’ın gözlerindeki ifade yoğunlaştı. Elini, Dünya’nın boynuna kaydırdı ve başparmağıyla çenesini okşadı. Konuşamıyordu, hayran gözlerle adama bakmaya devam eden Dünya, onun dokunuşlarına dikkat kesilmişti. Aras’ın gözleri, onun dudaklarına kaydığında başı döndü ve güçlü bir mıknatıs gibi adama doğru çekildiğini hissetti. Fakat ince bir çığlığı andıran canhıraş sesi duyduklarında ikisi birden doğruldular. Aras’ın eli hemen belindeki kılıca gitmişti. Sonra elini kılıçtan aldı, bileklerini saran deri bileklikteki bıçaklardan birini çekti ve çevresini kolaçan ederken Dünya’ya uzattı.
‘’Al bunu Dünya ve peşimden ayrılma.’’
Aras’ı onaylamak için başını salladığını adam görmemişti, o yüzden heyecanından dolayı kısılmış sesini kullandı.
‘’Tamam.’’
Dünya bıçağa parmaklarını kenetledi. O, buğulu bir ışıkla sarılı metale bakarken adam, ileriye doğru yürüdü.
‘’Öğrettiklerimi unutma ama sakın ortaya atılma. Bıçak sadece kendini koruman için, kimseye saldırmak yok.’’
Adamın arkasından hızlı adımlarla seyirtti ve yetişip adamın sırtına elini koydu. Gergin kaslar, onun dokunuşuyla gevşedi.
‘’Sorun çıkmayacak.’’ dedi Aras’a. ‘’Ama onu kurtardıktan sonra seni öpmeye çalışırsa çıkabilir ona göre. Sürekli şapır şupur dolaşmanız çok sinir bozucu! İnsanda dövme isteği yaratıyor.’’
Adamın gülümsediğini biliyordu, yüzünü görmese de bunu hissetti ve ekledi.
‘’Ciddiyim.’’
Aras ile birkaç dakika daha yürüdüler ve ağaçların sınırında durakladılar. Ayaklarının altındaki balçık iyice yumuşamıştı. Çamura rağmen rahat ilerleyen Aras, dikkatlice ağaçların bittiği sınıra adımlarken Dünya, ona iyice yaklaştı.
Ağaçlar, engebeli bir meydanın ortasında duran büyük kulenin etrafını açmak için kıyımdan geçmişlerdi. Karşılarındaki çirkin kulenin, tepelere kadar uzanan duvarlarındaki küçük ve biçimsiz pencereler, çarpık bedenli bir yılanın kör bakışlarını andırıyordu. Zemin, her yanı kaplamış çamur yüzünden vıcık vıcıktı. Köklenmiş ve kesilmiş ağaçların arasında, tuhaf görünüşlü yaratıklar dolanıyordu. Kısa bacakları ve dikenimsi pullarla kaplı bedenleriyle, yürüyen semenderlere benziyorlardı. Açık yeşil gözlerinin ortasındaki yarığa benzeyen gözbebekleri dikkatle etrafı süzüyordu. Pençeli elleri ve kısa küt kılıçlarıyla tehlikeli görünüyorlardı. Dünya saymaya başladı; bulunduğu yerden görebildiği kadarıyla, sadece önlerindeki yaratıklar otuzun üzerindeydi. Kulenin diğer tarafını göremiyordu bile.
Gökyüzü yeniden gümbürdedi. Yaratıklar, kurşuni gökyüzünün verdiği loşluğa ve birbiri ardına çakan şimşeklere rağmen, ağacı saran dikenlerin arkasında bekleyen ikisini göremiyorlardı. Aras, tek dizini yere koymuş her an atılmaya hazırdı. Sabırsız parmaklarını, kılıcın sapında açıp kapatıyordu. Dünya, adama yaklaştı.
‘’Hiç böyle bir yaratık olabileceğini düşünmezdim.’’
Sesi fısıltı gibiydi ama on metre ötedeki yaratık duymuş gibi dikkat kesildi, pullu derisi alev aldı. Dünya, nefes almayı dahi boşverip iyice eğildi. Yaratık kısık gözleriyle onların olduğu yeri taradı ve rahatlayarak yürümeye devam ettiğinde, bedenini saran alevler yatıştı. Aras sırıtarak omzunun üstünden Dünya’ya baktı.
‘’Tüh, eğlence için beklememiz gerekecek.’’
Aras’a bir zarar gelmeyeceğini bilsede endişelenmeden duramayan Dünya, adamın omzuna sitem edercesine vurdu.
‘’Eğlence mi istiyorsun? Merak etme, az sonra Afrodit eğlence için sana yardımcı olur.’’ dedi ve düşüncesi bile canı sıkarak kaşlarını çattı.
Aras, çekici bir tavırla dudağının kenarını ısırdı ve Dünya’nın ifadesini süzdü.
‘’Bu konuda bir tereddütüm yok.’’
Derin bir nefes aldı. Kıskançlıkla kasılan kalbine ve adamın onu tek bakışıyla etkilemesine sinir olarak başını yaratıklara çevirdi. Kurtarmaya gittiği kadının, Aras’a olan serbest aşkına karşılık; kendisinin, Aras’la ilişkisini diğerlerinden saklamak zorunda kalmasına bir kez daha lanet etti. Dünya’nın kıskandığını anlayan Aras, keyifle sırıtmaya devam ederek başlığını saçlarından çekti. İri yağmur damlaları düşmeye başlarken arkalarında bir ses duydular ve başlarını çeviremeden genç bir ses konuştu.
‘’Hazır!’’
Dünya, sese doğru dönecekken Aras hızla kılıcını çekip ayağa fırladı ve yaratıkların arasına daldı. Onu fark eden yaratıkların çirkin, yeşil bedenleri alev aldı. Karşı koymaları yararsızdı. Aras, önüne çıkan yaratıkları birer birer kılıcıyla devirmeye başladı. Gök gürlüyor ve Aras, gökyüzünden düşen bir yıldırım gibi ona saldıran yaratıkları katlediyordu. Hızlı hareketlerini izlemek imkânsızdı. Kulenin diğer tarafı da hareketlenmişti. Yaratıklar, şaşkınlıklarını üstlerinden atmışlardı ve saldırganlara karşı koymaya çalışıyorlardı. İyice hızlanan yağmur, yüzünü döverken gözünü kırpmaksızın Aras’ı izliyordu. Alana yaklaştığını bile fark etmemişti. Aniden dikenli çalıların arasında bir kıpırtı hissetti ve hemen doğruldu.
Karşısında, yaklaşık iki metre boyunda bir yaratık duruyordu. Yaratığın pullu derili yüzü ağzına doğru inceliyordu ve burun yerine iki yarığın olduğu suratıyla insana dönüşmeye çalışan bir semenderi andırıyordu. Yaratık, tıslayan bir sesle konuştu.
‘’Anahtarı buldum!’’ dedi ve elindeki kamçıyı Dünya’ya doğru salladı.
Kamçı, ölümcül bir acıya neden olarak yüzünde patlarken Dünya kendini geri çekmeye çalışıyordu. Kamçının ucu Dünya’nın çenesine denk gelmişti. Acıdan Dünya’nın nefesi kesildi ve kıçüstü yere düştü. Kan, çenesinden boynuna yayılırken semender alevlenen bedenini gerdi ve kamçıyla havayı keserek yukarıda salladı.
Dünya düşünmeden elindeki bıçağı ters döndürdü ve tüm gücüyle yaratığa fırlattı. Bıçak sapına kadar yaratığın alnına saplanırken Dünya kaçmak için ayağa kalktı. Ölen yaratığın son bir gayretle savurduğu kamçı, sırtını dilimleyerek ona çarptı. Yaratık cansızca yere düşerken Dünya acı içinde balçığın içine düştü. Sıcaklık, sırtını kaplarken görüşü bulandı ve kendinden geçti.
Ter içinde yataktan doğruldu, yastığına sarılmıştı ve hissettiği acıdan midesi bulanıyordu. Eli, çenesindeki yara izine gitti, daha yeni yaralanmış gibi acıyordu. Bu, sadece bir yanılsamaydı. Canlı kâbusunun yarattığı bir duyguyla parmaklarında kan olup olmadığını kontrol etti. Elinde hiçbir şey yoktu ama rüyasında yaralanan çenesi ve sırtı sızlıyordu.
Rüyasında gördüklerini, ilginçtir, bu sefer tam olarak hatırlıyordu. Nedense sınır tanımayan hayalgücü, bedenindeki yara izlerine göre bir hikâye yazmıştı. Yanda duran kitaba baktı, okuduklarının etkisi olduğunu düşündü ama rüyası, yazanlardan farklıydı.
Rüyadaki adama delice âşık olduğunu ve Aras’ın da ondan etkilendiğini yoğun bir gerçeklikle hissetmişti. Bir hafta öncesine kadar uyandığında korkudan ürperirken komşusunu ilk gördüğü günden beri kâbusda olsa rüyaları heyecan verici oluyordu. Tanıştıkları günden sonra, yüzünü görmemesine rağmen genç adamı düşünmeden duramıyordu. Bu da, Dünya’yı rahatsız ediyordu. Aras gibi bir adama, hayalinde bile âşık olması saçmaydı. O tipler, sadece kendisine benzeyen tiplerden hoşlanırlardı, havalı ve çekici.
‘’Bu rüyalarınız, neyin dışavurumu acaba?’’ dedi ve kendi kendine gülerek psikoloğunun taklidini yapmaya devam etti. ‘’Bu konuda uzman bir arkadaşımın telefonunu ister misiniz?’’
Aynı rüyanın tekrar ve uzatmalı sürümünü defalarca görerek sabahı sabah etti. Tüm gece boyunca tam uyuyamasa da, eski gerginliğinden eser yoktu. Acaba onu sınırlayan duvarı mı yıkmaya başlamıştı, hatırlayamadığı sıkıntısından kurtuluyor olabilir miydi? Ya da artık kâbuslarına alışmış ve sıkıldığı için bilinçaltı rüyalarını mı çeşitlemeye başlamıştı?
Peki, neden o adamı net olarak görüyordu, diğer yüzler silikken? Yüzünü bir kere gördüğü bir yabancıdan hoşlanıyor olamazdı, olmamalıydı. Büyük ihtimalle, Sedef’in adama ilgisi yüzünden ve sürekli lafı adama getirmesinden dolayı Aras’ı rüyalarında görüyordu. Sabaha kadar, kendi kendine varsayımlarda bulundu. En mantıklı açıklama olarak Sedef’in hayranlığında karar kıldı ve işe gitmek için yataktan doğruldu. Evinin havasına sinen etkileyici kokuyu içine çekerek dairesinden ayrıldı.

2. bölüm

Sabah, alışverişle uğraştığından kafeye geç gitmişti. Sedef, her zamanki gibi ortalıkta yoktu. Kadın, öğleye doğru telefon etti ve beş dakikaya geleceğini söyledi. Bu, Sedef’in zaman anlayışına göre bir saat veya iki saate denk geliyordu.
Kafe, bu sabah kalabalıktı. Dünya, yoğunluktan vaktin nasıl geçtiğini bile anlayamadı. Sedef, nihayet kafeye geldiğinde işleri kolaylamışlardı, kalabalık sakinleşmiş hepitopu yedi masa kalmıştı.
‘’Dünya’cım kusura bakma. Alışveriş yaparken vaktin nasıl geçtiğini anlayamadım. Acayip yoruldum ama değdi. Neler aldım neler, bir görsen, bayılırsın.’’
Dünya, kahvesini yudumlayarak kadına baktı. ‘’Hoş geldin.’’ dedi ve kahve makinasının başında bekleyen Kerem’e seslendi. ‘’Kerem, Sedef hanıma bir yorgunluk kahvesi ısmarlayalım mı?’’
Kerem, başını sallayıp hemen kahveyi hazırlamaya başlarken Sedef, onun yanındaki sandalyeye kendini bıraktı.
‘’Çok iyi olur. İnan, ayaklarımı hissetmiyorum, sanki yere basmıyor.’’
Dünya, kadının ayakkabılarına kısa bir göz atıp dudağını büktü. ‘’Bu normal, ayakların yerden on beş santim yukarıdalar’’
Sedef, burnunu kıvırdı, alaycı yorumuna laf söylemek yerine aklına gelen şey yüzünden heyecanla doğruldu.
‘’Gece işin var mı?’’
‘’Bu gece dışarı çıkmak istemiyorum.’’ diye lafı Sedef’in ağzına tıktı.
‘’Ama çıkacaksın.’’ dedi Sedef, şekersiz kahvesinin sapını kendine doğru çevirirken Kerem’e teşekkür etti ve yeniden Dünya’ya döndü.
‘’Yabancı değil, bizim Can. Akşam için kulübe çağırıyor. Özellikle seni sordu ve gelmeni istedi. Bence seninle ilgileniyor.’’
Gözlerini devirdi. ‘’Gitmemem için bir sebep daha!’’ diye sıkıntıyla söylendi.
Can, Sedef’in zengin ve züppe arkadaşlarından biriydi. Sıkıcı ve boş bir adamdı, hayata gelme amacının baba parası yemek ve güzel kızlarla dolaşmak olduğunu sanıyordu. Holdingin başına geçeceği güne kadar pek beceremediği halde playboyluk yapmaya kararlıydı. Dünya bazen adamın babasının, oğluna bu kadar serbestlik tanımasının sebebinin; oğlunu şirketten uzak tutmak olduğunu düşünmeden edemiyordu.
Sedef, onu duymazdan gelip konuşmaya devam etti. ‘’Kafeyi Kerem kapatır. Seni saat on gibi alırım ve itiraz kabul etmiyorum.’’
‘’Düşünürüz.’’ dedi ve biten filmi yenisiyle değiştirmek için ayağa kalktı.
Neyseki Sedef’in telefonu çalmıştı bu yüzden peşinden gelemedi. Modern ve komik bir pamuk prenses uyarlamasını, film oynatıcıya taktı. Çıkarttığı diğer dvdyi duvara monteli çekmecedeki yerine koyarken ismini duydu.
‘’Merhaba Dünya.’’
Ses, nasıl da tanıdık ve anlamsızca samimi gelmişti. Yavaşça sesin sahibine döndü. Birkaç saniye zaman durmuştu. Onun dışında kimse hareket etmiyordu ve buna rağmen Dünya çok yavaş dönüyordu. Kızıl dalgaların arasındaki yeşil gözlere baktı. Kızın, onun ismini söylediğini sanmıştı. Yanlış duymuş olmalıydı. Çünkü son zamanlarda kendi ismini, fısıltı gibi işitmeye alışmıştı, özellikle evinde tek başına olduğu anlarda. Ona bakarken, kızın dudakları yeniden kıpırdandı.
‘’Bizi hatırladın mı?’’
Kızın hemen yanında duran sarışın adama baktı. Genç adam, yüzünde tatlı bir gülüşle ona bakıyordu ama Dünya buz kesmişti. Tamam, o ikisini dün kafede görmüştü, parti hakkında soru sormuşlardı ama neden bu kadar tanıdıktılar? Sarışın adam saçlarını ensesindeki küçücük bir kuyrukta toplamıştı. Dünya, adamın olağanüstü yakışıklılığından etkilenmemişti ama adamın gülümsemesinin ona aşina gelmesine şaşırmıştı. Başka bir yerde ve başka bir zamanda defalarca bu hoş gülümsemeyi gördüğüne yemin edebilirdi. Adam, sırıtmaya devam ederken gözlerini Dünya’dan ayırmaksızın kızıl saçlıya cevap verdi.
‘’Neredeyse hatırladı.’’
Kendini toparladı. ‘’Özür dilerim, bir an dalmışım.’’ dedi. ‘’Elbette hatırladım. Dün parti yapıp yapamayacağınızı sormuştunuz.’’
Kızıl saçlı, elini diğerinin omzuna koydu. Adamın kolları önünde kenetlenmişti ama bakışı çok samimiydi. Kız ‘’Evet.’’ dedi. ‘’Bir arkadaşımızın doğum günü için sürpriz kutlama yapmak istiyoruz.’’
Dünya, Sedef’in cevabını anımsayınca yüzünü buruşturdu. ‘’Size olumlu bir cevap veremeyeceğim.’’
Kız, elini adamın omzundan indirdi. ‘’Hadi ya!’’ dedi sevimli yüzünü asarak.
‘’Bir kereliğine izin veremez misin?’’ dedi adam. ‘’Para konusunu dert etme ve pasta da benden. Arkadaşa söz vermiştim gerçi çoktan unutmuştur ama.’’ dedi omzunu silkti.
‘’Maalesef.’’ dedi Dünya, adamın dünkü lafına gönderme yaparak ekledi. ‘’Patron, parti olayına karşı.’’
‘’Sen onu ikna edersin Dünya.’’ dedi kız, emin bir tavırla. ‘’Lütfen, süprizi burada yapmamız gerek.’’
Dünya şaşkınca ikinci keredir adını söyleyen kızın yüzüne baktı. İlkinde yanlış duyduğunu düşünmüştü, bu seferki yanlışa mahal vermeyecek kadar netti.
‘’Benim adımı nerden biliyorsunuz?’’
Adam kaşlarının altından onu süzdü. ‘’Neden bilmeyeceğiz, senin adın devlet sırrı mı?’’
Başını salladı. ‘’Hayır ama ben adımı söylemediğime eminim. Sizlerle de daha önce tanışmadığımıza göre adımı bilmeniz olanaksız.’’
Kızıl saçlı kız nefeslenip bıkkınca gözlerini devirdi. ‘’Bundan gerçekten sıkılmaya başladım.’’ diye mırıldanıp Dünya’ya döndü. ‘’Sana seslendiklerinde duymuştuk. Adını bilmemiz senin için sorun olmaz, değil mi?’’
Dünya kararsızca ikisine bakındı ve telefonla konuşan Sedef’e göz attı. Sarışın adam sabırsızca söylenince adama döndü.
‘’Bize bir şans daha verir misin? Bir kere daha denesen.’’
‘’Bir sürü yer var, neden burası?’’ dedi Sedef’in inadıyla uğraşmaktan çekinerek. Kadın diğer fikrin yarar getireceğini bilse de, inatlaştığında Nuh der peygamber demezdi.
Kız ve genç adam bakıştılar ve dönüp ikisi de omzunu silkti.
‘’Hoşumuza gitti.’’ Dedi kız.
Pes etti, ‘’Peki, bir kez daha deneyeceğim ama fazla umutlanmayın.’’
Adam sırıttı ‘’Sen yaparsın, eminim.’’
Kaşlarının altından adama dikkatlice baktı. ‘’Daha önce tanışmadığımıza emin misiniz?’’
Adam ve kızın ifadesi ciddileşti. Kız kafeyi süzerken adam, sorusunu cevapladı.
‘’Tanışsaydık, hatırlamaz mıydın?’’
Dünya, bu garip çifte hafıza problemi olduğunu itiraf edemezdi. Görünüşlerindeki güzelliğe ve kibarlığa rağmen onlarda tuhaf bir şeyler olduğunu düşündüğünden başını salladı.
‘’Haklısın, hatırlardım.’’
Kız, ona bir kâğıt parçası uzattı ‘’İki hafta sonra Çarşamba, lütfen, onu ikna et ve bizi ara.’’
Kâğıdı alıp umudu olmadığından numaraya bakmaksızın cebine attı.
‘’Ararım.’’
Kız gülümsedi. ‘’Çok iyi, o halde sonra görüşürüz.’’
Çiftin kafeden çıkıp gitmesini seyretti ve o anda aklına gelen şey yüzünden durakladı, kimliğindeki bilgilere göre sözünü ettikleri Çarşamba onun da doğumgünüydü. Tesadüfün bu kadarı…
Bu arada Dünya, parti için Sedef’i ikna etmenin de yolunu bulmuştu, sadece ilacın dozunu iyi ayarlamalıydı. Kadının yanına giderken Sedef telefonu kapatıp Dünya’ya döndü.
‘’Kuaför randevusuna gitmem gerek, sonra sana gelirim. Beraber çıkarız, tamam mı?’’
Sedef’in yüzüne diktiği bakışları hainceydi. Bakışlarını hiç bozmadan ‘’Tamam.’’ dedi ‘’Ama bir şartım var.’’
                       *  *  *
Kafeyi Kerem’e emanet edip evine döndüğünde saat dokuzu geçiyordu. Sedef ile anlaşmışlardı. Dünya, Sedef’in istediği gibi klube gidecekti ve Sedef de Dünya’nın istediği gibi garip çifte, parti için izin verecekti. Onlar için neden uğraştığını ve Sedef’i ikna etmek için Can ile arkadaşlarına neden katlanmak zorunda olduğunu bilmiyordu ama o ikisini mutlu görmek istiyordu. Üstünü değiştirdi ve saçlarını sıkıca topladı. Makyaj için yatak odasına geçtiğinde kapının zili çaldı. Sedef erken gelmişti, makyaj için vakti yoktu. Kapıya gidip otomatın konuşma düğmesine bastı.
‘’Şimdi geliyorum Sedef’’ diyecekti ki, duraklayıp düşündü. Sedef, alışkanlığının tersine geldim diye telefon etmemişti. Kapıdaki başka biri olabilirdi. Ya da Sedef aşağıdan zile basmıştı…
‘’Tak, tak!’’
Aniden irkildi, kapısı çalıyordu. Elini, kalbinin üstüne koyarak kapının dürbününden baktı. Kapıda duran kişi Sedef değildi, karşı komşusuydu. Genç adam, tek eli duvarda, gözleri yerde Dünya’nın kapıyı açmasını bekliyordu. Yüzü tam olarak görünmüyordu, insana dokunma ihtiyacı hissettiren saçları, tatlı dalgalarla yüzünü yarı yarıya kapatmıştı. Tatlı dalgalar mı? Kendine gel Dünya!
Gerileyip dudağını ısırdı. Gecenin geç vaktinde, bu adam ondan ne istiyordu ki. Kapının zili çınladı ve Dünya irkilerek geriledi. Kolundaki saate baktı, dokuzu yirmi geçiyordu. Bu saatte kapıyı tanımadığı birine açmaya niyeti yoktu. Kapının yanından da ayrılamıyordu, hissettiği heyecan had safhadaydı. Eli istemsizce kapının kilidine giderken karşı kapının kapandığını duydu. İçi tuhaf bir hisle burkuldu. Kapıyı açması için onu, iki saniye daha bekleyemez miydi?
Duyguları çok anlamsızdı ama kalbi onun gibi düşünmüyordu. Aptal kalbi, Dünya’nın hislerini anlamlı bir şekle büründürmüş ve şimdi, o duygunun etkisiyle atıyordu. Bir kere gördüğü adama aşık olması saçmalıktı. Sedef’in hayranlık dolu sözleri, onun da ilgisini adama yöneltmiş olmalıydı. Arkadaşıyla bu konuda ciddi ciddi konuşması gerekiyordu. Sürekli adamdan bahsetmeyi kesmeliydi. Can sıkıntısıyla, kapısının önünden ayrıldı ve yatak odasına yollandı.
Makyajı bittiğinde saate baktı, dokuz buçuktu. Aynadaki aksine göz attı. Hafif bir makyaj yapmıştı. Üzerinde ise uzun kollu rahat bir bluz ve kot pantolon vardı. Oldukça sıradan ve rahat kıyafetiyle, sıkıcı geceye hazırdı. Oturma odasına geçerken dışarıdan gelen sesleri duydu ve kapıya yaklaştı. Dürbüne gözünü dayadı.
Aras, kapısının önünde bir kadınla konuşuyordu. Kadının hareketlerinden, genç adamı bir şey için ikna etmeye çalıştığını düşündü. Sadece el hareketlerini gördüğü kadının yüzü görünmüyordu. Bedenini saran şık bir pardesü giymişti. Kadının, sapsarı dalgalı saçları neredeyse beline iniyordu. Hiç bu kadar muhteşem saçlar görmemişti. Aras, kaşları çatık, bir süre kadını dinledi ve başını salladı, seslice konuştu.
‘’Zamanına ben karar veririm. Ve onun ne istediği umurumda bile değil. Yeterince katlandım!’’
Kadın, anlamadığı kelimeler söyleyerek adama yaklaştı. Kapının eşiğinden uzun topuklu çizmeleriyle girmek için adımlayınca Aras engel oldu.
‘’Bende şimdi dışarı çıkıyordum.’’
‘’Seninle geliyorum!’’ dedi kadın seslice. Elini, adamın göğsüne koydu ve boynuna doğru okşadı. ‘’Seni özledim. Kendini benden sakınma…’’ dedi ve daha kısık sesle bir şeyler söyledi.
Aras, nefeslenip kendini geriye çekti.
‘’Şimdi işim var, seninle sonra görüşürüz.’’ dedi ve duygusuz bir sesle ekledi. ‘’Ayrıca buraya gelip durmanı istemiyorum.’’
Kadın, başını dikleştirdi. ‘’Tamam, sen bilirsin ama benim de sabrım iyice tükeniyor. Bu halde etrafta dolaşman çok tehlikeli, başına bir şey gelmesinden korkuyorum. Geçen günkü olayı duymadığımı sanma.’’
Aras, alaylı bir tavırla sırıttı. ‘’Endişelenmene gerek olmadığını biliyorsun.’’
Kadın, adama doğru yavaşça yaklaştı ve parmaklarını, tişörtün geniş yakasında gezdirerek göğsünü doğru indi. Aras’ın ona gülümseyen dudaklarına doğru mırıltıyla bir şeyler fısıldadı. Aras, başını geriye atarak keyifle güldü.
Dünya, kapının dürbünüyle bütünleşmişti, nefes almaksızın ve utanmaksızın onları seyrediyordu. İkisinin kapı önündeki samimiyetine sinirlenmeye başlamıştı. Fark etmeden, kapıya koyduğu ellerini yumruk yaptı. Kadının, adamı baştan çıkarmaya çalışmasına öfkelenmişti.
Aras, kadını yanında istemiyordu işte, kadın, onu neden zorluyordu ki? Sonraki sahne ise bir saniye önceki düşüncelerini parçaladı, çünkü Aras, kadınının yanağını eliyle okşadı. Ondan cesaret alan kadın, parmaklarını adamın kemerine kenetleyip kendine çekti ve Aras’ın dudaklarına uzandı. Aras bocalayarak kadına eğildi. Genç adamın güzel gözlerinde, anlaşılmaz bir tereddüt vardı.
Dünya yutkundu. Göğsünde oluşan tuhaf bir boşluk hisseyle kapıdan ayrılacakken Aras’ın gözleri, Dünya’nın kapısına yöneldi ve adam, aniden kendini geri çekti. Sarışın kadın bir an afalladı. Kendini toparlamak için Aras’tan bir adım uzaklaştı. Adamın ifadesi de çok dağınıktı, alnına düşen saçlarını eliyle geriye attı.
‘’Yapamam, burada olmaz.’’
Kadın, bir süre ona baktı, sonra Dünya’nın zor duyduğu bir tonda konuştu.
‘’Bende, kendini onun için harcamana izin veremem. Bana geri dön.’’ dedi ve asansöre doğru döndü. ‘’Onun, ikinizi nasıl birbirinize düşürdüğünü unutmadım.’’
Dünya, nihayet kadının yüzünü görebilmişti. Kadın çok güzeldi, büyüleyiciydi demek daha doğru olurdu. Hoşnutsuz yüz ifadesine rağmen çok çekici bir güzelliğe sahipti. Asansörün kapısı kapanana kadar Aras, çatık kaşlarla kadına baktı. Kadının giderken söylediği sözlere canının sıkıldığı çok belliydi. Öfkeyle sıktığı yumruğunu, kapının çerçevesine dayadı. Asansör haraketlenince Aras’ın gözleri, Dünya’nın kapısına döndü ve Dünya kendine engel olmaksızın derin bir nefes aldı. Aras, onu görebiliyor muydu? Anlayamadı ama görüyor gibi gözlerini kapıya dikmişti. Parıldayan altın kahverengisi gözleri, uzun koyu kirpikleriyle daha vurgulanmıştı. Dudakları dolgundu, çekici dudak kıvrımlarına rağmen yüzü erkeksi bir yakışıklılığa sahipti.
Dünya’nın kalbi, deli gibi atıyordu ve bakışları adamın üstüne kilitlenmişti. Kapıyı açıp genç adamla yüzyüze gelmeyi istedi. Adam hala kendi kapısında dikiliyordu, onun kapıyı açmasını bekliyor gibi… Derken diğer asansörün kapısı açıldı ve Dünya, dürbünden uzaklaşıp eliyle havayı yumrukladı. Gelen Sedef’ti.
Sedef’in cıvıldayan sesi, apartman boşluğunda yankılanırken portmantoya doğru yürüdü ve çantasının içine yanda duran telefonunu attı. Kapının çalmasını beklemek için duvara yaslandı. Bekledi, hala Sedef’in sesi geliyordu ama bir türlü kapıyı çalmıyordu. Önce sarışın kadın, sonra da Sedef… Neden herkes bu adamla konuşmaya bu denli hevesliydi ki?
Oflayarak saatine baktı, ona beş vardı, kapıya yaklaştı. Sedef, Aras’ın gülümseyen yüzüne doğru bir şeyler anlatıyordu. Adam, rahat ve kayıtsız bir tavırla kapının yanındaki duvara omzunu yaslamıştı. İkisinin konuşacak ne bulduklarını düşünerek salona yürüdü. Kanapeye oturdu, bekledi. Beş dakikanın bu kadar uzun geçebileceğini hiç düşünmezdi ama hala geçmemişti. Üstüne başına baktı ve ayağa kalkarak odasına yürüdü, dışarıda Sedef’in kahkahası yayıldı. İçi daha da sıkılarak yürümeye devam etti.
Kotunu üzerinden çıkarttı ve satın aldıktan sonra bir kere giydiği eteğini dolaptan aldı. Dar etek, bedenine tam oturmuştu, derin nefesler almasa da olurdu. Birden Sedef’in şıklığının yanında okul çocuğu gibi durmak istememişti. Ayakkabılarını da topuklu bir ayakkabıyla değiştirdi. Şimdi aynadan ona bakan kız, az önceki çocuk değildi. Aksesuarlarını taktı ve saatine baktı. On beş dakikadır ne konuşuyorlardı ki?
Askıdan kısa ceketini aldı. Hızlı adımlarla dış kapıya yürüdü. Ceketi, portmantoya çantasının yanına bıraktı ve kilitleri açıp kapıyı araladı. Sıkıntılı ifadesinden kurtulmak için sırıtmaya çalıştı. Yapamadı. Sedef, Aras’ın karşısına dikilmişti, samimi bir sohbetin bölünmesiyle doğrulup Dünya’ya baktı.
‘’Ah, hazırlanmışsın.’’ dedi Sedef ve Aras’a doğru dönerek ekledi. ‘’Seni almaya oldukça erken gelmişim. Şansıma Aras’la karşılaştık ve biraz laflayalım dedik.’’
‘’İyi yapmışsınız’’ dedi Dünya buz gibi bir sesle, bir yandan Aras’a bakmamaya çalışıyordu. Görmezden gelince sanki kalp atışları sakinleşiyordu. Yalan! Sakin bir sesle konuştu. ‘’Gidelim mi?’’
‘’Selam vermek yok mu?’’
Dünya, yaptığının saçma olduğunu farkedince yüzünün ısındığını hissetti. Gözlerini adama çevirdi. Aras’ın gözlerindeki altın renkli hareler daha bir canlanmıştı ve beğeni dolu bir bakışla, onu süzüyordu. Aniden utanarak yüzü, tamamen alev aldı. Boğazı, çöle dönmüştü, neden bu kadar seksi giyinmişti ki? Kime nispet ediyordu?      
‘’Unutmuşum.’’ dedi. ‘’Merhaba.’’
Aras, gözlerini onun gözlerine dikerek doğruldu. ‘’Az önce neden kapını açmadın?’’
Sedef, şaşkın bir bakışla ikisine baktı. Adamın sorusu ve soruş şeklindeki rahatlık karşısında Dünya iyice gerildi. Yeni tanışan biri için oldukça hesap soran bir sesle konuşmuştu ve hiç hakkı yoktu.
‘’Müsait değildim, ayrıca açmak zorunda da değilim. Saatin kaç olduğundan haberin var mı?’’
Aras, dudağını yaladı ve başını hafifçe yana eğdi, selam verir gibi veya meydan okur gibi. Sedef, onun yerine atıldı.
‘’Dünya, neyin var senin? Bu gece kabalığın üzerinde!’’
Sedef’in, adamın yanında, onu eleştirmesi ve üstüne üstlük Aras’ın tarafını tutmasına sinir olmuştu. Aras, masum bir yüzle Dünya’dan bakışlarını alıp Sedef’e baktı.
‘’Haklı, beni tanımıyor.’’ Aras’ın sözlerinin ardından Dünya’nın omzundaki benin çevresi ısındı. Adama şaşkın bakışlarla döndü. Aras, devam etti.
‘’Bu arada, ikiniz bu kadar şık giyinmiş nereye gidiyorsunuz?’’
Sedef hemen atıldı. ‘’Hiç sorma, Dünya’yı yalvar yakar eğlenmeye götürüyorum. Şansı yaver giderse bu gece kendine sevgili yapacak.’’
Dünya, duyduğuna inanamaz bir halde Sedef’in lafını kesti. ‘’Sedef!’’ diye uyaran bir tonla konuştu ve çekingen bir ifadeyle Aras’a baktı. Genç adamın tepkisi, daha ilginçti.  Öfkeyle kaşlarını çattı ve aldığı soluğu ciğerlerine yetmemiş gibi kesik bir nefes aldı.
‘’Ne?’’ dedi Sedef’e. ‘’Ne demek istiyorsun?’’ diye de ekledi.
Sedef omzunu silkti. ‘’Nasıl olduğunu bilirsin…’’
‘’Bilmiyorum!’’ dedi Aras sertçe. Dünya’nın şaşkın bakışlarına döndü. ‘’Bu yüzden mi böyle giyindin?’’
Adamın hesap sormasına inanamadı, kim olduğunu sanıyordu? Soruyu duymazdan gelerek Sedef’e döndü.
‘’Çıkalım mı?’’
Sedef kararsızca durakladı. Aras’ın çatık kaşlarına ve azarına en az Dünya kadar şaşırmıştı. ‘’Tabi.’’ dedi sonunda.
Havadaki gerginlik Dünya’yı iyice kasmıştı.
Çantası ve montu için geriye döndüğünde Sedef’in sesini duydu. ‘’Sende gelmek ister misin? Çok kalabalık olmayacağız ve eğlenceli tiplerdir. Sıkılmazsın.’’
Dünya, Aras’ın cevabına dikkat kesilmişti, ceketini giyip çantasını eline alırken yavaş haraket ediyordu. Sesini duyamadığı Aras’ın ne cevap vereceğini merak ederek kapıya döndü. Adam, dudağını çiğneyerek Dünya’nın kapıdan çıkmasını izledi. Dünya, kilidi çevirdi ve ikisine döndü. Sedef hala adamın cevabını bekliyordu.
‘’Ne dersin?’’ dedi Sedef, adamın onlarla gelmesini istediğini belli eden bir tavırla.
Adam, kaşlarının altından Dünya’ya baktı. ‘’Ne dersin?’’ diye Sedef’in sözlerini, Dünya’ya tekrar etti.
‘’Beni ilgilendirmez.’’ dedi başını doğrultarak. ‘’Seni davet eden ben değilim.’’
Aras gözlerini kısıp iki saniye ona baktı ve arkasını dönerek askılıktaki montuna uzandı. Duvardaki raftan anahtarlarını alıp kapıyı kapattı. Sedef’e gülümsedi.
‘’Güzel bir bayanın teklifine ‘hayır’ diyecek kadar deli değilim.’’
Sedef’in hoşnut ifadesi karşısında Dünya nefeslendi ve asansöre yürüdü. Hala katlarında olduğundan asansörü beklemek zorunda kalmamışlardı. Üçü normalde geniş olan ama şimdi Dünya için daralan asansöre bindiler. Sedef aşağıya kadar hiç konuşmamayı başarmıştı, bir de yan gözle adamı süzmese... Dünya ise hem heyecanlı hem de gergindi, adamın varlığı dün geceki rüyasının canlanmasına neden olmuştu. Ve o koku, evet, evinde duyduğu muhteşem koku Aras’tan geliyordu, ya aynı kokuya sahip deterjanı kullanıyorlardı ya da… Yok, artık daha neler! İyicekafayı yemeye başlamıştı. Görüştüğü psikolog, onu olumsuz yönde etkiliyor olmalıydı.
Düşünceler içinde, her zamanki yerine park edilmiş Sedef’in arabasına doğru yürüdü. Sedef, gerginliği çoktan üzerinden atmış, Aras’ın yanında yürürken ona sorular soruyordu. Şu aralar işsiz olduğunu söyleyen Aras, mesleğinin fotoğrafçı olduğunu söyledi. Bu, o mankenin, kapısına kadar gelişini açıklıyordu. Dünya, ikisini dinlememeye çalışırken sohbetlerine dikkat kesildiğini fark etti. Aras, yoğun iş temposundan sıkılıp tatil yapmaya karar verdiğini söyledi. Sedef, ona kafeyi anlatmaya başladığında arabanın yanına varmışlardı. Dünya, yan gözle Sedef’in arabasının yanındaki siyah arabaya baktı. Pırıl pırıl simsiyah bir Mustang duruyordu. Daha önce bu arabayı, küçük otoparklarında görmemişti. Dünya hayran gözlerle arabayı süzerken; Aras, çekinmeksizin sırtını Mustange yaslandı. Kollarını kenetleyip ayağını diğerinin yanına dikti. Ne umursamaz bir adamdı.
‘’Ben adresi bilmiyorum, bana kim yol gösterecek?’’
Dünya’nın aklı, adamın bu rahatlığı karşısında karışırken, Sedef hayretle adama baktı.
‘’Nasıl bilmezsin çok popülerdir.’’
Aras, omzunu silkti. ‘’Pek öyle yerlere takılmam.’’
Sedef ‘’Bizimle gel, nasıl olsa Dünya için geri döneceğim.’’ dediğinde Aras, başını salladı.
‘’Olmaz. Kimseye bağlı haraket etmem.’’
‘’O zaman taksiyle dönersin.’’ dedi Dünya.
Aras gülümsememek için dudaklarını birbirine bastırdı. Dünya, adama iyice sinir oldu ve homurdanarak ekledi. ‘’Ya da en iyisi sen hiç gelme.’’
Sedef, adamın gelmekten vaz geçmesinden korkarak yolu tarif etmeye başlarken Aras, elini cebine atıp kadına döndü.
‘’Biriniz benimle gelse de olur.’’
Sedef hemen Dünya’ya döndü. Arkadaşının ne diyeceğini biliyordu ve karşı çıkmak için ağzını açarken Sedef adeta yalvaran gözlerle ona bakınca bir şey diyemedi.
‘’Dünya, sen yolu biliyorsun.’’
Omuzları düştü. ‘’Peki.’’ dedi ve adama döndü. ‘’Hadi, o halde yola düşelim.’’
Aras, elini cebinden çıkarttı ve elindeki araba anahtarına bastı. Hemen arkasındaki Mustangın kilitleri açılınca Dünya, etkilenmekten kendini alamadı.
‘’Bu araba senin mi?’’
Aras sırıttı. ‘’Hayır, çaldım.’’
Omzundan dökülen sıcaklık karşısında kıpkırmızı oldu ve başını sallayıp Sedef’e baktı. Sedef, adamın şakasına kahkaha atarak karşılık verdi ve arabasına bindi.
‘’Anlaştığımıza göre orada görüşürüz. Sakın gecikmeyin.’’ diye seslenen Sedef, arabasını çalıştırıp otoparkın çıkışına döndü.
Emrivakiliğin bu kadarına pes ederek yolcu tarafına dolandı. Aras, sürücü koltuğuna oturmuştu. Dünya’dan hızlı davranıp uzandı ve onun kapısını açtı. Aras’ın kibar ve düşünceli davranışı karşısında teşekkür etmesi gerekiyordu ama hiç içinden gelmedi. Asık suratla koltuğa oturdu, kapıyı bilinçli olarak sertçe kapattı. Aras’ın hoşnutsuz homurtusuna gülmemek için dudağını ısırdı ve bir aslan kükremesini andırarak çalışan motorun sesini dinledi.
Soluduğu hava tamamen Aras ile doluydu. Adamın müthiş kokusunu derin nefeslerle koklama isteğine engel olmak için pencereye doğru döndü. Aras, Sedef’in otoparktan tamamen çıkmasını bekledikten sonra gaza bastı.
Araba hiç sarsılmadan haraket etti. Aras, sessizdi ve Dünya, adamın rahatsızlığını hissediyordu. Aras’ın da, kendisi kadar gergin olması Dünya’yı şaşırttı, üstüne üstlük heyecanlı olması daha saçmaydı. Madem Dünya’dan rahatsız olacaktı, yolu tarif etmesi fikrini neden ortaya atmıştı? Dünya, adama yan gözle baktı ve gözlerinin gördüğü bazı detaylar hızla değişti.


İkisi yine aynı arabadaydılar ve yüzleri karşı karşıya oturuyorlardı. Aras gülümseyen gözlerle -şu anda boynunda duran- kolyeyi Dünya’nın avcundan aldı ve özenli bir şekilde onun boynuna taktı. Ellerini Dünya’nın boynundan çekmeden yüzüne doğru eğildi ve fısıldadı.
‘’Çok yakıştı…’’

Dünya, gördüğü anlık rüyanın etkisiyle, şok olarak başını çevirdi. Elini alnına götürüp ovaladı, bunun anlamı neydi? Neden olmamış şeyleri, olmuş gibi görüyordu? Hem de yanında duran adamın olduğu rüyaları. Gece kâbusları, canlı gündüz düşlerine dönüşmüştü.
‘’Neyin var?’’
Aras’ın sıcak parmaklarını, kolunda hissedince canı yanmış gibi kendini geriletti. Aras, arabayı yavaşlatıp kenara çekti. Sıkışık trafikte, onun ani hareketine sinir olanların kornasına aldırmadan kenardaki cebe park etti.
Dünya, hissettiği yoğun duygunun heyecanıyla buz gibi olmuştu. Papatya şekli zihninde ışıldayarak dönerken Aras’ın endişeli sorularını duyamıyordu. Adamın altın kahverengisi gözlerinin ışıltısı altında parlayan kolye, onun tüm dünyası olmuştu. Yanındaki duran adamı çok özlemişti, hem de tüm varlığıyla ama bu nasıl olabilirdi? Aras’ı bir süre öncesine kadar tanımıyordu bile. Ona sarılıp kokusunu içine çekmeyi özlemişti, gözlerinde parlayan hareleri izlemeyi özlemişti ve bu özlem Dünya’yı yakıyordu. Uzak durmak işkenceye dönüşmüştü, Aras’ın sesini duymak…
‘’Lanet olsun!’’ diye arabanın kapısını açtı ve kendini dışarı attı. Soluğu kesiliyordu, sırtını arabaya yasladı. Başını elleri arasına almıştı. Bu halinin, delilik belirtisi olduğunun bilincindeydi.
Aras, Dünya’nın ellerini tutup aşağı indirdi. ‘’Aç gözlerini, neyin var? Lütfen papatyam…’’ diye endişeyle söylendi. Dünya, başını kaldırıp şaşkınca Aras’a baktığında adam devam etti. ‘’Konuş benimle.’’
Ona ‘papatyam’ demişti, tıpkı rüyalarındaki gibi. ‘’Kimsin sen?’’ dedi korku dolu bir sesle.
Aras, kaşlarını çatıp doğruldu. ‘’Komşuyuz, unuttun mu?’’
‘’Hayır, sen kimsin? Nesin? Bana ne yapıyorsun? Amacın ne?’’ dedi, etrafında ona bakarak geçen insanların bakışlarına aldırmadan. ‘’Beni delirtmeye mi çalışıyorsun?’’
Aras, ne yapacağını bilemez bir halde elini saçlarına geçirdi. ‘’Arabaya bin Dünya, ikimizin oturup başbaşa konuşması gerek.’’
‘’Konuşmayacağız.’’ diye homurdandı. ‘’Sen, bana mantıklı bir açıklama yapana kadar seninle tek kelime konuşmayacağım ve arabana binmeyeceğim.’’
Sakinliğini tamamen kaybeden Aras, dişlerinin arasından öfkeyle söylendi.
‘’Şimdi sırası değil, bin arabaya!’’
Kavga için uygun bir yer olmadığını Dünya’da biliyordu ama karşısında duran adama güvenmesi için bir sebep bulamadı. Açık kapıya uzandı ve koltuğun üstündeki çantasını alıp doğruldu. Hemen bir taksi bulma umuduyla bakınarak Aras’tan uzaklaşmaya davrandı. Aras, kolundan tutarak onu durdurdu.
‘’Nereye gidiyorsun?’’
‘’Bırak beni!’’
‘’Bıraksana lan, kızı!’’
Dünya iyice buz kesip karşıdan gelen gençlere baktı. Birkaç tane iri yapılı genç, yakındaki spor salonundan çıkıyorlardı ve çevrelerinde tektük izleyiciler toplanmaya başlamıştı. Aras, tehditkâr bir tonda cevapladı.
‘’Siz karışmayın!’’
‘’Burası dağ başımı?’’ dedi içlerinden biri. Boyu kısa olmasına rağmen Aras’tan iriydi ve onlara yaklaşan diğer üç kişinin yardımı olmadan bile Aras’ı kolayca pataklayabilirdi. ‘’İstemiyor, neden zorluyon?’’
Aras, elini Dünya’dan çekti ama gözleri hala üzerindeydi. ‘’Çok geç olmadan bin arabaya, lütfen.’’
Dünya çıkabilecek kavgayı umursamıyordu. Adama olan güvensizliği ve onu mahveden delice çekim arasında sıkışıp kalmıştı. Dört genç yanlarına geldiğinde öylesine bomboş gözlerle adamlara baktı. Dünya’nın bakışını yardım çağrısı sanarak cesaret alan iri genç, Aras ile arasına girince Aras öfkeyle adamı ittirdi.
‘’Size karışmayın dedim!’’
Gençlerden biri aniden atılıp Aras’ı yumrukladı. Dünya, çığlık atmamak için elini ağzına götürdü. Aras yediği yumruk yüzünden sarsıldı ama hemen toparlanıp ona vuran adama cevap verdi. Ondan bu ani direnişi beklemeyen gençler, Ares’i durdurmak için arkadaşlarının yere yığılmasını şaşkın bir yüzle beklediler. Sonrasında hepsi birden Aras’ın üstüne çullandı. Dünya, dehşet içinde kalmıştı. Bir saniye öncesine kadar kaçmaya çalıştığı Aras’ın yaralanmasından korkmaya başladı. Bu duyguya anlam veremeden kavgayı durdurmak için yakınındaki adamı tutmaya çalıştı. Genç adam, onu ittirip Aras’a vurmak için atıldı. Dengesini kaybeden Dünya, kıçüstü yere düşmüştü. Ve olduğu yerde kaldı çünkü Aras, iri gençlerle rahatlıkla başa çıkabiliyordu. Usta dövüşçüleri aratmayan tekme ve yumruklarla grubun içinden sıyrıldı. Aras’ın, iki kişinin aynı anda dövülebileceğini ispatlamasını izlerken Dünya’nın gözleri iyice açılmıştı.
Aras, dudağının kenarından sızan kanı montunun koluyla temizleyerek doğrulduğunda dört genç pes etmiş bir halde ellerinden geldiğince uzaklaşmaya çalışıyordu. Dünya, seyircilerden birinin polis çağırdığını duydu. Aras’ın ona uzattığı ele bakarak tuttu ve ayağa kalktı. Aras, onun elini bırakmadan yerdeki çantayı aldı ve arabaya doğru yürüdü.
Nutku tutulmuş bir halde Aras’ın onu yönlendirmesine izin verdi. Aras, Dünya’yı yolcu koltuğuna oturttu ve kapısını hızla kapattı. Sonra sinirli adımlarla arabanın önünden dolanırken üzerindeki montu çıkarttı, ince montu hırsla arka koltuğa fırlattı. Sürücü koltuğuna oturup arabayı çalıştırdı ve gaza asılıp yola fırladı.
Araba, trafikte kayarcasına ilerlerken Dünya sadece ileriye bakıyordu. Neyi düşüneceğini bilemiyordu. Aras, kendinden çok iri dört adamı, birkaç saniye içinde işe yaramaz hale getirmişti ve ona ‘papatyam’ demişti. Zihnindeki karanlık, canını acıtırcasına zavallı beynini, pençeleri arasına almıştı. Dünya, bu karanlığı aydınlatabilecek olanın yanında oturan altın gözlü olduğunu hissediyordu. Aras, konuşunca adama baktı.
‘’O gerizekalı, canını yaktı mı?’’ dedi elleri direksiyona kenetlenmişti. Sesi çok öfkeliydi.
Dünya’nın gözleri adamın dudağından çenesine süzülen kana ilişti. Aras, yumruğu yiyen sanki oymuş gibi Dünya’ya canının yanıp yanmadığını soruyordu. Adamın saçları iyice dağılmıştı, kızgınlığı göğsünden taşıyormuş gibi uzun soluklar alıyordu. Dünya konuşmayınca Aras, ona doğru kısa bir bakış attı ve yola dönerken söylendi.
‘’Konuşmayacaksın anlaşılan, dediğim dedik diyorsun.’’
‘’Bana neden papatyam dedin?’’
Aras, yakalanmanın verdiği tedirginlikle gerildi. Diliyle dudağını yaladı ve kan tadını alınca eliyle çenesindeki kanı sildi. Vakit kazanıyordu. Yutkundu ve cevapladı.
‘’Kolyen papatya şeklinde.’’
Sade bir cevaptı ve fazlasıyla basit. Dünya’nın eli, boynuna gitti. Kolyesi gerçekten de yakasından dışarı çıkmıştı. Nefeslenip bakışlarını ileriye dikti. Adamın mantıklı yanıtının sonrasında kendine sinir olmuştu, yine de adamla papatyası olacak kadar samimi değillerdi ki.
‘’Bir daha söyleme.’’ diye mırıldandı.
Aras, sıkıntısı sesine yansımış bir tonda söylendi.
‘’Bu konuda söz veremem.’’
Daha fazla dayanamayan Dünya patladı. ‘’Sen sapık mısın? Nerden çıktın bilmiyorum ama benden uzak dur yoksa…’’ dedi ve durdu. Bu patlamaya uygun nasıl bir tehdit savurabilirdi ki?
Aras, parıldayan bakışlarıyla omzunun üstünden ona baktı. ‘’Yoksa ne?’’
Dünya, adamın ona hissettirdiği karmaşık duyguları geriye atmaya çalışarak iyi bir cevap bulmaya çalışıyordu.
‘’Seni şikâyet ederim.’’ dedi sonunda, sesindeki güçsüzlük tehditini faydasız kılmıştı.
Aras, aldırmaz bir tavırla dudağını büküp başını yola çevirince; Dünya, adama vurmamak için yumruklarını sıktı ve önüne döndü. Kendine gelmeye çalışarak bir süre etrafı seyretti ve bir yere gitmeleri gerektiğini hatırlayınca panikle sordu.
‘’Beni nereye götürüyorsun?’’
Aras, sakince cevap verdi. ‘’Yolu tarif etmediğinden şimdilik hiçbir yere.’’
‘’Neden sormadın?’’ dedi adamın kayıtsızlığı karşısında öfkelenerek. Tam o sırada telefonu çaldı ve Aras’ın yüzünde beliren alaycı sırıtış yüzünden telefona sertçe cevap verdi. ‘’Efendim?’’
Arayan Sedef’ti, nerede kaldıklarını soruyordu. Ona yolu karıştırdığını söyleyince Sedef inanmaz bir tonda dediğini tekrarladı. On dakikaya orada olacaklarını söyleyerek telefonu kapattı. Kadının ondan çok Aras’ı merak ettiği ortadaydı. Arkadaşını uyarmalıydı, bu adam tehlikeliydi. İkisinin de ondan uzak durması gerekiyordu. Dünya, nefes alıp sakin bir tonda konuştu.
‘’Bütün bu olanlardan sonra bizimle takılmak istemezsin sanırım.’’
‘’Neden?’’ dedi adam gözlerini yoldan ayırmadan kavşaktan döndü.
‘’Dayak yemene neden oldum.’’
Aras güldü. ‘’Onlar benim dengim değil, eğlenmedim bile.’’
‘’Eğlenmedin mi?’’ dedi hayretle. ‘’Artık emin oldum sen bir psikopatsın’’ diye söylendi ve profesyonel bir sesle kendi psikoloğunun lafını çaldı. ‘’Sana bu konuda yardım edebilecek birinin telefonunu ister misin?’’
Aras omzunu silkti. ‘’Olur ama tüm olanlardan sonra telefon numaranı vermek istemene şaşırdım.’’ dedi ve Dünya’nın yüz ifadesini görmek için yan gözle ona baktı. ‘’Benden hiç hoşlanmadığını sanıyordum.’’
‘’Benim numaramı mı?’’ dedi kaşlarını çatıp ‘’Hadi ordan!’’ kelimeleri sinirli dudaklarının arasında tıkılı kalmıştı.
Kollarını kavuşturup derin bir soluk aldı. Bu ukala adamla konuşmak anlamsızdı, her lafını kolaylıkla çeviriyordu. Sanki onu tanıyormuş gibi rahat konuşuyordu.
Aras’ın arabayı durdurduğunu fark ettiğinde düşüncelerine öyle gömülmüştü ki bir an nerede olduğunu anlayamadı. Gitmek istedikleri kulübün önündeydiler. Kapısını açan valeye aldırmadan Aras’a baktı.
‘’Yolu bilmediğini söylemiştin.’’
Aras gülmemek için dudağını ısırdı ve kapıdan çıktı. Dünya, sinirle çantasını aldı ve dışarı çıktı. Sert adımlarla arabanın önünü dolandı ve doğruca onu bekleyen adamın yanına gitti.
‘’Neden yalan söyledin?’’ diye homurdandı
Aras, omzunu silkti ve koluna girmesi için yanında durdu. Dünya, Aras’ın hareketini görmezden gelip girişe doğru yürüdü. Kapıdaki görevlilerin yanından geçerken adamların Aras’a selam vermeleri bardağı taşıran son damlaydı. Bu saatten sonra yalancı adamın hiçbir sözüne inanmayacaktı. Kalabalık kulübe onu takip eden Aras ile girerken adam, eliyle omzuna dokundu.
‘’Benim lavaboya gitmem gerek, sonra seni bulurum.’’ dedi gülümseyerek tozlanmış üstünü gösterdi.
Çok güzel gülümsüyordu. Ona gülümserken gözlerinin, yanaklarının ve dudaklarının aldığı şekil Dünya’nın nefesini kesti. Resim yapabilmeyi veya şiir yazabilmeyi isterdi, böylece bu muhteşem gülümsemeyi ölümsüzleştirebilirdi. Yalancı bir sapık olduğu aklına gelince hemen toparlandı. Adamın gülüşüne takılmamak için ona sinirli davranmayı seçti.
‘’Çokta umurumdaydı.’’
Adama arkasını dönüp ilerlerken dizlerinin tutmadığını fark etti ve tökezlememek için dikkatli yürümeye başladı. Sahnedeki grup, popüler bir şarkı söylüyordu. Sahne etrafındaki oturma düzenlerine bakınırken Sedef’in elini kaldırdığını gördü ve onlara doğru yöneldi. Tek başına geldiğini gören kadının kaşları çatıldı. Sedef’in hemen yanında Can ve daha öncede tanıştığı bir kadın ve iki adam vardı.
Yaklaştığında ‘’Aras nerde?’’ dedi Sedef sabırsızca.
Can ve diğerlerine selam verip oturdu. Sedef’e döndü. ‘’Lavaboya uğraması gerekiyormuş. Gelir şimdi.’’
Can, Dünya’nın ceketini elinden alıp oturmasına mani olmaması için kenardaki boş sandalyeye bıraktı.
‘’Yarım saattir, bir Aras’tır tutturdu.’’ dedi ve Dünya’ya döndü. ‘’Sedef’i delirten adamı merak ettim yahu.’’
İçi sıkıldı ama yine de sırıtmayı başardı. ‘’Merak edilecek biri değil, tuhaf bir adam.’’ dedi. ‘’Bence Sedef abartıyor.’’
Can, çekinmeksizin kolunu Dünya’nın koltuğunun arkasına attı. ‘’Sen nasılsın?’’ dedi gereksiz bir samimiyetle ona yaklaştı.
Dünya, Sedef’in hala etrafa bakınmasına takılmış bir halde adama cevap verdi.
‘’Onu hiç çağırmamalıydı.’’
Can ‘’Kimi?’’ diye konuşunca ayılıp adama baktı.
‘’Ne diyordun?’’ dedi omuzlarına belli belirsiz dokunan Can’dan kurtulmak için hafifçe doğruldu. ‘’Bugün biraz yorgunum, aklım yerinde değil.’’
Can’ın diğer züppe arkadaşlarından bayan olanı, lafa karıştı. ‘’Ah, canım, sen tüm gün çalışıyorsun, değil mi? Ne yorucu, ben iki dükkân gezince dermansız kalıyorum seni hiç düşünemedim şimdi’’
Kadının empatisi karşısında duygulanan Dünya ona gülümsedi. Kadının düşünemediği öyle belliydi ki.
‘’Selam.’’
Tüm grup sese dönerken Dünya gerildi. Sedef, neşeyle adamı karşıladı ve yanına oturturken hepsiyle tanıştırdı. Aras, saçını ve üstünü düzeltmişti. Yaptığı kavganın tek belirtisi dudağının kenarındaki kızarıklıktı. Yakışıklılığını onaylayan bakışları görmezden gelerek rahat bir tavırla sandalyesine kuruldu.
Sonraki bir saat Dünya için işkence gibi geçmişti. Can’ın sürekli saçma sorularla ilgisini çekmeye çalışması bir yana, Aras’ın masadaki bayanların ona sırnaşmasından hoşnut olduğunu görmek canını sıkıyordu. Genç adamın, kadehleri bir biri arkasına devirmesi de cabasıydı. Arabayı nasıl kullanacaktı? Bunu düşündüğüne inanamayarak başını küçük piste çevirdi.
Sahne alan grup dinlenmeye geçmişti ve onların yerini alan dj, dans müziği çalıyordu. Birkaç çift pistte zıplamaktan yorulmuş, sarmaşdolaş dans ediyorlardı. O sırada Aras’ın telefonu çalınca Dünya istemsizce adama baktı. Aras, telefonun ekranına bir süre baktıktan sonra özür dileyerek ayağa kalkıp uzaklaştı. Aras’ın gidişini izleyen Sedef bozuk bir yüzle Dünya’ya döndü.
‘’Sevgilisi var mıymış?’’
Dünya gözlerini devirdi. ‘’Ben nerden bileyim?’’
‘’Bir saat hiç konuşmadan mı gezdiniz?’’ dedi Sedef homurdanarak. ‘’İnsan laf olsun diye bile sorar, benim için sorsaydın.’’
‘’Of, Sedef, beni yoruyorsun.’’ dedi Aras’ın nereye gittiğine bakmamak için kendini zor tutuyordu. Acaba arayan o sarışın kız mıydı? Sedef’e kızdan bahsetmeli miydi?
‘’Hadi, dans edelim.’’
Başını çevirip Can’a baktı. Bıkkınca cevapladı. ‘’Ben dans edemem.’’
‘’Beni kırma.’’ diye ayaklanan adam, itirazdan anlamayacaktı.
Başını sallayıp ayağa kalktı ve Can’ın uzattığı elinden tuttu. ‘’Tek bir dans’’
Aslında, Can bu denli itici bir karaktere sahip olmasa, Dünya genç adamla anlaşmaya çalışabilirdi ama bazen öyle kendini beğenmiş oluyordu ki Dünya’yı çıldırtıyordu. Yüksek topukları yüzünden adamdan uzun olmanın verdiği sıkıntıyla elini Can’ın omzuna koydu. Can, her zamanki yapışkan tarzıyla ellerini kalçasının hemen yukarısındaki bel boşluğuna yerleştirdi. Dünya, adamın elini alıp sırtına doğru yükseltti ve dansa başladılar.
‘’Bu gece çok seksisin.’’ dedi Can yaklaşarak. ‘’Seni hiç böyle görmemiştim. Yoksa benim için mi bu hazırlık?’’
Saçma iltifatına saçma bir ses tonuyla teşekkür etti. Lafı uzatası hiç yoktu. Can, tek eliyle sırtını okşarken onu iyice kendine çekti. Dünya, gerilemeye davranacakken gözü Aras’a takıldı. Adam, telefon konuşmasını bitirip yerine oturmuş, tam ikisinin üzerine sabitlenmiş bakışlarla onları izliyordu.
Loş ışıkta bile adamın varlığı alev gibiydi, etkileyici ve büyülü. Yüzü çok asıktı, öfkeli diyebilirdi ve bakışlarının hedefinde Can duruyordu. Ya da telefon konuşması adamı öfkelendirmiş olabilirdi ama Can’a bu şekilde bakmasına bir bahane bulamadı. Oturduğu yerde, avının üzerine atılmaya hazır yırtıcı bir panter gibi kötücül bakışlarını Can’a dikmişti. Her an atılmaya hazır gibiydi. Bir eli masanın üzerindeydi, sıktığı yumruğu gerginliğini ve kızgınlığını ilan ediyordu. Dünya, Aras’ın karanlık bakışlarını üzerine diktiği Can’ın kollarının hapsinde olmaktan rahatsız oldu.
‘’Sen ne dersin?’’
‘’Hı?’’ diyerek adamdan iyice ayrılıp yüzüne baktı.
Can, baygın bakışlarla yüzüne bakıyordu. Dünya, onun bu bakışını çekici sandığını düşündü. Kesinlikle çekici değildi. Adamın triplerine katlanmak sohbetine katlanmaktan da zordu. Can, söylediğini kısaca tekrar etti.
‘’İspanya, diyorum. Sedef’ten bir hafta izin alırsın.’’
Geriledi. ‘’Neden?’’
Can, iri dudağını sarkıttı. ‘’Beni dinlemiyor musun?’’
‘’Yorgunum artık oturalım mı?’’ dedi kaçış yolu aranarak.
‘’Bana söz vermeden bırakmam.’’ dedi Can, alkolün verdiği cesaretle Dünya’nın beline sarılıp kendine çekti. ‘’Beraber tatile çıkmalıyız, yatla İspanya’ya gider, uçakla döneriz’’
‘’Hayda!’’ dedi adamın kolları arasından sıyrılmak için davrandı. ‘’Yok artık daha neler.’’ Can’ın surat asmasına aldırmadan ‘’Oturalım!’’ dedi ve masaya döndü.
Aras yoktu.
Sedef’in yanına oturduğunda Aras’ı sormamak için kendini zor tutuyordu. Nereye gitmiş olabilirdi? Hızlanan müziğin çığlıkları arasında Buse’nin son Roma seyahatinin maceralarını dinlerken alkolsüz kokteyline sarıldı. Sohbetten iyice kopmuştu. Az sonra Sedef arka tarafa bakış atıp arkadaşlarına geri döndüğünde biraz bekledi ve kadının baktığı yöne doğru döndü.
Aras, yanında iki tiple, bara yaslanmış konuşuyordu. Adamlardan ona dönük olanı uzun boylu ve sakallıydı. Soluk bir yüzü vardı ve saçı, sakalı simsiyahtı. Siyah gözleri Dünya’nınkilerle birleşti ve adam onu şaşırtarak sırıttı. Ardından samimi bir tavırla göz kırptı.
Sakallının selamı üzerine, arkası dönük adam da başını çevirdi ve doğruca ona baktı. Siyah saçlı, beyaz tenli, parlak lacivert gözlü adam inanılmaz derecede yakışıklıydı ama bakışları öyle kin doluydu ki, Dünya’nın tüyleri ürperdi. Dünya, adamın öfkeli bakışları yüzünden nefeslenirken adam başını çevirip Aras’a bir şeyler anlatmaya başladı. Aras bıkkınca onu dinledi ve Dünya’ya kısa bir bakış atıp iki adama döndü.

Yakışıklı adam, griye dönmüş gözlerini araladı ve elini kibarca Dünya’nın boynuna attı. Aralarında bir santim mesafe kalana kadar onu kendine doğru çektiğinde Dünya’nın kalbi korkudan kasılıyordu. Beyazlamış dolgun dudaklar, yavaşça aralandı. Dünya’nın bileği olarak düşündüğü hedef, boynuna kayınca kaçmamak için kendini zor tuttu. Serin ve yumuşak dudaklar, teninde usulca kaydı ve sonunda deli gibi zonklayan damarın üstüne kapandı. Korkusu uçup gitmişti. Isırığın ona ne hissettireceğine odaklandı: acı, panik, dehşet, zevk…
Son tahmini daha yerindeydi. Dişler, tenine geçtiğinde onunla öpüşmekten de fazlasını yapmış gibiydi. Damarını hoyratça ısırmamış, ona çok kibar davranmıştı. Yine de genç adama destek olan kolları kasıldı. Gözlerini kapattı. Kıvrılan dudaklar, acıtmanın ötesinde onu zevkle titreten bir emişle ilk yudumunu aldı.
Adamın eli, onun belini kavradı. Kendine doğru çekerken diliyle de emdiği yeri yaladı. Bunun böyle hissettireceğini asla tahmin edemezdi. Dudaklar, tenine yeniden kapandığında kendi dudağını ısırdı. İnlememek için tırnaklarını, adamın koluna geçirmişti, engel olamıyordu. Güzel yüzü onun boynuna gömülmüştü, nefesleri alevlenmişti. Birkaç saniye öylece kaldılar.
Adam diliyle onun boynunu tekrar yalayınca ayıldı ve başını geriye çekti. Adamın gözleri hızla normal rengine kavuşurken yaraları da iyileşmeye başlamıştı. Onun belinden, elini çekerken isteksizdi ama buna rağmen kendinden uzaklaştırmak için onu hafifçe itti. Ayrılmamak için itiraz etmek istedi ve…
Her şey parçalandı…

Dünya, başını çevirdi. Elleri buz tutmuştu ve başı dönüyordu. Bu ne biçim bir hayaldi? Aras’ın rüyalarına girmesi yetmezmiş gibi, bir de adamın yanında gördüğü adamlarla ilgili hayaller görmeye başlamıştı ve bu hayal gerçekten de imkansızdı. Bedeninden güç çekilmiş gibiydi, gizemli gruba tekrar bakmaya korkuyordu.
Sedef’in kulağına doğru eğildi.
‘’Benim gitmem gerek.’’
Sedef ona döndü. ‘’Ama daha erken…’’
‘’Kendimi iyi hissetmiyorum.’’ dedi ve bu doğruydu. ‘’Bir taksi ayarlarım, senin gelmene gerek yok.’’
Sedef kararsızca ona baktı. Dünya’yı tek başına yollamak istemiyordu ama Aras ile geçirebileceği bir geceden de olmak istemiyordu. Can, Sedef’in imdadına yetişti.
‘’Ben seni bırakırım.’’
Dünya, adama döndü. ‘’Hiç gerek…’’
‘’İtiraz kabul etmiyorum.’’ dedi ve masanın üzerindeki telefon ve anahtarına uzandı. ‘’Çocuklar bize müsaade.’’
Diğerleriyle vedalaşıp Sedef’i vicdan azabından kurtarmak için sarılıp gülümsedi.
‘’Yarın görüşürüz.’’
‘’Kusura bakma canım, durumu biliyorsun.’’ dedi Sedef ve sırıttı. ‘’Ve bana şans dile.’’
Dünya, yüzündeki sırıtışı korumaya çalışarak arkadaşının dileğini onayladı ve masadan ayrıldı. Aras’ın olduğu tarafa bakmak istemiyordu, hızlı adımlarla Can’ın yanında yürüdü. Adam elini, onun beline attı. Ona da ses çıkartmadı. Zaten dengesiz yürüyordu, Can’ın sayesinde toparlanabilirdi. Açık havaya çıktıklarında rahatladı. Bu gece sona ermişti, az sonra evinde olacaktı. Son model arabasını getiren valeye bahşiş veren Can, sürücü koltuğuna geçip oturdu. Dünya, ondan neden kibarlık beklediğini düşünerek arabanın etrafında dolandı ve kapıyı açıp yan koltuğa oturdu. Herkes Aras kadar kibar olamazdı, değil mi?
Eve kadar Can’ın arabasıyla övünmesini dinledi. Eve yaklaşmışken Can, yolu uzatarak İspanya için bir kere daha şansını denedi. Nihayet apartmanın önüne geldiklerinde öpmeye davrandı ama Dünya anlamazlığa gelerek kapıya sarılıp dışarı çıktı.
‘’Teşekkürler, sonra görüşürüz.’’ dedi ve kapıyı kapattı.
‘’Seni ararım.’’ dedi Can teklifsizce bağırarak.
Dünya, apartmana doğru yürürken elini kaldırıp adama bakmadan salladı.
Üstünü değiştirip salona geçti. Elinde kumanda, televizyonun karşısındaki çekyatı açtı ve bir battaniye alıp kanapenin üstüne kıvrıldı. Televizyonda izlenecek bir kanal aranmaya başladı. Reklamdan başka bir şey yoktu. En sonunda bir film buldu ve izlemeye karar verdi. Vakit ilerlemişti ve filmin bitmesine az kalmıştı. Gözleri yavaşça kapanırken elinden kumanda düştü.
Uykuya dalmak üzereydi, yanına birinin uzandığını ve kolunu ona sardığını hissetti. Yine rüya görüyor olmalıydı ama içinde korku yoktu, tam tersi huzur doluydu. Dudakları kıvrıldı ve sıcak kolların arasındaki bedeni gevşerken gülümsedi. Yanında, ona sıkıca sarılan biri vardı ve bu his, ona hiç yabancı gelmiyordu. Onu saran koruyucu kolların arasına sığındı. ‘’Ares’’ diye fısıldadı ve uzun zamandır ilk defa uykuya dalarken rüya görmekten korkmadı.

3. bölüm

Sabah, kendi kendine veya alarmla uyanmadı. Kulağına isminin söylenmesiyle gözlerini açtı. Oturma odasındaydı, televizyon hala açıktı ve sabah olmuştu. Beyni uyanmaya çalışırken dün geceden son hatırladıkları bilincine süzülmeye başladı. Kanapeden doğrulup uyuşmuş gözlerle etrafına bakındı. Gece yanında biri olduğuna ve bu adamın da Aras olduğuna yemin edebilirdi. Adamın kokusu yastığına sinmişti. Yastığa burnunu yapıştırıp kokladı, evet, kesinlikle adamın parfümüydü. Adam yana taşındığından beri, evin her yerine dağılan koku…
‘’Kahretsin.’’ diye mırıldandı ve battaniyeyi üzerinden atıp doğruldu.
Evin odalarını dolandı. Neyse ki, adam şu anda evin içinde değildi. Nasıl olur da, sapık komşusu o varken bile eve girmeye cesaret ederdi. Bu işi çözmeliydi.
Mutfağa gitti ve çekmeceden bir bıçak aldı. Delirmiş gibiydi, bunlar neden onun başına geliyordu ki? Önce hafızasını kaybettiği gizemli bir kayboluş, ardından habersizce evine girip çıkan çekici komşusu ve çevresinde beliren tuhaf insanlar…
Saat daha erkendi ama bunu düşünecek halde değildi. Kapıya gidip açtı, hayret, kapı kilitli değildi. Neden hayret ediyordu ki, adam çıkarken kapıyı kilitleyemezdi. Sonra düşündü. Gece eve geldiğinde kapıyı kilitlediğinden emin olamadı, hatırlamıyordu. Dışarı çıktı ve aslında harekete duyarlı olan ama bu özelliğinin çalıştığını hiç görmediği otomatik lambaya bastı. Elindeki bıçağın sapını aşağı gelecek şekilde döndürüp pijamasının geniş koluyla gizledi. Aras’ın kapısını çaldı. Bekledi, yeniden çaldı. Kendi kapısının anahtarı elindeydi, yine de kapanmaması için ayakkabısını arasına koymuştu. Kapının ziline tekrar uzanıp çaldı.
Sabahın altısında, üzerinde pijamasıyla, ayaklarında tüylü terlikleriyle, saçı başı dağınık bir halde, elinde gizlediği bir bıçakla komşusunun kapısına dayanmıştı. Tek dayanağı da bir kokuydu. Acaba kim deliydi? Zihni ona oyun oynuyor da olabilirdi. Şimdiki psikiyatr, verdiği ilacın böyle bir yan etkisi olacağını söylemişti. Hapları almayı bırakırsa… O böyle düşünürken karşısındaki kapı açıldı ve Dünya’nın gözleri kapıyı açan adama çevrildi.
Aras, ya uykudan yeni uyanmıştı ya da tüm gece yastığıyla kavga etmişti. Saçları dağınık ve gözleri hafifçe şişikti. Üzerinde aceleyle giydiği belli olan kısa kollu bir tişört ve eşofman altı vardı. Ayakları çıplaktı. Adam gözlerini ovuşturarak esnedi ve Dünya’ya baktı.
‘’Günaydın.’’
Dünya’nın boğazı kurumuştu, hayranlıkla adama bakmaktan başka bir şey yapamıyordu. Tüm gece ona sarılarak uyuduğunun hayaliyle heyecanlandı. Bu kesinlikle bir rüya olmalıydı. Artık iyice inanmıştı, delirmişti. Ve bir deli gibi davranmak hakkıydı. Adama fark ettirmeksizin, koluyla gizlediği bıçağın sapını iyice kavradı.
‘’Sen, benim evime mi giriyorsun?’’
Aras, kaşlarını çatıp Dünya’ya hayretle baktı. ‘’Neden öyle bir şey yapayım?’’
Evet, neden böyle bir şey yapsın? Dünya’nın tereddütü diline yansıdı. ‘’Bana cevap ver!’’ diye titrek bir sesle konuştu.
Kollarını kenetleyip Dünya’yı süzen Aras bir süre düşündü. Apartmanın lambası söndü. İkisi de kapılarından sızan ışıkla aydınlanan apartman boşluğunda, birbirlerine gözleri dikilmiş bir halde kalakaldılar. Aras, kapıdan çekildi ve sakin bir sesle konuştu.
‘’İçeri gelmek ister misin? Kahve içerken konuşabiliriz.’’
‘’Dalga geçiyor olmalısın.’’ dedi Dünya. ‘’Şüpheli adamların evine girip ikram ettikleri kahveyi içecek kadar saf değilim’’
‘’Benden korkmana gerek yok.’’ diye konuştu adam. ‘’Ayrıca evine girdiğimi nerden çıkardın? Beni evine davet ettiğini hiç hatırlamıyorum, yoksa ettin mi?’’
Dünya, kaşlarını çattı. Emin olamıyordu ama adamın baştan çıkarıcı kokusu hala burnundaydı. Aras’ı suçlamak için daha kuvvetli dayanağı olmaması kötüydü. Doğrulup adamın altın pırıltılı gözlerine baktı.
‘’Parfümünün markası ne?’’
Aras güldü. ‘’Sen ne tuhaf birisin, beni hala şaşırtabiliyorsun.’’ dedi kendi kendine konuşur gibi. ‘’Ben parfüm kullanmam.’’ dedi yarı ciddi. ‘’Ve kahve teklifim hala geçerli.’’
‘’Parfüm kullanmıyorsan, senden gelen bu koku neyin kokusu?’’ dedi ısrarından vazgeçmeden.
Aras, bıkkınca nefes aldı. ‘’Ne bileyim, deterjan, yumuşatıcı, şampuan, duş jeli, diş macunu, oda spreyi…’’
Lafını kesti. ‘’Tamam, anladım, abartmana gerek yok.’’ dedi. İlk savı zaten bu olmuştu ama gece onu saran kolların hayali ve adama duyduğu anlaşılmaz özlem karşısında aklı karışmıştı. ‘’Kahveyi de kendin iç!’’ dedi arkasını döndü.
‘’Sen gerçekten çok kaba birisin.’’ dedi adam ve Dünya, kapısının önünde durakladı. ‘’Ben, elinde bıçakla gelen komşumla aramı düzeltmek için kahve içmeye davet ediyorum. Sen, arkanı dönüp gidiyorsun.’’
Bıçağı görmemesi için uğraşmıştı ama sandığı kadar iyi gizleyememişti demek. Omzunun üstünden, ona meydan okur gibi sırıtan adama baktı. Gözlerini kısıp bir anlığına düşündü. Kapıya engel olan ayakkabıyı tekmeleyip kapısını çekti. Ayaklarındaki tüylü terlikleri geri çevirdi ve adamın dairesine doğru yürürken kendisine şaşırmadan duramadı. Elinde bıçakla, hiç güvenmediği bir adamın evine, sabahın köründe kahve içmeye gidiyordu. Kapıdan geçerken sert bir sesle konuştu.
‘’Sütlü, dört şekerli!’’
Aras’ın dairesi, bir bekâr evine göre çok düzenli ve temizdi. Adamın kahve hazırlamasını fırsat bilerek gözü yormayan, kullanışlı ve modern mobilyalarla döşenmiş odaya göz attı. Elinde bıçakla odada gezinmesi ona bile tuhaf gelmişti. Yine de bıçağı elinden bırakmadı.
Çalışma masasına benzeyen kitaplıklı masaya adımladı. Çok şık siyah kadife bir kutu, dizüstü bilgisayarın yanında duruyordu. İçindeki meraka yenildi ve parmaklarını kadifeye sürttü ve omzunun üstünden mutfağa bir bakış atıp kutuyu açtı. Pahalı bir mücevher beklerken kurumuş papatyalardan yapılmış bir taç görünce şaşaladı. Kutuyu kapatıp koltuğa yürürken eli boynunda asılı kolyesine gitti.
Papatyam’ diye mırıldandı.
Papatya tacı, kendi kolyesi; genç adamı rüyalarında görmesi, bunların hepsi tesadüf olamazdı. İpuçları birleşince tek bir şey aklında belirdi. Aras’ı daha önceden tanıyordu ama hatırlamıyordu. Başını sallayıp koltuğa oturdu. Düşününce bu fikir de olası gelmedi. Madem adam, onu tanıyordu, neden hiçbir şey söylememişti? Kendisi hafızasını kaybetmişti ama Sedef onun en yakın arkadaşıydı. Eğer daha önce Aras ile aralarında bir şey olmuşsa, arkadaşı kesin bilirdi. Sedef bile adamı yeni gördüğüne göre bu fikirde, çürütülmüş fikirlerin arasına katıldı.
Kolyesine baktı. Sarı bir pırlantanın çevresini saran beyaz yaprakları andıran pırlantalar, parmaklarının arasında büyüleyici bir ışıltıyla parıldadı. Diğerini arada sırada çıkartıyordu ama bu kolyeye kıyamıyordu. Onu koruyan bir muska gibi takmadığı zamanlarda kendini savunmasız ve eksik hissediyordu. Pahalı bir kolye olduğunu zaten biliyordu. Şimdi gözünde daha bir değerli olmuştu çünkü dün geceki hayalinde kolyeyi, ona verenin Aras olduğunu görmüştü.
Aras, elinde fincanlarla odaya girdi. Dünya, başını kaldırıp ona doğru yürüyen adamı izledi. Yüzünü yıkamış ve üstüne çeki düzen vermişti. Alnına düşen kahverengi saçlarının uçları koyulaşmıştı ve ıslaktı. Yüzünde hoş bir ifadeyle, kahveyi yanındaki sehpaya bıraktı ve karşısındaki koltuğa oturdu. Çenesinin yanında kendisininkine benzeyen eski bir yara izi ve sağ kaşının üstünde de belli belirsiz bir yara izi daha vardı ama ilginçtir bu izler onun yüzünün cazibesini arttırıyordu. Adam, tedirgince elindeki kahveyi, avuçları arasına aldı. Üşüyor muydu?
‘’Gecen nasıl geçti?’’ dedi Dünya, bunu sorduğuna inanamadı. Az önce Sedef ile arasında neler olduğunu merak ettiğini itiraf etmişti.
Aras’ın ifadesi, şaşkınlıktan memnuniyete doğru ani bir geçiş yaparken kaşlarının altından Dünya’ya baktı.
‘’Çok güzel geçti, hatta harikaydı.’’
Dünya’nın çenesi kasıldı ve kahvesinden bir yudum aldı. Aras, kahveyi koltuğun tahta koluna bıraktı.
‘’Senin nasıl geçti?’’ diye çekici bir tonda sordu.
Omzunu silkti, kayıtsız durmaya çalışıyordu. ‘’Eğlenceli.’’ dedi ve kendini devam etmek zorunda hissetti. ‘’Can ile tatile çıkmayı düşünüyoruz, İspanya’ya.’’
Aras, gözlerini kıstı. ‘’Bu iyi bir fikir değil.’’
‘’Nedenmiş o?’’ dedi diklenerek
‘’Bu mevsimde oralar serin olur.’’ dedi ‘’Üşürsün.’’
Aptallığına diyecek yoktu, bari Brezilya deseydi. Can’ın salaklığına katıldığına inanamadı. ‘’Her neyse’’ diye mırıldandı. ‘’Bardaki arkadaşların kimdi?’’
Aras burnunu kırıştırdı. ‘’İşyerimden arkadaşlar.’’
Aras’ın sözlerinde mantıksız bir şey bulamayınca rahatladı ve geriye yaslandı. Ayrıca beni ısınmamıştı bile, nedense karşısındaki yalan söylediğinde omzundaki beni tepki veriyordu. Bunu keşfettiğinde şaşırmış ve korkmuştu ama şimdi alışmıştı hatta hoşuna gidiyordu. Bu tepkimenin, içgüdü veya altıncı duyu gibi bir şey olduğunu düşünüyordu.
Aras ile laflarken vaktin nasıl geçtiğini anlamadı. Havadan sudan, işten, kitap ve filmlerden konuştular. Zevklerinin birebir aynı olduğu söylenemezdi ama karşıt düşüncelerin bu kadar uyumlu olması ve kibarca dile getirilmesi Dünya’nın hoşuna gitti. Aras, onun sandığı kadar kibirli ve kasıntı bir adam değildi. Aras’ın işiyle ilgili sorduğu soruları yanıtlarken adamın onunla bu kadar ilgilenmesi iyice aklını karıştırdı. Kahveleri çoktan bitmişti ama Aras’ın dairesinden ayrılmak Dünya’nın aklına bile gelmiyordu. Adamın, ona bakışları iyice yumuşamıştı ve rahatlamıştı. Aras sesi, bakışları, tavırlarıyla Dünya’nın ruhuna işliyordu. Kendini adama çok yakın hissetmesi bir yana sanki yıllardır onu tanıyordu. Acaba emin olmak için ona sorsa mıydı? Yanlış anlayabileceğini düşünerek sormaktan vazgeçti.
‘’Bugün izinli misin?’’ dedi Aras
‘’Hı?’’ diye afallayan Dünya, Aras’tan bakışlarını alıp duvardaki saate kaldırdı. Saat sekize geliyordu. ‘’Aman Allah’ım!’’ diye ayağa fırladı. ‘’Çok geç kaldım!’’
Aras, ayağa kalktı ve eliyle onun koluna dokundu. ‘’Hadi, hazırlan, ben seni bırakırım.’’
Dokunuşuyla derin bir nefes alıp adama baktı, pırıl pırıl gözlerine. ‘’Otobüsle giderim.’’ diye mırıldandı.
‘’Otobüsle gidebilmen gerçekten çok etkileyici ama benim yüzümden geciktiğin için, seni bırakmama izin vermelisin. Bana bir süre daha dayanabilir misin?’’
Yutkundu. ‘’Denerim.’’ dedi ve adama gülümsedi.
Aras da ona gülümsedi ve Dünya’nın dizlerinin bağı çözüldü. Neyseki Aras bunu fark etmedi, çünkü eğilip koltuğun üzerindeki bıçağa uzanmıştı. Bıçağı, Dünya’ya uzattı.
‘’İhtiyacın olursa diye.’’
‘’Sadece bir tedbirdi.’’ dedi kızararak.
Adam elini omzuna koydu. ‘’Tedbirli olman çok hoşuma gitti.’’ dedi. ‘’Hatta biraz daha tedbirli olursan, sana bayılacağım.’’
‘’Bayılmanı istemem.’’ dedi ve kapıya doğru yürüdü. ‘’Sonra beni kim işe bırakacak?’’
‘’On dakikaya aşağıdayım.’’ diye seslenen Aras’ı bekletmemek için hızlandı.
Üstünü değiştirmesi uzun sürdü. Ne giyeceğini bilememesi bir yana, kotunun düğmesiyle de kavga etti. Heyecandan titreyen parmaklarıyla, bu kadar incelik isteyen bir işi başarmakta zorlanmıştı. Sonunda hazırlandığında on dakikayı çoktan geçmiş olduğunu gördü. Saçlarını öylece toplayıp çantasını omzuna attı ve montunu eline alıp dışarı çıktı. Apartmanın dış kapısından çıkacakken durakladı.
Dün gece barda gördüğü yakışıklı adam, arabanın yanında Aras ile tartışıyordu. Adamın boyu, Aras kadar uzundu ve vucut tipleri hemen hemen birbirine benziyordu. Adam, Aras’ın yüzüne doğru eğilip bir şeyler söyledi. Aras, onu ikna etmeye çalışan adamı itip başını salladı ve yana baktı. Dünya, kapı camının açısını kullanarak yana kaydı ve Aras’ın baktığı yere göz attı.
Uzun, koyu kahverengi saçlarını başının tepesinde toplamış gözünde güneş gözlüğü olan bir kadın büyük bir motorsiklete yaslanmış, iki adamı seyrediyordu. Tüm bedenini saran mat deri kıyafeti içinde çok çekici görünüyordu. Aras, ona bakınca kadın doğrulup gözlüğünü çıkarttı ve rahat bir yürüyüşle Aras’ın yanına geldi. Elinin tersiyle yanağını okşarken adam, sinirle dudaklarını kemiriyordu. Kadın, Aras’ın yanağından öptü ve diğer adama bakıp konuştu.
Dünya’nın kalbi kasıldı. Bu kadar çekici bayanın, sürekli adamın etrafında dolaşmasına, hakkı olmamasına rağmen sinirlenmişti. Kadın, kolunu Aras’ın omzuna atınca Dünya dayanamadı, demir kapıyı açıp dışarı çıktı. Üç çift göz ona doğru döndü. Dünya, parmaklarını çantasına iyice geçirip gözler üzerindeyken düzgün adımlamaya gayret etti. Kadın, kolunu Aras’tan alıp göğsünde kenetledi. Lacivert gözlü adamın düşmanca bakışları altında Dünya, Aras’a baktı.
‘’İşin varsa taksiyle gidebilirim.’’
Aras, başını salladı. ‘’Hayır.’’ dedi ve kadını gösterdi ‘’Hena, Dünya ile tanış.’’
Kadına baktığında onun beklenti dolu bir bakışla onu süzdüğünü gördü. Tıpkı son tanıştığı çift gibi… Kadın, elini kaldırıp parmaklarını oynattı.
‘’Selam.’’
Dünya, isminden dolayı, yabancı olduğunu düşündüğü kadına gülümsedi.
‘’Selam.’’
Dünya, diğer adama baktı. Adamın yüzü melekler kadar güzel olsa da, bakışları çok duygusuzdu. Aras’ın onun adını söylemesini bekliyordu ama Aras bir şey demeyince Dünya, Aras’a doğru başını kaldırdı. Aras, ikisini tanıştırma konusunda gerçekten isteksizdi. Buna şaşırdı. Sonunda Aras, kaşlarını çatarak gözlerini, Dünya’ya çevirdi ve başıyla adamı işaret etti.
‘’Adonis.’’ dedi, çenesi kasıldı.
Dünya, kibar olmak için Adonis’e gülümsedi ve elini uzattı.
‘’Memnun oldum.’’
Adonis, Dünya’nın uzanan eline bakıp gözlerini, yüzüne kaldırdı. Gerginlik hat safhadaydı. Adamın eli, Dünya’nın havadaki eli yerine kendi göğsüne gitti ve hafifçe ovalarken Hena’ya döndü.
‘’Gidelim.’’
Dünya, havada kalan elini indirdi. Adonis, ona kararsız kısa bir bakış attıktan sonra Aras’a döndü.
‘’Daha fazla, burada oyalanmamalısın.’’ dedi ve Aras’ın yüzüne karşı kısık sesle ekledi. ‘’Bu halinle çok korunmasızsın.’’
‘’Beni merak etme.’’ dedi Aras, hala çok gergindi.
Adonis, onaylamaz bir tavırla başını sallayıp motorsiklete doğru yürüdü. Hena, Dünya’yı bir süre süzdü ve aniden gülümsedi. Onunda parlak yeşilimsi harelerle dolu ilginç gözleri vardı, tıpkı Aras gibi. Acaba lens mi takıyorlardı?
‘’Seni gördüğüme sevindim.’’ dedi kadın, Dünya’yı şaşırtarak ve onu bekleyen motorsiklete döndü.
Aras, ikisinin arkasından bakarken ellerini cebine atıp arabaya yaslandı. Adonis, elindeki kaskı başına geçirmeden önce, Aras’a doğru bir bakış atmayı ihmal etmedi. Sanki adam, onu uyarıyordu. İkisi otoparktan çıkarken Dünya, uzaklaşmalarını seyrederek Aras’a doğru yürüdü.
‘’Ne garip bir ismi var ve çok tuhaf biri.’’
Aras’ın gözleri de giden çifte takılmış bir halde Dünya’ya bakmadan mırıldandı. ‘’Ona aldırma papatyam.’’ dedi ve gayri ihtiyari elini, onun beline atıp kendine çekti.
Kolları arasındaki Dünya’yı saçlarından öpen Aras, ellerini gevşekçe onun belinde kenetledi.  Dünya, tepki bile veremeden, elleri adamın göğsünde ve bedeni adama yaslanmış halde başını kaldırdı ve yüzüne baktı. Aras, ne yaptığının yeni farkına varmıştı. Şaşkın bir bakışla Dünya’ya döndü. Yüzleri birbirine çok yakındı ve Dünya’yı bir sıcaklık sardı. Aras, kolunu ondan çözerken kekeledi.
‘’Üzgünüm, şey, ben…’’
Dünya, adamdan uzaklaştı. Kalbi o kadar hızlı atıyordu ki, başı dönmeye başlamıştı. Adamdan bu denli etkilenmesine sinirlenmeye başlamıştı ama bir an için Aras’ın ona sarılması çok normal gelmişti. En tuhafına giden de bu tanıdık hareket olduğundan; kafası, hissettiği müthiş güzel duyguya takılı kalmıştı.
‘’Neyse…’’ dedi kendini toparlayarak ekledi. ‘’Beni, bir an önce kafeye bıraksan iyi olacak.’’
Aras, ensesini ovuşturdu. ‘’Bak, gerçekten özür dilerim.’’
‘’Tamam, unut gitsin.’’ dedi ‘’Sorun değil.’’
