Hafifçe
çiseleyen yağmur yüzünden balçığa dönmüş toprakta yürümek, onu tiksindirse de,
ilerlemeye devam etti. Her adımında kararsızlığı artıyordu ama onca ayarlamadan
sonra vaz geçmek istemedi. Ayrıca başarması durumunda, alacağı ödül çok
değerliydi ve şu anda geri dönerse, ona yardım eden kişinin dilinden
kurtulamazdı. Dileğinin gerçekleşmesini çok istiyordu öyle ki, muhatabının
adilik yapma ihtimalini bile göze almıştı. Usulca yağan yağmura rağmen rüzgâr
esmeye başladı, sanki doğa onu uyarıyordu, daha ileri gitme…
Sabahın
olmasına bir saat kalmıştı. Acele etmeliydi, adımlarını hızlandırdı ve uzun
paltosuna sıkıca sarıldı. Saçlarını örten geniş başlık sayesinde yüzünü rüzgâr
ve yağmurdan koruyabiliyordu ama iyice çamura dönmüş toprak yolu süpüren
paltosunun etekleri bu korumaya sahip değildi. Tek tük yapraklar esen rüzgârda
koparak savrulmaya başladı. İçinden küfrederek adımlarını iyice sıklaştırdı,
sanki rüzgâr, onunla alay eder gibi güçlendi ve ıslık çalan sesinin arasında
tüyleri diken diken eden bir kıkırdama duydu. Onunla şimdiden oynamaya
başlamıştı. Çenesi kasılsa da kendini tuttu, sabretmesi gerektiğini kendine telkin
etti. Bu daha başlangıç diye düşündü, dileğinin gerçekleşmesini istiyorsan, o
sersemin alaylarına katlanmak zorundasın. Yumruklarını sıktı ve sözleştikleri
mağaranın girişine dek uzun adımlarla yürümeye devam etti.
Mağaranın içi
zifiri karanlıktı, girişinden itibaren evrendeki tüm aydınlık silinmişti sanki.
Salt karanlıktı. Emin olmak için etrafında döndü, evet, tamamen karanlığın
içindeydi. Giriş bile kaybolmuştu, sadece bastığı yeri hissedebiliyordu, başka
hissettiği hiçbir şey yoktu. Kendi kalp atışı bile bu ıssızlıkta rahatsız
ediciydi. Sonunda olduğu yerde durdu ve sinirini bastırmaya çalışarak seslendi.
“Çık artık
ortaya, senin oyunlarına katlanacak sabrım yok!”
Hafif bir
kıkırdama sonrasında, yumuşak bir ses duyuldu. “Gayet iyi gidiyorsun ama…”
“Vaktimiz az!
Gereksiz bir kapris yüzünden kaç saattir yürüyorum farkında mısın?”
“Yapacağın
eylemi düşünmen için sana son bir şans vermek istemiştim. Zaman konusunu da
kafana takma. Horozların ötmesine daha var.” Dedi diğer ses. Mağarada rasgele
dağıtılmış birkaç tane mum yandı ve aydınlanan köşede başında uzun bir şapkayla
yüzünü gizleyen bir adam belirdi. Üzerinde göğüs kaslarını cömertçe sergileyen
ipekli bir gömlek vardı, altında da oldukça düşük bel geniş bir pantolon. Ayakları
çıplaktı, rahat bir koltukta otururcasına, olduğu yeri hiç yadsımadan mağara
çıkıntısına yerleşmişti. Şapkasının siperliğini havalı bir tavırla kaldırdı ve
sırıtan yüzünü ona öfkeyle bakan adama doğrulttu. “Endişelenme!”
“Yakalanmayacağımıza
emin misin? Eğer işe yaramazsa, ikimizin de başı fena derde girer.”
Sırıttı. “O
kadar korkuyorsan tatlı çocuk, geri dön.”
“Korktuğumdan
değil. Ben sana güvenmiyorum Ghede!” dedi kelimeleri çiğnercesine sinirle. “Senin
yüzünden rezil olmak istemiyorum, özellikle Olimposlulara.”
Ghede, yüzü
ciddileşirken yavaş hareketlerle ayağa kalktı, bakışlarını muhatabından hiç
ayırmamıştı. Alaycı ifadesi kaybolurken sanki etraflarını saran karanlık
genişledi, nefeslendi, canlı bir varlıkmış gibi kımıldandı. Adam başını kibirli
bir tavırla doğrulttu. Asıl söylemek istediklerini yutmak istercesine
karşısındakini süzdü, sonra ukala bir tavırla parmaklarını şıklattı. Aynı anda
mağarada daha fazla mum belirdi ve karanlık sakinleşti. Ghede tembel
hareketlerle diğerine doğru yürüdü, havada duran elini adama doğrulttu ve
avcunu açtı. Adam bir an kararsız kaldı, sonra cesaretini toplayarak paltosunun
cebinden dörtgen dar bir kutu çıkardı ve Ghede’nin avcuna bıraktı. Ghede adamın
fikir değiştirmesini bekleyerek bir an eli havada asılı kaldı, gözlerini
karşısındakinden bir an olsun ayırmıyordu. Adam başını eğip bir adım
gerileyince Ghede sırıttı ve parmaklarını kutuya kenetledi.
“Sana
acıyorum.” Dedi bir yılan misali, kısık sesle. Saçsız başını kapatan şapkayı
çıkardı, elindeki kutuyu şapkanın içine attı, şapkayı tekrar giydi. Daha
güçlenmiş bir sesle ellerini çırparak konuştu.
“Madem öyle,
işimize bakalım. Bir dakika, horozun sesini duyar gibiyim.” Dedi ve kendi
kendine kıkırdadı. “Bu eski şakaya bayılıyorum. Ücretimi almışken işimi
yapmadan kaybolmam hiç etik olmaz, değil mi?”
Adam, başlığın
altından anca görünen dudaklarını kemiriyordu. Ghede’nin şakasına tepki
vermeden kollarını göğsünde kenetledi. Yere değen paltosunun eteklerinden hala
yağmur suları sızıyordu. Feda ettiği çok değerliydi ama karşılığında alacağı ödül,
bu fedakarlığa değerdi. Kaşlarını çatarak Ghede’yi izlemeye başladı. Ghede
üstündeki uzun ceketi çıkarttı ve az önce oturduğu çıkıntıya doğru fırlattı,
şapkası da aynı noktaya uçtu. Pantolonun cebinden kristal bir şişe çıkardı, mum
ışığında yakut misali parlayan sıvıyı hafifçe salladı. Bir yandan da
dudaklarından belli belirsiz duyulan bir duayı mırıldanıyordu. Basit bir parmak
hareketiyle şişenin tıpasını açtı, şişedeki sıvıyı dikkatli bir şekilde yere
dökmeye başladı. Becerikli hareketlerle yere çizdiği Vever, sanki kalemle
çizilmiş gibi ince hatlara sahipti. Ghede işini bitirdiğinde yerde kan
kırmızısı bir renkte parlayan zarif bir Vever belirmişti. Ghede duasını bitirdi
ve çizdiği Vever’e doğru üfledi, o anda Vever tütmeye başladı, kırmızı hatlar,
kireç misali beyaza döndü. Ghede yaptığından memnun bir tavırla onu bekleyen
adam döndü.
“Mükemmel!
İşte, ben üstüme düşeni yaptım.” Elindeki şişeyi yeniden cebine attı. “Bundan
sonrası, biraz beklemen gerekecek. Büyü olgunlaşınca, sana istediğini getirecek.”
“Büyü
olgunlaşınca mı?”
“Elbette,
güçlü büyüler aceleye gelmez, dostum. Ayrıca büyünün iyice hazmedilmesi gerek,
yoksa büyünün izini kolay bulurlar. Gerçi başarılı olduktan sonra izini
kimsenin süreceğini sanmıyorum ama Ares beni biraz korkutuyor. Şüphelenmesini
istemem. Kanıt bulamayacak ama tedbirli olmak her zaman daha iyidir. Vever’i
koruyucu bir çember büyüsü yapacağım. İstediğine kavuşunca, hemen çemberi
bozmalısın. Bu önemli!”
“Tamam.” Dedi
ama aklına takılan soru başkaydı. Ghede’ye döndüğünde adamın şapkasını ve uzun
ceketini giydiğini fark etti. Panikle sordu. “Büyü sadece getirilmesini
sağlamayacak, değil mi? Asıl sıkıntımın ne olduğunu biliyorsun.”
Ghede kocaman
sırıtarak parlak dişlerini adama sergiledi. “O geldiğinde, büyünün tamamlanmaması
çok eğlenceli olurdu! Tam izlenecek bir gösteri!” dedi ve deli gibi bir kahkaha
attı. “Ah! Dostum, yüzünün ifadesini bir görsen!”
Adam öfkeyle
atıldı ve Ghede’yi boğazından yakaladı. Ghede kahkahasıyla boğulurcasına
çırpınmaya başladı. Adam tutuşunu daha da sıkılaştırdı.
“Şaka yapma
demiştim! Nereye gidiyorsun?”
“Hey! Tamam!
Üzgünüm! Bir yere gittiğim yok!”
Adam
homurdanarak Ghede’yi fırlatırcasına bıraktığında, Ghede dengesini
toparlayamadan geriledi, duvara sertçe çarptı. Acıyan boğazını ovalayarak
doğruldu. Gözleri kötücül bir ifadeyle karşısını süzüyordu. Kısık bir sesle
konuştu.
“Büyüyü neden
yaptığımı sanıyorsun…” dedi tükürürcesine. “Benim Eros gibi numaralarım yok,
ben büyü yaparım, dostum. Şimdi, sen iyice çıldırmadan sorunu cevaplayayım. Vever
güçlenince, o gelecek ve ona bir kez gülümsemen yetecek.”
“O kadar mı?”
Kızaran
boğazını serbest bıraktı ve dudaklarını bükerek üstünü başını sanki tozlanmış
gibi silkeledi. “Macera istersen, daha çetrefilli bir kavuşma sağlayabilirim.”
Dedi kaşlarının altından adama bakarak. Adamın sıkılan yumruğuna gözü ilişince,
hemen lafını düzeltti. “Daha basit… Yani daha basit bir bağlayıcı
hazırlayabilirim. Yani gülümsemek senin için zor olursa…”
“Olmaz!” diye
kestirip attı. Olmazdı çünkü zaten onu gördüğü anda gülümsememek zor oluyordu.
“Ne kadar bekleyeceğim?”
Ghede cebinden
bir kese çıkardı ve Vever’in hatlarına dikkat ederek iyice ezilmiş tuzla bir
çember çizmeye başladı. “Güneşin etkisini kaybetmesini beklemen gerek, en geç
akşam diyebilirim. Büyü güneş doğduğu anda çalışmaya başlayacak ve her an
tamamlanabilir. Uyuma, tüm dikkatin Vever’de olsun. O gelince çemberi hemen boz
ve gerisi sana kalmış.”
Ghede kesenin
ipini sıkarak doğruldu ve keseyi cebine attıktan sonra onu izleyen adam döndü.
Parmağını şıklattığında döktüğü tuz yanmaya başladı, renkli bir duman çabucak
yanan tuzdan süzülürken keskin bir koku mağarayı sardı.
“Vever
ışıldayınca, gülümsemeye hazırlan yakışıklı!” dedi ve gözünü kırptı. Tuzdan süzülen
renkli dumanlar solarken Ghede çemberden uzaklaştı, koltuğa benzeyen çıkıntıya
yarı uzanarak şapkasını yüzüne indirdi, kollarını kenetleyip uyumaya
hazırlandı.
Mağarayı
aydınlatan mumlar Ghede’nin olduğu köşede zayıfladı ama sönmedi. Paltolu adam
gücü tükenmiş gibi yere oturdu, bağdaş kurdu ve beklenti dolu bakışlarını yere
çizilen zarif hatlı Vever’e dikti. Çok uzun süre beklemişti, onun için çok uzun
süre sabretmişti. Sabrı ve çaresi kalmamıştı, onu anlamasını umut ederek
nefeslendi.
Mağaradan çok
ama çok uzaklarda günün herhangi bir saatinde iki kadın bir masanın etrafında
yan yana oturmuş, önlerindeki kasedeki tatlıyı kaşıklıyorlardı. Yoğun
çikolatanın tadına daha iyi varmak istercesine kaşığı yalayan Dünya inledi.
“Uzun zamandır
bir tatlının tadına böylesine varamamıştım.” Dedi ve kaşığı yeniden kaseye
daldırırken devam etti. “Bunun için sana çok teşekkür ederim.”
Athena
dudağına bulaşmış çikolatayı diliyle yalayarak kaşığı boş kaseye bıraktı. “Ortak
çıkmadan tatlı yiyebilmek zor oluyordur.”
“Hiç sorma, ne
zaman elimi herhangi bir çikolataya atsam, iki canavar yoktan beliriyor. Neyse,
şimdi babalarına sattım biraz rahat edebilirim.” Dedi ve biten tatlı kasesini
iterek kendinden uzaklaştırdı. “Oh be! Kendimi tazelenmiş hissediyorum.”
Athena, neşeyle
sırıtan kadına bir süre baktı. Dünya’yı tanıdığı süre, onun ömrüne kıyasla çok
kısa bir süreydi ama o kadar dolu dolu geçmişti ki, sanki yüzyıllardır onunla
birlikteydiler. Dünya onun bakışına karşılık verdi, şakacı bir şaşkınlıkla
doğruldu.
“Ne?”
“Hiçbir şey…”
dedi Athena başını sallayarak. “Sana imreniyorum sadece.”
“Bana mı?”
dedi Dünya sandalyesinde ona doğru dönerek. “Evde üç iblisle uğraşan işte
huysuz müşterilerle cebelleşen ve sizin asil evlerinizde mekik dokuyan köle
anahtarınıza mı imreniyorsun?”
Athena güldü.
“Böyle düşününce, imrenmem saçma oldu tabi.” Dedi ve ciddileşti. “Yine de
karşılaştığın her zorluğa rağmen pes etmediğin için sana teşekkür ederim. İyi
ki bizimlesin, iyi ki baş belası kardeşimi biraz olsun akıllandırdın.”
“İşte o konuda
kuşkuluyum.” Diye ağzının içinden konuşan Dünya nefeslendi. “Aman, bu kadar
duygusallık yeter. Artemis nerede kaldı acaba?”
Athena yüzünü
buruşturdu. “En son Solan’ı kontrol etmeye gitmişti, gerçi onun deyimiyle kısa
süreliğine uğrayacaktı ama biliyorsun adamın başının etini yemeden bırakmaz.
Hala inanamıyorum, Artemis öncekinden daha aşık olmayı nasıl becerdi? İnsan o
kadar nefret ettiği birine yeniden nasıl aşık olabilir? Solan gibi soğuk biri
ise, onun bu deli hallerine nasıl sabredebiliyor anlamıyorum. Çok uyumsuzlar!”
“Bence hiç
uyumsuz değiller.” Dedi Dünya. “Aşk uyumdan gelmez ayrıca, kalpten ve beyinden
gelir. O ikisini ilk gördüğümde anlamıştım aslında…”
“Ah, yapma! Artemis’in
sözde aşkı bir süre sonra alışkanlığa dönüştüğünde kesin sıkılır. Mantıklı
olmak gerek, o yalnız yaşamaya alıştı. Solan’dan sıkıldığında, aralarındaki bağ
her neyse kopacak. Umarım Solan o zaman çok üzülmez.”
“Çok katısın
Hena!” dedi Dünya hayretle.
“Katı değilim
sadece mantıklı düşünüyorum. Artemis’in hayatına tek giren kişi Solan idi,
öncesinde de onun olması, Artemis’in bir süreliğine birine bağlanmasını sağladı
sadece. O da benim gibiydi, birine bağlanmak onun için zordu. Yakında bunu
hissetmeye başlayacaktır. Sanırım Zeus’un kızlarının laneti de bu!”
“Saçmalık!”
dedi Dünya uzandı ve ikna etmek istercesine kadının koluna dokundu. “Lanet
değil bu, sen sadece sevebileceğin birine rastlamadın. Zaman meselesi!”
Athena güldü
ve elini onun elinin üstüne koydu. “Dünya ben yüzyıllardır yaşıyorum. Birine
rast gelmemiş olmam, zamanı gelmediğinden değil, öyle birinin olmadığındandır.
Ben aşka inanmıyorum.”
Kadını ikna
edemeyeceğini bilen Dünya bıkkınca elini çekecekken birden bir basınç hissetti
ve gözlerini Athena’ya çevirdi. Kadın da hissetmişti. Anlık bir değişimdi ve
tepki verecek zamanları olmamıştı. Birbirlerine bakarken elleri daha da
kenetlendi ve masada iki boş kase bırakarak havaya karıştılar.
* * * * *
Mağaradaki
Vever’in hatları ışıldamaya başladığında paltolu adam heyecanla doğruldu. Köşesinde,
gözlerini açan Ghede, yüzünü örten şapkasının siperliğini kaldırıp müşterisine
baktı. Her şey olması gerektiği gibiydi. Güçlü Vever’in çağrısına yanıt veren
tanrıça küçük çemberin içinde belirirken Ghede panikle doğruldu.
“Hayır…” diye
mırıldandı, oluşan biçimlere bakarak. “Ah, hayır, bu olmamalı! Gölgelere çekil!”
Paltolu adam
derin bir nefes alırken gözlerini, tek kişinin anca alacağı çemberde beliren
iki siluetten alamıyordu. Bir terslik vardı. Ghede ona yetişti ve iterek
karanlığın onları gizlemesine çalıştı ama geç kalmıştı. Çemberin içinde bir
beden belirecekken iki kişi belirdi. Dört çift göz şaşkınlıkla birbirine
bakıyordu. İlk kendine gelen Athena korumak istercesine Dünya’yı arkasına
çekerken Dünya şaşkınlıkla çığlık attı ve ayağı kaydı. Fark etmeden çemberi
bozarken iki kadın yeniden havaya karıştılar. Arkalarında dehşet içinde kalmış
iki adam bırakmışlardı. Paltolu adam bakışlarını tüterek yok olan çemberden
alarak Ghede’ye çevirdi. Ghede hala çemberin ve Vever’in kaybolan izlerine
bakıyordu.
“Anahtar…”
diye fısıldadı. “Onun yanında mıydı?”
Düştüğü yerden
doğrulan paltolu adam, şaşkınlığında sıyrılarak Ghede’nin yakasına yapıştı.
“Burada ne oldu?”
“Lanet olsun!
Ne yapacağız şimdi? Hepsi senin suçun!”
“Nereye
gitti?” dedi, sayıklayan Ghede’yi sarsarak.
“Bilmiyorum.
Ne olduğunu bilmiyorum. Anahtar, çemberi bozunca… Ben bilmiyorum!”
“Büyü?” dedi
adam panikle. “Büyü aktif mi?”
Ghede yutkundu
ve zoraki başını çevirdi, yerde tamamen silinmiş Vever’in olduğu yere göz attı.
Yavaşça adama döndü, başını salladı. “Evet, büyülendi…”
Mağara, adamın
hiddetli bağırışıyla sarsılırken iki kadın birbirine sarılmış bir halde hiç
bilmedikleri bir yere yönlendiler. Athena savunma duruşunu bozamadan
yönlenmişlerdi ve Dünya ayağı kaydığı için düşmemek için onun koluna
sarılmıştı. İkisi de geldikleri yeni ortama bakarken doğruldular. Az önce
mutfaktayken şimdi bir yağmur ormanının ortasında dikiliyorlardı, bir
saniyeliğine uğradıkları mağara da ayrı bir olaydı. Athena başını sallayarak
Dünya’ya döndü.
“O Ghede
miydi?”
“Evet, o
sersemi nerede görsem tanırım. Fakat yanındakini göremedim, iki kişiydiler, değil
mi?”
“İki
kişiydiler ama ben de diğerinin yüzünü göremedim, çok karanlıktı.”
“Bizi nereye
gönderdiler böyle?” dedi Dünya, yaprakları yüzünden gökyüzünü dahi zor
gördükleri ormana göz gezdirirken. “Hem neden biz?”
“Bilmiyorum ve
umurumda değil. Hadi gidelim.” Dedi Athena ve yönlenmek için hazırlandı. Fakat
başaramadı. Dünya da aynı durumda olacak şaşkın bakışlarını ona çevirdi.
“Yönlenemiyorum.”
Dünya
nefeslenip kendini toparlamak için dağılmış saçlarını geriye attı. “Kapalı bir
boyutta olabiliriz. Sen işi ustaya bırak.” Dedi ve elini kadına uzattı.
“Anahtarın neyse ki yanında!”
El ele
tutuştular ve Dünya boyut kapısını sezmeye odaklandı. Fakat hiçbir şey
belirmedi, hissetmedi, düşünceleri bomboştu. Yeniden denedi… Yeniden…
Olmuyordu.
“Hena! Kapı
yok! Yönlenemiyorum da!”
“Bu ne demek?”
“Burada
kaldık, demek!”
Ormanı kesen
bir patikaya rast gelene dek saatlerce yürümüşlerdi. Geldikleri boyutun her
şeyi onlara yabancıydı, toprağı, hayvanları, ağaçları, hatta havası dahi…
Karanlığa kalmamak için hızlı adımlarla, katılaşmış patikayı takip etmeye
başladılar. Arada yönlenmeyi denediler ama başaramadılar. Hermes’i çağırmaları
dahi işe yaramamıştı. Ares’le bağlantı kurmaya çalışmışlardı, sonuç yine
hüsrandı. Kimse çağrılarına cevap vermiyordu. Zaman geçtikçe Dünya paniklemeye
başladı.
“Kaybolduğumuzu
fark etmişlerdir, neden bizi aramaya gelmiyorlar?”
“Bizim
dönememiş olmamız ile aynı sebepten sanırım.” Dedi Athena gergin bir sesle.
Elinden bir şey gelmemesi onu sinirlendirmeye başlamıştı. Tamamen yabancı bir
yerde silahsız kalmak onu öfkelendiriyordu. “Ares ortalığı ayağa kaldırmıştır,
buna rağmen hala bize ulaşamadılarsa, başımız ciddi dertte demektir.”
“Çocuklar…”
dedi Dünya boğazı düğümlenerek. “Ares bizi bulmalı! Saatler geçti!”
Athena
durakladı, Dünya’ya döndü. “Paniklemek çare değil Dünya, lütfen soruna
odaklan!”
“Nasıl bu
kadar soğukkanlı olabiliyorsun?”
“Sen ne ara bu
kadar panikleyen biri oldun?”
Dünya
gözlerini kıstı ve dudaklarını sıktı. Hakkı vardı ama kendinden çok düşündüğü
birilerinin olması, insanda soğukkanlılık diye bir şey bırakmıyordu. Bunu da
ilan etti. “Anne olduktan sonra!”
Bir an ona
bakan Athena doğruldu ve önüne döndü. “Peki, o zaman paniklemeye devam et!”
Ormandan
kurtulmuşlardı ama yabancı bir arazide olduklarından rahatlamak henüz onlara
yabancıydı. Dünya sonunda adım atacak hali kalmayınca, önde yürüyen Athena’ya
seslendi.
“Hena!
Yoruldum ve acıktım. Mola verecek bir yer bulmalıyız ve yiyecek bir şeyler…”
Kadın durdu ve
el yapımı mızrağına dayanarak etrafa bakındı. “Keşke birilerine rastlasaydık,
buradaki meyveler hiç tanıdık değil ve bir şekilde hayvan avlasak, nasıl
pişireceğiz?”
“Sen avla da,
ateş yakmak kalsın.” Diye homurdandı Dünya, çoktandır söylenmemişti ve artık
sabrının sonuna gelmişti. “Döndüğümde, o lanet olası Ghede’nin canına
okuyacağım!”
“Sıraya gir!”
dedi Athena ve ileriyi işaret etti. “Baksana. Şu çalılar böğürtlene benzemiyor
mu? Denesek ölmeyiz herhalde, anca tadı kötüdür.”
“Ah, Hena! Ya
ölümsüzlüğü de kaybettiysek?”
“Öyleyse,
umarım tatları iyidir. Rezil bir şey yiyip ölmek istemem.”
Dünya, kararan
havaya hayıflanarak Athena’nın arkasından çalılara doğru yürüdü. Kadının yanına
vardığında Athena çoktan birkaç tanesini ağzına atmıştı. Koyu pembe meyveler
böğürtlenden biraz daha büyüktü ama ondan daha suluydu. Athena onu engelleyip
biraz daha yedi, zehirli olup olmadığını kontrol ediyordu. Dünya sabırsızca
kollarını kenetledi.
“Hena,
beklemem saçma, deli gibi acıktım. Hem etkisini ne zaman göstereceğini nereden
biliyorsun?”
Yine de Athena
izin verene kadar bir tane bile yiyemeden bekledi. Tadı çok güzeldi, hafif
ekşiydi ama damakta hoş bir tat bırakıyordu. Kokusu da güzeldi. Hafiflemiş ve
rahatlamışlardı. Hatta içinde bulundukları sıkıntılı durum bile umurlarında
değildi. İlk kendinden geçen Dünya oldu, Athena onun aniden sızmasına şaşıracak
zaman bulamadı. Dünya yere uzandıktan sonra o da hemen kadının dibine düştü.
* * * * *
“Dünya! Uyan!
Dünya!”
“Tamam, uyandım.
Çocuklar…” derken gözleri açıldı. Başı çatlarcasına ağrıyordu ama
yaşadıklarının anısı bir tır gibi onu çarptı ve ayılttı.
Derme çatma
küçücük bir odada oturuyordu ve sıkıca bağlanmıştı. Tam karşısında Athena da
aynı şekilde ama ondan daha berbat bir halde oturuyordu. Bağlardan kurtulmaya
çalıştığı ama başaramadığı belliydi, saçları dağılmıştı ve yüz ifadesi
korkutucuydu.
“Hala
bulunamadık mı?”
“Bulunmuşuz
ama istediğimiz kişiler tarafından olmadığına eminim.” Diye homurdandı Athena.
İplerden kurtulmak için yine debelendi. Duvara sabitlenmiş çengelden kurtarmayı
başarsa, bir umutları olacaktı ama halat oldukça sağlamdı.
Küçük oda, bir
hapishaneydi anlaşılan, ya da onlar için hapse dönüştürülmüştü. Odayı
aydınlatan uzunlamasına dar pencereler dışında tahta bir kapı vardı. Toprak
zemin ve tahta duvarlar özensizdi ama buradan kaçmalarını zordu. Dünya da biraz
debelendi ama Athena’ya dayanabilen bir düzenekte onun pek şansı yoktu. Sonunda
ne olacaksa olsun diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı.
“Bırakın bizi!
Sizi haydutlar!”
Athena susması
için ona söylendi. Dünya kadına döndü. “Beklemeye ne gerek var Hena? Nasıl olsa
bizi sorgulamak için gelecekler, bari rahatları bozulsun! Hey! Oradakiler!”
Sonunda kapı
açıldığında Dünya sustu, Athena ile birlikte kapıdan girene baktı. İriyarı bir
haydut bekliyordu ama içeri giren adamın zarif bir elften farkı yoktu.
Dizlerine kadar gelen kumaş bir ceket giymişti, boynuna sardığı uzun ve geniş
atkı saçlarını da gevşekçe kapatıyordu. Dar pantolonun paçalarını binici
çizmelerine sıkıştırmıştı. Görünüşe göre sırtına asılı ok ve yay harici bir
silah taşımıyordu. İfadesiz bir yüzle ikisine baktı, sonra hiçbir şey demeden
çıkıp gitti.
Kapı kapanınca
Dünya da açık kalan ağzını kapattı. Şaşkın bakışlarını Athena’ya çevirdi.
“Ortadünyaya yönlenmişiz Hena. Bu adam kesinlikle bir elf!”
Şakasına
karşılık, hoşnutsuz bakışlarını ona çeviren kadın, debelenmeye devam ederken
homurdandı. “Buradan kurtulduğumda çıplak ellerimle öldüreceğim bir elf!
Çaresiz kalmaktan nefret ediyorum!”
“Gücünü
harcama.”
“Ne yapmamı
önerirsin? Kuzu gibi burada oturalım mı? Lanet olası, aptal böğürtlenler!”
“Oturalım
demeyecektim. Az önceki taktik işe yaradı, ilgilerini çekmeye ne dersin?”
“Biraz
aşağılayıcı bir saldırı olmaz mı?”
Dünya dudağını
büktü. “Şu anda pek seçici olamayacağım.”
Nefeslendiler
ve tam bağıracaklarken kapı yeniden açıldı. Az önceki adam tamamen
silahsızlanmış olarak içeri girerken peşinden başka bir adam daha geldi. O da
aynı giyinmişti, sanki bir çeşit üniformaydı. Adamın elinde iki paket vardı.
İlk giren adam sakin bir sesle konuştu.
“Bağladığımız
için kusura bakmayın ama tehdit derecenizi bilmiyorduk. O yüzden bağlamak
zorunda kaldık. Gözlem altında yemeğinizi yemek umarım sizi rahatsız etmez.”
Athena
gözlerini kısarak konuşan adama bakıyordu. Dünya kadının ne düşündüğünü yüz
ifadesinden anlamıştı, olaylar karışmadan hemen müdahale etti.
“Hiç rahatsız
olmayız ama ellerimiz bağlıyken yemek, gözlem altında dahi zor olur.”
Adam bir an
şaşalayıp düşündü, sonra anlayarak doğruldu. “Elbette, sizi çözeceğiz ama size
rica ediyorum, kendinize zarar verecek hareketlerden kaçının. Kısıtlı
imkanlarımız için de kusura bakmayın. Sonrasında sorularımıza cevap vermenizi
isteyeceğim.”
“Kibarlıktan
ölecek ilk elf!” diye ağzının içinde homurdanan Athena’ya bir bakış atan Dünya
hemen adama döndü.
“Elbette, yeter
ki bizi çözün.” Dedi son derece yumuşak bir sesle.
Aynı dili
konuşmaları bir yana, onları tutsak eden bu garip adamların kibar saflıkları
şaşkınlıklarını arttırıyordu ama ikisi de hiç bozuntuya vermedi. Tehdit
derecelerini düşük gören adamları pişman etmek için sabırsızlanan Athena, ifadesini
hiç değiştirmeden, onu da çözmelerini bekledi. Çözüldükten sonra uzattıkları paketi alırken
uyuşmuş bacaklarını kımıldattı ve yan gözle Dünya’ya baktı. Dünya da kaslarını
hareket ettirmeye çalışıyordu, bir yandan da verdikleri paketi açıyordu. İki adam
da ayağa kalkıp gerileyeceklerken Athena yaydan kurtulmuş bir ok gibi fırladı
ve bir nefes sonrasında iki adam da baygın olarak yere düştü. Seslerini
çıkaracak zamanları olmamıştı. Dünya bir yandan ekmeği kemirirken adamlarda
silah arayan Athena’ya yardım etti. İki elini kullanmayan Dünya, ona ters bir
bakış atmayı ihmal etmeyen Athena’ya söylendi.
“Ne var, çok
acıktım!”
Askerlerden
işe yarar bir silah bulamayan Athena sinirlenmişti. “Sersemler! Yanlarına silah
almamışlar, bir çakı bile yok.”
“İhtiyacın var
mı sanki?”
“Senin için
gerekiyor.” Dedi doğrularak. “Yakın dövüşte hala çok kötüsün.”
“Kalabalık
değillerdir zaten, tüm eğlenceyi sana bırakıyorum.” Dedi Dünya ve ekmeğinden
ısırdı. “Önden buyur.”
Dört boş
odadan oluşan yapıyı terk etmek zor olmadı. Açık havaya çıktıklarında tuhaf bir
kampta olduklarını fark ettiler. Onların kaçmasını hiç beklemeyen adamlar, ilk
şaşkınlıklarını üstlerinden attıklarında Athena dört tanesini bayıltıp eline
kısa bir kılıç geçirmişti. Henüz kimseyi öldürmemişti ama karmaşa yüzünden an
meselesiydi. Dünya ölüm olması halinde işlerin sarpa saracağını tahmin
ettiğinden kaçacak bir aralık aramaya başladı. İleride geniş bir nehir
akıyordu, uzaktaki köprünün yolun devamı olduğunu fark etti ama nereye
gideceklerdi? Köprünün devamında ne ile karşılaşacaklardı?
* * * * *
Derken güçlü
bir kükreme yeri sarstı. Dünya, onu yakalamaya çalışan adamdan sakınarak mide boşluğuna
sert bir tekme atmıştı. Athena da, burnunu kırdığı adamı ileri fırlatıyordu. Korkunç
bir kükreme sesi herkesi dondurdu, saldırı anında kesildi. Dünya ve Athena,
kükreme sesinin geldiği yöne doğru döndüler. Kaplan ve aslan karışımı devasa
bir hayvan kocaman ağzını açarak yeniden kükredi ve çenesinden sarkan iki sivri
dişini sergilercesine uzun dilini çıkarıp yaladı. Hayvanın yanında ise uzun
boylu bir adam duruyordu. Uzun atkısını, saçlarını ve yüzünü örtecek şekilde
sarmıştı, ceketinin önü açıktı ve aralıktan hafif bir kumaştan yapılmış
kaliteli gömleği görülüyordu.
Athena savunma
pozisyonuna geçerken yeni adamdan gözünü ayırmadı. Ayakta kalan askerler,
saldırma niyetleri kaybolmuş gibi gerileyerek sıraya giriyorlardı. Yaralananlar
toparlanırken uzun boylu adam etrafı süzdü, en sonunda bakışları Athena’ya
döndü.
Ne yapacağını
düşünen Athena, gelen hayvan ile işlerin sarpa sardığını anladı. Elinde kısa
bir kılıçla, devasa hayvana ne kadar zarar verebilirdi ki, üstelik yanında
Dünya vardı. Kaçma ihtimali de yoktu, hayvan iki adımda onları yakalardı. Yine
de savaşmadan pes edecek değildi. Adamdan gözünü ayırmadan mırıldandı.
“Yönlenmeyi
tekrar dene Dünya, kendini kurtar. Sadece kendine odaklan!”
“Boşuna!” dedi
Dünya sinirle. “Yeteneklerimiz burada işlemiyor.”
Uzun boylu
adam, diğerlerinin toparlanmasını bekledikten sonra zarif ve rahat adımlarla onlara
doğru yürümeye başladı ve yanında hareketlenen hayvana doğru konuştu.
“Burada
bekle!”
Hayvan, ona
itaat ederek durdu ve usulca yere oturdu. Adam kendine güvenen adımlarla yaklaşmaya
devam etti. Elinde Athena’nın mızrak haline getirdiği sopa haricinde bir silah
yoktu. Adam aralarında beş metre
bırakana dek yaklaştı, sonra durdu ve doğruca Athena’ya baktı. Gözlerinin rengi
tam seçilmiyordu ama şekli oldukça biçimliydi.
“Bazı
kuşkularım yüzünden size saçma bir soru soracağım.” Dedi her ikisine bakarak.
Sesi pürüzsüz ve otoriter çıkıyordu. “Erkek değilsiniz ama kadın olmanız da
düşük bir ihtimal, siz nesiniz?”
“Gerçekten
saçma bir soruymuş.” Dedi Dünya.
“Ne fark eder?”
diye tüm huysuzluğuyla sordu, gereksiz laf kalabalığından sıkılarak.
Adam soruyu
soran Athena’ya döndü ve gözleri hafifçe kısıldı. “Fark etmez ama kadın olmanızı tercih ederim.
Bugün kimseyi öldürme isteğim yok, bu kaybolmuş bir casus olsa da.”
“Öldürebileceğini
sana düşündürten ne?”
Dünya,
saldırmak için sabırsızlanan kadında Ares’in ruhunu gördü, bir kelime ve hücum…
Tutsak edilmek kadına hiç yaramamıştı, öfkesini dizginlemekte zorlanıyordu.
Konuya el atması gerektiğini anlayarak ileri adım attı.
“Bakın, biz
buraya yanlışlıkla gelen iki kadınız. Casus filan değiliz ve bağlanmamış olsaydık
kimseye de saldırmazdık. Zarar vermek istemiyoruz.”
“Ama sen bir
istisnasın.” Dedi Athena adamın elindeki kısa sopaya bakış atarak. “Silahımı
elimden alanları af etmek huyum değildir.”
Adam ilginç
bir şey duymuş gibi başını hafifçe eğdi ve elindeki sopaya baktı. “Bu silah
olarak mı düşünülmüştü.” Dedi ve yeniden Athena’ya döndü. “Alışılmadık!”
Sopayı
Athena’ya doğru fırlattı, kadın boştaki eliyle sopayı kolayca yakaladı.
Karşılarındaki adamın, şu anda uslu bir kedi misali oturan hayvanın
kabiliyetine güvendiği belliydi, güvenmesi de normaldi. Adam yüzünü örten
kumaşı sıyırdı. Güzel gözlerine eşlik eden hoş yüz hatlarını görmek,
beklentilerine rağmen onları şaşırttı. Yakışıklı genç adamın soğuk bakışları
oldukça otoriter bir hava yayıyordu. Dünya hala tetikte olan kadına doğru
mırıldandı.
“Adam da Adonis’e
rakip çıktı iyi mi?”
İnat olarak
seçtiği sopasına da kavuşan Athena, onun saptamasına aldırmadan adama seslendi.
“Şimdi, kararınızı verin, ya bize engel olur ve cehenneminize erken
kavuşursunuz ya da yolumuzu açıp sağlıklı yaşamaya devam edersiniz.”
Adam hiç acele
etmeden onu süzdü. “Bence karar vermesi gereken sensin. Geleneksel tavırlarınız
olmadığından uzak ve barbar bir diyardan geldiğiniz belli. Savaşmayı bilen bir
kadın olman bir yana, silahsız ve hiç fark edilmeden sınırı geçip buraya kadar
gelebilmeniz ilgimi çekiyor. Kusura bakma, o yonttuğun sopayı silah olarak
değerlendirebilmem çok zor. Ayrıca diyarımızı hiç bilmediğinizi anlamak da zor
değil çünkü azıcık aklı çalışan hiç kimse faleymiyi ham haliyle yemez. İlk
bulduğunuz meyveyi yiyecek kadar çaresiz kaldığınız bir diyarda dolanmak yerine,
bizim size eşlik etmemiz daha uygun olacak. Hiç değilse, iki taraf için de
güvenli bir durum sağlanana dek, birbirimize katlanabiliriz.” Dedi ve Dünya’ya döndü.
“Tuhaf kıyafetine rağmen kadın mantığına sahip olan sizsiniz sanırım.
Arkadaşınızı ikna edin, lütfen.”
Adam arkasını
dönüp yaralılarla ilgilenen askerlerin yanına yürürken son cümlesini de
söyledi.
“Kararını
bekliyorum.”
Athena, adamın
haklı tavrına sinir olmuştu ve sözlerinde açık bulamadığı için de öfkesi
katlanmıştı. Dünya ona yaklaştı.
“Ne diyorsun?”
Sırtı onlara
dönük adama ölümcül bakışlar atmayı bırakmayan Athena homurdandı. “Kaçmak çözüm
değil, şimdilik geri de dönemiyoruz. Belki sorunu anlamak için bu garip boyutu
tanımak gerekiyordur.”
“Adamlar çok
tuhaf değil mi? Kadın olduğumuzu öğrendikten sonra neredeyse teslim oldu.”
“Sopayı geri
vermesi teslimiyet sayılmaz Dünya. Aslan bozması kaplan yeterince canımızı
sıkardı, sanırım o sersemin lafını dinliyor.”
“Uyumlu mu
olacağız?”
Athena omzunu
silkti. “Senin kararın genelde çözümü sağlıyor.” Dedi ve adama doğru pis bir
bakış attı. “Uyumlu olacağız, doğru zaman gelene dek.”
“Buranın
komutanı gibi bir şey galiba…” Dedi Dünya onun bakışını izleyerek. “İnsana
tokat atan bir mantığı var ama Hena, lütfen sakin ol ve sözlerini şahsi alma.
Adama düşman olmak bize yaramaz.”
Athena ona
döndü. “Şahsi alma mı? Onu, sopamı küçümsemeden önce düşünecekti.”
Genç adam
yaralıların durumunu incelerken ne yapması gerektiğini düşünüyordu. Bu iki
yabancı kadını, faleymi çalısının dibinde sızmış halde bulduklarından beri
aklını kurcalayan tek konu, onları şehre götürmesinin ne kadar güvenli
olduğuydu. Savaşmayı bilen bir kadın… Nereden gelmiş olabilirdi ve neden
savaşmayı öğrenmek zorunda kalmıştı? Kimden öğrenmişti? Medeni olan hiçbir
diyarda, kadınların savaşmayı öğrenmesine gerek olmazdı. Bir kişinin
askerlerini bu hale getirdiğini kendi gözüyle görmeseydi inanmazdı. Gerçi kadın
olduğu için sert davranmaktan çekinmişlerdi ama zapt etmeyi başaramamaları ayrı
bir sorundu. Usta birliği, iki kadına karşı yetersiz kalmıştı.
Onlara eşlik
edecek askerleri seçtikten ve yaralılar için yakındaki şifacıya haber saldıktan
sonra, kararını vermişti. Kadınları şehre götürmesi ve kurula sunması
gerekiyordu. Onlara ne olacağı onun yetkisi dışındaydı. Binecekleri govaksları
hazırlamalarını emretti ve ileride devrik bir kütüğe oturan kadınlara döndü.
Erkek gibi giyinmişlerdi, alışılmadık bir kumaş ve kıyafetleri vardı. Bir parça
rahatsız görünüyordu ama hareketlerini hiç kısıtlamadığına tanık olmuştu.
Askerlerini dağıtan kadın zayıf ama güçlü birine benziyordu, diğeri daha
zarifti.
“Onları hangi
unvanla Yüce Kurul’a sunacaksın Dea?”
Genç adam rüzgâr
yüzünden kuruyan dudağını yalayarak düşündü. Kararını verdi, konuşan
kadınlardan bakışını aldı ve yaverine döndü. “Esir değiller eğer sorduğun
buysa… Misafir olarak kabul edip etmemek ise kurula kalmış.”
“Misafir
olarak mı sunmayı planlıyorsun?”
Gözlerini
arkadaşı da olan yaverine dikti, ne demek istediğini ve uygunsuzluğunu
biliyordu. “Testi geçtiler, insan oldukları kanıtlandı. O iki kadın imkânları
olmasına rağmen kimseyi öldürmediler, yani niyetleri kötü değil. Eğer onları
bağlamasaydın bu kadar korkmayacaklardı.”
“Korkmuş biri
gibi değildi Dea, görmedin mi kadın nasıl savaşıyor! Hem bence test uygun
yapılmadı, kanlarını kontrol…”
“Kanıt için
kan dökülmesine gerek yok! Onlar laun değil!” sert sesi ile konuyu kapatan Dea
gözlerini kıstı, derinlerinde hafifçe parlayan bir ışık karşısındaki
uyarırcasına yanıp söndü. Bağlamalarını emretmemişti. Kadınların kılık
kıyafetinden ve fiziklerinden çekinen askerleri, o Tamon’u beslemeye
götürdüğünde ikisini de bağlamışlardı. Dea bu itaatsizliği bir istisna olarak
görmeyi seçmişken yaveri onu sorgulamaya cüret ediyordu.
“Protokolü
biliyorum Virton.”
Adamın buz
gibi sesiyle bir adım gerileyen asker kaşlarını çattı. “Af edersin, ben…”
Konuyu
uzatmamak için lafını kesti. “Govakslar ayarlanınca, kadınlara söyle yolculuk
için hazırlansınlar, sonra bana haber ver.”
“Emredersin.”
Dea durum
raporunu yazmak için barakasına doğru yürümeden önce aralarında konuşan
kadınlara bir bakış attı. Kadın da onu izliyordu, bakışları çakıştı. İlginç göz
renkleri bu kadar uzaktan bile seçilebiliyordu. Bir kadına göre yüz hatları
kusursuzdu ama bakışları ölümcül derecede soğuktu, nefretini gözlerinden
kolayca yansıtabiliyordu. Dağılmış saçlarını toparladığı için yüz ifadesini
daha iyi görüyordu. Dea başını çevirecekken kadın kendi gücüne güvenen kibirli
bir tavırla doğruldu. Hala meydan okuyordu. Dea içini çekerek önüne döndü ve
barakasına girdi.
Athena onlara
uyaran bir bakış atan komutana bakarken çenesinin kasılmasına engel olamadı. Suç
işlemeden onları hapsetmişlerdi ve şimdi de saçmalayıp ukalalık taslıyorlardı.
Küçümsemeleri de cabasıydı. Neredeyse bir gündür bu boyuttaydılar ve ellerinden
hiçbir şey gelmiyordu. Dünya için daha çok üzülüyordu çünkü pek belli etmese de
çocukları ve Ares için endişelendiğini biliyordu. Ares delirmiş olmalıydı. Onun
bu deliliğine güvenerek yakında bulunacaklarını da umuyordu. Anahtarın bile
açamadığı bir boyutu nasıl bulacağı meçhuldü ama söz konusu sevdiği biri olunca
adamın engel tanımadığına birçok defa şahit olmuştu, özellikle Dünya için.
“Sakin
olmalıyız Dünya. İnceleyip plan yapmaktan başka çaremiz yok.”
“Vakit
kazanmalıyız.” Dedi Dünya ve onlara yaklaşan adamı fark ederek kısık sesle
mırıldandı. “Yanımdan ayrılma kapıyı sezer sezmez bizi yönlendireceğim.”
Adam tam karşılarında
durunca Athena ayağa kalkıp adamı karşıladı. Adam kibar ve mesafeli bir tavırla
konuştu.
“Yanlış
anlaşılma için özür dilerim. Şehrimize kadar misafirimiz olmanızı rica ederiz.
Ben yaver Virton Hwol-Mas, emrinizdeyim.”
Athena, adama
ve uzakta onları beklediğini düşündüğü garip hayvanlara göz attı. Uzun iki
bacaklı, kuşu andıran bir kafaları vardı fakat at yelesine ve derisine
sahiptiler. Uzun kuyrukları yeri süpürüyordu. Basit bir geme ve tek kişilik bir
eyere sahiplerdi. Uysal görünüyorlardı. Onun bakışını fark eden yaver şaşırarak
sordu.
“Hiç govaksa
binmediniz mi? Çok olağandır ve her diyarda bulunur. Gerçi bizim govakslar…”
“Sizin
govakslar umurumda değil yaver.” Dedi Athena. “Yola çıkacak mıyız?”
Virton kabalık
karşısında afallayarak Dünya’ya döndü. Dünya omzunu silkti. “Laf kalabalığını
sevmez.” Dedi ve adamın kolundan sarkan kumaş parçalarını işaret etti. “Onlar
bizim için miydi?”
“Ah, evet.”
Dedi adam kolunda asılı duran atkıları onlara uzattı. Açıklama yapacak gibi
ağzını açmıştı ki, Athena’ya bakıp susmayı tercih etti ve kumaşları onlara
verdi.
Teşekkür eden
Dünya uzun atkıyı öylesine boynuna doladı, anlaşılan bu atkı her durum için
kullanılıyordu. Bir çeşit acil durum kıyafetiydi. Onların üniformasına çok
uyumluydu ama onun ve Athena’nın gömlek-tişört-kot üçlemesi için tuhaf
duruyordu. İyi ki Artemis yanlarında değildi yoksa kıyafetler hakkında milleti
canlarından bezdirirdi.
Virton ile
beraber hayvanlara doğru yürürken yandaki barakadan komutanları çıktı. Uzun
siyah saçlarını atkıyla kapatmamıştı, hafif bir rüzgâr genç adamın saçlarını
savururken bakışlarını doğruca Athena’ya çevirdi. Çok genç diye düşündü Athena,
yetkili bir komutan olmadığı belli. Verdiği kararın şehirde yanlış anlaşılıp
yeniden hapse girmeleri daha olasıydı. Emirleri sorgulanmayan tecrübeli biri
olmasını tercih ederdi. Başını çevirecekken adam konuştu.
“Kendimi
tanıtmayı unuttum.” Dedi onlara yaklaşarak. Kadınlar ona döndüğünde resmi bir
duruşla başını hafifçe eğdi. “Ben Deacas Tai-Darin, Zenwar Diyarının Baş
Orunuyum.”
Sözleri Athena
için anlamsız gelse de; Athena, adamın tüm ciddiyetiyle kendini tanıtmasına
aynı ciddiyetle cevap verdi. “Ben Athena, dünyalıyım.”
Dünya da devam
etti. “Ben de Dünya’yım.”
Genç adam bir
an afalladı, dalga geçildiğini düşünmüş olacak bedeni gerildi. Yine de
tepkisini koruyarak ötede duran Virton’a kısa bir baş işareti yaptı. Virton
askerlere binme emrini verip düzgün bir hizaya girerlerken komutan da kendi
hayvanına doğru yürüdü. Basit bir hamleyle govaksa bindi ve onlara bakmaksızın
durdu. Dünya kararsızdı, şimdiye kadar ata dahi binmemişken bu garip hayvana
nasıl binecekti. Neyse ki, Athena hayvana nasıl yaklaşması gerektiğini sabırla
gösterdi, sanki daha önce bu hayvanlara binmiş gibi sakin ve anlaşılır şekilde
nasıl anlattı. Hayatı boyunca sayısız boyutta savaşmış olan kadın çok çabuk
uyum sağlıyordu, elbette pratik zekası da buna yardım ediyordu. Athena’nın
yardımıyla binmişti ama korkusu hala geçmemişti. Athena tereddüt etmeden kolayca
hayvana tırmandı ve usta hareketlerle yönetimi eline aldı.
Dea, Athena’yı
yan gözle izliyordu, yardımsız govaksa binmesi bir yana duruşundaki asillik
sanki tahtında oturan bir kraliçe edasını çağrıştırıyordu. İkisinin hazır
olduğunu anlayınca, Tamon’a seslendi. Onun çağrısını duyan hayvan
gevşekliğinden kurtularak canlandı ve koşarak onun hizasında durdu. Govaksın
gemini hafifçe çekti.
“Ha!”
Hareketlenen
hayvanın ardından geri kalanlar da bineklerine emir verdiler. Dünya ile Athena
da onların hareketini taklit ederek peşlerine düştüler. Askerler öyle
hizalanmışlardı ki, disiplinleri sayesinde onların hızına ayak
uydurabiliyorlardı. İkisini de Dea’nın hemen ardında tutmaya özen
gösteriyorlardı. Athena küçük bir birlik olsa da bu askerlerdeki disiplini
takdir etti ama içinden. Hepsi komutanlarına inanılmaz saygı gösteriyorlardı,
tavırlarından yansıyan otoriteyi hepsi kabullenmişti. Genç adam onların
hayvanlara alıştığını düşünmüş olmalı birliği hızlandırdı. Bindikleri garip
hayvana rağmen sürüşleri komik gelmiyordu.
Mola
verdiklerinde bayağı yol almışlardı. Dünya zorlanarak govakstan indi. Athena
bile kasılan kasları yüzünden rahat değildi. Virton hemen yanlarına geldi,
ikisini serilen bir örtüye yönlendirdi. Adam yanlarından ayrılınca Dünya ona
eğildi.
“Bunların da
bir ortası yok.” Dedi kısık sesle. “Adamın binek için özür dilemesine ne
dersin? Sanki başka bir seçenek varmış gibi.”
Athena
gülmemek için dudağını ısırdı. Birlikten biraz ayrıydılar, kaçmalarından
çekinmedikleri belliydi, sadece rahatsız etmemeye çalışıyorlardı. Komutanları
da askerlerin arasındaydı. Kumanyalarını onlarla paylaşmışlardı, sade bir
çörek, kurutulmuş hoş aromalı bir parça et ve içecek olarak su. Dinlendikten
sonra anlaşmış gibi hepsi toparlandı ve yola çıktılar. Akşama kadar da arada
yavaşlamak dışında hiç mola vermediler. Sonunda durduklarında, Dünya’nın
bacaklarını kımıldatacak hali kalmamıştı. Yine de gururu gereği dışından değil
içinden söylendi.
* * * * *
Güneş batmak
üzereydi ama hava hala ılıktı, uzun süredir yolda olduklarından terlemişlerdi. Banyo
yapma imkanları olmadığından onlara verilen mataradan döktükleri suyla
yüzlerini ve enselerini ıslattılar. Biraz olsun ferahlamışlardı. Askerlerin
bazıları kamp yerini kurarken bazıları da ateş ve nevale ile ilgileniyordu.
Athena ve Dünya ise geniş bir ağacın gövdesine yaslanmış oturuyordu.
“Adım
atabileceğimi sanmıyorum Hena.” Diye mırıldandı. “Tüm karizmam bir günde
yıkıldı.”
“Sen o
karizmayı kapıyı bulamadığında kaybetmiştin, anahtar.”
Dünya şakacı
bir tavırla onun omzuna vurdu. “Sen ve soğuk esprilerin!”
“Saptama
tatlım bu espri değil.”
Dünya
gözlerini devirip bakışlarını çalışan adamlara çevirdi. “Komutan ortalarda
yok.”
Athena yorum
yapmadı, Dünya söyleyince fark etti ki, gerçekten de adam geldiklerinden beri
görünmemişti. Bineği ile hayvanı da yoktu. Yemek dağıtılırken anca çıktı geldi.
Evcil hayvanına kamptan uzakta durmasını emrettikten sonra govaksını birine
teslim edip Virton’un bulunduğu gruba doğru yürüdü. Oturması için hazırlanan
kütüğün başında duraklayıp etrafa bakındı, ikisini görünce Virton’a dönüp bir
şeyler söyledi. Aldığı cevaptan sonra yeniden onlara bakıp yaklaşmaya başladı.
“Sorgu
zamanı…” diye fısıldadı Athena, ifadesini bozmadan.
Komutan ile
Athena’nın düşünce tarzı ve stratejik tavırları birbirine çok benziyordu. Dünya
ona baktı ve bir süredir düşündüğü fikri açıkladı. “Bu yakışıklı kime benziyor
sence?”
“Kime?” dedi
Athena ama cevap alamadı.
“Dinlenebildiniz
mi?” dedi genç adam onlara yaklaşırken.
“Evet.” Dedi
Athena soruyu geçiştirmek için. “Keyfimiz yerinde, ilginize ihtiyacımız yok.”
Komutan
tepeden konuşmamak için tek dizinin üstüne çöktü ve kibarlığını bozmaksızın
konuştu. Sanki az önce azarlanmamıştı. “Yemek için bize katılır mısınız? Eğer
isterseniz burada da ayarlayabilirim. Utanmayın, lütfen.” Dedi ve meydan okuyan
bakışlarını ona çevirdi. “Çekiniyor olma ihtimalinizi saygısızlık olarak
almayacağıma emin olun. Görgü konusunda eksik olmanızı hoş gördüğümüzü
söylersem, umarım rahat davranırsınız.”
“Çekinmek mi?”
dedi Athena yüzünü buruşturarak. “Aklınca kibar kelime oyunlarıyla haddimizi mi
bildiriyorsun! Bana meydan okuma!”
Dea’nın
gözleri ışıldadı, gülümsememek için boğazını temizledi ve duruşunu düzeltti. “Zekân
karşısında dilim tutuldu.”
“Kaşınıyorsun
dostum.” Dedi Dünya adamı uyarmak için. “Basit bir yemek davetini katliama
çevirmeyelim.”
“İşini
kolaylaştıralım.” Dedi Athena doğrularak. Bağdaş kurdu ve doğruca adama baktı.
“Sorularını sor ve herkes rahatlasın.”
Genç adam ona
bakarken bir süre düşündü, sonrasında yumuşak bir tonda konuştu. “Yemekten
sonra ilginize ihtiyaç duyan ben olacağım.” Dedi ve ayağa kalktı. “Buyurun,
lütfen.”
Adam arkasını
dönüp Virton’a doğru yürürken Athena içini çekti ve sinirle fısıldadı.
“İnanamıyorum adam banyo yapıp gelmiş.”
Dünya onun
ardından ayağa kalkarken hayretle fısıldadı. “Nereden anladın?”
“Ter kokmuyor
ve saçları nemli! İnsan bize de teklif eder! Bencil herif, bir de bize barbar
diyor!”
Dünya kadının
dikkatine hayret ederek yürüdü. Aklına yine Ares geldi ve onun baştan çıkarıcı
kokusu, altın gözleri, gülümsemeyle süslenen muhteşem dudakları… Çok özlemişti.
Onu ve çocukları bu kadar uzun süre görmediği hiçbir zaman olmamıştı. Ne
yapıyordu acaba şimdi? Tatlı eşine bir sarılsa çektiği tüm sıkıntıları anında
unutacağını biliyordu, o yüzden moralini bozmadan bir çare aramaya devam
etmeliydi.
Askerlerden
ayrı kendi küçük gruplarında sessizce verilen yemeği yediler. Virton onları
rahat ettirmek için dört kişilik bir ortam ayarlamıştı ve oturacakları yerlere
örtü serdirmişti. Athena rol yapmadıklarını düşünmeye başladı, bunlar gerçekten
de Dünya’nın anlattığı elfler olabilirler miydi? Fakat olağandışı bir şansla
bir araya gelen adamların yüz güzelliklerini saymazsa, genel fiziksel özellikleri
insana benziyordu. Erkekleri böyle güzelse, acaba kadınları nasıldı? Yemekten
sonra Virton yanlarından ayrıldı ve nöbet durumlarını iletmek için askerleri
toparladı. Ateşin başında üçü kalmıştı.
Sıcak ateşin
ve ılık havanın etkisiyle bunalan Dea, ceketini üstünden sıyırdı ve kenara
bıraktı. Kemerine takılı ikiz hançerlerini de çıkardı ve ceketinin üstüne
bıraktı. Athena’nın hançerlere attığı bakışı yakalayınca takılmadan duramadı.
“İstemsiz
oluyor, değil mi?” Athena şaşaladı ve ona bakınca Dea ekledi. “Silah görünce
dayanamıyorsun.”
Athena
umursamaz bir tavırla başını doğrulttu. Bu adamı silahsız da alaşağı edebilirdi
ama şimdi hiç sırası değildi. Hançerler ilgisini çekmişti çünkü öncelikle tedbirsiz
sandığı adamların gizli silahları olduğunu anlamıştı ve bu hançerler basit bir
silah değildi. Çok zarif kınlara sahiplerdi ve birbirinin tıpkısı olmaları özel
yapım olduklarını ilan ediyordu. Güçlü bir metalden yapıldıklarını tahmin etti.
Sormamak için kendini zor tuttu çünkü Dea’nın gizlemeye çalıştığı merakı
hissetmişti. Genç adam onun tepkisini izliyordu ama neden?
“Saldırıya
uğramaktan korkmuyorsunuz sanırım komutan?” dedi Dünya sohbet açmak için.
“Komutan ne
demek?”
“Ah! Şey,
askerleri yöneten liderlere biz komutan deriz.” Diye açıkladı Dünya. “Sanırım
bazı terimler iki taraf için de yabancı geliyor.”
“Anladım.”
Dedi Dea yumuşak bir sesle. “Alışana dek sorularımız olacak elbette.”
“Alışmak mı?”
dedi Athena. “Birbirimizi kandırmayalım, tüm bu kibarlıklarının sonucunda bizi
bir zindanda çürümeye terk edeceksin. Sana baştan söyleyeyim, bizden
öğreneceğin hiçbir şey işine yaramayacak. O yüzden o kibarlık maskeni çıkar
artık çünkü sinirimi bozmaya başladın. Yolculuk için teşekkür ederim ama
gereksiz konuşmalarla beni yorma. Net olursan, ikimiz için de daha kolay olur.”
“Ne kadar zor
bir kadınsın…” dedi doğal bir şekilde ona söylenen kadını dinledikten sonra. “Nerdeyse
senin için üzüleceğim.”
“Sen kimsin
ki!” dedi Athena gayet sakin bir şekilde adama dönerek.
Dünya araya
girmekten yorulmuştu ama bir kez daha denedi. “Aslında, olanlardan sonra biraz
gerginiz komutan… Şey, adını hatırlayamadım.”
“Dea.” Dedi
bakışlarını Dünya’ya çevirerek. “Sadece Dea diyebilirsiniz, tam ismim ve
unvanım zor geliyordur.”
“Teşekkür
ederim Dea.” Dedi Dünya ve devam etti. “Dediğim gibi, gerginiz çünkü
anlamadığımız bir sebepten dolayı hiç bilmediğimiz bu ülkeye yönlendik. Çıkış
yolunu da bulamıyoruz.”
“Her şeyi
açıklamana gerek yok Dünya, hak etmiyorlar.” Dedi Athena araya girip. “Ayrıca
ben de onlara güvenmiyorum.”
“Yabancı olan
sensin ve bize mi güvenmiyorsun? İlginç! Yanlış hatırlamıyorsam, askerlerime
saldıran sendin!”
“Bizi hapseden
de senin askerlerindi!”
Dea gözlerini
kıstı. “Sen nasıl davranırdın?”
Athena
kaşlarını çattı ve dudaklarını sıktı. “O kadar mantıksız davranıyorsun ki, sana
normal bir cevap veremiyorum. Madem kibar davranacaktın, bizi neden bağlayıp
odada bıraktın.”
“Benim emrim
değildi ve bu disiplinsizlik cezalandırılacak. Diyarımızda birden ortaya çıkan
insanlar hayırlı karşılanmaz.” Dedi ve üstüne basarak ekledi. “Özellikle garip
kıyafetli faleymi sarhoşu iki kadın oldukça şüphelidir.”
“Alay etme
komutan!” dedi Athena iyice gerilerek.
Dea nefeslenip
başını salladı. “Ne kadar aksi!” diye mırıldadı.
Dünya,
Athena’nın patlamak üzere olduğunu anlayınca hemen müdahale etti. “Hey, biraz
işbirliğinin sakıncası olmaz Hena.”
Sözleri çok
hoşuna gitmişti. Karşılaşalı kısa bir süre olmuştu ama nedense bu ikisine
alışmıştı. Athena’nın tersliği bile eğlenceli olmaya başlamıştı. Kendini
tutamadı.
“Hena mı?
İsminin Athena olduğunu sanıyordum.”
“Senin için
Athena!” dedi kadın sinirini zor zapt ederek. “Bana asla Hena diyemezsin.”
Dea
dayanamadı, önce gülmeye başladı derken gülümsemesi kahkahaya dönüştü. Ve evren
değişti… Kelebekler her yeri istila ederek kainat bin renkli gökkuşağına
dönüştü.
Athena
karşısında rahatça gülen adama bakarken göğsünde bir sıcaklık hissetti, ısı
yükselerek yanaklarını sardı ve yanlarında yanan ateş bile zayıf kaldı.
Muhteşem dudakları aralandı ve düzgün beyaz dişleri meydana çıktı. Gülümsemesi
yükseldi, mavi-yeşil birer güneşi andıran gözlerini parıltıya boğarak
kısılmasını sağladı. Teni ay ışığı ve ateşle yıkanırken insan dokunma isteği
ile dolup taşıyordu. Başı dönmeye başlayan Athena parmaklarını oturduğu örtüye
geçirip tüm gücüyle sıktı. Bu adamın bu denli kusursuz olduğunu nasıl fark
etmemişti? Elmacık kemikleri ve çene hattı kusursuzdu, gülümsemesini hapsetmeye
çalışan dudakları… Düzgün ve orantılı kaslarla bezenmiş çekici fiziği, duruşu
ve keskin zekası… Athena yutkundu, bakışlarını genç adamdan alamıyordu. Tüm
dünyasına egemen olmuştu, sanki başını nereye çevirse onu görecekti.
“Dea…” neden
seslendiğini bilemeden genç adamın ismini dillendirdi. Tekrarlamamak için
kendine zor engel oluyordu.
Dünya anlık
gelişen değişimi hissetmişçesine, Athena’nın yüzüne doğru eğildi ama kadının
tüm ilgisi Dea’daydı. Ve yüzü… Karşısında kanlı canlı bir melek görmüş gibi
huşu içinde adamın gülümsemesini izliyordu. Delirmiş olabilir miydi acaba? Onu
dürttü ama cevap alamadı, hala Dea’ya bakıyordu. Kesin öldürecek diye
hayıflanarak koluna doğru uzanmışken Athena dua misali içtenlikle fısıldadı.
“Dea…”
Genç adam uzun
zamandır tuttuğu kahkahanın aşırı olduğunu fark etmişti, durmak için zorlandı.
Ona meraklı bir ifadeyle bakan askerler işlerinin başına geri dönerken ancak
susmuştu ki, tepkisini beklenmedik karşılayanın sadece askerler olmadığını fark
etti. Öfkeli gözlerle yüzleşeceğini düşünürken baygın bakışlarla karşılaştı ve
kadın onun ismini fısıldadı. İyice batırmıştı anlaşılan. Ellerini kaldırdı.
“Özür dilerim.
Niyetim alay etmek değildi, Athena.”
“Hena.” Dedi
Athena yanaklarını saran ısıyla soluksuz kalmıştı. “Hena diyebilirsin.”
Dea şaşaladı
ve yardım istercesine Dünya’ya baktı. Dünya boğazını temizleyerek Athena’nın
koluna asıldı. Ayağa kalkmamak için direnen kadının kolunu çekiştiriyordu.
“Bize biraz
izin verir misin? Hena! Benimle gelir misin?”
Kısa bir an
direnen Athena sonunda pes etti ve Dünya’nın peşinden gitmeden önce Dea’ya
döndü. “Sakın bir yere gitme. Benim de sorularım olacak!”
Kamptan
yeterince uzaklaştıklarına kanaat getiren Dünya, hala Dea’ya bakmaya çalışan
Athena’yı kendine çevirdi.
“Senin neyin
var? Birden ne oldu ya!”
“Bir şeyim
yok, harikayım. Görmüyor musun? O, çok yakışıklı ve akıllı… Neden böyle
düşündüğümü ya da neden daha önce düşünmediğimi bilmiyorum ama aniden farkına
vardım ve şimdi ise kendime engel olamıyorum.”
“Yakışıklı
olduğunu söyledim zaten de… Neden kendine engel olamıyorsun? Oyun mu bu? Adamla
dalga mı geçiyorsun ki, bence bu tavır oldukça haksız bir hareket olur.”
“Gayet
ciddiyim Dünya.”
Dünya dikkatle
kadının gözlerine baktı, herhangi bir ipucu bulabilmek için ama garip bir
neşeyle parıldayan bakışlar haricinde bir şey bulamadı. Kollarından tutup heyecanlı
ifadesine bakarken söylendi.
“Seni en son
bu halde gördüğümde Apollon’un tatlısına müshil ilacı atmıştın.” Dedi
dişlerinin arasından. “Bu kez mutluluğunun sebebi ne?”
Athena,
omzunun üstünden genç adama doğru baktı. “Sebebi orada oturuyor.”
“Adamı
dövmenden korkuyorum, lütfen, yapma. İşleri karıştırırsın.”
“Uyumlu
davranalım diye anlaşmadık mı? Şimdi Dea’yı dövmek yerinde övmemden neden
rahatsızsın?” dedi Athena. “Kahretsin, onun yüzünden kelime oyunları yapıyorum.
Bir insan bu kadar çekici nasıl olur?”
“Hena! Yeter
artık!” dedi ama ne fayda oyunundan vaz geçmiyordu. Onun kollarını serbest
bıraktı ve bıkkın bir sesle konuştu. “Bence biraz uyumalıyız, ben çok yoruldum.”
“Uykuyu boş
ver.” Dedi ve oturdukları yere dönmüştü ki, Dea’yı göremedi. “Nereye gitti bu
adam?”
Zamanında
kaçmıştı. Athena’nın onu kampta aramasını izlerken ne düşüneceğini bilmiyordu.
Sorgudan kaçmak için bu oyunlara ne gerek vardı anlayamadı. Kurnaz kadın resmen
onunla dalga geçiyordu. Buz gibi soğuk bakışlar aniden yanan bir aleve
dönüşmüştü. Aslında kaçması mantıksızdı ama bu gece baştan beri saçma geçiyordu
ve Athena ile yeniden yüzleşmekten çekiniyordu. Zaten son kahkahasından sonra
ikisinin yanından uzaklaşması askerlerinin dikkatinden kaçmamıştı. Tamon’u alıp
uzaklaştı, hançerleriyle biraz alıştırma yaptıktan sonra nefes nefese kalmıştı.
Tembellik yapan hayvanın yanına çöktü. Gözlerini kapatıp başını ağaca yasladı
ve soluğunu toparlamaya çalıştı.
“Seni merak
etmeye başlamıştım, neyse ki buradaymışsın.”
Adım
seslerinden kimin geldiğini zaten anlamıştı. Gözlerini açmadan seslendi.
“Nöbetçileri değiştirdin mi?”
“Az önce
kontrol ettim, sorun yok.” Dedi Virton ve yanına oturdu. “Sanırım haklısın, bu
kadınlar taşıdığımız vergi altınları ile hiç ilgilenmiyorlar. Hırsız olmaları
her bakımdan mantıksız.”
Dea başını
sallayıp gözlerini açtı. “Zaten son vergileri de alıp doğrudan şehre gideceğiz.
Sen yine de dikkatli ol, çok garip davranıyorlar. Onlar hakkında bir türlü
karar veremiyorum.”
“Annen vergi
kafilesine katıldığın için zaten sinirlenmişti. Bir sebepten dolayı saraydan uzak
durmaya çalıştığını anladı bence. O kadar
sıkıntının üstüne bir de nereden geldiği belli olmayan iki yabancı kadının
varlığından hoşlanmayacaklar. Nasıl açıklayacaksın?” dedi Virton ve cevap
beklemeden devam etti. “Casus olma ihtimali hala var, belki bu ihmal yüzünden
sen ciddi bir ceza almazsın ama kadınları yakalayan askerler kolay
kurtulamazlar.”
“Hep kötüyü
düşünmek zorunda mısın?” dedi ve tek hamlede ayağa kalktı. “Kampa dönüyoruz
Tamon, bu karamsarı burada bırakalım.”
Hayvan emri
ikiletmeden ayağa kalktı ve Dea’nın yanında yürümeye başladı.
“Karamsar
değilim.” Diye peşine düştü. “Bu arada yemekten sonra size ne oldu öyle. Kadına
ne söyledin de, sonra kaçacak delik aradın?”
Soru rahatsız
etmişti, cevaplamadı çünkü ne olduğunu o da anlamamıştı. Sabaha kadar
Athena’nın sakinleşmesini ummaktan başka çaresi yoktu, yoksa önündeki iki gün
çok uzun geçecekti. Saraya döndüğünde ise… Günleri olması gerekenden daha acılı
ve uzun geçecekti.
* * * * *
Athena sabah
uyandığında midesindeki kelebekler uçmaya devam ediyordu, yatmadan önceki kadar
heyecanlıydı. Nasıl sakinleşeceğini de bilmiyordu. Aklı fikri Dea’daydı, genç
adamı görme heyecanıyla baş etmeye çalıştı, ne fayda! Hala uyuyan Dünya’ya
baktı. Henüz erkendi, güneş doğmamıştı. Rahatsız etmemek için küçük çadırdan
çıktı ve serin havayı içine çekerek gerindi. Bu boyutun havası çok hafifti ve
güzel kokuyordu. Yine de Olimpos’a dönmeyi isterdi. Yani dün geceye kadar çok
isterdi, şimdi bu boyut da gözüne hoş geliyordu.
Onun dışarı
çıkışıyla kamp biraz daha hareketlendi, yere saplanmış meşaleler sayesinde kamp
aydınlıktı. Askerlerin kampı toplamaya başladıklarını gördü, erken yola
çıkılacaktı. Gözleri istemsizce Dea’yı aradı ama genç adam ortalıkta
görünmüyordu. Acaba onları geride bırakıp yola devam mı etmişti? Kalbi sıkışır
gibi oldu ve bu histen nefret etti. Hayatında hiç hissetmediği duyguları tanımakta
ve adlandırmakta zorlanıyordu, açıklamak zordu ama verdiği mutluluk bağımlılık
yaratıyordu.
Kampta
öylesine dolanmaya başladı, arada yanlış yapılan bir şeyi düzelttiriyordu veya
toplanmalarına yardım ediyordu. Sonuçta defalarca bu tarz kamplarda bulunmuştu,
eşyaların düzgün istiflenmesi konusunda bilgiliydi. Güneş ışıklarını yaymaya
başlarken kamp onların çadırı dışında toplanmıştı. Athena, Dünya’yı uyandırmaya
giderken kısa süreliğine olsun aklını Dea’dan uzaklaştırmayı başardığını fark
etti. Belki dün geceki anlık bir duygusallıktı, kalbi inkâr etse de beyni bu
fikre inanmaya çalıştı. Çadırın girişinden kaybolduğunda iki çift gözün onu
izlediğinden habersizdi.
Dea kollarını
kenetleyerek gizlendiği ağacın ardından çıktı ve Virton’un yanında durdu.
“Sandıklarla
ilgilenmedi bile.” Dedi ve iç geçirdi. “Keşke çalmaya çalışsaydı.”
Virton güldü.
“Elbette bunu isterdin, kararını kolaylaştırırdı.” dedi ve omzunun üstünden ona
baktı. “Çözülmesi zor bir bulmaca!”
Dea adama seslendi.
“Ben önden gidiyorum, vergi binasında buluşuruz. Gelmeden önce hepsini hana
yerleştir, sandık odasına dört adam bırak.”
“Emredersin.”
Dedi Virton yürümeye devam ederek. Fısıldadı. “Kaç bakalım.”
* * * * *
O sırada
Olimpos’un merkezindeki taş odada acil durum ilan edilmişti ama hiç ipucu
bulunamamıştı. Ares öfkeden deliye dönmüştü, uykusuzluk ve açlık bile
enerjisini azaltmamış, tüm hiddetini kusmak için bir kurban arıyordu. Haber
vermeksizin nereye gitmişlerdi ve neden bir iz bulunamamıştı? Dünya bir anahtar
olarak çok yetenekliydi ama kapalı duran bir boyut yoktu ki, onun enerjisinin
izini kaybetsin. Tüm risklere rağmen tüm boyutları açmışlardı, yine de iki
kadından iz yoktu. İlk gün diğer evlerden habersiz kendileri bir araştırma
yapmışlardı ve döneceklerini ummuşlardı ama haber çıkmayınca, Ares tüm gücünü
evlerin üzerine yaymış ve iradelerini zorlamaya başlamıştı.
“Ares.” Diye
adama yaklaştı Artemis. “Bence biraz sakinleşmeli ve bakış açını
değiştirmelisin.”
Ares eriyik
altına dönmüş gözlerini kadına çevirdi. “O beni terk etmez.”
Omuzları düşen
Artemis dudağını büktü. “Terk etse yanında Hena’yı götürmezdi. Aptallık etme
Ares, onun görümcesi yahu!”
“İnan eğlence
modumda değilim Artemis.” Dedi Ares dolanmaya devam ederek. “Solan nerede
kaldı?”
“Gelir birazdan.”
Dedi Artemis, Ares’in yaydığı güç öylesine baskındı ki, yanında nefes almak
zorlaşıyordu. Çocukların Sedef’te olmasına sevindi, burada olsalardı Olimpos’un
enerjisinden rahatsız olabilirlerdi. “Ares, bakış açısı demişken Dünya’nın
yeteneğini kullanamayacağı bir boyut var mı? Ya da yönlenmenin zor olduğu bir
boyut…”
Ares hızla ona
döndü ve derin bir nefes alıp kadına yaklaştı. “Ritüeller!” dedi neredeyse
sırıtarak. “Artemis sen mükemmelsin!”
Ona çabucak
sarılan adam aniden ortadan kaybolunca Artemis sırıttı ve saçlarını eliyle
savurdu. “Mükemmel de laf mı bebek!” dedi ve durakladı. “Ama bana hiçbir şey
açıklamadın ya!”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder