Hızlıca
ayağa kalktı ve yatağın yanındaki botlarını ayağına geçirdi. Yataktan kalktı ve
koşar adım dışarı çıktı. Sirona'nın katında olduğunu seraları görmeden
anlamıştı. Merdivenlere ulaştığında çoktan koşmaya başlamıştı, kimseye
rastlamadan bahçeye çıktı. Bulutlarla dolu gökyüzü griydi, yağmur yağması an
meselesiydi. Çalıların arasından uçarcasına geçerken dikenli dallara takılmamak
için dikkat ediyordu. Kâhinin kapısının önünde durduğunda nefes nefese kalmıştı
ve soğuk soğuk terlemişti. Kulübenin yanındaki sopanın üzerinde, simsiyah bir
karga açık sarı gözlerini ona dikti. Havalanacak gibi kanatlarını açtığında
kulübenin kapısı açıldı.
"İçeri
girmek için yağmurun başlamasını mı bekliyorsun?"
Sakin
bir tavırla onu izleyen adama baktı ve başını sallayarak, ilk damlaların
eşliğinde kulübeye girdi. Oda her zamanki gibiydi, pencerelerden sızan gün
ışığı bile değişmemişti. Titremesi azaldı, adamın işaret ettiği divana
oturduğunda ise iyice rahatlamıştı. Kâhin, sade kıyafeti içinde her zamanki
gibi sıradan görünse de zeki ve anlayışlı bakışları farklı havasını
yansıtıyordu. Dünya bakışlarını yere eğdi. Buraya neden geldiğini bile
bilmiyordu. Adama ne diyecekti? Gördüğü kâbustan mı bahsetmesi gerekiyordu,
yoksa görevinin bitip bitmediğini mi sormalıydı? Ares'i kurtarmaya çalışırken
Adonis'i de kurban ettiğini mi söylemeliydi?
"Birer
çay içer miyiz?"
Burnuna
gelen kokuya başını kaldırdı. Üstünde dumanı tüten tuhaf çay kupasını uzatan
adamın diğer elinde de aynı kupanın eşi vardı. Ne ara getirdiğini anlayamadı.
Elinden kupayı alıp teşekkür etti. Koyu yeşil sıvıdan yükselen kokuyu
tanıyamadı. Keskin ve hoş bir kokusu vardı. İlk yudum kekremsiydi, ikincisi ise
rahatlatıcıydı. Dudağını yaladı.
"Şeker
var mı?"
Kâhin
sırıttı. "Şeker kilo yapar."
"Bunun
içilmesini de sağlar." dedi. Çaydan bir yudum daha aldı.
"Görünüşe
göre bu çayın desteğe ihtiyacı yok. Gayet içilebilir." dedi kâhin ve
yanına oturdu. Dünya başını çevirip otuz veya otuz beş yaşlarında görünen adama
baktı. Sabaha kadar laf kavgası mı yapacaklardı?
"Buraya
neden geldim?" dedi.
Adam
dudağını büktü. "Nereden bileyim? Ben sadece sana kapıyı açtım." dedi
çayından bir yudum aldı. "Çay gerçekten hoşuna gitti mi? Defne
çayıdır."
"İyiymiş
ama ben buraya çay içmek için gelmedim."
"Afiyet
olsun." dedi kâhin ve kupasından iştahla bir yudum daha aldı. Gözlerini
kapatıp çayın tadını son aromasına kadar çıkardı. Adamın umurunda olan tek şey
çaymış gibiydi.
"Biz
Ares'i kurtardık." dedi. Yarılanmış kupayı yana bıraktı. "Görevi
tamamladım."
Adam
tek gözünü açıp ona baktı ve yeniden kapatıp çayı yudumladı. Sakin bir sesle
konuştu. "Ares'i kurtardınız mı, ne ilginç. Onu geri getirdiğinizi
biliyorum ama kurtarmak yeni bir bilgi. Tehlikede miydi?"
"Geri
mi gönderilecek?" dedi Zeus'un, adamı yeniden cezalandıracağından
korkarak.
"Zeus
değil." diye cevap verdi kâhin. Düşüncelerini okuduğundan kuşkulanmasına
yol açan bir netlikte konuşmuştu. "Ayrıca görevini biliyor musun da
tamamladığından emin konuşuyorsun?"
“Hâlâ
anahtar olamam, ben Ares'in kurtulmasına yardım ettim.”
Kâhin
çayı bitirene kadar konuşmadı ve onun çayını işaret etti. “İçsene.”
Omuzları
düşen Dünya, kupasını alıp çayını isteksizce bitirdi. Çay kupalarını alıp
kenara koyan adam, divanın arkasındaki yastığa yaslanıp bağdaş kurdu.
"Sana
söylediklerimi fazla umursamıyorsun." dedi. Karşı çıkmak için kımıldanınca
adam ona üzgün bir bakış attı. "Umursamıyorsun, inkâr etmen bunu
değiştirmeyecek. Benim sana gösterdiklerimden çok Asteria'nın Ares'e olan
düşkünlüğüne odaklanmışsın. İnsanî bir zayıflık. Sen Ares'i ona kaptırmamak
için uğraşacağına, iblislerin boyutlarından çıkmamasını sağlamalısın. Ares'in,
baştan beri uğraştığı gibi... Aranızda bir tek o, Asteria'ya karşı koymaya ve
onun planlarını bozmaya çalışıyor. Diğerleri, kendi çıkarlarından başka bir şey
düşünmüyor ki bunların içine sen de dâhilsin."
"Bunu
nasıl söylersin?" dedi şaşkınlıkla. "İblislerin ona ulaşmasını ve
boyutlarından çıkmalarını engelledik."
Kâhin,
gözlerini kıstı ve ona eğilerek yavaşça konuştu.
"Ve
sen iyi bir şey yaptığını sanıyorsun. Düşün, bazen engellemek için onları
yönetmek gerekir."
Adamın
dediğine inanamıyordu. Ares'in iblislere liderlik yapmasının en iyisi olacağını
nasıl söylerdi?
"Ne
yaparsam yapayım, Asteria Ares'i kralı mı yapacak? En iyisi bu mu? Bunu mu
demeye çalışıyorsun?"
Kâhin
nefes alıp bıkkınca geriye yaslandı.
"Açman
gereken kapıyı hatırlıyor musun?" diye sordu.
Kaşlarını
çattı. Hatırlıyordu ama kapıya hiçbir yerde rastlamadığından bunu
önemsememişti. Kâhinin dediği doğru olabilirdi çünkü adamın söylediklerini
gerçekten de umursamadığını fark etti. Anahtar olarak görev yapması gerekirken
o Ares’i düşünmekten başka bir şey yapmıyordu. Hafızasını kaybetmiş biri olarak
bencil olması gerekirken hızlı gelişen olayların arasında savrulup duruyordu.
Kendi başındaki beladan kurtulmaya odaklanmalıydı. Onun beynini pelteleştiren
adamın aşk hayatına kafa yormayı bırakmalıydı.
"Evet,
kemikli bir kapıydı." dedi ve kaşlarının altından adama baktı. "Evin
hemen hemen her katını gezdim ama öyle bir kapı göremedim."
Kâhin
ciddi bir ifadeyle konuştu.
"Yıldız
tepede parladığında kapıyı bulacaksın ve uğursuz olanlara yol göstereceksin.
Ölü bedene can veren, onun düşmanı olacak." dedi ve dudağını büktü. "Umarım
bunu hatırlarsın çünkü bunu, bir daha tekrar etmeyeceğim."
"Keşke
not alsaydım." diye mırıldandı.
"Vakti
geldiğinde hatırlarsın." dedi ve düşünüp ekledi. "Ayrıca, Asteria'ya
o kadar çok güvenme, her sözü bilgece değildir."
"Ona
güvenmek mi?" dedi yüzünü buruşturarak. "Hiç sanmıyorum."
Adam
dudağını yeniden büktü ve başını hafifçe eğdi. "Bir çay daha?"
"Bir
bardak yeterli, teşekkür ederim." dedi.
"Bilinci
açar." dedi adam ve işaret parmağını alnına yavaşça vurdu. ''Beyni
çalıştırırdı.''
Onunla
dalga geçiyordu. Bu hareket, buradaki işinin bittiğinin bir işareti olduğundan
iç çekerek ayağa kalktı.
"Sohbet
ve çay için teşekkür ederim. Ben açık havada yürüyüp beynime biraz oksijen
göndereyim."
Adam
dişlerini göstererek kocaman sırıttı. "Bak, bu iyi bir fikir demek ki çay
işe yaramış."
Eve
döndüğünde yağmur yüzünden sırılsıklam olmuştu. Odasının önünde, onu bekleyen
başka bir ölümsüz görmek onun için olağanlaşsa da, Hera'yı görmeyi kesinlikle
beklemiyordu. Koridor boyunca, yerleri ıslatarak yürürken kadın sabırla onun
yaklaşmasını izledi.
"Senin
şifa odasında olman gerekiyordu." dedi kadın. Üzerindeki elbise
muhteşemdi. Straplez elbisesinin etekleri, bir bulut yumuşaklığında yerlere
doğru iniyordu, eteğin alt kısmı ise tavus kuşu tüyleriyle süslenmişti. Kadın
zariflik ve güzelliğin en doğal haliydi.
"Ben
sadece bayılmıştım, şifaya ihtiyacım yok." dedi. Islak bir halde durmaktan
rahatsızdı. "Yaptığımız şey için kızmaya mı gelmiştin?"
Hera
ona kararsızca baktı, derken yüzünün ifadesi yumuşadı. Tereddüdü geçince
rahatlamış bir sesle konuştu. "Hayır,
tam tersine, sana teşekkür ederim."
"Teşekkür
mü?" dedi. "Zeus'un verdiği hükme karşı çıktığımız için mi?"
Hera
hafifçe kaşlarını çatıp onun yüzüne dikkatlice baktı.
"Zeus'un
verdiği hüküm gerçekleştirildiği için yapmış olduğunuz görev hükmü etkilemez,
yani karşı çıkmadınız. Ares Tartaros'a adım attığı anda hüküm tamamlanmıştı
zaten. Siz sadece şansınızı kullandınız. Onu geri de getiremeyebilirdiniz. Ben,
Ares'i geri getirdiğin için teşekkür ediyorum."
Hera’nın
yeşil gözlerinden yansıyan ifade çok duyguluydu, sözlerinde samimi olduğunu
anladı.
"Yapmam
gereken şeyi yaptım." diye mırıldandı.
Hera
minnet dolu duygusal bakışlarla gözden kaybolduğunda o, bir süre daha kapısının
önünde durdu. Bu eve geldiğinden beri tanık olduğu üzere; Hera, Ares'e sürekli
ters davranıyordu, her davranışını eleştiriyordu ve Zeus’a destek oluyordu.
Şimdi de gelmiş, onu geri getirdiği için Dünya'ya teşekkür ediyordu. Adamı
azarlamak için boşluğunu arayan birine göre oldukça tuhaf bir kibarlıktı. Dünya
derin bir nefes alıp odasına geçti ve doğruca banyoya gitti. Uzun süre suyun
altında kalarak hiçbir şeyi düşünmemeye çalıştı ama başaramadı. Kâhinin
dedikleri zihninde dönüp duruyordu. Ares'in iblisleri ve Asteria'yı durdurmaya
çabaladığını söylemişti, onun dışındaki herkes ise çıkarı için uğraşıyordu.
Ares'i cehennemden kurtarmak şahsî bir çıkarsa, bu fikrinin doğruluk payı vardı
ama ne Adonis'in ne Artemis'in ne de onun başka bir düşüncesi yoktu. Hepsinin
ortak amacı, sevdikleri birini cehennemden kurtarmaktı. Şu anda can çekişen,
ölümlü savaş tanrısını…
Ertesi
gün öğleye kadar odasından sadece iki defa çıktı, ikisinde de Sirona'ya Ares'i
görmek için yalvarmaya gitmişti. Kadını katında aramasına rağmen bulamayınca
üzüntü ve hayal kırıklığıyla odasına geri döndü. Artemis ve Eros birkaç kere
onu yemeğe çağırmak için geldiler. Onların yemeğe katılması konusundaki
ısrarlarına kulak asmadı ve odasından çıkmayı reddetti. Eros'un dediğine göre,
Hermes'ten rica edip Sirona'dan haber alabilmişti. Durumu değişmeyen Ares'i,
kimseye göstermiyorlardı. Genç adamın durumu o kadar kötü müydü? Belki onu
şehirdeki bir hastaneye götürmüşlerdi ne de olsa o, artık bir ölümlüydü.
Sıkıntısı iyice çoğaldı, yatağına yatıp saatlerin kaplumbağa hızıyla geçişini
bekliyordu. Yavaş geçse de bir günü devirdi. Şafak sökerken elini duvara
cansızca uzattı ve rengin solmasıyla odasını, loşluğun rahatsız edici
gölgelerine bıraktı.
İki
günden fazla zaman geçirdikleri Tartaros, onun için kötü bir kâbustu ve Ares'i
sağ salim görmedikçe bu kâbus son bulmayacaktı. Yatağın üstünde kollarını
kendine doladı, bu şekilde bir saat anca uyuyabilmişti. Batan gözlerini, bir
türlü kapatamıyordu. Enlil aklına geldi, yaşlı adamı kısa bir süre konuştukları
mutfaktan beri görmemişti ve eğer açmayı başaramadıysa odası, iblis mührüyle
hâlâ kapalıydı. Odasını açarak adama yardım etmek belki onun moralini de
düzeltirdi. Yataktan doğruldu ve durakladı, adamın odasının tam yerini
bilmiyordu sadece tahmin ediyordu.
Koridor
boyunca yürürken uzun süredir ilk defa kendini canlı hissediyordu. Demir
kapının önüne geldi ve elini sıkışmış sürgüye attı. Tek eliyle açamayınca, iki
elini sürgünün koluna iyice kenetleyip çekti. Sürgü, iki santim kımıldasa da
kaymadı. Bir alttaki sürgüyü denedi.
"Ne
yapıyorsun?"
Yerinden
sıçradı. Arkasında dikilen Enlil'i görünce eli kalbine gitti. Onun geldiğini
bile duymamıştı.
"Beni
korkuttun." dedi nefeslenerek. "Çok sessizsin."
Adam
kollarını kenetleyip onu süzdü. "Kendini öyle kaptırmışsın ki duymaman
normal." dedi ve kapıyı işaret etti. "Ne yapıyorsun burada?"
Kapıya
bir bakış atıp adama döndü. "Odanı açmana yardım edecektim ya, o yüzden
geldim."
Adam
bir süre ona baktı, anlayamamış gibi ifadesizce. Sonra yavaşça çözüldü.
"Ne?"
Yanlış
yer değildi, adamın onu getirdiği koridor olduğuna emindi. Kapıya doğru baktı. "Senin
odana buradan gidilmiyor mu?" dedi adama dönerek.
Enlil'in
ifadesi sertleşti.
"Senden
yardım isteyen oldu mu?" Şaşkınlıkla adama bakarken adam kollarını çözüp
ona eğildi. "Sana ihtiyacım varmış gibi mi görünüyorum?"
Ondan
sadece beş-altı santim uzun olmasına rağmen adam birden irileşmiş ve uzamış
gibi geldi ona. Tehditkâr bir duruşla karşısına dikilince, Dünya kapıya doğru
geriledi.
"Enlil."
Adam
tiksinir gibi onu süzdü ve kaşlarını çatıp geriledi.
"Buraya
bir daha gelme, bu kapıdan geçmeyeceksin ölümlü!" dedi çatlayan bir sesle.
"Sana yasak! Beni anlıyor musun?"
"Neyin
var? Neden böyle davranıyorsun?" Onu hep anlayışlı ve şefkatli görmeye
alıştığından yüzündeki ifadeyi bile yakıştıramadı. "Benden kapıyı açmamı
istediğini unuttun mu?"
Adam
öfkeli diyebileceği bir homurtuyla ona arkasını döndü ve elini duvara koyup
bekledi. Dünya gidip gitmemek arasında kalmıştı ama adamın tavırları yüzünden
kuşkulanmıştı. Canını sıkan her neyse bu kapının ardındaydı ve Enlil onun
geçmesine izin vermeyecekti.
Enlil
elini duvardan çekti ve sırtını düzleştirdi. Dünya'ya geri döndüğünde yüzü eski
sakin ifadesini kazanmıştı.
"Özür
dilerim, ben biraz gerginim." dedi ve gülümsedi. "Ares'in durumu beni
çok üzdü ve senin onun lafını dinlememen yüzünden sana biraz kızmıştım. Hıncımı
senden aldım."
"Bana
neden kızdın ki?" dedi tereddütle.
Adam
gözlüğünü düzeltti. "İşlerine çok karışıyorsun ve Ares bu yüzden ölüm
döşeğinde." dedi, iç geçirdi. "Ölümlülerin, ölümsüzlerin işlerine
karışmaması gerekir yoksa sonuç kötü oluyor."
Lafın
aşinalığı yüzünden tüyleri ürperdi, sanki adam bir şeyleri ima etmek istiyordu.
Gözlerini adamdan ayırmadan konuşmaya devam etti. "O zaman sorun yok çünkü
Ares bir ölümlü, ben de ölümlüyüm."
Dudakları
engel olamadığı bir sinirle gerilen adam hemen kendini toparladı, bir kez daha
düşmeyen gözlüğünü düzeltti.
"Değil
mi? Buna alışamayacağım galiba." dedi ve başıyla koridoru gösterdi.
"Yemekte bana eşlik eder misin, yoksa Artemis veya Eros'u mu tercih
edersin?"
"Peki,
odan?" dedi. "Saldırıdan sonra açmayı başardın mı?"
Enlil
elini salladı. "Boş ver eskiyi... Başka oda aldım, eski odamın yeri zaten
çok kötüydü." dedi ve iki adım attıktan sonra ona döndü. "Hadi,
gelsene!"
Dudaklarını
sıkıp adamın arkasına düştü. Bir yandan da sağ elindeki kesiği parmaklarıyla
sıkıştırıyordu. Can sıkıntısını iyileşmekte olan kesikten alıyordu. Adamdan ilk
defa bu kadar ürkmüştü. Elini kestiği zaman bile adam, bu kadar kafasını
karıştırmamıştı. Yanına yetiştiğinde, Enlil göz ucuyla ona baktı. Adamın az
önceki siniri tamamen geçmişti, rahat bir tavırla yürümeye devam etti. Bir
şeyler fena halde tersti ve Dünya kalbine sızan korku yüzünden ne olduğunu
anlayamıyordu. Kendini güvende hissetmiyordu.
"Senin
yeni odan nerede?"
Adam
kaşlarını kaldırıp bıkkınca soluklandı. "Odama gitmeme gerek yok. Şimdi
karnım acıktı, gel bir şeyler yiyelim."
"Benim
karnım aç değil." diye Enlil’in lafını kesti ve hızlanarak adamın yanından
geçti.
Adam
bir şey söylemedi ona yetişmeye de çalışmadı; koridorda öylece durdu ve onun
gidişini seyretti. Yürümeye devam ederken, omzunun üstünden bir kez daha
baktığında Enlil'in onaylamaz bir yüzle ona baktığını gördü. Köşeyi dönüyordu.
Adamın omuzları üzerinden buhar gibi dökülen gölgeleri gördüğünde durup bakmak
için çok geçti ve buna niyeti de yoktu. İçi ürpermişti, koşmaya başladı.
Yukarı
çıktı. Korkuyordu, kendini bu kadar yalnız hissettiği bir an olmamıştı. Kime,
nereye gideceğini bilemeden hızlıca yürüdü. Koridor doğal bir şekilde aydınlığa
kavuşunca geldiği yerin bilincine o anda vardı, Sirona'nın katındaydı. Adonis
ile kadının konuştuğu seranın önüne yürüdü. Kapıyı açar açmaz renkli çiçeklerin
sardığı bitkiler mis kokularını etrafa saçtı, nefes alarak içeri girdi.
Olimpos'a kapatıldığından beri gördüğü canlı bitkilere yaklaştı ve onları
kokladı.
"Bir
kez olsun beni dinle."
Durdu
ve doğruldu. Konuşan kadın Afrodit idi ama konuştuğu kimdi? Çıkıp çıkmama
konusunda kararsız kaldı ama rahatsız etmemesi gerektiğini düşünüp kapıya doğru
yöneldi. Diğer ses ise onu olduğu yere sapladı.
"Gitmiyorum."
Ares'in sesi, yorgun ama kararlı çıkmıştı.
İradesizce
döndü ve sese doğru yürüdü. Onları dinlemek istemezdi ama adamın durumunu
görmeliydi. Ne zaman uyanmıştı ve neden ona haber vermeden Afrodit ile
buluşmayı seçmişti? İşin aslını öğrenmeden sinirlenmesi saçmaydı ama
duygularına engel olamıyordu.
İtiraza
rağmen Afrodit yalvarırcasına söylendi. "Bir süre için, kendini
toparlayana kadar."
"Hayır."
Saksıları
geçti, balkona benzeyen bir terasın üzerindeydi. Ares ve Afrodit aşağıdaki
bahçenin ortasındaki bankta yan yana oturuyordu. Ares'i, ilk defa siyah dışında
bir rengin içinde gördü. Kalbi çarparak onu biraz olsun seyretmek için saksının
ardına saklandı. Dik yakalı beyaz bir gömlek giymişti ve altına da kahverengi
bir pantolon, çıplak ayakları kısa çimenlerin üzerindeydi. Saçları salınmıştı
ve yüzüne dökülüyordu. Yüzü, hâlâ solgundu ve iyileşmemiş yaralarla bezeliydi.
Gözaltlarındaki karartılara rağmen güzel gözleri altın parıltısını
kaybetmemişti.
Afrodit,
Ares'in sırtını hafifçe okşadı:
"Bunu
kaçmak olarak değerlendirme, aşkım. Zeus'un gözünün önünden biraz ayrılsan...
Sadece o sakinleşene kadar."
"Onu
öfkelendirecek bir şey yapmadım." dedi Ares yere bakarak. “Olimpos’tan
ayrılamam.”
“Ben
izin alırım, sadece kabul et yeter.”
Ares
çenesini sıktı ve derin bir nefes alınca Afrodit doğruldu. “Yine o kız
yüzünden, değil mi? Olimpos’ta hapis olduğunu düşünen ve her bahanede kaçan
sen, anahtar burada olduğunda resmen kök salıyorsun. O kızla aranda ne
var?"
Ares
çenesini sıkmaya devam etti ve kadına cevap vermeksizin başını başka yere
çevirdi. Soğukluğu fark eden Afrodit sırnaşmak için koluna girmeye davranınca
Ares yüzünü buruşturup kolunu çekti. Afrodit hemen elini kendine aldı.
"Ay,
pardon özür dilerim aşkım." Yine de kendini tutamadı, uzanıp sargısız olan
elini hafifçe okşadı. Usulca konuştu. "O kızın Adonis'in ölümlü sevgilisi
olduğunu artık kabullendim ama senin neden anahtarla bu kadar ilgilendiğini anlamıyorum.
Adonis’in gözünde geçici bir inat olan bir kız için, kendini neden tehlikeye
atıyorsun? Bırak hevesini alsın ya da bırak onun için Adonis uğraşsın."
Ares
sinirle kadına baktı. Tepkisi karşısında irkilen Afrodit gerileyecekken
vazgeçip yaklaştı, parmaklarıyla adamın bacağını okşadı.
"Küçük
bir tatile ne dersin? Ortalık yatıştıktan sonra döneriz ve Zeus'un izniyle
Ambrosia'yı sana hediye ederim."
Ares
yavaşça banka yaslandı, en küçük harekette bile canının acıdığı belliydi. "Ona
ihtiyacım yok, senin olsun."
Afrodit
gözlerini kırpıştırdı.
"Ne?
Almak için o kadar dil döktüğün şeyi, ölümlü olduğunda geri mi çeviriyorsun?
Asıl şimdi ihtiyacın var."
"Biraz
da ölümlü olmanın heyecanını yaşamak istiyorum." diye mırıldandı Ares.
Ares
kendi sözlerinin ardından düşünceli bir ifadeyle gülümseyince Dünya'nın
dizlerinin bağı çözüldü, düşmemek için arkasına saklandığı bitkiye sarılınca
eline diken battı. Kalın gövdesini saran ince dikenleri görmemişti bile.
Dudağını ısırıp ses çıkarmadı. Balkonun kenarından ikisine tekrar baktı.
Afrodit elini Ares’in yanağına yerleştirmiş, dudaklarına doğru uzanıyordu. Öpüşeceklerdi.
Dünya bu olasılık karşısında hemen geriye çekildi, bir kez daha şahit olmaya
gücü yoktu. Gözleri yaşla doldu ama akmadı, görmez gözlerle balkondan ayrıldı.
Dikenler, bu sefer sızlayan kalbine saplanıyordu.
Ne
bekliyordu ki? Kendine bile kızamıyordu, o denli üzgündü. Adımları onu mutfağa
taşıdı. Tezgâhın yanındaki sandalyeye tırmandı ve avuçlarına saplanmış
dikenleri çıkardıktan sonra ellerine boş boş bakmaya başladı. Ares tam
iyileşmese de tehlikeyi atlatmıştı ve ayaktaydı. Adamın ilk görmek istediği ise
Afrodit olmuştu. Bu neden ona dokunuyordu? Sözleriyle ve bakışlarıyla bilinçli
olarak onu büyüleyen adamın ondan istediği asıl şey neydi?
Adımları
onu mutfağa taşıdı, boş olan mutfakta sandalyeye yığılır gibi oturdu. Bedeni
yorgundu, zihni ise bedeninden beterdi. Kalbi ise… Acıyordu ama çok derinlerde…
"Hayda!"
Dünya
sese doğru başını kaldırdı. Hermes mutfağın kapısında ona bakıyordu.
"Millet,
seni arıyor, sen de oturmuş tıkınıyorsun!" Boş masaya baktı.
"Mutfakta oturuyorsun." diye düzeltti.
"Ne
oldu?" dedi. Odasına gitmediği için kendine kızdı. “Beni neden arıyorsun?”
"Bir
şey olduğu yok." dedi Hermes ve buzdolabına gidip kapağı açtı.
"Artemis odana gelmiş seslenmiş; senden ses çıkmayınca benden, seni
kontrol etmemi istedi."
Dolaptan
bir tabak kremalı kek çıkarttı ve yanındaki sandalyeye oturdu. Tabağı ikisinin
arasına koydu. Sıkıntısına rağmen midesi açlıktan buruldu. Hermes üstteki
eklerden birini aldı ve iştahla ısırdı.
"Nasılsın,
görüşmeyeli?"
"İyi."
dedi kısaca.
Lokmasını
yutup sevimli bir bakışla gülümsedi. "İki gündür odandan çıkmıyorsun ve bu
lezzetli eklere öylece bakıyorsun. Sen diyette misin? Bu arada söyleyeyim
diyete hiç ihtiyacın yok."
"Canım
istemiyor." diye mırıldandı. Hermes'e güçsüzce baktı. "Beni ne zaman
bırakacaksınız?
Hermes
ciddileşti ve elindekini tabağın kenarına bıraktı. "Anahtarın görevi
bitmeden salıverilmez."
"Bittiğini
nasıl anlayacağız?" Artık, bu evde bir dakika bile kalmak istemiyordu.
Ares'i bir daha görmek istemiyordu. Kaçmanın da işe yaramadığını tecrübeyle
öğrenmişti.
Hermes
siyah dalgalı saçlarını geriye taradı. “Apollon seni aynada görmediği an
görevin bitmiş demektir; o bize bunu haber verir.”
Apollon'un
adı geçince Persephone'nin dedikleri aklına geldi ve aniden doğruldu. "Onu
görmem gerek." dedi hızlıca.
Hermes
şaşırdı. "Bu bir şeyi değiştirmez ki." dedi onun tepkisini yanlış
anlayarak. "Bu onun kontrolü dışındadır, yorumlamak ona ait ama..."
"Hayır."
Diye Hermes'in lafını kesti ve ayağa kalktı. "Apollon'a bir şey
danışacağım; bu, aynayla ilgili değil." Lanet aynaları umurunda bile
değildi.
Hermes
başını salladı. "Olur, ama onun kısa bir işi var. Güneş yeni doğdu."
dedi. Onun anlayamadığı bir şeyden bahsediyordu ama adam farkında değildi.
Ekleri işaret etti. "Bu arada biz bir şeyler yiyelim."
Hevesi
sönmemişti ama Apollon'u beklemesi gerekiyorsa bekleyecekti. Burnunu kırıştırıp
tabağa baktı.
"Kahvaltıda
bunu mu yiyorsun?"
Aradaki
farkı düşünen Hermes eklere dikkatlice baktı, sonra kaşlarının altından
Dünya'ya "Enerji verir." dedi açıklayıcı bir cümleyle.
İçini
çeken Dünya eklerden birini aldı. "Çayla akıllanan, eklerle
güçlenir." diyerek kremalı keki ısırdı.
Hermes'le
ikisi ekleri mideye indirirlerken Artemis esneyerek içeri girdi. Dünya'yı görünce
gözleri sevinçle açıldı.
"Ah,
odandan çıkmışsın!" diye uçarcasına yanına geldi. "Nihayet her şey
yolunda gidiyor."
Evet,
herkes normale dönmüştü. Cehennemden kurtulan Ares sevgilisi Afrodit'in
ölümsüzlük yiyeceğini aldıktan sonra ölümsüz olacak ve Dünya evden ayrıldıktan
sonra da her şey yoluna girecekti. Zaten doymuştu, kadın onun yanına dikilip
eklere saldırınca geriledi. Artemis krema bulaşmış parmağını iştahla yaladı.
"Ares
kendine gelmiş; bunu sana söylemek için geldim ama odanda yoktun."
Hermes'e ters bir bakış atarak ekledi. "Birileri, seni bulunca bana haber
verecekti ya, neyse."
Hermes
dudağını büktü. "Kahvaltıya dalmışız. Tam da yanına gelecektim ki sen
geldin."
Kadın
ağzı dolu konuştu. "Teşekkürler." dedi imalı bir bakışla. Ağzındakini
yutarak "Ne biçim bir haberciyse artık..." diye söylenip Dünya'ya
döndü. "Ares’i görmeye gidelim mi?"
Adamın
Afrodit ile meşgul olduğunu hatırlamak sıkıntısını geri getirmişti. Başını
salladı. "Hayır. İyileştiğine göre sorun yok."
Artemis
şaşırdı. "Yani?"
"Yani
onu görmeme gerek yok." dedi ve ayağa kalktı. "Benim biraz işim
var."
İkisini
şaşkınca bırakıp kapıya dönmüşken Hermes'e geri baktı. "Apollon'un işi, ne
zaman biter?"
Hermes
onu rahatlatmak için gülümsedi. "Ben sana haber veririm."
"Teşekkürler."
diyerek mutfaktan çıkarken Artemis'in mırıldandığını duydu.
"Nesi
var? İki gündür onu görebilmek için deli oluyordu, bugünse umurunda değilmiş
gibi dolanıyor."
Hermes
"Bilmiyorum." diye cevapladı. "Ruhunu kaybetmiş gibi."
Yüreği
sanki taşlaşmıştı. Yürüdükçe ifadesi ve adımları da sertleşti. Kısa yoldan
kendi katına geçmek için Afrodit'in odasına yakın geçmesi gerekiyordu.
Kıvrılarak dönen merdivenden inerken kadının odasına doğru öylesine baktı. Ve
dondu kaldı. Bu kadarı fazlaydı. Afrodit, istiridye şeklindeki kapısının önünde
Ares'in elini tutmuş kapısını açıyordu. Onu görmediler ama o, Afrodit'in
yüzündeki memnun ifadeyi yeterince izleyebildi. İkisi kapının ardında
kaybolduklarında merdivenlerden indi ve doğruca kendi odasına gitti.
Odasında
bir aşağı bir yukarı yürüyordu. Bir an önce buradan ayrılmak istese de onu
yakalayıp geri getireceklerini bildiğinden kaçmak boşunaydı. Tek çaresi,
Apollon'u ikna etmeye çalışmaktı; artık anahtar olmaması gerekiyordu. Onun
görevi bitmişti. Kâhin kemikli kapı konusunda yanılıyordu, tıpkı Ares'in
iblislere liderlik yapacağını söylediği kehaneti gibi. Adam özgürdü ve yakında
ölümsüz olacaktı, Asteria'dan da kurtulmuştu. Kâhin yanılıyordu, Apollon
yanılıyordu ve işi bitmiş olmasına rağmen o hâlâ tutsaktı. Kurumuş bir
cennetteki taş hapishanede zorla tutulan, ölümlü bir tutsaktı.
Penceresinin
geniş pervazına oturdu ve bir kat aşağıdaki bahçeyi izlemeye başladı. Cansız
bitki ve ağaçların vahşice sardığı bahçe, yaz sıcaklığını anımsatan havaya
rağmen kışı yaşıyordu. Sonunu bile göremediği bahçeyi geçmeyi bir kere
denemişti ve sonu kötü olmuştu. Bacaklarını, kendine çekip dizlerine sarıldı ve
çenesini dizine yerleştirdi. Uykusuzluk etkisini göstermeye başlamıştı;
gözlerine batan görünmez dikenlere fazla dayanamadı ve göz kapakları yavaşça
kapandı.
Tatlı
uykusuna dalmak üzereyken kapısının önündeki birinin, ismini seslendiğini
duyunca dizine düşen başını sarsakça kaldırdı. Kapıdakinin Hermes olabileceğini
düşündü ama ses Ares'in sesiydi. Uyuşmuş bacağını sarkıttı. Kapıdaki Ares, ona
sabırsızca seslenip kapıyı tıklattı. Sinirli bir sesle bağırdı.
"Kapıyı
açamıyorum, Dünya, neler oluyor?"
Gördüklerinden
sonra onunla karşılaşmaya hiç hazır değildi. Kapıya doğru sekerek yürüdü,
karıncalanan ayağı canını acıtıyordu. Paniklemiş Ares kapıya bir yumruk
attığında, Dünya olduğu yerde durdu. Ares neden bu kadar sinirliydi ki?
"Dünya,
kapıyı aç!"
"Ne
istiyorsun?" dedi. Adamın kabalığı karşısında o da sinirlenmişti.
"Seni
görmek istiyorum!" dedi kapının ardından soluyarak. "Lütfen, aç
kapıyı."
"Ben
seni görmek istemiyorum." dedi. Elini kapının yanındaki duvara koydu, bir
şeyden güç alması gerekiyordu.
"Ne?”
dedi Ares gergin bir tonda. Kapının dışında sakinleşmeye çalışıyordu. Ares
duraklayıp daha sakin bir sesle konuştu. "Papatyam, ne oldu? Beni nasıl
engelleyebilirsin?"
"Git
buradan Ares, yorgunum."
"Sadece
bir dakika, lütfen." diye fısıldadı. “Seni görmeliyim.”
Taşlaştığını
sandığı kalbi kıvranmaya başlamıştı ama ona karşı yumuşamayacaktı. Amacı her
neyse onsuz halletmesi gerekiyordu. "Ares." dediğinde adamın onu
dinlediğini biliyordu. "Bundan sonra planında ben yokum, başka bir oyuncak
bul."
Ares
bir an durdu ve kalın kapıyı titretecek bir yumruk salladı.
"Lanet
olsun, ne planı! Ben seni..."
Kapının
önünde aniden bir gürültü koptu. Ares'in öfkesi, başkasına yönelmişti. "Bırak
beni kahrolası."
Gürültüyle
duvara çarpan Adonis'in sesini duyunca Dünya panikleyerek kapıya adımladı.
Adonis öfkeyle haykırdı.
"Onu
zorlamaktan vazgeç artık, seni görmek istemiyor!"
Kapıya
elini koyup kapıyı açtı. Adonis tişörtünün yakasından tutup onu duvara
yapıştıran Ares'in midesine bir yumruk attı ve adam kasılınca onu üzerinden
itti. Dengesizce duvara çarpan Ares, yüzünde Dünya'nın daha önce görmediği
korkunç bir öfkeyle Adonis'e bakıyordu. Saçları dağılmıştı, hızla atılıp
Adonis'i yumrukladı ve onun savurduğu yumruktan sakınarak arkasına geçip
koluyla Adonis'in boynunu sıkıştırdı. Ares'in yaralı haliyle bile Adonis ile
baş etmesine şaşırsa da onlara doğru hızlandı.
Koşup
gelen başkaları da vardı. Onlar Dünya'dan önce yetişip Adonis'i, Ares'in
elinden aldılar. Adonis boğazının acısına rağmen bağırarak Hades ve Eros
tarafından zapt edilmiş Ares'e bir yumruk attı. İkincisini de atacaktı ama
Athena, adamın elini havada yakaladı ve sertçe adamı göğsünden itti.
"Yeter,
Adonis!"
Ares
silkinerek kollarını adamlardan kurtardı ve Adonis'in karşına dikildi. "Adonis!
Bu sana son uyarım, bir daha benim işlerime karışma!"
Adonis'in
de ondan aşağı kalır yanı yoktu.
"Bunu
yapan sensin!" dedi ve Ares’e doğru yürüdü. Araya giren Athena, onu omzundan
tuttu, ikisinin birbirine daha fazla yaklaşmasını engellemek için. Adonis
aldırmadan öfkeyle söylendi. "Sen istenmiyorsun; bunu anlaman bu kadar zor
mu?"
Ares
alevlenmiş gözlerini adama dikti; Hades aralarına girmeseydi birbirlerine
yeniden girmeleri işten değildi.
"Hey,
sakin olun! Neyin kavgasını yapıyorsunuz?"
Afallamış
bir halde olanlara bakıyordu. Adonis doğruldu ve Dünya'yı gösterdi. "Ares Dünya’nın
odasına zorla girmeye çalışıyordu."
Şaşırma
sırası diğer ölümsüzlerdeydi. Athena kaşlarını çatıp Ares'e baktı. "Nasıl
yani?"
Ares
olayı açıklamak yerine gözlerini Dünya'ya çevirdi. Adamın öfkesi dinecek gibi
değildi.
"Dünya,
seninle konuşmak istiyorum." dedi. Sakin konuşmaya çalışsa da ses tonu,
neler hissettiğini gizleyemiyordu, hayal kırıklığı ve öfke.
Ölümsüzlerin
hepsi pür dikkat Dünya’nın tepkisine bakıyorlardı. Dünya ise kısa bir an ne
yapması gerektiğini düşündü ve zihninde sonu belirsiz bir fikir yeşillendi. Sorunu
çözmekten çok tehlikeyi savuşturma ve herkesi sakinleştirmeye yarayacaktı.
Uygulaması ise çok zordu. Kararını veren Dünya, içi titreyerek adama baktı ve
onlara doğru yürüdü. Ares’in yüzünde engel olamadığı bir rahatlama gördüğünde
bir an kararından pişman oldu ama geri dönemezdi. Yanlarına geldiğinde Ares'in
karşısında duran Adonis'in elini tuttu. Şaşalayan Ares, kaşlarını çattı. Dünya
parmaklarını, Adonis'in parmaklarına kenetledi ve doğruldu. Başını yana çevirdi
ve Ares’in donmuş kalmış ifadesine bakarak olabildiğince soğuk bir tonda
konuştu.
"Seninle
konuşacak bir şeyim yok." Sonra odasına doğru döndü. Adonis de şaşkındı
ama elinden çekiştirilince Dünya'nın peşinden odasına doğru yürüdü.
"Hayır."
diye mırıldandı Ares. Kapısına vardığında daha öfkeyle bağırdı. "Hayır,
Dünya!"
Dünya
altın gözlünün ona seslenmesine aldırmadan Adonis'in yıldızlarla dolu lacivert
bir geceye benzeyen gözlerine baktı. Net bir sesle konuştu.
"Odama
girmeye izinlisin."
Adonis'in
şaşkın ifadesi dağıldı ve ona gülümsedi. Boştaki elini kaldırıp, onun yanağını
okşarken mutluluğu yüzünden okunuyordu.
Ares'in
"Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye mırıldandığını duydu.
Dünya
Adonis'in elini bırakmaksızın sakin bir ifadeyle ona döndü. "Anladığını
düşünmüştüm ama yeniden söyleyeyim." dedi Dünya. "Adonis'ten
başkasıyla, konuşacak bir şeyim yok."
Ares'in
altın gözleri kısılarak, onlara doğru bir adım atınca Hades, onu kolundan
tuttu.
"Ares!
Yapma!"
Öfke
adamın teninden neredeyse gözle görülür bir şekilde süzülüyordu. Yumruklarını
sıkan Ares nefeslendi ve Hades'in kolunu silkip, arkasını döndü. Bir fırtınadan
farksız ruh haliyle uzun adımlarla yürümeye başladı. Eros, Hermes ve Athena,
onun ardından koşarken Hades olduğu yerde dikilmeye devam ediyordu. Karanlık
gözlerini doğrudan ona dikmişti ve kaşları çatıktı. Yaptığını onaylamadığını
görebiliyordu ama defalarca kırılan ölümlü kalbinin başka çaresi kalmamıştı. Bu
tavrı herkesin iyiliği içindi. Ares son yaptıklarından sonra bu iyiliği hak
etmemişti, yine de adama kıyamıyordu. Kararını vermişti, burada geçireceği
zorunlu zamanı sakin geçirmeye çalışacaktı. Bu yüzden de Ares’ten uzak
kalmalıydı. Kimseye açıklama yapma borcu da yoktu. Bakışlarını Hades’ten alarak
Adonis'le birlikte odasına girdi ve kapıyı kapattı.
Kapının
önünde öylece kalakalmışlardı. Adonis elini onun elinden çekince kendine geldi.
Adam yüz ifadesi çok karışmış bir halde odanın ortasına yürüdü.
"Seni
çok kızdıracak bir şey yapmış olmalı." dedi adam ve pencerenin pervazına
dayanıp ona baktı.
Dünya
ne açıklama yapacağını düşünürken gözü Adonis’in yanağında gittikçe koyulaşan
ize ilişti.
"Kavga
etmene gerek yoktu, ben onunla baş edebilirdim."
Adonis
gülümsedi ve hemen eli yanağına gitti. "Of! Gülmemeliydim." diye
sızlanmasına rağmen konuşmaya devam etti. “Kavga etmek için gelmedim; onu,
senin yörüngenden çıkarmak için geldim. Sürekli senin etrafında dolaşmasına
katlanamıyorum.”
Gözlerini
adamın gözlerine kaldırdı. Saçları dağılmış ve tişörtünün yakası yırtılmıştı.
Uzun boyuyla ve kusursuz güzelliğiyle adam karşısında duruyordu. Kalbi ise
koridorda sinirli adımlarla yürüyen altın gözlüyle birlikte gitmişti. Burada
kaldığı süre boyunca, Ares'ten uzak kalabilmek için Adonis'in anlayışına sığınmak
çok adice geldi. Kimsenin duygularıyla oynamak istemiyordu, tabi eğer Adonis'in
ona karşı duyguları varsa. Adonis'in dengesizliği, adama olan güvenini sarsıyordu
ama o dürüst olmalıydı.
"Ben
Ares'e âşığım." dedi. Adonis'in solan yüzüne bakarak devam etti.
"Bunun karşılıksız olduğunu biliyorum ama elimde değil."
Adonis
kollarını kenetledi, onun konuşması için beklediğini görebiliyordu. Dünya
yatağının üstüne oturdu.
"Engelleyemiyorum,
onu başkalarıyla gördüğümde içim parçalanıyor. Sana yalan söylemek istemiyorum,
sırf onu kızdırmak için seni odama aldım."
Adonis'in
ona kızmasını bekliyordu ama adam doğrulup yanına geldi ve karşısında diz
çöktü.