Aras, onun kapısını açtı ve Dünya yerine oturduktan sonra kapıyı kapatıp sürücü tarafına geçti. Genç adam, pervasız haraketi yüzünden utanmıştı, bu çok belliydi. Ama dokunuşu o kadar doğaldı ki… Rüyasında onu saran kolların yaşattığı his gibi…
Aras, arabayı akan sabah trafiğinde ustaca sürüyordu. Fakat sürekli dudaklarını kemirdiğini görünce dayanamayıp sordu.
‘’Tehlikede olduğunu söylerken ne demek istedi?’’
Aras, dudağını kemirmeyi bırakıp sırıttı ve yan gözle ona baktı. ‘’Tehlike demedi ki…’’ dedi ve ekledi. ‘’Korunmasız olduğumu söyledi.’’
‘’Yani?’’ dedi, açıklaması için ellerini kaldırdı.
‘’Sen, benim için endişeleniyor musun?’’ dedi, sırıtışı genişleyince Dünya’nın yüzü asıldı. Aras yola dönüp kırmızı ışıkta durdu. ‘’Daha iki saat önce bıçakla kapıma dayanan birinden mi duyuyorum, bunu?’’
Başını dikleştirdi. ‘’Ne alaka, ben kendim için endişeleniyorum. Başın dertteyse seninle takılmak istemem’’
Aras, kolunu koltuğa atarak vücudunu ona doğru döndürdü. ‘’Hayda, sen, şimdi, benimle takılmak istediğini mi söyledin?’’
Dünya’nın ağzı açık kaldı. Yüzünü basan sıcaklık karşısında kekeledi. ‘’Ben, hayır, sen, of…’’ dedi ve kollarını kavuşturup önüne döndü. ‘’Yeşil yandı!’’ diye homurdandı
Aras, arkasında çalan kornalara aldırmaksızın öne döndü ve yavaş haraketlerle arabaya gaz verdi. Adamın, onu utandırdığı için keyiflenmesi Dünya’nın sinirlenmesine yol açmıştı. Aras, kafenin yoluna girdiğinde nihayet konuştu.
‘’Tehlikede olan ben değilim ve eğer daha düzgün teklif edersen seninle çıkmayı kabul ederim.’’
Dünya, bıkkınca başını salladı. Aras’a cevap vermek yerine arabasını kafenin önüne park etmesini izledi. Laf yarışını kazanamadığı biri şimdiye kadar olmamıştı, yani hafızasının izin verdiği süre boyunca. Arabayı park eden Aras’a teşekkür etmek için adama dönen Dünya, onu kendine bakarken yakaladı. Ve Aras elini ona uzattı ve yanağını okşadı. Dünya, konuşmaksızın adamın özlem dolu bakışlarla yüzünü süzmesini izledi. Mıknatıs yine işlemeye başlamıştı. Adamın çekimine kapılarak Aras’a doğru yaklaştığını farkedince toparlanıp geriledi. Aras, elini isteksizce Dünya’nın yüzünden çekti ve gülümsemeye çalıştı.
‘’Seni kaçta alayım?’’
Karşı koymalıydı. Aras’ın ona bu şekilde yaklaşmasına izin vermemeliydi. Kendini adama kaptırmaması için tek bahanesi de Sedef’in adama olan ilgisiydi. Aras’a bakmadan kapıyı açtı.
‘’Ne münasebet! Beni almanı istemiyorum.’’ dedi ve çıktıktan sonra Aras’ın yüzüne bakmaya cesaret etti. Yüzündeki ifade içini titretti ve bir an adama sarılmak isteğiyle başı döndü. ‘’Teşekkürler, beni bıraktığın için…’’ sesi cansız çıkmıştı.
‘’Bırakmak, çok kötü bir kelime…’’ dedi Aras üzgünce.
Dünya, kafası karışık bir halde kapıyı kapatıp doğruldu. Adımlarını isteksizce atıyordu, bahçeden geçip kapıya yaklaştığında arabanın çalıştığını duydu ve kafeden içeri girdi. Aras’ın, onun aklını başından aldığı kesindi. Bunu Sedef’e nasıl açıklayacaktı ya da söylemesi gerekiyor muydu? Belki adamı yanlış anlamıştı, kur yapmak yerine arkadaşça davranıyor olabilirdi. Ne de olsa komşusuydu.
‘’Ne yapacağım ben?’’ diye söylenerek montunu askılığa astı ve sabah işlerine daldı.
                          *   *   *
Sedef, her zamankinden erken geldi ve daha önce olmadığı kadar sinirliydi. Kafeye girer girmez Samet’i haşladı. Bahçedeki masayı temizlemesi için adamı gereksizce azarladıktan sonra müşterilere aldırmadan sinirli adımlarla Dünya’nın yanına geldi.
‘’Bir gün de söylemeden çalışsalar dişimi kıracağım.’’ diye homurdandı. Çantasını, Dünya’nın yanındaki sandalyeye atarken dişlerinin arasından söylendi. ‘’İnanabiliyor musun, dün gece beni öylece bırakıp çekip gitti. Haber bile vermedi.’’
‘’Kim?’’
Sedef nefeslenip yanına oturdu. ‘’Kim olacak senin komşun!’’
Dünya, Aras’ın gece Sedef’le eğlenmeye devam etmemesine sevinmişti ve memnuniyetini Sedef’ten nasıl saklayacağını bir an bilemedi. Şaşkın bakmaya devam etmekte karar kıldı ama şapşal dudakları gülümsemekte ısrar ediyordu. Dünya’daki bu karışıklığı fark edemeyen Sedef sinirle söylenmeye devam etti. Kadının sözlerinden anladığı kadarıyla; o, kulüpten Can ile ayrıldıktan sonra Aras ortadan kaybolmuştu. Hem de tek kelime bile etmeden… Sedef bu şekilde bırakılmayı hazmedemediğinden şimdi adama diş biliyordu. Biraz sakinleştikten sonra doğrulup Dünya’ya baktı.
‘’Onu gördün mü?’’
Dünya kaşlarını havalandırdı ve dudağını büktü, ne cevap verecekti? Ve omzunu silkip başını salladı.
‘’Hayır, dün geceden beri onu görmedim.’’
Ürperdiğini Sedef fark etmemişti. Kendi yalanlarına bile tepki veren bir beni olduğu için ne kadar şanslıydı. Sedef, hayıflanarak elini dizine vurdu.
‘’Telefonunu istemediğime inanamıyorum. Adam, aklımı başımdan alıyor ama bende telefonu bile yok!’’
Dünya, ona sormadan cevapladı. ‘’Bende de yok.’’ konuşmaya daha fazla devam etmemek için ayağa kalktı. Bir an önce Sedef’in yanından ayrılması gerekiyordu yoksa aptalca gülümseme isteğini zapt edemeyecekti. ‘’Ve geldiğine göre ben kileri kontrol edeyim, baharatlar azalmış.’’
Sedef, baharatlarla hiç ilgilenmediğini göstermek için omzunu silkti ve çantasından telefonunu çıkarttı. O, çalan telefona cevap verirken Dünya, umut dolu bir neşeyle kilere doğru yürümeye başlamıştı.
Kiler alt kattaydı. Aynı katta küçük bir buz odası da vardı, etleri orada stokluyorlardı. Baharatlar ise buzluğun yanındaki raflardaydı. Sebzeler ve meyveler için daha sistemli bir düzenleme yapmışlardı. Dünya, deponun soğuk-sıcak dengesi konusunda hassas olduğundan, çalışanlar buna çok dikkat ediyorlardı. Kilere inen basamakların yanındaki ışık düğmesine bastı ve floresanlar kırpışarak yanarken inmeye başladı. Aklında hala sabahki olaylar ve arkadaşının anlattıkları vardı, o yüzden dikkati dağınıktı. Ares’in yüzü gözlerinin önünden gitmiyordu. Raflardaki baharatlara dalgın gözlerle bakarken yukarıdaki kapının kapandığını fark etmedi.
Kimyon alınması gerektiğini beynine not etti ve floresan güçlü bir şekilde titreşince başını kaldırıp bakındı. Sesi o sırada duydu. Bir hayvan hırıltısını andırıyordu. Aniden oda soğumuştu, dudaklarının arasından çıkan buhar bunu ispatlıyordu. Buzluğun açık olup olmadığına baktı. Kapak sıkıca kapalıydı. Kontrol etmek için kapağı açtı ve yeniden kapattı. Hırıltı daha yüksek bir tonda arkasında gıcırdayınca ürperip arkasına döndü. Korkudan, damarlarında akan kanı donmuştu. Rafların arasındaki gölgelere gözlerini dikti ve floresan seslice kırpıştı. Basamaklara doğru atıldı ve birden önünde beliren devasa bir göğüse hızla çarpıp geriye düştü.
Karşısında, damarları fırlamış kahverengi teni, irinli çıbanlarla kaplı; siyah gözlü, sarı sivri dişleri çürümüş, küt burunlu bir yaratık duruyordu. Kasları, yumruk yaptığı elleri yüzünden patlayacakmış gibi şişti ve Dünya’nın biraz önce duyduğu gıcırtılı hırıltıyla konuştu.
‘’Anahtar!’’ dedi. Nefesinin pis kokusunu dibindeymiş gibi duydu. ‘’Bizimle gel!’’
Dünya elleri yerde, bedenini, yaratıktan uzaklaştırmak için kaydırdı. Korkudan dili tutulmuştu, konuşamıyordu. Yine bir kâbus gördüğünü düşündü, gündüz rüyasıydı. Az sonra kaybolacaktı. Bu biraz cesaretlenmesini sağladı ve duvara yaslanıp ayağa kalktı. Yaratık, siyah gözlerini kıstı.
‘’Kaçamazsın.’’ diye hırladı. Ve elini yana sallayınca hava yarıldı, kapkaranlık bir deliğin içinde kırmızı ve kirli sarı dumanlar süzülüyordu. Yaratık ona döndü. ‘’Buraya gel.’’
Dünya, her an kaybolacağını düşünsede, hayalindeki yaratıktan gözünü ayırmadan eliyle savaşacak bir şeye bakındı ve eline bir satır geldi. Normalde satırın buraya konmasına kızardı ama şimdi kim koyduysa içinden teşekkür etti. Satırı alıp iki eliyle önde tuttu.
‘’Defol git!’’
Yaratık, keyifle hırladı ve ona doğru adımladı. Dünya hiç düşünmeden satırı salladı. Yaratığın geniş göğsüne saplanan satır, kan fışkırtan derin bir yarık açtı. Koyu, çamurumsu kan, eline doğru süzülürken Dünya satırı geri çekmeye çalıştı. Kaburgalara saplanan satırı çekmek için gücü yetmeyince çoktan ölmesi gereken yaratığın yüzüne yumruk attı. Yaratık darbelerin hiç birinden etkilenmemişti. Dünya satırı bırakıp gerilediğinde; yaratık iri eliyle satırın sapını kavradı ve asılıp çıkarttı. Satırı yere fırlatıp yarık göğsündeki kanıyla dolan boşluğa bakarken hırladı.
‘’Nesin sen?’’ dedi Dünya şaşkınlıkla.
Yaratık doğruldu ve Dünya’yı gevşekçe tokatladı. Dünya yere düşmeden önce başını bir şeyin kenarına vurdu ve gözlerinin önünde yıldızlar patladı. Yaratık, ayağa kalkmasına izin vermeden Dünya’yı boğazından yakaladı. Nefes alamıyordu. Yaratık onu dönüp duran kara deliğe götürürken tepinmekten başka elinden bir şey gelmedi.
Başına aldığı darbe ve boğazını sıkan el yüzünden bayılmak üzereydi; gücü tükenmişti. Gözünün önünde parlak noktalar yanıp sönmeye başladı. Yaratık, tek ayağını deliğe attı. Ve bir şey gelip onlara çarptı. Gelen, Dünya’yı yaratığın elinden kurtarmak için ışıltılı bir kılıçla kolunu kesti ve uzun bacaklarıyla yaratığa bir tekme atınca yaratık deliğin içinde kayboldu. Adam, yerdeki kesik kolu alıp yaratığın ardından attı ve delik pis bir duman sızdırarak kapandı.
Dünya nefes almaya çalışarak onu kurtarana baktı. Daha doğrusu kurtaranlara… Bunlar, onu sürpriz parti için zorlayan çiftti. Sarışın adam, ışıldayan kılıcı sırtındaki saklı kınına sokup ceketini düzeltirken kızıl saçlı, Dünya’nın yanına çöktü.
‘’Dünya, iyi misin?’’
Öksürdü, sesi çıkmayacaktı. Kızıl saçlı, elindeki mendille, Dünya’nın başındaki kanı silerken adama döndü.
‘’Apollon su getirir misin?’’
Adam, sıkıntıyla etrafına bakındı. ‘’Nerden getireyim, çeşme bile yok ki.’’
Dünya, eliyle meyve sularının olduğu rafı işaret edince, adamın mavi gözleri parıldadı. ‘’Ah, tabi ya! Onlar da işe yarar.’’
Dünya’nın vişne suyunu yudumlamasını beklediler. Kızıl saçlı kadın, Dünya’nın yanına oturmuştu, adam ise basamaklara. Kadın bağdaş kurup dirseğini dizine koydu.
‘’Şimdi nasılsın? Biraz daha iyi misin?’’
Kısık bir sesle ‘’Evet.’’ dedi ve ikisine ayrı ayrı baktı. ‘’Siz nerden çıktınız?’’
Adam ayağa kalkıp yanlarına geldi, tek dizinin üstüne çöktü. ‘’Sen bizi aramayınca biz gelelim dedik.’’ Dünya, anlamsızca ona bakınca adam açıkladı. ‘’Parti için, hazırlık yapmalıyız. Az zamanımız kaldı da.’’
Dünya başını salladı, konuşmadan önce yeniden öksürdü. ‘’Peki, burada ne işiniz var?’’
Kızıl saçlı, adama döndü. ‘’Neden her şeyi sürekli ben açıklamak zorunda kalıyorum?’’ dedi ‘’Ona ilk ulaşan hep Ares oluyor ama tüm açıklamaları ben yapmak zorunda kalıyorum’’
‘’Ares mi? Kim?’’
Adam gözlerini devirdi. ‘’Senin çenen, gerçekten çok düşük.’’
Dünya ayağa kalktı. ‘’Dalga mı geçiyorsunuz benimle, bütün bu numaralarda ne?’’ dedi ve başının dönmesine aldırmadan yukarıdaki kapıyı işaret etti. ‘’Gidin buradan!’’
Dünya, kapının önünde başka birinin daha olduğunu hayal meyal gördü. Zayıf bir gölge, kimsenin girmemesi için kapıyı tutuyordu. Elini başına götürerek çifte döndüğünde kadının tereddütle adama baktığını fark etti. Dünya, dönen başını sabitlemek için elleriyle başının iki yanını sıkıştırdı. Sendeleyince sarışın fırlayıp onu yakaladı, adamdan uzaklaşmak için itti ama gücü kalmamıştı. Adamın kolları arasına yığılırken kadının fısıltısını duydu.
‘’Herşeyi batırdık, artık Dünya asla partiye izin vermez.’’
                            *   *   *
Kendine geldiğinde yatakta yatıyordu. Keskin bir ilaç kokusu burnuna çarpınca hastanede olduğunu anladı. Burada ne işi vardı? Gözlerini araladı ve başını yana çevirdi. Sedef, ikili koltukta oturmuş telefonundan mesaj çekiyordu. Boğazını temizleyince kadın bakışlarını telefondan alıp doğruldu.
‘’Uyandın mı? Canım beni çok korkuttun.’’ ayaklanıp yanına geldi. ‘’Kendini nasıl hissediyorsun?’’
‘’Susamış’’ dedi halsiz ve kırık bir sesle.
Sedef hemen masadaki sürahiden doldurduğu bardağı ona getirdi. ‘’Endişeden ölecektim Dünya’’ sonra gözlerini devirdi ve bardağı onun dudağına dayarken mırıldandı. ‘’Gerçi sen az daha ölecektin, bendeki patavatsızlığa bak!’’
Dünya, yarım bardak suyu içtikten sonra kolundaki seruma baktı. ‘’Bana ne oldu?’’ sesi öyle çatlak ve kısık çıkmıştı ki, kendi sesi olduğuna inanamadı.
‘’Galiba basamaklardan düştün, emin olamadık. Seni bulduğumuzda basamakların yanında yatıyordun ve başın kanıyordu ama boğazını nasıl zedeledin… O konuda bir tahminimiz yok.’’ diye yanına oturdu.
Midesi bulanıyordu ve boğazıyla başı ağrıyordu. Sedef, saçlarını okşadı. ‘’Senin tatile ihtiyacın var tatlım. Demet ve Kerem, senin yerine bakacaklar. İstersen bir ya da iki haftalığına dinlenebilirsin.’’ dedi ve gülümsedi.
‘’Maaşından kesmeyeceğim, söz.’’ Dedi ve sırıttı. ‘’Zaten bu halde çalışmana izin veremem.’’
‘’Yıllık iznimi kullandıracaksın sanırım.’’ dedi çatlak bir sesle gülerek.
‘’Fırsat bu fırsat Dünya, değerlendir. Yoksa yıllık izni rüyanda görürsün.’’ dedi ve göz kırptı.
Dünya, onu rahatlatmaya çalışan Sedef’e gülümsemeye devam etti ve gözlerini kapattı. Olanları hatırlamaya çalışıyordu ama her şey dumanlıydı. İğrenç, kahverengi tenli bir yaratığın ona saldırdığını ve o garip çiftin onu kurtardığını anımsıyordu. Bu garip rüya dışında kazayla ilgili hiç bir şey hatırlamıyordu. Sedef, omzunu okşayınca gözlerini araladı.
‘’Seni görmek isteyen biri daha var.’’ dedi.
‘’Hayır…’’ diye inledi. Can’ı görmek istemiyordu. ‘’Ona neden haber verdin?’’
Sedef, yüzünü astı. ‘’Ben haber vermedim. Nasıl olduysa duymuş ve seni görme konusunda ısrarlı.’’
Arkadaşını kötü durumda bırakmamak için ‘’Tamam.’’ dedi. ‘’Birkaç dakika sıkılmak beni öldürmez.’’
Sedef rahatlamadı, tam tersine telefonunu sallayarak ‘’Benim bir iki görüşme yapmam gerek, ikinizi bir süre yalnız bıraksam kızmazsın, değil mi?’’ diye sıkıntıyla konuştu.
Dünya öksürdü ve başını salladı. ‘’Kaç bakalım, bir de dost olacaksın.’’
Sedef, onun yatakta duran elini sıkıp bıraktı ve telefonu ile dışarı çıktı. Hafifçe yatakta doğruldu. Başını, bandajlı alnı ve serum hortumlu koluyla, Can’ı karşılamak için başını kapıya çevirdi. Kapı açıldı ve Aras içeri girdi. Dünya, adama baktı kaldı. Kesinlikle onu beklemiyordu.
Aras, çatık kaşlarının altından parıldayan gözlerle kıpırdamaksızın Dünya’yı süzdü. Başına, boğazına ve serum takılmış koluna baktıktan sonra elini saçına geçirip öfkeyle yumruğunu sıktı ve dudaklarından kısık sesle bir küfür çıktı. Tam duyamadığı küfür karşısında ses bile çıkaramadan gerilen Dünya yutkundu.
Aras, hiddetle ona döndü. ‘’Bundan sonra yanımdan ayrılmıyorsun.’’ dedi. ‘’Sakın, karşı çıkma. İtiraz kabul etmiyorum!’’
Dünya şaşkınlıkla ‘’Ne?’’ dedi. ‘’Ne demek yanımdan ayrılmıyorsun?’’
Aras yanına geldi ve eliyle boynunu incitmemeye çalışarak hasar kontrolü yaptı. Dünya, canını acıtmasa da adamın elini tutup indirdi. Dokunuşu canını değil, kalbini sızlatıyordu. Gözlerine dikkatlice baktı. Adamın kehribar rengi gözlerindeki altın ışıltıları ömrü boyunca bıkmadan izleyebilirdi. Öylesine tanıdık ve çekiciydi ki… Sanki ömrü boyunca bu güzel gözlere bakmıştı.
Aras’ın endişeli gözleri Dünya’nın yüzünde gezindi.
‘’Beni çok korkuttun papatyam.’’ dedi gergin bir sesle. Adamın uzun, koyu renk kirpiklerinin arasındaki gözleri titreşti. Kaşlarını çatıp doğruldu. ‘’Ve ben korkmayı sevmem.’’ dedi gülümsemeye çalışarak.
Dünya, avcundaki eli okşadı ‘’Senin adın ne?’’ dedi zor çıkan sesiyle.
Altın gözlü gülümsedi. ‘’Aras’tan hoşlanmadın mı?’’
Kapının önünde, telefonda kimle konuşuyorsa onunla vedalaşan Sedef’in sesi gelince; Dünya, aniden Aras’ın elini bırakıp başını kapıya çevirdi. Aras, onun değişen tavrına bozulduğunu saklamadan asık yüzle doğrulurken, Sedef odaya girdi. Kadın, yatağın kenarına oturan Aras’a kısa bir bakış attı ve adamın yanına dikilip Dünya’ya gülümsedi.
‘’Can, birazdan burada olacakmış.’’ dedi. ‘Can’ lafından sonra gerilen Aras’ın kadına bakışı hiç masum değildi.
‘’Onun ne işi var burada?’’ dedi Aras, ayağa kalkıp Sedef’e tepeden baktı.
Sedef şaşkın bakışlarla adama doğru döndü. ‘’Senin ne işin var, peki?’’ dedi. ‘’Can, Dünya’nın sevgilisi, sen nesisin?’’
Dünya’nın gözleri, bu gereksiz yalan karşısında açılırken Aras homurdandı. ‘’Yalan söylemene gerek yok Sedef.’’ dedi ve ellerini cebine attı. ‘’Seninle aramda hiçbir şey olamaz. O yüzden Dünya’ya, o salak herifi ayarlamaya çalışma.’’
Sedef, öfkesinden mosmor olmuştu. ‘’Böyle bir niyetim yok...’’ dedi ama devam edemedi ve Dünya’ya döndü. ‘’Yalan söylüyor!’’
Asıl Sedef’in yalan söylediğini anlaması için omzunun ısınmasına gerek yoktu.
‘’Sorun değil Sedef.’’ dedi.
Kadını tanıyordu, böyle bir şey yapması beklenirdi. Kötü bir niyeti olmadığını biliyordu, sadece Aras’tan çok hoşlanıyordu ki; ona hak vermemek elinde değildi. O yüzden adamın etrafındaki rakip potansiyelini düşürmeye çalışıyordu.
‘’Aras şaka yapıyor Sedef, değil mi Aras?’’
Adam, yan gözle ona baktı ve hiçbir şey demeden ikili koltuğa gidip oturdu. Sedef, adamı kırgın gözlerle izledikten sonra nefes alıp Dünya’ya döndü.
‘’Neyse, benim kafeye uğramam gerek. Bir saate işim biter, yanına geri dönerim. Sen iyisin, değil mi?’’
‘’İyiyim canım.’’ diyerek gülümseyince Sedef rahatladı ve yanağından öpüp doğruldu.
‘’Kısa zamanda döneceğim.’’ diye tekrar edip Aras’a döndü.
Aras, kaşlarının altından Sedef’e bakıyordu. Sedef  ‘’Sende çıksan iyi olur, dinlenmesi gerek.’’ Diye bozuk bir sesle ekledi.
Aras, sabit gözlerle bakmaya devam edince Sedef soluk alıp sinirli adımlarla dışarı çıktı. Dünya, ikisinin arasındaki gerginlik karşısında ne diyeceğini bilemiyordu. Başını yastığa bıraktı ve tavana baktı.
Kâbusları artık gerçeğe döndüğüne göre bundan sonrası için deli raporu almaktan başka çıkar yolu kalmamıştı. Başından geçenler mantıksız ve açıklayamayacağı kadar gerçekçiydi. Karakterler bile olası değildi. Kızıl saçlı kadın ve sarışın adamın bile hayali olduğunu düşünmeye başlamıştı. Yaratık hakkında hiç düşünmüyordu bile, belki sahiden de merdivenden düşmüştü. Tek tuhaflık Aras’ın ona olan ilgisi olabilirdi. Başını çevirip adama baktı.
‘’Olanlar gerçek mi?’’ diye neden ona sorduğunu bilemeden sordu.
Aras kısa bir süre düşündü ve başını salladı.
‘’Evet.’’
‘’Sende mi delisin?’’
Aras aniden güldü ve Dünya’nın soluğunu kesti. Gülümsemeye devam ederek koltuğa yaslandı.
‘’Öyle olduğumu söylerler.’’ dedi ‘’Bazen bende olduğumu düşünürüm ama seninki gibi bir raporum yok.’’
‘’Benim de raporum yok!’’ diye homurdandı.
Aras, Dünya’nın yüreğini hoplatan hoş bir bakışla, ona baktı.
‘’Buradan gidelim mi?’’ dedi sonunda, çekici bir sesle.
‘’Nereye?’’
‘’Eve.’’
‘’İtiraz etme şansım var mı?’’
Dudağını büktü. ‘’Can’ı evire çevire dövmemi seyretmek istiyorsan, bekleyebiliriz.’’
‘’Hoş olabilir aslında.’’ diye çatlak sesiyle konuştu.
Aras gülümsedi ve ayağa kalkıp yanına geldi. Dikkatlice kolundan serumu çıkarttı ve küçük bandajı yerine geri yapıştırdı.
‘’Ayağa kalkabilecek misin?’’ dedi ve cevabını biliyormuş gibi dolaba doğru yürüdü. Dolaptan kıyafetlerini çıkartıp Dünya’ya getirdi.
Üzerindeki hastane kıyafetiyle doğruldu. Bu, ona iki beden büyük gelen bir pijamaydı. Aras’ın elinden kıyafetlerini alıp ayağa kalktı ve hala bekleyen Aras’a baktı.
‘’Dışarı!’’ dedi başparmağıyla kapıyı gösterdi.
Aras, isteksizce odadan çıkarken adamın arkasından baktı. Daha bu sabah, elinde bıçakla karşısına çıkmışken şimdi onun peşinden gitmekte sakınca görmüyordu. Düşüncelerinin bu denli değişmesi acaba iyi bir şey miydi? Üstünü değiştirdi ve çantasını dolaptan alıp telefonuna baktı. Saat ona geliyordu, oldukça uzun bir süre baygın kalmıştı. Çantasını boynundan geçirip odadan çıktı. Aras, yaslandığı duvardan doğrulup kolunu ona uzattı. Dünya, adamın koluna girdi ve teninden yayılan kokuyu içine çekerek Aras’a yaslandı.
‘’Nasıl çıkacağız?’’
Aras ona baktı ‘’Bunu bana bırak.’’ diye fısıldadı.
Hastaneden çıkmak gerçekten de hiç zor olmamıştı. Dünya, elini koluna sallayarak dış kapıdan çıkarken; Aras, danışmadaki kızı, sadece kenarda dikilerek oyalamayı başardı. Kız, adama göz süzmekten önünde yürüyüp geçen bandajlı Dünya’yı görmemişti bile.
Otoparka varmadan Aras, yanında bitti ve teklifsizce onu kucakladı. Dünya az önce sendelediğini Aras’ın gördüğünü düşündü, çünkü başı dönmeye başlamıştı. Adamın boynuna sarıldı ve onu arabanın koltuğuna bırakınca Aras’ın hemen ondan uzaklaşmasına izin vermedi. Kollarını yavaşça boynundan çekerken Aras’ın yüzünü, avuçları arasına aldı.
‘’Seni ne zamandır tanıyorum?’’ dedi gözlerine bakarak.
Aras’ın gözleri dudaklarına kaydı ve yeniden gözlerine dönerken mırıldandı.
‘’Yaklaşık beş senedir.’’
‘’Peki, son bir senedir neredeydin?’’ diye fısıldadı.
Sözleri, Aras’ın canını yakmıştı veya sinirlendirmişti. Anlayamadı çünkü aniden adamın çenesi kasıldı ve başını onun temasından çekti. Ellerini, arabanın tavanına yasladı. Bir iki derin nefesin ardından Aras, kapıyı kapattı ve sürücü tarafına geçerken Dünya, adamın sinirini yatıştırmaya çalıştığını fark etti.
Kapısını kapattı ve arabayı çalıştırdı. Hareket etmiyordu. Dünya, adamın gerginliğinin havayı elektriklendirdiğini hissediyordu. Gevşemesi için ne yapabileceğini bilemez halde dudağını ısırdı ve o anda çığlık attı. Çünkü hemen arka koltuktan bir ses neşeyle patlamıştı.
‘’Hey!’’ diyen sesin sahibi zayıf genç bir adam, başını koltukların arasından çıkardı. ‘’Selam Dünya!’’
Dünya, arabaya bindiklerinde yabancı birinin içeride olmadığına emindi, ne ara gelmişti? Elini, kalbine götürerek daha önce kilerin kapısında gördüğü siluete benzettiği gence baktı.
‘’Sende kimsin be?’’
Aras, onun kadar şaşırmamıştı. Koltukların arasından neşeyle onlara bakan genç adamın başına bir şaplak attı.
‘’Bir daha bunu yapma Hermes, henüz hazır değil.’’
Hermes, başını ovalayarak geriye oturdu. ‘’Ne bileyim, bizi açıkladın sandım.’’
Aras, Dünya’nın şaşkın ifadesine bakıp açıklamaya çalıştı. ‘’Bu düşüncesizin kusuruna bakma, biraz tezcanlıdır.’’ dedi ve kolunu koltuğun arkasına atarak gence döndü. ‘’Anlat ve git Hermes.’’
Hermes’ denen genç adam, ciddileşti. ‘’Acilen Olimpos’a dönmen gerekiyor.’’
‘’Neden? Kim söyledi?’’
Hermes ‘’Zeus söyledi. Uzun süredir gelmediğini fark etmiş, nasılsa. Bence Afrodit’in çenesi açık kalmış.’’ dedi ve Dünya’ya baktı. ‘’Ve anahtarı da getirmeni söyledi.’’
Aras başını çevirdi ve Dünya’ya baktı. Dünya artık şaşkınlığın son raddesindeydi. Duydukları, gördükleri ve isimler o kadar saçmaydı ki, gizli kamerayı sormamak için dudağını ısırıyordu. Aras ‘’Teşekkürler Hermes.’’ dediğinde Hermes ortadan kayboldu.
Dünya’nın, Aras’a bakışı iyice tuhaflaşmıştı.
‘’Bir an önce anlatmaya başla, yoksa ben hastaneye geri dönüyorum.’’ dedi. ‘’Akıl hastalıkları bölümüne ve bu sefer raporsuz döneceğimi hiç sanmıyorum.’’ diye de ekledi.
Aras sıkıntıyla başını çevirdi ve arabayı çalıştırdı. ‘’Eve gidip konuşalım.’’ dedi ‘’Açıklamam biraz uzun sürecek ve ben acıktım.’’
‘’Önce bir tek şeye cevap ver.’’ dediğinde Aras yan gözle ona baktı. ‘’Adın ne?’’
Adam tek eliyle direksiyonu tuttu ve diğer elini ona uzattı. Dünya elini onun avcuna bıraktı. Aras eğilip Dünya’nın eline yumuşak bir öpücük kondurdu. Gözleri ışıldayarak sorusunu yanıtladı.
‘’Adım, Ares.’’
Dünya rahatlayarak gülümsedi ve arkasına yaslandı.
‘’Seni tanıyorum.’’ diye mırıldadı. ‘’Ares.’’
Dünya’nın eli, boynundaki kolyesine uzandı ve alışagelmiş bir tavırla kolyesini okşadı. Rüyalarının bir şekilde gerçek olduğunu artık biliyordu ve sonradan anlam kazanan bulanık hayallerinin başrol oyuncusunun neden Ares olduğunu…  Kalbi, bu çekici adamı çok uzun zamandır tanıyordu. Ares, arabayı hareketlendirdiğinde; Dünya, gülümseyerek başını koltuğa yasladı.
                           *   *   *
Eve döndüklerinde, Dünya kendi dairesine gidip hızlı bir duş aldı. Boynundaki kızarıklığı bir fularla sarıp gizledi. Başındaki bandajı çıkarmıştı, sızıları dışında bir şikâyeti yoktu. Başındaki iki dikişi saçlarıyla örtünce rahatladı ve Ares’in dairesine geçti. Ares, hazır soslu makarna yapmıştı ve çok güzel kokuyordu. Gerçi, evin içinde Dünya’nın bayılmadığı bir koku yoktu.
Yemeğe oturdular. Ares, makarnadan bir çatal aldı ve çiğnemeye başladı. Dünya üçüncü çatalı almıştı ama Ares hala ilkinde oyalanıyordu. Dünya yavaşladı, ağzındakini yuttu ve boğazını temizledi.
‘’Yemek zehirli mi?’’
‘’O kadar mı kötü?’’ dedi Ares üzgün bir tavırla yüzünü astı.
‘’Hayır.’’ dedi Dünya. ‘’Çok lezzetli ama sen neden yemiyorsun?’’
Ares sırıttı. ‘’Gerçekten iyi mi olmuş?’’
‘’Çok iyi olmuş.’’
Ares ‘’Afiyet olsun.’’ dedi ve gülümseyerek makarnayı nihayet yemeye başladı. ‘’Uzun zamandır yemek yapmamıştım, hem de çok uzun.’’ dedi ve lokmasını yutarak Dünya’ya baktı. ‘’O yüzden eleştirini bekledim. Beğenmezsen dışarıdan sipariş vermeyi düşünüyordum.’’
Ares’in özellikle onun beğenisini sormasına neden heyecanlandığını anlayamadı ama adama âşık olduğunun bilincindeydi. Sedef, onu, kesin öldürecekti. Hastanede Ares’in ona ilgisine kızdığı belliydi. Bir yanda en yakın ve tek arkadaşı, diğer yanda tutulmaya başladığı çekici komşusu… Kimseyi üzmeden ve üzülmeden bu işten nasıl sıyrılacaktı?
Tabaklar boşalmıştı ama Ares hala bir şey anlatmamıştı. Dünya, konuya girmenin zamanı geldiğini düşündü.
‘’Anahtar dediğiniz şey ne? Herkes neden bana anahtarı soruyor?’’
Ares ‘’Nasıl?’’ dedi kaşlarını çattı. ‘’Sana anahtarı kimler sordu ki?’’
Dünya, adama semenderli rüyasını ve kilerde ona saldıran yaratığı anlatırken Ares dikkatle onu dinledi.
‘’Hepsi bana anahtarı soruyor gibiydi ve o arabanda ışınlanan çocuk da senden anahtarı getirmeni söyledi. Yani sen anahtarın ne olduğunu biliyorsun, değil mi?’’
Ares başını salladı. ‘’Evet, anahtarı biliyorum. Anahtar dediğimiz şey, sensin’’
Dünya, bir kez daha, duyduğu ve gördüğü saçma şeyleri aklında toparlamak için gözlerini kapatıp nefes aldı ve açtı.
‘’Bir senedir, karanlık, en korkulu kâbusum olmuştu. Düşüncelerimi saran kötücül his, ne yapsam bir türlü aydınlanmıyordu ama artık alışmıştım. Ve sonra sen geldin, aklımı iyice karıştırdın. Rüyalarımda bana güç veren şey, bir yüze sahip olmuştu. Bu iyi mi bilmiyorum ama dün gece kesintisiz uyuduğum ve uyuduğumu hatırladığım tek geceydi. Bunun nedeni de sendin, nasıl olduğunu sorma, açıklayamam. Ama senin bana bir şeyler anlatma zamanın geldi, ben iyice delirmeden önce. Sen kimsin ve benden ne istiyorsun? Adın neden tanrı ismi?’’
Dünya’nın sesi sonlara doğru iyice titremeye başlamıştı. Ares, gözlerini onun yüzünden hiç ayırmadan dinledi. Sözleri bittikten sonra ellerini, masada kenetledi. Yavaşça konuşmaya başladı.
‘’Bizler, bir çeşit boyut koruyucularıyız, yüzlerce yıldır boyutların güvenliğiyle uğraşıyoruz. İsimlerimizin bu kadar bilinmesinin nedeni ise; içinde yaşadığımız boyutlarda, çeşitli kültürlerin, bizi zamanla sahiplenmesi yüzünden. Bazı boyutlarda, güçlerimiz yüzünden tanrı olarak nitelendirdik ama bizler tanrı değil sadece savaşçıyız. Boyutların giriş yetkileri bizde fakat bazen boyutlar büyüyle veya başka yollarla bizlere kapatılıyor. Genelde o boyutla ilgili sorun olduğunda bu olur ve boyut, dışındaki her şeye karşı kapatılır. Anahtar, o zaman devreye girer. Bir anahtar oluştuğunda terslik olduğunu anlarız. Anahtarı alıp görev zamanının belirmesini bekleriz. Anahtar, sorunlu boyutu açar veya problemin kaynağını bulur ve biz de olayı çözeriz. Evimizde beliren anahtarların görevi bittiğinde, anahtarın anılarını silip yaşadığı hayata sorunsuzca bırakmaya çalışırız. Çevresini de uygun hale getirdikten sonra olay biter. Sözünü ettiğim bu anahtarlardan biri de sensin.’’ dedi ve nefeslenip geriye yaslandı.
‘’Uzun bir süredir sadece sendin. Bu süre, bir anahtar için normal bir süre değildi. Her belirişinin son olmasını umut ediyordum, çünkü hafızanla oynamamız senin zarar görmene sebep oluyordu. Benim için çok zordu.’’
Dünya, merakla öne doğru eğilmişti. Karşısındaki adamın adından yola çıkarak kendisinin ‘Savaş Tanrısı Ares’ olduğunu ciddi olarak düşündüğünü anladı. Bu, hayallerinin ötesinde bir delilikti. Tamam, tuhaf bir şeyler döndüğünü biliyordu ama yok ya, karşısındaki adam acımasız savaş tanrısı mıydı?
Ares, neşesizce güldü.
‘’Benim deli olduğumu düşünüyorsun.’’
Karşı çıkacaktı ama vaz geçti. ‘’En az benim kadar delisin.’’ dedi iç geçirerek.
Ares, olanları anlatmasından olsa gerek biraz rahatladı ve tabakları masadan alıp evyeye bıraktı. Dünya, Ares’in konuşmayı elinden geldiğince ertelemeye çalıştığını fark etti. Adamı bu denli rahatsız eden şeyi merak etti.
‘’Neden senin için zordu?’’
Ares’in elleri bir süre levyede kenetli kaldı, sonra Dünya’ya döndü ve sırtını tezgâha yasladı. Hüzünlü gözleriyle Dünya’ya baktı.
‘’Hafızanı sürekli silen kişi bendim. Her şeyi, tüm yaşananları sana unutturan, anılarına kıyan ve en kötüsü katilin olan benim. Beynine karanlığı salan ve zihninin canavar hayalleriyle dolmasına neden olan kişi, benim. Kabuslarının nedeniyim.’’
Dünya, bakışlarını adamdan alıp masaya dikti. Hafızası defalarca katledilmişti ve Ares bunu yapanın kendisi olduğunu söylüyordu.
‘’Bunu nasıl yapabilirsin?’’ diye fısıltıdan farklı olmayan bir sesle konuştu. ‘’Büyü mü?’’
‘’Büyü değil. Hepimizin bazı özellikleri olduğunu söylemiştim. Benim yeteneğim de hafızayla ilgili, istediğim şeyi unutmanı sağlayabilirim veya tüm her şeyi aklından silebilirim’’ Ares’in sesi duygusuzlaşmıştı. Dünya başını kaldırdığında adamın yüz ifadesininde sesiyle uyumlu olduğunu gördü ve ürperdi. ‘’Sana kadar bu yeteneğimin kimseye zararı olmamıştı, ne anahtarlara ne de bana. Sen, her şeyi değiştirdin.’’
‘’Ben ne yaptım ki?’’ dedi Dünya. ‘’Hafızamı silip beni bırakmışsın madem, neden yeniden hayatıma girdin?’’
Ares, dudaklarını sıkıp başını yana çevirdi. Dünya ayağa kalktı ve adama doğru iki adım attı.
‘’Neden rüyalarımda sen varsın, neden seni…’’ dudakları titredi. Neden onu sevdiğini soramayacaktı, o yüzden sözlerini yutup devam etti. ‘’Neden sadece senin yüzünü görüyorum?’’
Ares, parıldayan gözlerini ona çevirdi. ‘’Anahtarlar benim sorumluluğumdaydı. Rüyalarında beni görmenin sebebi, seninle en çok vakit geçiren kişi, ben olduğum için olabilir.’’ dedi ama Dünya, Ares’in başka bir açıklamayı onun ağzından duymak istediğini yüzünden okuyabiliyordu.
‘’Diğerleri kim, şu sözde iş arkadaşın olanlar?’’ dedi Dünya, lafı biraz daha açtı. ‘’Kafeye gelen kızıl saçlı kız ve arkadaşı da bu işin içinde mi?’’
Ares, boynunu esnetti ‘’Kızıl saçlı kız Artemis, yanındaki ise Apollon. Son birkaç aydır Artemis zaten sürekli çevrendeydi. Sana göz kulak olmak için her biri gönüllü oldu. Apollon, Eros, Hades ve Athena işleri olmadığında nöbetleşe senin korumaya almışlardı. Ben uzaktaydım ama Hermes, bana haberlerini getiriyordu.’’
Dünya omzunun hiç alarm vermemesinden adamın sözlerinin gerçek olduğunu anladı. ‘’Benim önemim ne?’’ Az daha ‘senin için’ diyecekti, son anda bu kelimeyi de yuttu. Genç adama inanıyordu ve tüm öğrendiklerinden sonra Savaş Tanrısı Ares için umut beslemek istemiyordu. ‘’Beni neden veya kimden koruyorsunuz?’’
‘’Senden sonra anahtar belirmedi, ne bizde, ne de diğer evlerde. Önce sorun olmadığı için anahtara gerek olmadığını düşünmüştük ama bu çok iyimser bir düşünceydi. Şu anda tüm boyutları ateş sarmış durumda, kendi evimizde bile geçiş yapamadığımız boyutlar var. Diğerlerinin de bizden farkı yok. Uzun süredir bu tuhaf sorunla uğraşıyoruz. Diğer evlerle işbirliklerimiz bile sonuçsuz kaldı. İzlediğin haberlerdeki korkunç cinayetlerin fazlalaştığı dikkatini çekmiş olmalı. Bu vahşeti insan yapamaz, dediğin olmuştur. Çoğunun sorumlusunun, bu boyuta sızan iblislerin işi olduğuna eminiz. Bu nedenle iki ay kadar önce Apollon, ayna büyüsünü yeniledi ve anahtar belirmesi için görüsünü zorladı. Boşlukta beliren şey, bir anahtar figürüydü. Ne isim, ne de bir yüz… Tek bir anahtar…’’
Ares, konuşurken bir yandan da ellerini koyduğu tezgâhın mermerini sıkıyordu. Dünya adamın bu kadar gerilmesine anlam veremedi ama biraz daha devam ederse mermerin elinde kalması içten değildi. Çünkü kalın mermerin çatırdadığını duymuştu. Neyse ki Ares, mermeri sıkmaktan vaz geçip kollarını kavuşturdu.
‘’İblisler, bir süredir bilmediğimiz bir nedenle senin peşine düştü. Bu bir tesadüf olamazdı, senden istedikleri bir şey olduğunu düşündük. Böylece yine işin içine girdin, zaten bir önceki görevinin bitişi de şüpheliydi. Apollon, görevinin bittiğine emin değildi ve aynanın normal renginden farklı olarak, karardığını söylemişti. Bu yüzden ölümsüzler de senin peşine düştü, elimizdeki son anahtarın peşine.’’
‘’Ölümsüzler mi?’’ dedi Dünya. ‘’Nasıl yani? Sizler ölümsüz müsünüz?’’
Ares, elini saçlarını götürüp karıştırdı. ‘’Bu ağız alışkanlığı. Aslında yardım yoluyla çok yaşayanlar demek doğrusu olur ama söylemek uzun oluyor. O yüzden ölümsüzler demek kolay.’’
Dünya, adama doğru bir adım daha attı. ‘’Sende mi ölümsüzsün?’’
Ares, omzunu silkti. ‘’Son bir senedir değilim.’’
‘’Neden?’’
‘’Uzun hikâye.’’ dedi çekici bir ses tonuyla ve ekledi. ‘’Belki bir gün anlatırım.’’
Dünya, bir adım daha atıp adamın karşısında durdu. ‘’Neden?’’
Ares gözlerini onun gözlerine dikerek cevapladı.
‘’Çünkü son yıllarda, ölümsüzlük bana bir şey ifade etmiyordu.’’
‘’Neden?’’
Yaklaştığında, Ares’in en az onun kadar heyecanlandığını görmek nefesini kesti. Dünya’nın bacakları, onu taşımayı reddediyordu. Dengesini sağlamak için elini adamın göğsüne koydu fakat dokunuşu ona hiç yardımcı olmadı. Ares, ona destek olmak için ellerini onun beline sardığında düşmekten kurtuldu ve gözgöze geldiler. Eliyle hafifçe sırtını okşayan genç adamın gözleri, Dünya’nın dudaklarına doğru indi ve yavaşça ona doğru eğilirken fısıldadı.
‘’Çünkü sen, benim Dünya’msın ve ben, senden uzakta bir dünyada yaşamak istemedim.’’
Ve Dünya’nın kendine koyduğu engelleri tek cümlesiyle yerle bir etti. Onu Ares’e çeken mıknatısın çekimine kendini bıraktı ve tam o anda kapının zili çaldı. Büyülü bir anı, başka hiçbir ses bu kadar acımasızca kesemezdi. Dünya irkilince Ares de doğruldu ve sanki Dünya bir şey söyleyecekmiş gibi yüzüne baktı.
Dünya yutkundu. Boğuk bir sesle ‘’Kapı?’’ diyebildi.
Ares’de aynı tonda doğruladı. ‘’Kapı!’’
Ares, alışmış bir tavırla Dünya’nın elinden tuttu ve kapıya doğru yürüdü. Kapının zili bir kez daha çaldı. Ares duraklayıp dürbüne bile bakmaksızın ‘Sedef!’ diye fısıldadı ve kaşları çatık kapının koluna uzandı.
Dünya, panikledi. Sedef, onu burada görmemeliydi hem de delice hoşlandığı adamla elele. Ares’i çekip koluna yapıştı.
‘’Benim burada olduğumu söyleme, ne olur?’’ diye fısıldadı.
Ares ‘’Neden? Ona ne ki?’’ dedi ve kapıya tekrar uzandı.
Dünya ‘’Hayır, lütfen’’ dedi ve itiraf etti. ‘’O benim tek arkadaşım ve senden çok hoşlanıyor. Kırılmasını istemiyorum. Beni seninle görmemeli.’’
Ares, soğuk bir bakışla kolunu Dünya’nın elinden çekti. ‘’Yatak odasına saklan.’’ dedi ve kapıya döndü.
Dünya, adamın lafını ikiletmeden yatak odası olduğunu düşündüğü odaya koştu. Kapıyı kapatırken Sedef’in sesi evde çınladı.
‘’Nerde o, arkadaşıma ne yaptın?’’
Ares sakin bir sesle konuştu. ‘’Kimden bahsediyorsun?’’
Sedef bağırmaya devam etti. ‘’Kimden mi? Tabi ki, Dünya’dan bahsediyorum. Nerde o?’’
‘’Can’a sorsana’’ dedi Ares, soğuk bir sesle.
‘’Bana, o haber verdi zaten. Hastaneye gitmiş ama Dünya odasında değilmiş. Beni aradı, adam hastaneyi ayağa kaldırmış.’’ diye bağıran Sedef’in sesi, yatak odasına kadar duyuluyordu.
Ares’in sakin ve net konuşmasına karşın Sedef’in çileden çıkmış konuşması, Dünya’yı endişelendirdi. Arkadaşının herkesi ayaklandırması başlarını derde sokardı; aslında sadece Ares’in başını ama Dünya ikisini bir kişi olarak düşünmeye başladığını farketmeksizin ikisi adına da endişelendi. Cebini yokladı. Telefonu yoktu. Elini alnına vurdu. Telefonun içinde olduğu çantası hala evindeydi ve böylece Sedef’i sakinleştirmek için arama hayali de suya düştü.
Birkaç dakika bekledikten sonra kulak kabartarak kapıya yaklaştı. Hiç ses çıkmıyordu. Gözünü kararttı ve arkadaşının sesinin neden kesildiğine bakmak için kapıyı araladı.

4. bölüm

Salona doğru tedbirli adımlarla yürüdü. Sadece Sedef’in değil, salondan hiçbir ses gelmiyordu. Ares’in bir adamla konuştuğunu duyduğunda hızlanarak salona koştu. Sedef, kanapede yatıyordu. Kadının gözleri kapalıydı ve başı yana düşmüştü.
‘’Sedef!’’ diye mırıldanarak yanına koştu. Yaşıyordu ama kendinde değildi.
Ares’e döndü ve salonda duran üç kişiyi o anda gördü. Daha önce Ares’in yanında gördüğü sakallı adam, Adonis ve Hermes kenarda sessizce dikiliyorlardı. Hermes el sallayıp ortadan kayboldu. Onların ne ara geldiğini umursamayan Dünya, Ares’e bakarak ayaklandı.
‘’Buna hiç gerek yoktu.’’
Ares, Dünya’ya cevap vermektense sakallı adama kanapedeki Sedef’i gösterdi.
‘’İşleri karıştırdı, şimdi bir de bununla uğraşmamız gerekecek.’’
Sakallı adam sırıttı. ‘’Kadını burada öldürmeyelim, her yer kan olur.’’
Dünya, korkuyla sakallı adama baktı. Odanın ortasında durmuşlar Sedef’i ve belki de onu öldürmeyi tasarlıyorlardı. Saflığına inanamadı. Ares’in iyi olduğunu düşünmesine ne sebep olmuştu? Anlattığı masallar mı yoksa ona bakışı mı?
Sakallının sözlerine, lacivert gözleri ışıldayarak gülen Adonis’e karşılık, Ares bıkkınca sakallıya baktı. Dünya atılıp Sedef’le adamların arasında durdu.
‘’Ona dokunmanıza izin vermem!’’
Adonis, küçümser bir bakışla Dünya’ya döndü ve ilk defa onunla konuştu.
‘’Sana soran oldu mu anahtar? Başını belaya sokmadan önce düşünecektin.’’
‘’Ben bir şey yapmadım.’’ dedi öfkeyle adama baktı. ‘’Sen çeneni kapa!’’
Adam, Dünya’nın sözleri ve bakışları karşısında tuhaf bir ifadeyle kaşlarını çattı. Sanki hayatı boyunca hiç kimse ona diklenmemişti.
Ares, sakin bir sesle araya girdi. ‘’Sedef’i öldürmeyeceğiz Dünya, Hades şaka yapıyor. Onu sadece uyuttuk ve hafızasından buraya geldiği anısını sildim. Onu evine götürüp bırakacağız. Uyandığında dinlenmiş ama seni kontrol etmediği için vicdan azabı duymuş bir halde uyanacak.’’ dedi ve güzel yüzlü adama döndü.
‘’Adonis, sende hastaneyle ilgilen. Dünya’nın taburcu evraklarını ayarlarsan şüphelenmezler.’’
Adam, Ares’e döndü. ‘’Anahtarı, hastanede neden bırakmadın ki? Ölümlülerin ilgisini çekmeye değer miydi?’’
Ares’in çenesi kasıldı. ‘’İblisler, onun peşinde, diğerlerinin de yerini öğrenmesi an meselesi.’’ dedi ve altın gözlerini, adama dikti. ‘’Ve sen anahtarın önemini biliyorsun.’’
Adonis burnunu kırıştırıp huysuzca kollarını kenetledi. Hades, ikisini yatıştırmak için araya girdi ve ellerini birbirine vurdu.
‘’Tamam, o halde herkes görevini öğrendiğine göre işe koyulalım.’’
Dünya, arkadaşına yaklaşan adamın, kollarını silkmesiyle aynı anda siyah tüylerden oluşan bir pelerinin sırtından aşağıya döküldüğünü görünce şaşkınlıktan ağzı açık kaldı. Soluk yüzlü adamın, zarif adımlarla arkadaşına doğru yürümesini izlerken tereddütle Ares’e baktı. Ares elleri cebinde, dudağının yaralı kenarını kemiriyordu. Adamın bir şeyler düşündüğü barizdi. Bu konuda yalnız değildi, çünkü Dünya’da ona güvenip güvenmeyeceğini düşünüyordu. Hades pelerinini kanat gibi açtı ve Sedef’in üzerine eğildi. Dünya, Hades’in arkadaşını kucağına alacağını düşünürken ikisi de ortadan kayboldular.
Ares ellerini cebinden çıkarttı ve ağzı bir karış açık kalmış Dünya’ya seslendi.
‘’Hadi, biz de yola koyulalım.’’
Hermes gelmeseydi, Dünya, adama onlarla gelmekten vazgeçtiğini söyleyecekti. Hermes odanın ortasında belirerek telaşla Ares’in karşısında geçti.
‘’Ares, çabuk, beş tane melez Azerbeycan sınırında bir köye saldırmış. Başlarında bir iblis varmış. Yardımına ihtiyacımız var. Hera, yardım için Hena ve Eros’i gönderdi bile.’’
Ares, bir an kararsızca kalakaldı. Adonis hemen Ares’in yanına gitti. ‘’Ben giderim, sen bu şeyle ilgilen.’’
Adonis’in ‘Şey’ diye kendisine dediğinin farkındaydı ve adama bir kez daha sinir oldu. Hermes, başını salladı.
‘’Hayır’’ diye araya girip hızlıca devam etti. ‘’Başlarındaki iblis çok kuvvetli, Ares’ten başkası baş edemez. Hera, Dünya’yı Adonis’in getirmesini söyledi. Zeus’un emriymiş.’’
Adonis, bu emir için suçlarcasına hırsla Hermes’e baktı ama söylenmeye fırsatı olmadı. Ares’in sözleri üzerine adamın kusursuz kaşları çatıldı.
‘’Sen, Dünya’nın yanında kal Adonis ama hiçbir yere gitmeyin. Burada kalın ve beni bekleyin.’’
‘’Ben çocuk bakıcısı değilim.’’ dedi Adonis ve dişlerinin arasından homurdandı. ‘’Ve bu ölümlüyü görmek benim sinirlerimi bozuyor.’’
Ares adama baktı. ‘’O zaman mutfakta oturursun ve görmezsin. Ben de onu sana bırakmaya meraklı değilim. Bana vakit kaybettirme Adonis.’’
Sesindeki otorite karşısında, Adonis pes etti ve başını sallayıp koltuğa oturdu.
‘’Nasıl istersen.’’
Hermes, Ares’in sakin uyarısı karşısında sessiz sedasız ortadan yok olurken Ares, Dünya’ya döndü. ‘’Ben gelene kadar burada otur, Adonis seni korur. Beni burada bekle, tamam mı, burada?’’
Dünya, adamın her dediğini yapmaktan rahatsız olsa da başını salladı. Ares ısrarcı bir sesle tekrarladı.
‘’Tamam mı, dedim!’’
‘’Tamam.’’ dedi Dünya gözlerini adama dikip, Azerbaycan sanki köşedeydi de…
O kadar zaman burada duracağını sanıyorsa yanılıyordu. Hem de bu kibirli adamla baş başa ki; adam, şimdiden huzursuz gözlerini onlardan başka bir yöne çevirmişti. Zoraki bakıcılığın onun da istediği bir şey olmadığı belliydi.
Ares, Dünya’ya teselli vermek için neşesizce sırıttı ve doğruca kitaplığına gitti. Kalın kitap rafına elini sürdü. Belli belirsiz bir tık sesiyle kitap rafı, bir kapak gibi açıldı ve Ares, içinden uzun bir bıçak çıkardı. Uzaktan bakıldığında aynaya benzeyen bir çeşit metalden dövülmüştü. Ares bıçağı masaya bıraktı ve üstünden tişörtünü çıkarttı. Dünya, adamın düzgün sırt kaslarına bakıp kalmıştı. Bakışlarını çevirmek istedi ama yapamadı. O salaş kıyafetlerin altında, bu kadar biçimli bir beden olabileceğini tahmin edemezdi.
Ares, raftan çıkarttığı kemeri açtı. Masadaki kılıcı takabileceği bir düzeneğe dönüşen deriyi kollarından geçirdi ve göğsünde birleştirdi, tokasını kapattı. Kılıcı düzenekteki kına taktıktan sonra tişörtünü tekrar giydi, neyseki bunları çok hızlı yapmıştı. İşi bitip döndüğünde Dünya nefes alabildi. Aptalca bakışını dağıtmak için başını çevirdiğinde Adonis ile gözgöze geldi. Adam yan gözle onu izliyordu. Şimdiye kadar karşılaştığı Ares’in arkadaşları, Dünya’ya düşmanca davranmamıştı. Bu adam ise bıraksalar onu bir kaşık suda boğardı.
‘’Uslu durun.’’ dedi Ares, Dünya konuşan adama baktığında Ares’in gözlerinin Adonis’te olduğunu gördü. ‘’Hiç değilse ben dönene kadar…’’
Ares, el bileklerine, üstünde birer hançerin olduğu kalın deri bileklikleri bağlarken Dünya’ya yan bakışla baktı. Hafifçe sırıtıp göz kırparken ortadan kayboldu.
Ares gider gitmez, Adonis ayağa kalktı ve uzun adımlarla odadan çıktı. Dünya salonda tek başına kalakalmıştı. Gözü sehpanın üzerindeki anahtarına takıldı. Ve Ares’in sözlerini düşündü. Ölümsüzler ve anahtar…
Son üç gündür okuduğu kitaptaki efsaneleri düşündü. Ares’in sözlerine tamamen inanacak olursa, şimdi onlarla aynı havayı soluyordu ve az daha birini öpecekti. Yanakları yeniden ısınırken aralarındaki çekimden bu denli etkilenmesine hayret etti. Rüyalarının prensi, savaş tanrısı Ares’ti. Eğer Sedef kapı zilini çalmasaydı, Yunan tanrılarının en meşhurunu mutfakta öpecekti. Kendi kendine gülümsediğini fark etti ve dudaklarını ısırdı. Sedef öğrendiğinde ne diyecekti acaba?
‘’Can’da kimmiş! Peh!’’ dedi zaten kısık olan sesiyle ve kendini koltuğa bıraktı. Ve doğruldu, hala eşofmanıyla oturuyordu. Saçları da öylesine toplanmıştı. Temizliğe gelmiş gibi göründüğüne emindi. Bu halde oturacağına kendi evine gitmeye karar verdi.
Düşmanından ses yoktu, belki o da gitmişti. Durup dururken havaya karışmalarına bakılırsa, ona fark ettirmeden gitmiş olabilirdi. Beklemesinin saçma olduğuna karar verdi. Kendi evine gitmek için ayağa kalktı ve salondan dışarı çıktı. Kapının önündeyken gittiğini sandığı adamın sesini duydu.
 ‘’Nereye?’’
Eli kapının kolunda, Adonis’e döndü. ‘’Evim karşıda, sence nereye gidiyorum?’’ kapıyı açmak için döndüğünde, Adonis eliyle kapının açılmasını engelledi.
‘’Evine gidemezsin.’’
Bir nefes ötesindeki Adonis’e ters bir bakış attı.
‘’Ciddi misin? İzle o zaman!’’
Yumruğunu hızla adamın boşluğuna vurdu. Çenesinin altına da aynı anda yumruğu yiyen Adonis, beklemediği bu darbelerle afalladı. Dünya, yanından ayrılmadan önce Adonis’in bacağına da bir tekme attı ve hızla adamı itti. Adonis dengesizce düşerken kapıyı açtı ve dışarı çıktı.
Adonis’in acıyla küfretmesini dinledi. Bu onu hiç rahatsız etmedi. Kapısına varamadan Adonis ona yetişti, kolundan tutup duvara yapıştırdı. Sırtı sertçe duvara çarptığında Dünya’nın soluğu kesildi. Elinin tersini Adonis’in yüzüne doğru sallamıştı ki; adam daha hızlı davranıp havada yakaladığı elini ters çevirdi. Dünya, can acısıyla dişlerini sıktı.
‘’Bırak beni!’’
‘’Seni başbelası!’’ diye söylendi Adonis. ‘’Yürü!’’
Onu yeniden Ares’in açık kapısına doğru ittirdi. Dünya’nın debelenmesi boşunaydı. İyice öfkelenmiş Adonis, ondan çok daha güçlüydü. Kapıya yaklaşmışken Adonis’in onu tutmaya çalışmasından faydalanarak tek ayağını kapının çerçevesine koydu ve kendi gücüyle sırtını adama doğru sertçe ittirdi. Kolu kırılırcasına acımıştı ama Adonis’in dengesini bozmayı başardı. Eli, adamın elinden kaydı ve yarım dönerken kolunun tümünü ona doğru salladı. Yine hedefi bulmuştu, savurduğu tokadı nasıl olduysa Adonis’in yüzünde patladı. Kapısına doğru döndü ama bir kol, beline kenetlendi ve bez bir bebek kolayca gibi onu geriletti. Adonis, onu açık duran karşı kapıya doğru hızla ittirince elini kapıya çarparak Ares’in koridoruna boylu boyunca uzandı.
Eli, dizi, sırtı, boğazı, ensesi, başı… Kısacası tüm bedeni acıyordu. Arkasından kapının kapandığını duydu ve güçlü kollar onu belinden tutup yerden kaldırdı. Adonis, onu salona sürükledi ve kanapeye sertçe bıraktı. Doğrulan Dünya, tüm kiniyle Adonis’e baktı. Adamın da öfke bakımından Dünya’dan aşağı kalır yanı yoktu.
Berelenmiş güzel yüzünü kaplayan saf bir öfkeyle Dünya’ya bakıyordu. Adonis’in yüzünü tırmalamıştı. Ne ara yaptığını bilemedi ama adamın kusursuz yanağındaki tırmık izlerine bakmak hoşuna gitti. Her zaman kusursuz görünen saçları dağılmıştı. Adamın aleve dönen lacivert gözlerine bakarken görüntü sarsıldı ve canlı bir hayal, Dünya’nın tüm benliğine egemen oldu.
Bir odadaydı ve karşısında Adonis duruyordu. Adamın yanağında yeni oluşan bir kızarıklık vardı. Yavaşça elini uzattı ve Adonis’in hasarlı yanağını incitmeden okşadı, okşarken kızarıklık gittikçe iyileşti ve sonunda yanağı eski mükemmel haline geri döndü. ‘’Senin kalbini iyileştirebilirim.’’ diye fısıldayan adama baktı. Gözleri öyle güzeldi ki, içinde kaybolabilirdi.
‘’Neden ben Adonis?’’ dedi Dünya ve elini adamın boynuna indirdi. ‘’Afrodit veya Persephone değil de, neden ben?’’
Adonis boynundaki Dünya’nın elini aldı ve tişörtünün üstünden göğsüne koydu. Sıcak teninin altındaki kalbi, güçlü bir atışla göğsünü titretti.
‘’Bunun için bebeğim.’’ dedi ‘’Ben onları değil, seni seviyorum.’’
Dağıldı, kelimenin tam anlamıyla dağıldı. Ağlamak ile ağlamamak arasında Adonis’in okyanusun derinliklerini andıran gözlerine baktı.
‘’Seni üzmek istemiyorum.’’ diye mırıldandı. ‘’Çok iyi birisin ama ben…’’
Adonis doğrulup parmağını dudağına koydu. ‘’Ben çok iyi biri değilim.’’ dedi ‘’Ve seni kazanmak için yapamayacağım bir şey yok. Seni ilk görevinde gördüğüm nehir kenarından beri seviyorum ve ölümsüz hayatım boyunca yaşadığımı seninle anladım. Bu zevkten vazgeçmeye de niyetim yok.’’ yüzünü okşayarak ona yaklaştı. ‘’Senin için seninle savaşmam gerekiyorsa savaşırım bebeğim, Ares bana vız gelir.’’
Adonis, dudaklarına doğru eğildi, yumuşak ve tutkulu bir öpücükle onu öptü.
Dünya, düştüğü kanapeden çığlık atarak doğruldu. Bütün bu saçma hayaller, onun zavallı zihni için fazla karmaşıktı. Bir çift kolun onu durdurmak için sarıldığını hissetti ama o, kendini durduramıyordu. Adamın kollarından kurtulmak için yalvardı.
‘’Lütfen, bırak beni, dokunma!’’ Ondan uzaklaşmalıydı
Adonis, onu daha sıkı yakalayıp ‘’Sakin ol, kendine zarar veriyorsun?’’ diye homurdandı.
Nefes nefese hayalindeki aşığının yüzüne baktı. Adamın ifadesindeki düşmanlık yerini endişeye bırakmıştı. Hâlbuki az önce bu gözler ona nasıl aşk dolu bakıyordu. Adonis, yavaşça konuştu.
‘’Şimdi banyoya gidiyoruz, tamam mı? Sakin ol, sadece yüzünü yıkayacağız.’’
Güçsüzce başını salladı. Hala inanamıyordu, hayalinde Adonis’i öptüğünü görmüştü. Bu hayallerinin önceki yaşamına ait parçalar olduğunu çoktan fark etmişti. Buna göre… Daha fazla yorumlamak istemedi ve ayağa kalkmaya davranınca Adonis kollarını gevşetti. Başı döndüğü halde düzgünce yürümeyi başardı, yani başardığını sanıyordu. Tam kapıya yaklaşmışken tökezledi. Adonis’in yanında olduğunu o zaman anladı.
Adam, onu kolundan yakaladı ve kendine çekerek banyoya götürdü. Lavaboya eğilip yüzünü yıkamasını kapıda bekledi ve salona döndüklerinde bir bardak meyve suyu alıp Dünya’ya getirdi.
‘’Teşekkür ederim.’’ dedi Dünya, adama bakamıyordu.
‘’Canını yakmak istememiştim.’’ dedi adam.
Dünya meyve suyundan bir yudum aldı ve gördüğü hayalden bahsetmeyi es geçerek mırıldandı. ‘’Ben sadece telefonumu alacaktım ve üstümü değiştirecektim.’’ diye yalan söyledi.
Adonis yanına oturdu. ‘’Bana neden söylemedin?’’
Hisleri sakinleşince yanındaki adama nihayet bakmayı başardı. ‘’Düşmanınmışım gibi davranıyorsun, engel olacağını düşündüm.’’
Adonis güldü. İstemsiz bir gülüştü ve kısa sürdü. ‘’Beklentini karşıladığıma sevindim.’’
Dünya, meyve suyunu yudumlamaya devam etti. Aklı hala gördüğü anısındaydı. ‘’Daha önce, yani ben hafızamı yitirmeden önce seninle kötü bir şey mi yaşadık?’’ dedi gözlerini bardaktan hiç ayırmadan.
Adonis cevap vermeyince başını kaldırıp kaşları çatık adama döndü. ‘’Seni bu kadar kızdıracak ne yaptım?’’ dedi merakla.
Adonis omzunu silkti. ‘’Ben, seninle daha önce karşılaşmadım.’’ omzundaki beni o kadar hafif bir tepki verdi ki, Dünya bunu ürperme olarak almayı uygun buldu. ‘’Görevlerimiz çakışmamış.’’
Dünya bardağı kucağına indirdi. ‘’O halde bana neden düşmansın?’’
Adonis şaşkın bir tavırla ayağa kalktı ve eliyle göğsünü ovuşturdu. Dünya, az önceki hayalini hatırladı. ‘’Kalbinle ilgili bir sorunun mu var?’’ sorusu çok hesapsız çıkmıştı. Adonis elini göğsünden çekip Dünya’ya baktı.
‘’Bunu da nerden çıkardın?’’
Dünya dudağını büktü. ‘’Ağrıyor gibi ovuşturdun, o yüzden sordum. Bunu sık yapıyorsun.’’
Adonis Dünya’yı süzdü. ‘’Kalbimin bir şeyi yok.’’ dedi soğuk bir sesle ekledi. ‘’Senden hoşlanmama nedenime gelince; her şeyi mahvettiğin ve Ares’i ölüme sürüklediğin için. Sırf seni korumak ve ölümlüleri değerli kılmak için fani kalmayı seçiyor. Sana baktıkça öfkeme hâkim olamıyorum.’’
Dünya avcundaki eski yara izlerine bakarak ağrıyan elini ovuşturdu ve homurdandı. ‘’Yinede öfken anlamsız, bunda benim suçum yok ve artık evime gitmek istiyorum.’’
‘’Ares’i beklemen gerek.’’
‘’Çantamı alacağım.’’
‘’İmkânı yok.’’
Adama gözlerini dikti. ‘’Sen getir o halde.’’
Adonis kusursuz dudaklarını büktü ve başını salladı. ‘’Çeneni kapatacaksa, neden olmasın.’’
Elindeki anahtarı hırsla adama fırlattı, adam tek eliyle anahtarı yakaladı. ‘’Çantan nerede?’’
‘’Yatak odasındaki tuvalet masasının üzerinde ve sakın odamı karıştırma, anlarım.’’
Adonis kibirli bir tavırla arkasını döndü ve salondan çıktı. Dünya arkasından bağırdı. ‘’Yatağın başucundaki kitabımı getir bari eğlenceli bir şey yapabileyim.’’
Adonis çıkmadan seslendi ‘’Eğlenme konusunu dert etme, ben sana yardımcı olurum.’’
Adamın arkasından ‘’Gerizekalı!’’ diye söylenen Dünya kanapeye yaslandı. Ares gideli yirmi dakika anca olmuştu ve şimdiden adamın varlığını arar olmuştu. Dizini ovuşturmak için eğilmişti ki, Adonis salona girdi. Kendince havalı bir yürüyüşle ona doğru gelip çantasını ayaklarının dibine bırakıverdi. İçinde ne varsa lamine zemine ses çıkartarak düşünce, Dünya ters bir bakışla Adonis’e baktı. Adonis hiç aldırmadan koltuğa gidip oturdu ve kibirli bakışlarını pencereye doğru çevirdi.

Dünya, çantasından telefonunu çıkarttı, sekiz tane cevapsız çağrı vardı. Altı tanesi Sedef’e, iki tanesi de Can’a aitti, yüzünü buruşturup telefonu çantasına attı. Kanapeye yaslanırken Adonis’in ona doğru hareketlendiğini gördü. Ve bir anda salonun cam kapısı tuzla buza döndü ve devamında bütün cam duvar, irili ufaklı cam parçalarını salona yayarak patladı. Dünya, başını bile çeviremedi.
Adonis olacağı önceden anlamış gibi, ayağa fırlayıp iki adımda Dünya’nın yanına gelmişti. Ona doğru atılıp kanapenin arkasına dizini koydu ve hızla ittirerek ters dönmesini sağladı. Ardından Dünya’yı kolları arasına alarak sıkıca sarıldı. Her şey bir saniye içinde olmuştu, ona siper olan Adonis’in kolları arasında gürültünün dinmesini bekledi. Odanın içini saran pis koku, mide bulandırmasının da ötesinde insanın nefesini kesiyordu. Bir ses, homurtusuyla odayı doldurdu. Ne dediği anlaşılmıyordu. Dünya, homurtunun sahibinin ne olduğuna bakmak için adamın onu sarmalayan kollarını çözmesini bekledi.
Kömür gibi simsiyah renkteki derisi, derin yarıklarla dolu bir yaratık, üzerine bir kanlı bir deri parçası sarılmış halde; artık boş çerçeveden ibaret kapının önünde duruyordu. Yaratığın yüzü, biçimsiz ağzına doğru inceleyerek uzuyordu. Gözleri sapsarıydı.
Dünya, ayağa kalkıp geriledi. Karşısında duran şeye hayretle bakarken yaratık çatallı dilini, bir yılan gibi çıkarıp yalandı. Uzun koluna doladığı zinciri, Adonis’e doğru salladı. Adonis, ona doğru uçan zinciri eline dolayıp yaratığı hızla kendine çekti ve tek eliyle yüzüne yumruk attı. Ve uzun bacaklarıyla yaratığın göğsüne tekmeyi bastı. Yaratık hırlayarak geriye doğru uçarken Adonis, zinciri bırakıverdi.
Yaratık, Dünya’nın sandığından çabuk toparlandı ve ayağa kalktı. Adonis’e doğru zinciri tekrar salladı. Zincirin ucu birbirinden ayrıldı. Yuvarlak olması gereken parçaların, aslında sivri olduğu Dünya’nın dikkatini çekmişti ki; iki tanesi Adonis’in göğsüne ve biri omzuna, üç tanesi de Dünya’nın az önce oturduğu yere saplandı. Çünkü yaratığın hareketini gören Dünya, kendini kanapenin ardına atmıştı. Adonis, ona birer mermi gibi saplanan zincir parçaları yüzünden bir anlığına afalladı. Zincir parçaları, tişörtünü yırtarak derisine saplandı ve eriyerek tenine karıştı. Siyah bir sıvı yaralarından akarken Adonis’in normalde de beyaz olan teni iyice soluklaştı. Siyah sıvı, kan rengine dönüşürken adam öfkeyle homurdanarak yaratığa doğru neredeyse uçtu. İkisi birbirine dolanmış halde koridora kaydılar. Zincirden dolayı ağır yaralanan Adonis, dağılan cam kapının bir parçasını nasıl olduysa eline almıştı. Camı, bir kılıç gibi yaratığın çenesinin altından soktu ve üstünden kalkıp salona geri koştu.
Dünya şaşkınca bakıyordu. Adam, onun elinden tuttu ve kapıya doğru çekiştirdi. Adonis’in yaralı haliyle bu kadar dinç olmasına inanamıyordu. Dikkatini iğrenç yaratığa çeviren Dünya, yaratığın kıvranmayı bırakıp ayağa kalkmasına bakarken mırıldandı.
‘’O, ölmedi mi?’’
Adonis, kapıya yaklaştıklarında sorusunu cevapladı.
‘’Özel silahsız ölmezler, bunlar iblis.’’
Yaratık ayağa kalkmıştı. Derinden gelen bir sesle fokurdadı ve önlerindeki kapı duvara dönüştü ve yanmaya başladı. Engel yüzünden Adonis, hiddetle yaratığa döndü. Yaratık çenesinin altına saplanmış cam parçasını çekti, kopkoyu bir kan çenesinin altından boşandı. Camı yere atan iblis elindeki zinciri yeniden avcuna doladı. Adonis, hızlıca düşünüp salona yeniden koşarken Dünya’nın elini bırakmamıştı. İblis arkasından seslendi.
‘’Anahtarı bize ver, Olimposlu!’’
Adonis, Ares’in kitap rafına koştu ve kitap rafını ikiye ayıracak bir güçle rafa vurdu. Rafı, üstündeki kitapları dağıtarak parçalandı ama gizli bölmenin içinden hiçbir şey çıkmamıştı. Adonis, kaşlarını çattı ve iblise doğru dönerken Dünya’yı arkasına gizledi.
İblis, çirkin yeşil gözlerini kısarak uzun yüzünü esnetti, elindeki kalın zinciri iki eliyle tuttu ve çekti. Zincir şekil değiştirdi ve delikli uzun bir mızrağa dönüştü. Yaratık mızrak-zinciri onlara doğru fırlattı. Adonis savunacak bir şey aranmayı bıraktı ve Dünya’yı yana fırlatıp bedenini yana doğru yarım döndürdü. Mızrak onu sıyırarak uçarken Adonis mızrağı eliyle yakaladı ve hızla havada çevirdi, iblisi hedefleyip fırlattı. Mızrak, iblisin bedeninin içinden geçti ve yaratığa zarar vermeksizin zincire dönüşerek yeniden eline dolandı. Dünya, Adonis’in mırıltısını duydu.
‘’Tüh!’’ dedi genç adam. ‘’Bak, bu hiç aklıma gelmezdi.’’
İblisin elleri alevlendi ve elindeki zincir kora dönüştü. Yüzünde ürkütücü bir ifadeyle onlara doğru yürümeye başladı. Dünya dehşet içindeydi ve Adonis olacaklara razı, iblisin karşısında dimdik durdu. Kendilerini savunmak için çıplak ellerinden başka silahları yoktu.
Salonun ortasında aniden beliren Ares, hem Dünya’yı hem de iblisi şaşırttı. Ares, sadece bir saniye içinde ne olduğunu kavradı. Tereddütsüzce elini, sırtına uzatıp kılıcı çıkarttı ve iblisin boynuna savurdu. İblisin kafası yere düştü. Ardından, kalan bedeniyle birlikte kafası da siyah dumanlar saçarak havaya karıştı. Ares kaşları çatık, Adonis’e döndü.
‘’Bu olanların açıklaması nedir?’’
Adonis bozuk bir sesle mırıldandı. ‘’Saldırıya uğradık.’’
‘’Onu görebiliyorum.’’ dedi Ares elinde kılıçla adama döndü. ‘’Bu halin ne?’’
‘’Anahtarı kurtarma…’’ diye açıklamaya çalışan Adonis’in sıkıntısı sesine yansımıştı.
Dünya şaşırmanın ötesindeydi, adam hayatı pahasına güçlü iblise karşı koymuştu. Elleri kesik içindeydi. Omzundan ve göğsünden yaralanmıştı, üstü başı kan olmuştu ve Ares tarafından azarlanıyordu. Ares lafını kesince Adonis, sinirle başını başka yöne çevirdi.
‘’Kurtarmak mı? Sen buna korumak mı diyorsun?’’ dedi Ares yumruğunu sıktı. ‘’Lanet olsun Adonis, durumu biliyorsun, neden silahsızdın?’’
Adonis yan gözle adama baktı. ‘’Senin de sürekli silahla dolaştığın söylenemez.’’
Ares başını dikti ve adamı süzdü.
‘’Onlara karşı kendimi korumama gerek olmadığını biliyorsun.’’ Sesindeki soğukluk karşısında Adonis hiçbir şey söylemedi. Ares’in omuzları düştü. ‘’Sonra konuşalım mı? Sen Olimpos’a dön.’’
Adonis başını salladı ve ortadan kayboldu. Dünya, Ares’i süzerken Ares’de evinin haline bakıyordu, adamın tişörtünün omzu yırtılmıştı ve üzerinde zift gibi damlalar vardı. Tuhaf, keskin bir koku, Ares’in çekici doğal kokusunu bastırmıştı. Adam kaşlarını havalandırdı.
‘’Tam da, bu ev hoşuma gitmeye başlamıştı.’’ dedi ve kılıcını döndürüp sırtındaki kına soktu. ‘’Çıkalım mı papatyam?’’
‘’Ben bir süreliğine bayılsam olur mu?’’ dedi Dünya kısık sesle.
Ares güldü. ‘’Olur ama elini çabuk tut.’’ dedi ve üstüne baktı, yüzünü buruşturdu. ‘’İğrenç!’’ dedi ve tişörtünü üstünden sıyırınca Dünya başlamak üzere olduğu laf yarışını başında bıraktı.
Ares’in tüm kasları özenerek çizilmiş gibi düzgündü. Biçimli vücudundaki tek kusur göğsünün hemen altındaki yara iziydi. Karın kaslarının hemen yukarısında olan iz haricinde; adamın bedeni, mermer bir heykel kusursuzluğundaydı. Dünya’nın yüzü alev almıştı, neyse ki Ares bunu göremedi. Adam pis tişörtü olduğu yere atıp hızlı adımlarla salondan çıktı. Dünya da fırsattan istifade soluk alıp eliyle yüzünü yelpazelendirdi. Kendisini toparlayınca arkasından bağırdı.
‘’Evi bu halde mi bırakacağız?’’ dedi ve Ares’in salona girdiğini farkedince sesini azalttı. ‘’Komşular çoktan polis çağırmıştır.’’
Ares omzunu silkti. ‘’Yarın evi satın alırım olur biter ve komşuları da umursama. Kesin onlar da gürültüyü umursamamıştır. Çıkalım mı?’’
Adam koyu kahverengi tişörtünün içinde de mükemmel görünüyordu. Altındaki vücudu düşünmemeye çalışan Dünya kayıtsızca sordu.
‘’Nereye gideceğiz?’’
‘’Olimpos’a tabi ki de.’’
‘’Pasaportum yok.’’ dedi Dünya alaycı bir sesle. ‘’Sen, benimle dalga mı geçiyorsun? Kalkıp seninle gecenin bir vakti Yunanistan’a gidecek kadar manyak değilim.’’
‘’Manyak olacağın günde gelecek ama şimdilik Olimpos’la yetinmelisin.’’ dedi ve bakınarak kitap rafının kırılmasıyla yere düşen kadife kutuyu aldı. Dünya’ya döndü. ‘’Üstünü değiştirmen için on dakikan var, yoksa seni bu şekilde Zeus’un karşısına çıkarırım.’’
Dünya, anahtarını ve çantasını yerden alıp sinirle ayağa kalktı. Tartışıp durmaktan sıkılmıştı. Bu saçmalığa uymaya karar verdi. Ares, yerdeki kitapları hızlıca toplarken mırıldandı.
‘’Sırf kitaplarımı dağıttığı için bile ölümü hak etmişti.’’
Kitapları, Adonis’in dağıttığını söylemek için durakladı, sonra vaz geçip kapıya doğru yürüdü. Artık Adonis’e o kadar da kinli değildi. Dış kapı normale dönmüştü, yine de çekinerek koluna uzandı. Neyseki kapı göründüğü kadar normaldi. Kapıyı açıp kendi dairesine yürümeye başladı. Ares, ona kendi kapısını açmaya çalışırken yetişti. Genç adam, o kapıdan girerken ve odasına yürürken de dibinden ayrılmadı. Sonunda dayanamayıp adama döndü. Ve odasının önünde onu durdurdu.
‘’Şansını zorlama!’’
Ares dudağını büktü. Nasıl da sevimli ve çekiciydi… Ares, ellerini cebine atıp yandaki duvara omzunu dayadı.
‘’Tamam’’ diye çapkınca onu süzdü. ‘’Ben, tam, burada beklerim.’’
Yüzündeki ifade karşısında Dünya’nın soluğu kesildi. Kapının koluna uzandığında gözleri hiçbir şeyi görmüyordu çünkü gözlerinin gördüğü her şey Ares’e dönüşmüştü. Kapının kolunu bir kere ıskaladıktan sonra ikinci denemede yakalamayı başardı ve odasına girdi. Lambayı açtı ve kapıyı, ona bakan Ares’in yüzüne kapattı. Kalbi çok hızlı atıyordu. Kilerdeki iblis ile karşılaştığında bile bu kadar hızlanmamıştı. Yani, heyecanı az önceki iblis saldırısından dolayı değildi. O yüzden bu heyecanını başka birinin varlığına bağlamak zorunda kaldı. Çantasını omzundan bırakmadan önce sakinleşmek için bir dakika kıpırdamadan bekledi. Çekici olduğu kadar tehlikeli adam ile uzun bir yolculuğa gerçekten çıkacak mıydı?
Dünya, omzunu silkti, neden olmasın? Tatilde değil miydi? Üstüne bir şeyler giymek için dolabına yürüdü. Telefonundan Sedef’e tatile çıkma önerisini kabul ettiğini yazan mesajı gönderirken üstüne bir kazak ve kot giymişti. Saçlarını topladı ve boynundaki çürüğü başka bir fularla gizledi. Aklına gelen bir şey yüzünden diğer kotunun cebine baktı ve kızıl saçlı kızın verdiği kâğıdı çıkardı. Kâğıdın üzerinde güzel bir yazıyla Artemis ve altında da Olimpos yazıyordu. Şaşkınlıkla bir süre nota baktı. Artemis kendince Dünya’ya ipucu bırakmaya çalışmıştı. Nedense içi rahatladı ve kızıl saçlı kadına güven duydu. Hiç değilse o, en başında Dünya’ya bir şeyler anlatmaya çalışmıştı.
Olimpos her neresiyse gitme konusundaki endişesi notu bulduktan sonra azaldı. Aceleyle çantasına ihtiyacı olacağını düşündüğü eşyaları tıktı, çakı, fener ve mitoloji kitabı. Derken kapı çalındı.
‘’Dünya, hadi!’’
Sesi bile Dünya’yı kendinden geçirirken ona mesafeli davranmayı nasıl başaracaktı. Bir kere daha adamdan asıl hoşlanan kişinin, dostu Sedef olduğunu kendine hatırlattı ve ardından mutfaktaki yakınlaşmaları gözlerinin önünde belirdi. Görüntü yeniden değişti ve Adonis ile hayalinde yakınlaşmalarına dönüştü. Bozuk bir ifadeyle kapıya dönerken gözüne tuvalet masasının üzerindeki gümüş kolye ilişti. Diğer kolye boynundaydı, onu hiç çıkarmazdı. Gümüş kolyeyi alıp çantasına attı ve onu bekleyen Ares’in karşısına çıkmak için kapıyı açtı. Ama zannettiği gibi kapının dibinde onu beklemiyordu, sırtı kapıya dönük ilerde telefonla konuşuyordu.
‘’Bir şey olduğu yok Afrodit, hiç kimse zarar görmedi. Olimpos’a dön.’’ dedi durakladı. ‘’Bunu nereden çıkardın?’’
Dünya gözlerini kıstı. Ares’in konuştuğu Afrodit’in adamın kapısında gördüğü sarışın kadın olduğunu düşüncesi üzerine sinirlendi. Ares, tek elini duvara koyup iç geçirdi.
‘’Peki, öyleyse, şimdi neden aradın?’’ dedi alaycı bir tavırla. Bekledi ve cevap verdi. ‘’Dünya’yla olduğumu saklamadım ki, bu öfken niye?’’
Adam karşısındakini dinlerken sıkıntıyla yatak odasına doğru döndü ve Dünya ile gözgöze geldi. Bir dakika veya bir sene öylece birbirlerine baktılar, neden sonra Ares uyuşmuş bir sesle telefona konuştu.
‘’Dinliyorum… Tamam… Görüşürüz’’ diğer taraftan gelen ses haykırırcasına adamın ismini bağırırken telefonu kapattı ve kotunun arka cebine tıktı.
Ares, altın gözlerini Dünya’ya dikmiş halde ona doğru yürürken soluksuz kalan Dünya, parmaklarını çantanın sapına iyice kenetledi. Nefes alamadığı halde kalbinin bu kadar hızlı atmasına şaşırmıştı. Ares sıcak ve yumuşak bir dokunuşla, Dünya’nın yanaklarını okşadı. Gözlerindeki bakış karşısında, Dünya’nın içi eriyordu. Adam boğuk bir sesle fısıldadı.
‘’Seni çok özledim.’’ altın gözleri titreşti. ‘’Tüm ömrümce seni özledim.’’
Ares eğilip dudaklarını onun dudaklarına hafifçe sürttü. Dünya’yı eriten dokunuşunun etkisine bakmak için uzaklaşmadan doğruldu. Dünya, olduğu yerde sallandı ve Ares’in büyüsü altında uyuşmuş bir şekilde gözlerini açıp mırıldandı.
‘’Yapma…’’
Ares, çenesini okşayarak tekrar eğildi ve yumuşak dudaklarını Dünya’nın yanaklarında gezdirdi. Dudaklarının arasından çıkan alev nefesi Dünya’nın tenini yakarken fısıldadı.
‘’Neyi?’’
‘’Bunu…’’ dedi Dünya kendinden geçercesine.
‘’İstemiyor musun?’’ dedi Ares ve diğer eliyle Dünya’yı belinden tutup yavaşça kendine çekti. ‘’Beğenmezsen her zamanki gibi tokatlarsın.’’ kulağına mırıldandı.
Dünya’nın başı dönüyordu, ‘’Tokatlar mıyım?’’ dedi ve Ares onun dudaklarını kapattı.
Elinden çantanın düştüğünü fark etmedi kollarını Ares’e sardı. Dünya düşünmeyi bırakmıştı, tüm ruhuyla Ares’in öpücüğünün tadını çıkarıyordu. Ares kontrollü başladığı öpüşünü derinleştirdi ve daha fazlasını talep edercesine dilini onun dudaklarına değdirdi. Dünya öpücük karşısında çaresizdi, dudaklarını araladı ve tenini yakan ateşe teslim oldu. Uzun süren bir susuzluğu dindirmek istiyor gibiydi Ares ama aniden yavaşladı ve zorlanarak kendini geri çekti. Birbirlerinden ayrıldıklarında Dünya’nın bacakları titriyordu. Derin bir nefes alan Ares, özlem dolu gözlerle Dünya’nın yüzünü süzüyor ve parmaklarıyla yüz hatlarını okşuyordu. Dünya ise kıpırdayamıyordu. Felç olmuştu. Baygın bir bakışla adama baktı.
‘’Bunun için benden tokat mı yedin?’’
Ares, gözlerini kısarak gülümsedi. ‘’Hem de iki defa’’ dedi ve Dünya öpücük için yalvarmak üzereyken Ares ondan bir adım uzaklaştı.
‘’Hı!’’ dedi Dünya ve yere düşen çantasına uzandı. ‘’Hak etmişsin. Seni şimdi bile tokatlayabilirim.’’
Ares’in kaşları çatıldı. ‘’Hayda, neden?’’
Dünya ona ne cevap verecekti ki? Tek bakışıyla Dünya’yı kendine tutsak eden adamın, öpücüğüyle kalan direncini idam ettiğini mi, onun, arkadaşına ihanet etmiş gibi hissetmesine sebep olduğunu mu? Dünya, az önceki anın etkisinde olmasına rağmen sormadan duramadı.
‘’O sarışın kadın, senin sevgilin mi?’’
Omzundaki benin vereceği tepkiye dikkat kesilmişti, Ares onun yüzünü tararken. Adam sonunda konuştu.
‘’Olimpos’a dönelim.’’ ve arkasını dönüp yürümeye başladı.
‘’Sevgilin mi?’’ diye Dünya tekrarladı.
Ares durdu ve ona döndü. ‘’Bu artık önemsiz…’’
Dünya, öfkeyle adama baktı. ‘’Bence çok önemli. Sedef’le flört ediyorsun, başka bir kadınla daha ve belki başka birkaç kadınla daha. Sonra da gelip beni öpüyorsun.’’
Ares, kaşlarının altından ona bakmaya devam etti. Dünya işin başında tavrını koyması gerektiğini düşünüyordu. Her ne kadar onu kendinden geçirse de, bu gizemli adamın kölesi olmayacaktı. Çünkü duyguları hiç bu kadar karışmamıştı, hatırladığı kadarıyla, yani son bir senedir. O yüzden, adama karşı hissettiği güçlü duyguları Dünya’yı korkutuyordu. Savunmasızlaşmıştı.
‘’O kadın kim, Ares?’’
Ares, ona doğru bir adım attı, sonra durakladı. ‘’Afrodit’’ dedi ve derin bir nefes aldı. ‘’Afrodit, benim gelecekteki eşim. Onunla, önümüzdeki bahar şenliğinde evlenmem bekleniyor.’’ 

Hiç yorum yok:

Seri Hikayelerin Düzeni

TUTSAK SERİSİ 1. Kitap    Tutsak 2. Kitap    Anahtar 3. Kitap    Dünya 4.Kitap    Cehennem Hikayelerin dizilişi bu şekildedir. Diğer ...