ANAHTAR (2.KİTAP) -2-

5. bölüm

Ayaklarının altındaki yer dalgalandı. Kalp krizi geçiriyor olmalıydı çünkü göğsündeki makine durup durmama konusunda kararsızdı. Göğsünün sıkışmasına rağmen yüzündeki sakin ifadesini bozmamaya çalıştı. Buz gibi bir his, bedeninden kayıp giderken Ares’e baktı. Adamın yüzü, Dünya’nın hisleri gibi karmaşıktı. Ölü bir sesle konuştu.
‘’Başka çarem yoktu, köşeye…’’
‘’İlgilenmiyorum.’’ dedi Dünya ve bir adım attı ve bir adım daha. Üçüncüsü daha kolay oldu, Ares’in yanına yaklaşmışken sert bir sesle ekledi. ‘’Bir daha bana dokunma!’’
Ares, kolundan tuttu. ‘’Dünya, bu sorunu çözeceğim.’’
‘’Ben ortada sorun göremiyorum.’’
‘’Bak, ben onu istemiyorum. Beni dinlersen, hak vereceksin.’’
Dünya, adama küçümser bir tavırla baktı. ‘’Dedim ya, umurumda değil. Ben sadece hafızamı geri istiyorum ve olayları mantığa oturtmak. Sadece bu amaçla seninle geleceğim.’’ kolunu çekip Ares’in dokunuşundan kaçındı.
Ares’in altın gözlerine derin bir üzüntü yerleşmişti. Dünya’ya bir an baktıktan sonra başını salladı ve uzun adımlarla yürümeye başladı. Portmantoya bıraktığı kadife kutuyu aldı. Dünya, karmaşık duygularla Ares’in gidişini izledi. İçinden büyük bir parça da onunla gidiyordu.
Öncesi, hafızasını kaybetmesiyle geçmişte kalmıştı. Bugüne kadar yaşadıkları her neyse, kaybıyla birlikte mezara gömülmüştü. O yüzden şimdiki Dünya’yı koruması gerekiyordu. Hayallerinin ona gösterdiği hareketli yaşama ve büyülü aşka kapılmamalıydı. Zaten hayallerindeki aşkı da başkasına aitti. Kaşları çatıldı ve asık yüzle adamı takip etmeye başladı.
Otoparktaki Mustanga kadar hiç konuşmadılar. Ares kapıyı açıp onun geçmesi için çekildi. Dünya bindikten sonrada kapıyı yavaşça kapattı. Adam kendi düşüncelerinin içinde kaybolmuştu, sakin adımlarla kendi tarafına geçti. Kılıcı sırtından çekip arka koltuğa attıktan sonra sürücü koltuğuna oturdu. Elindeki kadife kutuyu, torpido gözüne atıp kapattı. Dünya, adama bakmamaya çalışıyordu ama göz ucuyla hareketlerini izlemekten de kendini alamıyordu. Ares, arabayı çalıştırdı ama ilerlemedi. Tereddütle Dünya’ya baktı. Dünya, yakalandığı için önce başını çevirdi ama yaptığının çocukça olduğunu fark edince adama geri döndü.
‘’Sana baştan söyleyeyim, hafızanı tam olarak geri getiremezsin.’’ dedi Ares ve önüne döndü. ‘’Benimle gelmek istemediğin takdirde seni zorla götürmem gerek. Bu bana emredildiği için değil, seni güvende tutabilmek için başka çarem olmadığından.’’
Dünya küskünce oturdu. ‘’Bakacağız.’’ diye mırıldandı.
Ares arabayı çalıştırdı ve dişlerini sıkarken gaza bastı.
Araba trafikte hızlı ve seri manevralarla ilerlerken Ares’in morali iyice düşmüştü. Dünya’nın da ondan farkı yoktu. Arkadaşının hoşlanmasıyla başa çıkamazken, bir de Afrodit isimli rakibi, masaya güçlü bir elle oturmuştu. Ares’in müstakbel eşi… Düşündükçe midesine kramplar giriyordu. Kıskanç biri değildi, zaten tanımadığı bu adamı kıskanması için de sebebi yoktu. Peki, neden tüm bedeni öfkeyle kasılıyordu? Gözleri yoldaki çeşitli ışıklara bakmaktan kamaşmaya başlamıştı. Kırmızı ışık yandı ve Ares frene bastı. Dünya, kenetlediği kollarını çözerek kasılmış kaslarını gevşetti ve nefes alarak Ares’e baktı.
‘’Neden onunlasın?’’
‘’Olaylar bunu gerektirdi.’’
‘’Ne saçma bir cevap!’’ dedi Dünya. ‘’Başına silah mı dayadılar?’’
‘’Anlamıyorsun.’’ dedi Ares bıkkınca. ‘’İşler böyle yürümüyor. Bazen hak elde etmek için bazı şeyleri feda etmelisin. Anlaşma yapmam gerekti…’’
‘’Ne fedakârlık ama… Afrodit ile nişanlı olmak bir insan için zor olmalı!’’ dedi sinirli bir sesle.
Ares kaşlarını çatıp Dünya’ya baktı ‘’Sürekli buna takılı kalıyorsun Dünya, kıskançlığı bir kenara bırakmalısın. Her görevinde bu kıskançlığın başımıza bela oldu.’’
Dünya, ağzı açık adama bakarken ışık değişti ve Ares gaza bastı. Dünya kekeleyerek de olsa konuşmayı başardı.
‘’Kıskanmak mı, seni mi?’’
Ares derin bir nefes alınca, Dünya önüne döndü ve suratını asarak söylendi. ‘’Seni niye kıskanayım ki, ayrıca ben kıskanç biri değilim.’’
‘’Bak, kıskanman bazen hoşuma gidiyor ama beni çok engelliyorsun.’’ dedi Dünya’ya bakmaksızın devam etti. ‘’Şu durumda bile, bana karşı net bir duygun olmamasına rağmen nasılsa kıskanmayı başarıyorsun.’’ İkinci ışıkta durdu ve Dünya’ya baktı.
‘’Yalan mı?’’
‘’Yalan!’’ dedi Dünya, yüzünü asmaya devam etti.
Yalandı, adama karşı canını bile acıtan yoğunlukta duygulara sahipti. Ve aşkın ötesine geçtiğini hissediyordu. Kısacık zamanda Ares’e böylesi tutulması belki mantıksızdı ama kalbindeki boşluğun adamın varlığıyla dolduğunu hissediyordu.
‘’O halde neden başına gelenleri, gördüğün o tuhaf yaratıkları, kâbuslarının sebebi olan eski yaşamını sormuyorsun? Sana yardım eden arkadaşlarımı sormuyorsun, gittiğimiz yerde seni bekleyen sorunların neler olduğunu sormuyorsun? Başında olan tehlikeden nasıl kurtulacağını sormuyorsun? Hâlbuki benim son bir senedir kafa patlattığım tek şey seni korumaktı. Bunun için neleri feda ettiğimi bile sormuyorsun.’’ diye sakince konuşan adam, arkasında çalan kornaları anca fark edip gaza bastı. ‘’Bunların yerine kalkmış Afrodit’le neden beraber olduğumu soruyorsun.’’
Dünya, adamın haklılığı karşısında suspus kalmıştı. Yine de içinde kaynayan kazan hala fokurduyordu. Birkaç dakika içinde şehirden çıktılar ve Ares, Kemer yoluna girdi. Dünya’nın kafasına dank etti. Yavaşça konuştu.
‘’Aaa, Olimpos’’ dedi ve daha kısık ekledi. ‘’Muş…’’
Ares güldü ve yan gözle Dünya’ya baktı. ‘’Sana söylemiştim.’’
‘’Seninle konuşmuyorum!’’ dedi Dünya ve gözlerini camın ötesindeki karanlığa çevirdi.
Yolun aşağısında, göz alabildiğine uzanan denizin üzerine yansıyan yakamozlar, çok güzeldi. Ay ışığı, karanlık suların üstünde, pırlantalı yolu ufka doğru uzatmışken Dünya’nın eli gayri ihtiyari boynundaki kolyeye gitti. Papatya kolyesini parmaklarının arasında okşadı ve Ares’e baktı. Altın gözleri yoldaydı ama aklı başka yerdeydi. Dünya onu üzmesinin gereksiz olduğunun farkındaydı.
‘’Özür dilerim.’’
Ares ayılır gibi ona baktı, yorgunluğu yüzüne yansımıştı. Gözaltları kararmıştı ve yüzü çok solgundu. Dünya, adamın boğazında bir çürük olduğunu yeni yeni görüyordu, sanki bir şey çarpmıştı.
‘’Efendim?’’
Dünya daha yüksek sesle konuştu. ‘’Özür dilerim.’’
Ares dudağını büktü ve dikkatini yola çevirip sırıttı. ‘’Bunu sık söylemediğin nasıl da belli oluyor.’’ dedi ve sağa doğru bir dönüş yaptı. ‘’Affedildin.’’
Yoldan ayrılan Ares, arabayı doğal bir cebe park etti. Gözlerini ovuşturup saçlarını geriye taradı. Dünya adamın neden durduğunu farkedince atıldı. Bu ıssız yerde mola veremezlerdi.
‘’Neden duruyorsun?’’ dedi. ‘’Olimpos’a gitmiyor muyduk?’’
Ares başını koltuğun arkasına dayadı ve Dünya’ya baktı. ‘’Yola devam edemeyeceğim. Gözlerim kapanıyor ve daha bir saatten fazla yolumuz var. Biraz uyumam gerek, iki gündür senin başını beklemekten uyuyamadım.’’
‘’Benim başımı beklemekten mi?’’ dedi gözü konsoldaki saate ilişti, sabahın üçüydü. ‘’İki gün biraz abartı olmuyor mu?’’
Ares koltuğu iyice geriye yatırdı ve üstünde yayıldı. ‘’Geçen gece, o adamla bardan eve döndüğünde senin evindeydim. Sabaha kadar uyumayıp başını bekledim. Bir gece önce de iblisin biri apartman boşluğuna, korku tuzağı yaymıştı. İblisi öldürüp senin dönmeni bekledim. Evinde tekbaşınayken başka bir saldırıya uğramaman için önlemleri almıştım ama sana kafede saldırdılar. Taşındığım günden beri zarar görmemen için sürekli seni izliyordum.’’
Gözleri, uykusuzluktan iyice küçülmüştü. Dünya, uykunun adamın güzel gözlerine sızmasını seyretmeyi bırakıp konuştuğu kelimelere odaklanmaya çalıştı. Ares gevşek bir sesle devam etti.
‘’Evde kokumu duyman beni şaşırttı ama bu konuda yapabileceğim bir şey yoktu.’’
Dünya, o anda ayıldı. ‘’Sen, benim evime gizlice girip…’’ dedi panikle elini ağzına götürdü. ‘’Aman Allah’ım, bunu nasıl yaparsın? Hem de iki-üç haftadır ve seni hiç evde görmedim bile!’’
Ares gözlerini zorla açık tutmaya çalışırken cevapladı. ‘’Dikkatli olsam da birkaç defa yakalanmanın kıyısından geçtim ama kötü rüyalarının bir uzantısı sandığından önemsemedin. Ama geçen gün banyodan çıktığında beni görebilmen şaşırtıcıydı. Bornozunla öylece çıkınca dikkatimi toplayamamış olmalıyım.’’ elini başının altına koyup gözlerini kapattı. ‘’Bardan döndüğümüz gece kendimi tutamadım. İblis tuzağı yüzünden endişeliydim ve senin o herifle dans etmeni hazmedememiştim. Tüm her şeyi boşverdim ve sabaha kadar uyumaksızın yanında uzandım.’’
‘’Ama sabah senin evine geldiğimde uykudan yeni uyanmıştın.’’ dedi Dünya. Sabaha kadar onu saran kolların gerçek olduğu bilinciyle, heyecandan yüzü ısındı.
Ares, gözlerini araladı. ‘’Evden ayrılmadan önce veda etmek için ismini söylemiştim ama biraz sesli söylemişim, sen uyandın. Ben kendi daireme gittim ve uyumaya hazırlanmıştım ki sen elinde bir bıçakla evi bastın.’’ Gözleri yeniden kapandı ve koltukta rahat bir pozisyona geçti. ‘’Ve şimdi de beni yine uyutmuyorsun.’’
‘’Seni nasıl olur da hiç göremem…’’ diye mırıldanan Dünya, gözlerini adamın yorgun ama yakışıklı yüzünden ayıramıyordu.
Adamın bedeni yavaşça gevşerken Dünya’da bacaklarını yukarı çekti ve Ares’i görebileceği bir şekilde başını koltuğa yasladı. Uçları daha açık renkli, kahverengi saçlarından bir tutam yumuşak bir kıvrımla alnından kayarak yanağına düştü. Beyaz teniyle zıt renkteki kirpik ve kaşları yüzüne ayrı bir cazibe katıyordu. Düzgün bir burnu vardı ve çenesi. Dudakları…
Dünya’nın gözleri kapandı ve rahat deri koltukta kıvırıldı.
                                ***
Rüyasız uykusundan huzurla uyandığında ilk gördüğü şey, Ares’in uykuyla gevşemiş yakışıklı yüzüydü. Elleri, karnını üstünde birbirine kenetlenmiş, başı omzuna doğru düşmüştü. Uzun bacakları oturduğu yere sığmadığından, koltuğunu iyice geriletmişti. Saçları dağılmıştı, kanatsız bir melek kadar masum uyuyordu. Dünya, hareket etmeden bir süre adamı izledi. Başına gelebilecek şeyleri düşünmeksizin ve onlar için endişelenmeksizin yanıbaşındaki genç adamın yaydığı güvenin verdiği rahatlıkla sadece adamı izledi.
Güneş yeni doğuyordu. Sonbaharın değişken havasına uygun olarak, bugünün kapalı bir gün olacağı, gökyüzünün halinden belliydi. Dünya’nın kasları tutulmuştu, yavaşça hareket etmeye çalışırken Ares gözlerini açtı ve bir anlık şaşkınlıktan sonra ayılmak için doğruldu.
‘’Günaydın.’’ dedi gerinerek.
Dünya, boğazını temizleyerek doğruldu. ‘’Günaydın.’’
Ares esneyerek kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Nemli serin hava Ares’in açtığı kapıdan içeri doldu. Dünya kararsızca bir saniye bekledikten sonra bedenini esneten adamın yanına gitmek için dışarı çıktı.
Çevrelerini, henüz sonbaharın etkisi altına almadığı yeşil ağaçlar sarmıştı. Yoldan fazla uzaklaşmadıklarından ağaçlar çok sık değildi. Hafif bir pus etrafa dağılmış, ürperten serinliğin etkisini arttırıyordu. Dünya, kollarını birbirine kenetleyerek sırtı ona dönük adama yaklaştı. Havanın normalden daha soğuk olduğu konusunda sızlananlara hak verdi.
‘’Sen, gerçekten, dün gece Azerbaycan’a gidip eve geri mi döndün?’’
‘’Elbette’’ diye cevap veren Ares, kollarını açıp gerindi. ‘’Siz benim evimi darmadağın ederken ben insanların hayatını kurtarmaya çalışıyordum.’’
‘’Yani ışınlanıyorsunuz?’’
Ares dudağını büktü. ‘’Işınlanmak, tabi, böyle de diyebilirsin. Aslında istediği her yere gidebilen iki kişi var, benim bildiğim bu.’’
‘’O siyah saçlı adam ve Hermes mi?’’
Ares sırıttı. ‘’Hayır, ben ve Hermes. Hatta ben bu konuda Hermes’ten bile iyiyim. Fakat kimsenin haberi yok ve öyle kalması benim için hayati önem taşıyor.’’
Sözlerini vurgulayarak söylediğinden Dünya, omuzlarını kaldırdı. ‘’Beni ilgilendirmez, kimseye söyleyecek değilim.’’
‘’Biliyorum, daha önce de söylememiştin.’’
Dünya, bir an adamın gözlerinin çekimde kalarak konuşamadı. Sonrasında başını sallayıp devam etti.
‘’Diğerleri nasıl ışınlanıyor?’’
Ares derin bir nefes alıp anlatmaya başladı.
‘’Basitçe anlatayım. Örneğin, siyah saçlı dediğin Hades, evi olan Tartaros’a ve Olimpos’a gidebilir. Güçlerimiz alındığından beri diğer yerler için Hera’ya ihtiyacı var. Mesela senin arkadaşını evine götürmek için önce izin alarak Olimpos’a gittiler ve Hermes, Hera’nın emriyle, arkadaşının evine gittiğinde; Hera, ikisini arkadaşının evine yönlendirebildi.’’
Dünya ‘’Sedef’’ deme ihtiyacı hissetti.
‘’Tamam, Hera, Hermes’in yolundan Sedef’i ve Hades’i, Sedef’in evine yönlendirdi, şimdi oldu mu?’’
‘’Oldu.’’ dedi. ‘’Yani sen dün gece önce Olimpos’a gittin Hera seni Hermes’in yanı olan Azerbaycan’a yönlendirdi.’’
‘’Daha önce gönderdiği Olimposluların yanına gönderdi. İlla Hermes’in olmasına gerek yok. İlk defa gidilecekse Hermes görevlendirilir, başka Olimposlu varsa sorun değil, onların yanına da yönlendirebiliyor.’’
‘’Bu çok iyiymiş.’’ dedi Dünya. ‘’Ama senin, aslında buna ihtiyacın yok, değil mi?’’
‘’Doğru, aslında bu çok karmaşık bir şey, aynı boyuttayken yönlendirici sayesinde uzun mesafeleri katedebiliriz. Bir de bazı anahtarlar bu özelliklere sahipti. Onlar sayesinde özgürce boyutlarda gezebiliriz.’’ Dedi ve başını yere çevirdi. ‘’Anahtarlar, bazen farklı özelliklere sahip olabiliyorlar.’’
Bir süre, düşünceler içinde sessizce dikildiler. Dünya, bir anahtar olarak ne yapılacağını hayalinde canlandırmaya çalıştı ama başaramadı. Her şey o kadar soyut ve hayali geliyordu ki, mantıklı bir açıklama yapamıyordu. Son yaşananlar bizzat kendi başına gelmemiş olsaydı, Ares ne kadar çekici olursa olsun peşine takılıp, bilmediği insanların arasına kesinlikle gitmezdi. Tüm bu anlatılanlara rağmen…
‘’Benim de bir anahtar olduğumu söylemiştin.’’ diye lafına başlayınca Ares omzunun üstünden ona baktı. ‘’Olimpos’ta ne yapmam bekleniyor?’’
Ares başını çevirip ileriye baktı ve bir an düşündükten sonra saçlarını eliyle geriye sıvazlayıp Dünya’ya döndü.
‘’Zeus’un aklında bir şey olmalı.’’ dedi hoşnutsuz bir sesle. ‘’Birkaç gün öncesine kadar senin lafını bile duymak istemezken şimdi Olimpos’a çağırması kafamı karıştırdı. Sen orada kimseyle muhatap olmasan iyi olur. Özellikle Zeus’la!’’
‘’Hafızamı sildiğine göre benim için hiç zor olmayacak.’’ dedi omzunu silkerek. ‘’Ne de olsa kimseyi tanımıyorum.’’
Ares başını sallayıp en yakınındaki ağacın yanına gitti ve oturdu. Dünya sohbet havasında olduğunu hissettiği adamın yanına gidip yabani otların sardığı toprağın üstüne bağdaş kurdu.
‘’Geçen sefer bu bayağı sorun olmuştu.’’ dedi Ares. ‘’Hatırlamadığın için neredeyse çok tehlikeli birinin tuzağına düşecektin. Ben, onun seni umursayacağını düşünemediğimden sana yaklaştığını fark etmemiştim. Oysaki seninle, odana girebilecek kadar samimiyet kurabilmiş. Öğrendiğimde çok geç kalmıştım, bu yüzden son bir senedir güvenliğini sağlamak için dil dökmediğim kimse kalmadı. Zeus’un verdiği görevlere bile ses çıkarmadan katlandım.’’
‘’Zeus senin baban, değil mi?’’ dedi Dünya, okuduğu kitapta öyle yazıyordu.
Ares kaşlarını çatarak Dünya’nın yüzüne baktı. ‘’Babam mı? Hayır. Efsaneler yanıltıcıdır.’’
‘’Ama sizler gerçek olduğunuza göre mitoloji de gerçektir.’’
Ares homurdanarak nefes aldı, mırıltıyla söylendi. Dünya, onun ne dediğini duyamamıştı ama hoş bir şeyler olmadığı tepkisinden belliydi. Ares ileri bakarak konuştu.
‘’O adam, kendisinden başka birini düşünmeyen sadistin teki. İnsanlar ile birlikte yaşadığımız zamanlarda tek düşündüğü kendi zevkleriydi. Ölümlü insanların ona yaranmak için neler yaptığını bir bilsen kanın donar. Bizleri tanrı olarak gören insanları her bakımdan sömürüyordu. Bencilliğine ve umursamazlığına dayanamayıp ona isyan ettiğimde beni Tartarus’a sürdü. Ardından, çıkan isyanla baş edemeyince beni geri çağırdı. Ortalık yatışınca, öne sürdüğüm şartı kabul etmek zorunda kaldı.’’
‘’Şartın neydi?’’ dedi Dünya merakla.
Ares güzel gözlerini Dünya’ya çevirdi. ‘’Ölümlülerin yaşamına karışmayacaktık ve boyutlarımızdaki düzeni sağlamak dışında güçlerimizi kullanmayacaktık. Yeryüzü insanlara ait olacaktı ve ölümsüzlerin ölümlülerle aşk yaşaması yasak olacaktı. Hiçbir ölümlü bizim yüzümüzden zarar görmeyecekti. Bu yüzden hepimiz güçlerimizden feragat ettik ve sınırlandırılmaya izin verdik.’’
Dünya, Ares’in altın gözlerine bakakaldı. ‘’Bunu mu istedin?’’ dedi. ‘’Neden?’’
Ares dudaklarını yalayıp ellerine baktı. ‘’Ölümlülere üzüntüden başka bir şey sağlamıyorduk.’’
Beninin çevresi hafifçe karıncalandı. Ares’in sözlerinin ötesinde başka şeyler gizliydi ama anlatmakta da bir o kadar isteksizdi. Dünya, tek dizini kaldırıp dirseğini üstüne koydu ve çenesini avcuna yerleştirdi. Genç adamın sözleri, hem mantıklı hemde mantıksız geliyordu. Madem bir nedenden dolayı insanları rahat bırakıp ölümlülerle ilişki kurulmasını yasaklamıştı, peki neden onun peşindeydi? Ares, neden onun ilgisini çekmeye çalışıyordu? Gerçi bunda pek zorlanmamıştı, Ares’i ilk gördüğü andan itibaren Dünya’nın kalbindeki boşluk dolmuştu. Hafızası yerine gelmese de, eskisi kadar kendini huzursuz hissetmiyordu ve rüyaları ona işkence etmiyordu.
Dünya, konuşmayınca Ares başını ona çevirdi. Yeni yükselmeye başlayan güneşin ışıkları adamın yüzünü ışığa boğmuştu, sanki teni ayrı bir ışıltı saçıyordu. Ares, Dünya’nın yüzünü özlem dolu bir bakışla yeniden süzdü.
‘’Savaştığım şeyin ne kadar gerekli bir şey olduğunu seni tanıyınca daha iyi anladım. İlk başta inat olsun diye yasakladığım şeyin, ne kadar yerinde olduğunu…’’
Dünya başını doğrulttu. ‘’İnsanlardan uzak durmayı sen istememiş miydin? Yaptıklarınla, söylediklerin birbirini tutmuyor yoksa bana kur yaptığını inkâr mı ediyorsun şimdi de ve Sedef’le flörtünüzü…’’
Ares eliyle havayı kovaladı. ‘’Ah, yapma, senin arkadaşına asla kur yapmadım. O kendi kendine gelin güvey oluyordu.’’ Dedi ve dediklerinde haklı olduğunu Dünya’da bal gibi biliyordu. Ares’in ilgisi hep onun üstündeydi. Çünkü anahtar olan oydu, Sedef değil.
Dünya’nın yüzü ister istemez asıldı. Pek ala, anahtarı ikna yöntemlerinden biri, cazibesini kullanmak olabilirdi. Belki onu öpmesi ve bulutlara çıkaran kelimeleri de yalandı ama gözlerindeki bakışın sahici olduğuna yemin edebilirdi. Ares sırıttı.
‘’Kıskanç sevgilim benim.’’
Dünya başını kaldırdı. ‘’Ben, senin hiçbir şeyin değilim.’’ dedi soluklanarak. ‘’Seni kendini beğenmiş, ukala ve yalancı şey!’’
‘’Yalancı mı?’’ dedi Ares hayretle. ‘’Bak bu yeni bir sıfat.’’
‘’Dalga mı geçiyorsun benimle?’’
‘’Hayır, daha önce kimse bana yalancı dememişti.’’ dedi Ares, gittikçe gülümsemeye dönüşen sırıtması karşısında Dünya’nın nefesini kesmeye devam ederek.
‘’İyi, şimdi ben dedim.’’ dedi küskünce başını çevirdi.
Ares kahkaha attı ve sırtını ağaca yasladı, sanki rahat bir koltukta oturuyordu. ‘’Beni çok uğraştırıyorsun.’’ diye mırıldanarak başını ağaca dayadı. ‘’Ne sabırlı bir adammışım ben!’’
Dünya, Ares’e ters bir bakış atmak için başını adama çevirdi ama genç adamın yüzündeki çekici gülümseme karşısında afalladı. Önüne dönmeyi her nasılsa başararak sohbeti onu utandırmayacak bir konuya çevirdi:
‘’Benden başka anahtar var mı?’’
Ares sakince cevapladı:
‘’Şimdiki zamanda yok.’’ dedi. ‘’Senden sonra başka anahtar belirmedi. Aynalar düzgün çalışmıyor. Diğer evlerde de aynı sorun var.’’
Dünya, anlamsızca Ares’e baktı:
‘’Diğer evler mi? O da ne demek?’’
Ares ciddileşerek doğruldu. Bacaklarını kendine çekerek bağdaş kurdu ve ellerini öne kenetledi.
‘’Ölümsüzlerin evi sadece Olimpos değil, başka evlerde var. Diğer gruplar, başka boyutlarda olsalar da eski zamanlarda bizimle aynı boyutu paylaştıkları olmuştu yani dünyayı.’’
Dayanamayıp sordu:
‘’Kimlerden bahsediyorsun?’’
Ares söylemekte nedense isteksizdi ama konuşmaya bir kere başlamıştı, o yüzden devam etti.
‘’Norsların, Nefilimlerin, Feinanların, Keltlerin, Şivaların ve daha birçoklarının… Bizim gibi diğer boyutlara açılan kapılara sahip evleri vardır. Her ev, bir problemle karşılaştığında anahtar oluşturabilir. Ben diğer boyutların anahtarlarına da yardımcı oluyorum ama genelde buna gerek kalmıyor. Çünkü diğer boyutların savaşçıları da biziz, çoğunlukla bizden yardım isterler ve onlarda anahtar bizden az oluşur. Antik zamanda yeryüzünün çeşitli bölgelerinde hüküm sürdükleri oldu ama ben, onların ölümlülerle yakınlaşmalarını engellediğimde; teker teker daha serbest olacakları başka boyutlara taşındılar.’’
Ares kaşlarının altından Dünya’ya bakarak ekledi.
‘’O yüzden beni pek hoş karşılamazlar.’’
Dünya sırıttı:
‘’Seni de seven yok galiba, okuduğum kitap bile seni kötülüyor. Yaptığın iyi bir şey yok mu senin?’’
Ares, baştan çıkarıcı bakışlarıyla hafifçe gülümsedi:
‘’Benim gibilerinin işleri, bazılarının canını yaktığında övmektense kötülemeyi yeğlerler. Bu kötüleme, zamanla başkalarının suçlarını yüklemeye kadar gider. Beni okuduğun kitaba göre mi tanımak istersin yoksa her zaman yaptığın gibi kendi yargılarınla mı?’’
Dünya, başını eğdi. Kendi yargılarıyla tanımayı her zaman için yeğlese de, içini yakan duygular yüzünden, karşısında duran adam hakkında tarafsız kalamayacağının farkındaydı. Ares, uzanıp yerdeki elini tutunca başını kaldırıp ona baktı. Ares, Dünya’nın elini avuçları arasına aldı:
‘’Çok uzun yıllardır yaşıyorum Dünya.’’ dedi buruk bir sesle. ‘’Her zaman için iyi kararlar veremedim ama kendimce doğru kararlar vermeye çalıştım. Şimdiye kadar kimse için savaşmadığım kadar senin için savaştım, sen benim Dünya’msın, her şeyimsin. Belki de hayatımın son savaşını senin için yapıyorum ve bunun içinde senin sabrına ihtiyacım var.’’
Başını eğdi, Ares’in avuçları arasındaki eline baktı. Dünya için savaştığını söylüyordu ama o, Afrodit ile nişanlı olan eski bir ölümsüzdü. Neden bu detayı aklından çıkaramıyordu? Dünya’nın kalbi deli gibi atıyordu ve yanaklarının ısınmasından yüzünün kızardığını tahmin ediyordu. Bir yanı adama çok kızgındı, diğer yanı ise karşısında jöleye dönüyordu ve her iki duygusunun nedeni de aynıydı. Dünya tepki vermeyince Ares avuçlarını yavaşça açtı ve başını eğerek Dünya’ya baktı:
‘’Sabrını, kendim için istemiyorum papatyam. Seni bizden kurtarabilmem için zamana ihtiyacım var. Uzun zamandır, hayatına müdahale ediyoruz ve buna engel olmak için denemediğim yol kalmadı. Bu son şansımız olabilir. Çünkü elimdeki tüm kartları açma niyetindeyim. Her ne olursa olsun, bir daha sana beni unutturmayacağım. Seni bir daha savunmasız bırakmayacağım.’’
Dünya’nın dili tutulmuştu, elini Ares’in ellerinden çekti ve adama baktı. Ares dudağını ısırarak yumruk yaptığı elini çekti ve doğruldu. Ayağa kalkan Ares’i izlemek Dünya’nın canını yakıyordu. Bu kadar kısa bir zamanda adama bu kadar bağlanması inanılmazdı.
‘’Galiba…’’ diye lafına başladığında Ares arabaya yürümeyi bırakıp durakladı. ‘’Ben seni hiç unutmadım. Sen, benim eksik parçamdın, uzaktaki varlığının özlemini çekiyordum.’’
Ares ona doğru döndü. Dünya devam etti:
‘’Ama bu demek değil ki, senin başkasıyla birlikte olmanı izlemeye katlanırım.’’ Dünya ayağa kalktı ve Ares’in karşısına dikildi. ‘’Seninle bir anlaşma yapalım. Sözünü dinleyeceğim ama senden, aramızdaki ilişkiyi bir iş gibi görmeni istiyorum. Yanlış bir şey olduğunu sezdiğim anda, herkes hareketlerinde serbest kalır.’’
Ares, hüzünlü bir ifadeyle gülümsedi:
‘’Avuçlarımı o yüzden açtım güzel gözlüm. Bana dönmen için ikimize güvenmeyi öğrenmelisin.’’
Dünya nefes aldı ve elini tokalaşmak için öne uzattı.
‘’Anlaştık o halde.’’
Ares, Dünya’nın ona uzanan elini tutup dudaklarına götürdü. Soluksuz bırakan bir öpücük bıraktıktan sonra mırıldandı:
‘’Anlaştık.’’
Elini bırakan Ares, sırtını döndüğünde Dünya olduğu yerde sallandı, dizleri birden tutmaz olmuştu. Neyseki adam görmedi.
‘’Hadi yola koyulalım. Olimpos’takiler merak etmeye başlamışlardır.’’ diye konuşan Ares’in arkasından zorlanarak yürümeyi başardı.
‘’Neden olmasın, hadi, Olimpos’a gidelim.’’ diye mırıldanarak arabaya doğru adımladı.
Ares, arabaya binip açmak için onun kapısına uzandı. Dünya, genç adamın açtığı kapıdan girdi ve kapıyı çekti. Ares, arabayı geri vitese alıp yola dönerken Dünya anlaşma yapmasının doğru olup olmadığını düşünüyordu. Afrodit ile Ares’i yan yana görmeye nasıl katlanacaktı?






                         6. BÖLÜM

Çevresi ağaçlarla sarılı yoldan geçerken Dünya baktığı yerleri görmeksizin pencereden dışarıyı seyrediyordu. Derken telefonu çaldı, arayan Sedef’ti. Kadın uyanır uyanmaz mesajını okuyunca doğal olarak şaşırmıştı. İyi olduğuna onu inandırdıktan sonra Sedef’in çekinmeksizin sorduğu ilk soru ‘Kiminle?’ olduğuydu. Dünya tek başına olduğunu söyledi. Başına gelen olaydan sonra aklını toparlamak için yalnız kalması gerektiğini birkaç kere tekrarladıktan sonra Sedef telefonu kapattı. Onun sık sık arayacağından emindi. Telefonu kapatsa daha çok meraklanacağını da adı gibi biliyordu. Başına sarılan bu işten bir an önce kurtulmayı diledi. Ve yan gözle Ares’e baktı.
Genç adamın gözleri, önünde uzanan yoldaydı ama aklı başka yerdeydi. Çatılan kaşları, yüz ifadesini buza döndürmüştü. Bu insanın gülümsediği zaman nasıl güneşe benzediğini bilmese yanında olmaktan çekinirdi. Dünya, Ares’i izlemeyi bırakıp önlerinde akıp giden yola geri döndü ve arabanın, bungalovların olduğu bir yerleşim yerinin yanından hızla geçmesini izledi. Sessizliğe sığınıp kendini düşüncelerine bıraktı.
Tedirgin olması gerekiyordu. Birbirinden tuhaf insanların arasına gidiyordu ama hiç endişeli değildi. Sanki parçası olduğu bir yere gidiyormuş gibiydi. Bu belki Ares yüzündendi, onun yanında olması Dünya’yı heyecanlandırdığı kadar rahatlamasını da sağlıyordu. Tek canını sıkan nokta, orada Ares’i bekleyen sarışın kadındı. Afrodit. Ares’in kendisine kur yapmasını istemediğini belirtmişti ama onun kadına da yaklaşmasını istemiyordu. ‘Aranızdakinin iş ilişkisi olduğunu düşün’ diye kendi kendine tekrarlaması da bir işe yaramıyordu. Yine de anlaşmayı kendisi bozmayacaktı. Buna kararlıydı.
Yarım saat kadar patika yoldan ilerledikten sonra Ares yavaşladı. Dünya başını kaldırıp karşısındaki devasa demir kapılara baktı. En az üç metre yüksekliğindeki demir kapıyı saran kurumuş sarmaşıklar ürkütücü görünüyordu. Güneş çok parlak değildi ama karşılarındaki alanda varlığı daha da sönmüştü. Ölü bir bahçeye açılan demir kanatlar, görünmez biri tarafından açılıyormuş gibi rahatça birbirlerinden ayrıldılar. Hiç ses çıkartmamışlardı, mekanik bir şey değilmiş, ağırlıksızmışlar gibi.
Ares, gaza basıp kapının arasından geçti. Araba, toprak yolda fazla toz kaldırmadan ilerlerken Dünya, bambaşka bir ülkeye geçtiklerini düşündü. Hiç bu kadar çirkin, yabani ve son nefesini vermiş bitkiler görmemişti. Kendi boyunu aşan dikenli çalılara ve çürümüş otların sardığı, yapraksız dalları gökyüzüne değen ağaçlara bakınırken Dünya’nın ağzı açık kaldı. Etrafındaki toprağın kuruluktan çatladığı derin bir çukurun yanından dönen Ares, karşılarında beliriveren kocaman malikâneye doğru arabayı sürdü. Uyumsuz katların birbirinin üstüne bindiği malikânenin mermer merdiveninin önünde arabayı durdurdu. Ve nefes alıp Dünya’ya baktı:
‘’Hoş geldin.’’
Ares’in gözlerindeki hoşnutsuzluk sesine de yansımıştı. Dünya’nın buraya gelmesinden çok rahatsız olduğu belliydi.
‘’Hoşbuldum.’’ dedi Dünya.
Ve malikânenin kapısı açıldı. Artemis, kapının arkasından sabırsızca dışarı fırladı. Dalgalı kızıl saçlar, güçsüz güneş ışıkları altında bile parlarken; güzel saçların sahibi, merdivenleri uçarcasına indi. Ares kapıyı açıp dışarı çıktı.
‘’Nerede kaldınız?’’ diyen kadın Ares’in dibinde durdu. ‘’Merak etmeye başlamıştım.’’
Dünya, arabadan inerken Ares, onun sorusunu cevaplıyordu.
‘’İnsanların bazen uyuması gerekebiliyor.’’
Artemis, adamın omzuna vurdu:
‘’Fanilik senin cezan olmalıydı Ares, mutluluk kaynağın değil!’’
Ares sadece gülümseyerek başını eğdi. Ölümlü olmak Ares’in hoşuna gidiyordu. Bu, gözlerinin ışıldamasından belliydi ama neden? İşte bu tavrı, kesinlikle mantıksızdı. Dünya, bunun aralarındaki bir şakalaşma olduğunu düşünerek soru sormadan yanlarına gitti. Artemis yeşil gözlerini ona çevirdi.
‘’Olimpos’a yeniden hoş geldin Dünya!’’
Dünya, gülümsedi. ‘’Hoş buldum.’’
‘’Bütün sabah orada mı dikileceksiniz?’’
Hepsi, onlara seslenen genç adama çevirdi bakışlarını. Bebeksi yüzüyle, yakışıklı, uzun boylu genç bir adam, kapının ağzında kollarını kavuşturmuş dikiliyordu. Elini onlara salladı.
‘’Kahvaltı için sizi bekliyorduk.’’ dedi ve yüzünü buruşturarak ekledi. ‘’Yani biz çok acıktık.’’
Kapıdaki adamın hemen yanında beliren başın sahibini tanıyordu ama bebek yüzlüyü daha önce hiç görmemişti. Hermes, genç adamın arkasından sıyrıldı.
‘’Hena mutfağın kapısında nöbet tutuyor.’’ diye şikâyet edercesine sızlandı.
Ares gülümseyerek merdivenleri ikişer ikişer tırmanmaya başladı.
‘’Tabi, bu, seni pek engellememiştir.’’
Hermes sırıttı.
‘’Sadece iki dilim kek çalabildim. Tamamen Apollon’un fikriydi, zaten çoğunu da o aldı.’’
Bebek yüzlü adam, Dünya’ya doğru samimi bir gülümsemeyle bakıyordu.
‘’Hoş geldin Dünya.’’ dedi gözleri ışıldayarak.
Dünya’da ona gülümsedi ve seslendi.
‘’Hoşbuldum.’’
Efsanevi ölümsüzlerin, birbiriyle şakalaşmasını izlemek Dünya’nın tuhafına gitti. Onların nedense daha ciddi ve suratsız olacaklarını düşünmüştü. Ares’in, bebek yüzlünün yanından geçerken genç adamın saçlarını karıştırması bile tahminin ötesinde samimi ve doğaldı. Hareketi yüzünden Ares’i iten adam, Ares’in peşinden içeri girdi. Artemis, Dünya’ya yan gözle baktı ve başını eğdi.
‘’Dönmene çok sevindim.’’
Kadının samimiyetine aynı derecede karşılık vermeyi isterdi ama hiç birini tanımıyordu. Yine de kadının yanına adımladı.
‘’Teşekkür ederim.’’
Artemis anlayışlı bir bakışla Dünya’yı süzdü ve doğruldu.
‘’Hadi, Hena mutfağın kapısını açarken orada olalım yoksa bu çekirge sürüsünden bize bir şey kalmaz.’’
Birlikte merdivenleri tırmanırlarken diğerleri çoktan gözden kaybolmuşlardı. Dünya, malikâneye girerken sanki ev daha da büyüdü. Geniş salonunun karşısında uzayıp giden basamaklar tüm katları sararcasına dönerek tırmanıyordu. Dünya’nın bakarken bile başını döndüren yüzlerce basamak, evin tüm katlarına ulaşıyordu. Artemis, onu sadece bir kat yukarı çıkarttı. Evin labirente benzeyen koridorlardan ilerleyerek seslerin yükseldiği bir odanın önüne getirdi. Mutfak olduğunu içeri girmeden bile anlamıştı, çünkü enfes kokular dışarıya taşıyordu.
Herkes, uzun bacaklı, dikdörtgen bir masanın etrafına oturmuştu. Ares, onları kapıda karşılayan bebek yüzlünün yanındaydı, adamın önündeki meyve suyu şişesine uzanıyordu. Hena, tam karşısında, masanın başına oturmuştu, inceleyici gözlerle Dünya’nın içeri girmesini izliyordu. Kadın, elini sallayıp ona selam verince gürültülü sohbet kesildi. Dünya, başını eğerek kadını selamladı ve Artemis’in yanına oturdu. Bar sandalyesine benzeyen sandalyeye tırmanmak zor olsa da oturduktan sonra rahatlığı hoşuna gitti.
Kahvaltı sırasında, tanışmadığı tek kişi olan bebek yüzlünün adının Eros olduğunu öğrendi. Gürültülü ve şakacı ölümsüzlerin arasında kendini hiç yabancı hissetmedi. Hepsi sanki o uzun süredir yanlarındaymış gibi samimiydi. Hena, sürekli onları dizginlemeye çalışmasına rağmen söz geçiremeyeceğini anlayınca boş verdi ve bıkkınca omletini çatallamaya başladı. Dünya, şimdilik her şeyin yolunda gittiğini düşünürken iştahını kaçıran peri kızı mutfağa girdi.
‘’Bana neden haber verilmiyor?’’ diye mutfağa dalan Afrodit, doğruca Ares’in yanına gitti ve kollarını sesin geldiği yöne dönen adamın boynuna attı. ‘’Yoksa sürpriz mi yapmak istedin?’’
Ares, şaşkınca kadına bakarken Afrodit adamın açık ağzını tutkulu ve uzun bir öpücükle kapattı. Şaşkınlığından sıyrılan Ares kendini kadından neredeyse koparırcasına çekti. Kadın, onun bu hareketine bozulsa da kendini toparladı, ardından zoraki bir gülümsemeyle yüzünü diğerlerine çevirdi. Ani baskın yüzünden kimse bir an konuşamadı. İlk toparlanan Apollon tekdüze bir sesle konuştu.
‘’Sürpriz!’’
Kahvaltının bundan sonrası sönük bir sohbet havası içinde geçti. İlk firari, işi çıktığını söyleyen Hermes’ti. Ardından Afrodit, konuşmaları gereken acil konular olduğunda ısrar ederek gitmekte isteksiz Ares’i dışarı çıkarttı. Hena, Eros ve Apollon birlikte yanlarından ayrılınca Dünya, Artemis ile masada kalakaldı. Artemis dolaşmayı teklif edince minnetle kabul etti. Böylece aklını biraz olsun altın gözlünün, Afrodit ile ne yaptığını düşünmekten uzak tutabilirdi.
Çantasını, Artemis’in onun odası olduğunu söylediği tuhaf odaya bırakıp malikâne koridorlarını adımlamaya başladılar. İşin daha da ilginci, kapıyı sadece dokunarak açmasıydı. Artemis’in dediğine göre kapıların, sahipleri tarafından izin verilenler dışında açılması imkânsızdı.
Malikânedeki katların hepsi birbirinden farklıydı. Tuhaf şekilli kapıları, taş duvarları, antik lambalarıyla asırlardır var olan bir yapı izlenimi veren evi dolaşırken; Artemis, bazı kapıların nerelere açıldığını anlatıyordu. Dünya, ona yabancı gelen boyutların isimlerini aklında tutmak gibi bir gayesi olmadığından soru sormaksızın kadını dinledi. Artemis’in odasının olduğu kata geldiler. Artemis onu Zeus’un, Hera’nın, Athena’nın ve Apollon’un olduğu odaların önünden geçirirken tanıtmaya devam etti. Kendi odasının önünde, çenesiyle ilerideki karanlık bir ağız gibi görünen kapıyı işaret etti.
‘’Orası da Ares’in odası.’’
Dünya, başını çevirip adamın odasına baktı. Kapının yüzeyi siyah bir kadife gibi dalgalandı. Gerçekten hareketlendi mi yoksa bir ışık oyunu muydu, anlayamadan Artemis’in ardından odasına girdi.
‘’Bütün anahtarların kendine ait odaları mı var?’’
Artemis kendini koltuğa bırakırken sorusunu cevapladı.
‘’Hayır, odalar sahiplerini seçer.’’
Dünya, kadının devam etmesini bekleyerek dikkat kesildi. Artemis, konuşmayı devam ettirmektense ayakkabılarını çıkarmaya davranınca, Dünya, nefes alıp kadının karşısındaki koltuğa oturdu.
‘’Eee, bu ne demek?’’
Artemis ayakkabının bağlarıyla uğraşmayı bıraktı ve başını kaldırdı.
‘’Aman ya. Hafızanın sürekli silinmesine hala alışamadım. Hep bizimlesin gibi, yani aramızdan hiç ayrılmamışsın gibi hissediyorum.’’ Dedi ve gülümseyerek omzunu silkti. ‘’Neyse, daha önceki anahtarlar genelde bizim ‘anahtar odası’ dediğimiz odada kalırlardı. Sen Olimpos’a ikinci gelişinde şu anda sana ait olan oda açıldı ve kâhin o odanın, senin odan olduğunu söyledi. Odanın, sen buradan ayrılınca kaybolacağını düşünüyorduk ama hala yerinde duruyor’’
‘’Bunun anlamı var mı?’’
‘’Bunun anlamı: uzun süre bizimlesin demek!’’ diye gözleri ışıldayarak gülümsedi.
Dünya kadının sevimliliği karşısında sırıtmadan duramadı. Birkaç gün önce nelerle uğraşıyordu, şimdi ise karşısında Artemis ile sohbet ediyordu. Olimpos’a geldiğinden beri olayların gerçek olduğunun daha çok bilincindeydi. Beyni ona oyun oynamıyordu. Olimpos’ta antik ölümsüzlerle birlikteydi ve tüm kâbusları gerçekti. Koltuğun kıyısına kaydı.
‘’Ares…’’ derken bile boğazı heyecandan kuruyordu. ‘’O bana bazı şeyler anlattı.’’
Artemis dudağını eğdi:
‘’Anlattı mı, bak bu yeni bir haber. Genelde bu işleri benim üstüme yıkardı. Gelişme var demekki.’’
‘’Hala anahtar olmamın sebebi, görevimi yapamamam mı?’’ dedi Dünya, kadının söylenmesini önemsemeden.
Artemis kaşlarını kaldırdı:
‘’Bunu kimse bilemiyor. Sen üstlendiğin tüm görevlerini tamamladın ama sürekli aynada belirmeye devam ettin. Ares’in buna son vermek için seni öldürecek kadar ileri gitmesine rağmen…’’ duraklayan Artemis Dünya’nın şoktaki yüzüne bir an baktıktan sonra dudağını büktü. ‘’Sanırım bu kısmı anlatmamış.’’
‘’Beni öldürdü mü? Gerçek anlamda mı? Bu nasıl olabilir?’’
Artemis, ona ambrosianın etkisinden ve Ares’in, Dünya’yı diğerlerinden saklamak için yaptığı plandan bahsetti. Bunun sonucunda kendi ölümsüzlüğünü kaybettiğini ve cehenneme sürüldüğünü, onu nasıl kurtarmaya gittiklerini kısaca anlattı. Dünya, şaşkınca onu dinledi.
‘’Cehennem mi?’’ dedi.
Artemis burnunu kırıştırdıktan sonra yanıtladı. ‘’Yani, Tartarus, ölümsüzlerin cehennemi. Ölümsüzler ve insanların tanımına göre olağandışı canlıların öldükten sonra işlemiş oldukları suçlar için cezalandırıldıkları işkence boyutu. Korkunçtu.’’
‘’Yani, biz, ikimiz Ares’i cehennemden mi kurtardık.’’
‘’Evet, süperdi, keşke hatırlasaydın. En çokta, Adonis’in Eurinomus’u nasıl doğradığını hatırlamanı isterdim’’ dedi eliyle havayı keserek, durakladı ve yanlış bir şey söylemiş gibi Dünya’ya baktı.
‘’Adonis mi?’’ dedi Dünya.
Artemis havadaki elini kucağına indirdi. ‘’Sanırım olayları karıştırdım.’’ dedi umursamaz bir tavırla omzunu silkerek.
Omzundaki ben hafifçe ısındı. Yalan söylüyordu, olayları karıştırmamıştı. Ama Adonis, onu daha önceki görevlerinde hiç görmediğini söylemişti. Şimdi ise Artemis, üçü birlikte Ares’i kurtarmak için cehenneme gittiklerinde adamın yaptığı bir şeyden bahsediyordu. Ardından da yalan söylüyordu. Yalanını yüzüne vurmak istemedi ama rahatsız olduğunu saklayamadı. Hermes’in sesi kapının diğer tarafında patlayınca her ikisi de oldukları yerde zıpladılar.
‘’Artemis, Hera seni görmek istiyor.’’
Artemis gözlerini devirdi.
‘’İki kapı ötemizde duran birinin haberini iletmek için, bir kapı ötemizden, bu tonu kullanmana gerek yok. Tüm evle beraber, seni duyduk.’’
Hermes söylendi.
‘’Duyduğuna emin olmakta suç oldu, benim işim bu.’’
Artemis omzunu silkip Dünya’ya döndü.
‘’Bu da son günlerde iyice huysuzlaştı. Sürekli kapris.’’ dedi kısık sesle. Ayağa kalktı. ‘’Hadi, seni odana bırakayım.’’
Dünya ayaklandı.
‘’Gerek yok, geze geze bulurum herhalde. En iğrenç kapılara sahip olan kat benimki zaten.’’
Artemis yüzünü buruşturdu.
‘’Bunu sakın Adonis’in yanında söyleme.’’
‘’Neden?’’
‘’Onun odası da senin katında.’’ dedi Artemis kapıya doğru yürürken.
Adonis ile aynı katta kalıyorlardı ve onunla ikisinin de hatırlamadıkları bir geçmişleri vardı. Ares, Dünya’nın hafızasını silmişti, tamam, peki, Adonis’in hafızasına ne olmuştu ki?
‘’Yine de komşuculuk oynamamanı tavsiye ederim.’’
‘’Biliyorum.’’ Dedi içini çekerek ekledi. ‘’O, benden nefret ediyor.’’
Artemis omzunun üstünden bir an baktı ve yorum yapmadan önüne dönüp kapıya doğru yürüdü. Yeşil kapısına elini uzatırken kapı açıldı ve ikisi boş koridora adım attı. Artemis, onu katın sonundaki merdivenlerde bırakıp geri döndü. Dünya, isteksizce basamakları inmeye başladı. Ares’in odasına doğru görünmez iplerle çekilirken bunu yapmakta zorlanıyordu.
Koridor boyunca kapılara bakınarak yavaşça yürümeye başladı. Kimi kapıların üzerinde şekiller vardı, kimileri farklı metaryallerden yapılmıştı, yazılı olan da vardı, sade renk olan da. Kokuları bile farklıydı. Dünya, kapılara bakınırken ne tarafa gittiğini anlayamamıştı. Yolunu iyice kaybettiğinin farkında olarak ama panik yapmadan öylece dolaşmaya başladı.
Ona anahtar demişlerdi. Bir anahtar olarak ne yapılacağını tahmin etmeye çalışarak, kapıların açma kollarını aradı. Hiçbirin ne anahtar yeri, ne de kapı kolu vardı. Artemis’in dediğine göre herkes kendisine izin verilen kapıları ve kendi odalarının kapılarını açabiliyordu. Peki, bu sahipsiz kapıları nasıl açıyorlardı? Anahtar olarak onun, bu kapıları nasıl açmasını bekliyorlardı? Sadece dokunması yeterli miydi? Çok basit gelen bu fikrinden sonra ezberlemesi gereken bir açma lafı olmamasını diledi. Bir kapının önünde durduğunu ve ‘açıl susam açıl’ dediğini hayal edince yüzünü buruşturdu, bu hiç karizmatik olmazdı. Bu düşünceler içinde, dikkatini çeken bir kapıya iyice yaklaştı.
Baktığı şeyi, kapıya benzetemedi, sanki hareketli bir akvaryuma bakıyordu. Yukarıdan aşağıya doğru dalgaların aktığı, koyu mavi suyla dolu dikdörtgen kapının tam üzerinde, dikey olarak üç dişli, çatala benzeyen bir yaba vardı. Yabayı, dalgalanan suyun üzerinden alabilir miydi? Elini uzattı ve parmakları sapına dokunacakken bir ses duydu.
‘’Dünya, hayır!’’
Başını çevirirken parmakları metal sapa dokundu. Adonis’in ona doğru koştuğunu gördüğü anda, Dünya müthiş bir çekimle kapıya doğru çekildi ve kendini uçsuz bucaksız bir denizde buldu. Tuzlu su, açık ağzından boğazına dolunca bir an ne olduğunu anlayamadan panikledi ve suyun içine doğru batmaya başladı. Sakinleşmeliydi, nefes almaya çalışmaktan vaz geçip, dört bir yanını saran suyun yüzeyine çıkmak için kollarını hareket ettirdi. Havaya kavuşunca derin soluklar alarak etrafına baktı. Masmavi, bulutsuz gökyüzü ve engin bir denizden başka bir şey göremedi. Ne tarafa yüzmeliydi? Neredeydi?
Yapabileceği tek şeyi yaparak kendine bir yön belirledi ve yüzmeye başladı. Birkaç dakika yüzdükten sonra etrafındaki su dalgalandı ve içinden tuhaf iki yaratık çıktı. Kısa dik saçlı yaratıkların gözlerinin çevresinde parlak yeşil pullu derileri vardı. Metalimsi parlak gözleri, pullu maskenin arasından ışıldıyordu. İçlerinden bir tanesi, Dünya’ya doğru yüzdü. Saçları ilginç yeşilimsi bir renkteydi ve hayret ki; kulakları yoktu. Burnunun her iki yanında iki sıra kısa çizgi vardı. Çizgiler bir solungaç gibi açılıp kapanırken yaratık hırıltılı bir sesle Dünya’ya doğru konuştu. Yaratıklar, dediklerini onun anlamadığını farkedince; konuşanın ardındaki yaratık, aniden suya daldı ve onlardan uzaklaşmak için arkasını dönüp yüzmeye davranan Dünya’nın ayaklarından tutup aşağı çekti. Dünya, suya gömüldü ve onu yakalayan yaratığa doğru ayağını salladı. Yaratığa vuramadan Dünya’yı kollarından yakaladılar. Suyun içinde soluk alamayan Dünya, iyice panikledi.
Yaratıkların ellerinde, kapının yüzeyinde gördüğü üç dişli alet vardı. Silah olabileceğini düşündü ama ona gerek kalmayacaktı, zaten az sonra boğularak ölecekti. Karşında duran yaratık koluna takılı duran deri bir kayışla bağlı ceplerden birinden mercan renginde, küçük, eğri büğrü meyveye benzeyen bir şey çıkarttı. Kollarını tutan diğerinin yardımıyla panikten delirmiş haldeki Dünya’nın ağzını açıp meyveyi ağzına tıktı. Ekşi-tatlı meyveyi zorlarak yutan Dünya’nın nefesi önce iyice kesildi, başı döndü. Meyve, nefes borusuna takılmıştı, genişleyip tüm boğazını sardı. Öksüremiyordu. Yaratıkların onu bıraktığını hissetti. Suyun derinliklerine iyice gömülürken başı döndü. Keskin bir acı göğsünde patladı, ardından nefes aldı. Boğazına ve burnuna dolan su, ikinci nefesinde geri çıkarken ciğerlerini rahatlatan bir hisle soluk alma isteği azaldı. Gözlerini açtı, hala suyun içindeydi ama soluk alma isteği yoktu. Sanki içinde ayrı bir oksijen tüpü vardı. Şaşkınlıkla etrafında yüzen yaratıklara baktı.
‘’Bizi anlıyor musun insan?’’
Yaratıkların ayakları da normal değildi. Perdeli, uzun ayaklarından başlayarak beline kadar zırh gibi pullu deriye sahiptiler. Bu pullar, yüzlerini saran maskeden daha geniş ve kalındı. Dirseklerinden yukarıda ve sırtlarında sivri yüzgeçleri vardı. Sırtları da, enselerine kadar incelerek uzanan pullardan oluşuyordu. Pantolon niyetine balık derisine benzeyen derilere sarınmışlardı. Ne tam bir balık, ne de tam bir insandılar.  Yaratıklar ellerindeki çatallı sopaların ucunu Dünya’ya doğrultular.
‘’Cevap ver!’’
Dünya, nefes alabildiğine şaşırmayı bırakıp yaratıkları cevapladı.
‘’Evet.’’
‘’Sen anahtar mısın?’’ dedi mavimsi pullara sahip olan.
‘’Siz kimsiniz?’’ dedi sorusuna cevap vermemek için.
‘’Soruları biz sorarız.’’ dedi, yeşilli olan diğeri.
Dünya, yüzlerindeki pulların, maske değil, pullu derilerinin devamı olduğunu anladı. Pullu derileri, kaygan insanımsı deriyle uyumluydu, bir dalga misali bedenlerini dolanarak süslüyordu. Derken yanlarına gümüş renklere sahip başka bir yaratık geldi.
‘’Oyalanmayın, tutsağı küreye götürün.’’ Dedi. ‘’Sorgulamayı orada yapın’’
Gümüşlünün biraz uzağında dört beş tane daha yaratık duruyordu. Mavili, elindeki çatalı Dünya’nın üstünden çekti ve ikisi birden yüzerek Dünya’nın kollarından tuttular. Kaçamayacağını anladığından onlara karşı koymadı. Onu, aşağıya doğru yüzdürmeye başladılar.
Mavili, diğerine seslendi.
‘’Txion, ya bu bir iblisse…’’
Yeşilli olan Dünya’ya bir göz attı ve dudağını büktü.
‘’Sanmam, bu şey, kesinlikle anahtar.’’ dedi. ‘’Daha önce de görmüştüm.’’
Hafıza boşluğunun yeni bir anıyla dolacağını düşünen Dünya, sağ kolunu tutan yeşilliye döndü.
‘’Beni nerde görmüştün?’’
Txion sırıttı.
‘’Bak, Yvkan, kendi ağzıyla itiraf etti. Sana demiştim bu, anahtar.’’
Dünya, suratını asınca Txion güldü.
‘’Madem sen anahtarsın, senden korkmamıza gerek yok. Soruna cevap vereyim, seni değil ama senden önceki anahtarlardan birini görmüştüm. Küçüktüm ama tam olarak neye benzediğini biliyorum. Sen de ona benziyorsun. Onun gibi kıyafet giyiyorsun ve havaya ihtiyacın var.’’
Aşağıda süngerlerden oluşmuş devasa bir yığın gözüne çarptı Dünya’nın. Süngerlerin çevresinde yosunlar ve çiçeğe benzeyen bitkiler vardı. Etrafta kimse görünmüyordu, cam gibi berrak suyu gözleriyle taradı. Sünger evlerin içinden sızan dumanımsı rengi fark etti ve nedense uzun yapraklı çiçeklere çevirdi başını. Hareketsizdiler, suyun deviniminden bağımsızca öylece duruyorlardı. Tuhaf bir panikle, yanındaki Txion’a döndü.
‘’Yanlış giden bir şeyler var.’’
Txion, Yvkan’a baktı ve anlaşmaları için tek bir bakış yetmişti. Sonra Dünya’yı bırakarak ileri yüzdü. Dünya, tam ağzını açıp dönmelerini isteyecekti ki, süngerden bir mızrak fırladı ve Txion’un göğsünden içeri girdi. Txion bir anda arkaya doğru fırladı. Göğsünü parçalayan tırtıklı mızrağı eliyle tutmuştu, derken eli düştü ve cansızca bedeni dibe doğru süzüldü. Yvkan, arkadaşının adını bağırarak Dünya’yı bıraktı. Txion bir yaprak gibi derinliklere düşerken Yvkan ardından gidip gitmeme konusunda kararsızca yumruklarını sıktı. Txion için çok geçti, bu yüzden Dünya’yı korumak için elindeki üç dişli mızrağı öne doğru tuttu.
‘’Kaç anahtar, Sesmon’a doğru yüz!’’ dedi.
Orası neresi diye soramadan süngerin deliklerinden, siyah sisler, belirgince sızmaya başladı. Ardından üç tane yılan bedenine sahip sırtından kuyruğuna kadar dikenlerle kaplı, dört kollu ve geniş ağzı sivri dişlerle kaplı çirkin yaratıklar hırlayarak dışarı fırladılar. Yvkan haykırarak onlara doğru saldırdığında Dünya çoktan arkasını dönüp yüzmeye başlamıştı. Yvkan’ın acı dolu sesini duyduğunda daha da hızlandı. Yvkan’ı da öldürdüklerinin farkındaydı ve sıra ondaydı. Nereye gitmesi gerektiğini bilemeden sadece suyun yüzeyine odaklandı. Mesafeyi tahmin edemiyordu ama elinden geldiğince hızlandı.
Belini saran kuyruk onu hızla aşağı çektiğinde tüm gücüyle çığlık attı. Meyve takıldığı yerden kurtuldu ve ağzından çıkıp suya karıştı. Parmakları çaresizce uzansa da meyveye yetişemedi. Soluk alma yetisini de kaybeden Dünya, onları tuzağa düşüren yaratıkların arasında kalmıştı. Yassı suratlı yaratık, gıcırtılı bir sesle konuşup kuyruğunu yeniden Dünya’ya dolamak için salladı. Dünya hızla bir çember çizerek kuyruktan kurtuldu ama diğerinin kuyruğu omzuna çarparak dengesini kaybettirdi. Üçüncü yaratık pençeye benzeyen perdeli eliyle onu boynundan yakaladı. Sakladığı nefesi tamamen boğazından kaçtı. Onu yakalayan diğerlerine anlamsız kelimelerle bir şeyler söyledi.

Dünya’nın başı dönüyordu, gözleri kararırken yaratıklardan biri perdeli elini salladı. Avucundan süzülen siyah sis suyun temizliğini kirletti ve şekilsiz bir delik belirdi. Dünya, bu deliğin aynısından kafede de görmüştü. Son bir gayretle debelendi. Bu çaba karşılığında, sadece su yuttu ve ciğerleri yanmaya başladı. Yaratık gıcırtıyla hırıldadı ve onu deliğe doğru yönlendirdi. Tüm yaratıkların ilgisi delikteydi, bir an önce delikten geçmek istiyorlardı. Kendisini bekleyen sondan çok, oksijensizlik Dünya’nın canını yakıyordu. Ölümü bu kadar aptalca mı olacaktı?

7. bölüm

Yaratığın çekiştirmesiyle kara deliğe iyice yaklaşmıştı. Dünya, kaçamayacağını biliyordu ve karşı koyacak hali kalmamıştı. Ona yardım edecek biri de yoktu. Suyun içinde sürüklenirken göz ucuyla bulanık ve ani bir hareket gördü. Yaratığın Dünya’yı tutan pençesi gevşedi ve çevrelerini saran su aniden mora boyandı. Dünya, halsizce yaratığa doğru döndüğünde, ikiye ayrılmış bir bedenin yanındaki Adonis’i gördü. Adonis, yaratığın ona vurmak için yaylanan kuyruğu tuttuğu gibi parıldayan kılıcıyla kesip son yaratığa döndü.
Akıma karşı koyamayan Dünya, kendiliğinden deliğe doğru sürükleniyordu ve bilincini kaybetmek üzere olduğunun farkındaydı. Adonis, bir balık hızıyla, son yaratığı kaçmak üzereyken yakaladı ve başını bir kâğıt gibi kesip gövdesinden ayırdı ve hızla Dünya’ya döndü. Yaratık, suya mor bir mürekkep gibi karışırken Adonis’in lacivert gözleri endişeyle açıldı ve bir ok gibi ona doğru atıldı. Dünya, delikten içeri kayarken teslim olmuş bir tavırla gözlerini kapattı.
Kara delikten yayılan buz gibi bir his bedenini sararken bir el, onu yakalayıp kendine çekti. Dudaklarının arasından üflenen temiz hava ciğerlerini harekete geçirdi. Ardından bir nefes daha… Gözlerini araladı. Adonis, dudaklarını onunkilere bastırmış, ciğerlerini oksijenle dolduruyordu. Yakışıklı ölümsüz, Dünya’ya nefes almasında yardım etmeye devam etti. Hayat öpücüğü sayesinde Dünya kendini daha iyi hissediyordu.
Adonis’in kusursuz güzelliği, bu dipsiz okyanusta daha çarpıcıydı, daha bir masalımsıydı ve ilk defa ona karşı doğal ve kibar davranıyordu. Bakışları kesinlikle düşmanca değildi. Dünya bir şey daha fark etti. Adonis suyun içinde nefes alabiliyordu! Ayrıca hareketleri, derin suyun ezici baskısını hissetmiyormuş gibi rahattı.
Adam, tüm çekiciliğiyle ona doğru yeniden eğildi. Dudaklarının arasına hava üfledikten sonra gözleriyle yukarıyı işaret etti. Dünya, ağzını açmaksızın başını salladı ve Adonis, onun elinden tuttu. Yüzeye doğru yüzerlerken Dünya’nın nefessiz kaldığını farkeden Adonis yüzmeyi bırakıp Dünya’ya yaklaştı; beline sarıldı, bu kez onu kendine çekerken gülümsüyordu. Yüzündeki alaycı ifade nedeniyle Dünya gerileyecekken yüzeye ne kadar kaldığını tahmin edemediğinden ve adamın güzelliğinin çekimine kapıldığından iradesi çözüldü.
Adonis’in gözlerindeki şakacı ifade yavaşça değişti. Dünya’nın gözlerine bakarken kararsızca bir an durakladı ve ardından dudağını dudağına bastırdı. Ciğerleri temiz havayla dolarken; Adonis, kollarını beline dolayıp Dünya’yı iyice kendine çekti. Bedenleri birbirine yaslandığında hava üflemeyi bıraktı ve dudakları yavaşça onun dudaklarının üzerinde gezinmeye başladı. Tedirgin başlayan öpücük, tutku ve özlem karışımı duygu yoğunluğuyla kontrolden çıktı. Dünya, hissettiği duyguya kapılıp elini adamın göğsüne koydu. Tişörtün altındaki kalp çok hızlı atıyordu. Adonis aniden ondan ayrıldı. Kaşları çatıktı, sanki Dünya kötü bir şey yapmış ve ondan bunu beklemiyor gibiydi. Dünya’nın düşünceleri karıştı. Adonis’e acı verecek bir şey yapmadığına emindi ama adamın güzel yüzünde gördüğü acı, çok belirgindi.
Sakinleşen Adonis’in lacivert gözlerindeki bakış yumuşadı ve derinleşti. Elini ona uzattı, Dünya eline dokunduğu anda yavaşça kendine çekti. Diğer elini Dünya’nın boynuna yerleştirdi, gözlerini kapattı ve dudaklarına eğildi. Anın büyüsüne kapılan Dünya, karşı koymak istemedi. Tutkulu dudaklar, Dünya’ya nefes vermektense soluğunu kesmişti. Suyun içinde yukarıya doğru çıkarken birbirlerine sıkıca sarılmışlardı, derken temiz havayı yüzünde hissetti. Gözlerini açtı ve dudaklarını Adonis’ten çekti. Amacın tamamen dışındaki son öpücük, onu soluksuz bırakmıştı. Dünya emin oldu, bu öpücük kesinlikle hayat öpücüğü değildi.
Adonis dudağını yalayarak Dünya’ya baktı ve hemen başını çevirdi, az önceki tutkulu tavrından eser kalmamıştı. Sanki birden Dünya’nın kim olduğunu hatırlamıştı. Kini yeniden geri gelmişti.
‘’Lanet olsun!’’ dedi sinirli bir sesle. Sular, ileriye bakan adamın güzel gözlerini ışığa boğarken huzursuzca homurdandı.
‘’Bir daha tek başına kapıları kullanma!’’
Dünya uysalca başını salladı.
‘’Tamam.’’ dedi ve ondan başka her yere bakan adamın yüzüne gözlerini dikti. ‘’Beni kurtardığın için teşekkür ederim.’’
Adonis nihayet ona baktı, kaşları çatıktı. Derin bir nefes aldı ve canı acıyormuş gibi yüzünü buruşturdu.
‘’Az önce olanları unut ve bizi buradan çıkart!’’ dedi sert bir sesle.
Dünya’nın da kaşları çatıldı, aniden değişen adam iyice canını sıkıyordu.
‘’Neyin var senin? Senden yardım mı istedim? Öpücük için seni, ben mi zorladım?’’
Bir yandan da yüzmeye çalışıyordu. Kollarının gücü azalmıştı. Kavga etmenin yeri değildi ama adamın anlamsız kabalığına daha fazla tahammül etmeyecekti.
‘’Ben, sana bir şey yapmadım.’’
Adonis ona yaklaştı, konuşup konuşmamakta kararsızca bir an baktıktan sonra kelimeler dudaklarından zoraki döküldü.
‘’Sana nedenini söyleyeyim. Senin yüzüne baktıkça içim acıyor.’’ dedi eliyle kalbini gösterdi. ‘’Burada küçük bir yara izi var. Oluş sebebini bile hatırlamıyorum ama seni her görüşümde varlığını unuttuğum kalbim tekliyor ve yara izim sızlıyor. Bu da canımı yakıyor.’’
Dünya hiçbir şey diyemedi. Kafası iyice karışmıştı. Adonis’in baştan çıkaran öpücüklerinin anısı hala tazeyken, adamın ona düşmanca davranması canını sıkıyordu. Adonis üzgünce onun yüzüne doğru eğildi.
‘’Neden Dünya?’’
Dünya yutkundu.
‘’Bilmiyorum.’’ dedi. Aralarında ne olduysa ikisi de hatırlamıyordu, bu yüzden yanlış bir şey söylemek istemedi.
Adonis’in bakışları kırıldı.
‘’Düşmanca davrandığım için üzgünüm.’’ dedi. ‘’Sana başka türlü davranırsam…’’ kelimeler boğazına takıldı. Gözlerini kapatıp geriye bir kulaç attı. ‘’Ares’i tehlikeye atan birinden bu denli etkilenmeme kızıyorum sadece.’’
‘’Etkilenmek mi?’’ diye kekeledi.
‘’Kafamı karıştırıyorsun. Varlığın, sesin, gülümsemen bile canımı sıkıyor. Buna rağmen sana daha yakın olmak istiyorum.’’
Adonis doğruyu söylüyordu. Sözleri onun da kafasını karıştırmıştı. Kendince nedenlerle Dünya’dan nefret etmeye şartlanan Adonis, onunla tanışınca hisleri hakkında çelişkiye düşmüştü. Dünya, bir yandan suyun üstünde kalmaya çalışırken adamın sözlerini düşünüyordu. Bakışlarını ondan bir tepki bekleyen adama çevirdiğinde üstlerine bir gölge düştü ve ikisi de başlarını kaldırdılar.
Hermes tam tepelerinde havada süzülüyordu.
‘’Selam!’’ dedi elini sallayarak. ‘’Poseidon, yardıma ihtiyacınız olup olmadığını sormamı istedi.’’
Adonis, elleriyle saçlarını geriye taradı.
‘’Üç su iblisi, Poseidon’a söyle, Triton gruplarını fazlalaştırsın. Yetersiz kalıyorlar.’’
Hermes omzunu silkti.
‘’Tamamdır.’’ dedi ve Adonis’e doğru uçtu. ‘’Sende bir an önce Olimpos’a dönsen iyi olur. Ares’e de bu konudan bahsetmeyin, bu benim fikrim.’’
Adonis kaşlarını çattı.
‘’Neden?’’
Hermes havada bir tur döndü ve ellerini iki yana açtı.
‘’Benim fikrim!’’ dedi ve ortadan kayboldu.
Adonis, düşünceli bir yüzle Dünya’ya baktı. Onun da Dünya kadar olayı anlamadığı belliydi.
‘’Ne demek istedi?’’
Dünya nefes aldı ve omuzlarını kaldırdı.
‘’Bana mı soruyorsun? Ben zavallı bir ölümlüyüm, şimdilik sadece her şeye şaşırıyorum.’’
Adonis’in yüz ifadesi yumuşadı, hatta hafifçe sırıttı.
‘’Şaka yapmasını da bilirmiş, bak sen anahtarımıza.’’ ve Dünya’ya yaklaştı.
‘’Daha önceki kabalıklarım için özür dilerim. Bana bir şans daha verir misin, anahtar?’’
Dünya dudağını büktü.
‘’Hayatımı kurtardığın için senin bir odun olduğunu unutabilirim.’’
Adonis müthiş bir gülümsemeyle kelimelerini taçlandırdı.
‘’Çok kibarsın anahtar, şimdi anlaştığımıza göre, bizi Olimpos’a taşır mısın?’’ diye elini ona uzattı.
‘’Ben mi?’’ dedi Dünya, adamın uzattığı eli tuttu.
‘’Senin yapman daha kolay, yoksa boyut kapısını aramakla uğraşırız. Zaman kaybı.’’ dedi ve Dünya’nın elini sıkıp kendine doğru çekti. ‘’Tabi, benimle biraz daha vakit geçirmek istersen o başka.’’
Dünya, adama çarpmamak için elini onun omzuna koydu ve yüzünü buruşturdu. ‘’O da zaman kaybı olur.’’ dediğinde Adonis lafına hiç bozulmadan pis pis sırttı.
‘’Kaybetmek isteyebileceğin bir zaman olabilirdi.’’
Adamın iç gıcıklayıcı sesi karşısında Dünya yutkundu. Gözleri, Adonis’in ıslak kirpiklerinin arasındaki gece mavisi gözlerine takıldı, beyaz teni, kırmızı dudakları ve düzgün burnuna. Olağandışı güzelliğin karşısında nutku tutulan Dünya, yorum yapmayınca Adonis tereddütlü bir sesle konuştu.
‘’Olimpos’a dönsek iyi olur.’’ dedi ve nefeslendi. ‘’Bizi taşıyabilecek misin?’’
‘’Nasıl yapacağım?’’
‘’Olimpos’u düşün ve gördüğün kapıyı.’’
Dünya, başını salladı ve düşündü. Bir saniye sonra girdiği akvaryum kapının önündeydiler. Baştan aşağı sırılsıklam ve yorgun bir ifadeyle adama baktı. Nefretin tamamen eridiği güzel gözleri, onun üzerindeydi.
‘’Dedikleri kadar yeteneklisin anahtar.’’
Yapışan tişörtünü çekiştirerek teşekkür etti. Yüzünün kızardığını tahmin ettiğinden saklamak için ıslak tişörtü düzeltmeye davrandı. Tüm hatlarını belirginleştiren tişört, yüzünü iyice fırına döndürmüştü. Adonis, Dünya’ya doğru eğildi.
‘’Ve bu halinle bile çok tatlısın.’’
Dünya, utançtan buharlaşmak üzereyken başını kaldırıp adama baktı, şaşkın bakışlarına ek olarak bir de kekeledi.
‘’Neredeyse benden nefret etmeni özleyeceğim.’’
Adonis omzunu silkti.
‘’Bende.’’ dedi ve ekledi. ‘’Hadi seni odana bırakayım. Ne de olsa aynı kattayız.’’
Buna karşı koyamazdı. İkisi yan yana, yerleri ıslatarak yürümeye başladılar. Saat kaç olmuştu, ne zamandır yemek yememişti bilmiyordu. Başına gelen son olaydan sonra ve Adonis’in sözlerinden sonra tek hissettiği şey, nedense yorgunluktu. Uyumaktan başka bir şey düşünmüyordu. Üşümeye de başlamıştı. Yine de aklına gelen bir şeyi sormadan duramadı.
‘’Suyun içinde nefes alabiliyor musun?’’
Adonis yan gözle ona baktı.
‘’Yoksa fark etmedin mi?’’ diyerek Dünya’ya hayat öpücüklerini hatırlatır bir gülüş gönderdi.
Dünya, ters bir bakış atıp sorusunu değiştirdi.
‘’Suyun içinde nasıl nefes alabiliyorsun?’’
Adonis ıslak saçlarını geriye atarken sorusunu yanıtladı.
‘’Bu, benim yeteneğim; öldürdüğüm yaratıkların gücünü bir süreliğine kendime alabiliyorum. Bu silah sayesinde iblisleri öldürebildim.’’ dedi ve belindeki kınından çektiği kılıcı ona gösterdi.
Kılıç, buğulu bir ışık saçan, buzlu cama benzeyen bir metalden dövülmüştü. Dünya, Ares’te de buna benzer bir silah olduğunu hatırladı.
‘’Normal silahlar iblisleri öldüremez, Ares’in evinde gördüğün üzere.’’
Kılıcı yeniden kınına soktu ve doğrularak devam etti.
‘’İblisi öldürdüğüm zaman onun olanı aldım. Etkisi geçene kadar, bir süreliğine suyun içinde nefes alabilirim, iblislerin bana bir armağanı.’’
‘’Bu çok ilginç bir yetenek, bana da bir meyve verdiler.’’ dedi Dünya. ‘’Meyve sayesinde bir süre nefes alabildim.’’
Adonis, dolgun dudaklarını abartılı bir tavırla yaladı.
‘’Tahmin edeyim, vanilya tadındaydı.’’
Dünya adamın omzuna yumruk attı.
‘’Yaptın bir iyilik, adabınla otur!’’ diye homurdandı.
Adonis daha çok gülerek duvara yaslandı.
‘’Ben ne dedim ki?’’
Dünya, hızlı adımlarla yürümeye devam edince Adonis doğrulup ona yetişti.
‘’Kızdın mı?’’
Dünya duraklayıp nefes aldı ve ona tedirgince bakan adama döndü.
‘’Kızmadım Adonis ama çok yorgunum.’’
Adonis anlayışlı bir yüzle ona baktı ve başını sallayıp yürümeye devam etti. Odanın önüne kadar Dünya’yla dalga geçmeden eşlik etti ve kendi odasına dönmeden önce kapılar konusunda bir kez daha uyarmadan edemedi.
Dünya, adamın ardından bir süre baktıktan sonra odasının kapısına elini uzattı. Kapı açıldı ve Dünya, onu kendine çağıran yatağı gördü. Hemen üzerine yeni tişört ve eşofman giydikten sonra ölü gibi yatağın üstüne düştü. Beyni hala kendini kapatmamıştı. Zihninde oynayan hayallerin onu uyutmayacağını düşünürken bedeni gevşedi ve sızdı.
Kapısı çalıyordu. Kapı sesi yerine zil sesi olması gerektiğinden kapının çalışını önemsemeden sağ tarafına döndü. Muhtemelen rüya görüyordu ama neden tahta sesi geliyordu ki? Gözleri aniden açılıp doğruldu. Loş oda, ona hiç tanıdık değildi. Kapısı hala çalıyordu. Ardından ismini duydu. Batmakta olan güneş yüzünden odayı tam seçemiyordu. Ayağa kalktı ve o anda sendeledi. Eli duvarı sıyırırken omzu duvara çarptı ve oda birden rengârenk oldu. Duvarda damarlar vardı, işlemeli damarların her biri ayrı renklerde odayı ışığa boğdu. Gökkuşağının ortasında gözleri kamaştı, kapı ısrarla çalıyordu ama Dünya odanın ortasında durmuş duvarları seyrediyordu. Şaşkınlıkla kapıdakine seslendi.
‘’Gir!’’
Kapının arkasındaki söylendi.
‘’Gir mi? Dünya, kapıyı açman gerek. Senin iznin olmadan giremem.’’
Bu, Ares’ti. Dizleri titredi ve destek almak için duvara yeniden elini yaslayınca dokunduğu damarın rengi soldu. Bu çok eğlenceliydi, diğer damara da dokundu, o da söndü. Sırıtarak kapıya doğru gitti ve kapıya dokundu. Karşısında duran adam, onun kadar neşeli değildi. Tek elini duvara yaslamış, diğeri belinde kaşlarının altından bıkkınca Dünya’ya bakıyordu. Dünya, sırıtmaya devam ederek konuştu.
‘’Duvarlara dokununca ışıklar yanıyor.’’ dedi ve kısık sesle ekledi. ‘’Ne ilginç değil mi?’’
Ares soluklanıp doğruldu:
‘’Evet, çok ilginç…’’ Dedi ve patladı. ‘’Saatlerdir kapını çalıyorum, sense durmuş ışıklarla oynuyorsun. Beni endişeden öldürmek mi niyetin?’’
‘’Hey, uyuyordum.’’ dedi Dünya, adamın onu azarlamasına bozularak. ‘’Ayrıca saatlerdir kapımı çalmadığına da eminim.’’
Ares saçlarını sıvazlayarak geriledi. Derin derin nefeslenip sırtını duvara dayadı.
‘’Sana ulaşamayınca panikledim, üzgünüm.’’ Dedi sakinleşmeye çalışarak. ‘’Kontrolümü bir an için kaybettim.’’
Dünya, onun endişeli hali karşısında çözüldü. Neden Ares’i her görüşünde yelkenleri suya indiriyordu ki, hâlbuki adamı engelleyen oydu. Birbirlerine yaklaşmayacaklardı. Bunu kendine hatırlattı ve Ares’e doğru attığı adımı geri aldı.
‘’Odam…’’ dedi boğazını temizledi. ‘’Sana da mı kapalı?’’
Ares, başını yerden kaldırıp Dünya’ya baktı. Cevap vermeden duvardan doğruldu. Uzun kollu tişörtünün kollarını katlamıştı, koyu mavi kotu ve spor ayakkabılarıyla sade şıklığın en çekici haliydi. İkisi arasındaki mıknatısa karşı koymaya çalışmak zordu, yine de Dünya sözünü tutmaya kararlıydı.
Ares, kollarını kavuşturdu. Sorusuna cevap vermek istemediğini belirten bir sesle konuştu.
‘’Seninle bir yere gitmemiz gerek, fazla vaktimiz yok. Diğerleri işlerini bitirmeden gidip dönmeliyiz.’’
‘’Diğerleri nerede?’’ dedi Dünya.
‘’Boyutlarda iblis baskınları var. Zeus, herkesi kontrole gönderdi.’’
‘’İyi ki seni göndermemiş.’’ dedi Dünya. ‘’Tek başıma bu koca evde kalmak istemem.’’
Ares sırıttı.
‘’O yüzden kontrolümü çabuk bitirdim.’’
Dünya anlamsızca ona bakınca Ares sıkılarak itiraf etti.
‘’Sadece iki tane incubus varmış, çağırdım ve onları öldürdüm. İşim çabuk bitti, bu hile sayılmaz, değil mi?’’
Dünya, Ares’in dediklerinden yine hiçbir şey anlamamıştı ama başını salladı.
‘’Ha, iyiymiş o zaman. Şimdi, biz nereye gideceğiz?’’
‘’Çok soru sormayacaktın hani.’’ dedi Ares. ‘’Yoksa anlaşmamızı unuttun mu?’’
Hiç unutabilir miydi, lanet anlaşma! Omzunu silkti.
‘’Tamam, üstüme bir şey alıp geliyorum. Hava serin gibi.’’
Ares başını sallayınca üstüne bir şey bulmak için odasına geri döndü. Yatmadan önce giydiği eşofman ve tişört idare ederdi ama hırka alması şarttı. Saçları hala nemliydi. Dolabın kapağını açtı ve kaşları çatıldı. Dolaptaki kıyafetlerin hepsi tişört ve koyu renk pantolonlardan oluşuyordu. Bir tanesi dışında…
Elini uzatıp daha önce fark etmediği elbiseyi aldı. Uçuk mavi elbisenin kumaşı yumuşacıktı, bulutlardan yapılmış hissi veriyordu. İrili ufaklı yıldızlar gökyüzü gibi üzerine dağılmıştı. Eteğinin bir tarafı yırtıktı, neyseki dikkatli bakılınca anca belli oluyordu. Kapı çalınınca kendine gelip elbiseyi askıya astı ve katlı duran ince bir hırkayı çekip üstüne geçirirken kapıya yürüdü.
Sabırsızca bekleyen Ares’in yanına dönündüğünde adam, kapının yanındaki duvara dayalı küçük çantayı alıp omzuna geçirdi ve hiçbir şey demeden yola koyuldu. Dünya, içi içini yerken onu izlemeye başladı. Afrodit, onu mutfaktan aldığından beri adamı görmemişti. O ikisinin, bu kadar süre boyunca neler yaptığını sormamak için dudağını çiğnemeye başladı. Konu aşk tanrıçası olduğunda, insanın aklına tek şey geliyordu; o da Dünya’nın canını sıkıyordu. Sinirlenmeye başlayınca düşüncelerini şimdiki zamana yöneltti. Acaba Ares’in, Adonis ile ikisinin yaptıkları yolculuktan haberi var mıydı? Bu kontrollerin sebebi su iblislerinin baskınları mıydı? Bilmiyordu, Ares’in, incubus dediği şeyin ne olduğunu da bilmiyordu. Bilmediği o kadar çok şey vardı ki, kendini yürümeyi yeni öğrenen bir bebek gibi hissediyordu.
Bahçeye çıktılar, Ares sağa doğru dönüp ilerlemeye devam etti. Dünya, sessizce onu izliyordu. Güneş batmak üzere olduğundan, tuhaf bir serinlik ve nem havayı kaplamıştı. Esinti olmamasına sevindi. Çalıların arasına giren Ares, arada sırada gözucuyla Dünya’ya bakıyordu. Yanında olup olmadığına baktığını düşünen Dünya, adamın yanıbaşında yürümeye özen gösterdi ama yapraksız, dikenli otların ve çalıların içinde bunu yapmak zordu. Adımını atacak açıklığı bulmak şimdiden zorlaşmıştı, karanlıkta olanaksızlaşacaktı. Çevrelerini saran ağaçlarda Dünya’ya hiç yardımcı olmuyordu. Ares’in üzerinden kolayca geçtiği bir ağaç köküne takılıp öne doğru fırladı ve genç adamın sırtına hızla çarpınca Ares, dönüp düşmekte olan Dünya’yı yakaladı. Seri bir hareketle onu kucağına aldı. Dünya panikle adamın boynuna çoktan sarılmıştı. Düşmediğini anlayınca bakışlarını adamın yüzüne çevirdi.
‘’Dengemi kaybettim.’’
Ares’in gülümseyen yüzüne bu denli yakın olmak içini titretti. Boynundan elini çözerek mırıldandı.
‘’Şimdi iyiyim, beni bırakabilirsin.’’
‘’Hiç sanmıyorum.’’ dedi Ares, hala öylece duruyorlardı.
Dünya yutkundu.
‘’Ares…’’ dedi. ‘’Ciddiyim.’’
Ares, onu daha sıkı kucaklayıp yürümeye başladı.
‘’Ben de ciddiyim. Seni bırakmayacağım.’’
Dünya, aklı karışık bir şekilde sustu. Ares’in cümleleri birden fazla anlama geliyordu ve deşmeye kalkarsa kesin kendisi zararlı çıkabilirdi. En iyisi suskun kalmaktı. Halinden şikâyetçi değildi, güçlü kolların arasındaydı ve Ares bir nefes ötesindeydi. Genç adamın, onun deli gibi atan kalbini duyduğuna emindi, çünkü Ares’in kalp atışlarını kendisi de hissedebiliyordu. Kendini ona daha çok sarılmamak için iyice kastı. Adam sadece ona yardımcı oluyordu. Keşke genç adama her yaklaştığında bu kadar heyecanlanmasaydı…
Birkaç dakika daha Dünya kucağında olduğu halde yürüyen Ares, derin bir soluk aldı.
‘’Dünya’’
Başını kaldırıp adamın yüzüne bakınca Ares devam etti.
‘’Hatırlamaya devam ediyor musun? Eski anılarını…’’
Ares, Dünya’nın yüzüne bakmıyordu, kaşları çatık, bakışları ilerideydi. Ares, soruyu gergin bir ifadeyle sorduğundan Dünya cevabının önemli olduğunu hissetti.
‘’Hatırlamak denmez, birkaç rüyadan öteye gidemedim.’’
Ares durdu ve yavaşça Dünya’yı yere bıraktı. Çatlamış kuru toprak Dünya’nın ayaklarının altında kuma dönüştü. Çalılardan uzaklaşmışlardı, iri taşlar ve kurumuş toprağın üstünde yükselen ölü ağaçların arasında kalmışlardı. Ares bir şey söylemeden birkaç saniye Dünya’ya baktı. Altın gözlerin derinlerinde gördüğü özlem dolu ifade karşısında Dünya ne düşüneceğini bilemedi. Ares başını sallayıp söylendi.
‘’Bu nasıl bir lanet üstümdeki?’’
Dünya’nın aklına, kahvaltı masasında Afrodit’in şehvet dolu öpücük gelince yüzü asılarak konuştu.
‘’Belki hak ediyorsundur.’’
Ares şaşkın bir ifadeyle ona baktı.
‘’Bu ne demek?’’
Dünya aklına geleni geriye atıp saldırabileceği başka bir zayıf noktayı denedi.
‘’Benim hafızamı silmeni anladım, hadi ben bir insanım. Süper yetenekleriniz karşısında elimiz kolumuz bağlı ama kendi grubunuzdan birinin hafızasıyla neden oynadın?’’
Ares’in ifadesi dağıldı, rüyadaymışcasına konuştu.
‘’Kimden bahsediyorsun?’’
‘’Kimden olacak, Adonis’ten.’’ dedi Dünya.
‘’Sana bunu Artemis mi söyledi?’’
Dünya başını dikleştirdi ve kollarını birbirine kenetledi.
‘’Hayır, şimdi sen itiraf ettin, benim tahminimi onayladın.’’
Ares gözlerini kapatıp soluklandı.
‘’Beni oyuna getirdin.’’ diye söylenip güzel gözlerini açtı ve Dünya’ya baktı. ‘’Evet, Adonis’in hafızasını sildim ama buna mecburdum.’’
Omzundaki benin tepki vermesine gerek yoktu. Ares’in doğru söylediği sesinden ve bakışlarından belliydi. Dünya adama bir adım yaklaştı.
‘’Onun haberi yok?’’ dedi.
Ares dudağını ısırdı ve elini saçlarına geçirip iyice dağıttı.
‘’Haberi olmaması daha iyi Dünya, bu konuyu daha müsait bir zamanda konuşmayı tercih ederim. Şimdi biraz acelemiz var.’’
Dünya dudağını büküp adamı süzdü ve omzunu silkti.
‘’Tamam.’’
Ares, omzundaki küçük çantayı denkleyip yürümeye başladı. İkisi yan yana yürüyorlardı, tek kelime etmeden ve tamamen adımlarına yoğunlaşarak. Ağaçları geride bıraktılar.
Dünya kulağına kayalara çarpan dalgaların sesi geldiğinde denize doğru yürüdüklerini anladı. Yer kayalığa dönüşmüştü ve nemli kayalar ayaklarını acıtacak kadar keskinleşmişti. Düşmemesi gerekiyordu, çünkü kenarları keskin kayalar yan yana yatırılmış jiletlere benziyordu. Ares yavaşlamıştı, onun için olduğunu düşündü ve daha dikkatli yürümeye başladı. Ares, bir iki dakika sonra yumruk yaptığı elini açıp Dünya’ya bakmaksızın uzattı.
‘’Elimi tutar mısın? Düşmeni istemem.’’
Dünya, dengesiz ve tehlikeli zeminde kaymamak için çaba harcamaktan ter içinde kalmıştı. Terli elini pantalonuna silip Ares’in uzattığı sıcacık eli tuttu.
‘’Teşekkür ederim.’’
Bu sadece bir eldi, neden bu kadar heyecanlanıyordu ki? Ares’in parmakları onunkilere kenetlenince soluğu kesilip başı hafifçe döndü. Kaşlarını çattı, bu çok sinir bozucuydu. Aralarındaki müthiş çekim Dünya’nın gerilmesine ve derin soluklar almasına neden oluyordu. Bu etkileşime ne zaman alışacaktı?
Denizin tuzlu kokusu, ferahlatıcı bir rüzgârla Dünya’nın saçlarını havalandırdı. Olimpos’a geldiğinden beri ilk defa esintiyi hissedince gülümseyerek tadını çıkarttı. Siyahlaşmış kayaların ay ışığı sayesinde ışıldaması çok ilginçti, bahçe bu kadar ölü olmasaydı, Olimpos’un ne kadar güzel olabileceğini hayal etti. Gece veya gündüz, mevsimlerin tümünde; her yer canlı olmuş olsaydı, cennetin yeryüzündeki gölgesinin Olimpos olacağı konusunda hiç kuşkusu yoktu.
Kayaların sonuna geldiler. Metrelerce aşağıya çıkıntıların oluşturduğu doğal basamaklar iniyordu, Dünya kenara gelir gelmez başı dönünce geriledi. Hırçın dalgalar kayaları döverken Dünya sadece yükseklikten korkarak Ares’in elinden kurtulup uçurumdan uzaklaştı. Bulutların arasına saklanan ay, kendini açığa çıkarırken korku dolu gözlerle Ares’e baktı. Adam yüzünde kararsız bir ifadeyle Dünya’ya bir adım attı.
‘’Papatyam, korktuğunu biliyorum ama buradan inmemiz gerek. Fazla değil birkaç metre ve ben sana yardımcı olacağım.’’
‘’Hayır!’’ dedi başını sallayarak.
‘’Düşmene asla izin vermem!’’
‘’Hayır, anlamıyorsun. Benim yükseklik korkum var.’’
Ares anlayışlı bir ifadeyle başını salladı.
‘’Biliyorum.’’ dedi. ‘’Her zamanki gibi bana güven!’’
Ares’in uzattığı eli yeniden tuttu ve nefes alarak kenara yaklaştı. Atlama isteği ve düşme korkusu aynı anda göğsünün ortasında patlayınca sendeledi. Ares, beline sarılıp onu neredeyse kucakladı. Güvenli kolların arasında olduğunun hissi Dünya’yı sararken gözlerini, adamın altın gözlerine dikti.
‘’Yapamayacağım.’’ derken sesi titriyordu.
Ares kararlı bir sesle yüzüne doğru eğilerek konuştu.
‘’Yapacaksın, Dünya, biliyorum.’’
Yutkunup kolların arasından biraz ayrıldı ve Ares’in ardından kenara oturur gibi ilk çıkıntıya adım attı. Başı dönüyordu ve düştüğünü neredeyse hissediyordu. Belki de çoktan düşmüştü. Ares elini sıkıca tuttu ve Dünya, onun yardımıyla ikinci çıkıntıya adımladı. Bacakları titriyordu ve rüzgârın hızlanması yüzünden uçuşan saçlarından hiçbir şey görmüyordu. Sırtını duvara iyice dayandı, aşağıya bakmıyordu, Ares’in yüzünden başka hiçbir yere bakamıyordu. Ares hoş bir gülümseme gönderince ona tepki bile veremedi. Tek adım tek adım ilerlediğinden çok yavaştılar. Ares rahattı ama Dünya bayılmamak için kendini zorluyordu. Ağırlığı Ares yüklenmişti, diğer elini de adama uzattığından onun yönlendirmesine bırakmıştı.
Saatler gibi geçen dakikaların sonrasında çıkıntı aniden genişledi. Yekpare duvardan oluşan dar mağaraya kendini attı. Bacakları titriyordu ve zor nefes alıyordu. Ares yanına oturdu. Nefes almaya çalışırken onun saçlarını okşayan Ares bir şeyler mırıldandı. Dünya, uğuldayan rüzgârdan başka bir şey duyamıyordu. Başını kaldırıp adamın yakışıklı yüzüne baktı. Dünya daracık kuytuya iyice sokulmuştu ve birbirlerine çok yakındılar. Ares yüzünü okşadı, sesi nihayet Dünya’nın uğultular içindeki kulaklarından zihnine ulaştı.
‘’Bitti, bir tanem, sakinleş. Yanındayım.’’
‘’Tamam, iyiyim.’’ dedi çatlak bir sesle.
Yüzündeki Ares’in ellerini, titreyen elleriyle çekti. Ares’in yüzünde beliren kırgın ifade içini eritse de, ondan uzak durmalıydı. Ares, bozuk bir ifadeyle ayağa kalktı ve boğazını temizleyip duvarı eliyle işaret etti.
‘’İçeride bir kapı var. Sadece senin açabileceğin bir kapı. O yüzden seni buraya getirmek zorunda kaldım.’’
Dudaklarını yalayıp ayağa kalktı. Duvar pürüzsüz siyah bir kayaydı ve kapı olduğuna dair hiçbir işaret yoktu. Ares’in hemen arkasında olduğunu bilerek güven içinde kapının önünde durdu. Gökyüzünde çakan şimşekler eşliğinde şiddetli bir yağmur yağmaya başladı. Ares, korumacı bir tavırla elini sırtına koydu.
‘’Dönüş için aynı çileyi çekmeyeceğiz Dünya.’’ diye kulağına fısıldadı ve Dünya’nın omzunun üstünden uzattığı elini duvara dokundurdu.
Taş duvar kıvranır gibi dalgalandı ve önce karanlık suya benzedi, ardından duruldu. Ares’in sırtındaki eli, onu okşar gibi aşağıya kaydı ve belini sardı. Bunu, hareket etmesi için bir işaret olarak algılayan Dünya neden yaptığını bilmeden adımını ileriye attı. Ares’in, ona bu kadar yaklaşması düşüncelerini bulandırıyor, onu adeta felç ediyordu. İkisi birden karanlık geçitten geçtiler, buz gibi bir hava yüzünü yaladı. Başka bir mağaradaydılar. Nemli ve soğuk hava yüzünden içi titredi. Neyseki mağara çok karanlık değildi, ışığın kaynağı ise kaya çıkıntılarından sızan sarı renkli sıvıydı. İncecik sızan donuk renkli sıvı çok kötü kokuyordu ama mağarayı yeterince aydınlatabiliyordu. Ares sırtındaki çantayı eline alırken Dünya sarı sıvıya daha yakından bakmak için duvara yaklaştı.
‘’Ona dokunma Dünya!’’ diyen Ares’e baktı. Ares devam etti. ‘’Çok zehirlidir.’’
Çantadan çıkarttığı bir pelerini ona uzattı. Dünya ince, yumuşak kumaşı aldı ve üstüne geçirdi. Soğukluk anında etkisini yitirince rahat bir nefes aldı, dudaklarının arasından buhar çıkıyordu. İnce bir polar ile duran Ares’e baktı:
‘’Teşekkür ederim, burası çok soğukmuş’’
Ares huzursuzca gülümsedi. Aklı başka bir yerdeydi ve Dünya onun dediklerini anlamadığına emin oldu. Ares polar montunun başlığını başına geçirdi ve Dünya’ya ileriyi gösterdi.
‘’Orada kilitli bir kapı var. Normalde açabiliyordum ama şimdi bana da kilitlenmiş. Bu işte kimin parmağı var bilmiyorum ama umarım zararımıza değildir. Dikkatsiz davrandım, daha sık kontrol etmem gerekiyordu.’’ Ona baktı. ‘’Ve yeniden hatırlatayım, bu gördüklerimizi kimseye anlatmamalıyız.’’
Dünya başını salladı. Ares kaşlarını çatıp gösterdiği yöne baktı ve yürümeye başladı, Dünya da peşinden. Yer hafifçe eğimlendi, yerdeki kırıklı taşları ayak tabanında hissedebiliyordu, o kadar sivriydiler. İğrenç koku, eskisi kadar rahatsız etmiyordu ama soluğunu kesen boğucu hava iyice ağırlaşmıştı. Aklına gelen tek şey buranın bir mezar olduğuydu. Acaba kimin mezarıydı?
Buza oyulmuşa benzeyen koyu gri bir kapının önünde Ares durdu ve Dünya’ya yol açtı. Dünya, gözlerini tuhaf kapıdan ayırmaksızın elini uzattı. Soğuktu, çok soğuk… Parmakları kapıya dokunmadan Ares, diğer elini tuttu. Sıcacık bir his, koluna tırmanırken endişesi uçup gitti ve kapıya dokundu.
Karanlık çevrelerini sarınca Dünya, kör bir korkuyla Ares’in koluna sarıldı ve yüzünü adamın göğsüne gömdü. Çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu, dudağını ısırdı. Ares tek kolunu ona iyice sarmıştı. Onu ilerletirken Dünya kendini öyle kasmıştı ki, başı dönmeye başladı. Çakan bir çakmak sesiyle birlikte odaya bir ısı yayıldı. Ares’in diğer eli, yavaşça sırtını okşadı.
‘’Tamam, papatyam. Gözlerini açabilirsin.’’
Korkusu geçen Dünya, yavaşça adamın kolları arasından sıyrıldı. Ares parıldayan gözlerle onu izliyordu, dikkatli ve şefkatli. Dünya, ışığın kaynağına baktı, kare odanın duvarlarını kaplayan çıkıntı sıra halinde tüm odayı sarmıştı. İçindeki bir madde alev alev yanarak odayı aydınlatıyordu. Ares, saçlarını okşadı.
‘’Şimdi daha iyisin, değil mi?’’
‘’Evet, öyle davrandığım için üzgünüm.’’ dedi sıkkınca. ‘’Karanlığı pek sevmem de.’’
Ares sırıttı.
‘’Karanlıktan ödün kopar.’’
Dünya kaşlarını çattığında Ares’in sırıtması gülümsemeye dönüştü. Ve Ares altın gözlerini, Dünya’dan alıp odanın ortasındaki taş kaideye baktığında yüzündeki gülüş dondu. Endişeyle Dünya’dan ayrıldı.
‘’Lanet olsun!’’
Yekpare granit masaya doğru yürüdü, sanki üstünde bir şeyler ararcasına gözleriyle taradı. Dünya şaşkınlıkla adamın paniğini seyrederken Ares yumruğunu taş masaya geçirdi.
‘’Lanet olsun!’’ diye homurdandı. ‘’Nerede?’’
Dünya adama yaklaştı.
‘’Ne, nerede?’’
Ares, etrafa bakındı. Karışan aklını yatıştıracak bir ipucu bulamayınca ellerini masaya koydu. Derin bir nefes aldı. Dünya masanın yanına kadar geldi. Siyah granitin pürüzsüz yüzeyinde minik pırıltılar saçan noktacıklar, birer yıldıza benziyordu.
Ares, öfkeyle soluyarak söylendi.
‘’Deimos!’’
Bir iki saniye sonra önlerindeki boşluk yırtılır gibi ayrıldı ve siyah bir yarık belirdi. İçinden gözleri kor gibi yanan devasa bir yaratık odaya adım attı. İki metreyi aşkın boyuyla karşılarında dikilince Dünya istemsizce geriledi. Yaratığın bedenini saran deri kıyafeti sanki insan derisinden yapılmıştı. Yırtık dudağının bir kenarı sarkıyordu, arasından çirkin sivri dişleri görünüyordu. Kaslı kollarını ve göğsünü iyice gerdi, gökgürültüsünü andıran bir sesle konuştu.
‘’Efendim.’’
Dünya’nın gözleri yuvalarından fırladı, başını Ares’e ‘efendim’ diyen yaratıktan çevirip Ares’e döndürdü. Ares yaratığa hiç bakmaksızın otoriter bir sesle konuştu.
‘’Kim aldı?’’
Deimos hırıldayarak soluk aldı ve cevap verdi.
‘’İksion.’’
Ares öfkeyle parıldayan gözlerini yaratığa çevirdi.
‘’Onu buraya getir!’’
Deimos yarığa doğru gerilemeden bir saniye önce Dünya’ya baktı. Bu yaratığı daha önce görmüştü. Onun, bir iblis olduğunu anımsadı ama nerede gördüğünü anlayamadan Deimos kayboldu.
Ares doğrulurken Dünya kekeleyerek konuştu.
‘’Bu bir iblis, değil mi?’’
Ares başını ona çevirdi. İsteksizce cevapladı.
‘’Evet.’’
‘’Ve sana ‘efendim’ diyor.’’
Ares kaşlarını iyice çattı.
‘’Nereye varmak istiyorsun?’’
Dünya hiçbir şey demeden adamın yüzüne gözlerini dikti, bir an öylece bakıştılar. Ares, huzursuzdu, yorgundu, kırgındı, üzgündü, kızgındı… Dünya, adamdan yansıyan tüm duyguları kendininmiş gibi kolayca hissetti. Ares, bitmiş gibi kaideye yaslandı, ellerini kenara kenetledi.
‘’Seninle bir yaşam istedim, sadece, tek isteğim buydu. Tek bir insan ömrü… Fakat elime geçen şey; sıfır oldu. Ben çabalamaktan bıkmadım ama senin bana inancın her seferinde daha da azalıyor. Bu beni her şeyden çok kırıyor. Artık beni sevmeni beklemiyorum ama seni bu lanetten kurtarmak için bir şansım olsun istiyorum.’’ Yan gözle Dünya’ya baktı. ‘’Tüm dengeleri sarstım, her şeyi tehlikeye attım. Ama kaderi bir türlü değiştiremiyorum, gücüm yetmiyor.’’
Dünya’nın içi titredi, koşup adama sarılmayı deli gibi istiyordu ama ayakları taşa dönüşmüştü. Kelimeler boğazına tıkılı kaldı, gerçi ne diyecekti ki? Afrodit’e bağlı olan antik bir tanrıya sevgisini itiraf etse, ne işe yarayacaktı? Bu karmaşık dünyada hafıza problemi olan sıradan bir kız, savaş tanrısının çözemediği kader düğümünü nasıl çözecekti?
Ares, üzüntüyle başını öne eğdi. Ve aniden nefes alıp doğruldu. Başlığını geriye atıp kumral saçlarını meydana çıkardı. Dünya’ya bakmaksızın konuştu.
‘’Geride dur, duvara yakın yerde.’’
Dünya, Ares’in emrini canı sıkılarak yerine getirdi. Duvara yaklaşmıştı ki, odanın basıncı iyice düştü. Gelen bir şey vardı. Havayı yırtan yarık yeniden açıldı ve Deimos yanında pelerine sıkıca sarılmış bir adamla odaya adım attı. Deimos adamı omzundan Ares’e doğru ittirdi. Adam dengesizce ilerledi ve Ares’in bir metre karşısında anca durabildi. Ares soğuk bir sesle konuştu.
‘’Git, Deimos.’’
Deimos yarığa geriledi ve üçünü odada yalnız bıraktı. Adamın yüzü, pelerinin başlığıyla gizlenmişti. Sakince Ares’in karşısında dikiliyordu. Ares tiksinircesine:
‘’İksion.’’ dedi
Keskin bir yanık kokusu odayı doldurmuştu. Dünya burnunu kırıştırdı, kesinlikle gelen adam yanık kokuyordu. Karşı karşıya dikilen iki adamı da yandan anca görebiliyordu, Ares’in yüzü öyle kötücüldü ki, karşısında duran adamdan nefret ettiğini düşündü.
‘’Ölümlü Ares.’’ diye tuhaf bir sesle konuşan adam başını dikleştirdi. ‘’İblislerin prensi, yardım rican beni şaşırttı.’’
‘’Yardımını rica etmiyorum.’’ dedi Ares. ‘’Sen, emrim üzerine buradasın.’’
Adam hırıltılı bir ses çıkardı; güldü mü, kızdı mı bilemeyen Dünya, adama dikkat kesildi. Adam sol elini kaldırdı, başlığını başından indirdi. Uzun siyah saçları omuzlarından aşağı döküldü, yaşı fazla olmamasına rağmen saç tellerinin bazıları gümüşlenmişti. Yandan görünen yüzü oldukça yakışıklıydı ama kurnaz ifadesi adamın itici görünmesine yol açıyordu. Gözlerini kısarak Ares’e baktı:
‘’Yine de, elçin ayağıma kadar geldi.’’
Sesi niye tuhaf çıkıyordu? Yarım ağızla konuşuyormuş gibiydi. Aşağılamak için mi? Anlayamadı. Ares bıkkınca yüzünü buruşturdu.
‘’Laf ekleyip durma, fazla vaktim yok.’’
Adam hırıldayarak güldü.
‘’Seninkilerin işi uzun merak etme.’’ Dedi. ‘’İblislerin onları sabaha kadar oyalayacak. Tabi bunu sen biliyorsundur.’’
Ares’in kaşları çatılınca İksion kımıldandı ve ona yaklaştı.
‘’Emirlerine nasıl bu denli sadık oluyorlar?’’ dedi. ‘’Hiç merak ettin mi?’’
Dünya duyduklarına inanamadı. Emrini dinleyen iblis bir yana, boyutlara saldıran iblislere de emri Ares’mi vermişti? Kafası karıştı. Aklına onu korumaya çalışırken ölen Yvkan ve Txion gelince derin bir soluk aldı, içi daralmıştı. Kendini onlara karşı ihanet etmiş gibi hissetti.
Ares, adamı süzdü, ne bir pişmanlık ne de bir üzüntü zerresi göstermeksizin.
‘’Bana verilen nimetleri sorgulamam.’’ diye kestirip atınca adamın yılışık ifadesi bozuldu. ‘’Tekerleğine geri dönmek istemiyorsan kaidenin üstündekini nereye götürdüğünü söylesen iyi edersin.’’
İksion başını hafifçe eğdi.
‘’Elbette, Ares.’’ Dedi ve yılışık bir gülümsemeyle Ares’in yüzüne bakmak için başını iyice kaldırdı. ‘’Demek, gelinine ne olduğunu merak ettin. Acaba Zeus, ne yaptığından haberdar mı? Biliyor musun, bazen senin kurnazlığın beni bile şaşırtıyor. Loki’yi bile aştın.’’
Dünya ‘gelin’ lafına takılırken, Ares sabırsızca iç geçirdi.
‘’Yeter İksion.’’
Adam konuşmaya kararlıydı. Ares’in uyaran ses tonunu anlamazlığa geldi.
‘’Bu kadar alçakgönüllü olma Ares. Zeus’un tahtının asıl sahibi sensin, buna kimsenin itirazı olmaz. Hepimiz arkandayız.’’
Ares yumruklarını sıkıp adamın üstüne yürüdüğünde adam gerileyip sırtını kaideye yasladı. Üzerine eğilen Ares’in gözleri öfkeyle kısılmıştı.
‘’Bunu duymak istemiyorum. O, nerede?’’ dedi yüzü hiddetinden kasılmıştı.
Adam elini öne doğru kaldırdı.
‘’Tamam, Ares, sadece biraz sohbet etmek istemiştim.’’
Ares bir an parçalayacakmış gibi adama baktı ve gerileyip arkasını döndü. Altın gözlü sakinleşmeye çalışırken adam gözünü Ares’in sırtına dikti. Dünya, adamın bir şey yapmasından korkarak gerildi. İksion hareketlenince Dünya, Ares’e seslenmek için ağzını açtı ve onlara doğru adımlarken Ares adama döndü.
İksion, orada olduğunun yeni farkına varmışcasına yüzünü Dünya’ya döndürdü ve Dünya o anda çığlık attı. Yaptığı bir şey yüzünden değil adamın kendisi dehşetin resmiydi. Yüzünün bir yarısı nasıl kusursuzsa diğer yarısı tamamen erimiş ve yanık içindeydi. Göz deliği kanlı bir et parçasıyla doluydu, dudağının yarısı mum gibi eriyip çenesine akmıştı. Teni hala bir şekilde yanıyordu, kan dolu damarlar yerinde kor alevlerden oluşan lav damarları görünüyordu. Kemikleri kan ve irinle kaplıydı. Yüzünün yarısı et, kan, kemik ve yanık dolu çamura dönmüştü. İksion sağlam gözünü Dünya’ya kaldırdı ve sırıttı.
‘’Anahtarı kapıda bırakmamışsın.’’ dedi. ‘’Bu çok düşünceli bir davranış.’’
Adam doğrulurken Ares olduğu yerde çakılı kaldı. Dünya, açığa çıktığı için mi paniklese, adamın korkunçluğu yüzünden mi dehşete düşse bilemedi. İksion garip bir merakla Dünya’yı süzdü.
‘’Bayağı güzelmiş.’’ dedi ve omzunun üstünden Ares’e baktı. ‘’Yasakların seni zorlamıyor mu?’’
Ares uykudan uyanır gibi Dünya’ya ve sonrada İksion’a baktı.
‘’Yasaklarım?’’ diye mırıldandı.
İksion çirkin sırıtmasını Ares’e çevirdi,  Dünya hala şok içinde adama bakmaya devam ederken İksion sözlerini açıkladı.
‘’Adonis için askıya alınan yasaklarından bahsediyorum. Yoksa unuttun mu? Sahi, o, nasıl cezasız kalabildi?’’
‘’Bu senin üstüne vazife değil.’’ dedi Ares, sert bir sesle.
İksion yeniden Dünya’ya dönerken Ares elini adamın boynuna geçirdi ve yüzüne yaklaştırıp homurdandı.
‘’Ona bakmayacaksın!’’
İksion, Ares’e sırıttı.
‘’Elimde değil, beni bilirsin güzel bir şey görünce dayanamam.’’
Ares’in parmakları adamın boğazını iyice sıktı. Adam parmaklardan kurtulmak için kıvranırken yüzünün görünen düzgün kısmını buruşturdu.
‘’Gücüne bu kadar güvenme Ares, ne de sana tapan iblislerine… Artık bir ölümlü olduğunu unutma!’’
Ares, adama kibirli bir bakış attı ve elini adamdan çekerek tiksinir gibi yüzünü buruşturdu.
‘’Sana titriyormuşum gibi mi görünüyor. Tehditlerin bana sökmez.’’
‘’Titrediğini göreceğim gün de gelecek.’’ dedi İksion, iyice kaideye sığınmıştı. Hem korkup hem de tehdit savurmaktan geri kalmayan bu tuhaf adam, Dünya’nın midesini bulandırdı. Ares’in ondan uzaklaşmasını fırsat bilen İksion doğruldu.
‘’Şimdilik sorunu cevaplasam iyi olur.’’ Dedi ve elini pelerinine soktu.
Çıkarttığı şey, kristalden yontulmuş zarif bir bıçaktı. İksion’un usta bir hareketle parmakları arasında çevirdiği küçük bıçak saf bir ışıltıyla parladı. Ares, kaşlarını çattı, İksion’un uzattığı bıçağı aldı, gözlerini inanmazcasına adama çevirdi.
‘’O, öldü mü?’’
İksion yılışıkça sırıttı.
‘’Gelinin öldüğü için üzüldün mü?’’
‘’İksion, kelime fazlalığıyla yapıp durma. O, öldü mü?’’
‘’Evet’’ dedi İksion. ‘’Artık Afrodit ile gönül rahatlığıyla evlenebilirsin. Tuzağa düşürdüğün güzel Asteria öldü.’’
Dünya’nın omzu hafifçe ısınırken Ares eliyle saçlarını geriye sıvazladı. İyice dağıttığı saçlarını düzeltmeye bile yeltenmeden üzerinden bir yük kalkmışcasına sırıttı.
‘’Kim öldürdü?’’ dedi. ‘’Burayı kilitleyen kim?’’
İksion, Ares’i süzerken sorusunu cevapladı:
‘’Sucubbusun teki kilitledi. Neden yaptığını bilmiyorum.’’ dedi ve Ares’in tepkisine dikkat kesilerek devam etti. ‘’Bıçağı ondan çeken bendim.’’
Doğru söylüyordu, omzu tepki vermemişti. Ares, polarının kolunu sıyırdı ve bileğindeki deri kına bıçağı sokarken konuştu.
‘’Peki, mücevher ne oldu?’’
İksion şaşkınca Ares’e baktı.
‘’Mücevher?’’
Ares kaşlarının altından adama baktı.
‘’Bana bilmediğini söyleme, İksion.’’
Ares, kolunu düzeltirken İksion son anda hatırlamış gibi başını salladı.
‘’A, evet, şu ünlü mücevher!’’ dedi. ‘’Ne yazık ki, hiçbir yerde yok. İstersen iblislerine sorabilirsin.’’
Ares, adama uzun uzun bakınca adam rahatsızca kıpırdandı.
‘’Aradığımı saklayamam ama bulamadım.’’ Diye ekledi.
Ares tam ikna olmamıştı:
‘’Gözüm üstünde İksion. En ufak bir yanlışında ilk cezan için yalvaracak hale gelirsin. Şimdi defol, git. Deimos!’’
İksion’un düzgün görünen yüzünün yarısı seyridi. Ares’e bir şey demeksizin ardındaki siyah yarığın açılıp kaslı bir kolun onu karanlığın içine çekmesine izin verdi. Adam ortadan kaybolunca Ares, Dünya’nın arkasındaki kapıya doğru hızla yürüdü.
‘’Benimle gel.’’
Dünya’nın yanından geçerken tek söylediği kelime buydu. Dünya yerinden kıpırdamadı. Duyduklarından sonra tüm duyguları karmakarışık olmuştu, yine bir rüyanın içinde olduğunu anlasa rahatlayacaktı. İçi yanıyordu, hem öfke hem de hayal kırıklığıyla. Ares, birkaç adımdan sonra durdu ve omzunun üstünden Dünya’ya baktı.
‘’Dünya?’’
‘’Adamın dedikleri doğru mu?’’ dedi Dünya, buzu çözülür çözülmez. Omzu alarm vermemişti ama Ares’in onaylaması gerekiyordu. İnanmak istemiyordu, ne ara Ares’in iyi olduğunu düşündüğünü hatırlamaya çalıştı.
Ares, Dünya’ya doğru döndü.
‘’Ne fark eder ki?’’ dedi kayıtsızca.
Adamın soğukkanlılığı ve vurdumduymazlığı karşısında öfkelendi. Boyutlara saldığı iblisler gözlerinin önünde iki canlıyı öldürmüşlerdi, bu sadece onun bildiğiydi. Kendi arkadaşları da şu anda iblisleri kovmaya çalışıyorlardı. Sırf buraya gizli gelebilmek için bu kadar kişinin canını yakması, hayalindeki Ares’e hiç yakışmıyordu. Madem iblislerin üzerinde böyle bir gücü vardı, neden onların insanlara saldırmasını emrediyordu, korumak yerine. Tüm öfkesiyle karşısında duran altın gözlüye baktı.
‘’Ne mi fark eder? Sen bir katilsin. Sana yardım ettiğim için kendimden nefret ediyorum.’’
Ares, kaşlarını çattı, ona doğru adımlayınca Dünya geriledi.
‘’Bana yaklaşma!’’
Ares durakladı
‘’Sana bir şey yapmayacağım.’’
‘’Yapacağını yaptın zaten. Beni kandırdın. Senin gönderdiğin iblislerin masum iki canlıyı öldürmesini izledim bugün.’’
Ares inanmaz bir yüzle ona baktı. ‘’Ne demek istiyorsun?’’
Dünya sakinleşmeye çalışarak gözlerini kapadı ve soluklandı. Kalbi delice atıyordu ve canı yanıyordu. Gözlerini yeniden açtı.
‘’Ben, evime gitmek istiyorum.’’
‘’Ne?’’
Ares’in yüzü taşa dönüştü. Dünya sözlerini yenilemeye davranınca homurdanarak lafını kesti.
‘’Hiçbir yere gitmiyorsun. Benimle kalacaksın. Biz bir anlaşma yaptık, hem de senin isteğinle ve kurallarınla. Benim dediklerime uyacaktın. En küçük engelde anlaşmayı öylesine bozamazsın.’’
‘’O sırada sana güvenmeye çalışıyordum.’’ dedi Dünya. ‘’Senin asıl yüzünü şimdi daha iyi görebiliyorum.’’
Ares gözlerini kısarak Dünya’ya baktı, yumrukları iki yanında sıkılıydı. Çenesi kasıldı.
‘’Açıklama mı istiyorsun?’’
‘’Açıklama bile istemiyorum.’’ dedi Dünya. ‘’Evime dönmek istiyorum. Beni rahat bırakmanızı istiyorum.’’
Ares başını salladı.
‘’Bunu yapamam.’’ dedi. ‘’Ve anladığım kadarıyla, senin bana bir açıklama borcun var. Bugün ne oldu?’’
Dünya bir anda nerede olduğunu hatırladı. Yer altında, metrelerce aşağıda loş bir mağaradaydılar ve iblislerin lideri olan altın gözlü ile tek başınaydı. Dışarı çıkmalıydı. Yolu biliyordu bilmesine ama uçurumdan yukarı nasıl çıkacaktı? Kapana kısıldığının farkındaydı ve işte şimdi korkuyordu.
Ares, cevap için karşısına dikildi. Tartışma için yanlış zaman ve yanlış kişi olduğunun farkındaydı ama bu saatten sonra hiçbir lafını geri alamazdı. O yüzden derin bir nefes alıp başını dikleştirdi.
‘’Ben bir boyuta gittim, yanlışlıkla…’’ diye konuşmaya başladı. ‘’Kara parçası olmayan, uçsuz bucaksız bir denizle kaplıydı. Beni bulan iki balıkadamı su iblisleri öldürdü, senin gönderdiğin su iblisleri.’’
Ares, düşünceli bir ifadeyle Dünya’ya baktı.
‘’Onları ben göndermedim. Emir verdiğim iblisler sadece ortalığı karıştıracaklardı ama kimseye saldırmayacaklardı. İnan bana papatyam, onları ben göndermedim.’’
Dünya’nın kafası karışmıştı:
‘’Bundan nasıl emin olabilirsin? Onlar iblis Ares, bana daha öncede saldırdıklarını biliyorsun.’’
Ares etrafa bakarken kısaca düşündü.
‘’Merak etme iblisleri benden iyi kimse tanıyamaz.’’ Dedi ve bıkkınca ekledi. ‘’Eve döndükten sonra konuşabilir miyiz? Sana en baştan her şeyi anlatacağım.’’ Bakışları yeniden Dünya’ya döndü. ‘’Söz, senden bir şey saklamayacağım. Dersimi aldım.’’
Dünya omzunun tepkisizliğine güvendi ve başını salladı.
‘’Tamam.’’
Ares ile odadan dışarı çıktılar. Buzluğa dönmüş mağaradan uzaklaşacağı için sevindi. Ares, elini tutunca Dünya her şeye rağmen heyecanından havalandığını hissetti ve adama döndü.
‘’Sana dönüşümüzün kolay olacağını söylediğimi hatırlıyor musun?’’
Dünya’nın boğazı kurumuştu. Ares ona yaklaşırken dizleri titremeye başladı. Ares kollarını ona sardı.
‘’Bu en sevdiğim yolculuk’’ diye Dünya’nın yüzüne doğru mırıldanırken, yer, Dünya’nın altından kaydı.

8. bölüm

Kalbi delice atarken Ares ondan uzaklaştı. Adamın kollarından ayrılan Dünya, düştüğü boşluk duygusu yüzünden sendeleyerek dengesini bulmaya çalıştı. Az önce ürkütücü mağaradaydılar şimdi ise hoş bir odada dikiliyorlardı. Dizlerinde iyice derman kalmayınca arkaya doğru düştü. Neyseki rahat bir koltuğun üzerine düşmüştü. Ares, üzerindeki montu çıkarıp yatağın üstüne attı.
‘’Odama yeniden hoş geldin.’’
Bileğindeki geniş deri bilekliği de çıkartıp montunun yanına attı ve ona döndü. Dünya, odayı incelemeyi bırakıp gözlerini Ares’e çevirdi. Kalbini titretecek kadar yakışıklı adamın odasında olması bir yana, ona bu şekilde özlem dolu bakması Dünya’yı öldürüyordu. Kızgın kalmayı nasıl başaracaktı? Ya da tekrar ona kızmayı nasıl başaracaktı?
Ares, ona bakmayı bırakıp tişörtünün kollarını dirseklerine kadar sıyırdı ve tam karşısındaki koltuğa otururken Dünya nihayet konuştu:
‘’Hoşbulduk.’’
Ares, ciddi bir sesle konuşmaya başladı.
‘’Nereden başlayacağımı bilmiyorum. Çok karışık ve senin sinirleneceğine eminim.’’
Dünya sabırsızca söylendi.
‘’Gelin olayından başlayabilirsin.’’
‘’Ne?’’
‘’Görmeye gittiğimiz zavallı gelininden!’’ diye Ares’e hatırlattı. Evet, sinirlenmeyi başarabiliyormuş, kızmaya başlaması hiç zor olmayacaktı.
Ares kendini koltuğa bıraktı ve gözlerini tavana dikti, yardım istercesine.
‘’Yok artık!’’
Dünya homurdandı.
‘’Yok, olduğunu bende anladım, neyseki yedek nişanlın var. Afrodit!’’
Ares’in ona dönen bakışları karşısında yutkundu. Ne konuştuklarını neyi tartışmaları gerektiği birden aklından silindi. Tüm dünyası bir çift altın göze dönüştü. Ares hoş bir tınıyla mırıldandı.
‘’Bana, anlaşmamızı bozduracaksın Dünya.’’
Dünya, gözlerini kucağında kenetlediği ellerine eğdi. Aynı his onda da belirmişti. Aralarındakini olarak görmek ne kadar zordu…
‘’Pek ala, istediğin konuyu anlat. Sen bana bakma, devam et. Ağzımı bile açmayacağım.’’
Yüzü alev almıştı. Ares’in kelimeleri, sesi ve bakışları öyle anlamlıydı ki, heyecanlanması onu utandırdı. Kalbine sakinleşmesi için zaman tanıdıktan sonra gözlerini kaldırıp Ares’e baktı. Ares’in kaşları çatıktı.
‘’Öncelikle sana bir şey sormak istiyorum.’’ dedi. ‘’Su iblislerinden nasıl kurtuldun?’’
Adonis’in yardımını anlatıp anlatmamakta kararsız kaldı. Konuşmaması konusunda Hermes’in uyarısını düşündü. Adonis ve Ares arasında her ne varsa bu çekişme Adonis’in hafızasına mal olmuştu. Yalan söylemenin tam sırasıydı.
‘’Poseidon’un tritleri sayesinde.’’
‘’Triton.’’ diye Ares onu düzeltti.
Başını salladı. ‘’Evet, tritonlar beni buldu.’’
Yarım yalan, bu işte gayet başarılıydı. Ares bir anlığına yanağını çiğneyerek düşündü ve dudağını büktü.
‘’Kapıların ciddiyetini kavramışsındır, sanırım.’’
‘’Evet.’’ dedi kısaca.
Ares doğruldu, anlatma sırası ona gelmişti.
‘’Anlatmaya bir önceki görevinden başlamam gerek. En son Olimpos’a geldiğinde, sana bir lanet yapılmıştı. İblis kapılarını kapatman halinde ‘iblis mücevheri’ dediğimiz bir elmas, içindeki tüm kötülüğü sana akıtıp senin, lanetli birine dönüşmeni sağlayacaktı. Deimos, mücevheri, senin açtığın iblis boyutununun kapatılmaması için teminat olarak aldı. İlk önce bunu tehlike olarak almamıştım. Sen bir daha anahtar olarak belirmezsin diye düşündüğümden bir sonraki anahtara iblislerin kapılarını kapattırabileceğimi sandım. Ama anahtar belirmedi, onun yerine Apollon’un aynasında anahtar resmi belirdi. Bunları sana anlatmıştım.’’ Dedi, Dünya başını ‘evet’ anlamında sallayınca devam etti.
‘’Zeus, beni cezalandırmak için saçma görevler verip duruyordu. Bu arada iblis saldırıları iyice arttı. Tüm kilitler etkisizleştiği için iblisler başıboş kalmışlardı. İş iyice çığrından çıkınca kâhinin kehaneti aklıma geldi ve Deimos ile anlaşıp liderleri olmayı kabul ettim. Deimos güçlü bir baş iblis olsa da; tüm iblislere söz geçiremezdi. Ayrıca göz kulak olması gereken başka bir sorun daha vardı. Asteria isimli güçlü bir titan. Onun başka iblis gruplarını kışkırttığını ve toplamaya çalıştığını biliyordum. Kadının gücü, bizim hükmetmeye çalıştığımız grupları etkilemeyi başarıyordu. Tek düşüncesi, tüm iblislere hükmedip boyutların tek hakimi olmaktı, onun önündeki engel de bendim. Senin ruhunu lanetleyecek mücevher de onun eline geçmişti. Mücevheri bir şekilde Deimos’tan çalmayı başarmıştı ve ben seni korumak için eve dönemiyordum. Hermes’in verdiği haberler, beni iyice çileden çıkarttı ve Asteria ile görüşmeye gittim. Onunla evlenmem halinde kendi emrindeki iblisleri durduracaktı ve hepsi benim komutam altına alınacaktı. Dediğine göre; o, sadece yanımda olup kraliçeliğini sürmek istiyordu. Tabi bu bir yalandı, biliyordum yine de onu oylamak için teklifini kabul ettim. Olimpos’tan izin almaksızın, iblislerin huzurunda Asteria’yı eşim olarak ilan ettim. Şartlarımdan biri de, iblis mücevherini bana iade etmesiydi. Evlendiğimiz gece, ondan mücevheri istedim. Ben ısrar edince vermekten vazgeçtiğini söyledi, senin öldüğünü görmeden içinin rahat etmeyeceğini söyledi. Kendimi kaybettim. Kalbine bıçağı nasıl sapladığımı bile anımsamıyorum. Ne yaptığımı fark edince, Asteria’yı o gördüğün odaya hapsettim. Kimsenin bilmediğini sanıyordum. Mücevheri heryerde aradım ama bulamadım. Deimos dışında diğer iblisler Asteria’nın kalbinde bir bıçakla o odada hapis olduğunu bilmiyorlardı ve benim onların lideri olmamdan memnunlardı. Yine de asi gruplar saldırılara devam ettiler. Sonunda Zeus beni geri çağırmak zorunda kaldı, çünkü diğer evler ona baskı kurmuşlardı. Geri dönmeyi, tek bir şartla kabul ettim. Zeus seni bizzat korumama izin verecekti. Zeus’un başka çaresi olmadığından kabul etti ama onun da bir şartı vardı. Ölümsüzlüğü kabul edip Afrodit ile evlenmem gerekiyordu. Böylece elimi kolumu bağlayacaktı. İkimiz konusunda bir türlü emin olamadığı için beni denemeye çalışıyordu, emin olsaydı senin üstüne oynamaya başlayacaktı. Ölümsüzlere, ölümlüleri yasakladığım için benden bu şekilde intikam almayı düşünmüş olmalı. Ölümlü olduğum için o yasaktan kurtulmuştum. Seninle aramda hiçbir engel kalmamıştı. Bu yüzden bileğime, Afrodit kelepçesini vurdu. Diğer evler de benim yeniden ölümsüz olmamı istiyor. Yeteneğimi kaybetmek istemiyorlar çünkü anahtar dengesi yıkıldı. Kapıların kontrolü ellerinden çıktı. Benim düzeltmemi bekliyorlar.’’
Dünya nefes almadan Ares’i dinlemişti. Dayanamayıp sordu.
‘’Nasıl düzelteceksin?’’
Ares eliyle alnını ovuşturdu ve koltuğa yaslandı.
‘’Bir çaresini bulacağım. Ama önce iblis mücevherini ele geçirip senin lanetini bozmam gerek. Sürekli tehdit altında olduğunu düşünürken başka bir konuya yoğunlaşamıyorum.’’
‘’Belki mücevher sonsuza kadar kaybolmuştur.’’
Ares elini çekip Dünya’ya baktı.
‘’Kaybolmaz ama kim sakladıysa bulacağım.’’
Sözler, Ares’in dudaklarından kolayca çıkmıştı ama hissettirdiği duygu, Dünya’nın tüylerini diken diken etti. Acımayacaktı.
‘’Yakında bir toplantı yapılacak, durum değerlendirmesi gibi bir şey. Seni o yüzden getirtmişler. Diğer evler seni görmek istemiş. Senden sakin olup oyuna devam etmeni istiyorum.’’
Dünya kaşlarını çattı. Oyun, yani her şeyden bihaber zavallı anahtar olmaya devam edecekti ve Ares, nişanlısı Afrodit ile millete gösteriş yapacaktı. Kalbi kasıldı.
‘’Seninle aramızdaki ilişkiyi fark etmemeleri lazım…’’
‘’Ne ilişkisi?’’ dedi sinirle. ‘’Zaten öyle bir şey yok.’’
Ares’in yüz ifadesi dağıldı.
‘’Dünya…’’ dedi. ‘’Lütfen.’’
Dünya ayağa kalktı.
‘’Doğruyu söylediğini biliyorum Ares. Ama en başta söyledim, madem Afrodit’e aitsin, ikimiz arasındaki ilişki ancak bu görevle sınırlı kalır.’’
Ares de ayaklandı.
‘’Çocuklaşma Dünya, tüm bunları neden yaptığımı sana açıkladım. Afrodit benim için…’’
‘’Onun senin için anlamı, seni alakadar eder, benim için hiç önemli değil. Benim de senin planlarının bir parçası olmadığım ne malum.’’
Ares derin bir soluk aldı.
‘’Çok dikkafalısın!’’
‘’Senin de benden farkın yok. Sürekli kendi bildiğini yapıyorsun, belki tüm bunlara hiç gerek yoktur. Belki diğerlerinin sözlerini dinlemen gerekiyordur.’’
Ares, Dünya’nın kolundan tutup kendine doğru çekti ve yüzüne karşı öfkeyle söylendi.
‘’Kahretsin, onlar, seni öldürmeyi tasarlıyorlar. Anahtar dengesini sağlamak için ve yeni bir anahtar belirmesi için. Bunu biliyorum. İblisler de yeni bir anahtarın belirip onları kilitlemesinden korktuklarından seni kaçırmaya çalışıyorlar. Seni kaçırmaya çalışan her kimse; bence, elinde mücevher var ve başıboş iblisleri o yüzden sana yönlendiriyor. Anlamıyor musun, benim tek derdim seni korumaya çalışmak!’’
Dünya, afallamış bir halde Ares’e baktı, kolunu sıkan parmaklar gevşedi. Ares’in yüzünü pişmanlık kaplarken Dünya’nın gözleri adamın dudaklarına ilişti. Kalbi, göğüs kafesini zorlayarak atıyordu ve kulakları, heyecandan uğulduyordu. İkisi arasındaki çekim neredeyse canını yakıyordu, adama olan özlemi dayanılmazdı. Sözleri Dünya’yı korkutmamıştı, neden korkmadığını da iyi biliyordu. Altın gözlü onun yanında olduğu sürece ona zarar gelmeyeceğini tüm varlığıyla kavramıştı. Serbest elini yükseltti ve Ares’in yanağını okşadı. Ares güzel gözlerini kapatıp Dünya’nın parmaklarına teslim oldu.
‘’Dünya’m’’ diye fısıldadı.
Dünya çekime karşı koyamıyordu, yavaşça Ares’in dudaklarına uzandı.
Kapı hızla çalınınca ikisi birden irkilip birbirlerinden ayrıldılar. Ares şaşkınca Dünya’ya bakarken kapının diğer tarafından bir ses yükseldi.
‘’Ares, aşkım, odanda mısın?’’
Afrodit! Dünya cansızca kendini koltuğa bırakırken Ares ne yapacağını bilemez bir halde kapıya baktı.
‘’Uyuyor musun?’’
Kapı yeniden tıklatıldı. Ares boğuk bir sesle cevapladı.
‘’Bir dakika Afrodit.’’ dedi ve yardım istercesine Dünya’ya baktı.
Dünya ağlamak üzereydi, zorlanarak ayağa kalktı ve dolabın yanına gidip duvara yaslandı.
Oyun başlasın.
Ares, yatağın üstündeki bıçaklı bilekliği montuyla gizleyerek kapıya gitti ve açtı.
Afrodit’in ilk sorduğu soru:
‘’Odanda biri mi var?’’ oldu.
Ares:
‘’Evet, kâinat güzeliyle poker oynuyordum.’’ diye cevap verince Afrodit bozuk bir sesle konuştu.
‘’Benimle dalga geçmene gerek yok canım. Geç açınca merak ettim.’’
‘’Uyumak üzereydim.’’ diye kısa kesti.
‘’İşini çabuk bitirmişsin.’’
‘’Beni bilirsin oyalanmayı sevmem.’’ dedi Ares.
Afrodit iç gıcıklayıcı bir tonda konuştu.
‘’Bilirim, sevgilim, uzatmayı sevdiğin işleri de bilirim.’’ dedi. ‘’Seni özledim Ares. Odana girme iznimi ne zaman vereceksin?’’
Düya, Ares’in soluk aldığını duydu, konuşmalarına dikkat kesilmişti. Değil hareket etmek nefes bile almadan onları dinliyordu.
‘’Bunu daha önce defalarca konuştuk. Bu oda sadece bana ait.’’
Afrodit huysuzca konuştu.
‘’Buna inansam sorun değil ama diğer iki kadının da odana girebildiğini bilerek, benim engellenmem canımı sıkıyor. Daha ne kadar katlanırım onu kestiremiyorum.’’
Ares soğuk bir sesle söylendi.
‘’Katlanman gerekmiyor. Vaz geçme hakkına sahipsin. Ayrıca Asteria’nın ve Dünya’nın neden odama girebildiğini de bal gibi biliyorsun. O yüzden dırdırı kesip beni neden uyandırdığını söyleyebilirsin.’’
Afrodit yumuşadı.
‘’Özür dilerim. Seni kıskanıyorum, elimde değil sevgilim.’’ Dedi ve ekledi. ‘’Zeus, dönenlerden rapor bekliyormuş. Hermes yerine benden duymak istersin diye düşündüm. Ayrıca yemek vakti de geldi.’’
‘’Herkes döndü mü?’’
‘’Sen, Athena, Apollon, Adonis ilk dönenler, diğerleri de kontrollerini bitirmişler, yoldalarmış. Yarım saate kadar herkes raporunu verip salonda olur.’’
‘’Tamam, ben de o zaman gelirim.’’ Dedi Ares.
Afrodit ‘’Seni özlediğimi söylemiş miydim?’’ diye çekici bir sesle konuşunca Ares teslim oldu.
‘’Üstümü değiştireyim. Sen git…’’
‘’Vakit kaybetmeye gerek yok sevgilim, her zamanki gibi çok hoşsun. Benimle gel.’’
Birkaç saniye sessizlik oldu, ardından kapının kapanma sesi geldi. Dünya, yaslandığı duvardan yere kaydı. Ağlamamak için sıktığı çenesi titriyordu. Yutkundu ve akmak üzere olan gözyaşlarını geriye attı. Bu oyun, onun canını çok yakacaktı.
Ardına saklandığı dolaptan ayrıldı. Ares’in odasından çıkarken diğerlerine yakalanmamalıydı, o yüzden vakit geçirmek ve kafasını dağıtmak için odaya bir göz attı.
Odası çok düzgündü. Oturma grubu, masa, sandalye, dolap, yatak, tüm eşyası buydu. Odanın sade dekoruna garip bir şekilde uyum sağlamış yüksek ayaklı şamdanlarda, erimeyen mumlar güçlü bir ışık saçıyordu. Masaya doğru adımladı. Küçük bir kitaplığı vardı. Dünya, çeşit çeşit kitaplara öylesine baktı. Yazıları okumayı bile düşünmeksizin, içi bu kadar sıkılırken ve boş bir beyinle, yazılar anlamsız geldi. Masanın rafındaki kadife kutu gözüne iliştiğinde kapıya doğru dönmüştü. İçinde ne olduğunu biliyordu, yumruklarını sıktı.
Kapıya doğru hızlı adımlarla yürüdü. Kadifeyi andıran kapı, o, yaklaştığında ardına kadar açıldı. Dünya, hiç duraklamadan koridora çıktı. Hırslanmıştı ve gözlerinden dökülenlere engel olamıyordu. Buğulu görüşüne rağmen, kimseye rastlamadan kendi odasını bulabildi. Duvara dokundu ve renkli ışıkları açarak koşar adım kendini yatağının üstüne attı.
Birkaç dakika sonra, gözlerini çekiştirdiği çarşafa silip doğruldu. Ağladığı için kendine sinir olmuştu. Ares, kadının tekini kandırıp evlenmiş, sonra da onu öldürmüştü. Ardından da Afrodit ile nişanlanmıştı. Adam sürekli bir plan içindeydi ve çevresindekileri kullanmayı çok iyi biliyordu. Tek derdinin de; ölümsüzlerin, ölümlüleri kullanmalarını engellemek olduğunu söylüyordu. Kendisi ise kullanma bakımından, ölümlü ölümsüz ayırımı yapmıyordu.
Dünya, onun samimiyetine inanmayı ne kadar çok istediğini fark etti. Ares yanındayken inanıyordu da. Ama Ares’ten uzaklaşıp salim kafayla düşündüğünde bu şekilde olmaması gerektiği hissine engel olamıyordu. Ayağa kalkıp banyoya doğru yürüdü. Belki de bu evde işler böyle yürüyordu. Kimin hamlesi daha iyiyse o söz sahibi olabiliyordu. Peki, Ares, bu kadar baskınsa neden başa geçmiyordu? Zeus’tan bu kadar bıkmışlarsa; neden tahtı başkası devralmıyordu? Lavaboda yüzünü yıkarken bunun gibi bir sürü soru beyninde uçuştu. Mantıklarını anlayamadığından fikir bile yürütemiyordu.
Aynada kendini kontrol etti. Gözleri hafifçe kızarmıştı ve yüzünün rengi çok soluktu. Acıktığını hissetti, en son ne zaman yemek yediğini bir an hatırlayamadı. Saatine baktı, çalışmadığını farkedince kulağına götürüp dinledi. Makineden ses çıkmıyordu, bozulduğuna inanamadı. Yeni almıştı hâlbuki… Taksidi bitmemiş saati kolundan çıkarıp lavabonun kenarına koydu. Aynada boğazındaki hasarı kontrol etti. İz bir hayli dağılmıştı, dikkatli bakmayınca belli bile olmuyordu. Aklı saldırı anına gitti. İblis onu kaçırmayı başarsaydı, karşısına kim çıkacaktı, acaba? Zihninde Ares’in yüzü ve altın gözleri gelince aynadan ona bakan aksi kaşlarını çattı. Ya tüm bunlar bir rüyaysa… Ama değildi, boynundaki sarartı ve adamı düşündüğünde hissettiği kalp sızısı Dünya’ya başına gelenlerin gerçek olduğunu fısıldıyordu. Saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırıp odasına geçti.
Bir ses ismini söyleyince irkilip kapıya doğru baktı.
‘’Dünya…’’ diye seslenen sesin sahibi, açılan kapıya hayret ederek devam etti. ‘’Seninle…’’
Dünya, kapısının açılmasına şaşkın bir yüzle en az onun kadar afallamış adama baktığında; Adonis zayıf bir sesle cümlesini bitirdi.
‘’Konuşabilir miyim?’’
Dünya, odanın ortasında dikilip Adonis’in odaya şaşkınca adımlamasını seyretti. Adonis bir iki adımdan sonra kapıya bir göz attı ve Dünya’ya döndü.
‘’Kapın açıldı.’’
Dünya başını salladı.
‘’Görebiliyorum.’’
‘’Neden?’’
‘’Bilmiyorum.’’ dedi Dünya. ‘’İzinsiz girilemediğini sanıyordum.’’
Adonis düşünürken eliyle saçlarını sıvazladı. Pat diye Dünya’nın odasına girdiği için utanmıştı ama merakı utancından üstün geldi.
‘’Öyleydi. Ben, seninle konuşmak istemiştim. Kafam çok karıştı.’’ Dedi, kapıya kısa bir bakış daha attı ve dudağını büküp Dünya’ya baktı. ‘’Şimdi daha beter oldu.’’
Dünya, her şeyden habersiz adamın haline üzüldü. Dünya, onunla aynı durumdaydı ama hiç değilse hafızasının silindiğini biliyordu. Adonis’in ondan bile haberi yoktu. Acaba, Adonis’in hafızasının katledilmesinin sebebi neydi? Bir kere daha merak etti.
Dünya’nın tepki vermeksizin bakmaya devam etmesi, Adonis’in sıkıntıyla nefes almasına neden oldu. Ellerini koyacak yer bulamayınca göğsünde kenetledi. Rahat kesimli, beyaz gömleğin altına spor ve şık bir pantolon giymişti.
‘’Sözlerim sana tuhaf gelecek ama Atlantis’ten döndüğümüzden beri senden başka bir şey düşünemez oldum. İçimde tuhaf bir his var. Neden kendimi sana bu kadar yakın hissediyorum?’’
Dünya, dudağını kemirmeye başladı. Kararsızca etrafına bakındı ve masanın yanındaki sandalyeye güçsüzce oturdu. Adonis, kapının önünden ayrılıp yanına geldi.
‘’Beni yanlış anlama. Bu duyguya öyle yabancıyım ki, adlandıramıyorum bile. Ares’in ölümlü olmasına sebep olduğun için sana çok kızgındım. Hatta senden nefret ediyordum ama o gece klupte seni gördüğümden beri ne uyku uyuyabiliyorum ne de aklımı senden uzaklaştırabiliyorum. Ve şimdi de odana girebildiğimi görünce iyice karıştım.’’
Dünya, adamın olağanüstü güzel yüzüne, gözlerini çevirdi.
‘’Seni, kulüpteki geceye kadar hiç görmemiştim. Odalar konusunda senden fazla bilgim yok, biliyorsun. Belki daha önceki anahtarla aran iyiydi. Yani, sana yardımcı olamayacağım.’’
Adonis, Dünya’nın savını yemedi ve başını salladı.
‘’Bu oda sen geldiğinde açılmış, tamamen sana ait bir oda ve seninle daha önce karşılaşmadığımız için odana girme iznini almama imkân yok.’’
‘’Ne diyebilirim ki, Adonis?’’ dedi. Anlatmamaya karar vermişti, Ares’in sözünü dinleyecekti. Adonis’e yarım bir bilgi vermesi daha kötü sonuçlara yol açabilirdi. ‘’Belki sende anahtar olmuşsundur.’’
Adonis gözlerini devirdi ve masaya yaslandı.
‘’Dalga mı geçiyorsun, yoksa düşünceni mi söylüyorsun, anlayamıyorum.’’
‘’Dalga geçecek kadar seni tanımıyorum.’’ dedi ve adamı rahatlatmak için gülümsedi. ‘’Seni düşünecek kadar da samimi değilim.’’
Adonis, şakasını anlamıştı, o da Dünya’ya mükemmel ve anlamlı bir bakış gönderdi. Ve ona doğru eğildi.
‘’Ben, bir ara bayağı samimi olduğumuzu düşünmüştüm.’’ Dedi ve Dünya’nın yanaklarını alev içinde bırakarak göz kırptı.
Dünya derin bir nefes aldı, aklına hayat öpücükleri gelmişti. Adonis’e bakmamak için kaşlarını çatarak başını eğdi ve masanın üstünde duran gümüş kolyesini eline aldı. Zarif çiçeği parmaklarıyla oynarken söylendi.
‘’O sayılmaz, can havliyle yapılmıştı.’’
Adonis, tek dizinin üstüne çöktü ve Dünya ona bakana kadar gülümseyerek yüzünü seyretti.
‘’Şimdi tehlikede değilsin. Nasıl hissettirdiğini anımsamak istersen, ben buradayım ve emrine amadeyim.’’
Dünya’nın ağzı açık halini keyifle izleyip doğruldu.
‘’Bir şok insanı kendine getirir, kafayı dağıtır. Madem ikimizde sorularımıza cevap bulamayacağız, benimle yemeğe gelmeye ne dersin?’’
‘’Bu iyi bir fikir mi?’’
Adonis dudağını büktü.
‘’Yemeği ben yapmadığıma göre iyi fikir, sen acıkmadın mı?’’ dedi ve Dünya’nın parmakları arasındaki kolyeye uzandı. ‘’Bununla oynamayı bırak da hazırlan.’’
Kolyeyi, adamın avcuna bıraktı ve rahat bir soluk alıp ayağa kalktı.
‘’Tamam, bende çok acıkmıştım.’’
Adonis’in şakaları pek alışık olduğu şakalar değildi ama itiraf etmeliydi, gerginliği almaya birebirdi. Üstüne başka bir şey giymek için dolabına doğru giderken Adonis, elindeki kolyeyi incelemek için başını eğdi.
Dolaptan birbirinin benzeri tişörtlerden birini çekti ve adama döndü. Adonis, hala elindeki kolyeye bakıyordu. Yüzünde tuhaf, donuk bir ifadeyle kafasını kaldırdı.
‘’Bunu nerden buldun?’’
Dünya, bir an, neyi kastettiğini anlayamadan adamın eline baktı. Adonis, gümüş kolyeyi öne uzattığında rahatladı.
‘’Hatırlamıyorum, yaklaşık bir sene önce kendime geldiğimde boynumda asılıydı. Nereden aldığımı bilmiyorum.’’
‘’Peki, ne olduğunu biliyor musun?’’
Dünya, daha önce defalarca gördüğü çiçek şekline bir kez daha baktı. Hiç merak edip araştırmamıştı ve bitkiler konusunda çok bilgisizdi. Domatesin meyve olduğunu geçen ay öğrenen biri olarak, kolyenin üstündeki güzel çiçeğin kesinlikle gül olmadığını bilecek kadar anca bilgisi vardı.
‘’Bilmiyorum.’’ dedi omzunu silkti.
Adonis, parmaklarının ucunda sallanan çiçeğe dalmış gibi mırıldandı.
‘’Anemon’’
Dalgın bakışlarını Dünya’ya çevirdi.
‘’Bunu, takmanı istesem...’’
Dünya, tuhaf hareketlerine ve sebepsiz isteğine kafasını salladı.
‘’Tabi, genelde boynumdan çıkartmam ama…’’
Adonis lafını kesti.
‘’Üzerindeki tek aksesuar bu kolye olsun.’’
Dünya’nın eli boynunda görünen kolyeye gitti, papatya kolyesini çıkartması gerekecekti. Ares’in ona verdiği…
‘’Buna gerek olduğunu düşün…’’
‘’Lütfen!’’ dedi Adonis, lacivert gözlerindeki beklenti dolu bakışa karşı koyamadı.
‘’İyi. Tamam.’’
Banyoya doğru döndü, üstünü çıkartacaktı ve papatya kolyesini. Neden bu kadar zor geliyordu ki? Tişörtünü üstünden sıyırıp diğer tişörtü giydi, geniş yakalı olduğunu o an fark etti. Pırlanta kolyesi, ışık sayesinde rengârenk parıldarken elini uzatıp kalbini sökercesine kolyeyi çıkattı ve çalışmayan saatinin yanına bıraktı. Fazla oyalanmaksızın odaya geri döndü. Adonis, oturduğu sandalyeden doğruldu ve kolyeyi boynuna takmak için ona doğru gelince Dünya atıldı.
‘’Ben takarım, teşekkür ederim.’’
Adonis başını sallayıp kolyeyi avuçlarına bıraktı. Dünya kolyeyi kolayca taktı, kolyenin kilidine aşina olduğundan zorlanmamıştı. Doğrulup Adonis’e baktı.
‘’Nasıl oldu?’’ dedi sevimli bir sırıtmayla.
Adonis’in gözleri, kolyeden yüzüne doğru kaydı.
‘’Göz kamaştırıcı!’’
Adamın sesinin titremesine şaşırdı. Basit, gümüş bir kolyenin Adonis’i bu denli etkilemesi ilginçti. Adonis, tedirgince gülümsedi.
‘’Yemek bitmeden gidelim mi?’’
Koridorun sonundaki odadan konuşma ve gülüşme sesleri geliyordu. Adonis, yol boyunca tek kelime bile etmemişti. Elleri cebinde düşünceli adımlarla, Dünya’nın yanıbaşında yürüdü.  Kemer şeklindeki girişe yaklaşırken Dünya gerildi. Seslerden bazıları tanıdık değildi, tanımadığı kişilerin karşısına çıkmaya hazır olmadığını düşünürken Adonis elini omzuna koydu. Kulağına fısıldadı.
‘’Korkma, menü sen değilsin.’’
Dünya gergin omuzlarını düşürdü.
‘’Korkmuyorum.’’
Adonis omzunu bir kere sıkıp bıraktı.
‘’Menü sen değilsin dedim de…’’ yan gözle ona kısa bir bakış attı. ‘’Ağzım sulandı.’’
Adamı ilk gördüğünde beliren hayali aklına gelince bir an ne düşüneceğini bilemedi. Ama o saçma bir hayaldi, gerçek bir gündüz rüyasıydı. Olması imkânsızdı. Aklındakileri kovan Dünya durup adama döndü, sevimsiz bir sırıtmayla Adonis’e söylendi.
‘’Aptalca şakaların ne zaman bitecek? Sıkılmaya başladım da.’’
Adonis dudaklarını yalayıp hoş gülümsemesiyle Dünya’yı süzdü.
‘’Şaka yaptığımı da nerden çıkardın?’’
Dünya yüzünü buruşturup ilerlemeye devam etti. Sert adımlarla yemek salonuna girdi ve ona dönen birkaç bakıştan sonra masadaki herkesin dönmesini tedirgince izledi.
‘’Hey, Dünya, nerede kaldın? Hermes seni çağırmadı mı?’’
Hermes’in boğazını temizlemesiyle başını adama çeviren Artemis kızgın bir bakış attı ve ekledi.
‘’Öncelik görevdir, yemek değil!’’
Hermes pişman bir tavırla yüzünü eğerken Dünya, masayı süzdü. Oval masanın çevresinde oturan normal kıyafetli ama insandan farklı oldukları hissedilen ölümsüzlere hızlıca baktı ve selamlamak için başını eğdi.
‘’Afiyet olsun.’’
Masanın başında çok güzel bir kadın oturuyordu. Gür saçlarını hoş bir topuzla toplamıştı, başında tavuskuşu tüylerinden oluşan incecik zarif bir taç takıyordu. Taç sayesinde, bir heykeli andıran yüzünün soğuk ama mükemmel hatları ortaya çıkmıştı. Siyah elbisesi, ince bedenini daha da kibar gösteriyordu.
‘’Bir kez daha merhaba Dünya.’’ dedi kadın. ‘’Buyur.’’
Dünya, teşekkür edip Artemis’in yanına doğru yürüdü. Adonis, Hermes’in omzuna vurup yandaki boş sandalyeyi işaret edince genç adam tabağını eline alıp yana kaydı. Rahat tavırlarla Dünya’nın yanına oturan Adonis, tek elini yukarı kaldırdı. Odanın diğer ucundaki kadınlardan biri hemen hareketlenip servis masasından iki tabakla onlara doğru geldi. Kadın yürümüyor sanki uçuyordu ve çok güzeldi.
‘’O bir muse.’’ diye açıklama yapan Artemis’in sesiyle kendine gelip başını kadından çevirdi.
‘’Muse nedir?’’
Artemis sevimli bir sırıtışla açıkladı.
‘’Bir çeşit peri.’’
Dünya anlamış gibi ‘’Hıı!’’ dedi ve önüne döndü. Ölümsüzler sohbetlerine kaldıkları yerden devam ettiler. Onun masadaki varlığını hiç yadırgamamışlardı. Biraz rahatlayan Dünya, ölümsüzleri izlemeye devam etti. Hermes’in hemen yanında Eros oturuyordu, onun yanında ise Hades. Muzip bir sırıtışla Dünya’yı selamladı.
Masanın diğer başında Apollon oturuyordu. Dünya’nın bakışlarını üzerinde hissedince gülümsedi ve tek gözünü kırptı. Devamında dudakları kıvrıldı, anladığı kelime ’merhaba’ idi. Adama gülümseyip onun yanına baktı. Gür saçlarını gevşek bir şekilde örmüş, sakallı bir adam duruyordu, boynunda tuhaf bir dövme vardı. Şeklini tritonların elinde gördüğü üç dişli çatala benzetti; bu Poseidon olmalıydı. Poseidon, kolunu samimi bir şekilde onun omzuna koymuş bir adamla sohbet ediyordu. Adamın elinde kocaman bir kupa vardı, bir dikişte içip geğirdi. Hiç utanması olmaksızın kahkahalarla gülerken göbeği zıplıyordu. Adam, yanındaki asık suratlı adamın omzuna dirseğiyle vurdu, kendi içine kapalı duran adam darbeyle hoşnutsuz bir bakış attığı adama önündeki kadehi uzattı. Göbekli adam kadehi alırken esmer adam yeniden içine kapandı. Omuzları genişti ve kaslı kollarını saran tişörtü gergindi. Yanağının bir yanında yanık izine benzeyen bir iz vardı. Son ikisini kesinlikle tanıyamamıştı.
Dünya başını çevirdi ve Athena’yla gözgöze geldi. Saçlarını yarım toplamıştı, parıldayan hareli gözleri dikkatlice Dünya’yı süzüyordu. Düzgün yüz hatları, asil duruşuyla soğuk bir ifadeye bürünmüştü. Elindeki bıçağı oynamayı bırakıp hafifçe başını yana eğdi ve Dünya’ya selam verdi. Dünya ona gülümsedi, bunu neden yaptığını bilmiyordu ama Athena’da ona çok tanıdık gelen bir şeyler vardı.
Hera ile Athena’nın arasındaki iki sandalye boştu. Boş sandalyelere bakarken içi sıkıldı. Başını tabağına eğdi ve salatasını çatalıyla dürttü. İştahının gelmesini beklerken masada konuşulanları öylesine dinlemeye başladı. Tüm ölümsüzler tuhaf bir dili konuşuyor gibiydi. Anlamadığı o kadar çok isim ve tanımlama vardı ki, dikkatle dinlemesi bile işe yaramıyordu.
‘’İçmiyor musun?’’
Artemis’e baktı ve başını salladı.
‘’Hayır, ben içki içmem, su yeterli.’’
Artemis gülümsedi.
‘’Tamam, alışkanlıklar değişmemiş, bu güzel.’’ dedi. ‘’Eee, ne yaptın biz yokken?’’ Dünya bir şeyler düşünmeye başlamıştı ki Artemis ekledi. ‘’Tüm gün uyuduğunu söyleme sakın.’’
Dünya, omuzlarını kaldırdı.
‘’Tamam, söylemem.’’
Artemis gözlerini devirdi. ‘’İnanamıyorum.’’ dedi ve ona döndü. ‘’Tüm gün uyudun mu yani?’’
‘’Sizin kadar harekete alışık değilim.’’
Artemis inanmaz bir yüzle ona baktı.
‘’Saçmalama, geçmişi hatırlayabilseydin, bu cümleyi asla kurmazdın. Son beş seneki kadar hareketli geçen bir görev süreci ve bu kadar aktif bir anahtar görmeyeli uzun zaman olmuştu.’’
Dünya ‘’Keşke hatırlayabilseydim.’’ diye mırıldanınca Artemis üzgünce yüzünü astı.
‘’Kusura bakma, hafıza olayı gerekli bir şey. Ares’in elinde olsaydı hafızanı kesinlikle silmezdi. Bundan eminim.’’
‘’Neyse, sen neredeydin?’’ dedi kayıtsızca. İblislerin verdiği zararı merak ediyordu.
Artemis çatalına doladığı makarnayı dudaklarının arasından kaydırdı ve sosu diliyle yalayıp omzunu silkti.
‘’Boşuna vakit kaybıydı. Sadece üç boyutta ortaya çıktılar ve tek yaptıkları boş bir griffin yuvasını dağıtmak, sentorların deposunu ateşe vermekti. İki incubus da perilerin diyarında yakalanmışlar ve yok edilmişler.’’
Ares, doğruyu söylemişti. İblisler gerçekten de hiçbir canlıya zarar vermemiştiler. Rahatlayarak sandalyesine yaslandı.
‘’Bu çok iyi.’’
Adonis’in sorusuna kadar yemeğiyle ilgilendi.
‘’Bu arada çifte kumrular nerede?’’ ve Dünya’nın iştahı kaçtı.
Öylesine sorulmuş bir soru nasıl nefesini kesebiliyordu? Adının Dionsys olduğunu öğrendiği göbekli adam masaya eğildi ve sarhoş kelimelerle cevapladı.
‘’Sadece bir tahmin hakkın var.’’ ve ardından kahkahayı bıraktı.
Birkaç tanesi neşesiz sırıtmalarla adama katıldılar. Eros hemen atıldı.
‘’Belki Zeus’a rapor veriyorlardır.’’
Dionsys göbeğini okşayarak güldü.
‘’Rapor mu? O zaman Zeus burada olsaydı keşke ama ne yazık ki şu dakikalarda Valhalla’da. Ama merak etme, o ikisi Zeus’un dönmesini beklerken oyalanacak bir şeyler bulmuşlardır.’’
Dünya’nın iyice yüzü asıldı ve kendisiyle aynı durumda olan Artemis ve Eros’a öylesine baktı. Ne hissettiğini anlamışlar mıydı? Kıskançlık göğsünü daraltırken Hades’in karanlık gözlerini ona diktiğini fark etti ve yüz ifadesini değiştirme zamanının geldiğini anladı, yoksa Ares’in değerli oyunu açığa çıkacaktı. Düşünmemeye çalışarak Adonis’e döndü ve öylesine laf attı.
‘’Normal yemek yemenize şaşırdım.’’
Adonis, bedenini Dünya’ya doğru çevirdi ve kolunu onun sandalyesinin arkasına attı.
‘’Yemek yememiz, uyumamız, bedenimize dikkat etmemiz gerek. Ölümsüz olmak zarar görmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Hatta insanlar gibi sarhoş olabiliriz.’’ dedi diğer elindeki kadehi salladı. ‘’Bazen bir kadeh içki yüzünden, bazen de bir çift ela göz yüzünden.’’
‘’Böyle şiirsel konuşabildiğine göre, sen gerçekten sarhoşsun.’’ dedi Dünya.
Adonis dudaklarını araladı.
‘’Biliyorum.’’ diye fısıldadı.
Dünya, adamın yüzünden bakışlarını çekip önüne döndü. Adonis’in kusursuz güzelliğinden etkilenmemek için kör olmak ve üstüne üstlük bir de sağır olmak gerekirdi. Güzelliğiyle birlikte kelimeleri de öldürücüydü. Ama Ares hiçbir şey yapmasa da kalbinin delice çarpmasına neden oluyordu. Bu ayırımı yapabilmesi, moralini bozdu.
‘’Bir an yetişemeyeceğimizi sandım. Çok mu geç kaldık?’’
Masadakiler başlarını kaldırıp neşeyle çınlayan sesin sahibine bakınca, Dünya’da gayri ihtiyari arkasını döndü. Adonis, Dünya’nın sandalyesinden kolunu indirip omzunun üstünden gelenlere baktı. Afrodit, Ares’in koluna girmişti, ikisi birlikte masaya doğru yürüdüler.
Ares, özellikle Dünya’ya bakmıyordu ama çaprazındaki boş sandalyeye otururken bir saniye gözgöze geldiler. Ares’in bakışları boynunda asılı kolyesine kaydı ve yüz ifadesi bir anda dağıldı. Altın gözlü hemen Adonis’e baktı. Adonis ise Ares’in tepkisine dikkat kesilmişti, beklediği bir tepki almış olacak gözleri kısıldı ve kaşları çatıldı. Adonis’in masanın üstündeki eli yumruğa dönüştü. Dünya, onun her şeyi çözdüğünü anlamıştı. Ama nasıl?
Hera, Afrodit’e zarif bir gülümsemeyle cevap verdi:
‘’Çok geç değil, Afrodit, tatlıya yetiştiniz.’’ Sonra gözleri durgun duran Ares’e çevrildi.
‘’Sen iyi misin, Ares?’’
Ares yanındaki kadını yeni fark etmiş gibi baktı.
‘’Ne?’’
Afrodit, çekinmesizce Ares’in kolunu okşadı ve onun yerine cevap verdi.
‘’Tabiki, iyi. Biraz yorulmuş, değil mi aşkım? Tipik ölümlü hastalığı!’’
Ares’in çenesi kasıldı ama kadına sadece yan gözle bakmakla yetindi. Bakışı pek umursamayan Afrodit, kolundan ayrılıp muselerin önlerine tatlı koymasını izlerken Ares üzgün gözlerini tabağa dikti, yemeğin geri kalanında hiç dokunmadığı tabağına. Afrodit’in ısrarına rağmen tek lokma yemedi ama sürekli kadehini tazeledi.
Dünya, onun için işkenceye dönüşen yemekten kaçmak için bahane ararken Adonis kulağına eğildi.
‘’Birazdan nektar içmeye gidecekler, ben katılmayı düşünmüyorum. Bahçede biraz dolaşmaya ne dersin?’’
İçkinin tesiri kelimelerinde az da olsa fark ediliyordu ama daha fazla odada kalmak istemeyen Dünya, başını salladı.
‘’Tamam.’’
Adonis tekrar kulağına eğildi.
‘’Söz, sana asılmayacağım çünkü normalde senin bana asılman gerekirdi. Gururumu kırdın.’’
Dünya dayanamayıp sırıttı ve gözlerini kaldırdığı anda Ares’in onları izlediğini gördü. Altın gözlü belli belirsiz ‘hayır’ der gibi başını salladı. Onları duymuş olamazdı. Kalbine incecik bir sızı döküldü. Evet dediğine çoktan pişman olmuştu, Adonis ayağa kalktığında bunu söylemek için geciktiğini anladı.
‘’Bu gece için yeterince içtiğimden servisi es geçeceğim. Herkese iyi geceler.’’ dedi ve Dünya’ya elini uzattı. ‘’Gel seni de odana bırakayım komşu.’’
Komşu lafı Dünya’ya bir büyü sözcüğü gibi geldi. Bu kelimeyi duyduğunda Ares’e bakmamaya çalışmak ne zordu. Adonis’in elini tutup ayağa kalktı. Masadakilere yarım ağızla ‘’İyi geceler.’’ dedikten sonra Adonis’in peşinden koridora yürüdü.
Adonis, yeterince uzaklaştıklarında Dünya’yı durdurdu:
‘’Bahçe yerine seni Olimpos’tan dışarı çıkarmama ne dersin?’’ dedi. ‘’Buradan uzaklaşmak istiyorum.’’
‘’Nereye?’’ dedi Dünya. ‘’Biraz fazla içmedin mi, sen?’’
Adonis keyifsiz bir sırıtmayla ensesini ovaladı. ‘’Beni sarhoş eden içki değil, sana söylemiştim. Ve bu evden biraz uzaklaşmam gerek yoksa istemeden, sevdiğim biriyle kavga edeceğim.’’
Kiminle demedi çünkü tahmin ediyordu. Onun yerine adama uydu ve bir motorsikletin arkasında Olimpos’un demir kapılarından geçerlerken odasından aldığı kot monta rağmen üşüyerek adama iyice sarıldı.

9. bölüm

Adonis, onu denize yukarıdan bakabilecekleri bir tepeye götürdü. Yerler yağmur yüzünden ıslaktı. Adonis motorsikletin ayağını yere dayadı. Başından kaskı çıkartıp kayayı işaret etti.
‘’Hava biraz soğuk, kaya yerine motorsikletin üzerinde oturmanı tavsiye edeceğim.’’
Motorsikletten indi ve kaskını çıkarttı, Adonis’in uzattığı eline verdi.
‘’Oturmasak da olur.’’
Adonis kaskı motorsikletin üstüne bıraktı.
‘’Nasıl istersen.’’
Dünya, tepenin ucuna kadar yürümedi ama buradanda muhteşem manzara görünüyordu. Karşılarındaki ay kocamandı ve bulutsuz gökyüzünü ışığa boğmuştu. Denize düşen aksi, dalgaların tesiriyle yakamozlanıyordu. Mis gibi bir toprak kokusu, yağmur kokusuna karışmıştı ruhunun huzurla dolduğunu hissetti. Tüm her şey, iblislerin tehditi, onu mahveden kıskançlığı buhara dönüşmüştü.
Adonis yanına dikildi.
‘’Daha önce buraya geldin mi?’’
‘’Sanmıyorum. Çok güzel bir manzara’’
‘’Evet, beni hep rahatlatır.’’ Dedi Adonis. ‘’Üşümüyorsun, değil mi?’’
Başını salladı. ‘’Hayır, çok iyiyim.’’ dedi ve Adonis’e baktı. ‘’Teşekkür ederim.’’
Adonis bir an durakladı, sonra soluklanıp ‘’Rica ederim.’’ dedi. Ve dudağını sıkıp başını aya çevirdi. ‘’Kahretsin, neden sana her baktığımda kalbim çarpıyor?’’
‘’Kalp çarpması normal değil mi?’’ dedi şaşkınlıkla.
Adonis ona döndü.
‘’Benim için değil. Benim kalbim normal hızda atmaz. Şimdiyse insan olduğum zamanki kadar hızlı atacak neredeyse.’’
Dünya’nın gözleri iyice açıldı, Adonis şaşkın ifadesi karşısında dayanamayıp güldü.
‘’Lütfen öyle bakma, efsanemi bilmiyorsun, sanırım?’’
Başını salladı. ‘’Bilmiyorum.’’
‘’Bu iyi…’’ dedi Adonis, dudağını bükerek devam etti. ‘’Kendimi övme şansı verdiğin için sana teşekkür etmem gerekiyor.’’
Adonis, motorsikletine yaslandı ve ona efsanesini kısaca anlattı. Dünya, her cümlesini büyük bir dikkatle dinledi. Adonis’in çekiciliğinden etkilenen Afrodit ve Persephone’nin kapışmasına, adamın ikisini de sonradan reddetip yüzyıllardır kimseye bağlanmamasına hayret etmekten kendini alamadı.
‘’Bu Afrodit, o Afrodit mi?’’ dedi sonunda.
Adonis başını yana yatırdı.
‘’Evet, tek bir Afrodit tanıyorum.’’
‘’Ama o şimdi Ares ile birlikte.’’ dedi Dünya.
‘’Ares hep vardı, ben sadece kısa bir süreliğine ilgisini çekmiştim.’’
‘’Onu, senin bıraktığını söylemiştin.’’
Adonis gözlerini ileriye çevirdi.
‘’Duygunun olmadığı bir birliktelik istemedim. İkisinden de ayrılınca Ares bana çok yardımcı oldu. Yeni hayatıma adapte olmamı ve kendime güvenmemi sağladı. Bunca yıl sonra bile hala beni eğitmeye ve yardımcı olmaya çalışıyor.’’
Dünya’nın gözleri yere döndü, öylesine sordu.
‘’Ares’e güveniyorsun o halde?’’
Adonis bir süre konuşmadı. Dünya, bakışlarını adama çevirdiğinde kendisine baktığını gördü. Adonis, elini uzatıp ay ışığında parıldayan gümüş kolyesini okşadı. Uzun, siyah kirpiklerin arasındaki gözleri koyu safirleri andırıyordu, konuşmak için ağzını açtığında dudakları titredi. Kolyeyi bırakıp Dünya’nın yüzüne baktı.
‘’Canımı istese verecek kadar’’ dedi ve doğruldu. Dünya’ya iyice yaklaştı. ‘’Ama anılarıma dokunmasına neden olan şeyi merak ediyorum. Sadece senin ile ilgili hatıralarımı silmesi kafamı karıştırdı.’’
‘’Bunu nereden çıkardın?’’ dedi hemen, nasıl anlamıştı?
Adonis kolyesini işaret etti.
‘’Onun bir anemon olduğunu söylemiştim. Anemon benim sembolümdür, çünkü az daha ölümüme sebep olan yaramdan damlayan kanlardan bu çiçekler oluştu. Bunu bilen pek kişi yok ve itiraf etmelisin; anemon şekli aksesuar için pek popüler bir figür değil. Uyandığında, bu kolyenin, boynunda olduğunu söylemiştin. Benim sembolümün eski bir anahtarda olmasından şüphelendim ve yemekte Ares’in tepkisi, şüphelerimde haklı olduğumu gösterdi. Hep düşünürdüm, sen, beş senedir ortaya çıkan tek anahtardın ve ben seninle hiçbir şekilde karşılaşmamıştım. Bu çok ilginçti. Tabi ki, bir de bu var.’’
Adonis, kolyeyi eline aldı ve iki parmağının arasında tutarak çiçeği yavaşça yana kaydırdı. Çiçek, üstüne yapışık sandığı ince zeminden ayrıldı, zeminin üzerindeki bir yazıyı açığa çıkardı. Okuması için Dünya’ya verdi. Dünya daha önce hiç fark etmediği gizli yazıyı okumak için dikkat kesildi ama ikinci okuyuşunda anca anlayabildi. Karışık kafasını toparlayamamıştı. İncecik ve zarif bir el yazısıyla, tek bir cümle ve altında isim vardı.
‘’Cesur ve iyi Adonis’e, Dünya’’
Dünya, yazıya bakıp kaldı. Bir sene boyunca nadiren boynundan çıkardığı kolyenin gizli yazısını görememişti. Zaten farkında olduğu gerçek, bir yumruk gibi boğazına oturdu. Tüm hayatı sürekli ondan çalınmıştı, en baştan başlamak zorunda bırakılmıştı. Ölümsüzlerin, ölümlülerle bu şekilde oynaması haksızlıktı. Eski zamanlarda bunu alenen yapmalarını düşündü ve öfkesi daha da arttı. Onun hayatını, canlarının istediği gibi silip yönetemezlerdi. Adonis’in ona seslenmesiyle kendine geldi.
‘’Benim de hafızamı sildiğini biliyordun, değil mi?’’
Dünya, Adonis’e baktığında adam devam etti.
‘’Seninle ilgili anılarımı…’’
‘’Yeni öğrendim.’’ diye cevapladı.
‘’Seni, benden almalarının sebebi ne?’’
Dünya, başını salladı.
‘’Bilmiyorum. Senin bir fikrin var mı?’’
Adonis, kararsızca elini kaldırdı ve nefeslenerek Dünya’nın çenesini okşadı. Parmakları, onu incitmekten korkar gibi çekingendi.
‘’Sanırım…’’ dedi yumuşak bir sesle. ‘’Sana aşıktım.’’
Elini çekip Dünya’dan bir adım uzaklaştı.
‘’Ve bu da yasaktı. Ölümsüzler, ölümlülerle birleşemezler. Ares, beni korumak için hafızamdan senin varlığını silmiş olmalı. Sanırım, seni cezayı hiçe sayacak kadar çok seviyordum.’’
Dünya’nın kaşları çatıldı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Adonis, denize doğru dönüp yürürken öylesine konuştu.
‘’Belki sende beni seviyordun.’’
Tepenin tam üstünde aya karşı dikildi, düzgün silüeti hüzünlü bir bakışla denize dönüktü. Adamın güzelliği su götürmezdi, cesaretini de kanıtlamıştı, iyi bir ruha sahip olduğunu hissediyordu. Kibar ve espriliydi. Aklına gördüğü hayal geldi. Adonis ile yakındılar bunu artık biliyordu ama her şeye rağmen yinede onu sevdiğinden emin değildi. Ares hakkında böyle bir tereddütü yoktu. Peki, Ares ondan söylediği kadar hoşlanıyorsa, Adonis ile sevgiliyken o neredeydi?
‘’Adonis’’ diye seslendi. Adonis ona doğru yarım döndü. ‘’Hafızamın benden alındığını öğrendikten sonra çok öfkelendim, gerçi hala kırgınım. Sonra düşününce asıl önemli olanın geçmişin değil bugünün ve geleceğinin olduğunu fark ettim. Son bir senedir, hatırlamak için gitmediğim doktor, denemediğim yöntem kalmamıştı. Ama anladım ki, hayata devam etmek için geriye bakmamak lazım.’’
Adonis ona doğru döndü.
‘’Ya, sana unutturulan sevdiğin biriyse…’’
Dünya yutkundu. Aklında sadece Ares olduğu halde dudakları kendiliğinden kımıldadı ve mırıltıyı andıran bir sesle cevap verdi.
‘’Sevdiğin birini unutturabileceklerini sanmıyorum. Bir şekilde kalbin onu sana hatırlatır.’’
Adonis’in eli göğsüne giderken gözleri ışıldadı.
‘’Belki bu yüzden…’’
Lafını tamamlayamadı. Hermes aniden belirip konuşmasını böldü.
‘’Adonis, geri dönmelisiniz. Kâhin seni görmek istiyor ve Zeus’da, Dünya ile görüşmek istiyor.’’
Adonis, genç ölümsüze bıkkınca baktı.
‘’Biz de burada bir şey konuşuyoruz, değil mi?’’
Hermes omzunu silkti.
‘’Az laf, çok iş, işte bu benim’’
Adonis tuhaf bir yüz ifadesiyle Hermes’e bakınca Dünya kendini tutamadan güldü. Hermes, Dünya’ya göz kırpıp memnun bir yüzle sırıttı.
‘’Ve birde karşı konulmaz çekicilik.’’ diye ekledi.
‘’Kaybol Hermes!’’ diye homurdanan Adonis’e öpücük atan Hermes geldiği gibi ortadan yok oldu.
Adonis, zarif bir edayla Dünya’ya doğru yürüdü.
‘’Zeus, seni neden görmek istiyor, acaba?’’ dedi.
‘’Heyecanlanmam gerekiyor mu?’’ dedi Dünya, Adonis’in ona uzattığı kaskı başından geçirirken.
‘’Seninle gelmemi ister misin?’’
‘’Beni korkutuyorsun, Zeus, öfkeli biri midir?’’
Adonis kaskı başına geçirdi ve motorsikleti çalıştırdı, hareket etmeden önce cevapladı.
‘’O yüzden değil, seninle biraz daha vakit geçirmek isterdim. Seninle birlikte olmak çok hoşuma gidiyor.’’
Dünya adamın kulağına doğru seslendi.
‘’Hani asılmayacaktın?’’
‘’Ah, yapma, artık birimizin başlaması lazım.’’ dedi ve gaza bastı. ‘’Senden hayır yok.’’
Dünya istemsizce güldü ve adama sarıldı.
Olimpos’a döndüklerinde, onları kapıda Apollon karşıladı. Merdivenlerin başındaki duvara dayanmış, ikisini bekliyordu. Adonis, motoru durdurup kaskı çıkarttı.
‘’Sorun mu var Apollon?’’
Apollon, karanlığa inat günışığı gibi parlak bir gülümsemeyle Adonis’i cevapladı.
‘’Bunu nerden çıkardın Adonis? Sadece, Zeus, Dünya’yı benim getirmemi istedi. Sanırım senin de kâhin ile bir randevun var.’’
‘’Yani, ortada bir sorun var.’’ dedi Adonis. ‘’Görüşmeye bende katılmak istiyorum.’’
Apollon yaslandığı duvardan doğruldu.
‘’Zeus, Dünya ile yalnız görüşecek, Adonis.’’ sesi sakindi ama otoriterdi.
Adonis kararsızca başını eğdi ve motordan inmiş Dünya’nın elindeki kaskı aldı. Motorun arkasına taktı. Düşünceliydi. Gözlerini kaldırdığında Dünya ona gülümsedi.
‘’Gezinti için teşekkür ederim. Çok iyi geldi.’’
‘’Benim için zevkti.’’ Dedi. ‘’Sonra görüşürüz.’’
Dünya, eve doğru döndü ve onu bekleyen Apollon’un yanına yürürken Adonis motora sert bir gaz verip uzaklaştı. Apollon iç geçirerek söylendi.
‘’Ares ile takıla takıla bu çocuk da asi oldu başımıza.’’
Dünya kaşlarının altından Apollon’a bir bakış atınca Apollon omzunu kaldırdı.
‘’Doğruya doğru, gerçi kimi kime şikâyet ediyorum. Senin de onlardan farkın yok ki.’’
‘’Bu güzel sözlerin için teşekkür ederim Apollon.’’ dedi Dünya neşesiz bir sırıtmayla. ‘’Keşke bende seni tanısaydım da, laf sokuşturabilseydim.’’
Apollon da ona sırıttı.
‘’Çok şanslıyım, değil mi?’’
Dünya başını sallayarak kapıya yürürken Apollon ona eşlik etti. Yukarıya çıkacağını sanırken Apollon onu daha önce farketmediği bir koridora yönlendirdi. Loş bir koridordu ve duvarlardaki cansız mumlar anca kendilerini aydınlatıyordu. Tedirgince Apollon’a yaklaşan Dünya, sakinleşmeye çalışarak sadece yürümeye yoğunlaştı.
‘’Dünya’’ dedi Apollon. ‘’Başına gelenler için üzgün olduğumu bilmeni isterim. Bilmelisin ki, anahtarlar bizim için çok önemlidir. Yasak konulduğundan beri bizlerden hiçbiri, bir tane ölümlü canlıya zarar vermedi. Öncekiler de hep çekişme ve elde etme üzerineydi. Gücümüz, gözümüzü kör etmişti. Bunu fark etmemizi Ares sağladı. Savaşımızın sadece kötülüğe karşı olmasını, masumları güç gösterimize karıştırmamızı istedi. Sonrasında, koruyuculuk tek görevimiz oldu.’’
Dünya, durdu ve adamın karşısına dikildi.
‘’Madem ölümlüleri korumaya karar verdiniz, beni neden harcadınız ve hala harcamaya devam ediyorsunuz?’’
Apollon, üzgün bir yüzle Dünya’ya baktı.
‘’Tüm boyutlara yardım etmek için anahtarlara ihtiyacımız var. Senin görevinde bir şey olmuş olmalı, aynanın dengesini bozacak bir şey. Ne olduğunu henüz çözemedik ama ayna sürekli seni işaret ediyor. Bu yüzden yapabileceğimiz bir şey yok. Denge düzelene kadar bize katlanman gerekecek.’’
Dünya kararsızca ona bakmaya devam edince ekledi.
‘’Doğru söylediğimi biliyorsun Dünya, sol omzundaki ben tepkisiz kalıyor, değil mi?’’
‘’Bunu nasıl biliyorsun?’’
Apollon, gururlu ve bilgiç bir gülümsemeyle cevapladı.
‘’Çünkü o benim eserim.’’
Apollon labirentin geri kalanında şaşkınlıktan ağzı kapanmayan Dünya’ya son gelişinde ona yaptığı ‘Kara Güneş’ mührünü anlattı. Dünya, korkusunu unutmuştu, Apollon’u dinlerken iç karartıcı koridoru nasıl geçtiklerini anlayamadı. Kendini masal dinleyen bir çocuk gibi hissetse de, Apollon’un sevimli ve neşeli sohbetinin yaydığı samimiyetle tepkilerinden utanmaksızın dinledi.
‘’Vay be!’’ dedi. ‘’Benimin, nadir bir mühür olduğunu hiç düşünmezdim. Bir de ben, zararlı olabileceğini düşünerek onu doktora kontrol ettirmiştim, ne aptallık!’’
Apollon sırıttı ve eliyle referans yapar gibi ön taraftaki bir şeyi gösterdi. Apollon’un işaretiyle, Dünya, ilgisini önünde durdukları kapıya çevirdi. Normal tahta bir kapıydı.
‘’Aaa, geldik mi?’’ dedi Dünya.
Apollon başını salladı.
‘’Evet, bundan sonrasında ben yokum. Zeus, seni bekliyor.’’
Dünya, nefes aldı ve kapının koluna baktı. Bir el şeklindeydi, eli tokalaşır gibi tuttu. Kapıyı açtı. Kendini taş duvarlı yuvarlak bir odada bulan Dünya, tepedeki avizedeki mumların ışığıyla çevresini görmekte zorlandı. Ardındaki kapının kapanma sesiyle birlikte gözlerini kısarak bakındı. Odada ondan başka bir adam daha vardı. Uzun boylu geniş omuzlu bir adam, alev mavisi gözlerinde etkileyici bir bakışla Dünya’ya bakıyordu. Dalgalı siyah saçlı, beyaz tenli, düzgün yüz hatlarına sahip bir adamdı. Otuzbeş yaşlarında ancak vardı. Zeus’un bu adam olması anlamsız geldiğinden başka birini görmek için bakınmaya devam etti.
‘’Merhaba Dünya’’ dedi karşısındaki adam. ‘’Hoş geldin.’’
‘’Hoşbuldum.’’ dedi bakınmayı bıraktı. ‘’Zeus?’’
Adam eliyle onu çağırdı.
‘’Yaklaş.’’ dedi. ‘’Benden korkmana gerek yok.’’
Dünya, korkmadığını söylemekten vazgeçip odanın ortasına yürüdü.
‘’Beni neden görmek istemiştiniz?’’
Zeus, başını iyice dikleştirip otoriter ve emir vermeye alışkın bir sesle konuştu.
‘’Durumunun hassasiyetini biliyor olmalısın. Bu, sana anlatıldığından daha ciddi bir durum. Anahtar dengesi bozuldu ve bunun sorumlusunun kim olduğunu da biliyoruz.’’ dedi ve dikkatli bakışlarla Dünya’yı süzdü.
Dünya dayanamayıp atıldı.
‘’Benim suçum olmadığına eminim. Hafızamı silmeseydiniz belki bir ipucu…’’
Zeus lafını kesti.
‘’Senin suçun olduğunu mu söyledim? Tüm suç Ares’in.’’
Omzu hafifçe ısındı ama artık benimsemiş olduğu tepkisizlikle bakmaya devam etti. Ne de olsa bu davranışı geliştirmek için koca bir senesi olmuştu. Zeus, üstün gelmekten dolayı memnun kibirli bir yüzle adımladı.
‘’Bu durumu araştırdım. Ve doğal olarak diğer evlere danıştım. Değişik fikirleri var, seni görmek istediler. Seni de bu yüzden davet ettim.’’
‘’Kendi anahtarları yok mu?’’ dedi, ukalaca sormak istememişti ama sesi alaycı çıktı.
Zeus, yüzünü buruşturarak durdu ve Dünya’ya kötücül bir ifadeyle söylendi.
‘’Seninle, beş saniye konuştuktan sonra ölümlülerle neden görüşmeyi kestiğimi hatırladım.’’
Dünya, Zeus’un görüşmeyi neden kestiğini gayet iyi biliyordu. Bunu anlatan tek bir bakış attı, Zeus’ta anladı ama aynen onun gibi yorumsuz ve kayıtsız kaldı.
‘’Emrimi dikkatli dinle anahtar.’’ dedi Zeus. ‘’Evlerden gelen elçilere saygılı cevaplar ver. Senin daha öncesini hatırlamadığını biliyorlar, bu yüzden sorgulayamazlar. Anahtar olduğundan beri başka anahtar belirmediği için sende bir tuhaflık olduğunu düşünüyorlar. Bunun ne olduğu konusunda fikir edinmek için seni tanımalarına izin verdim.’’
Dünya, adama bakmakla yetinse de içinde büyüyen öfke tepkilerine yansımıştı. Çenesi kasıldı ve yanda duran yumruklarını iyice sıktı. Zeus, onu kobay faresi gibi araştırmalarına izin verdiğini ne kolay söylüyordu, sanki buna hakkı varmış gibi.  Zeus yine adımlamaya devam ederken meraksız olmasına çalıştığı bir tavırla sordu.
‘’Sen, hiçbir şey hatırlamıyorsun, değil mi?’’
Dünya, başını salladı.
‘’Hayır, yaklaşık bir sene önce yatağımda uyandım. Ondan öncesi yok.’’
Zeus anladım der gibi başını salladı. Taş odada adımlamayı bırakan Zeus, elinin küçük bir hareketiyle parmaklarının arasında kısa bir kılıç misali yıldırım çıkarttı ve duvara doğru yöneltti. Yıldırım duvara bir elektrik akımı gibi çarparak duvar boyunca yayılmaya başladı.
Zeus ‘’Elçiler gelsin!’’ diye seslendi, sakin ve emredici bir tonda.
Akım duvarda kapı şekilleri oluşturdu ve üstlerinde şekilli, yazılı kemerler oluşurken taşlar yavaşça aralandı. Karanlık geçitler birer birer açıldı. Esmer bir adam geçitten odaya adımladı, uzun boylu adam, bir savaşçı gibi yapılıydı. Dünya adamın üzerindeki kıyafeti bir kaftana benzetti, koyu kahverengi kaftanın üzeri siyah işlemelerle işlenmişti. Adamın kahverengi saçları kısaydı ve bir kartalı andıran keskin bakışları vardı. Zeus, ona hafifçe başını eğdi.
‘’Marduk.’’
Adam, elini kalbinin üstüne koydu.
‘’Zeus.’’ diyerek selam verdi.
Marduk’un gözleri Dünya’ya dönerken diğer geçitten zarif adımlarla bir kadın açığa çıktı. Çıplak ayaklı kadının bileğindeki gümüş halhal bir müzik gibi taş odada yankılandı. Hint kökenli olduğu belli olan kadının üzerinde bedenine yapışmış tek parça bir elbise vardı. Işıldayan esmer tenine zıt zümrüt yeşili büyük gözleri, siyah kirpiklerinin arasında ışıltı saçıyordu. Uzun, siyah saçlarını örmüş ve mücevherlerle süslediği bir topuzla toplamıştı.
Zeus, kadının güzelliğini onaylayan bir bakışla kadına baktı.
‘’Hoş geldin, Durga.’’
Durga iki adama da selam verirken kibar bir tavırla gülümsedi.
‘’Hoşbuldum Olimpos evinin lideri!’’
Zeus, kadına sırıtsa da yüzü, hitap şeklinden dolayı memnun olmadığını gayet iyi yansıtıyordu. Dünya, Zeus’un, kadının sözlerine neden bozulduğunu düşünürken başka iki geçitten iki adam odaya adımladı ve diğerleriyle aynı hizada durdular. Zeus’un selamlamasıyla adamlardan birinin adının Loki olduğunu diğerinin de Kuzgun olduğunu öğrendi. Loki zayıf, soluk tenli bir adamdı, onu biraz Hades’e benzetti, siyah gömlek ve siyah pantalonuyla kıyafet zevki de aynıydı. Tek farkı Loki’nin sakalının olmamasıydı. Kuzgun’un ise üst tarafı çıplaktı ve biçimli bedeni şekillerden oluşan dövmelerle bezeliydi. Siyah saçları oldukça uzundu. Taba renkli deri pantolonu ve belinden sarkan kuş tüyleriyle süslenmiş kemeri dışında kıyafeti yoktu.
Geçitlerden geçen diğer liderleri sessizce izledi. Sedna isimli güzel kadının deniz kokusunu andıran ferah bir kokusu ve bir balık derisine benzeyen kıyafeti vardı. Ten rengi ilginçti, mavimsi gri teni alacalı ama canlı bir renkteydi. Ellerinde parmaklarının olmadığını gördüğünde, meraklı bakışının kadını rahatsız etmesinden çekinen Dünya dikkatini hemen çevirmek istedi. Kadın, onun bakışından rahatsız olmamıştı, kusur olmadığını belirtircesine dirseklerinden bileklerine doğru dökülen tül misali yüzgecini gösterdi. Galiba geldiği boyutta parmaklara ihtiyacı yoktu. Tlaloc isimli ölümsüz mat taşlarla süslü bir kolye takmıştı ve saçlarına da renkli kuş tüyleri tutturulmuştu. Sert bir yüzü vardı, sessizce ve sadece gözleriyle diğerlerini selamladı. Dünya’ya bakmamıştı bile. Koyu tenli bir ölümsüz olan Ghede, odaya adımlarken bakışlarını Dünya’dan ayırmadı. Zeus ona selam verdiğinde diğer liderlere kısa birer selam verip yeniden Dünya’ya döndü. Yakışıklı yüzü, gülümsemeyle kıvrıldı ve bembeyaz dişleri dudaklarının arasında belirince Dünya’nın yanakları kızardı. Adamın bakışları masum olmayan birçok duyguyu yansıtıyordu. Dünya başını yeni gelen ölümsüze çevirmeden önce adamdan bir göz kırpması da aldı. Bir daha o adama bakmayı düşünmüyordu.
İnari, odadaki ölümsüzlere göre daha olgundu. Geometrik desenlerle süslü bir kimono giymişti, uzun saçı ve sakalının telleri beyazlamıştı. Kibarca selam verdiğinde zaten kısık olan gözleri tamamen çizgi halini aldı. Omzunda kısa bir pelerinle odaya gelen Cuchulain, İnari’nin oğlu gibi duruyordu. Genç adamın dinamik adımlarla gelirken hepsine neşeyle selam vermesi soğuk odaya pek uymasa da Dünya’nın hoşuna gitti. Çekinmez bir tavırla elleri belinde hizaya uyarak durdu, kumral adamın içine altın telleri dağılmış dalgalı saçları vardı. Açık renkli gözleri metal grisiydi.
Geride kalan geçitlerden en son çıkan ölümsüz bir kadındı. İsminin Neith olduğunu öğrendiği ölümsüz, yan tarafları yırtmaçlı uzun bir elbise giymişti ve başında altın bir taç vardı. Dirseklerinin üstüne takılı kalın bilekliği de altındı. Göğsünün üzerindeki geniş kolyesi aksesuardan çok zırhı andırıyordu. Koyu buğday teni hoş bir bronzlukla parıldıyordu. Gevşekçe ördüğü saçları, gece gibi siyahtı. Eski mısır savaş tanrıçalarına benziyordu. Narin görünüşüne ters bir sertlikle adımlayıp bir asker edasıyla diğerlerini selamladı ve badem şeklindeki gözlerini Dünya’ya dikti.
‘’Meşhur anahtarımız bu demek.’’ diye mırıldandı.
Dünya, kadının sözlerini ve tonunu anlamlandıramadı. Küçümseme, merak, şaşırma, hoşa gitme… Ne düşüneceğini bilemedi, o yüzden sessizce başını Zeus’a çevirdi. Zeus, kalan geçitlere birkaç saniye daha baktı ama gelen kimse olmayınca odadaki ölümsüzleri süzerek konuşmaya başladı.
‘’Bilindiği üzere, anahtar dengesi bozuldu. Sorumlusu benim tarafımdan cezalandırıldı fakat durumun daha da ciddileşmesine engel olamadık. Ben de bu günden itibaren Ares üzerindeki korumamı kaldırmaya karar verdim. Olimpos evinin bir ferdi olmaya devam edecek ama buraya sadece ikamet zorunluluğuyla bağlı kalacak.’’
Dünya, Zeus’un dediklerinin diğerlerinin yüzüne bakarak tarttı. Anladığı tek şey bazılarının hoşuna giderken birkaç tanesini şok etmiş hatta üzmüş olmasıydı. Bunlardan biri olan Cuchulain konuşacak gibi ağzını açtı ama Zeus’un kısa bakışıyla kaşlarını çatıp dinlemeye devam etti. Koruma kaldırılmasının ne anlama geldiğini bilmiyordu ama bunun da bir ceza olduğuna emindi.
Dünya, en son gelen kadının dikkatli ve duygularını ele vermeyen bakışlarından rahatsız oldu. Kadının tek yumruğunu sıktığı gözünden kaçmamıştı, düşündüğü şey neydi bilmiyordu ama bu tavır kendisine tanıdık geldi. Dünya’da istediği bir şeyi tam elde edemediği zaman aynı tepkiyi veriyordu.
Zeus devam etti.
‘’Karşınızdaki anahtarın normal bir insan olduğunu görüyorsunuz, biz hile yapmıyoruz.’’ Zeus sözlerinin sonunda Ghede’ye ters bir bakış attı. Ghede hiç aldırış bile etmeksizin kollarını kenetleyip öylesine bakmaya devam etti. ‘’Üzerinde, dengeleri bozacak bir büyü yok.’’
Marduk tok bir sesle konuştu.
‘’Yanılmıyorsam anahtarın ambrosia yediğini söylemiştin.’’ Dedi. ‘’İlk konuşmamızda dengeyi bozanın bu olduğunu kastetmiştin.’’
Zeus başını dikleştirdi.
‘’Marduk, buraya benim sözlerimi tekrar ettirmeye mi yoksa anahtarı incelemeye mi geldin?’’
‘’İncelemeye başladım, bile.’’ dedi Marduk. Dünya, ölümsüzün her ne kadar sert bir görünüşü varsa da, ince bir espri yeteneği sezdi. ‘’Sonuçta meyveyi yiyen o. Ben suçlu aramaya değil, sorunu çözmeye geldiğimizi düşünmüştüm.’’
Zeus hoşnutsuz bir ifadeyle dudaklarını kıvırdı, o konuşmadan İnari yavaş bir sesle:
‘’Meyvenin lekeli olması işlevselliğini etkiler. Bu konuda Ares’in düşüncesini almalıyız, amacının ne olduğunu onun ağzından duymalıyız.’’ Dedi. ‘’Ve bu kadar basit bir şeyin dengeyi bozması düşündürücü…’’
Neith, İnari’nin ardından lafa girdi.
‘’Onun amacı belli, ölümlülere olan akıl almaz hayranlığı hepimizce aşikâr. Bana açıklaması anahtar dengesindeki bozukluğu fark etmiş olduğundan bu kızı etkisiz kılmak istemesiymiş. Ölümünün dengeyi düzelteceğini düşünmüş ama kendisine verdiği söz yüzünden lekeli ambrosia ile küçük bir hile yapmış.’’
Loki hoş ama pazarlıkçı bir sesle konuştu.
‘’Onun, bize söylediği bu.’’ dedi, tonlaması kafa karıştırıcıydı. Ares’in gizli bir amacı var demediği kalmıştı ama ifadesi zaten bunu yansıtıyordu. ‘’Bana, anlamam için açıklama yapmaya uğraşmadı bile, anlamayacağımdan mı yoksa her şeyi anlayacağımdan mı korktu, bilmiyorum.’’
Kuzgun, Loki’ye doğru döndü.
‘’Ares haklı olarak tüm boyutlardaki ölümlülere destek olmaya çalışıyor, anlamadığın amaç işte bu Loki. Sana anlatıp durmaktan bıktığı da mı aklına gelmedi.’’
‘’Hey, ben sadece fikrimi söylüyorum, hepiniz gibi. Bana saldırma.’’
Kuzgun kaşlarının altından adamı süzdü.
‘’Bu da benim fikrim.’’
Sedna tatlı bir sesle konuştu ama Dünya kendisine yönletilen kelimelerin neden sonra farkına vardı. Ölümsüzlerin konuştukları şeyler canını sıktığından odadan kaçmaktan başka düşüncesi yoktu. O yüzden bir an afalladı.
‘’Efendim?’’
Sedna anlayışlı bir gülümsemeyle tekrarladı.
‘’Hafızanın tamamen silindiğini biliyoruz, peki, buna rağmen senin bir fikrin var mı?’’
‘’Benim fikrim?’’ dedi Dünya, ona söz hakkı verileceğini tahmin etmediğinden hazırlıksız yakalanmıştı.
Durga, güzel yüzüne yakışmayan bir kibirle sırıttı.
‘’Ares, zavallının beyniyle biraz fazla oynamış.’’
Dünya kaşlarını çattı.
‘’Buna rağmen eşit olmamız ne garip, değil mi? Burada durmuş aynı konuyu tartışabiliyoruz.’’
Durga’nın yüzündeki sırıtış bozuldu.
‘’Seninle eşit olmak mı? Sen kendini ne sanıyorsun, ölümlü!’’
Dünya ağzını açmıştı ki Zeus atıldı.
‘’Durga, sana hiç yakıştıramadım. Tartışmana değmez.’’ Adam konuşma yöneticisi gibi ortada durmuş canının istediği yönlendirmeyi yapıyordu. Konuyu hala suçlu gördüğü Ares’e çekmeye çalışıyordu. ‘’Denge sorumlusu Ares’ti, onun sorunu çözmekten çok keyfine baktığını gördünüz.’’
Cuchulain sonunda dayanamadı.
‘’Hayır, ben Ares’in özellikle son bir senedir ne kadar çabaladığını gördüm. Ayrıca anahtarı getirme görevinin Adonis’te olduğunu sanıyordum. Neden görevini yapmadı?’’
Zeus nefeslendi.
‘’O bizim evi ilgilendiren bir konu.’’
‘’Şimdiyse hepimizin sorunu.’’ dedi Cuchulain.
Derken lafa Ghede girdi, ardından Neith ve Durga konuyu farklı bir yerinden tutup aynı anda konuşmaya başladılar. Tlaloc, İnari ve Marduk sessizce izlediler. Kuzgun ile Cuchulain, Ares’in yaptığını savunurken Loki ve Ghede başka yorumlar getiriyorlardı. Sedna ise çözüm konusunda tartışmak istiyordu, öncesinde dengeyi bozacak bir şey yapılmadığını düşünüyordu. Zeus ise karışıklığa gerekli müdahaleyi yapmıyordu. Başı dönmeye başlayan Dünya, sözlerden çok ayakta durabilmeye yoğunlaşmıştı. Omzunun arada sırada ısınması bile işine yaramıyordu çünkü ne dediklerini anlamıyordu.
Sonunda Marduk yüksek sesle konuştu.
‘’Yeter, buraya bağırışmanızı dinlemeye gelmedim.’’ Herkes susunca normal sesiyle devam etti. ‘’Madem aynı konuda bir gelişme kaydedemiyoruz, başka konuya geçmemizde yarar var.’’
Dünya, başını adam doğru çevirdiğinde Marduk eliyle Dünya’yı gösterdi.
‘’Tek anahtarımız Dünya’’ dedi adam. ‘’Apollon’un aynası hariç çalışan bir anahtar göstericimiz de yok. Karanlıkta tek görülen anahtar karşımızda dikilen ölümlü insan, iblislerin de onun peşinde olduğunu biliyoruz.’’
Ghede mırıldandı.
‘’Hak vermemek imkânsız...’’
Marduk ona aldırmadan devam etti.
‘’Son saldırıları anlamsızdı, zarar verip kaçmaktan başka bir şey yapmadılar. Bu onların doğasına karşı bir davranıştı.’’
Loki kısık gözlerini Marduk’a çevirdi.
‘’Doğalarını değiştiren biri olmalı.’’ Dünya, tepkisizce adamı dinledi ama adamın koyu yeşil gözleri ona dönünce rahatsızca kımıldandı. ‘’Ya da karşılığında bekledikleri bir ödül...’’
‘’Sana bir şey söylediler mi?’’ dedi Neith.
Başını salladı. ‘’Sadece onlarla gelmemi istediler.’’
Boğazının kuruduğunu konuşmakta zorlanınca anladı. O yüzden uzun cümle kuramamıştı. Yine de sözleri karşısında ölümsüzler şaşırdı.
‘’İstediler mi?’’ dedi Durga kaşlarını kaldırıp. ‘’İblisler onlarla gelmeni mi istedi?’’
Yanlış bir şey mi söylemişti, kararsızca Zeus’a baktı. Adam hafifiçe gülümsüyordu, kesinlikle yanlış bir şey söylemişti. Dünya, kadına döndü.
‘’Beni kaçırmaya kalktılar, hatta karşı koyunca öldürmeye çalıştılar.’’
Zeus:
‘’Çalışmamışlar, isteselerdi öldürürlerdi. Seni birine götürmeye çalıştıkları daha mantıklı.’’
Dünya, yüzünü düşünceli bir şekilde eğdi. Öğrendikleri, başına gelenler, ona anlatılanlar hepsi zihninde çorbaya dönmüştü. Karşısına çıkan ilk iblis dışındakiler ona zarar vermemişlerdi, sadece açılan geçide sokmaya çalışmışlardı. Ve gerçekten de öldürmek istememişlerdi ki, bunu kolayca yapabilirlerdi. İblisleri bu şekilde etkileyebilen tek bir kişi tanıyordu.
Zeus devam etti.
‘’İblislerin düşüncelerini anlamamız imkânsız, bizim ne yapmamız gerek, onu konuşmalıyız. Sorunu çözmek için ne yapmalıyız?’’
Loki ince dudağını kıvırdı.
‘’Sorunu yok etmeye ne dersiniz?’’ Herkes ona dönüp bakınca ekledi. ‘’Belki sorun bu ölümlünün varlığıdır. Onu yok etmemiz gerekiyordur.’’
‘’Bu zaten denendi, Loki.’’ dedi Sedna. ‘’Ares, onu bir kere öldürdü ama işe yaramadı.’’
Loki gözlerini Dünya’dan ayırmadan cevapladı.
‘’O hileli bir ölümdü, benim demek istediğim gerçeği.’’
Tlaloc nihayet söze girdi.
‘’Ölümlülere zarar vermeyeceğimize yemin ettik.’’
Loki adama doğru yavaşça başını çevirdi.
‘’Bu insanın ne olduğu belli değil. Lekeli meyveyi yedikten sonra onu sıradan bir ölümlü olarak değerlendiremeyiz.’’
Dünya, baştan aşağı soğuk bir hisle titredi, bazıları şimdiden Loki’nin sözlerini ciddiyetle düşünmeye başlamıştı. Zeus kayıtsızca konuştu.
‘’Bunu yapamayız, yasak bizi bağlar.’’
Loki tek kaşını kaldırdı.
‘’Kim anlatacak?’’ Ardından doğrulup ekledi. ‘’Bilmedikleri bir şeyi kanıtlayamazlar. Aniden ölüverdi, belki korkudan kalbi çatlamıştır.’’
Cuchulain yumrukları sıkılı öne çıktı, Kuzgun da hareketlenmişti. Cuchulain ondan önce konuştu.
‘’Bunu yapmana izin vermem.’’ dedi. ‘’Anahtardan sonra beni nasıl susturmayı düşünüyorsun?’’
Loki yerine Neith cevap verdi.
‘’Thor gibi seninde ortadan kaybolduğunu duyarsam pek şaşırmam.’’
Loki sakin görünmeye özen gösterdi.
‘’Thor’u, canım kardeşimi hala bulamamış olmamız hala kalbimi acıtırken bu sözlerin beni çok üzdü, Neith. Acıma saygı duymanı beklerdim.’’
Neith omzunu silkti.
‘’Masallarını kendi evine anlat, Odin sonsuz uykusunda ve Thor kayıp, bu kime yarıyor?’’ dedi. ‘’Tabi ki, zavallı Loki’ye’’
İnari ölümsüzleri yatıştırmak için yeniden araya girdi.
‘’Konumuza geri dönelim mi?’’ dedi. ‘’Anahtar dengesini kuramazsak tüm boyutlar karışacak, güvenli bir yer kalmayacak.’’
‘’Ben de bu yüzden bozuk olan anahtarın yok olması gerektiğini savunuyorum.’’ Dedi Loki. ‘’Ağacın çürüyen parçasını kesip atarsak yeni filizlere yol açarız.’’
‘’Bunu tartışmak bile istemiyorum.’’ Dedi Cuchulain. ‘’Ölümlülerin zarar görmeyeceğine dair söz verdik.’’
Zeus genç ölümsüze döndü.
‘’Cuchulain, nerede olduğunu biliyorsun. Bu odanın özelliğini de…’’ dedi ve diğerlerine bir göz atarak yavaşça açıklamaya başladı. ‘’Burası boyutların kalbi, burada konuşulan her şey boyutların yararı içindir. Tüm canlıların yararı için, almamız gereken kararlar ne kadar acımasız olursa olsun konuşabilmemiz ve uygulayabilmemiz için. Burada sarfedilen hiçbir söz tanık olmayanlara anlatılamaz, istesende yapamazsın, biliyorsun.’’
Cuchulain şaşkınca Zeus’a baktı. Dünya o anda ayıldı.
‘’Beni burada öldüreceksiniz ve yaptığınız cinayet kimseye anlatılamayacak öyle mi?’’ dedi Zeus’a bakarak.
‘’Tam açıklama yaptığın için teşekkür ederim.’’ Dedi Loki. ‘’Ben bile bu kadar net anlatamazdım.’’
Dünya tüm nefretiyle Loki’ye döndü.
‘’Yapamadığın birçok şeyden biri!’’ dedi ve kararlı bir sesle ekledi. ‘’Beni öldürmenize izin vereceğimi sanıyorsanız bir daha düşünün.’’
Lafını söylemişti ama onları engelleyebilecek bir şey aklına gelmiyordu. Sözlerini güçlendirmek için kinle bakmaya devam etti, bu arada hızla düşünüyordu. Birbirinden güçlü ölümsüzlere karşı tek başına nasıl mücadele edecekti? Onu öldüreceklerdi ve başına geleni kimse bilmeyecekti, bu mümkün müydü?
‘’Anahtar özelliği sabit ve gördüğünüz üzere hala sıradan bir insan. Artı hiçbir özelliği yok. Belki dediğiniz gibi bozukluk varlığındadır. Ares’in haberi olmadan ortadan kaldırabilinir. Böylece temsil ettiği yetenek serbest kalır.’’
Konuşan Zeus’tu, Dünya, ölümsüzlerin yüzündeki kararsızlığın değiştiğini izliyordu. Ve bu karar onun lehine kesinlikle değildi.

10. bölüm

Zeus konuşmasına devam etmeye yeltendi ama odaya aniden giren biri yüzünden dikkati bozuldu. Ares, kapıyı kırarcasına odaya dalmıştı. Yüzündeki öfke gözlerinden taşıyordu, adamın varlığı odayı sıcak bir dalga gibi kavurdu. Diğer herkesle beraber Dünya’da Ares’in gösterişli girişi karşısında gerildi.
Zeus, ölümsüzlerin arasında şaşkınlıktan ilk kurtulan olmuştu.
‘’Sen davet edilmedin Ares!’’
Ares’in teninin üstünde tuhaf bir ışık kalkanı var gibiydi. Dünya adamdaki ilginçliğe bakarken Ares de alevlenmiş gözlerini Zeus’a çevirdi.
‘’Gerek yoktu.’’ Dedi sert bir sesle. ‘’Anahtarların sorumluluğu bana ait. O neredeyse ben de oradayım, başka türlüsü düşünülemez.’’
‘’Senin dengeyi koruman gerekiyordu Ares.’’ Dedi Durga. ‘’Anahtar koruma işi, kendine verdiğin bir görev.’’
Ares başını dikleştirip kadını süzdü.
‘’Yanılıyorsun anahtarları korumak hepimizin görevidir. Bizim savaşımıza yardımcı olurlarken onları savunmasız bırakamayız. Belki, herkes görevine bakmalı, burada durup ölümlü bir insana suç yüklemeye çalışmak yerine.’’
‘’Ne demek istiyorsun?’’
Ares nefes aldı, teninin üzerindeki kalkanın daha bir güçlendiğini fark eden Dünya, adama uzanmamak için kendini zor engelliyordu. Onun desteğine ihtiyacı vardı. Şu anda tek düşündüğü Ares’in kollarının arasına sığınmaktı. İlk defa birinin sarılışına istek duyuyordu. Dünya kendi kollarını bedenine sardı ve titreyen dizlerini dengeledi. Ares sakin ve hoş tonuna geri döndü.
‘’Karşımızda tehlikeli bir süreç var. Kontrolden çıkan birçok etken kötülükle besleniyor. Çok yakında acımasız bir savaş başlayacak. Güçlü olduğunuzu düşünüyorsunuz ama yanıldığınızı fark ettiğinizde çok geç olacak.’’
‘’Bizi tehdit mi ediyorsun?’’ dedi Ghede.
‘’Tehdit değil, uyarıyorum. Bu savaşta bizim elimizdeki tek koz…’’ dedi ve Dünya’ya bakmaksızın onu işaret etti. ‘’Dünya olacak.’’
Marduk düşünceli bir sesle konuştu.
‘’İblisler o yüzden mi Dünya’yı istiyor?’’
Ares başını salladı.
‘’Evet’’
‘’O zaman onu ortadan kaldırırsak iblislere karşı ilk eli biz kazanırız.’’ Diye Durga fikrini söyledi.
Ares kadının sözlerine inanmakta zorluk çeker gibi baktı.
‘’Ortadan kaldırmak mı?’’
Durga’nın lafını açıklamak Loki’ye düştü. Fikrinin benimsenmesi hoşuna gitmişti. Ellerini iki yana açtı.
‘’Bir cana karşılık milyarlarcası, buna sen bile karşı çıkamazsın Ares.’’
Ares bir an konuşamadı, yediği yumruktan sersemleyen bir boksör gibi anlamsızca ölümsüzler baktı. Arkasında duran Dünya’dan yana gerilerken başını salladı.
‘’Buna kalkışan olursa…’’ diye konuşmaya başladı. ‘’Kim olduğuna bakmam!’’
Kuzgun önlerindeki tek basamağı indi
‘’Sakin ol, Ares, burada sadece konuşuyoruz.’’
Ares’in çenesi kasıldı, Dünya adamın gerginliğini hissedebiliyordu. Sıkılı yumrukları ve öfkeli yüzüne rağmen tedirginliği had safhadaydı, korkuyordu. Ölümsüzlere diklenirken güçlü ve kararlı görünse de duyguları bir fırtınadan farksızdı, düzeltmek yerine her şeyi yıkabilirdi de.
Zeus, Ares ve Kuzgun’un arasına girdi.
‘’Toplanmamızın amacı diğer evlerin anahtarı tanıması içindi, Ares. Herkes fikrini söylemekte serbest, bozduğun dengeyi düzeltmeye çalışıyoruz.’’
Ares lafını kesti.
‘’Dengeyi, öldürerek düzeltemezsin Zeus!’’
‘’Daha önce yaptık.’’ dedi Ghede. ‘’Sen ölümlüleri öldürmeyi yasaklamadan önce işi biten anahtarlara ne yaptığımızı unutmuş olamazsın.’’
Ares küçümseyici bir bakış attı.
‘’O yüzden evinizde anahtar belirmiyor olabilir mi?’’
Ghede’nin ukala yüzü asıldı, hiç beklemediği cevap karşısında afallamıştı. Dünya’nın yüzü ise Neith’in gururlu bir ifadeyle gülümsediğini görünce asıldı. Odadaki kadınların beğeni dolu bakışlarının Ares’in üzerinde olması canını sıkıyordu. Bir tek Sedna normaldi, Ares’i kesmeye çalışmaması nedeniyle Dünya’dan tam puan aldı.
Zeus başını sallayarak kapıyı işaret etti.
‘’Çok geç oldu ve bir karara varamadık. Toplantımıza edilen müdahele yüzünden bir karara varabileceğimizi sanmıyorum. Dinlendikten sonra devam etmeyi öneriyorum. Bu yüzden Olimpos’un konuğu olursanız bizleri onurlandırırsınız, dostlarım.’’
Boyutlarına dönmek zorunda olduklarını söyleyen İnari ve Sedna dışındakiler kabul etti. Zeus’un işaret ettiği kapıdan çıkarlarken hepsi de sessiz ve ifadesizdi, Loki’nin kısık gözleri ve hesapçı bakışı dışında.
Son ölümsüz de kapıdan çıkınca Zeus hiddetle söylendi.
‘’Ne hakla toplantıyı basarsın? Saygısızlığın boyunu aştı.’’
Ares bıkkınca Zeus’a döndü, tükenmiş gibi görünüyordu. Az önceki alevinden eser kalmamıştı. Dünya adamı saran ışıltının hafifçe solduğunu gördü. Daha önce bunu hiç görmemişti, Ares onu sürekli şaşırtmayı başarıyordu.
‘’Lütfen, Zeus.’’ dedi yutkundu. ‘’İstediğin her şeyi yaptım. Lütfen.’’
Zeus, karşısında tüm savunmasını indirmiş Ares’i süzdü. Bakışları bir anlığına titrese de çabucak kendini toparladı. Doğruldu.
‘’İstediğim her şeyi yapmadın.’’ Dedi yavaşça. ‘’Yapar gibi göründün ama hep kendi istediklerini yaptın. Otoritemi sürekli hiçe saydın. Buna rağmen seni serbest bıraktım, özgürdün. Ama sen Olimpos’a geri dönmek istedin.’’
Ares’in koyu kirpikleri, altın gözlerini gölgelendirdi. Dudaklarını zorlanarak oynattı.
‘’Diğer boyutlar umurumda değildi, ait olduğum yer burası. Başka yere gidemeyeceğimi biliyorsun.’’
Dünya, Ares’in lafını kendi için yordu, içi mutlulukla dolarken bir yanı da sebeplenmemesi gerektiğini fısıldıyordu. Ares, odaya geldiğinden beri bir kez olsun ona bakmamıştı ama o gözlerini adamdan alamıyordu. Kendi için veya değil, dönmüştü. Bu şimdilik Dünya’ya yetiyordu.
Zeus kararsızca konuştu.
‘’Ambrosia için sana yeni görevler verebilirim. Ölümsüzlüğünü hemen bugün kazanabilirsin.’’
Ares bakışlarını Zeus’un yüzüne dikti, sakindi.
‘’Senden ambrosia talebim hiç olmadı ve şimdiye kadar yaptığım görevler sayesinde birden fazla meyve hak ettiğimi biliyorsun Zeus. Ama hiç talep ettim mi?’’
‘’Saçma gururun yüzünden.’’ dedi Zeus. ‘’Ama bahara kadar vaktin var. Düğününden önce ölümsüzlüğü kabul edeceksin. Ait olduğun yerde, Olimpos’ta.’’
‘’Beni bunun için zorlayamazsın.’’ dedi Ares. ‘’Buna hakkın yok.’’
‘’Çoktan kabul ettiğin bir şeyin zorlaması olmaz.’’ dedi Zeus gözlerini kısarak. ‘’Ölümlü kadının hayatı hala tehlikedeyken anlaşmaya sadık olmanı bekliyorum.’’
Ares bakışları yerde bir süre düşündü ve sakin bir sesle konuşmaya başladı.
‘’Nasıl istiyorsan öyle düşün. Yaptıklarım için beni affetmeyeceğini biliyorum.’’ Dedi ve kaşlarının altından adama baktı. ‘’Ama Dünya’ya zarar vermeye çalışırsan Olimpos’ta senin yasının tutulmasını sağlarım. İşte bu bir tehditti.’’
Zeus, hoşnutsuzca homurdandı ve eliyle havaya hırsla salladı. Gözleri yakan bir şimşeğin ardından ortadan kayboldu. Dünya ışık yüzünden elini gözüne siper etmişti, gerileyince dengesini kaybetti. Bir çift kol ona sarılınca yere düşmekten kurtuldu.
Ares, onu yavaşça kenardaki basamağa yöneltti ve oturmasına yardım etti. Gözlerini araladığında ona ilgiyle bakan adamı görünce kalbi tekledi. Dağınık saçları yüzüne düşmüştü, endişeli bir ilgiyle yüzünü süzüyordu. Ares’in gözleri daha bir parlaktı ve tedirgince dudaklarını ısırıyordu. Her ne söyleyecekse kendini zor tutuyordu.
Dünya başını çevirdi, koca salonda ikisinden başka kimse kalmamıştı. Kekeleyerek sordu.
‘’Burada olduğumu nerden öğrendin?’’
Ares, şefkatle Dünya’nın saçlarını okşadı, elinin tersiyle yanağına belli belirsiz dokundu. Dünya dokunuşların saflığına kendini bıraktı. Huzurla gözlerini kapattı ve adamın kokusunu içine çekti.
‘’Seni aramaya çıkmıştım, Apollon’a rastladım.’’
Ares elini yanağından çektiğinde, inleyip ona sarılmamak için kendini zorladı. Sıcak elinin temasına ihtiyacı vardı ama kendini tuttu. Dünya, gözlerini açıp yerdeki taşın birine odaklandı.
‘’Teşekkür ederim, beni savunduğun için.’’ diye mırıldandı. Gücü iyice tükenmişti.
Ares cevap vermedi. Dünya, adamın sessizliği karşında meraklanıp ona doğru döndüğünde kısık sesle homurdandı.
‘’Lanet olsun, Dünya!’’ dedi ve aniden atılıp yüzünü avuçları arasına aldı ve dudaklarını onun dudaklarına bastırdı.
Tükenmişliğin sınırındaydı ama Ares’in öpücüğüyle tüm bedeni enerjiyle doldu. Güçlü kolların arasına bıraktı kendini ve Ares’i öpmeye devam ederken sıkıca sarıldı. Yaşam gücünün vücuduna yayıldığını hissediyordu. Bu, müthiş bir duyguydu. Bu saatten sonra onun çekimine nasıl karşı koyacaktı?
Ares, alnını onun alnına dayadı.
‘’Genelde anlaşmalara sadığımdır.’’ dedi. ‘’Bu sicilimde kara bir leke oldu.’’
Dünya gülümseyince Ares dudaklarına kısa bir öpücük kondurup doğruldu. Dünya’nın yanakları alev almıştı, ayağa kalkabilecek halde değildi. Elini kaldırıp özlemle Ares’in düzgün yüz hatlarını okşadı. Çenesindeki yara izini, elmacık kemiklerini, düzgün burun kemerini, dolgun dudaklarını… Ares konuşmaksızın Dünya’yı izledi.
Dünya elini kucağına indirdi.
‘’Bunun sonu yok Ares.’’ diye mırıldandı.
Ares, Dünya’nın kucağındaki eline uzanıp tuttu.
‘’Ne demek istiyorsun?’’
Dünya, genç adamın çatılan kaşlarına rağmen konuşmaya devam etti.
‘’Sizin dünyanıza ayak uyduramam, her şey çözüme kavuşsa da sen benim olmayacaksın. Diğerlerini duydun, bize izin vermezler. Senin, kendini ölümlü bir hayata mühürlenmene izin vermezler.’’
Ares nefeslendi ve elini bırakıp öfkeyle ayağa kalktı. İki adım sonra Dünya’ya döndü.
‘’Onların istemesi değil; senin beni istemen önemli Dünya.’’ Dedi ve elini saçlarına geçirip çekiştirdi. ‘’Kahretsin!’’
Dünya adamın öfkesi karşısında sakince konuştu.
‘’Bu gece sana hak verdim. Bizi gizlemen yerinde bir karar olmuş. Aramızda bir ilişki olma ihtimaline katlanacaklarını sanmıyorum, seni yeniden aralarına almak istiyorlar. Engelin ben olduğumu düşünselerdi şimdiye kadar çoktan…’’
Ares, ona doğru yürüdü ve tek dizinin üstüne çöktü. Dünya konuşmaya devam edemedi. Ares soğuk bakışlarını Dünya’ya dikti.
‘’Beni seviyor musun?’’
Sorunun aniliği karşısında Dünya, afalladı. Ares daha yüksek sesle tekrar etti.
‘’Beni seviyor musun?’’
Dünya kekeledi.
‘’Bunun konumuzla…’’
Ares atılıp kolunu tuttuğunda kelimeler boğazına tıkılı kaldı. Kolunu tutan el sıkı değildi ama Dünya kaçma isteğiyle gerildi. Adamın öfkesi alev alevdi. Dikkatli bakışlarını Dünya’nın yüzünde gezdiren Ares elini gevşetti.
‘’Beni o kadar çok unuttun ki, artık duygularından emin olamıyorum. Bu gece Adonis ile çekip gittiğinden beri kendimde değilim. Daha önce de kendince nedenlerden dolayı onu seçmiştin, bu kez o nedenler yok. Eğer beni seviyorsan dönüşü olmayan bir yola gireceğim.’’
Dünya o yolun ne olduğunu tahmin etmeye çalıştı ama Ares’in gözükaralığının sınırını bilmediğinden fikir yürütemedi. Ares’in altın gözleri Dünya’nın boynuna kaydı, kırgın bir sesle devam etti.
‘’Seni beni sevmen için zorlayamam, papatyam. Kararın ne olursa olsun saygı duyacağıma emin olabilirsin. Yapmak isteğim şeyin geri dönüşü yok. Bu yüzden senin hislerini bilmeliyim. Seni, kendime zorla bağlayamam.’’
Ares, onun tişörtünün üzerinde parıldayan kolyeyi tuttu ve tişörtün arkasına doğru atıp gözlerinin önünden kaldırdı. Dünya’nın gözlerine yeniden baktığında soğuk ifadesi dağılmıştı. Duygularını o kadar çok saklamaya alışmıştı ki, maskesi düşünce tüm ruhu ortaya dökülüyordu. Dünya ne yapmalıydı? Onu sevdiğini itiraf ederse adamın ne yapacağını kestiremiyordu. Karşısındakiler Ares’in daha önce dövdüğü genç takımı değildi ki, hepsi güçlü ölümsüzlerdi. Ares de onlar gibi ölümsüz olsaydı, belki Dünya daha pervasız davranabilirdi. Sorduğu sorunun cevabını alamayan Ares ayağa kalktı, başını eğerek arkasını döndü.
‘’Kısa bir süre daha sabret. Bütün bu saçmalıktan kurtulacaksın’’
Ayaklarını sürüyerek bir adım atmıştı ki, karanlık geçitlerin birinden siyah bir duman süzüldü. Ares durakladı. Duman kıvranarak yükseldi ve dumanların içinde bir kadın belirdi. Uzun boylu kadının sırtında kuş tüylerinden yapılma parlak siyah bir pelerin vardı. Saçlarını topuz yapmıştı ve güzel yüzünde hoş bir gülümsemeyle Ares’in karşısına dikildi.
‘’Merhaba sevgilim.’’ dedi kadın çekici bir tonda. ‘’Beni gördüğüne şaşırdın mı?’’
Ares, gerçekten de konuşamayacak kadar şaşırmıştı. Dünya ayağa kalktığında kadın bakışlarını ona çevirdi.
‘’Yine mi bu kız.’’ dedi sıkılmış gibi. ‘’Bu kızdan bıktım artık tatlı Ares.’’
‘’Sen…’’ dedi Ares, sonunda sesine kavuşmuştu. ‘’Sen ölmüştün.’’
Kadın kısa bir kahkaha attı. Elini, kendi kalbinin üstüne koydu.
‘’Bıçağı buraya sapladın ama unuttuğun bir şey vardı.’’ dedi gözlerini kısarak Ares’e yaklaştı. Hırıltıyla konuştu. ‘’Benim kalbim yok. Bana zarar veremezsin.’’
Ares başını salladı.
‘’Bu imkânsız.’’ dedi. ‘’İksion’u nasıl buldun? O seni nasıl buldu?’’
Kadın kendinden emin bir tavırla Ares’e iyice yaklaştı. Parmak uçlarında hafifçe yükseldi ve öpecekmiş gibi Ares’in dudaklarına doğru konuştu.
‘’Benden o kadar çabuk kurtulabileceğini düşünmene şaşırdım sevgilim. Senden beklediğim bir şeydi ve itiraf edeyim, yapmasaydın beni şaşırtırdın. Seni bu yüzden istiyorum Ares, biz aynıyız.’’
‘’Aynı değiliz Asteria.’’ dedi Ares. ‘’İlk seferinde başaramamış olabilirim ama bu kez sana acımayacağım.’’
Ares, aniden kolunu sıyırdı ve bileğindeki kristal bıçağı kınından sıyırdı. Kadının kalbine doğru saplamak için elini uzattı. Hareketleri çok hızlıydı ama yeterli olmadı. Asteria elinin küçük bir hareketiyle Ares’in saldırısını blokledi. Ares’in bıçaklı kolunu kendisinden uzaklaştıran kadın, sol elinin avucuyla Ares’in göğsünün altına dokundu. Sivri tırnaklarıyla baskı yaparak ellerini Ares’in göğsüne doğru yükseltti. Ares, nefessiz kalıp taş kesildi.
‘’Hala işe yarıyor.’’ dedi Asteria neşeyle. ‘’Yaranın laneti geçer diye düşünmüştüm. O kadar uzun zaman oldu ki…’’
Dünya ağzı açık olanlara bakıyordu. Bu kadın, Ares’in gelini olmalıydı. Düğün günü bıçakladığı gelini… Ares’in haraketsiz kaldığını gören Dünya, kadının ondan intikam almasından korkarak atıldı.
‘’Onu bırak!’’
Asteria kibirli bir yüzle ona döndü ve elinin tersini havaya salladı. Dünya, kadına yaklaşamadan yerden fırlayan iplere dolandı ve dizlerinin üstüne düştü. İpler, tüm bedenini sardı. Konuşmasını engellemek için kalın bir ip ağzını kapatınca hem hareketsiz hem de sessiz kaldı. Çırpındıkça daha da saran ipler yüzünden nefes bile alamıyordu, sonunda durmak zorunda kaldı.
Asteria, Dünya’yı da etkisiz bırakınca ilgisini Ares’e çevirdi. Göğsündeki elini okşarcasına gezdirdi. Yakasına çıktığında asılarak aşağıya doğru tişörtü yırttı. Kusursuz bedeninde, göğsüyle midesinin tam ortasında eski bir yara vardı ve çevresi iyice kızarmıştı. Asteria, elini yeniden yaranın üstüne koyduğunda Ares acıyla kasıldı. Kıpırdayamıyordu, yüzünde boncuk boncuk terler belirmişti.  Yaranın kenarında, damlalar halinde kan tomurcuklandı. Biriken kan yavaşça Ares’in karnına doğru sızarken; Asteria, kollarını onun boynuna bir sevgili gibi doladı.
‘’Bana karşı savaşmayı artık bırakman gerek. Sen benimsin.’’
Ares gözlerini kadına dikti.
‘’Asla!’’
Ares’in zorlanarak konuşması ve hala kadına karşı çıkması Asteria’yı çileden çıkarttı. Ellerini Ares’in saçlarına geçirdi ve hırsla söylendi.
‘’Belki Dünya, bizim tarafımıza geçerse seni ikna etmemiz daha kolay olur.’’
Ares dehşetle gerildi.
‘’Hayır, Asteria, iblislerin yönetimi sende kalsın. Ben istemiyorum.’’
Asteria’nın eli, Ares’in kaslarında dolanırken hoş bir mırıltıyla adama iyice yaklaştı.
‘’Onları yönetemediğimi adın gibi biliyorsun Ares. Sana ihtiyacım olduğunu biliyorsun, yanımda sen olmayınca sadakatleri kar gibi eriyor.’’
Eli, Ares’in parmakları arasındaki bıçağa yöneldi. Kabzaya sarılı parmakları açmaya çalıştı ama gücü yetmeyince Ares’e daha fazla acı veren bir bakışla gözlerini adama dikti.
‘’Bırak.’’
Ares yutkunarak başını salladı.
‘’Hayır.’’
‘’Onu bana hediye etmiştin sevgili kocacığım, geri ver!’’
‘’Değiş tokuş yapabiliriz.’’ Dedi Ares. ‘’Mücevher hala sende mi?’’
Ares’ten ayrılan Asteria yan gözle Dünya’ya hain bir ifadeyle baktı. Ares’in yanından ayrılıp ona doğru yürüdüğünde Ares bağırmaya başladı.
‘’Asteria, ona bir şey yaparsan…’’
Asteria, huysuz bir tonda Ares’in lafını kesti
‘’Ona bir şey yapmadan beni öldürdün. Senin tehditlerinden korkmuyorum aşkım.’’ Dizlerinin üstüne çöküp Dünya’nın karşısına oturdu. ‘’Merhaba eski dostum, beni hatırladın mı?’’
Dünya öfkeyle bakmaya devam edince Asteria keyifle sırıttı.
‘’Seninle olan sohbetlerimizi nasıl özlüyorum, bilemezsin. İşime çok yaradın anahtar. Aslında seni ödüllendirmem gerekirdi. Ama gözünü benim ödüllerime dikmen canımı sıkıyor.’’
Uzun tırnaklarıyla Dünya’nın yanağını okşadı. Tırnağını o kadar bastırıyordu ki, Dünya derisinin yırtıldığını sandı. Canı acısa da tepki vermeden kadına bakmaya devam etti. Parmağını yüzünden çekti, dokunduğu yerler ateş almışcasına yanıyordu. Kadın, onun yüzüne bir an baktıktan sonra hızla bir tokat attı. Dünya canı acısa da içinde büyüyen kinle kadını izlemeye devam etti. Asteria, Dünya’nın tepkisizliği karşısında hoşnut bir ifadeyle sırıttı.
‘’Tam istediğim gibi…’’
‘’Asteria!’’ diye Ares hırlayınca kadın ayağa kalkıp adama yürüdü.
‘’Fikir mi değiştirdin, aşkım?’’ dedi karşısında dikilip.’’Senin bu ölümlü saplantın ilgimi çekmiyor değil ama onunla mücadele etmek istemem. Adonis’i elde edebilen bir kıza ancak saygı duyarım. Bence Adonis’in hevesi geçene kadar Dünya ile oynamasına izin vermeliyiz. Birlikte ne kadar eğlendiklerini bir görseydin, aradan kendi isteğinle çekileceğine eminim.’’
Ares’in yüzü ve bedeni ter içinde kalmıştı. Direnmeyi bıraktı ve iplerinden kurtulmuş bir kukla gibi yere düştü. Zeminde dolanan siyah dumanlar Ares’in kollarında, bacaklarında ve göğsünde geziniyordu. Asteria, adamın karşısına oturdu, elinin bir işaretiyle dumanlar yere doğru kaydı. Ares derin bir nefes aldı, elleriyle taş zeminden güç alarak başını doğrulttu. Gözlerinin altı kararmıştı, sanki gücü çekiliyormuş gibi yüzü bembeyazdı. Asteria parıldayan siyah gözlerini Ares’in bedeninde gezdirdi.
‘’Çok zayıflamışsın Ares.’’ dedi. ‘’Ölümlü olman, planlarıma uymuyor.’’
‘’Canın cehenneme!’’ diye homurdanan Ares, Asteria’nın yüzündeki alaycı ifadeye dayanamayarak kadına doğru atıldı.
Asteria geriye doğru ayaklanınca elleri boş kaldı. Dünya adama seslenmek için debelenmeye başladı, gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. Neden kimse yardıma gelmiyordu?
Asteria kahkaha atarak pelerinini savurdu.
‘’Hissettiğin bunca acıya rağmen hala bana saldırmaya çalışman hoşuma gitti Ares. Sana saldığım korku ve dehşete ölümsüzler bile katlanamaz ama sen hala direnmeye devam ediyorsun.’’ dedi ve elleri belinde, yerde derin nefeslerle ona bakan adamı süzdü. ‘’Bak, ne diyeceğim; madem kralım sefil yaşama özeniyor, sana bir süre daha zaman vereceğim.’’
Elini yukarı yükseltti ve Ares’i saran dumanlar onu ayağa kaldırdı. Ares hiddetle kadına bakarken güçsüzce başını dik tutmaya çalışıyordu. Beyazlayan dudaklarından ve yüzünden kanı iyice çekilmişti. Asteria ona yaklaştı. Dumanlar Ares’in bileklerini sardı ve olduğu yere sabitledi. Asteria ince parmaklarıyla adamın yırtık tişörtünü kavradı ve üzerinden çekip yere attı. Ares yumruklarını sıkıp hareket etmeye çalıştı ama faydasızdı. Kadın eliyle Ares’in boynunu kavradı ve iç geçirerek kendine çekti. Adamın dudaklarının üzerine fısıldadı.
‘’Bu acı verecek, çok fazla acı!’’
Ares kendini geri çekemeden kadın dudaklarını ona yapıştırdı. Tutku ve hırsın karışımı bir öpüşle alt dudağını ısırdı. Dişlerinin arasına sıkıştırdığı nazik deri yırtılırken Asteria gülümsüyordu. Genç adama verdiği acı sadece bu değildi. Korku ve dehşet gücünü Ares’in zihnine işliyordu. Ares, olağanüstü bir gayretle Asteria’ya karşı koydu, sonunda kadının hapsinden kurtuldu. Asteria, Ares’i bıraktığında adamın dudağı kanıyordu. Asteria, tüm bedenini titreten bir huşuyla başını geriye atarken Ares’in kanının bulaştığı kendi dudağını yaladı. Gözleri ışıldayarak doğruldu ve işaret parmağını, ısırıp kanattığı Ares’in dudağına sürdü. Parmağına bulaşan kanı, Ares’in sol göğsüne sırayla beş kere dokundurdu. Dokunduğu her nokta çiçek gibi açıldı ve küçükten büyüğe doğru içi boş beş yıldız oluştu.
Ares sonunda acıya dayanamayıp inledi. Başı önde güçsüzce eğildi, nefes almak bile ona işkence gibi geliyordu. İfadesini gizleyen saçları, terden ıslanıp yüzüne düşmüştü. Yıldızlar adamın tenine hızla işlerken, çerçeveleri kızıl bir ışıkla ışıldadı ve ardından siyaha dönüştü. Asteria, Ares’ten uzaklaşırken Ares yarı baygın yere düştü. Elini göğsüne atan Ares, izden kurtulmak için derisini yırtarcasına tırnaklarını göğsüne geçirdi. Asteria eğilip adamın elini izden çekti.
‘’Bunu yapmasan iyi olur, sevgilim. Bedenine zarar gelsin istemem.’’ Ares’in elini zemine bastırdı ve adamın üstüne eğilip fısıltıyla konuştu. ‘’Yıldızların içi dolana kadar zamanın var. Yıldızlar tamamen dolduğunda mücevheri, Dünya’ya hediye edeceğim. Yıldızlar tamamlanıncaya kadar ölümsüzlüğünü geri kazanamazsan olacak olan bu.’’
Asteria, memnun bir yüzle doğruldu ve derin bir nefes aldı.
‘’Muhteşem Ares, çok yakında sevgilim, senin de dediğin gibi, çok yakında…’’
Asteria dumanlara karışıp ortadan kaybolduğunda Dünya onu saran iplerden kurtulup Ares’in yanına koştu. Ağlamaktan gözleri buğulu görüyordu. İpler yüzünden kolu, bilekleri kesilmişti ama can acısı hissetmiyordu. Aklındaki tek şey Ares’ti. Bağırdığını biliyordu ama kendi sözlerini duymuyordu. Ares, kapalı gözlerini araladı.
‘’Tamam, papatyam, ben iyiyim’’
‘’Ne yapabilirim?’’ dedi Dünya, elinin tersiyle gözlerini sildi. ‘’Bana bir şey söyle’’
Ares’in göğsündeki yıldızlar hala dağlanmış gibi is çıkartıyordu. Canını yaktığı belliydi, Dünya titreyen parmaklarını ize yaklaştırdı, çok sıcaktı. Ares yutkundu.
‘’Odama gitmeliyim’’ dedi. ‘’Beni bu halde kimse görmemeli’’
Dünya başını salladı.
‘’Yürüyebilecek misin?’’
Ares neşesizce sırıttı, ardından yüzü tekrar kasıldı. Dünya acı dalgasının sona ermesini beklerken gözlerinden yaşlar boşandı. Göğsünün altındaki eski yara izi de açılmıştı ve kanıyordu. Kanı silecek bir şey ararken Ares’in yırtık tişörtü gözüne ilişti. Tişörtü katlayıp yaraya hafifçe bastırdı, çaresizce bağırdı.
‘’Yardım edin!’’
‘’Dünya…’’ diye mırıldanan Ares gözlerini açmaksızın kolunu ona uzattı.
Dünya destek olmak için kolunun altına girmişti ki, Ares onu kendine çekti. Ares’in alev alev yanan tenine gömüldü ve odanın değiştiğini göz ucuyla gördü. Şimdi Ares’in odasındaydılar. Dünya, adamı hemen yatağa yatırdı. Çok kötü görünüyordu, onu daha öncede böyle gördüğünü hatırladı. Hatta daha da kötü… Bedeninde sayısız kesikler olduğunu anımsadı, yarı ölü yattığı yataktan onu doğrultmaya çalıştıklarını.
‘’Ares.’’ diye mırıldandı, yatağın yanına çöktü. ‘’Kimi çağırmamı istersin?’’
Ares başını yana çevirip ona baktı, terden ıslanmış saçları yüzüne yapışmıştı. Parlak gözleri, cansız bir ışıltıya teslim olmuştu. Buna rağmen gülümsedi.
‘’Kimseyi.’’ dedi. ‘’İhtiyacım olan her şey burada. Sen yanımdan ayrılma, bana yeter.’’
Dünya adamın yüzünü okşadı ve saçlarını geriye sıvazladı.
‘’Ateşin çok yüksek, doktor çağırmamız gerek.’’
Ares lafını kesti ve Dünya’nın elini tuttu.
‘’Yanıma gel, bana sarıl. Benim ilacım sensin.’’
Dünya’nın yapmak istediği de buydu, gözlerinden yaşlar yeniden dökülürken ayağa kalktı ve Ares’in yanına uzandı. Ares onu kollarının arasına aldı, eğilip saçlarından öptü. Dünya’nın, tuzlu gözyaşları Ares’in tenini ıslatırken, kalbi üzüntüden parçalanıyordu. Adama iyice sokuldu, doktor çağırmaya kararlıydı ama önce onun uyumasını beklemesi gerekiyordu. O zaman gönül rahatlığıyla gidip doktor çağırması için Artemis’ten yardım isteyebilirdi. Yanan gözlerini kapattı ve Ares’in kokusunu derin bir nefesle içine çekti. Ares’e duyduğu aşk ve sevgiden hiç tereddütü yoktu. Onun için bir şeyler yapması gerekiyordu, savaşında adamı tek başına bırakmamalıydı. Kıskançlığını bir kenara bırakabilse daha net düşünebilirdi ama işte onu bir türlü yapamıyordu.
Sarıldığı yastığı daha bir kavrarken mırıldandı. Uyanma zamanının geldiğini anladı ve sarıldığı yastıktan ayrılarak gerindi. Elini yana uzatıp telefonuna uzanmaya çalıştı ama eli saten çarşafları kavrayınca şaşkınlıkla gözlerini açtı. Tanımadığı bir odadaydı ve kocaman bir yatakta tek başına yatıyordu. Güneşin aydınlattığı odaya göz atarken doğruldu. Beyni ayıldı. Ares’in odasındaydı, hemen yanına baktı. O neredeydi? En son ona sarıldığını hatırlıyordu, doktor çağırmayı düşünürken uyuyakalmıştı. Adama bir şey olmuş olmalıydı. Panikle yataktan fırladı. İkinci adımını atamadan Ares banyodan odaya girdi. Dünya’nın başı döndü. Yaşadığı ani panik ve Ares’in olağanüstü çekiciliği birbirine karışınca dizleri titredi.
‘’Günaydın.’’ dedi Ares, gülümseyerek.
Yüzü hala solgundu ama dün geceki haline nazaran çok iyi görünüyordu. Nemli saçları asice dalgalanmış ve inanılmaz derecede yakışıklıydı. Kaşları ve kirpikleri daha bir koyulaşmıştı. Dudağındaki ısırık izi, çektiği acıyı anımsatan bir mühür gibi duruyordu. Kısa kollu koyu mavi tişört ve eşofman altı giymiş, çıplak ayaklı Ares, ona doğru adımladı.
‘’Sen iyi misin?’’
Dünya’nın soracağı soru Ares’ten çıkmıştı, yine de Dünya tekrarladı.
‘’Sen iyi misin?’’
Ares şaşkınca Dünya’nın karşısında durdu.
‘’Gördüğün gibi oldukça iyiyim.’’
Dünya rüyada gibi mırıldandı.
‘’O halde, bende çok iyiyim.’’
Ares’in gözleri titredi, hüzünlü bakışlarla ona bakmaya devam etti. Dünya, ikisinin de birbirine sarılmak isteğiyle çıldırdığını biliyordu. Gözleri, adamın göğsüne, yıldız çizili olduğu yere kaydı.
‘’Duruyor mu?’’
Ares, tişörtü yukarı sıyırıp izi gösterdi. Sıralı beş yıldız bir kuyruklu yıldıza benziyordu, basit bir dövmeye dönüşmüştü. İçi boş yıldızlar göğsünün üzerinde kısa bir kavis çiziyordu. Ares tişörtünü indirdi.
‘’Duruyor.’’
‘’Acıtıyor mu?’’
‘’Geçti, şimdi hissetmiyorum.’’
‘’O kadın, senin evlendiğin kadındı, değil mi?’’ Dünya, sorusunun cevabını biliyordu. ‘’Öldüğünü sandığın kadın…’’
Ares başını salladı ve yatağa oturdu.
‘’Evet, o kadın Asteria’ydı. Ölümden kurtulduğuna hala inanamıyorum. İksion yardım etmiş olmalı, yalancı pislik! Ona güvenmemiştim ama Asteria’ya yardım edebileceği aklımın ucundan geçmezdi. Seni yine tehlikeye soktum.’’ dedi başını kaldırıp Dünya’ya baktı. ‘’Çok üzgünüm Dünya, hayatım boyunca hiç bu kadar çaresiz kalmamıştım.’’
Dünya, Ares’in bacaklarının arasına girdi ve parmaklarıyla ona bakan genç adamın saçlarını geriye sıvazlayıp yüzünü elleri arasına aldı. Ares tepkisizce ona bakıyordu, ellerini yatağa dayadı ve gözlerini Dünya’nın gözlerine dikti. Dünya, göğsünde tuhaf bir güç hissetti, Ares’in yanında savaşma isteği daha da belirginleşti. Ne Asteria ne Afrodit ne de diğerleri, hiçbiri onun kadar güçlü değildi. Çünkü Ares’in sevgisine sahip olan oydu. Ares’e gülümsedi.
‘’Çaresiz değiliz.’’ diye fısıldadı. ‘’Asıl onlar bizden korksunlar.’’
Ares’in yüzünde beliren şaşkın ifadeyi izledi. Ondan bu sözleri duymayı beklemeyen adamın yüzündeki şaşkınlık kaybolurken yerini çapkın bir ifadeye bıraktı. Dünya, Ares’in dudaklarına eğildi. Ares’in elleri, belini kavrarken dudakları buluştu. Yatağa düştüler. Ares dönerek Dünya’nın yüzünü öpücüklere boğdu.
‘’Seni seviyorum Dünya’m’’ diye fısıldarken Dünya kendinden geçti.
Böyle bir haz olabileceğini tahmin edemezdi, cennetin ta kendisi olan adamın kollarına teslim oldu. Ares, yakıcı dudaklarını onun teninden çekerek dirseğini yatağa destekleyip doğruldu. Boğuk bir sesle yeniden itiraf etti.
‘’Seni çok seviyorum.’’
Dünya soluksuzca altın gözlerin içinde kaybolurken dudakları kımıldandı.
‘’Seni seviyorum.’’
Ares mutlulukla gülümsedi ve yüzünü Dünya’nın boynuna gömerken kulağına mırıldandı.
‘’Biliyordum.’’
Yumuşak dokunuşlarla Ares’in dudakları yüzüne yükseldi. Dünya sabırsızca onu çıldırtan dudaklara atıldı. Tutkulu öpücük sonrasında Ares, elini Dünya’nın belinden çekerek çenesine yükseltti. Dünya’yı yatağa bastırdı ve başparmağını dudağının kenarında gezdirirken çekici bir gülümsemeyle ona baktı.
‘’Durmanın tam sırası bir tanem.’’ dedi ama ses tonu Dünya’yı itiraz ettirecek kadar baştan çıkarıcıydı. ‘’Sınırları geçmemek gerek. Seninle daha müsait bir zamanda ilgileneceğim anahtar.’’
Ne sınırı diye düşündü Dünya, sınırın canı cehenneme! Yine de nefeslenip kendini yatağa bıraktı. Ares’in yaralarını ve içinde bulundukları güç durumu düşününce paylaşacakları zevki erteleyebilirdi. Birbirlerine sıkıca sarılıp uzandılar, tek vücut olmanın dışında hiçbir şeyi düşünmeksizin. Üzerlerindeki lanetler, kara bir gölge gibi onları izlerken, birbirlerine sahip olmanın gücüne sığındılar.
  

Hiç yorum yok:

Seri Hikayelerin Düzeni

TUTSAK SERİSİ 1. Kitap    Tutsak 2. Kitap    Anahtar 3. Kitap    Dünya 4.Kitap    Cehennem Hikayelerin dizilişi bu şekildedir. Diğer ...