"Beni
onu kızdırmak için kullanman umurumda değil. Bir şekilde ona haddini bildirmen
gerekiyordu. Sana, 'aşkım' derken bunu hissederek söylüyorum Dünya ve eminim,
bana bir şans verirsen sana Ares'i unutturabilirim. Bana güvenmen yeterli
bebeğim."
Dünya
Adonis'in hasarlı yanağını incitmeden okşarken, kızarıklık gittikçe iyileşti ve
sonunda teni eski mükemmel haline geri döndü.
"Senin
kalbini iyileştirebilirim."
"Neden
ben Adonis?" dedi. Elini, adamın boynuna indirdi. "Afrodit veya
Persephone değil de neden ben?"
Adonis
yüzündeki elini aldı ve tişörtünün üstünden göğsüne koydu. Sıcak teninin
altındaki kalbi, tek ve güçlü bir atışla adamın göğsünü titretti.
"Bunun
için bebeğim." dedi. "Ben onları değil, seni seviyorum. Kalbim bir
tek senin yanındayken atıyor."
Dağıldı,
kelimenin tam anlamıyla dağıldı. Ağlamak ile ağlamamak arasında Adonis'in derin
okyanus gözlerine baktı.
"Seni
üzmek istemiyorum." diye mırıldandı. "Çok iyi birisin, ben..."
Adonis
doğrulup parmağını dudağına koydu.
"Ben
çok iyi biri değilim." dedi "Ve seni kazanmak için de yapamayacağım
bir şey yok. Seni, ilk görevinde gördüğüm nehir kenarından beri seviyorum.
Ölümsüz hayatım boyunca yaşadığımı sadece seninle anladım. Kalbimi bir tek sen
titretiyorsun. Bu zevkten vazgeçmeye de niyetim yok." Yüzünü okşayarak ona
yaklaştı. "Senin için, seninle savaşmam gerekiyorsa savaşırım bebeğim,
Ares bana vız gelir."
Gözlerinden
iki damla yaş akarken Adonis ona doğru uzandı. Dudaklarını tedirgin bir
dokunuşla kavradı ve yavaşça öptü. Kaçınmadığını anlayınca dudakları yumuşak
bir kıvrımla aralandı. Dünya, öpmeye devam ederken adamı kendine çekti ve
sarıldı. Saf bir tutkuyla öpülmek onu da etkiledi. Ares'e olan tüm hıncıyla
adama cevap verdi. Adonis'le öpüşmek dizlerini titretmedi, zamandan ayrı bir
boyuta sürüklemedi ve Ares'e olan özlemini de yok etmedi. Getirdiği tek şey
suçluluk duygusuydu, sanki Ares'e ihanet ediyordu. Neyse ki kendi kaçmadan
Adonis ondan ayrıldı. Gözleri parıldıyordu, Dünya'nın saçlarını okşayarak
yüzüne baktı.
"Bu
seninle büyüsüz ikinci öpüşmemizdi." dedi boğuk bir sesle. "İlki,
hafızan silinmeden önce, yani o bizi ayırmadan önceydi."
Dünya
anın yoğunluğundan sıyrılmak için ayağa kalktı ve biraz uzaklaşıp ona döndü.
"Görevim
bitince yine gideceğim Adonis, hafızam yerinde olsun veya olmasın. Afrodit'in
dediği gibi ben geçiciyim. Senin için ben bir anı olmaktan öteye gidemem, bunu
kabullenmelisin. Ben ölümlüyüm, biliyorsun. Olimpos’ta asla bir yerim
olmayacak."
“Saçma!”
diyen Adonis nefes alıp bir hamlede ayağa kalktı. "Benim de bir planım
olabileceğini hiç düşünmedin mi?"
Dünya
kuşkusunun gerçeğe dönmesinden korkarak irkildi.
"Ne
planından bahsediyorsun sen?"
Adonis’in
ona bakan gözlerinin ifadesi hoşuna gitmedi. Kin sızan bakışlar ona hiç
yakışmıyordu. "Düşünebilen ve stratejik davranabilen sadece Ares ve Athena
değil bebeğim. İkna gücümü de asla yabana atma."
"Adonis!"
dedi. Kaşlarını çattı. "Daha önce de konuştuk. Yanlış bir şey
yapma..."
"Yanlış
bir şey yapmıyorum." dedi lafını keserek. "Yüzyıllar boyunca Ares'in
gölgesinde yaşamaktan sıkıldım. Ya güzel olduğum için ya da Ares'in en yakın
arkadaşı olduğum için değer görmekten bıktım. Artık buna bir son
vereceğim."
Onun
kötü bir şeyler tasarladığının bilincine iyice varmıştı. Onu ikna etmek için ne
yapacağını ise bilemiyordu. "Bunun doğru olmadığını biliyorsun. Sakince
oturup konuşalım." dedi. "Pişman olacağın bir şey yapma,
lütfen!"
Adonis'in
güzel yüzü mermer bir heykele dönüşmüştü. "Pişman olmayacağım,
aşkım." dedi.
"Kendi
sözlerine inandığını sanmıyorum Adonis, senin kafan karışmış.'' Aklına düşünce
dehşetle ekledi. ''Asteria ile ne konuştunuz?"
Adonis
gülümsedi. "Beni Asteria'nın kandırdığını mı düşünüyorsun?" dedi
sakince. "O kadın saplantılı ve deli biri, onun beni etkilemesi olası
değil. Ares'i etkilemiş olması beni de pençeleri arasına alabileceğini göstermez.
Ares'in tersine cazibemi kullanmadan ondan istediğim şeyi aldım."
"Asteria
ikinizi de istiyor." dedi. Korkunç hayallerinin gerçekleşme olasılığı
yüzünden aklını kaçıracak gibiydi. "Sen ona istediklerini
vereceksin."
"Hayır,
bebeğim. Asteria'nın planını biliyorum, ben ona asıl istediğini
vereceğim." dedi ve kapıya doğru adımladı. “Böylece tüm sorunlar
çözülecek.”
"Gitme."
Adonis'in
eli kapıya uzanmıştı ama öylece kaldı. Yumruğunu sıkıp elini indirdi, ona doğru
döndü. Aralarında iki metre anca vardı ama sanki kilometrelerce uzaktaydı. Sanki
Adonis kendisine ulaşmanın yollarını da kapatmıştı. Kilitli boyut kapılarını
açtığı gibi tek dokunuşla onun içinde bulunduğu karanlığı dağıtabilmeyi çok
isterdi.
Ona
doğru yürürken sakin bir sesle konuşmaya çalıştı.
"Kendini
kime karşı ispatlamak istiyorsun?" diyerek karşısına dikildi. "Zeus'a
mı, ölümsüzlere mi, Ares'e mi yoksa kendine mi?"
"İspatlamak
mı?" dedi. Yüzünü buruşturdu. "Öyle bir derdim yok."
"O
zaman neden bir şeyleri değiştirmek için başkasına savaş açıyorsun?"
Adonis'in
şaşkına dönmesini seyretti ve bir süre, onun cevap bulması için bekledi.
"Kimseye
savaş açmak istemezdim." dedi sonunda itiraf ederek. "Ares seninle
aramıza girerek beni buna mecbur etti. İstediğim tek şey sendin, Dünya."
Dudağını
ısırdı. Başka yolu kalmamıştı. Her ne kadar Ares’e kızgın olsa da, ikisinin
arasında kalmayı göze alamazdı ve bu yüzden Ares’in zarar görmesine neden olmak
istemiyordu. Hele ki Ares kendi seçimini Afrodit’ten yana kullandıktan sonra
daha fazla saflık yapamazdı. Gözlerini Adonis'in gözlerine dikti ve aklındaki
fikri uygulamaya başladı.
"O
zaman, kimseyle savaşman gerekmiyor. Bu andan itibaren birbirimizden bıkana
kadar sen, benim tek sevgilimsin. Kimsenin zarar görmesine gerek yok."
"Beni
kandırmaya çalışıyorsun." dedi ama inanmayı istediği yüzünden okunuyordu.
"Seni
kandırmakla elime ne geçecek? Beni seven biriyle olmayı, sevmeyen birini
kazanmaya çalışmaya yeğlerim. Tek kararsız kaldığım nokta, görev dedikleri şey
bitince bana ne yapacakları."
Bir
iki saniye ona bakan Adonis sonrasında gülümsedi. "Seni hayatına geri
bırakmaları gerekir."
"Peki,
seni hatırlayacak mıyım?" diye adama sokuldu. Ares'i tanımamış olsaydı,
Adonis'ten hoşlanacağını biliyordu. Yüz ve beden güzelliğinin ötesinde ruhunun
da güzel olduğunu, onu tanıdıkça anlamıştı. Dengesizliğini bastırdığı takdirde
kolayca anlaşılabilen biriydi. Belki planı o kadar da zor olmayacaktı.
Adonis
uzandı, Dünya'nın kollarını okşayarak ellerini tuttu. "Ben de bunun için
uğraşıyorum." Kendine doğru çekti.
Dünya
karşı koymadan başını adamın göğsüne yasladı. "O halde sorun yok, seni
sevmeyi öğreneceğime eminim."
Gevşekçe
ona sarılan Adonis, dudaklarını saçlarına sürterek fısıldadı. "Bunu
gerçekten istiyor musun, yoksa Ares'i kurtarmak için mi beni kabul
ediyorsun?"
Başını
adamın göğsünden kaldırdı. Dudaklarını adama uzattı. "Belki seni
kurtarmaya çalışıyorumdur."
Adonis
teklifini geri çevirmedi, kısa ve tatlı bir öpücük kondurdu.
"Beni
çoktan kurtardın sevgilim." Dedi ve ona sıkıca sarıldı. "Seni çok
seviyorum."
Yaptığı
şey için kendini iyi hissetmiyordu ama sonuçta bir şeyleri çözmeyi başarmıştı.
Adonis’in Ares'e kinlenmesinin nedenini ortadan kaldırdığını düşünüyordu.
Ares'in ölümlü ve hâlâ yaralı olması işleri zorlaştırıyordu. Öte yandan ona
olan öfkesi, adamı korumak için elinden geleni yapmasına engel değildi.
Adonis'i de kendince sevmeye başlamıştı ama duygularının, adamın istediği yöne
gitmesi konusunda pek umudu yoktu. Tek tesellisi Adonis'in ondan sıkılmasıydı.
Ölümsüz ve muhteşem bir adam, sıradan ve geçmişi olmayan bir kadınla ne kadar
vakit geçirmek isterdi ki?
Öğleden
sonra yağmurun ıslattığı bahçede dolaşırken düşündüğü tek şey, Adonis ile iyi vakit
geçirdikleriydi. Mutfağa uğramış, birer ekmek arası peynir aldıktan sonra kuru
bir kütüğün üstüne kurulmuşlardı. İkisi rahatça gülüp, konuşurken olanlar bir
an için silindi. Olanaksız derecede fantastik boyutlardan bahseden Adonis'in
neşesi, bulaşıcı gibiydi, konuştukça rahatladı. Kesinlikle her şey yolundaydı.
Ekmekler bittiğinde bahçe toprağının az önce yağan yağmuru bir sünger gibi
çekip eski kuru ve çorak haline döndüğünü gördü. Adonis buna pek şaşırmamıştı. Dünya
bahçenin tuhaflığı yerine, Adonis'e efsanesini sordu. İlk başta nazlansa da
sonrasında anlatmaya razı oldu. Cümlesine, 'bilinenden farklı olarak' diye başlayınca
ilk halini bile bilmediğini söylemedi.
Adonis,
annesinin güzelliği ile ünlü bir prenses olduğunu söyledi. O zamanki Adana'yı
kapsayan büyük bir krallığın tek varisiyken Afrodit'in bir kaprisi yüzünden,
basit bir avcıya âşık olmuştu. Onun güzelliğini kıskanan Afrodit, kadının fakir
avcıya âşık olmasına sebep olduktan sonra onu kral babasına ispiyonlamış.
Kızını önce vazgeçirmeye çalışan baba, kız inat edince kızını hapsetmeye karar
vermiş. Kız, babasının niyetini anlayınca avcıya kaçmak için davranmış. Afrodit
yine olaya el atmış. Babasına haber verdiğinde, adam önce avcıyı yakalatıp
öldürmüş; ardından onu utandıran kızını öldürmek için peşine düşmüş. Afrodit,
eğlencenin dozunu kaçırdığını fark edince kızı bir ağaca dönüştürmüş acı
çekmemesi için fakat bilmediği şey varmış, kız hamileymiş. Dokuz ay sonra, ağaç
ikiye ayrılmış ve içinden bir bebek çıkmış. Afrodit, kendini sorumlu hissettiği
için bebeğe bakmak için onu yanına almış. Demeter'in kızı Kore de bebeğe
bakmaya gönüllü olmuş. Bu arada Hades, Kore'yi sevdiği için yeraltına kaçırmış
ve onun ismini değiştirmiş. Persephone olan Kore, artık büyümüş olan
delikanlıdan ayrılmak zorunda kalmış ama onsuz bir türlü mutlu olamıyormuş.
Sonunda Hades Adonis'e izin vermiş. Zeus'un desteğiyle, Adonis yılın yarısını
Persephone ile diğer yarısını Afrodit'le geçirmeye başlamış. İkisi de onu kendi
yanlarında tutmak için ellerinden geleni yapıyorlarmış. Adonis'in başka bir
eğlencesi varmış: avlanmak. Afrodit'le olduğu vakitlerde Artemis, Eros ve Ares
ile sık sık ava çıkıyormuş. İyi bir avcı olduğundan tek başına çıktığı bir avda
ona saldıran yaban domuzuna kadar hiçbir problemle karşılaşmamış. Yaban domuzu,
onu kötü yaralamış; o kadar çok kan akmış ki Ares ve Afrodit, onu bulduklarında
artık çok geçmiş. Afrodit üzüntüsünden gidip Zeus'a yalvarmış, Persephone ile
birlikte. Zeus, sonunda dayanamayıp ölümsüz olması için izin vermiş.
Ambrosia'yı ve ardından nektarı içirdiklerinde kendine gelmiş ve yine aynı
şekilde hayatına devam etmiş. Yıllar geçtikçe kendini mutsuz hissetmeye
başlamış ve iki kadının aşkını da reddetmiş. Afrodit aşkı için çabalasa da
Persephone'nin tek tepkisi yeryüzüne çıkmayı reddetmek olmuş. Kızını
göremeyeceği için çok üzülen Demeter de Olimpos'un bahçesini lanetlemiş. Bu
yüzden ne yaparlarsa yapsınlar, bahçe hep cansız ve çorak olacaktı. Sadece
bahar şenliğinde, Persephone'nin yeryüzünde yürüdüğü bir hafta boyunca, eski
güzelliğine kavuşabilecekti.
Adonis
öyküsünü bitirdiğinde, adamı soluksuzca dinlediğini fark etti.
"Vay
canına! Bu gerçek mi?"
Yanakları
hafifçe kızaran Adonis derin gamzelerini çıkartıp gülümsedi. "Tabi, gerçek.
Bu benim efsanem. Bahçenin durumu içinse hâlâ beni suçluyorlar. Demeter'in
inadına bir şey dedikleri yok." dedi, gözlerini devirerek.
Ellerini,
kütüğün üstüne koyup yaylandı.
"Ben
de Persephone'ye neden 'Kore' dediğini merak etmiştim."
"O
isimle çağrıldığında ben daha çocuktum. Kraliçe olunca ismi değişti ama o, eski
ismini hâlâ çok sever." Dedi Adonis kendinden bahsetmekten sıkılmış bir
yüz ifadesiyle.
"Hey,
rahatsız etmiyorum, değil mi?"
Dünya
karşılarında birden beliren Hermes'i görünce irkildi. Hermes bunun farkında
olarak sırıttı. Tam ağzını açıp ona takılacakken Adonis araya girdi.
"Hayırdır
Hermes?" dedi. Adonis, konunun dağılmasından hoşnuttu. "Canını
sıkacağın kimse kalmadı mı?" diye Hermes'e takıldı.
"Ben
burada iş yapıyorum, Adonis." dedi ciddiyetle. Ardından sırıtarak yüzünde
zoraki duran ciddiyetini buharlaştırdı. "Dünya, Apollon seni görmeye
hazırmış."
Adonis,
kaşlarını çattı.
"Apollon
mu?"
"Unutmuşum,
onu görmem gerekiyordu." dedi. Ayağa kalkarken, "Ona, beni anahtar
listesinden silmesi için rüşvet teklif edeceğim." Diye ekledi.
Şakasını
anlayan Adonis gülümsedi ama Hermes hemen atıldı.
"Sakın
böyle bir şey yapma, o rüşvet kabul etmeyecek kadar..." sesi ikisine
bakarken azaldı ve elleri belinde, durup gözlerini kıstı. "Benimle dalga
geçtiğine pişman olacaksın ölümlü."
Hermes'i
gönderdikten sonra Apollon'un odasına kadar Adonis ile beraber yürüdüler.
Zeus'un katındaydı; aynı katta Hera'nın, Athena'nın, Artemis'in ve Ares'in de
odaları vardı. Ares'in odası onlardan bir iki kapı ilerde olduğundan önünden geçmek
zorunda kalmadılar. Adonis beklemek istedi ama Dünya buna gerek olmadığını
söyleyerek onu gönderdi. İşinin ne kadar süreceğini bilmediğinden adamı ağaç
etmek gereksizdi. Koridorda yürüyen adamın arkasından bakarken içini yeniden
pişmanlık kapladı. Gerçek sevgiyi arayan ölümsüzün hali ile kendi durumu
arasındaki benzerlik bir kere daha içini dağladı. Dünya'nın da ulaşmak istediği
ölümlü başkasına aitti ve Ares de, kendince bir amaç için, onu seven anahtarı
kullanmaya çalışıyordu. Adonis köşeden kaybolunca, başını kapıya çevirdi ve
yerinden sıçradı.
Apollon
karşısında duruyordu.
"Hoş
geldin." dedi, kibar bir sesle. "İçeri girmez misin?"
"Teşekkür
ederim." dedi, kapıdan içeri girerken.
Odasının
farklı olacağını neden düşündüğünü bilmiyordu. Odada normal bir dekor görünce
şaşırdı. Üç odadan oluşan dairesinde ikili bir koltuk takımı, bir çalışma
masası, küçük bir kitaplık ve bir de büyük bir yatak vardı. Diğer odaların
kapısı aralıydı ama bu çerçeveden bir şey görünmüyordu. Birinin banyo olduğunu
düşündü, diğeri hakkında da tahmini vardı.
"Orada
ayna var." dedi Apollon. "Ne olduğunu biliyor olmalısın."
Başını
adama çevirdi, ona meraklı bir yüzle bakındığı için utanmıştı.
"Duymuştum."
dedi boğazını temizleyerek. Yirmi beşinde anca görünen adamın sapsarı saçları
ve deniz mavisi gözleri, bronz teninde güzel bir hoşluk yaratmıştı. Tam bir yaz
çocuğuydu. Kısa kollu spor tişörtü ve kot pantolonuyla çok sadeydi.
"Seni
rahatsız etmemin nedeni..." diye lafına başlamıştı, Apollon kesene kadar.
"Hafızanı
kaybetmene rağmen aceleciliğini korumayı başarmışsın Dünya, bir nefes al."
dedi ve koltukları gösterdi. "Oturalım, daha rahat konuşuruz. Ayrıca, beni
rahatsız ettiğin filan yok."
Omuzları
düştü ve koltuklara doğru yürüdü. Apollon, karşısına oturup onu sakinleştiren
bir ifadeyle ona baktı.
"Geldiğinden
beri pek vakit geçiremedik." dedi samimi bir tavırla. "Yoğun bir
görev süreci geçiriyorsun."
"Evet."
dedi. Gülümsedi. "Biraz koşuşturduk."
Apollon
hoş bir kahkaha attı.
"Biraz
mı? Dünya, senin kadar bela çeken bir anahtarla karşılaşmak çok zordur. Her
geldiğinde, tozu dumana katıyorsun ama itiraf etmeliyim ki hepimiz çok
eğleniyoruz. Bu sefer ben pek katılamadım, son melez saldırısı beklediğimin
üstündeydi. Sonra Ares'in cezalandırılması..." İç geçirdi. "Bu,
hepsinin ötesindeydi."
Dünya
lafın arasına girerek "Onun hakkında konuşmaya gelmedim." diye
homurdandı.
"Birisinin
hakkında konuştuğumuzu bilmiyordum." dedi Apollon
Ve
onu yine ateşler içinde bıraktı. Neden salakça davranıyordu ki? Belki eskiden
beri böyleydi. Kekeleyerek, "Olaylar beni çok germiş olmalı." dedi.
"Saçmaladım."
Apollon,
elini salladı.
"Boş
ver Dünya, yakında bunları hatırlamayacaksın bile."
"Görevim
bitti mi?" dedi kalbini kasan bir heyecanla.
Apollon
durakladı.
"Yok,
ben öyle demedim, anahtar olarak hâlâ sen görünüyorsun. Benim demek istediğim,
görevin bittiğinde, seni hayatın içine yeniden bıraktığımızda, bir şey hatırlamayacak
olmandı. Yolda karşılaşsak bile bizi tanımayacak, hiçbir şeyi
anımsamayacaksın."
Bu
olabilir miydi, yolda yürürken sıradan biri gibi yanlarından geçip
gittiklerinde hiçbir şey hissetmeyecek miydi? Bir an için hayal etti, sallana
sallana yürürken Ares'in yanından geçip gittiğini ve yan gözle dahi bakışmadıklarını.
Bu olanaksızdı.
"Umarım."
dedi ve ardından kaba olmamaya çalışarak, "Yani görevi başarıp yararlı bir
şey yapmayı çok isterim." diye devam etti.
Apollon
tuhaf bir gülümsemeyle ona baktı. "Ben de bu son söylediğine inanmayı çok
isterim." dedi ve ellerini önde birleştirdi. "Gelelim asıl konumuza.
Benimle konuşmak istediğin şey neydi?"
Dünya
ona Persephone'nin tavsiyesini söylediğinde, kaşları çatılan adam başını eğip
biraz düşündü. Sessizce adamın cevabını bekledi. Uçlarına doğru dalgalanan sarı
saçları çenesine geliyordu ve yüz ifadesini Dünya’dan saklıyordu. Zor bir şey
miydi, anlayamadı. Sonunda Apollon mavi gözlerini kaldırdı ve ona baktı.
"Bu
mührü daha önce hiçbir insana yapmamıştım. İşe yarar mı bilmiyorum fakat sana
zararı da olabilir." Doğruldu. "Yine de Persephone dediğine göre
bildiği bir şey vardır. Deneyelim."
"Belki
beni ortadan kaldırmak istiyordur." diye mırıldandı.
Apollon,
elini salladı. "Yok, canım. İstediği o olsaydı, şu an Tartaros tatiline
devam ediyor olurdun."
"Bu
içimi rahatlattı." dedi ve ekledi. "Ne yapacağız şimdi?"
"Şimdilik
hiçbir şey, büyüyü gece yarısı yapmam gerek. Sen buraya tekrar gelebilir
misin?"
"Tabi,
zaten yapacak bir şeyim yok." dedi. Ayağa kalktı. "O zaman sonra
görüşürüz."
Apollon
gülümsedi.
"Tamam,
seni bekliyor olacağım."
Odadan
çıktı, gece yarısını nasıl anlayacağını sormadan çünkü geldiğinden beri saat
görmemişti. Buradakilerin ya zamanla işi yoktu ya da ölümsüz olduklarında
dakikliği de ölümsüzlüğün üstüne ekliyorlardı. Artemis'in odasının önünden
geçerken kapısının önünde durdu. Kapıya eliyle vurmak istemedi, kapı açılabilirdi.
Yeşil-kahve kapıya yaklaştı.
"Artemis."
diye kısık bir sesle çağırdı. Sesini biraz daha yükselterek ona ikinci defa
seslendi. "Artemis, odanda mısın?"
Koridora
göz attı ve kapıya iyice eğildi.
"Artemis."
Anlaşılan
ölümsüz odasında değildi. Orada birkaç saniye daha bekledi ve sonra doğruldu.
Kendi odasına gitmek istemiyordu, vakit geçirmek için yapacak bir şey de aklına
gelmiyordu. Hermes'in sürekli işi vardı. Eros'un ise Ares'in yanında olduğunu
düşündü. Sabahtan beri Adonis'in başına kaldığından onu daha fazla sıkmak
istemedi. Bir yanı da adamın yüzüne bakarken yalan söylemekten yorulduğunu
fısıldıyordu. Diğer ölümsüzlerin hiçbiriyle yakın değildi, Hades'i ise görmek
bile istemiyordu.
"Kapıyı
bakışlarınla mı açmaya çalışıyorsun?"
Ses,
onu hem irkiltti hem heyecanlandırdı. Arkasına döndü, Ares'i gördü. Ares,
siyahlar içinde, gölgelerden daha koyuydu, solgun yüzüyle bir hayalete
benziyordu. Dünya, gözüne ışık tutulmuş bir tavşan gibi, adamın karşısında
donakalmıştı. Ares kızgın bakışlarla ondan bir tepki bekliyordu, o
kıpırdamayınca Ares kımıldandı.
"Benden
yine kaçacak mısın, yoksa seni koruması için Adonis'i mi çağıracaksın?"
Koridora
bakındı, Adonis'in buralarda olmasından korkarak. Yeni bir kavgaya neden olmak
istemiyordu. Kaçamak aradığını fark eden Ares öfkeyle soludu ve uzun adımlarla
ona doğru yürümeye başlarken Dünya geriledi.
"Seni
görmek istemiyorum." diyerek arkasını döndü.
İki
adım bile atamadan, Ares onu belinden tutarak kolayca omzuna attı.
"İstersen
bağırabilirsin." diye söylendiğinde bağırmak için ağzını açmıştı ama durdu
ve düşünmeye başladı. Ona yardım etmeye kimin gelmesi sorun yaratmazdı?
"Apollon!"
diye anca sesi çıkmıştı ki Ares, odasının kapısını açıp onu omzundan indirdi.
Düşünmekte geç kalması onu adamın hiddetiyle baş başa bırakmıştı. Kapıya hızla
atılınca Ares hiç de kibar olmayan bir hareketle onu itti. Dünya geriye doğru
tökezleyip yumuşak koltuğun içine gömüldü. Ares kapıyla onun arasında
duruyordu.
"Senden
bir açıklama istiyorum, Dünya!" diye sertçe söylendi. "Konuşmadan da
odadan çıkamayacağına emin olabilirsin."
"Sana
açıklama yapmak zorunda değilim hem teşekkür edeceğine..." diye
homurdandı.
"Ne
teşekküründen bahsediyorsun?" diye kükredi. "Ne kabayım, odanı bana
kapattığın ve yokluğumda Adonis ile işi pişirdiğin için mi teşekkür
etmeliyim?"
Odasına
göz attı. Yeni fark ediyordu, oda darmadağın olmuştu. Dolap masa devrilmiş,
kitaplık duvardan koparılmış, kitaplar etrafa saçılmıştı. Yatağın da ondan
farkı yoktu. Sanki odanın ortasında fırtına kopmuştu. Adamın delirdiğine şüphe
yoktu, zaten o da delirmişti.
"Sen
beni kendin gibi mi sanıyorsun?" diye söylenerek ayağa kalktı.
"Davranışlarım için sana açıklama yapmaya niyetim yok."
Ares
"Beni çıldırtmaya mı çalışıyorsun?" diye homurdandı. “Beni kandırdın,
Dünya. Beni düşündüğünü sanıyordum, aşkına inanmamı sağladın ve beni yüz üstü
bıraktın! Bıçak saplasan bu denli canımı yakamazdın!”
Ares
öfkeyle konuşurken Dünya adamın yüzündeki yaralara bakıyor ve içi acıyordu. Adamın
bedeni hâlâ güçsüzdü, bu nefes alışından belliydi. Ona acımak Dünya için
zayıflıktı, biliyordu ve el ele Afrodit'in odasına girdiğini gördüğünden beri
tüm duyguları felç halindeydi. Dudağını ısırıp sustu. Ellerini yumruk yapmıştı.
Son yaşadıkları ve hayal kırıklıkları, yavaşça boğazına doğru bir yumru gibi
yükseliyordu. Sinirinden titrememek için çenesini kastı.
“Seçilmemen
egonu yaraladı sadece Ares. Kendimi suçlu hissetmemi sağlamak için bana
saldırma!” Yüzüne bakamıyordu ama sesi beklediğinden daha kinli çıkmıştı.
“Egom
mu?” diye şaşaladı genç adam. “Yaralanan duygum konusunda çok yanılıyorsun
Dünya ama ilişkimizi bu kadar küçümsediğine göre çenemi yormama gerek yok.” Dedi
Ares ve karşısında dikildi. Buz gibi bir sesle sordu. "Odana engeli koyan
kim? Beni engelleyen kim? Sen mi yaptın?”
Kaşlarını
çattı.
"Ne
engeli?"
Ares
onun tepkisini dikkatlice süzerek açıkladı. "Odana giremedim."
Dünya’nın gözlerinde bir anlama aydınlığı göremeyince, sorumlunun o olmadığını
anlayarak ekledi. "Sana seslendim. Sesimi duyuramayınca bir şey olmasından
korkarak odana girmek istedim ama başaramadım. Odanı kim kapattı? Bunun için
sana kim yardım etti?"
"Seni
ilgilendirmez? Canın her istediğinde odama giremezsin." diye lafına
başladıysa da Ares uzanıp eline sarıldı.
"Dünya!"
diye hırladı. Altın gözleri kızıl sarı harelerle parlıyor, kıvılcımlar
saçıyordu. "Bana isim söyle! Bu bir kadın mıydı?"
Elini
sert bir hareketle adamın elinden çekti. "Bir kadın olsa hoşuna giderdi
değil mi? Etki altına alman daha kolay olurdu." dedi. Kıskançlığı içini
kavuruyordu. Diline hâkim olamıyordu. "Seni kurtarmak için o kadar uğraşan
Adonis'i hırpalayıp, seni sağlam görmek için Sirona'ya yalvaran Artemis'e
teşekkür bile etmeden doğruca Afrodit'in kollarına koştun. Şimdi de kalkmış,
kapıya engel koyanın kadın olup olmadığını soruyorsun. Senin kadar kendini
beğenmiş ve bencil biri olabileceğini düşünmezdim. Sen sürekli kalbimi kırıp
hafızamı katlederken, zavallı ölümlü benim, son nefesime dek sana tapmamı mı
bekliyordun?"
Ares
onu dinlerken bir adım geriledi. Yorgunluğu yüzeye çıkıyordu. Dağınık yatağa
oturdu ve parmaklarını, yatağın çarşafına geçirdi. Usulca, tane tane konuştu.
"Dünya,
bana tek bir isim söyle. Odanı bana kapatan kimdi?" kaşlarının altından
ona baktı. "Bu çok önemli, tahmin ettiğim kişiyse tehlikedesin
demektir."
Kollarını
kenetledi, kendinden emin bir tavırla konuştu. "Tam tersine, asıl şimdi
güvendeyim."
Ares
çatlak dudaklarını yaladı ve sakinleşmeye çalıştığı belli olan bir sesle
konuştu. "O halde, bana onun Asteria olup olmadığını
söyleyebilirsin."
Buna
neden bu kadar önem verdiğini anlayamamıştı. İstediği odaya girip çıkma
hakkının elinden alınmasına bu denli kızdığına göre bu davranış onun gururuna
dokunmuş olmalıydı. Şimdi de onu korkutacağını düşünerek Asteria'nın adını
anıyordu. Korkmamıştı. Gözlerinin önüne Ares'in kadını öptüğü sahne gelince
adama saldırmamak için yumruklarını sıktı. O kadının Ares’e yaklaşmasını
istemiyordu, bu olasılığı ortadan kaldırmak için de Adonis ile Ares’in
birbiriyle inatlaşmasına son vermeliydi. Kavga devam ettiği sürece iblis
kraliçesi Ares’e elini uzatma şansına sahip olacaktı.
"O
değildi." dedi. "Şimdi gidebilir miyim?"
Ares'in
gözleri kapandı ve adam nefeslendi. "Peki, kimdi?"
Enlil
zaten ölümsüzlerce pek dikkate alınmayan biriydi, üstüne üstlük Ares'i adamın
üstüne salmak içinden gelmedi. Enlil hakkındaki kuşkuları, sadece Dünya'yı
ilgilendirdiği için Ares'in aralarına girmesini istemedi.
"Özel
hayatıma saygı duyulmasını sağlayan biri." dedi. "Bundan önceki
Dünya'nın değil, şimdiki Dünya'nın kararlarını uygulamasına yardım eden biri.
Adını ifşa ederek seni onun üstüne salacak değilim, senin tersine ben ihanet
etmem."
“İhanet…”
diye mırıldandı Ares ve önünde kavuşturduğu ellerini eklemleri bembeyaz
kesilene dek sıktı. Kol kasları gerilirken gözlerini açtı ve doğruca Dünya'nın
gözlerine baktı. Onu tanıdığından beri hiç bugünkü kadar öfkeli görmemişti.
"Beni
kendi elinle öldürebilmek için mi cehennemden kurtardın? Onu odana nasıl davet
edersin? Gözümün içine bakarak onu seçtiğini nasıl ilan edersin?" Ayağa
kalktı ve yatağa bir tekme attı. "Kahretsin!"
"Buna
hiç gerek yok, Ares. Aynı konuya dönüp durmak faydasız…" Dedi, kafası
karışmıştı ama belli etmedi. Ares’in tepkisi çok samimiydi, onu Afrodit ile
görmeseydi... Kalbi yeniden sızladı. Sesini soğuk tutmaya çalıştı. "Bana
numara yapmayı bırak. Amacının ne olduğunu bilmiyorum ama istediklerinin çoğunu
elde ettiğini görebiliyorum."
Adam
ona döndü, gözlerindeki bakış nefes kesiciydi. Dünya kaçmamak için kendini
zorlarken Ares gözlerini onun yüzünden ayırmaksızın ona doğru bir adım attı.
Derinden gelen bir sesle usulca sordu.
"Amacımın
ne olduğunu öğrenmek ister misin?"
Yüzündeki
zoraki sakinlik ve sesindeki tını Dünya’yı ürpertti. Saçları toplu olduğu için
ifadesini yumuşatan dalgalardan yoksun yüzü, berelerden dolayı daha
tehditkârdı. Yine de ondan kaçmayı değil, kollarına atılmayı daha çok
istediğini fark etti. Konuştuğunda sesi çekici bir tonla kulağına ulaştı.
"Uğruna
cehennemi göze aldığım şeyi, öğrenmek ister misin?"
Duymaya
hazır değildi, Afrodit'in aşkı için veya Zeus'un tahtı için onu kullandığını
işitmek Dünya'yı bitirirdi. Afrodit, Adonis'i tamamen gözden çıkarıp sadece
Ares'e dönmüştü. Adam onun anahtar yeteneğini kullanarak hem Afrodit'in hem de
diğer ölümsüzlerin ilgisini çekmişti. Duygularını ele geçirmiş ve anahtarı
kendine bağlamayı başarmıştı. Bencillik yaparak hayatını tekrar almalı ve
böylece hırslı ölümsüzlerin kavgasını kimse zarar görmeden bitirmeliydi. Tek
tesellisi hafızası silindikten sonra kalp acısının da son bulma umuduydu.
"İstemiyorum."
dedi. "Umurumda bile değil. Sana, Afrodit ile uzun bir hayat dilemekten
başka bir kibarlık bekleme benden."
Kapıdan
çıkmak için hareketlendi.
"Adonis…"
diye konuşan adamın sesindeki ton, onu durdurdu. Ares kırık bir sesle devam
etti, zorlanıyordu. "Senin istediğin gerçekten o mu?"
Kapının
önünde, adama bakmaksızın durakladı. "Ona bulaşmanı istemiyorum."
dedi. Hazır Adonis'i sakinleştirmişken Ares'in sorun yaratmasından çekiniyordu.
Bu yüzden "Adonis'le kavga çıkarmaya çalışmaktan vazgeç." dedi.
"Ben
mi kavga çıkarıyorum?" dedi Ares. "Bana saldıran o."
"Onu
tahrik eden de sensin." dedi adama dönerek. "Onu kızdırmakla eline
bir şey geçmez."
Ares
duyduğuna inanamıyor gibi hayretle ona baktı, kızgın olmasa kahkaha atacaktı.
"Peki."
dedi sıkıntıyla başını salladı. "Onu kızdırmamak için senin yanına bile
yaklaşmayacağım, madem istediğin o." dedi ve başını eğdi. “Beni çabuk
unutmayı başardığına göre isteğine saygı duymaktan başka çarem yok."
Ondan
bu sözleri duymak içini acıttı, Ares'in ona yaklaşmasını engellemesinin bu
kadar kolay olması da düşündüklerini doğruluyordu. Yine de ölümlü haliyle
ölümsüzlere diklenebilmesi tesellisi oldu.
"Teşekkür
ederim, anlayışın için." dedi.
Yüzü
bir anlığına kasılan Ares elini göğsüyle karnının arasına koydu; bedenini saran
sargısından dışarı sızan kanı siyah tişörtünün üzerinden belirginleşiyordu.
Parmağına bulaşan kan lekesini, elini yumruk yaparak sakladı ve dağınık
yatağının üstüne uzandı.
"Gidebilirsin,
anahtar." dedi ve rahatça yatağa yayıldı. Dudakları beyazlamıştı, can
acısına aldırmadan Dünya'ya kibirli bakışlarla baktı. “Umarım görevin çabuk
biter!”
Gitmesini
istemişti ama o, Ares'i bu halde bırakmak istemiyordu. Dağınık yatağın içinde
bir aslan misali tehlikeli ve çekiciydi ama yaralıydı. Elini akan kanı saklamak
istercesine, yarasının üstüne yerleştirdi, sanki uyumaya hazırlanıyor gibi gözlerini
kapatırken mırıldandı.
“Git
artık. Sevgilin seni merak etmiştir."
Şu
an Adonis umurunda bile değildi, zaten açılan yarasının sorumlusu Adonis'ti. Odanın
önünde yakaladığı için Ares’e saldırmasaydı, yarası bu kadar kötüleşmeyecekti.
Kesik bir nefes alıp konuştu, ona yardım etmenin bir yolunu sormak için.
"Sen
iyi değilsin." dedi. "Yaran kanıyor. Ben…"
Ares
gözlerini açmadan soğuk bir sesle onun lafını kesti.
"Bu
seni ilgilendirmez! Git başımdan!"
Dünya
yumruk yemiş gibi sarsıldı. Gözleri buğulanırken kapıya döndü ve dışarı çıkmak
için sarsakça yürüdü. Koridora çıkabildiğinde göğsüne oturan kaya yüzünden
nefessiz kalmıştı, duvara tutundu. Birkaç dakika öylece kaldı çünkü ondan uzaklaşmak
istemiyordu. Günlerdir hayalini kurduğu kavuşmanın böyle olacağını düşünemezdi.
Doğrularak yürümeye başladı; odası yerine, Sirona'nın katına gitti. Kadını
bulması zor olmadı. Ona, Ares'in Adonis ile kavga ettiğini ve yaralarının
açıldığını anlattı. Kadın, onu önce sakinleşmesi için uyarınca durakladı.
"Üzgünüm."
Kadın
anlayışlı bir bakışla elini uzattı ve koluna dokundu.
"Bunu
görebiliyorum Dünya ve sana yardımcı olamamak canımı sıkıyor."
"Ares'in
iyileşmesini sağla, bana yardımcı olabilirsin." dedi kadına. Ağlamamak
için kendini öyle zorluyordu ki çenesi titremeye başlamıştı. "Onu neden
bıraktın, hâlâ kötü durumda olduğunu görmedin mi?"
Sirona
çaresizce ellerini açtı.
"Ben
izin vermedim ki ayağa kalkmasını yasaklamama rağmen söylediklerime aldırmadı.
Kendine gelir gelmez gitmekten başka laf çıkmadı ağzından." dedi.
"Hatta araları çok iyi olduğundan Adonis ile konuştum, Ares'i ikna etmesi
için ama o reddetti."
"Bu
iyi olmuş." dedi Dünya yanağını kemirmeye devam ederek.
Sirona
açık renkli kaşlarını çattı.
"Sanmam…
Ares yaralı olabilir ama Adonis beni daha çok korkutuyor. Kafası yerinde değil
ve baskı altında. Bence Ares geldiğinden beri bu yüzden senin adını sayıkladı,
seni görmek için ısrar etti." Başını kaldırıp kadına baktı. Kadın devam
etti. "Ares, Adonis ile çok yakın olduğundan ondaki karışıklığı fark etmiş
olmalı. Sen de pek kendinde değildin, bu yüzden onun ısrarını görmezden geldim.
Ares'in senin yerine Adonis ile konuşarak ikinize de yardımcı olabileceğini
düşünmüştüm. Adonis konuşmayı istemeyince Ares'in dışarı çıkmasını yasakladım
ama o, beni kandırmayı başardı."
Şaşkınlıktan
ağzı açık bir halde, kadını dinledi. Ares'in işkence görmüş haliyle,
bunalımdaki iki kişiye yardım etmesini mi bekliyordu? Düşündü. Tabi ya! Herkes
onu Adonis'le birlikte sanıyordu. Bunun yanında, başka bir şey daha düşündü ve
buza dönmüş kalbi eriyiverip gözlerinden damla olarak döküldü. Ares sırf onu
görebilmek için iyileşmeyi beklemeden ayaklanmıştı. Kıskançlığından gözü kör
olmuştu. Mantıksız olan bir şeyler vardı ve bunu fark etmesini de kıskançlığı
engelliyordu. Her şeye rağmen Ares'in, Afrodit'in odasına gitmesini
gerektirecek bir şey olduğunu sanmıyordu.
Sirona
onu teselli etmek için saçlarını okşadı.
"Üzülme,
canım, merak etme. O iki adamı uzun zamandır tanıyorum. Sorunlarla başa çıkmayı
bilen birileri varsa bunlar bu iki adamdan başkası olamaz."
Gözlerini
silip kadına baktı.
"Umarım."
dedi ve soluklandı. "Hiç değilse ben onları unutana kadar kavga etmeyi
keserlerse çok sevineceğim."
Sirona,
ona, Ares'i kontrol edeceğini söylediğinde içi biraz olsa rahatlayarak odasına
gitmek için tek başına yürümeye başladı. Geldiğinden beri en çok kafa yorduğu
kişi Ares'ti ve çözemediği tek kişi de oydu. Tavırları tam bir muammaydı, çok
başına buyruktu. Kendine bir yol çizmişti ve kimseyi önemsemeden o yolda devam
ediyordu. Kararları kimseyle paylaşılmayacak kadar değerliydi.
Odasının
bulunduğu kata geldiğinde Adonis'in sesini duydu.
"Sana
düşündüğümü söyledim, vazgeçtiğimi değil." Karşısındaki kısık sesle bir
şey söyleyince Adonis daha da sinirlendi. "O hâlâ ölümlü, bu durumda bir
şey yapamayacağımı biliyorsun!" diye hırladı. "Beklemen gerek!"
Kapının
kapandığını duydu, adamın konuştuğu kişiyi deli gibi merak ediyordu ama köşeden
dönerse açığa çıkacaktı. Koridorun ışıkları titreşince panikle duvara yapıştı
ve karanlık, nemli bir örtü gibi koridora aniden yayıldı. Çığlık atmak için
ağzını açacaktı ki aplikler o anda yandı. Dehşetle duvardan doğruldu ve odasına
koşmak için köşeyi döndü. Tek adım atamadan Enlil ile burun buruna geldi.
"Burada
gizlenmiş ne yapıyorsun, Dünya?" dedi gülümseyerek.
"Odama
gidiyordum." dedi. Kalbi hâlâ korkuyla kasılmaya devam ediyordu.
"Sen, Adonis ile ne konuşuyordun?"
