5. bölüm
Ayaklarının
altındaki yer dalgalandı. Kalp krizi geçiriyor olmalıydı çünkü göğsündeki
makine durup durmama konusunda kararsızdı. Göğsünün sıkışmasına rağmen yüzündeki
sakin ifadesini bozmamaya çalıştı. Buz gibi bir his, bedeninden kayıp giderken
Ares’e baktı. Adamın yüzü, Dünya’nın hisleri gibi karmaşıktı. Ölü bir sesle
konuştu.
‘’Başka çarem
yoktu, köşeye…’’
‘’İlgilenmiyorum.’’
dedi Dünya ve bir adım attı ve bir adım daha. Üçüncüsü daha kolay oldu, Ares’in
yanına yaklaşmışken sert bir sesle ekledi. ‘’Bir daha bana dokunma!’’
Ares, kolundan
tuttu. ‘’Dünya, bu sorunu çözeceğim.’’
‘’Ben ortada
sorun göremiyorum.’’
‘’Bak, ben onu
istemiyorum. Beni dinlersen, hak vereceksin.’’
Dünya, adama
küçümser bir tavırla baktı. ‘’Dedim ya, umurumda değil. Ben sadece hafızamı geri
istiyorum ve olayları mantığa oturtmak. Sadece bu amaçla seninle geleceğim.’’
kolunu çekip Ares’in dokunuşundan kaçındı.
Ares’in altın
gözlerine derin bir üzüntü yerleşmişti. Dünya’ya bir an baktıktan sonra başını
salladı ve uzun adımlarla yürümeye başladı. Portmantoya bıraktığı kadife kutuyu
aldı. Dünya, karmaşık duygularla Ares’in gidişini izledi. İçinden büyük bir
parça da onunla gidiyordu.
Öncesi,
hafızasını kaybetmesiyle geçmişte kalmıştı. Bugüne kadar yaşadıkları her neyse,
kaybıyla birlikte mezara gömülmüştü. O yüzden şimdiki Dünya’yı koruması
gerekiyordu. Hayallerinin ona gösterdiği hareketli yaşama ve büyülü aşka
kapılmamalıydı. Zaten hayallerindeki aşkı da başkasına aitti. Kaşları çatıldı
ve asık yüzle adamı takip etmeye başladı.
Otoparktaki Mustanga
kadar hiç konuşmadılar. Ares kapıyı açıp onun geçmesi için çekildi. Dünya bindikten
sonrada kapıyı yavaşça kapattı. Adam kendi düşüncelerinin içinde kaybolmuştu,
sakin adımlarla kendi tarafına geçti. Kılıcı sırtından çekip arka koltuğa
attıktan sonra sürücü koltuğuna oturdu. Elindeki kadife kutuyu, torpido gözüne
atıp kapattı. Dünya, adama bakmamaya çalışıyordu ama göz ucuyla hareketlerini izlemekten
de kendini alamıyordu. Ares, arabayı çalıştırdı ama ilerlemedi. Tereddütle
Dünya’ya baktı. Dünya, yakalandığı için önce başını çevirdi ama yaptığının
çocukça olduğunu fark edince adama geri döndü.
‘’Sana baştan
söyleyeyim, hafızanı tam olarak geri getiremezsin.’’ dedi Ares ve önüne döndü.
‘’Benimle gelmek istemediğin takdirde seni zorla götürmem gerek. Bu bana emredildiği
için değil, seni güvende tutabilmek için başka çarem olmadığından.’’
Dünya küskünce
oturdu. ‘’Bakacağız.’’ diye mırıldandı.
Ares arabayı
çalıştırdı ve dişlerini sıkarken gaza bastı.
Araba trafikte
hızlı ve seri manevralarla ilerlerken Ares’in morali iyice düşmüştü. Dünya’nın
da ondan farkı yoktu. Arkadaşının hoşlanmasıyla başa çıkamazken, bir de Afrodit
isimli rakibi, masaya güçlü bir elle oturmuştu. Ares’in müstakbel eşi… Düşündükçe
midesine kramplar giriyordu. Kıskanç biri değildi, zaten tanımadığı bu adamı
kıskanması için de sebebi yoktu. Peki, neden tüm bedeni öfkeyle kasılıyordu?
Gözleri yoldaki çeşitli ışıklara bakmaktan kamaşmaya başlamıştı. Kırmızı ışık
yandı ve Ares frene bastı. Dünya, kenetlediği kollarını çözerek kasılmış kaslarını
gevşetti ve nefes alarak Ares’e baktı.
‘’Neden
onunlasın?’’
‘’Olaylar bunu
gerektirdi.’’
‘’Ne saçma bir
cevap!’’ dedi Dünya. ‘’Başına silah mı dayadılar?’’
‘’Anlamıyorsun.’’
dedi Ares bıkkınca. ‘’İşler böyle yürümüyor. Bazen hak elde etmek için bazı şeyleri
feda etmelisin. Anlaşma yapmam gerekti…’’
‘’Ne
fedakârlık ama… Afrodit ile nişanlı olmak bir insan için zor olmalı!’’ dedi
sinirli bir sesle.
Ares kaşlarını
çatıp Dünya’ya baktı ‘’Sürekli buna takılı kalıyorsun Dünya, kıskançlığı bir
kenara bırakmalısın. Her görevinde bu kıskançlığın başımıza bela oldu.’’
Dünya, ağzı
açık adama bakarken ışık değişti ve Ares gaza bastı. Dünya kekeleyerek de olsa
konuşmayı başardı.
‘’Kıskanmak
mı, seni mi?’’
Ares derin bir
nefes alınca, Dünya önüne döndü ve suratını asarak söylendi. ‘’Seni niye
kıskanayım ki, ayrıca ben kıskanç biri değilim.’’
‘’Bak,
kıskanman bazen hoşuma gidiyor ama beni çok engelliyorsun.’’ dedi Dünya’ya
bakmaksızın devam etti. ‘’Şu durumda bile, bana karşı net bir duygun olmamasına
rağmen nasılsa kıskanmayı başarıyorsun.’’ İkinci ışıkta durdu ve Dünya’ya
baktı.
‘’Yalan mı?’’
‘’Yalan!’’
dedi Dünya, yüzünü asmaya devam etti.
Yalandı, adama
karşı canını bile acıtan yoğunlukta duygulara sahipti. Ve aşkın ötesine
geçtiğini hissediyordu. Kısacık zamanda Ares’e böylesi tutulması belki
mantıksızdı ama kalbindeki boşluğun adamın varlığıyla dolduğunu hissediyordu.
‘’O halde
neden başına gelenleri, gördüğün o tuhaf yaratıkları, kâbuslarının sebebi olan
eski yaşamını sormuyorsun? Sana yardım eden arkadaşlarımı sormuyorsun,
gittiğimiz yerde seni bekleyen sorunların neler olduğunu sormuyorsun? Başında
olan tehlikeden nasıl kurtulacağını sormuyorsun? Hâlbuki benim son bir senedir
kafa patlattığım tek şey seni korumaktı. Bunun için neleri feda ettiğimi bile
sormuyorsun.’’ diye sakince konuşan adam, arkasında çalan kornaları anca fark
edip gaza bastı. ‘’Bunların yerine kalkmış Afrodit’le neden beraber olduğumu
soruyorsun.’’
Dünya, adamın
haklılığı karşısında suspus kalmıştı. Yine de içinde kaynayan kazan hala fokurduyordu.
Birkaç dakika içinde şehirden çıktılar ve Ares, Kemer yoluna girdi. Dünya’nın
kafasına dank etti. Yavaşça konuştu.
‘’Aaa,
Olimpos’’ dedi ve daha kısık ekledi. ‘’Muş…’’
Ares güldü ve
yan gözle Dünya’ya baktı. ‘’Sana söylemiştim.’’
‘’Seninle
konuşmuyorum!’’ dedi Dünya ve gözlerini camın ötesindeki karanlığa çevirdi.
Yolun
aşağısında, göz alabildiğine uzanan denizin üzerine yansıyan yakamozlar, çok
güzeldi. Ay ışığı, karanlık suların üstünde, pırlantalı yolu ufka doğru
uzatmışken Dünya’nın eli gayri ihtiyari boynundaki kolyeye gitti. Papatya
kolyesini parmaklarının arasında okşadı ve Ares’e baktı. Altın gözleri yoldaydı
ama aklı başka yerdeydi. Dünya onu üzmesinin gereksiz olduğunun farkındaydı.
‘’Özür dilerim.’’
Ares ayılır
gibi ona baktı, yorgunluğu yüzüne yansımıştı. Gözaltları kararmıştı ve yüzü çok
solgundu. Dünya, adamın boğazında bir çürük olduğunu yeni yeni görüyordu, sanki
bir şey çarpmıştı.
‘’Efendim?’’
Dünya daha
yüksek sesle konuştu. ‘’Özür dilerim.’’
Ares dudağını
büktü ve dikkatini yola çevirip sırıttı. ‘’Bunu sık söylemediğin nasıl da belli
oluyor.’’ dedi ve sağa doğru bir dönüş yaptı. ‘’Affedildin.’’
Yoldan ayrılan
Ares, arabayı doğal bir cebe park etti. Gözlerini ovuşturup saçlarını geriye
taradı. Dünya adamın neden durduğunu farkedince atıldı. Bu ıssız yerde mola
veremezlerdi.
‘’Neden duruyorsun?’’ dedi.
‘’Olimpos’a gitmiyor muyduk?’’
Ares başını
koltuğun arkasına dayadı ve Dünya’ya baktı. ‘’Yola devam edemeyeceğim. Gözlerim
kapanıyor ve daha bir saatten fazla yolumuz var. Biraz uyumam gerek, iki gündür
senin başını beklemekten uyuyamadım.’’
‘’Benim başımı
beklemekten mi?’’ dedi gözü konsoldaki saate ilişti, sabahın üçüydü. ‘’İki gün
biraz abartı olmuyor mu?’’
Ares koltuğu
iyice geriye yatırdı ve üstünde yayıldı. ‘’Geçen gece, o adamla bardan eve
döndüğünde senin evindeydim. Sabaha kadar uyumayıp başını bekledim. Bir gece
önce de iblisin biri apartman boşluğuna, korku tuzağı yaymıştı. İblisi öldürüp senin
dönmeni bekledim. Evinde tekbaşınayken başka bir saldırıya uğramaman için
önlemleri almıştım ama sana kafede saldırdılar. Taşındığım günden beri zarar
görmemen için sürekli seni izliyordum.’’
Gözleri,
uykusuzluktan iyice küçülmüştü. Dünya, uykunun adamın güzel gözlerine sızmasını
seyretmeyi bırakıp konuştuğu kelimelere odaklanmaya çalıştı. Ares gevşek bir
sesle devam etti.
‘’Evde kokumu
duyman beni şaşırttı ama bu konuda yapabileceğim bir şey yoktu.’’
Dünya, o anda
ayıldı. ‘’Sen, benim evime gizlice girip…’’ dedi panikle elini ağzına götürdü.
‘’Aman Allah’ım, bunu nasıl yaparsın? Hem de iki-üç haftadır ve seni hiç evde
görmedim bile!’’
Ares gözlerini
zorla açık tutmaya çalışırken cevapladı. ‘’Dikkatli olsam da birkaç defa
yakalanmanın kıyısından geçtim ama kötü rüyalarının bir uzantısı sandığından
önemsemedin. Ama geçen gün banyodan çıktığında beni görebilmen şaşırtıcıydı. Bornozunla
öylece çıkınca dikkatimi toplayamamış olmalıyım.’’ elini başının altına koyup
gözlerini kapattı. ‘’Bardan döndüğümüz gece kendimi tutamadım. İblis tuzağı
yüzünden endişeliydim ve senin o herifle dans etmeni hazmedememiştim. Tüm her
şeyi boşverdim ve sabaha kadar uyumaksızın yanında uzandım.’’
‘’Ama sabah
senin evine geldiğimde uykudan yeni uyanmıştın.’’ dedi Dünya. Sabaha kadar onu
saran kolların gerçek olduğu bilinciyle, heyecandan yüzü ısındı.
Ares, gözlerini
araladı. ‘’Evden ayrılmadan önce veda etmek için ismini söylemiştim ama biraz
sesli söylemişim, sen uyandın. Ben kendi daireme gittim ve uyumaya
hazırlanmıştım ki sen elinde bir bıçakla evi bastın.’’ Gözleri yeniden kapandı
ve koltukta rahat bir pozisyona geçti. ‘’Ve şimdi de beni yine uyutmuyorsun.’’
‘’Seni nasıl
olur da hiç göremem…’’ diye mırıldanan Dünya, gözlerini adamın yorgun ama
yakışıklı yüzünden ayıramıyordu.
Adamın bedeni
yavaşça gevşerken Dünya’da bacaklarını yukarı çekti ve Ares’i görebileceği bir
şekilde başını koltuğa yasladı. Uçları daha açık renkli, kahverengi saçlarından
bir tutam yumuşak bir kıvrımla alnından kayarak yanağına düştü. Beyaz teniyle
zıt renkteki kirpik ve kaşları yüzüne ayrı bir cazibe katıyordu. Düzgün bir
burnu vardı ve çenesi. Dudakları…
Dünya’nın
gözleri kapandı ve rahat deri koltukta kıvırıldı.
***
Rüyasız
uykusundan huzurla uyandığında ilk gördüğü şey, Ares’in uykuyla gevşemiş yakışıklı
yüzüydü. Elleri, karnını üstünde birbirine kenetlenmiş, başı omzuna doğru
düşmüştü. Uzun bacakları oturduğu yere sığmadığından, koltuğunu iyice geriletmişti.
Saçları dağılmıştı, kanatsız bir melek kadar masum uyuyordu. Dünya, hareket
etmeden bir süre adamı izledi. Başına gelebilecek şeyleri düşünmeksizin ve
onlar için endişelenmeksizin yanıbaşındaki genç adamın yaydığı güvenin verdiği
rahatlıkla sadece adamı izledi.
Güneş yeni
doğuyordu. Sonbaharın değişken havasına uygun olarak, bugünün kapalı bir gün
olacağı, gökyüzünün halinden belliydi. Dünya’nın kasları tutulmuştu, yavaşça
hareket etmeye çalışırken Ares gözlerini açtı ve bir anlık şaşkınlıktan sonra
ayılmak için doğruldu.
‘’Günaydın.’’
dedi gerinerek.
Dünya,
boğazını temizleyerek doğruldu. ‘’Günaydın.’’
Ares esneyerek
kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Nemli serin hava Ares’in açtığı kapıdan içeri
doldu. Dünya kararsızca bir saniye bekledikten sonra bedenini esneten adamın
yanına gitmek için dışarı çıktı.
Çevrelerini,
henüz sonbaharın etkisi altına almadığı yeşil ağaçlar sarmıştı. Yoldan fazla
uzaklaşmadıklarından ağaçlar çok sık değildi. Hafif bir pus etrafa dağılmış, ürperten
serinliğin etkisini arttırıyordu. Dünya, kollarını birbirine kenetleyerek sırtı
ona dönük adama yaklaştı. Havanın normalden daha soğuk olduğu konusunda sızlananlara
hak verdi.
‘’Sen,
gerçekten, dün gece Azerbaycan’a gidip eve geri mi döndün?’’
‘’Elbette’’
diye cevap veren Ares, kollarını açıp gerindi. ‘’Siz benim evimi darmadağın
ederken ben insanların hayatını kurtarmaya çalışıyordum.’’
‘’Yani
ışınlanıyorsunuz?’’
Ares dudağını
büktü. ‘’Işınlanmak, tabi, böyle de diyebilirsin. Aslında istediği her yere
gidebilen iki kişi var, benim bildiğim bu.’’
‘’O siyah
saçlı adam ve Hermes mi?’’
Ares sırıttı.
‘’Hayır, ben ve Hermes. Hatta ben bu konuda Hermes’ten bile iyiyim. Fakat
kimsenin haberi yok ve öyle kalması benim için hayati önem taşıyor.’’
Sözlerini
vurgulayarak söylediğinden Dünya, omuzlarını kaldırdı. ‘’Beni ilgilendirmez,
kimseye söyleyecek değilim.’’
‘’Biliyorum,
daha önce de söylememiştin.’’
Dünya, bir an
adamın gözlerinin çekimde kalarak konuşamadı. Sonrasında başını sallayıp devam
etti.
‘’Diğerleri
nasıl ışınlanıyor?’’
Ares derin bir
nefes alıp anlatmaya başladı.
‘’Basitçe
anlatayım. Örneğin, siyah saçlı dediğin Hades, evi olan Tartaros’a ve Olimpos’a
gidebilir. Güçlerimiz alındığından beri diğer yerler için Hera’ya ihtiyacı var.
Mesela senin arkadaşını evine götürmek için önce izin alarak Olimpos’a gittiler
ve Hermes, Hera’nın emriyle, arkadaşının evine gittiğinde; Hera, ikisini
arkadaşının evine yönlendirebildi.’’
Dünya
‘’Sedef’’ deme ihtiyacı hissetti.
‘’Tamam, Hera,
Hermes’in yolundan Sedef’i ve Hades’i, Sedef’in evine yönlendirdi, şimdi oldu
mu?’’
‘’Oldu.’’
dedi. ‘’Yani sen dün gece önce Olimpos’a gittin Hera seni Hermes’in yanı olan
Azerbaycan’a yönlendirdi.’’
‘’Daha önce
gönderdiği Olimposluların yanına gönderdi. İlla Hermes’in olmasına gerek yok.
İlk defa gidilecekse Hermes görevlendirilir, başka Olimposlu varsa sorun değil,
onların yanına da yönlendirebiliyor.’’
‘’Bu çok
iyiymiş.’’ dedi Dünya. ‘’Ama senin, aslında buna ihtiyacın yok, değil mi?’’
‘’Doğru,
aslında bu çok karmaşık bir şey, aynı boyuttayken yönlendirici sayesinde uzun
mesafeleri katedebiliriz. Bir de bazı anahtarlar bu özelliklere sahipti. Onlar
sayesinde özgürce boyutlarda gezebiliriz.’’ Dedi ve başını yere çevirdi. ‘’Anahtarlar,
bazen farklı özelliklere sahip olabiliyorlar.’’
Bir süre,
düşünceler içinde sessizce dikildiler. Dünya, bir anahtar olarak ne
yapılacağını hayalinde canlandırmaya çalıştı ama başaramadı. Her şey o kadar
soyut ve hayali geliyordu ki, mantıklı bir açıklama yapamıyordu. Son yaşananlar
bizzat kendi başına gelmemiş olsaydı, Ares ne kadar çekici olursa olsun peşine
takılıp, bilmediği insanların arasına kesinlikle gitmezdi. Tüm bu anlatılanlara
rağmen…
‘’Benim de bir
anahtar olduğumu söylemiştin.’’ diye lafına başlayınca Ares omzunun üstünden
ona baktı. ‘’Olimpos’ta ne yapmam bekleniyor?’’
Ares başını
çevirip ileriye baktı ve bir an düşündükten sonra saçlarını eliyle geriye
sıvazlayıp Dünya’ya döndü.
‘’Zeus’un
aklında bir şey olmalı.’’ dedi hoşnutsuz bir sesle. ‘’Birkaç gün öncesine kadar
senin lafını bile duymak istemezken şimdi Olimpos’a çağırması kafamı
karıştırdı. Sen orada kimseyle muhatap olmasan iyi olur. Özellikle Zeus’la!’’
‘’Hafızamı
sildiğine göre benim için hiç zor olmayacak.’’ dedi omzunu silkerek. ‘’Ne de
olsa kimseyi tanımıyorum.’’
Ares başını
sallayıp en yakınındaki ağacın yanına gitti ve oturdu. Dünya sohbet havasında
olduğunu hissettiği adamın yanına gidip yabani otların sardığı toprağın üstüne
bağdaş kurdu.
‘’Geçen sefer
bu bayağı sorun olmuştu.’’ dedi Ares. ‘’Hatırlamadığın için neredeyse çok
tehlikeli birinin tuzağına düşecektin. Ben, onun seni umursayacağını düşünemediğimden
sana yaklaştığını fark etmemiştim. Oysaki seninle, odana girebilecek kadar
samimiyet kurabilmiş. Öğrendiğimde çok geç kalmıştım, bu yüzden son bir senedir
güvenliğini sağlamak için dil dökmediğim kimse kalmadı. Zeus’un verdiği
görevlere bile ses çıkarmadan katlandım.’’
‘’Zeus senin
baban, değil mi?’’ dedi Dünya, okuduğu kitapta öyle yazıyordu.
Ares kaşlarını
çatarak Dünya’nın yüzüne baktı. ‘’Babam mı? Hayır. Efsaneler yanıltıcıdır.’’
‘’Ama sizler
gerçek olduğunuza göre mitoloji de gerçektir.’’
Ares
homurdanarak nefes aldı, mırıltıyla söylendi. Dünya, onun ne dediğini
duyamamıştı ama hoş bir şeyler olmadığı tepkisinden belliydi. Ares ileri
bakarak konuştu.
‘’O adam,
kendisinden başka birini düşünmeyen sadistin teki. İnsanlar ile birlikte
yaşadığımız zamanlarda tek düşündüğü kendi zevkleriydi. Ölümlü insanların ona
yaranmak için neler yaptığını bir bilsen kanın donar. Bizleri tanrı olarak
gören insanları her bakımdan sömürüyordu. Bencilliğine ve umursamazlığına dayanamayıp
ona isyan ettiğimde beni Tartarus’a sürdü. Ardından, çıkan isyanla baş edemeyince
beni geri çağırdı. Ortalık yatışınca, öne sürdüğüm şartı kabul etmek zorunda kaldı.’’
‘’Şartın
neydi?’’ dedi Dünya merakla.
Ares güzel
gözlerini Dünya’ya çevirdi. ‘’Ölümlülerin yaşamına karışmayacaktık ve boyutlarımızdaki
düzeni sağlamak dışında güçlerimizi kullanmayacaktık. Yeryüzü insanlara ait
olacaktı ve ölümsüzlerin ölümlülerle aşk yaşaması yasak olacaktı. Hiçbir ölümlü
bizim yüzümüzden zarar görmeyecekti. Bu yüzden hepimiz güçlerimizden feragat
ettik ve sınırlandırılmaya izin verdik.’’
Dünya, Ares’in
altın gözlerine bakakaldı. ‘’Bunu mu istedin?’’ dedi. ‘’Neden?’’
Ares
dudaklarını yalayıp ellerine baktı. ‘’Ölümlülere üzüntüden başka bir şey
sağlamıyorduk.’’
Beninin
çevresi hafifçe karıncalandı. Ares’in sözlerinin ötesinde başka şeyler gizliydi
ama anlatmakta da bir o kadar isteksizdi. Dünya, tek dizini kaldırıp dirseğini
üstüne koydu ve çenesini avcuna yerleştirdi. Genç adamın sözleri, hem mantıklı
hemde mantıksız geliyordu. Madem bir nedenden dolayı insanları rahat bırakıp
ölümlülerle ilişki kurulmasını yasaklamıştı, peki neden onun peşindeydi? Ares,
neden onun ilgisini çekmeye çalışıyordu? Gerçi bunda pek zorlanmamıştı, Ares’i
ilk gördüğü andan itibaren Dünya’nın kalbindeki boşluk dolmuştu. Hafızası
yerine gelmese de, eskisi kadar kendini huzursuz hissetmiyordu ve rüyaları ona
işkence etmiyordu.
Dünya,
konuşmayınca Ares başını ona çevirdi. Yeni yükselmeye başlayan güneşin ışıkları
adamın yüzünü ışığa boğmuştu, sanki teni ayrı bir ışıltı saçıyordu. Ares,
Dünya’nın yüzünü özlem dolu bir bakışla yeniden süzdü.
‘’Savaştığım
şeyin ne kadar gerekli bir şey olduğunu seni tanıyınca daha iyi anladım. İlk
başta inat olsun diye yasakladığım şeyin, ne kadar yerinde olduğunu…’’
Dünya başını
doğrulttu. ‘’İnsanlardan uzak durmayı sen istememiş miydin? Yaptıklarınla,
söylediklerin birbirini tutmuyor yoksa bana kur yaptığını inkâr mı ediyorsun
şimdi de ve Sedef’le flörtünüzü…’’
Ares eliyle
havayı kovaladı. ‘’Ah, yapma, senin arkadaşına asla kur yapmadım. O kendi
kendine gelin güvey oluyordu.’’ Dedi ve dediklerinde haklı olduğunu Dünya’da
bal gibi biliyordu. Ares’in ilgisi hep onun üstündeydi. Çünkü anahtar olan
oydu, Sedef değil.
Dünya’nın yüzü
ister istemez asıldı. Pek ala, anahtarı ikna yöntemlerinden biri, cazibesini
kullanmak olabilirdi. Belki onu öpmesi ve bulutlara çıkaran kelimeleri de
yalandı ama gözlerindeki bakışın sahici olduğuna yemin edebilirdi. Ares
sırıttı.
‘’Kıskanç
sevgilim benim.’’
Dünya başını
kaldırdı. ‘’Ben, senin hiçbir şeyin değilim.’’ dedi soluklanarak. ‘’Seni
kendini beğenmiş, ukala ve yalancı şey!’’
‘’Yalancı
mı?’’ dedi Ares hayretle. ‘’Bak bu yeni bir sıfat.’’
‘’Dalga mı
geçiyorsun benimle?’’
‘’Hayır, daha
önce kimse bana yalancı dememişti.’’ dedi Ares, gittikçe gülümsemeye dönüşen
sırıtması karşısında Dünya’nın nefesini kesmeye devam ederek.
‘’İyi, şimdi
ben dedim.’’ dedi küskünce başını çevirdi.
Ares kahkaha
attı ve sırtını ağaca yasladı, sanki rahat bir koltukta oturuyordu. ‘’Beni çok
uğraştırıyorsun.’’ diye mırıldanarak başını ağaca dayadı. ‘’Ne sabırlı bir
adammışım ben!’’
Dünya, Ares’e
ters bir bakış atmak için başını adama çevirdi ama genç adamın yüzündeki çekici
gülümseme karşısında afalladı. Önüne dönmeyi her nasılsa başararak sohbeti onu
utandırmayacak bir konuya çevirdi:
‘’Benden başka
anahtar var mı?’’
Ares sakince
cevapladı:
‘’Şimdiki
zamanda yok.’’ dedi. ‘’Senden sonra başka anahtar belirmedi. Aynalar düzgün
çalışmıyor. Diğer evlerde de aynı sorun var.’’
Dünya, anlamsızca
Ares’e baktı:
‘’Diğer evler
mi? O da ne demek?’’
Ares
ciddileşerek doğruldu. Bacaklarını kendine çekerek bağdaş kurdu ve ellerini öne
kenetledi.
‘’Ölümsüzlerin
evi sadece Olimpos değil, başka evlerde var. Diğer gruplar, başka boyutlarda
olsalar da eski zamanlarda bizimle aynı boyutu paylaştıkları olmuştu yani dünyayı.’’
Dayanamayıp
sordu:
‘’Kimlerden
bahsediyorsun?’’
Ares söylemekte
nedense isteksizdi ama konuşmaya bir kere başlamıştı, o yüzden devam etti.
‘’Norsların, Nefilimlerin,
Feinanların, Keltlerin, Şivaların ve daha birçoklarının… Bizim gibi diğer boyutlara
açılan kapılara sahip evleri vardır. Her ev, bir problemle karşılaştığında
anahtar oluşturabilir. Ben diğer boyutların anahtarlarına da yardımcı oluyorum
ama genelde buna gerek kalmıyor. Çünkü diğer boyutların savaşçıları da biziz,
çoğunlukla bizden yardım isterler ve onlarda anahtar bizden az oluşur. Antik zamanda
yeryüzünün çeşitli bölgelerinde hüküm sürdükleri oldu ama ben, onların
ölümlülerle yakınlaşmalarını engellediğimde; teker teker daha serbest
olacakları başka boyutlara taşındılar.’’
Ares
kaşlarının altından Dünya’ya bakarak ekledi.
‘’O yüzden
beni pek hoş karşılamazlar.’’
Dünya sırıttı:
‘’Seni de
seven yok galiba, okuduğum kitap bile seni kötülüyor. Yaptığın iyi bir şey yok
mu senin?’’
Ares, baştan
çıkarıcı bakışlarıyla hafifçe gülümsedi:
‘’Benim
gibilerinin işleri, bazılarının canını yaktığında övmektense kötülemeyi
yeğlerler. Bu kötüleme, zamanla başkalarının suçlarını yüklemeye kadar gider.
Beni okuduğun kitaba göre mi tanımak istersin yoksa her zaman yaptığın gibi
kendi yargılarınla mı?’’
Dünya, başını
eğdi. Kendi yargılarıyla tanımayı her zaman için yeğlese de, içini yakan
duygular yüzünden, karşısında duran adam hakkında tarafsız kalamayacağının
farkındaydı. Ares, uzanıp yerdeki elini tutunca başını kaldırıp ona baktı.
Ares, Dünya’nın elini avuçları arasına aldı:
‘’Çok uzun
yıllardır yaşıyorum Dünya.’’ dedi buruk bir sesle. ‘’Her zaman için iyi
kararlar veremedim ama kendimce doğru kararlar vermeye çalıştım. Şimdiye kadar
kimse için savaşmadığım kadar senin için savaştım, sen benim Dünya’msın, her
şeyimsin. Belki de hayatımın son savaşını senin için yapıyorum ve bunun içinde
senin sabrına ihtiyacım var.’’
Başını eğdi,
Ares’in avuçları arasındaki eline baktı. Dünya için savaştığını söylüyordu ama o,
Afrodit ile nişanlı olan eski bir ölümsüzdü. Neden bu detayı aklından çıkaramıyordu?
Dünya’nın kalbi deli gibi atıyordu ve yanaklarının ısınmasından yüzünün
kızardığını tahmin ediyordu. Bir yanı adama çok kızgındı, diğer yanı ise karşısında
jöleye dönüyordu ve her iki duygusunun nedeni de aynıydı. Dünya tepki
vermeyince Ares avuçlarını yavaşça açtı ve başını eğerek Dünya’ya baktı:
‘’Sabrını,
kendim için istemiyorum papatyam. Seni bizden kurtarabilmem için zamana
ihtiyacım var. Uzun zamandır, hayatına müdahale ediyoruz ve buna engel olmak
için denemediğim yol kalmadı. Bu son şansımız olabilir. Çünkü elimdeki tüm
kartları açma niyetindeyim. Her ne olursa olsun, bir daha sana beni
unutturmayacağım. Seni bir daha savunmasız bırakmayacağım.’’
Dünya’nın dili
tutulmuştu, elini Ares’in ellerinden çekti ve adama baktı. Ares dudağını
ısırarak yumruk yaptığı elini çekti ve doğruldu. Ayağa kalkan Ares’i izlemek
Dünya’nın canını yakıyordu. Bu kadar kısa bir zamanda adama bu kadar bağlanması
inanılmazdı.
‘’Galiba…’’
diye lafına başladığında Ares arabaya yürümeyi bırakıp durakladı. ‘’Ben seni
hiç unutmadım. Sen, benim eksik parçamdın, uzaktaki varlığının özlemini
çekiyordum.’’
Ares ona doğru
döndü. Dünya devam etti:
‘’Ama bu demek
değil ki, senin başkasıyla birlikte olmanı izlemeye katlanırım.’’ Dünya ayağa
kalktı ve Ares’in karşısına dikildi. ‘’Seninle bir anlaşma yapalım. Sözünü
dinleyeceğim ama senden, aramızdaki ilişkiyi bir iş gibi görmeni istiyorum.
Yanlış bir şey olduğunu sezdiğim anda, herkes hareketlerinde serbest kalır.’’
Ares, hüzünlü
bir ifadeyle gülümsedi:
‘’Avuçlarımı o
yüzden açtım güzel gözlüm. Bana dönmen için ikimize güvenmeyi öğrenmelisin.’’
Dünya nefes
aldı ve elini tokalaşmak için öne uzattı.
‘’Anlaştık o
halde.’’
Ares,
Dünya’nın ona uzanan elini tutup dudaklarına götürdü. Soluksuz bırakan bir
öpücük bıraktıktan sonra mırıldandı:
‘’Anlaştık.’’
Elini bırakan
Ares, sırtını döndüğünde Dünya olduğu yerde sallandı, dizleri birden tutmaz
olmuştu. Neyseki adam görmedi.
‘’Hadi yola
koyulalım. Olimpos’takiler merak etmeye başlamışlardır.’’ diye konuşan Ares’in
arkasından zorlanarak yürümeyi başardı.
‘’Neden
olmasın, hadi, Olimpos’a gidelim.’’ diye mırıldanarak arabaya doğru adımladı.
Ares, arabaya
binip açmak için onun kapısına uzandı. Dünya, genç adamın açtığı kapıdan girdi
ve kapıyı çekti. Ares, arabayı geri vitese alıp yola dönerken Dünya anlaşma
yapmasının doğru olup olmadığını düşünüyordu. Afrodit ile Ares’i yan yana
görmeye nasıl katlanacaktı?
6. BÖLÜM
Çevresi
ağaçlarla sarılı yoldan geçerken Dünya baktığı yerleri görmeksizin pencereden
dışarıyı seyrediyordu. Derken telefonu çaldı, arayan Sedef’ti. Kadın uyanır
uyanmaz mesajını okuyunca doğal olarak şaşırmıştı. İyi olduğuna onu inandırdıktan
sonra Sedef’in çekinmeksizin sorduğu ilk soru ‘Kiminle?’ olduğuydu. Dünya tek başına olduğunu söyledi. Başına
gelen olaydan sonra aklını toparlamak için yalnız kalması gerektiğini birkaç
kere tekrarladıktan sonra Sedef telefonu kapattı. Onun sık sık arayacağından
emindi. Telefonu kapatsa daha çok meraklanacağını da adı gibi biliyordu. Başına
sarılan bu işten bir an önce kurtulmayı diledi. Ve yan gözle Ares’e baktı.
Genç adamın
gözleri, önünde uzanan yoldaydı ama aklı başka yerdeydi. Çatılan kaşları, yüz
ifadesini buza döndürmüştü. Bu insanın gülümsediği zaman nasıl güneşe
benzediğini bilmese yanında olmaktan çekinirdi. Dünya, Ares’i izlemeyi bırakıp önlerinde
akıp giden yola geri döndü ve arabanın, bungalovların olduğu bir yerleşim yerinin
yanından hızla geçmesini izledi. Sessizliğe sığınıp kendini düşüncelerine
bıraktı.
Tedirgin
olması gerekiyordu. Birbirinden tuhaf insanların arasına gidiyordu ama hiç
endişeli değildi. Sanki parçası olduğu bir yere gidiyormuş gibiydi. Bu belki
Ares yüzündendi, onun yanında olması Dünya’yı heyecanlandırdığı kadar rahatlamasını
da sağlıyordu. Tek canını sıkan nokta, orada Ares’i bekleyen sarışın kadındı.
Afrodit. Ares’in kendisine kur yapmasını istemediğini belirtmişti ama onun
kadına da yaklaşmasını istemiyordu. ‘Aranızdakinin
iş ilişkisi olduğunu düşün’ diye kendi kendine tekrarlaması da bir işe
yaramıyordu. Yine de anlaşmayı kendisi bozmayacaktı. Buna kararlıydı.
Yarım saat
kadar patika yoldan ilerledikten sonra Ares yavaşladı. Dünya başını kaldırıp
karşısındaki devasa demir kapılara baktı. En az üç metre yüksekliğindeki demir
kapıyı saran kurumuş sarmaşıklar ürkütücü görünüyordu. Güneş çok parlak değildi
ama karşılarındaki alanda varlığı daha da sönmüştü. Ölü bir bahçeye açılan
demir kanatlar, görünmez biri tarafından açılıyormuş gibi rahatça
birbirlerinden ayrıldılar. Hiç ses çıkartmamışlardı, mekanik bir şey değilmiş,
ağırlıksızmışlar gibi.
Ares, gaza
basıp kapının arasından geçti. Araba, toprak yolda fazla toz kaldırmadan
ilerlerken Dünya, bambaşka bir ülkeye geçtiklerini düşündü. Hiç bu kadar çirkin,
yabani ve son nefesini vermiş bitkiler görmemişti. Kendi boyunu aşan dikenli
çalılara ve çürümüş otların sardığı, yapraksız dalları gökyüzüne değen ağaçlara
bakınırken Dünya’nın ağzı açık kaldı. Etrafındaki toprağın kuruluktan çatladığı
derin bir çukurun yanından dönen Ares, karşılarında beliriveren kocaman
malikâneye doğru arabayı sürdü. Uyumsuz katların birbirinin üstüne bindiği malikânenin
mermer merdiveninin önünde arabayı durdurdu. Ve nefes alıp Dünya’ya baktı:
‘’Hoş geldin.’’
Ares’in
gözlerindeki hoşnutsuzluk sesine de yansımıştı. Dünya’nın buraya gelmesinden
çok rahatsız olduğu belliydi.
‘’Hoşbuldum.’’
dedi Dünya.
Ve malikânenin
kapısı açıldı. Artemis, kapının arkasından sabırsızca dışarı fırladı. Dalgalı
kızıl saçlar, güçsüz güneş ışıkları altında bile parlarken; güzel saçların
sahibi, merdivenleri uçarcasına indi. Ares kapıyı açıp dışarı çıktı.
‘’Nerede
kaldınız?’’ diyen kadın Ares’in dibinde durdu. ‘’Merak etmeye başlamıştım.’’
Dünya,
arabadan inerken Ares, onun sorusunu cevaplıyordu.
‘’İnsanların
bazen uyuması gerekebiliyor.’’
Artemis,
adamın omzuna vurdu:
‘’Fanilik
senin cezan olmalıydı Ares, mutluluk kaynağın değil!’’
Ares sadece
gülümseyerek başını eğdi. Ölümlü olmak Ares’in hoşuna gidiyordu. Bu, gözlerinin
ışıldamasından belliydi ama neden? İşte bu tavrı, kesinlikle mantıksızdı.
Dünya, bunun aralarındaki bir şakalaşma olduğunu düşünerek soru sormadan
yanlarına gitti. Artemis yeşil gözlerini ona çevirdi.
‘’Olimpos’a
yeniden hoş geldin Dünya!’’
Dünya,
gülümsedi. ‘’Hoş buldum.’’
‘’Bütün sabah
orada mı dikileceksiniz?’’
Hepsi, onlara
seslenen genç adama çevirdi bakışlarını. Bebeksi yüzüyle, yakışıklı, uzun boylu
genç bir adam, kapının ağzında kollarını kavuşturmuş dikiliyordu. Elini onlara
salladı.
‘’Kahvaltı
için sizi bekliyorduk.’’ dedi ve yüzünü buruşturarak ekledi. ‘’Yani biz çok
acıktık.’’
Kapıdaki
adamın hemen yanında beliren başın sahibini tanıyordu ama bebek yüzlüyü daha
önce hiç görmemişti. Hermes, genç adamın arkasından sıyrıldı.
‘’Hena
mutfağın kapısında nöbet tutuyor.’’ diye şikâyet edercesine sızlandı.
Ares
gülümseyerek merdivenleri ikişer ikişer tırmanmaya başladı.
‘’Tabi, bu,
seni pek engellememiştir.’’
Hermes
sırıttı.
‘’Sadece iki
dilim kek çalabildim. Tamamen Apollon’un fikriydi, zaten çoğunu da o aldı.’’
Bebek yüzlü
adam, Dünya’ya doğru samimi bir gülümsemeyle bakıyordu.
‘’Hoş geldin
Dünya.’’ dedi gözleri ışıldayarak.
Dünya’da ona
gülümsedi ve seslendi.
‘’Hoşbuldum.’’
Efsanevi
ölümsüzlerin, birbiriyle şakalaşmasını izlemek Dünya’nın tuhafına gitti. Onların
nedense daha ciddi ve suratsız olacaklarını düşünmüştü. Ares’in, bebek yüzlünün
yanından geçerken genç adamın saçlarını karıştırması bile tahminin ötesinde
samimi ve doğaldı. Hareketi yüzünden Ares’i iten adam, Ares’in peşinden içeri
girdi. Artemis, Dünya’ya yan gözle baktı ve başını eğdi.
‘’Dönmene çok
sevindim.’’
Kadının
samimiyetine aynı derecede karşılık vermeyi isterdi ama hiç birini tanımıyordu.
Yine de kadının yanına adımladı.
‘’Teşekkür
ederim.’’
Artemis
anlayışlı bir bakışla Dünya’yı süzdü ve doğruldu.
‘’Hadi, Hena
mutfağın kapısını açarken orada olalım yoksa bu çekirge sürüsünden bize bir şey
kalmaz.’’
Birlikte
merdivenleri tırmanırlarken diğerleri çoktan gözden kaybolmuşlardı. Dünya,
malikâneye girerken sanki ev daha da büyüdü. Geniş salonunun karşısında uzayıp
giden basamaklar tüm katları sararcasına dönerek tırmanıyordu. Dünya’nın
bakarken bile başını döndüren yüzlerce basamak, evin tüm katlarına ulaşıyordu.
Artemis, onu sadece bir kat yukarı çıkarttı. Evin labirente benzeyen
koridorlardan ilerleyerek seslerin yükseldiği bir odanın önüne getirdi. Mutfak
olduğunu içeri girmeden bile anlamıştı, çünkü enfes kokular dışarıya taşıyordu.
Herkes, uzun
bacaklı, dikdörtgen bir masanın etrafına oturmuştu. Ares, onları kapıda
karşılayan bebek yüzlünün yanındaydı, adamın önündeki meyve suyu şişesine
uzanıyordu. Hena, tam karşısında, masanın başına oturmuştu, inceleyici gözlerle
Dünya’nın içeri girmesini izliyordu. Kadın, elini sallayıp ona selam verince gürültülü
sohbet kesildi. Dünya, başını eğerek kadını selamladı ve Artemis’in yanına
oturdu. Bar sandalyesine benzeyen sandalyeye tırmanmak zor olsa da oturduktan
sonra rahatlığı hoşuna gitti.
Kahvaltı
sırasında, tanışmadığı tek kişi olan bebek yüzlünün adının Eros olduğunu
öğrendi. Gürültülü ve şakacı ölümsüzlerin arasında kendini hiç yabancı
hissetmedi. Hepsi sanki o uzun süredir yanlarındaymış gibi samimiydi. Hena,
sürekli onları dizginlemeye çalışmasına rağmen söz geçiremeyeceğini anlayınca
boş verdi ve bıkkınca omletini çatallamaya başladı. Dünya, şimdilik her şeyin
yolunda gittiğini düşünürken iştahını kaçıran peri kızı mutfağa girdi.
‘’Bana neden
haber verilmiyor?’’ diye mutfağa dalan Afrodit, doğruca Ares’in yanına gitti ve
kollarını sesin geldiği yöne dönen adamın boynuna attı. ‘’Yoksa sürpriz mi
yapmak istedin?’’
Ares, şaşkınca
kadına bakarken Afrodit adamın açık ağzını tutkulu ve uzun bir öpücükle kapattı.
Şaşkınlığından sıyrılan Ares kendini kadından neredeyse koparırcasına çekti. Kadın,
onun bu hareketine bozulsa da kendini toparladı, ardından zoraki bir
gülümsemeyle yüzünü diğerlerine çevirdi. Ani baskın yüzünden kimse bir an
konuşamadı. İlk toparlanan Apollon tekdüze bir sesle konuştu.
‘’Sürpriz!’’
Kahvaltının
bundan sonrası sönük bir sohbet havası içinde geçti. İlk firari, işi çıktığını
söyleyen Hermes’ti. Ardından Afrodit, konuşmaları gereken acil konular
olduğunda ısrar ederek gitmekte isteksiz Ares’i dışarı çıkarttı. Hena, Eros ve
Apollon birlikte yanlarından ayrılınca Dünya, Artemis ile masada kalakaldı. Artemis
dolaşmayı teklif edince minnetle kabul etti. Böylece aklını biraz olsun altın
gözlünün, Afrodit ile ne yaptığını düşünmekten uzak tutabilirdi.
Çantasını,
Artemis’in onun odası olduğunu söylediği tuhaf odaya bırakıp malikâne koridorlarını
adımlamaya başladılar. İşin daha da ilginci, kapıyı sadece dokunarak açmasıydı.
Artemis’in dediğine göre kapıların, sahipleri tarafından izin verilenler
dışında açılması imkânsızdı.
Malikânedeki katların
hepsi birbirinden farklıydı. Tuhaf şekilli kapıları, taş duvarları, antik
lambalarıyla asırlardır var olan bir yapı izlenimi veren evi dolaşırken;
Artemis, bazı kapıların nerelere açıldığını anlatıyordu. Dünya, ona yabancı
gelen boyutların isimlerini aklında tutmak gibi bir gayesi olmadığından soru sormaksızın
kadını dinledi. Artemis’in odasının olduğu kata geldiler. Artemis onu Zeus’un,
Hera’nın, Athena’nın ve Apollon’un olduğu odaların önünden geçirirken tanıtmaya
devam etti. Kendi odasının önünde, çenesiyle ilerideki karanlık bir ağız gibi
görünen kapıyı işaret etti.
‘’Orası da
Ares’in odası.’’
Dünya, başını
çevirip adamın odasına baktı. Kapının yüzeyi siyah bir kadife gibi dalgalandı.
Gerçekten hareketlendi mi yoksa bir ışık oyunu muydu, anlayamadan Artemis’in
ardından odasına girdi.
‘’Bütün anahtarların
kendine ait odaları mı var?’’
Artemis
kendini koltuğa bırakırken sorusunu cevapladı.
‘’Hayır, odalar
sahiplerini seçer.’’
Dünya, kadının
devam etmesini bekleyerek dikkat kesildi. Artemis, konuşmayı devam
ettirmektense ayakkabılarını çıkarmaya davranınca, Dünya, nefes alıp kadının
karşısındaki koltuğa oturdu.
‘’Eee, bu ne
demek?’’
Artemis
ayakkabının bağlarıyla uğraşmayı bıraktı ve başını kaldırdı.
‘’Aman ya. Hafızanın
sürekli silinmesine hala alışamadım. Hep bizimlesin gibi, yani aramızdan hiç
ayrılmamışsın gibi hissediyorum.’’ Dedi ve gülümseyerek omzunu silkti. ‘’Neyse,
daha önceki anahtarlar genelde bizim ‘anahtar
odası’ dediğimiz odada kalırlardı. Sen Olimpos’a ikinci gelişinde şu anda
sana ait olan oda açıldı ve kâhin o odanın, senin odan olduğunu söyledi. Odanın,
sen buradan ayrılınca kaybolacağını düşünüyorduk ama hala yerinde duruyor’’
‘’Bunun anlamı
var mı?’’
‘’Bunun
anlamı: uzun süre bizimlesin demek!’’ diye gözleri ışıldayarak gülümsedi.
Dünya kadının
sevimliliği karşısında sırıtmadan duramadı. Birkaç gün önce nelerle
uğraşıyordu, şimdi ise karşısında Artemis ile sohbet ediyordu. Olimpos’a
geldiğinden beri olayların gerçek olduğunun daha çok bilincindeydi. Beyni ona
oyun oynamıyordu. Olimpos’ta antik ölümsüzlerle birlikteydi ve tüm kâbusları gerçekti.
Koltuğun kıyısına kaydı.
‘’Ares…’’
derken bile boğazı heyecandan kuruyordu. ‘’O bana bazı şeyler anlattı.’’
Artemis
dudağını eğdi:
‘’Anlattı mı,
bak bu yeni bir haber. Genelde bu işleri benim üstüme yıkardı. Gelişme var
demekki.’’
‘’Hala anahtar
olmamın sebebi, görevimi yapamamam mı?’’ dedi Dünya, kadının söylenmesini
önemsemeden.
Artemis
kaşlarını kaldırdı:
‘’Bunu kimse
bilemiyor. Sen üstlendiğin tüm görevlerini tamamladın ama sürekli aynada
belirmeye devam ettin. Ares’in buna son vermek için seni öldürecek kadar ileri
gitmesine rağmen…’’ duraklayan Artemis Dünya’nın şoktaki yüzüne bir an
baktıktan sonra dudağını büktü. ‘’Sanırım bu kısmı anlatmamış.’’
‘’Beni öldürdü
mü? Gerçek anlamda mı? Bu nasıl olabilir?’’
Artemis, ona
ambrosianın etkisinden ve Ares’in, Dünya’yı diğerlerinden saklamak için yaptığı
plandan bahsetti. Bunun sonucunda kendi ölümsüzlüğünü kaybettiğini ve cehenneme
sürüldüğünü, onu nasıl kurtarmaya gittiklerini kısaca anlattı. Dünya, şaşkınca
onu dinledi.
‘’Cehennem
mi?’’ dedi.
Artemis
burnunu kırıştırdıktan sonra yanıtladı. ‘’Yani, Tartarus, ölümsüzlerin
cehennemi. Ölümsüzler ve insanların tanımına göre olağandışı canlıların
öldükten sonra işlemiş oldukları suçlar için cezalandırıldıkları işkence
boyutu. Korkunçtu.’’
‘’Yani, biz, ikimiz
Ares’i cehennemden mi kurtardık.’’
‘’Evet,
süperdi, keşke hatırlasaydın. En çokta, Adonis’in Eurinomus’u nasıl doğradığını
hatırlamanı isterdim’’ dedi eliyle havayı keserek, durakladı ve yanlış bir şey
söylemiş gibi Dünya’ya baktı.
‘’Adonis mi?’’
dedi Dünya.
Artemis
havadaki elini kucağına indirdi. ‘’Sanırım olayları karıştırdım.’’ dedi
umursamaz bir tavırla omzunu silkerek.
Omzundaki ben
hafifçe ısındı. Yalan söylüyordu, olayları karıştırmamıştı. Ama Adonis, onu
daha önceki görevlerinde hiç görmediğini söylemişti. Şimdi ise Artemis, üçü
birlikte Ares’i kurtarmak için cehenneme gittiklerinde adamın yaptığı bir
şeyden bahsediyordu. Ardından da yalan söylüyordu. Yalanını yüzüne vurmak
istemedi ama rahatsız olduğunu saklayamadı. Hermes’in sesi kapının diğer
tarafında patlayınca her ikisi de oldukları yerde zıpladılar.
‘’Artemis,
Hera seni görmek istiyor.’’
Artemis
gözlerini devirdi.
‘’İki kapı
ötemizde duran birinin haberini iletmek için, bir kapı ötemizden, bu tonu
kullanmana gerek yok. Tüm evle beraber, seni duyduk.’’
Hermes
söylendi.
‘’Duyduğuna
emin olmakta suç oldu, benim işim bu.’’
Artemis omzunu
silkip Dünya’ya döndü.
‘’Bu da son
günlerde iyice huysuzlaştı. Sürekli kapris.’’ dedi kısık sesle. Ayağa kalktı.
‘’Hadi, seni odana bırakayım.’’
Dünya ayaklandı.
‘’Gerek yok,
geze geze bulurum herhalde. En iğrenç kapılara sahip olan kat benimki zaten.’’
Artemis yüzünü
buruşturdu.
‘’Bunu sakın
Adonis’in yanında söyleme.’’
‘’Neden?’’
‘’Onun odası
da senin katında.’’ dedi Artemis kapıya doğru yürürken.
Adonis ile
aynı katta kalıyorlardı ve onunla ikisinin de hatırlamadıkları bir geçmişleri
vardı. Ares, Dünya’nın hafızasını silmişti, tamam, peki, Adonis’in hafızasına
ne olmuştu ki?
‘’Yine de
komşuculuk oynamamanı tavsiye ederim.’’
‘’Biliyorum.’’
Dedi içini çekerek ekledi. ‘’O, benden nefret ediyor.’’
Artemis
omzunun üstünden bir an baktı ve yorum yapmadan önüne dönüp kapıya doğru
yürüdü. Yeşil kapısına elini uzatırken kapı açıldı ve ikisi boş koridora adım
attı. Artemis, onu katın sonundaki merdivenlerde bırakıp geri döndü. Dünya,
isteksizce basamakları inmeye başladı. Ares’in odasına doğru görünmez iplerle çekilirken
bunu yapmakta zorlanıyordu.
Koridor
boyunca kapılara bakınarak yavaşça yürümeye başladı. Kimi kapıların üzerinde
şekiller vardı, kimileri farklı metaryallerden yapılmıştı, yazılı olan da
vardı, sade renk olan da. Kokuları bile farklıydı. Dünya, kapılara bakınırken
ne tarafa gittiğini anlayamamıştı. Yolunu iyice kaybettiğinin farkında olarak ama
panik yapmadan öylece dolaşmaya başladı.
Ona anahtar demişlerdi. Bir anahtar olarak
ne yapılacağını tahmin etmeye çalışarak, kapıların açma kollarını aradı. Hiçbirin
ne anahtar yeri, ne de kapı kolu vardı. Artemis’in dediğine göre herkes
kendisine izin verilen kapıları ve kendi odalarının kapılarını açabiliyordu.
Peki, bu sahipsiz kapıları nasıl açıyorlardı? Anahtar olarak onun, bu kapıları
nasıl açmasını bekliyorlardı? Sadece dokunması yeterli miydi? Çok basit gelen bu
fikrinden sonra ezberlemesi gereken bir açma lafı olmamasını diledi. Bir
kapının önünde durduğunu ve ‘açıl susam açıl’ dediğini hayal edince yüzünü
buruşturdu, bu hiç karizmatik olmazdı. Bu düşünceler içinde, dikkatini çeken
bir kapıya iyice yaklaştı.
Baktığı şeyi,
kapıya benzetemedi, sanki hareketli bir akvaryuma bakıyordu. Yukarıdan aşağıya
doğru dalgaların aktığı, koyu mavi suyla dolu dikdörtgen kapının tam üzerinde, dikey
olarak üç dişli, çatala benzeyen bir yaba vardı. Yabayı, dalgalanan suyun
üzerinden alabilir miydi? Elini uzattı ve parmakları sapına dokunacakken bir
ses duydu.
‘’Dünya, hayır!’’
Başını
çevirirken parmakları metal sapa dokundu. Adonis’in ona doğru koştuğunu gördüğü
anda, Dünya müthiş bir çekimle kapıya doğru çekildi ve kendini uçsuz bucaksız
bir denizde buldu. Tuzlu su, açık ağzından boğazına dolunca bir an ne olduğunu
anlayamadan panikledi ve suyun içine doğru batmaya başladı. Sakinleşmeliydi, nefes
almaya çalışmaktan vaz geçip, dört bir yanını saran suyun yüzeyine çıkmak için
kollarını hareket ettirdi. Havaya kavuşunca derin soluklar alarak etrafına
baktı. Masmavi, bulutsuz gökyüzü ve engin bir denizden başka bir şey göremedi. Ne
tarafa yüzmeliydi? Neredeydi?
Yapabileceği
tek şeyi yaparak kendine bir yön belirledi ve yüzmeye başladı. Birkaç dakika
yüzdükten sonra etrafındaki su dalgalandı ve içinden tuhaf iki yaratık çıktı. Kısa
dik saçlı yaratıkların gözlerinin çevresinde parlak yeşil pullu derileri vardı.
Metalimsi parlak gözleri, pullu maskenin arasından ışıldıyordu. İçlerinden bir
tanesi, Dünya’ya doğru yüzdü. Saçları ilginç yeşilimsi bir renkteydi ve hayret
ki; kulakları yoktu. Burnunun her iki yanında iki sıra kısa çizgi vardı.
Çizgiler bir solungaç gibi açılıp kapanırken yaratık hırıltılı bir sesle
Dünya’ya doğru konuştu. Yaratıklar, dediklerini onun anlamadığını farkedince; konuşanın
ardındaki yaratık, aniden suya daldı ve onlardan uzaklaşmak için arkasını dönüp
yüzmeye davranan Dünya’nın ayaklarından tutup aşağı çekti. Dünya, suya gömüldü
ve onu yakalayan yaratığa doğru ayağını salladı. Yaratığa vuramadan Dünya’yı
kollarından yakaladılar. Suyun içinde soluk alamayan Dünya, iyice panikledi.
Yaratıkların
ellerinde, kapının yüzeyinde gördüğü üç dişli alet vardı. Silah olabileceğini
düşündü ama ona gerek kalmayacaktı, zaten az sonra boğularak ölecekti. Karşında
duran yaratık koluna takılı duran deri bir kayışla bağlı ceplerden birinden
mercan renginde, küçük, eğri büğrü meyveye benzeyen bir şey çıkarttı. Kollarını
tutan diğerinin yardımıyla panikten delirmiş haldeki Dünya’nın ağzını açıp
meyveyi ağzına tıktı. Ekşi-tatlı meyveyi zorlarak yutan Dünya’nın nefesi önce
iyice kesildi, başı döndü. Meyve, nefes borusuna takılmıştı, genişleyip tüm
boğazını sardı. Öksüremiyordu. Yaratıkların onu bıraktığını hissetti. Suyun
derinliklerine iyice gömülürken başı döndü. Keskin bir acı göğsünde patladı,
ardından nefes aldı. Boğazına ve burnuna dolan su, ikinci nefesinde geri
çıkarken ciğerlerini rahatlatan bir hisle soluk alma isteği azaldı. Gözlerini
açtı, hala suyun içindeydi ama soluk alma isteği yoktu. Sanki içinde ayrı bir
oksijen tüpü vardı. Şaşkınlıkla etrafında yüzen yaratıklara baktı.
‘’Bizi anlıyor
musun insan?’’
Yaratıkların
ayakları da normal değildi. Perdeli, uzun ayaklarından başlayarak beline kadar
zırh gibi pullu deriye sahiptiler. Bu pullar, yüzlerini saran maskeden daha
geniş ve kalındı. Dirseklerinden yukarıda ve sırtlarında sivri yüzgeçleri
vardı. Sırtları da, enselerine kadar incelerek uzanan pullardan oluşuyordu. Pantolon
niyetine balık derisine benzeyen derilere sarınmışlardı. Ne tam bir balık, ne
de tam bir insandılar. Yaratıklar ellerindeki
çatallı sopaların ucunu Dünya’ya doğrultular.
‘’Cevap ver!’’
Dünya, nefes
alabildiğine şaşırmayı bırakıp yaratıkları cevapladı.
‘’Evet.’’
‘’Sen anahtar
mısın?’’ dedi mavimsi pullara sahip olan.
‘’Siz
kimsiniz?’’ dedi sorusuna cevap vermemek için.
‘’Soruları biz
sorarız.’’ dedi, yeşilli olan diğeri.
Dünya,
yüzlerindeki pulların, maske değil, pullu derilerinin devamı olduğunu anladı.
Pullu derileri, kaygan insanımsı deriyle uyumluydu, bir dalga misali
bedenlerini dolanarak süslüyordu. Derken yanlarına gümüş renklere sahip başka
bir yaratık geldi.
‘’Oyalanmayın,
tutsağı küreye götürün.’’ Dedi. ‘’Sorgulamayı orada yapın’’
Gümüşlünün
biraz uzağında dört beş tane daha yaratık duruyordu. Mavili, elindeki çatalı
Dünya’nın üstünden çekti ve ikisi birden yüzerek Dünya’nın kollarından
tuttular. Kaçamayacağını anladığından onlara karşı koymadı. Onu, aşağıya doğru
yüzdürmeye başladılar.
Mavili,
diğerine seslendi.
‘’Txion, ya bu
bir iblisse…’’
Yeşilli olan
Dünya’ya bir göz attı ve dudağını büktü.
‘’Sanmam, bu şey,
kesinlikle anahtar.’’ dedi. ‘’Daha önce de görmüştüm.’’
Hafıza
boşluğunun yeni bir anıyla dolacağını düşünen Dünya, sağ kolunu tutan yeşilliye
döndü.
‘’Beni nerde
görmüştün?’’
Txion sırıttı.
‘’Bak, Yvkan,
kendi ağzıyla itiraf etti. Sana demiştim bu, anahtar.’’
Dünya,
suratını asınca Txion güldü.
‘’Madem sen
anahtarsın, senden korkmamıza gerek yok. Soruna cevap vereyim, seni değil ama
senden önceki anahtarlardan birini görmüştüm. Küçüktüm ama tam olarak neye
benzediğini biliyorum. Sen de ona benziyorsun. Onun gibi kıyafet giyiyorsun ve havaya
ihtiyacın var.’’
Aşağıda
süngerlerden oluşmuş devasa bir yığın gözüne çarptı Dünya’nın. Süngerlerin
çevresinde yosunlar ve çiçeğe benzeyen bitkiler vardı. Etrafta kimse görünmüyordu,
cam gibi berrak suyu gözleriyle taradı. Sünger evlerin içinden sızan dumanımsı
rengi fark etti ve nedense uzun yapraklı çiçeklere çevirdi başını. Hareketsizdiler,
suyun deviniminden bağımsızca öylece duruyorlardı. Tuhaf bir panikle, yanındaki
Txion’a döndü.
‘’Yanlış giden
bir şeyler var.’’
Txion, Yvkan’a
baktı ve anlaşmaları için tek bir bakış yetmişti. Sonra Dünya’yı bırakarak
ileri yüzdü. Dünya, tam ağzını açıp dönmelerini isteyecekti ki, süngerden bir
mızrak fırladı ve Txion’un göğsünden içeri girdi. Txion bir anda arkaya doğru
fırladı. Göğsünü parçalayan tırtıklı mızrağı eliyle tutmuştu, derken eli düştü
ve cansızca bedeni dibe doğru süzüldü. Yvkan, arkadaşının adını bağırarak
Dünya’yı bıraktı. Txion bir yaprak gibi derinliklere düşerken Yvkan ardından
gidip gitmeme konusunda kararsızca yumruklarını sıktı. Txion için çok geçti, bu
yüzden Dünya’yı korumak için elindeki üç dişli mızrağı öne doğru tuttu.
‘’Kaç anahtar,
Sesmon’a doğru yüz!’’ dedi.
Orası neresi
diye soramadan süngerin deliklerinden, siyah sisler, belirgince sızmaya
başladı. Ardından üç tane yılan bedenine sahip sırtından kuyruğuna kadar
dikenlerle kaplı, dört kollu ve geniş ağzı sivri dişlerle kaplı çirkin
yaratıklar hırlayarak dışarı fırladılar. Yvkan haykırarak onlara doğru saldırdığında
Dünya çoktan arkasını dönüp yüzmeye başlamıştı. Yvkan’ın acı dolu sesini duyduğunda
daha da hızlandı. Yvkan’ı da öldürdüklerinin farkındaydı ve sıra ondaydı. Nereye
gitmesi gerektiğini bilemeden sadece suyun yüzeyine odaklandı. Mesafeyi tahmin
edemiyordu ama elinden geldiğince hızlandı.
Belini saran
kuyruk onu hızla aşağı çektiğinde tüm gücüyle çığlık attı. Meyve takıldığı
yerden kurtuldu ve ağzından çıkıp suya karıştı. Parmakları çaresizce uzansa da
meyveye yetişemedi. Soluk alma yetisini de kaybeden Dünya, onları tuzağa
düşüren yaratıkların arasında kalmıştı. Yassı suratlı yaratık, gıcırtılı bir
sesle konuşup kuyruğunu yeniden Dünya’ya dolamak için salladı. Dünya hızla bir
çember çizerek kuyruktan kurtuldu ama diğerinin kuyruğu omzuna çarparak
dengesini kaybettirdi. Üçüncü yaratık pençeye benzeyen perdeli eliyle onu
boynundan yakaladı. Sakladığı nefesi tamamen boğazından kaçtı. Onu yakalayan
diğerlerine anlamsız kelimelerle bir şeyler söyledi.
Dünya’nın başı
dönüyordu, gözleri kararırken yaratıklardan biri perdeli elini salladı.
Avucundan süzülen siyah sis suyun temizliğini kirletti ve şekilsiz bir delik
belirdi. Dünya, bu deliğin aynısından kafede de görmüştü. Son bir gayretle
debelendi. Bu çaba karşılığında, sadece su yuttu ve ciğerleri yanmaya başladı.
Yaratık gıcırtıyla hırıldadı ve onu deliğe doğru yönlendirdi. Tüm yaratıkların
ilgisi delikteydi, bir an önce delikten geçmek istiyorlardı. Kendisini bekleyen
sondan çok, oksijensizlik Dünya’nın canını yakıyordu. Ölümü bu kadar aptalca mı
olacaktı?
7. bölüm
Yaratığın çekiştirmesiyle
kara deliğe iyice yaklaşmıştı. Dünya, kaçamayacağını biliyordu ve karşı koyacak
hali kalmamıştı. Ona yardım edecek biri de yoktu. Suyun içinde sürüklenirken
göz ucuyla bulanık ve ani bir hareket gördü. Yaratığın Dünya’yı tutan pençesi
gevşedi ve çevrelerini saran su aniden mora boyandı. Dünya, halsizce yaratığa
doğru döndüğünde, ikiye ayrılmış bir bedenin yanındaki Adonis’i gördü. Adonis,
yaratığın ona vurmak için yaylanan kuyruğu tuttuğu gibi parıldayan kılıcıyla
kesip son yaratığa döndü.
Akıma karşı
koyamayan Dünya, kendiliğinden deliğe doğru sürükleniyordu ve bilincini
kaybetmek üzere olduğunun farkındaydı. Adonis, bir balık hızıyla, son yaratığı
kaçmak üzereyken yakaladı ve başını bir kâğıt gibi kesip gövdesinden ayırdı ve
hızla Dünya’ya döndü. Yaratık, suya mor bir mürekkep gibi karışırken Adonis’in
lacivert gözleri endişeyle açıldı ve bir ok gibi ona doğru atıldı. Dünya,
delikten içeri kayarken teslim olmuş bir tavırla gözlerini kapattı.
Kara delikten
yayılan buz gibi bir his bedenini sararken bir el, onu yakalayıp kendine çekti.
Dudaklarının arasından üflenen temiz hava ciğerlerini harekete geçirdi.
Ardından bir nefes daha… Gözlerini araladı. Adonis, dudaklarını onunkilere bastırmış,
ciğerlerini oksijenle dolduruyordu. Yakışıklı ölümsüz, Dünya’ya nefes almasında
yardım etmeye devam etti. Hayat öpücüğü sayesinde Dünya kendini daha iyi
hissediyordu.
Adonis’in
kusursuz güzelliği, bu dipsiz okyanusta daha çarpıcıydı, daha bir masalımsıydı
ve ilk defa ona karşı doğal ve kibar davranıyordu. Bakışları kesinlikle düşmanca
değildi. Dünya bir şey daha fark etti. Adonis suyun içinde nefes alabiliyordu! Ayrıca
hareketleri, derin suyun ezici baskısını hissetmiyormuş gibi rahattı.
Adam, tüm
çekiciliğiyle ona doğru yeniden eğildi. Dudaklarının arasına hava üfledikten
sonra gözleriyle yukarıyı işaret etti. Dünya, ağzını açmaksızın başını salladı
ve Adonis, onun elinden tuttu. Yüzeye doğru yüzerlerken Dünya’nın nefessiz
kaldığını farkeden Adonis yüzmeyi bırakıp Dünya’ya yaklaştı; beline sarıldı, bu
kez onu kendine çekerken gülümsüyordu. Yüzündeki alaycı ifade nedeniyle Dünya
gerileyecekken yüzeye ne kadar kaldığını tahmin edemediğinden ve adamın
güzelliğinin çekimine kapıldığından iradesi çözüldü.
Adonis’in
gözlerindeki şakacı ifade yavaşça değişti. Dünya’nın gözlerine bakarken kararsızca
bir an durakladı ve ardından dudağını dudağına bastırdı. Ciğerleri temiz
havayla dolarken; Adonis, kollarını beline dolayıp Dünya’yı iyice kendine çekti.
Bedenleri birbirine yaslandığında hava üflemeyi bıraktı ve dudakları yavaşça onun
dudaklarının üzerinde gezinmeye başladı. Tedirgin başlayan öpücük, tutku ve
özlem karışımı duygu yoğunluğuyla kontrolden çıktı. Dünya, hissettiği duyguya
kapılıp elini adamın göğsüne koydu. Tişörtün altındaki kalp çok hızlı atıyordu.
Adonis aniden ondan ayrıldı. Kaşları çatıktı, sanki Dünya kötü bir şey yapmış
ve ondan bunu beklemiyor gibiydi. Dünya’nın düşünceleri karıştı. Adonis’e acı
verecek bir şey yapmadığına emindi ama adamın güzel yüzünde gördüğü acı, çok
belirgindi.
Sakinleşen Adonis’in
lacivert gözlerindeki bakış yumuşadı ve derinleşti. Elini ona uzattı, Dünya
eline dokunduğu anda yavaşça kendine çekti. Diğer elini Dünya’nın boynuna
yerleştirdi, gözlerini kapattı ve dudaklarına eğildi. Anın büyüsüne kapılan Dünya,
karşı koymak istemedi. Tutkulu dudaklar, Dünya’ya nefes vermektense soluğunu
kesmişti. Suyun içinde yukarıya doğru çıkarken birbirlerine sıkıca
sarılmışlardı, derken temiz havayı yüzünde hissetti. Gözlerini açtı ve
dudaklarını Adonis’ten çekti. Amacın tamamen dışındaki son öpücük, onu soluksuz
bırakmıştı. Dünya emin oldu, bu öpücük kesinlikle hayat öpücüğü değildi.
Adonis
dudağını yalayarak Dünya’ya baktı ve hemen başını çevirdi, az önceki tutkulu tavrından
eser kalmamıştı. Sanki birden Dünya’nın kim olduğunu hatırlamıştı. Kini yeniden
geri gelmişti.
‘’Lanet olsun!’’
dedi sinirli bir sesle. Sular, ileriye bakan adamın güzel gözlerini ışığa
boğarken huzursuzca homurdandı.
‘’Bir daha tek
başına kapıları kullanma!’’
Dünya uysalca başını
salladı.
‘’Tamam.’’
dedi ve ondan başka her yere bakan adamın yüzüne gözlerini dikti. ‘’Beni
kurtardığın için teşekkür ederim.’’
Adonis nihayet
ona baktı, kaşları çatıktı. Derin bir nefes aldı ve canı acıyormuş gibi yüzünü
buruşturdu.
‘’Az önce
olanları unut ve bizi buradan çıkart!’’ dedi sert bir sesle.
Dünya’nın da
kaşları çatıldı, aniden değişen adam iyice canını sıkıyordu.
‘’Neyin var
senin? Senden yardım mı istedim? Öpücük için seni, ben mi zorladım?’’
Bir yandan da
yüzmeye çalışıyordu. Kollarının gücü azalmıştı. Kavga etmenin yeri değildi ama
adamın anlamsız kabalığına daha fazla tahammül etmeyecekti.
‘’Ben, sana
bir şey yapmadım.’’
Adonis ona
yaklaştı, konuşup konuşmamakta kararsızca bir an baktıktan sonra kelimeler
dudaklarından zoraki döküldü.
‘’Sana nedenini
söyleyeyim. Senin yüzüne baktıkça içim acıyor.’’ dedi eliyle kalbini gösterdi.
‘’Burada küçük bir yara izi var. Oluş sebebini bile hatırlamıyorum ama seni her
görüşümde varlığını unuttuğum kalbim tekliyor ve yara
izim sızlıyor. Bu da canımı yakıyor.’’
Dünya hiçbir
şey diyemedi. Kafası iyice karışmıştı. Adonis’in baştan çıkaran öpücüklerinin
anısı hala tazeyken, adamın ona düşmanca davranması canını sıkıyordu. Adonis üzgünce
onun yüzüne doğru eğildi.
‘’Neden
Dünya?’’
Dünya
yutkundu.
‘’Bilmiyorum.’’
dedi. Aralarında ne olduysa ikisi de hatırlamıyordu, bu yüzden yanlış bir şey
söylemek istemedi.
Adonis’in
bakışları kırıldı.
‘’Düşmanca
davrandığım için üzgünüm.’’ dedi. ‘’Sana başka türlü davranırsam…’’ kelimeler
boğazına takıldı. Gözlerini kapatıp geriye bir kulaç attı. ‘’Ares’i tehlikeye
atan birinden bu denli etkilenmeme kızıyorum sadece.’’
‘’Etkilenmek
mi?’’ diye kekeledi.
‘’Kafamı
karıştırıyorsun. Varlığın, sesin, gülümsemen bile canımı sıkıyor. Buna rağmen
sana daha yakın olmak istiyorum.’’
Adonis doğruyu
söylüyordu. Sözleri onun da kafasını karıştırmıştı. Kendince nedenlerle
Dünya’dan nefret etmeye şartlanan Adonis, onunla tanışınca hisleri hakkında
çelişkiye düşmüştü. Dünya, bir yandan suyun üstünde kalmaya çalışırken adamın
sözlerini düşünüyordu. Bakışlarını ondan bir tepki bekleyen adama çevirdiğinde
üstlerine bir gölge düştü ve ikisi de başlarını kaldırdılar.
Hermes tam
tepelerinde havada süzülüyordu.
‘’Selam!’’
dedi elini sallayarak. ‘’Poseidon, yardıma ihtiyacınız olup olmadığını sormamı
istedi.’’
Adonis, elleriyle
saçlarını geriye taradı.
‘’Üç su iblisi,
Poseidon’a söyle, Triton gruplarını fazlalaştırsın. Yetersiz kalıyorlar.’’
Hermes omzunu
silkti.
‘’Tamamdır.’’
dedi ve Adonis’e doğru uçtu. ‘’Sende bir an önce Olimpos’a dönsen iyi olur.
Ares’e de bu konudan bahsetmeyin, bu benim fikrim.’’
Adonis kaşlarını
çattı.
‘’Neden?’’
Hermes havada
bir tur döndü ve ellerini iki yana açtı.
‘’Benim fikrim!’’
dedi ve ortadan kayboldu.
Adonis,
düşünceli bir yüzle Dünya’ya baktı. Onun da Dünya kadar olayı anlamadığı
belliydi.
‘’Ne demek
istedi?’’
Dünya nefes
aldı ve omuzlarını kaldırdı.
‘’Bana mı
soruyorsun? Ben zavallı bir ölümlüyüm, şimdilik sadece her şeye şaşırıyorum.’’
Adonis’in yüz
ifadesi yumuşadı, hatta hafifçe sırıttı.
‘’Şaka
yapmasını da bilirmiş, bak sen anahtarımıza.’’ ve Dünya’ya yaklaştı.
‘’Daha önceki
kabalıklarım için özür dilerim. Bana bir şans daha verir misin, anahtar?’’
Dünya dudağını
büktü.
‘’Hayatımı
kurtardığın için senin bir odun olduğunu unutabilirim.’’
Adonis müthiş
bir gülümsemeyle kelimelerini taçlandırdı.
‘’Çok kibarsın
anahtar, şimdi anlaştığımıza göre, bizi Olimpos’a taşır mısın?’’ diye elini ona
uzattı.
‘’Ben mi?’’
dedi Dünya, adamın uzattığı eli tuttu.
‘’Senin yapman
daha kolay, yoksa boyut kapısını aramakla uğraşırız. Zaman kaybı.’’ dedi ve
Dünya’nın elini sıkıp kendine doğru çekti. ‘’Tabi, benimle biraz daha vakit
geçirmek istersen o başka.’’
Dünya, adama
çarpmamak için elini onun omzuna koydu ve yüzünü buruşturdu. ‘’O da zaman kaybı
olur.’’ dediğinde Adonis lafına hiç bozulmadan pis pis sırttı.
‘’Kaybetmek
isteyebileceğin bir zaman olabilirdi.’’
Adamın iç
gıcıklayıcı sesi karşısında Dünya yutkundu. Gözleri, Adonis’in ıslak
kirpiklerinin arasındaki gece mavisi gözlerine takıldı, beyaz teni, kırmızı
dudakları ve düzgün burnuna. Olağandışı güzelliğin karşısında nutku tutulan Dünya,
yorum yapmayınca Adonis tereddütlü bir sesle konuştu.
‘’Olimpos’a
dönsek iyi olur.’’ dedi ve nefeslendi. ‘’Bizi taşıyabilecek misin?’’
‘’Nasıl
yapacağım?’’
‘’Olimpos’u
düşün ve gördüğün kapıyı.’’
Dünya, başını
salladı ve düşündü. Bir saniye sonra girdiği akvaryum kapının önündeydiler.
Baştan aşağı sırılsıklam ve yorgun bir ifadeyle adama baktı. Nefretin tamamen
eridiği güzel gözleri, onun üzerindeydi.
‘’Dedikleri
kadar yeteneklisin anahtar.’’
Yapışan tişörtünü
çekiştirerek teşekkür etti. Yüzünün kızardığını tahmin ettiğinden saklamak için
ıslak tişörtü düzeltmeye davrandı. Tüm hatlarını belirginleştiren tişört,
yüzünü iyice fırına döndürmüştü. Adonis, Dünya’ya doğru eğildi.
‘’Ve bu
halinle bile çok tatlısın.’’
Dünya,
utançtan buharlaşmak üzereyken başını kaldırıp adama baktı, şaşkın bakışlarına
ek olarak bir de kekeledi.
‘’Neredeyse
benden nefret etmeni özleyeceğim.’’
Adonis omzunu
silkti.
‘’Bende.’’
dedi ve ekledi. ‘’Hadi seni odana bırakayım. Ne de olsa aynı kattayız.’’
Buna karşı
koyamazdı. İkisi yan yana, yerleri ıslatarak yürümeye başladılar. Saat kaç
olmuştu, ne zamandır yemek yememişti bilmiyordu. Başına gelen son olaydan sonra
ve Adonis’in sözlerinden sonra tek hissettiği şey, nedense yorgunluktu.
Uyumaktan başka bir şey düşünmüyordu. Üşümeye de başlamıştı. Yine de aklına
gelen bir şeyi sormadan duramadı.
‘’Suyun içinde
nefes alabiliyor musun?’’
Adonis yan
gözle ona baktı.
‘’Yoksa fark
etmedin mi?’’ diyerek Dünya’ya hayat öpücüklerini hatırlatır bir gülüş
gönderdi.
Dünya, ters
bir bakış atıp sorusunu değiştirdi.
‘’Suyun içinde
nasıl nefes alabiliyorsun?’’
Adonis ıslak
saçlarını geriye atarken sorusunu yanıtladı.
‘’Bu, benim
yeteneğim; öldürdüğüm yaratıkların gücünü bir süreliğine kendime alabiliyorum.
Bu silah sayesinde iblisleri öldürebildim.’’ dedi ve belindeki kınından çektiği
kılıcı ona gösterdi.
Kılıç, buğulu
bir ışık saçan, buzlu cama benzeyen bir metalden dövülmüştü. Dünya, Ares’te de
buna benzer bir silah olduğunu hatırladı.
‘’Normal
silahlar iblisleri öldüremez, Ares’in evinde gördüğün üzere.’’
Kılıcı yeniden
kınına soktu ve doğrularak devam etti.
‘’İblisi
öldürdüğüm zaman onun olanı aldım. Etkisi geçene kadar, bir süreliğine suyun
içinde nefes alabilirim, iblislerin bana bir armağanı.’’
‘’Bu çok
ilginç bir yetenek, bana da bir meyve verdiler.’’ dedi Dünya. ‘’Meyve sayesinde
bir süre nefes alabildim.’’
Adonis, dolgun
dudaklarını abartılı bir tavırla yaladı.
‘’Tahmin
edeyim, vanilya tadındaydı.’’
Dünya adamın
omzuna yumruk attı.
‘’Yaptın bir
iyilik, adabınla otur!’’ diye homurdandı.
Adonis daha
çok gülerek duvara yaslandı.
‘’Ben ne dedim
ki?’’
Dünya, hızlı
adımlarla yürümeye devam edince Adonis doğrulup ona yetişti.
‘’Kızdın mı?’’
Dünya
duraklayıp nefes aldı ve ona tedirgince bakan adama döndü.
‘’Kızmadım
Adonis ama çok yorgunum.’’
Adonis
anlayışlı bir yüzle ona baktı ve başını sallayıp yürümeye devam etti. Odanın
önüne kadar Dünya’yla dalga geçmeden eşlik etti ve kendi odasına dönmeden önce
kapılar konusunda bir kez daha uyarmadan edemedi.
Dünya, adamın
ardından bir süre baktıktan sonra odasının kapısına elini uzattı. Kapı açıldı
ve Dünya, onu kendine çağıran yatağı gördü. Hemen üzerine yeni tişört ve eşofman
giydikten sonra ölü gibi yatağın üstüne düştü. Beyni hala kendini kapatmamıştı.
Zihninde oynayan hayallerin onu uyutmayacağını düşünürken bedeni gevşedi ve
sızdı.
Kapısı
çalıyordu. Kapı sesi yerine zil sesi olması gerektiğinden kapının çalışını önemsemeden
sağ tarafına döndü. Muhtemelen rüya görüyordu ama neden tahta sesi geliyordu
ki? Gözleri aniden açılıp doğruldu. Loş oda, ona hiç tanıdık değildi. Kapısı
hala çalıyordu. Ardından ismini duydu. Batmakta olan güneş yüzünden odayı tam
seçemiyordu. Ayağa kalktı ve o anda sendeledi. Eli duvarı sıyırırken omzu
duvara çarptı ve oda birden rengârenk oldu. Duvarda damarlar vardı, işlemeli
damarların her biri ayrı renklerde odayı ışığa boğdu. Gökkuşağının ortasında gözleri
kamaştı, kapı ısrarla çalıyordu ama Dünya odanın ortasında durmuş duvarları
seyrediyordu. Şaşkınlıkla kapıdakine seslendi.
‘’Gir!’’
Kapının
arkasındaki söylendi.
‘’Gir mi?
Dünya, kapıyı açman gerek. Senin iznin olmadan giremem.’’
Bu, Ares’ti.
Dizleri titredi ve destek almak için duvara yeniden elini yaslayınca dokunduğu
damarın rengi soldu. Bu çok eğlenceliydi, diğer damara da dokundu, o da söndü.
Sırıtarak kapıya doğru gitti ve kapıya dokundu. Karşısında duran adam, onun
kadar neşeli değildi. Tek elini duvara yaslamış, diğeri belinde kaşlarının
altından bıkkınca Dünya’ya bakıyordu. Dünya, sırıtmaya devam ederek konuştu.
‘’Duvarlara
dokununca ışıklar yanıyor.’’ dedi ve kısık sesle ekledi. ‘’Ne ilginç değil
mi?’’
Ares
soluklanıp doğruldu:
‘’Evet, çok
ilginç…’’ Dedi ve patladı. ‘’Saatlerdir kapını çalıyorum, sense durmuş
ışıklarla oynuyorsun. Beni endişeden öldürmek mi niyetin?’’
‘’Hey,
uyuyordum.’’ dedi Dünya, adamın onu azarlamasına bozularak. ‘’Ayrıca saatlerdir
kapımı çalmadığına da eminim.’’
Ares saçlarını
sıvazlayarak geriledi. Derin derin nefeslenip sırtını duvara dayadı.
‘’Sana
ulaşamayınca panikledim, üzgünüm.’’ Dedi sakinleşmeye çalışarak. ‘’Kontrolümü
bir an için kaybettim.’’
Dünya, onun
endişeli hali karşısında çözüldü. Neden Ares’i her görüşünde yelkenleri suya
indiriyordu ki, hâlbuki adamı engelleyen oydu. Birbirlerine yaklaşmayacaklardı.
Bunu kendine hatırlattı ve Ares’e doğru attığı adımı geri aldı.
‘’Odam…’’ dedi
boğazını temizledi. ‘’Sana da mı kapalı?’’
Ares, başını
yerden kaldırıp Dünya’ya baktı. Cevap vermeden duvardan doğruldu. Uzun kollu
tişörtünün kollarını katlamıştı, koyu mavi kotu ve spor ayakkabılarıyla sade
şıklığın en çekici haliydi. İkisi arasındaki mıknatısa karşı koymaya çalışmak
zordu, yine de Dünya sözünü tutmaya kararlıydı.
Ares,
kollarını kavuşturdu. Sorusuna cevap vermek istemediğini belirten bir sesle
konuştu.
‘’Seninle bir
yere gitmemiz gerek, fazla vaktimiz yok. Diğerleri işlerini bitirmeden gidip
dönmeliyiz.’’
‘’Diğerleri
nerede?’’ dedi Dünya.
‘’Boyutlarda
iblis baskınları var. Zeus, herkesi kontrole gönderdi.’’
‘’İyi ki seni
göndermemiş.’’ dedi Dünya. ‘’Tek başıma bu koca evde kalmak istemem.’’
Ares sırıttı.
‘’O yüzden
kontrolümü çabuk bitirdim.’’
Dünya
anlamsızca ona bakınca Ares sıkılarak itiraf etti.
‘’Sadece iki
tane incubus varmış, çağırdım ve onları öldürdüm. İşim çabuk bitti, bu hile
sayılmaz, değil mi?’’
Dünya, Ares’in
dediklerinden yine hiçbir şey anlamamıştı ama başını salladı.
‘’Ha, iyiymiş
o zaman. Şimdi, biz nereye gideceğiz?’’
‘’Çok soru
sormayacaktın hani.’’ dedi Ares. ‘’Yoksa anlaşmamızı unuttun mu?’’
Hiç unutabilir
miydi, lanet anlaşma! Omzunu silkti.
‘’Tamam,
üstüme bir şey alıp geliyorum. Hava serin gibi.’’
Ares başını
sallayınca üstüne bir şey bulmak için odasına geri döndü. Yatmadan önce giydiği
eşofman ve tişört idare ederdi ama hırka alması şarttı. Saçları hala nemliydi. Dolabın
kapağını açtı ve kaşları çatıldı. Dolaptaki kıyafetlerin hepsi tişört ve koyu
renk pantolonlardan oluşuyordu. Bir tanesi dışında…
Elini uzatıp
daha önce fark etmediği elbiseyi aldı. Uçuk mavi elbisenin kumaşı yumuşacıktı,
bulutlardan yapılmış hissi veriyordu. İrili ufaklı yıldızlar gökyüzü gibi
üzerine dağılmıştı. Eteğinin bir tarafı yırtıktı, neyseki dikkatli bakılınca
anca belli oluyordu. Kapı çalınınca kendine gelip elbiseyi askıya astı ve katlı
duran ince bir hırkayı çekip üstüne geçirirken kapıya yürüdü.
Sabırsızca
bekleyen Ares’in yanına dönündüğünde adam, kapının yanındaki duvara dayalı küçük
çantayı alıp omzuna geçirdi ve hiçbir şey demeden yola koyuldu. Dünya, içi
içini yerken onu izlemeye başladı. Afrodit, onu mutfaktan aldığından beri adamı
görmemişti. O ikisinin, bu kadar süre boyunca neler yaptığını sormamak için dudağını
çiğnemeye başladı. Konu aşk tanrıçası olduğunda, insanın aklına tek şey
geliyordu; o da Dünya’nın canını sıkıyordu. Sinirlenmeye başlayınca düşüncelerini
şimdiki zamana yöneltti. Acaba Ares’in, Adonis ile ikisinin yaptıkları
yolculuktan haberi var mıydı? Bu kontrollerin sebebi su iblislerinin baskınları
mıydı? Bilmiyordu, Ares’in, incubus dediği şeyin ne olduğunu da bilmiyordu.
Bilmediği o kadar çok şey vardı ki, kendini yürümeyi yeni öğrenen bir bebek
gibi hissediyordu.
Bahçeye
çıktılar, Ares sağa doğru dönüp ilerlemeye devam etti. Dünya, sessizce onu
izliyordu. Güneş batmak üzere olduğundan, tuhaf bir serinlik ve nem havayı
kaplamıştı. Esinti olmamasına sevindi. Çalıların arasına giren Ares, arada
sırada gözucuyla Dünya’ya bakıyordu. Yanında olup olmadığına baktığını düşünen
Dünya, adamın yanıbaşında yürümeye özen gösterdi ama yapraksız, dikenli otların
ve çalıların içinde bunu yapmak zordu. Adımını atacak açıklığı bulmak şimdiden zorlaşmıştı,
karanlıkta olanaksızlaşacaktı. Çevrelerini saran ağaçlarda Dünya’ya hiç
yardımcı olmuyordu. Ares’in üzerinden kolayca geçtiği bir ağaç köküne takılıp
öne doğru fırladı ve genç adamın sırtına hızla çarpınca Ares, dönüp düşmekte
olan Dünya’yı yakaladı. Seri bir hareketle onu kucağına aldı. Dünya panikle adamın
boynuna çoktan sarılmıştı. Düşmediğini anlayınca bakışlarını adamın yüzüne
çevirdi.
‘’Dengemi
kaybettim.’’
Ares’in
gülümseyen yüzüne bu denli yakın olmak içini titretti. Boynundan elini çözerek
mırıldandı.
‘’Şimdi
iyiyim, beni bırakabilirsin.’’
‘’Hiç
sanmıyorum.’’ dedi Ares, hala öylece duruyorlardı.
Dünya
yutkundu.
‘’Ares…’’
dedi. ‘’Ciddiyim.’’
Ares, onu daha
sıkı kucaklayıp yürümeye başladı.
‘’Ben de
ciddiyim. Seni bırakmayacağım.’’
Dünya, aklı
karışık bir şekilde sustu. Ares’in cümleleri birden fazla anlama geliyordu ve
deşmeye kalkarsa kesin kendisi zararlı çıkabilirdi. En iyisi suskun kalmaktı. Halinden
şikâyetçi değildi, güçlü kolların arasındaydı ve Ares bir nefes ötesindeydi. Genç
adamın, onun deli gibi atan kalbini duyduğuna emindi, çünkü Ares’in kalp
atışlarını kendisi de hissedebiliyordu. Kendini ona daha çok sarılmamak için
iyice kastı. Adam sadece ona yardımcı oluyordu. Keşke genç adama her yaklaştığında
bu kadar heyecanlanmasaydı…
Birkaç dakika
daha Dünya kucağında olduğu halde yürüyen Ares, derin bir soluk aldı.
‘’Dünya’’
Başını
kaldırıp adamın yüzüne bakınca Ares devam etti.
‘’Hatırlamaya
devam ediyor musun? Eski anılarını…’’
Ares,
Dünya’nın yüzüne bakmıyordu, kaşları çatık, bakışları ilerideydi. Ares, soruyu
gergin bir ifadeyle sorduğundan Dünya cevabının önemli olduğunu hissetti.
‘’Hatırlamak
denmez, birkaç rüyadan öteye gidemedim.’’
Ares durdu ve
yavaşça Dünya’yı yere bıraktı. Çatlamış kuru toprak Dünya’nın ayaklarının
altında kuma dönüştü. Çalılardan uzaklaşmışlardı, iri taşlar ve kurumuş
toprağın üstünde yükselen ölü ağaçların arasında kalmışlardı. Ares bir şey söylemeden
birkaç saniye Dünya’ya baktı. Altın gözlerin derinlerinde gördüğü özlem dolu
ifade karşısında Dünya ne düşüneceğini bilemedi. Ares başını sallayıp söylendi.
‘’Bu nasıl bir
lanet üstümdeki?’’
Dünya’nın aklına,
kahvaltı masasında Afrodit’in şehvet dolu öpücük gelince yüzü asılarak konuştu.
‘’Belki hak
ediyorsundur.’’
Ares şaşkın
bir ifadeyle ona baktı.
‘’Bu ne
demek?’’
Dünya aklına
geleni geriye atıp saldırabileceği başka bir zayıf noktayı denedi.
‘’Benim hafızamı
silmeni anladım, hadi ben bir insanım. Süper yetenekleriniz karşısında elimiz
kolumuz bağlı ama kendi grubunuzdan birinin hafızasıyla neden oynadın?’’
Ares’in
ifadesi dağıldı, rüyadaymışcasına konuştu.
‘’Kimden
bahsediyorsun?’’
‘’Kimden
olacak, Adonis’ten.’’ dedi Dünya.
‘’Sana bunu
Artemis mi söyledi?’’
Dünya başını
dikleştirdi ve kollarını birbirine kenetledi.
‘’Hayır, şimdi
sen itiraf ettin, benim tahminimi onayladın.’’
Ares gözlerini
kapatıp soluklandı.
‘’Beni oyuna
getirdin.’’ diye söylenip güzel gözlerini açtı ve Dünya’ya baktı. ‘’Evet,
Adonis’in hafızasını sildim ama buna mecburdum.’’
Omzundaki
benin tepki vermesine gerek yoktu. Ares’in doğru söylediği sesinden ve
bakışlarından belliydi. Dünya adama bir adım yaklaştı.
‘’Onun haberi
yok?’’ dedi.
Ares dudağını
ısırdı ve elini saçlarına geçirip iyice dağıttı.
‘’Haberi
olmaması daha iyi Dünya, bu konuyu daha müsait bir zamanda konuşmayı tercih
ederim. Şimdi biraz acelemiz var.’’
Dünya dudağını
büküp adamı süzdü ve omzunu silkti.
‘’Tamam.’’
Ares, omzundaki
küçük çantayı denkleyip yürümeye başladı. İkisi yan yana yürüyorlardı, tek
kelime etmeden ve tamamen adımlarına yoğunlaşarak. Ağaçları geride bıraktılar.
Dünya kulağına
kayalara çarpan dalgaların sesi geldiğinde denize doğru yürüdüklerini anladı. Yer
kayalığa dönüşmüştü ve nemli kayalar ayaklarını acıtacak kadar keskinleşmişti.
Düşmemesi gerekiyordu, çünkü kenarları keskin kayalar yan yana yatırılmış jiletlere
benziyordu. Ares yavaşlamıştı, onun için olduğunu düşündü ve daha dikkatli
yürümeye başladı. Ares, bir iki dakika sonra yumruk yaptığı elini açıp Dünya’ya
bakmaksızın uzattı.
‘’Elimi tutar mısın?
Düşmeni istemem.’’
Dünya,
dengesiz ve tehlikeli zeminde kaymamak için çaba harcamaktan ter içinde
kalmıştı. Terli elini pantalonuna silip Ares’in uzattığı sıcacık eli tuttu.
‘’Teşekkür
ederim.’’
Bu sadece bir
eldi, neden bu kadar heyecanlanıyordu ki? Ares’in parmakları onunkilere
kenetlenince soluğu kesilip başı hafifçe döndü. Kaşlarını çattı, bu çok sinir
bozucuydu. Aralarındaki müthiş çekim Dünya’nın gerilmesine ve derin soluklar almasına
neden oluyordu. Bu etkileşime ne zaman alışacaktı?
Denizin tuzlu
kokusu, ferahlatıcı bir rüzgârla Dünya’nın saçlarını havalandırdı. Olimpos’a
geldiğinden beri ilk defa esintiyi hissedince gülümseyerek tadını çıkarttı.
Siyahlaşmış kayaların ay ışığı sayesinde ışıldaması çok ilginçti, bahçe bu
kadar ölü olmasaydı, Olimpos’un ne kadar güzel olabileceğini hayal etti. Gece veya
gündüz, mevsimlerin tümünde; her yer canlı olmuş olsaydı, cennetin yeryüzündeki
gölgesinin Olimpos olacağı konusunda hiç kuşkusu yoktu.
Kayaların
sonuna geldiler. Metrelerce aşağıya çıkıntıların oluşturduğu doğal basamaklar
iniyordu, Dünya kenara gelir gelmez başı dönünce geriledi. Hırçın dalgalar
kayaları döverken Dünya sadece yükseklikten korkarak Ares’in elinden kurtulup
uçurumdan uzaklaştı. Bulutların arasına saklanan ay, kendini açığa çıkarırken
korku dolu gözlerle Ares’e baktı. Adam yüzünde kararsız bir ifadeyle Dünya’ya
bir adım attı.
‘’Papatyam,
korktuğunu biliyorum ama buradan inmemiz gerek. Fazla değil birkaç metre ve ben
sana yardımcı olacağım.’’
‘’Hayır!’’
dedi başını sallayarak.
‘’Düşmene asla
izin vermem!’’
‘’Hayır,
anlamıyorsun. Benim yükseklik korkum var.’’
Ares anlayışlı
bir ifadeyle başını salladı.
‘’Biliyorum.’’
dedi. ‘’Her zamanki gibi bana güven!’’
Ares’in
uzattığı eli yeniden tuttu ve nefes alarak kenara yaklaştı. Atlama isteği ve
düşme korkusu aynı anda göğsünün ortasında patlayınca sendeledi. Ares, beline
sarılıp onu neredeyse kucakladı. Güvenli kolların arasında olduğunun hissi Dünya’yı
sararken gözlerini, adamın altın gözlerine dikti.
‘’Yapamayacağım.’’
derken sesi titriyordu.
Ares kararlı
bir sesle yüzüne doğru eğilerek konuştu.
‘’Yapacaksın,
Dünya, biliyorum.’’
Yutkunup
kolların arasından biraz ayrıldı ve Ares’in ardından kenara oturur gibi ilk
çıkıntıya adım attı. Başı dönüyordu ve düştüğünü neredeyse hissediyordu. Belki
de çoktan düşmüştü. Ares elini sıkıca tuttu ve Dünya, onun yardımıyla ikinci çıkıntıya
adımladı. Bacakları titriyordu ve rüzgârın hızlanması yüzünden uçuşan saçlarından
hiçbir şey görmüyordu. Sırtını duvara iyice dayandı, aşağıya bakmıyordu,
Ares’in yüzünden başka hiçbir yere bakamıyordu. Ares hoş bir gülümseme gönderince
ona tepki bile veremedi. Tek adım tek adım ilerlediğinden çok yavaştılar. Ares
rahattı ama Dünya bayılmamak için kendini zorluyordu. Ağırlığı Ares
yüklenmişti, diğer elini de adama uzattığından onun yönlendirmesine bırakmıştı.
Saatler gibi
geçen dakikaların sonrasında çıkıntı aniden genişledi. Yekpare duvardan oluşan
dar mağaraya kendini attı. Bacakları titriyordu ve zor nefes alıyordu. Ares
yanına oturdu. Nefes almaya çalışırken onun saçlarını okşayan Ares bir şeyler
mırıldandı. Dünya, uğuldayan rüzgârdan başka bir şey duyamıyordu. Başını
kaldırıp adamın yakışıklı yüzüne baktı. Dünya daracık kuytuya iyice sokulmuştu
ve birbirlerine çok yakındılar. Ares yüzünü okşadı, sesi nihayet Dünya’nın
uğultular içindeki kulaklarından zihnine ulaştı.
‘’Bitti, bir
tanem, sakinleş. Yanındayım.’’
‘’Tamam,
iyiyim.’’ dedi çatlak bir sesle.
Yüzündeki Ares’in
ellerini, titreyen elleriyle çekti. Ares’in yüzünde beliren kırgın ifade içini
eritse de, ondan uzak durmalıydı. Ares, bozuk bir ifadeyle ayağa kalktı ve
boğazını temizleyip duvarı eliyle işaret etti.
‘’İçeride bir
kapı var. Sadece senin açabileceğin bir kapı. O yüzden seni buraya getirmek
zorunda kaldım.’’
Dudaklarını
yalayıp ayağa kalktı. Duvar pürüzsüz siyah bir kayaydı ve kapı olduğuna dair
hiçbir işaret yoktu. Ares’in hemen arkasında olduğunu bilerek güven içinde kapının
önünde durdu. Gökyüzünde çakan şimşekler eşliğinde şiddetli bir yağmur yağmaya
başladı. Ares, korumacı bir tavırla elini sırtına koydu.
‘’Dönüş için
aynı çileyi çekmeyeceğiz Dünya.’’ diye kulağına fısıldadı ve Dünya’nın omzunun
üstünden uzattığı elini duvara dokundurdu.
Taş duvar
kıvranır gibi dalgalandı ve önce karanlık suya benzedi, ardından duruldu. Ares’in
sırtındaki eli, onu okşar gibi aşağıya kaydı ve belini sardı. Bunu, hareket
etmesi için bir işaret olarak algılayan Dünya neden yaptığını bilmeden adımını
ileriye attı. Ares’in, ona bu kadar yaklaşması düşüncelerini bulandırıyor, onu
adeta felç ediyordu. İkisi birden karanlık geçitten geçtiler, buz gibi bir hava
yüzünü yaladı. Başka bir mağaradaydılar. Nemli ve soğuk hava yüzünden içi
titredi. Neyseki mağara çok karanlık değildi, ışığın kaynağı ise kaya
çıkıntılarından sızan sarı renkli sıvıydı. İncecik sızan donuk renkli sıvı çok
kötü kokuyordu ama mağarayı yeterince aydınlatabiliyordu. Ares sırtındaki
çantayı eline alırken Dünya sarı sıvıya daha yakından bakmak için duvara yaklaştı.
‘’Ona dokunma
Dünya!’’ diyen Ares’e baktı. Ares devam etti. ‘’Çok zehirlidir.’’
Çantadan
çıkarttığı bir pelerini ona uzattı. Dünya ince, yumuşak kumaşı aldı ve üstüne
geçirdi. Soğukluk anında etkisini yitirince rahat bir nefes aldı, dudaklarının
arasından buhar çıkıyordu. İnce bir polar ile duran Ares’e baktı:
‘’Teşekkür
ederim, burası çok soğukmuş’’
Ares
huzursuzca gülümsedi. Aklı başka bir yerdeydi ve Dünya onun dediklerini
anlamadığına emin oldu. Ares polar montunun başlığını başına geçirdi ve
Dünya’ya ileriyi gösterdi.
‘’Orada
kilitli bir kapı var. Normalde açabiliyordum ama şimdi bana da kilitlenmiş. Bu
işte kimin parmağı var bilmiyorum ama umarım zararımıza değildir. Dikkatsiz
davrandım, daha sık kontrol etmem gerekiyordu.’’ Ona baktı. ‘’Ve yeniden hatırlatayım,
bu gördüklerimizi kimseye anlatmamalıyız.’’
Dünya başını
salladı. Ares kaşlarını çatıp gösterdiği yöne baktı ve yürümeye başladı, Dünya
da peşinden. Yer hafifçe eğimlendi, yerdeki kırıklı taşları ayak tabanında
hissedebiliyordu, o kadar sivriydiler. İğrenç koku, eskisi kadar rahatsız etmiyordu
ama soluğunu kesen boğucu hava iyice ağırlaşmıştı. Aklına gelen tek şey buranın
bir mezar olduğuydu. Acaba kimin mezarıydı?
Buza oyulmuşa
benzeyen koyu gri bir kapının önünde Ares durdu ve Dünya’ya yol açtı. Dünya,
gözlerini tuhaf kapıdan ayırmaksızın elini uzattı. Soğuktu, çok soğuk…
Parmakları kapıya dokunmadan Ares, diğer elini tuttu. Sıcacık bir his, koluna
tırmanırken endişesi uçup gitti ve kapıya dokundu.
Karanlık
çevrelerini sarınca Dünya, kör bir korkuyla Ares’in koluna sarıldı ve yüzünü
adamın göğsüne gömdü. Çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu, dudağını
ısırdı. Ares tek kolunu ona iyice sarmıştı. Onu ilerletirken Dünya kendini öyle
kasmıştı ki, başı dönmeye başladı. Çakan bir çakmak sesiyle birlikte odaya bir
ısı yayıldı. Ares’in diğer eli, yavaşça sırtını okşadı.
‘’Tamam,
papatyam. Gözlerini açabilirsin.’’
Korkusu geçen Dünya,
yavaşça adamın kolları arasından sıyrıldı. Ares parıldayan gözlerle onu
izliyordu, dikkatli ve şefkatli. Dünya, ışığın kaynağına baktı, kare odanın
duvarlarını kaplayan çıkıntı sıra halinde tüm odayı sarmıştı. İçindeki bir
madde alev alev yanarak odayı aydınlatıyordu. Ares, saçlarını okşadı.
‘’Şimdi daha iyisin,
değil mi?’’
‘’Evet, öyle
davrandığım için üzgünüm.’’ dedi sıkkınca. ‘’Karanlığı pek sevmem de.’’
Ares sırıttı.
‘’Karanlıktan
ödün kopar.’’
Dünya
kaşlarını çattığında Ares’in sırıtması gülümsemeye dönüştü. Ve Ares altın
gözlerini, Dünya’dan alıp odanın ortasındaki taş kaideye baktığında yüzündeki
gülüş dondu. Endişeyle Dünya’dan ayrıldı.
‘’Lanet olsun!’’
Yekpare granit
masaya doğru yürüdü, sanki üstünde bir şeyler ararcasına gözleriyle taradı.
Dünya şaşkınlıkla adamın paniğini seyrederken Ares yumruğunu taş masaya
geçirdi.
‘’Lanet olsun!’’
diye homurdandı. ‘’Nerede?’’
Dünya adama
yaklaştı.
‘’Ne,
nerede?’’
Ares, etrafa
bakındı. Karışan aklını yatıştıracak bir ipucu bulamayınca ellerini masaya
koydu. Derin bir nefes aldı. Dünya masanın yanına kadar geldi. Siyah granitin
pürüzsüz yüzeyinde minik pırıltılar saçan noktacıklar, birer yıldıza
benziyordu.
Ares, öfkeyle
soluyarak söylendi.
‘’Deimos!’’
Bir iki saniye
sonra önlerindeki boşluk yırtılır gibi ayrıldı ve siyah bir yarık belirdi.
İçinden gözleri kor gibi yanan devasa bir yaratık odaya adım attı. İki metreyi
aşkın boyuyla karşılarında dikilince Dünya istemsizce geriledi. Yaratığın
bedenini saran deri kıyafeti sanki insan derisinden yapılmıştı. Yırtık dudağının
bir kenarı sarkıyordu, arasından çirkin sivri dişleri görünüyordu. Kaslı
kollarını ve göğsünü iyice gerdi, gökgürültüsünü andıran bir sesle konuştu.
‘’Efendim.’’
Dünya’nın
gözleri yuvalarından fırladı, başını Ares’e ‘efendim’ diyen yaratıktan çevirip
Ares’e döndürdü. Ares yaratığa hiç bakmaksızın otoriter bir sesle konuştu.
‘’Kim aldı?’’
Deimos hırıldayarak
soluk aldı ve cevap verdi.
‘’İksion.’’
Ares öfkeyle
parıldayan gözlerini yaratığa çevirdi.
‘’Onu buraya
getir!’’
Deimos yarığa
doğru gerilemeden bir saniye önce Dünya’ya baktı. Bu yaratığı daha önce
görmüştü. Onun, bir iblis olduğunu anımsadı ama nerede gördüğünü anlayamadan
Deimos kayboldu.
Ares
doğrulurken Dünya kekeleyerek konuştu.
‘’Bu bir
iblis, değil mi?’’
Ares başını ona
çevirdi. İsteksizce cevapladı.
‘’Evet.’’
‘’Ve sana ‘efendim’ diyor.’’
Ares kaşlarını
iyice çattı.
‘’Nereye
varmak istiyorsun?’’
Dünya hiçbir
şey demeden adamın yüzüne gözlerini dikti, bir an öylece bakıştılar. Ares,
huzursuzdu, yorgundu, kırgındı, üzgündü, kızgındı… Dünya, adamdan yansıyan tüm
duyguları kendininmiş gibi kolayca hissetti. Ares, bitmiş gibi kaideye
yaslandı, ellerini kenara kenetledi.
‘’Seninle bir
yaşam istedim, sadece, tek isteğim buydu. Tek bir insan ömrü… Fakat elime geçen
şey; sıfır oldu. Ben çabalamaktan bıkmadım ama senin bana inancın her seferinde
daha da azalıyor. Bu beni her şeyden çok kırıyor. Artık beni sevmeni beklemiyorum
ama seni bu lanetten kurtarmak için bir şansım olsun istiyorum.’’ Yan gözle
Dünya’ya baktı. ‘’Tüm dengeleri sarstım, her şeyi tehlikeye attım. Ama kaderi bir
türlü değiştiremiyorum, gücüm yetmiyor.’’
Dünya’nın içi
titredi, koşup adama sarılmayı deli gibi istiyordu ama ayakları taşa
dönüşmüştü. Kelimeler boğazına tıkılı kaldı, gerçi ne diyecekti ki? Afrodit’e
bağlı olan antik bir tanrıya sevgisini itiraf etse, ne işe yarayacaktı? Bu
karmaşık dünyada hafıza problemi olan sıradan bir kız, savaş tanrısının
çözemediği kader düğümünü nasıl çözecekti?
Ares,
üzüntüyle başını öne eğdi. Ve aniden nefes alıp doğruldu. Başlığını geriye atıp
kumral saçlarını meydana çıkardı. Dünya’ya bakmaksızın konuştu.
‘’Geride dur, duvara
yakın yerde.’’
Dünya, Ares’in
emrini canı sıkılarak yerine getirdi. Duvara yaklaşmıştı ki, odanın basıncı
iyice düştü. Gelen bir şey vardı. Havayı yırtan yarık yeniden açıldı ve Deimos
yanında pelerine sıkıca sarılmış bir adamla odaya adım attı. Deimos adamı
omzundan Ares’e doğru ittirdi. Adam dengesizce ilerledi ve Ares’in bir metre karşısında
anca durabildi. Ares soğuk bir sesle konuştu.
‘’Git, Deimos.’’
Deimos yarığa
geriledi ve üçünü odada yalnız bıraktı. Adamın yüzü, pelerinin başlığıyla gizlenmişti.
Sakince Ares’in karşısında dikiliyordu. Ares tiksinircesine:
‘’İksion.’’
dedi
Keskin bir
yanık kokusu odayı doldurmuştu. Dünya burnunu kırıştırdı, kesinlikle gelen adam
yanık kokuyordu. Karşı karşıya dikilen iki adamı da yandan anca görebiliyordu,
Ares’in yüzü öyle kötücüldü ki, karşısında duran adamdan nefret ettiğini düşündü.
‘’Ölümlü Ares.’’
diye tuhaf bir sesle konuşan adam başını dikleştirdi. ‘’İblislerin prensi,
yardım rican beni şaşırttı.’’
‘’Yardımını
rica etmiyorum.’’ dedi Ares. ‘’Sen, emrim üzerine buradasın.’’
Adam hırıltılı
bir ses çıkardı; güldü mü, kızdı mı bilemeyen Dünya, adama dikkat kesildi. Adam
sol elini kaldırdı, başlığını başından indirdi. Uzun siyah saçları omuzlarından
aşağı döküldü, yaşı fazla olmamasına rağmen saç tellerinin bazıları
gümüşlenmişti. Yandan görünen yüzü oldukça yakışıklıydı ama kurnaz ifadesi
adamın itici görünmesine yol açıyordu. Gözlerini kısarak Ares’e baktı:
‘’Yine de,
elçin ayağıma kadar geldi.’’
Sesi niye
tuhaf çıkıyordu? Yarım ağızla konuşuyormuş gibiydi. Aşağılamak için mi?
Anlayamadı. Ares bıkkınca yüzünü buruşturdu.
‘’Laf ekleyip
durma, fazla vaktim yok.’’
Adam
hırıldayarak güldü.
‘’Seninkilerin
işi uzun merak etme.’’ Dedi. ‘’İblislerin onları sabaha kadar oyalayacak. Tabi
bunu sen biliyorsundur.’’
Ares’in
kaşları çatılınca İksion kımıldandı ve ona yaklaştı.
‘’Emirlerine
nasıl bu denli sadık oluyorlar?’’ dedi. ‘’Hiç merak ettin mi?’’
Dünya
duyduklarına inanamadı. Emrini dinleyen iblis bir yana, boyutlara saldıran
iblislere de emri Ares’mi vermişti? Kafası karıştı. Aklına onu korumaya
çalışırken ölen Yvkan ve Txion gelince derin bir soluk aldı, içi daralmıştı.
Kendini onlara karşı ihanet etmiş gibi hissetti.
Ares, adamı
süzdü, ne bir pişmanlık ne de bir üzüntü zerresi göstermeksizin.
‘’Bana verilen
nimetleri sorgulamam.’’ diye kestirip atınca adamın yılışık ifadesi bozuldu.
‘’Tekerleğine geri dönmek istemiyorsan kaidenin üstündekini nereye götürdüğünü
söylesen iyi edersin.’’
İksion başını
hafifçe eğdi.
‘’Elbette,
Ares.’’ Dedi ve yılışık bir gülümsemeyle Ares’in yüzüne bakmak için başını
iyice kaldırdı. ‘’Demek, gelinine ne olduğunu merak ettin. Acaba Zeus, ne
yaptığından haberdar mı? Biliyor musun, bazen senin kurnazlığın beni bile
şaşırtıyor. Loki’yi bile aştın.’’
Dünya ‘gelin’
lafına takılırken, Ares sabırsızca iç geçirdi.
‘’Yeter İksion.’’
Adam konuşmaya
kararlıydı. Ares’in uyaran ses tonunu anlamazlığa geldi.
‘’Bu kadar
alçakgönüllü olma Ares. Zeus’un tahtının asıl sahibi sensin, buna kimsenin
itirazı olmaz. Hepimiz arkandayız.’’
Ares
yumruklarını sıkıp adamın üstüne yürüdüğünde adam gerileyip sırtını kaideye
yasladı. Üzerine eğilen Ares’in gözleri öfkeyle kısılmıştı.
‘’Bunu duymak
istemiyorum. O, nerede?’’ dedi yüzü hiddetinden kasılmıştı.
Adam elini öne
doğru kaldırdı.
‘’Tamam, Ares,
sadece biraz sohbet etmek istemiştim.’’
Ares bir an
parçalayacakmış gibi adama baktı ve gerileyip arkasını döndü. Altın gözlü
sakinleşmeye çalışırken adam gözünü Ares’in sırtına dikti. Dünya, adamın bir
şey yapmasından korkarak gerildi. İksion hareketlenince Dünya, Ares’e seslenmek
için ağzını açtı ve onlara doğru adımlarken Ares adama döndü.
İksion, orada
olduğunun yeni farkına varmışcasına yüzünü Dünya’ya döndürdü ve Dünya o anda
çığlık attı. Yaptığı bir şey yüzünden değil adamın kendisi dehşetin resmiydi. Yüzünün
bir yarısı nasıl kusursuzsa diğer yarısı tamamen erimiş ve yanık içindeydi. Göz
deliği kanlı bir et parçasıyla doluydu, dudağının yarısı mum gibi eriyip çenesine
akmıştı. Teni hala bir şekilde yanıyordu, kan dolu damarlar yerinde kor
alevlerden oluşan lav damarları görünüyordu. Kemikleri kan ve irinle kaplıydı.
Yüzünün yarısı et, kan, kemik ve yanık dolu çamura dönmüştü. İksion sağlam
gözünü Dünya’ya kaldırdı ve sırıttı.
‘’Anahtarı
kapıda bırakmamışsın.’’ dedi. ‘’Bu çok düşünceli bir davranış.’’
Adam
doğrulurken Ares olduğu yerde çakılı kaldı. Dünya, açığa çıktığı için mi
paniklese, adamın korkunçluğu yüzünden mi dehşete düşse bilemedi. İksion garip
bir merakla Dünya’yı süzdü.
‘’Bayağı
güzelmiş.’’ dedi ve omzunun üstünden Ares’e baktı. ‘’Yasakların seni zorlamıyor
mu?’’
Ares uykudan
uyanır gibi Dünya’ya ve sonrada İksion’a baktı.
‘’Yasaklarım?’’
diye mırıldandı.
İksion çirkin
sırıtmasını Ares’e çevirdi, Dünya hala
şok içinde adama bakmaya devam ederken İksion sözlerini açıkladı.
‘’Adonis için
askıya alınan yasaklarından bahsediyorum. Yoksa unuttun mu? Sahi, o, nasıl
cezasız kalabildi?’’
‘’Bu senin
üstüne vazife değil.’’ dedi Ares, sert bir sesle.
İksion yeniden
Dünya’ya dönerken Ares elini adamın boynuna geçirdi ve yüzüne yaklaştırıp
homurdandı.
‘’Ona
bakmayacaksın!’’
İksion, Ares’e
sırıttı.
‘’Elimde
değil, beni bilirsin güzel bir şey görünce dayanamam.’’
Ares’in
parmakları adamın boğazını iyice sıktı. Adam parmaklardan kurtulmak için
kıvranırken yüzünün görünen düzgün kısmını buruşturdu.
‘’Gücüne bu
kadar güvenme Ares, ne de sana tapan iblislerine… Artık bir ölümlü olduğunu
unutma!’’
Ares, adama
kibirli bir bakış attı ve elini adamdan çekerek tiksinir gibi yüzünü
buruşturdu.
‘’Sana
titriyormuşum gibi mi görünüyor. Tehditlerin bana sökmez.’’
‘’Titrediğini
göreceğim gün de gelecek.’’ dedi İksion, iyice kaideye sığınmıştı. Hem korkup
hem de tehdit savurmaktan geri kalmayan bu tuhaf adam, Dünya’nın midesini
bulandırdı. Ares’in ondan uzaklaşmasını fırsat bilen İksion doğruldu.
‘’Şimdilik
sorunu cevaplasam iyi olur.’’ Dedi ve elini pelerinine soktu.
Çıkarttığı
şey, kristalden yontulmuş zarif bir bıçaktı. İksion’un usta bir hareketle
parmakları arasında çevirdiği küçük bıçak saf bir ışıltıyla parladı. Ares,
kaşlarını çattı, İksion’un uzattığı bıçağı aldı, gözlerini inanmazcasına adama
çevirdi.
‘’O, öldü
mü?’’
İksion yılışıkça
sırıttı.
‘’Gelinin
öldüğü için üzüldün mü?’’
‘’İksion,
kelime fazlalığıyla yapıp durma. O, öldü mü?’’
‘’Evet’’ dedi
İksion. ‘’Artık Afrodit ile gönül rahatlığıyla evlenebilirsin. Tuzağa
düşürdüğün güzel Asteria öldü.’’
Dünya’nın omzu
hafifçe ısınırken Ares eliyle saçlarını geriye sıvazladı. İyice dağıttığı
saçlarını düzeltmeye bile yeltenmeden üzerinden bir yük kalkmışcasına sırıttı.
‘’Kim
öldürdü?’’ dedi. ‘’Burayı kilitleyen kim?’’
İksion, Ares’i
süzerken sorusunu cevapladı:
‘’Sucubbusun
teki kilitledi. Neden yaptığını bilmiyorum.’’ dedi ve Ares’in tepkisine dikkat
kesilerek devam etti. ‘’Bıçağı ondan çeken bendim.’’
Doğru
söylüyordu, omzu tepki vermemişti. Ares, polarının kolunu sıyırdı ve
bileğindeki deri kına bıçağı sokarken konuştu.
‘’Peki, mücevher
ne oldu?’’
İksion
şaşkınca Ares’e baktı.
‘’Mücevher?’’
Ares kaşlarının
altından adama baktı.
‘’Bana
bilmediğini söyleme, İksion.’’
Ares, kolunu
düzeltirken İksion son anda hatırlamış gibi başını salladı.
‘’A, evet, şu
ünlü mücevher!’’ dedi. ‘’Ne yazık ki, hiçbir yerde yok. İstersen iblislerine
sorabilirsin.’’
Ares, adama
uzun uzun bakınca adam rahatsızca kıpırdandı.
‘’Aradığımı
saklayamam ama bulamadım.’’ Diye ekledi.
Ares tam ikna
olmamıştı:
‘’Gözüm
üstünde İksion. En ufak bir yanlışında ilk cezan için yalvaracak hale gelirsin.
Şimdi defol, git. Deimos!’’
İksion’un düzgün
görünen yüzünün yarısı seyridi. Ares’e bir şey demeksizin ardındaki siyah
yarığın açılıp kaslı bir kolun onu karanlığın içine çekmesine izin verdi. Adam
ortadan kaybolunca Ares, Dünya’nın arkasındaki kapıya doğru hızla yürüdü.
‘’Benimle gel.’’
Dünya’nın
yanından geçerken tek söylediği kelime buydu. Dünya yerinden kıpırdamadı.
Duyduklarından sonra tüm duyguları karmakarışık olmuştu, yine bir rüyanın
içinde olduğunu anlasa rahatlayacaktı. İçi yanıyordu, hem öfke hem de hayal
kırıklığıyla. Ares, birkaç adımdan sonra durdu ve omzunun üstünden Dünya’ya
baktı.
‘’Dünya?’’
‘’Adamın
dedikleri doğru mu?’’ dedi Dünya, buzu çözülür çözülmez. Omzu alarm vermemişti
ama Ares’in onaylaması gerekiyordu. İnanmak istemiyordu, ne ara Ares’in iyi
olduğunu düşündüğünü hatırlamaya çalıştı.
Ares, Dünya’ya
doğru döndü.
‘’Ne fark eder
ki?’’ dedi kayıtsızca.
Adamın
soğukkanlılığı ve vurdumduymazlığı karşısında öfkelendi. Boyutlara saldığı
iblisler gözlerinin önünde iki canlıyı öldürmüşlerdi, bu sadece onun
bildiğiydi. Kendi arkadaşları da şu anda iblisleri kovmaya çalışıyorlardı. Sırf
buraya gizli gelebilmek için bu kadar kişinin canını yakması, hayalindeki
Ares’e hiç yakışmıyordu. Madem iblislerin üzerinde böyle bir gücü vardı, neden
onların insanlara saldırmasını emrediyordu, korumak yerine. Tüm öfkesiyle
karşısında duran altın gözlüye baktı.
‘’Ne mi fark
eder? Sen bir katilsin. Sana yardım ettiğim için kendimden nefret ediyorum.’’
Ares,
kaşlarını çattı, ona doğru adımlayınca Dünya geriledi.
‘’Bana
yaklaşma!’’
Ares durakladı
‘’Sana bir şey
yapmayacağım.’’
‘’Yapacağını
yaptın zaten. Beni kandırdın. Senin gönderdiğin iblislerin masum iki canlıyı
öldürmesini izledim bugün.’’
Ares inanmaz
bir yüzle ona baktı. ‘’Ne demek istiyorsun?’’
Dünya
sakinleşmeye çalışarak gözlerini kapadı ve soluklandı. Kalbi delice atıyordu ve
canı yanıyordu. Gözlerini yeniden açtı.
‘’Ben, evime
gitmek istiyorum.’’
‘’Ne?’’
Ares’in yüzü
taşa dönüştü. Dünya sözlerini yenilemeye davranınca homurdanarak lafını kesti.
‘’Hiçbir yere
gitmiyorsun. Benimle kalacaksın. Biz bir anlaşma yaptık, hem de senin isteğinle
ve kurallarınla. Benim dediklerime uyacaktın. En küçük engelde anlaşmayı öylesine
bozamazsın.’’
‘’O sırada
sana güvenmeye çalışıyordum.’’ dedi Dünya. ‘’Senin asıl yüzünü şimdi daha iyi
görebiliyorum.’’
Ares gözlerini
kısarak Dünya’ya baktı, yumrukları iki yanında sıkılıydı. Çenesi kasıldı.
‘’Açıklama mı
istiyorsun?’’
‘’Açıklama
bile istemiyorum.’’ dedi Dünya. ‘’Evime dönmek istiyorum. Beni rahat
bırakmanızı istiyorum.’’
Ares başını
salladı.
‘’Bunu yapamam.’’
dedi. ‘’Ve anladığım kadarıyla, senin bana bir açıklama borcun var. Bugün ne
oldu?’’
Dünya bir anda
nerede olduğunu hatırladı. Yer altında, metrelerce aşağıda loş bir
mağaradaydılar ve iblislerin lideri olan altın gözlü ile tek başınaydı. Dışarı
çıkmalıydı. Yolu biliyordu bilmesine ama uçurumdan yukarı nasıl çıkacaktı?
Kapana kısıldığının farkındaydı ve işte şimdi korkuyordu.
Ares, cevap
için karşısına dikildi. Tartışma için yanlış zaman ve yanlış kişi olduğunun
farkındaydı ama bu saatten sonra hiçbir lafını geri alamazdı. O yüzden derin
bir nefes alıp başını dikleştirdi.
‘’Ben bir
boyuta gittim, yanlışlıkla…’’ diye konuşmaya başladı. ‘’Kara parçası olmayan,
uçsuz bucaksız bir denizle kaplıydı. Beni bulan iki balıkadamı su iblisleri
öldürdü, senin gönderdiğin su iblisleri.’’
Ares, düşünceli
bir ifadeyle Dünya’ya baktı.
‘’Onları ben
göndermedim. Emir verdiğim iblisler sadece ortalığı karıştıracaklardı ama
kimseye saldırmayacaklardı. İnan bana papatyam, onları ben göndermedim.’’
Dünya’nın
kafası karışmıştı:
‘’Bundan nasıl
emin olabilirsin? Onlar iblis Ares, bana daha öncede saldırdıklarını
biliyorsun.’’
Ares etrafa
bakarken kısaca düşündü.
‘’Merak etme
iblisleri benden iyi kimse tanıyamaz.’’ Dedi ve bıkkınca ekledi. ‘’Eve
döndükten sonra konuşabilir miyiz? Sana en baştan her şeyi anlatacağım.’’
Bakışları yeniden Dünya’ya döndü. ‘’Söz, senden bir şey saklamayacağım. Dersimi
aldım.’’
Dünya omzunun
tepkisizliğine güvendi ve başını salladı.
‘’Tamam.’’
Ares ile
odadan dışarı çıktılar. Buzluğa dönmüş mağaradan uzaklaşacağı için sevindi.
Ares, elini tutunca Dünya her şeye rağmen heyecanından havalandığını hissetti
ve adama döndü.
‘’Sana
dönüşümüzün kolay olacağını söylediğimi hatırlıyor musun?’’
Dünya’nın
boğazı kurumuştu. Ares ona yaklaşırken dizleri titremeye başladı. Ares
kollarını ona sardı.
‘’Bu en
sevdiğim yolculuk’’ diye Dünya’nın yüzüne doğru mırıldanırken, yer, Dünya’nın
altından kaydı.
8. bölüm
Kalbi delice
atarken Ares ondan uzaklaştı. Adamın kollarından ayrılan Dünya, düştüğü boşluk
duygusu yüzünden sendeleyerek dengesini bulmaya çalıştı. Az önce ürkütücü mağaradaydılar
şimdi ise hoş bir odada dikiliyorlardı. Dizlerinde iyice derman kalmayınca
arkaya doğru düştü. Neyseki rahat bir koltuğun üzerine düşmüştü. Ares, üzerindeki
montu çıkarıp yatağın üstüne attı.
‘’Odama yeniden
hoş geldin.’’
Bileğindeki geniş
deri bilekliği de çıkartıp montunun yanına attı ve ona döndü. Dünya, odayı
incelemeyi bırakıp gözlerini Ares’e çevirdi. Kalbini titretecek kadar yakışıklı
adamın odasında olması bir yana, ona bu şekilde özlem dolu bakması Dünya’yı
öldürüyordu. Kızgın kalmayı nasıl başaracaktı? Ya da tekrar ona kızmayı nasıl
başaracaktı?
Ares, ona
bakmayı bırakıp tişörtünün kollarını dirseklerine kadar sıyırdı ve tam
karşısındaki koltuğa otururken Dünya nihayet konuştu:
‘’Hoşbulduk.’’
Ares, ciddi
bir sesle konuşmaya başladı.
‘’Nereden
başlayacağımı bilmiyorum. Çok karışık ve senin sinirleneceğine eminim.’’
Dünya
sabırsızca söylendi.
‘’Gelin
olayından başlayabilirsin.’’
‘’Ne?’’
‘’Görmeye
gittiğimiz zavallı gelininden!’’ diye Ares’e hatırlattı. Evet, sinirlenmeyi
başarabiliyormuş, kızmaya başlaması hiç zor olmayacaktı.
Ares kendini
koltuğa bıraktı ve gözlerini tavana dikti, yardım istercesine.
‘’Yok artık!’’
Dünya
homurdandı.
‘’Yok,
olduğunu bende anladım, neyseki yedek nişanlın var. Afrodit!’’
Ares’in ona
dönen bakışları karşısında yutkundu. Ne konuştuklarını neyi tartışmaları
gerektiği birden aklından silindi. Tüm dünyası bir çift altın göze dönüştü.
Ares hoş bir tınıyla mırıldandı.
‘’Bana,
anlaşmamızı bozduracaksın Dünya.’’
Dünya,
gözlerini kucağında kenetlediği ellerine eğdi. Aynı his onda da belirmişti.
Aralarındakini iş olarak görmek ne
kadar zordu…
‘’Pek ala,
istediğin konuyu anlat. Sen bana bakma, devam et. Ağzımı bile açmayacağım.’’
Yüzü alev
almıştı. Ares’in kelimeleri, sesi ve bakışları öyle anlamlıydı ki,
heyecanlanması onu utandırdı. Kalbine sakinleşmesi için zaman tanıdıktan sonra
gözlerini kaldırıp Ares’e baktı. Ares’in kaşları çatıktı.
‘’Öncelikle
sana bir şey sormak istiyorum.’’ dedi. ‘’Su iblislerinden nasıl kurtuldun?’’
Adonis’in
yardımını anlatıp anlatmamakta kararsız kaldı. Konuşmaması konusunda Hermes’in
uyarısını düşündü. Adonis ve Ares arasında her ne varsa bu çekişme Adonis’in
hafızasına mal olmuştu. Yalan söylemenin tam sırasıydı.
‘’Poseidon’un
tritleri sayesinde.’’
‘’Triton.’’
diye Ares onu düzeltti.
Başını
salladı. ‘’Evet, tritonlar beni buldu.’’
Yarım yalan,
bu işte gayet başarılıydı. Ares bir anlığına yanağını çiğneyerek düşündü ve
dudağını büktü.
‘’Kapıların
ciddiyetini kavramışsındır, sanırım.’’
‘’Evet.’’ dedi
kısaca.
Ares doğruldu,
anlatma sırası ona gelmişti.
‘’Anlatmaya
bir önceki görevinden başlamam gerek. En son Olimpos’a geldiğinde, sana bir
lanet yapılmıştı. İblis kapılarını kapatman halinde ‘iblis mücevheri’ dediğimiz bir elmas, içindeki tüm kötülüğü sana
akıtıp senin, lanetli birine dönüşmeni sağlayacaktı. Deimos, mücevheri, senin
açtığın iblis boyutununun kapatılmaması için teminat olarak aldı. İlk önce bunu
tehlike olarak almamıştım. Sen bir daha anahtar olarak belirmezsin diye düşündüğümden
bir sonraki anahtara iblislerin kapılarını kapattırabileceğimi sandım. Ama
anahtar belirmedi, onun yerine Apollon’un aynasında anahtar resmi belirdi.
Bunları sana anlatmıştım.’’ Dedi, Dünya başını ‘evet’ anlamında sallayınca devam etti.
‘’Zeus, beni
cezalandırmak için saçma görevler verip duruyordu. Bu arada iblis saldırıları
iyice arttı. Tüm kilitler etkisizleştiği için iblisler başıboş kalmışlardı. İş
iyice çığrından çıkınca kâhinin kehaneti aklıma geldi ve Deimos ile anlaşıp
liderleri olmayı kabul ettim. Deimos güçlü bir baş iblis olsa da; tüm iblislere
söz geçiremezdi. Ayrıca göz kulak olması gereken başka bir sorun daha vardı.
Asteria isimli güçlü bir titan. Onun başka iblis gruplarını kışkırttığını ve
toplamaya çalıştığını biliyordum. Kadının gücü, bizim hükmetmeye çalıştığımız
grupları etkilemeyi başarıyordu. Tek düşüncesi, tüm iblislere hükmedip
boyutların tek hakimi olmaktı, onun önündeki engel de bendim. Senin ruhunu
lanetleyecek mücevher de onun eline geçmişti. Mücevheri bir şekilde Deimos’tan çalmayı
başarmıştı ve ben seni korumak için eve dönemiyordum. Hermes’in verdiği
haberler, beni iyice çileden çıkarttı ve Asteria ile görüşmeye gittim. Onunla
evlenmem halinde kendi emrindeki iblisleri durduracaktı ve hepsi benim komutam
altına alınacaktı. Dediğine göre; o, sadece yanımda olup kraliçeliğini sürmek
istiyordu. Tabi bu bir yalandı, biliyordum yine de onu oylamak için teklifini
kabul ettim. Olimpos’tan izin almaksızın, iblislerin huzurunda Asteria’yı eşim
olarak ilan ettim. Şartlarımdan biri de, iblis mücevherini bana iade etmesiydi.
Evlendiğimiz gece, ondan mücevheri istedim. Ben ısrar edince vermekten
vazgeçtiğini söyledi, senin öldüğünü görmeden içinin rahat etmeyeceğini
söyledi. Kendimi kaybettim. Kalbine bıçağı nasıl sapladığımı bile
anımsamıyorum. Ne yaptığımı fark edince, Asteria’yı o gördüğün odaya hapsettim.
Kimsenin bilmediğini sanıyordum. Mücevheri heryerde aradım ama bulamadım.
Deimos dışında diğer iblisler Asteria’nın kalbinde bir bıçakla o odada hapis
olduğunu bilmiyorlardı ve benim onların lideri olmamdan memnunlardı. Yine de
asi gruplar saldırılara devam ettiler. Sonunda Zeus beni geri çağırmak zorunda
kaldı, çünkü diğer evler ona baskı kurmuşlardı. Geri dönmeyi, tek bir şartla
kabul ettim. Zeus seni bizzat korumama izin verecekti. Zeus’un başka çaresi
olmadığından kabul etti ama onun da bir şartı vardı. Ölümsüzlüğü kabul edip Afrodit
ile evlenmem gerekiyordu. Böylece elimi kolumu bağlayacaktı. İkimiz konusunda
bir türlü emin olamadığı için beni denemeye çalışıyordu, emin olsaydı senin
üstüne oynamaya başlayacaktı. Ölümsüzlere, ölümlüleri yasakladığım için benden
bu şekilde intikam almayı düşünmüş olmalı. Ölümlü olduğum için o yasaktan kurtulmuştum.
Seninle aramda hiçbir engel kalmamıştı. Bu yüzden bileğime, Afrodit kelepçesini
vurdu. Diğer evler de benim yeniden ölümsüz olmamı istiyor. Yeteneğimi
kaybetmek istemiyorlar çünkü anahtar dengesi yıkıldı. Kapıların kontrolü
ellerinden çıktı. Benim düzeltmemi bekliyorlar.’’
Dünya nefes
almadan Ares’i dinlemişti. Dayanamayıp sordu.
‘’Nasıl
düzelteceksin?’’
Ares eliyle
alnını ovuşturdu ve koltuğa yaslandı.
‘’Bir çaresini
bulacağım. Ama önce iblis mücevherini ele geçirip senin lanetini bozmam gerek.
Sürekli tehdit altında olduğunu düşünürken başka bir konuya yoğunlaşamıyorum.’’
‘’Belki
mücevher sonsuza kadar kaybolmuştur.’’
Ares elini
çekip Dünya’ya baktı.
‘’Kaybolmaz
ama kim sakladıysa bulacağım.’’
Sözler,
Ares’in dudaklarından kolayca çıkmıştı ama hissettirdiği duygu, Dünya’nın
tüylerini diken diken etti. Acımayacaktı.
‘’Yakında bir
toplantı yapılacak, durum değerlendirmesi gibi bir şey. Seni o yüzden
getirtmişler. Diğer evler seni görmek istemiş. Senden sakin olup oyuna devam
etmeni istiyorum.’’
Dünya kaşlarını
çattı. Oyun, yani her şeyden bihaber zavallı anahtar olmaya devam edecekti ve
Ares, nişanlısı Afrodit ile millete gösteriş yapacaktı. Kalbi kasıldı.
‘’Seninle
aramızdaki ilişkiyi fark etmemeleri lazım…’’
‘’Ne
ilişkisi?’’ dedi sinirle. ‘’Zaten öyle bir şey yok.’’
Ares’in yüz
ifadesi dağıldı.
‘’Dünya…’’
dedi. ‘’Lütfen.’’
Dünya ayağa kalktı.
‘’Doğruyu
söylediğini biliyorum Ares. Ama en başta söyledim, madem Afrodit’e aitsin,
ikimiz arasındaki ilişki ancak bu görevle sınırlı kalır.’’
Ares de
ayaklandı.
‘’Çocuklaşma
Dünya, tüm bunları neden yaptığımı sana açıkladım. Afrodit benim için…’’
‘’Onun senin
için anlamı, seni alakadar eder, benim için hiç önemli değil. Benim de senin
planlarının bir parçası olmadığım ne malum.’’
Ares derin bir
soluk aldı.
‘’Çok dikkafalısın!’’
‘’Senin de
benden farkın yok. Sürekli kendi bildiğini yapıyorsun, belki tüm bunlara hiç
gerek yoktur. Belki diğerlerinin sözlerini dinlemen gerekiyordur.’’
Ares,
Dünya’nın kolundan tutup kendine doğru çekti ve yüzüne karşı öfkeyle söylendi.
‘’Kahretsin, onlar,
seni öldürmeyi tasarlıyorlar. Anahtar dengesini sağlamak için ve yeni bir
anahtar belirmesi için. Bunu biliyorum. İblisler de yeni bir anahtarın belirip
onları kilitlemesinden korktuklarından seni kaçırmaya çalışıyorlar. Seni kaçırmaya
çalışan her kimse; bence, elinde mücevher var ve başıboş iblisleri o yüzden
sana yönlendiriyor. Anlamıyor musun, benim tek derdim seni korumaya çalışmak!’’
Dünya,
afallamış bir halde Ares’e baktı, kolunu sıkan parmaklar gevşedi. Ares’in
yüzünü pişmanlık kaplarken Dünya’nın gözleri adamın dudaklarına ilişti. Kalbi,
göğüs kafesini zorlayarak atıyordu ve kulakları, heyecandan uğulduyordu. İkisi
arasındaki çekim neredeyse canını yakıyordu, adama olan özlemi dayanılmazdı.
Sözleri Dünya’yı korkutmamıştı, neden korkmadığını da iyi biliyordu. Altın
gözlü onun yanında olduğu sürece ona zarar gelmeyeceğini tüm varlığıyla
kavramıştı. Serbest elini yükseltti ve Ares’in yanağını okşadı. Ares güzel
gözlerini kapatıp Dünya’nın parmaklarına teslim oldu.
‘’Dünya’m’’
diye fısıldadı.
Dünya çekime
karşı koyamıyordu, yavaşça Ares’in dudaklarına uzandı.
Kapı hızla
çalınınca ikisi birden irkilip birbirlerinden ayrıldılar. Ares şaşkınca
Dünya’ya bakarken kapının diğer tarafından bir ses yükseldi.
‘’Ares, aşkım,
odanda mısın?’’
Afrodit! Dünya
cansızca kendini koltuğa bırakırken Ares ne yapacağını bilemez bir halde kapıya
baktı.
‘’Uyuyor
musun?’’
Kapı yeniden
tıklatıldı. Ares boğuk bir sesle cevapladı.
‘’Bir dakika
Afrodit.’’ dedi ve yardım istercesine Dünya’ya baktı.
Dünya ağlamak
üzereydi, zorlanarak ayağa kalktı ve dolabın yanına gidip duvara yaslandı.
Oyun başlasın.
Ares, yatağın
üstündeki bıçaklı bilekliği montuyla gizleyerek kapıya gitti ve açtı.
Afrodit’in ilk
sorduğu soru:
‘’Odanda biri
mi var?’’ oldu.
Ares:
‘’Evet, kâinat
güzeliyle poker oynuyordum.’’ diye cevap verince Afrodit bozuk bir sesle
konuştu.
‘’Benimle
dalga geçmene gerek yok canım. Geç açınca merak ettim.’’
‘’Uyumak
üzereydim.’’ diye kısa kesti.
‘’İşini çabuk
bitirmişsin.’’
‘’Beni
bilirsin oyalanmayı sevmem.’’ dedi Ares.
Afrodit iç
gıcıklayıcı bir tonda konuştu.
‘’Bilirim,
sevgilim, uzatmayı sevdiğin işleri de bilirim.’’ dedi. ‘’Seni özledim Ares.
Odana girme iznimi ne zaman vereceksin?’’
Düya, Ares’in
soluk aldığını duydu, konuşmalarına dikkat kesilmişti. Değil hareket etmek
nefes bile almadan onları dinliyordu.
‘’Bunu daha
önce defalarca konuştuk. Bu oda sadece bana ait.’’
Afrodit
huysuzca konuştu.
‘’Buna inansam
sorun değil ama diğer iki kadının da odana girebildiğini bilerek, benim engellenmem
canımı sıkıyor. Daha ne kadar katlanırım onu kestiremiyorum.’’
Ares soğuk bir
sesle söylendi.
‘’Katlanman
gerekmiyor. Vaz geçme hakkına sahipsin. Ayrıca Asteria’nın ve Dünya’nın neden
odama girebildiğini de bal gibi biliyorsun. O yüzden dırdırı kesip beni neden
uyandırdığını söyleyebilirsin.’’
Afrodit
yumuşadı.
‘’Özür
dilerim. Seni kıskanıyorum, elimde değil sevgilim.’’ Dedi ve ekledi. ‘’Zeus,
dönenlerden rapor bekliyormuş. Hermes yerine benden duymak istersin diye
düşündüm. Ayrıca yemek vakti de geldi.’’
‘’Herkes döndü
mü?’’
‘’Sen, Athena,
Apollon, Adonis ilk dönenler, diğerleri de kontrollerini bitirmişler,
yoldalarmış. Yarım saate kadar herkes raporunu verip salonda olur.’’
‘’Tamam, ben de
o zaman gelirim.’’ Dedi Ares.
Afrodit ‘’Seni
özlediğimi söylemiş miydim?’’ diye çekici bir sesle konuşunca Ares teslim oldu.
‘’Üstümü
değiştireyim. Sen git…’’
‘’Vakit
kaybetmeye gerek yok sevgilim, her zamanki gibi çok hoşsun. Benimle gel.’’
Birkaç saniye
sessizlik oldu, ardından kapının kapanma sesi geldi. Dünya, yaslandığı duvardan
yere kaydı. Ağlamamak için sıktığı çenesi titriyordu. Yutkundu ve akmak üzere
olan gözyaşlarını geriye attı. Bu oyun, onun canını çok yakacaktı.
Ardına saklandığı
dolaptan ayrıldı. Ares’in odasından çıkarken diğerlerine yakalanmamalıydı, o
yüzden vakit geçirmek ve kafasını dağıtmak için odaya bir göz attı.
Odası çok
düzgündü. Oturma grubu, masa, sandalye, dolap, yatak, tüm eşyası buydu. Odanın
sade dekoruna garip bir şekilde uyum sağlamış yüksek ayaklı şamdanlarda,
erimeyen mumlar güçlü bir ışık saçıyordu. Masaya doğru adımladı. Küçük bir
kitaplığı vardı. Dünya, çeşit çeşit kitaplara öylesine baktı. Yazıları okumayı
bile düşünmeksizin, içi bu kadar sıkılırken ve boş bir beyinle, yazılar
anlamsız geldi. Masanın rafındaki kadife kutu gözüne iliştiğinde kapıya doğru
dönmüştü. İçinde ne olduğunu biliyordu, yumruklarını sıktı.
Kapıya doğru
hızlı adımlarla yürüdü. Kadifeyi andıran kapı, o, yaklaştığında ardına kadar açıldı.
Dünya, hiç duraklamadan koridora çıktı. Hırslanmıştı ve gözlerinden dökülenlere
engel olamıyordu. Buğulu görüşüne rağmen, kimseye rastlamadan kendi odasını
bulabildi. Duvara dokundu ve renkli ışıkları açarak koşar adım kendini yatağının
üstüne attı.
Birkaç dakika
sonra, gözlerini çekiştirdiği çarşafa silip doğruldu. Ağladığı için kendine
sinir olmuştu. Ares, kadının tekini kandırıp evlenmiş, sonra da onu öldürmüştü.
Ardından da Afrodit ile nişanlanmıştı. Adam sürekli bir plan içindeydi ve
çevresindekileri kullanmayı çok iyi biliyordu. Tek derdinin de; ölümsüzlerin,
ölümlüleri kullanmalarını engellemek olduğunu söylüyordu. Kendisi ise kullanma
bakımından, ölümlü ölümsüz ayırımı yapmıyordu.
Dünya, onun
samimiyetine inanmayı ne kadar çok istediğini fark etti. Ares yanındayken
inanıyordu da. Ama Ares’ten uzaklaşıp salim kafayla düşündüğünde bu şekilde olmaması
gerektiği hissine engel olamıyordu. Ayağa kalkıp banyoya doğru yürüdü. Belki de
bu evde işler böyle yürüyordu. Kimin hamlesi daha iyiyse o söz sahibi olabiliyordu.
Peki, Ares, bu kadar baskınsa neden başa geçmiyordu? Zeus’tan bu kadar bıkmışlarsa;
neden tahtı başkası devralmıyordu? Lavaboda yüzünü yıkarken bunun gibi bir sürü
soru beyninde uçuştu. Mantıklarını anlayamadığından fikir bile yürütemiyordu.
Aynada kendini
kontrol etti. Gözleri hafifçe kızarmıştı ve yüzünün rengi çok soluktu.
Acıktığını hissetti, en son ne zaman yemek yediğini bir an hatırlayamadı.
Saatine baktı, çalışmadığını farkedince kulağına götürüp dinledi. Makineden ses
çıkmıyordu, bozulduğuna inanamadı. Yeni almıştı hâlbuki… Taksidi bitmemiş saati
kolundan çıkarıp lavabonun kenarına koydu. Aynada boğazındaki hasarı kontrol
etti. İz bir hayli dağılmıştı, dikkatli bakmayınca belli bile olmuyordu. Aklı
saldırı anına gitti. İblis onu kaçırmayı başarsaydı, karşısına kim çıkacaktı,
acaba? Zihninde Ares’in yüzü ve altın gözleri gelince aynadan ona bakan aksi
kaşlarını çattı. Ya tüm bunlar bir rüyaysa… Ama değildi, boynundaki sarartı ve
adamı düşündüğünde hissettiği kalp sızısı Dünya’ya başına gelenlerin gerçek
olduğunu fısıldıyordu. Saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırıp odasına
geçti.
Bir ses ismini
söyleyince irkilip kapıya doğru baktı.
‘’Dünya…’’
diye seslenen sesin sahibi, açılan kapıya hayret ederek devam etti.
‘’Seninle…’’
Dünya,
kapısının açılmasına şaşkın bir yüzle en az onun kadar afallamış adama
baktığında; Adonis zayıf bir sesle cümlesini bitirdi.
‘’Konuşabilir
miyim?’’
Dünya, odanın
ortasında dikilip Adonis’in odaya şaşkınca adımlamasını seyretti. Adonis bir
iki adımdan sonra kapıya bir göz attı ve Dünya’ya döndü.
‘’Kapın
açıldı.’’
Dünya başını
salladı.
‘’Görebiliyorum.’’
‘’Neden?’’
‘’Bilmiyorum.’’
dedi Dünya. ‘’İzinsiz girilemediğini sanıyordum.’’
Adonis
düşünürken eliyle saçlarını sıvazladı. Pat diye Dünya’nın odasına girdiği için
utanmıştı ama merakı utancından üstün geldi.
‘’Öyleydi.
Ben, seninle konuşmak istemiştim. Kafam çok karıştı.’’ Dedi, kapıya kısa bir
bakış daha attı ve dudağını büküp Dünya’ya baktı. ‘’Şimdi daha beter oldu.’’
Dünya, her
şeyden habersiz adamın haline üzüldü. Dünya, onunla aynı durumdaydı ama hiç
değilse hafızasının silindiğini biliyordu. Adonis’in ondan bile haberi yoktu.
Acaba, Adonis’in hafızasının katledilmesinin sebebi neydi? Bir kere daha merak
etti.
Dünya’nın tepki
vermeksizin bakmaya devam etmesi, Adonis’in sıkıntıyla nefes almasına neden
oldu. Ellerini koyacak yer bulamayınca göğsünde kenetledi. Rahat kesimli, beyaz
gömleğin altına spor ve şık bir pantolon giymişti.
‘’Sözlerim
sana tuhaf gelecek ama Atlantis’ten döndüğümüzden beri senden başka bir şey
düşünemez oldum. İçimde tuhaf bir his var. Neden kendimi sana bu kadar yakın
hissediyorum?’’
Dünya,
dudağını kemirmeye başladı. Kararsızca etrafına bakındı ve masanın yanındaki
sandalyeye güçsüzce oturdu. Adonis, kapının önünden ayrılıp yanına geldi.
‘’Beni yanlış
anlama. Bu duyguya öyle yabancıyım ki, adlandıramıyorum bile. Ares’in ölümlü
olmasına sebep olduğun için sana çok kızgındım. Hatta senden nefret ediyordum
ama o gece klupte seni gördüğümden beri ne uyku uyuyabiliyorum ne de aklımı
senden uzaklaştırabiliyorum. Ve şimdi de odana girebildiğimi görünce iyice karıştım.’’
Dünya, adamın olağanüstü
güzel yüzüne, gözlerini çevirdi.
‘’Seni,
kulüpteki geceye kadar hiç görmemiştim. Odalar konusunda senden fazla bilgim
yok, biliyorsun. Belki daha önceki anahtarla aran iyiydi. Yani, sana yardımcı
olamayacağım.’’
Adonis,
Dünya’nın savını yemedi ve başını salladı.
‘’Bu oda sen
geldiğinde açılmış, tamamen sana ait bir oda ve seninle daha önce
karşılaşmadığımız için odana girme iznini almama imkân yok.’’
‘’Ne
diyebilirim ki, Adonis?’’ dedi. Anlatmamaya karar vermişti, Ares’in sözünü
dinleyecekti. Adonis’e yarım bir bilgi vermesi daha kötü sonuçlara yol
açabilirdi. ‘’Belki sende anahtar olmuşsundur.’’
Adonis
gözlerini devirdi ve masaya yaslandı.
‘’Dalga mı
geçiyorsun, yoksa düşünceni mi söylüyorsun, anlayamıyorum.’’
‘’Dalga geçecek
kadar seni tanımıyorum.’’ dedi ve adamı rahatlatmak için gülümsedi. ‘’Seni
düşünecek kadar da samimi değilim.’’
Adonis,
şakasını anlamıştı, o da Dünya’ya mükemmel ve anlamlı bir bakış gönderdi. Ve
ona doğru eğildi.
‘’Ben, bir ara
bayağı samimi olduğumuzu düşünmüştüm.’’ Dedi ve Dünya’nın yanaklarını alev
içinde bırakarak göz kırptı.
Dünya derin
bir nefes aldı, aklına hayat öpücükleri gelmişti. Adonis’e bakmamak için kaşlarını
çatarak başını eğdi ve masanın üstünde duran gümüş kolyesini eline aldı. Zarif
çiçeği parmaklarıyla oynarken söylendi.
‘’O sayılmaz,
can havliyle yapılmıştı.’’
Adonis, tek
dizinin üstüne çöktü ve Dünya ona bakana kadar gülümseyerek yüzünü seyretti.
‘’Şimdi
tehlikede değilsin. Nasıl hissettirdiğini anımsamak istersen, ben buradayım ve
emrine amadeyim.’’
Dünya’nın ağzı
açık halini keyifle izleyip doğruldu.
‘’Bir şok
insanı kendine getirir, kafayı dağıtır. Madem ikimizde sorularımıza cevap
bulamayacağız, benimle yemeğe gelmeye ne dersin?’’
‘’Bu iyi bir
fikir mi?’’
Adonis
dudağını büktü.
‘’Yemeği ben
yapmadığıma göre iyi fikir, sen acıkmadın mı?’’ dedi ve Dünya’nın parmakları
arasındaki kolyeye uzandı. ‘’Bununla oynamayı bırak da hazırlan.’’
Kolyeyi,
adamın avcuna bıraktı ve rahat bir soluk alıp ayağa kalktı.
‘’Tamam, bende
çok acıkmıştım.’’
Adonis’in
şakaları pek alışık olduğu şakalar değildi ama itiraf etmeliydi, gerginliği
almaya birebirdi. Üstüne başka bir şey giymek için dolabına doğru giderken
Adonis, elindeki kolyeyi incelemek için başını eğdi.
Dolaptan
birbirinin benzeri tişörtlerden birini çekti ve adama döndü. Adonis, hala
elindeki kolyeye bakıyordu. Yüzünde tuhaf, donuk bir ifadeyle kafasını
kaldırdı.
‘’Bunu nerden
buldun?’’
Dünya, bir an,
neyi kastettiğini anlayamadan adamın eline baktı. Adonis, gümüş kolyeyi öne
uzattığında rahatladı.
‘’Hatırlamıyorum,
yaklaşık bir sene önce kendime geldiğimde boynumda asılıydı. Nereden aldığımı
bilmiyorum.’’
‘’Peki, ne
olduğunu biliyor musun?’’
Dünya, daha
önce defalarca gördüğü çiçek şekline bir kez daha baktı. Hiç merak edip
araştırmamıştı ve bitkiler konusunda çok bilgisizdi. Domatesin meyve olduğunu
geçen ay öğrenen biri olarak, kolyenin üstündeki güzel çiçeğin kesinlikle gül
olmadığını bilecek kadar anca bilgisi vardı.
‘’Bilmiyorum.’’
dedi omzunu silkti.
Adonis,
parmaklarının ucunda sallanan çiçeğe dalmış gibi mırıldandı.
‘’Anemon’’
Dalgın
bakışlarını Dünya’ya çevirdi.
‘’Bunu,
takmanı istesem...’’
Dünya, tuhaf
hareketlerine ve sebepsiz isteğine kafasını salladı.
‘’Tabi,
genelde boynumdan çıkartmam ama…’’
Adonis lafını
kesti.
‘’Üzerindeki
tek aksesuar bu kolye olsun.’’
Dünya’nın eli
boynunda görünen kolyeye gitti, papatya kolyesini çıkartması gerekecekti.
Ares’in ona verdiği…
‘’Buna gerek
olduğunu düşün…’’
‘’Lütfen!’’
dedi Adonis, lacivert gözlerindeki beklenti dolu bakışa karşı koyamadı.
‘’İyi. Tamam.’’
Banyoya doğru
döndü, üstünü çıkartacaktı ve papatya kolyesini. Neden bu kadar zor geliyordu
ki? Tişörtünü üstünden sıyırıp diğer tişörtü giydi, geniş yakalı olduğunu o an
fark etti. Pırlanta kolyesi, ışık sayesinde rengârenk parıldarken elini uzatıp
kalbini sökercesine kolyeyi çıkattı ve çalışmayan saatinin yanına bıraktı.
Fazla oyalanmaksızın odaya geri döndü. Adonis, oturduğu sandalyeden doğruldu ve
kolyeyi boynuna takmak için ona doğru gelince Dünya atıldı.
‘’Ben takarım,
teşekkür ederim.’’
Adonis başını
sallayıp kolyeyi avuçlarına bıraktı. Dünya kolyeyi kolayca taktı, kolyenin
kilidine aşina olduğundan zorlanmamıştı. Doğrulup Adonis’e baktı.
‘’Nasıl
oldu?’’ dedi sevimli bir sırıtmayla.
Adonis’in
gözleri, kolyeden yüzüne doğru kaydı.
‘’Göz
kamaştırıcı!’’
Adamın sesinin
titremesine şaşırdı. Basit, gümüş bir kolyenin Adonis’i bu denli etkilemesi
ilginçti. Adonis, tedirgince gülümsedi.
‘’Yemek
bitmeden gidelim mi?’’
Koridorun
sonundaki odadan konuşma ve gülüşme sesleri geliyordu. Adonis, yol boyunca tek
kelime bile etmemişti. Elleri cebinde düşünceli adımlarla, Dünya’nın
yanıbaşında yürüdü. Kemer şeklindeki
girişe yaklaşırken Dünya gerildi. Seslerden bazıları tanıdık değildi,
tanımadığı kişilerin karşısına çıkmaya hazır olmadığını düşünürken Adonis elini
omzuna koydu. Kulağına fısıldadı.
‘’Korkma, menü
sen değilsin.’’
Dünya gergin
omuzlarını düşürdü.
‘’Korkmuyorum.’’
Adonis omzunu
bir kere sıkıp bıraktı.
‘’Menü sen
değilsin dedim de…’’ yan gözle ona kısa bir bakış attı. ‘’Ağzım sulandı.’’
Adamı ilk
gördüğünde beliren hayali aklına gelince bir an ne düşüneceğini bilemedi. Ama o
saçma bir hayaldi, gerçek bir gündüz rüyasıydı. Olması imkânsızdı.
Aklındakileri kovan Dünya durup adama döndü, sevimsiz bir sırıtmayla Adonis’e
söylendi.
‘’Aptalca
şakaların ne zaman bitecek? Sıkılmaya başladım da.’’
Adonis
dudaklarını yalayıp hoş gülümsemesiyle Dünya’yı süzdü.
‘’Şaka
yaptığımı da nerden çıkardın?’’
Dünya yüzünü
buruşturup ilerlemeye devam etti. Sert adımlarla yemek salonuna girdi ve ona
dönen birkaç bakıştan sonra masadaki herkesin dönmesini tedirgince izledi.
‘’Hey, Dünya,
nerede kaldın? Hermes seni çağırmadı mı?’’
Hermes’in
boğazını temizlemesiyle başını adama çeviren Artemis kızgın bir bakış attı ve
ekledi.
‘’Öncelik
görevdir, yemek değil!’’
Hermes pişman
bir tavırla yüzünü eğerken Dünya, masayı süzdü. Oval masanın çevresinde oturan
normal kıyafetli ama insandan farklı oldukları hissedilen ölümsüzlere hızlıca
baktı ve selamlamak için başını eğdi.
‘’Afiyet olsun.’’
Masanın
başında çok güzel bir kadın oturuyordu. Gür saçlarını hoş bir topuzla
toplamıştı, başında tavuskuşu tüylerinden oluşan incecik zarif bir taç
takıyordu. Taç sayesinde, bir heykeli andıran yüzünün soğuk ama mükemmel
hatları ortaya çıkmıştı. Siyah elbisesi, ince bedenini daha da kibar
gösteriyordu.
‘’Bir kez daha
merhaba Dünya.’’ dedi kadın. ‘’Buyur.’’
Dünya,
teşekkür edip Artemis’in yanına doğru yürüdü. Adonis, Hermes’in omzuna vurup
yandaki boş sandalyeyi işaret edince genç adam tabağını eline alıp yana kaydı.
Rahat tavırlarla Dünya’nın yanına oturan Adonis, tek elini yukarı kaldırdı. Odanın
diğer ucundaki kadınlardan biri hemen hareketlenip servis masasından iki
tabakla onlara doğru geldi. Kadın yürümüyor sanki uçuyordu ve çok güzeldi.
‘’O bir muse.’’
diye açıklama yapan Artemis’in sesiyle kendine gelip başını kadından çevirdi.
‘’Muse
nedir?’’
Artemis
sevimli bir sırıtışla açıkladı.
‘’Bir çeşit
peri.’’
Dünya anlamış
gibi ‘’Hıı!’’ dedi ve önüne döndü. Ölümsüzler sohbetlerine kaldıkları yerden
devam ettiler. Onun masadaki varlığını hiç yadırgamamışlardı. Biraz rahatlayan
Dünya, ölümsüzleri izlemeye devam etti. Hermes’in hemen yanında Eros
oturuyordu, onun yanında ise Hades. Muzip bir sırıtışla Dünya’yı selamladı.
Masanın diğer
başında Apollon oturuyordu. Dünya’nın bakışlarını üzerinde hissedince gülümsedi
ve tek gözünü kırptı. Devamında dudakları kıvrıldı, anladığı kelime ’merhaba’
idi. Adama gülümseyip onun yanına baktı. Gür saçlarını gevşek bir şekilde
örmüş, sakallı bir adam duruyordu, boynunda tuhaf bir dövme vardı. Şeklini tritonların
elinde gördüğü üç dişli çatala benzetti; bu Poseidon olmalıydı. Poseidon,
kolunu samimi bir şekilde onun omzuna koymuş bir adamla sohbet ediyordu. Adamın
elinde kocaman bir kupa vardı, bir dikişte içip geğirdi. Hiç utanması
olmaksızın kahkahalarla gülerken göbeği zıplıyordu. Adam, yanındaki asık
suratlı adamın omzuna dirseğiyle vurdu, kendi içine kapalı duran adam darbeyle
hoşnutsuz bir bakış attığı adama önündeki kadehi uzattı. Göbekli adam kadehi
alırken esmer adam yeniden içine kapandı. Omuzları genişti ve kaslı kollarını
saran tişörtü gergindi. Yanağının bir yanında yanık izine benzeyen bir iz vardı.
Son ikisini kesinlikle tanıyamamıştı.
Dünya başını
çevirdi ve Athena’yla gözgöze geldi. Saçlarını yarım toplamıştı, parıldayan
hareli gözleri dikkatlice Dünya’yı süzüyordu. Düzgün yüz hatları, asil duruşuyla
soğuk bir ifadeye bürünmüştü. Elindeki bıçağı oynamayı bırakıp hafifçe başını
yana eğdi ve Dünya’ya selam verdi. Dünya ona gülümsedi, bunu neden yaptığını
bilmiyordu ama Athena’da ona çok tanıdık gelen bir şeyler vardı.
Hera ile Athena’nın
arasındaki iki sandalye boştu. Boş sandalyelere bakarken içi sıkıldı. Başını
tabağına eğdi ve salatasını çatalıyla dürttü. İştahının gelmesini beklerken
masada konuşulanları öylesine dinlemeye başladı. Tüm ölümsüzler tuhaf bir dili
konuşuyor gibiydi. Anlamadığı o kadar çok isim ve tanımlama vardı ki, dikkatle
dinlemesi bile işe yaramıyordu.
‘’İçmiyor
musun?’’
Artemis’e
baktı ve başını salladı.
‘’Hayır, ben
içki içmem, su yeterli.’’
Artemis
gülümsedi.
‘’Tamam,
alışkanlıklar değişmemiş, bu güzel.’’ dedi. ‘’Eee, ne yaptın biz yokken?’’
Dünya bir şeyler düşünmeye başlamıştı ki Artemis ekledi. ‘’Tüm gün uyuduğunu
söyleme sakın.’’
Dünya,
omuzlarını kaldırdı.
‘’Tamam,
söylemem.’’
Artemis
gözlerini devirdi. ‘’İnanamıyorum.’’ dedi ve ona döndü. ‘’Tüm gün uyudun mu
yani?’’
‘’Sizin kadar
harekete alışık değilim.’’
Artemis
inanmaz bir yüzle ona baktı.
‘’Saçmalama, geçmişi
hatırlayabilseydin, bu cümleyi asla kurmazdın. Son beş seneki kadar hareketli
geçen bir görev süreci ve bu kadar aktif bir anahtar görmeyeli uzun zaman olmuştu.’’
Dünya ‘’Keşke
hatırlayabilseydim.’’ diye mırıldanınca Artemis üzgünce yüzünü astı.
‘’Kusura bakma,
hafıza olayı gerekli bir şey. Ares’in elinde olsaydı hafızanı kesinlikle
silmezdi. Bundan eminim.’’
‘’Neyse, sen
neredeydin?’’ dedi kayıtsızca. İblislerin verdiği zararı merak ediyordu.
Artemis
çatalına doladığı makarnayı dudaklarının arasından kaydırdı ve sosu diliyle
yalayıp omzunu silkti.
‘’Boşuna vakit
kaybıydı. Sadece üç boyutta ortaya çıktılar ve tek yaptıkları boş bir griffin
yuvasını dağıtmak, sentorların deposunu ateşe vermekti. İki incubus da perilerin
diyarında yakalanmışlar ve yok edilmişler.’’
Ares, doğruyu
söylemişti. İblisler gerçekten de hiçbir canlıya zarar vermemiştiler.
Rahatlayarak sandalyesine yaslandı.
‘’Bu çok iyi.’’
Adonis’in
sorusuna kadar yemeğiyle ilgilendi.
‘’Bu arada
çifte kumrular nerede?’’ ve Dünya’nın iştahı kaçtı.
Öylesine
sorulmuş bir soru nasıl nefesini kesebiliyordu? Adının Dionsys olduğunu
öğrendiği göbekli adam masaya eğildi ve sarhoş kelimelerle cevapladı.
‘’Sadece bir
tahmin hakkın var.’’ ve ardından kahkahayı bıraktı.
Birkaç tanesi
neşesiz sırıtmalarla adama katıldılar. Eros hemen atıldı.
‘’Belki Zeus’a
rapor veriyorlardır.’’
Dionsys göbeğini
okşayarak güldü.
‘’Rapor mu? O
zaman Zeus burada olsaydı keşke ama ne yazık ki şu dakikalarda Valhalla’da. Ama
merak etme, o ikisi Zeus’un dönmesini beklerken oyalanacak bir şeyler bulmuşlardır.’’
Dünya’nın
iyice yüzü asıldı ve kendisiyle aynı durumda olan Artemis ve Eros’a öylesine
baktı. Ne hissettiğini anlamışlar mıydı? Kıskançlık göğsünü daraltırken Hades’in
karanlık gözlerini ona diktiğini fark etti ve yüz ifadesini değiştirme
zamanının geldiğini anladı, yoksa Ares’in değerli oyunu açığa çıkacaktı.
Düşünmemeye çalışarak Adonis’e döndü ve öylesine laf attı.
‘’Normal yemek
yemenize şaşırdım.’’
Adonis,
bedenini Dünya’ya doğru çevirdi ve kolunu onun sandalyesinin arkasına attı.
‘’Yemek
yememiz, uyumamız, bedenimize dikkat etmemiz gerek. Ölümsüz olmak zarar
görmeyeceğimiz anlamına gelmiyor. Hatta insanlar gibi sarhoş olabiliriz.’’ dedi
diğer elindeki kadehi salladı. ‘’Bazen bir kadeh içki yüzünden, bazen de bir
çift ela göz yüzünden.’’
‘’Böyle
şiirsel konuşabildiğine göre, sen gerçekten sarhoşsun.’’ dedi Dünya.
Adonis
dudaklarını araladı.
‘’Biliyorum.’’
diye fısıldadı.
Dünya, adamın
yüzünden bakışlarını çekip önüne döndü. Adonis’in kusursuz güzelliğinden
etkilenmemek için kör olmak ve üstüne üstlük bir de sağır olmak gerekirdi.
Güzelliğiyle birlikte kelimeleri de öldürücüydü. Ama Ares hiçbir şey yapmasa da
kalbinin delice çarpmasına neden oluyordu. Bu ayırımı yapabilmesi, moralini
bozdu.
‘’Bir an
yetişemeyeceğimizi sandım. Çok mu geç kaldık?’’
Masadakiler
başlarını kaldırıp neşeyle çınlayan sesin sahibine bakınca, Dünya’da gayri
ihtiyari arkasını döndü. Adonis, Dünya’nın sandalyesinden kolunu indirip
omzunun üstünden gelenlere baktı. Afrodit, Ares’in koluna girmişti, ikisi
birlikte masaya doğru yürüdüler.
Ares,
özellikle Dünya’ya bakmıyordu ama çaprazındaki boş sandalyeye otururken bir
saniye gözgöze geldiler. Ares’in bakışları boynunda asılı kolyesine kaydı ve
yüz ifadesi bir anda dağıldı. Altın gözlü hemen Adonis’e baktı. Adonis ise
Ares’in tepkisine dikkat kesilmişti, beklediği bir tepki almış olacak gözleri
kısıldı ve kaşları çatıldı. Adonis’in masanın üstündeki eli yumruğa dönüştü.
Dünya, onun her şeyi çözdüğünü anlamıştı. Ama nasıl?
Hera,
Afrodit’e zarif bir gülümsemeyle cevap verdi:
‘’Çok geç
değil, Afrodit, tatlıya yetiştiniz.’’ Sonra gözleri durgun duran Ares’e çevrildi.
‘’Sen iyi
misin, Ares?’’
Ares yanındaki
kadını yeni fark etmiş gibi baktı.
‘’Ne?’’
Afrodit,
çekinmesizce Ares’in kolunu okşadı ve onun yerine cevap verdi.
‘’Tabiki, iyi.
Biraz yorulmuş, değil mi aşkım? Tipik ölümlü hastalığı!’’
Ares’in çenesi
kasıldı ama kadına sadece yan gözle bakmakla yetindi. Bakışı pek umursamayan
Afrodit, kolundan ayrılıp muselerin önlerine tatlı koymasını izlerken Ares
üzgün gözlerini tabağa dikti, yemeğin geri kalanında hiç dokunmadığı tabağına.
Afrodit’in ısrarına rağmen tek lokma yemedi ama sürekli kadehini tazeledi.
Dünya, onun
için işkenceye dönüşen yemekten kaçmak için bahane ararken Adonis kulağına
eğildi.
‘’Birazdan
nektar içmeye gidecekler, ben katılmayı düşünmüyorum. Bahçede biraz dolaşmaya
ne dersin?’’
İçkinin tesiri
kelimelerinde az da olsa fark ediliyordu ama daha fazla odada kalmak istemeyen
Dünya, başını salladı.
‘’Tamam.’’
Adonis tekrar
kulağına eğildi.
‘’Söz, sana
asılmayacağım çünkü normalde senin bana asılman gerekirdi. Gururumu kırdın.’’
Dünya dayanamayıp
sırıttı ve gözlerini kaldırdığı anda Ares’in onları izlediğini gördü. Altın
gözlü belli belirsiz ‘hayır’ der gibi
başını salladı. Onları duymuş olamazdı. Kalbine incecik bir sızı döküldü. Evet
dediğine çoktan pişman olmuştu, Adonis ayağa kalktığında bunu söylemek için
geciktiğini anladı.
‘’Bu gece için
yeterince içtiğimden servisi es geçeceğim. Herkese iyi geceler.’’ dedi ve
Dünya’ya elini uzattı. ‘’Gel seni de odana bırakayım komşu.’’
Komşu lafı
Dünya’ya bir büyü sözcüğü gibi geldi. Bu kelimeyi duyduğunda Ares’e bakmamaya
çalışmak ne zordu. Adonis’in elini tutup ayağa kalktı. Masadakilere yarım
ağızla ‘’İyi geceler.’’ dedikten sonra Adonis’in peşinden koridora yürüdü.
Adonis,
yeterince uzaklaştıklarında Dünya’yı durdurdu:
‘’Bahçe yerine
seni Olimpos’tan dışarı çıkarmama ne dersin?’’ dedi. ‘’Buradan uzaklaşmak
istiyorum.’’
‘’Nereye?’’
dedi Dünya. ‘’Biraz fazla içmedin mi, sen?’’
Adonis
keyifsiz bir sırıtmayla ensesini ovaladı. ‘’Beni sarhoş eden içki değil, sana
söylemiştim. Ve bu evden biraz uzaklaşmam gerek yoksa istemeden, sevdiğim
biriyle kavga edeceğim.’’
Kiminle demedi
çünkü tahmin ediyordu. Onun yerine adama uydu ve bir motorsikletin arkasında
Olimpos’un demir kapılarından geçerlerken odasından aldığı kot monta rağmen
üşüyerek adama iyice sarıldı.
9. bölüm
Adonis, onu denize
yukarıdan bakabilecekleri bir tepeye götürdü. Yerler yağmur yüzünden ıslaktı.
Adonis motorsikletin ayağını yere dayadı. Başından kaskı çıkartıp kayayı işaret
etti.
‘’Hava biraz soğuk,
kaya yerine motorsikletin üzerinde oturmanı tavsiye edeceğim.’’
Motorsikletten
indi ve kaskını çıkarttı, Adonis’in uzattığı eline verdi.
‘’Oturmasak da
olur.’’
Adonis kaskı
motorsikletin üstüne bıraktı.
‘’Nasıl
istersen.’’
Dünya, tepenin
ucuna kadar yürümedi ama buradanda muhteşem manzara görünüyordu. Karşılarındaki
ay kocamandı ve bulutsuz gökyüzünü ışığa boğmuştu. Denize düşen aksi, dalgaların
tesiriyle yakamozlanıyordu. Mis gibi bir toprak kokusu, yağmur kokusuna
karışmıştı ruhunun huzurla dolduğunu hissetti. Tüm her şey, iblislerin tehditi,
onu mahveden kıskançlığı buhara dönüşmüştü.
Adonis yanına
dikildi.
‘’Daha önce
buraya geldin mi?’’
‘’Sanmıyorum.
Çok güzel bir manzara’’
‘’Evet, beni
hep rahatlatır.’’ Dedi Adonis. ‘’Üşümüyorsun, değil mi?’’
Başını
salladı. ‘’Hayır, çok iyiyim.’’ dedi ve Adonis’e baktı. ‘’Teşekkür ederim.’’
Adonis bir an
durakladı, sonra soluklanıp ‘’Rica ederim.’’ dedi. Ve dudağını sıkıp başını aya
çevirdi. ‘’Kahretsin, neden sana her baktığımda kalbim çarpıyor?’’
‘’Kalp
çarpması normal değil mi?’’ dedi şaşkınlıkla.
Adonis ona
döndü.
‘’Benim için değil.
Benim kalbim normal hızda atmaz. Şimdiyse insan olduğum zamanki kadar hızlı
atacak neredeyse.’’
Dünya’nın
gözleri iyice açıldı, Adonis şaşkın ifadesi karşısında dayanamayıp güldü.
‘’Lütfen öyle
bakma, efsanemi bilmiyorsun, sanırım?’’
Başını
salladı. ‘’Bilmiyorum.’’
‘’Bu iyi…’’
dedi Adonis, dudağını bükerek devam etti. ‘’Kendimi övme şansı verdiğin için
sana teşekkür etmem gerekiyor.’’
Adonis,
motorsikletine yaslandı ve ona efsanesini kısaca anlattı. Dünya, her cümlesini
büyük bir dikkatle dinledi. Adonis’in çekiciliğinden etkilenen Afrodit ve Persephone’nin
kapışmasına, adamın ikisini de sonradan reddetip yüzyıllardır kimseye
bağlanmamasına hayret etmekten kendini alamadı.
‘’Bu Afrodit,
o Afrodit mi?’’ dedi sonunda.
Adonis başını
yana yatırdı.
‘’Evet, tek
bir Afrodit tanıyorum.’’
‘’Ama o şimdi
Ares ile birlikte.’’ dedi Dünya.
‘’Ares hep
vardı, ben sadece kısa bir süreliğine ilgisini çekmiştim.’’
‘’Onu, senin
bıraktığını söylemiştin.’’
Adonis
gözlerini ileriye çevirdi.
‘’Duygunun
olmadığı bir birliktelik istemedim. İkisinden de ayrılınca Ares bana çok
yardımcı oldu. Yeni hayatıma adapte olmamı ve kendime güvenmemi sağladı. Bunca
yıl sonra bile hala beni eğitmeye ve yardımcı olmaya çalışıyor.’’
Dünya’nın
gözleri yere döndü, öylesine sordu.
‘’Ares’e
güveniyorsun o halde?’’
Adonis bir
süre konuşmadı. Dünya, bakışlarını adama çevirdiğinde kendisine baktığını
gördü. Adonis, elini uzatıp ay ışığında parıldayan gümüş kolyesini okşadı.
Uzun, siyah kirpiklerin arasındaki gözleri koyu safirleri andırıyordu, konuşmak
için ağzını açtığında dudakları titredi. Kolyeyi bırakıp Dünya’nın yüzüne
baktı.
‘’Canımı
istese verecek kadar’’ dedi ve doğruldu. Dünya’ya iyice yaklaştı. ‘’Ama
anılarıma dokunmasına neden olan şeyi merak ediyorum. Sadece senin ile ilgili
hatıralarımı silmesi kafamı karıştırdı.’’
‘’Bunu nereden
çıkardın?’’ dedi hemen, nasıl anlamıştı?
Adonis
kolyesini işaret etti.
‘’Onun bir
anemon olduğunu söylemiştim. Anemon benim sembolümdür, çünkü az daha ölümüme
sebep olan yaramdan damlayan kanlardan bu çiçekler oluştu. Bunu bilen pek kişi
yok ve itiraf etmelisin; anemon şekli aksesuar için pek popüler bir figür
değil. Uyandığında, bu kolyenin, boynunda olduğunu söylemiştin. Benim sembolümün
eski bir anahtarda olmasından şüphelendim ve yemekte Ares’in tepkisi, şüphelerimde
haklı olduğumu gösterdi. Hep düşünürdüm, sen, beş senedir ortaya çıkan tek
anahtardın ve ben seninle hiçbir şekilde karşılaşmamıştım. Bu çok ilginçti.
Tabi ki, bir de bu var.’’
Adonis,
kolyeyi eline aldı ve iki parmağının arasında tutarak çiçeği yavaşça yana
kaydırdı. Çiçek, üstüne yapışık sandığı ince zeminden ayrıldı, zeminin
üzerindeki bir yazıyı açığa çıkardı. Okuması için Dünya’ya verdi. Dünya daha
önce hiç fark etmediği gizli yazıyı okumak için dikkat kesildi ama ikinci okuyuşunda
anca anlayabildi. Karışık kafasını toparlayamamıştı. İncecik ve zarif bir el
yazısıyla, tek bir cümle ve altında isim vardı.
‘’Cesur ve iyi Adonis’e, Dünya’’
Dünya, yazıya
bakıp kaldı. Bir sene boyunca nadiren boynundan çıkardığı kolyenin gizli
yazısını görememişti. Zaten farkında olduğu gerçek, bir yumruk gibi boğazına
oturdu. Tüm hayatı sürekli ondan çalınmıştı, en baştan başlamak zorunda
bırakılmıştı. Ölümsüzlerin, ölümlülerle bu şekilde oynaması haksızlıktı. Eski
zamanlarda bunu alenen yapmalarını düşündü ve öfkesi daha da arttı. Onun
hayatını, canlarının istediği gibi silip yönetemezlerdi. Adonis’in ona
seslenmesiyle kendine geldi.
‘’Benim de
hafızamı sildiğini biliyordun, değil mi?’’
Dünya, Adonis’e
baktığında adam devam etti.
‘’Seninle
ilgili anılarımı…’’
‘’Yeni öğrendim.’’
diye cevapladı.
‘’Seni, benden
almalarının sebebi ne?’’
Dünya, başını
salladı.
‘’Bilmiyorum.
Senin bir fikrin var mı?’’
Adonis,
kararsızca elini kaldırdı ve nefeslenerek Dünya’nın çenesini okşadı.
Parmakları, onu incitmekten korkar gibi çekingendi.
‘’Sanırım…’’
dedi yumuşak bir sesle. ‘’Sana aşıktım.’’
Elini çekip
Dünya’dan bir adım uzaklaştı.
‘’Ve bu da
yasaktı. Ölümsüzler, ölümlülerle birleşemezler. Ares, beni korumak için
hafızamdan senin varlığını silmiş olmalı. Sanırım, seni cezayı hiçe sayacak
kadar çok seviyordum.’’
Dünya’nın
kaşları çatıldı. Ne diyeceğini bilemiyordu. Adonis, denize doğru dönüp yürürken
öylesine konuştu.
‘’Belki sende
beni seviyordun.’’
Tepenin tam
üstünde aya karşı dikildi, düzgün silüeti hüzünlü bir bakışla denize dönüktü. Adamın
güzelliği su götürmezdi, cesaretini de kanıtlamıştı, iyi bir ruha sahip
olduğunu hissediyordu. Kibar ve espriliydi. Aklına gördüğü hayal geldi. Adonis
ile yakındılar bunu artık biliyordu ama her şeye rağmen yinede onu sevdiğinden
emin değildi. Ares hakkında böyle bir tereddütü yoktu. Peki, Ares ondan
söylediği kadar hoşlanıyorsa, Adonis ile sevgiliyken o neredeydi?
‘’Adonis’’
diye seslendi. Adonis ona doğru yarım döndü. ‘’Hafızamın benden alındığını
öğrendikten sonra çok öfkelendim, gerçi hala kırgınım. Sonra düşününce asıl
önemli olanın geçmişin değil bugünün ve geleceğinin olduğunu fark ettim. Son
bir senedir, hatırlamak için gitmediğim doktor, denemediğim yöntem kalmamıştı.
Ama anladım ki, hayata devam etmek için geriye bakmamak lazım.’’
Adonis ona
doğru döndü.
‘’Ya, sana
unutturulan sevdiğin biriyse…’’
Dünya
yutkundu. Aklında sadece Ares olduğu halde dudakları kendiliğinden kımıldadı ve
mırıltıyı andıran bir sesle cevap verdi.
‘’Sevdiğin
birini unutturabileceklerini sanmıyorum. Bir şekilde kalbin onu sana
hatırlatır.’’
Adonis’in eli
göğsüne giderken gözleri ışıldadı.
‘’Belki bu
yüzden…’’
Lafını
tamamlayamadı. Hermes aniden belirip konuşmasını böldü.
‘’Adonis, geri
dönmelisiniz. Kâhin seni görmek istiyor ve Zeus’da, Dünya ile görüşmek
istiyor.’’
Adonis, genç
ölümsüze bıkkınca baktı.
‘’Biz de burada
bir şey konuşuyoruz, değil mi?’’
Hermes omzunu
silkti.
‘’Az laf, çok
iş, işte bu benim’’
Adonis tuhaf
bir yüz ifadesiyle Hermes’e bakınca Dünya kendini tutamadan güldü. Hermes,
Dünya’ya göz kırpıp memnun bir yüzle sırıttı.
‘’Ve birde
karşı konulmaz çekicilik.’’ diye ekledi.
‘’Kaybol
Hermes!’’ diye homurdanan Adonis’e öpücük atan Hermes geldiği gibi ortadan yok
oldu.
Adonis, zarif
bir edayla Dünya’ya doğru yürüdü.
‘’Zeus, seni
neden görmek istiyor, acaba?’’ dedi.
‘’Heyecanlanmam
gerekiyor mu?’’ dedi Dünya, Adonis’in ona uzattığı kaskı başından geçirirken.
‘’Seninle
gelmemi ister misin?’’
‘’Beni
korkutuyorsun, Zeus, öfkeli biri midir?’’
Adonis kaskı
başına geçirdi ve motorsikleti çalıştırdı, hareket etmeden önce cevapladı.
‘’O yüzden
değil, seninle biraz daha vakit geçirmek isterdim. Seninle birlikte olmak çok
hoşuma gidiyor.’’
Dünya adamın
kulağına doğru seslendi.
‘’Hani
asılmayacaktın?’’
‘’Ah, yapma, artık
birimizin başlaması lazım.’’ dedi ve gaza bastı. ‘’Senden hayır yok.’’
Dünya
istemsizce güldü ve adama sarıldı.
Olimpos’a
döndüklerinde, onları kapıda Apollon karşıladı. Merdivenlerin başındaki duvara
dayanmış, ikisini bekliyordu. Adonis, motoru durdurup kaskı çıkarttı.
‘’Sorun mu var
Apollon?’’
Apollon, karanlığa
inat günışığı gibi parlak bir gülümsemeyle Adonis’i cevapladı.
‘’Bunu nerden
çıkardın Adonis? Sadece, Zeus, Dünya’yı benim getirmemi istedi. Sanırım senin de
kâhin ile bir randevun var.’’
‘’Yani, ortada
bir sorun var.’’ dedi Adonis. ‘’Görüşmeye bende katılmak istiyorum.’’
Apollon
yaslandığı duvardan doğruldu.
‘’Zeus, Dünya
ile yalnız görüşecek, Adonis.’’ sesi sakindi ama otoriterdi.
Adonis
kararsızca başını eğdi ve motordan inmiş Dünya’nın elindeki kaskı aldı. Motorun
arkasına taktı. Düşünceliydi. Gözlerini kaldırdığında Dünya ona gülümsedi.
‘’Gezinti için
teşekkür ederim. Çok iyi geldi.’’
‘’Benim için
zevkti.’’ Dedi. ‘’Sonra görüşürüz.’’
Dünya, eve
doğru döndü ve onu bekleyen Apollon’un yanına yürürken Adonis motora sert bir
gaz verip uzaklaştı. Apollon iç geçirerek söylendi.
‘’Ares ile
takıla takıla bu çocuk da asi oldu başımıza.’’
Dünya
kaşlarının altından Apollon’a bir bakış atınca Apollon omzunu kaldırdı.
‘’Doğruya
doğru, gerçi kimi kime şikâyet ediyorum. Senin de onlardan farkın yok ki.’’
‘’Bu güzel
sözlerin için teşekkür ederim Apollon.’’ dedi Dünya neşesiz bir sırıtmayla.
‘’Keşke bende seni tanısaydım da, laf sokuşturabilseydim.’’
Apollon da ona
sırıttı.
‘’Çok
şanslıyım, değil mi?’’
Dünya başını
sallayarak kapıya yürürken Apollon ona eşlik etti. Yukarıya çıkacağını sanırken
Apollon onu daha önce farketmediği bir koridora yönlendirdi. Loş bir koridordu
ve duvarlardaki cansız mumlar anca kendilerini aydınlatıyordu. Tedirgince
Apollon’a yaklaşan Dünya, sakinleşmeye çalışarak sadece yürümeye yoğunlaştı.
‘’Dünya’’ dedi
Apollon. ‘’Başına gelenler için üzgün olduğumu bilmeni isterim. Bilmelisin ki,
anahtarlar bizim için çok önemlidir. Yasak konulduğundan beri bizlerden
hiçbiri, bir tane ölümlü canlıya zarar vermedi. Öncekiler de hep çekişme ve
elde etme üzerineydi. Gücümüz, gözümüzü kör etmişti. Bunu fark etmemizi Ares
sağladı. Savaşımızın sadece kötülüğe karşı olmasını, masumları güç gösterimize
karıştırmamızı istedi. Sonrasında, koruyuculuk tek görevimiz oldu.’’
Dünya, durdu
ve adamın karşısına dikildi.
‘’Madem
ölümlüleri korumaya karar verdiniz, beni neden harcadınız ve hala harcamaya
devam ediyorsunuz?’’
Apollon, üzgün
bir yüzle Dünya’ya baktı.
‘’Tüm
boyutlara yardım etmek için anahtarlara ihtiyacımız var. Senin görevinde bir
şey olmuş olmalı, aynanın dengesini bozacak bir şey. Ne olduğunu henüz çözemedik
ama ayna sürekli seni işaret ediyor. Bu yüzden yapabileceğimiz bir şey yok.
Denge düzelene kadar bize katlanman gerekecek.’’
Dünya
kararsızca ona bakmaya devam edince ekledi.
‘’Doğru
söylediğimi biliyorsun Dünya, sol omzundaki ben tepkisiz kalıyor, değil mi?’’
‘’Bunu nasıl
biliyorsun?’’
Apollon,
gururlu ve bilgiç bir gülümsemeyle cevapladı.
‘’Çünkü o
benim eserim.’’
Apollon labirentin
geri kalanında şaşkınlıktan ağzı kapanmayan Dünya’ya son gelişinde ona yaptığı
‘Kara Güneş’ mührünü anlattı. Dünya, korkusunu unutmuştu, Apollon’u dinlerken
iç karartıcı koridoru nasıl geçtiklerini anlayamadı. Kendini masal dinleyen bir
çocuk gibi hissetse de, Apollon’un sevimli ve neşeli sohbetinin yaydığı
samimiyetle tepkilerinden utanmaksızın dinledi.
‘’Vay be!’’
dedi. ‘’Benimin, nadir bir mühür olduğunu hiç düşünmezdim. Bir de ben, zararlı
olabileceğini düşünerek onu doktora kontrol ettirmiştim, ne aptallık!’’
Apollon
sırıttı ve eliyle referans yapar gibi ön taraftaki bir şeyi gösterdi.
Apollon’un işaretiyle, Dünya, ilgisini önünde durdukları kapıya çevirdi. Normal
tahta bir kapıydı.
‘’Aaa, geldik
mi?’’ dedi Dünya.
Apollon başını
salladı.
‘’Evet, bundan
sonrasında ben yokum. Zeus, seni bekliyor.’’
Dünya, nefes
aldı ve kapının koluna baktı. Bir el şeklindeydi, eli tokalaşır gibi tuttu.
Kapıyı açtı. Kendini taş duvarlı yuvarlak bir odada bulan Dünya, tepedeki avizedeki
mumların ışığıyla çevresini görmekte zorlandı. Ardındaki kapının kapanma
sesiyle birlikte gözlerini kısarak bakındı. Odada ondan başka bir adam daha
vardı. Uzun boylu geniş omuzlu bir adam, alev mavisi gözlerinde etkileyici bir
bakışla Dünya’ya bakıyordu. Dalgalı siyah saçlı, beyaz tenli, düzgün yüz
hatlarına sahip bir adamdı. Otuzbeş yaşlarında ancak vardı. Zeus’un bu adam olması
anlamsız geldiğinden başka birini görmek için bakınmaya devam etti.
‘’Merhaba
Dünya’’ dedi karşısındaki adam. ‘’Hoş geldin.’’
‘’Hoşbuldum.’’
dedi bakınmayı bıraktı. ‘’Zeus?’’
Adam eliyle
onu çağırdı.
‘’Yaklaş.’’
dedi. ‘’Benden korkmana gerek yok.’’
Dünya,
korkmadığını söylemekten vazgeçip odanın ortasına yürüdü.
‘’Beni neden
görmek istemiştiniz?’’
Zeus, başını
iyice dikleştirip otoriter ve emir vermeye alışkın bir sesle konuştu.
‘’Durumunun
hassasiyetini biliyor olmalısın. Bu, sana anlatıldığından daha ciddi bir durum.
Anahtar dengesi bozuldu ve bunun sorumlusunun kim olduğunu da biliyoruz.’’ dedi
ve dikkatli bakışlarla Dünya’yı süzdü.
Dünya
dayanamayıp atıldı.
‘’Benim suçum
olmadığına eminim. Hafızamı silmeseydiniz belki bir ipucu…’’
Zeus lafını
kesti.
‘’Senin suçun
olduğunu mu söyledim? Tüm suç Ares’in.’’
Omzu hafifçe
ısındı ama artık benimsemiş olduğu tepkisizlikle bakmaya devam etti. Ne de olsa
bu davranışı geliştirmek için koca bir senesi olmuştu. Zeus, üstün gelmekten
dolayı memnun kibirli bir yüzle adımladı.
‘’Bu durumu
araştırdım. Ve doğal olarak diğer evlere danıştım. Değişik fikirleri var, seni
görmek istediler. Seni de bu yüzden davet ettim.’’
‘’Kendi
anahtarları yok mu?’’ dedi, ukalaca sormak istememişti ama sesi alaycı çıktı.
Zeus, yüzünü
buruşturarak durdu ve Dünya’ya kötücül bir ifadeyle söylendi.
‘’Seninle, beş
saniye konuştuktan sonra ölümlülerle neden görüşmeyi kestiğimi hatırladım.’’
Dünya, Zeus’un
görüşmeyi neden kestiğini gayet iyi biliyordu. Bunu anlatan tek bir bakış attı,
Zeus’ta anladı ama aynen onun gibi yorumsuz ve kayıtsız kaldı.
‘’Emrimi
dikkatli dinle anahtar.’’ dedi Zeus. ‘’Evlerden gelen elçilere saygılı cevaplar
ver. Senin daha öncesini hatırlamadığını biliyorlar, bu yüzden sorgulayamazlar.
Anahtar olduğundan beri başka anahtar belirmediği için sende bir tuhaflık
olduğunu düşünüyorlar. Bunun ne olduğu konusunda fikir edinmek için seni
tanımalarına izin verdim.’’
Dünya, adama
bakmakla yetinse de içinde büyüyen öfke tepkilerine yansımıştı. Çenesi kasıldı
ve yanda duran yumruklarını iyice sıktı. Zeus, onu kobay faresi gibi
araştırmalarına izin verdiğini ne kolay söylüyordu, sanki buna hakkı varmış
gibi. Zeus yine adımlamaya devam ederken
meraksız olmasına çalıştığı bir tavırla sordu.
‘’Sen, hiçbir
şey hatırlamıyorsun, değil mi?’’
Dünya, başını
salladı.
‘’Hayır,
yaklaşık bir sene önce yatağımda uyandım. Ondan öncesi yok.’’
Zeus anladım
der gibi başını salladı. Taş odada adımlamayı bırakan Zeus, elinin küçük bir
hareketiyle parmaklarının arasında kısa bir kılıç misali yıldırım çıkarttı ve
duvara doğru yöneltti. Yıldırım duvara bir elektrik akımı gibi çarparak duvar
boyunca yayılmaya başladı.
Zeus ‘’Elçiler
gelsin!’’ diye seslendi, sakin ve emredici bir tonda.
Akım duvarda
kapı şekilleri oluşturdu ve üstlerinde şekilli, yazılı kemerler oluşurken
taşlar yavaşça aralandı. Karanlık geçitler birer birer açıldı. Esmer bir adam
geçitten odaya adımladı, uzun boylu adam, bir savaşçı gibi yapılıydı. Dünya
adamın üzerindeki kıyafeti bir kaftana benzetti, koyu kahverengi kaftanın üzeri
siyah işlemelerle işlenmişti. Adamın kahverengi saçları kısaydı ve bir kartalı
andıran keskin bakışları vardı. Zeus, ona hafifçe başını eğdi.
‘’Marduk.’’
Adam, elini
kalbinin üstüne koydu.
‘’Zeus.’’
diyerek selam verdi.
Marduk’un gözleri
Dünya’ya dönerken diğer geçitten zarif adımlarla bir kadın açığa çıktı. Çıplak
ayaklı kadının bileğindeki gümüş halhal bir müzik gibi taş odada yankılandı.
Hint kökenli olduğu belli olan kadının üzerinde bedenine yapışmış tek parça bir
elbise vardı. Işıldayan esmer tenine zıt zümrüt yeşili büyük gözleri, siyah
kirpiklerinin arasında ışıltı saçıyordu. Uzun, siyah saçlarını örmüş ve
mücevherlerle süslediği bir topuzla toplamıştı.
Zeus, kadının
güzelliğini onaylayan bir bakışla kadına baktı.
‘’Hoş geldin,
Durga.’’
Durga iki
adama da selam verirken kibar bir tavırla gülümsedi.
‘’Hoşbuldum Olimpos
evinin lideri!’’
Zeus, kadına
sırıtsa da yüzü, hitap şeklinden dolayı memnun olmadığını gayet iyi
yansıtıyordu. Dünya, Zeus’un, kadının sözlerine neden bozulduğunu düşünürken
başka iki geçitten iki adam odaya adımladı ve diğerleriyle aynı hizada durdular.
Zeus’un selamlamasıyla adamlardan birinin adının Loki olduğunu diğerinin de
Kuzgun olduğunu öğrendi. Loki zayıf, soluk tenli bir adamdı, onu biraz Hades’e
benzetti, siyah gömlek ve siyah pantalonuyla kıyafet zevki de aynıydı. Tek
farkı Loki’nin sakalının olmamasıydı. Kuzgun’un ise üst tarafı çıplaktı ve biçimli
bedeni şekillerden oluşan dövmelerle bezeliydi. Siyah saçları oldukça uzundu.
Taba renkli deri pantolonu ve belinden sarkan kuş tüyleriyle süslenmiş kemeri
dışında kıyafeti yoktu.
Geçitlerden
geçen diğer liderleri sessizce izledi. Sedna isimli güzel kadının deniz
kokusunu andıran ferah bir kokusu ve bir balık derisine benzeyen kıyafeti
vardı. Ten rengi ilginçti, mavimsi gri teni alacalı ama canlı bir renkteydi. Ellerinde
parmaklarının olmadığını gördüğünde, meraklı bakışının kadını rahatsız etmesinden
çekinen Dünya dikkatini hemen çevirmek istedi. Kadın, onun bakışından rahatsız
olmamıştı, kusur olmadığını belirtircesine dirseklerinden bileklerine doğru
dökülen tül misali yüzgecini gösterdi. Galiba geldiği boyutta parmaklara
ihtiyacı yoktu. Tlaloc isimli ölümsüz mat taşlarla süslü bir kolye takmıştı ve
saçlarına da renkli kuş tüyleri tutturulmuştu. Sert bir yüzü vardı, sessizce ve
sadece gözleriyle diğerlerini selamladı. Dünya’ya bakmamıştı bile. Koyu tenli
bir ölümsüz olan Ghede, odaya adımlarken bakışlarını Dünya’dan ayırmadı. Zeus
ona selam verdiğinde diğer liderlere kısa birer selam verip yeniden Dünya’ya
döndü. Yakışıklı yüzü, gülümsemeyle kıvrıldı ve bembeyaz dişleri dudaklarının
arasında belirince Dünya’nın yanakları kızardı. Adamın bakışları masum olmayan
birçok duyguyu yansıtıyordu. Dünya başını yeni gelen ölümsüze çevirmeden önce
adamdan bir göz kırpması da aldı. Bir daha o adama bakmayı düşünmüyordu.
İnari, odadaki
ölümsüzlere göre daha olgundu. Geometrik desenlerle süslü bir kimono giymişti,
uzun saçı ve sakalının telleri beyazlamıştı. Kibarca selam verdiğinde zaten
kısık olan gözleri tamamen çizgi halini aldı. Omzunda kısa bir pelerinle odaya
gelen Cuchulain, İnari’nin oğlu gibi duruyordu. Genç adamın dinamik adımlarla
gelirken hepsine neşeyle selam vermesi soğuk odaya pek uymasa da Dünya’nın
hoşuna gitti. Çekinmez bir tavırla elleri belinde hizaya uyarak durdu, kumral
adamın içine altın telleri dağılmış dalgalı saçları vardı. Açık renkli gözleri
metal grisiydi.
Geride kalan
geçitlerden en son çıkan ölümsüz bir kadındı. İsminin Neith olduğunu öğrendiği
ölümsüz, yan tarafları yırtmaçlı uzun bir elbise giymişti ve başında altın bir
taç vardı. Dirseklerinin üstüne takılı kalın bilekliği de altındı. Göğsünün üzerindeki
geniş kolyesi aksesuardan çok zırhı andırıyordu. Koyu buğday teni hoş bir
bronzlukla parıldıyordu. Gevşekçe ördüğü saçları, gece gibi siyahtı. Eski mısır
savaş tanrıçalarına benziyordu. Narin görünüşüne ters bir sertlikle adımlayıp
bir asker edasıyla diğerlerini selamladı ve badem şeklindeki gözlerini Dünya’ya
dikti.
‘’Meşhur
anahtarımız bu demek.’’ diye mırıldandı.
Dünya, kadının
sözlerini ve tonunu anlamlandıramadı. Küçümseme, merak, şaşırma, hoşa gitme… Ne
düşüneceğini bilemedi, o yüzden sessizce başını Zeus’a çevirdi. Zeus, kalan
geçitlere birkaç saniye daha baktı ama gelen kimse olmayınca odadaki
ölümsüzleri süzerek konuşmaya başladı.
‘’Bilindiği
üzere, anahtar dengesi bozuldu. Sorumlusu benim tarafımdan cezalandırıldı fakat
durumun daha da ciddileşmesine engel olamadık. Ben de bu günden itibaren Ares üzerindeki
korumamı kaldırmaya karar verdim. Olimpos evinin bir ferdi olmaya devam edecek
ama buraya sadece ikamet zorunluluğuyla bağlı kalacak.’’
Dünya, Zeus’un
dediklerinin diğerlerinin yüzüne bakarak tarttı. Anladığı tek şey bazılarının
hoşuna giderken birkaç tanesini şok etmiş hatta üzmüş olmasıydı. Bunlardan biri
olan Cuchulain konuşacak gibi ağzını açtı ama Zeus’un kısa bakışıyla kaşlarını
çatıp dinlemeye devam etti. Koruma kaldırılmasının ne anlama geldiğini
bilmiyordu ama bunun da bir ceza olduğuna emindi.
Dünya, en son
gelen kadının dikkatli ve duygularını ele vermeyen bakışlarından rahatsız oldu.
Kadının tek yumruğunu sıktığı gözünden kaçmamıştı, düşündüğü şey neydi
bilmiyordu ama bu tavır kendisine tanıdık geldi. Dünya’da istediği bir şeyi tam
elde edemediği zaman aynı tepkiyi veriyordu.
Zeus devam
etti.
‘’Karşınızdaki
anahtarın normal bir insan olduğunu görüyorsunuz, biz hile yapmıyoruz.’’ Zeus
sözlerinin sonunda Ghede’ye ters bir bakış attı. Ghede hiç aldırış bile etmeksizin
kollarını kenetleyip öylesine bakmaya devam etti. ‘’Üzerinde, dengeleri bozacak
bir büyü yok.’’
Marduk tok bir
sesle konuştu.
‘’Yanılmıyorsam
anahtarın ambrosia yediğini söylemiştin.’’ Dedi. ‘’İlk konuşmamızda dengeyi
bozanın bu olduğunu kastetmiştin.’’
Zeus başını
dikleştirdi.
‘’Marduk,
buraya benim sözlerimi tekrar ettirmeye mi yoksa anahtarı incelemeye mi
geldin?’’
‘’İncelemeye
başladım, bile.’’ dedi Marduk. Dünya, ölümsüzün her ne kadar sert bir görünüşü
varsa da, ince bir espri yeteneği sezdi. ‘’Sonuçta meyveyi yiyen o. Ben suçlu
aramaya değil, sorunu çözmeye geldiğimizi düşünmüştüm.’’
Zeus hoşnutsuz
bir ifadeyle dudaklarını kıvırdı, o konuşmadan İnari yavaş bir sesle:
‘’Meyvenin
lekeli olması işlevselliğini etkiler. Bu konuda Ares’in düşüncesini almalıyız,
amacının ne olduğunu onun ağzından duymalıyız.’’ Dedi. ‘’Ve bu kadar basit bir
şeyin dengeyi bozması düşündürücü…’’
Neith,
İnari’nin ardından lafa girdi.
‘’Onun amacı
belli, ölümlülere olan akıl almaz hayranlığı hepimizce aşikâr. Bana açıklaması
anahtar dengesindeki bozukluğu fark etmiş olduğundan bu kızı etkisiz kılmak
istemesiymiş. Ölümünün dengeyi düzelteceğini düşünmüş ama kendisine verdiği söz
yüzünden lekeli ambrosia ile küçük bir hile yapmış.’’
Loki hoş ama
pazarlıkçı bir sesle konuştu.
‘’Onun, bize söylediği
bu.’’ dedi, tonlaması kafa karıştırıcıydı. Ares’in gizli bir amacı var demediği
kalmıştı ama ifadesi zaten bunu yansıtıyordu. ‘’Bana, anlamam için açıklama
yapmaya uğraşmadı bile, anlamayacağımdan mı yoksa her şeyi anlayacağımdan mı
korktu, bilmiyorum.’’
Kuzgun,
Loki’ye doğru döndü.
‘’Ares haklı
olarak tüm boyutlardaki ölümlülere destek olmaya çalışıyor, anlamadığın amaç
işte bu Loki. Sana anlatıp durmaktan bıktığı da mı aklına gelmedi.’’
‘’Hey, ben
sadece fikrimi söylüyorum, hepiniz gibi. Bana saldırma.’’
Kuzgun kaşlarının
altından adamı süzdü.
‘’Bu da benim
fikrim.’’
Sedna tatlı
bir sesle konuştu ama Dünya kendisine yönletilen kelimelerin neden sonra
farkına vardı. Ölümsüzlerin konuştukları şeyler canını sıktığından odadan
kaçmaktan başka düşüncesi yoktu. O yüzden bir an afalladı.
‘’Efendim?’’
Sedna anlayışlı
bir gülümsemeyle tekrarladı.
‘’Hafızanın tamamen
silindiğini biliyoruz, peki, buna rağmen senin bir fikrin var mı?’’
‘’Benim
fikrim?’’ dedi Dünya, ona söz hakkı verileceğini tahmin etmediğinden
hazırlıksız yakalanmıştı.
Durga, güzel
yüzüne yakışmayan bir kibirle sırıttı.
‘’Ares,
zavallının beyniyle biraz fazla oynamış.’’
Dünya
kaşlarını çattı.
‘’Buna rağmen
eşit olmamız ne garip, değil mi? Burada durmuş aynı konuyu tartışabiliyoruz.’’
Durga’nın
yüzündeki sırıtış bozuldu.
‘’Seninle eşit
olmak mı? Sen kendini ne sanıyorsun, ölümlü!’’
Dünya ağzını
açmıştı ki Zeus atıldı.
‘’Durga, sana
hiç yakıştıramadım. Tartışmana değmez.’’ Adam konuşma yöneticisi gibi ortada
durmuş canının istediği yönlendirmeyi yapıyordu. Konuyu hala suçlu gördüğü Ares’e
çekmeye çalışıyordu. ‘’Denge sorumlusu Ares’ti, onun sorunu çözmekten çok
keyfine baktığını gördünüz.’’
Cuchulain
sonunda dayanamadı.
‘’Hayır, ben
Ares’in özellikle son bir senedir ne kadar çabaladığını gördüm. Ayrıca anahtarı
getirme görevinin Adonis’te olduğunu sanıyordum. Neden görevini yapmadı?’’
Zeus
nefeslendi.
‘’O bizim evi
ilgilendiren bir konu.’’
‘’Şimdiyse
hepimizin sorunu.’’ dedi Cuchulain.
Derken lafa
Ghede girdi, ardından Neith ve Durga konuyu farklı bir yerinden tutup aynı anda
konuşmaya başladılar. Tlaloc, İnari ve Marduk sessizce izlediler. Kuzgun ile Cuchulain,
Ares’in yaptığını savunurken Loki ve Ghede başka yorumlar getiriyorlardı. Sedna
ise çözüm konusunda tartışmak istiyordu, öncesinde dengeyi bozacak bir şey
yapılmadığını düşünüyordu. Zeus ise karışıklığa gerekli müdahaleyi yapmıyordu.
Başı dönmeye başlayan Dünya, sözlerden çok ayakta durabilmeye yoğunlaşmıştı. Omzunun
arada sırada ısınması bile işine yaramıyordu çünkü ne dediklerini anlamıyordu.
Sonunda Marduk
yüksek sesle konuştu.
‘’Yeter,
buraya bağırışmanızı dinlemeye gelmedim.’’ Herkes susunca normal sesiyle devam
etti. ‘’Madem aynı konuda bir gelişme kaydedemiyoruz, başka konuya geçmemizde yarar
var.’’
Dünya, başını
adam doğru çevirdiğinde Marduk eliyle Dünya’yı gösterdi.
‘’Tek
anahtarımız Dünya’’ dedi adam. ‘’Apollon’un aynası hariç çalışan bir anahtar
göstericimiz de yok. Karanlıkta tek görülen anahtar karşımızda dikilen ölümlü
insan, iblislerin de onun peşinde olduğunu biliyoruz.’’
Ghede
mırıldandı.
‘’Hak vermemek
imkânsız...’’
Marduk ona
aldırmadan devam etti.
‘’Son
saldırıları anlamsızdı, zarar verip kaçmaktan başka bir şey yapmadılar. Bu
onların doğasına karşı bir davranıştı.’’
Loki kısık
gözlerini Marduk’a çevirdi.
‘’Doğalarını
değiştiren biri olmalı.’’ Dünya, tepkisizce adamı dinledi ama adamın koyu yeşil
gözleri ona dönünce rahatsızca kımıldandı. ‘’Ya da karşılığında bekledikleri
bir ödül...’’
‘’Sana bir şey
söylediler mi?’’ dedi Neith.
Başını
salladı. ‘’Sadece onlarla gelmemi istediler.’’
Boğazının
kuruduğunu konuşmakta zorlanınca anladı. O yüzden uzun cümle kuramamıştı. Yine
de sözleri karşısında ölümsüzler şaşırdı.
‘’İstediler
mi?’’ dedi Durga kaşlarını kaldırıp. ‘’İblisler onlarla gelmeni mi istedi?’’
Yanlış bir şey
mi söylemişti, kararsızca Zeus’a baktı. Adam hafifiçe gülümsüyordu, kesinlikle
yanlış bir şey söylemişti. Dünya, kadına döndü.
‘’Beni
kaçırmaya kalktılar, hatta karşı koyunca öldürmeye çalıştılar.’’
Zeus:
‘’Çalışmamışlar,
isteselerdi öldürürlerdi. Seni birine götürmeye çalıştıkları daha mantıklı.’’
Dünya, yüzünü
düşünceli bir şekilde eğdi. Öğrendikleri, başına gelenler, ona anlatılanlar
hepsi zihninde çorbaya dönmüştü. Karşısına çıkan ilk iblis dışındakiler ona
zarar vermemişlerdi, sadece açılan geçide sokmaya çalışmışlardı. Ve gerçekten de
öldürmek istememişlerdi ki, bunu kolayca yapabilirlerdi. İblisleri bu şekilde
etkileyebilen tek bir kişi tanıyordu.
Zeus devam
etti.
‘’İblislerin
düşüncelerini anlamamız imkânsız, bizim ne yapmamız gerek, onu konuşmalıyız.
Sorunu çözmek için ne yapmalıyız?’’
Loki ince
dudağını kıvırdı.
‘’Sorunu yok
etmeye ne dersiniz?’’ Herkes ona dönüp bakınca ekledi. ‘’Belki sorun bu
ölümlünün varlığıdır. Onu yok etmemiz gerekiyordur.’’
‘’Bu zaten
denendi, Loki.’’ dedi Sedna. ‘’Ares, onu bir kere öldürdü ama işe yaramadı.’’
Loki gözlerini
Dünya’dan ayırmadan cevapladı.
‘’O hileli bir
ölümdü, benim demek istediğim gerçeği.’’
Tlaloc nihayet
söze girdi.
‘’Ölümlülere
zarar vermeyeceğimize yemin ettik.’’
Loki adama
doğru yavaşça başını çevirdi.
‘’Bu insanın
ne olduğu belli değil. Lekeli meyveyi yedikten sonra onu sıradan bir ölümlü
olarak değerlendiremeyiz.’’
Dünya, baştan
aşağı soğuk bir hisle titredi, bazıları şimdiden Loki’nin sözlerini ciddiyetle
düşünmeye başlamıştı. Zeus kayıtsızca konuştu.
‘’Bunu
yapamayız, yasak bizi bağlar.’’
Loki tek
kaşını kaldırdı.
‘’Kim
anlatacak?’’ Ardından doğrulup ekledi. ‘’Bilmedikleri bir şeyi kanıtlayamazlar.
Aniden ölüverdi, belki korkudan kalbi çatlamıştır.’’
Cuchulain
yumrukları sıkılı öne çıktı, Kuzgun da hareketlenmişti. Cuchulain ondan önce
konuştu.
‘’Bunu yapmana
izin vermem.’’ dedi. ‘’Anahtardan sonra beni nasıl susturmayı düşünüyorsun?’’
Loki yerine
Neith cevap verdi.
‘’Thor gibi
seninde ortadan kaybolduğunu duyarsam pek şaşırmam.’’
Loki sakin
görünmeye özen gösterdi.
‘’Thor’u,
canım kardeşimi hala bulamamış olmamız hala kalbimi acıtırken bu sözlerin beni
çok üzdü, Neith. Acıma saygı duymanı beklerdim.’’
Neith omzunu
silkti.
‘’Masallarını
kendi evine anlat, Odin sonsuz uykusunda ve Thor kayıp, bu kime yarıyor?’’
dedi. ‘’Tabi ki, zavallı Loki’ye’’
İnari
ölümsüzleri yatıştırmak için yeniden araya girdi.
‘’Konumuza
geri dönelim mi?’’ dedi. ‘’Anahtar dengesini kuramazsak tüm boyutlar karışacak,
güvenli bir yer kalmayacak.’’
‘’Ben de bu
yüzden bozuk olan anahtarın yok olması gerektiğini savunuyorum.’’ Dedi Loki.
‘’Ağacın çürüyen parçasını kesip atarsak yeni filizlere yol açarız.’’
‘’Bunu
tartışmak bile istemiyorum.’’ Dedi Cuchulain. ‘’Ölümlülerin zarar görmeyeceğine
dair söz verdik.’’
Zeus genç
ölümsüze döndü.
‘’Cuchulain,
nerede olduğunu biliyorsun. Bu odanın özelliğini de…’’ dedi ve diğerlerine bir
göz atarak yavaşça açıklamaya başladı. ‘’Burası boyutların kalbi, burada
konuşulan her şey boyutların yararı içindir. Tüm canlıların yararı için,
almamız gereken kararlar ne kadar acımasız olursa olsun konuşabilmemiz ve
uygulayabilmemiz için. Burada sarfedilen hiçbir söz tanık olmayanlara
anlatılamaz, istesende yapamazsın, biliyorsun.’’
Cuchulain
şaşkınca Zeus’a baktı. Dünya o anda ayıldı.
‘’Beni burada
öldüreceksiniz ve yaptığınız cinayet kimseye anlatılamayacak öyle mi?’’ dedi
Zeus’a bakarak.
‘’Tam açıklama
yaptığın için teşekkür ederim.’’ Dedi Loki. ‘’Ben bile bu kadar net
anlatamazdım.’’
Dünya tüm
nefretiyle Loki’ye döndü.
‘’Yapamadığın
birçok şeyden biri!’’ dedi ve kararlı bir sesle ekledi. ‘’Beni öldürmenize izin
vereceğimi sanıyorsanız bir daha düşünün.’’
Lafını
söylemişti ama onları engelleyebilecek bir şey aklına gelmiyordu. Sözlerini
güçlendirmek için kinle bakmaya devam etti, bu arada hızla düşünüyordu.
Birbirinden güçlü ölümsüzlere karşı tek başına nasıl mücadele edecekti? Onu öldüreceklerdi
ve başına geleni kimse bilmeyecekti, bu mümkün müydü?
‘’Anahtar
özelliği sabit ve gördüğünüz üzere hala sıradan bir insan. Artı hiçbir özelliği
yok. Belki dediğiniz gibi bozukluk varlığındadır. Ares’in haberi olmadan
ortadan kaldırabilinir. Böylece temsil ettiği yetenek serbest kalır.’’
Konuşan
Zeus’tu, Dünya, ölümsüzlerin yüzündeki kararsızlığın değiştiğini izliyordu. Ve
bu karar onun lehine kesinlikle değildi.
10. bölüm
Zeus konuşmasına
devam etmeye yeltendi ama odaya aniden giren biri yüzünden dikkati bozuldu.
Ares, kapıyı kırarcasına odaya dalmıştı. Yüzündeki öfke gözlerinden taşıyordu,
adamın varlığı odayı sıcak bir dalga gibi kavurdu. Diğer herkesle beraber
Dünya’da Ares’in gösterişli girişi karşısında gerildi.
Zeus,
ölümsüzlerin arasında şaşkınlıktan ilk kurtulan olmuştu.
‘’Sen davet
edilmedin Ares!’’
Ares’in
teninin üstünde tuhaf bir ışık kalkanı var gibiydi. Dünya adamdaki ilginçliğe
bakarken Ares de alevlenmiş gözlerini Zeus’a çevirdi.
‘’Gerek
yoktu.’’ Dedi sert bir sesle. ‘’Anahtarların sorumluluğu bana ait. O neredeyse
ben de oradayım, başka türlüsü düşünülemez.’’
‘’Senin
dengeyi koruman gerekiyordu Ares.’’ Dedi Durga. ‘’Anahtar koruma işi, kendine
verdiğin bir görev.’’
Ares başını
dikleştirip kadını süzdü.
‘’Yanılıyorsun
anahtarları korumak hepimizin görevidir. Bizim savaşımıza yardımcı olurlarken
onları savunmasız bırakamayız. Belki, herkes görevine bakmalı, burada durup
ölümlü bir insana suç yüklemeye çalışmak yerine.’’
‘’Ne demek
istiyorsun?’’
Ares nefes
aldı, teninin üzerindeki kalkanın daha bir güçlendiğini fark eden Dünya, adama
uzanmamak için kendini zor engelliyordu. Onun desteğine ihtiyacı vardı. Şu anda
tek düşündüğü Ares’in kollarının arasına sığınmaktı. İlk defa birinin sarılışına
istek duyuyordu. Dünya kendi kollarını bedenine sardı ve titreyen dizlerini
dengeledi. Ares sakin ve hoş tonuna geri döndü.
‘’Karşımızda
tehlikeli bir süreç var. Kontrolden çıkan birçok etken kötülükle besleniyor. Çok
yakında acımasız bir savaş başlayacak. Güçlü olduğunuzu düşünüyorsunuz ama yanıldığınızı
fark ettiğinizde çok geç olacak.’’
‘’Bizi tehdit
mi ediyorsun?’’ dedi Ghede.
‘’Tehdit
değil, uyarıyorum. Bu savaşta bizim elimizdeki tek koz…’’ dedi ve Dünya’ya
bakmaksızın onu işaret etti. ‘’Dünya olacak.’’
Marduk
düşünceli bir sesle konuştu.
‘’İblisler o
yüzden mi Dünya’yı istiyor?’’
Ares başını
salladı.
‘’Evet’’
‘’O zaman onu
ortadan kaldırırsak iblislere karşı ilk eli biz kazanırız.’’ Diye Durga fikrini
söyledi.
Ares kadının
sözlerine inanmakta zorluk çeker gibi baktı.
‘’Ortadan
kaldırmak mı?’’
Durga’nın
lafını açıklamak Loki’ye düştü. Fikrinin benimsenmesi hoşuna gitmişti. Ellerini
iki yana açtı.
‘’Bir cana
karşılık milyarlarcası, buna sen bile karşı çıkamazsın Ares.’’
Ares bir an
konuşamadı, yediği yumruktan sersemleyen bir boksör gibi anlamsızca ölümsüzler
baktı. Arkasında duran Dünya’dan yana gerilerken başını salladı.
‘’Buna
kalkışan olursa…’’ diye konuşmaya başladı. ‘’Kim olduğuna bakmam!’’
Kuzgun
önlerindeki tek basamağı indi
‘’Sakin ol,
Ares, burada sadece konuşuyoruz.’’
Ares’in çenesi
kasıldı, Dünya adamın gerginliğini hissedebiliyordu. Sıkılı yumrukları ve
öfkeli yüzüne rağmen tedirginliği had safhadaydı, korkuyordu. Ölümsüzlere
diklenirken güçlü ve kararlı görünse de duyguları bir fırtınadan farksızdı, düzeltmek
yerine her şeyi yıkabilirdi de.
Zeus, Ares ve
Kuzgun’un arasına girdi.
‘’Toplanmamızın
amacı diğer evlerin anahtarı tanıması içindi, Ares. Herkes fikrini söylemekte
serbest, bozduğun dengeyi düzeltmeye çalışıyoruz.’’
Ares lafını
kesti.
‘’Dengeyi,
öldürerek düzeltemezsin Zeus!’’
‘’Daha önce yaptık.’’
dedi Ghede. ‘’Sen ölümlüleri öldürmeyi yasaklamadan önce işi biten anahtarlara
ne yaptığımızı unutmuş olamazsın.’’
Ares
küçümseyici bir bakış attı.
‘’O yüzden
evinizde anahtar belirmiyor olabilir mi?’’
Ghede’nin
ukala yüzü asıldı, hiç beklemediği cevap karşısında afallamıştı. Dünya’nın yüzü
ise Neith’in gururlu bir ifadeyle gülümsediğini görünce asıldı. Odadaki
kadınların beğeni dolu bakışlarının Ares’in üzerinde olması canını sıkıyordu.
Bir tek Sedna normaldi, Ares’i kesmeye çalışmaması nedeniyle Dünya’dan tam puan
aldı.
Zeus başını
sallayarak kapıyı işaret etti.
‘’Çok geç oldu
ve bir karara varamadık. Toplantımıza edilen müdahele yüzünden bir karara
varabileceğimizi sanmıyorum. Dinlendikten sonra devam etmeyi öneriyorum. Bu
yüzden Olimpos’un konuğu olursanız bizleri onurlandırırsınız, dostlarım.’’
Boyutlarına
dönmek zorunda olduklarını söyleyen İnari ve Sedna dışındakiler kabul etti.
Zeus’un işaret ettiği kapıdan çıkarlarken hepsi de sessiz ve ifadesizdi,
Loki’nin kısık gözleri ve hesapçı bakışı dışında.
Son ölümsüz de
kapıdan çıkınca Zeus hiddetle söylendi.
‘’Ne hakla
toplantıyı basarsın? Saygısızlığın boyunu aştı.’’
Ares bıkkınca
Zeus’a döndü, tükenmiş gibi görünüyordu. Az önceki alevinden eser kalmamıştı.
Dünya adamı saran ışıltının hafifçe solduğunu gördü. Daha önce bunu hiç
görmemişti, Ares onu sürekli şaşırtmayı başarıyordu.
‘’Lütfen, Zeus.’’
dedi yutkundu. ‘’İstediğin her şeyi yaptım. Lütfen.’’
Zeus, karşısında
tüm savunmasını indirmiş Ares’i süzdü. Bakışları bir anlığına titrese de çabucak
kendini toparladı. Doğruldu.
‘’İstediğim
her şeyi yapmadın.’’ Dedi yavaşça. ‘’Yapar gibi göründün ama hep kendi
istediklerini yaptın. Otoritemi sürekli hiçe saydın. Buna rağmen seni serbest
bıraktım, özgürdün. Ama sen Olimpos’a geri dönmek istedin.’’
Ares’in koyu
kirpikleri, altın gözlerini gölgelendirdi. Dudaklarını zorlanarak oynattı.
‘’Diğer
boyutlar umurumda değildi, ait olduğum yer burası. Başka yere gidemeyeceğimi
biliyorsun.’’
Dünya, Ares’in
lafını kendi için yordu, içi mutlulukla dolarken bir yanı da sebeplenmemesi
gerektiğini fısıldıyordu. Ares, odaya geldiğinden beri bir kez olsun ona
bakmamıştı ama o gözlerini adamdan alamıyordu. Kendi için veya değil, dönmüştü.
Bu şimdilik Dünya’ya yetiyordu.
Zeus
kararsızca konuştu.
‘’Ambrosia
için sana yeni görevler verebilirim. Ölümsüzlüğünü hemen bugün
kazanabilirsin.’’
Ares
bakışlarını Zeus’un yüzüne dikti, sakindi.
‘’Senden ambrosia
talebim hiç olmadı ve şimdiye kadar yaptığım görevler sayesinde birden fazla
meyve hak ettiğimi biliyorsun Zeus. Ama hiç talep ettim mi?’’
‘’Saçma
gururun yüzünden.’’ dedi Zeus. ‘’Ama bahara kadar vaktin var. Düğününden önce
ölümsüzlüğü kabul edeceksin. Ait olduğun yerde, Olimpos’ta.’’
‘’Beni bunun
için zorlayamazsın.’’ dedi Ares. ‘’Buna hakkın yok.’’
‘’Çoktan kabul
ettiğin bir şeyin zorlaması olmaz.’’ dedi Zeus gözlerini kısarak. ‘’Ölümlü
kadının hayatı hala tehlikedeyken anlaşmaya sadık olmanı bekliyorum.’’
Ares bakışları
yerde bir süre düşündü ve sakin bir sesle konuşmaya başladı.
‘’Nasıl
istiyorsan öyle düşün. Yaptıklarım için beni affetmeyeceğini biliyorum.’’ Dedi
ve kaşlarının altından adama baktı. ‘’Ama Dünya’ya zarar vermeye çalışırsan
Olimpos’ta senin yasının tutulmasını sağlarım. İşte bu bir tehditti.’’
Zeus,
hoşnutsuzca homurdandı ve eliyle havaya hırsla salladı. Gözleri yakan bir
şimşeğin ardından ortadan kayboldu. Dünya ışık yüzünden elini gözüne siper
etmişti, gerileyince dengesini kaybetti. Bir çift kol ona sarılınca yere
düşmekten kurtuldu.
Ares, onu
yavaşça kenardaki basamağa yöneltti ve oturmasına yardım etti. Gözlerini
araladığında ona ilgiyle bakan adamı görünce kalbi tekledi. Dağınık saçları
yüzüne düşmüştü, endişeli bir ilgiyle yüzünü süzüyordu. Ares’in gözleri daha
bir parlaktı ve tedirgince dudaklarını ısırıyordu. Her ne söyleyecekse kendini
zor tutuyordu.
Dünya başını
çevirdi, koca salonda ikisinden başka kimse kalmamıştı. Kekeleyerek sordu.
‘’Burada
olduğumu nerden öğrendin?’’
Ares, şefkatle
Dünya’nın saçlarını okşadı, elinin tersiyle yanağına belli belirsiz dokundu.
Dünya dokunuşların saflığına kendini bıraktı. Huzurla gözlerini kapattı ve
adamın kokusunu içine çekti.
‘’Seni aramaya
çıkmıştım, Apollon’a rastladım.’’
Ares elini
yanağından çektiğinde, inleyip ona sarılmamak için kendini zorladı. Sıcak
elinin temasına ihtiyacı vardı ama kendini tuttu. Dünya, gözlerini açıp yerdeki
taşın birine odaklandı.
‘’Teşekkür
ederim, beni savunduğun için.’’ diye mırıldandı. Gücü iyice tükenmişti.
Ares cevap
vermedi. Dünya, adamın sessizliği karşında meraklanıp ona doğru döndüğünde
kısık sesle homurdandı.
‘’Lanet olsun,
Dünya!’’ dedi ve aniden atılıp yüzünü avuçları arasına aldı ve dudaklarını onun
dudaklarına bastırdı.
Tükenmişliğin
sınırındaydı ama Ares’in öpücüğüyle tüm bedeni enerjiyle doldu. Güçlü kolların
arasına bıraktı kendini ve Ares’i öpmeye devam ederken sıkıca sarıldı. Yaşam
gücünün vücuduna yayıldığını hissediyordu. Bu, müthiş bir duyguydu. Bu saatten
sonra onun çekimine nasıl karşı koyacaktı?
Ares, alnını
onun alnına dayadı.
‘’Genelde
anlaşmalara sadığımdır.’’ dedi. ‘’Bu sicilimde kara bir leke oldu.’’
Dünya
gülümseyince Ares dudaklarına kısa bir öpücük kondurup doğruldu. Dünya’nın
yanakları alev almıştı, ayağa kalkabilecek halde değildi. Elini kaldırıp
özlemle Ares’in düzgün yüz hatlarını okşadı. Çenesindeki yara izini, elmacık
kemiklerini, düzgün burun kemerini, dolgun dudaklarını… Ares konuşmaksızın
Dünya’yı izledi.
Dünya elini
kucağına indirdi.
‘’Bunun sonu
yok Ares.’’ diye mırıldandı.
Ares,
Dünya’nın kucağındaki eline uzanıp tuttu.
‘’Ne demek
istiyorsun?’’
Dünya, genç
adamın çatılan kaşlarına rağmen konuşmaya devam etti.
‘’Sizin
dünyanıza ayak uyduramam, her şey çözüme kavuşsa da sen benim olmayacaksın. Diğerlerini
duydun, bize izin vermezler. Senin, kendini ölümlü bir hayata mühürlenmene izin
vermezler.’’
Ares nefeslendi
ve elini bırakıp öfkeyle ayağa kalktı. İki adım sonra Dünya’ya döndü.
‘’Onların
istemesi değil; senin beni istemen önemli Dünya.’’ Dedi ve elini saçlarına
geçirip çekiştirdi. ‘’Kahretsin!’’
Dünya adamın
öfkesi karşısında sakince konuştu.
‘’Bu gece sana
hak verdim. Bizi gizlemen yerinde bir karar olmuş. Aramızda bir ilişki olma
ihtimaline katlanacaklarını sanmıyorum, seni yeniden aralarına almak
istiyorlar. Engelin ben olduğumu düşünselerdi şimdiye kadar çoktan…’’
Ares, ona
doğru yürüdü ve tek dizinin üstüne çöktü. Dünya konuşmaya devam edemedi. Ares soğuk
bakışlarını Dünya’ya dikti.
‘’Beni seviyor
musun?’’
Sorunun
aniliği karşısında Dünya, afalladı. Ares daha yüksek sesle tekrar etti.
‘’Beni seviyor
musun?’’
Dünya
kekeledi.
‘’Bunun
konumuzla…’’
Ares atılıp
kolunu tuttuğunda kelimeler boğazına tıkılı kaldı. Kolunu tutan el sıkı değildi
ama Dünya kaçma isteğiyle gerildi. Adamın öfkesi alev alevdi. Dikkatli
bakışlarını Dünya’nın yüzünde gezdiren Ares elini gevşetti.
‘’Beni o kadar
çok unuttun ki, artık duygularından emin olamıyorum. Bu gece Adonis ile çekip
gittiğinden beri kendimde değilim. Daha önce de kendince nedenlerden dolayı onu
seçmiştin, bu kez o nedenler yok. Eğer beni seviyorsan dönüşü olmayan bir yola
gireceğim.’’
Dünya o yolun
ne olduğunu tahmin etmeye çalıştı ama Ares’in gözükaralığının sınırını bilmediğinden
fikir yürütemedi. Ares’in altın gözleri Dünya’nın boynuna kaydı, kırgın bir
sesle devam etti.
‘’Seni beni
sevmen için zorlayamam, papatyam. Kararın ne olursa olsun saygı duyacağıma emin
olabilirsin. Yapmak isteğim şeyin geri dönüşü yok. Bu yüzden senin hislerini
bilmeliyim. Seni, kendime zorla bağlayamam.’’
Ares, onun tişörtünün
üzerinde parıldayan kolyeyi tuttu ve tişörtün arkasına doğru atıp gözlerinin
önünden kaldırdı. Dünya’nın gözlerine yeniden baktığında soğuk ifadesi dağılmıştı.
Duygularını o kadar çok saklamaya alışmıştı ki, maskesi düşünce tüm ruhu ortaya
dökülüyordu. Dünya ne yapmalıydı? Onu sevdiğini itiraf ederse adamın ne
yapacağını kestiremiyordu. Karşısındakiler Ares’in daha önce dövdüğü genç
takımı değildi ki, hepsi güçlü ölümsüzlerdi. Ares de onlar gibi ölümsüz olsaydı,
belki Dünya daha pervasız davranabilirdi. Sorduğu sorunun cevabını alamayan
Ares ayağa kalktı, başını eğerek arkasını döndü.
‘’Kısa bir
süre daha sabret. Bütün bu saçmalıktan kurtulacaksın’’
Ayaklarını
sürüyerek bir adım atmıştı ki, karanlık geçitlerin birinden siyah bir duman
süzüldü. Ares durakladı. Duman kıvranarak yükseldi ve dumanların içinde bir
kadın belirdi. Uzun boylu kadının sırtında kuş tüylerinden yapılma parlak siyah
bir pelerin vardı. Saçlarını topuz yapmıştı ve güzel yüzünde hoş bir gülümsemeyle
Ares’in karşısına dikildi.
‘’Merhaba
sevgilim.’’ dedi kadın çekici bir tonda. ‘’Beni gördüğüne şaşırdın mı?’’
Ares, gerçekten
de konuşamayacak kadar şaşırmıştı. Dünya ayağa kalktığında kadın bakışlarını
ona çevirdi.
‘’Yine mi bu
kız.’’ dedi sıkılmış gibi. ‘’Bu kızdan bıktım artık tatlı Ares.’’
‘’Sen…’’ dedi
Ares, sonunda sesine kavuşmuştu. ‘’Sen ölmüştün.’’
Kadın kısa bir
kahkaha attı. Elini, kendi kalbinin üstüne koydu.
‘’Bıçağı
buraya sapladın ama unuttuğun bir şey vardı.’’ dedi gözlerini kısarak Ares’e
yaklaştı. Hırıltıyla konuştu. ‘’Benim kalbim yok. Bana zarar veremezsin.’’
Ares başını
salladı.
‘’Bu imkânsız.’’
dedi. ‘’İksion’u nasıl buldun? O seni nasıl buldu?’’
Kadın
kendinden emin bir tavırla Ares’e iyice yaklaştı. Parmak uçlarında hafifçe
yükseldi ve öpecekmiş gibi Ares’in dudaklarına doğru konuştu.
‘’Benden o
kadar çabuk kurtulabileceğini düşünmene şaşırdım sevgilim. Senden beklediğim
bir şeydi ve itiraf edeyim, yapmasaydın beni şaşırtırdın. Seni bu yüzden
istiyorum Ares, biz aynıyız.’’
‘’Aynı değiliz
Asteria.’’ dedi Ares. ‘’İlk seferinde başaramamış olabilirim ama bu kez sana
acımayacağım.’’
Ares, aniden
kolunu sıyırdı ve bileğindeki kristal bıçağı kınından sıyırdı. Kadının kalbine
doğru saplamak için elini uzattı. Hareketleri çok hızlıydı ama yeterli olmadı.
Asteria elinin küçük bir hareketiyle Ares’in saldırısını blokledi. Ares’in bıçaklı
kolunu kendisinden uzaklaştıran kadın, sol elinin avucuyla Ares’in göğsünün
altına dokundu. Sivri tırnaklarıyla baskı yaparak ellerini Ares’in göğsüne
doğru yükseltti. Ares, nefessiz kalıp taş kesildi.
‘’Hala işe
yarıyor.’’ dedi Asteria neşeyle. ‘’Yaranın laneti geçer diye düşünmüştüm. O
kadar uzun zaman oldu ki…’’
Dünya ağzı
açık olanlara bakıyordu. Bu kadın, Ares’in gelini olmalıydı. Düğün günü
bıçakladığı gelini… Ares’in haraketsiz kaldığını gören Dünya, kadının ondan
intikam almasından korkarak atıldı.
‘’Onu bırak!’’
Asteria
kibirli bir yüzle ona döndü ve elinin tersini havaya salladı. Dünya, kadına
yaklaşamadan yerden fırlayan iplere dolandı ve dizlerinin üstüne düştü. İpler, tüm
bedenini sardı. Konuşmasını engellemek için kalın bir ip ağzını kapatınca hem
hareketsiz hem de sessiz kaldı. Çırpındıkça daha da saran ipler yüzünden nefes
bile alamıyordu, sonunda durmak zorunda kaldı.
Asteria,
Dünya’yı da etkisiz bırakınca ilgisini Ares’e çevirdi. Göğsündeki elini
okşarcasına gezdirdi. Yakasına çıktığında asılarak aşağıya doğru tişörtü yırttı.
Kusursuz bedeninde, göğsüyle midesinin tam ortasında eski bir yara vardı ve
çevresi iyice kızarmıştı. Asteria, elini yeniden yaranın üstüne koyduğunda Ares
acıyla kasıldı. Kıpırdayamıyordu, yüzünde boncuk boncuk terler belirmişti. Yaranın kenarında, damlalar halinde kan
tomurcuklandı. Biriken kan yavaşça Ares’in karnına doğru sızarken; Asteria,
kollarını onun boynuna bir sevgili gibi doladı.
‘’Bana karşı
savaşmayı artık bırakman gerek. Sen benimsin.’’
Ares gözlerini
kadına dikti.
‘’Asla!’’
Ares’in
zorlanarak konuşması ve hala kadına karşı çıkması Asteria’yı çileden çıkarttı.
Ellerini Ares’in saçlarına geçirdi ve hırsla söylendi.
‘’Belki Dünya,
bizim tarafımıza geçerse seni ikna etmemiz daha kolay olur.’’
Ares dehşetle
gerildi.
‘’Hayır,
Asteria, iblislerin yönetimi sende kalsın. Ben istemiyorum.’’
Asteria’nın
eli, Ares’in kaslarında dolanırken hoş bir mırıltıyla adama iyice yaklaştı.
‘’Onları
yönetemediğimi adın gibi biliyorsun Ares. Sana ihtiyacım olduğunu biliyorsun,
yanımda sen olmayınca sadakatleri kar gibi eriyor.’’
Eli, Ares’in
parmakları arasındaki bıçağa yöneldi. Kabzaya sarılı parmakları açmaya çalıştı
ama gücü yetmeyince Ares’e daha fazla acı veren bir bakışla gözlerini adama
dikti.
‘’Bırak.’’
Ares
yutkunarak başını salladı.
‘’Hayır.’’
‘’Onu bana
hediye etmiştin sevgili kocacığım, geri ver!’’
‘’Değiş tokuş
yapabiliriz.’’ Dedi Ares. ‘’Mücevher hala sende mi?’’
Ares’ten
ayrılan Asteria yan gözle Dünya’ya hain bir ifadeyle baktı. Ares’in yanından
ayrılıp ona doğru yürüdüğünde Ares bağırmaya başladı.
‘’Asteria, ona
bir şey yaparsan…’’
Asteria,
huysuz bir tonda Ares’in lafını kesti
‘’Ona bir şey
yapmadan beni öldürdün. Senin tehditlerinden korkmuyorum aşkım.’’ Dizlerinin
üstüne çöküp Dünya’nın karşısına oturdu. ‘’Merhaba eski dostum, beni hatırladın
mı?’’
Dünya öfkeyle
bakmaya devam edince Asteria keyifle sırıttı.
‘’Seninle olan
sohbetlerimizi nasıl özlüyorum, bilemezsin. İşime çok yaradın anahtar. Aslında seni
ödüllendirmem gerekirdi. Ama gözünü benim ödüllerime dikmen canımı sıkıyor.’’
Uzun
tırnaklarıyla Dünya’nın yanağını okşadı. Tırnağını o kadar bastırıyordu ki,
Dünya derisinin yırtıldığını sandı. Canı acısa da tepki vermeden kadına bakmaya
devam etti. Parmağını yüzünden çekti, dokunduğu yerler ateş almışcasına
yanıyordu. Kadın, onun yüzüne bir an baktıktan sonra hızla bir tokat attı.
Dünya canı acısa da içinde büyüyen kinle kadını izlemeye devam etti. Asteria,
Dünya’nın tepkisizliği karşısında hoşnut bir ifadeyle sırıttı.
‘’Tam
istediğim gibi…’’
‘’Asteria!’’
diye Ares hırlayınca kadın ayağa kalkıp adama yürüdü.
‘’Fikir mi
değiştirdin, aşkım?’’ dedi karşısında dikilip.’’Senin bu ölümlü saplantın
ilgimi çekmiyor değil ama onunla mücadele etmek istemem. Adonis’i elde edebilen
bir kıza ancak saygı duyarım. Bence Adonis’in hevesi geçene kadar Dünya ile
oynamasına izin vermeliyiz. Birlikte ne kadar eğlendiklerini bir görseydin,
aradan kendi isteğinle çekileceğine eminim.’’
Ares’in yüzü
ve bedeni ter içinde kalmıştı. Direnmeyi bıraktı ve iplerinden kurtulmuş bir
kukla gibi yere düştü. Zeminde dolanan siyah dumanlar Ares’in kollarında,
bacaklarında ve göğsünde geziniyordu. Asteria, adamın karşısına oturdu, elinin
bir işaretiyle dumanlar yere doğru kaydı. Ares derin bir nefes aldı, elleriyle
taş zeminden güç alarak başını doğrulttu. Gözlerinin altı kararmıştı, sanki
gücü çekiliyormuş gibi yüzü bembeyazdı. Asteria parıldayan siyah gözlerini
Ares’in bedeninde gezdirdi.
‘’Çok
zayıflamışsın Ares.’’ dedi. ‘’Ölümlü olman, planlarıma uymuyor.’’
‘’Canın
cehenneme!’’ diye homurdanan Ares, Asteria’nın yüzündeki alaycı ifadeye
dayanamayarak kadına doğru atıldı.
Asteria geriye
doğru ayaklanınca elleri boş kaldı. Dünya adama seslenmek için debelenmeye
başladı, gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. Neden kimse yardıma
gelmiyordu?
Asteria kahkaha
atarak pelerinini savurdu.
‘’Hissettiğin
bunca acıya rağmen hala bana saldırmaya çalışman hoşuma gitti Ares. Sana
saldığım korku ve dehşete ölümsüzler bile katlanamaz ama sen hala direnmeye
devam ediyorsun.’’ dedi ve elleri belinde, yerde derin nefeslerle ona bakan
adamı süzdü. ‘’Bak, ne diyeceğim; madem kralım sefil yaşama özeniyor, sana bir
süre daha zaman vereceğim.’’
Elini yukarı
yükseltti ve Ares’i saran dumanlar onu ayağa kaldırdı. Ares hiddetle kadına
bakarken güçsüzce başını dik tutmaya çalışıyordu. Beyazlayan dudaklarından ve
yüzünden kanı iyice çekilmişti. Asteria ona yaklaştı. Dumanlar Ares’in
bileklerini sardı ve olduğu yere sabitledi. Asteria ince parmaklarıyla adamın
yırtık tişörtünü kavradı ve üzerinden çekip yere attı. Ares yumruklarını sıkıp
hareket etmeye çalıştı ama faydasızdı. Kadın eliyle Ares’in boynunu kavradı ve iç
geçirerek kendine çekti. Adamın dudaklarının üzerine fısıldadı.
‘’Bu acı
verecek, çok fazla acı!’’
Ares kendini
geri çekemeden kadın dudaklarını ona yapıştırdı. Tutku ve hırsın karışımı bir
öpüşle alt dudağını ısırdı. Dişlerinin arasına sıkıştırdığı nazik deri
yırtılırken Asteria gülümsüyordu. Genç adama verdiği acı sadece bu değildi.
Korku ve dehşet gücünü Ares’in zihnine işliyordu. Ares, olağanüstü bir gayretle
Asteria’ya karşı koydu, sonunda kadının hapsinden kurtuldu. Asteria, Ares’i bıraktığında
adamın dudağı kanıyordu. Asteria, tüm bedenini titreten bir huşuyla başını
geriye atarken Ares’in kanının bulaştığı kendi dudağını yaladı. Gözleri ışıldayarak
doğruldu ve işaret parmağını, ısırıp kanattığı Ares’in dudağına sürdü.
Parmağına bulaşan kanı, Ares’in sol göğsüne sırayla beş kere dokundurdu. Dokunduğu
her nokta çiçek gibi açıldı ve küçükten büyüğe doğru içi boş beş yıldız oluştu.
Ares sonunda
acıya dayanamayıp inledi. Başı önde güçsüzce eğildi, nefes almak bile ona
işkence gibi geliyordu. İfadesini gizleyen saçları, terden ıslanıp yüzüne
düşmüştü. Yıldızlar adamın tenine hızla işlerken, çerçeveleri kızıl bir ışıkla
ışıldadı ve ardından siyaha dönüştü. Asteria, Ares’ten uzaklaşırken Ares yarı
baygın yere düştü. Elini göğsüne atan Ares, izden kurtulmak için derisini
yırtarcasına tırnaklarını göğsüne geçirdi. Asteria eğilip adamın elini izden
çekti.
‘’Bunu
yapmasan iyi olur, sevgilim. Bedenine zarar gelsin istemem.’’ Ares’in elini
zemine bastırdı ve adamın üstüne eğilip fısıltıyla konuştu. ‘’Yıldızların içi
dolana kadar zamanın var. Yıldızlar tamamen dolduğunda mücevheri, Dünya’ya hediye
edeceğim. Yıldızlar tamamlanıncaya kadar ölümsüzlüğünü geri kazanamazsan olacak
olan bu.’’
Asteria,
memnun bir yüzle doğruldu ve derin bir nefes aldı.
‘’Muhteşem
Ares, çok yakında sevgilim, senin de dediğin gibi, çok yakında…’’
Asteria
dumanlara karışıp ortadan kaybolduğunda Dünya onu saran iplerden kurtulup
Ares’in yanına koştu. Ağlamaktan gözleri buğulu görüyordu. İpler yüzünden kolu,
bilekleri kesilmişti ama can acısı hissetmiyordu. Aklındaki tek şey Ares’ti. Bağırdığını
biliyordu ama kendi sözlerini duymuyordu. Ares, kapalı gözlerini araladı.
‘’Tamam,
papatyam, ben iyiyim’’
‘’Ne
yapabilirim?’’ dedi Dünya, elinin tersiyle gözlerini sildi. ‘’Bana bir şey
söyle’’
Ares’in göğsündeki
yıldızlar hala dağlanmış gibi is çıkartıyordu. Canını yaktığı belliydi, Dünya
titreyen parmaklarını ize yaklaştırdı, çok sıcaktı. Ares yutkundu.
‘’Odama
gitmeliyim’’ dedi. ‘’Beni bu halde kimse görmemeli’’
Dünya başını
salladı.
‘’Yürüyebilecek
misin?’’
Ares neşesizce
sırıttı, ardından yüzü tekrar kasıldı. Dünya acı dalgasının sona ermesini
beklerken gözlerinden yaşlar boşandı. Göğsünün altındaki eski yara izi de
açılmıştı ve kanıyordu. Kanı silecek bir şey ararken Ares’in yırtık tişörtü
gözüne ilişti. Tişörtü katlayıp yaraya hafifçe bastırdı, çaresizce bağırdı.
‘’Yardım edin!’’
‘’Dünya…’’
diye mırıldanan Ares gözlerini açmaksızın kolunu ona uzattı.
Dünya destek
olmak için kolunun altına girmişti ki, Ares onu kendine çekti. Ares’in alev
alev yanan tenine gömüldü ve odanın değiştiğini göz ucuyla gördü. Şimdi Ares’in
odasındaydılar. Dünya, adamı hemen yatağa yatırdı. Çok kötü görünüyordu, onu
daha öncede böyle gördüğünü hatırladı. Hatta daha da kötü… Bedeninde sayısız
kesikler olduğunu anımsadı, yarı ölü yattığı yataktan onu doğrultmaya
çalıştıklarını.
‘’Ares.’’ diye
mırıldandı, yatağın yanına çöktü. ‘’Kimi çağırmamı istersin?’’
Ares başını
yana çevirip ona baktı, terden ıslanmış saçları yüzüne yapışmıştı. Parlak
gözleri, cansız bir ışıltıya teslim olmuştu. Buna rağmen gülümsedi.
‘’Kimseyi.’’
dedi. ‘’İhtiyacım olan her şey burada. Sen yanımdan ayrılma, bana yeter.’’
Dünya adamın
yüzünü okşadı ve saçlarını geriye sıvazladı.
‘’Ateşin çok
yüksek, doktor çağırmamız gerek.’’
Ares lafını
kesti ve Dünya’nın elini tuttu.
‘’Yanıma gel,
bana sarıl. Benim ilacım sensin.’’
Dünya’nın
yapmak istediği de buydu, gözlerinden yaşlar yeniden dökülürken ayağa kalktı ve
Ares’in yanına uzandı. Ares onu kollarının arasına aldı, eğilip saçlarından
öptü. Dünya’nın, tuzlu gözyaşları Ares’in tenini ıslatırken, kalbi üzüntüden
parçalanıyordu. Adama iyice sokuldu, doktor çağırmaya kararlıydı ama önce onun
uyumasını beklemesi gerekiyordu. O zaman gönül rahatlığıyla gidip doktor
çağırması için Artemis’ten yardım isteyebilirdi. Yanan gözlerini kapattı ve
Ares’in kokusunu derin bir nefesle içine çekti. Ares’e duyduğu aşk ve sevgiden
hiç tereddütü yoktu. Onun için bir şeyler yapması gerekiyordu, savaşında adamı
tek başına bırakmamalıydı. Kıskançlığını bir kenara bırakabilse daha net düşünebilirdi
ama işte onu bir türlü yapamıyordu.
Sarıldığı
yastığı daha bir kavrarken mırıldandı. Uyanma zamanının geldiğini anladı ve
sarıldığı yastıktan ayrılarak gerindi. Elini yana uzatıp telefonuna uzanmaya
çalıştı ama eli saten çarşafları kavrayınca şaşkınlıkla gözlerini açtı.
Tanımadığı bir odadaydı ve kocaman bir yatakta tek başına yatıyordu. Güneşin
aydınlattığı odaya göz atarken doğruldu. Beyni ayıldı. Ares’in odasındaydı,
hemen yanına baktı. O neredeydi? En son ona sarıldığını hatırlıyordu, doktor çağırmayı
düşünürken uyuyakalmıştı. Adama bir şey olmuş olmalıydı. Panikle yataktan
fırladı. İkinci adımını atamadan Ares banyodan odaya girdi. Dünya’nın başı
döndü. Yaşadığı ani panik ve Ares’in olağanüstü çekiciliği birbirine karışınca
dizleri titredi.
‘’Günaydın.’’
dedi Ares, gülümseyerek.
Yüzü hala
solgundu ama dün geceki haline nazaran çok iyi görünüyordu. Nemli saçları asice
dalgalanmış ve inanılmaz derecede yakışıklıydı. Kaşları ve kirpikleri daha bir
koyulaşmıştı. Dudağındaki ısırık izi, çektiği acıyı anımsatan bir mühür gibi duruyordu.
Kısa kollu koyu mavi tişört ve eşofman altı giymiş, çıplak ayaklı Ares, ona
doğru adımladı.
‘’Sen iyi
misin?’’
Dünya’nın
soracağı soru Ares’ten çıkmıştı, yine de Dünya tekrarladı.
‘’Sen iyi
misin?’’
Ares şaşkınca
Dünya’nın karşısında durdu.
‘’Gördüğün
gibi oldukça iyiyim.’’
Dünya rüyada
gibi mırıldandı.
‘’O halde,
bende çok iyiyim.’’
Ares’in
gözleri titredi, hüzünlü bakışlarla ona bakmaya devam etti. Dünya, ikisinin de
birbirine sarılmak isteğiyle çıldırdığını biliyordu. Gözleri, adamın göğsüne,
yıldız çizili olduğu yere kaydı.
‘’Duruyor
mu?’’
Ares, tişörtü
yukarı sıyırıp izi gösterdi. Sıralı beş yıldız bir kuyruklu yıldıza benziyordu,
basit bir dövmeye dönüşmüştü. İçi boş yıldızlar göğsünün üzerinde kısa bir
kavis çiziyordu. Ares tişörtünü indirdi.
‘’Duruyor.’’
‘’Acıtıyor
mu?’’
‘’Geçti, şimdi
hissetmiyorum.’’
‘’O kadın,
senin evlendiğin kadındı, değil mi?’’ Dünya, sorusunun cevabını biliyordu. ‘’Öldüğünü
sandığın kadın…’’
Ares başını
salladı ve yatağa oturdu.
‘’Evet, o
kadın Asteria’ydı. Ölümden kurtulduğuna hala inanamıyorum. İksion yardım etmiş
olmalı, yalancı pislik! Ona güvenmemiştim ama Asteria’ya yardım edebileceği
aklımın ucundan geçmezdi. Seni yine tehlikeye soktum.’’ dedi başını kaldırıp
Dünya’ya baktı. ‘’Çok üzgünüm Dünya, hayatım boyunca hiç bu kadar çaresiz
kalmamıştım.’’
Dünya, Ares’in
bacaklarının arasına girdi ve parmaklarıyla ona bakan genç adamın saçlarını
geriye sıvazlayıp yüzünü elleri arasına aldı. Ares tepkisizce ona bakıyordu,
ellerini yatağa dayadı ve gözlerini Dünya’nın gözlerine dikti. Dünya, göğsünde
tuhaf bir güç hissetti, Ares’in yanında savaşma isteği daha da belirginleşti.
Ne Asteria ne Afrodit ne de diğerleri, hiçbiri onun kadar güçlü değildi. Çünkü
Ares’in sevgisine sahip olan oydu. Ares’e gülümsedi.
‘’Çaresiz
değiliz.’’ diye fısıldadı. ‘’Asıl onlar bizden korksunlar.’’
Ares’in
yüzünde beliren şaşkın ifadeyi izledi. Ondan bu sözleri duymayı beklemeyen
adamın yüzündeki şaşkınlık kaybolurken yerini çapkın bir ifadeye bıraktı.
Dünya, Ares’in dudaklarına eğildi. Ares’in elleri, belini kavrarken dudakları
buluştu. Yatağa düştüler. Ares dönerek Dünya’nın yüzünü öpücüklere boğdu.
‘’Seni
seviyorum Dünya’m’’ diye fısıldarken Dünya kendinden geçti.
Böyle bir haz
olabileceğini tahmin edemezdi, cennetin ta kendisi olan adamın kollarına teslim
oldu. Ares, yakıcı dudaklarını onun teninden çekerek dirseğini yatağa
destekleyip doğruldu. Boğuk bir sesle yeniden itiraf etti.
‘’Seni çok
seviyorum.’’
Dünya
soluksuzca altın gözlerin içinde kaybolurken dudakları kımıldandı.
‘’Seni
seviyorum.’’
Ares
mutlulukla gülümsedi ve yüzünü Dünya’nın boynuna gömerken kulağına mırıldandı.
‘’Biliyordum.’’
Yumuşak
dokunuşlarla Ares’in dudakları yüzüne yükseldi. Dünya sabırsızca onu çıldırtan
dudaklara atıldı. Tutkulu öpücük sonrasında Ares, elini Dünya’nın belinden
çekerek çenesine yükseltti. Dünya’yı yatağa bastırdı ve başparmağını dudağının
kenarında gezdirirken çekici bir gülümsemeyle ona baktı.
‘’Durmanın tam
sırası bir tanem.’’ dedi ama ses tonu Dünya’yı itiraz ettirecek kadar baştan
çıkarıcıydı. ‘’Sınırları geçmemek gerek. Seninle daha müsait bir zamanda
ilgileneceğim anahtar.’’
Ne sınırı diye
düşündü Dünya, sınırın canı cehenneme! Yine de nefeslenip kendini yatağa
bıraktı. Ares’in yaralarını ve içinde bulundukları güç durumu düşününce paylaşacakları
zevki erteleyebilirdi. Birbirlerine sıkıca sarılıp uzandılar, tek vücut olmanın
dışında hiçbir şeyi düşünmeksizin. Üzerlerindeki lanetler, kara bir gölge gibi onları
izlerken, birbirlerine sahip olmanın gücüne sığındılar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder