TUTSAK (1.KİTAP)-4-


BÖLÜM 30 : BİR ÇAY DAHA?

Hızlıca ayağa kalktı ve yatağın yanındaki botlarını ayağına geçirdi. Yataktan kalktı ve koşar adım dışarı çıktı. Sirona'nın katında olduğunu seraları görmeden anlamıştı. Merdivenlere ulaştığında çoktan koşmaya başlamıştı, kimseye rastlamadan bahçeye çıktı. Bulutlarla dolu gökyüzü griydi, yağmur yağması an meselesiydi. Çalıların arasından uçarcasına geçerken dikenli dallara takılmamak için dikkat ediyordu. Kâhinin kapısının önünde durduğunda nefes nefese kalmıştı ve soğuk soğuk terlemişti. Kulübenin yanındaki sopanın üzerinde, simsiyah bir karga açık sarı gözlerini ona dikti. Havalanacak gibi kanatlarını açtığında kulübenin kapısı açıldı.

"İçeri girmek için yağmurun başlamasını mı bekliyorsun?"

Sakin bir tavırla onu izleyen adama baktı ve başını sallayarak, ilk damlaların eşliğinde kulübeye girdi. Oda her zamanki gibiydi, pencerelerden sızan gün ışığı bile değişmemişti. Titremesi azaldı, adamın işaret ettiği divana oturduğunda ise iyice rahatlamıştı. Kâhin, sade kıyafeti içinde her zamanki gibi sıradan görünse de zeki ve anlayışlı bakışları farklı havasını yansıtıyordu. Dünya bakışlarını yere eğdi. Buraya neden geldiğini bile bilmiyordu. Adama ne diyecekti? Gördüğü kâbustan mı bahsetmesi gerekiyordu, yoksa görevinin bitip bitmediğini mi sormalıydı? Ares'i kurtarmaya çalışırken Adonis'i de kurban ettiğini mi söylemeliydi?

"Birer çay içer miyiz?"

Burnuna gelen kokuya başını kaldırdı. Üstünde dumanı tüten tuhaf çay kupasını uzatan adamın diğer elinde de aynı kupanın eşi vardı. Ne ara getirdiğini anlayamadı. Elinden kupayı alıp teşekkür etti. Koyu yeşil sıvıdan yükselen kokuyu tanıyamadı. Keskin ve hoş bir kokusu vardı. İlk yudum kekremsiydi, ikincisi ise rahatlatıcıydı. Dudağını yaladı.

"Şeker var mı?"

Kâhin sırıttı. "Şeker kilo yapar."

"Bunun içilmesini de sağlar." dedi. Çaydan bir yudum daha aldı.

"Görünüşe göre bu çayın desteğe ihtiyacı yok. Gayet içilebilir." dedi kâhin ve yanına oturdu. Dünya başını çevirip otuz veya otuz beş yaşlarında görünen adama baktı. Sabaha kadar laf kavgası mı yapacaklardı?

"Buraya neden geldim?" dedi.

Adam dudağını büktü. "Nereden bileyim? Ben sadece sana kapıyı açtım." dedi çayından bir yudum aldı. "Çay gerçekten hoşuna gitti mi? Defne çayıdır."

"İyiymiş ama ben buraya çay içmek için gelmedim."

"Afiyet olsun." dedi kâhin ve kupasından iştahla bir yudum daha aldı. Gözlerini kapatıp çayın tadını son aromasına kadar çıkardı. Adamın umurunda olan tek şey çaymış gibiydi.

"Biz Ares'i kurtardık." dedi. Yarılanmış kupayı yana bıraktı. "Görevi tamamladım."

Adam tek gözünü açıp ona baktı ve yeniden kapatıp çayı yudumladı. Sakin bir sesle konuştu. "Ares'i kurtardınız mı, ne ilginç. Onu geri getirdiğinizi biliyorum ama kurtarmak yeni bir bilgi. Tehlikede miydi?"

"Geri mi gönderilecek?" dedi Zeus'un, adamı yeniden cezalandıracağından korkarak.

"Zeus değil." diye cevap verdi kâhin. Düşüncelerini okuduğundan kuşkulanmasına yol açan bir netlikte konuşmuştu. "Ayrıca görevini biliyor musun da tamamladığından emin konuşuyorsun?"

“Hâlâ anahtar olamam, ben Ares'in kurtulmasına yardım ettim.”

Kâhin çayı bitirene kadar konuşmadı ve onun çayını işaret etti. “İçsene.”

Omuzları düşen Dünya, kupasını alıp çayını isteksizce bitirdi. Çay kupalarını alıp kenara koyan adam, divanın arkasındaki yastığa yaslanıp bağdaş kurdu.

"Sana söylediklerimi fazla umursamıyorsun." dedi. Karşı çıkmak için kımıldanınca adam ona üzgün bir bakış attı. "Umursamıyorsun, inkâr etmen bunu değiştirmeyecek. Benim sana gösterdiklerimden çok Asteria'nın Ares'e olan düşkünlüğüne odaklanmışsın. İnsanî bir zayıflık. Sen Ares'i ona kaptırmamak için uğraşacağına, iblislerin boyutlarından çıkmamasını sağlamalısın. Ares'in, baştan beri uğraştığı gibi... Aranızda bir tek o, Asteria'ya karşı koymaya ve onun planlarını bozmaya çalışıyor. Diğerleri, kendi çıkarlarından başka bir şey düşünmüyor ki bunların içine sen de dâhilsin."

"Bunu nasıl söylersin?" dedi şaşkınlıkla. "İblislerin ona ulaşmasını ve boyutlarından çıkmalarını engelledik."

Kâhin, gözlerini kıstı ve ona eğilerek yavaşça konuştu.

"Ve sen iyi bir şey yaptığını sanıyorsun. Düşün, bazen engellemek için onları yönetmek gerekir."

Adamın dediğine inanamıyordu. Ares'in iblislere liderlik yapmasının en iyisi olacağını nasıl söylerdi?

"Ne yaparsam yapayım, Asteria Ares'i kralı mı yapacak? En iyisi bu mu? Bunu mu demeye çalışıyorsun?"

Kâhin nefes alıp bıkkınca geriye yaslandı.

"Açman gereken kapıyı hatırlıyor musun?" diye sordu.

Kaşlarını çattı. Hatırlıyordu ama kapıya hiçbir yerde rastlamadığından bunu önemsememişti. Kâhinin dediği doğru olabilirdi çünkü adamın söylediklerini gerçekten de umursamadığını fark etti. Anahtar olarak görev yapması gerekirken o Ares’i düşünmekten başka bir şey yapmıyordu. Hafızasını kaybetmiş biri olarak bencil olması gerekirken hızlı gelişen olayların arasında savrulup duruyordu. Kendi başındaki beladan kurtulmaya odaklanmalıydı. Onun beynini pelteleştiren adamın aşk hayatına kafa yormayı bırakmalıydı.

"Evet, kemikli bir kapıydı." dedi ve kaşlarının altından adama baktı. "Evin hemen hemen her katını gezdim ama öyle bir kapı göremedim."

Kâhin ciddi bir ifadeyle konuştu.

"Yıldız tepede parladığında kapıyı bulacaksın ve uğursuz olanlara yol göstereceksin. Ölü bedene can veren, onun düşmanı olacak." dedi ve dudağını büktü. "Umarım bunu hatırlarsın çünkü bunu, bir daha tekrar etmeyeceğim."

"Keşke not alsaydım." diye mırıldandı.

"Vakti geldiğinde hatırlarsın." dedi ve düşünüp ekledi. "Ayrıca, Asteria'ya o kadar çok güvenme, her sözü bilgece değildir."

"Ona güvenmek mi?" dedi yüzünü buruşturarak. "Hiç sanmıyorum."

Adam dudağını yeniden büktü ve başını hafifçe eğdi. "Bir çay daha?"

"Bir bardak yeterli, teşekkür ederim." dedi.

"Bilinci açar." dedi adam ve işaret parmağını alnına yavaşça vurdu. ''Beyni çalıştırırdı.''

Onunla dalga geçiyordu. Bu hareket, buradaki işinin bittiğinin bir işareti olduğundan iç çekerek ayağa kalktı.

"Sohbet ve çay için teşekkür ederim. Ben açık havada yürüyüp beynime biraz oksijen göndereyim."

Adam dişlerini göstererek kocaman sırıttı. "Bak, bu iyi bir fikir demek ki çay işe yaramış."

Eve döndüğünde yağmur yüzünden sırılsıklam olmuştu. Odasının önünde, onu bekleyen başka bir ölümsüz görmek onun için olağanlaşsa da, Hera'yı görmeyi kesinlikle beklemiyordu. Koridor boyunca, yerleri ıslatarak yürürken kadın sabırla onun yaklaşmasını izledi.

"Senin şifa odasında olman gerekiyordu." dedi kadın. Üzerindeki elbise muhteşemdi. Straplez elbisesinin etekleri, bir bulut yumuşaklığında yerlere doğru iniyordu, eteğin alt kısmı ise tavus kuşu tüyleriyle süslenmişti. Kadın zariflik ve güzelliğin en doğal haliydi.

"Ben sadece bayılmıştım, şifaya ihtiyacım yok." dedi. Islak bir halde durmaktan rahatsızdı. "Yaptığımız şey için kızmaya mı gelmiştin?"

Hera ona kararsızca baktı, derken yüzünün ifadesi yumuşadı. Tereddüdü geçince rahatlamış bir sesle konuştu.  "Hayır, tam tersine, sana teşekkür ederim."

"Teşekkür mü?" dedi. "Zeus'un verdiği hükme karşı çıktığımız için mi?"

Hera hafifçe kaşlarını çatıp onun yüzüne dikkatlice baktı.

"Zeus'un verdiği hüküm gerçekleştirildiği için yapmış olduğunuz görev hükmü etkilemez, yani karşı çıkmadınız. Ares Tartaros'a adım attığı anda hüküm tamamlanmıştı zaten. Siz sadece şansınızı kullandınız. Onu geri de getiremeyebilirdiniz. Ben, Ares'i geri getirdiğin için teşekkür ediyorum."

Hera’nın yeşil gözlerinden yansıyan ifade çok duyguluydu, sözlerinde samimi olduğunu anladı.

"Yapmam gereken şeyi yaptım." diye mırıldandı.

Hera minnet dolu duygusal bakışlarla gözden kaybolduğunda o, bir süre daha kapısının önünde durdu. Bu eve geldiğinden beri tanık olduğu üzere; Hera, Ares'e sürekli ters davranıyordu, her davranışını eleştiriyordu ve Zeus’a destek oluyordu. Şimdi de gelmiş, onu geri getirdiği için Dünya'ya teşekkür ediyordu. Adamı azarlamak için boşluğunu arayan birine göre oldukça tuhaf bir kibarlıktı. Dünya derin bir nefes alıp odasına geçti ve doğruca banyoya gitti. Uzun süre suyun altında kalarak hiçbir şeyi düşünmemeye çalıştı ama başaramadı. Kâhinin dedikleri zihninde dönüp duruyordu. Ares'in iblisleri ve Asteria'yı durdurmaya çabaladığını söylemişti, onun dışındaki herkes ise çıkarı için uğraşıyordu. Ares'i cehennemden kurtarmak şahsî bir çıkarsa, bu fikrinin doğruluk payı vardı ama ne Adonis'in ne Artemis'in ne de onun başka bir düşüncesi yoktu. Hepsinin ortak amacı, sevdikleri birini cehennemden kurtarmaktı. Şu anda can çekişen, ölümlü savaş tanrısını…

BÖLÜM 31 : KULAK MİSAFİRİ

Ertesi gün öğleye kadar odasından sadece iki defa çıktı, ikisinde de Sirona'ya Ares'i görmek için yalvarmaya gitmişti. Kadını katında aramasına rağmen bulamayınca üzüntü ve hayal kırıklığıyla odasına geri döndü. Artemis ve Eros birkaç kere onu yemeğe çağırmak için geldiler. Onların yemeğe katılması konusundaki ısrarlarına kulak asmadı ve odasından çıkmayı reddetti. Eros'un dediğine göre, Hermes'ten rica edip Sirona'dan haber alabilmişti. Durumu değişmeyen Ares'i, kimseye göstermiyorlardı. Genç adamın durumu o kadar kötü müydü? Belki onu şehirdeki bir hastaneye götürmüşlerdi ne de olsa o, artık bir ölümlüydü. Sıkıntısı iyice çoğaldı, yatağına yatıp saatlerin kaplumbağa hızıyla geçişini bekliyordu. Yavaş geçse de bir günü devirdi. Şafak sökerken elini duvara cansızca uzattı ve rengin solmasıyla odasını, loşluğun rahatsız edici gölgelerine bıraktı.

İki günden fazla zaman geçirdikleri Tartaros, onun için kötü bir kâbustu ve Ares'i sağ salim görmedikçe bu kâbus son bulmayacaktı. Yatağın üstünde kollarını kendine doladı, bu şekilde bir saat anca uyuyabilmişti. Batan gözlerini, bir türlü kapatamıyordu. Enlil aklına geldi, yaşlı adamı kısa bir süre konuştukları mutfaktan beri görmemişti ve eğer açmayı başaramadıysa odası, iblis mührüyle hâlâ kapalıydı. Odasını açarak adama yardım etmek belki onun moralini de düzeltirdi. Yataktan doğruldu ve durakladı, adamın odasının tam yerini bilmiyordu sadece tahmin ediyordu.

Koridor boyunca yürürken uzun süredir ilk defa kendini canlı hissediyordu. Demir kapının önüne geldi ve elini sıkışmış sürgüye attı. Tek eliyle açamayınca, iki elini sürgünün koluna iyice kenetleyip çekti. Sürgü, iki santim kımıldasa da kaymadı. Bir alttaki sürgüyü denedi.

"Ne yapıyorsun?"

Yerinden sıçradı. Arkasında dikilen Enlil'i görünce eli kalbine gitti. Onun geldiğini bile duymamıştı.

"Beni korkuttun." dedi nefeslenerek. "Çok sessizsin."

Adam kollarını kenetleyip onu süzdü. "Kendini öyle kaptırmışsın ki duymaman normal." dedi ve kapıyı işaret etti. "Ne yapıyorsun burada?"

Kapıya bir bakış atıp adama döndü. "Odanı açmana yardım edecektim ya, o yüzden geldim."

Adam bir süre ona baktı, anlayamamış gibi ifadesizce. Sonra yavaşça çözüldü.

"Ne?"

Yanlış yer değildi, adamın onu getirdiği koridor olduğuna emindi. Kapıya doğru baktı. "Senin odana buradan gidilmiyor mu?" dedi adama dönerek.

Enlil'in ifadesi sertleşti.

"Senden yardım isteyen oldu mu?" Şaşkınlıkla adama bakarken adam kollarını çözüp ona eğildi. "Sana ihtiyacım varmış gibi mi görünüyorum?"

Ondan sadece beş-altı santim uzun olmasına rağmen adam birden irileşmiş ve uzamış gibi geldi ona. Tehditkâr bir duruşla karşısına dikilince, Dünya kapıya doğru geriledi.

"Enlil."

Adam tiksinir gibi onu süzdü ve kaşlarını çatıp geriledi.

"Buraya bir daha gelme, bu kapıdan geçmeyeceksin ölümlü!" dedi çatlayan bir sesle. "Sana yasak! Beni anlıyor musun?"

"Neyin var? Neden böyle davranıyorsun?" Onu hep anlayışlı ve şefkatli görmeye alıştığından yüzündeki ifadeyi bile yakıştıramadı. "Benden kapıyı açmamı istediğini unuttun mu?"

Adam öfkeli diyebileceği bir homurtuyla ona arkasını döndü ve elini duvara koyup bekledi. Dünya gidip gitmemek arasında kalmıştı ama adamın tavırları yüzünden kuşkulanmıştı. Canını sıkan her neyse bu kapının ardındaydı ve Enlil onun geçmesine izin vermeyecekti.

Enlil elini duvardan çekti ve sırtını düzleştirdi. Dünya'ya geri döndüğünde yüzü eski sakin ifadesini kazanmıştı.

"Özür dilerim, ben biraz gerginim." dedi ve gülümsedi. "Ares'in durumu beni çok üzdü ve senin onun lafını dinlememen yüzünden sana biraz kızmıştım. Hıncımı senden aldım."

"Bana neden kızdın ki?" dedi tereddütle.

Adam gözlüğünü düzeltti. "İşlerine çok karışıyorsun ve Ares bu yüzden ölüm döşeğinde." dedi, iç geçirdi. "Ölümlülerin, ölümsüzlerin işlerine karışmaması gerekir yoksa sonuç kötü oluyor."

Lafın aşinalığı yüzünden tüyleri ürperdi, sanki adam bir şeyleri ima etmek istiyordu. Gözlerini adamdan ayırmadan konuşmaya devam etti. "O zaman sorun yok çünkü Ares bir ölümlü, ben de ölümlüyüm."

Dudakları engel olamadığı bir sinirle gerilen adam hemen kendini toparladı, bir kez daha düşmeyen gözlüğünü düzeltti.

"Değil mi? Buna alışamayacağım galiba." dedi ve başıyla koridoru gösterdi. "Yemekte bana eşlik eder misin, yoksa Artemis veya Eros'u mu tercih edersin?"

"Peki, odan?" dedi. "Saldırıdan sonra açmayı başardın mı?"

Enlil elini salladı. "Boş ver eskiyi... Başka oda aldım, eski odamın yeri zaten çok kötüydü." dedi ve iki adım attıktan sonra ona döndü. "Hadi, gelsene!"

Dudaklarını sıkıp adamın arkasına düştü. Bir yandan da sağ elindeki kesiği parmaklarıyla sıkıştırıyordu. Can sıkıntısını iyileşmekte olan kesikten alıyordu. Adamdan ilk defa bu kadar ürkmüştü. Elini kestiği zaman bile adam, bu kadar kafasını karıştırmamıştı. Yanına yetiştiğinde, Enlil göz ucuyla ona baktı. Adamın az önceki siniri tamamen geçmişti, rahat bir tavırla yürümeye devam etti. Bir şeyler fena halde tersti ve Dünya kalbine sızan korku yüzünden ne olduğunu anlayamıyordu. Kendini güvende hissetmiyordu.

"Senin yeni odan nerede?"

Adam kaşlarını kaldırıp bıkkınca soluklandı. "Odama gitmeme gerek yok. Şimdi karnım acıktı, gel bir şeyler yiyelim."

"Benim karnım aç değil." diye Enlil’in lafını kesti ve hızlanarak adamın yanından geçti.

Adam bir şey söylemedi ona yetişmeye de çalışmadı; koridorda öylece durdu ve onun gidişini seyretti. Yürümeye devam ederken, omzunun üstünden bir kez daha baktığında Enlil'in onaylamaz bir yüzle ona baktığını gördü. Köşeyi dönüyordu. Adamın omuzları üzerinden buhar gibi dökülen gölgeleri gördüğünde durup bakmak için çok geçti ve buna niyeti de yoktu. İçi ürpermişti, koşmaya başladı.

Yukarı çıktı. Korkuyordu, kendini bu kadar yalnız hissettiği bir an olmamıştı. Kime, nereye gideceğini bilemeden hızlıca yürüdü. Koridor doğal bir şekilde aydınlığa kavuşunca geldiği yerin bilincine o anda vardı, Sirona'nın katındaydı. Adonis ile kadının konuştuğu seranın önüne yürüdü. Kapıyı açar açmaz renkli çiçeklerin sardığı bitkiler mis kokularını etrafa saçtı, nefes alarak içeri girdi. Olimpos'a kapatıldığından beri gördüğü canlı bitkilere yaklaştı ve onları kokladı.

"Bir kez olsun beni dinle."

Durdu ve doğruldu. Konuşan kadın Afrodit idi ama konuştuğu kimdi? Çıkıp çıkmama konusunda kararsız kaldı ama rahatsız etmemesi gerektiğini düşünüp kapıya doğru yöneldi. Diğer ses ise onu olduğu yere sapladı.

"Gitmiyorum." Ares'in sesi, yorgun ama kararlı çıkmıştı.

İradesizce döndü ve sese doğru yürüdü. Onları dinlemek istemezdi ama adamın durumunu görmeliydi. Ne zaman uyanmıştı ve neden ona haber vermeden Afrodit ile buluşmayı seçmişti? İşin aslını öğrenmeden sinirlenmesi saçmaydı ama duygularına engel olamıyordu.

İtiraza rağmen Afrodit yalvarırcasına söylendi. "Bir süre için, kendini toparlayana kadar."

"Hayır."

Saksıları geçti, balkona benzeyen bir terasın üzerindeydi. Ares ve Afrodit aşağıdaki bahçenin ortasındaki bankta yan yana oturuyordu. Ares'i, ilk defa siyah dışında bir rengin içinde gördü. Kalbi çarparak onu biraz olsun seyretmek için saksının ardına saklandı. Dik yakalı beyaz bir gömlek giymişti ve altına da kahverengi bir pantolon, çıplak ayakları kısa çimenlerin üzerindeydi. Saçları salınmıştı ve yüzüne dökülüyordu. Yüzü, hâlâ solgundu ve iyileşmemiş yaralarla bezeliydi. Gözaltlarındaki karartılara rağmen güzel gözleri altın parıltısını kaybetmemişti.

Afrodit, Ares'in sırtını hafifçe okşadı:

"Bunu kaçmak olarak değerlendirme, aşkım. Zeus'un gözünün önünden biraz ayrılsan... Sadece o sakinleşene kadar."

"Onu öfkelendirecek bir şey yapmadım." dedi Ares yere bakarak. “Olimpos’tan ayrılamam.”

“Ben izin alırım, sadece kabul et yeter.”

Ares çenesini sıktı ve derin bir nefes alınca Afrodit doğruldu. “Yine o kız yüzünden, değil mi? Olimpos’ta hapis olduğunu düşünen ve her bahanede kaçan sen, anahtar burada olduğunda resmen kök salıyorsun. O kızla aranda ne var?"

Ares çenesini sıkmaya devam etti ve kadına cevap vermeksizin başını başka yere çevirdi. Soğukluğu fark eden Afrodit sırnaşmak için koluna girmeye davranınca Ares yüzünü buruşturup kolunu çekti. Afrodit hemen elini kendine aldı.

"Ay, pardon özür dilerim aşkım." Yine de kendini tutamadı, uzanıp sargısız olan elini hafifçe okşadı. Usulca konuştu. "O kızın Adonis'in ölümlü sevgilisi olduğunu artık kabullendim ama senin neden anahtarla bu kadar ilgilendiğini anlamıyorum. Adonis’in gözünde geçici bir inat olan bir kız için, kendini neden tehlikeye atıyorsun? Bırak hevesini alsın ya da bırak onun için Adonis uğraşsın."

Ares sinirle kadına baktı. Tepkisi karşısında irkilen Afrodit gerileyecekken vazgeçip yaklaştı, parmaklarıyla adamın bacağını okşadı.

"Küçük bir tatile ne dersin? Ortalık yatıştıktan sonra döneriz ve Zeus'un izniyle Ambrosia'yı sana hediye ederim."

Ares yavaşça banka yaslandı, en küçük harekette bile canının acıdığı belliydi. "Ona ihtiyacım yok, senin olsun."

Afrodit gözlerini kırpıştırdı.

"Ne? Almak için o kadar dil döktüğün şeyi, ölümlü olduğunda geri mi çeviriyorsun? Asıl şimdi ihtiyacın var."

"Biraz da ölümlü olmanın heyecanını yaşamak istiyorum." diye mırıldandı Ares.

Ares kendi sözlerinin ardından düşünceli bir ifadeyle gülümseyince Dünya'nın dizlerinin bağı çözüldü, düşmemek için arkasına saklandığı bitkiye sarılınca eline diken battı. Kalın gövdesini saran ince dikenleri görmemişti bile. Dudağını ısırıp ses çıkarmadı. Balkonun kenarından ikisine tekrar baktı. Afrodit elini Ares’in yanağına yerleştirmiş, dudaklarına doğru uzanıyordu. Öpüşeceklerdi. Dünya bu olasılık karşısında hemen geriye çekildi, bir kez daha şahit olmaya gücü yoktu. Gözleri yaşla doldu ama akmadı, görmez gözlerle balkondan ayrıldı. Dikenler, bu sefer sızlayan kalbine saplanıyordu.

Ne bekliyordu ki? Kendine bile kızamıyordu, o denli üzgündü. Adımları onu mutfağa taşıdı. Tezgâhın yanındaki sandalyeye tırmandı ve avuçlarına saplanmış dikenleri çıkardıktan sonra ellerine boş boş bakmaya başladı. Ares tam iyileşmese de tehlikeyi atlatmıştı ve ayaktaydı. Adamın ilk görmek istediği ise Afrodit olmuştu. Bu neden ona dokunuyordu? Sözleriyle ve bakışlarıyla bilinçli olarak onu büyüleyen adamın ondan istediği asıl şey neydi?

Adımları onu mutfağa taşıdı, boş olan mutfakta sandalyeye yığılır gibi oturdu. Bedeni yorgundu, zihni ise bedeninden beterdi. Kalbi ise… Acıyordu ama çok derinlerde…

"Hayda!"

Dünya sese doğru başını kaldırdı. Hermes mutfağın kapısında ona bakıyordu.

"Millet, seni arıyor, sen de oturmuş tıkınıyorsun!" Boş masaya baktı. "Mutfakta oturuyorsun." diye düzeltti.

"Ne oldu?" dedi. Odasına gitmediği için kendine kızdı. “Beni neden arıyorsun?”

"Bir şey olduğu yok." dedi Hermes ve buzdolabına gidip kapağı açtı. "Artemis odana gelmiş seslenmiş; senden ses çıkmayınca benden, seni kontrol etmemi istedi."

Dolaptan bir tabak kremalı kek çıkarttı ve yanındaki sandalyeye oturdu. Tabağı ikisinin arasına koydu. Sıkıntısına rağmen midesi açlıktan buruldu. Hermes üstteki eklerden birini aldı ve iştahla ısırdı.

"Nasılsın, görüşmeyeli?"

"İyi." dedi kısaca.

Lokmasını yutup sevimli bir bakışla gülümsedi. "İki gündür odandan çıkmıyorsun ve bu lezzetli eklere öylece bakıyorsun. Sen diyette misin? Bu arada söyleyeyim diyete hiç ihtiyacın yok."

"Canım istemiyor." diye mırıldandı. Hermes'e güçsüzce baktı. "Beni ne zaman bırakacaksınız?

Hermes ciddileşti ve elindekini tabağın kenarına bıraktı. "Anahtarın görevi bitmeden salıverilmez."

"Bittiğini nasıl anlayacağız?" Artık, bu evde bir dakika bile kalmak istemiyordu. Ares'i bir daha görmek istemiyordu. Kaçmanın da işe yaramadığını tecrübeyle öğrenmişti.

Hermes siyah dalgalı saçlarını geriye taradı. “Apollon seni aynada görmediği an görevin bitmiş demektir; o bize bunu haber verir.”

Apollon'un adı geçince Persephone'nin dedikleri aklına geldi ve aniden doğruldu. "Onu görmem gerek." dedi hızlıca.

Hermes şaşırdı. "Bu bir şeyi değiştirmez ki." dedi onun tepkisini yanlış anlayarak. "Bu onun kontrolü dışındadır, yorumlamak ona ait ama..."

"Hayır." Diye Hermes'in lafını kesti ve ayağa kalktı. "Apollon'a bir şey danışacağım; bu, aynayla ilgili değil." Lanet aynaları umurunda bile değildi.

Hermes başını salladı. "Olur, ama onun kısa bir işi var. Güneş yeni doğdu." dedi. Onun anlayamadığı bir şeyden bahsediyordu ama adam farkında değildi. Ekleri işaret etti. "Bu arada biz bir şeyler yiyelim."

Hevesi sönmemişti ama Apollon'u beklemesi gerekiyorsa bekleyecekti. Burnunu kırıştırıp tabağa baktı.

"Kahvaltıda bunu mu yiyorsun?"

Aradaki farkı düşünen Hermes eklere dikkatlice baktı, sonra kaşlarının altından Dünya'ya "Enerji verir." dedi açıklayıcı bir cümleyle.

İçini çeken Dünya eklerden birini aldı. "Çayla akıllanan, eklerle güçlenir." diyerek kremalı keki ısırdı.

Hermes'le ikisi ekleri mideye indirirlerken Artemis esneyerek içeri girdi. Dünya'yı görünce gözleri sevinçle açıldı.

"Ah, odandan çıkmışsın!" diye uçarcasına yanına geldi. "Nihayet her şey yolunda gidiyor."

Evet, herkes normale dönmüştü. Cehennemden kurtulan Ares sevgilisi Afrodit'in ölümsüzlük yiyeceğini aldıktan sonra ölümsüz olacak ve Dünya evden ayrıldıktan sonra da her şey yoluna girecekti. Zaten doymuştu, kadın onun yanına dikilip eklere saldırınca geriledi. Artemis krema bulaşmış parmağını iştahla yaladı.

"Ares kendine gelmiş; bunu sana söylemek için geldim ama odanda yoktun." Hermes'e ters bir bakış atarak ekledi. "Birileri, seni bulunca bana haber verecekti ya, neyse."

Hermes dudağını büktü. "Kahvaltıya dalmışız. Tam da yanına gelecektim ki sen geldin."

Kadın ağzı dolu konuştu. "Teşekkürler." dedi imalı bir bakışla. Ağzındakini yutarak "Ne biçim bir haberciyse artık..." diye söylenip Dünya'ya döndü. "Ares’i görmeye gidelim mi?"

Adamın Afrodit ile meşgul olduğunu hatırlamak sıkıntısını geri getirmişti. Başını salladı. "Hayır. İyileştiğine göre sorun yok."

Artemis şaşırdı. "Yani?"

"Yani onu görmeme gerek yok." dedi ve ayağa kalktı. "Benim biraz işim var."

İkisini şaşkınca bırakıp kapıya dönmüşken Hermes'e geri baktı. "Apollon'un işi, ne zaman biter?"

Hermes onu rahatlatmak için gülümsedi. "Ben sana haber veririm."

"Teşekkürler." diyerek mutfaktan çıkarken Artemis'in mırıldandığını duydu.

"Nesi var? İki gündür onu görebilmek için deli oluyordu, bugünse umurunda değilmiş gibi dolanıyor."

Hermes "Bilmiyorum." diye cevapladı. "Ruhunu kaybetmiş gibi."

Yüreği sanki taşlaşmıştı. Yürüdükçe ifadesi ve adımları da sertleşti. Kısa yoldan kendi katına geçmek için Afrodit'in odasına yakın geçmesi gerekiyordu. Kıvrılarak dönen merdivenden inerken kadının odasına doğru öylesine baktı. Ve dondu kaldı. Bu kadarı fazlaydı. Afrodit, istiridye şeklindeki kapısının önünde Ares'in elini tutmuş kapısını açıyordu. Onu görmediler ama o, Afrodit'in yüzündeki memnun ifadeyi yeterince izleyebildi. İkisi kapının ardında kaybolduklarında merdivenlerden indi ve doğruca kendi odasına gitti.

Odasında bir aşağı bir yukarı yürüyordu. Bir an önce buradan ayrılmak istese de onu yakalayıp geri getireceklerini bildiğinden kaçmak boşunaydı. Tek çaresi, Apollon'u ikna etmeye çalışmaktı; artık anahtar olmaması gerekiyordu. Onun görevi bitmişti. Kâhin kemikli kapı konusunda yanılıyordu, tıpkı Ares'in iblislere liderlik yapacağını söylediği kehaneti gibi. Adam özgürdü ve yakında ölümsüz olacaktı, Asteria'dan da kurtulmuştu. Kâhin yanılıyordu, Apollon yanılıyordu ve işi bitmiş olmasına rağmen o hâlâ tutsaktı. Kurumuş bir cennetteki taş hapishanede zorla tutulan, ölümlü bir tutsaktı.

Penceresinin geniş pervazına oturdu ve bir kat aşağıdaki bahçeyi izlemeye başladı. Cansız bitki ve ağaçların vahşice sardığı bahçe, yaz sıcaklığını anımsatan havaya rağmen kışı yaşıyordu. Sonunu bile göremediği bahçeyi geçmeyi bir kere denemişti ve sonu kötü olmuştu. Bacaklarını, kendine çekip dizlerine sarıldı ve çenesini dizine yerleştirdi. Uykusuzluk etkisini göstermeye başlamıştı; gözlerine batan görünmez dikenlere fazla dayanamadı ve göz kapakları yavaşça kapandı.

BÖLÜM 32: ARES'İN ÖFKESİ

Tatlı uykusuna dalmak üzereyken kapısının önündeki birinin, ismini seslendiğini duyunca dizine düşen başını sarsakça kaldırdı. Kapıdakinin Hermes olabileceğini düşündü ama ses Ares'in sesiydi. Uyuşmuş bacağını sarkıttı. Kapıdaki Ares, ona sabırsızca seslenip kapıyı tıklattı. Sinirli bir sesle bağırdı.

"Kapıyı açamıyorum, Dünya, neler oluyor?"

Gördüklerinden sonra onunla karşılaşmaya hiç hazır değildi. Kapıya doğru sekerek yürüdü, karıncalanan ayağı canını acıtıyordu. Paniklemiş Ares kapıya bir yumruk attığında, Dünya olduğu yerde durdu. Ares neden bu kadar sinirliydi ki?

"Dünya, kapıyı aç!"

"Ne istiyorsun?" dedi. Adamın kabalığı karşısında o da sinirlenmişti.

"Seni görmek istiyorum!" dedi kapının ardından soluyarak. "Lütfen, aç kapıyı."

"Ben seni görmek istemiyorum." dedi. Elini kapının yanındaki duvara koydu, bir şeyden güç alması gerekiyordu.

"Ne?” dedi Ares gergin bir tonda. Kapının dışında sakinleşmeye çalışıyordu. Ares duraklayıp daha sakin bir sesle konuştu. "Papatyam, ne oldu? Beni nasıl engelleyebilirsin?"

"Git buradan Ares, yorgunum."

"Sadece bir dakika, lütfen." diye fısıldadı. “Seni görmeliyim.”

Taşlaştığını sandığı kalbi kıvranmaya başlamıştı ama ona karşı yumuşamayacaktı. Amacı her neyse onsuz halletmesi gerekiyordu. "Ares." dediğinde adamın onu dinlediğini biliyordu. "Bundan sonra planında ben yokum, başka bir oyuncak bul."

Ares bir an durdu ve kalın kapıyı titretecek bir yumruk salladı.

"Lanet olsun, ne planı! Ben seni..."

Kapının önünde aniden bir gürültü koptu. Ares'in öfkesi, başkasına yönelmişti. "Bırak beni kahrolası."

Gürültüyle duvara çarpan Adonis'in sesini duyunca Dünya panikleyerek kapıya adımladı. Adonis öfkeyle haykırdı.

"Onu zorlamaktan vazgeç artık, seni görmek istemiyor!"

Kapıya elini koyup kapıyı açtı. Adonis tişörtünün yakasından tutup onu duvara yapıştıran Ares'in midesine bir yumruk attı ve adam kasılınca onu üzerinden itti. Dengesizce duvara çarpan Ares, yüzünde Dünya'nın daha önce görmediği korkunç bir öfkeyle Adonis'e bakıyordu. Saçları dağılmıştı, hızla atılıp Adonis'i yumrukladı ve onun savurduğu yumruktan sakınarak arkasına geçip koluyla Adonis'in boynunu sıkıştırdı. Ares'in yaralı haliyle bile Adonis ile baş etmesine şaşırsa da onlara doğru hızlandı.

Koşup gelen başkaları da vardı. Onlar Dünya'dan önce yetişip Adonis'i, Ares'in elinden aldılar. Adonis boğazının acısına rağmen bağırarak Hades ve Eros tarafından zapt edilmiş Ares'e bir yumruk attı. İkincisini de atacaktı ama Athena, adamın elini havada yakaladı ve sertçe adamı göğsünden itti.

"Yeter, Adonis!"

Ares silkinerek kollarını adamlardan kurtardı ve Adonis'in karşına dikildi. "Adonis! Bu sana son uyarım, bir daha benim işlerime karışma!"

Adonis'in de ondan aşağı kalır yanı yoktu.

"Bunu yapan sensin!" dedi ve Ares’e doğru yürüdü. Araya giren Athena, onu omzundan tuttu, ikisinin birbirine daha fazla yaklaşmasını engellemek için. Adonis aldırmadan öfkeyle söylendi. "Sen istenmiyorsun; bunu anlaman bu kadar zor mu?"

Ares alevlenmiş gözlerini adama dikti; Hades aralarına girmeseydi birbirlerine yeniden girmeleri işten değildi.

"Hey, sakin olun! Neyin kavgasını yapıyorsunuz?"

Afallamış bir halde olanlara bakıyordu. Adonis doğruldu ve Dünya'yı gösterdi. "Ares Dünya’nın odasına zorla girmeye çalışıyordu."

Şaşırma sırası diğer ölümsüzlerdeydi. Athena kaşlarını çatıp Ares'e baktı. "Nasıl yani?"

Ares olayı açıklamak yerine gözlerini Dünya'ya çevirdi. Adamın öfkesi dinecek gibi değildi.

"Dünya, seninle konuşmak istiyorum." dedi. Sakin konuşmaya çalışsa da ses tonu, neler hissettiğini gizleyemiyordu, hayal kırıklığı ve öfke.

Ölümsüzlerin hepsi pür dikkat Dünya’nın tepkisine bakıyorlardı. Dünya ise kısa bir an ne yapması gerektiğini düşündü ve zihninde sonu belirsiz bir fikir yeşillendi. Sorunu çözmekten çok tehlikeyi savuşturma ve herkesi sakinleştirmeye yarayacaktı. Uygulaması ise çok zordu. Kararını veren Dünya, içi titreyerek adama baktı ve onlara doğru yürüdü. Ares’in yüzünde engel olamadığı bir rahatlama gördüğünde bir an kararından pişman oldu ama geri dönemezdi. Yanlarına geldiğinde Ares'in karşısında duran Adonis'in elini tuttu. Şaşalayan Ares, kaşlarını çattı. Dünya parmaklarını, Adonis'in parmaklarına kenetledi ve doğruldu. Başını yana çevirdi ve Ares’in donmuş kalmış ifadesine bakarak olabildiğince soğuk bir tonda konuştu.

"Seninle konuşacak bir şeyim yok." Sonra odasına doğru döndü. Adonis de şaşkındı ama elinden çekiştirilince Dünya'nın peşinden odasına doğru yürüdü.

"Hayır." diye mırıldandı Ares. Kapısına vardığında daha öfkeyle bağırdı. "Hayır, Dünya!"

Dünya altın gözlünün ona seslenmesine aldırmadan Adonis'in yıldızlarla dolu lacivert bir geceye benzeyen gözlerine baktı. Net bir sesle konuştu.

"Odama girmeye izinlisin."

Adonis'in şaşkın ifadesi dağıldı ve ona gülümsedi. Boştaki elini kaldırıp, onun yanağını okşarken mutluluğu yüzünden okunuyordu.

Ares'in "Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye mırıldandığını duydu.

Dünya Adonis'in elini bırakmaksızın sakin bir ifadeyle ona döndü. "Anladığını düşünmüştüm ama yeniden söyleyeyim." dedi Dünya. "Adonis'ten başkasıyla, konuşacak bir şeyim yok."

Ares'in altın gözleri kısılarak, onlara doğru bir adım atınca Hades, onu kolundan tuttu.

"Ares! Yapma!"

Öfke adamın teninden neredeyse gözle görülür bir şekilde süzülüyordu. Yumruklarını sıkan Ares nefeslendi ve Hades'in kolunu silkip, arkasını döndü. Bir fırtınadan farksız ruh haliyle uzun adımlarla yürümeye başladı. Eros, Hermes ve Athena, onun ardından koşarken Hades olduğu yerde dikilmeye devam ediyordu. Karanlık gözlerini doğrudan ona dikmişti ve kaşları çatıktı. Yaptığını onaylamadığını görebiliyordu ama defalarca kırılan ölümlü kalbinin başka çaresi kalmamıştı. Bu tavrı herkesin iyiliği içindi. Ares son yaptıklarından sonra bu iyiliği hak etmemişti, yine de adama kıyamıyordu. Kararını vermişti, burada geçireceği zorunlu zamanı sakin geçirmeye çalışacaktı. Bu yüzden de Ares’ten uzak kalmalıydı. Kimseye açıklama yapma borcu da yoktu. Bakışlarını Hades’ten alarak Adonis'le birlikte odasına girdi ve kapıyı kapattı.

Kapının önünde öylece kalakalmışlardı. Adonis elini onun elinden çekince kendine geldi. Adam yüz ifadesi çok karışmış bir halde odanın ortasına yürüdü.

"Seni çok kızdıracak bir şey yapmış olmalı." dedi adam ve pencerenin pervazına dayanıp ona baktı.

Dünya ne açıklama yapacağını düşünürken gözü Adonis’in yanağında gittikçe koyulaşan ize ilişti.

"Kavga etmene gerek yoktu, ben onunla baş edebilirdim."

Adonis gülümsedi ve hemen eli yanağına gitti. "Of! Gülmemeliydim." diye sızlanmasına rağmen konuşmaya devam etti. “Kavga etmek için gelmedim; onu, senin yörüngenden çıkarmak için geldim. Sürekli senin etrafında dolaşmasına katlanamıyorum.”

Gözlerini adamın gözlerine kaldırdı. Saçları dağılmış ve tişörtünün yakası yırtılmıştı. Uzun boyuyla ve kusursuz güzelliğiyle adam karşısında duruyordu. Kalbi ise koridorda sinirli adımlarla yürüyen altın gözlüyle birlikte gitmişti. Burada kaldığı süre boyunca, Ares'ten uzak kalabilmek için Adonis'in anlayışına sığınmak çok adice geldi. Kimsenin duygularıyla oynamak istemiyordu, tabi eğer Adonis'in ona karşı duyguları varsa. Adonis'in dengesizliği, adama olan güvenini sarsıyordu ama o dürüst olmalıydı.

"Ben Ares'e âşığım." dedi. Adonis'in solan yüzüne bakarak devam etti. "Bunun karşılıksız olduğunu biliyorum ama elimde değil."

Adonis kollarını kenetledi, onun konuşması için beklediğini görebiliyordu. Dünya yatağının üstüne oturdu.

"Engelleyemiyorum, onu başkalarıyla gördüğümde içim parçalanıyor. Sana yalan söylemek istemiyorum, sırf onu kızdırmak için seni odama aldım."

Adonis'in ona kızmasını bekliyordu ama adam doğrulup yanına geldi ve karşısında diz çöktü.

"Beni onu kızdırmak için kullanman umurumda değil. Bir şekilde ona haddini bildirmen gerekiyordu. Sana, 'aşkım' derken bunu hissederek söylüyorum Dünya ve eminim, bana bir şans verirsen sana Ares'i unutturabilirim. Bana güvenmen yeterli bebeğim."

Dünya Adonis'in hasarlı yanağını incitmeden okşarken, kızarıklık gittikçe iyileşti ve sonunda teni eski mükemmel haline geri döndü.

"Senin kalbini iyileştirebilirim."

"Neden ben Adonis?" dedi. Elini, adamın boynuna indirdi. "Afrodit veya Persephone değil de neden ben?"

Adonis yüzündeki elini aldı ve tişörtünün üstünden göğsüne koydu. Sıcak teninin altındaki kalbi, tek ve güçlü bir atışla adamın göğsünü titretti.

"Bunun için bebeğim." dedi. "Ben onları değil, seni seviyorum. Kalbim bir tek senin yanındayken atıyor."

Dağıldı, kelimenin tam anlamıyla dağıldı. Ağlamak ile ağlamamak arasında Adonis'in derin okyanus gözlerine baktı.

"Seni üzmek istemiyorum." diye mırıldandı. "Çok iyi birisin, ben..."

Adonis doğrulup parmağını dudağına koydu.

"Ben çok iyi biri değilim." dedi "Ve seni kazanmak için de yapamayacağım bir şey yok. Seni, ilk görevinde gördüğüm nehir kenarından beri seviyorum. Ölümsüz hayatım boyunca yaşadığımı sadece seninle anladım. Kalbimi bir tek sen titretiyorsun. Bu zevkten vazgeçmeye de niyetim yok." Yüzünü okşayarak ona yaklaştı. "Senin için, seninle savaşmam gerekiyorsa savaşırım bebeğim, Ares bana vız gelir."

Gözlerinden iki damla yaş akarken Adonis ona doğru uzandı. Dudaklarını tedirgin bir dokunuşla kavradı ve yavaşça öptü. Kaçınmadığını anlayınca dudakları yumuşak bir kıvrımla aralandı. Dünya, öpmeye devam ederken adamı kendine çekti ve sarıldı. Saf bir tutkuyla öpülmek onu da etkiledi. Ares'e olan tüm hıncıyla adama cevap verdi. Adonis'le öpüşmek dizlerini titretmedi, zamandan ayrı bir boyuta sürüklemedi ve Ares'e olan özlemini de yok etmedi. Getirdiği tek şey suçluluk duygusuydu, sanki Ares'e ihanet ediyordu. Neyse ki kendi kaçmadan Adonis ondan ayrıldı. Gözleri parıldıyordu, Dünya'nın saçlarını okşayarak yüzüne baktı.

"Bu seninle büyüsüz ikinci öpüşmemizdi." dedi boğuk bir sesle. "İlki, hafızan silinmeden önce, yani o bizi ayırmadan önceydi."

Dünya anın yoğunluğundan sıyrılmak için ayağa kalktı ve biraz uzaklaşıp ona döndü.

"Görevim bitince yine gideceğim Adonis, hafızam yerinde olsun veya olmasın. Afrodit'in dediği gibi ben geçiciyim. Senin için ben bir anı olmaktan öteye gidemem, bunu kabullenmelisin. Ben ölümlüyüm, biliyorsun. Olimpos’ta asla bir yerim olmayacak."

“Saçma!” diyen Adonis nefes alıp bir hamlede ayağa kalktı. "Benim de bir planım olabileceğini hiç düşünmedin mi?"

Dünya kuşkusunun gerçeğe dönmesinden korkarak irkildi.

"Ne planından bahsediyorsun sen?"

Adonis’in ona bakan gözlerinin ifadesi hoşuna gitmedi. Kin sızan bakışlar ona hiç yakışmıyordu. "Düşünebilen ve stratejik davranabilen sadece Ares ve Athena değil bebeğim. İkna gücümü de asla yabana atma."

"Adonis!" dedi. Kaşlarını çattı. "Daha önce de konuştuk. Yanlış bir şey yapma..."

"Yanlış bir şey yapmıyorum." dedi lafını keserek. "Yüzyıllar boyunca Ares'in gölgesinde yaşamaktan sıkıldım. Ya güzel olduğum için ya da Ares'in en yakın arkadaşı olduğum için değer görmekten bıktım. Artık buna bir son vereceğim."

Onun kötü bir şeyler tasarladığının bilincine iyice varmıştı. Onu ikna etmek için ne yapacağını ise bilemiyordu. "Bunun doğru olmadığını biliyorsun. Sakince oturup konuşalım." dedi. "Pişman olacağın bir şey yapma, lütfen!"

Adonis'in güzel yüzü mermer bir heykele dönüşmüştü. "Pişman olmayacağım, aşkım." dedi.

"Kendi sözlerine inandığını sanmıyorum Adonis, senin kafan karışmış.'' Aklına düşünce dehşetle ekledi. ''Asteria ile ne konuştunuz?"

Adonis gülümsedi. "Beni Asteria'nın kandırdığını mı düşünüyorsun?" dedi sakince. "O kadın saplantılı ve deli biri, onun beni etkilemesi olası değil. Ares'i etkilemiş olması beni de pençeleri arasına alabileceğini göstermez. Ares'in tersine cazibemi kullanmadan ondan istediğim şeyi aldım."

"Asteria ikinizi de istiyor." dedi. Korkunç hayallerinin gerçekleşme olasılığı yüzünden aklını kaçıracak gibiydi. "Sen ona istediklerini vereceksin."

"Hayır, bebeğim. Asteria'nın planını biliyorum, ben ona asıl istediğini vereceğim." dedi ve kapıya doğru adımladı. “Böylece tüm sorunlar çözülecek.”

"Gitme."

Adonis'in eli kapıya uzanmıştı ama öylece kaldı. Yumruğunu sıkıp elini indirdi, ona doğru döndü. Aralarında iki metre anca vardı ama sanki kilometrelerce uzaktaydı. Sanki Adonis kendisine ulaşmanın yollarını da kapatmıştı. Kilitli boyut kapılarını açtığı gibi tek dokunuşla onun içinde bulunduğu karanlığı dağıtabilmeyi çok isterdi.

Ona doğru yürürken sakin bir sesle konuşmaya çalıştı.

"Kendini kime karşı ispatlamak istiyorsun?" diyerek karşısına dikildi. "Zeus'a mı, ölümsüzlere mi, Ares'e mi yoksa kendine mi?"

"İspatlamak mı?" dedi. Yüzünü buruşturdu. "Öyle bir derdim yok."

"O zaman neden bir şeyleri değiştirmek için başkasına savaş açıyorsun?"

Adonis'in şaşkına dönmesini seyretti ve bir süre, onun cevap bulması için bekledi.

"Kimseye savaş açmak istemezdim." dedi sonunda itiraf ederek. "Ares seninle aramıza girerek beni buna mecbur etti. İstediğim tek şey sendin, Dünya."

Dudağını ısırdı. Başka yolu kalmamıştı. Her ne kadar Ares’e kızgın olsa da, ikisinin arasında kalmayı göze alamazdı ve bu yüzden Ares’in zarar görmesine neden olmak istemiyordu. Hele ki Ares kendi seçimini Afrodit’ten yana kullandıktan sonra daha fazla saflık yapamazdı. Gözlerini Adonis'in gözlerine dikti ve aklındaki fikri uygulamaya başladı.

"O zaman, kimseyle savaşman gerekmiyor. Bu andan itibaren birbirimizden bıkana kadar sen, benim tek sevgilimsin. Kimsenin zarar görmesine gerek yok."

"Beni kandırmaya çalışıyorsun." dedi ama inanmayı istediği yüzünden okunuyordu.

"Seni kandırmakla elime ne geçecek? Beni seven biriyle olmayı, sevmeyen birini kazanmaya çalışmaya yeğlerim. Tek kararsız kaldığım nokta, görev dedikleri şey bitince bana ne yapacakları."

Bir iki saniye ona bakan Adonis sonrasında gülümsedi. "Seni hayatına geri bırakmaları gerekir."

"Peki, seni hatırlayacak mıyım?" diye adama sokuldu. Ares'i tanımamış olsaydı, Adonis'ten hoşlanacağını biliyordu. Yüz ve beden güzelliğinin ötesinde ruhunun da güzel olduğunu, onu tanıdıkça anlamıştı. Dengesizliğini bastırdığı takdirde kolayca anlaşılabilen biriydi. Belki planı o kadar da zor olmayacaktı.

Adonis uzandı, Dünya'nın kollarını okşayarak ellerini tuttu. "Ben de bunun için uğraşıyorum." Kendine doğru çekti.

Dünya karşı koymadan başını adamın göğsüne yasladı. "O halde sorun yok, seni sevmeyi öğreneceğime eminim."

Gevşekçe ona sarılan Adonis, dudaklarını saçlarına sürterek fısıldadı. "Bunu gerçekten istiyor musun, yoksa Ares'i kurtarmak için mi beni kabul ediyorsun?"

Başını adamın göğsünden kaldırdı. Dudaklarını adama uzattı. "Belki seni kurtarmaya çalışıyorumdur."

Adonis teklifini geri çevirmedi, kısa ve tatlı bir öpücük kondurdu.

"Beni çoktan kurtardın sevgilim." Dedi ve ona sıkıca sarıldı. "Seni çok seviyorum."

Yaptığı şey için kendini iyi hissetmiyordu ama sonuçta bir şeyleri çözmeyi başarmıştı. Adonis’in Ares'e kinlenmesinin nedenini ortadan kaldırdığını düşünüyordu. Ares'in ölümlü ve hâlâ yaralı olması işleri zorlaştırıyordu. Öte yandan ona olan öfkesi, adamı korumak için elinden geleni yapmasına engel değildi. Adonis'i de kendince sevmeye başlamıştı ama duygularının, adamın istediği yöne gitmesi konusunda pek umudu yoktu. Tek tesellisi Adonis'in ondan sıkılmasıydı. Ölümsüz ve muhteşem bir adam, sıradan ve geçmişi olmayan bir kadınla ne kadar vakit geçirmek isterdi ki?

BÖLÜM 33 : GÖREVİM BİTTİ Mİ?

Öğleden sonra yağmurun ıslattığı bahçede dolaşırken düşündüğü tek şey, Adonis ile iyi vakit geçirdikleriydi. Mutfağa uğramış, birer ekmek arası peynir aldıktan sonra kuru bir kütüğün üstüne kurulmuşlardı. İkisi rahatça gülüp, konuşurken olanlar bir an için silindi. Olanaksız derecede fantastik boyutlardan bahseden Adonis'in neşesi, bulaşıcı gibiydi, konuştukça rahatladı. Kesinlikle her şey yolundaydı. Ekmekler bittiğinde bahçe toprağının az önce yağan yağmuru bir sünger gibi çekip eski kuru ve çorak haline döndüğünü gördü. Adonis buna pek şaşırmamıştı. Dünya bahçenin tuhaflığı yerine, Adonis'e efsanesini sordu. İlk başta nazlansa da sonrasında anlatmaya razı oldu. Cümlesine, 'bilinenden farklı olarak' diye başlayınca ilk halini bile bilmediğini söylemedi.

Adonis, annesinin güzelliği ile ünlü bir prenses olduğunu söyledi. O zamanki Adana'yı kapsayan büyük bir krallığın tek varisiyken Afrodit'in bir kaprisi yüzünden, basit bir avcıya âşık olmuştu. Onun güzelliğini kıskanan Afrodit, kadının fakir avcıya âşık olmasına sebep olduktan sonra onu kral babasına ispiyonlamış. Kızını önce vazgeçirmeye çalışan baba, kız inat edince kızını hapsetmeye karar vermiş. Kız, babasının niyetini anlayınca avcıya kaçmak için davranmış. Afrodit yine olaya el atmış. Babasına haber verdiğinde, adam önce avcıyı yakalatıp öldürmüş; ardından onu utandıran kızını öldürmek için peşine düşmüş. Afrodit, eğlencenin dozunu kaçırdığını fark edince kızı bir ağaca dönüştürmüş acı çekmemesi için fakat bilmediği şey varmış, kız hamileymiş. Dokuz ay sonra, ağaç ikiye ayrılmış ve içinden bir bebek çıkmış. Afrodit, kendini sorumlu hissettiği için bebeğe bakmak için onu yanına almış. Demeter'in kızı Kore de bebeğe bakmaya gönüllü olmuş. Bu arada Hades, Kore'yi sevdiği için yeraltına kaçırmış ve onun ismini değiştirmiş. Persephone olan Kore, artık büyümüş olan delikanlıdan ayrılmak zorunda kalmış ama onsuz bir türlü mutlu olamıyormuş. Sonunda Hades Adonis'e izin vermiş. Zeus'un desteğiyle, Adonis yılın yarısını Persephone ile diğer yarısını Afrodit'le geçirmeye başlamış. İkisi de onu kendi yanlarında tutmak için ellerinden geleni yapıyorlarmış. Adonis'in başka bir eğlencesi varmış: avlanmak. Afrodit'le olduğu vakitlerde Artemis, Eros ve Ares ile sık sık ava çıkıyormuş. İyi bir avcı olduğundan tek başına çıktığı bir avda ona saldıran yaban domuzuna kadar hiçbir problemle karşılaşmamış. Yaban domuzu, onu kötü yaralamış; o kadar çok kan akmış ki Ares ve Afrodit, onu bulduklarında artık çok geçmiş. Afrodit üzüntüsünden gidip Zeus'a yalvarmış, Persephone ile birlikte. Zeus, sonunda dayanamayıp ölümsüz olması için izin vermiş. Ambrosia'yı ve ardından nektarı içirdiklerinde kendine gelmiş ve yine aynı şekilde hayatına devam etmiş. Yıllar geçtikçe kendini mutsuz hissetmeye başlamış ve iki kadının aşkını da reddetmiş. Afrodit aşkı için çabalasa da Persephone'nin tek tepkisi yeryüzüne çıkmayı reddetmek olmuş. Kızını göremeyeceği için çok üzülen Demeter de Olimpos'un bahçesini lanetlemiş. Bu yüzden ne yaparlarsa yapsınlar, bahçe hep cansız ve çorak olacaktı. Sadece bahar şenliğinde, Persephone'nin yeryüzünde yürüdüğü bir hafta boyunca, eski güzelliğine kavuşabilecekti.

Adonis öyküsünü bitirdiğinde, adamı soluksuzca dinlediğini fark etti.

"Vay canına! Bu gerçek mi?"

Yanakları hafifçe kızaran Adonis derin gamzelerini çıkartıp gülümsedi. "Tabi, gerçek. Bu benim efsanem. Bahçenin durumu içinse hâlâ beni suçluyorlar. Demeter'in inadına bir şey dedikleri yok." dedi, gözlerini devirerek.

Ellerini, kütüğün üstüne koyup yaylandı.

"Ben de Persephone'ye neden 'Kore' dediğini merak etmiştim."

"O isimle çağrıldığında ben daha çocuktum. Kraliçe olunca ismi değişti ama o, eski ismini hâlâ çok sever." Dedi Adonis kendinden bahsetmekten sıkılmış bir yüz ifadesiyle.

"Hey, rahatsız etmiyorum, değil mi?"

Dünya karşılarında birden beliren Hermes'i görünce irkildi. Hermes bunun farkında olarak sırıttı. Tam ağzını açıp ona takılacakken Adonis araya girdi.

"Hayırdır Hermes?" dedi. Adonis, konunun dağılmasından hoşnuttu. "Canını sıkacağın kimse kalmadı mı?" diye Hermes'e takıldı.

"Ben burada iş yapıyorum, Adonis." dedi ciddiyetle. Ardından sırıtarak yüzünde zoraki duran ciddiyetini buharlaştırdı. "Dünya, Apollon seni görmeye hazırmış."

Adonis, kaşlarını çattı.

"Apollon mu?"

"Unutmuşum, onu görmem gerekiyordu." dedi. Ayağa kalkarken, "Ona, beni anahtar listesinden silmesi için rüşvet teklif edeceğim." Diye ekledi.

Şakasını anlayan Adonis gülümsedi ama Hermes hemen atıldı.

"Sakın böyle bir şey yapma, o rüşvet kabul etmeyecek kadar..." sesi ikisine bakarken azaldı ve elleri belinde, durup gözlerini kıstı. "Benimle dalga geçtiğine pişman olacaksın ölümlü."

Hermes'i gönderdikten sonra Apollon'un odasına kadar Adonis ile beraber yürüdüler. Zeus'un katındaydı; aynı katta Hera'nın, Athena'nın, Artemis'in ve Ares'in de odaları vardı. Ares'in odası onlardan bir iki kapı ilerde olduğundan önünden geçmek zorunda kalmadılar. Adonis beklemek istedi ama Dünya buna gerek olmadığını söyleyerek onu gönderdi. İşinin ne kadar süreceğini bilmediğinden adamı ağaç etmek gereksizdi. Koridorda yürüyen adamın arkasından bakarken içini yeniden pişmanlık kapladı. Gerçek sevgiyi arayan ölümsüzün hali ile kendi durumu arasındaki benzerlik bir kere daha içini dağladı. Dünya'nın da ulaşmak istediği ölümlü başkasına aitti ve Ares de, kendince bir amaç için, onu seven anahtarı kullanmaya çalışıyordu. Adonis köşeden kaybolunca, başını kapıya çevirdi ve yerinden sıçradı.

Apollon karşısında duruyordu.

"Hoş geldin." dedi, kibar bir sesle. "İçeri girmez misin?"

"Teşekkür ederim." dedi, kapıdan içeri girerken.

Odasının farklı olacağını neden düşündüğünü bilmiyordu. Odada normal bir dekor görünce şaşırdı. Üç odadan oluşan dairesinde ikili bir koltuk takımı, bir çalışma masası, küçük bir kitaplık ve bir de büyük bir yatak vardı. Diğer odaların kapısı aralıydı ama bu çerçeveden bir şey görünmüyordu. Birinin banyo olduğunu düşündü, diğeri hakkında da tahmini vardı.

"Orada ayna var." dedi Apollon. "Ne olduğunu biliyor olmalısın."

Başını adama çevirdi, ona meraklı bir yüzle bakındığı için utanmıştı.

"Duymuştum." dedi boğazını temizleyerek. Yirmi beşinde anca görünen adamın sapsarı saçları ve deniz mavisi gözleri, bronz teninde güzel bir hoşluk yaratmıştı. Tam bir yaz çocuğuydu. Kısa kollu spor tişörtü ve kot pantolonuyla çok sadeydi.

"Seni rahatsız etmemin nedeni..." diye lafına başlamıştı, Apollon kesene kadar.

"Hafızanı kaybetmene rağmen aceleciliğini korumayı başarmışsın Dünya, bir nefes al." dedi ve koltukları gösterdi. "Oturalım, daha rahat konuşuruz. Ayrıca, beni rahatsız ettiğin filan yok."

Omuzları düştü ve koltuklara doğru yürüdü. Apollon, karşısına oturup onu sakinleştiren bir ifadeyle ona baktı.

"Geldiğinden beri pek vakit geçiremedik." dedi samimi bir tavırla. "Yoğun bir görev süreci geçiriyorsun."

"Evet." dedi. Gülümsedi. "Biraz koşuşturduk."

Apollon hoş bir kahkaha attı.

"Biraz mı? Dünya, senin kadar bela çeken bir anahtarla karşılaşmak çok zordur. Her geldiğinde, tozu dumana katıyorsun ama itiraf etmeliyim ki hepimiz çok eğleniyoruz. Bu sefer ben pek katılamadım, son melez saldırısı beklediğimin üstündeydi. Sonra Ares'in cezalandırılması..." İç geçirdi. "Bu, hepsinin ötesindeydi."

Dünya lafın arasına girerek "Onun hakkında konuşmaya gelmedim." diye homurdandı.

"Birisinin hakkında konuştuğumuzu bilmiyordum." dedi Apollon

Ve onu yine ateşler içinde bıraktı. Neden salakça davranıyordu ki? Belki eskiden beri böyleydi. Kekeleyerek, "Olaylar beni çok germiş olmalı." dedi. "Saçmaladım."

Apollon, elini salladı.

"Boş ver Dünya, yakında bunları hatırlamayacaksın bile."

"Görevim bitti mi?" dedi kalbini kasan bir heyecanla.

Apollon durakladı.

"Yok, ben öyle demedim, anahtar olarak hâlâ sen görünüyorsun. Benim demek istediğim, görevin bittiğinde, seni hayatın içine yeniden bıraktığımızda, bir şey hatırlamayacak olmandı. Yolda karşılaşsak bile bizi tanımayacak, hiçbir şeyi anımsamayacaksın."

Bu olabilir miydi, yolda yürürken sıradan biri gibi yanlarından geçip gittiklerinde hiçbir şey hissetmeyecek miydi? Bir an için hayal etti, sallana sallana yürürken Ares'in yanından geçip gittiğini ve yan gözle dahi bakışmadıklarını. Bu olanaksızdı.

"Umarım." dedi ve ardından kaba olmamaya çalışarak, "Yani görevi başarıp yararlı bir şey yapmayı çok isterim." diye devam etti.

Apollon tuhaf bir gülümsemeyle ona baktı. "Ben de bu son söylediğine inanmayı çok isterim." dedi ve ellerini önde birleştirdi. "Gelelim asıl konumuza. Benimle konuşmak istediğin şey neydi?"

Dünya ona Persephone'nin tavsiyesini söylediğinde, kaşları çatılan adam başını eğip biraz düşündü. Sessizce adamın cevabını bekledi. Uçlarına doğru dalgalanan sarı saçları çenesine geliyordu ve yüz ifadesini Dünya’dan saklıyordu. Zor bir şey miydi, anlayamadı. Sonunda Apollon mavi gözlerini kaldırdı ve ona baktı.

"Bu mührü daha önce hiçbir insana yapmamıştım. İşe yarar mı bilmiyorum fakat sana zararı da olabilir." Doğruldu. "Yine de Persephone dediğine göre bildiği bir şey vardır. Deneyelim."

"Belki beni ortadan kaldırmak istiyordur." diye mırıldandı.

Apollon, elini salladı. "Yok, canım. İstediği o olsaydı, şu an Tartaros tatiline devam ediyor olurdun."

"Bu içimi rahatlattı." dedi ve ekledi. "Ne yapacağız şimdi?"

"Şimdilik hiçbir şey, büyüyü gece yarısı yapmam gerek. Sen buraya tekrar gelebilir misin?"

"Tabi, zaten yapacak bir şeyim yok." dedi. Ayağa kalktı. "O zaman sonra görüşürüz."

Apollon gülümsedi.

"Tamam, seni bekliyor olacağım."

BÖLÜM 34 : YÜZLEŞME

 Odadan çıktı, gece yarısını nasıl anlayacağını sormadan çünkü geldiğinden beri saat görmemişti. Buradakilerin ya zamanla işi yoktu ya da ölümsüz olduklarında dakikliği de ölümsüzlüğün üstüne ekliyorlardı. Artemis'in odasının önünden geçerken kapısının önünde durdu. Kapıya eliyle vurmak istemedi, kapı açılabilirdi. Yeşil-kahve kapıya yaklaştı.

"Artemis." diye kısık bir sesle çağırdı. Sesini biraz daha yükselterek ona ikinci defa seslendi. "Artemis, odanda mısın?"

Koridora göz attı ve kapıya iyice eğildi.

"Artemis."

Anlaşılan ölümsüz odasında değildi. Orada birkaç saniye daha bekledi ve sonra doğruldu. Kendi odasına gitmek istemiyordu, vakit geçirmek için yapacak bir şey de aklına gelmiyordu. Hermes'in sürekli işi vardı. Eros'un ise Ares'in yanında olduğunu düşündü. Sabahtan beri Adonis'in başına kaldığından onu daha fazla sıkmak istemedi. Bir yanı da adamın yüzüne bakarken yalan söylemekten yorulduğunu fısıldıyordu. Diğer ölümsüzlerin hiçbiriyle yakın değildi, Hades'i ise görmek bile istemiyordu.

"Kapıyı bakışlarınla mı açmaya çalışıyorsun?"

Ses, onu hem irkiltti hem heyecanlandırdı. Arkasına döndü, Ares'i gördü. Ares, siyahlar içinde, gölgelerden daha koyuydu, solgun yüzüyle bir hayalete benziyordu. Dünya, gözüne ışık tutulmuş bir tavşan gibi, adamın karşısında donakalmıştı. Ares kızgın bakışlarla ondan bir tepki bekliyordu, o kıpırdamayınca Ares kımıldandı.

"Benden yine kaçacak mısın, yoksa seni koruması için Adonis'i mi çağıracaksın?"

Koridora bakındı, Adonis'in buralarda olmasından korkarak. Yeni bir kavgaya neden olmak istemiyordu. Kaçamak aradığını fark eden Ares öfkeyle soludu ve uzun adımlarla ona doğru yürümeye başlarken Dünya geriledi.

"Seni görmek istemiyorum." diyerek arkasını döndü.

İki adım bile atamadan, Ares onu belinden tutarak kolayca omzuna attı.

"İstersen bağırabilirsin." diye söylendiğinde bağırmak için ağzını açmıştı ama durdu ve düşünmeye başladı. Ona yardım etmeye kimin gelmesi sorun yaratmazdı?

"Apollon!" diye anca sesi çıkmıştı ki Ares, odasının kapısını açıp onu omzundan indirdi. Düşünmekte geç kalması onu adamın hiddetiyle baş başa bırakmıştı. Kapıya hızla atılınca Ares hiç de kibar olmayan bir hareketle onu itti. Dünya geriye doğru tökezleyip yumuşak koltuğun içine gömüldü. Ares kapıyla onun arasında duruyordu.

"Senden bir açıklama istiyorum, Dünya!" diye sertçe söylendi. "Konuşmadan da odadan çıkamayacağına emin olabilirsin."

"Sana açıklama yapmak zorunda değilim hem teşekkür edeceğine..." diye homurdandı.

"Ne teşekküründen bahsediyorsun?" diye kükredi. "Ne kabayım, odanı bana kapattığın ve yokluğumda Adonis ile işi pişirdiğin için mi teşekkür etmeliyim?"

Odasına göz attı. Yeni fark ediyordu, oda darmadağın olmuştu. Dolap masa devrilmiş, kitaplık duvardan koparılmış, kitaplar etrafa saçılmıştı. Yatağın da ondan farkı yoktu. Sanki odanın ortasında fırtına kopmuştu. Adamın delirdiğine şüphe yoktu, zaten o da delirmişti.

"Sen beni kendin gibi mi sanıyorsun?" diye söylenerek ayağa kalktı. "Davranışlarım için sana açıklama yapmaya niyetim yok."

Ares "Beni çıldırtmaya mı çalışıyorsun?" diye homurdandı. “Beni kandırdın, Dünya. Beni düşündüğünü sanıyordum, aşkına inanmamı sağladın ve beni yüz üstü bıraktın! Bıçak saplasan bu denli canımı yakamazdın!”

Ares öfkeyle konuşurken Dünya adamın yüzündeki yaralara bakıyor ve içi acıyordu. Adamın bedeni hâlâ güçsüzdü, bu nefes alışından belliydi. Ona acımak Dünya için zayıflıktı, biliyordu ve el ele Afrodit'in odasına girdiğini gördüğünden beri tüm duyguları felç halindeydi. Dudağını ısırıp sustu. Ellerini yumruk yapmıştı. Son yaşadıkları ve hayal kırıklıkları, yavaşça boğazına doğru bir yumru gibi yükseliyordu. Sinirinden titrememek için çenesini kastı.

“Seçilmemen egonu yaraladı sadece Ares. Kendimi suçlu hissetmemi sağlamak için bana saldırma!” Yüzüne bakamıyordu ama sesi beklediğinden daha kinli çıkmıştı.

“Egom mu?” diye şaşaladı genç adam. “Yaralanan duygum konusunda çok yanılıyorsun Dünya ama ilişkimizi bu kadar küçümsediğine göre çenemi yormama gerek yok.” Dedi Ares ve karşısında dikildi. Buz gibi bir sesle sordu. "Odana engeli koyan kim? Beni engelleyen kim? Sen mi yaptın?”

Kaşlarını çattı.

"Ne engeli?"

Ares onun tepkisini dikkatlice süzerek açıkladı. "Odana giremedim." Dünya’nın gözlerinde bir anlama aydınlığı göremeyince, sorumlunun o olmadığını anlayarak ekledi. "Sana seslendim. Sesimi duyuramayınca bir şey olmasından korkarak odana girmek istedim ama başaramadım. Odanı kim kapattı? Bunun için sana kim yardım etti?"

"Seni ilgilendirmez? Canın her istediğinde odama giremezsin." diye lafına başladıysa da Ares uzanıp eline sarıldı.

"Dünya!" diye hırladı. Altın gözleri kızıl sarı harelerle parlıyor, kıvılcımlar saçıyordu. "Bana isim söyle! Bu bir kadın mıydı?"

Elini sert bir hareketle adamın elinden çekti. "Bir kadın olsa hoşuna giderdi değil mi? Etki altına alman daha kolay olurdu." dedi. Kıskançlığı içini kavuruyordu. Diline hâkim olamıyordu. "Seni kurtarmak için o kadar uğraşan Adonis'i hırpalayıp, seni sağlam görmek için Sirona'ya yalvaran Artemis'e teşekkür bile etmeden doğruca Afrodit'in kollarına koştun. Şimdi de kalkmış, kapıya engel koyanın kadın olup olmadığını soruyorsun. Senin kadar kendini beğenmiş ve bencil biri olabileceğini düşünmezdim. Sen sürekli kalbimi kırıp hafızamı katlederken, zavallı ölümlü benim, son nefesime dek sana tapmamı mı bekliyordun?"

Ares onu dinlerken bir adım geriledi. Yorgunluğu yüzeye çıkıyordu. Dağınık yatağa oturdu ve parmaklarını, yatağın çarşafına geçirdi. Usulca, tane tane konuştu.

"Dünya, bana tek bir isim söyle. Odanı bana kapatan kimdi?" kaşlarının altından ona baktı. "Bu çok önemli, tahmin ettiğim kişiyse tehlikedesin demektir."

Kollarını kenetledi, kendinden emin bir tavırla konuştu. "Tam tersine, asıl şimdi güvendeyim."

Ares çatlak dudaklarını yaladı ve sakinleşmeye çalıştığı belli olan bir sesle konuştu. "O halde, bana onun Asteria olup olmadığını söyleyebilirsin."

Buna neden bu kadar önem verdiğini anlayamamıştı. İstediği odaya girip çıkma hakkının elinden alınmasına bu denli kızdığına göre bu davranış onun gururuna dokunmuş olmalıydı. Şimdi de onu korkutacağını düşünerek Asteria'nın adını anıyordu. Korkmamıştı. Gözlerinin önüne Ares'in kadını öptüğü sahne gelince adama saldırmamak için yumruklarını sıktı. O kadının Ares’e yaklaşmasını istemiyordu, bu olasılığı ortadan kaldırmak için de Adonis ile Ares’in birbiriyle inatlaşmasına son vermeliydi. Kavga devam ettiği sürece iblis kraliçesi Ares’e elini uzatma şansına sahip olacaktı.

"O değildi." dedi. "Şimdi gidebilir miyim?"

Ares'in gözleri kapandı ve adam nefeslendi. "Peki, kimdi?"

Enlil zaten ölümsüzlerce pek dikkate alınmayan biriydi, üstüne üstlük Ares'i adamın üstüne salmak içinden gelmedi. Enlil hakkındaki kuşkuları, sadece Dünya'yı ilgilendirdiği için Ares'in aralarına girmesini istemedi.

"Özel hayatıma saygı duyulmasını sağlayan biri." dedi. "Bundan önceki Dünya'nın değil, şimdiki Dünya'nın kararlarını uygulamasına yardım eden biri. Adını ifşa ederek seni onun üstüne salacak değilim, senin tersine ben ihanet etmem."

“İhanet…” diye mırıldandı Ares ve önünde kavuşturduğu ellerini eklemleri bembeyaz kesilene dek sıktı. Kol kasları gerilirken gözlerini açtı ve doğruca Dünya'nın gözlerine baktı. Onu tanıdığından beri hiç bugünkü kadar öfkeli görmemişti.

"Beni kendi elinle öldürebilmek için mi cehennemden kurtardın? Onu odana nasıl davet edersin? Gözümün içine bakarak onu seçtiğini nasıl ilan edersin?" Ayağa kalktı ve yatağa bir tekme attı. "Kahretsin!"

"Buna hiç gerek yok, Ares. Aynı konuya dönüp durmak faydasız…" Dedi, kafası karışmıştı ama belli etmedi. Ares’in tepkisi çok samimiydi, onu Afrodit ile görmeseydi... Kalbi yeniden sızladı. Sesini soğuk tutmaya çalıştı. "Bana numara yapmayı bırak. Amacının ne olduğunu bilmiyorum ama istediklerinin çoğunu elde ettiğini görebiliyorum."

Adam ona döndü, gözlerindeki bakış nefes kesiciydi. Dünya kaçmamak için kendini zorlarken Ares gözlerini onun yüzünden ayırmaksızın ona doğru bir adım attı. Derinden gelen bir sesle usulca sordu.

"Amacımın ne olduğunu öğrenmek ister misin?"

Yüzündeki zoraki sakinlik ve sesindeki tını Dünya’yı ürpertti. Saçları toplu olduğu için ifadesini yumuşatan dalgalardan yoksun yüzü, berelerden dolayı daha tehditkârdı. Yine de ondan kaçmayı değil, kollarına atılmayı daha çok istediğini fark etti. Konuştuğunda sesi çekici bir tonla kulağına ulaştı.

"Uğruna cehennemi göze aldığım şeyi, öğrenmek ister misin?"

Duymaya hazır değildi, Afrodit'in aşkı için veya Zeus'un tahtı için onu kullandığını işitmek Dünya'yı bitirirdi. Afrodit, Adonis'i tamamen gözden çıkarıp sadece Ares'e dönmüştü. Adam onun anahtar yeteneğini kullanarak hem Afrodit'in hem de diğer ölümsüzlerin ilgisini çekmişti. Duygularını ele geçirmiş ve anahtarı kendine bağlamayı başarmıştı. Bencillik yaparak hayatını tekrar almalı ve böylece hırslı ölümsüzlerin kavgasını kimse zarar görmeden bitirmeliydi. Tek tesellisi hafızası silindikten sonra kalp acısının da son bulma umuduydu.

"İstemiyorum." dedi. "Umurumda bile değil. Sana, Afrodit ile uzun bir hayat dilemekten başka bir kibarlık bekleme benden."

Kapıdan çıkmak için hareketlendi.

"Adonis…" diye konuşan adamın sesindeki ton, onu durdurdu. Ares kırık bir sesle devam etti, zorlanıyordu. "Senin istediğin gerçekten o mu?"

Kapının önünde, adama bakmaksızın durakladı. "Ona bulaşmanı istemiyorum." dedi. Hazır Adonis'i sakinleştirmişken Ares'in sorun yaratmasından çekiniyordu. Bu yüzden "Adonis'le kavga çıkarmaya çalışmaktan vazgeç." dedi.

"Ben mi kavga çıkarıyorum?" dedi Ares. "Bana saldıran o."

"Onu tahrik eden de sensin." dedi adama dönerek. "Onu kızdırmakla eline bir şey geçmez."

Ares duyduğuna inanamıyor gibi hayretle ona baktı, kızgın olmasa kahkaha atacaktı.

"Peki." dedi sıkıntıyla başını salladı. "Onu kızdırmamak için senin yanına bile yaklaşmayacağım, madem istediğin o." dedi ve başını eğdi. “Beni çabuk unutmayı başardığına göre isteğine saygı duymaktan başka çarem yok."

Ondan bu sözleri duymak içini acıttı, Ares'in ona yaklaşmasını engellemesinin bu kadar kolay olması da düşündüklerini doğruluyordu. Yine de ölümlü haliyle ölümsüzlere diklenebilmesi tesellisi oldu.

"Teşekkür ederim, anlayışın için." dedi.

Yüzü bir anlığına kasılan Ares elini göğsüyle karnının arasına koydu; bedenini saran sargısından dışarı sızan kanı siyah tişörtünün üzerinden belirginleşiyordu. Parmağına bulaşan kan lekesini, elini yumruk yaparak sakladı ve dağınık yatağının üstüne uzandı.

"Gidebilirsin, anahtar." dedi ve rahatça yatağa yayıldı. Dudakları beyazlamıştı, can acısına aldırmadan Dünya'ya kibirli bakışlarla baktı. “Umarım görevin çabuk biter!”

Gitmesini istemişti ama o, Ares'i bu halde bırakmak istemiyordu. Dağınık yatağın içinde bir aslan misali tehlikeli ve çekiciydi ama yaralıydı. Elini akan kanı saklamak istercesine, yarasının üstüne yerleştirdi, sanki uyumaya hazırlanıyor gibi gözlerini kapatırken mırıldandı.

“Git artık. Sevgilin seni merak etmiştir."

Şu an Adonis umurunda bile değildi, zaten açılan yarasının sorumlusu Adonis'ti. Odanın önünde yakaladığı için Ares’e saldırmasaydı, yarası bu kadar kötüleşmeyecekti. Kesik bir nefes alıp konuştu, ona yardım etmenin bir yolunu sormak için.

"Sen iyi değilsin." dedi. "Yaran kanıyor. Ben…"

Ares gözlerini açmadan soğuk bir sesle onun lafını kesti.

"Bu seni ilgilendirmez! Git başımdan!"

Dünya yumruk yemiş gibi sarsıldı. Gözleri buğulanırken kapıya döndü ve dışarı çıkmak için sarsakça yürüdü. Koridora çıkabildiğinde göğsüne oturan kaya yüzünden nefessiz kalmıştı, duvara tutundu. Birkaç dakika öylece kaldı çünkü ondan uzaklaşmak istemiyordu. Günlerdir hayalini kurduğu kavuşmanın böyle olacağını düşünemezdi. Doğrularak yürümeye başladı; odası yerine, Sirona'nın katına gitti. Kadını bulması zor olmadı. Ona, Ares'in Adonis ile kavga ettiğini ve yaralarının açıldığını anlattı. Kadın, onu önce sakinleşmesi için uyarınca durakladı.

"Üzgünüm."

Kadın anlayışlı bir bakışla elini uzattı ve koluna dokundu.

"Bunu görebiliyorum Dünya ve sana yardımcı olamamak canımı sıkıyor."

"Ares'in iyileşmesini sağla, bana yardımcı olabilirsin." dedi kadına. Ağlamamak için kendini öyle zorluyordu ki çenesi titremeye başlamıştı. "Onu neden bıraktın, hâlâ kötü durumda olduğunu görmedin mi?"

Sirona çaresizce ellerini açtı.

"Ben izin vermedim ki ayağa kalkmasını yasaklamama rağmen söylediklerime aldırmadı. Kendine gelir gelmez gitmekten başka laf çıkmadı ağzından." dedi. "Hatta araları çok iyi olduğundan Adonis ile konuştum, Ares'i ikna etmesi için ama o reddetti."

"Bu iyi olmuş." dedi Dünya yanağını kemirmeye devam ederek.

Sirona açık renkli kaşlarını çattı.

"Sanmam… Ares yaralı olabilir ama Adonis beni daha çok korkutuyor. Kafası yerinde değil ve baskı altında. Bence Ares geldiğinden beri bu yüzden senin adını sayıkladı, seni görmek için ısrar etti." Başını kaldırıp kadına baktı. Kadın devam etti. "Ares, Adonis ile çok yakın olduğundan ondaki karışıklığı fark etmiş olmalı. Sen de pek kendinde değildin, bu yüzden onun ısrarını görmezden geldim. Ares'in senin yerine Adonis ile konuşarak ikinize de yardımcı olabileceğini düşünmüştüm. Adonis konuşmayı istemeyince Ares'in dışarı çıkmasını yasakladım ama o, beni kandırmayı başardı."

Şaşkınlıktan ağzı açık bir halde, kadını dinledi. Ares'in işkence görmüş haliyle, bunalımdaki iki kişiye yardım etmesini mi bekliyordu? Düşündü. Tabi ya! Herkes onu Adonis'le birlikte sanıyordu. Bunun yanında, başka bir şey daha düşündü ve buza dönmüş kalbi eriyiverip gözlerinden damla olarak döküldü. Ares sırf onu görebilmek için iyileşmeyi beklemeden ayaklanmıştı. Kıskançlığından gözü kör olmuştu. Mantıksız olan bir şeyler vardı ve bunu fark etmesini de kıskançlığı engelliyordu. Her şeye rağmen Ares'in, Afrodit'in odasına gitmesini gerektirecek bir şey olduğunu sanmıyordu.

Sirona onu teselli etmek için saçlarını okşadı.

"Üzülme, canım, merak etme. O iki adamı uzun zamandır tanıyorum. Sorunlarla başa çıkmayı bilen birileri varsa bunlar bu iki adamdan başkası olamaz."

Gözlerini silip kadına baktı.

"Umarım." dedi ve soluklandı. "Hiç değilse ben onları unutana kadar kavga etmeyi keserlerse çok sevineceğim."

Sirona, ona, Ares'i kontrol edeceğini söylediğinde içi biraz olsa rahatlayarak odasına gitmek için tek başına yürümeye başladı. Geldiğinden beri en çok kafa yorduğu kişi Ares'ti ve çözemediği tek kişi de oydu. Tavırları tam bir muammaydı, çok başına buyruktu. Kendine bir yol çizmişti ve kimseyi önemsemeden o yolda devam ediyordu. Kararları kimseyle paylaşılmayacak kadar değerliydi.

Odasının bulunduğu kata geldiğinde Adonis'in sesini duydu.

"Sana düşündüğümü söyledim, vazgeçtiğimi değil." Karşısındaki kısık sesle bir şey söyleyince Adonis daha da sinirlendi. "O hâlâ ölümlü, bu durumda bir şey yapamayacağımı biliyorsun!" diye hırladı. "Beklemen gerek!"

Kapının kapandığını duydu, adamın konuştuğu kişiyi deli gibi merak ediyordu ama köşeden dönerse açığa çıkacaktı. Koridorun ışıkları titreşince panikle duvara yapıştı ve karanlık, nemli bir örtü gibi koridora aniden yayıldı. Çığlık atmak için ağzını açacaktı ki aplikler o anda yandı. Dehşetle duvardan doğruldu ve odasına koşmak için köşeyi döndü. Tek adım atamadan Enlil ile burun buruna geldi.

"Burada gizlenmiş ne yapıyorsun, Dünya?" dedi gülümseyerek.

"Odama gidiyordum." dedi. Kalbi hâlâ korkuyla kasılmaya devam ediyordu. "Sen, Adonis ile ne konuşuyordun?"

Enlil gözlerini hafifçe kısıp ellerini cebine attı. "Gizlenmiş, bizi mi dinlemeye çalışıyordun?" dedi sakince. “Seni yaramaz seni…”

"Odama gidiyordum." dedi daha sert bir sesle.

Enlil yüzünü biraz astı. "Sana şaka yapmaya çalışıyordum canım, neden bu kadar gerginsin? Rahatla biraz." dedi ve eğilip yüzüne dikkatlice baktı. "Çok kötü görünüyorsun, sen ağladın mı?"

"İyiyim." dedi. "Biraz dinlenmeye ihtiyacım var."

"İçecek servisine katılmayacak mısın?" dedi adam hayretle.

"Hayır." dedi. "Katılmak istemiyorum."

"Olmaz, bence Adonis’i boş bırakmamalısın, Afrodit yine sevgilinin etrafında dolanıyor." dedi. Sır verircesine eğildi. "Benden söylemesi." diye göz kırptı.

Adamın yüzündeki samimiyet eriyene kadar gözlerini dikip Enlil'e baktı ve sonra hiçbir şey demeden yanından geçip odasına doğru ilerledi. Kapısına varmadan omzunun üstünden Enlil'i görmeme umuduyla bakındı ama adam gülümseyerek arkasından bakmaya devam ediyordu. Enlil durgun bir ifadeyle tek elini kaldırıp ona salladı ve köşeyi döndü.

Yolda Hermes onu yakaladı ve acil işi çıkan Apollon’un bu geceki görüşmeyi iptal ettiğini söyledi. Adam Hermes ile haber gönderme inceliğini göstermişti, bu erteleme iyiydi çünkü kimseyi göresi yoktu. Odasının koruyuculuğuna sığındı, yeniden. Tüm yaşadıkları kabusa benzese de Ares’in varlığı nedense onu teskin etmeyi başarıyordu. İhanetine ve ona olan öfkesine rağmen yakınında ve yaşıyor olması onu mutlu etmeye yetiyordu. Aşkı yüzünden duygu mazoşisti olduğunun farkındaydı ama elinden bir şey gelmiyordu. Onu yemeğe çağıran Adonis ve ardından ikna için gelen Eros’u da gönderdikten sonra kısa bir banyo yapıp yatağına devrildi. Yemeğe gidip rol yapmak içinden gelmemişti, zaten değil yemek yemeği düşüncesi bile midesini bulandırıyordu. Ares’in yaralı hali aklına geldikçe nefes alamıyordu. İsteyerek onu üzmüştü ama genç adamın onun kadar acı çekmeyeceğini tahmin ediyordu. Egosu tamir olur olmaz kendini toparlayacağına emindi.

Bakışlarını tavana dikti, gözünü dahi kırpmadan bir süre renkli damarlarla ışıldayan tavanı izledi. Elini uzatıp duvara dokundu ve renkleri birer birer kapatmaya başladı, ta ki en son parlak bir amber sarısı kalana dek. Ares’in gözleri kadar mükemmel olmasa da, odayı kaplayan renk onu rahatlatmayı başarmıştı. Yanan gözlerini kapattı ve derin bir nefes alıp gözlerini açtı. Karşısında ışıldayan gözleriyle Ares oturuyordu. Usulca esen rüzgar genç adamın saç buklelerini okşarken Dünya uzanıp görüşüne engel olan saçları adamın yüzünden çekti. Derin bakışların eşliğinde parmaklarıyla kusursuz yüz hatlarını okşadı. Ares soluk almaksızın onu izliyordu, az önceki eğlenceli halinden eser kalmamış, ciddileşmişti. Dünya elini ondan çekerken Ares dudaklarından kaçmak üzere olan itirazını engellemek için dudağını ısırdı. Fazla vakitleri yoktu, yokluklarını biri fark etmeden önce geri dönmeliydiler.

Kaçtıkları boyutta henüz hava kararmamıştı ve varlıkları sakinlerince fark edilemezdi. Küçük boyut cennetin bir benzetimi gibiydi. Dünya etraflarını kuşatan yeşilin tüm tonlarıyla ilgilenmiyordu, onun için önemli olan renk karşısındaki adamın altın gözleriydi.

“Buraya daha önce neden gelmedik?”

Ares uzanıp elini kendi elleri arasına alırken soruyu cevapladı. “Geldik ama sen anımsamıyorsun.” Dedi ve bakışlarını onun gözlerine çevirdi. “Ambrosia bulamıyorum papatyam, ben…”

Dünya adamın lafını kesti. “Bunları konuşmayalım artık Ares, gelecek hakkında endişelenmek yerine şu anımızı yaşamayı tercih ederim.”

“Geleceğinde ben olsaydım konuşmaktansa yaşamayı tercih ederdim ama görevin bitince yine beni unutacaksın. Buna katlanamıyorum, anahtar olmana da… Başka bir yol da bulamıyorum. Zeus fark etmesin diye sürekli rol yapmaktan da bıktım.”

Gittikçe öfkelenen Ares’i sakinleştirmek için parmaklarını onun parmaklarına doladı ve cilveli bir tavırla sordu. “Peki, diyelim Ambrosia bulduk, sonra ne yapacağız? Ömrünün sonuna kadar beni başına dert etmeye niyetli misin? Bak, sonra şikayet etme, inan sana acımam.”

Bir anlığına ihtimali hazmeden Ares istemsizce gülümsedi. Öfkesi anında buhar olmuştu. “Sana sitem ettiğim zamanlarda bile ciddi değildim papatyam. Başımın belası olmandan çok memnunum. Ölümsüzlüğünü kazanınca işim daha kolaylaşacak merak etme.” Dedi ve biraz eğilip ona daha yaklaştı. “Belki kaçıp kendi evimizi kurarız, ne dersin? Bize katılacak birkaç ölümsüz tanıyorum.”

Dünya kendini tutamadan kahkaha attı. “Olimpos’u benim uğruma bırakacağını düşünemiyorum.” Dedi kahkahasını bastırarak. “Yine de ortam sakinleşene kadar seni kaçırabilirim.”

“Beni kaçırmak mı?” dedi Ares şaşalayarak. “Benim seni kaçırmam daha uygun olmaz mı?”

“Cık!” dedi kaşlarını kaldırarak. “Anahtar olan benim, ikimizi en iyi ben saklarım. Boyutu kilitlerim seni kimse bulamaz.”

Ares dudağını ısırıp güldü ve hoş bir sesle sordu. “Sonra ne olacak peki?”

Dünya sırıttı. “Sonra Olimpos’a dönüp seni liderinizden isterim, evleniriz ve sonsuza kadar benim olursun.”

Donup kalan Ares gözlerini dahi kırpmadan ona baktı. Dünya o anda ayıldı, sözlerindeki anlamın ağırlığı adamı şok etmişti. Gaza gelip Olimpos’un muhteşem savaş tanrısına evlilik teklif etmişti. Adamın öfkesini yatıştırmak için şaka yapmaya çalışırken batırmıştı, nasıl düzelteceğini bilemez halde boğazını temizleyip elini adamın sıcak elinden çekmeye davrandı. Ares izin vermedi, hala ona bakmaya devam ederken usulca fısıldadı.

“Tekrar et.”

Adamın anlamama ihtimali yoktu, tekrar etmesini neden istediğini anlayamadı. “Şey… Ares… Ben…” sustu devam edemedi. Nasıl açıklayacaktı? Abartıp Ares’i korkutmuştu, istemediğinden değil ama sırf o birlikteliklerini düşlüyor diye adama baskı yapamazdı.

Ares onun elini kaldırdı ve bileğinin iç kısmını kendine çevirdi. Eğildi ve çılgınca atan damarın üstüne yumuşak dudaklarıyla dokunarak öptü. Onu temelli heyecanlandıran bu masum öpücük sonrası altın gözler yeniden ona döndü.

“Tekrar et, sözlerinde ciddi miydin?”

Konuşacak hali yoktu, o yüzden cevap olarak sadece başını salladı. Ares’in dalga geçmesini beklerken ummadığı bir tepkiyle karşılaşmıştı ve fikir onu da kendinden geçirmişti. Hayatı boyunca Ares ile birlikte olmak… Hayali bile olanaksızdı. Ares kesik bir nefes aldı ve boştaki elini ona uzatıp saçlarını okşayarak başını kendine doğru çekti. Dudaklarına uzanırken boğuk bir sesle fısıldadı.

“Ambrosia’yı bulacağım papatyam.”

Kapının vurulma sesiyle yatağından sıçradı. Zihni uyanmayı ret ediyor ve rüyası yüzünden kalbi çatlarcasına atıyordu. Dudaklarının sızlaması da ayrı meseleydi, öpücüğün hayali bile tenini karıncalandırmaya yetmişti. Rüya mıydı, yoksa hatıra mıydı bilmiyordu ama verdiği his harikaydı. Kapının ötesinde ona seslenen Artemis bıkmış olacak ısrarla kapıya vuruyordu.

“Bekle!” diye seslendi, dolandığı battaniyeden sıyrılmaya çalışarak. Saatin kaç olduğunu bilmiyordu ama havanın hala karanlık olmasına bakılırsa daha çok erkendi. Üstünü başını düzelterek kapıya yürüdü ve elini uzattı. Kapı sabırsız Artemis’in yüzüne açıldı. Üzerinde kahverengi deri hafif bir zırh giymişti, zırhın kollarından ise pembe beyaz danteller sarkıyordu.

“Neredeydin sen?” diye sordu Artemis’ten önce.

Artemis örgülü saçlarını geriye atarak söylendi. “On dakikadır kapını çalan birine sorulacak soru mu bu? Ne uykusuymuş yahu!”

“Odana gelmiştim ama odanda yoktun.” Dedi ve kadını süzerek ekledi. “Hayırdır, bu ne şıklık?”

Artemis şımarık bir tavırla omzunu silkti. “Her zamanki mükemmelliğim ama şimdi bana imrenmeyi bırak da hazırlan.”

“Neye hazırlanayım? Hem saat kaç?”

“Açman gereken bir şey çıktı, daha doğrusu bulmacayı senin çözeceğin tahmin ediliyor. Hadi, hazırlan, sana yolda anlatırım.”

Dünya oflayarak odaya geri döndü ve çabucak üstünü değiştirdi. Ona kıyasla çok sade olan kıyafetine bakan Artemis yüzünü buruşturdu ama sözlü yorum yapmadı. Anlattığına göre nektar servisi sırasında bir yardım çağrısı alınmış. Artemis, Apollon ve Athena çağrının geldiği boyuta gitmişler fakat düşündüklerinden daha ciddi olduğundan birkaç ölümsüz daha onlara katılmış. Sonunda saldırıyı kontrol altına almışlar ama bu kez de anahtarın gücüne ihtiyaçları olmuş. Artemis hızlı yürüdüğü kadar da hızlı anlatıyordu, o yüzden hala uykulu olan Dünya ona sadece ayak uydurmaya çalıştı. Doğal olarak da sözlerinden hiçbir şey anlamamıştı. Sarmal şekilde dönen koridoru geçmişlerdi ki karşılarına onları bekleyen Ares ve Eros çıktı. Dünya genç adamı görünce dizlerinin bağı çözüldü ama kısa bir tökezlemeden sonra yürümeyi başardı. Bunun için kendini tebrik etmeyi de ihmal etmedi.

Ares’in yüzü hala ölümcül derecede solgundu, yorgun bir tavırla duvara dayanmıştı. Saçlarını bıraktığından dağılan tutamlar yüz ifadesini onlardan saklıyordu ama keyifsiz olduğu duruşundan belliydi. Eros onları görünce yaslandığı duvardan doğruldu, üzerinde aynı Artemis gibi hafif bir zırh vardı. Fakat kadının tersine süslü değildi ve onunki kadar temiz değildi. Ares ise omzunda kısa bir yırtık olan kolsuz uzun bir üstlük giyiyordu, anlaşılan herkes Artemis kadar temiz savaşamamıştı.

Dünya aklına gelen bir endişeyle Ares’in karnına baktı, yarası ne durumdaydı ve bu halde adamı neden göreve çağırmışlardı? Giydiği bol üstlük yüzünden sargı var mı yok mu anlaşılmıyordu. Artemis’e eğildi ve kısık sesle sordu.

“Onun burada ne işi var?”

Kadın şaşaladı. “Savaş tanrısını savaşa götürmemek aptallık olurdu.” Diye fısıldadı. “Hem iblis soylarını başka türlü kolayca geri püskürtemezdik.”

“Fakat yarası ne olacak?”

“Ne olacak?” dedi Artemis aynı merakla.

“Daha kötü olacak!” diye tısladı. “Onu Sirona’ya göndermelisin.”

“Zaten kaç saattir savaşıyor kaygılanmak için çok geç.” Dedi umursamaz bir tavırla.

Ares fısıldaşmalarından rahatsız olmuştu, duvardan doğrulup bakışlarını onlara çevirdi. Gözlerinden sızan soğukluk Artemis’in dikkatini çekti ve sorarcasına Dünya’ya kısa bir bakış attı. Onun yüz ifadesinden doğru işareti alıp sormaktan vazgeçti.

“Nihayet, beklemekten sıkılmaya başlamıştık.” Dedi ve sırıttı. “Artemis sen bu arada üstünü mü değiştirdin?”

Artemis elini salladı. “Ayakkabıma kan sıçramıştı, hazır gelmişken yani… Aman boş ver, hadi gidelim.”

Eros inanmaz bir tavırla başını sallayıp az ötedeki kapıya döndü, Ares de peşinden gitti. Üzerinde kırmızı renkte bir yuvarlak olan kapıdan kolayca geçtiler. Yüksek tahta bir girişten de aynı anda geçip oldukça bakımlı bir bahçeye adımladılar. Hava karanlıktı ama bahçenin her yerine dağılmış fenerler yüzünden koca arazi gündüz gibi aydınlıktı. Mermer taşlarla sıralanmış bir yoldan ileriye doğru yürüdüler. Dünya şaşkınlıkla etrafına bakıyordu. Sanki bir Japon sarayına ışınlanmışlardı, otantik kıyafetleriyle bahçeden devriye gezen askerleri görmesine bile gerek yoktu. Bahçe bakımlı olsa da savaşın izlerini taşıyordu. Temizlemeye hala devam ettikleri izler vardı ve hedeflerinde olan devasa saraydan gelen ağlama sesleri.

Ares kendinden emin adımlarla liderliği almış duraksamadan binaya doğru yürüyordu. Eros daha çok onlara ayak uyduruyordu. Sarayın içi bahçeden kötüydü, kırılan yıkılan duvarlar ve kan lekeleri yaşanan vahşeti gözler önüne sunuyordu. Bazı askerler yaralıydı ama nöbet tutmaya devam ediyorlardı. Eros’a sokuldu.

“Burada ne oldu böyle?”

“Düğün töreni basılmış.” Dedi adam sıkıntıyla. “Dediklerine göre güçlü bir büyücü varmış ama biz gelince kaçmış. Geriye iblis melezleri ve iblislerini bıraktı. Büyücünün tek başına kaçtığına herkes şahit olmuş, gelin yanında değilmiş. Geride kalan iblisleri ve melezleri de biz yok ettik ama gelin ortada yok.”

Eliyle zemindeki yanık şekillerin sardığı daireyi gösterdi. Büyücünün kaçtığı geçidin tamamen kapandığını söyledi. Fakat durmadan oradan da geçince açması gereken kapının lanetli geçit olmadığını anladı. Yanık şekillerin kapanan rünler olduğunu anlatırken ana salona vardılar. Ana salonda şık bir kıyafet giymiş bir adam ile daha sade geleneksel kıyafet giymiş orta yaşlı bir adam Ares ile konuşuyorlardı. Yanlarında maskeli bir adam ile az ötelerinde dikilen Apollon ve Athena yüzlerinde ciddi bir ifadeyle onları dinliyorlardı. Salonda birkaç grup daha vardı, daha çok üst düzey askerlere benziyorlardı. Hepsi saygıyla duyamadıkları konuşmanın sonucunu bekliyorlardı. Artemis ile birlikte kenarda sağlam kalmış bir divanda oturan Eros’un yanına giderlerken Artemis ona eğildi.

“O, İnari.” Diye fısıldadı, anlamadığı bir dilde konuşan orta yaşlı adamı işaret ederek. “Sanırım işe karışmaya karar verdi. Ne de olsa gelin bulunamazsa iki hatta üç daimyo birbirine girecek ve çok kan akacak.”

Dünya adamın kim olduğuyla veya kayıp gelin yüzünden çıkmak üzere olan savaşla zerre ilgilenmiyordu. Tek düşüncesi görevi kazasız belasız geçirip Olimpos’a dönmekti. Eros’un yanına otururken düşünceleri sesli olarak ağzından kaçtı.

“Yaralı haliyle Ares’i buraya getirmemeliydiniz. Onun dinlenmesi gerekiyor.”

Artemis bıkkın bir tavırla gözlerini devirirken Eros güldü. Dünya adamın gülmesine bozularak homurdandı. “Yani başımı her çevirdiğimde onun ukala yüzünü görmekten sıkıldım. Adonis’in yüzünü görmeyi tercih ederim.”

“Yalana bak!” diyen Eros kıkırdadı. “Adonis’in yüzünü bu boyutta göremezsin ama yanına gitmek istersen, bak orada duruyor.”

Dünya şaşalayarak adamın gösterdiği tarafa baktı. Maskeli adamı kastettiğini anlayınca daha da şaşırdı. “Maske mi?”

“Başka türlü bu boyuta gelemiyor.” Dedi Artemis onun yanına oturarak. “Buradakiler onu Katsura Otoko sanıyor ve aşırı ilgi gösteriyorlar, hem de ölesiye korkmalarına rağmen. O nedenle yüzünü gizlemek için bu boyutta maske ile dolaşmak zorunda kalıyor.”

“O da ne?”

“Bir çeşit doğaüstü yaratık, güzelliği ile insanları cezbedip ömürlerini çalarak kısaltan bir iblis… İnsanların etki altına girmeleri için gözlerine bir kez bakmaları yeterli oluyor. Tabi, Adonis’in yüzü de bu düşünceyi körüklüyor.” Dedi Eros.

“Fazla abartmıyorlar mı?” dedi, aslında abartmadıklarını bilerek.

Adonis’in ona doğru baktığını fark etti ve adama hafifçe gülümsedi. Yüzünü görmüyordu ama ölümsüz, elini kaldırıp ona sallayınca selamını aldığını anladı. Derken Apollon Ares’in olduğu gruba doğru yürüdü ve kısa bir konuşmadan sonra Ares dönüp salonda bekleyenlere Japonca birkaç kelime söyledi. Adamlar onay istercesine Ares’in karşısındaki adama baktılar, adam eliyle hızlı bir hareket yaptı ve kapıya doğru ivedi adımlarla yürüdü. Ana salonda Olimposlular dışında sadece İnari kalmıştı, o da ellerini kıyafetinin kollarına saklayıp kenara çekildi. Kapının kapanmasıyla Ares derin bir nefes aldı ve süslü bir paravana doğru yürüdü. Apollon bir anlığına Ares’in tepkisine baktı ama beklediğini görememiş olacak başını sallayıp onlara döndü.

“Dünya, bize yardımcı olur musun?”

Dünya ayağa kalkıp gruba doğru yürürken Artemis ve Eros ona eşlik etti. Apollon ona paravanın ardındaki şölen masasını gösterdi, ipek minderlerin ve şık oturma takımına bakılırsa burası gelinin köşesiydi. Kadını gözlerden saklamak ve aynı zamanda da törene katılmasını sağlamak için paravanlarla örtülü geniş bir alan yaratmışlardı. Apollon gelinin buradan kaçırıldığını anlattı ve Ares’in bunun için bir kapı olduğunu iddia ettiğini. Kapıyı bulamamışlardı, kapıya benzeyen bir şey de yoktu. Nedimeleri de ne olduğunu anlamamıştı, bir an sonra kadın ortada yoktu.

“Kapı burada bir yerde ve anahtarın görevi kapıyı bulmak!” dedi Ares sertçe. Apollon’un kapı inançsızlığına inat kararlılıkla ona baktı. “Bir zahmet görevini yapsın.”

Dünya adamın sesindeki soğukluk yüzünden neredeyse titreyecekti, kendini savunmasız ve kırgın hissetti. Altın gözlerin parıltısı altında hareket edebilmek için ellerini yumruk yapıp oturma grubuna doğru adımladı. Ondan ne beklediklerini anlayamamıştı ve Ares ondan bakışlarını alana dek nefes alamamak başını döndürmeye başlamıştı. Ares’in bakışları bir anlığına onun sıktığı yumruklarına kaydı, hiddeti dağılırken arkasını dönüp yüz ifadesini hepsinden sakladı. Bunu fark etmek de Dünya’ya yardımcı olmamıştı. Apollon’u takip ederek adamın büyüsünü havaya yaymasını izledi. İçinden sürekli kapıyı düşünüyordu ama beliren bir şey yoktu. Maskesini çıkaran Adonis ona doğru geldi ve Dünya’ya moral vermek için omzuna dokundu.

“Sakin ol, aşkım, kapı olmayabilir.” Dedi imalı bir sesle. “Canını sıkmaya değmez. Bu saçma bir iddia!”

Bir anda salonu kaplayan yoğunluk yüzünden herkes gerildi, Dünya yayılan sıcak dalganın sahibinin otoriter sesiyle ürperdi.

“Haklısın! Madem saçma bir iddia, hepiniz eve dönün ve ben işime bakayım.”

“Kızmana gerek yok Ares.” Dedi Apollon. “Kapı var diyorsan, vardır. Senin hislerine güveniyoruz.”

Ares’in bakışları onun ve Adonis’in üzerinde durdu. “Anlaşılan güvenmeyenler de var.”

Adonis karşılık vermek için öne çıkacakken Athena ondan önce atıldı ve adamın kolundan tutup lafa karıştı. “Hiç sırası değil Adonis!” dedi ve Ares’e döndü. “Senin de alınganlık günün mü? O sadece Dünya’yı sakinleştirmeye çalışıyordu!”

“Ayrıca tek başına ne yapmayı düşünüyorsun?” dedi Apollon.

Dünya tartışmayı izlemektense geriledi ve aklını kavgadan uzaklaştırıp kapıya odakladı. Bir an önce işi bitirmek istiyordu. Minderlerin etrafında dolanan Artemis’e doğru yürüdü bir fikir almak için. Artemis minderleri ayağıyla dürtmeyi bırakıp eğildi ve elinde keten bir torba ile doğruldu.

“Bu pis şeyin burada ne işi var?” dedi ve burnuna doğru götürdü ve tiksintiyle söylendi. “İğrenç kokuyor.”

Dünya merakla kadının tarttığı keten torbaya baktı, boş gibi duruyordu ama kokusu ona kadar geliyordu. “Eski bir şeye benziyor ama hiç yıkamamışlar mı bunu?”

Tartışmayı bırakan diğerleri de ne bulduğunu merak edip onlara dönmüştü, Artemis torbanın ağzını sıkan iplere asıldı ama bir türlü gevşetemedi. Ares ikisine doğru birkaç adım attı, ilgisini yerdeki başka bir şey çekmişti. Dünya göz ucuyla adamın da eğilip yerden bir şey aldığını ve düşünceli bir bakışla kaşlarını çattığını gördü. Adonis haklıydı, burada boşa vakit harcıyorlardı, kapı filan yoktu. Artemis’in hala iplerle uğraşmasına sinir olan Dünya elini uzattı.

“Şununla oyalanmayı bırak, lütfen.”

Torbaya dokunmak üzereyken adını fısıldayan Ares’in panik dolu sesini duydu ve hızlı hareketini hissetti. Güçlü parmaklar onun bileğini sardığı anda, o da Artemis’in uzattığı torbaya dokunmuştu. Bedenini kaplayan soğuk bir çekim sonrasında gözlerini çok garip bir yerde açtı. Temas ettiği torba ortada yoktu, Artemis boş elini indirirken etrafa bakındı.

“Kapıyı açtın anahtar…”

Dünya hala bileğini saran elin sahibine baktı. Ares kaşlarını çatmış, etraflarını daire şeklinde sarmış taş sütunlara bakıyordu. Üzerlerinde durdukları taş bloğun üzerinde parıldayan şekiller yanıp sönüyordu. Hava karanlıktı ama taş sütunlara iliştirilmiş meşaleler sayesinde çevreyi rahatça görebiliyorlardı. Devasa ağaçların sardığı bir açıklığın ortasında geniş taş bir alandaydılar, sanki bir ayin sunağına benziyordu. Ne bir ses ne de bir esinti vardı, her şey çok durgundu.

Dünya bileğini adamın parmaklarından kurtarmak için çekiştirdi ama Ares onu bırakmadı. “Debelenmeyi bırak anahtar!” dedi sert bir sesle. Sonra ona döndü, bakışları hala soğuktu. “Sana dokunmaktan ben de hoşlanmıyorum.”

Gözlerinin öfkeyle kısılmasına engel olamadı ve söylenmemek için dudaklarını sıktı. Dokunmaktan hoşlanmıyormuş… İnanmadı, çünkü aksini tercih etse de o, adamın dokunuşuna bayılıyordu. Yanında olmasına, teninin kokusuna, sesinin tonuna ve ona bakışına bayılıyordu. Kızgın olması gerekiyordu ama adamın verdiği huzur yüzünden ondan uzaklaşamıyordu. Onun tepkisini izleyen Ares’in ifadesi sanki düşüncesini hissetmiş gibi değişti, dudakları tatlı bir gülümsemeyle kıvrılırken nefeslendi ve başını hala etrafta dolanan Artemis’e çevirdi.

“Taş alandan uzaklaşma Artemis, yanımıza gel!”

Toprağa doğru attığı adımı geri çeken Artemis söylendi. “Bu lanet yer de neresi? Daha önce hiç görmemiştim.”

Ares ukala sırıtışı dudaklarına yayılırken onun bileğindeki eli gevşetti ve parmaklarını onun parmaklarına geçirdi. Dünya kalbine hücum eden hisleri yüzünden tepki bile veremedi, çok hoşuna gitmişti bu dokunuş, hem de çok fazla… Soluk alabilmek için bakışlarını genç adamın yakışıklı yüzünden çekti ve yutkundu. Onu tehlikeden korumak için bu kadar romantik olması mı gerekiyordu? Kalbi dörtnala koşarken kulakları uğulduyordu, bu yüzden Ares’in cevabını duyamadı. Fakat ikisinin tartışmaya başladığını fark edince kendini toparladı.

“Ben kadını bulup geri dönerim Artemis, sizin burada olmanız beni sadece engeller.”

“Nasıl döneceksin acaba?” diye söylendi Artemis. “Dünya tekrar kapıyı açamazsa ne olacak?”

“Bana bir saat verin, eğer dönemezsem Hera Hermes’i göndersin.”

“Neden? Neden ya, Ares?” diye ayak direndi Artemis. “Bizimle dönsene, bak burada kimse yok. Anlaşılan yanlış yere geldik.”

“Yanlış yer ise geri dönün işte!” dedi ve nefeslendi. “Dünya’yı buradan götür Artemis, biraz kafa dinlemek istiyorum.”

Dünya adamın parmaklarını sıkarak kendine çekti ve ona bakmasını sağladı. Ares bıkkın bir tavırla başını ona çevirince Dünya patladı. “Çocuk gibi davranmayı bırak da ağzındaki baklayı çıkar Ares, yemin ederim tüm gün burada seninle tartışmaya devam edebilirim. Yani sana o kadar sinirliyim.”

“Bu bir vaat mi?” dedi çapkın bir sırıtışla. “Birileri benimle vakit geçirmenden hoşlanmaz.”

Aklına Afrodit gelince söylenmemek için kendini zor tuttu. Dünya da adamın Afrodit ile zaman geçirmesinden rahatsızdı ama elinden bir şey gelmiyordu. Ruhunu alevlendiren adama ters bir bakış atan Dünya dişlerinin arasından söylendi. “Vaat değil tehditti savaş tanrısı, Artemis ve ben… İkimize birden katlanabilir misin?”

Ağzı bir an açık kalan Ares gözlerini Artemis’e çevirdi, kollarını göğsünde kavuşturan kadın bilmiş bir tavırla ona sırıtınca pes etti. “Tamam, ne olduğunu söyleyeceğim ama siz de sonrasında döneceksiniz.”

“Anlaşma yok.” Dedi Dünya. “Sadece itiraflar…”

Ares yan gözle ona baktı. “Seni neden kandıramıyorum?” diye fısıldadı.

Bu adamın her lafına, her bakışına ve her tepkisine neden anlam yüklüyordu ki? Dünya sakin kalmayı kendine öğütlerken ifadesini ciddi tutmaya da gayret etti.

“İblisi bağlı olduğu bu sunağa çağıracağım, onu öldürüp gelini kurtaracağım. Zor değil ama sizin varlığınız bana engel olur. Tahmin ettiğim iblis ise işim kısa sürecektir.”

“O kadar tehlikeli demek ki!” diye heyecanla söylendi Artemis. “Çağır onu, tek başına eğlenmene izin veremem.”

Ares dudaklarını sıktı ve onu göstererek homurdandı. “Peki, anahtarı buradan çıkar sonra çağırırım. Seni bekleyeceğim, söz.”

“Söz mü?” dedi Artemis. Ares başını sallayınca kadın ona döndü. “Hadi, seni bırakayım Dünya.”

Dünya sinirle atıldı. “Nedenmiş o?”

Ares ona döndü. “Çünkü sen ölümlüsün.”

Dünya adama yaklaştı ve gözlerini gözlerine kenetleyerek söylendi. “Sen de ölümlüsün, Ares ve ben olmadan Artemis’in tekrar gelemeyeceğini biliyorsun, değil mi? İyi denemeydi.”

Önce ağzı açılan Artemis kandırıldığını fark edince öfkeyle Ares’in omzuna yumruk attı. “Seni sersem!”

Omzunu ovuşturan Ares ifşası için ona ters bir bakış daha attı ama Dünya aldırmadan adama sırıttı. “Şu gelini evine geri götürelim, bu berbat yerden sıkıldım.”

“Adonis’i özlemişsindir.” Diye mırıldanan Ares doğruldu ve yutkunarak etrafa bakındı. “Ben de bundan sıkıldım.”

Eli kolu kırılmışçasına kendini çaresiz ve üzgün hissetti, yine de yorum yapmadı. Ares’in buna inanması herkes için daha iyiydi. Yan gözle Artemis’in ona baktığını fark etti, neyse ki o da karışmadı. Konuyu değiştirmek istercesine zoraki bir neşeyle konuştu.

“Yanında silah yoksa zincirimi ödünç verebilirim, sevildiğini bil yani.”

Ares uzun tişörtünün eteğini hafifçe kaldırıp belindeki uzun hançeri gösterdi. “Sana verilen hediyeleri bu kadar kolay ödünç vermemelisin Artemis. Değerini bilemezsem hediye vereni üzersin.”

“Senin dikkatli olacağına eminim, bu kadar katı olma.” Dedi ve bileğine sarılı zinciri hafifçe gevşetti. Fikrini kanıtlamak istercesine Dünya’ya döndü. “Hediyeler kullanılmak içindir, değil mi Dünya? Böylece hediye vereni de mutlu edersin.”

Dünya öylesine cevap verdi. “Hediye almak insanı mutlu eder, hediye veren için de kullanılması… Yani bu sevginin bir işaretidir. Sevdiğim birinin hediyesini özenle kullanırım, karşılıklı sevginin bir ibaresi olarak. Kimseye ödünç verebileceğimi de sanmıyorum.”

“Ah, bu çok ciddi oldu.” Diye oflayan Artemis, onları dinleyen Ares’e döndü. “Numaranı yap bebek!”

Uykudan uyanır gibi irkilen Ares boğazını temizleyip doğruldu. “Anahtarı koru!”

Genç adam kaidenin ortasına yürürken Artemis sırtındaki kılıcı kınından sıyırıp savunma duruşuyla dikkat kesildi. Ares güçlü bir sesle konuştu, bağırmamıştı ama sanki kükremiş gibi alanı sarstı.

“Tengu!”

Dünya hemen yanındaki Artemis’in gerildiğini gördü. “Kahretsin!” diye fısıldayan kadın dikkatini daha da arttırdı. Anlaşılan çağrılan iblis onun istemediği bir türdü. Kaideyi saran rünler daha da parıldadı. Ares yeniden konuştu.

“Ortaya çık Tengu!”

Derinden gelen huzursuz bir çığlık havayı yırtarcasına alanı inletti. Dünya kulaklarını kapatırken Ares’in karşısındaki hava titreşti ve sanki diğer tarafında direnç varmış gibi zorlanarak gerildi. Ares son darbeyi vuran bir emirle kalan direnci de yok etti.

“Emrimi duydun, ortaya çık!”

Hava bir perde gibi ayrıldı ve arasından garip uzun boylu biri belirdi. O da geleneksel bir kıyafet giymişti ama bu zarif bir kıyafet değildi, ürkütücü bir tarzı vardı. Yüzünde kırmızı siyah bir maske vardı ve ifadesi korkutucuydu. Başını örten siyah tüylerden oluşmuş bir başlık vardı. Maskeli yüzü hafifçe öne eğildi, Ares’i selamlamak adına.

“Nasıl anladın efendi Ares?” dedi derinden bir sesle. “Çok dikkatli davranmıştım.”

Ares sol elini yukarı kaldırdı ve avcunu açtı. Siyah bir tüy vardı, adamın başlığındaki tüylerin aynısı. Dünya o an fark etti, maskesi de bir kargayı andırıyordu. Tengu kıkırdadı ve elinin çevik bir hareketiyle tüyü kendine uçurdu. Tüy uçuşarak başlığına ilişti. Ares doğrudan konuya girdi.

“Gelini teslim et.”

Tengu bir kuş gibi boynunu oynatarak karşılık verdi. “Canımı bağışlama şartın bu mu efendi?”

Ares sakin bir sesle konuştu. “Şart değil, seni öldüreceğim ama gelini ararken vakit kaybetmek istemiyorum.”

Arabuluculuk bakımından çok zayıf olduğu belliydi ama tehdit konusunda karşısındakini korkutmayı başarıyordu. İblis bir an tepki vermeden taş kesildi, sonra başını kaldırıp Artemis ile ona göz attı. Yeniden Ares’e dönerken konuştu, sesi hafifçe titremişti.

“O benimle olmak istiyor efendi.” Dedi ve elini yüzüne götürüp maskeyi çıkardı. Maskenin altından hoş bir yüz çıktı. Sanki teslim olur gibi dizlerinin üstüne çöktü. “Onu benden alma. İlgisi beni mutlu ediyor.”

“Senin gerçek tabiatını biliyor mu, yoksa hayalleri mi kullanıyorsun?”

Gözleri kısılınca birer çizgiye dönüştü, hiddetini bastırmaya çalışarak tısladı. “Bu önemli mi? Aldatmaca da benim tabiatım değil mi?”

“Yanlış cevap iblis!” dedi Ares soğuk bir sesle. “Kadını buraya getir.”

Tengu hırlayarak doğruldu. “O benim hakkım efendi! Babası güç uğruna onu bana vaat etti, istediğini aldıktan sonra anlaşmaya uymak istemedi.”

“Ödül olduğu için mi kadını istiyorsun?” dedi Ares. “Dilersen anlaşmayı yok sayıp ona verdiğin kısmetleri adamdan alabilirim. Böylece insanın üzerindeki hakkın kalkmış olur, herkes için adalet.”

İblisin kaşları çatıldı. “Efendi Ares, senin bizim yanımızda olmanı beklerdim. İnsanları korumakla eline ne geçiyor?”

“Soruma cevap ver!”

Düşünceli bir ifadeyle birkaç adım gerileyen iblis bakışlarını yeniden Ares’e çevirdiğinde kararını vermişti. “Ödül olarak vaat edilmeseydi de onu alırdım efendi. Ben güçlü bir iblis soyundanım ve insan sevgisini hak ediyorum. Gerçekliğimi bilmesine gerek yok ve onu hayatı boyunca gözeteceğime yemin ederim efendi Ares.”

“Yeminin değerli değil. Sen yalan söyleyerek zaten sevgine sahip çıkmıyorsun. Bu kadar konuşma yeter. Yaptığının yasak olması bir yana, beni bekleterek daha da sinirlendiriyorsun.”

Dünya dayanamadı, iblisin insana benzemesi mi yoksa duygu namına bir şeyler hissetmesi mi onu etkilemişti bilemedi ama kendini tutamadı.

“Ona sormaya ne dersin?” dedi. “Seni sevmiyorsa onu serbest bırakırsın.”

Ares araya girmesinden hiç memnun olmamıştı, dikkatini iblisten çekmeksizin söylendi. “Anlaşma yok.”

“Sen anahtarsın.” Dedi iblis Dünya’yı süzerek. “Ve bir öneri getirdin.”

Artemis dişlerinin arasından homurdandı. “Tenguların zeki olmasından nefret ediyorum.”

Ares soluklandı. “Ben de!” dedi ve başını çevirip omzunun üstünden ona baktı. “Çeneni kapalı tutmak senin için çok mu zor?”

Suratını asan Dünya azarlanmaktan rahatsız olmuştu. Ares sinirli bakışlarını ondan alıp iblise çevirdi. “Şöyle yapıyoruz tengu. Kadını getiriyorsun senin ne olduğunu açıklıyoruz, seni iblis olarak kabul ederse, buradan gidiyoruz. Kabul etmezse, seni öldürüyorum ve buradan gidiyoruz.”

Tengu onayladığını belirtmek adına eğildi ve selam verdi. Sonra maskesini taktı ve başlığındaki tüylerden birini kopardı ve havaya fırlattı. Duyulmayan bir cümle sonrasında tüy alev aldı ve yere dökülürken minik alevlerin arasında bir kadın belirdi. Kadın ayaktaydı ama gözleri kapalıydı. Gösterişli gelin kıyafeti içindeki kadın oldukça güzeldi, iblisin aklını başından almasına şaşırmadı. İblis başını Ares’e çevirip kısa bir bakış attı. Ares ona izin verircesine kenara çekildi ve kollarını göğsünde kavuşturup izlemeye başladı.

Maskesini çıkaran iblis elini kadının yüzünün önünde bir kez salladı ve bir adım geriledi. Kadın gözlerini araladı, ilk başta şaşırdı, sonra iblise bakınca irkildi. Dünya’nın anlamadığı bir dilde konuşmaya başladı. Gerginleşen konuşmadan anladığı kadarıyla iblis kadından beklediği kabulü alamamıştı. Artemis yeniden kılıcına sarılırken mırıldandı.

“Romeo ret edildi.”

Kadın korkuyla gerileyince iblis öfkeyle üzerine yürüdü. Ares hemen hareketlenip kadını çekti ve onlara doğru ittirdi.

“Gidin buradan!”

İblis gözleri simsiyah halde Ares’e bağırdı. “Beni tuzağa düşürdün efendi! Kabul etmeyeceğini biliyordun!”

“Bilmiyordum.” Dedi Ares zayıf bir sesle ve belindeki hançeri çekti. “İnsan aşkına güvenmek senin aptallığındı, aynen benim gibi cezanı çekeceksin!”

İblis titreyen bakışlarını Artemis’e sığınmış kadına çevirdi, bir anlığına vedalaşır gibi. Dünya hayal kırıklığına uğramış iblise bakarken içi acıdı. Ares’in son sözleri de yarasına bir kova tuzu boca etmişçesine canını acıtmıştı. Maskesini yüzüne geçiren iblis başını Ares’e döndürdü ve histerik bir kahkaha bıraktı.

“Yüce Ares! Bakalım hangimiz daha önce ölümü kucaklayacak!”

İblis hırıltılı bir çığlıkla büyüsünü dillendirdi ve aniden yanında onun tıpkısı bir iblis daha belirdi. Ellerindeki uzun kılıçlarla Ares’e saldırınca Artemis beklemeden fırladı. Müthiş bir dövüş alanı sallarken Dünya gerilemişti, kadın bu kez de ona sığınmıştı ama Dünya Artemis kadar anlayışlı değildi. Kadını kendinden uzaklaştırdı ve taş sütunlardan birine dayadı.

“Sesini çıkarmadan burada bekle, sakın kaçmaya kalkma. İnan peşinden gelmem ve ölmene aldırmam.”

Kadın ne dediğini anlamasa da sesinden durumu çözmüş olacak korkuyla sütuna dayandı ve yere çöktü. Ares yetersiz silahına rağmen iblis ile baş ediyor hatta arada Artemis’e yardım ediyordu. İblisler yaralanmasına rağmen hala iyi savaşıyorlardı. Ares’in karnına bir tekme atınca, Ares sütuna çarparak acıyla kasıldı. Yarasına gelmişti. Dünya darbeyi kendi almışçasına nefesi kesildi. Artemis genç adama seslendi, Ares iyi olduğunu bildirmek için hemen doğruldu ve ona atılan iblisin atağını kesti. İblis kendine gelen darbeden korunmak adına başını geriye savurmuştu ki Dünya’nın dikkatini bir şey çekti. Başına geçirdiği başlık daha kısalmıştı. İki iblisin taktığı karga tüylerinden oluşmuş başlık ilkinden daha kısaydı. Sanki güçlerini paylaştırınca… O andan Dünya zihninde beliren bir düşünceyle heyecanlandı ve bağırdı.

“Başlığını çıkar!”

Artemis duymadı ama Ares anlamıştı. Kendi iblisinden şık ve çevik bir hareketle kaçındı, ardından havada kısa bir takla atıp Artemis’in iblisinin arkasına geçti. İblisler engel olmak adına ilgilerini Ares’e çevirdiler ama Ares hızlıydı. Elini iblisin tüylerden oluşan başlığına attı ve çekti. Başlık iblisin başından ayrılırken bedeni buharlaştı ve yeniden tek iblise dönüştü. Ares hiç soluk almadan iblise döndü ve tekme ve yumrukla iblisi yere yıktı. Gücü felç olan iblis darbelere karşı koyamadı. Ares elindeki hançeri iblise doğrulttu ama durdurulduğu için saplamadı.

“Dur! Ares!”

Ares nefes nefese durakladı ve ona doğru koşan Dünya’ya baktı. Artemis de kılıcı iblise çevirmişti, o da Dünya’nın ne yaptığını merak eden bir ifadeyle soluklanmaya çalışıyordu. Dünya yanlarına gelip çabucak sordu.

“Onun hafızasını da silebiliyor musun?”

“Ne?”

“İblislerin de hafızasını silebilir misin?” dedi sakinleşmeye odaklanarak.

“Herkesin hafızasını silebilirim de…” durdu ve başını salladı. “Hayır, bunu yapmayacağım.”

“O bir iblis!” dedi Artemis, Dünya’nın fikrini ret ederek. “Onu salamayız!”

“İblislerin duyguları varsa yaşama şansları da olmalı.” Dedi Dünya adamla göz göze gelmek için yere oturdu. “Bir çare yok mu?”

Ares iyice öfkelenmişti, iblisin kalbine nişan alan hançeri tutan eli titremeye başlamıştı. “Duyguları ne çok önemser oldun!”

Laf sokmasına aldırmadan konuştu. “Dene, lütfen.”

Ares yanağını çiğnedi ve yerde yatan teslim olmuş iblise baktı. “Kurtuluş diyetini kabul ediyor musun?”

İblis hırıltılı bir sesle cevap verdi. “Emrin olur efendi Ares.” Dedi ve yavaşça elini uzatıp yüzündeki maskeyi çıkardı ve Ares’e uzattı. Ares maskeyi aldığında iblis canı yanmış gibi kasıldı. Güçlükle konuştu. “Artık ölümlü bir iblisim ve senin gözetimin altındayım. Aldığım nefesten haberin olacak efendi. Canım senindir.”

İsteksizce doğrulan Ares, Artemis’in itirazlarına aldırmadan iblisin kadına dair anılarını sildi, ardından kadının da hafızasını sildi. İblisi baygın halde bırakıp düğün evine geri döndüler. Ares onunla konuşmadı ve o geride kalırken diğerlerine eve dönmelerini söyledi. Dünya iblisin öldürülmesini neden engellediğini kendi de bilmiyordu ama içinden bir ses iblisin af edilmesini fısıldamıştı. Odasına döndüğünde sabah olmak üzereydi, uykusu olmadığı halde uykuyu bahane ederek Adonis ve diğerlerinin ilgisinden kaçmak istedi. Ares hala dönmemişti, gerçi dönmüşse de o görmemişti çünkü adamın Afrodit’in kollarına sığınacağını tahmin ediyordu. 

BÖLÜM 35 : SÜRPRİZ

Sabahın geç saatlerinde odasından dışarı çıktı. Apollon ile görüşmek istedi ama adamın evde olmadığını öğrenince canı sıkıldı. Görevinin bitip bitmediğini bilmiyordu ve kimse ona açıklama yapmıyordu. Sohbet konuları basılan düğün hakkındaydı ve herkes Ares’in iblisi af ettiğine inanamıyordu. Dünya’nın isteği olsa da adamın iblisi salması onun tabiatına aykırı idi. Dünya isteğinin gerekçesini açıklayamıyordu çünkü kendisi de anlamamıştı. Sadece iblisin aşka yakın hislerinin samimiyetine inanmıştı. Gerçi maskesini teslim eden iblislerin güçlerinin zayıfladığını ve ömürlerinin oldukça kısaldığını bilmiyordu. İblisin bunu kabullenmesi de aşkının yol açtığı acıyı dindirmek için ne kadar çaresiz olduğuna işaretti. Ölümsüzlerin aşklarına ölümlülerden daha çok sahip çıkmaları onu şaşırtmıştı. Onun sessizliğini fark eden Eros yaklaştı ve kulağına fısıldadı.

“Maskesini geri verdi.” dediğinde Dünya şaşkınlıkla Eros’a baktı. Eros sırıtarak ekledi. “Anıları silinmesine rağmen iblis hala Ares’e sadık, zaten bu iblisin arzuladığı bir bağlılıktı. Bu aramızda kalsın, tamam mı?”

Dünya gülümsedi ve başını salladı. Nedense içi rahatlamıştı, doğası gereği kötülük yayan bir yaratığın bu denli kutsal bir duyguyu hissetmesi umut vericiydi. Bir şeylerin değişebileceği konusunda işaret veriyordu. Gittikçe kalabalıklaşan oda onu boğmaya başlamıştı. Adonis de onun gibi huzursuzdu. Ölümsüzlerin her biri kapıda belirdikçe ikisi de sıkıntılı bir beklentiye girmişlerdi. Dünya sonunda dayanamadı yorgun olduğunu söyleyip Ares ve Afrodit ile yüzleşmekten kaçınmak için salondan ayrıldı. Adonis de onunla çıktı ve yemek için hazırlanmasını söyleyerek onu odasına bıraktı. Yemek umurunda değildi, sadece Apollon ile konuşmak istiyordu.

Banyodan henüz çıkmıştı ki kapısının sabırsızca çalındığını duydu. Üstünde bornoz saçlarından sular damlarken kapıyı açtı ve bıkkınca Artemis’in yüzüne baktı.

“Yine ne var?” dedi bir peri kızı güzelliğindeki kadına. Baştan ayağa kadını süzerek ekledi. “Bu kadar şık olduğunda senden korkuyorum."

Artemis şımarık bir tavırla omzunu silkti.

"Korkma bebek. Bu kez göreve gitmiyoruz." dedi ve ona ışıltılı bir gülümseme gönderdi. "Hadi, sen de hazırlan, eğlence başladı bile."

"Ben gelmek istemiyorum." diye sızlandı.

Artemis kaşlarını çattı. "Yeter ama sürekli bizden kaçman gerekmiyor Dünya. Biraz silkin ve kendine gel." dedi ve ona eğilerek fısıldadı. "Ayrıca giysi konusunda hiç endişelenme, ben sana yardımcı olurum."

"Beni gerçekten korkutuyorsun." dedi. Yüzünü buruşturdu. Ardından aklına gelen şeyi hemen kelimelere döktü. "Bana bir saat verebilirsin."

"Bir saat mi?" dedi Artemis ve onu süzdü. "Bir saatte ne yapmayı düşünüyorsun, sanki kıyafet seçeneğin çokmuş gibi."

Onu yanlış anlamıştı. Başını salladı. "Hayır, ben kola takılan saatten bahsediyorum." dedi. "Zamanı bilmem gerek."

Artemis gülerek elini alnına vurdu. "Ne aptalım, ben de bir saat içinde kendine bir şeyler ayarlayacağını sanmıştım. Neyse, sen saat olan saati ne yapacaksın ki?"

"Gece yarısı olduğunda Apollon'u görmeye gitmem gerek ama saatim yok."

Artemis kollarını kavuşturdu. "O zaman sana bir teklifim var. Seninle içecek servisine gideceğiz, benim onayladığım bir giysiyle. Sonra ben gece yarısı seni, Apollon'un odasına kendim götüreceğim."

Kadına baktı, inatlaşmaya kararlı bir tavırla başını dikleştirince omuzları düştü. "Tamam, sen kazandın."

"Her zamanki gibi." dedi Artemis. “Mükemmel miyim neyim?”

Dünya ona neşeyle sırıtan kadına gözlerini devirdi.

"Ben saçlarımı düzeltirken odamda mı beklersin yoksa kendi odanda mı?"

Artemis onaylamaz bir tavırla parmağını salladı.

"Odana çağırdığın kişilere dikkat et, Dünya." dedi ciddiyetle. "Adonis'i odana davet ettiğini duydum. Doğruyu söylemek gerekirse; bu, şu durumda biraz sakıncalı…"

Şaşkınca, "Neden?" diye sordu.

Artemis dudağını yalayıp kısık sesle konuştu.

"Bak, aranızda ne olduğunu anlamıyorum ama diğer üç gelişinde Adonis'i odana davet etmediğini biliyorum. Ares'in de senin odandan çıktığını çok gördüm. Bu, mutfaktaki konuşmamıza kadar çok anlamsız gelmişti ama Ares için olan hislerini öğrenince mantıklı geldi. Düşün, Adonis'i odana almak istemediğine göre bildiğin bir şey var demektir."

"Bildiğim şeyi söyleyeyim, bundan sonra benim için Ares yok."

“Ares’i sevdiğini sanıyordum.”

Yalan söyleyecekken dudaklarından doğru çıktı. “Hala onu seviyorum ama bizim geleceğimiz yok. Yasakları boş versek bile onun şıpsevdiliğine katlanamam.”

“Şıpsevdilik mi o da ne?”

Uzatmak istemedi. “Onun bir insanı sevip sadık kalacağını sanmıyorum Artemis ve konuyu kapatalım. Adonis’in benim kalp sağlığım için daha uygun olduğuna karar verdim.”

Artemis bir şey söylemeye davrandı ama vazgeçip başını salladı.

"Hadi, sen saçını topla ve odama gel. Ben de sana yakışacak bir iki kıyafet ayarlayayım." Dedi ve koridor boyunca yürüyüp gitti.

Saçlarını havluyla iyice kuruladı ve üzerine yeni bir tişörtle pantolon geçirdi. Odadan çıktığında hızlı adımlarla Artemis'in odasına yollandı. Karanlıkta kalma korkusu yüzünden koridorda rahat yürüyemez olmuştu. Saatten önce, bir el feneri istese iyi olacaktı. Artemis'in odasının önünde soluklandı, kocaman malikânede sağa sola koşturmak yorucuydu. Kapısına vurmak için elini kapıya değdirince kapı kendiliğinden açıldı.

Artemis büyük bir aynanın önünde saçını düzeltiyordu, aynadan ona baktı.

"Tam zamanında!" diye sırıttı. "Ben de vazgeçtiğini düşünmeye başlamıştım."

Odasının bahçeye bakan duvarı tamamen camdı. Duvarlarında ilginç süslemeler vardı ve bu süslemeler simlenmiş gibi pırıldıyordu. Yuvarlak yatağı büyük odasının köşesinde, cam duvarın yanındaydı ve gökyüzünü seyredecek şekilde ayarlanmıştı. Ana odasına açılan iki kapı dışında kapısı olmayan bir oda daha vardı. Boydan boya dolaplarla sıralanmış odanın karşı duvarı ise türlü silahlarla kaplıydı. En çok yay türünde olan silahlar, özenle duvara monteli yerlerine asılmıştı. Dikkatini Artemis'e çevirdi.

"Bu kadar silahı olan birine 'hayır' demek yürek ister." dedi diğer odayı işaret ederek.

Artemis kayıtsızca konuştu "Ah, bunlar mı? Sen asıl, özel silah odamı görsen... Hoş, daha önce görmüştün ama hatırlamıyorsun. Neyse! Sana iki tane kıyafet seçtim, ölçülerimiz hemen hemen aynı olduğundan beden sorunu olmayacak."

Giysi odasına gidip iki kıyafet getirdi ve askıya astı. "Hadi, dene!"

İlki, açık gri bir elbiseydi. Göğüs hizasından hafifçe genişleyen yumuşacık kumaşın üstüne parlak yıldızlar işlenmişti. Elbisenin arkası, önünden uzundu. Yıldızlar, o kadar ince işçilikle işlenmişti ki kımıldadıkça gerçekmiş gibi göz kırpıyorlardı. Elbisenin üstü, incelerek iki askıya dönüşüyor, çapraz olarak düz sırt kısmına bağlanıyordu. Muhteşem bir elbiseydi, çok zarif ve çok pahalıydı. Kendini elbisenin içinde düşündü ve Artemis'e yalvarırcasına baktı.

Artemis tek kaşını kaldırıp ısrarlı bir bakış atınca odaya girip üzerini değiştirdi. Elbise sanki onun için yapılmıştı, hiç potluk yaratmadan üstüne oturdu. Boy aynasının önüne gidince gözlerine inanamadı, kendini tanıyamamıştı. Artemis'in gösterdiği zarif ayakkabıları da giyince, külkedisi misali, kendisini prensese dönüşmüş gibi hissetti. Yarattığı eserinden memnun bir yüzle Dünya'nın arkasına geçen Artemis, saçlarını gevşek örgülerle yarım topladı ve yıldızlı bir tarağı saçlarının arasına yerleştirdi.

"Çok güzel oldun!" diye neşeyle gülümsedi ve sırtına sarıldı. "Bunu seçeceğini biliyordum." Kadın ondan ayrılırken düşünceli bir tonda mırıldandı. "Umarım, bunun için bana kızmaz."

"Kim?" dedi, gözlerini aynadaki aksinden alarak.

"Tüm gece burada konuşacak mıyız?" dedi Artemis sorusunu duymazdan gelerek. "Bu kız eğlenmek istiyor."

Kapı çalındı.

"Hazır mısın, Artemis?" Ardındaki Eros'un sesiydi.

İçecek servisi için toplanıp mı gideceklerdi? Bunca şamatanın anlamı neydi? Acaba görevi bitmişti ve son gecesinin iyi geçmesini mi istiyorlardı? Aklındakini soramadan Artemis altın sarısı kıyafetinin içinde kapıya doğru seğirtti. Kapıyı açıp ardında bekleyen adama sırttı.

"Asıl sen bu güzelliğe hazır mısın?" dedi ve Dünya'yı görebilmesi için çekildi.

Eros şaşkınlıkla ona baktı:

"Vay!" diyebildi sadece, bakmaya devam ederken bir kez daha tekrarladı. “Vay!”

Dünya yüzünün alev aldığını hissetti ve gerildi. "Bence bu kıyafet bana göre değil. Fazla zarif bir elbise…"

"Sakın, değiştirmeyi düşünme!" dedi Eros, parmağını ona sallayarak. "Bu güzelliği saklamak günah olur."

"O zaman, beni daha fazla utandırma." dedi. Artemis'in yanına yürüdü.

İçecek servisinin yapıldığı salonun katına geldiklerinde es geçip aşağıya inmeye devam etmelerine şaşırdı. "Neler oluyor?" diye söylendi.

Eros şık gömleğinin kollarını katladı. "Adonis, aşağıda bekliyor." diye saçma bir cevap verdi.

Gerçekten de neler oluyordu? İkinci katın başında durdu.

"Ben hiçbir yere gitmiyorum. Nereye gittiğimizi söylemezseniz bir adım dahi atmayacağım."

Artemis bıkkınca ofladı. "Sana da hiç sürpriz yapılmıyor."

"Denemekten vazgeçin o halde."

Dünya bu sözlerin sahibine döndü. Adonis merdivenlerin başındaydı ve kanatlarını açmaya hazırlanan bir melek kadar güzeldi. Kusursuz melek, ona doğru yürüdü.

"Bu iki suç ortağı, sürpriz bir parti düzenlemiş, diğerleri çoktan gitti." Karşısında durup onu süzdü. "İlk başta öneriye karşı çıktığım için pişman oldum."

Eğilerek yanağından öpen adamın gözleri ışıldıyordu. Doğrulmadan onun gözlerine baktı ve dudaklarına doğru yaklaşan Adonis "Nefesimi kesiyorsun." diye fısıldadığında Dünya yeniden kızardığını hissetti. Öpmek yerine onu rahatlatarak doğrulan Adonis sonrasında kesik bir nefes aldı.

Dik durmaya çalışarak teşekkür etti. Diğer iki ölümsüze göz attı. İkisinin yüzüne takılmış bir maske gibi duran gülümseme karşısında onlara uymaya karar verdi. Adonis'in uzattığı eli tuttu ve dışarı çıkmak için merdivenleri isteksizce inmeye hazırlandı. Dışarıya çıkıyordu. Birkaç gün önce, buradan ayrılmak için can atıyordu ama şimdi geride kalan biri yüzünden adımlarını zoraki atıyordu. Bahçede bekleyen lüks arabaya bindi, arabayı kullanan Adonis'in yanına oturmuştu. Artemis ve Eros'un neşesine rağmen evden ayrılırken içi sıkıntıyla doldu. Araba kısa bir manevrayla dış kapıya doğru döndü.     

BÖLÜM 36 : ARES'İN KARARI

Gittikleri kulüp, sezonun son günleri olmasına rağmen oldukça kalabalıktı. Ölümsüzler, insanların arasında, gökyüzündeki yıldızlar kadar farklıydılar. Onun gibi insanlar, güzel kıyafetlerine ve özenli bakımlarına rağmen herhangi bir ölümsüzün yanında maytabı sönmüş pasta gibi duruyorlardı. Bu duruş farkını anlayan insanların bakışları altında, ayaklı masaların yanından geçtiler. Balkonlu bölümde koltuklu bir loca ayırtmışlardı. Athena bile her zamanki soğuk görüntüsünün aksine Dünya'dan daha çok eğleniyordu. Apollon ve Dionysos, dansçı muselerden oldukları belli olan iki kadınla gelmişlerdi. Hades, elinde bir kadeh içkiyle etrafı izliyordu. Afrodit görünürde yoktu, kadının geldiğinden beri pistten inmediğini söylediler. Onlar da gelince grup tamamlanmıştı, üst kattaki locaya yerleştiler.

Sürekli çalan hareketli müzik, çoğul sohbeti engellediğinden genelde ikişerli veya üçerli konuşabiliyorlardı. Sonunda, dans için piste gitmeyen Hades ve Adonis'le baş başa kaldı. Hades, onlarla konuşmak yerine içkisini yudumlarken etrafa bakınıyordu. Adonis, Dünya'ya iyice yaklaştı.

"Benim bildiğim, kadınları elbiseler güzelleştirir." dedi, elini avcuna aldı. "İlk defa bir kadının elbiseyi güzelleştirdiğini görüyorum." dedi ve elini öptü.

"Bu iltifat benim için çok ince oldu." dedi Dünya ama gülümsemekten kendini alamadı. "Teşekkür ederim."

Adonis'in lacivert gözleri izin istercesine onun dudaklarına kaydığında kararsızca yutkundu ve meyve kokteyline uzandı. Adonis işareti almıştı, canı sıkılsa da fazla takılmadan ondan uzaklaşıp kadehine sarıldı. İçkilerini yudumlarken karşıda dans eden insanlara bakıyorlardı. Derken burnuna her duyduğunda aklını başından alan o koku geldi. Sanki Ares yanı başındaydı. Çaktırmadan derin bir nefes aldı. Gerçekten burada olabilir miydi? Kadehi masaya bırakma bahanesiyle kımıldanıp etrafına bakındı. Adonis'in Hades'e eğilip onun duyamayacağı bir sohbete başlamış olmasından yararlanıp taradı. Hayır, adam burada yoktu ama kokusu yanındaydı. Gözlerini kapatıp Ares'in çekici kokusuna yoğunlaştı, onu yanında hissetmenin verdiği zevkle kendinden geçti ve gülümsedi. Görünmez bir dudağın kulağına fısıldamasıyla o anda irkildi.

"Kalbindekinin ben olduğumu biliyordum."

Gözlerini aniden açıp yana baktı. Görünmez dudaklar onunkileri usulca kavrayınca kendini geri çekti, Ares'i hayal etmemişti. Adam şu anda yanındaydı ve Eros'un anlattığı gibi görünmez olmuştu. Az önce Adonis'in dokunuşundan kaçtığını gördüğüne emindi ve bu hareketi adama gerçeği göstermişti. Ares'in canını sıkmak ve kalbini kırmak için, neden kıpırdandığına bakan Adonis'in yanına kaydı.

"Sohbet etmenizi izlemekten sıkıldım." dedi Dünya ve elini Adonis'in ensesine attı. Parmaklarını ipek misali akan saçların arasına geçirerek adamı kendine çekti. Dünya'nın bu hareketi karşısında bir an şaşıran Adonis, hemen kendini toparladı ve ona karşılık verdi. Hades'in çatık kaşlarına ve hemen ardındaki sinirli, derin soluğa aldırmadan adama iyice sokuldu. Adonis kolunu onun beline attı ve diğer eliyle boynunu yavaşça okşayarak öpücüklerini derinleştirdi.

Soluksuz kalmıştı. Adam, onu öperken nefes alabilmesi için fırsat vermesine rağmen Ares'in gözü önünde Adonis'i öpüyor olmanın verdiği gerginlikle bu araları kaçırıyordu. Ares'in kokusunun ondan uzaklaştığını fark edince kalbi kasıldı ve Adonis'ten yavaşça ayrıldı. Yüzü alevler içinde kalmıştı ve dudakları sızlıyordu. Adonis hiç beklemediği bu anın sarhoşluğuyla hafifçe onun yanaklarını okşadı. Adamın gözlerinde gördüğü sevgiye bakarken içi sızladı. Bu oyunu sürdürmesi gerektiğinin bilinciyle adama gülümsedi.

"Kendimi tutamadım." dedi Adonis'e.

Adonis kolunu kullanarak Dünya'yı yeniden kendine çekti. "Tutma sevgilim." dedi şakağından öperek "Seni öyle çok seviyorum ki." diye mırıldandı.

Dünya başını Adonis'in omzuna koyarken adam ona daha sıkı sarıldı.

Ares'in yanından ayrılmasıyla içini bir boşluk kaplamıştı. Adonis'in onun varlığını hissetmediğinden emindi ama Hades anlamış gibi, onaylamaz bakışlarla Dünya'ya bakıyordu. Bir süre öylece oturdular. Dünya iyice gerilmişti ve bir an önce gecenin bitmesi için içinden dua ediyordu. Sonunda Hades, çattığı bacağını yere indirdi ve elindeki kadehi önlerindeki sehpaya bıraktı.

"Zeus ve Hera'nın da geleceğini sanıyordum." dedi Adonis'e. "Diğerleri nerede?"

"Evde birileri kalsın istediler, son saldırıdan sonra bayağı temkinliler." diye seslice cevap verdi. "Hermes de daha sonra uğramaya çalışacakmış."

Siyah gözleri parlayan Hades hınzır bir sırıtışla Dünya'ya bir göz attı ve Adonis'e döndü. "Peki, Ares?"

Dünya, Adonis'in tepkisine bakmak için başını çevirince adam rahatsızlığını saklamadan derin bir nefes aldı. Onun yerine, Hades'in anlamlı sorusunu Dünya cevapladı.

"Dışarı çıkacak kadar iyileştiğini sanmıyorum."

Hades sırıtmaya devam ederek geriye yaslandı ve içkisini yudumlamaya döndü. Bir süre konuşmaksızın içkilerine odaklandılar. Ares’in lafının geçmesi ikisini de huzursuz etmişti ve Dünya hala dudaklarına belli belirsiz dokunan adamın etkisindeydi. İçkisini bitiren Hades ayağa kalktı ve aşağıda dans edenleri seyretmek için balkonun kenarına gitti. Adonis adamın gidişini izleyerek dişlerinin arasından söylendi.

"Sırf can sıkmaya odaklanmış bu adam." dedi ve başını çevirip Dünya'nın kadehine baktı. "Ben daha sert bir içki alacağım. Seninkini de tazeleyeyim mi?"

Hâlâ yarısı dolu olan meyve kokteyline baktı.

"Gerek yok, teşekkür ederim."

Adonis gülümsedi ve onun yanağını okşadıktan sonra ilerideki bara gitmek için hareketlendi. Masada tek başına kalmıştı, ellerini birbirine kenetleyip Hades'in olduğu yöne baktı. Hades'in sırtı ona yarım dönüktü, yüzündeki ifade durumundan memnun olduğunu gösteriyordu. Ona yan gözle baktı ve parmağıyla yanına çağırdı. Adonis hâlâ barın oradaydı, o yüzden Hades'in yanına gitmekte sakınca görmedi.

Aşağıdaki pist tıklım tıklımdı. Dans edenlerin dışındakiler de kenarlara sıralanmışlardı ve gürültünün yanında alkolün de etkisiyle samimi sohbetlerine dalmışlardı. Gözüne ilk önce, altın sarısı kıyafetinin içinde kızıl saçları ve beyaz teniyle ışıldayan Artemis ilişti. Onun hemen yanında tuhaf dansıyla Dionysos vardı. Apollon, muselerin yanında öylesine sallanıyordu. Eros, biraz ötelerindeydi ve Athena ile dans ederken bir yandan da başka yöne doğru kaçamak bakışlar atıyordu. Baktığı yöne doğru çevirdi dikkatini, ışıklar yanıp sönerken ve renklenirken daha sakin bir yerde Afrodit'i gördü. Her zamanki gibi tüm pistteki en güzel ve çekici kadın olmayı başarmış, yanındaki kavalyesiyle muhteşem bir ikili olmuşlardı.

Balkonun tırabzanına elini kenetledi, parmaklarıyla demiri sıktı. Birkaç dakika önce nefesiyle onun başını döndüren Ares, şimdi de basit siyah tişörtü ve kotuyla bile, pahalı kıyafetinin içindeki Afrodit'in yanına yakışmayı başarıyordu. Kadının usta figürlerine, sallantıdan öteye gitmeyen bir dansla eşlik ediyordu. Afrodit söylenerek adamın elindeki kadehi almak için atıldığında Ares kadehini hızla çekti ve bir dikişte bitirdi. Sinirlenen Afrodit, boş kadehi adamın elinden alırken o sadece sırıtıyordu ama yüzündeki hüzün, sırıtışına rağmen belli oluyordu. Kadın, kadehi yanlarındaki yüksek masaya bırakırken bile adamdan elini çekmedi, ya düşeceğinden korkuyordu ya da adama dokunmaktan hoşlanıyordu. Ares sarhoşluğa yakın olduğundan yerinde sallandı ve sırtını bir sütuna dayayarak olduğu yerde sabitlendi. Saçlarını siyah ince bir bantla geriye toplamış olduğundan eğlenmediğini ele veren yüz ifadesi ortadaydı. Afrodit, adamın yüzünü okşayıp, sarılmak için ona yakınlaşırken Dünya geriledi ve Hades'e baktı.

"Ne yapmaya çalışıyorsun Hades? Onları bana göstererek ne kazanacaksın?"

Hades ciddi bir bakışla kollarını dayadığı tırabzandan doğruldu, uzun boyu daha da uzayarak, "Asıl sen ne yapmaya çalışıyorsun? İkinizin arasında olanları fark etmediğimi mi sanıyorsun?" dedi. Kalabalık barda, içkisinin hazırlanmasını bekleyen Adonis'i işaret etti. "Ares'i ikinizi bu şekilde görsün diye mi yeraltından kaçırdın? Biliyor musun, benim mekânımda bile burada olduğundan daha az acı çekiyordu.”

"Bana halinden memnun gibi geldi." dedi ikisine bakmamaya çalışarak. "Acı çekiyor gibi değil."

Hades kaşlarını çattı.

"Yanılıyorsun Dünya, Ares'i biraz olsun tanısaydın onun ne kadar büyük bir yük altında olduğunu hissederdin. Madem onu hiç düşünmüyordun, neden onu bana bırakmadın? Ben Ares’i koruyabilirdim."

Adama bağırmamak için kendini zor tuttu:

"Asteria'nın acımasız kollarına atarak mı?" dedi sinirden titreyen sesiyle. "Ne hale geldiğini görmüyor musun? Az daha ölecekti."

"Asteria ile başa çıkabilecek tek kişi, Ares'tir." diyerek ona eğildi. "Sen ne Ares'e ne bize ne de kendine iyilik yaptın. Adonis'ten gerçekten hoşlandığını bilsem yapacak olduğun kötülüğün sonuçlarına seve seve katlanırdım. Sen sadece Ares'in ruhunu karartıyorsun ve Adonis'e gereksiz bir umut veriyorsun."

"Hiç bir şeyden anladığın yok." dedi Dünya adamın kara gözlerine gözlerini dikti. "Ben, Ares'i, Adonis'in hışmından kurtarıyorum. Burada olduğum süre boyunca ona ilişmemesi için Adonis'i engellemem gerek."

Hades başını salladı.

"Sen kurtarıcı değilsin anahtar. Sen kıvılcımsın ve belki de tüm boyutları ateşe vereceksin. Ares'i zorlamaya devam edersen de olacak olan bu."

Başını çevirip omzunun üstünden onlara baktı. Eros ve Apollon adamın yanındaydılar, Afrodit görünürde yoktu. Ares'i bir şey konusunda ikna etmeye çalışıyorlardı ama adam onları dinlemiyordu bile. Yanlış bir şey yapmıyordu ama kimse onu anlamıyordu. Adonis'in Ares'e olan ölümcül nefretini görmemelerine imkân yoktu, hele ki önceki dostluklarını diğerleri daha iyi bilirken. Tırabzandan ayrılıp koltuğuna oturdu. İki adamı sakinleştirmeye çalışırken aslında onlara kötülük yaptığını hiç düşünmemişti. Bu şekilde Ares’i koruyamıyor muydu? Yakında zihni boşaltılmış olarak Olimpos’tan atılacak sıradan bir faniydi, ona fazla sorumluluk yüklüyorlardı. Kimi sevdiği diğerleri için niye önemliydi ki! Bir daha ne Ares’i ne de Adonis’i görecekti… Ağlamamak için kendini zor tutuyordu.

Adonis yanına oturduğunda irkildi.

"Ne oldu Dünya, rahatsız mı oldun?" dedi.

Kendisiyle bu denli ilgilenen bu adama haksızlık ettiğini biliyordu ama burada sınırlı bir süre kalabilecekti. Bu görev sona erene dek Adonis'i oyalamalı, Ares'ten uzak tutmalıydı.

"Hayır, sadece kalabalık biraz başımı döndürdü." dedi ve adama gülümsedi.

Adonis, adamın kendisi için sıradan ama evrenin geri kalanı için olağanüstü gülümsemelerinden biriyle ona yaklaştı. Parmaklarının tersiyle usulca onun kolunu okşadı.

"İstersen gidebiliriz aşkım, burası benim için de çok yorucu." diye fısıldayıp elini onun saçlarına yükseltti ve eğilip dudağının köşesine sıcak, yumuşak bir öpücük kondurdu.

Ona bu şekilde yaklaşan altın gözlü olsaydı... Ama hayır… Altın gözlü şu anda aşağıda Afrodit'in kollarındaydı.

"Dünya, bana lavaboya kadar eşlik eder misin?" diye yanlarında beliren Artemis ikisini ayırdı. "Makyaj ve saç kontrolü yapmalıyız."

Adonis anın etkisiyle neşelenmişti, gülümseyerek Artemis'e baktı.

"Senin kontrole ihtiyacın olabilir ama Dünya'nın yok."

Artemis gözlerini bıkkın bir edayla devirerek, "Yapma, on dakika ondan uzak dursan çatlamazsın ya bebek." dedi ve elini Dünya'ya uzattı. "Hadi, gelsene. Beni yalnız bırakma."

Kadının elini tuttu ve ayağa kalkarak Adonis'e döndü.

"Ben Artemis'in gazını alıp hemen geliyorum."

Adam gülümsedi, "Özlemeye başladım bile." Dedi ve ona göz kırptı.

Merdivenlere kadar Artemis neşeliydi ama merdivenlerden inerken ciddileşti ve kaşları çatıldı. İfadesindeki ani değişim onu şaşırtmıştı. Kalabalığın içinden hızla geçiyordu. Lavaboların önünden geçip yolu biraz daha ilerleyince kadının kolundan tuttu.

"Artemis, lavabo burada!"

Artemis nihayet durdu ama onu sabırsızca çekiştirmek için.

"Lavaboya gitmiyoruz canım, hadi."

"Neler oluyor?" dedi kadının ardı sıra sürüklenirken.

"Ares Olimpos'tan ayrılacak." dedi. Durup yüzüne baktı. "Tamamen."

"Ne?"

"Duydun işte, bizi bırakıyor." dedi kadın. Üzgündü ama paniği daha baskındı. "Onu ikna edemiyoruz, bizi dinlemiyor."

"Benim ne yapmamı bekliyorsun?" dedi. Ares'in, onun Adonis'i en son öptüğü andaki öfkeli soluğunu düşününce sıkıntıyla ekledi. "Onun beni dinleyeceğini sanmıyorum."

"Dünya, lütfen! Bu şekilde davranırsa, Zeus onu yeniden cezalandırır." dedi Artemis çaresizce. "Hiç değilse Ares ayılıp normal düşünene kadar bize yardım et, sen onu sakinleştirmenin yolunu her zaman bulursun. Tartaros'ta bile onu ikna etmeyi başardın. Bir kez daha dene."

Dünya, localarının olduğu balkona kararsızca bir bakış attı. Onları izleyen safir gözleri göremeyince Artemis'e döndü.

"Tamam, başaramayacağımı biliyorum ama deneyeceğim."

Artemis gülümsedi ve arka kapıya doğru hızlandı. "Ben başaracağına eminim."

Topuklu ayakkabılarının izin verdiği hızla otoparkın uzak köşesine koşarken kulağına tartışma sesleri gelmeye başlamıştı.

Apollon, "Doğru düşünemiyorsun, Ares." diye söylendi.

Athena onun ardından devam etti. "Eve dönelim, salim kafayla konuşalım."

"Ben de bunu yapacağım zaten." diye homurdanan Ares'i gördüğünde aralarında yirmi metre anca kalmıştı.

Eros atıldı. "Zeus ile değil, bizimle tartış. Konuyu ve seni sinirlendiren sorunu birlikte konuşalım."

Ares arabasıyla arasında duran Eros'a bakarken ayakta durmakta zorlanıyordu. "Sizinle konuşacak bir şeyim yok." diye acımasızca konuştu.

Athena öfkelenmişti onu omzundan tuttu ve kendine getirmek istercesine sarstı. "Ares, bu bir intihar!" dedi yüzüne doğru. "Dengeleri değiştirirsen herkes zarar görür."

"Bundan bana ne, Hena." dedi. Kadından uzaklaşırken söylendi. "Başınızın çaresine bakarsınız. Hepinizden bıktım.”

Apollon, sendeleyen adama yardım etmek için davranınca Ares onu itti ve Dünya'yı o sırada fark etti. Yüzünde alaycı bir bakışla doğruldu. “Kimler teşrif etmiş. İşte, gidiyorum. Sevgilinle zaferinizi kutlayabilirsin." dedi. "Belki de çoktan kutlamaya başladınız. Değil mi?"

Artemis araya girip Apollon ve Athena'ya baktı. "Hena, Apollon ile sen, Adonis'in yanına gidebilir misiniz? Onu ve Afrodit'i oyalayın ki buraya gelmesinler."

Ares güldü. "Bence Adonis'i de çağırın, bu zevkten mahrum kalmasın."

Apollon, Artemis'e yanaştı. "Başa çıkabilecek misin?" diye fısıldadı.

Artemis başını sallayarak kardeşini onaylarken Dünya bakışlarını Ares'ten alamıyordu. Ares'in öfkesi, içkiyle karışmış, kelimelerini ve gözlerini ateşe vermişti. Apollon ve Athena hızlı adımlarla yanlarından ayrılırken Ares iyice sıkılmış bir ifadeyle Eros’a doğru döndü.

"Eros, arabanın yanından çekil." dedi. "Sana zarar vermek istemiyorum."

Eros başını sağa sola salladı. "Olmaz."

Dünya adımlayarak Ares'e doğru yavaşça yaklaştı. Adam bir yandan yan gözle ona bakarken diğer yandan da öfkeden titrememek için yumruklarını sıkıyordu. Karşısında durana kadar, Ares dudakları sıkılı ve gözlerini bir an için bile ayırmadan Dünya'ya baktı. Dünya’nın ruhu alev alev yanıyordu ama sakin bir sesle konuştu.

"Olimpos'a geldiğimden beri canımı çok yakıyorsun Ares." dedi usulca. "Seninle uğraşıp durmak zorunda mıyım ben?"

Ne demek istediğini anlayamayan Ares kaşlarını çattı, Dünya, adamın konuşmasına fırsat vermeksizin devam etti.

"Tüm bu öfkenin nedeni ne? Ayrılmak nereden çıktı? Senin için üzülen dostların hiç mi umurunda değil? Sen, bencil ve kendini beğenmiş birisin."

Ares gözlerini kırpıştırdı ve iki adım geriledi.

"Ben dayanamıyorum." dedi. "Kötü bir şeyler yapmaktan korkuyorum."

"Çözüm kaçmakta mı?" dedi ardındaki arabaya yaslanmış adama yaklaşırken. “Sorunlarından kaçarak mı kurtulacaksın? Bu seni rahatlatacak mı?”

Eros ve Artemis onlardan biraz öteye gitmişlerdi. Baş başa konuşabilecekleri kadar uzağa ve onlara müdahale edebilecekleri kadar yakına. Dünya, Ares'e nefesindeki alkol kokusunu duyacak kadar ona yaklaşmıştı. Kalbi çok hızlı atıyordu. Ares'e dokunmaksızın gözlerinin içine baktı:

"Korktuğun şey ne Ares? Cehennemden ve iblislerin baskısından kurtuldun, neden kaçıyorsun?"

Ares dudaklarını yaladı.

"Korkmuyorum." dedi ve başını yana çevirdi. "Az önce yanına geldiğimi fark etmene rağmen yaptığın şeyi tekrar görmeye dayanamam."

Dünya "Benim dayanmamı neden bekliyorsun o halde?" dediğinde adam ona baktı, konuşmaya devam etti. "Olimpos'tan kaçmayı denememin sebebi, seni Afrodit ile birlikte bahçede görmemdi. O kadını öpmeni ve Asteria'ya ilgi göstermeni defalarca seyretmek benim için ne kadar zordu düşünemedin mi? Ben kaçamadıysam sen de bir yere gitmiyorsun. Bu 'anahtar' lık sona erene kadar bana katlanmak zorundasın, bunu bana borçlusun."

Ares suratını astı. "Aynı şey değil." diye homurdandı ve gönülsüzce devam etti. "Ben Afrodit'e, elindeki ölümsüzlük meyvesini alabilmek için yaklaştım ama artık ona ihtiyacım yok. Senin gibi ölümlü olduğumdan beri 'Ambrosia' önemini kaybetti. Asteria’yı kandırmamın sebebi de Olimpos'taki haini öğrenmek içindi. İblisleri eve salanın o olduğunu düşünmüştüm fakat kadın onlara hükmedemiyormuş."

Adamı şaşkınlıkla dinlerken hainin kimliği konusunda düşünmeye başladı. Deimos denen iblisi, evin içinde bir hayalet gibi dolaşırken görmüştü. Bunu kimseye anlatmamıştı. Neden daha önce düşünememişti ki? Belki iblisleri eve almanın bir yolunu bulmuştu.

O düşünürken Ares yaslandığı arabayla onun arasından sıyrıldı.

"Benim hedefim seni ölümsüz yapabilmenin yolunu bulmak ve iblisleri Asteria'nın yardımıyla hapsoldukları boyutta tutabilmekti. Beni dinleseydin sana anlatacaktım ama aklın Adonis'te olunca kulakların sözlerime tıkanıyor."

Dünya, asıl meselenin başka olduğunu itiraf etmenin tam zamanıydı ama ağzını açamadan Hermes yanlarında belirdi.

"Ares." dedi bıkkın bir şekilde gerinerek. "Kâhin seni görmek istiyor." Koşarak yanlarına gelen Artemis ve Eros'a bakan Hermes şaşırdı. "Eğlence sokağa mı taştı yoksa?" dedi. "Hepinizin burada ne işi var?"

"Uzun hikâye!" dedi, Artemis. "Kâhin, Ares'i neden görmek istiyor?"

Hermes, sevimli bir sırıtmayla cevap verdi. "Bekle, sorup geleyim." diye dalga geçti. "Ben nerden bileyim yahu! Benim görevim haber iletmek, bilgi vermek değil."

Tekrar ortadan kaybolunca Artemis homurdandı. "Ukala şey."

Eros atıldı.

"Seni neden görmek istediğini biliyor musun?"

Ares adama yorgun bir yüz ifadesiyle döndü. "Sanırım yarım saate kadar öğrenmiş olurum." dedi ve arabasına doğru yürüdü. “Sonra görüşürüz.”

Artemis ve Eros aynı anda itiraz etti:

"Alkollüsün." dedi Artemis. Eros, "Ben kullanayım." Diye devam etti.

Ares omzunun üstünden onlara bir bakış attı. "Daha önce de alkollü araba kullandım hem kendimdeyim, merak etmeyin."

"O zamanlar ölümlü değildin." dedi Eros. Kolunu tutarak, "İzin ver, ben kullanayım." Dedi yalvaran bir bakışla.

Ares, adamın eline hafifçe vurdu.

"Benim arabamı benden başkası kullanamaz, hiç şansın yok." dedi ama alkolün verdiği bir dengesizlikle sallandı.

Dünya bir Ares'e bir de yanda duran arabaya göz attı. Bu, pırıl pırıl bir 'Mustang'dı. Siyah renkteki araba fabrikadan ilk çıktığı günkü kadar temiz ve göz alıcıydı. Düşünmeden arabaya yürüdü ve sürücü koltuğuna oturdu. Diğerleri şaşkın bakışlarla ona bakarken kapıyı kapattı. Beklediğini belirtmek için Ares'e baktı.

Adamın kızacağını düşündü ama anlaşılan onun sorgusuz darbesine şaşırmıştı ve kızmak henüz aklına gelmemişti. Eros kekeleyerek sordu.

"Sen araba kullanmasını biliyor musun?"

Arabanın bilgisayara benzeyen konsoluna bir göz attı ve Eros'a döndü. "Hatırlamıyorum."

Gerginliği anında çözülen Ares kendini tutamadan güldü. "Evet, araba kullanmayı biliyor." dedi. Artemis'e dönerek, "Bu arada siz de sevgilisine söyleyecek bir yalan düşünmeye başlayın." dedi. Arabanın yan tarafına geçip arabaya bindi.

Artemis gözlerini devirdi.

"Siz delisiniz."

Eros, kadının kolundan çekiştirdi. "Hadi, gel. Adonis'in içkisine, ona fark ettirmeden uyku ilacı katabilir miyiz bir bakalım."

BÖLÜM 37  : TEHDİT

İkisi otoparkta kaybolurken yanında oturan Ares'e baktı. Adam başını deri koltuğa yaslamış, rahat bir yüzle onu izliyordu. Hâlâ gülümseyen dudaklarına baktı ve altın gözlerine. Onun yanındayken neden her şey büyülüymüş gibi geliyordu ki? Yüzü heyecandan ısınmaya başlamıştı, yutkunup başını çevirdi.

"Bunu nasıl çalıştıracağım?"

Ares ona anlattı ve koltuğa geri yayıldı. Onun çekici bakışları altında heyecandan kasılmış bir halde otoparktan çıkmayı başardı. Olimpos'a giden yolu bilmiyordu. Yola çıkmadan durakladı ve adama kararsızca baktı.

"Sağa dön papatyam." dedi Ares tatlı bir sesle.

Arabanın içini dolduran kokusunu içine çekmek ve yanında olduğunu bilmek tarif edilmez bir duyguydu. Bir süre dümdüz gittiler, neyse ki trafik çok seyrekti. Ares'in arada konuşarak müdahale etmesi haricinde gayet iyi idare ediyordu. Yoldan ayrılan bir dönemeçten sonra Ares doğruldu.

"Elbiseyi üzerinde ilk defa görüyorum." dedi uyuşuk bir sesle. "Yakışacağını düşünmüştüm ama bu kadarını beklemiyordum."

"Bu Artemis'in elbiselerinden biri." dedi adama bir bakış atarak. "Benim değil."

Ares güldü. "Ah, şimdi anladım. Kurnaz çilli sana öyle mi söyledi? Yalancılığına diyecek yok. Elbisenin onda ne işi var bilmiyorum ama…" Ellerini karnında kenetledi ve ekledi. "Bu elbise sana ait, geçen doğum gününde ben almıştım."

Direksiyonun hâkimiyetini bir an için kaybetti, araba dengesizce sallanınca frene asıldı.

"Ne?'"

Ares başını yana çevirdi. "Arabama böyle davranırsan, bagajda bile oturmana izin vermem."

"Bu elbiseyi bana sen mi aldın?" dedi lafını duymazdan gelerek. "Ben bu elbiseyi onun kıyafetlerinden seçtim."

Durdu, ona sadece iki kıyafet gösterdiği aklına geldi. Elbiseyi verirken de kadının özellikle gözlerinin içine baktığını hatırladı. Sanki bunu seç der gibi zaten Dünya'nın ilk seçimi bu elbise olmuştu ve üzerine tam oturmuştu. Oysaki Artemis ile fizikleri pek benzemiyordu. Diğer elbiseyi göstermemişti bile. Ares doğru söylüyor olmalıydı. Bu elbise Ares’in ona hediyesiydi ve hediyesini üzerinde görmek genç adamı umutlandırmıştı. Artemis’in ısrarlı sözleri aklına geldi, aklınca asıl sevdiğinin Ares olduğunu adama duyuruyordu.

Ares gülümsedi.

"Biliyor musun, sen kendi kendini ikna ederken yüzünü seyretmeye bayılıyorum. Bana hiç gerek kalmıyor."

Nefes alıp arabayı çalıştırdı ve yavaşça ilerlemeye devam etti. "Benim doğum günümü biliyor musun?" dedi ve kalp atışları biraz olsun düzene girdikten sonra ardından adama kısaca göz attı.

Adam başını salladı. "Biliyorum." dedi ve doğruldu. "Bugün senin doğum günün, o parti sana sürpriz yapmak için düzenlendi."

Malikâne görünmüştü ki frene yeniden bastı, bu seferki daha sert olmuştu. Ares ve onu ileriye doğru atacak kadar sert. Emniyet kemeri sayesinde fırlamamışlardı. Ares homurdandı.

"Bunu yapmayı kes!"

Hırsla adamın omzuna yumruk attı, Ares yüzünü buruşturdu. "Lanet olsun, orada üç tane dikiş vardı."

"Umurumda bile değil!" diye bağırdı. ''Doğum günüm olduğunu şimdi mi söylüyorsun? Neden kimse bana bir şey söylemedi?"

Ares hızla emniyet kemerini çözerken homurdandı. "Sürpriz doğum günü partisi lafı, yeterince açıklayıcı olur mu bilmem."

"Sen de milleti orada bırakıp şoförlüğünü yapmama izin verdin." dedi gözlerini kısarak.

Ares sırıttı.

"Öncelikle, arabama zorla el koyan sendin; ayrıca sarhoş bir adamın hayatı mı önemli yoksa sıradan bir doğum günü partisi mi?" dedi. Dünya'nın emniyet kemerini çözüp karşı koymasına aldırmadan üstünden geçirdi ve sürücü koltuğuna oturdu.

Kalbi adama yaklaşmasından dolayı küt küt atarken kelimeler boğazında tıkılıp kaldı. Ares arabayı çalıştırdı ama gaza basmadan kararsızca bekledi. Arabayı durdurdu ve ona döndü. Gözleri muhteşem parıltılar saçarken dudaklarını yaladı ve kararını vererek konuştu.

"İyi ki doğdun papatyam." dedi yumuşak bir sesle. Elini vites kolunun yanındaki boşluğa attı ve küçük bir hediye paketi çıkardı. "Umarım beğenirsin."

Titreyen eliyle paketi aldı. Hediye paketinin bordo renkli, kadife yüzeyi parmaklarının arasında saten hissi uyandırıyordu. Gözlerinin dolduğunu hissetti, dudağını ısırıp paketi açtı. Ne olursa olsun böyle bir hediyeyi hayal bile edemezdi. Paketin içindekini çıkardı, paket kucağına düşerken hediyeden gözlerini alamıyordu. Sarı bir elmasın çevresini saran yaprak biçimindeki beyaz pırlantalardan oluşan kolye, gözlerini kamaştırdı. Bu hediye, çok zarif ve çok değerliydi. Papatya şeklindeki kolyeye dokunurken bile içi titredi ve buğulu gözleriyle Ares'e baktı.

Ares, onun tepkisini dikkatle izliyordu.

"Bunu, sana verip vermeme konusunda kararsızdım, kabul etmeyeceğinden korkuyordum. Bunu yaptıralı bir ay geçti ve o zamanlar benden vazgeçeceğin aklıma bile gelmezdi. Asla ayrılmayız diyordum. Bu gece seni, elbisenin içinde görünce ne kadar sevindiğimi anlatamam; benim aldığım bir hediyeyi giymiştin. Cesaretlenmemi sağladın. Sonrasında Adonis'i öpmen..."

Başını çevirdi ve ileriye doğru baktı. "Her neyse, bu kolye senin hediyen olduğu için taksan da takmasan da vermem gerektiğini düşündüm."

Hissettiği duyguların yoğunluğu yüzünden bir süre konuşamadı. Ares arabayı çalıştırmak için öne eğilmişti ki, uzandı Ares'in elini yakaladı. Kendini adamın üstüne attı, ona sıkıca sarıldı. Ares onu kucağına çekti ve kollarını onun beline sardı. Hızlıca atan kalplerini dinleyerek bir süre öylece kaldılar. Dünya engel olamadığı mutluluk gözyaşlarıyla adamın tişörtünü ıslatıyordu. Sonunda başını kaldırdı ve adama baktı. Yüzündeki bereleri usulca öptü; alnındaki ve yanağındaki kesik izini, şakağındaki ince çizgi halindeki kesik kalıntısını ve dudağının kenarındaki sarartıyı. Boğuk sesiyle konuşabildiğine şükretti.

"Kolyeyi takmama yardım eder misin? Ellerim çok titriyor."

Ares hoşnut bir şekilde gülümsediğinde derin bir nefes alıp adamın kucağından kayıp yan koltuğa oturdu. Dizleri bile tutmuyordu. Tüm bedeni ısınmıştı ve yüzünün kızarmanın ötesinde bir renkle yandığı konusunda her türlü iddiaya girerdi. Görmese de bunu biliyordu. Ares avucundaki kolyeyi aldı ve ona eğilen Dünya'nın boynuna taktı. Onu hemen bırakmadı, elleriyle boynunu okşarken fısıldadı.

"Çok yakıştı."

Bakışları genç adamın dolgun dudaklarına düştü, dokunuşun özlemiyle yanarken aradaki mesafeyi kapattı. Gözlerini kapatıp adama yaklaşırken ani bir fren sesiyle ve güçlü bir far ışığıyla irkildiler. Aynı anda Ares'in kapısı açıldı ve ne olduğunu anlamadan bir el Ares'i oradan alıp dışarı çıkarttı. Ares, onu çıkarana diziyle bir tekme vurup iterken; Dünya da kendi kapısını açıp dışarı çıktı. Başka bir fren sesi daha geldi ve duran arabadan koşup gelen Athena ve Apollon kavga etmeye hazırlanan Adonis ile Ares'in arasına girdi.

"Yeter artık!" dedi Athena. "Çocuk gibi kavga etmeyi bırakın!"

Apollon, Adonis'i omzundan itip uzaklaştırdı. Aralarına giren Athena ikisine de bakarak bağırdı. "Size ne oluyor? Neyi paylaşamıyorsunuz?"

Adonis çıldırmış gibiydi, dağılan saçlarını geriye attı. "Yakında." dedi Ares'e kinle bakmaya devam ederken. "Hazır ol!"

Dünya’ya kısa bir bakış atan Adonis öfkeyle soluyarak arabasına yürüdü ve hırsla kapıyı açtı. Gaza basarak Ares'in dibinden geçti. Tozu dumana katarak açılan demir kapıların arasından kayboldu. Ares, adamın arkasından duygusuz bakışlarla bir süre daha baktı ve onlara sakince döndü. Athena ona yaklaştı.

"Ares ikinizin arasındaki sorun ne? Lanet olsun, bu tehdit çok ciddiydi."

Yediği yumruk yüzünden açılan dudağını kemiren Ares kadına umursamazca bakıp başını çevirdi. Aklında başka bir şey vardı ve Adonis'in tehdidini duyduğu anda unutmuştu. Apollon'un ona bakışı da Dünya'nın düşündüğünü doğruluyordu. Athena sinirlenmişti, neredeyse ona bağırdı.

"Beni duyuyor musun sen?"

"Duydum Hena, ne yapmamı bekliyorsun? Zeus'a gidip ağlayayım mı?"

Athena ayağını yere vurdu. "Bunu demek istemediğimi biliyorsun. Afrodit'in sana verdiği..."

Ares lafını kesti. "Hayda! Siz aranızda ne konuşuyorsunuz yahu? Elbisenin ve makyajın modası mı geçti?"

Athena burnundan soludu.

"Hemen gidiyorsun ve o meyveyi ağzına tıkıyorsun. Yarın akşama kadar da odandan çıkmıyorsun. Zeus'un onayından sonra ne yaparsan yap ağzımı bile açmam."

Ares gülümsedi ve kadını kendine çekip alnından öptü. Athena sinirle onu geri itti.

"Şaka yapmıyorum." diye homurdandı ama az önceki kızgınlığı erimişti. "Bu gibi çekişmelerin sonu hep kötü bitmiştir, kendine dikkat et."

Dünya, Apollon'un yanında kollarını kendine dolamış, endişeyle dudaklarını kemiriyordu. Tüm engelleme çabaları boşa gitmişti, kâhinin dediği gibi ne yaparsa yapsın olacak olanın önüne geçemiyordu. Bir gün daha sabretseydi, Athena'nın dediği gibi, Ares ölümsüzlüğünü kazansaydı, bu gece Ares'e nispet yapmak için Adonis'i öpmeseydi. Neyi değiştirecekti?

Apollon, onun omuzlarından tutup titreyen bedenini koluyla sardı.

"Sorun yok Dünya, sakinleş." dedi. "Bir saat sonra odama gelirsen istediğin mührü yapabilirim."

"Tamam." dedi. "Teşekkür ederim."

Apollon gülümsedi ve hâlâ Ares'le tartışmaya çalışan Athena'ya seslendi. "Hena, hadi, benim karnım acıktı."

Athena çıkaramadığı sinirle Apollon'a döndü ve dövecek gibi bir bakış attı. Dövmek yerine arabaya doğru yürürken söylendi. "Beni annen mi sanıyorsun sen, karnı acıkmışmış."

Apollon elleri cebinde, rahat adımlarla yürüyüp arabaya bindi. Ares ile onu yalnız bıraktılar. Dünya dayanamadı.

"Özür dilerim, Ares. Çok özür dilerim." dedi fısıldar gibi, arabanın ardından bakan Ares'e. "Hepsi benim suçumdu. Adonis'in sana zarar vermek istediğini biliyordum, seni korumak için ona yaklaştım. İşe yaramadı."

Bir süre öylece duran Ares ona döndüğünde kaşları çatılmıştı.

"Ne dedin sen?" dedi duyduğuna inanamaz bir bakışla ve Dünya olduğu yerde kalakaldı. "Adonis'in beni öldüreceğinden korktuğun için mi kendini onun kollarına attın?"

Yutkundu. Ares derin nefesler alıp arkasını döndü.

"Kahretsin!" diye yeri tekmeledi. Yaptığı hareket yüzünden daha önce de kanayan yarasının olduğu yeri tutup hafifçe öne eğildi. Dünya hemen yanına gitti, tişörtünü adamın engellemesine rağmen açtı. Düzgün kaslarının üzerindeki sayısız kesik önemli değildi. Bunların hemen hemen hepsi iyileşmişti ama bir tanesi, dikişlerine rağmen kanamaya devam ediyordu. Göğsüyle karnı arasında, rüyasında Ares'in ona kılıcı sapladığı yerdeki derin yara ilk günkü kadar ağırdı.

Ares sıkıntıyla tişörtü indirdi ve geriledi. ''Bunu Asteria mı yaptı?'' diye mırıldanan Dünya'ya başını salladı.

"Evet." dedi ve arabasına doğru yürüdü. Yüzü ter içinde kalmıştı. "Seni eve bırakayım." dedi kapısını açıp onun binmesini bekledi.

Üzüntüden başka bir şey hissetmeyen Dünya arabaya bindikten sonra sürücü koltuğuna geçip arabayı çalıştırdı. Kâhinin evine giden çalılığa yaklaşırken, "Ben de seninle geleceğim." Dedi katı bir sesle.

"Neden?" dedi Ares. Yavaşlamıştı. "Beni korumak için kiminle takılacağını mı soracaksın?" sinirle güldü ve ekledi. "Belki, Prometheus benimle takılmanı önerir, ne dersin? Bu daha iyi bir yöntem! Böylece kimse zarar görmez."

Ellerini önünde aldı ve kucağında birleştirip adama cevap vermedi. Adamla geçireceği son saatlerini kavga ederek harcamak istemiyordu. Ares, arabayı çalıların yanında durdurdu ve elleri direksiyonda bekledi.

"Üzgünüm, senin boşlukta bıraktığım için..." dedi ve ona baktı. "Beni anlamanı beklemiyorum. Sana, her şeyi açıklayacak zamanım olmadı ve anlatma isteğim de yoktu. Seni olaylardan uzak tutarak sorunu çözebileceğimi sandım. Kendime fazla güvendim sanırım. Diğerleri genelde, ben ne dersem onu yaparlar. Ayarlamaları ben yaptığım için kontrolün hep ben de olmasına çok alışmışım. Sana bilgi vermezsem bana uyacağını düşündüğüm için hata yaptım gerçi aptallık bende, seni tanıyordum. Kendi planını uygulamaya çalışacağını anlamam gerekirdi."

Dünya boğazını temizleyip konuştu.

"Adonis ve seni bu duruma getirdiğim için asıl ben özür dilerim."

Ares yan gözle ona baktı, gülümsese de gergin bir sesle konuştu. “Senden hoşlanmamıza neden olduğun için mi özür diliyorsun?”

“Başka türlü senden itiraf alamayacaktım.” dedi ve ekledi. "Bu arada Probilmemne kim?"

Ares kendini bırakıp gülmeye başladı, bir yandan da yarasını tutuyordu.

"Sana bayıldığımı söylemiş miydim?"

Dudağını büktü. "Bu hayatımda değil ama bu itiraf da hoşuma gitti."

Ares gülümsemeye devam ederek kapısını açtı, dışarı çıkarken; o da arabadan çıktı ve Ares'in yanına gitti. Adam bandajını çekti ve dağılan saçlarını daha sıkı bağlayıp yakışıklı yüzünü açığa çıkarırken; Dünya da bu müthiş gösteriyi nefes almadan izledi. Onu nasıl unutabilmişti? Anılarını, adamı, en önemlisi ona defalarca âşık olup onu unutabilmeyi nasıl başarmıştı? Saçlarını toplarken Ares az önceki sorusunu cevapladı:

"Kâhinin adı Prometheus, bir Titan'dır, yani eskilerden biri."

"Neden ismiyle söylemiyorsunuz?" dedi yürümeye başlamışlardı.

Ares dudağını büktü. "Dene." dedi ve yan gözle ona baktı.

"Prom, Porm..." omuzları düştü. "Kâhin daha kolaymış."

Ares belinden tutup onu kendine çekti ve sıkıca sarılarak saçlarını öptü. "Mantıklı sevgilim benim."

BÖLÜM 38 : SALDIRI

Çalıların arasında ve karanlıktaydılar ama zerre kadar korkmuyordu. Yanında Ares varken kendini daha iyi hissettiğini fark etti. Ares bir adım önden gidiyordu. Sessizlik boğucuydu, onların adım seslerinden başka ses duyulmuyordu. Topuğunun toprağın içine sürekli girip durması iyice sinirini bozsa da kendi kendine gülümsedi. Elbisesinin çalılara takılmaması için eteklerini eliyle iyice kendine sardı. Ares'in diğer hediyesi de boynundaydı, sevdiği adam yanı başındaydı ve bugün onun doğum günüydü.

Kâhinin evine az kalmıştı ki Ares onu eliyle engelledi.

"Bekle."

Etrafına bakındı. Ares etrafı dikkatlice dinliyordu ama dinleyecek bir şey yoktu. Ne bir esinti ne de bir fısıltı, hiçbir şey. Dünya, yutkundu ve Ares'in kulağına fısıldadı.

"İblis."

Ares başını salladı, düşünüyordu. Dünya da düşünüyordu. Bu iblisin bahçede ne işi vardı? Çalıların arasından ilerken Ares iyice dikkat kesilmişti. Gözleri karanlıkta kedigözü gibi ışıldarken bir elini Dünya'ya uzattı, Dünya da hiç nazlanmadan onun elini tuttu. Kâhinin kulübesi göründüğünde rahatlayarak nefes aldı ve eteği son çalının dalına takılınca kurtarmak için durakladı. Her şey bir anda oldu.

Elini, Ares'in elinden çekti, adam ne olduğuna bakmak için durup arkasına döndü. Ares'in dikkati, sadece Dünya'ya kaydı. Dünya eteğine doğru eğilince aynı anda tuhaf bir koku duydu. Keskin kokuyu önemsemeye fırsatı olmadı; siyah bir duman belini sardı. Ares'in ismini seslendiğini duydu ve o anda havalandı. Eteğinin küçük bir parçası dalda kaldı ve nefesi kesildi. Dumanın nerden geldiğini bile anlayamadan sise bürünmüş halde hızla uçarken korkuyla Ares'e baktı. Ares çoktan koşmaya başlamıştı ama ona yetişmesine imkân yoktu. Dünya o kadar korkmuştu ki bağıramıyordu. Hız ve yükseklik onu felç etmişti. Gözlerini kapattı ve kendini birden suyun içinde buldu.

Tartaros'un girişindeki yeşil ışıklı suyun içindeydi ve karşısında Deimos'un hayaletimsi sureti duruyordu. İçini donduran, içinde bulunduğu suyun soğuğu değildi. Deimos'un dehşetli yüzündeki sırıtış tüm kâbusların da ötesindeydi. Deimos onu suya bırakan gölge şeklindeki sise emretti.

“Git!”

Hayalet bedenini ona doğru çevirdi. "Anahtar." diye hırladı.

Korkuyla geriledi, sürünürken suyun içindeki küçük sivri taşlar ellerine batıyordu. Bacakları ayağa kalkmak için çok güçsüzdü. Kesik kesik nefes alıyordu ve suyun içinde gerilerken ellerinin kesilmesine aldırmadı. Tek düşündüğü iblisten uzaklaşmaktı. Deimos ona doğru uçtuğu anda Dünya’nın bileklerini saran su buza dönüşüp onu sabitledi. Bu arada iblis ona iyice yaklaşmıştı. Keskin koku, burnunu yakıyordu. İblisin iri cüssesi bir bulut gibi dalgalandı.

"Bizi serbest bırak." diye hırladı. “Kapıyı aç!”

"Hayır." dedi içinde kalan son cesaretle. "Asla."

Deimos sivri dişlerini açığa çıkararak ona eğildi. "Bizi serbest bırak, biz de senin canını bağışlayayım."

Bulut benzeri dalgalanan elini ona uzatırken el somutlaştı ve onu boynundan yakaladı. Güçlükle aldığı nefesi artık hiç alamaz hale gelmişti. Deimos sırıttı.

"Seni öldürmek işte bu kadar basit." dedi. Yüzünü iyice yaklaştırdı. "Ya sen ya da sıradaki anahtar!"

Yeterince korkuttuğuna kanaat getirmiş olacak onu bıraktı. Dünya soluk almak için öksürmeye başladı. Elleri, buzdan kelepçelerle hâlâ kenetliydi. Deimos gerileyip heybetli kaslarını gerdi. Ona yeniden baktığında öksürmeyi bırakmıştı. İblis ona bakarken tiksinirmiş gibi dudağını büktü.

"Kralımızın sana olan ilgisi sayesinde hâlâ sağsın anahtar." dedi. "Şansını zorlama."

Kalbi aşırı hızlı atıyordu. Gözlerinin önünde parlak ışıklar kaymaya başlamıştı, bayılmamak için sakinleşmeye çalıştı. Deimos keyifle güldü, onu bu durumda görmek çok hoşuna gitmişti. Ona bu zevki yaşattığı için kendine kızıyordu ama buna engel olamıyordu. Deimos'a gözlerini dikti.

"Anahtarların hiçbirine bunu yaptıramayacaksın Deimos." Dedi hırıltılı bir sesle. "Sonsuza kadar kapının dışında kalacaksın ve bir gölge olmakla yetineceksin."

Gözleri hiddetle parlayan Deimos gözlerini kıstı ve ona doğru bir adım attı.

"Sakın ona dokunma!"

Ares yokuş aşağı kayarak suyun içinde durdu ve iblisi gerilemesi için uyardı. Deimos genç adamın gelişiyle neredeyse neşelenerek gülümsedi.

"Emrin buysa..." dedi ve geriledi. “Yüce Ares.”

Ares temkinli adımlarla Dünya'nın yanına geldi. "Onu serbest bırak Deimos!"

Ellerindeki kelepçeler çözülünce, Ares onu kaldırıp iblisle arasında durdu.

"Bir daha Dünya'ya yaklaşacak olursan seni öldürürüm!" dedi. Sesindeki öfke, iblisi korkutmak yerine umutlandırdı.

"İsteğimiz sadece sana hizmet etmektir." dedi Deimos. "Bunun için ölmeyi göze alacak kadar kararlıyız."

Ares reddetmedi, öfkelenmedi, ondan bir metre daha uzun olan iblisin yüzüne korkusuzca baktı.

"Boyutuna geri dön, Deimos!"

Deimos saygı diyebileceği bir tavırla elini göğsüne koydu. Dünya, iblisin az sonra yapacağı şeyi anladığı anda da başını çevirmekte geç kalmıştı. Göğsünü tırnaklarıyla boydan boya kesti ve kanı göğsünden süzerken ortadan kayboldu. Ares, onu sudan çıkarırken hâlâ gergindi. Çalıların arasına tekrar girdiklerinde onu, toprağın üzerine oturttu. Titremesine engel olamıyordu. Hızlıca onu kontrol eden Ares ona sarıldı.

"Sana bir şey yapmadı, değil mi?"

Başını omzuna koydu. "Hayır." dedi titreyen sesiyle. "Ben iyiyim."

Ares gerileyip yüzüne baktı, gözleri endişeliydi. "Sana bir şey olmasından çok korktum, seni koruyamadığım için özür dilerim." dedi, durakladı. "Elimi neden bıraktın?"

"Benim aptallığımdı." dedi. Yüzü, kıpkırmızı bir haldeydi. "Hediye ettiğin elbiseyi çalıdan kurtarmak istemiştim."

Ares bir süre sadece baktı, konuşmaksızın, kıpırdamadan. Ona kızdığını düşündü. Adamı yaralı haliyle o kadar yol koşturmuştu üstelik de bir elbiseyi yırtılmaktan kurtarmak için. Bari elbiseyi kurtarabilseydi. Ares elini ona doğru uzattı, yanağını çenesine doğru okşadı. Dünya, adamı nefes almadan izliyordu. Yavaşça ona eğildi, dudaklarına ufak ama onu eriten bir öpücük kondurdu. Dünya, Ares'in gözlerinin içinde kaybolmuştu. Çizik ellerinin sızısına aldırmadan Ares'in yüzünü avuçları arasına aldı.

"Bana kızmadın mı?" diye titreyen sesiyle sordu.

Dünya, Ares gülümserken gözlerinin kısılmasına bayıldığını fark etti. Her geçen dakika adama daha çok aşık oluyordu, anlaşılan bir türlü sona gelemeyecekti. Ares’in de aynı düşüncede olduğunu konuşunca anladı. Genç adam onun yüzünü süzerek, "Papatyam." diye mırıldandı. "Bu gece, beni kendine bir kere daha âşık ettin."

Duyduğuna inanamadı. Başının döndüğünü hissetti, midesindeki kelebekler dört bir yana uçuşurken adama sarıldı. Ares nazikçe belinden tutup onu kaldırdı ve kucağına aldı. Dizleri heyecandan titrediği için yürüyemeyeceğini anladığını düşündü. Başını, Ares'in omzuna yasladı ve kulağına doğru fısıldadı.

"Ben kaç kere âşık olduğumu bile hatırlamıyorum."

Ares'in keyifle güldüğünü duydu. Boynuna kollarını iyice sardı. Kendini beğenmiş ve çapkın olabilirdi ama onu seviyordu. Ares geldiği yokuşu direkt tırmanmak yerine kâhinin evine doğru yan yoldan gitti. Biraz uzun sürmüştü ama çalıların saldırısından uzak durmuşlardı. Heyecanı devam etse de kendini iyi hissedince, daha fazla yormamak için Ares'in kucağından indi. Ares sessizdi, onun yine düşüncelerine dalması Dünya'yı rahatsız etti.

"Deimos'u mu düşünüyorsun?"

Ares yan bakışla ona baktı. "Sen onu tanıyor musun?"

Dünya, ona gördüğü hayali ve iblislerin saldırısını anlattı. Deimos'un, onu kaçırmaya çalıştığını duyduğunda Ares dudaklarını sıktı.

"Deimos güçlü bir iblis komutan olabilir ama bu plan onu aşıyor. Yardım almadan bu saldırıları gerçekleştiremez. İblis enerjisini kullanarak ve bu kadar belirgin bir hayalet olarak nasıl yeryüzüne çıkabilir aklım almıyor." dedi. "Geçebilmek için ne kullanmış olabilirler?"

"Başka boyutlara da saldırdılar." dedi. Ona, satirlerin köyündeki katliamı anlattığında adam sinirlenmeye başlamıştı.

"Yokluğumda ortalık ne kadar karışmış böyle!" dedi homurdanarak. "Bense güvende olduğunu düşündüğümden Tartaros'ta içim rahattı. Sana zarar veren iblisleri pişman edeceğim." dedi. "Buna emin olabilirsin."

Dünya zedelenmiş avuçlarını es geçerek omzunu silkti. "Aslında bana pek bir şey yapmadılar, senden korkuyorlardı. Sadece sucubbusun teki saçımı kesti. Sanırım anı olsun diye."

Ares kâhinin evinin önünde durdu. "Saçını mı kesti?"

"Evet, bu çok saçma! Değil mi?" dedi. “Elindekiyle boğazımı kesmek yerine sadece saçımı kesip kaçtı.”

Ares elini ensesine kenetledi, Dünya konuşurken o düşünmeye devam ediyordu.

"Saçını kullanarak boyuttan süzülebiliyorlar." Dedi kısık sesle. Kendi kendine konuşuyordu. "O sucubbus..." dedi durdu ve ensesindeki elini çekip yumruk yaptı. "Asteria!"

"O değildi, demek isterdim ama kastettiğin şey başka galiba." dedi.

"Asteria'nın saçını kullanarak iblisleri saldığını düşünüyorum." dedi, Dünya'yı doğrulayarak. "İblisleri boyuttan geçirmek için yeterli gelmemiş olmalı veya hepsini harcamak istemedi, o yüzden melezleri saldı. Oyuna geldim!" diye hayıflandı. “Uzaklaşmamı kendine fırsat bildi aşağılık!”

Kâhinin kulübesine döndü ve alışagelmiş bir tavırla Dünya'nın elini tuttu. Ares'in yanı sıra yürürken her şeye rağmen içi pırpır ediyordu. O yanındayken her şey daha kolaydı. Korkusu çabucak yatışıyordu ve güvende olduğunun bilincindeydi. Onun cesaretlenmesine gerek yoktu, zorluklar onu daha da hırslandırıyordu. Yakında onsuz kalacağını düşündüğünde ruhunu saran karanlığın hiçbir tesellisi yoktu.

Ares, elini bırakmadan kâhinin tahta kapısını açtı, içeri girdiler. Kâhin aydınlık pencerenin önünde dikiliyordu, onlar içeri girince kollarını kenetleyip yaklaşmalarını seyretti. Islak ve yırtık elbisesinin içinde kendini tuhaf hissetti. Belki de dışarıda beklemeliydi, kapıya en yakın yerde. O bunları düşünürken kâhinin gözleri birbirine kenetlenmiş ellerine kaydı. Oyalanmaksızın ifadesiz bir yüzle, konuşan Ares’e döndü.

"İblisleri Asteria mı kontrol ediyor?"

Ares'in ani sorusuna sakin bir sesle cevap verdi. "Sorunun cevabını biliyorsun Ares. Ben, Asteria'yı kontrol edebilir miyim? İşte, senin asıl sorun bu."

Ares kaşlarını çattı. Kâhin devam etti.

"Bunun cevabını da tahmin ediyorsun ama benden başka bir cevap almayı umuyorsun." dedi ve divanın üstüne oturdu. "Dünya, bize çay getirebilir misin?"

Dünya şaşaladı:

"Çay mı?"

Kâhin gülümsedi. "Üşümüşe benziyorsun. Sıcak bir şeyler içmek istersin diye düşündüm." dedi ve başıyla sağ taraftaki kapıyı gösterdi. "Yan odada gerekli şeyleri bulabilirsin. Ayrıca üstünü değiştirmen için sana kıyafet bıraktım."

"Benim duymamı mı istemiyorsun?" dedi ne söyleyeceğini merak ederek.

Kâhin iç geçirdi.

"Gittikçe geliştiğini görüyorum ve buna üzülüyorum. Görüşünü açmak için kısıtlı bir zamanımız var. Belki bir dahaki sefere…"

"Başka sefer olmayacak." dedi Ares. "Hafızasını bir daha silmeyeceğim."

"O zaman bir çay içerek bu kararını kutlayalım." dedi kâhin ve arkasına yaslandı. "Gerçekleşmeyecek bir karar kutlaması daha." Diye kendi kendine mırıldandı.

"Çayına da sana da..." demek isterdi ama kabalaşmayı gereksiz bulup adamın gösterdiği odaya doğru sinirli adımlarla ilerledi. Onun duymasını istemediğine göre, her zamanki gibi, Asteria'nın Ares'i sonunda ikna edeceğini söyleyecekti. Kalbi incecik sızlarken odaya indi, üç basamakla inilen oda mağaraya benziyordu. Duvarlarda, gaz lambaları konan oyuklar vardı. Oda, diğer odadan soğuktu ve çok büyüktü. "Kulübe kadar var neredeyse." diye düşündü. Tahtalara asılarak kurutulmuş biber, patlıcan salkımlarına bakınarak yürüdü. Küçük çuvalların içindeki bakliyat ve un benzeri yiyecekler kenarlara yaslanmıştı. Sanki yıllarca sürecek bir savaş için hazırlık yapılmıştı. Kenardaki sandalyenin üzerinde katlanmış bir eşofman takımını buldu. Çabucak üstünü değiştirip zavallı elbisesini düzgünce katladı.

Odanın en sonundaki ocağa gitti. Ocakta, üçayaklı bir demirin ortasına konmuş tekli demlik fokurdayarak etrafa nefis kokular saçıyordu. Ocağın yüksekliği hemen hemen onun boyu kadardı. Yan tarafta kısa bacaklı, tahta bir sehpa duruyordu ve üzerindeki tepsinin içinde üç adet kupa vardı. Onlar için hazırlandığı belliydi, demek ki adam onların gelmesini bekliyordu. Sohbete yetişmek için elini çabuk tutarak demliğe uzandı. Demir demlik bayağı ısınmıştı, düşünemedi, elini demliğe uzatmasıyla çekmesi bir oldu. Parmağı ağzında, sapı tutmak için bez aramaya başladı. Ocağın üstündeki bez parçasını görmek için o kadar çok bakınmasına kızarak bezi aldı ve demliği ocaktan çekti.

Kolunda elbise ve elinde tepsiyle içeri girdiğinde Ares'i, sırtı onlara dönük gergin bir duruşla pencerenin kenarlarına ellerini dayamış halde dikildiğini ve kâhinin de hâlâ divanında sakince oturduğunu gördü. Kâhin, Dünya’nın odaya girişine aldırmaksızın devam etti.

"Sana söylemiştim Ares, ölümlü olmak kaderini değiştirmeyecek. Ne iblislerden ne de görevinden kaçabilirsin. Onlara hükmeden sensin, Asteria değil. Gizlediğin gücünle yüzleşmenin zamanı yaklaşıyor."

Tepsiyi parmaklarıyla iyice kavrayıp kâhinin yanına yürüdü ve tepsiyi divanın üstüne bıraktı. Kâhinin söyledikleri Dünya'yı olduğu kadar Ares'i de etkilemişti. Adam ölümsüzlüğünden feragat etmişti ama iblislerin komutanı olma belasından kurtulamamıştı. Ayrıca eninde sonunda ikisi ayrılacaklardı. Ölümlü bile olsa Ares, Olimpos'a aitti ve Dünya'nın buradaki zamanı göreviyle kısıtlıydı. Kâhinin sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı.

"Teşekkür ederim, nefis olmuş." dedi adam ve kupasını alıp odadaki diğer kapıya doğru yürürken öylesine konuştu. "Gece yarısına on yedi dakika kaldı."

Bunu neden söylediğini düşünürken kâhin ikisini odada yalnız bıraktı. Ares'in duruşu yüzünden içini panik duygusu kaplamıştı. Ares'in dalgın bakışları görmediği bir noktaya takılı kalmış öylesine dışarıya bakıyordu.

"Sana ne söyledi?" dedi adama yaklaşarak. "Berbat şeyler olduğuna eminim."

Ares doğrulup ona döndü ve rahatlatmak için gülümseyerek sırtını pervaza dayadı. "Hayır, papatyam sorun yok."

"Bana anlatamayacağın kadar mı kötü?" dediğinde adamın yüzündeki zoraki gülümseme eridi.

"Zeus… O, benim yok edilmemi istiyor." dedi sakince. "Sağ salim Olimpos’tan ayrılmama izin vermeyecek, etrafında da görmek istemiyor, tamamen..." dedi ve çenesi kasıldı. "Ortadan kalkmamı istiyor."

"Aman Allah'ım, neden!" dedi dehşetle, adam neden sakindi? "Tamam, o halde, otoparktaki fikrine katılıyorum. Buradan çabuk gitmeliyiz, bizi bulamayacağı bir yere. Ondan izin almamıza gerek yok."

Ares doğruldu ve divana gitti.

"Bu olanaksız." dedi ve kupaya elini attı. "Ayrıca ben kaçmam çünkü intikam almaya hakkı var. Ona bu hakkı vermek için onunla konuşmayı düşünmüştüm." çayından bir yudum içti ve Dünya'ya baktı. "Bu harika olmuş." dedi sırıtarak.

"Lanet çaydan bana ne." dedi yanına oturdu. "Neden teslim oluyorsun? Onun gibi birini kendine düşman etmeyi nasıl başardın, sana inanamıyorum."

Ares bir yudum daha alıp kupayı tepsiye bıraktı.

"O benden hiç hoşlanmadı ki zaten." dedi. Başka bir şeyler daha vardı, anlatmayı istemediği bir şey.

"Hoşlanmamak başka, nefret etmek başka." dedi. "Her ne yaptıysan, özür dile."

Umutsuz bakışlarını ona çeviren Ares başını salladı. "Özür dilemek işe yaramaz Dünya." dedi. "Yapılan şeyin affı yok."

"Yani ciddi bir şey yaptığını itiraf ediyorsun. Belki düzeltebiliriz, bana anlatırsan çaresini bulacağımıza eminim."

"Sana anlatırsam..." dedi ve başını ileriye çevirdi. "Benden soğursun."

Dünya doğruldu. "Daha önce bana anlattın mı, önceki gelişlerimde?" dedi tereddütle.

"Kimse bilmiyor, üç kişi dışında." dedi Ares. "Sana daha önce anlatmadım, gerek yoktu. O zamanlar, bir maceradan öteye gitmeyen bir şeydi. Şimdiki aklım olsa kesinlikle yapmazdım. Daha zeki davranmalıydım."

"Ares!" dedi. Adamın yüzünü eliyle kendine çevirdi. Mükemmel yüz hatlarına içi titreyerek baktı. "Anlatacağın hiçbir şey, beni senden soğutamaz." dedi gülümsedi. Aslında içinden geçen şey başka bir şeydi, eğer bu düşmanlığın sebebi bir kadınsa... Kendini tutamayarak ekledi. "Ama bundan sonraki hareketlerine dikkat etsen iyi olur."

Ares yumuşak bir sesle fısıldadı.

"Seni tanıdığımdan beri dikkat ediyorum zaten." dedi. "Canavarı evcilleştirdin."

"Canavar mı?" dedi ve aniden doğruldu. "Lanet olsun unuttum, gece yarısı Apollon'un yanında olmalıydım. Ah, bu kahin neden doğrudan konuşmaz ki!"

"Neden Apollon’u görmen gerekiyor?" dedi Ares şaşkınlıkla.

Islak elbisesini kaparak telaşla ayaklanan Dünya'nın peşinden kapıya yürüdü.

"Ona da çay yapacağıma söz vermiştim." dedi Dünya, omzunun üstünden adama bakarak ve kapıyı açıp dışarı çıktı. Kâhinin zamanı ona neden söylediğini anca kavramıştı. Olanlardan sonra, Apollon ile olan randevusu aklından çıkıp gitmişti. Ares'in canavar lafı ona Tartaros'u çağrıştırınca,  Persephone'yi hatırlamış ve mühür nihayet karışık zihninde belirmişti.

 

BÖLÜM 39 : KARA GÜNEŞ MÜHÜRÜ

Arabaya kadar hızla yürüdüler, konuşacak kadar nefesi kalmamıştı. Bir daha topuklu ayakkabı giymemeye karar verdi, özellikle eşofman altında hiç şık durmuyordu. Kendini arabanın yan koltuğuna bıraktığında ise serin havaya rağmen terlemişti. Ares arabayı çalıştırdı, göz açıp kapayıncaya kadar evin önüne geldi. Üstünü değiştirmesini bekledikten sonra Apollon'un odasına kadar ona eşlik etti. Kendi odası da aynı kattaydı ne de olsa. Dünya adamdan bir duş aldıktan sonra Sirona'yı görmeye gideceği konusunda söz aldıktan sonra elini kapıya dokundurdu.

Kapı aralanırken içeri seslendi.

"Apollon!"

"Gel, Dünya!"

Dünya odaya girerken diğer odadan Apollon çıktı. Adam üzerini değiştirmişti, onun yola çıkacakmış gibi hazırlandığını görünce Dünya tereddütlü bir sesle konuştu:

"Bir yere mi gidiyordun?"

Apollon, elindeki ışıldayan bıçağı kemerindeki kınına takarken sorusunu cevapladı:

"Evet, daha doğrusu sadece ben değilim giden, hiçbirimiz bir süre burada olmayacağız."

"Ne oldu?" dedi. Kaşlarını çatıp adama doğru yürüdü. "Bir sorun mu var?"

"Tedbir." diye sakince cevaplayan Apollon, Dünya'yı rahatlatmak için gülümsedi. "Zeus, bizlere bazı boyutları kontrol etmemizi söyledi. Poseidon'un 'triton'ları, birkaç su iblisiyle karşılaşmış." dedi ve Dünya'yı baştan aşağı süzerek hala ıslak saçlarını işaret etti. "Yoksa sende mi karşılaştın?"

Adamın sesi şakacıydı ama Dünya onu onaylamak için başını sallayınca ciddileşti. "Yeni bir baskın mı oldu? Haberim ol..."

Telaşlandırmamak için hemen açıkladı. "Telaşlanma Apollon. Ares iblisi geri gönderdi, sorun yok."

"Bütün bunların anlamı ne?" diye mırıldanan Apollon koltuğa oturdu. "İblisler nasıl olur da bu kadar aktifleşebilir, hem de somut halde."

Apollon'un karşısına oturdu. "Sanırım, anahtar görevinin etkinliği yok oluyor." dedi adama bakarak. “Kapılardan bu kadar rahat geçebildiklerine göre…”

Yüzünü buruşturan Apollon geriye yaslandı.

"Hayır, bu işin içinde başka bir iş var. Kapıları kullanmıyorlar. Bence iblisler güçlü bir şey ele geçirdiler ve geçişleri onunla sağlıyorlar. İblis geçitlerini açmalarını sağlayan güçlü bir değişken olmalı.”

Belayı taşıyanın kendisi olduğunu fark eden Dünya dudağını ısırdı. Dünya'nın aklına gelen tek şey, Ares'in de söylediği gibi onun kesilen saçıydı. Bir avuç saçın bu kadar soruna yol açacağını bilseydi, satir köyüne gitmeden önce bir bone takardı. Apollon konuştuğunda başını kaldırdı.

"Her neyse, biz gece yarısını geçirmeyelim yoksa mühür etkili olmaz." dedi ve mavi gözlerini Dünya'ya dikti. "Sana tekrar hatırlatayım, bu mührü daha önce hiçbir ölümlüye yapmadım. Sakıncalı olup olmadığını bilmiyorum. Kararından emin misin?”

Başını salladı. "İçimden bir ses Persephone'ye güvenmemi söylüyor."

Apollon, "Pekâlâ." dedi ve ayağa kalktı. Elini Dünya'ya uzatıp onu kaldırdı. "Umarım ne yaptığınızı biliyorsunuzdur."

Apollon'un kuşkusu, Dünya'yı kararsız bıraksa da kadının sırf ona zarar vermek için böyle bir yola başvurmayacağına inanmayı seçti. Adonis kadına güveniyorsa Dünya da güvenebilirdi. Apollon ışıldayan bıçağını kınından sıyırdı ve kendi işaret parmağına batırdı. Minik bir kan tepeciği yükselirken bıçağı tekrar kına sokup Dünya'nın sol tarafına geçti.

"Sol, duygularına yön verir; duygular ise gerçeğe götürür. Kanımla gerçeğe yaklaşacaksın." dedi ve bir damla kanı omzuna damlattı. Kan, onu ısıtarak tenine karışırken Apollon devam etti. "Yalanı, ağızdan çıkar çıkmaz tanıyacaksın. Bileceksin. Gerçektir, seni özgür kılan."

Hareket etmeksizin adamı izledi, Dünya. Apollon sırıtan bir yüzle karşısına geçti.

"Bu kadar. Artık, bir mührün var ve sana hiçbir şey olmadı."

Yavaşça başını çevirdi ve omzundaki lekeye baktı. Küçük bir para büyüklüğündeki leke, hayal ettiği mühürden çok bir bene benziyordu. Yuvarlak, koyu kahverengi bir şekildi.

"Mühür bu mu?" dedi, Apollon'a bakarak.

Adam masum bir ifadeyle başını salladı. "Tabi ki. Sen ne bekliyordun?"

Omzundaki lekeye tekrar baktı. "Güzel bir dövme hiç fena olmazdı." diye kahverengi lekeye çekinerek dokundu ve ekledi. "Şöyle şekilli ve havalı bir şey…"

"Bunun adı 'Kara Güneş'tir ve aslına bakarsan çok havalı bir mühürdür canım." dedi. Apollon kollarını kenetleyerek ekledi. "Beğenmediğin bu mührü herkese uygulamam. Uyguladıklarım nadirdir."

"Seni gücendirmek istememiştim." dedi.

Kabalığı yüzünden utanarak Apollon'a baktı. Ölümsüzün yüzü gücenmiş gibi değildi, gülümsüyordu.

"Doğum günü armağanı niyetine sayabilirsin." dedi. "Nice yıllara, Dünya!"

Doğum gününü tamamen unuttuğuna inanamadı, hatırladığı ilk doğum günüydü ve şimdiden unutmuştu. Aniden atılıp ona sarıldı. Apollon bir an şaşaladıktan sonra kollarını Dünya'ya doladı.

"Teşekkür ederim." dedi adama.

"Rica ederim." dedi Apollon ve yanağından öptü. "Gerçi pastan barda kaldı ama şu işleri bitirelim bir tane daha yaptırırız."

Çekinerek bir soru daha sordu. "Mührün, işe yaradığını nasıl anlayacağız."

"Çok basit." dedi Apollon. Bir an düşündü. "Doğum günü pastasının kremasını, Eros parmakladı."

Adamın lafı biter bitmez omzundaki leke hafifçe ısındı, acıtmıyordu ama hissediliyordu. İstemsizce sordu.

"Tadına bile bakamadığım pastamı mı parmakladın? Sana inanamıyorum."

Apollon güldü. "Nasıl anladın?"

Dünya gözlerini devirdi. "Bana kocaman bir pasta borcun var Apollon."

"Dayanamadım, parmağımın ucuyla azıcık aldım." dediğinde Dünya'nın omzundaki leke yeniden ısındı. Dünya, inanmaz bakışlarla adama bakınca Apollon elini salladı. "İyi, tamam, pasta borcum oldu."

"Bu çok iyi bir mühürmüş." dedi. "Tekrar teşekkür ederim."

Apollon masmavi ışıltılar saçarak parıldayan gözleriyle gülümsedi.

"Zor da olsa beğendirebildiğime sevindim. Şimdi iznini isteyeceğim, Zeus elimizi çabuk tutmamızı istedi."

Apollon'un odasından çıktığında hâlâ lekesine bakmaktan kendini alamıyordu. İlk bakışta hoşuna gitmeyen lekeden hoşlanmaya başlamıştı, bu Olimpos'ta çok işine yarayabilirdi. Adımları Ares'in odasına doğru gitti. Belki Sirona'ya uğramalıydı ama altın gözlünün odası daha yakındı. Kapkaranlık kapının üstüne elini koydu ve kapı açıldı.

BÖLÜM 40 : KORKUNÇ HATIRALAR

Ares, odanın ortasında üzerinde sadece bir pantolonla duraklayıp gelmesini beklemiyormuş gibi Dünya'ya baktı. Göğsündeki yara düzgünce sarılmıştı ve bedenindeki izler hemen hemen geçmişti. Zarif şekilli ve güçlü kaslarına bakmak Dünya'yı nefessiz bıraktı. Gözlerini adamın muhteşem bedeninden zoraki alıp Ares'in sırıtan yüzüne kaldırdığında yüzü fırına dönmüştü. Gülümseyen Ares, ona doğru yöneldi.

"Erkencisin."

Adamın kendisine yaklaşmasını istiyordu istemesine ama ona yaklaştığı her adımda adam çekiciliğiyle onun başını döndürüyordu. Aralarındaki mıknatıs yine çalışmaya başlamıştı. Keşke üzerine bir şeyler giyseydi.

"Çaydan vaz mı geçtiniz?" diye sordu adam onun durumundan bihaber.

"Üstüne bir şey giy."

Bunu dediğine inanamıyordu ama bir adım daha atarsa genç adama bir mıknatıs gibi yapışması işten değildi. Tepkisine bozulan Ares kaşlarını çatıp üstüne baktı, kötü bir şey ararcasına. Bulamayınca şaşkınlıkla döndü ve yatağın üzerindeki spor yeleği giyip fermuarını çekti:

"Özür dilerim, seni rahatsız etmek istemezdim." dedi bozuk bir sesle.

Dünya nihayet soluk alabildiğine şükrederek sırtını duvara dayadı. "Sirona'ya gittin galiba." dedi. Sargısının olduğu yere kısa bir bakış attı. "Yaran nasılmış?"

Ares yatağa oturup botlarını ayağına geçirirken cevapladı.

"Evet, gittim. Ciddi bir şey değilmiş, az önce gördüğün üzere, yarayı sarıp gönderdi."

Lekesi hafifçe ısındı, yalan söylüyordu. Gözlerini yere dikti.

"Şimdi dinlenmek için mi hazırlanıyorsun?" dedi yavaşça. Ares'in ona yalan söylemesini istemiyordu, özellikle sağlığı hakkında.

Gözlerini kaldırıp suskunlaşan genç adama baktığında, Ares'in omzunun üstünden onu izlediğini gördü. Sanki onu çözmeye çalışır gibi bir süre onu süzen adam derin bir nefes alıp masasının yanına gitti:

"Hayır. Zeus herkesi bir yere gönderiyor, acil bir konuymuş." Masanın üzerinden bir kılıç alıp kollarının arasından geçirdi ve kılıcını sırtında sabitleyen kemerin tokasını göğsünün önünden takarken devam etti. "Ben de göndereceği yer her neresiyse orayı kontrol edip döneceğim."

"Sen..." diye ona doğru adımlamıştı ki Ares dönüp ona baktı. Dünya adamın gözlerindeki ifade yüzünden olduğu yerde durakladı. Otoritesini damarlarına dek hissetmişti, hem de ağzını bile açmadan.

"Senden, ben gelene kadar odandan çıkmamanı istiyorum, Dünya. Zeus'tan alacağım görevi elimden geldiğince hızlı bitirip döneceğim. Bensiz etrafta dolaşmanı istemiyorum, hiçbir yer güvenli değil." dedi. Masaya geri döndü ve bileklerine birer bileklik takarken devam etti. "İblislerin deliğini bulup orayı tıkadıktan sonra ancak rahatlayacağım."

"Bunu nasıl yapacaksın, tek başına?" dedi adamın gözü karalığı canını sıkmaya başlamıştı. "Benim yüzümden iblisler etrafta dolanıyor. Sana yardım etmeme izin ver, yanında olayım."

Ares değişik bir metalden yapılmış iki tane küçük bıçağı bilekliklerine takarken homurdandı.

"Senin suçun değil, Asteria'nın marifeti."

"Hayır, benden alınan saç yüzünden..." dedi ve dehşetle nefeslendi. "Sen Asteria ile kapışacaksın!"

Ares altın gözlerini ona çevirerek ne hayır dedi, ne de evet ama gözlerindeki ifade her şeyi açıklıyordu. Dünya nasıl ikna edeceğini düşünürken adama doğru yürüdü.

"Hayır, lütfen, bunu yapma. O seni istiyor, tuzağına böyle gidemezsin."

Ares sıkıntıyla soluklandı. "Ben Zeus'un vereceği görevi yapacağım, Dünya." dedi. Gerileyip masaya yaslandı. "Onun ne diyeceğini bilmiyorum."

"Sana bu görevi vermesini istiyorsun." Ares'in mermere dönüşmüş yüzüne karşı bağırmamak için kendini zor tutuyordu.

"Kahretsin! Sen intihar etmeye mi çalışıyorsun, Ares?" dedi. Elini adamın yarasının üstüne hafifçe yerleştirdi, yaranın altında atan güçlü kalp atışlarını duyabiliyordu. Gözleri buğulanmıştı. Belki ağlıyordu. "Bugünün benim doğum günüm olduğunu söyledin." dedi titreyen sesiyle. "Ben de şimdi dileğimi düşünüyorum ve dileğimin gerçekleşmesi için de sana ihtiyacım var."

Gözlerinden yanağına damlalar süzülürken; Ares hislerini bastırmak istercesine gözlerini kapattı. Çelişkilerle dolu bir kararsızlığın pençesinde mırıldandı.

"En başında bunun bir ceza olduğunu düşünüyordum. Sana âşık oluşumun, Zeus'un oyunlarından biri olduğunu bile düşündüm. Onu ölümlülere karşı kısıtlarken ben kapana kısılmıştım. Kader olamaz diyordum ama şimdi kaderimin sen olduğuna inanıyorum." dedi ve gözlerini açtı.

Altın gözlerin derinliklerinde umut pırıltılarını görmek Dünya'yı kendinden geçirdi. Hayranlıkla adama bakarken Ares devam etti.

"Ne olursa olsun, seni bırakmayacağım papatyam." dedi ve parmağıyla Dünya'nın boynundaki kolyesini okşadı. "Tüm her şeyden vazgeçtiğimi Zeus'a bildirdikten sonra ayrılma talebimi ileteceğim ve saygıyla onun kararını bekleyeceğim. Seninle bir ömür yaşayabilmek için ne istiyorlarsa yapmaya kararlıyım. Şartlarının hepsini kabul edeceğim."

Doğru söylüyordu. Bunu anlamak için omzundaki lekeye ihtiyacı yoktu. Gözlerine bakmak ve sesinin tınısını dinlemek Dünya'yı inandırmıştı.

"Seni seviyorum Ares." dedi.

Kollarını adama dolarken Ares de onun beline sarıldı ve kulağına eğilerek "Seni seviyorum Dünya'm." Diye fısıldadı.

Zaman durdu, son cümlesi gelmiş geçmiş tüm sevgi sözcüklerinin ötesine ulaşmıştı. Daha iyisini hiçbir ölümlü kulağın duymadığına emindi. Ares'in kollarındayken evrende ondan başka bir varlık olabileceğini hayal bile edemiyordu.

"Ares! Zeus seni bekliyor. Adam tamamen çıldırmadan önce yanına gitsen iyi olur." Kapıdaki Hermes'in sesiyle kendilerine geldiler.

Ares toparlanıp seslendi.

"Tamam, Hermes. Zamanlamandan nefret ediyorum."

Hermes kapının diğer tarafından kıkırdadı. "Sen yine de şükret, daha kötü zamanlarda yakaladıklarım da oldu."

"Git!" diyen Ares'in sesiyle Hermes'in gülüşü havaya karıştı.

"İyi, gidiyorum. Sen de Zeus'u bekletme."

Ares kollarını onun beline iyice dolayıp Dünya'yı kendine çekti. Dudaklarına, kısa ama devamını isteten bir öpücük kondurdu.

"Uslu olup beni bekleyeceğine söz ver, ben de işleri yola koyup hemen sana döneceğime söz vereyim."

"En zor işi bana bıraktın." diye yüzünü şakadan astı. Ares eğilip yüzüne bakarken Dünya gülümsedi. "Uslu olup seni bekleyeceğim."

Ares memnun bir yüzle doğruldu ve kollarını Dünya'nın belinden çözdü.

"İçim rahatladı. Gidip hangi boyutta sıkılacağımı öğreneyim." dedi ve Dünya'nın elinden tutup kapıya doğru yürüdü.

Dünya bu durumda bile bulutların üstünde olduğunu hissediyordu. Ares; işini bitirince, dönüp Zeus ile anlaşma yapacaktı, sakin ve kararlı. Odadan çıkmadan hemen önce, kapının üstündeki küçük siyah yıldıza bakarken gülümsemesine engel olamıyordu. O sırada tuhaf bir his omuriliğinin üstünden buz gibi geçti. Bu şekli, üç ayrı yerde gördüğünün bilgisi yavaşça zihnine süzüldüğünde Ares'e veda edip odasına doğru yollanmıştı bile. Dilinin ucuna gelmiş şey, bir zehir gibi beynine yayıldı. Adımlarını fark etmeksizin otomatik olarak atıyordu. Arka arkaya patlayan anılar onu soluksuz bıraktığında kendi katına varmıştı.

Elini duvara dayadı ve delice ağrıyan alnını diğer eliyle sıkıştırdı. Anıları güçlenerek görüntüye dönüştü. Unutulan geçmişinden olduğunu anladığı anılar, bir yumruk gibi beyninde patladı. Athena ile mutfaktaydılar, kadın her zamanki ciddiyetinin aksine çok neşeliydi. Önlerine aldıkları bir kâseden, sütlaç kaşıklıyorlardı. Athena kaşığını kâseye daldırdı ve tepeleme sütlaç doldurarak ağzına attı.

"Hena, dalga geçmeyi bırak. Bana doğruyu söyle, korktuğun hiç mi kimse yok?"

Athena lokmasını yutarak cevapladı. "Beni korkutmaya çalışanların genelde yaşamadığını bilmiyor gibi konuşuyorsun." dedi. Gülümseyerek ekledi. "Geçen günkü melez, benim için çerezdi, ondan ürkmedim bile."

"Bense onu tüm gece rüyamda gördüm, çok korkunçtu." dedi Dünya ürpererek.

Athena'nın yüzü ciddileşti.

"Belki sadece bir kişi beni ürkütebilir." dedi. Kaşığıyla oynamayı bırakıp Dünya'ya baktı. "Sana daha önce anlatmıştım. Kuyruklu yıldız."

Dünya kadının düşüncesini seslendirdi.

"Asteria."

Athena onayladı, başını salladı. "O kadın, şeytanın ta kendisidir, işkence ve hile konusunda üstüne yoktur. Hekate'nin annesinin böyle bir kadın olmasına inanmak çok zor; o kadın benim kanımı donduruyor. Onunla karşılaşmaktansa tüm iblis ordularıyla karşılaşmayı yeğlerim."

Dünya dudağını büktü.

"Hak verebileceğim bir karar." dedi ve sandalyesinde doğruldu. "Simgesinin, yıldız olmasına ve kuyruklu yıldız anlamına gelmesine rağmen nasıl olmuş da içi kötülükle dolabilmiş anlamıyorum."

Athena, dirseklerini masaya dayadı. "İstersen anlatayım." dedi ve tek kaşı havaya kalktı.

Dünya merakla Athena'ya bakarken hayal cam gibi patladı ve başka bir yere doğru kaydı.

Kâhin ona doğru eğildi.

"İkiniz de aynı yıldızın laneti altındasınız Dünya. Ares ve sen, ölümle bağlanmışsınız."

Bir çığlık boğazında takılı kaldı. O sırada, başka bir görüşün gözlerinin önünde canlanmasına engel olamadı. Daha önce gördüğü kâbusu yeniden yaşamanın verdiği sıkıntıyla kasıldı. Üzerinde büyükten küçüğe sıralanmış beş adet yıldızın parıldadığı siyah kapıyı, eliyle itti. Ürkütücü bir dekorla süslenmiş bir odaya adım attı. Duvarlarda, hâlâ kan damlayan hayvan başları asılmıştı ve kabzasında parlak bir taşın olduğu bir kılıç Asteria'nın bir kraliçe misali oturduğu tahtın yanında, yanlamasına duruyordu. Asteria mücevherli tahtına gururla kurulmuştu ve iki yanında da ondan bir basamak aşağıda duran ikiz tahtlar vardı. Adonis ve Ares'in duygusuz gözlerle ona bakarak oturdukları tahtlar. Vaşak, bir kedi uysallığında mırıldanarak Ares'in ayaklarının dibine yerleşti. Asteria ellerini iki yana açtı ve adamlara elini uzattı. Ares ve Adonis kadının ellerini kutsal bir varlıkmışçasına tuttu ve öptü.

Dünya güçsüzce yere çöktüğünü hayal meyal hissetti, başı artık ikiye ayrılmak üzereydi. Yeniden kâhinin karşısındaydı, kâhin ona gülümsedi.

"Yıldız tepede parladığında kapıyı bulacaksın ve uğursuz olanlara yol göstereceksin. Ölü bedene can veren, onun düşman saydığı olacak!”

Başını, dönmesini engellemek için duvarın soğukluğuna yasladı. Gözlerinin önünde Enlil duruyordu. Adam kapısının önünde durdu ve onu yanına çağırdı.

"Kapının üstüne bir şekil çizeceğim, Ares'in kapısının üstündeki şekil ile aynı olacak. Bu sayede, Zeus senin isteğin dışında odana giremeyecek. Çok uzun seneler önce Ares'in kapısını da ben mühürlemiştim, o yüzden çekinmene gerek yok. Şekli yapabilmem için de senin bana yardım etmen gerek."

"Sen Ares'in odasına girebiliyor musun?" dedi kaşlarını çatıp.

Enlil hafifçe gülümsedi:

"Benden ve senden başka onun odasına kimse giremez." Dünya'nın yüzünün asılmasını izleyen Enlil, çok kadınsı bir kahkaha attı. "Beni kıskandın mı?"

Adamın, onun elini tutup bıçağını avucuna saplamasıyla öğürdü, acıdan midesi bulanıyordu. Aklına gelen diğer anı, Ares'in odasının kapısına kimin engel koyduğunu ısrarla öğrenmek istemesiydi. Adonis ise elini kimin kestiğini öğrenmek için uğraşmıştı. Ardından, Persephone'nin evde hain olduğunu söylediği an belirdi zihninde. Tüm bedeni uyuşmaya başlarken Ares'in kapısının üstündeki yıldız şekli, kendi kapısının üstündeki yıldız şekli ve Tartaros'ta Adonis'in çıktığı kapının üstündeki karanlık yıldız şekli birer fişek gibi patladı. Adonis'in, Asteria'nın odasından çıktığını biliyordu.

"Hayır." diye hırladı. Hainin kim olduğunu biliyordu ama buna inanamıyordu. Çay içtiklerinde kâhinin sarf ettiği sözler aklına geldi. O zaman için saçma gelen sözler şimdi anlamlanmıştı:

"Ayrıca, Asteria'ya o kadar çok güvenme, her sözü bilgece değildir."

Ares'e bunu anlatmalıydı. Adam tehlikenin büyüklüğünü bilmeliydi, asıl düşmanları burunlarının dibinde dolanıyordu. Başı hâlâ zonklarken ayağa kalktı ve sırtını duvara dayadı. Asteria'dan önce adama nasıl yetişeceğini düşünürken birinin ona yaklaştığını hissetti. Omzundaki leke giderek ısınıyordu, adım seslerine doğru güç bela döndü. Baş ağrısının bulandırdığı görüşü netleştiğinde karşısında ona gülümseyen bir çift gözle karşılaştı ve kanı dondu.

"Neyin var, hasta mısın?"

Enlil'in bedeninden süzülen, tütsüye benzeyen sisleri görmezden gelerek iyice doğruldu. Mührünün üstünü saçları örtmüştü, gözlerden saklıyordu ama sızının ona çektirdiği acıyı da fark ettirmemesi gerekiyordu. Adamın görünüşü mide bulandırıcı bir şekilde titreşti, sonra dağılmadan toparlandı.

"Yüzün bembeyaz olmuş canım, odana gitmene yardım edeyim mi?"

"Hayır." dedi. Enlil'in temasından kaçınarak duvarda kaydı. "Ben iyiyim, bir an başım döndü." diye mırıldandı.

Enlil görüntüsü giderek eriyordu. Dünya'ya yaklaşmaksızın onu süzmeye devam etti ve anlayışlı bir sesle konuştu.

"Belki biraz uyuman gerekiyordur."

"Evet, olabilir." dedi. "Uykudan önce, baş dönmesi için Sirona'ya görünmeliyim."

"Sen odana git canım, ben sana bir şeyler getiririm. Hem duş alsan iyi olur, berbat görünüyorsun." dedi ve yüzünü buruşturdu. "Çoktan ölmüş birine daha çok benziyorsun."

Başını salladı.

"Tamam." dedi. Sözlerindeki anlamsızlığı belli etmeden Enlil'e güven vermek için gülümsemeye çalıştı. "Uyku için bir şeyler sorabilirsen sevinirim."

Enlil gözlüğünü düzeltti.

"Elbette, sen odana git, yeter. Odandan çıkma!"

Birkaç saniye öylece dikildiler. Dünya yürüyemeyecek gibiydi fakat bacaklarını zor da olsa hareket ettirmeyi başardı. Yürümeye başladı, odasına yaklaşırken de hızlandı ama odası Dünya için güvenli değildi, Ares giremezdi ama o girebilirdi. Mührü alev gibi yanıyordu. Kapısının önünde bir kez daha Enlil'in olduğu yere baktı. Az önce Enlil'in durduğu yerde bu kez ona bakan Asteria'ydı. Kadının güzel yüzü korkunç bir sırıtmayla iyice netleşti, Asteria açığa çıktığından bihaber arkasını dönerek koridorun köşesinde gözden kayboldu.

BÖLÜM 41 : YALAN GERÇEKLİK

Dehşet içindeydi, boğazı kurumuştu ve başı dönüyordu. Kime gidebileceğini bilmiyordu, birden ayıldı. Ares görevden önce talimatları almak için Zeus'un yanına gitmişti ama neredeydiler? Kararını verip Asteria'nın tersi istikamette koşmaya başladı. İki kere tökezledikten sonra toparlandı ve uzun yolu kullanarak terasa doğru hızlandı. Labirent koridorlarda koşarken yüreği ağzındaydı. Zeus'un katının dönen merdivenlerini tırmanıp köşeyi döndü ve korkudan onu bağırtan bir bedene hızla çarptı.

"Hey!" diyen Athena, Dünya'yı yakalayıp doğrulttu. "Deli gibi nereye koşturuyorsun?"

Yutkundu, nefes nefese sordu. "Ares, nerede?"

"Şimdi, Zeus'un odasına girdi, ben çıkarken." dedi Athena, kahverengi hareleri olan koyu mavi gözlerini Dünya'ya dikmişti. "Ne oldu?"

"Hainin kim olduğunu biliyorum, iblisleri eve saldırtan."

"Melezleri." diye Athena düzeltti.

"Her neyse, onları Enlil bırakmış."

Athena onu bıraktı, kuşkuyla Dünya'ya baktı.

"Enlil mi? O yaşamıyor Dünya, uzun zaman önce Asteria tarafından öldürüldü." dedi. "Söylediğin şey olanaksız..."

Paniği ve korkusu tüm bedenine yayıldı, buz gibiydi.

"O… Asteria, Enlil kılığındaydı. Onu görmediniz mi, yanımdaydı. İçki servislerinde benimleydi. Neden daha önce söylemediniz?" dedi kekeleyerek. “Benimleydi!”

Athena gözlerini ona dikerek dikkatlice konuştu.

"Sen hep tek başınaydın Dünya, yanında kimse yoktu." Dedi. “Bizimkiler dışında yanında başka biri hiç olmadı.”

Bayılmak üzereydi, başını salladı.

"Bu olamaz, o benimleydi, buraya geldiğimden beri. Asteria, Enlil kılığında benimleydi; bana yardımcı olmuştu."

"Tamam, bunun çaresine bakabiliriz. Hayal görmüş olmalısın, Asteria buraya gelmez. O yeraltından çıkmaz." dedi Athena. Kendi kararsızlığı yüzünden okunuyordu. "Zeus ile konuşalım."

Birlikte Zeus'un bulunduğu "Tepe" dedikleri terasa doğru yürürken içindeki dehşet ve acıyla savaşıyordu. Athena'nın bile yüzü bembeyaz olmuştu. Ona verilen görev için hazırlanmışken en çok korktuğu şeyin evde olduğunu öğrenmişti. Koridorun ışıkları titreşince Athena belindeki kılıcı çekti ve dikkatlice yürümeye devam etti. Dünya'yı hemen yanı başına çekti.

"Sakin ol, Dünya. Bir şey olursa da arkana bakmadan Tepe'ye koş."

Işıklar yeniden dalgalandı ve bir kaçı patladı. Çığlık atmamak için yumruğunu ağzına bastırdı, onun tersine Athena soğukkanlıydı. Koridoru aydınlatan iki lamba sayesinde anca tutunan aydınlıkta yürümeye devam ettiler. Athena kılıcı önde tutuyordu. Bir hırıltı duydular ve oldukları yerde durup sesin kaynağını belirlemeye çalıştılar.

"Cesur Athena!" diye cinsiyetsiz bir ses yankılandı. "Beni etkilemene yetecek kadar uzun bir zamandır seni izliyorum."

Athena dikkat kesildi fakat Dünya, cesaretli görünüşüne rağmen kadının korktuğunu biliyordu. Athena, Asteria'ya cevap vermektense, sesin nereden geldiğini kestirmeye çalışırken; Asteria siyah bir elbiseyle karanlığın içinde belirdi. Sırtında daha önce de gördüğü tüylerden yapılmış pelerini vardı. Uzun, siyah saçlarını toplamış; güzel yüzünü hoşnut ama tehlikeli bir sırıtmayla süslemişti.

Athena, sol elinin avcuna üfledi, nefesi hızla somutlaşarak avucunda şeffaf cam bir top oluşturdu. Tam ortasında minicik bir ışık parıldıyordu.

"Dondur!" diye emir verdiği top iyice parlayarak tamamen ışığa dönüştü ve Athena, bu ışık topunu hızla Asteria'ya fırlattı. Işık topu, hedefine doğru kusursuzca uçarken Asteria elini kaldırdı, top görünmez bir kalkana çarpıp parçalandı. Athena yeniden denedi, üç ışık topu da kalkanda parçalandıktan sonra vazgeçip kılıcını yeniden eline aldı.

"Burada işin yok Asteria, cehennemine geri dön!"

Asteria eğlenen bir yüzle kadını süzdü. "Kralımı almadan hiçbir yere gitmiyorum." diye ürkütücü bir sesle fısıldadı ve gözleri Dünya'ya kaydı. "Sen de yemim olacaksın canım! Böylece Ares’i kolayca alabilirim."

"Ares sana boyun eğmeyecek! Buna, asla izin vermem." diye söylenen Athena, tek bacağından destekle aniden havaya doğru yaylanarak hızlı ve tereddütsüz bir hareketle Asteria'ya atıldı. Kılıcı havada döndürerek kadının başına doğru gelecek şekilde çevirdi.

Asteria, Athena'nın yaptığı hareketten hiç etkilenmeksizin pelerinini savurdu ve bir metre ötesinde belirdi. Athena'nın kılıcı az önce kadının olduğu yeri çökerterek indi ve Athena hiç duraksamadan kılıcı tuttuğu gibi Asteria'nın sırıtan yüzüne savurdu. Asteria, eliyle kılıç darbesine karşı koydu. Elinden tüten sis, kılıcı boydan boya kaplamıştı. Athena, kılıçtan elini çekmeye çalıştı ama başaramadı. Asteria zevkten kahkaha atarken, Athena'nın korkusu yüzüne yansımaya başlamıştı. Kadını tekmelemek için bacağını savurdu. Asteria, bu atağı bekliyordu, uzun bacağını kaldırıp onun tekmesini etkisiz hale getirdikten sonra kılıç tutan elini kullanarak paniklemiş Athena'yı duvara yapıştırdı.

"Aferin sana, Zeus kızı!" dedi. Athena duyduğu hitap yüzünden şaşkınlıkla kaşlarını çatarken Asteria da onun savunmasız halinden yararlanıp elini yana attı ve kısa bir bıçak çıkardı. "Bakalım acıya dayanıklı mısın?" dedi ve bıçağı Athena'nın omzuna saplayıp çevirdi. Athena'nın gözleri kısıldı ama hiç ses çıkarmadı. Asteria'dan sızan dumanlar onu duvara sabitlemişti, kıpırdayamıyordu.

Dumanlardan yayılan korku hissi, uzakta olan Dünya'yı bile etkiliyordu. Doğrudan hedefte olan Athena’nın yüzü mum gibi oldu ama durması için kadına yalvarmadı. İşkence altındaki Athena'ya yardım etmek için ikisine doğru koştu fakat Asteria ona bakmadan elini salladı ve yerden fışkıran ipler Dünya'yı sımsıkı sardı. Ellerini, bacaklarını ve belini saran ipler yükseldi ve boğazına dolandı. Nefes alamıyordu. İşkencesine karşı koymaya çalışan Athena'nın güç sarf ettiği için terlediğini görebiliyordu. Dünya, Athena'ya yardım edemediği için hırsla ellerini sıktı. Dünya'yı saran ipler ona nefes aldırmasa da Asteria'ya öfkeyle bağırdı.

"Yeter Asteria!"

Asteria'nın ilgisi tamamen Athena'nın üzerindeydi, Dünya'nın haykırmasına aldırmadı bile. Mücevher saplı bıçağı Athena'nın omzundan çekti ve bu kez, bıçakla kadının güzel yanağını boydan boya kesti. Yaptığı esere hayranlıkla bakarken fısıldadı.

"Çok güzel Athena, hâlâ yalvarmadın."

Athena hissettiği dehşetten cama dönüşmüş hareli gözlerini kadına dikti. "Seni öldüreceğim!" diye hırladı. Kıpırdamak için yeniden çabalamasına Asteria'nın tek tepkisi kahkaha atmak olmuştu.

Asteria "Gitmeliyiz" dedi Athena'ya. "Seninle de daha boş bir vaktimde ilgilenirim, Zeus kızı!" dedi ve mücevherli bıçağı Athena'nın tam kalbinin üstüne sapladı.

Dünya, "Hayır!" diye bağırırken Asteria gülüyordu. Athena'nın yüzündeki şaşkınlık eridi ve gözleri yavaşça kapandı. Kadın, elini Athena'nın kalbine sapladığı bıçaktan çekip doğrulduğunda Athena cansızca yere yığıldı. Kalbinin tam üstündeki bıçak mücevherli sapına dek bedenine girmişti. Dünya'yı saran ipler nihayet çözüldü ve Dünya duraksamaksızın yerde yatan Athena'ya doğru koştu. Nasıl olduğuna bakmak için eğilirken Asteria kolundan tutup onu savurdu.

Dünya hızla duvara çarptı ve soluksuz kaldı. Gözleri acırken tüm kiniyle Asteria'ya baktı.

"Onu öldürdün!"

Asteria elini beline koydu. "Hayır, sadece bir süreliğine yolumdan çekilmesini sağladım. Onların ölümsüz olduğunu bilmiyor musun, aptal kız." dedi ve sırıttı. "Ayrıca, Ares ablasını öldürdüğümü duyarsa bana kırılabilir, ilişkimizi zora sokmak istemem."

"Asıl sen aptalsın!" dedi kadına bağırarak. "Athena, Ares'in ablası falan değil. Onlar kardeş bile değiller. Zeus'un kızı, Artemis… Athena değil."

Asteria'nın yüzünü delice bir ifade bürüdü.

"Sözlerine dikkat et ölümlü!" dedi hırıltılı bir sesle. "Sana ve aptallıklarına yeterince katlandım. Yararın olmasa senin kanını şuracıkta içerdim ama dua et seninle biraz daha işim var."

"Ares, sana asla katılmayacak. Benim için bile bunu yapmaz." dedi Dünya. Öfkesinden ve üzüntüsünden titriyordu.

"Senin için mi? diye kahkaha atan Asteria, ölümcül gözlerini Dünya'ya dikti. “Sen kimsin ki! Ona anlatacaklarımdan sonra intikam almak ve iblislere hükmetmek için, bir dakika bile düşünmeyecek! Zeus'un oğlu babasını kendi kanında boğacak!" dedi Asteria. Bunları söylerken çıldırmış gibiydi.

Kadın konuşurken mührünün hiç ısınmadığını fark ettiğinde şaşırdı ya kadın doğru söylüyordu ya da mührü etkisizdi.

"Sen yalancının birisin!" dedi, mührünün tepkisine inat. "O, sana inanmaz!"

Asteria, ona doğru yürüdü ve çenesini eliyle kavrayarak debelenmesine aldırmadan onu yukarı kaldırdı. Dünya'dan uzundu ve çok güçlüydü.

"Benim sözlerimin doğru olduğunu biliyorsun." dedi. Sol omzunun üstündeki saçlarını geriye atıp mührüne kısa bir göz attı ve Dünya'ya döndü. Sırıttı ve elini ondan çekti.

"Dinle."

Güçsüz kalan Dünya’nın dizleri çözüldü, kukla misali yere yığıldı. Nefretle kadına bakarken Asteria tek dizinin üstüne çöktü. Onun gözlerine gözlerini dikti, konuşmaya başladı.

"Zeus'un çapkınlıklarını sana anlatmıştım, sen iyi bir dinleyiciydin Dünya. Bu yüzden, son bir hikâyeyi hak ediyorsun. Sana Zeus'un inkârıyla yitip gitmiş bir hikâyeyi anlatacağım." dedi. Anlatmaya hevesli Enlil bakışlarıyla konuşmaya devam etti.

"Bir zamanlar, peşinden koşan ölümsüzlerin arasından eşi olarak Zeus'u seçen kadın, hamile kaldığında Kassandra isimli bir öngörücü kehanette bulundu. Kassandra, adamın evlendiği eşinden doğacak ilk erkek çocuğun babasının tahtını sarsacak kadar güçlü olacağını söylediğinde Zeus, korkuyla bekledi. Sonunda, Athena doğdu. Athena, erkek olmadığı için Zeus rahatlamıştı. Kehanetin boşa çıktığını düşünüyordu, sonu babasına benzemeyecekti. Bir süre sonra Zeus'un eşi yeniden hamile kaldı. Zeus, çocuğun kız olacağından emindi. Yeni bir kıza itirazı olmazdı çünkü Athena, güçlü kişiliğiyle onun gözdesi olmuştu, kimliğini kızından saklasa da, kızıyla içten içe gurur duyuyordu. İkinci çocuğu doğdu fakat bu beklenenin aksine bir erkek bebekti. Kehanetin gerçekleşmesinden korkan Zeus, onu yok etmeye davranınca annesi engelledi. Zeus, kendisini engellemeye çalışan kadını, kandırıp bebeğinden uzaklaştırdı. Kadın ikna olup gittiğinde bebeği öldürmek için döndü ve gördü ki bebeği iblisler tarafından korunuyordu. Zeus tek başınaydı ve iblisler çocuğu himayelerine almışlardı. 'Ona zarar vermeyeceksin' dediklerinde emirlerine uymak zorunda kaldı ve bebeği alıp Olimpos'a döndü. İblislere haber verenin ben olduğumu öğrenmek umarım seni şaşırtmaz. Onu Zeus'un hışmından koruyan bendim. Gerisini sanırım biliyorsun. Zeus, Ares'i hiç sevmez çünkü onu tahtından edecek kişi Ares." dedi ve gözbebekleri ışıldayarak doğruldu.

"Şimdi Dünya, uslu bir kız olup bana zorluk çıkarmazsan senin için bir ödül düşünebilirim. Ama Ares'in sadece bana ait olduğunu kabul etmelisin. O benim kralım!"

Kadın, Ares'in Zeus ve Hera'nın oğlu olduğunu öne sürüyordu ve mührü de buna kayıtsız kalıyordu. Dünya, Asteria'nın söylediklerinin doğru olduğunun bilincindeydi. Kadına baktı.

"Onu zorlayamayacağını biliyorsun." dedi. "Ares, isteseydi çoktan iblislerin komutanı olurdu ama istemiyor."

Asteria ayağa kalktı ve Dünya'ya tepeden bir bakış attı.

"Burada, sen devreye giriyorsun canım." diye sırıttı. Avcunu onun göreceği şekilde açtı, elinde ceviz büyüklüğünde bir elmas duruyordu. "Ares ve Adonis'in sana olan ilgisini kullanacağım. Bu ne, biliyor musun?" dedi.

Cevap alamayınca sabırla açıkladı. "Bu, iki prensin kiniyle dolacak olan mücevher, bana verilenin benzeri."

Dünya'nın gözleri korkuyla açıldı. Kötülükleri içinde saklayan elmasın, iyi yürekli Asteria'yı neye dönüştürdüğünü hatırlayınca, gerileyerek duvara sindi. Asteria, parlak dişlerini göstererek sırıttı.

"Senin içinde olan bencillik hoşuma gitti. İkisini birbirine düşürmeyi başarman işimi çok kolaylaştırdı. Bu yüzden seni yanıma almaya karar verdim ölümlü. Bu gece, bu elmas kötülükle dolacak ve her iki prens istese de istemese de bana katılmak zorunda kalacak. Büyülü mücevheri senin kalbine yerleştirdikten sonra benim en iyi askerim sen olacaksın."

Mührü neden ısınmıyordu, neden bu kadının sözleri canını yakıyordu? Gerçeklik mührünün canını yakmasını tercih ederdi. Asteria, elini ahenkle salladı ve dumanlar Dünya’yı sarmaya başladı.

"Şimdi gösteri zamanı!" diye ürkütücü bir sesle hırladı. Arkasını döndüğünde, elinin hareketiyle canlanarak Dünya'yı saran dumanlar bir küreye dönüştü ve küre onu Asteria'nın peşinden sürükledi.

Dünya bağırmaya çalışıyordu ama sesi yok olmuştu; küreyi yumruklamaya çalıştı ama faydasızdı. İyice daralan küre onu Tepe'ye taşıdı ve mermer sütunların arasına gerilmiş olan tüllerin arkasında durdurdu. Asteria'nın bakışları, alanın ortasında tek başına duran Ares'in üzerindeydi. Genç adam beklemekten sıkılmış bir tavırla ileri geri volta atıyordu. Dünya ona seslenmek için debelendi ama adam ne onu ne de Asteria'yı görüyordu.

Hava gittikçe kötüleşiyordu, güçlü bir rüzgâr yerlere saplanmış meşalelerin alevlerini titretti. Ares, nefes alıp kollarını önünde kenetledi ve Zeus'un olması gereken kaidedeki mermer tahta bir göz attı. Kimse yoktu. Yeniden dönüp yürümeye devam ederken; Asteria Dünya'nın kulağına eğildi.

"Ne muhteşem bir adam!" dedi iç geçirerek. "Bu gece, benim yatağımı süsleyeceğini düşündükçe sabırsızlanıyorum."

Bunları, onu kızdırmak için söylediğini biliyordu, amacına da ulaşmıştı. Tüm kiniyle kadına baktığında kadın keyifle doğruldu ve dudaklarını yalayarak adama döndü. Kalbi delice sızlıyordu. Ne yapacağını düşünürken gök gürledi ve bir yıldırım havayı yararak kaideye çarptı. Ares, beklentiyle kaideye döndü. Işığın arasından Zeus'un bedeni belirdi ve Zeus hoşnutsuz mavi gözlerini Ares'e çevirdi.

"Yeniden Olimpos'tasın."

Ares yavaş adımlarla yürüdü ve tahtın karşısına dikildi.

"Mutluluğun gözlerinden okunuyor Zeus." dedi. Kenetlediği ellerini açtı. "Seni beklemekten sıkıldım, kontrol etmem gereken boyut hangisi?"

Zeus'un çenesi öfkeyle kasıldı.

"Haddini aşıyorsun Ares!" diye homurdandı. "Tahtta hâlâ ben oturuyorum. Bana saygı duymayı ne zaman öğreneceksin?"

Ares sabırsızca kıpırdandı. Aklına gelenlerin dudaklarından çıkmasını engellemek için dudaklarını birbirine bastırdı. Dünya, adamın sakin durması için içinden dua etmeye başlamıştı. Zeus'u kızdırmazsa kavga olmazdı ve Asteria'nın mücevheri kötülükle dolmazdı. Zeus'un, Ares'in babası olduğuna inanamıyordu. Acaba bunu Ares biliyor muydu?

"Seni dinliyorum Zeus." dedi, asil bir duruşla, mermer tahtın önünde duran adama bakarak.

Zeus, altın gözlüyü oğlu değil de düşmanıymış gibi küçümseyerek süzdü.

"Senin görevin başka." dediğinde Ares kaşlarını çattı. "Öncelikle bana dürüst bir cevap vermeni istiyorum." dedi.

"Sana hiç yalan söylemedim." dedi Ares kendinden emin bir ifadeyle. Gözlerinden adamın ne söyleyeceğini merak ettiği anlaşılıyordu.

Zeus düşünceli bir ifadeyle döndü, tahtına oturdu.

"Afrodit'in verdiği ambrosiayı yedin mi? Ölümsüzlüğünü geri almaya hakkın olduğunu biliyorsun."

Ares'in gözleri kısıldı, cevap verip vermeme konusunda emin değildi.

"Bu seni neden ilgilendiriyor?"

"Olimpos'ta başka türlü kalamazsın, biliyorsun. Ayrıca, sana vereceğim görev için ölümsüz olman gerek." Dedi, kararlı bir sesle. "Bana doğru yanıtı söyle."

Ares kollarını yeniden kenetledi.

"Sonrasında, birlikte nektar içmemizi önermeyeceksen söyleyeyim, ambrosia'yı yedim. Şimdi görevi söyle."

Mührünün ısınmasıyla soğuk bir his ensesini sardı, Ares yalan söylüyordu. Meyveyi yememişti, hâlâ ölümlüydü. Dünya, Asteria'nın ona yan gözle baktığını fark edince tepki vermeksizin Ares'i izlemeye devam etti. Ares’in doğru söylediğine inanan kadın, tatmin olan bakışlarını yeniden Ares'e çevirdi. Ares'in yalan söylemesinin bir nedeni olduğunu düşündü ve onu ele vermemek için kıpırdamadan onları izledi.

Zeus, memnun bir yüzle doğruldu.

"Çok iyi."

Karanlığı aydınlatan bir şimşeğin ardından, gökyüzü korkunç bir şekilde gürledi. Ses, çınlamaya devam ederken Zeus kollarını tahtın üstüne yerleştirdi.

"Aramızdaki sorunu, bu gece çözmeye karar verdim. Ölümsüz olduğuna göre, herhangi bir haksızlık olasılığı ortadan kalkmış oldu. İntikam hakkımı talep ediyorum Ares."

Ares başını doğrulttu. "Bunun için, fazla bile bekledik." dedi, öfkeli gözlerle Zeus'a bakarken. "İstediğin silahla başlayabilirsin."

Zeus nefeslendi.

"Yaptığın şey için utanman gerekirken hâlâ haklıymış gibi davranmana inanamıyorum." dedi. Yumruklarını sıkarak kükredi. "Hera'yı baştan çıkarırken benim gururumu hiç mi düşünmedin?"

Dünya'nın başı döndü, kürenin hapsinde olmasına rağmen yere yığıldı. Yanındaki kadının keyifle iç geçirdiğini duyduğunda midesi bulandı. Ares, Zeus'un eşini, yani kendi annesini, baştan çıkarmaya çalışmıştı ve Zeus'un öfkesine bakılırsa bunu başarmıştı. Altın gözlünün duruşundaki kayıtsızlık dayanılmazdı, hiçbir şeyi bilmediğine kanaat getirdi. Öğrendiğinde ne hale geleceğini düşünmek bile istemiyordu. Hera buna nasıl izin vermişti, yoksa o da mı bilmiyordu?

"Sen, istediğin kişiyle zaman geçirirken o neden kendini tutsun?" dedi Ares. Bıkkınca soluklandı. "Kestiğin ceza nedir, onu söyle. Gördüğüm kadarıyla benimle dövüşmek gibi bir niyetin yok."

Zeus, öfkeden köpürdü. Ellerini tahta vurarak ayağa kalktı.

"Sen onu etkilemeye uğraşmasaydın, Hera senin odana ayak basmazdı Ares!" dedi. "O, benim kraliçem ve sadakati konusunda hiç tereddüdüm olmamıştı, ta ki seninle... Lanet olası! Sana olan hoşgörüyü bu şekilde suiistimal etmen akıl alır gibi değil!"

Zeus'un kızgınlığının nedenini anlayabiliyor, duyduklarından sonra ona hak veriyordu fakat söz konusu olan Ares'ti. Dünya'nın duyguları karmakarışıktı ve göğsündeki kalbi ikiye ayrılırcasına sızlıyordu. Onu, Hera'yla düşündükçe üzüntüden kahroluyordu ve bu sefer ki kıskançlıktan değildi. Asteria ise sırıtarak konuşmaları dinliyordu. Dünya, kadının ona olan dikkati azaldıkça üzerine yayılan sisin etkisinden kurtulduğunu fark etti. Doğru anı beklerken iki adamın konuşmasını izlemeye devam etti.

"Benden ne dememi bekliyorsun?" dedi Ares küstahça. "Odama izinsiz giren sendin. Gördüğün manzara hoşuna gitmediği için ben mi senden özür dileyeceğim?”

Zeus, Ares'i kinli bakışlarla bir süre süzdü, daha fazla tartışmayı uzatmamak için "Odanı bana engellemen de kötü niyetinin ve şeytani bağlantılarının kanıtıdır. Artık senin bu lanetli cesaretine son vereceğim. Bu gece tek hakkımı kullanacağım ve seni, eşimi yatağına aldığın için cezalandıracağım." diyerek doğruldu.

"Beni temsil edenle dövüşeceksin ve kazanan, kaybedene istediğini yapabilme hakkını da kazanacak. Bu adil bir ceza ve kimse karşı çıkamaz!"

Asteria'nın gözleri ışıldadığında Dünya bedenini rahatça kullanabildiğini fark etti. Üzerindeki sis iyice açılmıştı ve görüşü netleşmişti. Dudaklarını sıkarak, kıpırdamadan beklemeye devam etti. Zamansız bir hareket, her şeyi berbat edebilirdi. Zeus'un başını girişe çevirdiğini gördü. Zeus, yüksek sesle temsilcisini çağırdı.

Tepelerindeki gökyüzü gürülderken cam kubbe sarsıldı ve Adonis, kararlı adımlarla geniş terasa adım attı. Baştan ayağa simsiyah giyinmişti. Elindeki uzun kılıcıyla ortaya doğru yürürken iki adam bakıştı. Ares'in bakışları buruktu ama Adonis'in nefreti gözlerinden taşıyordu. Elindeki kılıca sıkıca kenetlediği eli bembeyazdı. Sırtı Dünya'ya dönük Ares'in karşısında dikilince belindeki kemere asılı başka bir silah gözüne çarptı. Bu camdan yapılmış küçük bir bıçaktı. Bıçağa, dikkatlice baktı, bıçak kristalden yontulmuş gibi parıldadı. Başını kaldırıp, Asteria'ya baktığında kadının gözlerinin de aynı bıçakta olduğunu gördü. Bu, Asteria'nın Adonis'e Tartaros'ta verdiği ve her şeyi elde etmesini sağlayacak silahtı.

Asteria, ondan uzaklaşarak önlerinde sallanan tülün yanına gitti ve elması yere bıraktı. Elmas, şimdiden renklenmeye başlamıştı. Kirli sarı bir duman, elmasın içinde dolanarak dışarı çıktı. Asteria heyecanlanmıştı, hafifçe nefes alıp kara gözlerini iki adama dikti. Artık onunla hiç ilgilenmiyordu. Dünya, iki adamın kavga etmesini engellemenin bir yolunu düşünürken, yardım edecek biri olup olmadığını da aklından geçiriyordu. Kâhin ondan uzaktaydı ve diğer ölümsüzlerin hepsi de boyutlara gitmişlerdi. Athena ise ölümcül yarasıyla koridorda yatıyordu. Zeus konuşunca bakışlarını adama çevirdi.

"Her şey kuralına göre olacak." dedi. "Eşimle birlikte olma suçunun cezası olarak temsilcimle karşılaşacaksın ve kazanan istediğini alacak. Ben, Zeus! İntikam hakkımı Adonis'e devrediyorum!"

Gökyüzü yeniden gürledi ve yağmur yağmaya başlarken iki adam karşı karşıya dikildi. Savaşmaya hazır ve istekli oldukları belliydi. Bu ölümüne bir savaş olacaktı. Adonis, Ares'in ölümsüz olduğunu sanıyordu. Dünya, sesini yokladı hâlâ sisin etkisindeydi. Neden herhangi bir ölümsüz gelip bu saçmalığa bir son vermiyordu?

Adonis, Ares'i süzdü. "Kavganın adil olması için nektar içmedim." dedi. "Senin, nektar içmeye vaktin olmadığını biliyorum."

"Bunu neden yapıyorsun Adonis?" dedi, Ares. "Seni kandırdıklarını görmüyor musun?"

Adonis, Ares'in çevresinde dönerken Ares dikkatle onu izledi.

"Tek akıllı, sen misin Ares?" dedi kusursuz yüzünü buruşturarak. "Şimdiye kadar sana hep destek oldum, doğru olsun veya olmasın her yaptığını onayladım. Senden tek isteğim Dünya'dan uzak durmandı fakat sen onu benden çalmaya çalıştın."

Ares kuruyan dudaklarını yaladı, yüzü iyice beyazlamıştı. Ares'in göğsündeki yarayı düşünen Dünya'nın gözü karardı. Ares'in Adonis'in karşısında hiç şansı yoktu. Ares ise terastaki herkesten çok daha sakindi.

"Onu senden çalmadım Adonis, biliyorsun." dedi. Adonis'in gözlerine bakarak devam etti. "Dünya bir ölümlü, baştan beri burada olmaması gerekiyordu ve onu serbest bırakmak zorundaydık. Zeus seni kullanıyor, aç artık gözlerini."

Adonis lafını kesti.

"Peki, sen neden dediğini yapmadın? Seni izledim Ares.”

Ares'in ifadesi dağıldı, Zeus'a şaşkınlıkla baktı. Zeus iç çekerek başını salladı, alaycı bir kıkırdamayla konuştu. "Bana yasak ama sana değil demek, Ares."

Ares yanağını kemirerek bir an düşündü ve başını kaldırıp Adonis'e baktı.

"O zaman kozumuzu paylaşalım. Seni yeneceğim için üzgünüm kardeşim ama cezam seni rahatlatacak."

Adonis gülümsedi.

"Elbette."

İkisi saldırı pozisyonu alırken Asteria, ellerini iki yanında yumruk yapmış, arada yere bıraktığı taşa sabırsızlıkla bakıyordu. Parlak taşın içinde gölgeler gezinmeye başladı. Zaman iyice azalmıştı, Dünya ayağa kalkmak için yavaşça doğruldu. Sütuna elini dayadı ve ayaklandı, onu kaplayan sis yere döküldü.

"Adonis, bunu yapma!" diye haykırarak ileri atıldı ama yüzünde patlayan tokatla geriye savruldu.

Aniden gelişen bu olayla üç adam da şaşkın kalakaldılar. İri damlalar halinde yağan yağmurun altında doğrulan Dünya, Ares'e baktığında adamın hareketlendiğini gördü. Asteria adamı engellemeseydi yanına gelebilecekti. İki elini havaya kaldıran kadın, havayı kavrar bir hareketle ellerini kastı. Ares, görünmez bir iple çekilmiş gibi geriye uçup diğer sütuna çarptı ve yere düştü. Asteria başını Zeus'a çevirdi, şaşkınlığından kurtulan Zeus yıldırım göndermeye hazırlanıyordu. Elini adama umursamazca salladı. Mermer kaide anında iplerle doldu ve Zeus kıpırdayamadan tahtına doğru düştü. İpler onu sıkıca sarmıştı. Kadın sıkılmış gibi derin bir nefes alıp kubbenin altına girdi.

"Her neyse, bu daha iyi oldu. Sen çok konuşuyorsun Zeus, bırak gençler işlerini yapsın."

Dünya gözleri kalkmaya çalışan Ares'te olduğu halde doğrulurken Asteria Adonis'in yanına ulaştı. Adamın düzgün kaslarını okşayarak etrafında döndü. Hoş bir tonda konuştu.

"Sözünü tut Adonis, ben de sana istediğini vereyim. Ölümsüz Ares'in güçlerini aldıktan sonra benim yanımda olmaya hak kazanacaksın."

Kadının cazibesinden etkilenmeyen Adonis, kadının elinden uzaklaştı.

"Sözümü tutacağım ama senin yanında olmak için değil." dedi. "İblislerini boyutlarında tutacaksın. Soyut olarak bile kimseye zarar vermeyecekler. Onların hilelerine bir son vereceksin."

Asteria çekici bir bakışla adama yeniden yaklaştı.

"Tabi, sevgilim. Onları engelleyeceğime söz veriyorum, sen de bana Ares'i ver. Kâinat senin olsun, Ares de benim. İblislerim senin yoluna çıkmayacak!"

Mührü ısınınca kendine gelen Dünya, yapması gereken şeyi kavramıştı. Yeterli vakti var mıydı? Ares'e baktı, ayağa kalkmıştı ve öfkeyle ikisine bakıyordu.

"Ona inanma Adonis. Onun hiçbir şeye gücü yok."

Adonis dikkatini Ares'e çevirirken Asteria iki adamın arasından çekildi, dövüşmeleri için onlara yer açtı. Adonis kararsızdı ama Asteria kulağına yaklaşıp fısıldayınca yüzü taşa dönüştü.

"Korkuyor musun Ares?" diye mırıldanan Adonis, Asteria'nın zehirli sözlerinin etkisine girmişti.

Ares sıkıntıyla bedenini gerdi ve adama doğru adımladı. "Dayak yemeden kendine gelmeyeceksin anlaşılan." diye homurdandı.

"Seni öldüreceğim!" diyen Adonis, kılıcını yükseltirken Ares sırtındaki kılıcı çekmişti.

Asteria tuzağın kurulmasından memnun pelerinini savurdu, Zeus'un bağlandığı mermere doğru kırıtarak yürüdü. İki adamın kılıçları birbirine çarptı. Artık onları durduramayacağını anlayan Dünya, aklına gelen şeyi yapmak için girişe döndüğünde kılıç sesleri yukarıda çakan şimşeklerin sesini aratmıyordu. Koşmadan, bir saniye önce dönüp ikisine baktı. Ares, Adonis'in saldırılarını kolayca etkisiz hale getirebiliyordu. Adonis dönerek kılıcı Ares'e hızla salladı. Ares, kılıcı yanda durdurdu ve çevirerek adamın dengesini bozmaya çalıştı. Adonis, o anda Ares'in göğsünün ortasına tekme atınca Ares gözlerini kapatarak geriledi. Dünya, adamın o andaki acısını neredeyse onun kadar hissetmişti. Saldıran Adonis'in kılıcını havada durduran Ares, sırtını adama döndü ve yüzüne sert bir dirsek attı. Darbe, Adonis'in burnuna gelmişti. Adamın şaşkınlığından yararlanıp tek eliyle onu sırtından aşırdı ve Asteria'nın ayaklarının dibine kadar fırlattı. Adonis, öfkeden köpürerek tek hamlede ayağa kalkarken eli sırtına uzandı. Sırtına ne için uzandığını anlayan Dünya, bu kavgayı daha fazla izleyemedi ve delice yağan yağmurun altında girişe koşmaya başladı. Bıçak hedefine saplanmadan düşündüğünü uygulamalıydı. 

 BÖLÜM 43 : ANLAŞMA

Tüm bedeni titriyordu. Kalan son gücüyle koridorları aşarken beyninin içinde kâhinin sözleri çınlamaya devam ediyordu.

"Yıldız tepede parladığında kapıyı bulacaksın ve uğursuz olanlara yol göstereceksin. Ölü bedene can veren, onun düşman saydığı olacak!" Yıldız olan Asteria'ydı ve Tepe'de parlıyordu. Uğursuz olanlar da onun çekindiği ama yönetmek için can attığı iblislerdi. Onları nerede bulacağını biliyordu. Söylenen sözü kendi kendine hırsla tekrar etmek onu hızlandırdı.

"Engellemek için, bazen yönetmek gerek!"

Yerde yatan Athena'ya bakmamaya çalışarak demir kapıya kadar nefes almadan koştu, kapıya vardığında bacakları yorgunluktan sızlıyordu. Titrek elleriyle daha önce açamadığı sürgüyü çekti. İlk başta zorlandı, sonraki denemedeyse ellerinin derisi yüzülürken sürgü yerinden oynadı. Diğer sürgü de fazla zorlanmadan açılınca loş dehlize adım attı. Korkudan aklını kaçırmak üzereydi ama durmadı. Aşağıya uzanan tırabzansız merdivenleri, elinden geldiğince hızlı indi. Sanki yıllardır koşuyordu. Kalbi durmak üzereyken kemik kapıyı gördü. Karşısında aynısından üç tane kapı vardı. Yan yana sıralanmış üç kapıya çaresizce baktı. Tam ortadaki kapının yanındaki cılız meşaleleri fark etti. Doğru kapının karşısındaki kapı olduğuna emin oldu ve kapıya tereddütsüzce atıldı. Kapıya dokunduğunda kanlı el izi kızıl bir leke bıraktı ve kapı çatırdayarak açıldı.

Kapıdan ürpertici bir uğultu eşliğinde pis kokulu dumanlar süzülürken Dünya geriledi. Doğruyu yapıp yapmadığına emin değildi ama başka çaresi yoktu, iblisleri salmalıydı. Bir kükreme duydu, beynindeki alarm noktası çalmaya başlamıştı. Hırıltılı bir solukla Deimos'un devasa ayağı, taş zemine bastığında etrafı uğursuz bir sis bürüdü. Dev iblis, ona göre küçük olan kapıdan geçerken hiç zorlanmadı ve kapıdan geçtikten sonra daha da büyüdü. İblisin yüzündeki lanetli bakış karşısında ürperdi. Dövmeleri alev alev yanarken Dünya'nın karşısına dikildi. Çarpık bir sırıtmayla ona baktı.

"İnsanlar..." diye homurdandı. “Çok yavaşsınız!”

Yutkundu. "Asteria, yukarıda." dedi. "Ares'i öldürecek." Mührünün kendi lafından sonra ısınması tuhafına gitse de bozuntuya vermedi. "Ares'e yardım etmelisin."

İblis, kırık burnunu kırıştırdı.

"Asteria, Ares'i alamaz!" diye hırladı. Kara delikleri andıran gözlerini, merdivenlere dikti. "Buna rağmen sana yardım etmem karşılığında bana ne vereceksin insan?"

İblise kararsızca baktı, bunu hiç düşünmemişti. "Ben sana ne verebilirim ki?" dedi. Korkudan bedeni buz tutmuştu.

Derin bir solukla nefes alan iblis hoşnut bir şekilde Dünya'ya baktı. "Hımm, saf korku." diye mırıldandı.” Doğru bir vaat… Şimdilik bu yeterli!"  

İblis, arkasına bakınca onun boyunda iki tane daha iblis çıkageldi. Birisi dişiydi. Bu dişiye güzel denebilirdi, kuyruğunu ve saçlarının arasından fırlamış iki küçük boynuzunu saymazsa. Deimos gibi, iğrenç kokulu deri zırhlar giymişlerdi. Deimos yeniden Dünya'ya baktı.

"Bana borçlusun."

"Sen bana borçlusun." dedi Dünya. "Kapıyı açan bendim." Lafı biter bitmez söylediğine pişman olmuştu ama yapabileceği bir şey yoktu, laf ağzından çıkmıştı.

Deimos ona doğru eğilerek hırladığında, Dünya soğukkanlı durmaya çalıştı.

"Canını şimdilik kurtardın." dedi ve kocaman eliyle Dünya'nın kolundan tuttu.

Dünya ne olduğunu anlamadı, tek gördüğü şey Deimos ve diğer iblislerin buğulu görüntüsüydü. Bir saniye sonra Tepe'deydiler. Deimos, onu bez bebek gibi kolayca yana fırlatıp sütunlu dairenin önünde durdu. İblisin görüntüsü hâlâ buğuluydu. Ares gibi görünmezliğine sığındığını düşündü.

Dünya savrulduğu yerden doğrulup neler olduğuna baktı. Asteria dikkatli bakışlarını, hırsla dövüşen iki adama dikmişti ve kristal bıçak ayaklarının dibinde, yerdeydi. Adonis'in omzu yaralanmıştı ve kanı tüm kolunu kaplamıştı. Ares'in bacağında derin bir kesik vardı. İkisinin de yorulduğu belliydi ama pes etmeye niyetleri yoktu. Deimos ve diğer iblislerin kan kokusunu, leziz bir yemek kokusu gibi içlerine çektiğini gördü. Neden dövüşü durdurmadıklarını düşünürken onların iblis olduğu algısı, bu tavırlarını mantığa oturttu. Bu onlar için çok güzel bir eğlenceydi. Dünya ayağa kalktı ve Asteria'nın yere bıraktığı elmasa kısa bir bakış attı. Elmas iyice değişmişti. İçinde kırmızı, siyah ve kirli sarı renkte ince dumanlar geziniyordu. Asteria amacına ulaşmış, kusursuzları kirletmeyi başarmıştı.

Dünya, Deimos'a doğru yürürken Ares Adonis'in kılıcını havada kesti ve kılıcı çevirerek kendinden uzaklaştırdı. Yüzüne yumruk atınca Adonis geriledi. Dudağı patlamıştı. Öfkeyle Ares'e saldırdı ve kılıcını tüm hıncıyla salladı. Ares kendini geriye attı ama kılıç kıyafetini yırtmıştı. Nefesi kesilen Dünya, sütunların arasındaki tülleri geçmek için hareketlendi. Büyük bir el, ağzını kabaca kapatıp onu durdurmasaydı, kendini iki adamın arasına atacaktı. Deimos, Dünya'yı kendine doğru çekti ve kavgayı izlemeye devam etti. Dünya da iblisin eli altında kıpırdayamadan kalakaldı.

Ares geriledikten sonra yerde aniden kısa bir takla atıp bedenini Adonis'e çarptı. Ares onun üstünde olacak şekilde yere düştüler. Adonis'e bir yumruk attı ve kılıcı tutan bileğine kendi bıçaklarından birini sapladı. Bıçak kolayca Adonis'in bileğini yardı sonra yere saplandı. Adonis, acı içinde kıvranırken Ares üstünden soluk soluğa doğruldu.

"Bu kadar yeter Adonis!" dedi, kılıcını adama doğru tutarak. "Pes et!"

Asteria'nın mutlu ifadesinin, hayal kırıklığına ve ardından kızgınlığa dönüşmesine şaşıran Dünya, kadının planının bozulduğunu anladı. Kadının kinli bakışlarla iki adamı süzmesini izlemek ve gözlerinde beliren fikirlerin tomurcuklanmasını seyretmek Dünya'yı dehşete düşürdü. Dünya, iblisin elinden kurtulmak için debelendikçe Deimos onu daha sıkı kavrıyordu.

Adonis hissettiği acıyı bastırıp dudaklarını sıkarak Ares'e baktı. Silahsız ve çaresiz kalan Adonis hâlâ öfkeliydi. Ares ise derin nefesler alıyordu ve çok soğukkanlı görünüyordu. Adonis'e eğildi ve kendi bileğini gösterdi.

"Sana sürekli söylemekten bıktım, ben bunları süs olsun diye takmıyorum." dedi, bileğindeki kalın derileri Adonis'in şaşkın yüzünün önünde sallayarak. Adamın kolunu sabitleyen bıçağı tek hamlede söktü ve bıçağı bilekliğindeki yerine takarken söylendi. "Umarım bir dahakine dediklerimi dinlersin."

Adonis, kan fışkıran bileğini tutarak doğrulduğunda yüzünden okunan kararsız ve şaşkın ifade yorgunluğunun ötesine geçmişti. Islak saçları terli yüzüne yapışmış bir halde, sanki boşluktaymış gibi, Asteria'ya bakındı ve ardından başı öne düştü. Ares ise Adonis'in ona saldırmayacağından emin bir tavırla arkasını döndü. Asteria ile Zeus'a gözlerini dikti.

"İkiniz de kaybettiniz." dedi alaylı bir sırıtmayla.

Asteria üzerindeki hayal kırıklığını atarak Ares'e gülümsedi.

"Biliyordum sevgilim." dedi, oldukça yalaka bir sesle. "Şimdi, tahtını alma zamanı." diye eliyle Zeus'u gösterdi. "Bu zavallıyı öldürdükten sonra sen ve ben birlikte dehşet krallığımızı kuracağız, bana söz verdiğin gibi!"

Ares umursamaz bir tavırla kılıcını sırtındaki yerine geçirdi.

"Zeus'u bırak!" dedi, sert bir sesle.

"Hayır!" dedi, Asteria. Basamaklardan bir adım indi. Yerdeki bıçağa yaklaşmıştı. "Onu öldürmek senin kaderin!"

"Bu senin istediğin kader." dedi Ares, tiksintiyle "Onu bırak ve git!"

Asteria gururla doğruldu.

"Seni almadan hiçbir yere gitmiyorum."

Sabırsızlanan Ares, kadına bakmaksızın hızlı adımlarla Zeus'a doğru gitti ve bileğindeki bıçaklardan birini çekip adamı saran ipleri kesti. Asteria'nın öfkeyle hırlamasına aldırmadan Adonis'in yanına gitti ve adama elini uzattı. Adonis, kanlı elini ona uzattı ve Ares'in desteğiyle ayağa kalktı. Hâlâ kendinde değil gibiydi. Ares sonunda Asteria'ya döndü.

"Burası Olimpos! Benim elim daha güçlü Asteria, senin gitme zamanın!"

Asteria, Zeus ve Adonis'i işaret ederek, "Onlar senin ölmeni istiyor." diye haykırdı.

Ares kadının ısrarından iyice sıkılmıştı ve Dünya'yı tutan Deimos'a doğru baktı.

"Deimos!" diye seslendiğinde Asteria kaşlarını çattı.

Deimos, Dünya'yı bırakıp, yanındaki iblislerle birlikte tülleri savurarak ortaya adımladı. Asteria, ilk defa dehşete düştü. Ares'e sığınmak istercesine kıvrandıktan sonra gururu üstün çıktı ve sadece bir basamak daha indi. Deimos'un varlığı, Zeus'u bile şaşkınlığa düşürmüştü. Tahtında oturmaya devam etmesi bir yana, yardım etseler de kalkamayacak gibiydi. Dünya, Ares'in Deimos'un oradaki varlığını nasıl fark ettiğini düşünerek iblisin biraz ötesinde olan yerdeki elmasa yaklaştı. Onu, Asteria'dan koruması gerekiyordu.

Deimos, Asteria'ya bakarak hırladı.

"Ares'i, ikna edeceğine söz vermiştin Asteria." dedi. "Başaramadın."

Asteria histerik bir sesle bağırdı. "Başardım, işte buradasın! Kralınızın karşısındasınız."

Deimos, Ares'e döndü. "Bizim efendimiz olacak mısın?" dedi. "Asteria'yı, kraliçen olarak ilan ediyor musun?"

Ares omzunun üstünden Demios'a baktı, kararlı bir sesle cevapladı.

"Hayır!"

Deimos yumruklarını sıkarak hırladı ama öfkesi Ares'e değil Asteria'ya yönelikti. Asteria, başına gelecekleri kestirdiğinden panikle Ares'e baktı. Altın gözlü, kadının tepkisini kontrol etmek için ona dönerken Asteria şimşek gibi bir hızla yerdeki bıçağa atıldı. Dünya, adamı uyarmak için bağırdı ama bu arada kadın, bıçağı Ares'in kalbine doğru fırlatmıştı. Her şey bir saniye içinde olmuştu, Ares şaşırmaya bile fırsat bulamadan ona uçan bıçağa bakakaldı. Havada dönen bıçak, onun kalbi yerine önüne geçen Adonis'in kalbine saplandı. Adonis geriledi ve Ares'in kollarına yığılırken Ares öfkeyle bağırdı. Yarı baygın Adonis'i nazikçe yere uzattı, doğrulurken gözleri alev alevdi.

Dünya, elması bile unutup adamlara doğru koştu, Adonis'in yanına kendini düşercesine bıraktı. Adam zorlukla nefes alıyordu. Kan içindeydi ve göğsündeki bıçak gittikçe maviye dönüşüyordu. Hırıltıyla konuşmak isterken Dünya parmağını onun dudaklarına bastırdı.

"Konuşma." dedi. Ona baktıkça gözlerinden akan yaşlara hâkim olamıyordu. “Seni kurtaracağız.”

Ares yumruklarını sıkarak Asteria'ya yürüdü. Kadın, pelerinine sarılıp kaçacakken Ares kükredi.

"Deimos!"

Deimos, kendisinden süzülen sisleri Asteria'ya yöneltti. Sisler, kadının kaçmasına izin vermeden onu yakaladı. Deimos, kadını kendine doğru çekti ve dev eliyle boynundan yakaladı. Ares karışmaması için uyarırcasına Zeus'un önünde dikildi. Adamın buna niyeti olmadığını anlayınca geriledi ve Adonis'e sarılmış Dünya'ya bir bakış attı. Ölümsüzü bu halde görmeye dayanamadığı gözlerinden belliydi, sıktığı yumrukları titreyerek Deimos'a döndü.

"Onu buradan götür!" diye dişlerinin arasından söylendi.

Deimos, Asteria'yı bir bebek gibi diğer iki iblise fırlattı. İki iblis kollarında debelenen kadını alıp ortadan yok oldu. Ares'in kaşları çatıktı, soğukkanlılığı uçup gitmişti. Üzüntü altın gözlerine yeniden yerleşmişti. Deimos'a doğru yürüdü, ayaklarını zorla atıyordu.

"Asteria, senin kontrolünde kalacak Deimos." dedi. "Onu salarsan bedelini sen ödersin."

Deimos uzun boyuyla Ares'in karşısında dikildi.

"Asteria'yı kilit altında bulundurma emrini bir şartla yerine getireceğiz." Deimos, elini açtı ve yerdeki elmas uçarak avucuna kondu. Deimos, ağzından kırmızı bir duman üflediğinde elmas kapkara oldu ve yok oldu. "Boyutumuzu kapatmayacak." diye Dünya'yı gösterdi. "Yoksa iblis mücevheri onun boynunu süsler ve Asteria'yı salıveririz."

Ares ona şart koşan iblise diklendi.

"Beni tehdit mi ediyorsun?"

İblis doğruldu. "Garanti." dedi ve sırıttı. “Kralım!”

Ares, ortadan kaybolan iblisin saldığı sislere öfkeli bir tekme attı. Kahretsin diye homurdandı, sonra endişeyle Dünya ve Adonis'e dönüp hızla onların yanına geldi. Adonis gözlerini Dünya'ya dikmişti, gözlerini kapatmamaya çalışıyordu. Bileğinden akan kanlar yerde birikmişti, öksürdüğünde de dudaklarından kan boşandı. Zeus şaşkınlığından kurtularak yanlarına geldi.

"Bunun olacağını bil..."

"Kes sesini!" dedi Ares. Adamı iterek Adonis'in başına çöktü. "Seni kurtaracağız Adonis." dedi adama cesaret vermek için. Dünya'ya döndü. "Sakın bıçağı çıkarttırtma."

Dünya, titreyen çenesine engel olamıyordu, başını salladı. "Tamam."

Ares hızla ayaklanıp terastan ayrıldı. Adonis'in yüzüne bulaşan kanı, eteğiyle silen Dünya adamın ölmek üzere olduğunu hissediyordu.

"Böyle olmamalıydı, Adonis." dedi, saçlarını geriye sıvazlarken. “Neden…” devam edemedi, büyük bir yumru boğazına oturmuştu.

Adonis, pırıldayan lacivert gözlerini Dünya'nın yüzünden ayırmıyordu, yutkundu.

"Beni unutma." diye fısıldadı. "Lütfen."

Gözlerinden dökülen damlalar yanağından süzülürken dudağını ısırdı. Zeus'a baktı, adamın kaşları çatıktı. Can çekişmesini izlemek istediğinin başkası olduğunu belli eden bir hayal kırıklığıyla Adonis'e bakıyordu. İçi öfkeyle doldu, onun kini ve taht korkusu yüzünden Adonis zarar görmüştü. Aptalca bir kehanet yüzünden, oğlunu düşürebileceği en kötü duruma düşürmüştü.

Yanına kayarcasına gelen Ares, onu irkiltti ve dikkatini dağıttı. Adam, avucundaki tuhaf şeyi Dünya'ya uzattı. Bir çiçeğe benzeyen bitkinin küçük yaprakları vardı. Bitkinin, renkli ama şeffaf yapraklarının arasındaki pembe meyveyi gösterdi. Hoş bir koku dağıtan meyveye baktığında Ares hızlıca konuştu:

"Ben bıçağı çıkarırken sen bu meyveyi Adonis'in ağzından içeri iteceksin. Bıçak çekilirken onu yutması gerekiyor, daha önce değil, sonra da değil. Yoksa ölümsüzlüğü bıçakla birlikte çekilir ve onu kaybederiz."

Adonis'in gözleri kayıyordu, onu omzundan sarsan Ares bağırdı.

"Dayansana lanet olası!"

Adonis bakışlarını netleştirmeye çalışırken sırıttı ve öksürdü. Dünya ağlamayı bırakmıştı ama elleri hâlâ titriyordu. Adam gözlerini kaldırıp Dünya'ya baktı.

"Unutma aşkım." diye fısıldadı. "Seni seviyorum."

Ares homurdandı. "Şansını zorluyorsun Adonis."

Dünya ölümün kıyısındaki adamın güzel yüzünü okşadı ve eğilip dudağından öptü. Doğrulduğunda Ares'in yanağını kemirdiğini görünce yaptığı şeyin onu kızdırdığını sandı ama adam dikkatini bıçağa çevirdi. Elini, maviye dönmüş kristal bıçağın üstüne attı, derin bir nefes alıp Dünya'ya baktı.

"Zamanlamaya dikkat et." dediğinde Dünya meyveyi yaprakların arasından söktü ve Adonis'in dudaklarının arasına yerleştirdi. Adonis kendini bırakmaya başlamıştı. Telaşlanan Ares, bayılmak üzere olan Adonis'i sarstı. "Bıçağın çekildiğini hissedince, onu yutmalısın."

Ares, iki elini bıçağı çekmek için kenetlerken Dünya'ya baktı. İkisi aynı anda hareket etmeye başlamıştı. Bıçağın ucu Adonis'in bedeninden ayrılırken Dünya da meyveyi adamın boğazından yuvarlamıştı. Adonis, meyveyi zorlanarak yuttu ve bayıldı. Ares çıkardığı bıçağın yavaşça beyazlamasını seyrederken hoşnut bir yüzle sırıttı ve beklentiyle ona bakan Dünya'ya döndü.

"Onu bir daha öpersen, bıçağı yerine geri takarım."

Mührü ısındığında bir an ne olduğunu anlayamasa da kendini bırakıp derin bir nefes aldı. Adonis kurtulmuştu ama o, buna yeterince sevinemediğini fark etti. Yaşadığı onca şeye rağmen Ares'in moralinin yüksek olması da canını sıkıyordu. Asteria'nın sözlerinden sonra, Ares'in ilgisini kazanan kadınlar hiçliğe karıştı. Aklındaki tek görüntü, Ares'i kurtardığı için Hera'nın yüzünde gördüğü minnetti. Ares, Dünya'nın daha çok neşelenmesini umduğundan kaşlarını çatıp dikkatlice konuştu.

"Adonis yaşayacak Dünya, sorun yok."

Başını salladı ve adamın gömleğinin yırtık kolunu kopararak bileğini sarmaya başlarken, Ares ayağa kalkıp Zeus'un karşısına geçti. Zeus, adama kaşlarının altından bakarak güçsüzce konuştu.

"Kaybettim, haklı olduğum halde."

Ares sakinliğini korumak istercesine etrafa kısa bir bakış attı. Bacağındaki ve yüzündeki kesiğe rağmen Tepe'de en iyi durumda olan oydu. Sonra dönüp sakinleşememiş sesiyle söylendi.

"Haklı olsaydın kaybetmezdin. Adonis'i zorlamanın sonucunda da o zarar gördü."

Adam sabırsızca onun lafını kesti. "Tahtı mı istiyorsun?"

"Tahtın canı cehenneme!" dedi Ares öfkeyle. "Sen..." dedi ve yüzünü buruşturdu. Birkaç saniye bekledikten sonra yavaşça devam etti. "Kazandığıma göre kaybedene istediğimi yapmaya hak kazandım."

Dünya dikkat kesildi. Ares'in az önce hayatını kurtardığı Adonis'i cezalandıracağını sanmıyordu ama ne yapacağı konusunda hiçbir fikri de yoktu. Zeus'un bakışlarında da aynı düşünceyi okudu. Karşısındaki ölümlü adamın ondan üstün olduğunu hazmedemeyen Zeus, bir kez daha boyun eğmenin ezikliği içinde ondan ne isteyeceği konusunda bir tahminde bulundu.

"Ambrosia mı istiyorsun?"

"Ölümsüzlük istemiyorum." Dedi Ares. "Adonis'in, Dünya ile ilgili tüm anılarını istiyorum. Hepsini sileceğim ve Adonis'in kalbiyle bir kere daha oynarsan..." dedi ve elindeki kristal bıçağı kaldırdı. "Bunu senin taşlaşmış kalbine saplayacağım."

Zeus sinirinden kıpkırmızı oldu.

"Asiliğine bir son verseydin bütün bunlar olmazdı, Ares." diye homurdandı. "İblis efendisi." diye tiksinir bir suratla ekledi.

Ares, şeffaf bıçağı kemerine takarken adama sırıttı. Adonis'e dönecekken, Zeus konuşunca durakladı.

"Sen bana yalan söyledin, ölümsüz olduğunu söyleyerek hile yaptın. Benim de bir söz hakkım var." Ares, adama döndüğünde Zeus kibirli bir alaycılıkla ekledi. "Dünya'nın hafızasını, tamamen sileceksin."

"Ne?" dedi Ares.

Zeus devam etti. "Ölümlü olsan da senin Olimpos'tan ayrılmana izin vermiyorum. Burada gözümün önünde olmaya devam edeceksin ve emirlerimden dışarı çıkmayacaksın. Dünya'yı bir daha göremeyeceksin. Ama eğer Dünya iblislerin boyutunu şimdi kapatırsa, gitmekte özgürsün."

Ares başı dönmüş gibi yerinde sallandı.

"Bunu yaparsa lanetlenir." dedi. Altın gözleri, anlayış bekleyerek adamın yüzünde dolandı.

Zeus verdiği karardan vazgeçmeyecekti. Hatta rüzgârı kendine çevirmenin mutluluğuyla rahatlamıştı. "Başka türlüsünü kabul etmiyorum. Kapıyı açtı ve iblisleri o saldı, suçunun cezasına katlanmak zorunda."

Ares yıkılmıştı, başını çevirip Dünya'ya baktı. Her şekilde ayrılacaklardı, ne yaparlarsa yapsınlar. Dünya'nın içini saran boşluk, umutsuzluk ve kırgınlıkla dolarken başını eğdi ve kucağında baygın yatan Adonis'e baktı. Yavaşça adamın başını yere bırakıp ayağa kalktı ve Ares'in yanına dolanıp adamın elini ellerinin arasına aldı. Adam, kendini iyice kasmıştı, Dünya'nın dokunuşuna rağmen gevşemedi. Dünya, adamın altın gözlerine baktı ve teselli eden bir gülümsemeyle fısıldadı.

"Beni tanıyorsun." dedi. "Yapabileceklerimi de biliyorsun, kararını buna göre ver. Sana güveniyorum."

Ares'in ifadesi yavaşça aydınlandı, ona söylemek istediği şeyi anlamıştı. Dünya'nın adamı unutmayacağını ve anılarına sadık olacağını biliyordu. Kendine güveni gelen Ares, Zeus'a döndü.

"Dediğin gibi, boyut kapısı açık kalacak." dedi. "Yatağında iblis korkusuyla titrediğini düşünerek kendimi avutacağım."

Sırıtışı aniden bozulan Zeus'a arkasını döndü ve eğilerek Adonis'i doğrulttu. Tek kolunu Adonis'in ensesine sarıp ayağa kalktı. Zeus, arkasından seslendiğinde Dünya ile çıkışa ulaşmışlardı.

"Sabaha kadar zamanın var. Güneş doğarken silmeyi yapacaksın, diğerleri dönmeden önce. Buradaki rezaleti anlatmana da izin vermiyorum."

Ares'in çenesi kasıldı, adama cevap vermeksizin Adonis'i taşımaya devam etti. Zorlanarak Sirona'nın katına ulaştığında kadın Adonis'i bir odaya aldı ve hemen onları dışarı çıkardı. Ares dönüp Athena'yı da Sirona'nın ellerine teslim ettikten sonra koridora güçsüzce çöktü. Ter içinde kalmıştı ve üstü başı kan içindeydi. Üstüne bulaşan kanın çoğu da maalesef ona aitti. Dünya yanına oturdu.

"Ares." dedi usulca. "Dinlenmelisin."

Ares'in başı eğikti ve gözleri de kapalıydı. Saçını hapseden bağı koparıp parmaklarını saçlarına geçirdi ve koparmak istercesine saçlarına asıldı.

"Lanet olsun!" diye söylendi. "Sabah." Sesi hissettiği üzüntüyle tıkandı, yutkundu, daha yavaş konuştu. "Sabah olduğunda ellerim yine boş kalacak. Bir adım bile gidemedim. Seni yeniden kaybedeceğim, buna katlanamam. Ölmesi gereken bendim, doğru olan buydu. Ben lanetliyim."

Mührü ısındı ama adamın hangi cümlesi için ısındığını anlayamadı. Dünya'nın canı yanıyordu, bu öylesi keskin bir acıydı ki Ares'e her baktığında nefesi kesiliyordu. Gözlerinden akan yaşlara engel olamadı ve adamın yakışıklı yüzünü, çenesinden tutarak doğrulttu. Altın gözleri yaşlarla parlıyordu.

"Seni hatırlayacağım." dedi adama yaklaşarak. "Kalbimiz attığı sürece umudumuz var ve hafızamı silsen de kalbim seni asla unutmayacak. Hep yaptığı gibi..." Ares'in dudaklarının üzerine fısıldadı. "Hatırlayacak."

Dudakları birbirine dokunur dokunmaz içindeki boşluk doldu; açlık çeken ruhunu, Ares'in varlığıyla besledi ve sevgisi dudaklarından adama aktı. Ayrılmak zor gelse de Sirona yanlarına gelince Dünya doğruldu ve gözlerini sildi. Sirona, Ares'i tedavi etmek için aldığında bir parçası da onunla gitti. Sabah olduğunda altın gözlüyü unutmuş olacaktı. Geri kalan hayatında artık neyi sevebilirdi ki? 

BÖLÜM 44 : METİS

Arkasını döndü ve odasına doğru yollandı. Ayaklarını sürüyerek odasının kapısını açtı ve doğruca banyoya gidip tüm pisliğinden kurtuldu. Üzerini değiştirip odadan çıkmaya hazırlanırken bir tıklama sesiyle irkildi. Kapıdan gelmiyordu. Pencereye doğru yürüdü, fazlaca ağladığından gözleri yanıyordu, bu yüzden görüşü net değildi. Karanlıkta bir şey göremedi.  Tam arkasını dönmeye hazırlanmıştı ki, camın ötesinde sarımsı renkte gözler pırıldadı ve cama setçe vuran gagayı fark etti. Bu kâhinin kargasıydı. Verdiği mesajı anladı.

Botlarını ayağına geçirip kâhinin kapısının önüne kadar koşması on beş dakikasını bile almamıştı. Ne çalılardan ne de bahçeyi saran karanlıktan çekinmeden karganın gözetiminde kâhinin kulübesine ulaştı. Duraksamadan kapıyı açtı. Dünya apansız içeri girdiğinde derin bir nefes aldı. Ter içinde kalmıştı ve henüz kurumamış saçları iyice birbirine girmişti. Kâhin divanda rahatça oturuyordu. Ona, eliyle yanını gösterdi.

"Gel, Dünya. Yanıma otur.”

Dizleri çatırdayarak ayrılsa şaşırmazdı, dikkatli adımlarla kâhinin yanına gidip kendini divana bıraktı. Kâhin geriye yaslandı.

"Yine ayrılık vakti geldi demek."

Dünya başını salladı. "Sabah."

Kâhin başını ona doğru eğdi. "Çok cesursun Dünya." dedi, yumuşak bir sesle. "Ben de ödül olarak kalbindeki kederi temizleyip seni sabaha kadar huzurlu kılacağım."

Gözleri merakla açıldı, kederinin sebebi Ares'in Hera'yla olan çarpık ilişkisiydi. Bunu nasıl hafifletebilirdi ki?

"Bana yalan söylemeyeceksin değil mi?"

Kâhin oyuncu bir tavırla gözlerini kıstı. "Sana yalan söyleyeceğim." dediğinde mührü hafifçe ısındı. Kâhin gülümseyerek doğruldu. "Bak, yalan söyleyemem, anlarsın."

"Özür dilerim, bugün benim için çok sarsıcı geçti." dedi. Başını eğdi. "Doğum günüm olduğuna inanmak zor."

Kâhin elini omzuna koydu.

"Doğum günleri, belli yaştan sonra her insanın canını sıkar, atlatırsın." dediğinde dayanamayıp güldü. "Böylesi daha iyi." dedi kâhin ve bacaklarını çekip bağdaş kurdu. "Fazla vaktini almayayım, Ares birazdan köpürmeye başlar. Genelde iyi çocuktur, arada babası gibi ortalığı kasıp kavurmasa sohbetine doyum olmaz."

"Bana neden söylemedin?" dedi Dünya. "Daha önemlisi ona neden söylemedin? Günaha girmesine niye seyirci kaldın?"

Kâhin, ellerine baktı, çaresizliğini yansıtırcasına.

"Bazı şeyler dile getirilmez Dünya. Benim her şeyi söylemem de hiçbir şeyi engellemez. Bunu anlamanı beklemiyorum ama senin canını sıkan şeyin aslını anlatabilirim. Ares'e de anlatıp anlatmamak sana kalmış." diyerek Dünya'ya baktı.

"Ona bunu söyleyemeyeceğimi biliyorsun, mahvolur." dedi üzüntüyle.

"Düzelteyim 'mahvolur' değil 'mahveder' demen gerekirdi. Her neyse. Asteria cehennemde kapalı kaldığı sürece boş durmadı ve kötülüğünü yaymak için yollar ararken cehennemim en derin yerinde, güzelliği solmuş bir kadınla karşılaştı. Kadını tanıdı ve onun orada olmasına şaşırdı. Asil kadının yeri cehennem değildi. Kadının anlattıklarını dinledikten sonra onun ölümsüz hayatına son verdi. Kendince kadına kötülük yaptığını sanıyordu ama ona aslında iyilik yapmıştı. Aslında Asteria’nın sana anlattıkları doğru olsa da yanıltıcı derecede eksik. Zeus'un ilk eşiyle ilgili kehanet doğruydu, ondan doğacak ilk erkek çocuk babasından üstün olacaktı. Zekâsı, iyiliği ve güzelliğiyle Zeus'un aklını başından alan ölümsüz kadın hamile kaldığında bu kehanet ortaya çıktı. Zeus çocuğu doğmadan öldürmeyi düşündü. Onun niyetini anlayan kadın, Zeus'tan kaçarak annesi Tethys'e sığındı. Doğum yapana kadar da annesi onu saklamayı başardı. Doğan bebek kızdı. Kadın, bebek erkek olmadığı için rahatça ortaya çıktığında Zeus, kadını bir daha kaçmaması için yüksek bir dağın içine hapsetti ve Athena'yı alıp Olimpos'a getirdi fakat kendince bir sebeple kızı olduğunu gizledi. Bu arada Zeus'un Olimpos'ta başka bir gözdesi vardı fakat kalbi hâlâ eşi için çarpıyordu. Ondan uzak durmak için ölümcül bir nedeni olsa da kadını özlemeye devam etti ve arada kartala dönüşerek onu ziyaret etti. Kadın, yeniden hamile kaldı. Zeus, bu çocuğun da kız olmasını umut ediyordu. Athena'yı kızı olarak ilan etmese de içinden kızıyla gurur duyuyordu. Güçlü kişiliğiyle ve yetenekleriyle Athena, onu onurlandırıyordu. Derken ikinci bebek doğdu, bu kez doğan bebek erkekti. Zeus kehanetten korkarak bebeği öldürmek istedi, annesi engelleyince kadını yeraltının en derin yerine sürdü. Korkudan gözü dönen Zeus, bebeğin yanına geri döndüğünde, onun iblisler tarafından korumaya alındığını görüp ürktü. O günlerde iblisler serbestti ve güçlüydüler, Zeus ise karşılarında tek başına kalakalmıştı. Mecburen, bebeğe zarar vermeyeceğine yemin etti ve onu da Olimpos'a getirdi. Zeus, Ares'e kendi eliyle zarar veremezdi, bu da onun nefretini besledi. Ares'in asi kişiliği de bunun tuzu biberi oldu. Sonuç olarak, Asteria'nın canını aldığı Ares'in annesinin adı 'Metis'ti. Bir Titan soyuydu ve güçlüydü, Ares de iki Titan soyunun varis çocuğu. Ona söylenen gibi nereden geldiği belli olmayan bir çocuk değil. Güzel ve yiğit Athena da onun ablası ve her ikisinin de Hera'yla hiçbir kan bağı yok."

Dünya derin bir nefes aldı; içindeki keder dağılarak içi Ares'in özlemiyle doldu. Onu görmek için sabırsızlanıyordu.

"Teşekkür ederim." dedi, kâhine tüm içtenliğiyle.

Kâhin gülümsedi. "Şimdi gitmen gerek." dedi. "Şafak, tahmininden hızlı sökecek."

"Bir daha seni görecek miyim?" dedi adama. Arada bir onu çıldırtsa da onu özleyeceğini fark etti, tabi hatırlama olanağı olsaydı.

Kâhin tek gözünü kapatıp bir süre düşündü.

"Hayır." dedi sonunda ve mührü ısınınca adama sırıttı.

"Yalancı."

Kâhinle vedalaştıktan sonra eve geri döndü, karga yine eve kadar ona eşlik etmişti. Küçük koruması ona güven verdiğinden yine korkmadan eve vardı. Yorulmuştu ama kâhinin dediği gibi şafak her zamankinden çabuk sökecekti, hafızasını kaybetmeden önce severek geçireceği az zamanı vardı. Doğruca Sirona'nın katına çıktı ve Athena'yı sapasağlam karşısında görünce kadının boynuna atılmamak için kendini zor tuttu. Athena'nın göğsü çapraz bir bandajla bağlanmıştı ve biraz solgun olsa da kendindeydi. Yanağındaki kesiği de uzun bir bantla kapatmıştı. Dünya'yı görünce her zamanki tepkisinin aksine gülümsedi.

"Ayakta olmana ne kadar sevindiğimi anlatamam." diye kadının yanına gitti.

Athena rahatsızca kıpırdandı. "Yediğim dayak hakkında konuşmazsak ben de sevineceğim."

"Saçmalama." dedi, Dünya. "Çok cesurca dövüştün ve hile yapmasaydı eminim sen kazanırdın."

Athena güldü. "Bence de." dedi ve ekledi. "Bana Zeus'ın kızı dediğinde çok tuhaf oldum. Bütün dikkatimi dağıttı."

Dünya, kadına gülümsemeye çalıştı ama başaramadı. Athena ondaki tutukluğu başka yormuş olacak anlamlı bir sesle konuştu.

"Seni daha fazla oyalamayayım." dedi ve başıyla yandaki odayı gösterdi. "Komşu odada seni bekleyen biri olduğuna eminim."

Ares'in ondan bir kapı uzakta olması Dünya'yı heyecanlandırdı, kırmızıya dönen yüzünü kadından gizlemeye çalışarak kapıya baktı. Athena onu omzundan iterek diğer odaya yönlendirdi.

"Sonra görüşürüz." diyerek onu yalnız bıraktı.

Dünya kadının ardından baktı, dili varıp ona veda edememişti. Burada kaldığı sürece tanıdığı ölümsüzlerden ayrılmak zorunda kalmak onu tahmininden çok üzüyordu. Birkaç saat sonra hiçbirini hatırlamayacaktı ve hepsi için geçici bir anıya dönüşecekti. Kalbini en çok parçalayan şey de kapının ardındaki altın gözlüden ayrılmak zorunda kalmasıydı. Onu hatırlasa da, bu anı bir rüyadan öteye geçmeyecekti. Ares için ise ölümsüz hayatında geçen bir esintiden farkı kalmayacaktı. Kapının koluna elini attı ve kapıyı açtı.

Yüzünde anlamsız bir ifadeyle, karşısındaki adama bakakaldı. Çünkü üzerinde bir eşofman altıyla, bileği ve omzu sargılar içinde ona bakan Adonis'i görmeyi hiç beklemiyordu. Derken hatırladı, hiçbir şeyden haberi olmayan Athena onun hâlâ Adonis'le birlikte olduğunu düşünüyordu. Ağzı açıldı ve ne diyeceğini bilemeyince ağzını geri kapattı. Adonis'in omzuyla bileği sarılıydı ve kalbinin üzerinde, bıçağın yol açtığı küçük bir yara duruyordu. Saçları nemliydi ve geriye yatırılmıştı. Güzel bir heykel misali yatağının yanında ayakta duruyordu. Ona bakan gözleri beklentiyle Dünya'yı süzdü ve umduğunu bulamayınca başını çevirip yatağına oturdu.

"İhanetimi yüzüme vurmaya mı geldin?"

"Kendini nasıl hissediyorsun?" dedi, Sirona'nın marifetine bir kez daha şaşırarak. Ölmek üzere olan adamı kısa sürede kendine getirmişti. "Canın acıyor mu?"

Adonis kalbinin üstündeki yarayı parmağıyla gösterdi.

"Burası, çok acıyor." dedi ve Dünya'ya baktı. "Acımaya da devam edecek."

"Hiçbir acı sonsuza kadar sürmez." dediğinde Adonis ayağa kalktı ve karşısında dikildi.

"Sen sonsuzluğu nereden bileceksin?" dedi. "Benim için bile anlamsızdı, sen gelene kadar alacakaranlıkta yaşıyordum. Tek yoldaşım Ares'ti, dert ortağımdı. Aslında ona açıldığımda tepkisiz kalmasından anlamam gerekiyordu ama aşkından gözüm kamaştığından ilk önce fark edemedim. Yine de senin için geç kalmıştım. Ares ilgiyi üstüne çekme konusunda her zamanki gibi öndeydi. Durumumu anlayışla karşılayan Zeus beni kenara çekti ve savaşmam gerektiğini söyledi. Çünkü bana senden uzak durmamı öğütleyen Ares kendi sözünü tutmuyordu. Ben de savaştım, bu geceye kadar ve kaybettim."

"Peki, Asteria ne dedi?" sesindeki öfkeyi saklamaya gerek duymadı. Bıçağın açtığı yaraya gözü iliştiğinde dudaklarını sıkıp adama geri baktı.

"O, bana savaşacağım silahı verdi." dedi Adonis, buruk bir bakışla.

"Hedefi de sen belirledin. Neden?"

"Aptallığımdan." diyerek yavaşça geriledi Adonis ve sırtını yatağa dayadı. "Sana cehennemdeyken sormuştum, başına gelecek cezayı önceden seyretmek kişiyi yapacağı şeyden alıkoyar mı, diye. Benimkini alıkoymayacaktı. Planımı yapmıştım. Zeus Ares'i Tartaros'a göndermişti, Asteria'nın cehennemde onu kandıracağını sanmıştım ama başaramadı. İnatçı Ares açlıktan ölse de Asteria ile anlaşmayı kabul etmedi. Yeteneğini almak için tek çare onu çıkartıp çoktandır peşinde olduğu, Afrodit'in elindeki Ambrosiayı yemesini sağlamaktı. Böylece onu öldürecektim ve güçleri tamamen bana ait olacaktı. Asteria, Ares'i cehennemde sonsuza kadar yanında tutabilecekti ve Zeus rahatlayacaktı. Zeus onun adına Ares'le savaşmamı rica etti, onu ortadan kaldırmaya ne kadar istekli olduğunu bildiğimden ayarlamaları ona bıraktım. Kendimi kaybetmiştim, hırsım kalbimi karartıyordu, son dakikaya kadar haklı olduğumu düşünüyordum ama senin Ares'e olan bakışına teslim oldum. Onu öldürsem ve güçlerini alıp senin hafızandan onun varlığını silsem de bana asla öyle bakmayacaktın. Beni onu sevdiğin gibi sevmeyecektin."

Adonis'in dengesiz hareketleri aniden mantığa oturdu, adamın kendi içindeki çekişmesi yüzünden tavırları sürekli değişiyordu. Kardeş gibi gördüğü en yakın arkadaşını yok etmesi için söylenen yani onu etkileyen bu sözler yüzünden hem hırslanıp hem de vicdan azabıyla kahrolduğunu anlayamamıştı. İhanet cezasını izlerken adamın sadece kendisini kastettiğini fark edememişti. Adonis konuştuğunda düşüncelerinden sıyrıldı.

"Cezam ne olacak?"

"Benimkiyle aynı ceza." dedi. Nefeslenerek adama baktı. "Senin Ares için uygun gördüğün şeyi, ceza olarak alacaksın."

Adonis gözlerini kıstı. "Ne?"

"Hafızanı silecek. Benim hafızamı ve senin benimle ilgili hafızanı silecek. Yani çok şanslısın."

Adonis doğruldu. "Buna izin veremem, senin hatıralarını benden alamaz." dedi. Durakladı ve canı yanmış gibi eli kalbine doğru giderken yüzündeki kasılmayı gizlemek için başını çevirdi.

"Başka yolu yok." dedi, Dünya. "Senin için en doğru olan şeyi yapmaya çalıştığı için ona kızmamalısın."

Adonis bir an ifadesizce ona baktı ve aklına bir şey gelmiş olacak uzanıp kendi boynundaki kolyeyi çıkardı.

"Tüm her şeyi silemeyecek." dedi. Yaklaşıp kolyeyi Dünya'nın boynuna taktı, tişörtünün altına girmiş Ares'in hediyesinin üstüne. Dünya, itiraz etmek isteyince Adonis ona izin vermedi. "Günün birinde, seninle karşılarsam bu kolye, tıpkı nehrin kenarında kalbimi çalan 'naiad' gibi, ışıltısıyla gözlerimi kamaştırdığında seni hatırlayacağım. Benim güzel perim." dedi ve ellerini çekerken yüzünü iki elinin arasına aldı.

"İyi ki doğdun, aşkım." diyerek kaçmasına fırsat vermeden Dünya'yı öptü.

Dünya, Adonis'ten ayrıldı ve bu vedanın üstüne konuşmanın gereksiz olduğunu düşünerek kapıya doğru yürüdü. Odayı terk ederken adam yatağın kenarına yaslanmıştı ve sakin bir yüzle gidişini izliyordu. Dışarı çıktı ve dudağına dokundu. Yanakları alev aldı. Lanet odaya neden girmişti ki? Adonis'in verdiği kolyeye uzandı ve kolyeyi koparmak için parmaklarını kenetledi, durdu. Koparmadan öylece bekledi. Sonra kararını vererek kolyeyi tişörtünün içine atıp gözlerden sakladı.

Kalbi delice atarken Ares'i bulmak için koridor boyunca odalara göz attı ama Ares hiçbir yerde yoktu. Sirona'yı her zamanki serada yakalayıp adamın nerede olduğunu sordu. Sirona, bıkkınca iç geçirip başını salladı; Ares, yine izinsiz gitmişti. Sirona'nın basit bir bandajla sardığı yaralarına ilaç hazırlamak için uzaklaşmasını fırsat bilmişti. Doğruca, altın gözlünün odasına koştu. Oda boştu ama odaya uğradığını koltuğun üzerine atılmış kanlı giysilerinden anladı. Topuğunu yere vurup kendi katına doğru koşmaya başladı.

BÖLÜM 45 : SABAH OLDU...

Soluk soluğa merdivenleri inip köşeyi döndü. Ares onun odasının yanındaki duvara yaslanmış onu bekliyordu. Çenesinde, Athena'nın yanağındakine benzeyen bir bandaj vardı, duştan yeni çıktığını topladığı nemli saçlarından anladı. Salaş bir pantolon ve üstüne de aynı rahatlıkta uzun kollu bir tişört giymişti. Kollarını dirseğine kadar çekmiş, elleri cebinde sakin ama düşünceli bir ifadeyle yere bakıyordu. İçi kıpır kıpır, adama koşmaya başlamadan bir saniye önce Ares onu fark etti. Duvardan doğruldu ve yüzü ışıldayarak kollarını açtı. Kendini adamın kollarına atarken içindeki mutluluk gözlerinden taşıyordu. Ares'in, kendisini sevdiğini hissediyordu ve bu her şeyden daha önemliydi. Yüzünü adamın boynuna gömdü ve teninin kokusunu içine çekti. Hafızasını kaybettiğinde kendini bile unutabilirdi ama bu kokuyla, bu altın gözleri unutmasına ihtimal yoktu. İlk gördüğü andan beri hissettiği gibi…

Ares eğilip Dünya'nın saçlarına dudaklarını dayadı.

"Seni çok özledim." diye mırıldandı.

Dünya, adamın yumuşak tenini öpüp yüzünü boynundan ayırdı. Konuşamayacaktı, sadece ona bakmak ve kollarında olmak istiyordu. Ares'in yüzünü doyasıya seyretmekten başka bir mutluluk olabileceğini düşünemiyordu. Ares sıcacık dudaklarını alnına değdirdi. Adamın teni de çok sıcaktı, ateşi olduğunu anlayınca panikle yüzüne baktı.

"Sen yatakta olmalıydın, Ares." dedi endişeyle.

Ares'in yüzünde şaşkın ama muzip bir ifade belirdi.

"Zaman değerlendirme konusunda çok cesursun, ben bile bu kadar açık olamazdım." diye çekici bir ses tonuyla konuşunca Dünya'nın yanaklarını daha fazla ateş bastı.

"Onu demek istemedim." dedi çatlak bir sesle ve boğazını temizleyip devam etti. "Sirona senin iyileşmediğini söyledi, izinsiz gitmişsin."

Ares'in yumuşak ve büyüleyici bakışları başını zaten döndürüyordu, bunun üzerine elini kaldırıp parmağıyla çenesini okşayınca söylediği sözleri duyamadı. Yutkunup "Ne?" dedi güçsüzce.

Ares eğildi ve gözlerine bakarak tekrarladı. "Seni seviyorum." dedi. Dudakları onunkilere yaklaşırken mırıldandı. "Bizim olan birkaç saati Sirona'nın yüzüne bakarak geçirecek kadar aptal değilim."

Yerçekiminin etkisinden kurtulduğunu hissettiren bir öpücükle onu kollarının arasına alan Ares'e sarıldı. Adam, yaralı bile olsa Dünya'nın bu halinden daha güçlüydü. Ares, elini tişörtün içine sokup belini kavrayınca soluğu kesildi. Genç adamın tutkulu dudakları çenesinden boynuna doğru inerken inlememek için dudağını ısırıp başını duvara yasladı. Derken adam doğruldu, kaşları çatıktı. Belindeki elini çekti ve Dünya'nın tişörtünün yakasından dışarı kolyeyi çıkardı.

"Bunun anlamı ne?" dedi boğuk bir sesle.

Dünya baştan çıkmış bir şekilde ilk önce adamın ne dediğini anlamadı ama ikinci defa daha sert bir sesle sorunca onun gösterdiği şeye baktı. Adonis'in kolyesini kastediyordu, kolyenin boynunda olduğunu çoktan unutmuştu o yüzden bir süre şaşkınca baktı. Ares, kolyeyi koparmak istercesine eliyle avuçlayıp söylendi.

"Bu Adonis'in kolyesi değil mi? Bunun senin boynunda işi ne?"

Beynini toparlaması uzun ama yalan bulması daha kısa sürdü.

"Bir anlamı yok Ares. Ben, ona benimle ilgili hatıralarının silineceğini söylediğimde bu kolyeyi verdi. Ona bu kolyeyi ben almışım. Beni unutacağı için, ona beni anımsatmasından çekindiği için geri verdi."

"Sen onu görmeye mi gittin?" dedi, kolyeyi bırakıp.

"Odada sen olduğunu sanıyordum, Athena'nın sözlerini yanlış anladım. Beni hâlâ Adonis'in sevgilisi sanıyor." dedi. "Ayrıca onu görmemin ne zararı var?"

Ares'in uzun kirpikleri, altın gözlerini gölgelendirdi. Gözlerini kolyeden ayırmadan konuştu. "Zararı yok."

Mührü hafifçe ısınınca kafası karıştı.

"Ne yapmayı düşünüyorsun?" diye bir laf ağzından çıkıverdi.

Ares bir anlığına düşündükten sonra ona baktığında sakindi. Rahatlatmak için çekici ama tehlikeli bir şekilde gülümsedi. Dünya'ya yanıt vermektense ona elini uzattı.

"Tartışmak için zamanımız yok. Odan bana kapalı olduğuna göre seni baş başa olacağımız bir yere götüreceğim."

Ares'in elini tuttu ve onu yönlendirmesine izin verdi. Birlikte bir üst kata çıktılar ve ortasında mavi mineli bir çiçeğin olduğu buzlu camdan bir kapının önünde durdular. Ares, Dünya'nın elini bırakmadan kapıya dokundu. Parlak gün ışığının sızdığı kapıdan içeri girdiler. Dünya etrafa bakarken gülümsemesine engel olamadı. Burayı anımsıyordu, rüyasında Ares’in onu getirdiği ve onun da Ares’e evlilik imasında bulunduğu boyuttu. Her yer öyle canlı ve yeşildi ki gözlerine inanamadı, rüyasındaki anıdan bile daha muhteşemdi. Güneş ışıkları, çevrelerini saran ağaçların yaprakları arasından büyülü pırıltılar saçarak dağılıyordu. Ağaçların meyveleri olgun ve lekesizdi. Yerdeki çimler yumuşacıktı ve çiçekler mis gibi kokuyordu. Billur sesli kuşlar, şakımalarıyla insana huzur veriyordu. Etraflarında renk renk kanatlarıyla dans edercesine uçan kelebekleri görünce, bakışlarını Ares'in ilgiyle onun tepkisini izleyen yüzüne çevirdi.

"Çok güzeller." Dedi daha önce geldiğini hatırladığını belli etmeden.

Ares memnun bir sırıtışla eğilip saçlarına küçük bir öpücük bıraktı. "Seveceğinden emindim." dedi ve yürümeye devam etti.

Biraz ötelerinde badem gözlü bir ceylan, başını kaldırıp ürkmeden birkaç saniye onlara baktı ve kendi işine geri döndü. Dünya, tüm güzellikleri gözleriyle taramaya devam ederken Ares onu bir gölün kıyısına getirmişti. Masmavi suları olan göl, güneşin ışıkları altında mücevher gibi parıldıyordu. Büyük gölü besleyen şelalenin suları pırlantalar saçarak dökülüyordu. Karşı kıyıda ise göl suları, nehre dönüşüp ormanın içinde kayboluyordu. Dünya, gözlerini kapatıp mis gibi havayı içine çekti, tüm bu sihre Ares'in kokusu da karışınca mutlulukla gülümsedi. Ardından göğsünün ortasına taş misali oturan ayrılık gerçeğiyle neşesi, camdan yapılmışçasına kırıldı ve kalbine battı. İçi sızlayarak, gözlerini açıp Ares'e baktığında adamın onu izlediğini gördü, yüzündeki duygular en az onunkiler kadar karışıktı.

"Ayrılmak zorunda mıyız?" diye mırıldandı, Ares'in parıldayan gözlerine bakarak. Bu konuşmayı en azından bir kez daha yaptıklarını biliyordu ama istemsizce yeniden sormuştu. Genç adam için bu döngünün ne kadar zor olduğunu tahmin bile edemiyordu. Belki bu uğursuzluğu bozmak için onu yeniden bu cennet parçasına getirmişti.

Acımasız soru yüzünden gerilen Ares, titrek ve derin bir soluk alıp elini bıraktı, tek bacağını ileri uzatıp yere oturdu. Gözlerini, safir rengi sulara dikti.

"Bunun çaresine bakacağım." dedi. "Şimdilik bir süre ayrı kalmaya dayanmalıyız."

"Ne yapacaksın?" diye yanına çöktü. "Zeus, sana izin vermez, ben de Olimpos'ta kalamam."

Sözlerinin üzerine Ares kaşlarını çattı.

"Gerizekalı Hades, bir önceki olayda beni ele vermeseydi her şey istediğimiz gibi olacaktı." dedi. "Zeus'un, bu el altında bulundurma olayı da canımı sıkmaya başladı. Kendinde bu hakkı nasıl buluyor, anlamıyorum. Artemis ile Apollon onun çocukları, onları yanında tutmaya çalışması normal de Athena ve ben ona yabancıyız. Üstelik benden nefret ettiği halde... Ölümlü olsam dahi Olimpos'tan ayrılmam yasak."

"Sakin ol!" diye adamın kolunu okşadı. Zeus'un, babası olduğunu bilmiyordu. Adam tüm ailesini yakınında tutmak için kendi katındaki odalara dağıtmıştı ve dört kardeşin asla Olimpos'tan ayrılmaması emrini vermişti. Özellikle Ares için bu kural daha sıkıydı. Kural ihlali sonucunda da işkenceyle eşdeğer cezalar vardı. Zeus'un onayladıklarından başka bir yaşam yeri olamazdı. Adamın çenesinden tutup yüzünü kendine çevirdi.

"Ona, bir daha sana zarar verme şansı yaratma. Artık ölümsüz değilsin." dedi. Çenesindeki bandajı okşayarak "O sadece senin yapabileceklerinden korkuyor." dedi.

"Ben hep onu destekledim." dedi Ares, daha sakin bir sesle. "Şimdiye kadar onu alaşağı etmek için sayısız fırsatım oldu ama ben onu tahtta tutmak için uğraştım. Bana olan nefreti, Hera'nın öncesindeyken bile güçlüydü."

Hera'nın ismi geçince elini yavaşça Ares’ten çekti, onu Ares'in annesi olarak düşündüğünde kıskanmamıştı. Şimdiyse bahanesi kalmadığından kalbi kıskançlıkla kasıldı. Ares, Dünya'daki değişikliğin farkına varmamıştı, başını yeniden göle çevirdi.

"Bazen, hepsinin hafızasından varlığımı silmek istiyorum ama bu işleri karıştırmaktan başka bir işe yaramaz. Anahtarlara ihtiyacımız olduğu sürece benim yeteneğime de ihtiyaçları var yoksa boyutların güvenliği kontrolümüzden çıkar."

Hâlâ Hera'da takılı kalan Dünya, konunun değiştiğinden bîhaber bir soru sorunca Ares şaşkınlıkla ona döndü.

"Başka kimlerle ilişkin var Ares?"

"İlişki?"

Dünya, ciddi bir yüzle açıkladı. "Kimlerle aşk yaşıyorsun?"

Ares güldü ama gergin bir gülüştü. "Bunu mu konuşacağız?" dedi.

"Neden, sayman çok mu uzun sürer?" dedi alaycı bir sesle.

"Kıskanmana inanamıyorum. Kimi, Hera'yı mı kıskandın?" dedi Ares, hayretle.

"Kıskanmadım."

Ares başını salladı. "Evet, hiç kıskanmamışsın." dedi ve ani bir hareketle onu yere yatırdı. Dünya, onu üzerinden çekmek için debelenirken Ares eğleniyordu. "Papatyam, fazla vurmasan yaralarım acıyor."

Dünya, pişmanlıkla durakladı, yüzü yanıyordu.

"Ben unutmuşum." diye mırıldanırken adamın göğsünü saran, elinin altındaki bandajı hissetti. Ares'in güçlü bedeninin hapsindeyken heyecandan nefes bile alamıyordu.

Ares tek eliyle onun saçlarını okşarken çekici bir sesle konuştu.

"Bundan sonra benim için bir tek sen varsın, Dünya'm. Kimse seninle eşdeğer olmadı ve olamayacak." dedi. Eğilip, burnunun ucundan öptüğünde Dünya gözlerini kapattı. Ares'in yüzünün uzaklaştığını hissedince, dudakları sızlayarak gözlerini açtı. Onu öpmesini delice istediğini fark etti.

Ares'in gözlerindeki hüznü görünce sabahın olmasından en az onun kadar korktuğunu anladı.

"Beni yeniden öldürecek misin?" diyerek parmaklarını Ares'in çene hattında ve boynunda gezdirmeye başladı. "Hafızamı silmek için…"

Ares, Dünya'nın okşayışlarına teslim olarak gözünü kapatırken boğuk bir sesle mırıldandı.

"Hayır, o diğerlerini kandırmak içindi." dedi. Başını Dünya'nın boynuna eğdi. "Senin öldüğünü sandıklarında peşini bırakacaklarını düşünmüştük." Dudağı boynunda gezinirken Dünya için, kelimelere odaklanmak zorlaşmıştı. Parmaklarını geçirdiği yumuşak tutamları kavrayarak hafifçe çekiştirdi. Ares’in ses tonu daha baştan çıkarıcı olmuştu.

"Aynada isminin göründüğü her an deliriyordum. Seni diğerlerinin ilgisinden uzaklaştırmam gerekiyordu. Ölü birinin anahtar olmaya devam etmesi olanaksızdı." Çenesine doğru yükselen yumuşak dudaklar Dünya'yı baştan çıkarmıştı. "O yüzden seni öldürdüm, bizden koruyabilmek için."

Daha fazla bekleyemedi. Adamın ağzını kapattı, zaten sözlerine yoğunlaşamıyordu. İkisinin nefesi kesilene kadar birbirlerinden ayrılamadılar. Ayrıldıklarında Dünya kendini adamın üstünde buldu. Kıpkırmızı olan yüzünü Ares'in göğsüne yaslarken iki kalbin de delice attığını duyuyordu. Ares, tek kolunu Dünya'ya sarmıştı ve diğer eliyle kalbinin üstünde duran Dünya'nın elini tutuyordu. Ares sırtını yavaşça okşadı. Başını ona çevirdiğini fark edince, Dünya başını kaldırıp altın gözlere baktı. Ares mutluluk saçan bir gülümsemeyle iç çekti.

"Aşkın, bu kadar muhteşem bir şey olduğunu bilmezdim."

Dünya, yüzünü buruşturdu. "Öğretmenlerin iyi değilmiş." diye homurdandı.

Ares gerileyip yüzüne baktı. "Sana güzel bir şey söylemeye çalıştığımda beni hep terslemek zorunda mısın?"

"Hiç öyle bir şey yapmıyorum." dedi. Elini çekip dirseğinin üstünde doğruldu.

Ares boş kalan kolunu başının altına, diğer elini karnına yerleştirdi.

"Yapıyorsun." dedi. Kendini beğenmiş bir tavırla ekledi. "Özellikle beni kıskandığın anlarda."

"Bu bir yorumdu, kıskançlık değildi." diye diklendi. “Ben kıskanç biri değilim.”

Ona inanmayan Ares tek kaşını kaldırıp Dünya'ya alaycı bir bakış attı ve dudağını büküp gözlerini yukarıya çevirirken sırıtmaya başladı. Adama vurmamak için kendini zor tutarak doğruldu ve bağdaş kurdu. Göle doğru bakarken kaşları çatıktı. Ares'in kendine olan ilgisini bilmediği zamanlar da bile Afrodit'ten kıskandığına göre yokluğunda olacakları düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu. Tamam, bir daha karşılaşmayacaklardı ve o ikisini bir daha birlikte görmeyecekti ama bu olasılık, Dünya için teselli olmak yerine onun kalbini sızlatıyordu.

Güçlü kollar belini sardığında Ares'in hareket ettiğini bile anlamamıştı. Onu kendi kucağına çeken Ares, Dünya'nın sırtına yaslandı ve çenesini omzuna koydu.

"Seni üzmek için söylememiştim." dedi pişman bir sesle. Kollarını iyice kenetleyip onu kendine çekti. "Yine de itiraf edeyim, bazen öfkeli hallerin hoşuma gidiyor."

Dünya başını çevirip yan gözle genç adama baktı. "Seni bir döverim Ares, zevkten bayılırsın." diye homurdandı. "Ben burada senden ayrılacağım için kafayı yiyeyim, sen benimle dalga geç. Ciddi olmayı bile başaramıyorsun."

Ares, yanağına bir öpücük kondurdu.

"Papatyam, ben ayrılığı kafaya takmıyorum. Onu bir şekilde çözeceğime eminim. Benim düşündüğüm şey, seni yeniden kendime âşık ederken beni ne kadar uğraştıracağın."

"Uğraşmak mı?" diye burun kıvırdı. "Sanırım, bu benim için alışkanlığa dönüşmüş."

Ares gülerken içi neşeyle doldu ve adamın kolları arasında dönerek güzel yüzüne baktı. Sözlerini hazmederken sormaktan kendini alamadı.

"Sen, şimdi benim peşimden geleceğini mi kastediyorsun? Buna izin verilmeyeceğini söylemiştin."

Ares ışıldayan gözlerle Dünya'ya yaklaştı.

"İzin isteme huyum olmadığını hâlâ öğrenmedin mi?"

Dünya'ya nefes alma fırsatı dahi vermeksizin onu öperken Dünya ne diyeceğini unutmuştu bile. Adamın hafıza silme yeteneğine sahip olmasına hiç şaşırmadı. Öpücüğü bile insana boyut değiştirtiyordu. Öpücüğü derinleştiren Ares, tek elini Dünya'nın belinden çekti ve ensesinden saçlarının içine geçirdi. Bir öpücüğün insanı öldürebileceğini ciddi ciddi düşünmeye başlamıştı. Nefes almak için ayrıldılar ama Ares'in tutkulu dudakları teninde gezinmeye devam etti. Dünya boynunu Ares’e açmak için başını geriye bıraktı. Parmaklarının arasındaki sateni güç almak için kavradı ve şaşırarak kendini çekti.

Ares'in koyulaşmış gözlerindeki bakış, Dünya'nın içini titretse de nerede olduklarını anlayınca şaşkınlıkla bakındı. Ares'in odasındaydılar ve yatağın üzerinde birbirlerine sarılmışlardı. Az önce başka bir yerde olduklarına emindi oysaki.

"Buraya nasıl geldik?"

Dudaklarını yalayan Ares, saçlarını okşadı. "Ölümlü olmak, yeteneklerimi engellemiyor." dedi çekici bir sesle. "Aynı senin yeteneğin gibi…"

"Sen ışınlanıyor musun?" dedi hayretle.

Ares, ellerini yanlara koyup kaşlarının altından hala kucağında oturan Dünya'ya baktı. Dünya yüzünü buruşturdu.

"Bu komik bir yorumdu, kabul ediyorum."

Ares dudaklarını ısırıp, Dünya'ya bakmaya devam edince içinde bir şeyler oynadı, vakit gelmişti. Başını kaldırıp pencereye baktı, gri gökyüzündeki pembe-mor bulutları gördüğünde ürpererek nefes aldı. Ares, kendi bacaklarının üzerindeki Dünya'nın bacaklarını okşadı. Rahatlatmak istediğini biliyordu ama Dünya gözlerini pencereden çeviremiyordu.

"Dünya."

Başını Ares'e çevirdiğinde görüşü buğulanmıştı, adamın gözlerinin de parladığını görünce engellemeye çalıştığı yaşlar yanaklarından süzüldü. Ares eğilip yaşlarla ıslanmış gözlerini öptü ve vedalaşır gibi hırsla onun dudaklarını kavradı. Uzun ve tutkulu bir öpücüğün ardından zorlukla ayrıldılar. Dünya hıçkırmamaya çalışarak nefes aldı, Ares'in eline uzandı, parmaklarını parmaklarının arasına geçirdi.

"Seni seviyorum." diye fısıldadı. Gözlerini, derin bakışlı altın gözlere dikti.

Her şey birden karardı.

...

UYANIŞ...

Durağa kadar nefes nefese koşmasına rağmen otobüsü kaçırmıştı. Elini durağın demirine yasladı ve soluklanırken saatine baktı. Saatin yelkovanı, Dünya'nın geç kaldığını bağırınca ince ceketinin kolunu saatinin üstüne örttü. Ayağını yere vurdu, bu sırada ona tuhaf gözlerle bakan iki kadına da ters bir bakış attı. Kadınlar kibirli bir yüz buruşturmasıyla başlarını çevirene kadar kadınlara bakmaya devam etti.

Bir sonraki otobüs on beş dakika sonra geldi. Otobüse bindikten sonra randevu için telefon etmediğine pişman oldu. Randevuyu kaçırması halinde, onu terapiye almayabilirlerdi. Şansını denemeye karar verip arkasına yaslandı. Yine bütün gece yatağın içinde dönüp durmuştu. Ne zaman derin uykuya dalsa içinde bir korkuyla uyanıyordu ve korkunun nedenini anlayamıyordu. Aylardır psikolojik destek almasına rağmen ne hafızası düzelmişti ne de kâbus hissinden kurtulmuştu. Bu doktor onun üçüncü doktoruydu ve kadın pes etme kıvamına gelmişti.

Birkaç ay önce kendini, evi olduğunu sonradan öğrendiği dairede bulmuştu. Yakın arkadaşı olduğunu iddia eden Sedef, ona birçok konuda yardımcı olmuştu. Sedef, Dünya'nın ansızın ortadan kaybolmasından sonra onun tatile gittiğini düşündüğünden panik yapmamıştı. Bunu tuhaf bulmuştu ama daha önce de böyle alışkanlıkları olduğunu öğrenince pek üstünde durmadı. Son birkaç senedir hafıza konusunda da problemli olduğunu söyleyen kadına inanmaktan başka çaresi yoktu.

Sedef'in mali durumu iyiydi ve bir kafe işletiyordu. Dünya da onun ortağı sayılırdı. Tüm kararları birlikte veriyorlardı ama Dünya, Sedef'in aksine tezgâh arkasında durmaktan da hoşlanıyordu. Sedef'in eğlenceli yanı hoşuna gitse de sürekli onunla takılmak Dünya için yorucuydu. Farklı kişiliklere sahip olmalarına rağmen çok iyi anlaşmalarına kendileri de dâhil onları tanıyanların hepsi şaşırıyordu. Sıkıcı terapiden sonra kafeye gitmek için sabırsızlanarak dışarıyı izlemeye başladı.

Terapi, tahmin ettiği gibi kısa sürdü. Kadın, iki-üç not alıp ona başka bir uyku ilacı tavsiye ettikten sonra Dünya'yı uğurladı. Kafeteryaya girdiğinde, Sedef kasadaki kızın yanından ayrılıp Dünya'nın yanına geldi.

"Nasıl geçti?"

Ceketini askıya asarken cevapladı. "Kadın benden nefret etmeye başladı, şizofren olduğumu düşünüyor ama kanıtlayamıyor. Sanırım yakında başka bir arkadaşını tavsiye edecek."

Sedef dilini çıkardı. "Umarım, yakışıklı bir arkadaşı olur."

Dünya, kayıtsız bir tavırla elini salladı. Kahve barından kendine ve Sedef'e bir kahve hazırlayarak masada oturan Sedef'in karşısına oturdu.

"Ben iyice sıkıldım, bir şey anımsayacağım yok." dedi. Kahvesinden bir kaşık alıp kahvenin tadına baktı. "Uyku sorunumun da zaman geçtikçe düzeleceğini düşünüyorum."

Sedef, şekersiz kahvesini yudumlarken dikkatlice Dünya'yı dinliyordu. Dünya bir kaşık daha şeker katıp kahveyi karıştırdı. "Ayrıca o psikologlara verdiğim parayla şimdiye kadar ev alırdım ya da bir araba."

Sedef güldü. "Yine geç kaldın değil mi?"

Ofladı. "Bu sefer iyi koştum ve neredeyse yetişiyordum."

"Sana önerdiğim şirket arabasını neden kabul etmiyorsun ki?" diyen Sedef'e baktı.

"Bir kafede çalışıyoruz." diye kaşlarını yukarı kaldırdı.

Sedef, dalgalı saçlarını havalı bir şekilde arkaya attı. "Zengin sahibiyle de iyi arkadaşsın."

Dünya gülümsedi ve kahvesinden bir yudum daha aldı.

Sedef "Ha, bu arada, yeni komşunu görme şerefine eriştin mi?" dediğinde Dünya başını salladı.

"Hayır, daha taşınalı bir hafta bile olmadı ki."

Sedef bıkkın bir tavırla bacak bacak üstüne attı ve kollarını kenetleyip sandalyesine yaslandı.

"Ne meraksız bir kızsın sen ya. İnsan kapının deliğinden olsun bakmaz mı?"

Dünya omzunu silkip kahvesiyle ilgilenmeye devam etti. Sessiz komşusunu merak ediyordu etmesine fakat alt komşusundan, yeni kiracının erkek olduğu bilgisi dışında hiçbir şey öğrenememişti. Yaşlı kadın gözleri ışıldayarak hoş bir genç adam demişti. Sedef de bunu öğrendiğinden beri sorgulamaya başlamıştı. Çünkü hacı teyzenin kataraktlı gözlerini parlatan bu adamın neye benzediğini merak ediyordu.

Akşamüstü kafeyi kapattıktan sonra Sedef, Dünya'yı evine bırakmakta ısrar edince o da Sedef'i pizza yemeye davet etti. Pizzayı sipariş ettikten sonra izlemek için bir de film seçmeye çalıştılar. Sedef, kendisinin ona hediye ettiği duygusal filmlerde ısrar ediyor. Dünya ise her duygusal film seyrettiğinde kendini kötü hissettiğini söyleyerek bunu kabul etmiyordu. Bu sırada kapı çaldı. Sedef, Dünya'yı bırakıp pizzayı almak için kapıya gitti. Bir dakika sonra da Dünya'yı çağırdı.

Kapıda biriyle konuşuyordu. Dünya kadının pizzacıyla sohbet etmesine inanamayarak kapıya yürüdü.

"Ev sahibi yakın arkadaşımdır." dedi Sedef karşısındakine göz süzerek. Sohbet etmesi bir yana, adama cilve yapmasına hiç inanamadı.

Hoş bir ses, apartmanın içinde yankılandı. "Yakın arkadaşları severim."

Berbat bir cevaptı ama çok hoş bir tınıydı. Bir anlığına ürperdi ama hemen kendini toparladı. Gereksiz sohbeti kesmek isteyen Dünya, Sedef'in elindeki pizzaya uzanırken diğer elini kapatmak için kapıya koydu.

"Hadi, ben acıktım."

Sedef, kapıyı kapatmasını engelleyerek pizzayı geri çekti. "Hey, kabalaşma! Yeni komşuna ayıp oluyor!" diye dişlerinin arasından konuştu.

Birden kalbi sıkıştı. Karşı kapıda duran adamı görmek için, kendi kapısının arkasından çıkıp Sedef'in yanına dikildi. Adam gülümsedi. Dünya ona hâlâ bakıyordu ve adam gülümsemeye devam ediyordu. Sedef'in dirseğiyle kendini toparladı. Uzun boylu ve kumral saçlı adamın inanılmaz güzel gözleri vardı ve bir model kadar düzgün fiziğe sahipti. Adam kollarını kenetlemiş, kapının pervazına dayanmıştı. "Yakışıklı olduğumun farkındayım." der gibi Dünya'ya bakıyordu. Sedef, onu yeniden dürttü. Artık konuşması gerekiyordu. Dudağını yaladı, konuşmaya hazırlanmıştı ki adam doğruldu. Sabrı tükenmiş gibi iki adımla, aralarındaki mesafeyi aşıp elini ona uzattı.

"Merhaba, ben Aras!"

Tokalaşırken Dünya'nın yüzünü sıcaklık sardı, haddinden uzun yapılan tokalaşmayı fark edip elini çekti.

"Merhaba, ben de Dünya!"

Adam, başını hafifçe yana yatırdı. Gözleri, parlak kehribar rengindeydi. "Altın gözlü" bu adam, midesinde kelebekler uçuran bir bakış eşliğinde konuştu:

"Tanıştığımıza memnun oldum, Dünya."

"Ben de..." diye mırıldandı Dünya ve tekrarladı.

"Ben de..."

 


Hiç yorum yok:

Seri Hikayelerin Düzeni

TUTSAK SERİSİ 1. Kitap    Tutsak 2. Kitap    Anahtar 3. Kitap    Dünya 4.Kitap    Cehennem Hikayelerin dizilişi bu şekildedir. Diğer ...