Enlil
gözlerini hafifçe kısıp ellerini cebine attı. "Gizlenmiş, bizi mi
dinlemeye çalışıyordun?" dedi sakince. “Seni yaramaz seni…”
"Odama
gidiyordum." dedi daha sert bir sesle.
Enlil
yüzünü biraz astı. "Sana şaka yapmaya çalışıyordum canım, neden bu kadar
gerginsin? Rahatla biraz." dedi ve eğilip yüzüne dikkatlice baktı. "Çok
kötü görünüyorsun, sen ağladın mı?"
"İyiyim."
dedi. "Biraz dinlenmeye ihtiyacım var."
"İçecek
servisine katılmayacak mısın?" dedi adam hayretle.
"Hayır."
dedi. "Katılmak istemiyorum."
"Olmaz,
bence Adonis’i boş bırakmamalısın, Afrodit yine sevgilinin etrafında dolanıyor."
dedi. Sır verircesine eğildi. "Benden söylemesi." diye göz kırptı.
Adamın
yüzündeki samimiyet eriyene kadar gözlerini dikip Enlil'e baktı ve sonra hiçbir
şey demeden yanından geçip odasına doğru ilerledi. Kapısına varmadan omzunun
üstünden Enlil'i görmeme umuduyla bakındı ama adam gülümseyerek arkasından
bakmaya devam ediyordu. Enlil durgun bir ifadeyle tek elini kaldırıp ona
salladı ve köşeyi döndü.
Yolda
Hermes onu yakaladı ve acil işi çıkan Apollon’un bu geceki görüşmeyi iptal
ettiğini söyledi. Adam Hermes ile haber gönderme inceliğini göstermişti, bu
erteleme iyiydi çünkü kimseyi göresi yoktu. Odasının koruyuculuğuna sığındı,
yeniden. Tüm yaşadıkları kabusa benzese de Ares’in varlığı nedense onu teskin
etmeyi başarıyordu. İhanetine ve ona olan öfkesine rağmen yakınında ve yaşıyor
olması onu mutlu etmeye yetiyordu. Aşkı yüzünden duygu mazoşisti olduğunun
farkındaydı ama elinden bir şey gelmiyordu. Onu yemeğe çağıran Adonis ve
ardından ikna için gelen Eros’u da gönderdikten sonra kısa bir banyo yapıp yatağına
devrildi. Yemeğe gidip rol yapmak içinden gelmemişti, zaten değil yemek yemeği
düşüncesi bile midesini bulandırıyordu. Ares’in yaralı hali aklına geldikçe nefes
alamıyordu. İsteyerek onu üzmüştü ama genç adamın onun kadar acı çekmeyeceğini
tahmin ediyordu. Egosu tamir olur olmaz kendini toparlayacağına emindi.
Bakışlarını
tavana dikti, gözünü dahi kırpmadan bir süre renkli damarlarla ışıldayan tavanı
izledi. Elini uzatıp duvara dokundu ve renkleri birer birer kapatmaya başladı,
ta ki en son parlak bir amber sarısı kalana dek. Ares’in gözleri kadar mükemmel
olmasa da, odayı kaplayan renk onu rahatlatmayı başarmıştı. Yanan gözlerini
kapattı ve derin bir nefes alıp gözlerini açtı. Karşısında ışıldayan gözleriyle
Ares oturuyordu. Usulca esen rüzgar genç adamın saç buklelerini okşarken Dünya
uzanıp görüşüne engel olan saçları adamın yüzünden çekti. Derin bakışların
eşliğinde parmaklarıyla kusursuz yüz hatlarını okşadı. Ares soluk almaksızın
onu izliyordu, az önceki eğlenceli halinden eser kalmamış, ciddileşmişti. Dünya
elini ondan çekerken Ares dudaklarından kaçmak üzere olan itirazını engellemek
için dudağını ısırdı. Fazla vakitleri yoktu, yokluklarını biri fark etmeden
önce geri dönmeliydiler.
Kaçtıkları
boyutta henüz hava kararmamıştı ve varlıkları sakinlerince fark edilemezdi.
Küçük boyut cennetin bir benzetimi gibiydi. Dünya etraflarını kuşatan yeşilin
tüm tonlarıyla ilgilenmiyordu, onun için önemli olan renk karşısındaki adamın
altın gözleriydi.
“Buraya
daha önce neden gelmedik?”
Ares
uzanıp elini kendi elleri arasına alırken soruyu cevapladı. “Geldik ama sen
anımsamıyorsun.” Dedi ve bakışlarını onun gözlerine çevirdi. “Ambrosia
bulamıyorum papatyam, ben…”
Dünya
adamın lafını kesti. “Bunları konuşmayalım artık Ares, gelecek hakkında
endişelenmek yerine şu anımızı yaşamayı tercih ederim.”
“Geleceğinde
ben olsaydım konuşmaktansa yaşamayı tercih ederdim ama görevin bitince yine
beni unutacaksın. Buna katlanamıyorum, anahtar olmana da… Başka bir yol da
bulamıyorum. Zeus fark etmesin diye sürekli rol yapmaktan da bıktım.”
Gittikçe
öfkelenen Ares’i sakinleştirmek için parmaklarını onun parmaklarına doladı ve
cilveli bir tavırla sordu. “Peki, diyelim Ambrosia bulduk, sonra ne yapacağız?
Ömrünün sonuna kadar beni başına dert etmeye niyetli misin? Bak, sonra şikayet
etme, inan sana acımam.”
Bir
anlığına ihtimali hazmeden Ares istemsizce gülümsedi. Öfkesi anında buhar
olmuştu. “Sana sitem ettiğim zamanlarda bile ciddi değildim papatyam. Başımın
belası olmandan çok memnunum. Ölümsüzlüğünü kazanınca işim daha kolaylaşacak
merak etme.” Dedi ve biraz eğilip ona daha yaklaştı. “Belki kaçıp kendi evimizi
kurarız, ne dersin? Bize katılacak birkaç ölümsüz tanıyorum.”
Dünya
kendini tutamadan kahkaha attı. “Olimpos’u benim uğruma bırakacağını
düşünemiyorum.” Dedi kahkahasını bastırarak. “Yine de ortam sakinleşene kadar
seni kaçırabilirim.”
“Beni
kaçırmak mı?” dedi Ares şaşalayarak. “Benim seni kaçırmam daha uygun olmaz mı?”
“Cık!”
dedi kaşlarını kaldırarak. “Anahtar olan benim, ikimizi en iyi ben saklarım.
Boyutu kilitlerim seni kimse bulamaz.”
Ares
dudağını ısırıp güldü ve hoş bir sesle sordu. “Sonra ne olacak peki?”
Dünya
sırıttı. “Sonra Olimpos’a dönüp seni liderinizden isterim, evleniriz ve sonsuza
kadar benim olursun.”
Donup
kalan Ares gözlerini dahi kırpmadan ona baktı. Dünya o anda ayıldı,
sözlerindeki anlamın ağırlığı adamı şok etmişti. Gaza gelip Olimpos’un muhteşem
savaş tanrısına evlilik teklif etmişti. Adamın öfkesini yatıştırmak için şaka
yapmaya çalışırken batırmıştı, nasıl düzelteceğini bilemez halde boğazını temizleyip
elini adamın sıcak elinden çekmeye davrandı. Ares izin vermedi, hala ona
bakmaya devam ederken usulca fısıldadı.
“Tekrar
et.”
Adamın
anlamama ihtimali yoktu, tekrar etmesini neden istediğini anlayamadı. “Şey… Ares…
Ben…” sustu devam edemedi. Nasıl açıklayacaktı? Abartıp Ares’i korkutmuştu,
istemediğinden değil ama sırf o birlikteliklerini düşlüyor diye adama baskı
yapamazdı.
Ares
onun elini kaldırdı ve bileğinin iç kısmını kendine çevirdi. Eğildi ve çılgınca
atan damarın üstüne yumuşak dudaklarıyla dokunarak öptü. Onu temelli
heyecanlandıran bu masum öpücük sonrası altın gözler yeniden ona döndü.
“Tekrar
et, sözlerinde ciddi miydin?”
Konuşacak
hali yoktu, o yüzden cevap olarak sadece başını salladı. Ares’in dalga geçmesini
beklerken ummadığı bir tepkiyle karşılaşmıştı ve fikir onu da kendinden
geçirmişti. Hayatı boyunca Ares ile birlikte olmak… Hayali bile olanaksızdı.
Ares kesik bir nefes aldı ve boştaki elini ona uzatıp saçlarını okşayarak
başını kendine doğru çekti. Dudaklarına uzanırken boğuk bir sesle fısıldadı.
“Ambrosia’yı
bulacağım papatyam.”
Kapının
vurulma sesiyle yatağından sıçradı. Zihni uyanmayı ret ediyor ve rüyası
yüzünden kalbi çatlarcasına atıyordu. Dudaklarının sızlaması da ayrı meseleydi,
öpücüğün hayali bile tenini karıncalandırmaya yetmişti. Rüya mıydı, yoksa
hatıra mıydı bilmiyordu ama verdiği his harikaydı. Kapının ötesinde ona
seslenen Artemis bıkmış olacak ısrarla kapıya vuruyordu.
“Bekle!”
diye seslendi, dolandığı battaniyeden sıyrılmaya çalışarak. Saatin kaç olduğunu
bilmiyordu ama havanın hala karanlık olmasına bakılırsa daha çok erkendi. Üstünü
başını düzelterek kapıya yürüdü ve elini uzattı. Kapı sabırsız Artemis’in
yüzüne açıldı. Üzerinde kahverengi deri hafif bir zırh giymişti, zırhın
kollarından ise pembe beyaz danteller sarkıyordu.
“Neredeydin
sen?” diye sordu Artemis’ten önce.
Artemis
örgülü saçlarını geriye atarak söylendi. “On dakikadır kapını çalan birine
sorulacak soru mu bu? Ne uykusuymuş yahu!”
“Odana
gelmiştim ama odanda yoktun.” Dedi ve kadını süzerek ekledi. “Hayırdır, bu ne
şıklık?”
Artemis
şımarık bir tavırla omzunu silkti. “Her zamanki mükemmelliğim ama şimdi bana
imrenmeyi bırak da hazırlan.”
“Neye
hazırlanayım? Hem saat kaç?”
“Açman
gereken bir şey çıktı, daha doğrusu bulmacayı senin çözeceğin tahmin ediliyor.
Hadi, hazırlan, sana yolda anlatırım.”
Dünya
oflayarak odaya geri döndü ve çabucak üstünü değiştirdi. Ona kıyasla çok sade
olan kıyafetine bakan Artemis yüzünü buruşturdu ama sözlü yorum yapmadı.
Anlattığına göre nektar servisi sırasında bir yardım çağrısı alınmış. Artemis,
Apollon ve Athena çağrının geldiği boyuta gitmişler fakat düşündüklerinden daha
ciddi olduğundan birkaç ölümsüz daha onlara katılmış. Sonunda saldırıyı kontrol
altına almışlar ama bu kez de anahtarın gücüne ihtiyaçları olmuş. Artemis hızlı
yürüdüğü kadar da hızlı anlatıyordu, o yüzden hala uykulu olan Dünya ona sadece
ayak uydurmaya çalıştı. Doğal olarak da sözlerinden hiçbir şey anlamamıştı. Sarmal
şekilde dönen koridoru geçmişlerdi ki karşılarına onları bekleyen Ares ve Eros
çıktı. Dünya genç adamı görünce dizlerinin bağı çözüldü ama kısa bir
tökezlemeden sonra yürümeyi başardı. Bunun için kendini tebrik etmeyi de ihmal
etmedi.
Ares’in
yüzü hala ölümcül derecede solgundu, yorgun bir tavırla duvara dayanmıştı.
Saçlarını bıraktığından dağılan tutamlar yüz ifadesini onlardan saklıyordu ama
keyifsiz olduğu duruşundan belliydi. Eros onları görünce yaslandığı duvardan
doğruldu, üzerinde aynı Artemis gibi hafif bir zırh vardı. Fakat kadının
tersine süslü değildi ve onunki kadar temiz değildi. Ares ise omzunda kısa bir
yırtık olan kolsuz uzun bir üstlük giyiyordu, anlaşılan herkes Artemis kadar
temiz savaşamamıştı.
Dünya
aklına gelen bir endişeyle Ares’in karnına baktı, yarası ne durumdaydı ve bu
halde adamı neden göreve çağırmışlardı? Giydiği bol üstlük yüzünden sargı var
mı yok mu anlaşılmıyordu. Artemis’e eğildi ve kısık sesle sordu.
“Onun
burada ne işi var?”
Kadın
şaşaladı. “Savaş tanrısını savaşa götürmemek aptallık olurdu.” Diye fısıldadı.
“Hem iblis soylarını başka türlü kolayca geri püskürtemezdik.”
“Fakat
yarası ne olacak?”
“Ne
olacak?” dedi Artemis aynı merakla.
“Daha
kötü olacak!” diye tısladı. “Onu Sirona’ya göndermelisin.”
“Zaten
kaç saattir savaşıyor kaygılanmak için çok geç.” Dedi umursamaz bir tavırla.
Ares
fısıldaşmalarından rahatsız olmuştu, duvardan doğrulup bakışlarını onlara
çevirdi. Gözlerinden sızan soğukluk Artemis’in dikkatini çekti ve sorarcasına
Dünya’ya kısa bir bakış attı. Onun yüz ifadesinden doğru işareti alıp sormaktan
vazgeçti.
“Nihayet,
beklemekten sıkılmaya başlamıştık.” Dedi ve sırıttı. “Artemis sen bu arada
üstünü mü değiştirdin?”
Artemis
elini salladı. “Ayakkabıma kan sıçramıştı, hazır gelmişken yani… Aman boş ver,
hadi gidelim.”
Eros
inanmaz bir tavırla başını sallayıp az ötedeki kapıya döndü, Ares de peşinden
gitti. Üzerinde kırmızı renkte bir yuvarlak olan kapıdan kolayca geçtiler.
Yüksek tahta bir girişten de aynı anda geçip oldukça bakımlı bir bahçeye
adımladılar. Hava karanlıktı ama bahçenin her yerine dağılmış fenerler yüzünden
koca arazi gündüz gibi aydınlıktı. Mermer taşlarla sıralanmış bir yoldan
ileriye doğru yürüdüler. Dünya şaşkınlıkla etrafına bakıyordu. Sanki bir Japon
sarayına ışınlanmışlardı, otantik kıyafetleriyle bahçeden devriye gezen
askerleri görmesine bile gerek yoktu. Bahçe bakımlı olsa da savaşın izlerini
taşıyordu. Temizlemeye hala devam ettikleri izler vardı ve hedeflerinde olan
devasa saraydan gelen ağlama sesleri.
Ares
kendinden emin adımlarla liderliği almış duraksamadan binaya doğru yürüyordu.
Eros daha çok onlara ayak uyduruyordu. Sarayın içi bahçeden kötüydü, kırılan
yıkılan duvarlar ve kan lekeleri yaşanan vahşeti gözler önüne sunuyordu. Bazı
askerler yaralıydı ama nöbet tutmaya devam ediyorlardı. Eros’a sokuldu.
“Burada
ne oldu böyle?”
“Düğün
töreni basılmış.” Dedi adam sıkıntıyla. “Dediklerine göre güçlü bir büyücü
varmış ama biz gelince kaçmış. Geriye iblis melezleri ve iblislerini bıraktı. Büyücünün
tek başına kaçtığına herkes şahit olmuş, gelin yanında değilmiş. Geride kalan
iblisleri ve melezleri de biz yok ettik ama gelin ortada yok.”
Eliyle
zemindeki yanık şekillerin sardığı daireyi gösterdi. Büyücünün kaçtığı geçidin
tamamen kapandığını söyledi. Fakat durmadan oradan da geçince açması gereken
kapının lanetli geçit olmadığını anladı. Yanık şekillerin kapanan rünler olduğunu
anlatırken ana salona vardılar. Ana salonda şık bir kıyafet giymiş bir adam ile
daha sade geleneksel kıyafet giymiş orta yaşlı bir adam Ares ile
konuşuyorlardı. Yanlarında maskeli bir adam ile az ötelerinde dikilen Apollon
ve Athena yüzlerinde ciddi bir ifadeyle onları dinliyorlardı. Salonda birkaç
grup daha vardı, daha çok üst düzey askerlere benziyorlardı. Hepsi saygıyla
duyamadıkları konuşmanın sonucunu bekliyorlardı. Artemis ile birlikte kenarda
sağlam kalmış bir divanda oturan Eros’un yanına giderlerken Artemis ona eğildi.
“O,
İnari.” Diye fısıldadı, anlamadığı bir dilde konuşan orta yaşlı adamı işaret
ederek. “Sanırım işe karışmaya karar verdi. Ne de olsa gelin bulunamazsa iki
hatta üç daimyo birbirine girecek ve çok kan akacak.”
Dünya
adamın kim olduğuyla veya kayıp gelin yüzünden çıkmak üzere olan savaşla zerre
ilgilenmiyordu. Tek düşüncesi görevi kazasız belasız geçirip Olimpos’a
dönmekti. Eros’un yanına otururken düşünceleri sesli olarak ağzından kaçtı.
“Yaralı
haliyle Ares’i buraya getirmemeliydiniz. Onun dinlenmesi gerekiyor.”
Artemis
bıkkın bir tavırla gözlerini devirirken Eros güldü. Dünya adamın gülmesine
bozularak homurdandı. “Yani başımı her çevirdiğimde onun ukala yüzünü görmekten
sıkıldım. Adonis’in yüzünü görmeyi tercih ederim.”
“Yalana
bak!” diyen Eros kıkırdadı. “Adonis’in yüzünü bu boyutta göremezsin ama yanına
gitmek istersen, bak orada duruyor.”
Dünya
şaşalayarak adamın gösterdiği tarafa baktı. Maskeli adamı kastettiğini
anlayınca daha da şaşırdı. “Maske mi?”
“Başka
türlü bu boyuta gelemiyor.” Dedi Artemis onun yanına oturarak. “Buradakiler onu
Katsura Otoko sanıyor ve aşırı ilgi gösteriyorlar, hem de ölesiye korkmalarına
rağmen. O nedenle yüzünü gizlemek için bu boyutta maske ile dolaşmak zorunda
kalıyor.”
“O
da ne?”
“Bir
çeşit doğaüstü yaratık, güzelliği ile insanları cezbedip ömürlerini çalarak
kısaltan bir iblis… İnsanların etki altına girmeleri için gözlerine bir kez
bakmaları yeterli oluyor. Tabi, Adonis’in yüzü de bu düşünceyi körüklüyor.”
Dedi Eros.
“Fazla
abartmıyorlar mı?” dedi, aslında abartmadıklarını bilerek.
Adonis’in
ona doğru baktığını fark etti ve adama hafifçe gülümsedi. Yüzünü görmüyordu ama
ölümsüz, elini kaldırıp ona sallayınca selamını aldığını anladı. Derken Apollon
Ares’in olduğu gruba doğru yürüdü ve kısa bir konuşmadan sonra Ares dönüp
salonda bekleyenlere Japonca birkaç kelime söyledi. Adamlar onay istercesine
Ares’in karşısındaki adama baktılar, adam eliyle hızlı bir hareket yaptı ve
kapıya doğru ivedi adımlarla yürüdü. Ana salonda Olimposlular dışında sadece
İnari kalmıştı, o da ellerini kıyafetinin kollarına saklayıp kenara çekildi.
Kapının kapanmasıyla Ares derin bir nefes aldı ve süslü bir paravana doğru
yürüdü. Apollon bir anlığına Ares’in tepkisine baktı ama beklediğini görememiş
olacak başını sallayıp onlara döndü.
“Dünya,
bize yardımcı olur musun?”
Dünya
ayağa kalkıp gruba doğru yürürken Artemis ve Eros ona eşlik etti. Apollon ona
paravanın ardındaki şölen masasını gösterdi, ipek minderlerin ve şık oturma
takımına bakılırsa burası gelinin köşesiydi. Kadını gözlerden saklamak ve aynı
zamanda da törene katılmasını sağlamak için paravanlarla örtülü geniş bir alan
yaratmışlardı. Apollon gelinin buradan kaçırıldığını anlattı ve Ares’in bunun
için bir kapı olduğunu iddia ettiğini. Kapıyı bulamamışlardı, kapıya benzeyen
bir şey de yoktu. Nedimeleri de ne olduğunu anlamamıştı, bir an sonra kadın
ortada yoktu.
“Kapı
burada bir yerde ve anahtarın görevi kapıyı bulmak!” dedi Ares sertçe.
Apollon’un kapı inançsızlığına inat kararlılıkla ona baktı. “Bir zahmet görevini
yapsın.”
Dünya
adamın sesindeki soğukluk yüzünden neredeyse titreyecekti, kendini savunmasız
ve kırgın hissetti. Altın gözlerin parıltısı altında hareket edebilmek için
ellerini yumruk yapıp oturma grubuna doğru adımladı. Ondan ne beklediklerini
anlayamamıştı ve Ares ondan bakışlarını alana dek nefes alamamak başını
döndürmeye başlamıştı. Ares’in bakışları bir anlığına onun sıktığı yumruklarına
kaydı, hiddeti dağılırken arkasını dönüp yüz ifadesini hepsinden sakladı. Bunu
fark etmek de Dünya’ya yardımcı olmamıştı. Apollon’u takip ederek adamın
büyüsünü havaya yaymasını izledi. İçinden sürekli kapıyı düşünüyordu ama
beliren bir şey yoktu. Maskesini çıkaran Adonis ona doğru geldi ve Dünya’ya
moral vermek için omzuna dokundu.
“Sakin
ol, aşkım, kapı olmayabilir.” Dedi imalı bir sesle. “Canını sıkmaya değmez. Bu
saçma bir iddia!”
Bir
anda salonu kaplayan yoğunluk yüzünden herkes gerildi, Dünya yayılan sıcak
dalganın sahibinin otoriter sesiyle ürperdi.
“Haklısın!
Madem saçma bir iddia, hepiniz eve dönün ve ben işime bakayım.”
“Kızmana
gerek yok Ares.” Dedi Apollon. “Kapı var diyorsan, vardır. Senin hislerine
güveniyoruz.”
Ares’in
bakışları onun ve Adonis’in üzerinde durdu. “Anlaşılan güvenmeyenler de var.”
Adonis
karşılık vermek için öne çıkacakken Athena ondan önce atıldı ve adamın kolundan
tutup lafa karıştı. “Hiç sırası değil Adonis!” dedi ve Ares’e döndü. “Senin de
alınganlık günün mü? O sadece Dünya’yı sakinleştirmeye çalışıyordu!”
“Ayrıca
tek başına ne yapmayı düşünüyorsun?” dedi Apollon.
Dünya
tartışmayı izlemektense geriledi ve aklını kavgadan uzaklaştırıp kapıya
odakladı. Bir an önce işi bitirmek istiyordu. Minderlerin etrafında dolanan
Artemis’e doğru yürüdü bir fikir almak için. Artemis minderleri ayağıyla
dürtmeyi bırakıp eğildi ve elinde keten bir torba ile doğruldu.
“Bu
pis şeyin burada ne işi var?” dedi ve burnuna doğru götürdü ve tiksintiyle
söylendi. “İğrenç kokuyor.”
Dünya
merakla kadının tarttığı keten torbaya baktı, boş gibi duruyordu ama kokusu ona
kadar geliyordu. “Eski bir şeye benziyor ama hiç yıkamamışlar mı bunu?”
Tartışmayı
bırakan diğerleri de ne bulduğunu merak edip onlara dönmüştü, Artemis torbanın
ağzını sıkan iplere asıldı ama bir türlü gevşetemedi. Ares ikisine doğru birkaç
adım attı, ilgisini yerdeki başka bir şey çekmişti. Dünya göz ucuyla adamın da
eğilip yerden bir şey aldığını ve düşünceli bir bakışla kaşlarını çattığını
gördü. Adonis haklıydı, burada boşa vakit harcıyorlardı, kapı filan yoktu. Artemis’in
hala iplerle uğraşmasına sinir olan Dünya elini uzattı.
“Şununla
oyalanmayı bırak, lütfen.”
Torbaya
dokunmak üzereyken adını fısıldayan Ares’in panik dolu sesini duydu ve hızlı
hareketini hissetti. Güçlü parmaklar onun bileğini sardığı anda, o da
Artemis’in uzattığı torbaya dokunmuştu. Bedenini kaplayan soğuk bir çekim
sonrasında gözlerini çok garip bir yerde açtı. Temas ettiği torba ortada yoktu,
Artemis boş elini indirirken etrafa bakındı.
“Kapıyı
açtın anahtar…”
Dünya
hala bileğini saran elin sahibine baktı. Ares kaşlarını çatmış, etraflarını
daire şeklinde sarmış taş sütunlara bakıyordu. Üzerlerinde durdukları taş
bloğun üzerinde parıldayan şekiller yanıp sönüyordu. Hava karanlıktı ama taş
sütunlara iliştirilmiş meşaleler sayesinde çevreyi rahatça görebiliyorlardı.
Devasa ağaçların sardığı bir açıklığın ortasında geniş taş bir alandaydılar,
sanki bir ayin sunağına benziyordu. Ne bir ses ne de bir esinti vardı, her şey
çok durgundu.
Dünya
bileğini adamın parmaklarından kurtarmak için çekiştirdi ama Ares onu
bırakmadı. “Debelenmeyi bırak anahtar!” dedi sert bir sesle. Sonra ona döndü,
bakışları hala soğuktu. “Sana dokunmaktan ben de hoşlanmıyorum.”
Gözlerinin
öfkeyle kısılmasına engel olamadı ve söylenmemek için dudaklarını sıktı.
Dokunmaktan hoşlanmıyormuş… İnanmadı, çünkü aksini tercih etse de o, adamın
dokunuşuna bayılıyordu. Yanında olmasına, teninin kokusuna, sesinin tonuna ve
ona bakışına bayılıyordu. Kızgın olması gerekiyordu ama adamın verdiği huzur
yüzünden ondan uzaklaşamıyordu. Onun tepkisini izleyen Ares’in ifadesi sanki
düşüncesini hissetmiş gibi değişti, dudakları tatlı bir gülümsemeyle
kıvrılırken nefeslendi ve başını hala etrafta dolanan Artemis’e çevirdi.
“Taş
alandan uzaklaşma Artemis, yanımıza gel!”
Toprağa
doğru attığı adımı geri çeken Artemis söylendi. “Bu lanet yer de neresi? Daha
önce hiç görmemiştim.”
Ares
ukala sırıtışı dudaklarına yayılırken onun bileğindeki eli gevşetti ve
parmaklarını onun parmaklarına geçirdi. Dünya kalbine hücum eden hisleri
yüzünden tepki bile veremedi, çok hoşuna gitmişti bu dokunuş, hem de çok fazla…
Soluk alabilmek için bakışlarını genç adamın yakışıklı yüzünden çekti ve
yutkundu. Onu tehlikeden korumak için bu kadar romantik olması mı gerekiyordu? Kalbi
dörtnala koşarken kulakları uğulduyordu, bu yüzden Ares’in cevabını duyamadı.
Fakat ikisinin tartışmaya başladığını fark edince kendini toparladı.
“Ben
kadını bulup geri dönerim Artemis, sizin burada olmanız beni sadece engeller.”
“Nasıl
döneceksin acaba?” diye söylendi Artemis. “Dünya tekrar kapıyı açamazsa ne
olacak?”
“Bana
bir saat verin, eğer dönemezsem Hera Hermes’i göndersin.”
“Neden?
Neden ya, Ares?” diye ayak direndi Artemis. “Bizimle dönsene, bak burada kimse
yok. Anlaşılan yanlış yere geldik.”
“Yanlış
yer ise geri dönün işte!” dedi ve nefeslendi. “Dünya’yı buradan götür Artemis,
biraz kafa dinlemek istiyorum.”
Dünya
adamın parmaklarını sıkarak kendine çekti ve ona bakmasını sağladı. Ares bıkkın
bir tavırla başını ona çevirince Dünya patladı. “Çocuk gibi davranmayı bırak da
ağzındaki baklayı çıkar Ares, yemin ederim tüm gün burada seninle tartışmaya
devam edebilirim. Yani sana o kadar sinirliyim.”
“Bu
bir vaat mi?” dedi çapkın bir sırıtışla. “Birileri benimle vakit geçirmenden
hoşlanmaz.”
Aklına
Afrodit gelince söylenmemek için kendini zor tuttu. Dünya da adamın Afrodit ile
zaman geçirmesinden rahatsızdı ama elinden bir şey gelmiyordu. Ruhunu
alevlendiren adama ters bir bakış atan Dünya dişlerinin arasından söylendi. “Vaat
değil tehditti savaş tanrısı, Artemis ve ben… İkimize birden katlanabilir
misin?”
Ağzı
bir an açık kalan Ares gözlerini Artemis’e çevirdi, kollarını göğsünde kavuşturan
kadın bilmiş bir tavırla ona sırıtınca pes etti. “Tamam, ne olduğunu
söyleyeceğim ama siz de sonrasında döneceksiniz.”
“Anlaşma
yok.” Dedi Dünya. “Sadece itiraflar…”
Ares
yan gözle ona baktı. “Seni neden kandıramıyorum?” diye fısıldadı.
Bu
adamın her lafına, her bakışına ve her tepkisine neden anlam yüklüyordu ki?
Dünya sakin kalmayı kendine öğütlerken ifadesini ciddi tutmaya da gayret etti.
“İblisi
bağlı olduğu bu sunağa çağıracağım, onu öldürüp gelini kurtaracağım. Zor değil
ama sizin varlığınız bana engel olur. Tahmin ettiğim iblis ise işim kısa
sürecektir.”
“O
kadar tehlikeli demek ki!” diye heyecanla söylendi Artemis. “Çağır onu, tek
başına eğlenmene izin veremem.”
Ares
dudaklarını sıktı ve onu göstererek homurdandı. “Peki, anahtarı buradan çıkar
sonra çağırırım. Seni bekleyeceğim, söz.”
“Söz
mü?” dedi Artemis. Ares başını sallayınca kadın ona döndü. “Hadi, seni
bırakayım Dünya.”
Dünya
sinirle atıldı. “Nedenmiş o?”
Ares
ona döndü. “Çünkü sen ölümlüsün.”
Dünya
adama yaklaştı ve gözlerini gözlerine kenetleyerek söylendi. “Sen de ölümlüsün,
Ares ve ben olmadan Artemis’in tekrar gelemeyeceğini biliyorsun, değil mi? İyi
denemeydi.”
Önce
ağzı açılan Artemis kandırıldığını fark edince öfkeyle Ares’in omzuna yumruk
attı. “Seni sersem!”
Omzunu
ovuşturan Ares ifşası için ona ters bir bakış daha attı ama Dünya aldırmadan
adama sırıttı. “Şu gelini evine geri götürelim, bu berbat yerden sıkıldım.”
“Adonis’i
özlemişsindir.” Diye mırıldanan Ares doğruldu ve yutkunarak etrafa bakındı. “Ben
de bundan sıkıldım.”
Eli
kolu kırılmışçasına kendini çaresiz ve üzgün hissetti, yine de yorum yapmadı.
Ares’in buna inanması herkes için daha iyiydi. Yan gözle Artemis’in ona
baktığını fark etti, neyse ki o da karışmadı. Konuyu değiştirmek istercesine
zoraki bir neşeyle konuştu.
“Yanında
silah yoksa zincirimi ödünç verebilirim, sevildiğini bil yani.”
Ares
uzun tişörtünün eteğini hafifçe kaldırıp belindeki uzun hançeri gösterdi. “Sana
verilen hediyeleri bu kadar kolay ödünç vermemelisin Artemis. Değerini
bilemezsem hediye vereni üzersin.”
“Senin
dikkatli olacağına eminim, bu kadar katı olma.” Dedi ve bileğine sarılı zinciri
hafifçe gevşetti. Fikrini kanıtlamak istercesine Dünya’ya döndü. “Hediyeler
kullanılmak içindir, değil mi Dünya? Böylece hediye vereni de mutlu edersin.”
Dünya
öylesine cevap verdi. “Hediye almak insanı mutlu eder, hediye veren için de
kullanılması… Yani bu sevginin bir işaretidir. Sevdiğim birinin hediyesini
özenle kullanırım, karşılıklı sevginin bir ibaresi olarak. Kimseye ödünç
verebileceğimi de sanmıyorum.”
“Ah,
bu çok ciddi oldu.” Diye oflayan Artemis, onları dinleyen Ares’e döndü.
“Numaranı yap bebek!”
Uykudan
uyanır gibi irkilen Ares boğazını temizleyip doğruldu. “Anahtarı koru!”
Genç
adam kaidenin ortasına yürürken Artemis sırtındaki kılıcı kınından sıyırıp
savunma duruşuyla dikkat kesildi. Ares güçlü bir sesle konuştu, bağırmamıştı
ama sanki kükremiş gibi alanı sarstı.
“Tengu!”
Dünya
hemen yanındaki Artemis’in gerildiğini gördü. “Kahretsin!” diye fısıldayan
kadın dikkatini daha da arttırdı. Anlaşılan çağrılan iblis onun istemediği bir
türdü. Kaideyi saran rünler daha da parıldadı. Ares yeniden konuştu.
“Ortaya
çık Tengu!”
Derinden
gelen huzursuz bir çığlık havayı yırtarcasına alanı inletti. Dünya kulaklarını
kapatırken Ares’in karşısındaki hava titreşti ve sanki diğer tarafında direnç
varmış gibi zorlanarak gerildi. Ares son darbeyi vuran bir emirle kalan direnci
de yok etti.
“Emrimi
duydun, ortaya çık!”
Hava
bir perde gibi ayrıldı ve arasından garip uzun boylu biri belirdi. O da
geleneksel bir kıyafet giymişti ama bu zarif bir kıyafet değildi, ürkütücü bir
tarzı vardı. Yüzünde kırmızı siyah bir maske vardı ve ifadesi korkutucuydu.
Başını örten siyah tüylerden oluşmuş bir başlık vardı. Maskeli yüzü hafifçe öne
eğildi, Ares’i selamlamak adına.
“Nasıl
anladın efendi Ares?” dedi derinden bir sesle. “Çok dikkatli davranmıştım.”
Ares
sol elini yukarı kaldırdı ve avcunu açtı. Siyah bir tüy vardı, adamın
başlığındaki tüylerin aynısı. Dünya o an fark etti, maskesi de bir kargayı
andırıyordu. Tengu kıkırdadı ve elinin çevik bir hareketiyle tüyü kendine
uçurdu. Tüy uçuşarak başlığına ilişti. Ares doğrudan konuya girdi.
“Gelini
teslim et.”
Tengu
bir kuş gibi boynunu oynatarak karşılık verdi. “Canımı bağışlama şartın bu mu
efendi?”
Ares
sakin bir sesle konuştu. “Şart değil, seni öldüreceğim ama gelini ararken vakit
kaybetmek istemiyorum.”
Arabuluculuk
bakımından çok zayıf olduğu belliydi ama tehdit konusunda karşısındakini
korkutmayı başarıyordu. İblis bir an tepki vermeden taş kesildi, sonra başını
kaldırıp Artemis ile ona göz attı. Yeniden Ares’e dönerken konuştu, sesi
hafifçe titremişti.
“O
benimle olmak istiyor efendi.” Dedi ve elini yüzüne götürüp maskeyi çıkardı.
Maskenin altından hoş bir yüz çıktı. Sanki teslim olur gibi dizlerinin üstüne
çöktü. “Onu benden alma. İlgisi beni mutlu ediyor.”
“Senin
gerçek tabiatını biliyor mu, yoksa hayalleri mi kullanıyorsun?”
Gözleri
kısılınca birer çizgiye dönüştü, hiddetini bastırmaya çalışarak tısladı. “Bu
önemli mi? Aldatmaca da benim tabiatım değil mi?”
“Yanlış
cevap iblis!” dedi Ares soğuk bir sesle. “Kadını buraya getir.”
Tengu
hırlayarak doğruldu. “O benim hakkım efendi! Babası güç uğruna onu bana vaat
etti, istediğini aldıktan sonra anlaşmaya uymak istemedi.”
“Ödül
olduğu için mi kadını istiyorsun?” dedi Ares. “Dilersen anlaşmayı yok sayıp ona
verdiğin kısmetleri adamdan alabilirim. Böylece insanın üzerindeki hakkın
kalkmış olur, herkes için adalet.”
İblisin
kaşları çatıldı. “Efendi Ares, senin bizim yanımızda olmanı beklerdim.
İnsanları korumakla eline ne geçiyor?”
“Soruma
cevap ver!”
Düşünceli
bir ifadeyle birkaç adım gerileyen iblis bakışlarını yeniden Ares’e
çevirdiğinde kararını vermişti. “Ödül olarak vaat edilmeseydi de onu alırdım
efendi. Ben güçlü bir iblis soyundanım ve insan sevgisini hak ediyorum.
Gerçekliğimi bilmesine gerek yok ve onu hayatı boyunca gözeteceğime yemin
ederim efendi Ares.”
“Yeminin
değerli değil. Sen yalan söyleyerek zaten sevgine sahip çıkmıyorsun. Bu kadar
konuşma yeter. Yaptığının yasak olması bir yana, beni bekleterek daha da
sinirlendiriyorsun.”
Dünya
dayanamadı, iblisin insana benzemesi mi yoksa duygu namına bir şeyler
hissetmesi mi onu etkilemişti bilemedi ama kendini tutamadı.
“Ona
sormaya ne dersin?” dedi. “Seni sevmiyorsa onu serbest bırakırsın.”
Ares
araya girmesinden hiç memnun olmamıştı, dikkatini iblisten çekmeksizin
söylendi. “Anlaşma yok.”
“Sen
anahtarsın.” Dedi iblis Dünya’yı süzerek. “Ve bir öneri getirdin.”
Artemis
dişlerinin arasından homurdandı. “Tenguların zeki olmasından nefret ediyorum.”
Ares
soluklandı. “Ben de!” dedi ve başını çevirip omzunun üstünden ona baktı.
“Çeneni kapalı tutmak senin için çok mu zor?”
Suratını
asan Dünya azarlanmaktan rahatsız olmuştu. Ares sinirli bakışlarını ondan alıp
iblise çevirdi. “Şöyle yapıyoruz tengu. Kadını getiriyorsun senin ne olduğunu
açıklıyoruz, seni iblis olarak kabul ederse, buradan gidiyoruz. Kabul etmezse,
seni öldürüyorum ve buradan gidiyoruz.”
Tengu
onayladığını belirtmek adına eğildi ve selam verdi. Sonra maskesini taktı ve başlığındaki
tüylerden birini kopardı ve havaya fırlattı. Duyulmayan bir cümle sonrasında
tüy alev aldı ve yere dökülürken minik alevlerin arasında bir kadın belirdi.
Kadın ayaktaydı ama gözleri kapalıydı. Gösterişli gelin kıyafeti içindeki kadın
oldukça güzeldi, iblisin aklını başından almasına şaşırmadı. İblis başını
Ares’e çevirip kısa bir bakış attı. Ares ona izin verircesine kenara çekildi ve
kollarını göğsünde kavuşturup izlemeye başladı.
Maskesini
çıkaran iblis elini kadının yüzünün önünde bir kez salladı ve bir adım
geriledi. Kadın gözlerini araladı, ilk başta şaşırdı, sonra iblise bakınca
irkildi. Dünya’nın anlamadığı bir dilde konuşmaya başladı. Gerginleşen
konuşmadan anladığı kadarıyla iblis kadından beklediği kabulü alamamıştı. Artemis
yeniden kılıcına sarılırken mırıldandı.
“Romeo
ret edildi.”
Kadın
korkuyla gerileyince iblis öfkeyle üzerine yürüdü. Ares hemen hareketlenip
kadını çekti ve onlara doğru ittirdi.
“Gidin
buradan!”
İblis
gözleri simsiyah halde Ares’e bağırdı. “Beni tuzağa düşürdün efendi! Kabul
etmeyeceğini biliyordun!”
“Bilmiyordum.”
Dedi Ares zayıf bir sesle ve belindeki hançeri çekti. “İnsan aşkına güvenmek
senin aptallığındı, aynen benim gibi cezanı çekeceksin!”
İblis
titreyen bakışlarını Artemis’e sığınmış kadına çevirdi, bir anlığına vedalaşır
gibi. Dünya hayal kırıklığına uğramış iblise bakarken içi acıdı. Ares’in son
sözleri de yarasına bir kova tuzu boca etmişçesine canını acıtmıştı. Maskesini
yüzüne geçiren iblis başını Ares’e döndürdü ve histerik bir kahkaha bıraktı.
“Yüce
Ares! Bakalım hangimiz daha önce ölümü kucaklayacak!”
İblis
hırıltılı bir çığlıkla büyüsünü dillendirdi ve aniden yanında onun tıpkısı bir
iblis daha belirdi. Ellerindeki uzun kılıçlarla Ares’e saldırınca Artemis
beklemeden fırladı. Müthiş bir dövüş alanı sallarken Dünya gerilemişti, kadın
bu kez de ona sığınmıştı ama Dünya Artemis kadar anlayışlı değildi. Kadını
kendinden uzaklaştırdı ve taş sütunlardan birine dayadı.
“Sesini
çıkarmadan burada bekle, sakın kaçmaya kalkma. İnan peşinden gelmem ve ölmene
aldırmam.”
Kadın
ne dediğini anlamasa da sesinden durumu çözmüş olacak korkuyla sütuna dayandı
ve yere çöktü. Ares yetersiz silahına rağmen iblis ile baş ediyor hatta arada
Artemis’e yardım ediyordu. İblisler yaralanmasına rağmen hala iyi
savaşıyorlardı. Ares’in karnına bir tekme atınca, Ares sütuna çarparak acıyla
kasıldı. Yarasına gelmişti. Dünya darbeyi kendi almışçasına nefesi kesildi.
Artemis genç adama seslendi, Ares iyi olduğunu bildirmek için hemen doğruldu ve
ona atılan iblisin atağını kesti. İblis kendine gelen darbeden korunmak adına
başını geriye savurmuştu ki Dünya’nın dikkatini bir şey çekti. Başına geçirdiği
başlık daha kısalmıştı. İki iblisin taktığı karga tüylerinden oluşmuş başlık
ilkinden daha kısaydı. Sanki güçlerini paylaştırınca… O andan Dünya zihninde
beliren bir düşünceyle heyecanlandı ve bağırdı.
“Başlığını
çıkar!”
Artemis
duymadı ama Ares anlamıştı. Kendi iblisinden şık ve çevik bir hareketle
kaçındı, ardından havada kısa bir takla atıp Artemis’in iblisinin arkasına
geçti. İblisler engel olmak adına ilgilerini Ares’e çevirdiler ama Ares hızlıydı.
Elini iblisin tüylerden oluşan başlığına attı ve çekti. Başlık iblisin başından
ayrılırken bedeni buharlaştı ve yeniden tek iblise dönüştü. Ares hiç soluk
almadan iblise döndü ve tekme ve yumrukla iblisi yere yıktı. Gücü felç olan
iblis darbelere karşı koyamadı. Ares elindeki hançeri iblise doğrulttu ama
durdurulduğu için saplamadı.
“Dur!
Ares!”
Ares
nefes nefese durakladı ve ona doğru koşan Dünya’ya baktı. Artemis de kılıcı
iblise çevirmişti, o da Dünya’nın ne yaptığını merak eden bir ifadeyle soluklanmaya
çalışıyordu. Dünya yanlarına gelip çabucak sordu.
“Onun
hafızasını da silebiliyor musun?”
“Ne?”
“İblislerin
de hafızasını silebilir misin?” dedi sakinleşmeye odaklanarak.
“Herkesin
hafızasını silebilirim de…” durdu ve başını salladı. “Hayır, bunu yapmayacağım.”
“O
bir iblis!” dedi Artemis, Dünya’nın fikrini ret ederek. “Onu salamayız!”
“İblislerin
duyguları varsa yaşama şansları da olmalı.” Dedi Dünya adamla göz göze gelmek
için yere oturdu. “Bir çare yok mu?”
Ares
iyice öfkelenmişti, iblisin kalbine nişan alan hançeri tutan eli titremeye
başlamıştı. “Duyguları ne çok önemser oldun!”
Laf
sokmasına aldırmadan konuştu. “Dene, lütfen.”
Ares
yanağını çiğnedi ve yerde yatan teslim olmuş iblise baktı. “Kurtuluş diyetini
kabul ediyor musun?”
İblis
hırıltılı bir sesle cevap verdi. “Emrin olur efendi Ares.” Dedi ve yavaşça
elini uzatıp yüzündeki maskeyi çıkardı ve Ares’e uzattı. Ares maskeyi aldığında
iblis canı yanmış gibi kasıldı. Güçlükle konuştu. “Artık ölümlü bir iblisim ve
senin gözetimin altındayım. Aldığım nefesten haberin olacak efendi. Canım
senindir.”
İsteksizce
doğrulan Ares, Artemis’in itirazlarına aldırmadan iblisin kadına dair anılarını
sildi, ardından kadının da hafızasını sildi. İblisi baygın halde bırakıp düğün
evine geri döndüler. Ares onunla konuşmadı ve o geride kalırken diğerlerine eve
dönmelerini söyledi. Dünya iblisin öldürülmesini neden engellediğini kendi de
bilmiyordu ama içinden bir ses iblisin af edilmesini fısıldamıştı. Odasına
döndüğünde sabah olmak üzereydi, uykusu olmadığı halde uykuyu bahane ederek
Adonis ve diğerlerinin ilgisinden kaçmak istedi. Ares hala dönmemişti, gerçi
dönmüşse de o görmemişti çünkü adamın Afrodit’in kollarına sığınacağını tahmin
ediyordu.
Sabahın
geç saatlerinde odasından dışarı çıktı. Apollon ile görüşmek istedi ama adamın
evde olmadığını öğrenince canı sıkıldı. Görevinin bitip bitmediğini bilmiyordu
ve kimse ona açıklama yapmıyordu. Sohbet konuları basılan düğün hakkındaydı ve
herkes Ares’in iblisi af ettiğine inanamıyordu. Dünya’nın isteği olsa da adamın
iblisi salması onun tabiatına aykırı idi. Dünya isteğinin gerekçesini
açıklayamıyordu çünkü kendisi de anlamamıştı. Sadece iblisin aşka yakın
hislerinin samimiyetine inanmıştı. Gerçi maskesini teslim eden iblislerin
güçlerinin zayıfladığını ve ömürlerinin oldukça kısaldığını bilmiyordu. İblisin
bunu kabullenmesi de aşkının yol açtığı acıyı dindirmek için ne kadar çaresiz
olduğuna işaretti. Ölümsüzlerin aşklarına ölümlülerden daha çok sahip çıkmaları
onu şaşırtmıştı. Onun sessizliğini fark eden Eros yaklaştı ve kulağına
fısıldadı.
“Maskesini
geri verdi.” dediğinde Dünya şaşkınlıkla Eros’a baktı. Eros sırıtarak ekledi. “Anıları
silinmesine rağmen iblis hala Ares’e sadık, zaten bu iblisin arzuladığı bir
bağlılıktı. Bu aramızda kalsın, tamam mı?”
Dünya
gülümsedi ve başını salladı. Nedense içi rahatlamıştı, doğası gereği kötülük
yayan bir yaratığın bu denli kutsal bir duyguyu hissetmesi umut vericiydi. Bir
şeylerin değişebileceği konusunda işaret veriyordu. Gittikçe kalabalıklaşan oda
onu boğmaya başlamıştı. Adonis de onun gibi huzursuzdu. Ölümsüzlerin her biri
kapıda belirdikçe ikisi de sıkıntılı bir beklentiye girmişlerdi. Dünya sonunda
dayanamadı yorgun olduğunu söyleyip Ares ve Afrodit ile yüzleşmekten kaçınmak
için salondan ayrıldı. Adonis de onunla çıktı ve yemek için hazırlanmasını
söyleyerek onu odasına bıraktı. Yemek umurunda değildi, sadece Apollon ile
konuşmak istiyordu.
Banyodan
henüz çıkmıştı ki kapısının sabırsızca çalındığını duydu. Üstünde bornoz
saçlarından sular damlarken kapıyı açtı ve bıkkınca Artemis’in yüzüne baktı.
“Yine
ne var?” dedi bir peri kızı güzelliğindeki kadına. Baştan ayağa kadını süzerek
ekledi. “Bu kadar şık olduğunda senden korkuyorum."
Artemis
şımarık bir tavırla omzunu silkti.
"Korkma
bebek. Bu kez göreve gitmiyoruz." dedi ve ona ışıltılı bir gülümseme
gönderdi. "Hadi, sen de hazırlan, eğlence başladı bile."
"Ben
gelmek istemiyorum." diye sızlandı.
Artemis
kaşlarını çattı. "Yeter ama sürekli bizden kaçman gerekmiyor Dünya. Biraz
silkin ve kendine gel." dedi ve ona eğilerek fısıldadı. "Ayrıca giysi
konusunda hiç endişelenme, ben sana yardımcı olurum."
"Beni
gerçekten korkutuyorsun." dedi. Yüzünü buruşturdu. Ardından aklına gelen
şeyi hemen kelimelere döktü. "Bana bir saat verebilirsin."
"Bir
saat mi?" dedi Artemis ve onu süzdü. "Bir saatte ne yapmayı
düşünüyorsun, sanki kıyafet seçeneğin çokmuş gibi."
Onu
yanlış anlamıştı. Başını salladı. "Hayır, ben kola takılan saatten
bahsediyorum." dedi. "Zamanı bilmem gerek."
Artemis
gülerek elini alnına vurdu. "Ne aptalım, ben de bir saat içinde kendine
bir şeyler ayarlayacağını sanmıştım. Neyse, sen saat olan saati ne yapacaksın
ki?"
"Gece
yarısı olduğunda Apollon'u görmeye gitmem gerek ama saatim yok."
Artemis
kollarını kavuşturdu. "O zaman sana bir teklifim var. Seninle içecek
servisine gideceğiz, benim onayladığım bir giysiyle. Sonra ben gece yarısı
seni, Apollon'un odasına kendim götüreceğim."
Kadına
baktı, inatlaşmaya kararlı bir tavırla başını dikleştirince omuzları düştü. "Tamam,
sen kazandın."
"Her
zamanki gibi." dedi Artemis. “Mükemmel miyim neyim?”
Dünya
ona neşeyle sırıtan kadına gözlerini devirdi.
"Ben
saçlarımı düzeltirken odamda mı beklersin yoksa kendi odanda mı?"
Artemis
onaylamaz bir tavırla parmağını salladı.
"Odana
çağırdığın kişilere dikkat et, Dünya." dedi ciddiyetle. "Adonis'i odana
davet ettiğini duydum. Doğruyu söylemek gerekirse; bu, şu durumda biraz
sakıncalı…"
Şaşkınca,
"Neden?" diye sordu.
Artemis
dudağını yalayıp kısık sesle konuştu.
"Bak,
aranızda ne olduğunu anlamıyorum ama diğer üç gelişinde Adonis'i odana davet etmediğini
biliyorum. Ares'in de senin odandan çıktığını çok gördüm. Bu, mutfaktaki
konuşmamıza kadar çok anlamsız gelmişti ama Ares için olan hislerini öğrenince
mantıklı geldi. Düşün, Adonis'i odana almak istemediğine göre bildiğin bir şey
var demektir."
"Bildiğim
şeyi söyleyeyim, bundan sonra benim için Ares yok."
“Ares’i
sevdiğini sanıyordum.”
Yalan
söyleyecekken dudaklarından doğru çıktı. “Hala onu seviyorum ama bizim
geleceğimiz yok. Yasakları boş versek bile onun şıpsevdiliğine katlanamam.”
“Şıpsevdilik
mi o da ne?”
Uzatmak
istemedi. “Onun bir insanı sevip sadık kalacağını sanmıyorum Artemis ve konuyu
kapatalım. Adonis’in benim kalp sağlığım için daha uygun olduğuna karar
verdim.”
Artemis
bir şey söylemeye davrandı ama vazgeçip başını salladı.
"Hadi,
sen saçını topla ve odama gel. Ben de sana yakışacak bir iki kıyafet
ayarlayayım." Dedi ve koridor boyunca yürüyüp gitti.
Saçlarını
havluyla iyice kuruladı ve üzerine yeni bir tişörtle pantolon geçirdi. Odadan
çıktığında hızlı adımlarla Artemis'in odasına yollandı. Karanlıkta kalma
korkusu yüzünden koridorda rahat yürüyemez olmuştu. Saatten önce, bir el feneri
istese iyi olacaktı. Artemis'in odasının önünde soluklandı, kocaman malikânede
sağa sola koşturmak yorucuydu. Kapısına vurmak için elini kapıya değdirince
kapı kendiliğinden açıldı.
Artemis
büyük bir aynanın önünde saçını düzeltiyordu, aynadan ona baktı.
"Tam
zamanında!" diye sırıttı. "Ben de vazgeçtiğini düşünmeye
başlamıştım."
Odasının
bahçeye bakan duvarı tamamen camdı. Duvarlarında ilginç süslemeler vardı ve bu
süslemeler simlenmiş gibi pırıldıyordu. Yuvarlak yatağı büyük odasının
köşesinde, cam duvarın yanındaydı ve gökyüzünü seyredecek şekilde ayarlanmıştı.
Ana odasına açılan iki kapı dışında kapısı olmayan bir oda daha vardı. Boydan
boya dolaplarla sıralanmış odanın karşı duvarı ise türlü silahlarla kaplıydı.
En çok yay türünde olan silahlar, özenle duvara monteli yerlerine asılmıştı.
Dikkatini Artemis'e çevirdi.
"Bu
kadar silahı olan birine 'hayır' demek yürek ister." dedi diğer odayı
işaret ederek.
Artemis
kayıtsızca konuştu "Ah, bunlar mı? Sen asıl, özel silah odamı görsen...
Hoş, daha önce görmüştün ama hatırlamıyorsun. Neyse! Sana iki tane kıyafet
seçtim, ölçülerimiz hemen hemen aynı olduğundan beden sorunu olmayacak."
Giysi
odasına gidip iki kıyafet getirdi ve askıya astı. "Hadi, dene!"
İlki,
açık gri bir elbiseydi. Göğüs hizasından hafifçe genişleyen yumuşacık kumaşın
üstüne parlak yıldızlar işlenmişti. Elbisenin arkası, önünden uzundu.
Yıldızlar, o kadar ince işçilikle işlenmişti ki kımıldadıkça gerçekmiş gibi göz
kırpıyorlardı. Elbisenin üstü, incelerek iki askıya dönüşüyor, çapraz olarak
düz sırt kısmına bağlanıyordu. Muhteşem bir elbiseydi, çok zarif ve çok
pahalıydı. Kendini elbisenin içinde düşündü ve Artemis'e yalvarırcasına baktı.
Artemis
tek kaşını kaldırıp ısrarlı bir bakış atınca odaya girip üzerini değiştirdi.
Elbise sanki onun için yapılmıştı, hiç potluk yaratmadan üstüne oturdu. Boy
aynasının önüne gidince gözlerine inanamadı, kendini tanıyamamıştı. Artemis'in
gösterdiği zarif ayakkabıları da giyince, külkedisi misali, kendisini prensese
dönüşmüş gibi hissetti. Yarattığı eserinden memnun bir yüzle Dünya'nın arkasına
geçen Artemis, saçlarını gevşek örgülerle yarım topladı ve yıldızlı bir tarağı
saçlarının arasına yerleştirdi.
"Çok
güzel oldun!" diye neşeyle gülümsedi ve sırtına sarıldı. "Bunu
seçeceğini biliyordum." Kadın ondan ayrılırken düşünceli bir tonda
mırıldandı. "Umarım, bunun için bana kızmaz."
"Kim?"
dedi, gözlerini aynadaki aksinden alarak.
"Tüm
gece burada konuşacak mıyız?" dedi Artemis sorusunu duymazdan gelerek.
"Bu kız eğlenmek istiyor."
Kapı
çalındı.
"Hazır
mısın, Artemis?" Ardındaki Eros'un sesiydi.
İçecek
servisi için toplanıp mı gideceklerdi? Bunca şamatanın anlamı neydi? Acaba
görevi bitmişti ve son gecesinin iyi geçmesini mi istiyorlardı? Aklındakini
soramadan Artemis altın sarısı kıyafetinin içinde kapıya doğru seğirtti. Kapıyı
açıp ardında bekleyen adama sırttı.
"Asıl
sen bu güzelliğe hazır mısın?" dedi ve Dünya'yı görebilmesi için çekildi.
Eros
şaşkınlıkla ona baktı:
"Vay!"
diyebildi sadece, bakmaya devam ederken bir kez daha tekrarladı. “Vay!”
Dünya
yüzünün alev aldığını hissetti ve gerildi. "Bence bu kıyafet bana göre
değil. Fazla zarif bir elbise…"
"Sakın,
değiştirmeyi düşünme!" dedi Eros, parmağını ona sallayarak. "Bu
güzelliği saklamak günah olur."
"O
zaman, beni daha fazla utandırma." dedi. Artemis'in yanına yürüdü.
İçecek
servisinin yapıldığı salonun katına geldiklerinde es geçip aşağıya inmeye devam
etmelerine şaşırdı. "Neler oluyor?" diye söylendi.
Eros
şık gömleğinin kollarını katladı. "Adonis, aşağıda bekliyor." diye
saçma bir cevap verdi.
Gerçekten
de neler oluyordu? İkinci katın başında durdu.
"Ben
hiçbir yere gitmiyorum. Nereye gittiğimizi söylemezseniz bir adım dahi
atmayacağım."
Artemis
bıkkınca ofladı. "Sana da hiç sürpriz yapılmıyor."
"Denemekten
vazgeçin o halde."
Dünya
bu sözlerin sahibine döndü. Adonis merdivenlerin başındaydı ve kanatlarını
açmaya hazırlanan bir melek kadar güzeldi. Kusursuz melek, ona doğru yürüdü.
"Bu
iki suç ortağı, sürpriz bir parti düzenlemiş, diğerleri çoktan gitti."
Karşısında durup onu süzdü. "İlk başta öneriye karşı çıktığım için pişman
oldum."
Eğilerek
yanağından öpen adamın gözleri ışıldıyordu. Doğrulmadan onun gözlerine baktı ve
dudaklarına doğru yaklaşan Adonis "Nefesimi kesiyorsun." diye
fısıldadığında Dünya yeniden kızardığını hissetti. Öpmek yerine onu
rahatlatarak doğrulan Adonis sonrasında kesik bir nefes aldı.
Dik
durmaya çalışarak teşekkür etti. Diğer iki ölümsüze göz attı. İkisinin yüzüne
takılmış bir maske gibi duran gülümseme karşısında onlara uymaya karar verdi.
Adonis'in uzattığı eli tuttu ve dışarı çıkmak için merdivenleri isteksizce
inmeye hazırlandı. Dışarıya çıkıyordu. Birkaç gün önce, buradan ayrılmak için
can atıyordu ama şimdi geride kalan biri yüzünden adımlarını zoraki atıyordu.
Bahçede bekleyen lüks arabaya bindi, arabayı kullanan Adonis'in yanına
oturmuştu. Artemis ve Eros'un neşesine rağmen evden ayrılırken içi sıkıntıyla
doldu. Araba kısa bir manevrayla dış kapıya doğru döndü.
Gittikleri
kulüp, sezonun son günleri olmasına rağmen oldukça kalabalıktı. Ölümsüzler,
insanların arasında, gökyüzündeki yıldızlar kadar farklıydılar. Onun gibi
insanlar, güzel kıyafetlerine ve özenli bakımlarına rağmen herhangi bir
ölümsüzün yanında maytabı sönmüş pasta gibi duruyorlardı. Bu duruş farkını
anlayan insanların bakışları altında, ayaklı masaların yanından geçtiler.
Balkonlu bölümde koltuklu bir loca ayırtmışlardı. Athena bile her zamanki soğuk
görüntüsünün aksine Dünya'dan daha çok eğleniyordu. Apollon ve Dionysos, dansçı
muselerden oldukları belli olan iki kadınla gelmişlerdi. Hades, elinde bir
kadeh içkiyle etrafı izliyordu. Afrodit görünürde yoktu, kadının geldiğinden
beri pistten inmediğini söylediler. Onlar da gelince grup tamamlanmıştı, üst
kattaki locaya yerleştiler.
Sürekli
çalan hareketli müzik, çoğul sohbeti engellediğinden genelde ikişerli veya
üçerli konuşabiliyorlardı. Sonunda, dans için piste gitmeyen Hades ve Adonis'le
baş başa kaldı. Hades, onlarla konuşmak yerine içkisini yudumlarken etrafa
bakınıyordu. Adonis, Dünya'ya iyice yaklaştı.
"Benim
bildiğim, kadınları elbiseler güzelleştirir." dedi, elini avcuna aldı. "İlk
defa bir kadının elbiseyi güzelleştirdiğini görüyorum." dedi ve elini
öptü.
"Bu
iltifat benim için çok ince oldu." dedi Dünya ama gülümsemekten kendini
alamadı. "Teşekkür ederim."
Adonis'in
lacivert gözleri izin istercesine onun dudaklarına kaydığında kararsızca
yutkundu ve meyve kokteyline uzandı. Adonis işareti almıştı, canı sıkılsa da
fazla takılmadan ondan uzaklaşıp kadehine sarıldı. İçkilerini yudumlarken
karşıda dans eden insanlara bakıyorlardı. Derken burnuna her duyduğunda aklını
başından alan o koku geldi. Sanki Ares yanı başındaydı. Çaktırmadan derin bir
nefes aldı. Gerçekten burada olabilir miydi? Kadehi masaya bırakma bahanesiyle
kımıldanıp etrafına bakındı. Adonis'in Hades'e eğilip onun duyamayacağı bir
sohbete başlamış olmasından yararlanıp taradı. Hayır, adam burada yoktu ama
kokusu yanındaydı. Gözlerini kapatıp Ares'in çekici kokusuna yoğunlaştı, onu
yanında hissetmenin verdiği zevkle kendinden geçti ve gülümsedi. Görünmez bir
dudağın kulağına fısıldamasıyla o anda irkildi.
"Kalbindekinin
ben olduğumu biliyordum."
Gözlerini
aniden açıp yana baktı. Görünmez dudaklar onunkileri usulca kavrayınca kendini
geri çekti, Ares'i hayal etmemişti. Adam şu anda yanındaydı ve Eros'un
anlattığı gibi görünmez olmuştu. Az önce Adonis'in dokunuşundan kaçtığını
gördüğüne emindi ve bu hareketi adama gerçeği göstermişti. Ares'in canını
sıkmak ve kalbini kırmak için, neden kıpırdandığına bakan Adonis'in yanına
kaydı.
"Sohbet
etmenizi izlemekten sıkıldım." dedi Dünya ve elini Adonis'in ensesine
attı. Parmaklarını ipek misali akan saçların arasına geçirerek adamı kendine
çekti. Dünya'nın bu hareketi karşısında bir an şaşıran Adonis, hemen kendini
toparladı ve ona karşılık verdi. Hades'in çatık kaşlarına ve hemen ardındaki
sinirli, derin soluğa aldırmadan adama iyice sokuldu. Adonis kolunu onun beline
attı ve diğer eliyle boynunu yavaşça okşayarak öpücüklerini derinleştirdi.
Soluksuz
kalmıştı. Adam, onu öperken nefes alabilmesi için fırsat vermesine rağmen
Ares'in gözü önünde Adonis'i öpüyor olmanın verdiği gerginlikle bu araları
kaçırıyordu. Ares'in kokusunun ondan uzaklaştığını fark edince kalbi kasıldı ve
Adonis'ten yavaşça ayrıldı. Yüzü alevler içinde kalmıştı ve dudakları
sızlıyordu. Adonis hiç beklemediği bu anın sarhoşluğuyla hafifçe onun yanaklarını
okşadı. Adamın gözlerinde gördüğü sevgiye bakarken içi sızladı. Bu oyunu
sürdürmesi gerektiğinin bilinciyle adama gülümsedi.
"Kendimi
tutamadım." dedi Adonis'e.
Adonis
kolunu kullanarak Dünya'yı yeniden kendine çekti. "Tutma sevgilim."
dedi şakağından öperek "Seni öyle çok seviyorum ki." diye mırıldandı.
Dünya
başını Adonis'in omzuna koyarken adam ona daha sıkı sarıldı.
Ares'in
yanından ayrılmasıyla içini bir boşluk kaplamıştı. Adonis'in onun varlığını
hissetmediğinden emindi ama Hades anlamış gibi, onaylamaz bakışlarla Dünya'ya
bakıyordu. Bir süre öylece oturdular. Dünya iyice gerilmişti ve bir an önce
gecenin bitmesi için içinden dua ediyordu. Sonunda Hades, çattığı bacağını yere
indirdi ve elindeki kadehi önlerindeki sehpaya bıraktı.
"Zeus
ve Hera'nın da geleceğini sanıyordum." dedi Adonis'e. "Diğerleri
nerede?"
"Evde
birileri kalsın istediler, son saldırıdan sonra bayağı temkinliler." diye
seslice cevap verdi. "Hermes de daha sonra uğramaya çalışacakmış."
Siyah
gözleri parlayan Hades hınzır bir sırıtışla Dünya'ya bir göz attı ve Adonis'e
döndü. "Peki, Ares?"
Dünya,
Adonis'in tepkisine bakmak için başını çevirince adam rahatsızlığını saklamadan
derin bir nefes aldı. Onun yerine, Hades'in anlamlı sorusunu Dünya cevapladı.
"Dışarı
çıkacak kadar iyileştiğini sanmıyorum."
Hades
sırıtmaya devam ederek geriye yaslandı ve içkisini yudumlamaya döndü. Bir süre
konuşmaksızın içkilerine odaklandılar. Ares’in lafının geçmesi ikisini de
huzursuz etmişti ve Dünya hala dudaklarına belli belirsiz dokunan adamın
etkisindeydi. İçkisini bitiren Hades ayağa kalktı ve aşağıda dans edenleri
seyretmek için balkonun kenarına gitti. Adonis adamın gidişini izleyerek dişlerinin
arasından söylendi.
"Sırf
can sıkmaya odaklanmış bu adam." dedi ve başını çevirip Dünya'nın kadehine
baktı. "Ben daha sert bir içki alacağım. Seninkini de tazeleyeyim
mi?"
Hâlâ
yarısı dolu olan meyve kokteyline baktı.
"Gerek
yok, teşekkür ederim."
Adonis
gülümsedi ve onun yanağını okşadıktan sonra ilerideki bara gitmek için
hareketlendi. Masada tek başına kalmıştı, ellerini birbirine kenetleyip
Hades'in olduğu yöne baktı. Hades'in sırtı ona yarım dönüktü, yüzündeki ifade
durumundan memnun olduğunu gösteriyordu. Ona yan gözle baktı ve parmağıyla
yanına çağırdı. Adonis hâlâ barın oradaydı, o yüzden Hades'in yanına gitmekte
sakınca görmedi.
Aşağıdaki
pist tıklım tıklımdı. Dans edenlerin dışındakiler de kenarlara sıralanmışlardı
ve gürültünün yanında alkolün de etkisiyle samimi sohbetlerine dalmışlardı.
Gözüne ilk önce, altın sarısı kıyafetinin içinde kızıl saçları ve beyaz teniyle
ışıldayan Artemis ilişti. Onun hemen yanında tuhaf dansıyla Dionysos vardı.
Apollon, muselerin yanında öylesine sallanıyordu. Eros, biraz ötelerindeydi ve
Athena ile dans ederken bir yandan da başka yöne doğru kaçamak bakışlar
atıyordu. Baktığı yöne doğru çevirdi dikkatini, ışıklar yanıp sönerken ve
renklenirken daha sakin bir yerde Afrodit'i gördü. Her zamanki gibi tüm pistteki
en güzel ve çekici kadın olmayı başarmış, yanındaki kavalyesiyle muhteşem bir
ikili olmuşlardı.
Balkonun
tırabzanına elini kenetledi, parmaklarıyla demiri sıktı. Birkaç dakika önce
nefesiyle onun başını döndüren Ares, şimdi de basit siyah tişörtü ve kotuyla
bile, pahalı kıyafetinin içindeki Afrodit'in yanına yakışmayı başarıyordu.
Kadının usta figürlerine, sallantıdan öteye gitmeyen bir dansla eşlik ediyordu.
Afrodit söylenerek adamın elindeki kadehi almak için atıldığında Ares kadehini
hızla çekti ve bir dikişte bitirdi. Sinirlenen Afrodit, boş kadehi adamın
elinden alırken o sadece sırıtıyordu ama yüzündeki hüzün, sırıtışına rağmen
belli oluyordu. Kadın, kadehi yanlarındaki yüksek masaya bırakırken bile adamdan
elini çekmedi, ya düşeceğinden korkuyordu ya da adama dokunmaktan hoşlanıyordu.
Ares sarhoşluğa yakın olduğundan yerinde sallandı ve sırtını bir sütuna
dayayarak olduğu yerde sabitlendi. Saçlarını siyah ince bir bantla geriye
toplamış olduğundan eğlenmediğini ele veren yüz ifadesi ortadaydı. Afrodit,
adamın yüzünü okşayıp, sarılmak için ona yakınlaşırken Dünya geriledi ve
Hades'e baktı.
"Ne
yapmaya çalışıyorsun Hades? Onları bana göstererek ne kazanacaksın?"
Hades
ciddi bir bakışla kollarını dayadığı tırabzandan doğruldu, uzun boyu daha da
uzayarak, "Asıl sen ne yapmaya çalışıyorsun? İkinizin arasında olanları
fark etmediğimi mi sanıyorsun?" dedi. Kalabalık barda, içkisinin
hazırlanmasını bekleyen Adonis'i işaret etti. "Ares'i ikinizi bu şekilde
görsün diye mi yeraltından kaçırdın? Biliyor musun, benim mekânımda bile burada
olduğundan daha az acı çekiyordu.”
"Bana
halinden memnun gibi geldi." dedi ikisine bakmamaya çalışarak. "Acı
çekiyor gibi değil."
Hades
kaşlarını çattı.
"Yanılıyorsun
Dünya, Ares'i biraz olsun tanısaydın onun ne kadar büyük bir yük altında
olduğunu hissederdin. Madem onu hiç düşünmüyordun, neden onu bana bırakmadın?
Ben Ares’i koruyabilirdim."
Adama
bağırmamak için kendini zor tuttu:
"Asteria'nın
acımasız kollarına atarak mı?" dedi sinirden titreyen sesiyle. "Ne
hale geldiğini görmüyor musun? Az daha ölecekti."
"Asteria
ile başa çıkabilecek tek kişi, Ares'tir." diyerek ona eğildi. "Sen ne
Ares'e ne bize ne de kendine iyilik yaptın. Adonis'ten gerçekten hoşlandığını
bilsem yapacak olduğun kötülüğün sonuçlarına seve seve katlanırdım. Sen sadece
Ares'in ruhunu karartıyorsun ve Adonis'e gereksiz bir umut veriyorsun."
"Hiç
bir şeyden anladığın yok." dedi Dünya adamın kara gözlerine gözlerini
dikti. "Ben, Ares'i, Adonis'in hışmından kurtarıyorum. Burada olduğum süre
boyunca ona ilişmemesi için Adonis'i engellemem gerek."
Hades
başını salladı.
"Sen
kurtarıcı değilsin anahtar. Sen kıvılcımsın ve belki de tüm boyutları ateşe
vereceksin. Ares'i zorlamaya devam edersen de olacak olan bu."
Başını
çevirip omzunun üstünden onlara baktı. Eros ve Apollon adamın yanındaydılar,
Afrodit görünürde yoktu. Ares'i bir şey konusunda ikna etmeye çalışıyorlardı
ama adam onları dinlemiyordu bile. Yanlış bir şey yapmıyordu ama kimse onu
anlamıyordu. Adonis'in Ares'e olan ölümcül nefretini görmemelerine imkân yoktu,
hele ki önceki dostluklarını diğerleri daha iyi bilirken. Tırabzandan ayrılıp
koltuğuna oturdu. İki adamı sakinleştirmeye çalışırken aslında onlara kötülük
yaptığını hiç düşünmemişti. Bu şekilde Ares’i koruyamıyor muydu? Yakında zihni
boşaltılmış olarak Olimpos’tan atılacak sıradan bir faniydi, ona fazla
sorumluluk yüklüyorlardı. Kimi sevdiği diğerleri için niye önemliydi ki! Bir
daha ne Ares’i ne de Adonis’i görecekti… Ağlamamak için kendini zor tutuyordu.
Adonis
yanına oturduğunda irkildi.
"Ne
oldu Dünya, rahatsız mı oldun?" dedi.
Kendisiyle
bu denli ilgilenen bu adama haksızlık ettiğini biliyordu ama burada sınırlı bir
süre kalabilecekti. Bu görev sona erene dek Adonis'i oyalamalı, Ares'ten uzak
tutmalıydı.
"Hayır,
sadece kalabalık biraz başımı döndürdü." dedi ve adama gülümsedi.
Adonis,
adamın kendisi için sıradan ama evrenin geri kalanı için olağanüstü gülümsemelerinden
biriyle ona yaklaştı. Parmaklarının tersiyle usulca onun kolunu okşadı.
"İstersen
gidebiliriz aşkım, burası benim için de çok yorucu." diye fısıldayıp elini
onun saçlarına yükseltti ve eğilip dudağının köşesine sıcak, yumuşak bir öpücük
kondurdu.
Ona
bu şekilde yaklaşan altın gözlü olsaydı... Ama hayır… Altın gözlü şu anda
aşağıda Afrodit'in kollarındaydı.
"Dünya,
bana lavaboya kadar eşlik eder misin?" diye yanlarında beliren Artemis
ikisini ayırdı. "Makyaj ve saç kontrolü yapmalıyız."
Adonis
anın etkisiyle neşelenmişti, gülümseyerek Artemis'e baktı.
"Senin
kontrole ihtiyacın olabilir ama Dünya'nın yok."
Artemis
gözlerini bıkkın bir edayla devirerek, "Yapma, on dakika ondan uzak dursan
çatlamazsın ya bebek." dedi ve elini Dünya'ya uzattı. "Hadi, gelsene.
Beni yalnız bırakma."
Kadının
elini tuttu ve ayağa kalkarak Adonis'e döndü.
"Ben
Artemis'in gazını alıp hemen geliyorum."
Adam
gülümsedi, "Özlemeye başladım bile." Dedi ve ona göz kırptı.
Merdivenlere
kadar Artemis neşeliydi ama merdivenlerden inerken ciddileşti ve kaşları
çatıldı. İfadesindeki ani değişim onu şaşırtmıştı. Kalabalığın içinden hızla
geçiyordu. Lavaboların önünden geçip yolu biraz daha ilerleyince kadının
kolundan tuttu.
"Artemis,
lavabo burada!"
Artemis
nihayet durdu ama onu sabırsızca çekiştirmek için.
"Lavaboya
gitmiyoruz canım, hadi."
"Neler
oluyor?" dedi kadının ardı sıra sürüklenirken.
"Ares
Olimpos'tan ayrılacak." dedi. Durup yüzüne baktı. "Tamamen."
"Ne?"
"Duydun
işte, bizi bırakıyor." dedi kadın. Üzgündü ama paniği daha baskındı.
"Onu ikna edemiyoruz, bizi dinlemiyor."
"Benim
ne yapmamı bekliyorsun?" dedi. Ares'in, onun Adonis'i en son öptüğü andaki
öfkeli soluğunu düşününce sıkıntıyla ekledi. "Onun beni dinleyeceğini
sanmıyorum."
"Dünya,
lütfen! Bu şekilde davranırsa, Zeus onu yeniden cezalandırır." dedi
Artemis çaresizce. "Hiç değilse Ares ayılıp normal düşünene kadar bize
yardım et, sen onu sakinleştirmenin yolunu her zaman bulursun. Tartaros'ta bile
onu ikna etmeyi başardın. Bir kez daha dene."
Dünya,
localarının olduğu balkona kararsızca bir bakış attı. Onları izleyen safir gözleri
göremeyince Artemis'e döndü.
"Tamam,
başaramayacağımı biliyorum ama deneyeceğim."
Artemis
gülümsedi ve arka kapıya doğru hızlandı. "Ben başaracağına eminim."
Topuklu
ayakkabılarının izin verdiği hızla otoparkın uzak köşesine koşarken kulağına
tartışma sesleri gelmeye başlamıştı.
Apollon,
"Doğru düşünemiyorsun, Ares." diye söylendi.
Athena
onun ardından devam etti. "Eve dönelim, salim kafayla konuşalım."
"Ben
de bunu yapacağım zaten." diye homurdanan Ares'i gördüğünde aralarında
yirmi metre anca kalmıştı.
Eros
atıldı. "Zeus ile değil, bizimle tartış. Konuyu ve seni sinirlendiren
sorunu birlikte konuşalım."
Ares
arabasıyla arasında duran Eros'a bakarken ayakta durmakta zorlanıyordu. "Sizinle
konuşacak bir şeyim yok." diye acımasızca konuştu.
Athena
öfkelenmişti onu omzundan tuttu ve kendine getirmek istercesine sarstı.
"Ares, bu bir intihar!" dedi yüzüne doğru. "Dengeleri
değiştirirsen herkes zarar görür."
"Bundan
bana ne, Hena." dedi. Kadından uzaklaşırken söylendi. "Başınızın
çaresine bakarsınız. Hepinizden bıktım.”
Apollon,
sendeleyen adama yardım etmek için davranınca Ares onu itti ve Dünya'yı o
sırada fark etti. Yüzünde alaycı bir bakışla doğruldu. “Kimler teşrif etmiş. İşte,
gidiyorum. Sevgilinle zaferinizi kutlayabilirsin." dedi. "Belki de
çoktan kutlamaya başladınız. Değil mi?"
Artemis
araya girip Apollon ve Athena'ya baktı. "Hena, Apollon ile sen, Adonis'in
yanına gidebilir misiniz? Onu ve Afrodit'i oyalayın ki buraya
gelmesinler."
Ares
güldü. "Bence Adonis'i de çağırın, bu zevkten mahrum kalmasın."
Apollon,
Artemis'e yanaştı. "Başa çıkabilecek misin?" diye fısıldadı.
Artemis
başını sallayarak kardeşini onaylarken Dünya bakışlarını Ares'ten alamıyordu.
Ares'in öfkesi, içkiyle karışmış, kelimelerini ve gözlerini ateşe vermişti.
Apollon ve Athena hızlı adımlarla yanlarından ayrılırken Ares iyice sıkılmış
bir ifadeyle Eros’a doğru döndü.
"Eros,
arabanın yanından çekil." dedi. "Sana zarar vermek istemiyorum."
Eros
başını sağa sola salladı. "Olmaz."
Dünya
adımlayarak Ares'e doğru yavaşça yaklaştı. Adam bir yandan yan gözle ona
bakarken diğer yandan da öfkeden titrememek için yumruklarını sıkıyordu.
Karşısında durana kadar, Ares dudakları sıkılı ve gözlerini bir an için bile ayırmadan
Dünya'ya baktı. Dünya’nın ruhu alev alev yanıyordu ama sakin bir sesle konuştu.
"Olimpos'a
geldiğimden beri canımı çok yakıyorsun Ares." dedi usulca. "Seninle uğraşıp
durmak zorunda mıyım ben?"
Ne
demek istediğini anlayamayan Ares kaşlarını çattı, Dünya, adamın konuşmasına
fırsat vermeksizin devam etti.
"Tüm
bu öfkenin nedeni ne? Ayrılmak nereden çıktı? Senin için üzülen dostların hiç
mi umurunda değil? Sen, bencil ve kendini beğenmiş birisin."
Ares
gözlerini kırpıştırdı ve iki adım geriledi.
"Ben
dayanamıyorum." dedi. "Kötü bir şeyler yapmaktan korkuyorum."
"Çözüm
kaçmakta mı?" dedi ardındaki arabaya yaslanmış adama yaklaşırken.
“Sorunlarından kaçarak mı kurtulacaksın? Bu seni rahatlatacak mı?”
Eros
ve Artemis onlardan biraz öteye gitmişlerdi. Baş başa konuşabilecekleri kadar
uzağa ve onlara müdahale edebilecekleri kadar yakına. Dünya, Ares'e nefesindeki
alkol kokusunu duyacak kadar ona yaklaşmıştı. Kalbi çok hızlı atıyordu. Ares'e
dokunmaksızın gözlerinin içine baktı:
"Korktuğun
şey ne Ares? Cehennemden ve iblislerin baskısından kurtuldun, neden
kaçıyorsun?"
Ares
dudaklarını yaladı.
"Korkmuyorum."
dedi ve başını yana çevirdi. "Az önce yanına geldiğimi fark etmene rağmen
yaptığın şeyi tekrar görmeye dayanamam."
Dünya
"Benim dayanmamı neden bekliyorsun o halde?" dediğinde adam ona
baktı, konuşmaya devam etti. "Olimpos'tan kaçmayı denememin sebebi, seni
Afrodit ile birlikte bahçede görmemdi. O kadını öpmeni ve Asteria'ya ilgi
göstermeni defalarca seyretmek benim için ne kadar zordu düşünemedin mi? Ben
kaçamadıysam sen de bir yere gitmiyorsun. Bu 'anahtar' lık sona erene kadar
bana katlanmak zorundasın, bunu bana borçlusun."
Ares
suratını astı. "Aynı şey değil." diye homurdandı ve gönülsüzce devam
etti. "Ben Afrodit'e, elindeki ölümsüzlük meyvesini alabilmek için
yaklaştım ama artık ona ihtiyacım yok. Senin gibi ölümlü olduğumdan beri
'Ambrosia' önemini kaybetti. Asteria’yı kandırmamın sebebi de Olimpos'taki
haini öğrenmek içindi. İblisleri eve salanın o olduğunu düşünmüştüm fakat kadın
onlara hükmedemiyormuş."
Adamı
şaşkınlıkla dinlerken hainin kimliği konusunda düşünmeye başladı. Deimos denen
iblisi, evin içinde bir hayalet gibi dolaşırken görmüştü. Bunu kimseye anlatmamıştı.
Neden daha önce düşünememişti ki? Belki iblisleri eve almanın bir yolunu
bulmuştu.
O
düşünürken Ares yaslandığı arabayla onun arasından sıyrıldı.
"Benim
hedefim seni ölümsüz yapabilmenin yolunu bulmak ve iblisleri Asteria'nın
yardımıyla hapsoldukları boyutta tutabilmekti. Beni dinleseydin sana
anlatacaktım ama aklın Adonis'te olunca kulakların sözlerime tıkanıyor."
Dünya,
asıl meselenin başka olduğunu itiraf etmenin tam zamanıydı ama ağzını açamadan
Hermes yanlarında belirdi.
"Ares."
dedi bıkkın bir şekilde gerinerek. "Kâhin seni görmek istiyor."
Koşarak yanlarına gelen Artemis ve Eros'a bakan Hermes şaşırdı. "Eğlence
sokağa mı taştı yoksa?" dedi. "Hepinizin burada ne işi var?"
"Uzun
hikâye!" dedi, Artemis. "Kâhin, Ares'i neden görmek istiyor?"
Hermes,
sevimli bir sırıtmayla cevap verdi. "Bekle, sorup geleyim." diye
dalga geçti. "Ben nerden bileyim yahu! Benim görevim haber iletmek, bilgi
vermek değil."
Tekrar
ortadan kaybolunca Artemis homurdandı. "Ukala şey."
Eros
atıldı.
"Seni
neden görmek istediğini biliyor musun?"
Ares
adama yorgun bir yüz ifadesiyle döndü. "Sanırım yarım saate kadar öğrenmiş
olurum." dedi ve arabasına doğru yürüdü. “Sonra görüşürüz.”
Artemis
ve Eros aynı anda itiraz etti:
"Alkollüsün."
dedi Artemis. Eros, "Ben kullanayım." Diye devam etti.
Ares
omzunun üstünden onlara bir bakış attı. "Daha önce de alkollü araba
kullandım hem kendimdeyim, merak etmeyin."
"O
zamanlar ölümlü değildin." dedi Eros. Kolunu tutarak, "İzin ver, ben
kullanayım." Dedi yalvaran bir bakışla.
Ares,
adamın eline hafifçe vurdu.
"Benim
arabamı benden başkası kullanamaz, hiç şansın yok." dedi ama alkolün
verdiği bir dengesizlikle sallandı.
Dünya
bir Ares'e bir de yanda duran arabaya göz attı. Bu, pırıl pırıl bir
'Mustang'dı. Siyah renkteki araba fabrikadan ilk çıktığı günkü kadar temiz ve
göz alıcıydı. Düşünmeden arabaya yürüdü ve sürücü koltuğuna oturdu. Diğerleri
şaşkın bakışlarla ona bakarken kapıyı kapattı. Beklediğini belirtmek için Ares'e
baktı.
Adamın
kızacağını düşündü ama anlaşılan onun sorgusuz darbesine şaşırmıştı ve kızmak
henüz aklına gelmemişti. Eros kekeleyerek sordu.
"Sen
araba kullanmasını biliyor musun?"
Arabanın
bilgisayara benzeyen konsoluna bir göz attı ve Eros'a döndü. "Hatırlamıyorum."
Gerginliği
anında çözülen Ares kendini tutamadan güldü. "Evet, araba kullanmayı biliyor."
dedi. Artemis'e dönerek, "Bu arada siz de sevgilisine söyleyecek bir yalan
düşünmeye başlayın." dedi. Arabanın yan tarafına geçip arabaya bindi.
Artemis
gözlerini devirdi.
"Siz
delisiniz."
Eros,
kadının kolundan çekiştirdi. "Hadi, gel. Adonis'in içkisine, ona fark
ettirmeden uyku ilacı katabilir miyiz bir bakalım."
İkisi
otoparkta kaybolurken yanında oturan Ares'e baktı. Adam başını deri koltuğa
yaslamış, rahat bir yüzle onu izliyordu. Hâlâ gülümseyen dudaklarına baktı ve
altın gözlerine. Onun yanındayken neden her şey büyülüymüş gibi geliyordu ki?
Yüzü heyecandan ısınmaya başlamıştı, yutkunup başını çevirdi.
"Bunu
nasıl çalıştıracağım?"
Ares
ona anlattı ve koltuğa geri yayıldı. Onun çekici bakışları altında heyecandan
kasılmış bir halde otoparktan çıkmayı başardı. Olimpos'a giden yolu bilmiyordu.
Yola çıkmadan durakladı ve adama kararsızca baktı.
"Sağa
dön papatyam." dedi Ares tatlı bir sesle.
Arabanın
içini dolduran kokusunu içine çekmek ve yanında olduğunu bilmek tarif edilmez
bir duyguydu. Bir süre dümdüz gittiler, neyse ki trafik çok seyrekti. Ares'in arada
konuşarak müdahale etmesi haricinde gayet iyi idare ediyordu. Yoldan ayrılan
bir dönemeçten sonra Ares doğruldu.
"Elbiseyi
üzerinde ilk defa görüyorum." dedi uyuşuk bir sesle. "Yakışacağını
düşünmüştüm ama bu kadarını beklemiyordum."
"Bu
Artemis'in elbiselerinden biri." dedi adama bir bakış atarak. "Benim
değil."
Ares
güldü. "Ah, şimdi anladım. Kurnaz çilli sana öyle mi söyledi?
Yalancılığına diyecek yok. Elbisenin onda ne işi var bilmiyorum ama…"
Ellerini karnında kenetledi ve ekledi. "Bu elbise sana ait, geçen doğum
gününde ben almıştım."
Direksiyonun
hâkimiyetini bir an için kaybetti, araba dengesizce sallanınca frene asıldı.
"Ne?'"
Ares
başını yana çevirdi. "Arabama böyle davranırsan, bagajda bile oturmana
izin vermem."
"Bu
elbiseyi bana sen mi aldın?" dedi lafını duymazdan gelerek. "Ben bu
elbiseyi onun kıyafetlerinden seçtim."
Durdu,
ona sadece iki kıyafet gösterdiği aklına geldi. Elbiseyi verirken de kadının
özellikle gözlerinin içine baktığını hatırladı. Sanki bunu seç der gibi zaten
Dünya'nın ilk seçimi bu elbise olmuştu ve üzerine tam oturmuştu. Oysaki Artemis
ile fizikleri pek benzemiyordu. Diğer elbiseyi göstermemişti bile. Ares doğru
söylüyor olmalıydı. Bu elbise Ares’in ona hediyesiydi ve hediyesini üzerinde
görmek genç adamı umutlandırmıştı. Artemis’in ısrarlı sözleri aklına geldi,
aklınca asıl sevdiğinin Ares olduğunu adama duyuruyordu.
Ares
gülümsedi.
"Biliyor
musun, sen kendi kendini ikna ederken yüzünü seyretmeye bayılıyorum. Bana hiç
gerek kalmıyor."
Nefes
alıp arabayı çalıştırdı ve yavaşça ilerlemeye devam etti. "Benim doğum
günümü biliyor musun?" dedi ve kalp atışları biraz olsun düzene girdikten
sonra ardından adama kısaca göz attı.
Adam
başını salladı. "Biliyorum." dedi ve doğruldu. "Bugün senin
doğum günün, o parti sana sürpriz yapmak için düzenlendi."
Malikâne
görünmüştü ki frene yeniden bastı, bu seferki daha sert olmuştu. Ares ve onu
ileriye doğru atacak kadar sert. Emniyet kemeri sayesinde fırlamamışlardı. Ares
homurdandı.
"Bunu
yapmayı kes!"
Hırsla
adamın omzuna yumruk attı, Ares yüzünü buruşturdu. "Lanet olsun, orada üç
tane dikiş vardı."
"Umurumda
bile değil!" diye bağırdı. ''Doğum günüm olduğunu şimdi mi söylüyorsun?
Neden kimse bana bir şey söylemedi?"
Ares
hızla emniyet kemerini çözerken homurdandı. "Sürpriz doğum günü partisi
lafı, yeterince açıklayıcı olur mu bilmem."
"Sen
de milleti orada bırakıp şoförlüğünü yapmama izin verdin." dedi gözlerini
kısarak.
Ares
sırıttı.
"Öncelikle,
arabama zorla el koyan sendin; ayrıca sarhoş bir adamın hayatı mı önemli yoksa
sıradan bir doğum günü partisi mi?" dedi. Dünya'nın emniyet kemerini çözüp
karşı koymasına aldırmadan üstünden geçirdi ve sürücü koltuğuna oturdu.
Kalbi
adama yaklaşmasından dolayı küt küt atarken kelimeler boğazında tıkılıp kaldı.
Ares arabayı çalıştırdı ama gaza basmadan kararsızca bekledi. Arabayı durdurdu
ve ona döndü. Gözleri muhteşem parıltılar saçarken dudaklarını yaladı ve
kararını vererek konuştu.
"İyi
ki doğdun papatyam." dedi yumuşak bir sesle. Elini vites kolunun yanındaki
boşluğa attı ve küçük bir hediye paketi çıkardı. "Umarım beğenirsin."
Titreyen
eliyle paketi aldı. Hediye paketinin bordo renkli, kadife yüzeyi parmaklarının
arasında saten hissi uyandırıyordu. Gözlerinin dolduğunu hissetti, dudağını
ısırıp paketi açtı. Ne olursa olsun böyle bir hediyeyi hayal bile edemezdi.
Paketin içindekini çıkardı, paket kucağına düşerken hediyeden gözlerini
alamıyordu. Sarı bir elmasın çevresini saran yaprak biçimindeki beyaz
pırlantalardan oluşan kolye, gözlerini kamaştırdı. Bu hediye, çok zarif ve çok
değerliydi. Papatya şeklindeki kolyeye dokunurken bile içi titredi ve buğulu
gözleriyle Ares'e baktı.
Ares,
onun tepkisini dikkatle izliyordu.
"Bunu,
sana verip vermeme konusunda kararsızdım, kabul etmeyeceğinden korkuyordum.
Bunu yaptıralı bir ay geçti ve o zamanlar benden vazgeçeceğin aklıma bile
gelmezdi. Asla ayrılmayız diyordum. Bu gece seni, elbisenin içinde görünce ne
kadar sevindiğimi anlatamam; benim aldığım bir hediyeyi giymiştin. Cesaretlenmemi
sağladın. Sonrasında Adonis'i öpmen..."
Başını
çevirdi ve ileriye doğru baktı. "Her neyse, bu kolye senin hediyen olduğu
için taksan da takmasan da vermem gerektiğini düşündüm."
Hissettiği
duyguların yoğunluğu yüzünden bir süre konuşamadı. Ares arabayı çalıştırmak
için öne eğilmişti ki, uzandı Ares'in elini yakaladı. Kendini adamın üstüne
attı, ona sıkıca sarıldı. Ares onu kucağına çekti ve kollarını onun beline
sardı. Hızlıca atan kalplerini dinleyerek bir süre öylece kaldılar. Dünya engel
olamadığı mutluluk gözyaşlarıyla adamın tişörtünü ıslatıyordu. Sonunda başını
kaldırdı ve adama baktı. Yüzündeki bereleri usulca öptü; alnındaki ve
yanağındaki kesik izini, şakağındaki ince çizgi halindeki kesik kalıntısını ve
dudağının kenarındaki sarartıyı. Boğuk sesiyle konuşabildiğine şükretti.
"Kolyeyi
takmama yardım eder misin? Ellerim çok titriyor."
Ares
hoşnut bir şekilde gülümsediğinde derin bir nefes alıp adamın kucağından kayıp
yan koltuğa oturdu. Dizleri bile tutmuyordu. Tüm bedeni ısınmıştı ve yüzünün
kızarmanın ötesinde bir renkle yandığı konusunda her türlü iddiaya girerdi. Görmese
de bunu biliyordu. Ares avucundaki kolyeyi aldı ve ona eğilen Dünya'nın boynuna
taktı. Onu hemen bırakmadı, elleriyle boynunu okşarken fısıldadı.
"Çok
yakıştı."
Bakışları
genç adamın dolgun dudaklarına düştü, dokunuşun özlemiyle yanarken aradaki
mesafeyi kapattı. Gözlerini kapatıp adama yaklaşırken ani bir fren sesiyle ve
güçlü bir far ışığıyla irkildiler. Aynı anda Ares'in kapısı açıldı ve ne
olduğunu anlamadan bir el Ares'i oradan alıp dışarı çıkarttı. Ares, onu çıkarana
diziyle bir tekme vurup iterken; Dünya da kendi kapısını açıp dışarı çıktı.
Başka bir fren sesi daha geldi ve duran arabadan koşup gelen Athena ve Apollon
kavga etmeye hazırlanan Adonis ile Ares'in arasına girdi.
"Yeter
artık!" dedi Athena. "Çocuk gibi kavga etmeyi bırakın!"
Apollon,
Adonis'i omzundan itip uzaklaştırdı. Aralarına giren Athena ikisine de bakarak
bağırdı. "Size ne oluyor? Neyi paylaşamıyorsunuz?"
Adonis
çıldırmış gibiydi, dağılan saçlarını geriye attı. "Yakında." dedi
Ares'e kinle bakmaya devam ederken. "Hazır ol!"
Dünya’ya
kısa bir bakış atan Adonis öfkeyle soluyarak arabasına yürüdü ve hırsla kapıyı
açtı. Gaza basarak Ares'in dibinden geçti. Tozu dumana katarak açılan demir
kapıların arasından kayboldu. Ares, adamın arkasından duygusuz bakışlarla bir
süre daha baktı ve onlara sakince döndü. Athena ona yaklaştı.
"Ares
ikinizin arasındaki sorun ne? Lanet olsun, bu tehdit çok ciddiydi."
Yediği
yumruk yüzünden açılan dudağını kemiren Ares kadına umursamazca bakıp başını
çevirdi. Aklında başka bir şey vardı ve Adonis'in tehdidini duyduğu anda
unutmuştu. Apollon'un ona bakışı da Dünya'nın düşündüğünü doğruluyordu. Athena
sinirlenmişti, neredeyse ona bağırdı.
"Beni
duyuyor musun sen?"
"Duydum
Hena, ne yapmamı bekliyorsun? Zeus'a gidip ağlayayım mı?"
Athena
ayağını yere vurdu. "Bunu demek istemediğimi biliyorsun. Afrodit'in sana
verdiği..."
Ares
lafını kesti. "Hayda! Siz aranızda ne konuşuyorsunuz yahu? Elbisenin ve
makyajın modası mı geçti?"
Athena
burnundan soludu.
"Hemen
gidiyorsun ve o meyveyi ağzına tıkıyorsun. Yarın akşama kadar da odandan
çıkmıyorsun. Zeus'un onayından sonra ne yaparsan yap ağzımı bile açmam."
Ares
gülümsedi ve kadını kendine çekip alnından öptü. Athena sinirle onu geri itti.
"Şaka
yapmıyorum." diye homurdandı ama az önceki kızgınlığı erimişti. "Bu
gibi çekişmelerin sonu hep kötü bitmiştir, kendine dikkat et."
Dünya,
Apollon'un yanında kollarını kendine dolamış, endişeyle dudaklarını
kemiriyordu. Tüm engelleme çabaları boşa gitmişti, kâhinin dediği gibi ne
yaparsa yapsın olacak olanın önüne geçemiyordu. Bir gün daha sabretseydi,
Athena'nın dediği gibi, Ares ölümsüzlüğünü kazansaydı, bu gece Ares'e nispet
yapmak için Adonis'i öpmeseydi. Neyi değiştirecekti?
Apollon,
onun omuzlarından tutup titreyen bedenini koluyla sardı.
"Sorun
yok Dünya, sakinleş." dedi. "Bir saat sonra odama gelirsen istediğin
mührü yapabilirim."
"Tamam."
dedi. "Teşekkür ederim."
Apollon
gülümsedi ve hâlâ Ares'le tartışmaya çalışan Athena'ya seslendi. "Hena,
hadi, benim karnım acıktı."
Athena
çıkaramadığı sinirle Apollon'a döndü ve dövecek gibi bir bakış attı. Dövmek
yerine arabaya doğru yürürken söylendi. "Beni annen mi sanıyorsun sen,
karnı acıkmışmış."
Apollon
elleri cebinde, rahat adımlarla yürüyüp arabaya bindi. Ares ile onu yalnız
bıraktılar. Dünya dayanamadı.
"Özür
dilerim, Ares. Çok özür dilerim." dedi fısıldar gibi, arabanın ardından
bakan Ares'e. "Hepsi benim suçumdu. Adonis'in sana zarar vermek istediğini
biliyordum, seni korumak için ona yaklaştım. İşe yaramadı."
Bir
süre öylece duran Ares ona döndüğünde kaşları çatılmıştı.
"Ne
dedin sen?" dedi duyduğuna inanamaz bir bakışla ve Dünya olduğu yerde
kalakaldı. "Adonis'in beni öldüreceğinden korktuğun için mi kendini onun
kollarına attın?"
Yutkundu.
Ares derin nefesler alıp arkasını döndü.
"Kahretsin!"
diye yeri tekmeledi. Yaptığı hareket yüzünden daha önce de kanayan yarasının
olduğu yeri tutup hafifçe öne eğildi. Dünya hemen yanına gitti, tişörtünü
adamın engellemesine rağmen açtı. Düzgün kaslarının üzerindeki sayısız kesik
önemli değildi. Bunların hemen hemen hepsi iyileşmişti ama bir tanesi,
dikişlerine rağmen kanamaya devam ediyordu. Göğsüyle karnı arasında, rüyasında
Ares'in ona kılıcı sapladığı yerdeki derin yara ilk günkü kadar ağırdı.
Ares
sıkıntıyla tişörtü indirdi ve geriledi. ''Bunu Asteria mı yaptı?'' diye
mırıldanan Dünya'ya başını salladı.
"Evet."
dedi ve arabasına doğru yürüdü. Yüzü ter içinde kalmıştı. "Seni eve
bırakayım." dedi kapısını açıp onun binmesini bekledi.
Üzüntüden
başka bir şey hissetmeyen Dünya arabaya bindikten sonra sürücü koltuğuna geçip
arabayı çalıştırdı. Kâhinin evine giden çalılığa yaklaşırken, "Ben de
seninle geleceğim." Dedi katı bir sesle.
"Neden?"
dedi Ares. Yavaşlamıştı. "Beni korumak için kiminle takılacağını mı soracaksın?"
sinirle güldü ve ekledi. "Belki, Prometheus benimle takılmanı önerir, ne
dersin? Bu daha iyi bir yöntem! Böylece kimse zarar görmez."
Ellerini
önünde aldı ve kucağında birleştirip adama cevap vermedi. Adamla geçireceği son
saatlerini kavga ederek harcamak istemiyordu. Ares, arabayı çalıların yanında
durdurdu ve elleri direksiyonda bekledi.
"Üzgünüm,
senin boşlukta bıraktığım için..." dedi ve ona baktı. "Beni anlamanı
beklemiyorum. Sana, her şeyi açıklayacak zamanım olmadı ve anlatma isteğim de
yoktu. Seni olaylardan uzak tutarak sorunu çözebileceğimi sandım. Kendime fazla
güvendim sanırım. Diğerleri genelde, ben ne dersem onu yaparlar. Ayarlamaları
ben yaptığım için kontrolün hep ben de olmasına çok alışmışım. Sana bilgi
vermezsem bana uyacağını düşündüğüm için hata yaptım gerçi aptallık bende, seni
tanıyordum. Kendi planını uygulamaya çalışacağını anlamam gerekirdi."
Dünya
boğazını temizleyip konuştu.
"Adonis
ve seni bu duruma getirdiğim için asıl ben özür dilerim."
Ares
yan gözle ona baktı, gülümsese de gergin bir sesle konuştu. “Senden
hoşlanmamıza neden olduğun için mi özür diliyorsun?”
“Başka
türlü senden itiraf alamayacaktım.” dedi ve ekledi. "Bu arada Probilmemne
kim?"
Ares
kendini bırakıp gülmeye başladı, bir yandan da yarasını tutuyordu.
"Sana
bayıldığımı söylemiş miydim?"
Dudağını
büktü. "Bu hayatımda değil ama bu itiraf da hoşuma gitti."
Ares
gülümsemeye devam ederek kapısını açtı, dışarı çıkarken; o da arabadan çıktı ve
Ares'in yanına gitti. Adam bandajını çekti ve dağılan saçlarını daha sıkı
bağlayıp yakışıklı yüzünü açığa çıkarırken; Dünya da bu müthiş gösteriyi nefes
almadan izledi. Onu nasıl unutabilmişti? Anılarını, adamı, en önemlisi ona
defalarca âşık olup onu unutabilmeyi nasıl başarmıştı? Saçlarını toplarken Ares
az önceki sorusunu cevapladı:
"Kâhinin
adı Prometheus, bir Titan'dır, yani eskilerden biri."
"Neden
ismiyle söylemiyorsunuz?" dedi yürümeye başlamışlardı.
Ares
dudağını büktü. "Dene." dedi ve yan gözle ona baktı.
"Prom,
Porm..." omuzları düştü. "Kâhin daha kolaymış."
Ares
belinden tutup onu kendine çekti ve sıkıca sarılarak saçlarını öptü. "Mantıklı
sevgilim benim."
Çalıların
arasında ve karanlıktaydılar ama zerre kadar korkmuyordu. Yanında Ares varken
kendini daha iyi hissettiğini fark etti. Ares bir adım önden gidiyordu. Sessizlik
boğucuydu, onların adım seslerinden başka ses duyulmuyordu. Topuğunun toprağın
içine sürekli girip durması iyice sinirini bozsa da kendi kendine gülümsedi.
Elbisesinin çalılara takılmaması için eteklerini eliyle iyice kendine sardı.
Ares'in diğer hediyesi de boynundaydı, sevdiği adam yanı başındaydı ve bugün
onun doğum günüydü.
Kâhinin
evine az kalmıştı ki Ares onu eliyle engelledi.
"Bekle."
Etrafına
bakındı. Ares etrafı dikkatlice dinliyordu ama dinleyecek bir şey yoktu. Ne bir
esinti ne de bir fısıltı, hiçbir şey. Dünya, yutkundu ve Ares'in kulağına
fısıldadı.
"İblis."
Ares
başını salladı, düşünüyordu. Dünya da düşünüyordu. Bu iblisin bahçede ne işi
vardı? Çalıların arasından ilerken Ares iyice dikkat kesilmişti. Gözleri
karanlıkta kedigözü gibi ışıldarken bir elini Dünya'ya uzattı, Dünya da hiç
nazlanmadan onun elini tuttu. Kâhinin kulübesi göründüğünde rahatlayarak nefes
aldı ve eteği son çalının dalına takılınca kurtarmak için durakladı. Her şey
bir anda oldu.
Elini,
Ares'in elinden çekti, adam ne olduğuna bakmak için durup arkasına döndü.
Ares'in dikkati, sadece Dünya'ya kaydı. Dünya eteğine doğru eğilince aynı anda
tuhaf bir koku duydu. Keskin kokuyu önemsemeye fırsatı olmadı; siyah bir duman
belini sardı. Ares'in ismini seslendiğini duydu ve o anda havalandı. Eteğinin
küçük bir parçası dalda kaldı ve nefesi kesildi. Dumanın nerden geldiğini bile
anlayamadan sise bürünmüş halde hızla uçarken korkuyla Ares'e baktı. Ares
çoktan koşmaya başlamıştı ama ona yetişmesine imkân yoktu. Dünya o kadar korkmuştu
ki bağıramıyordu. Hız ve yükseklik onu felç etmişti. Gözlerini kapattı ve
kendini birden suyun içinde buldu.
Tartaros'un
girişindeki yeşil ışıklı suyun içindeydi ve karşısında Deimos'un hayaletimsi
sureti duruyordu. İçini donduran, içinde bulunduğu suyun soğuğu değildi.
Deimos'un dehşetli yüzündeki sırıtış tüm kâbusların da ötesindeydi. Deimos onu
suya bırakan gölge şeklindeki sise emretti.
“Git!”
Hayalet
bedenini ona doğru çevirdi. "Anahtar." diye hırladı.
Korkuyla
geriledi, sürünürken suyun içindeki küçük sivri taşlar ellerine batıyordu.
Bacakları ayağa kalkmak için çok güçsüzdü. Kesik kesik nefes alıyordu ve suyun
içinde gerilerken ellerinin kesilmesine aldırmadı. Tek düşündüğü iblisten
uzaklaşmaktı. Deimos ona doğru uçtuğu anda Dünya’nın bileklerini saran su buza
dönüşüp onu sabitledi. Bu arada iblis ona iyice yaklaşmıştı. Keskin koku,
burnunu yakıyordu. İblisin iri cüssesi bir bulut gibi dalgalandı.
"Bizi
serbest bırak." diye hırladı. “Kapıyı aç!”
"Hayır."
dedi içinde kalan son cesaretle. "Asla."
Deimos
sivri dişlerini açığa çıkararak ona eğildi. "Bizi serbest bırak, biz de
senin canını bağışlayayım."
Bulut
benzeri dalgalanan elini ona uzatırken el somutlaştı ve onu boynundan yakaladı.
Güçlükle aldığı nefesi artık hiç alamaz hale gelmişti. Deimos sırıttı.
"Seni
öldürmek işte bu kadar basit." dedi. Yüzünü iyice yaklaştırdı. "Ya
sen ya da sıradaki anahtar!"
Yeterince
korkuttuğuna kanaat getirmiş olacak onu bıraktı. Dünya soluk almak için
öksürmeye başladı. Elleri, buzdan kelepçelerle hâlâ kenetliydi. Deimos
gerileyip heybetli kaslarını gerdi. Ona yeniden baktığında öksürmeyi
bırakmıştı. İblis ona bakarken tiksinirmiş gibi dudağını büktü.
"Kralımızın
sana olan ilgisi sayesinde hâlâ sağsın anahtar." dedi. "Şansını
zorlama."
Kalbi
aşırı hızlı atıyordu. Gözlerinin önünde parlak ışıklar kaymaya başlamıştı,
bayılmamak için sakinleşmeye çalıştı. Deimos keyifle güldü, onu bu durumda
görmek çok hoşuna gitmişti. Ona bu zevki yaşattığı için kendine kızıyordu ama
buna engel olamıyordu. Deimos'a gözlerini dikti.
"Anahtarların
hiçbirine bunu yaptıramayacaksın Deimos." Dedi hırıltılı bir sesle.
"Sonsuza kadar kapının dışında kalacaksın ve bir gölge olmakla
yetineceksin."
Gözleri
hiddetle parlayan Deimos gözlerini kıstı ve ona doğru bir adım attı.
"Sakın
ona dokunma!"
Ares
yokuş aşağı kayarak suyun içinde durdu ve iblisi gerilemesi için uyardı. Deimos
genç adamın gelişiyle neredeyse neşelenerek gülümsedi.
"Emrin
buysa..." dedi ve geriledi. “Yüce Ares.”
Ares
temkinli adımlarla Dünya'nın yanına geldi. "Onu serbest bırak Deimos!"
Ellerindeki
kelepçeler çözülünce, Ares onu kaldırıp iblisle arasında durdu.
"Bir
daha Dünya'ya yaklaşacak olursan seni öldürürüm!" dedi. Sesindeki öfke,
iblisi korkutmak yerine umutlandırdı.
"İsteğimiz
sadece sana hizmet etmektir." dedi Deimos. "Bunun için ölmeyi göze
alacak kadar kararlıyız."
Ares
reddetmedi, öfkelenmedi, ondan bir metre daha uzun olan iblisin yüzüne
korkusuzca baktı.
"Boyutuna
geri dön, Deimos!"
Deimos
saygı diyebileceği bir tavırla elini göğsüne koydu. Dünya, iblisin az sonra yapacağı
şeyi anladığı anda da başını çevirmekte geç kalmıştı. Göğsünü tırnaklarıyla
boydan boya kesti ve kanı göğsünden süzerken ortadan kayboldu. Ares, onu sudan
çıkarırken hâlâ gergindi. Çalıların arasına tekrar girdiklerinde onu, toprağın
üzerine oturttu. Titremesine engel olamıyordu. Hızlıca onu kontrol eden Ares
ona sarıldı.
"Sana
bir şey yapmadı, değil mi?"
Başını
omzuna koydu. "Hayır." dedi titreyen sesiyle. "Ben iyiyim."
Ares
gerileyip yüzüne baktı, gözleri endişeliydi. "Sana bir şey olmasından çok
korktum, seni koruyamadığım için özür dilerim." dedi, durakladı.
"Elimi neden bıraktın?"
"Benim
aptallığımdı." dedi. Yüzü, kıpkırmızı bir haldeydi. "Hediye ettiğin
elbiseyi çalıdan kurtarmak istemiştim."
Ares
bir süre sadece baktı, konuşmaksızın, kıpırdamadan. Ona kızdığını düşündü.
Adamı yaralı haliyle o kadar yol koşturmuştu üstelik de bir elbiseyi
yırtılmaktan kurtarmak için. Bari elbiseyi kurtarabilseydi. Ares elini ona
doğru uzattı, yanağını çenesine doğru okşadı. Dünya, adamı nefes almadan
izliyordu. Yavaşça ona eğildi, dudaklarına ufak ama onu eriten bir öpücük
kondurdu. Dünya, Ares'in gözlerinin içinde kaybolmuştu. Çizik ellerinin
sızısına aldırmadan Ares'in yüzünü avuçları arasına aldı.
"Bana
kızmadın mı?" diye titreyen sesiyle sordu.
Dünya,
Ares gülümserken gözlerinin kısılmasına bayıldığını fark etti. Her geçen dakika
adama daha çok aşık oluyordu, anlaşılan bir türlü sona gelemeyecekti. Ares’in
de aynı düşüncede olduğunu konuşunca anladı. Genç adam onun yüzünü süzerek, "Papatyam."
diye mırıldandı. "Bu gece, beni kendine bir kere daha âşık ettin."
Duyduğuna
inanamadı. Başının döndüğünü hissetti, midesindeki kelebekler dört bir yana
uçuşurken adama sarıldı. Ares nazikçe belinden tutup onu kaldırdı ve kucağına
aldı. Dizleri heyecandan titrediği için yürüyemeyeceğini anladığını düşündü.
Başını, Ares'in omzuna yasladı ve kulağına doğru fısıldadı.
"Ben
kaç kere âşık olduğumu bile hatırlamıyorum."
Ares'in
keyifle güldüğünü duydu. Boynuna kollarını iyice sardı. Kendini beğenmiş ve
çapkın olabilirdi ama onu seviyordu. Ares geldiği yokuşu direkt tırmanmak
yerine kâhinin evine doğru yan yoldan gitti. Biraz uzun sürmüştü ama çalıların
saldırısından uzak durmuşlardı. Heyecanı devam etse de kendini iyi hissedince,
daha fazla yormamak için Ares'in kucağından indi. Ares sessizdi, onun yine
düşüncelerine dalması Dünya'yı rahatsız etti.
"Deimos'u
mu düşünüyorsun?"
Ares
yan bakışla ona baktı. "Sen onu tanıyor musun?"
Dünya,
ona gördüğü hayali ve iblislerin saldırısını anlattı. Deimos'un, onu kaçırmaya
çalıştığını duyduğunda Ares dudaklarını sıktı.
"Deimos
güçlü bir iblis komutan olabilir ama bu plan onu aşıyor. Yardım almadan bu
saldırıları gerçekleştiremez. İblis enerjisini kullanarak ve bu kadar belirgin
bir hayalet olarak nasıl yeryüzüne çıkabilir aklım almıyor." dedi. "Geçebilmek
için ne kullanmış olabilirler?"
"Başka
boyutlara da saldırdılar." dedi. Ona, satirlerin köyündeki katliamı
anlattığında adam sinirlenmeye başlamıştı.
"Yokluğumda
ortalık ne kadar karışmış böyle!" dedi homurdanarak. "Bense güvende
olduğunu düşündüğümden Tartaros'ta içim rahattı. Sana zarar veren iblisleri
pişman edeceğim." dedi. "Buna emin olabilirsin."
Dünya
zedelenmiş avuçlarını es geçerek omzunu silkti. "Aslında bana pek bir şey
yapmadılar, senden korkuyorlardı. Sadece sucubbusun teki saçımı kesti. Sanırım
anı olsun diye."
Ares
kâhinin evinin önünde durdu. "Saçını mı kesti?"
"Evet,
bu çok saçma! Değil mi?" dedi. “Elindekiyle boğazımı kesmek yerine sadece
saçımı kesip kaçtı.”
Ares
elini ensesine kenetledi, Dünya konuşurken o düşünmeye devam ediyordu.
"Saçını
kullanarak boyuttan süzülebiliyorlar." Dedi kısık sesle. Kendi kendine
konuşuyordu. "O sucubbus..." dedi durdu ve ensesindeki elini çekip
yumruk yaptı. "Asteria!"
"O
değildi, demek isterdim ama kastettiğin şey başka galiba." dedi.
"Asteria'nın
saçını kullanarak iblisleri saldığını düşünüyorum." dedi, Dünya'yı
doğrulayarak. "İblisleri boyuttan geçirmek için yeterli gelmemiş olmalı
veya hepsini harcamak istemedi, o yüzden melezleri saldı. Oyuna geldim!"
diye hayıflandı. “Uzaklaşmamı kendine fırsat bildi aşağılık!”
Kâhinin
kulübesine döndü ve alışagelmiş bir tavırla Dünya'nın elini tuttu. Ares'in yanı
sıra yürürken her şeye rağmen içi pırpır ediyordu. O yanındayken her şey daha
kolaydı. Korkusu çabucak yatışıyordu ve güvende olduğunun bilincindeydi. Onun
cesaretlenmesine gerek yoktu, zorluklar onu daha da hırslandırıyordu. Yakında
onsuz kalacağını düşündüğünde ruhunu saran karanlığın hiçbir tesellisi yoktu.
Ares,
elini bırakmadan kâhinin tahta kapısını açtı, içeri girdiler. Kâhin aydınlık
pencerenin önünde dikiliyordu, onlar içeri girince kollarını kenetleyip yaklaşmalarını
seyretti. Islak ve yırtık elbisesinin içinde kendini tuhaf hissetti. Belki de
dışarıda beklemeliydi, kapıya en yakın yerde. O bunları düşünürken kâhinin
gözleri birbirine kenetlenmiş ellerine kaydı. Oyalanmaksızın ifadesiz bir
yüzle, konuşan Ares’e döndü.
"İblisleri
Asteria mı kontrol ediyor?"
Ares'in
ani sorusuna sakin bir sesle cevap verdi. "Sorunun cevabını biliyorsun
Ares. Ben, Asteria'yı kontrol edebilir miyim? İşte, senin asıl sorun bu."
Ares
kaşlarını çattı. Kâhin devam etti.
"Bunun
cevabını da tahmin ediyorsun ama benden başka bir cevap almayı umuyorsun."
dedi ve divanın üstüne oturdu. "Dünya, bize çay getirebilir misin?"
Dünya
şaşaladı:
"Çay
mı?"
Kâhin
gülümsedi. "Üşümüşe benziyorsun. Sıcak bir şeyler içmek istersin diye
düşündüm." dedi ve başıyla sağ taraftaki kapıyı gösterdi. "Yan odada
gerekli şeyleri bulabilirsin. Ayrıca üstünü değiştirmen için sana kıyafet
bıraktım."
"Benim
duymamı mı istemiyorsun?" dedi ne söyleyeceğini merak ederek.
Kâhin
iç geçirdi.
"Gittikçe
geliştiğini görüyorum ve buna üzülüyorum. Görüşünü açmak için kısıtlı bir
zamanımız var. Belki bir dahaki sefere…"
"Başka
sefer olmayacak." dedi Ares. "Hafızasını bir daha silmeyeceğim."
"O
zaman bir çay içerek bu kararını kutlayalım." dedi kâhin ve arkasına
yaslandı. "Gerçekleşmeyecek bir karar kutlaması daha." Diye kendi
kendine mırıldandı.
"Çayına
da sana da..." demek isterdi ama kabalaşmayı gereksiz bulup adamın
gösterdiği odaya doğru sinirli adımlarla ilerledi. Onun duymasını istemediğine
göre, her zamanki gibi, Asteria'nın Ares'i sonunda ikna edeceğini söyleyecekti.
Kalbi incecik sızlarken odaya indi, üç basamakla inilen oda mağaraya
benziyordu. Duvarlarda, gaz lambaları konan oyuklar vardı. Oda, diğer odadan
soğuktu ve çok büyüktü. "Kulübe kadar var neredeyse." diye düşündü.
Tahtalara asılarak kurutulmuş biber, patlıcan salkımlarına bakınarak yürüdü.
Küçük çuvalların içindeki bakliyat ve un benzeri yiyecekler kenarlara
yaslanmıştı. Sanki yıllarca sürecek bir savaş için hazırlık yapılmıştı. Kenardaki
sandalyenin üzerinde katlanmış bir eşofman takımını buldu. Çabucak üstünü
değiştirip zavallı elbisesini düzgünce katladı.
Odanın
en sonundaki ocağa gitti. Ocakta, üçayaklı bir demirin ortasına konmuş tekli
demlik fokurdayarak etrafa nefis kokular saçıyordu. Ocağın yüksekliği hemen
hemen onun boyu kadardı. Yan tarafta kısa bacaklı, tahta bir sehpa duruyordu ve
üzerindeki tepsinin içinde üç adet kupa vardı. Onlar için hazırlandığı
belliydi, demek ki adam onların gelmesini bekliyordu. Sohbete yetişmek için
elini çabuk tutarak demliğe uzandı. Demir demlik bayağı ısınmıştı, düşünemedi, elini
demliğe uzatmasıyla çekmesi bir oldu. Parmağı ağzında, sapı tutmak için bez
aramaya başladı. Ocağın üstündeki bez parçasını görmek için o kadar çok
bakınmasına kızarak bezi aldı ve demliği ocaktan çekti.
Kolunda
elbise ve elinde tepsiyle içeri girdiğinde Ares'i, sırtı onlara dönük gergin
bir duruşla pencerenin kenarlarına ellerini dayamış halde dikildiğini ve
kâhinin de hâlâ divanında sakince oturduğunu gördü. Kâhin, Dünya’nın odaya
girişine aldırmaksızın devam etti.
"Sana
söylemiştim Ares, ölümlü olmak kaderini değiştirmeyecek. Ne iblislerden ne de
görevinden kaçabilirsin. Onlara hükmeden sensin, Asteria değil. Gizlediğin gücünle
yüzleşmenin zamanı yaklaşıyor."
Tepsiyi
parmaklarıyla iyice kavrayıp kâhinin yanına yürüdü ve tepsiyi divanın üstüne
bıraktı. Kâhinin söyledikleri Dünya'yı olduğu kadar Ares'i de etkilemişti. Adam
ölümsüzlüğünden feragat etmişti ama iblislerin komutanı olma belasından
kurtulamamıştı. Ayrıca eninde sonunda ikisi ayrılacaklardı. Ölümlü bile olsa
Ares, Olimpos'a aitti ve Dünya'nın buradaki zamanı göreviyle kısıtlıydı.
Kâhinin sesiyle düşüncelerinden sıyrıldı.
"Teşekkür
ederim, nefis olmuş." dedi adam ve kupasını alıp odadaki diğer kapıya doğru
yürürken öylesine konuştu. "Gece yarısına on yedi dakika kaldı."
Bunu
neden söylediğini düşünürken kâhin ikisini odada yalnız bıraktı. Ares'in duruşu
yüzünden içini panik duygusu kaplamıştı. Ares'in dalgın bakışları görmediği bir
noktaya takılı kalmış öylesine dışarıya bakıyordu.
"Sana
ne söyledi?" dedi adama yaklaşarak. "Berbat şeyler olduğuna
eminim."
Ares
doğrulup ona döndü ve rahatlatmak için gülümseyerek sırtını pervaza dayadı. "Hayır,
papatyam sorun yok."
"Bana
anlatamayacağın kadar mı kötü?" dediğinde adamın yüzündeki zoraki
gülümseme eridi.
"Zeus…
O, benim yok edilmemi istiyor." dedi sakince. "Sağ salim Olimpos’tan
ayrılmama izin vermeyecek, etrafında da görmek istemiyor, tamamen..." dedi
ve çenesi kasıldı. "Ortadan kalkmamı istiyor."
"Aman
Allah'ım, neden!" dedi dehşetle, adam neden sakindi? "Tamam, o halde,
otoparktaki fikrine katılıyorum. Buradan çabuk gitmeliyiz, bizi bulamayacağı
bir yere. Ondan izin almamıza gerek yok."
Ares
doğruldu ve divana gitti.
"Bu
olanaksız." dedi ve kupaya elini attı. "Ayrıca ben kaçmam çünkü
intikam almaya hakkı var. Ona bu hakkı vermek için onunla konuşmayı
düşünmüştüm." çayından bir yudum içti ve Dünya'ya baktı. "Bu harika
olmuş." dedi sırıtarak.
"Lanet
çaydan bana ne." dedi yanına oturdu. "Neden teslim oluyorsun? Onun
gibi birini kendine düşman etmeyi nasıl başardın, sana inanamıyorum."
Ares
bir yudum daha alıp kupayı tepsiye bıraktı.
"O
benden hiç hoşlanmadı ki zaten." dedi. Başka bir şeyler daha vardı,
anlatmayı istemediği bir şey.
"Hoşlanmamak
başka, nefret etmek başka." dedi. "Her ne yaptıysan, özür dile."
Umutsuz
bakışlarını ona çeviren Ares başını salladı. "Özür dilemek işe yaramaz
Dünya." dedi. "Yapılan şeyin affı yok."
"Yani
ciddi bir şey yaptığını itiraf ediyorsun. Belki düzeltebiliriz, bana anlatırsan
çaresini bulacağımıza eminim."
"Sana
anlatırsam..." dedi ve başını ileriye çevirdi. "Benden
soğursun."
Dünya
doğruldu. "Daha önce bana anlattın mı, önceki gelişlerimde?" dedi
tereddütle.
"Kimse
bilmiyor, üç kişi dışında." dedi Ares. "Sana daha önce anlatmadım,
gerek yoktu. O zamanlar, bir maceradan öteye gitmeyen bir şeydi. Şimdiki aklım
olsa kesinlikle yapmazdım. Daha zeki davranmalıydım."
"Ares!"
dedi. Adamın yüzünü eliyle kendine çevirdi. Mükemmel yüz hatlarına içi
titreyerek baktı. "Anlatacağın hiçbir şey, beni senden soğutamaz."
dedi gülümsedi. Aslında içinden geçen şey başka bir şeydi, eğer bu düşmanlığın
sebebi bir kadınsa... Kendini tutamayarak ekledi. "Ama bundan sonraki
hareketlerine dikkat etsen iyi olur."
Ares
yumuşak bir sesle fısıldadı.
"Seni
tanıdığımdan beri dikkat ediyorum zaten." dedi. "Canavarı
evcilleştirdin."
"Canavar
mı?" dedi ve aniden doğruldu. "Lanet olsun unuttum, gece yarısı
Apollon'un yanında olmalıydım. Ah, bu kahin neden doğrudan konuşmaz ki!"
"Neden
Apollon’u görmen gerekiyor?" dedi Ares şaşkınlıkla.
Islak
elbisesini kaparak telaşla ayaklanan Dünya'nın peşinden kapıya yürüdü.
"Ona
da çay yapacağıma söz vermiştim." dedi Dünya, omzunun üstünden adama
bakarak ve kapıyı açıp dışarı çıktı. Kâhinin zamanı ona neden söylediğini anca
kavramıştı. Olanlardan sonra, Apollon ile olan randevusu aklından çıkıp
gitmişti. Ares'in canavar lafı ona Tartaros'u çağrıştırınca, Persephone'yi hatırlamış ve mühür nihayet
karışık zihninde belirmişti.
Arabaya
kadar hızla yürüdüler, konuşacak kadar nefesi kalmamıştı. Bir daha topuklu
ayakkabı giymemeye karar verdi, özellikle eşofman altında hiç şık durmuyordu.
Kendini arabanın yan koltuğuna bıraktığında ise serin havaya rağmen terlemişti.
Ares arabayı çalıştırdı, göz açıp kapayıncaya kadar evin önüne geldi. Üstünü
değiştirmesini bekledikten sonra Apollon'un odasına kadar ona eşlik etti. Kendi
odası da aynı kattaydı ne de olsa. Dünya adamdan bir duş aldıktan sonra
Sirona'yı görmeye gideceği konusunda söz aldıktan sonra elini kapıya dokundurdu.
Kapı
aralanırken içeri seslendi.
"Apollon!"
"Gel,
Dünya!"
Dünya
odaya girerken diğer odadan Apollon çıktı. Adam üzerini değiştirmişti, onun
yola çıkacakmış gibi hazırlandığını görünce Dünya tereddütlü bir sesle konuştu:
"Bir
yere mi gidiyordun?"
Apollon,
elindeki ışıldayan bıçağı kemerindeki kınına takarken sorusunu cevapladı:
"Evet,
daha doğrusu sadece ben değilim giden, hiçbirimiz bir süre burada
olmayacağız."
"Ne
oldu?" dedi. Kaşlarını çatıp adama doğru yürüdü. "Bir sorun mu
var?"
"Tedbir."
diye sakince cevaplayan Apollon, Dünya'yı rahatlatmak için gülümsedi. "Zeus,
bizlere bazı boyutları kontrol etmemizi söyledi. Poseidon'un 'triton'ları,
birkaç su iblisiyle karşılaşmış." dedi ve Dünya'yı baştan aşağı süzerek
hala ıslak saçlarını işaret etti. "Yoksa sende mi karşılaştın?"
Adamın
sesi şakacıydı ama Dünya onu onaylamak için başını sallayınca ciddileşti. "Yeni
bir baskın mı oldu? Haberim ol..."
Telaşlandırmamak
için hemen açıkladı. "Telaşlanma Apollon. Ares iblisi geri gönderdi, sorun
yok."
"Bütün
bunların anlamı ne?" diye mırıldanan Apollon koltuğa oturdu.
"İblisler nasıl olur da bu kadar aktifleşebilir, hem de somut halde."
Apollon'un
karşısına oturdu. "Sanırım, anahtar görevinin etkinliği yok oluyor."
dedi adama bakarak. “Kapılardan bu kadar rahat geçebildiklerine göre…”
Yüzünü
buruşturan Apollon geriye yaslandı.
"Hayır,
bu işin içinde başka bir iş var. Kapıları kullanmıyorlar. Bence iblisler güçlü
bir şey ele geçirdiler ve geçişleri onunla sağlıyorlar. İblis geçitlerini
açmalarını sağlayan güçlü bir değişken olmalı.”
Belayı
taşıyanın kendisi olduğunu fark eden Dünya dudağını ısırdı. Dünya'nın aklına
gelen tek şey, Ares'in de söylediği gibi onun kesilen saçıydı. Bir avuç saçın
bu kadar soruna yol açacağını bilseydi, satir köyüne gitmeden önce bir bone
takardı. Apollon konuştuğunda başını kaldırdı.
"Her
neyse, biz gece yarısını geçirmeyelim yoksa mühür etkili olmaz." dedi ve
mavi gözlerini Dünya'ya dikti. "Sana tekrar hatırlatayım, bu mührü daha
önce hiçbir ölümlüye yapmadım. Sakıncalı olup olmadığını bilmiyorum. Kararından
emin misin?”
Başını
salladı. "İçimden bir ses Persephone'ye güvenmemi söylüyor."
Apollon,
"Pekâlâ." dedi ve ayağa kalktı. Elini Dünya'ya uzatıp onu kaldırdı. "Umarım
ne yaptığınızı biliyorsunuzdur."
Apollon'un
kuşkusu, Dünya'yı kararsız bıraksa da kadının sırf ona zarar vermek için böyle
bir yola başvurmayacağına inanmayı seçti. Adonis kadına güveniyorsa Dünya da
güvenebilirdi. Apollon ışıldayan bıçağını kınından sıyırdı ve kendi işaret
parmağına batırdı. Minik bir kan tepeciği yükselirken bıçağı tekrar kına sokup
Dünya'nın sol tarafına geçti.
"Sol,
duygularına yön verir; duygular ise gerçeğe götürür. Kanımla gerçeğe
yaklaşacaksın." dedi ve bir damla kanı omzuna damlattı. Kan, onu ısıtarak
tenine karışırken Apollon devam etti. "Yalanı, ağızdan çıkar çıkmaz
tanıyacaksın. Bileceksin. Gerçektir, seni özgür kılan."
Hareket
etmeksizin adamı izledi, Dünya. Apollon sırıtan bir yüzle karşısına geçti.
"Bu
kadar. Artık, bir mührün var ve sana hiçbir şey olmadı."
Yavaşça
başını çevirdi ve omzundaki lekeye baktı. Küçük bir para büyüklüğündeki leke,
hayal ettiği mühürden çok bir bene benziyordu. Yuvarlak, koyu kahverengi bir
şekildi.
"Mühür
bu mu?" dedi, Apollon'a bakarak.
Adam
masum bir ifadeyle başını salladı. "Tabi ki. Sen ne bekliyordun?"
Omzundaki
lekeye tekrar baktı. "Güzel bir dövme hiç fena olmazdı." diye
kahverengi lekeye çekinerek dokundu ve ekledi. "Şöyle şekilli ve havalı
bir şey…"
"Bunun
adı 'Kara Güneş'tir ve aslına bakarsan çok havalı bir mühürdür canım."
dedi. Apollon kollarını kenetleyerek ekledi. "Beğenmediğin bu mührü
herkese uygulamam. Uyguladıklarım nadirdir."
"Seni
gücendirmek istememiştim." dedi.
Kabalığı
yüzünden utanarak Apollon'a baktı. Ölümsüzün yüzü gücenmiş gibi değildi,
gülümsüyordu.
"Doğum
günü armağanı niyetine sayabilirsin." dedi. "Nice yıllara, Dünya!"
Doğum
gününü tamamen unuttuğuna inanamadı, hatırladığı ilk doğum günüydü ve şimdiden
unutmuştu. Aniden atılıp ona sarıldı. Apollon bir an şaşaladıktan sonra
kollarını Dünya'ya doladı.
"Teşekkür
ederim." dedi adama.
"Rica
ederim." dedi Apollon ve yanağından öptü. "Gerçi pastan barda kaldı
ama şu işleri bitirelim bir tane daha yaptırırız."
Çekinerek
bir soru daha sordu. "Mührün, işe yaradığını nasıl anlayacağız."
"Çok
basit." dedi Apollon. Bir an düşündü. "Doğum günü pastasının
kremasını, Eros parmakladı."
Adamın
lafı biter bitmez omzundaki leke hafifçe ısındı, acıtmıyordu ama hissediliyordu.
İstemsizce sordu.
"Tadına
bile bakamadığım pastamı mı parmakladın? Sana inanamıyorum."
Apollon
güldü. "Nasıl anladın?"
Dünya
gözlerini devirdi. "Bana kocaman bir pasta borcun var Apollon."
"Dayanamadım,
parmağımın ucuyla azıcık aldım." dediğinde Dünya'nın omzundaki leke
yeniden ısındı. Dünya, inanmaz bakışlarla adama bakınca Apollon elini salladı. "İyi,
tamam, pasta borcum oldu."
"Bu
çok iyi bir mühürmüş." dedi. "Tekrar teşekkür ederim."
Apollon
masmavi ışıltılar saçarak parıldayan gözleriyle gülümsedi.
"Zor
da olsa beğendirebildiğime sevindim. Şimdi iznini isteyeceğim, Zeus elimizi
çabuk tutmamızı istedi."
Apollon'un
odasından çıktığında hâlâ lekesine bakmaktan kendini alamıyordu. İlk bakışta
hoşuna gitmeyen lekeden hoşlanmaya başlamıştı, bu Olimpos'ta çok işine
yarayabilirdi. Adımları Ares'in odasına doğru gitti. Belki Sirona'ya
uğramalıydı ama altın gözlünün odası daha yakındı. Kapkaranlık kapının üstüne
elini koydu ve kapı açıldı.
Ares,
odanın ortasında üzerinde sadece bir pantolonla duraklayıp gelmesini
beklemiyormuş gibi Dünya'ya baktı. Göğsündeki yara düzgünce sarılmıştı ve
bedenindeki izler hemen hemen geçmişti. Zarif şekilli ve güçlü kaslarına bakmak
Dünya'yı nefessiz bıraktı. Gözlerini adamın muhteşem bedeninden zoraki alıp
Ares'in sırıtan yüzüne kaldırdığında yüzü fırına dönmüştü. Gülümseyen Ares, ona
doğru yöneldi.
"Erkencisin."
Adamın
kendisine yaklaşmasını istiyordu istemesine ama ona yaklaştığı her adımda adam
çekiciliğiyle onun başını döndürüyordu. Aralarındaki mıknatıs yine çalışmaya
başlamıştı. Keşke üzerine bir şeyler giyseydi.
"Çaydan
vaz mı geçtiniz?" diye sordu adam onun durumundan bihaber.
"Üstüne
bir şey giy."
Bunu
dediğine inanamıyordu ama bir adım daha atarsa genç adama bir mıknatıs gibi
yapışması işten değildi. Tepkisine bozulan Ares kaşlarını çatıp üstüne baktı,
kötü bir şey ararcasına. Bulamayınca şaşkınlıkla döndü ve yatağın üzerindeki
spor yeleği giyip fermuarını çekti:
"Özür
dilerim, seni rahatsız etmek istemezdim." dedi bozuk bir sesle.
Dünya
nihayet soluk alabildiğine şükrederek sırtını duvara dayadı. "Sirona'ya
gittin galiba." dedi. Sargısının olduğu yere kısa bir bakış attı. "Yaran
nasılmış?"
Ares
yatağa oturup botlarını ayağına geçirirken cevapladı.
"Evet,
gittim. Ciddi bir şey değilmiş, az önce gördüğün üzere, yarayı sarıp gönderdi."
Lekesi
hafifçe ısındı, yalan söylüyordu. Gözlerini yere dikti.
"Şimdi
dinlenmek için mi hazırlanıyorsun?" dedi yavaşça. Ares'in ona yalan
söylemesini istemiyordu, özellikle sağlığı hakkında.
Gözlerini
kaldırıp suskunlaşan genç adama baktığında, Ares'in omzunun üstünden onu
izlediğini gördü. Sanki onu çözmeye çalışır gibi bir süre onu süzen adam derin
bir nefes alıp masasının yanına gitti:
"Hayır.
Zeus herkesi bir yere gönderiyor, acil bir konuymuş." Masanın üzerinden
bir kılıç alıp kollarının arasından geçirdi ve kılıcını sırtında sabitleyen
kemerin tokasını göğsünün önünden takarken devam etti. "Ben de göndereceği
yer her neresiyse orayı kontrol edip döneceğim."
"Sen..."
diye ona doğru adımlamıştı ki Ares dönüp ona baktı. Dünya adamın gözlerindeki
ifade yüzünden olduğu yerde durakladı. Otoritesini damarlarına dek hissetmişti,
hem de ağzını bile açmadan.
"Senden,
ben gelene kadar odandan çıkmamanı istiyorum, Dünya. Zeus'tan alacağım görevi
elimden geldiğince hızlı bitirip döneceğim. Bensiz etrafta dolaşmanı
istemiyorum, hiçbir yer güvenli değil." dedi. Masaya geri döndü ve
bileklerine birer bileklik takarken devam etti. "İblislerin deliğini bulup
orayı tıkadıktan sonra ancak rahatlayacağım."
"Bunu
nasıl yapacaksın, tek başına?" dedi adamın gözü karalığı canını sıkmaya
başlamıştı. "Benim yüzümden iblisler etrafta dolanıyor. Sana yardım etmeme
izin ver, yanında olayım."
Ares
değişik bir metalden yapılmış iki tane küçük bıçağı bilekliklerine takarken
homurdandı.
"Senin
suçun değil, Asteria'nın marifeti."
"Hayır,
benden alınan saç yüzünden..." dedi ve dehşetle nefeslendi. "Sen
Asteria ile kapışacaksın!"
Ares
altın gözlerini ona çevirerek ne hayır dedi, ne de evet ama gözlerindeki ifade
her şeyi açıklıyordu. Dünya nasıl ikna edeceğini düşünürken adama doğru yürüdü.
"Hayır,
lütfen, bunu yapma. O seni istiyor, tuzağına böyle gidemezsin."
Ares
sıkıntıyla soluklandı. "Ben Zeus'un vereceği görevi yapacağım,
Dünya." dedi. Gerileyip masaya yaslandı. "Onun ne diyeceğini
bilmiyorum."
"Sana
bu görevi vermesini istiyorsun." Ares'in mermere dönüşmüş yüzüne karşı
bağırmamak için kendini zor tutuyordu.
"Kahretsin!
Sen intihar etmeye mi çalışıyorsun, Ares?" dedi. Elini adamın yarasının
üstüne hafifçe yerleştirdi, yaranın altında atan güçlü kalp atışlarını duyabiliyordu.
Gözleri buğulanmıştı. Belki ağlıyordu. "Bugünün benim doğum günüm olduğunu
söyledin." dedi titreyen sesiyle. "Ben de şimdi dileğimi düşünüyorum
ve dileğimin gerçekleşmesi için de sana ihtiyacım var."
Gözlerinden
yanağına damlalar süzülürken; Ares hislerini bastırmak istercesine gözlerini
kapattı. Çelişkilerle dolu bir kararsızlığın pençesinde mırıldandı.
"En
başında bunun bir ceza olduğunu düşünüyordum. Sana âşık oluşumun, Zeus'un
oyunlarından biri olduğunu bile düşündüm. Onu ölümlülere karşı kısıtlarken ben
kapana kısılmıştım. Kader olamaz diyordum ama şimdi kaderimin sen olduğuna
inanıyorum." dedi ve gözlerini açtı.
Altın
gözlerin derinliklerinde umut pırıltılarını görmek Dünya'yı kendinden geçirdi.
Hayranlıkla adama bakarken Ares devam etti.
"Ne
olursa olsun, seni bırakmayacağım papatyam." dedi ve parmağıyla Dünya'nın
boynundaki kolyesini okşadı. "Tüm her şeyden vazgeçtiğimi Zeus'a bildirdikten
sonra ayrılma talebimi ileteceğim ve saygıyla onun kararını bekleyeceğim.
Seninle bir ömür yaşayabilmek için ne istiyorlarsa yapmaya kararlıyım.
Şartlarının hepsini kabul edeceğim."
Doğru
söylüyordu. Bunu anlamak için omzundaki lekeye ihtiyacı yoktu. Gözlerine bakmak
ve sesinin tınısını dinlemek Dünya'yı inandırmıştı.
"Seni
seviyorum Ares." dedi.
Kollarını
adama dolarken Ares de onun beline sarıldı ve kulağına eğilerek "Seni
seviyorum Dünya'm." Diye fısıldadı.
Zaman
durdu, son cümlesi gelmiş geçmiş tüm sevgi sözcüklerinin ötesine ulaşmıştı.
Daha iyisini hiçbir ölümlü kulağın duymadığına emindi. Ares'in kollarındayken
evrende ondan başka bir varlık olabileceğini hayal bile edemiyordu.
"Ares!
Zeus seni bekliyor. Adam tamamen çıldırmadan önce yanına gitsen iyi olur."
Kapıdaki Hermes'in sesiyle kendilerine geldiler.
Ares
toparlanıp seslendi.
"Tamam,
Hermes. Zamanlamandan nefret ediyorum."
Hermes
kapının diğer tarafından kıkırdadı. "Sen yine de şükret, daha kötü
zamanlarda yakaladıklarım da oldu."
"Git!"
diyen Ares'in sesiyle Hermes'in gülüşü havaya karıştı.
"İyi,
gidiyorum. Sen de Zeus'u bekletme."
Ares
kollarını onun beline iyice dolayıp Dünya'yı kendine çekti. Dudaklarına, kısa
ama devamını isteten bir öpücük kondurdu.
"Uslu
olup beni bekleyeceğine söz ver, ben de işleri yola koyup hemen sana döneceğime
söz vereyim."
"En
zor işi bana bıraktın." diye yüzünü şakadan astı. Ares eğilip yüzüne
bakarken Dünya gülümsedi. "Uslu olup seni bekleyeceğim."
Ares
memnun bir yüzle doğruldu ve kollarını Dünya'nın belinden çözdü.
"İçim
rahatladı. Gidip hangi boyutta sıkılacağımı öğreneyim." dedi ve Dünya'nın
elinden tutup kapıya doğru yürüdü.
Dünya
bu durumda bile bulutların üstünde olduğunu hissediyordu. Ares; işini
bitirince, dönüp Zeus ile anlaşma yapacaktı, sakin ve kararlı. Odadan çıkmadan
hemen önce, kapının üstündeki küçük siyah yıldıza bakarken gülümsemesine engel
olamıyordu. O sırada tuhaf bir his omuriliğinin üstünden buz gibi geçti. Bu
şekli, üç ayrı yerde gördüğünün bilgisi yavaşça zihnine süzüldüğünde Ares'e veda
edip odasına doğru yollanmıştı bile. Dilinin ucuna gelmiş şey, bir zehir gibi
beynine yayıldı. Adımlarını fark etmeksizin otomatik olarak atıyordu. Arka
arkaya patlayan anılar onu soluksuz bıraktığında kendi katına varmıştı.
Elini
duvara dayadı ve delice ağrıyan alnını diğer eliyle sıkıştırdı. Anıları
güçlenerek görüntüye dönüştü. Unutulan geçmişinden olduğunu anladığı anılar,
bir yumruk gibi beyninde patladı. Athena ile mutfaktaydılar, kadın her zamanki
ciddiyetinin aksine çok neşeliydi. Önlerine aldıkları bir kâseden, sütlaç kaşıklıyorlardı.
Athena kaşığını kâseye daldırdı ve tepeleme sütlaç doldurarak ağzına attı.
"Hena,
dalga geçmeyi bırak. Bana doğruyu söyle, korktuğun hiç mi kimse yok?"
Athena
lokmasını yutarak cevapladı. "Beni korkutmaya çalışanların genelde
yaşamadığını bilmiyor gibi konuşuyorsun." dedi. Gülümseyerek ekledi. "Geçen
günkü melez, benim için çerezdi, ondan ürkmedim bile."
"Bense
onu tüm gece rüyamda gördüm, çok korkunçtu." dedi Dünya ürpererek.
Athena'nın
yüzü ciddileşti.
"Belki
sadece bir kişi beni ürkütebilir." dedi. Kaşığıyla oynamayı bırakıp
Dünya'ya baktı. "Sana daha önce anlatmıştım. Kuyruklu yıldız."
Dünya
kadının düşüncesini seslendirdi.
"Asteria."
Athena
onayladı, başını salladı. "O kadın, şeytanın ta kendisidir, işkence ve hile
konusunda üstüne yoktur. Hekate'nin annesinin böyle bir kadın olmasına inanmak
çok zor; o kadın benim kanımı donduruyor. Onunla karşılaşmaktansa tüm iblis
ordularıyla karşılaşmayı yeğlerim."
Dünya
dudağını büktü.
"Hak
verebileceğim bir karar." dedi ve sandalyesinde doğruldu.
"Simgesinin, yıldız olmasına ve kuyruklu yıldız anlamına gelmesine rağmen
nasıl olmuş da içi kötülükle dolabilmiş anlamıyorum."
Athena,
dirseklerini masaya dayadı. "İstersen anlatayım." dedi ve tek kaşı
havaya kalktı.
Dünya
merakla Athena'ya bakarken hayal cam gibi patladı ve başka bir yere doğru
kaydı.
Kâhin
ona doğru eğildi.
"İkiniz
de aynı yıldızın laneti altındasınız Dünya. Ares ve sen, ölümle
bağlanmışsınız."
Bir
çığlık boğazında takılı kaldı. O sırada, başka bir görüşün gözlerinin önünde
canlanmasına engel olamadı. Daha önce gördüğü kâbusu yeniden yaşamanın verdiği
sıkıntıyla kasıldı. Üzerinde büyükten küçüğe sıralanmış beş adet yıldızın
parıldadığı siyah kapıyı, eliyle itti. Ürkütücü bir dekorla süslenmiş bir odaya
adım attı. Duvarlarda, hâlâ kan damlayan hayvan başları asılmıştı ve kabzasında
parlak bir taşın olduğu bir kılıç Asteria'nın bir kraliçe misali oturduğu
tahtın yanında, yanlamasına duruyordu. Asteria mücevherli tahtına gururla kurulmuştu
ve iki yanında da ondan bir basamak aşağıda duran ikiz tahtlar vardı. Adonis ve
Ares'in duygusuz gözlerle ona bakarak oturdukları tahtlar. Vaşak, bir kedi
uysallığında mırıldanarak Ares'in ayaklarının dibine yerleşti. Asteria ellerini
iki yana açtı ve adamlara elini uzattı. Ares ve Adonis kadının ellerini kutsal
bir varlıkmışçasına tuttu ve öptü.
Dünya
güçsüzce yere çöktüğünü hayal meyal hissetti, başı artık ikiye ayrılmak
üzereydi. Yeniden kâhinin karşısındaydı, kâhin ona gülümsedi.
"Yıldız
tepede parladığında kapıyı bulacaksın ve uğursuz olanlara yol göstereceksin.
Ölü bedene can veren, onun düşman saydığı olacak!”
Başını,
dönmesini engellemek için duvarın soğukluğuna yasladı. Gözlerinin önünde Enlil
duruyordu. Adam kapısının önünde durdu ve onu yanına çağırdı.
"Kapının
üstüne bir şekil çizeceğim, Ares'in kapısının üstündeki şekil ile aynı olacak.
Bu sayede, Zeus senin isteğin dışında odana giremeyecek. Çok uzun seneler önce
Ares'in kapısını da ben mühürlemiştim, o yüzden çekinmene gerek yok. Şekli
yapabilmem için de senin bana yardım etmen gerek."
"Sen
Ares'in odasına girebiliyor musun?" dedi kaşlarını çatıp.
Enlil
hafifçe gülümsedi:
"Benden
ve senden başka onun odasına kimse giremez." Dünya'nın yüzünün asılmasını
izleyen Enlil, çok kadınsı bir kahkaha attı. "Beni kıskandın mı?"
Adamın,
onun elini tutup bıçağını avucuna saplamasıyla öğürdü, acıdan midesi
bulanıyordu. Aklına gelen diğer anı, Ares'in odasının kapısına kimin engel
koyduğunu ısrarla öğrenmek istemesiydi. Adonis ise elini kimin kestiğini
öğrenmek için uğraşmıştı. Ardından, Persephone'nin evde hain olduğunu söylediği
an belirdi zihninde. Tüm bedeni uyuşmaya başlarken Ares'in kapısının üstündeki
yıldız şekli, kendi kapısının üstündeki yıldız şekli ve Tartaros'ta Adonis'in
çıktığı kapının üstündeki karanlık yıldız şekli birer fişek gibi patladı.
Adonis'in, Asteria'nın odasından çıktığını biliyordu.
"Hayır."
diye hırladı. Hainin kim olduğunu biliyordu ama buna inanamıyordu. Çay
içtiklerinde kâhinin sarf ettiği sözler aklına geldi. O zaman için saçma gelen
sözler şimdi anlamlanmıştı:
"Ayrıca,
Asteria'ya o kadar çok güvenme, her sözü bilgece değildir."
Ares'e
bunu anlatmalıydı. Adam tehlikenin büyüklüğünü bilmeliydi, asıl düşmanları
burunlarının dibinde dolanıyordu. Başı hâlâ zonklarken ayağa kalktı ve sırtını
duvara dayadı. Asteria'dan önce adama nasıl yetişeceğini düşünürken birinin ona
yaklaştığını hissetti. Omzundaki leke giderek ısınıyordu, adım seslerine doğru
güç bela döndü. Baş ağrısının bulandırdığı görüşü netleştiğinde karşısında ona
gülümseyen bir çift gözle karşılaştı ve kanı dondu.
"Neyin
var, hasta mısın?"
Enlil'in
bedeninden süzülen, tütsüye benzeyen sisleri görmezden gelerek iyice doğruldu.
Mührünün üstünü saçları örtmüştü, gözlerden saklıyordu ama sızının ona
çektirdiği acıyı da fark ettirmemesi gerekiyordu. Adamın görünüşü mide bulandırıcı
bir şekilde titreşti, sonra dağılmadan toparlandı.
"Yüzün
bembeyaz olmuş canım, odana gitmene yardım edeyim mi?"
"Hayır."
dedi. Enlil'in temasından kaçınarak duvarda kaydı. "Ben iyiyim, bir an
başım döndü." diye mırıldandı.
Enlil
görüntüsü giderek eriyordu. Dünya'ya yaklaşmaksızın onu süzmeye devam etti ve
anlayışlı bir sesle konuştu.
"Belki
biraz uyuman gerekiyordur."
"Evet,
olabilir." dedi. "Uykudan önce, baş dönmesi için Sirona'ya
görünmeliyim."
"Sen
odana git canım, ben sana bir şeyler getiririm. Hem duş alsan iyi olur, berbat
görünüyorsun." dedi ve yüzünü buruşturdu. "Çoktan ölmüş birine daha
çok benziyorsun."
Başını
salladı.
"Tamam."
dedi. Sözlerindeki anlamsızlığı belli etmeden Enlil'e güven vermek için
gülümsemeye çalıştı. "Uyku için bir şeyler sorabilirsen sevinirim."
Enlil
gözlüğünü düzeltti.
"Elbette,
sen odana git, yeter. Odandan çıkma!"
Birkaç
saniye öylece dikildiler. Dünya yürüyemeyecek gibiydi fakat bacaklarını zor da
olsa hareket ettirmeyi başardı. Yürümeye başladı, odasına yaklaşırken de
hızlandı ama odası Dünya için güvenli değildi, Ares giremezdi ama o
girebilirdi. Mührü alev gibi yanıyordu. Kapısının önünde bir kez daha Enlil'in
olduğu yere baktı. Az önce Enlil'in durduğu yerde bu kez ona bakan Asteria'ydı.
Kadının güzel yüzü korkunç bir sırıtmayla iyice netleşti, Asteria açığa
çıktığından bihaber arkasını dönerek koridorun köşesinde gözden kayboldu.
Dehşet
içindeydi, boğazı kurumuştu ve başı dönüyordu. Kime gidebileceğini bilmiyordu,
birden ayıldı. Ares görevden önce talimatları almak için Zeus'un yanına
gitmişti ama neredeydiler? Kararını verip Asteria'nın tersi istikamette koşmaya
başladı. İki kere tökezledikten sonra toparlandı ve uzun yolu kullanarak terasa
doğru hızlandı. Labirent koridorlarda koşarken yüreği ağzındaydı. Zeus'un
katının dönen merdivenlerini tırmanıp köşeyi döndü ve korkudan onu bağırtan bir
bedene hızla çarptı.
"Hey!"
diyen Athena, Dünya'yı yakalayıp doğrulttu. "Deli gibi nereye
koşturuyorsun?"
Yutkundu,
nefes nefese sordu. "Ares, nerede?"
"Şimdi,
Zeus'un odasına girdi, ben çıkarken." dedi Athena, kahverengi hareleri
olan koyu mavi gözlerini Dünya'ya dikmişti. "Ne oldu?"
"Hainin
kim olduğunu biliyorum, iblisleri eve saldırtan."
"Melezleri."
diye Athena düzeltti.
"Her
neyse, onları Enlil bırakmış."
Athena
onu bıraktı, kuşkuyla Dünya'ya baktı.
"Enlil
mi? O yaşamıyor Dünya, uzun zaman önce Asteria tarafından öldürüldü."
dedi. "Söylediğin şey olanaksız..."
Paniği
ve korkusu tüm bedenine yayıldı, buz gibiydi.
"O…
Asteria, Enlil kılığındaydı. Onu görmediniz mi, yanımdaydı. İçki servislerinde
benimleydi. Neden daha önce söylemediniz?" dedi kekeleyerek. “Benimleydi!”
Athena
gözlerini ona dikerek dikkatlice konuştu.
"Sen
hep tek başınaydın Dünya, yanında kimse yoktu." Dedi. “Bizimkiler dışında
yanında başka biri hiç olmadı.”
Bayılmak
üzereydi, başını salladı.
"Bu
olamaz, o benimleydi, buraya geldiğimden beri. Asteria, Enlil kılığında
benimleydi; bana yardımcı olmuştu."
"Tamam,
bunun çaresine bakabiliriz. Hayal görmüş olmalısın, Asteria buraya gelmez. O
yeraltından çıkmaz." dedi Athena. Kendi kararsızlığı yüzünden okunuyordu.
"Zeus ile konuşalım."
Birlikte
Zeus'un bulunduğu "Tepe" dedikleri terasa doğru yürürken içindeki
dehşet ve acıyla savaşıyordu. Athena'nın bile yüzü bembeyaz olmuştu. Ona
verilen görev için hazırlanmışken en çok korktuğu şeyin evde olduğunu
öğrenmişti. Koridorun ışıkları titreşince Athena belindeki kılıcı çekti ve
dikkatlice yürümeye devam etti. Dünya'yı hemen yanı başına çekti.
"Sakin
ol, Dünya. Bir şey olursa da arkana bakmadan Tepe'ye koş."
Işıklar
yeniden dalgalandı ve bir kaçı patladı. Çığlık atmamak için yumruğunu ağzına
bastırdı, onun tersine Athena soğukkanlıydı. Koridoru aydınlatan iki lamba sayesinde
anca tutunan aydınlıkta yürümeye devam ettiler. Athena kılıcı önde tutuyordu.
Bir hırıltı duydular ve oldukları yerde durup sesin kaynağını belirlemeye
çalıştılar.
"Cesur
Athena!" diye cinsiyetsiz bir ses yankılandı. "Beni etkilemene
yetecek kadar uzun bir zamandır seni izliyorum."
Athena
dikkat kesildi fakat Dünya, cesaretli görünüşüne rağmen kadının korktuğunu
biliyordu. Athena, Asteria'ya cevap vermektense, sesin nereden geldiğini
kestirmeye çalışırken; Asteria siyah bir elbiseyle karanlığın içinde belirdi.
Sırtında daha önce de gördüğü tüylerden yapılmış pelerini vardı. Uzun, siyah saçlarını
toplamış; güzel yüzünü hoşnut ama tehlikeli bir sırıtmayla süslemişti.
Athena,
sol elinin avcuna üfledi, nefesi hızla somutlaşarak avucunda şeffaf cam bir top
oluşturdu. Tam ortasında minicik bir ışık parıldıyordu.
"Dondur!"
diye emir verdiği top iyice parlayarak tamamen ışığa dönüştü ve Athena, bu ışık
topunu hızla Asteria'ya fırlattı. Işık topu, hedefine doğru kusursuzca uçarken
Asteria elini kaldırdı, top görünmez bir kalkana çarpıp parçalandı. Athena
yeniden denedi, üç ışık topu da kalkanda parçalandıktan sonra vazgeçip kılıcını
yeniden eline aldı.
"Burada
işin yok Asteria, cehennemine geri dön!"
Asteria
eğlenen bir yüzle kadını süzdü. "Kralımı almadan hiçbir yere
gitmiyorum." diye ürkütücü bir sesle fısıldadı ve gözleri Dünya'ya kaydı. "Sen
de yemim olacaksın canım! Böylece Ares’i kolayca alabilirim."
"Ares
sana boyun eğmeyecek! Buna, asla izin vermem." diye söylenen Athena, tek
bacağından destekle aniden havaya doğru yaylanarak hızlı ve tereddütsüz bir
hareketle Asteria'ya atıldı. Kılıcı havada döndürerek kadının başına doğru
gelecek şekilde çevirdi.
Asteria,
Athena'nın yaptığı hareketten hiç etkilenmeksizin pelerinini savurdu ve bir
metre ötesinde belirdi. Athena'nın kılıcı az önce kadının olduğu yeri
çökerterek indi ve Athena hiç duraksamadan kılıcı tuttuğu gibi Asteria'nın
sırıtan yüzüne savurdu. Asteria, eliyle kılıç darbesine karşı koydu. Elinden
tüten sis, kılıcı boydan boya kaplamıştı. Athena, kılıçtan elini çekmeye çalıştı
ama başaramadı. Asteria zevkten kahkaha atarken, Athena'nın korkusu yüzüne
yansımaya başlamıştı. Kadını tekmelemek için bacağını savurdu. Asteria, bu
atağı bekliyordu, uzun bacağını kaldırıp onun tekmesini etkisiz hale
getirdikten sonra kılıç tutan elini kullanarak paniklemiş Athena'yı duvara
yapıştırdı.
"Aferin
sana, Zeus kızı!" dedi. Athena duyduğu hitap yüzünden şaşkınlıkla
kaşlarını çatarken Asteria da onun savunmasız halinden yararlanıp elini yana
attı ve kısa bir bıçak çıkardı. "Bakalım acıya dayanıklı mısın?" dedi
ve bıçağı Athena'nın omzuna saplayıp çevirdi. Athena'nın gözleri kısıldı ama
hiç ses çıkarmadı. Asteria'dan sızan dumanlar onu duvara sabitlemişti,
kıpırdayamıyordu.
Dumanlardan
yayılan korku hissi, uzakta olan Dünya'yı bile etkiliyordu. Doğrudan hedefte
olan Athena’nın yüzü mum gibi oldu ama durması için kadına yalvarmadı. İşkence
altındaki Athena'ya yardım etmek için ikisine doğru koştu fakat Asteria ona
bakmadan elini salladı ve yerden fışkıran ipler Dünya'yı sımsıkı sardı.
Ellerini, bacaklarını ve belini saran ipler yükseldi ve boğazına dolandı. Nefes
alamıyordu. İşkencesine karşı koymaya çalışan Athena'nın güç sarf ettiği için
terlediğini görebiliyordu. Dünya, Athena'ya yardım edemediği için hırsla
ellerini sıktı. Dünya'yı saran ipler ona nefes aldırmasa da Asteria'ya öfkeyle
bağırdı.
"Yeter
Asteria!"
Asteria'nın
ilgisi tamamen Athena'nın üzerindeydi, Dünya'nın haykırmasına aldırmadı bile.
Mücevher saplı bıçağı Athena'nın omzundan çekti ve bu kez, bıçakla kadının
güzel yanağını boydan boya kesti. Yaptığı esere hayranlıkla bakarken fısıldadı.
"Çok
güzel Athena, hâlâ yalvarmadın."
Athena
hissettiği dehşetten cama dönüşmüş hareli gözlerini kadına dikti. "Seni
öldüreceğim!" diye hırladı. Kıpırdamak için yeniden çabalamasına
Asteria'nın tek tepkisi kahkaha atmak olmuştu.
Asteria
"Gitmeliyiz" dedi Athena'ya. "Seninle de daha boş bir vaktimde
ilgilenirim, Zeus kızı!" dedi ve mücevherli bıçağı Athena'nın tam kalbinin
üstüne sapladı.
Dünya,
"Hayır!" diye bağırırken Asteria gülüyordu. Athena'nın yüzündeki
şaşkınlık eridi ve gözleri yavaşça kapandı. Kadın, elini Athena'nın kalbine
sapladığı bıçaktan çekip doğrulduğunda Athena cansızca yere yığıldı. Kalbinin
tam üstündeki bıçak mücevherli sapına dek bedenine girmişti. Dünya'yı saran
ipler nihayet çözüldü ve Dünya duraksamaksızın yerde yatan Athena'ya doğru
koştu. Nasıl olduğuna bakmak için eğilirken Asteria kolundan tutup onu savurdu.
Dünya
hızla duvara çarptı ve soluksuz kaldı. Gözleri acırken tüm kiniyle Asteria'ya
baktı.
"Onu
öldürdün!"
Asteria
elini beline koydu. "Hayır, sadece bir süreliğine yolumdan çekilmesini sağladım.
Onların ölümsüz olduğunu bilmiyor musun, aptal kız." dedi ve sırıttı. "Ayrıca,
Ares ablasını öldürdüğümü duyarsa bana kırılabilir, ilişkimizi zora sokmak
istemem."
"Asıl
sen aptalsın!" dedi kadına bağırarak. "Athena, Ares'in ablası falan
değil. Onlar kardeş bile değiller. Zeus'un kızı, Artemis… Athena değil."
Asteria'nın
yüzünü delice bir ifade bürüdü.
"Sözlerine
dikkat et ölümlü!" dedi hırıltılı bir sesle. "Sana ve aptallıklarına
yeterince katlandım. Yararın olmasa senin kanını şuracıkta içerdim ama dua et
seninle biraz daha işim var."
"Ares,
sana asla katılmayacak. Benim için bile bunu yapmaz." dedi Dünya.
Öfkesinden ve üzüntüsünden titriyordu.
"Senin
için mi? diye kahkaha atan Asteria, ölümcül gözlerini Dünya'ya dikti. “Sen
kimsin ki! Ona anlatacaklarımdan sonra intikam almak ve iblislere hükmetmek
için, bir dakika bile düşünmeyecek! Zeus'un oğlu babasını kendi kanında
boğacak!" dedi Asteria. Bunları söylerken çıldırmış gibiydi.
Kadın
konuşurken mührünün hiç ısınmadığını fark ettiğinde şaşırdı ya kadın doğru söylüyordu
ya da mührü etkisizdi.
"Sen
yalancının birisin!" dedi, mührünün tepkisine inat. "O, sana
inanmaz!"
Asteria,
ona doğru yürüdü ve çenesini eliyle kavrayarak debelenmesine aldırmadan onu
yukarı kaldırdı. Dünya'dan uzundu ve çok güçlüydü.
"Benim
sözlerimin doğru olduğunu biliyorsun." dedi. Sol omzunun üstündeki
saçlarını geriye atıp mührüne kısa bir göz attı ve Dünya'ya döndü. Sırıttı ve
elini ondan çekti.
"Dinle."
Güçsüz
kalan Dünya’nın dizleri çözüldü, kukla misali yere yığıldı. Nefretle kadına
bakarken Asteria tek dizinin üstüne çöktü. Onun gözlerine gözlerini dikti,
konuşmaya başladı.
"Zeus'un
çapkınlıklarını sana anlatmıştım, sen iyi bir dinleyiciydin Dünya. Bu yüzden,
son bir hikâyeyi hak ediyorsun. Sana Zeus'un inkârıyla yitip gitmiş bir
hikâyeyi anlatacağım." dedi. Anlatmaya hevesli Enlil bakışlarıyla
konuşmaya devam etti.
"Bir
zamanlar, peşinden koşan ölümsüzlerin arasından eşi olarak Zeus'u seçen kadın,
hamile kaldığında Kassandra isimli bir öngörücü kehanette bulundu. Kassandra, adamın
evlendiği eşinden doğacak ilk erkek çocuğun babasının tahtını sarsacak kadar
güçlü olacağını söylediğinde Zeus, korkuyla bekledi. Sonunda, Athena doğdu.
Athena, erkek olmadığı için Zeus rahatlamıştı. Kehanetin boşa çıktığını
düşünüyordu, sonu babasına benzemeyecekti. Bir süre sonra Zeus'un eşi yeniden
hamile kaldı. Zeus, çocuğun kız olacağından emindi. Yeni bir kıza itirazı
olmazdı çünkü Athena, güçlü kişiliğiyle onun gözdesi olmuştu, kimliğini
kızından saklasa da, kızıyla içten içe gurur duyuyordu. İkinci çocuğu doğdu
fakat bu beklenenin aksine bir erkek bebekti. Kehanetin gerçekleşmesinden
korkan Zeus, onu yok etmeye davranınca annesi engelledi. Zeus, kendisini
engellemeye çalışan kadını, kandırıp bebeğinden uzaklaştırdı. Kadın ikna olup
gittiğinde bebeği öldürmek için döndü ve gördü ki bebeği iblisler tarafından
korunuyordu. Zeus tek başınaydı ve iblisler çocuğu himayelerine almışlardı.
'Ona zarar vermeyeceksin' dediklerinde emirlerine uymak zorunda kaldı ve bebeği
alıp Olimpos'a döndü. İblislere haber verenin ben olduğumu öğrenmek umarım seni
şaşırtmaz. Onu Zeus'un hışmından koruyan bendim. Gerisini sanırım biliyorsun.
Zeus, Ares'i hiç sevmez çünkü onu tahtından edecek kişi Ares." dedi ve gözbebekleri
ışıldayarak doğruldu.
"Şimdi
Dünya, uslu bir kız olup bana zorluk çıkarmazsan senin için bir ödül
düşünebilirim. Ama Ares'in sadece bana ait olduğunu kabul etmelisin. O benim
kralım!"
Kadın,
Ares'in Zeus ve Hera'nın oğlu olduğunu öne sürüyordu ve mührü de buna kayıtsız
kalıyordu. Dünya, Asteria'nın söylediklerinin doğru olduğunun bilincindeydi.
Kadına baktı.
"Onu
zorlayamayacağını biliyorsun." dedi. "Ares, isteseydi çoktan
iblislerin komutanı olurdu ama istemiyor."
Asteria
ayağa kalktı ve Dünya'ya tepeden bir bakış attı.
"Burada,
sen devreye giriyorsun canım." diye sırıttı. Avcunu onun göreceği şekilde
açtı, elinde ceviz büyüklüğünde bir elmas duruyordu. "Ares ve Adonis'in
sana olan ilgisini kullanacağım. Bu ne, biliyor musun?" dedi.
Cevap
alamayınca sabırla açıkladı. "Bu, iki prensin kiniyle dolacak olan
mücevher, bana verilenin benzeri."
Dünya'nın
gözleri korkuyla açıldı. Kötülükleri içinde saklayan elmasın, iyi yürekli
Asteria'yı neye dönüştürdüğünü hatırlayınca, gerileyerek duvara sindi. Asteria,
parlak dişlerini göstererek sırıttı.
"Senin
içinde olan bencillik hoşuma gitti. İkisini birbirine düşürmeyi başarman işimi
çok kolaylaştırdı. Bu yüzden seni yanıma almaya karar verdim ölümlü. Bu gece,
bu elmas kötülükle dolacak ve her iki prens istese de istemese de bana katılmak
zorunda kalacak. Büyülü mücevheri senin kalbine yerleştirdikten sonra benim en
iyi askerim sen olacaksın."
Mührü
neden ısınmıyordu, neden bu kadının sözleri canını yakıyordu? Gerçeklik
mührünün canını yakmasını tercih ederdi. Asteria, elini ahenkle salladı ve
dumanlar Dünya’yı sarmaya başladı.
"Şimdi
gösteri zamanı!" diye ürkütücü bir sesle hırladı. Arkasını döndüğünde,
elinin hareketiyle canlanarak Dünya'yı saran dumanlar bir küreye dönüştü ve
küre onu Asteria'nın peşinden sürükledi.
Dünya
bağırmaya çalışıyordu ama sesi yok olmuştu; küreyi yumruklamaya çalıştı ama
faydasızdı. İyice daralan küre onu Tepe'ye taşıdı ve mermer sütunların arasına
gerilmiş olan tüllerin arkasında durdurdu. Asteria'nın bakışları, alanın
ortasında tek başına duran Ares'in üzerindeydi. Genç adam beklemekten sıkılmış
bir tavırla ileri geri volta atıyordu. Dünya ona seslenmek için debelendi ama
adam ne onu ne de Asteria'yı görüyordu.
Hava
gittikçe kötüleşiyordu, güçlü bir rüzgâr yerlere saplanmış meşalelerin
alevlerini titretti. Ares, nefes alıp kollarını önünde kenetledi ve Zeus'un
olması gereken kaidedeki mermer tahta bir göz attı. Kimse yoktu. Yeniden dönüp
yürümeye devam ederken; Asteria Dünya'nın kulağına eğildi.
"Ne
muhteşem bir adam!" dedi iç geçirerek. "Bu gece, benim yatağımı
süsleyeceğini düşündükçe sabırsızlanıyorum."
Bunları,
onu kızdırmak için söylediğini biliyordu, amacına da ulaşmıştı. Tüm kiniyle
kadına baktığında kadın keyifle doğruldu ve dudaklarını yalayarak adama döndü.
Kalbi delice sızlıyordu. Ne yapacağını düşünürken gök gürledi ve bir yıldırım havayı
yararak kaideye çarptı. Ares, beklentiyle kaideye döndü. Işığın arasından
Zeus'un bedeni belirdi ve Zeus hoşnutsuz mavi gözlerini Ares'e çevirdi.
"Yeniden
Olimpos'tasın."
Ares
yavaş adımlarla yürüdü ve tahtın karşısına dikildi.
"Mutluluğun
gözlerinden okunuyor Zeus." dedi. Kenetlediği ellerini açtı. "Seni
beklemekten sıkıldım, kontrol etmem gereken boyut hangisi?"
Zeus'un
çenesi öfkeyle kasıldı.
"Haddini
aşıyorsun Ares!" diye homurdandı. "Tahtta hâlâ ben oturuyorum. Bana
saygı duymayı ne zaman öğreneceksin?"
Ares
sabırsızca kıpırdandı. Aklına gelenlerin dudaklarından çıkmasını engellemek
için dudaklarını birbirine bastırdı. Dünya, adamın sakin durması için içinden
dua etmeye başlamıştı. Zeus'u kızdırmazsa kavga olmazdı ve Asteria'nın
mücevheri kötülükle dolmazdı. Zeus'un, Ares'in babası olduğuna inanamıyordu.
Acaba bunu Ares biliyor muydu?
"Seni
dinliyorum Zeus." dedi, asil bir duruşla, mermer tahtın önünde duran adama
bakarak.
Zeus,
altın gözlüyü oğlu değil de düşmanıymış gibi küçümseyerek süzdü.
"Senin
görevin başka." dediğinde Ares kaşlarını çattı. "Öncelikle bana
dürüst bir cevap vermeni istiyorum." dedi.
"Sana
hiç yalan söylemedim." dedi Ares kendinden emin bir ifadeyle. Gözlerinden
adamın ne söyleyeceğini merak ettiği anlaşılıyordu.
Zeus
düşünceli bir ifadeyle döndü, tahtına oturdu.
"Afrodit'in
verdiği ambrosiayı yedin mi? Ölümsüzlüğünü geri almaya hakkın olduğunu
biliyorsun."
Ares'in
gözleri kısıldı, cevap verip vermeme konusunda emin değildi.
"Bu
seni neden ilgilendiriyor?"
"Olimpos'ta
başka türlü kalamazsın, biliyorsun. Ayrıca, sana vereceğim görev için ölümsüz
olman gerek." Dedi, kararlı bir sesle. "Bana doğru yanıtı
söyle."
Ares
kollarını yeniden kenetledi.
"Sonrasında,
birlikte nektar içmemizi önermeyeceksen söyleyeyim, ambrosia'yı yedim. Şimdi
görevi söyle."
Mührünün
ısınmasıyla soğuk bir his ensesini sardı, Ares yalan söylüyordu. Meyveyi
yememişti, hâlâ ölümlüydü. Dünya, Asteria'nın ona yan gözle baktığını fark
edince tepki vermeksizin Ares'i izlemeye devam etti. Ares’in doğru söylediğine
inanan kadın, tatmin olan bakışlarını yeniden Ares'e çevirdi. Ares'in yalan
söylemesinin bir nedeni olduğunu düşündü ve onu ele vermemek için kıpırdamadan
onları izledi.
Zeus,
memnun bir yüzle doğruldu.
"Çok
iyi."
Karanlığı
aydınlatan bir şimşeğin ardından, gökyüzü korkunç bir şekilde gürledi. Ses,
çınlamaya devam ederken Zeus kollarını tahtın üstüne yerleştirdi.
"Aramızdaki
sorunu, bu gece çözmeye karar verdim. Ölümsüz olduğuna göre, herhangi bir
haksızlık olasılığı ortadan kalkmış oldu. İntikam hakkımı talep ediyorum
Ares."
Ares
başını doğrulttu. "Bunun için, fazla bile bekledik." dedi, öfkeli
gözlerle Zeus'a bakarken. "İstediğin silahla başlayabilirsin."
Zeus
nefeslendi.
"Yaptığın
şey için utanman gerekirken hâlâ haklıymış gibi davranmana inanamıyorum."
dedi. Yumruklarını sıkarak kükredi. "Hera'yı baştan çıkarırken benim
gururumu hiç mi düşünmedin?"
Dünya'nın
başı döndü, kürenin hapsinde olmasına rağmen yere yığıldı. Yanındaki kadının
keyifle iç geçirdiğini duyduğunda midesi bulandı. Ares, Zeus'un eşini, yani
kendi annesini, baştan çıkarmaya çalışmıştı ve Zeus'un öfkesine bakılırsa bunu
başarmıştı. Altın gözlünün duruşundaki kayıtsızlık dayanılmazdı, hiçbir şeyi
bilmediğine kanaat getirdi. Öğrendiğinde ne hale geleceğini düşünmek bile
istemiyordu. Hera buna nasıl izin vermişti, yoksa o da mı bilmiyordu?
"Sen,
istediğin kişiyle zaman geçirirken o neden kendini tutsun?" dedi Ares.
Bıkkınca soluklandı. "Kestiğin ceza nedir, onu söyle. Gördüğüm kadarıyla
benimle dövüşmek gibi bir niyetin yok."
Zeus,
öfkeden köpürdü. Ellerini tahta vurarak ayağa kalktı.
"Sen
onu etkilemeye uğraşmasaydın, Hera senin odana ayak basmazdı Ares!" dedi.
"O, benim kraliçem ve sadakati konusunda hiç tereddüdüm olmamıştı, ta ki
seninle... Lanet olası! Sana olan hoşgörüyü bu şekilde suiistimal etmen akıl
alır gibi değil!"
Zeus'un
kızgınlığının nedenini anlayabiliyor, duyduklarından sonra ona hak veriyordu
fakat söz konusu olan Ares'ti. Dünya'nın duyguları karmakarışıktı ve göğsündeki
kalbi ikiye ayrılırcasına sızlıyordu. Onu, Hera'yla düşündükçe üzüntüden
kahroluyordu ve bu sefer ki kıskançlıktan değildi. Asteria ise sırıtarak
konuşmaları dinliyordu. Dünya, kadının ona olan dikkati azaldıkça üzerine
yayılan sisin etkisinden kurtulduğunu fark etti. Doğru anı beklerken iki adamın
konuşmasını izlemeye devam etti.
"Benden
ne dememi bekliyorsun?" dedi Ares küstahça. "Odama izinsiz giren
sendin. Gördüğün manzara hoşuna gitmediği için ben mi senden özür dileyeceğim?”
Zeus,
Ares'i kinli bakışlarla bir süre süzdü, daha fazla tartışmayı uzatmamak için
"Odanı bana engellemen de kötü niyetinin ve şeytani bağlantılarının
kanıtıdır. Artık senin bu lanetli cesaretine son vereceğim. Bu gece tek hakkımı
kullanacağım ve seni, eşimi yatağına aldığın için cezalandıracağım."
diyerek doğruldu.
"Beni
temsil edenle dövüşeceksin ve kazanan, kaybedene istediğini yapabilme hakkını
da kazanacak. Bu adil bir ceza ve kimse karşı çıkamaz!"
Asteria'nın
gözleri ışıldadığında Dünya bedenini rahatça kullanabildiğini fark etti.
Üzerindeki sis iyice açılmıştı ve görüşü netleşmişti. Dudaklarını sıkarak,
kıpırdamadan beklemeye devam etti. Zamansız bir hareket, her şeyi berbat
edebilirdi. Zeus'un başını girişe çevirdiğini gördü. Zeus, yüksek sesle
temsilcisini çağırdı.
Tepelerindeki
gökyüzü gürülderken cam kubbe sarsıldı ve Adonis, kararlı adımlarla geniş
terasa adım attı. Baştan ayağa simsiyah giyinmişti. Elindeki uzun kılıcıyla
ortaya doğru yürürken iki adam bakıştı. Ares'in bakışları buruktu ama Adonis'in
nefreti gözlerinden taşıyordu. Elindeki kılıca sıkıca kenetlediği eli bembeyazdı.
Sırtı Dünya'ya dönük Ares'in karşısında dikilince belindeki kemere asılı başka
bir silah gözüne çarptı. Bu camdan yapılmış küçük bir bıçaktı. Bıçağa,
dikkatlice baktı, bıçak kristalden yontulmuş gibi parıldadı. Başını kaldırıp,
Asteria'ya baktığında kadının gözlerinin de aynı bıçakta olduğunu gördü. Bu,
Asteria'nın Adonis'e Tartaros'ta verdiği ve her şeyi elde etmesini sağlayacak
silahtı.
Asteria,
ondan uzaklaşarak önlerinde sallanan tülün yanına gitti ve elması yere bıraktı.
Elmas, şimdiden renklenmeye başlamıştı. Kirli sarı bir duman, elmasın içinde dolanarak
dışarı çıktı. Asteria heyecanlanmıştı, hafifçe nefes alıp kara gözlerini iki
adama dikti. Artık onunla hiç ilgilenmiyordu. Dünya, iki adamın kavga etmesini
engellemenin bir yolunu düşünürken, yardım edecek biri olup olmadığını da
aklından geçiriyordu. Kâhin ondan uzaktaydı ve diğer ölümsüzlerin hepsi de
boyutlara gitmişlerdi. Athena ise ölümcül yarasıyla koridorda yatıyordu. Zeus
konuşunca bakışlarını adama çevirdi.
"Her
şey kuralına göre olacak." dedi. "Eşimle birlikte olma suçunun cezası
olarak temsilcimle karşılaşacaksın ve kazanan istediğini alacak. Ben, Zeus!
İntikam hakkımı Adonis'e devrediyorum!"
Gökyüzü
yeniden gürledi ve yağmur yağmaya başlarken iki adam karşı karşıya dikildi.
Savaşmaya hazır ve istekli oldukları belliydi. Bu ölümüne bir savaş olacaktı.
Adonis, Ares'in ölümsüz olduğunu sanıyordu. Dünya, sesini yokladı hâlâ sisin
etkisindeydi. Neden herhangi bir ölümsüz gelip bu saçmalığa bir son vermiyordu?
Adonis,
Ares'i süzdü. "Kavganın adil olması için nektar içmedim." dedi.
"Senin, nektar içmeye vaktin olmadığını biliyorum."
"Bunu
neden yapıyorsun Adonis?" dedi, Ares. "Seni kandırdıklarını görmüyor
musun?"
Adonis,
Ares'in çevresinde dönerken Ares dikkatle onu izledi.
"Tek
akıllı, sen misin Ares?" dedi kusursuz yüzünü buruşturarak. "Şimdiye
kadar sana hep destek oldum, doğru olsun veya olmasın her yaptığını onayladım.
Senden tek isteğim Dünya'dan uzak durmandı fakat sen onu benden çalmaya
çalıştın."
Ares
kuruyan dudaklarını yaladı, yüzü iyice beyazlamıştı. Ares'in göğsündeki yarayı
düşünen Dünya'nın gözü karardı. Ares'in Adonis'in karşısında hiç şansı yoktu.
Ares ise terastaki herkesten çok daha sakindi.
"Onu
senden çalmadım Adonis, biliyorsun." dedi. Adonis'in gözlerine bakarak
devam etti. "Dünya bir ölümlü, baştan beri burada olmaması gerekiyordu ve
onu serbest bırakmak zorundaydık. Zeus seni kullanıyor, aç artık
gözlerini."
Adonis
lafını kesti.
"Peki,
sen neden dediğini yapmadın? Seni izledim Ares.”
Ares'in
ifadesi dağıldı, Zeus'a şaşkınlıkla baktı. Zeus iç çekerek başını salladı,
alaycı bir kıkırdamayla konuştu. "Bana yasak ama sana değil demek,
Ares."
Ares
yanağını kemirerek bir an düşündü ve başını kaldırıp Adonis'e baktı.
"O
zaman kozumuzu paylaşalım. Seni yeneceğim için üzgünüm kardeşim ama cezam seni
rahatlatacak."
Adonis
gülümsedi.
"Elbette."
İkisi
saldırı pozisyonu alırken Asteria, ellerini iki yanında yumruk yapmış, arada
yere bıraktığı taşa sabırsızlıkla bakıyordu. Parlak taşın içinde gölgeler
gezinmeye başladı. Zaman iyice azalmıştı, Dünya ayağa kalkmak için yavaşça
doğruldu. Sütuna elini dayadı ve ayaklandı, onu kaplayan sis yere döküldü.
"Adonis,
bunu yapma!" diye haykırarak ileri atıldı ama yüzünde patlayan tokatla
geriye savruldu.
Aniden
gelişen bu olayla üç adam da şaşkın kalakaldılar. İri damlalar halinde yağan
yağmurun altında doğrulan Dünya, Ares'e baktığında adamın hareketlendiğini
gördü. Asteria adamı engellemeseydi yanına gelebilecekti. İki elini havaya
kaldıran kadın, havayı kavrar bir hareketle ellerini kastı. Ares, görünmez bir
iple çekilmiş gibi geriye uçup diğer sütuna çarptı ve yere düştü. Asteria
başını Zeus'a çevirdi, şaşkınlığından kurtulan Zeus yıldırım göndermeye
hazırlanıyordu. Elini adama umursamazca salladı. Mermer kaide anında iplerle
doldu ve Zeus kıpırdayamadan tahtına doğru düştü. İpler onu sıkıca sarmıştı.
Kadın sıkılmış gibi derin bir nefes alıp kubbenin altına girdi.
"Her
neyse, bu daha iyi oldu. Sen çok konuşuyorsun Zeus, bırak gençler işlerini
yapsın."
Dünya
gözleri kalkmaya çalışan Ares'te olduğu halde doğrulurken Asteria Adonis'in
yanına ulaştı. Adamın düzgün kaslarını okşayarak etrafında döndü. Hoş bir tonda
konuştu.
"Sözünü
tut Adonis, ben de sana istediğini vereyim. Ölümsüz Ares'in güçlerini aldıktan
sonra benim yanımda olmaya hak kazanacaksın."
Kadının
cazibesinden etkilenmeyen Adonis, kadının elinden uzaklaştı.
"Sözümü
tutacağım ama senin yanında olmak için değil." dedi. "İblislerini
boyutlarında tutacaksın. Soyut olarak bile kimseye zarar vermeyecekler. Onların
hilelerine bir son vereceksin."
Asteria
çekici bir bakışla adama yeniden yaklaştı.
"Tabi,
sevgilim. Onları engelleyeceğime söz veriyorum, sen de bana Ares'i ver. Kâinat
senin olsun, Ares de benim. İblislerim senin yoluna çıkmayacak!"
Mührü
ısınınca kendine gelen Dünya, yapması gereken şeyi kavramıştı. Yeterli vakti
var mıydı? Ares'e baktı, ayağa kalkmıştı ve öfkeyle ikisine bakıyordu.
"Ona
inanma Adonis. Onun hiçbir şeye gücü yok."
Adonis
dikkatini Ares'e çevirirken Asteria iki adamın arasından çekildi, dövüşmeleri
için onlara yer açtı. Adonis kararsızdı ama Asteria kulağına yaklaşıp
fısıldayınca yüzü taşa dönüştü.
"Korkuyor
musun Ares?" diye mırıldanan Adonis, Asteria'nın zehirli sözlerinin
etkisine girmişti.
Ares
sıkıntıyla bedenini gerdi ve adama doğru adımladı. "Dayak yemeden kendine
gelmeyeceksin anlaşılan." diye homurdandı.
"Seni
öldüreceğim!" diyen Adonis, kılıcını yükseltirken Ares sırtındaki kılıcı
çekmişti.
Asteria
tuzağın kurulmasından memnun pelerinini savurdu, Zeus'un bağlandığı mermere
doğru kırıtarak yürüdü. İki adamın kılıçları birbirine çarptı. Artık onları
durduramayacağını anlayan Dünya, aklına gelen şeyi yapmak için girişe
döndüğünde kılıç sesleri yukarıda çakan şimşeklerin sesini aratmıyordu.
Koşmadan, bir saniye önce dönüp ikisine baktı. Ares, Adonis'in saldırılarını
kolayca etkisiz hale getirebiliyordu. Adonis dönerek kılıcı Ares'e hızla
salladı. Ares, kılıcı yanda durdurdu ve çevirerek adamın dengesini bozmaya
çalıştı. Adonis, o anda Ares'in göğsünün ortasına tekme atınca Ares gözlerini
kapatarak geriledi. Dünya, adamın o andaki acısını neredeyse onun kadar
hissetmişti. Saldıran Adonis'in kılıcını havada durduran Ares, sırtını adama
döndü ve yüzüne sert bir dirsek attı. Darbe, Adonis'in burnuna gelmişti. Adamın
şaşkınlığından yararlanıp tek eliyle onu sırtından aşırdı ve Asteria'nın ayaklarının
dibine kadar fırlattı. Adonis, öfkeden köpürerek tek hamlede ayağa kalkarken
eli sırtına uzandı. Sırtına ne için uzandığını anlayan Dünya, bu kavgayı daha
fazla izleyemedi ve delice yağan yağmurun altında girişe koşmaya başladı. Bıçak
hedefine saplanmadan düşündüğünü uygulamalıydı.
Tüm
bedeni titriyordu. Kalan son gücüyle koridorları aşarken beyninin içinde
kâhinin sözleri çınlamaya devam ediyordu.
"Yıldız
tepede parladığında kapıyı bulacaksın ve uğursuz olanlara yol göstereceksin.
Ölü bedene can veren, onun düşman saydığı olacak!" Yıldız olan Asteria'ydı
ve Tepe'de parlıyordu. Uğursuz olanlar da onun çekindiği ama yönetmek için can
attığı iblislerdi. Onları nerede bulacağını biliyordu. Söylenen sözü kendi
kendine hırsla tekrar etmek onu hızlandırdı.
"Engellemek
için, bazen yönetmek gerek!"
Yerde
yatan Athena'ya bakmamaya çalışarak demir kapıya kadar nefes almadan koştu,
kapıya vardığında bacakları yorgunluktan sızlıyordu. Titrek elleriyle daha önce
açamadığı sürgüyü çekti. İlk başta zorlandı, sonraki denemedeyse ellerinin
derisi yüzülürken sürgü yerinden oynadı. Diğer sürgü de fazla zorlanmadan
açılınca loş dehlize adım attı. Korkudan aklını kaçırmak üzereydi ama durmadı.
Aşağıya uzanan tırabzansız merdivenleri, elinden geldiğince hızlı indi. Sanki
yıllardır koşuyordu. Kalbi durmak üzereyken kemik kapıyı gördü. Karşısında
aynısından üç tane kapı vardı. Yan yana sıralanmış üç kapıya çaresizce baktı.
Tam ortadaki kapının yanındaki cılız meşaleleri fark etti. Doğru kapının
karşısındaki kapı olduğuna emin oldu ve kapıya tereddütsüzce atıldı. Kapıya
dokunduğunda kanlı el izi kızıl bir leke bıraktı ve kapı çatırdayarak açıldı.
Kapıdan
ürpertici bir uğultu eşliğinde pis kokulu dumanlar süzülürken Dünya geriledi.
Doğruyu yapıp yapmadığına emin değildi ama başka çaresi yoktu, iblisleri
salmalıydı. Bir kükreme duydu, beynindeki alarm noktası çalmaya başlamıştı.
Hırıltılı bir solukla Deimos'un devasa ayağı, taş zemine bastığında etrafı
uğursuz bir sis bürüdü. Dev iblis, ona göre küçük olan kapıdan geçerken hiç
zorlanmadı ve kapıdan geçtikten sonra daha da büyüdü. İblisin yüzündeki lanetli
bakış karşısında ürperdi. Dövmeleri alev alev yanarken Dünya'nın karşısına
dikildi. Çarpık bir sırıtmayla ona baktı.
"İnsanlar..."
diye homurdandı. “Çok yavaşsınız!”
Yutkundu.
"Asteria, yukarıda." dedi. "Ares'i öldürecek." Mührünün
kendi lafından sonra ısınması tuhafına gitse de bozuntuya vermedi. "Ares'e
yardım etmelisin."
İblis,
kırık burnunu kırıştırdı.
"Asteria,
Ares'i alamaz!" diye hırladı. Kara delikleri andıran gözlerini,
merdivenlere dikti. "Buna rağmen sana yardım etmem karşılığında bana ne
vereceksin insan?"
İblise
kararsızca baktı, bunu hiç düşünmemişti. "Ben sana ne verebilirim
ki?" dedi. Korkudan bedeni buz tutmuştu.
Derin
bir solukla nefes alan iblis hoşnut bir şekilde Dünya'ya baktı. "Hımm, saf
korku." diye mırıldandı.” Doğru bir vaat… Şimdilik bu yeterli!"
İblis,
arkasına bakınca onun boyunda iki tane daha iblis çıkageldi. Birisi dişiydi. Bu
dişiye güzel denebilirdi, kuyruğunu ve saçlarının arasından fırlamış iki küçük
boynuzunu saymazsa. Deimos gibi, iğrenç kokulu deri zırhlar giymişlerdi. Deimos
yeniden Dünya'ya baktı.
"Bana
borçlusun."
"Sen
bana borçlusun." dedi Dünya. "Kapıyı açan bendim." Lafı biter
bitmez söylediğine pişman olmuştu ama yapabileceği bir şey yoktu, laf ağzından
çıkmıştı.
Deimos
ona doğru eğilerek hırladığında, Dünya soğukkanlı durmaya çalıştı.
"Canını
şimdilik kurtardın." dedi ve kocaman eliyle Dünya'nın kolundan tuttu.
Dünya
ne olduğunu anlamadı, tek gördüğü şey Deimos ve diğer iblislerin buğulu
görüntüsüydü. Bir saniye sonra Tepe'deydiler. Deimos, onu bez bebek gibi
kolayca yana fırlatıp sütunlu dairenin önünde durdu. İblisin görüntüsü hâlâ
buğuluydu. Ares gibi görünmezliğine sığındığını düşündü.
Dünya
savrulduğu yerden doğrulup neler olduğuna baktı. Asteria dikkatli bakışlarını,
hırsla dövüşen iki adama dikmişti ve kristal bıçak ayaklarının dibinde,
yerdeydi. Adonis'in omzu yaralanmıştı ve kanı tüm kolunu kaplamıştı. Ares'in
bacağında derin bir kesik vardı. İkisinin de yorulduğu belliydi ama pes etmeye
niyetleri yoktu. Deimos ve diğer iblislerin kan kokusunu, leziz bir yemek
kokusu gibi içlerine çektiğini gördü. Neden dövüşü durdurmadıklarını düşünürken
onların iblis olduğu algısı, bu tavırlarını mantığa oturttu. Bu onlar için çok
güzel bir eğlenceydi. Dünya ayağa kalktı ve Asteria'nın yere bıraktığı elmasa
kısa bir bakış attı. Elmas iyice değişmişti. İçinde kırmızı, siyah ve kirli
sarı renkte ince dumanlar geziniyordu. Asteria amacına ulaşmış, kusursuzları
kirletmeyi başarmıştı.
Dünya,
Deimos'a doğru yürürken Ares Adonis'in kılıcını havada kesti ve kılıcı
çevirerek kendinden uzaklaştırdı. Yüzüne yumruk atınca Adonis geriledi. Dudağı
patlamıştı. Öfkeyle Ares'e saldırdı ve kılıcını tüm hıncıyla salladı. Ares
kendini geriye attı ama kılıç kıyafetini yırtmıştı. Nefesi kesilen Dünya,
sütunların arasındaki tülleri geçmek için hareketlendi. Büyük bir el, ağzını kabaca
kapatıp onu durdurmasaydı, kendini iki adamın arasına atacaktı. Deimos,
Dünya'yı kendine doğru çekti ve kavgayı izlemeye devam etti. Dünya da iblisin
eli altında kıpırdayamadan kalakaldı.
Ares
geriledikten sonra yerde aniden kısa bir takla atıp bedenini Adonis'e çarptı.
Ares onun üstünde olacak şekilde yere düştüler. Adonis'e bir yumruk attı ve
kılıcı tutan bileğine kendi bıçaklarından birini sapladı. Bıçak kolayca
Adonis'in bileğini yardı sonra yere saplandı. Adonis, acı içinde kıvranırken
Ares üstünden soluk soluğa doğruldu.
"Bu
kadar yeter Adonis!" dedi, kılıcını adama doğru tutarak. "Pes
et!"
Asteria'nın
mutlu ifadesinin, hayal kırıklığına ve ardından kızgınlığa dönüşmesine şaşıran
Dünya, kadının planının bozulduğunu anladı. Kadının kinli bakışlarla iki adamı
süzmesini izlemek ve gözlerinde beliren fikirlerin tomurcuklanmasını seyretmek
Dünya'yı dehşete düşürdü. Dünya, iblisin elinden kurtulmak için debelendikçe
Deimos onu daha sıkı kavrıyordu.
Adonis
hissettiği acıyı bastırıp dudaklarını sıkarak Ares'e baktı. Silahsız ve çaresiz
kalan Adonis hâlâ öfkeliydi. Ares ise derin nefesler alıyordu ve çok soğukkanlı
görünüyordu. Adonis'e eğildi ve kendi bileğini gösterdi.
"Sana
sürekli söylemekten bıktım, ben bunları süs olsun diye takmıyorum." dedi,
bileğindeki kalın derileri Adonis'in şaşkın yüzünün önünde sallayarak. Adamın
kolunu sabitleyen bıçağı tek hamlede söktü ve bıçağı bilekliğindeki yerine takarken
söylendi. "Umarım bir dahakine dediklerimi dinlersin."
Adonis,
kan fışkıran bileğini tutarak doğrulduğunda yüzünden okunan kararsız ve şaşkın
ifade yorgunluğunun ötesine geçmişti. Islak saçları terli yüzüne yapışmış bir
halde, sanki boşluktaymış gibi, Asteria'ya bakındı ve ardından başı öne düştü.
Ares ise Adonis'in ona saldırmayacağından emin bir tavırla arkasını döndü.
Asteria ile Zeus'a gözlerini dikti.
"İkiniz
de kaybettiniz." dedi alaylı bir sırıtmayla.
Asteria
üzerindeki hayal kırıklığını atarak Ares'e gülümsedi.
"Biliyordum
sevgilim." dedi, oldukça yalaka bir sesle. "Şimdi, tahtını alma zamanı."
diye eliyle Zeus'u gösterdi. "Bu zavallıyı öldürdükten sonra sen ve ben
birlikte dehşet krallığımızı kuracağız, bana söz verdiğin gibi!"
Ares
umursamaz bir tavırla kılıcını sırtındaki yerine geçirdi.
"Zeus'u
bırak!" dedi, sert bir sesle.
"Hayır!"
dedi, Asteria. Basamaklardan bir adım indi. Yerdeki bıçağa yaklaşmıştı. "Onu
öldürmek senin kaderin!"
"Bu
senin istediğin kader." dedi Ares, tiksintiyle "Onu bırak ve
git!"
Asteria
gururla doğruldu.
"Seni
almadan hiçbir yere gitmiyorum."
Sabırsızlanan
Ares, kadına bakmaksızın hızlı adımlarla Zeus'a doğru gitti ve bileğindeki
bıçaklardan birini çekip adamı saran ipleri kesti. Asteria'nın öfkeyle hırlamasına
aldırmadan Adonis'in yanına gitti ve adama elini uzattı. Adonis, kanlı elini
ona uzattı ve Ares'in desteğiyle ayağa kalktı. Hâlâ kendinde değil gibiydi.
Ares sonunda Asteria'ya döndü.
"Burası
Olimpos! Benim elim daha güçlü Asteria, senin gitme zamanın!"
Asteria,
Zeus ve Adonis'i işaret ederek, "Onlar senin ölmeni istiyor." diye
haykırdı.
Ares
kadının ısrarından iyice sıkılmıştı ve Dünya'yı tutan Deimos'a doğru baktı.
"Deimos!"
diye seslendiğinde Asteria kaşlarını çattı.
Deimos,
Dünya'yı bırakıp, yanındaki iblislerle birlikte tülleri savurarak ortaya
adımladı. Asteria, ilk defa dehşete düştü. Ares'e sığınmak istercesine
kıvrandıktan sonra gururu üstün çıktı ve sadece bir basamak daha indi.
Deimos'un varlığı, Zeus'u bile şaşkınlığa düşürmüştü. Tahtında oturmaya devam
etmesi bir yana, yardım etseler de kalkamayacak gibiydi. Dünya, Ares'in
Deimos'un oradaki varlığını nasıl fark ettiğini düşünerek iblisin biraz
ötesinde olan yerdeki elmasa yaklaştı. Onu, Asteria'dan koruması gerekiyordu.
Deimos,
Asteria'ya bakarak hırladı.
"Ares'i,
ikna edeceğine söz vermiştin Asteria." dedi. "Başaramadın."
Asteria
histerik bir sesle bağırdı. "Başardım, işte buradasın! Kralınızın
karşısındasınız."
Deimos,
Ares'e döndü. "Bizim efendimiz olacak mısın?" dedi. "Asteria'yı,
kraliçen olarak ilan ediyor musun?"
Ares
omzunun üstünden Demios'a baktı, kararlı bir sesle cevapladı.
"Hayır!"
Deimos
yumruklarını sıkarak hırladı ama öfkesi Ares'e değil Asteria'ya yönelikti.
Asteria, başına gelecekleri kestirdiğinden panikle Ares'e baktı. Altın gözlü,
kadının tepkisini kontrol etmek için ona dönerken Asteria şimşek gibi bir hızla
yerdeki bıçağa atıldı. Dünya, adamı uyarmak için bağırdı ama bu arada kadın,
bıçağı Ares'in kalbine doğru fırlatmıştı. Her şey bir saniye içinde olmuştu,
Ares şaşırmaya bile fırsat bulamadan ona uçan bıçağa bakakaldı. Havada dönen
bıçak, onun kalbi yerine önüne geçen Adonis'in kalbine saplandı. Adonis
geriledi ve Ares'in kollarına yığılırken Ares öfkeyle bağırdı. Yarı baygın
Adonis'i nazikçe yere uzattı, doğrulurken gözleri alev alevdi.
Dünya,
elması bile unutup adamlara doğru koştu, Adonis'in yanına kendini düşercesine
bıraktı. Adam zorlukla nefes alıyordu. Kan içindeydi ve göğsündeki bıçak
gittikçe maviye dönüşüyordu. Hırıltıyla konuşmak isterken Dünya parmağını onun
dudaklarına bastırdı.
"Konuşma."
dedi. Ona baktıkça gözlerinden akan yaşlara hâkim olamıyordu. “Seni
kurtaracağız.”
Ares
yumruklarını sıkarak Asteria'ya yürüdü. Kadın, pelerinine sarılıp kaçacakken
Ares kükredi.
"Deimos!"
Deimos,
kendisinden süzülen sisleri Asteria'ya yöneltti. Sisler, kadının kaçmasına izin
vermeden onu yakaladı. Deimos, kadını kendine doğru çekti ve dev eliyle
boynundan yakaladı. Ares karışmaması için uyarırcasına Zeus'un önünde dikildi.
Adamın buna niyeti olmadığını anlayınca geriledi ve Adonis'e sarılmış Dünya'ya
bir bakış attı. Ölümsüzü bu halde görmeye dayanamadığı gözlerinden belliydi,
sıktığı yumrukları titreyerek Deimos'a döndü.
"Onu
buradan götür!" diye dişlerinin arasından söylendi.
Deimos,
Asteria'yı bir bebek gibi diğer iki iblise fırlattı. İki iblis kollarında
debelenen kadını alıp ortadan yok oldu. Ares'in kaşları çatıktı, soğukkanlılığı
uçup gitmişti. Üzüntü altın gözlerine yeniden yerleşmişti. Deimos'a doğru
yürüdü, ayaklarını zorla atıyordu.
"Asteria,
senin kontrolünde kalacak Deimos." dedi. "Onu salarsan bedelini sen
ödersin."
Deimos
uzun boyuyla Ares'in karşısında dikildi.
"Asteria'yı
kilit altında bulundurma emrini bir şartla yerine getireceğiz." Deimos,
elini açtı ve yerdeki elmas uçarak avucuna kondu. Deimos, ağzından kırmızı bir
duman üflediğinde elmas kapkara oldu ve yok oldu. "Boyutumuzu
kapatmayacak." diye Dünya'yı gösterdi. "Yoksa iblis mücevheri onun
boynunu süsler ve Asteria'yı salıveririz."
Ares
ona şart koşan iblise diklendi.
"Beni
tehdit mi ediyorsun?"
İblis
doğruldu. "Garanti." dedi ve sırıttı. “Kralım!”
Ares,
ortadan kaybolan iblisin saldığı sislere öfkeli bir tekme attı. Kahretsin diye
homurdandı, sonra endişeyle Dünya ve Adonis'e dönüp hızla onların yanına geldi.
Adonis gözlerini Dünya'ya dikmişti, gözlerini kapatmamaya çalışıyordu.
Bileğinden akan kanlar yerde birikmişti, öksürdüğünde de dudaklarından kan
boşandı. Zeus şaşkınlığından kurtularak yanlarına geldi.
"Bunun
olacağını bil..."
"Kes
sesini!" dedi Ares. Adamı iterek Adonis'in başına çöktü. "Seni kurtaracağız
Adonis." dedi adama cesaret vermek için. Dünya'ya döndü. "Sakın
bıçağı çıkarttırtma."
Dünya,
titreyen çenesine engel olamıyordu, başını salladı. "Tamam."
Ares
hızla ayaklanıp terastan ayrıldı. Adonis'in yüzüne bulaşan kanı, eteğiyle silen
Dünya adamın ölmek üzere olduğunu hissediyordu.
"Böyle
olmamalıydı, Adonis." dedi, saçlarını geriye sıvazlarken. “Neden…” devam
edemedi, büyük bir yumru boğazına oturmuştu.
Adonis,
pırıldayan lacivert gözlerini Dünya'nın yüzünden ayırmıyordu, yutkundu.
"Beni
unutma." diye fısıldadı. "Lütfen."
Gözlerinden
dökülen damlalar yanağından süzülürken dudağını ısırdı. Zeus'a baktı, adamın
kaşları çatıktı. Can çekişmesini izlemek istediğinin başkası olduğunu belli
eden bir hayal kırıklığıyla Adonis'e bakıyordu. İçi öfkeyle doldu, onun kini ve
taht korkusu yüzünden Adonis zarar görmüştü. Aptalca bir kehanet yüzünden,
oğlunu düşürebileceği en kötü duruma düşürmüştü.
Yanına
kayarcasına gelen Ares, onu irkiltti ve dikkatini dağıttı. Adam, avucundaki
tuhaf şeyi Dünya'ya uzattı. Bir çiçeğe benzeyen bitkinin küçük yaprakları
vardı. Bitkinin, renkli ama şeffaf yapraklarının arasındaki pembe meyveyi
gösterdi. Hoş bir koku dağıtan meyveye baktığında Ares hızlıca konuştu:
"Ben
bıçağı çıkarırken sen bu meyveyi Adonis'in ağzından içeri iteceksin. Bıçak
çekilirken onu yutması gerekiyor, daha önce değil, sonra da değil. Yoksa
ölümsüzlüğü bıçakla birlikte çekilir ve onu kaybederiz."
Adonis'in
gözleri kayıyordu, onu omzundan sarsan Ares bağırdı.
"Dayansana
lanet olası!"
Adonis
bakışlarını netleştirmeye çalışırken sırıttı ve öksürdü. Dünya ağlamayı
bırakmıştı ama elleri hâlâ titriyordu. Adam gözlerini kaldırıp Dünya'ya baktı.
"Unutma
aşkım." diye fısıldadı. "Seni seviyorum."
Ares
homurdandı. "Şansını zorluyorsun Adonis."
Dünya
ölümün kıyısındaki adamın güzel yüzünü okşadı ve eğilip dudağından öptü.
Doğrulduğunda Ares'in yanağını kemirdiğini görünce yaptığı şeyin onu
kızdırdığını sandı ama adam dikkatini bıçağa çevirdi. Elini, maviye dönmüş
kristal bıçağın üstüne attı, derin bir nefes alıp Dünya'ya baktı.
"Zamanlamaya
dikkat et." dediğinde Dünya meyveyi yaprakların arasından söktü ve
Adonis'in dudaklarının arasına yerleştirdi. Adonis kendini bırakmaya
başlamıştı. Telaşlanan Ares, bayılmak üzere olan Adonis'i sarstı. "Bıçağın
çekildiğini hissedince, onu yutmalısın."
Ares,
iki elini bıçağı çekmek için kenetlerken Dünya'ya baktı. İkisi aynı anda
hareket etmeye başlamıştı. Bıçağın ucu Adonis'in bedeninden ayrılırken Dünya da
meyveyi adamın boğazından yuvarlamıştı. Adonis, meyveyi zorlanarak yuttu ve bayıldı.
Ares çıkardığı bıçağın yavaşça beyazlamasını seyrederken hoşnut bir yüzle
sırıttı ve beklentiyle ona bakan Dünya'ya döndü.
"Onu
bir daha öpersen, bıçağı yerine geri takarım."
Mührü
ısındığında bir an ne olduğunu anlayamasa da kendini bırakıp derin bir nefes
aldı. Adonis kurtulmuştu ama o, buna yeterince sevinemediğini fark etti.
Yaşadığı onca şeye rağmen Ares'in moralinin yüksek olması da canını sıkıyordu.
Asteria'nın sözlerinden sonra, Ares'in ilgisini kazanan kadınlar hiçliğe
karıştı. Aklındaki tek görüntü, Ares'i kurtardığı için Hera'nın yüzünde gördüğü
minnetti. Ares, Dünya'nın daha çok neşelenmesini umduğundan kaşlarını çatıp
dikkatlice konuştu.
"Adonis
yaşayacak Dünya, sorun yok."
Başını
salladı ve adamın gömleğinin yırtık kolunu kopararak bileğini sarmaya
başlarken, Ares ayağa kalkıp Zeus'un karşısına geçti. Zeus, adama kaşlarının altından
bakarak güçsüzce konuştu.
"Kaybettim,
haklı olduğum halde."
Ares
sakinliğini korumak istercesine etrafa kısa bir bakış attı. Bacağındaki ve
yüzündeki kesiğe rağmen Tepe'de en iyi durumda olan oydu. Sonra dönüp
sakinleşememiş sesiyle söylendi.
"Haklı
olsaydın kaybetmezdin. Adonis'i zorlamanın sonucunda da o zarar gördü."
Adam
sabırsızca onun lafını kesti. "Tahtı mı istiyorsun?"
"Tahtın
canı cehenneme!" dedi Ares öfkeyle. "Sen..." dedi ve yüzünü
buruşturdu. Birkaç saniye bekledikten sonra yavaşça devam etti. "Kazandığıma
göre kaybedene istediğimi yapmaya hak kazandım."
Dünya
dikkat kesildi. Ares'in az önce hayatını kurtardığı Adonis'i cezalandıracağını
sanmıyordu ama ne yapacağı konusunda hiçbir fikri de yoktu. Zeus'un
bakışlarında da aynı düşünceyi okudu. Karşısındaki ölümlü adamın ondan üstün
olduğunu hazmedemeyen Zeus, bir kez daha boyun eğmenin ezikliği içinde ondan ne
isteyeceği konusunda bir tahminde bulundu.
"Ambrosia
mı istiyorsun?"
"Ölümsüzlük
istemiyorum." Dedi Ares. "Adonis'in, Dünya ile ilgili tüm anılarını
istiyorum. Hepsini sileceğim ve Adonis'in kalbiyle bir kere daha
oynarsan..." dedi ve elindeki kristal bıçağı kaldırdı. "Bunu senin
taşlaşmış kalbine saplayacağım."
Zeus
sinirinden kıpkırmızı oldu.
"Asiliğine
bir son verseydin bütün bunlar olmazdı, Ares." diye homurdandı.
"İblis efendisi." diye tiksinir bir suratla ekledi.
Ares,
şeffaf bıçağı kemerine takarken adama sırıttı. Adonis'e dönecekken, Zeus konuşunca
durakladı.
"Sen
bana yalan söyledin, ölümsüz olduğunu söyleyerek hile yaptın. Benim de bir söz
hakkım var." Ares, adama döndüğünde Zeus kibirli bir alaycılıkla ekledi. "Dünya'nın
hafızasını, tamamen sileceksin."
"Ne?"
dedi Ares.
Zeus
devam etti. "Ölümlü olsan da senin Olimpos'tan ayrılmana izin vermiyorum.
Burada gözümün önünde olmaya devam edeceksin ve emirlerimden dışarı
çıkmayacaksın. Dünya'yı bir daha göremeyeceksin. Ama eğer Dünya iblislerin
boyutunu şimdi kapatırsa, gitmekte özgürsün."
Ares
başı dönmüş gibi yerinde sallandı.
"Bunu
yaparsa lanetlenir." dedi. Altın gözleri, anlayış bekleyerek adamın
yüzünde dolandı.
Zeus
verdiği karardan vazgeçmeyecekti. Hatta rüzgârı kendine çevirmenin mutluluğuyla
rahatlamıştı. "Başka türlüsünü kabul etmiyorum. Kapıyı açtı ve iblisleri o
saldı, suçunun cezasına katlanmak zorunda."
Ares
yıkılmıştı, başını çevirip Dünya'ya baktı. Her şekilde ayrılacaklardı, ne
yaparlarsa yapsınlar. Dünya'nın içini saran boşluk, umutsuzluk ve kırgınlıkla
dolarken başını eğdi ve kucağında baygın yatan Adonis'e baktı. Yavaşça adamın başını
yere bırakıp ayağa kalktı ve Ares'in yanına dolanıp adamın elini ellerinin
arasına aldı. Adam, kendini iyice kasmıştı, Dünya'nın dokunuşuna rağmen
gevşemedi. Dünya, adamın altın gözlerine baktı ve teselli eden bir gülümsemeyle
fısıldadı.
"Beni
tanıyorsun." dedi. "Yapabileceklerimi de biliyorsun, kararını buna
göre ver. Sana güveniyorum."
Ares'in
ifadesi yavaşça aydınlandı, ona söylemek istediği şeyi anlamıştı. Dünya'nın
adamı unutmayacağını ve anılarına sadık olacağını biliyordu. Kendine güveni
gelen Ares, Zeus'a döndü.
"Dediğin
gibi, boyut kapısı açık kalacak." dedi. "Yatağında iblis korkusuyla
titrediğini düşünerek kendimi avutacağım."
Sırıtışı
aniden bozulan Zeus'a arkasını döndü ve eğilerek Adonis'i doğrulttu. Tek kolunu
Adonis'in ensesine sarıp ayağa kalktı. Zeus, arkasından seslendiğinde Dünya ile
çıkışa ulaşmışlardı.
"Sabaha
kadar zamanın var. Güneş doğarken silmeyi yapacaksın, diğerleri dönmeden önce.
Buradaki rezaleti anlatmana da izin vermiyorum."
Ares'in
çenesi kasıldı, adama cevap vermeksizin Adonis'i taşımaya devam etti.
Zorlanarak Sirona'nın katına ulaştığında kadın Adonis'i bir odaya aldı ve hemen
onları dışarı çıkardı. Ares dönüp Athena'yı da Sirona'nın ellerine teslim
ettikten sonra koridora güçsüzce çöktü. Ter içinde kalmıştı ve üstü başı kan
içindeydi. Üstüne bulaşan kanın çoğu da maalesef ona aitti. Dünya yanına
oturdu.
"Ares."
dedi usulca. "Dinlenmelisin."
Ares'in
başı eğikti ve gözleri de kapalıydı. Saçını hapseden bağı koparıp parmaklarını
saçlarına geçirdi ve koparmak istercesine saçlarına asıldı.
"Lanet
olsun!" diye söylendi. "Sabah." Sesi hissettiği üzüntüyle
tıkandı, yutkundu, daha yavaş konuştu. "Sabah olduğunda ellerim yine boş
kalacak. Bir adım bile gidemedim. Seni yeniden kaybedeceğim, buna katlanamam.
Ölmesi gereken bendim, doğru olan buydu. Ben lanetliyim."
Mührü
ısındı ama adamın hangi cümlesi için ısındığını anlayamadı. Dünya'nın canı
yanıyordu, bu öylesi keskin bir acıydı ki Ares'e her baktığında nefesi
kesiliyordu. Gözlerinden akan yaşlara engel olamadı ve adamın yakışıklı yüzünü,
çenesinden tutarak doğrulttu. Altın gözleri yaşlarla parlıyordu.
"Seni
hatırlayacağım." dedi adama yaklaşarak. "Kalbimiz attığı sürece
umudumuz var ve hafızamı silsen de kalbim seni asla unutmayacak. Hep yaptığı
gibi..." Ares'in dudaklarının üzerine fısıldadı. "Hatırlayacak."
Dudakları
birbirine dokunur dokunmaz içindeki boşluk doldu; açlık çeken ruhunu, Ares'in
varlığıyla besledi ve sevgisi dudaklarından adama aktı. Ayrılmak zor gelse de
Sirona yanlarına gelince Dünya doğruldu ve gözlerini sildi. Sirona, Ares'i
tedavi etmek için aldığında bir parçası da onunla gitti. Sabah olduğunda altın
gözlüyü unutmuş olacaktı. Geri kalan hayatında artık neyi sevebilirdi ki?
Arkasını
döndü ve odasına doğru yollandı. Ayaklarını sürüyerek odasının kapısını açtı ve
doğruca banyoya gidip tüm pisliğinden kurtuldu. Üzerini değiştirip odadan
çıkmaya hazırlanırken bir tıklama sesiyle irkildi. Kapıdan gelmiyordu. Pencereye
doğru yürüdü, fazlaca ağladığından gözleri yanıyordu, bu yüzden görüşü net
değildi. Karanlıkta bir şey göremedi. Tam
arkasını dönmeye hazırlanmıştı ki, camın ötesinde sarımsı renkte gözler
pırıldadı ve cama setçe vuran gagayı fark etti. Bu kâhinin kargasıydı. Verdiği
mesajı anladı.
Botlarını
ayağına geçirip kâhinin kapısının önüne kadar koşması on beş dakikasını bile
almamıştı. Ne çalılardan ne de bahçeyi saran karanlıktan çekinmeden karganın
gözetiminde kâhinin kulübesine ulaştı. Duraksamadan kapıyı açtı. Dünya apansız
içeri girdiğinde derin bir nefes aldı. Ter içinde kalmıştı ve henüz kurumamış
saçları iyice birbirine girmişti. Kâhin divanda rahatça oturuyordu. Ona, eliyle
yanını gösterdi.
"Gel,
Dünya. Yanıma otur.”
Dizleri
çatırdayarak ayrılsa şaşırmazdı, dikkatli adımlarla kâhinin yanına gidip kendini
divana bıraktı. Kâhin geriye yaslandı.
"Yine
ayrılık vakti geldi demek."
Dünya
başını salladı. "Sabah."
Kâhin
başını ona doğru eğdi. "Çok cesursun Dünya." dedi, yumuşak bir sesle.
"Ben de ödül olarak kalbindeki kederi temizleyip seni sabaha kadar huzurlu
kılacağım."
Gözleri
merakla açıldı, kederinin sebebi Ares'in Hera'yla olan çarpık ilişkisiydi. Bunu
nasıl hafifletebilirdi ki?
"Bana
yalan söylemeyeceksin değil mi?"
Kâhin
oyuncu bir tavırla gözlerini kıstı. "Sana yalan söyleyeceğim."
dediğinde mührü hafifçe ısındı. Kâhin gülümseyerek doğruldu. "Bak, yalan
söyleyemem, anlarsın."
"Özür
dilerim, bugün benim için çok sarsıcı geçti." dedi. Başını eğdi.
"Doğum günüm olduğuna inanmak zor."
Kâhin
elini omzuna koydu.
"Doğum
günleri, belli yaştan sonra her insanın canını sıkar, atlatırsın."
dediğinde dayanamayıp güldü. "Böylesi daha iyi." dedi kâhin ve
bacaklarını çekip bağdaş kurdu. "Fazla vaktini almayayım, Ares birazdan
köpürmeye başlar. Genelde iyi çocuktur, arada babası gibi ortalığı kasıp
kavurmasa sohbetine doyum olmaz."
"Bana
neden söylemedin?" dedi Dünya. "Daha önemlisi ona neden söylemedin?
Günaha girmesine niye seyirci kaldın?"
Kâhin,
ellerine baktı, çaresizliğini yansıtırcasına.
"Bazı
şeyler dile getirilmez Dünya. Benim her şeyi söylemem de hiçbir şeyi
engellemez. Bunu anlamanı beklemiyorum ama senin canını sıkan şeyin aslını
anlatabilirim. Ares'e de anlatıp anlatmamak sana kalmış." diyerek Dünya'ya
baktı.
"Ona
bunu söyleyemeyeceğimi biliyorsun, mahvolur." dedi üzüntüyle.
"Düzelteyim
'mahvolur' değil 'mahveder' demen gerekirdi. Her neyse. Asteria cehennemde
kapalı kaldığı sürece boş durmadı ve kötülüğünü yaymak için yollar ararken
cehennemim en derin yerinde, güzelliği solmuş bir kadınla karşılaştı. Kadını
tanıdı ve onun orada olmasına şaşırdı. Asil kadının yeri cehennem değildi.
Kadının anlattıklarını dinledikten sonra onun ölümsüz hayatına son verdi. Kendince
kadına kötülük yaptığını sanıyordu ama ona aslında iyilik yapmıştı. Aslında
Asteria’nın sana anlattıkları doğru olsa da yanıltıcı derecede eksik. Zeus'un
ilk eşiyle ilgili kehanet doğruydu, ondan doğacak ilk erkek çocuk babasından
üstün olacaktı. Zekâsı, iyiliği ve güzelliğiyle Zeus'un aklını başından alan
ölümsüz kadın hamile kaldığında bu kehanet ortaya çıktı. Zeus çocuğu doğmadan
öldürmeyi düşündü. Onun niyetini anlayan kadın, Zeus'tan kaçarak annesi
Tethys'e sığındı. Doğum yapana kadar da annesi onu saklamayı başardı. Doğan
bebek kızdı. Kadın, bebek erkek olmadığı için rahatça ortaya çıktığında Zeus,
kadını bir daha kaçmaması için yüksek bir dağın içine hapsetti ve Athena'yı
alıp Olimpos'a getirdi fakat kendince bir sebeple kızı olduğunu gizledi. Bu
arada Zeus'un Olimpos'ta başka bir gözdesi vardı fakat kalbi hâlâ eşi için
çarpıyordu. Ondan uzak durmak için ölümcül bir nedeni olsa da kadını özlemeye
devam etti ve arada kartala dönüşerek onu ziyaret etti. Kadın, yeniden hamile
kaldı. Zeus, bu çocuğun da kız olmasını umut ediyordu. Athena'yı kızı olarak
ilan etmese de içinden kızıyla gurur duyuyordu. Güçlü kişiliğiyle ve
yetenekleriyle Athena, onu onurlandırıyordu. Derken ikinci bebek doğdu, bu kez
doğan bebek erkekti. Zeus kehanetten korkarak bebeği öldürmek istedi, annesi
engelleyince kadını yeraltının en derin yerine sürdü. Korkudan gözü dönen Zeus,
bebeğin yanına geri döndüğünde, onun iblisler tarafından korumaya alındığını
görüp ürktü. O günlerde iblisler serbestti ve güçlüydüler, Zeus ise
karşılarında tek başına kalakalmıştı. Mecburen, bebeğe zarar vermeyeceğine
yemin etti ve onu da Olimpos'a getirdi. Zeus, Ares'e kendi eliyle zarar
veremezdi, bu da onun nefretini besledi. Ares'in asi kişiliği de bunun tuzu
biberi oldu. Sonuç olarak, Asteria'nın canını aldığı Ares'in annesinin adı
'Metis'ti. Bir Titan soyuydu ve güçlüydü, Ares de iki Titan soyunun varis çocuğu.
Ona söylenen gibi nereden geldiği belli olmayan bir çocuk değil. Güzel ve yiğit
Athena da onun ablası ve her ikisinin de Hera'yla hiçbir kan bağı yok."
Dünya
derin bir nefes aldı; içindeki keder dağılarak içi Ares'in özlemiyle doldu. Onu
görmek için sabırsızlanıyordu.
"Teşekkür
ederim." dedi, kâhine tüm içtenliğiyle.
Kâhin
gülümsedi. "Şimdi gitmen gerek." dedi. "Şafak, tahmininden hızlı
sökecek."
"Bir
daha seni görecek miyim?" dedi adama. Arada bir onu çıldırtsa da onu
özleyeceğini fark etti, tabi hatırlama olanağı olsaydı.
Kâhin
tek gözünü kapatıp bir süre düşündü.
"Hayır."
dedi sonunda ve mührü ısınınca adama sırıttı.
"Yalancı."
Kâhinle
vedalaştıktan sonra eve geri döndü, karga yine eve kadar ona eşlik etmişti.
Küçük koruması ona güven verdiğinden yine korkmadan eve vardı. Yorulmuştu ama
kâhinin dediği gibi şafak her zamankinden çabuk sökecekti, hafızasını
kaybetmeden önce severek geçireceği az zamanı vardı. Doğruca Sirona'nın katına
çıktı ve Athena'yı sapasağlam karşısında görünce kadının boynuna atılmamak için
kendini zor tuttu. Athena'nın göğsü çapraz bir bandajla bağlanmıştı ve biraz
solgun olsa da kendindeydi. Yanağındaki kesiği de uzun bir bantla kapatmıştı.
Dünya'yı görünce her zamanki tepkisinin aksine gülümsedi.
"Ayakta
olmana ne kadar sevindiğimi anlatamam." diye kadının yanına gitti.
Athena
rahatsızca kıpırdandı. "Yediğim dayak hakkında konuşmazsak ben de
sevineceğim."
"Saçmalama."
dedi, Dünya. "Çok cesurca dövüştün ve hile yapmasaydı eminim sen
kazanırdın."
Athena
güldü. "Bence de." dedi ve ekledi. "Bana Zeus'ın kızı dediğinde
çok tuhaf oldum. Bütün dikkatimi dağıttı."
Dünya,
kadına gülümsemeye çalıştı ama başaramadı. Athena ondaki tutukluğu başka yormuş
olacak anlamlı bir sesle konuştu.
"Seni
daha fazla oyalamayayım." dedi ve başıyla yandaki odayı gösterdi.
"Komşu odada seni bekleyen biri olduğuna eminim."
Ares'in
ondan bir kapı uzakta olması Dünya'yı heyecanlandırdı, kırmızıya dönen yüzünü
kadından gizlemeye çalışarak kapıya baktı. Athena onu omzundan iterek diğer
odaya yönlendirdi.
"Sonra
görüşürüz." diyerek onu yalnız bıraktı.
Dünya
kadının ardından baktı, dili varıp ona veda edememişti. Burada kaldığı sürece
tanıdığı ölümsüzlerden ayrılmak zorunda kalmak onu tahmininden çok üzüyordu.
Birkaç saat sonra hiçbirini hatırlamayacaktı ve hepsi için geçici bir anıya
dönüşecekti. Kalbini en çok parçalayan şey de kapının ardındaki altın gözlüden ayrılmak
zorunda kalmasıydı. Onu hatırlasa da, bu anı bir rüyadan öteye geçmeyecekti. Ares
için ise ölümsüz hayatında geçen bir esintiden farkı kalmayacaktı. Kapının
koluna elini attı ve kapıyı açtı.
Yüzünde
anlamsız bir ifadeyle, karşısındaki adama bakakaldı. Çünkü üzerinde bir eşofman
altıyla, bileği ve omzu sargılar içinde ona bakan Adonis'i görmeyi hiç
beklemiyordu. Derken hatırladı, hiçbir şeyden haberi olmayan Athena onun hâlâ
Adonis'le birlikte olduğunu düşünüyordu. Ağzı açıldı ve ne diyeceğini
bilemeyince ağzını geri kapattı. Adonis'in omzuyla bileği sarılıydı ve kalbinin
üzerinde, bıçağın yol açtığı küçük bir yara duruyordu. Saçları nemliydi ve
geriye yatırılmıştı. Güzel bir heykel misali yatağının yanında ayakta
duruyordu. Ona bakan gözleri beklentiyle Dünya'yı süzdü ve umduğunu bulamayınca
başını çevirip yatağına oturdu.
"İhanetimi
yüzüme vurmaya mı geldin?"
"Kendini
nasıl hissediyorsun?" dedi, Sirona'nın marifetine bir kez daha şaşırarak.
Ölmek üzere olan adamı kısa sürede kendine getirmişti. "Canın acıyor
mu?"
Adonis
kalbinin üstündeki yarayı parmağıyla gösterdi.
"Burası,
çok acıyor." dedi ve Dünya'ya baktı. "Acımaya da devam edecek."
"Hiçbir
acı sonsuza kadar sürmez." dediğinde Adonis ayağa kalktı ve karşısında
dikildi.
"Sen
sonsuzluğu nereden bileceksin?" dedi. "Benim için bile anlamsızdı,
sen gelene kadar alacakaranlıkta yaşıyordum. Tek yoldaşım Ares'ti, dert
ortağımdı. Aslında ona açıldığımda tepkisiz kalmasından anlamam gerekiyordu ama
aşkından gözüm kamaştığından ilk önce fark edemedim. Yine de senin için geç
kalmıştım. Ares ilgiyi üstüne çekme konusunda her zamanki gibi öndeydi.
Durumumu anlayışla karşılayan Zeus beni kenara çekti ve savaşmam gerektiğini
söyledi. Çünkü bana senden uzak durmamı öğütleyen Ares kendi sözünü tutmuyordu.
Ben de savaştım, bu geceye kadar ve kaybettim."
"Peki,
Asteria ne dedi?" sesindeki öfkeyi saklamaya gerek duymadı. Bıçağın açtığı
yaraya gözü iliştiğinde dudaklarını sıkıp adama geri baktı.
"O,
bana savaşacağım silahı verdi." dedi Adonis, buruk bir bakışla.
"Hedefi
de sen belirledin. Neden?"
"Aptallığımdan."
diyerek yavaşça geriledi Adonis ve sırtını yatağa dayadı. "Sana cehennemdeyken
sormuştum, başına gelecek cezayı önceden seyretmek kişiyi yapacağı şeyden
alıkoyar mı, diye. Benimkini alıkoymayacaktı. Planımı yapmıştım. Zeus Ares'i
Tartaros'a göndermişti, Asteria'nın cehennemde onu kandıracağını sanmıştım ama
başaramadı. İnatçı Ares açlıktan ölse de Asteria ile anlaşmayı kabul etmedi. Yeteneğini
almak için tek çare onu çıkartıp çoktandır peşinde olduğu, Afrodit'in elindeki
Ambrosiayı yemesini sağlamaktı. Böylece onu öldürecektim ve güçleri tamamen
bana ait olacaktı. Asteria, Ares'i cehennemde sonsuza kadar yanında
tutabilecekti ve Zeus rahatlayacaktı. Zeus onun adına Ares'le savaşmamı rica
etti, onu ortadan kaldırmaya ne kadar istekli olduğunu bildiğimden ayarlamaları
ona bıraktım. Kendimi kaybetmiştim, hırsım kalbimi karartıyordu, son dakikaya kadar
haklı olduğumu düşünüyordum ama senin Ares'e olan bakışına teslim oldum. Onu
öldürsem ve güçlerini alıp senin hafızandan onun varlığını silsem de bana asla
öyle bakmayacaktın. Beni onu sevdiğin gibi sevmeyecektin."
Adonis'in
dengesiz hareketleri aniden mantığa oturdu, adamın kendi içindeki çekişmesi
yüzünden tavırları sürekli değişiyordu. Kardeş gibi gördüğü en yakın arkadaşını
yok etmesi için söylenen yani onu etkileyen bu sözler yüzünden hem hırslanıp
hem de vicdan azabıyla kahrolduğunu anlayamamıştı. İhanet cezasını izlerken adamın
sadece kendisini kastettiğini fark edememişti. Adonis konuştuğunda
düşüncelerinden sıyrıldı.
"Cezam
ne olacak?"
"Benimkiyle
aynı ceza." dedi. Nefeslenerek adama baktı. "Senin Ares için uygun
gördüğün şeyi, ceza olarak alacaksın."
Adonis
gözlerini kıstı. "Ne?"
"Hafızanı
silecek. Benim hafızamı ve senin benimle ilgili hafızanı silecek. Yani çok
şanslısın."
Adonis
doğruldu. "Buna izin veremem, senin hatıralarını benden alamaz."
dedi. Durakladı ve canı yanmış gibi eli kalbine doğru giderken yüzündeki
kasılmayı gizlemek için başını çevirdi.
"Başka
yolu yok." dedi, Dünya. "Senin için en doğru olan şeyi yapmaya
çalıştığı için ona kızmamalısın."
Adonis
bir an ifadesizce ona baktı ve aklına bir şey gelmiş olacak uzanıp kendi
boynundaki kolyeyi çıkardı.
"Tüm
her şeyi silemeyecek." dedi. Yaklaşıp kolyeyi Dünya'nın boynuna taktı,
tişörtünün altına girmiş Ares'in hediyesinin üstüne. Dünya, itiraz etmek isteyince
Adonis ona izin vermedi. "Günün birinde, seninle karşılarsam bu kolye,
tıpkı nehrin kenarında kalbimi çalan 'naiad' gibi, ışıltısıyla gözlerimi kamaştırdığında
seni hatırlayacağım. Benim güzel perim." dedi ve ellerini çekerken yüzünü
iki elinin arasına aldı.
"İyi
ki doğdun, aşkım." diyerek kaçmasına fırsat vermeden Dünya'yı öptü.
Dünya,
Adonis'ten ayrıldı ve bu vedanın üstüne konuşmanın gereksiz olduğunu düşünerek
kapıya doğru yürüdü. Odayı terk ederken adam yatağın kenarına yaslanmıştı ve
sakin bir yüzle gidişini izliyordu. Dışarı çıktı ve dudağına dokundu. Yanakları
alev aldı. Lanet odaya neden girmişti ki? Adonis'in verdiği kolyeye uzandı ve
kolyeyi koparmak için parmaklarını kenetledi, durdu. Koparmadan öylece bekledi.
Sonra kararını vererek kolyeyi tişörtünün içine atıp gözlerden sakladı.
Kalbi
delice atarken Ares'i bulmak için koridor boyunca odalara göz attı ama Ares
hiçbir yerde yoktu. Sirona'yı her zamanki serada yakalayıp adamın nerede
olduğunu sordu. Sirona, bıkkınca iç geçirip başını salladı; Ares, yine izinsiz
gitmişti. Sirona'nın basit bir bandajla sardığı yaralarına ilaç hazırlamak için
uzaklaşmasını fırsat bilmişti. Doğruca, altın gözlünün odasına koştu. Oda boştu
ama odaya uğradığını koltuğun üzerine atılmış kanlı giysilerinden anladı.
Topuğunu yere vurup kendi katına doğru koşmaya başladı.
Soluk
soluğa merdivenleri inip köşeyi döndü. Ares onun odasının yanındaki duvara
yaslanmış onu bekliyordu. Çenesinde, Athena'nın yanağındakine benzeyen bir
bandaj vardı, duştan yeni çıktığını topladığı nemli saçlarından anladı. Salaş
bir pantolon ve üstüne de aynı rahatlıkta uzun kollu bir tişört giymişti.
Kollarını dirseğine kadar çekmiş, elleri cebinde sakin ama düşünceli bir
ifadeyle yere bakıyordu. İçi kıpır kıpır, adama koşmaya başlamadan bir saniye
önce Ares onu fark etti. Duvardan doğruldu ve yüzü ışıldayarak kollarını açtı.
Kendini adamın kollarına atarken içindeki mutluluk gözlerinden taşıyordu.
Ares'in, kendisini sevdiğini hissediyordu ve bu her şeyden daha önemliydi.
Yüzünü adamın boynuna gömdü ve teninin kokusunu içine çekti. Hafızasını
kaybettiğinde kendini bile unutabilirdi ama bu kokuyla, bu altın gözleri
unutmasına ihtimal yoktu. İlk gördüğü andan beri hissettiği gibi…
Ares
eğilip Dünya'nın saçlarına dudaklarını dayadı.
"Seni
çok özledim." diye mırıldandı.
Dünya,
adamın yumuşak tenini öpüp yüzünü boynundan ayırdı. Konuşamayacaktı, sadece ona
bakmak ve kollarında olmak istiyordu. Ares'in yüzünü doyasıya seyretmekten
başka bir mutluluk olabileceğini düşünemiyordu. Ares sıcacık dudaklarını alnına
değdirdi. Adamın teni de çok sıcaktı, ateşi olduğunu anlayınca panikle yüzüne
baktı.
"Sen
yatakta olmalıydın, Ares." dedi endişeyle.
Ares'in
yüzünde şaşkın ama muzip bir ifade belirdi.
"Zaman
değerlendirme konusunda çok cesursun, ben bile bu kadar açık olamazdım."
diye çekici bir ses tonuyla konuşunca Dünya'nın yanaklarını daha fazla ateş
bastı.
"Onu
demek istemedim." dedi çatlak bir sesle ve boğazını temizleyip devam etti.
"Sirona senin iyileşmediğini söyledi, izinsiz gitmişsin."
Ares'in
yumuşak ve büyüleyici bakışları başını zaten döndürüyordu, bunun üzerine elini
kaldırıp parmağıyla çenesini okşayınca söylediği sözleri duyamadı. Yutkunup "Ne?"
dedi güçsüzce.
Ares
eğildi ve gözlerine bakarak tekrarladı. "Seni seviyorum." dedi.
Dudakları onunkilere yaklaşırken mırıldandı. "Bizim olan birkaç saati
Sirona'nın yüzüne bakarak geçirecek kadar aptal değilim."
Yerçekiminin
etkisinden kurtulduğunu hissettiren bir öpücükle onu kollarının arasına alan
Ares'e sarıldı. Adam, yaralı bile olsa Dünya'nın bu halinden daha güçlüydü.
Ares, elini tişörtün içine sokup belini kavrayınca soluğu kesildi. Genç adamın tutkulu
dudakları çenesinden boynuna doğru inerken inlememek için dudağını ısırıp
başını duvara yasladı. Derken adam doğruldu, kaşları çatıktı. Belindeki elini
çekti ve Dünya'nın tişörtünün yakasından dışarı kolyeyi çıkardı.
"Bunun
anlamı ne?" dedi boğuk bir sesle.
Dünya
baştan çıkmış bir şekilde ilk önce adamın ne dediğini anlamadı ama ikinci defa
daha sert bir sesle sorunca onun gösterdiği şeye baktı. Adonis'in kolyesini
kastediyordu, kolyenin boynunda olduğunu çoktan unutmuştu o yüzden bir süre
şaşkınca baktı. Ares, kolyeyi koparmak istercesine eliyle avuçlayıp söylendi.
"Bu
Adonis'in kolyesi değil mi? Bunun senin boynunda işi ne?"
Beynini
toparlaması uzun ama yalan bulması daha kısa sürdü.
"Bir
anlamı yok Ares. Ben, ona benimle ilgili hatıralarının silineceğini
söylediğimde bu kolyeyi verdi. Ona bu kolyeyi ben almışım. Beni unutacağı için,
ona beni anımsatmasından çekindiği için geri verdi."
"Sen
onu görmeye mi gittin?" dedi, kolyeyi bırakıp.
"Odada
sen olduğunu sanıyordum, Athena'nın sözlerini yanlış anladım. Beni hâlâ
Adonis'in sevgilisi sanıyor." dedi. "Ayrıca onu görmemin ne zararı
var?"
Ares'in
uzun kirpikleri, altın gözlerini gölgelendirdi. Gözlerini kolyeden ayırmadan
konuştu. "Zararı yok."
Mührü
hafifçe ısınınca kafası karıştı.
"Ne
yapmayı düşünüyorsun?" diye bir laf ağzından çıkıverdi.
Ares
bir anlığına düşündükten sonra ona baktığında sakindi. Rahatlatmak için çekici
ama tehlikeli bir şekilde gülümsedi. Dünya'ya yanıt vermektense ona elini
uzattı.
"Tartışmak
için zamanımız yok. Odan bana kapalı olduğuna göre seni baş başa olacağımız bir
yere götüreceğim."
Ares'in
elini tuttu ve onu yönlendirmesine izin verdi. Birlikte bir üst kata çıktılar
ve ortasında mavi mineli bir çiçeğin olduğu buzlu camdan bir kapının önünde
durdular. Ares, Dünya'nın elini bırakmadan kapıya dokundu. Parlak gün ışığının
sızdığı kapıdan içeri girdiler. Dünya etrafa bakarken gülümsemesine engel
olamadı. Burayı anımsıyordu, rüyasında Ares’in onu getirdiği ve onun da Ares’e
evlilik imasında bulunduğu boyuttu. Her yer öyle canlı ve yeşildi ki gözlerine
inanamadı, rüyasındaki anıdan bile daha muhteşemdi. Güneş ışıkları, çevrelerini
saran ağaçların yaprakları arasından büyülü pırıltılar saçarak dağılıyordu.
Ağaçların meyveleri olgun ve lekesizdi. Yerdeki çimler yumuşacıktı ve çiçekler
mis gibi kokuyordu. Billur sesli kuşlar, şakımalarıyla insana huzur veriyordu.
Etraflarında renk renk kanatlarıyla dans edercesine uçan kelebekleri görünce, bakışlarını
Ares'in ilgiyle onun tepkisini izleyen yüzüne çevirdi.
"Çok
güzeller." Dedi daha önce geldiğini hatırladığını belli etmeden.
Ares
memnun bir sırıtışla eğilip saçlarına küçük bir öpücük bıraktı. "Seveceğinden
emindim." dedi ve yürümeye devam etti.
Biraz
ötelerinde badem gözlü bir ceylan, başını kaldırıp ürkmeden birkaç saniye
onlara baktı ve kendi işine geri döndü. Dünya, tüm güzellikleri gözleriyle taramaya
devam ederken Ares onu bir gölün kıyısına getirmişti. Masmavi suları olan göl,
güneşin ışıkları altında mücevher gibi parıldıyordu. Büyük gölü besleyen
şelalenin suları pırlantalar saçarak dökülüyordu. Karşı kıyıda ise göl suları,
nehre dönüşüp ormanın içinde kayboluyordu. Dünya, gözlerini kapatıp mis gibi
havayı içine çekti, tüm bu sihre Ares'in kokusu da karışınca mutlulukla
gülümsedi. Ardından göğsünün ortasına taş misali oturan ayrılık gerçeğiyle
neşesi, camdan yapılmışçasına kırıldı ve kalbine battı. İçi sızlayarak,
gözlerini açıp Ares'e baktığında adamın onu izlediğini gördü, yüzündeki
duygular en az onunkiler kadar karışıktı.
"Ayrılmak
zorunda mıyız?" diye mırıldandı, Ares'in parıldayan gözlerine bakarak. Bu konuşmayı
en azından bir kez daha yaptıklarını biliyordu ama istemsizce yeniden sormuştu.
Genç adam için bu döngünün ne kadar zor olduğunu tahmin bile edemiyordu. Belki bu
uğursuzluğu bozmak için onu yeniden bu cennet parçasına getirmişti.
Acımasız
soru yüzünden gerilen Ares, titrek ve derin bir soluk alıp elini bıraktı, tek
bacağını ileri uzatıp yere oturdu. Gözlerini, safir rengi sulara dikti.
"Bunun
çaresine bakacağım." dedi. "Şimdilik bir süre ayrı kalmaya
dayanmalıyız."
"Ne
yapacaksın?" diye yanına çöktü. "Zeus, sana izin vermez, ben de
Olimpos'ta kalamam."
Sözlerinin
üzerine Ares kaşlarını çattı.
"Gerizekalı
Hades, bir önceki olayda beni ele vermeseydi her şey istediğimiz gibi
olacaktı." dedi. "Zeus'un, bu el altında bulundurma olayı da canımı
sıkmaya başladı. Kendinde bu hakkı nasıl buluyor, anlamıyorum. Artemis ile
Apollon onun çocukları, onları yanında tutmaya çalışması normal de Athena ve
ben ona yabancıyız. Üstelik benden nefret ettiği halde... Ölümlü olsam dahi
Olimpos'tan ayrılmam yasak."
"Sakin
ol!" diye adamın kolunu okşadı. Zeus'un, babası olduğunu bilmiyordu. Adam
tüm ailesini yakınında tutmak için kendi katındaki odalara dağıtmıştı ve dört
kardeşin asla Olimpos'tan ayrılmaması emrini vermişti. Özellikle Ares için bu
kural daha sıkıydı. Kural ihlali sonucunda da işkenceyle eşdeğer cezalar vardı.
Zeus'un onayladıklarından başka bir yaşam yeri olamazdı. Adamın çenesinden
tutup yüzünü kendine çevirdi.
"Ona,
bir daha sana zarar verme şansı yaratma. Artık ölümsüz değilsin." dedi.
Çenesindeki bandajı okşayarak "O sadece senin yapabileceklerinden
korkuyor." dedi.
"Ben
hep onu destekledim." dedi Ares, daha sakin bir sesle. "Şimdiye kadar
onu alaşağı etmek için sayısız fırsatım oldu ama ben onu tahtta tutmak için
uğraştım. Bana olan nefreti, Hera'nın öncesindeyken bile güçlüydü."
Hera'nın
ismi geçince elini yavaşça Ares’ten çekti, onu Ares'in annesi olarak
düşündüğünde kıskanmamıştı. Şimdiyse bahanesi kalmadığından kalbi kıskançlıkla
kasıldı. Ares, Dünya'daki değişikliğin farkına varmamıştı, başını yeniden göle
çevirdi.
"Bazen,
hepsinin hafızasından varlığımı silmek istiyorum ama bu işleri karıştırmaktan
başka bir işe yaramaz. Anahtarlara ihtiyacımız olduğu sürece benim yeteneğime
de ihtiyaçları var yoksa boyutların güvenliği kontrolümüzden çıkar."
Hâlâ
Hera'da takılı kalan Dünya, konunun değiştiğinden bîhaber bir soru sorunca Ares
şaşkınlıkla ona döndü.
"Başka
kimlerle ilişkin var Ares?"
"İlişki?"
Dünya,
ciddi bir yüzle açıkladı. "Kimlerle aşk yaşıyorsun?"
Ares
güldü ama gergin bir gülüştü. "Bunu mu konuşacağız?" dedi.
"Neden,
sayman çok mu uzun sürer?" dedi alaycı bir sesle.
"Kıskanmana
inanamıyorum. Kimi, Hera'yı mı kıskandın?" dedi Ares, hayretle.
"Kıskanmadım."
Ares
başını salladı. "Evet, hiç kıskanmamışsın." dedi ve ani bir hareketle
onu yere yatırdı. Dünya, onu üzerinden çekmek için debelenirken Ares
eğleniyordu. "Papatyam, fazla vurmasan yaralarım acıyor."
Dünya,
pişmanlıkla durakladı, yüzü yanıyordu.
"Ben
unutmuşum." diye mırıldanırken adamın göğsünü saran, elinin altındaki
bandajı hissetti. Ares'in güçlü bedeninin hapsindeyken heyecandan nefes bile
alamıyordu.
Ares
tek eliyle onun saçlarını okşarken çekici bir sesle konuştu.
"Bundan
sonra benim için bir tek sen varsın, Dünya'm. Kimse seninle eşdeğer olmadı ve
olamayacak." dedi. Eğilip, burnunun ucundan öptüğünde Dünya gözlerini
kapattı. Ares'in yüzünün uzaklaştığını hissedince, dudakları sızlayarak
gözlerini açtı. Onu öpmesini delice istediğini fark etti.
Ares'in
gözlerindeki hüznü görünce sabahın olmasından en az onun kadar korktuğunu
anladı.
"Beni
yeniden öldürecek misin?" diyerek parmaklarını Ares'in çene hattında ve
boynunda gezdirmeye başladı. "Hafızamı silmek için…"
Ares,
Dünya'nın okşayışlarına teslim olarak gözünü kapatırken boğuk bir sesle mırıldandı.
"Hayır,
o diğerlerini kandırmak içindi." dedi. Başını Dünya'nın boynuna eğdi. "Senin
öldüğünü sandıklarında peşini bırakacaklarını düşünmüştük." Dudağı
boynunda gezinirken Dünya için, kelimelere odaklanmak zorlaşmıştı. Parmaklarını
geçirdiği yumuşak tutamları kavrayarak hafifçe çekiştirdi. Ares’in ses tonu
daha baştan çıkarıcı olmuştu.
"Aynada
isminin göründüğü her an deliriyordum. Seni diğerlerinin ilgisinden
uzaklaştırmam gerekiyordu. Ölü birinin anahtar olmaya devam etmesi
olanaksızdı." Çenesine doğru yükselen yumuşak dudaklar Dünya'yı baştan
çıkarmıştı. "O yüzden seni öldürdüm, bizden koruyabilmek için."
Daha
fazla bekleyemedi. Adamın ağzını kapattı, zaten sözlerine yoğunlaşamıyordu.
İkisinin nefesi kesilene kadar birbirlerinden ayrılamadılar. Ayrıldıklarında
Dünya kendini adamın üstünde buldu. Kıpkırmızı olan yüzünü Ares'in göğsüne
yaslarken iki kalbin de delice attığını duyuyordu. Ares, tek kolunu Dünya'ya
sarmıştı ve diğer eliyle kalbinin üstünde duran Dünya'nın elini tutuyordu. Ares
sırtını yavaşça okşadı. Başını ona çevirdiğini fark edince, Dünya başını
kaldırıp altın gözlere baktı. Ares mutluluk saçan bir gülümsemeyle iç çekti.
"Aşkın,
bu kadar muhteşem bir şey olduğunu bilmezdim."
Dünya,
yüzünü buruşturdu. "Öğretmenlerin iyi değilmiş." diye homurdandı.
Ares
gerileyip yüzüne baktı. "Sana güzel bir şey söylemeye çalıştığımda beni
hep terslemek zorunda mısın?"
"Hiç
öyle bir şey yapmıyorum." dedi. Elini çekip dirseğinin üstünde doğruldu.
Ares
boş kalan kolunu başının altına, diğer elini karnına yerleştirdi.
"Yapıyorsun."
dedi. Kendini beğenmiş bir tavırla ekledi. "Özellikle beni kıskandığın
anlarda."
"Bu
bir yorumdu, kıskançlık değildi." diye diklendi. “Ben kıskanç biri
değilim.”
Ona
inanmayan Ares tek kaşını kaldırıp Dünya'ya alaycı bir bakış attı ve dudağını
büküp gözlerini yukarıya çevirirken sırıtmaya başladı. Adama vurmamak için
kendini zor tutarak doğruldu ve bağdaş kurdu. Göle doğru bakarken kaşları
çatıktı. Ares'in kendine olan ilgisini bilmediği zamanlar da bile Afrodit'ten
kıskandığına göre yokluğunda olacakları düşündükçe çıldıracak gibi oluyordu.
Tamam, bir daha karşılaşmayacaklardı ve o ikisini bir daha birlikte
görmeyecekti ama bu olasılık, Dünya için teselli olmak yerine onun kalbini
sızlatıyordu.
Güçlü
kollar belini sardığında Ares'in hareket ettiğini bile anlamamıştı. Onu kendi
kucağına çeken Ares, Dünya'nın sırtına yaslandı ve çenesini omzuna koydu.
"Seni
üzmek için söylememiştim." dedi pişman bir sesle. Kollarını iyice
kenetleyip onu kendine çekti. "Yine de itiraf edeyim, bazen öfkeli
hallerin hoşuma gidiyor."
Dünya
başını çevirip yan gözle genç adama baktı. "Seni bir döverim Ares, zevkten
bayılırsın." diye homurdandı. "Ben burada senden ayrılacağım için
kafayı yiyeyim, sen benimle dalga geç. Ciddi olmayı bile başaramıyorsun."
Ares,
yanağına bir öpücük kondurdu.
"Papatyam,
ben ayrılığı kafaya takmıyorum. Onu bir şekilde çözeceğime eminim. Benim
düşündüğüm şey, seni yeniden kendime âşık ederken beni ne kadar
uğraştıracağın."
"Uğraşmak
mı?" diye burun kıvırdı. "Sanırım, bu benim için alışkanlığa
dönüşmüş."
Ares
gülerken içi neşeyle doldu ve adamın kolları arasında dönerek güzel yüzüne
baktı. Sözlerini hazmederken sormaktan kendini alamadı.
"Sen,
şimdi benim peşimden geleceğini mi kastediyorsun? Buna izin verilmeyeceğini
söylemiştin."
Ares
ışıldayan gözlerle Dünya'ya yaklaştı.
"İzin
isteme huyum olmadığını hâlâ öğrenmedin mi?"
Dünya'ya
nefes alma fırsatı dahi vermeksizin onu öperken Dünya ne diyeceğini unutmuştu
bile. Adamın hafıza silme yeteneğine sahip olmasına hiç şaşırmadı. Öpücüğü bile
insana boyut değiştirtiyordu. Öpücüğü derinleştiren Ares, tek elini Dünya'nın
belinden çekti ve ensesinden saçlarının içine geçirdi. Bir öpücüğün insanı
öldürebileceğini ciddi ciddi düşünmeye başlamıştı. Nefes almak için ayrıldılar
ama Ares'in tutkulu dudakları teninde gezinmeye devam etti. Dünya boynunu Ares’e
açmak için başını geriye bıraktı. Parmaklarının arasındaki sateni güç almak
için kavradı ve şaşırarak kendini çekti.
Ares'in
koyulaşmış gözlerindeki bakış, Dünya'nın içini titretse de nerede olduklarını
anlayınca şaşkınlıkla bakındı. Ares'in odasındaydılar ve yatağın üzerinde
birbirlerine sarılmışlardı. Az önce başka bir yerde olduklarına emindi oysaki.
"Buraya
nasıl geldik?"
Dudaklarını
yalayan Ares, saçlarını okşadı. "Ölümlü olmak, yeteneklerimi
engellemiyor." dedi çekici bir sesle. "Aynı senin yeteneğin gibi…"
"Sen
ışınlanıyor musun?" dedi hayretle.
Ares,
ellerini yanlara koyup kaşlarının altından hala kucağında oturan Dünya'ya
baktı. Dünya yüzünü buruşturdu.
"Bu
komik bir yorumdu, kabul ediyorum."
Ares
dudaklarını ısırıp, Dünya'ya bakmaya devam edince içinde bir şeyler oynadı,
vakit gelmişti. Başını kaldırıp pencereye baktı, gri gökyüzündeki pembe-mor
bulutları gördüğünde ürpererek nefes aldı. Ares, kendi bacaklarının üzerindeki
Dünya'nın bacaklarını okşadı. Rahatlatmak istediğini biliyordu ama Dünya
gözlerini pencereden çeviremiyordu.
"Dünya."
Başını
Ares'e çevirdiğinde görüşü buğulanmıştı, adamın gözlerinin de parladığını
görünce engellemeye çalıştığı yaşlar yanaklarından süzüldü. Ares eğilip
yaşlarla ıslanmış gözlerini öptü ve vedalaşır gibi hırsla onun dudaklarını
kavradı. Uzun ve tutkulu bir öpücüğün ardından zorlukla ayrıldılar. Dünya hıçkırmamaya
çalışarak nefes aldı, Ares'in eline uzandı, parmaklarını parmaklarının arasına
geçirdi.
"Seni
seviyorum." diye fısıldadı. Gözlerini, derin bakışlı altın gözlere dikti.
Her
şey birden karardı.
UYANIŞ...
Durağa
kadar nefes nefese koşmasına rağmen otobüsü kaçırmıştı. Elini durağın demirine
yasladı ve soluklanırken saatine baktı. Saatin yelkovanı, Dünya'nın geç
kaldığını bağırınca ince ceketinin kolunu saatinin üstüne örttü. Ayağını yere
vurdu, bu sırada ona tuhaf gözlerle bakan iki kadına da ters bir bakış attı.
Kadınlar kibirli bir yüz buruşturmasıyla başlarını çevirene kadar kadınlara
bakmaya devam etti.
Bir
sonraki otobüs on beş dakika sonra geldi. Otobüse bindikten sonra randevu için
telefon etmediğine pişman oldu. Randevuyu kaçırması halinde, onu terapiye
almayabilirlerdi. Şansını denemeye karar verip arkasına yaslandı. Yine bütün
gece yatağın içinde dönüp durmuştu. Ne zaman derin uykuya dalsa içinde bir
korkuyla uyanıyordu ve korkunun nedenini anlayamıyordu. Aylardır psikolojik
destek almasına rağmen ne hafızası düzelmişti ne de kâbus hissinden
kurtulmuştu. Bu doktor onun üçüncü doktoruydu ve kadın pes etme kıvamına
gelmişti.
Birkaç
ay önce kendini, evi olduğunu sonradan öğrendiği dairede bulmuştu. Yakın
arkadaşı olduğunu iddia eden Sedef, ona birçok konuda yardımcı olmuştu. Sedef,
Dünya'nın ansızın ortadan kaybolmasından sonra onun tatile gittiğini
düşündüğünden panik yapmamıştı. Bunu tuhaf bulmuştu ama daha önce de böyle
alışkanlıkları olduğunu öğrenince pek üstünde durmadı. Son birkaç senedir
hafıza konusunda da problemli olduğunu söyleyen kadına inanmaktan başka çaresi
yoktu.
Sedef'in
mali durumu iyiydi ve bir kafe işletiyordu. Dünya da onun ortağı sayılırdı. Tüm
kararları birlikte veriyorlardı ama Dünya, Sedef'in aksine tezgâh arkasında
durmaktan da hoşlanıyordu. Sedef'in eğlenceli yanı hoşuna gitse de sürekli
onunla takılmak Dünya için yorucuydu. Farklı kişiliklere sahip olmalarına
rağmen çok iyi anlaşmalarına kendileri de dâhil onları tanıyanların hepsi
şaşırıyordu. Sıkıcı terapiden sonra kafeye gitmek için sabırsızlanarak dışarıyı
izlemeye başladı.
Terapi,
tahmin ettiği gibi kısa sürdü. Kadın, iki-üç not alıp ona başka bir uyku ilacı
tavsiye ettikten sonra Dünya'yı uğurladı. Kafeteryaya girdiğinde, Sedef
kasadaki kızın yanından ayrılıp Dünya'nın yanına geldi.
"Nasıl
geçti?"
Ceketini
askıya asarken cevapladı. "Kadın benden nefret etmeye başladı, şizofren
olduğumu düşünüyor ama kanıtlayamıyor. Sanırım yakında başka bir arkadaşını
tavsiye edecek."
Sedef
dilini çıkardı. "Umarım, yakışıklı bir arkadaşı olur."
Dünya,
kayıtsız bir tavırla elini salladı. Kahve barından kendine ve Sedef'e bir kahve
hazırlayarak masada oturan Sedef'in karşısına oturdu.
"Ben
iyice sıkıldım, bir şey anımsayacağım yok." dedi. Kahvesinden bir kaşık
alıp kahvenin tadına baktı. "Uyku sorunumun da zaman geçtikçe düzeleceğini
düşünüyorum."
Sedef,
şekersiz kahvesini yudumlarken dikkatlice Dünya'yı dinliyordu. Dünya bir kaşık
daha şeker katıp kahveyi karıştırdı. "Ayrıca o psikologlara verdiğim parayla
şimdiye kadar ev alırdım ya da bir araba."
Sedef
güldü. "Yine geç kaldın değil mi?"
Ofladı.
"Bu sefer iyi koştum ve neredeyse yetişiyordum."
"Sana
önerdiğim şirket arabasını neden kabul etmiyorsun ki?" diyen Sedef'e
baktı.
"Bir
kafede çalışıyoruz." diye kaşlarını yukarı kaldırdı.
Sedef,
dalgalı saçlarını havalı bir şekilde arkaya attı. "Zengin sahibiyle de iyi
arkadaşsın."
Dünya
gülümsedi ve kahvesinden bir yudum daha aldı.
Sedef
"Ha, bu arada, yeni komşunu görme şerefine eriştin mi?" dediğinde
Dünya başını salladı.
"Hayır,
daha taşınalı bir hafta bile olmadı ki."
Sedef
bıkkın bir tavırla bacak bacak üstüne attı ve kollarını kenetleyip sandalyesine
yaslandı.
"Ne
meraksız bir kızsın sen ya. İnsan kapının deliğinden olsun bakmaz mı?"
Dünya
omzunu silkip kahvesiyle ilgilenmeye devam etti. Sessiz komşusunu merak
ediyordu etmesine fakat alt komşusundan, yeni kiracının erkek olduğu bilgisi
dışında hiçbir şey öğrenememişti. Yaşlı kadın gözleri ışıldayarak hoş bir genç
adam demişti. Sedef de bunu öğrendiğinden beri sorgulamaya başlamıştı. Çünkü hacı
teyzenin kataraktlı gözlerini parlatan bu adamın neye benzediğini merak
ediyordu.
Akşamüstü
kafeyi kapattıktan sonra Sedef, Dünya'yı evine bırakmakta ısrar edince o da
Sedef'i pizza yemeye davet etti. Pizzayı sipariş ettikten sonra izlemek için
bir de film seçmeye çalıştılar. Sedef, kendisinin ona hediye ettiği duygusal
filmlerde ısrar ediyor. Dünya ise her duygusal film seyrettiğinde kendini kötü
hissettiğini söyleyerek bunu kabul etmiyordu. Bu sırada kapı çaldı. Sedef,
Dünya'yı bırakıp pizzayı almak için kapıya gitti. Bir dakika sonra da Dünya'yı
çağırdı.
Kapıda
biriyle konuşuyordu. Dünya kadının pizzacıyla sohbet etmesine inanamayarak
kapıya yürüdü.
"Ev
sahibi yakın arkadaşımdır." dedi Sedef karşısındakine göz süzerek. Sohbet
etmesi bir yana, adama cilve yapmasına hiç inanamadı.
Hoş
bir ses, apartmanın içinde yankılandı. "Yakın arkadaşları severim."
Berbat
bir cevaptı ama çok hoş bir tınıydı. Bir anlığına ürperdi ama hemen kendini
toparladı. Gereksiz sohbeti kesmek isteyen Dünya, Sedef'in elindeki pizzaya
uzanırken diğer elini kapatmak için kapıya koydu.
"Hadi,
ben acıktım."
Sedef,
kapıyı kapatmasını engelleyerek pizzayı geri çekti. "Hey, kabalaşma! Yeni
komşuna ayıp oluyor!" diye dişlerinin arasından konuştu.
Birden
kalbi sıkıştı. Karşı kapıda duran adamı görmek için, kendi kapısının arkasından
çıkıp Sedef'in yanına dikildi. Adam gülümsedi. Dünya ona hâlâ bakıyordu ve adam
gülümsemeye devam ediyordu. Sedef'in dirseğiyle kendini toparladı. Uzun boylu
ve kumral saçlı adamın inanılmaz güzel gözleri vardı ve bir model kadar düzgün
fiziğe sahipti. Adam kollarını kenetlemiş, kapının pervazına dayanmıştı.
"Yakışıklı olduğumun farkındayım." der gibi Dünya'ya bakıyordu. Sedef,
onu yeniden dürttü. Artık konuşması gerekiyordu. Dudağını yaladı, konuşmaya hazırlanmıştı
ki adam doğruldu. Sabrı tükenmiş gibi iki adımla, aralarındaki mesafeyi aşıp
elini ona uzattı.
"Merhaba,
ben Aras!"
Tokalaşırken
Dünya'nın yüzünü sıcaklık sardı, haddinden uzun yapılan tokalaşmayı fark edip
elini çekti.
"Merhaba,
ben de Dünya!"
Adam,
başını hafifçe yana yatırdı. Gözleri, parlak kehribar rengindeydi. "Altın
gözlü" bu adam, midesinde kelebekler uçuran bir bakış eşliğinde konuştu:
"Tanıştığımıza
memnun oldum, Dünya."
"Ben
de..." diye mırıldandı Dünya ve tekrarladı.
"Ben
de..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder