KALPTEN ÖTE -6-

Yasemin daha birkaç saat önce resmi olarak kocası olan ve ona aşkla bakan adamın nasıl bu denli değiştiğine akıl sır erdiremeden eğilip kağıdı aldı. Bakışları kağıda döndü. Ve kağıdı açmadan ne olduğunu anladı. Gönlü daraldı. Salih gerçeği öğrenmişti. Kağıdı, kendi ölüm fermanıymışçasına açtı ve görmeyen gözlerle öylesine baktı. Okuyamıyordu bile, kağıdı neden açtığını bilemeden öylece baktı kaldı. Behzat'a yazdığı mektup, onu Salih'e kavuşturan mektup şimdi onun işkence aleti olmuştu.
"Cevap verin!" dedi Salih bağırmamak için kendini zor tutarak. "Mektubun muhatabının ismi nedir?"
Yasemin boğazında oluşan yumruyu bastırarak başını kaldırdı ve Salih'in alev alev yanan bakışlarına baktı. Yalan söyleyemezdi. Kekelememek için yutkundu.
"Nasıl öğrendiniz?"
"Bana cevap verin!"
Yasemin öfkeyle söylenen cümle yüzünden irkildi. Başı dönüyordu. Salih'i kaybetme korkusu acı bir zehir gibi damarlarında dolanıp onu aciz bırakıyordu, yoksa çoktan kayıp mı etmişti. Dudakları kıpırdadı.
"Behzat Bey."
Başını umutsuzca sallayan Salih küçümseyen bakışlarla genç kızı süzdü. Kapıya dönmüştü ki, Yasemin daha hızlı davranıp onu kolundan yakaladı.
"Beni dinlemelisiniz."
Omzunun üstünden Yasemin'e baktı. "Açıklama yapmak için çok geç bir vakit."
"Lütfen..." diye koluna yapıştı Yasemin. "Ben sizi seviyorum, lütfen beni dinleyin. Tüm bunlar kaderin..."
"Hayır, yaptığınız oyunu kadere bağlamayın hanımefendi!" Kolunu kızın temasından sıyırıp güçsüzleşen bedeni kendinden uzaklaştırdı. "Dokunmayın bana, konuşmak için onca zamanınız vardı ve az önce sarf ettiğiniz cümleyi duyabilmek için canımı vereceğim zamanlardı onlar. Şimdi ise yalandan ibaret olduğunu biliyorum. Acaba gözüm açılmasaydı, bana gerçeği anlatacak mıydınız? Hiç sanmıyorum."
"Gerçeği size söyledim Salih Bey, ben sizi seviyorum."
"Al işte bir yalan daha!" dedi Salih yüzünü acı çeker gibi buruşturarak. "Bu lafları daha önce niye duyamadım acaba? Belki hissetmediğiniz içindir."
"Haksızlık yapıyorsunuz. Öfkeniz yatışınca..."
"Ben öfkeli değilim!" diye dişlerinin arasından söylendi Salih. "Öfkeli değilim!"
İçinden geçenler başkaydı. Öfkenin de ötesinde üzgünüm, canım yanıyor...
Tıkanır gibi konuştu Yasemin. "Beni bırakacak mısınız?"
Salih yutkundu, yapabilir miydi? Tüm gece olayları düşünmüştü, evet, fakat bu olasılık aklına gelmemişti. Salih cevap vermeyince Yasemin yere çöktü. Ağlamak istemiyordu ama ciğerleri şişmiş, boğazı yanıyordu. Ne menem bir acıydı bu! Sanki göğsündeki kalbi söküp çıkartıyorlardı. Bakışlarını ona duygusuzca bakan genç adama çevirdi. Yalvarmak üzereydi, hissediyordu. Yalvarsa ve Salih onu dinlese acaba hak verir miydi? En önemlisi ona inanır mıydı?
"Şu saate kadar ne kadar talihli olduğumu düşünüyordum. Meğer felek sillesini vurmak için hazırda bekliyormuş. Yalvarırım beni dinleyin ve sözlerime inanın Salih Bey. Beni böyle bırakamazsınız, bu kadar acımasız olamazsınız."
"Sizin kadar laf ustası bir insana rast gelmemiştim." Salih Yasemin ile aynı odada daha fazla kalmaması gerektiğini anlamıştı. Çünkü ona yavaş yavaş kanıyordu. Sözleri ilahi bir melodi gibi kulaklarını mest ediyor, gönlünü uyuşturuyordu. "Çevirdiğiniz kumpasın içine bu kadar kolay düştüğüm için çok eğlenmişsinizdir. Tek merak ettiğim şey, bana neden bu oyunu oynadınız? Ayaklarınıza kapanan onca hayranınız size yetmedi mi? Egonuzu tatmin etmek ve belki de asıl sevdiğinizi kıskandırmak için neden beni seçtiniz?"
"Oyun oynamadım, nasıl hissediyorsam öyle davrandım. Size aşık olduğumu anla..."
"Susun!" diye lafını kesti. "Aşk denen ulvi duyguyu anmak, dudaklarınıza yakışmıyor. Seven insan bu şekilde davranmaz."
Yasemin ona inanmayan adama bakarak yerden doğruldu. Kızmaya başlamıştı, bu sert suçlamaları hak etmiyordu.
"Aşk ve sevda konusunda sizin kadar tecrübeli olmadığım doğru. Daha önce kimseye aşık olmadığım da doğru. Sizin gibi gördüğüm her esmer dilberin kollarına atılmadım, bu da doğru. Fakat sevgimin gerçekliği hakkında, ne sizin ithamlarınıza laf bırakırım ne de başkasının. Hislerimden eminim. Çünkü kafamda yaşadığım bir duygu coşkunluğu değil hissettiğim. Ne mantık dinledi ne de kendimi geriye çekmem işe yaradı. İstemesem de, size karşı katıksız bir sevgi oluştu yüreğimde. Sanırım aptal olan asıl benim. Sizin ne kadar kibirli olduğunuzu unutacak kadar size değer verdim. Saçma ve çocukça yapılmış bir kır eğlencesini bu kadar büyüteceğinizi tahmin etmiştim ve anlatmamakta ne denli haklı olduğumuz şimdi anlıyorum."
Salih gitmek için hareketlenince Yasemin daha yüksek perdeden konuşarak onu durdurdu.
"Lafım bitmedi!" diye genç adamın karşısına dikildi.
Salih kaşlarını çatıp başını çevirdi. Haddinden fazla kalmıştı ama genç kızın sesi onu yine de durdurdu. Araya karıştırdığı laflar başlı başına muammaydı. Esmer dilber tanımını boşa söylemediğini anladı. Yasemin titremesine rağmen güçlü durmaya çalışarak devam etti.
"Siz de sütten çıkmış ak kaşık değilsiniz beyefendi. Eski sevdanızı unutmak için benim çağrıma cevap vermediniz mi? Sizin suçunuz benden büyük! Ben sadece kısmetimi sevdim ama siz..."
"Yeter artık!" dedi Salih, kız konuştukça kalbi dağlanıyordu. "Eskileri karıştırarak bir yere varamazsınız. Ben şu andan konuşuyorum."
"Ben de şu andan konuşuyorum. Suç aleti olarak yüzüme fırlattığınız mektup, eski bir kağıt parçası, delilik anına uyarak karaladığım birkaç satır... O gün bana hiç bakmadığınızı söylemiştiniz, ben de size bakmamıştım. Fakat biliyorum ki, o gün gözlerimiz çakışsaydı; o saniye birbirimizi sevecektik. İkimizin ahmaklığını garip bir çocuk düzeltti."
"Ya da tam tersi..." diye mırıldandı Salih. Onu içine çeken yemyeşil gözlere bakışlarını dikti. "Evliliğimizi sonlandırmak ister misiniz?"
Yasemin'in yüzü beyazladı, konuşamadan öylece baktı. Ciddi olamazdı, olmamalıydı. Ettiği lafların tek kelimesine inanmadığı belli olan Salih'e gözlerini kısarak homurdandı.
"Hayır."
"Neden?" dedi Salih ve sersem kalbinin aldığı bu cevaptan memnun olduğunu sakladı.
"Benim yüzümden evlendiğinize göre, ben sizden bıkana kadar benimle evli kalmak zorundasınız."
"Asıl siz çocukluk yapıyorsunuz."
"Çocukluk veya değil. Benim arzum budur. Sanırım siz özgür olup eski sevgilinize kavuşma hayaliyle bu teklifi yaptınız ama benden izin yok. Kalbimi çok kırdınız Salih Bey. Benimle yaşamak ıstırabını da hak ettiniz."
"Kalbinizi mi kırdım? Sanki var olan bir şeymiş gibi konuşuyorsunuz." dedi Salih gergin ve sinirli bir gülüşle başını salladı. Sonra ciddileşerek Yasemin'in yüzüne doğru eğildi. "Aynı ıstırap sizin için de geçerli ve bilginiz olsun diye söylüyorum, kimsenin kollarına koşma gibi bir isteğim yok."
Yasemin bu yakınlık karşısında titrememek ve gerilememek için kendini zor tuttu. Kızgınlığı yardım etmiş olacak söylenmeye devam edebildi. Gözlerini kısarak alaycı bir ifadeyle konuştu.
"Hayret, beni başkasının varlığıyla unutmaya çalışacak kadar sevmediniz demek. Bana yalancı derken sizin de bu konuda iyi olduğunuz çok açık."
"Huysuzlukla suçunuzu örtbas etmeyin."
Yasemin meydan okuyan bir tavırla başını yükseltti. "Huysuzluk da kötü huylarımdan biridir, söz verdiğiniz gibi düzeltmeye kalkın da görelim."
Salih bir an boşluğa düşer gibi genç kızın yüzüne baktı kaldı. Böyle bir direniş beklemiyordu. En fazla yaptığı oyunu itiraf edip ağlamasını sızlamasını beklerdi. Fakat Yasemin hemen kendini toplamış, hatta onunla savaşmaya başlamıştı. Soğumuş sandığı kalbinin ısınmaya başladığını fark edince nefeslendi. Bu kıza neden dayanamıyordu, o kadar çok mu sevmişti? Hatalarının üzerine çizgi çekecek kadar vaz geçilmez miydi Yasemin onun için? Sertleştirdiği sesiyle konuştu.
"Pes edeceğiniz an yakındır." Dedi demesine ama içinden bir ses, ne olur pes etme diye yalvarıyordu. Beni kazan, beni sevdiğini ispat et...
Salih kapıya doğru dönünce Yasemin en az onun kadar sert bir sesle konuştu.
"Pes edeceğim hiçbir işe kalkışmam ben Salih Bey. Fakat şartım var."
Salih dönmeksizin kapının önünde homurdandı. "Şart koyacak halde değilsiniz hanımefendi."
"Uymazsanız başınıza öreceğim çoraplardan kış boyunca hiç üşümeyeceğinizi temin ederim. Şartım katidir."
Salih gülmek üzere olduğunu hissetti ve hemen hain dudağını ısırdı. Öfkesi nereye kaybolmuştu? Yasemin genç adamın kapıyı kapatmadan onu dinlediğini fark edince ekledi.
"Evli bir çift gibi davranacağız. Sonuçta ikimizin ailesi var ve onları üzmeye hakkımız yok."
Salih şok olarak kıza döndü. "Ne demek evli bir çift!"
"Aynı çatı altında kalacağız demek oluyor, benim olmadığım bir çatı altında uyumak gafletine düşerseniz." dedi ve sevimli görünen hain bir gülüşle güzel yüzü aydınlandı. "Rezil olacağımı bilsem de, meydana çıkar olanları bütün açıklığıyla tüm millete anlatırım."
"Yapamazsınız." dedi Salih kızın bu cüretine şaşırarak.
"Yaparım!"
Salih yanağını çiğneyerek düşündü. Kalbini Yasemin'den soğutmanın formülünü bulabilirse bu evilik oyunu çilesini sadece Yasemin çekecekti. Çile... Yasemin ile aynı çatı altında olmak ona hiçbir zaman çile gelmeyecekti, bunun da farkındaydı. Neler düşünüyordu? Sevdasını yok edip kızdan soğuması gerekirken...
"Çabanız beyhude olacak Yasemin Hanım, buna rağmen neden uğraşıyorsunuz?" dedi Salih Yasemin'e bakarak. "Evlilik oyunu neden?"
Yasemin inatçı bir yüz ifadesiyle ona baktı ve sorusuna cevap vermedi. Genç kızın yumrukları sıkılıydı ve çenesi kaskatıydı, beyazlamış yüzünde ise onun cevabını bekler bir ifadeden başka bir şey okunmuyordu. Salih düşünmeye çalışarak başını eğdi. Ne çare ki, düşünecek bir şey yoktu. Kafası ve kalbi paramparçaydı, toplaması için onun da zamana ihtiyacı vardı ve Yasemin onun yerine kararı vermişti.
"Kahretsin!" diye homurdandı ve kaşlarının altından Yasemin'e baktı. "Kabul ediyorum. Bu aptalca evlilik oyunundan pişman olduğunda sakın bana ağlama, şımarık acemborusu!"
"Acemborusu?" dedi kaşları havalanarak.
"Öylesiniz, bir yapıştınız, kurtulmak ne mümkün."
Yasemin'in boş bakışlarına daha fazla bakamadı, kapıdan çıktığı gibi kapatıp hızlı adımlarla üstünü değiştirmeye eski odasına doğru yollandı. Son zamanlarda birçok kişi tarafından sürekli tehditle ona baskı yapılıyordu ama en çok hoşuna giden baskı, bu olmuştu. Birkaç dakika önce odaya girerken belki son defa sevdiği çehreyi göreceğini sanırken her gün görme şartıyla zorlanmıştı. Yüzünde oluşmaya çalışan gülümsemeyi tümden yok ederek sessiz ve uykulu koridorları aştı. Kimseye görünmeden yalıya gidip biraz kendini toplamaktan başka bir şey düşünmemeye çalıştı. Özellikle oyunbaz bir dil cambazını...
Salih kapıyı çarpıp çıkınca Yasemin bedenini tutan son güç parçalarını tüketti ve yatağa zor yürüdü. Sevdiği adama karşı cesur durmaya çalışmıştı ama duyguları bu kadar çalkantılıyken düşünmek bile onun için zordu. Konuştukları zihninde girdap misali dönerken son lafı en çok tekrarlanan olmuştu. Acemborusu demişti ona. Salih'in ona verdiği acemborusunu aldıktan sonra çiçeğe olan ilgisi artmış ve küçük bir araştırma yapmıştı. Acemborusu oldukça güçlü bir sarmaşık bitkisiydi, bazen başka bir bitkiye sarılırdı ve sarıldığı bitkiyi öldürme pahasına dallarını sıkıca dolardı. Yasemin de Salih'e öyle sarılmıştı. Onu öldürmek değildi tabi niyeti, inanmasını sağlamak ve sevgisini yeniden kazanmaktı. Başarma umudu çok az da olsa denemezse kendini hiç af etmezdi.
Kıyafetiyle yatağa uzandı ve tutmaya çalıştığı gözyaşları yavaşça süzülmeye başladı. Salih'in badem gözlerindeki öfkeli bakışları aklına geldikçe kalbine batan binlerce diken ona nefes aldırmıyordu. Kalp krizi geçirmesi muhtemeldi, eğer Salih onun yüreğini zapt etmemiş olsaydı. Onu kaybetmemek için kısa bir zamanı olduğunun bilincindeydi. Salih zaten ondan soğumuştu, suratsız kocası onu sevmeyi tamamen bırakmadan bir şeyler yapmalıydı. Ama ne?
***

Sema Hanım düğün yorgunu konaktan kocası işe gönderdikten sonra ev işlerine daldı. Yeni evlilerden ses çıkmıyordu. Salih'in tuhaf hali, annesinin kafasını adamakıllı karıştırmış tüm gece kadıncağızı uyku tutmamıştı. O hali neydi öyle! Biricik oğlunu hiç o kadar öfkeli ve mutsuz gördüğünü anımsamıyordu. Acaba Behzat ile aralarında bir tartışma mı geçmişti? Hüsnü Bey'e belli etmemişti ama endişesi sirke içmiş gibi midesini ağrıtıyordu. Hüma'nın esneye esneye aşağıya indiğini görünce gülümsedi.
"Günün aydın olsun küçüğüm."
Hüma uykulu gözlerini kaldırıp annesine sevimli bir gülümseme gönderdi. "Sizin de gününüz aydın olsun anneciğim. Yasemin ablamlar kalktı mı?"
"Henüz aşağıya inen olmadı. Erken daha."
Hüma annesinin koluna girip kahvaltı masasına doğru yürürken sordu. "Uyandırayım mı? Hep birlikte kahvaltı yaparız."
"İnsaf et kızım onlar yeni evli, rahatsız etmek uygun kaçmaz." Dedi Sema Hanım gülerek. "Kahvaltıya yetişemezlerse öğle yemeğine yetişirler."
Hüma burnunu kırıştırdı. "Öğle yemeğine daha çok var."
Sema Hanım kızının alnından öperek sandalyesine kışkışladı. "Çok konuşma da kahvaltını yap. İşimiz çok bugün, baban yalıya perdeleri gönderecekmiş. Onların başında olmak gerek. Ağabeyine bırakmayalım o işi de."
Çay servisi yapan Hediye başını kaldırdı. "Salih Bey sabah ezanından hemen sonra çıktılar efendim, belki yalıya gitmişlerdir."
"Salih evde değil mi?" dedi şaşırarak.
Hediye başını salladı. "Evde değil Sema Hanım, bekçi Yaşar söyledi. Sabah erkenden gitmiş."
Sema Hanım düşünceli bir baş sallamasıyla kadının servisi bitirip uzaklaşmasını bekledi. Sessizce duran Hüma'ya baktı sonra. Kız da en az onun kadar şaşırmıştı, tereddütle sordu.
"Kavga mı ettiler acaba, anneciğim?"
"Ağabeyin dün gece çok sinirliydi ama ben o hiddetini Behzat'a yormuştum." Dedi kendi kendine konuşur gibi.
"Yasemin ablaya bir baksam mı?"
Sema Hanım başını salladı. "Git bir tıklat kapısını bakalım..." derken yemek salonuna giren Yasemin'in sesiyle başlarını çevirdiler.
"Günaydın Sema anne, günaydın Hüma'cığım."
Sema Hanım güzel gelinin süzüldüğünü ve gözlerinin altının kararmış olduğunu bir bakışta anladı. Salih ile aralarında olan neyse, Yasemin'in de canını oldukça sıkmıştı. Meraklı kaynanalar gibi davranmaktansa kıza gülümsedi.
"Günaydın tatlı kızım." dedi ona yaklaşan kızın yanaklarından öperek.
Yasemin içine attığı kederini dışa vurmamaya çalışarak her ikisiyle öpüşüp masaya oturdu. Gözü yiyecek görmek istemiyordu, hatta kokuları dahi midesini bulandırıyordu ama yüzünü normal tutmaya devam etti.
"Salih Bey erkenden yalıya gitti Sema anne. Birkaç iş varmış herhalde, bilmiyorum."
Hüma annesi konuşmadan atıldı. "Biz de annemle yalıya gideceğiz, sen de gelsene abla."
Yasemin rol oynamanın bu derece zor olacağını sanmazdı. İçi kan ağlarken dışarıya gülümsemek kadar hiçbir şey insanın canını acıtmıyordu. Yapılan kavgadan sonra Salih'in tepkisinden çekiniyordu ve yüz yüze gelecek kadar kendini cesaretli hissetmiyordu. Başını salladı.
"Ben gelmeyeyim." dedi ve onu inceleyen Sema Hanım'a döndü. "İzniniz olursa evde kalan birkaç kitabım vardı paketlenecek. Onları ayarlamak istiyorum."
"İzinin lafı mı olur kızım, istediğin zaman. Sen hazır olunca Hediye'ye söyle, arabayı öne çeksinler."
"Teşekkür ederim efendim." dedi Yasemin ve kesik bir nefes alarak çaydanlığa uzandı. Titreyen ellerini saklamak için dikkatle çayını doldurdu. Salih'in yalıya gittiğini tahmin etmişti, içinden inşallah oradadır diye geçirerek kahvaltı yapmaya kendini zorladı.
Sema Hanım küçük bir kaş işaretiyle Hüma'nın merakını engelledi. Yasemin'in morali zaten düşüktü, anne evine gitmek istemesini normal karşıladı. Ne de olsa annenin yerini kimse tutamazdı. Fakat kızcağızı bu hale soktuğu için oğluyla konuşma yapmayı aklına yazdı. İlk günden bu gerginlik neyin nesiydi? 
***
Kahvaltı masasında onları bırakalım bakalım Salih yalıda ne yapıyor? Sabahın köründe sokaklarda dolanan kedi ve köpeklerle yoldaş olarak yalıya inmişti. Yürümenin iyi geleceğini düşünmüştü ama yanılmıştı. Yasemin'den uzaklaştıkça içinin sıkıntısı daha beter oldu.
Kızın açıklamalarıyla, önceki ve sonraki tavırları bir türlü aklına yatmıyordu. Ve Salih, onun Behzat'ı beğenmiş ve seçmiş olmasına katlanamıyordu. Zorunluluk eseri evlenmesini kaldıramıyordu. Yine de Yasemin'in ondan vaz geçmesi için bir sürü fırsatı olmuştu, neden nişanı atmamıştı? Zihnindeki Yasemin'i aklayacak düşünceleri kovdu. Behzat'a yazdığı mektuptaki sevgi dolu sözcükler aklına geldikçe ruhu azap dolu bir kıskançlık deliliğine kapılıyordu. Ne ara bu kadar kıskanç bir herif olmuştu acaba?
Yalının dekorasyonu bitmek üzereydi, temizlik ve düzenleme dışında bir şey yapılmıyordu. Salih oyalanacak bir şey bulamayınca işleri kahyaya bırakıp öğleye doğru yalıdan ayrıldı. Her ne kadar istemese de merkeze uğradı. Merkezde Agop dışında kimseyi bulamadı, yine kabloların arasına gömülmüş adamı rahatsız etmeden merkezden de ayrıldı. Kendini çok boş hissediyordu, ne aklını meşgul edecek bir şey bulabiliyordu ne de Yasemin'i düşünmekten kendini alıkoyabiliyordu. Bir baktı ki, Behzat'ın kapısının önünde duruyordu.
Behzat'ın bazı lafları şu durumda mantıklıydı. Demek oluyor ki, Behzat Yasemin'in bu ilgisinden haberdardı. Belki Salih'i korumak için belki başka bir sebepten dolayı laf sokuşturmaya çalıştığı zamanlar aklına geldi. Sanki bir şeyler söylemek istediği her vakit, engelleyici bir şey olup lafı ağzında kalmıştı. Kendini iyice kötü hissetti. Bu olayda kandırılmıştı ve arkadaşının da beğendiği kızı, kavga dövüş elinden almıştı. Behzat ile yüzleşmeliydi. Eli kapı ziline gitti, çan iki kere çınladıktan sonra bekçi onu karşıladı. Behzat'ın evde olmadığını öğrenmek Salih'e sürpriz olmuştu. Daha öğle olmadan Behzat uyanıp dışarı mı çıkmıştı? Hayret, onun en çabuk süslenmesiyle bile evden çıkması öğleden sonrayı bulurdu. Bu saatte uyanması bile başlı başına mucizeydi.
Salih, adama teşekkür edip ayrıldı. Salih, Behzat'ın nereye gittiğini bilmiyordu ama sanırım siz tahmin edersiniz. Behzat düğünden döndükten sonra babaannesi yorgunluktan sızana kadar kadının başının etini yemişti. İstediği kıza görücü gitmesi için dökmediği dil kalmamıştı. İsim söyleyememişti. Zaten söylese de fark etmezdi, çünkü yaşlı kadının zaten kafası yerinde değildi, tüm gün düğün gürültüsüyle yeterince yorulmuş zihni Behzat'ın yalvarışlarına kapalıydı. Neden bahsettiğine bile kafa yormadan sadece ret etti. Behzat'ın olur bir laf dediği görülmüş şey olmadığından kadın ret ettiği şeyin ne olduğunu bilmese de içi rahattı. Onun açılıp kapanan bilincini meşgul eden ve aklında tutmaya çalıştığı tek şey doktorun kızını yakında isteyecekleriydi. Behzat'a haber vermeyecekti kurnaz kadın, zamanı geldiğinde tüm şantaj kartlarını ortaya koyup bu evliliği torununa kabul ettirecekti.
***
Bir saattir cümle kapısında beklediği yetmiyormuş gibi şimdi de bekleme odasına alınan Behzat sabrının sonuna gelmişti. O kadar erken bir vakit değildi ki, canım. Sonuçta o kalkıp taa buralara geldiğine göre herkesin uyanmış ve işinin başına çökmüş olması gerekirdi. Karşılayan adamın lakayt tavrı da gözünden kaçmamıştı. Cümle kapısına entari terlikle mi çıkılırdı yahu! Bari yol gösterirken esneyip kalçasını kaşımasaydı...
Behzat tüm şikâyetlerinde haklıydı haklı olmasına amma velakin bu iki kafadar amca-yeğene de hak vermek gerekirdi. Amcası eve hizmetçi dahi alamıyordu çünkü foyaları ortaya çıkarsa tüm müşterileri kaçardı, üstüne üstlük meydanda sallandırılma ihtimali yüksekti. Bazı büyük başlara da fallar bakıp büyüler yapmışlardı ne de olsa. O yüzden yemek işi için dahi hizmetli alamıyorlardı.
Sabah onları uyandıran Behzat kapı ziline basmaktan bıkmayınca gece esrikliğinden yorgun olan amca yatağından zor kalktı. İkinci ama birinci sanılan, bir türlü ölmezlerden Necmettin Raif Hoca hazretlerini tanıyanlar bu saatte çok nadir kapısının açıldığını bilirdi, kapısını açtırmak isteyenler de cebi dolu gelmek zorundaydı. Amca altınların hatırına bu seferlik kuş tüyü yatağından kalkıp kapıyı açtı. Münasebetsiz müşteriyi içeri tıktıktan sonra bekleme odasına aldı. Hoca hazretlerinin onun geleceğinden haberi olduğunu ve sabah ezanından beri zikirde olduğunu söyledi. Hoca efendi ayinden çıkana dek Behzat'ın hiç odadan çıkmadan beklemesini salık verdi ve yeniden yatağına geri döndü.
Behzat, hocanın onun için zikrettiğini düşündüğünden ondan beklenmeyecek bir sabır gösterdi. Mübarek adamı rahatsız etmemek için oturduğu minderden kalkmadı ama oturdukça uyuşan bacaklarının sızısı, tatlı canına tak etmişti. Girişte verdiği para olmasaydı ve cananı Perran söz konusu olmasaydı bu işkenceye asla katlanmazdı. İnsan otururken yorulur mu, yorulur. Behzat da şu anda yarım gün iş yapmış adam kadar yorgundu ve bu ölçü, zavallı Behzat için fazlaydı. Yorgunluk uykuyu getirdi ve Behzat'ın güzelim çehresi göğsüne düşmeye başladı. İçi geçmek üzereyken kapı açılınca yerinden zıpladı.
"Bismillah!"
Entarili adam uykulu gözlerle kapıda duruyordu ama üzerine daha düzgün bir şeyler giymeyi başarmıştı. Behzat'ın korkusuna aldırmadan sabit bir sesle homurdandı.
"Necmettin Raif hoca hazretleri dualarını bitirdi, kabule hazır. Lafa tutmayın, derdinizi bilir zaten."
Behzat zar zor ayağa kalktı, sol bacağını hissetmiyordu. Uyuşan bacağını sürüyerek ukala adama kibirli bir bakış atmayı ihmal etmedi. "Ne yapacağımı bilirim, ilk gelişim değil."
Adam gerdan kırarak göz süzdü. "Bilirim de ondan derim ben de beyzadem, neden çekişirsin?"
Behzat adamın garip hareketi karşısında gerildi ve suspus olarak yürümeye odaklandı. Uyuşukluğu geçen bacağı şimdi de görünmez sivri dikenler tarafından tacize uğruyordu. Bağırmamak için kendini zor tuttu ve sendeleyerek hocanın olduğu odaya geçip, hoca otur demeden çöktü.
"Selamünaleyküm hoca efendi hazretleri."
Paravanın gerisinden inceli kalınlı bir homurtu yükseldi. "Aleykümselam delikanlı."
Behzat derdini kısa anlatacaktı ama hoca sus diyene kadar çenesi çalıştı. İkinci Necmettin, Behzat'ın derdini dinleyip başını mı şişirsin, zaten zor uyanmıştı. Vereceği deva da aynı olacaktı ne de olsa. Behzat'ın susmaması üzerine patlayıverdi.
"Yeter gelir anlattıkların. Kaç saattir bana malum oldu derdin, boşuna mı dua ederim sanırsın bre âdemoğlu!"
"Kısa bir tekrar geçeyim dedim hoca efendi hazretleri."
"Tekrar gerekmez!" diye söylendi homurtulu bir sesle.
Behzat hoca efendinin sesinin sürekli değişmesinden bir parça ürküyordu. Neden incelip kalınlaşıyordu ki? Onun sesi de bir zamanlar böyleydi, on beş on altı yaşlarındayken. Acaba insan o devirde hoca efendi gibi ermiş olursa sesi de öyle mi kalıyordu? İyi ki, ben ermiş filan olmamışım diye içinden şükredip hocanın dediklerine yoğunlaştı.
"Senin işin çetin bir düğüm olmuş. Çözmek için çok uğraşmam gerekiyor. İyi cinlerimi çağırmam lazım gelir. Şimdi çarşıya yollan, elini çabuk tutmalısın ama. Dinliyor musun beni?"
"Evet hoca efendi." dedi Behzat bacağını ovalamayı bıraktı. Paravanın ardını görüyor muydu bu mübarek yahu? "Kulaklarım emrinizde."
"Aklını da unutma çünkü söylediklerimden biri dahi eksik olursa üç harflileri toparlayamam. Ha, ne diyordum? Sevdikleri yiyecekleri önlerine koymalıyım ki sana yardım etsinler."
"İyi dememiş miydiniz hoca efendi? Rüşvet isteyen cin mi olurmuş? Ve dahi bunlar iyi mi olurmuş."
"Kesme lafımı cibilliyetsiz! İyi dediysek, babanın hayrına mı keyiflerini bozacaklar?"
"Özür dilerim hazret." dedi Behzat, ne diye konuşuyorsa!
"Aklında tut dediklerimi tabi işinin yapılmasını istiyorsan. Üzerine sinek konmamış bir kuzu budu, iki bütün tavuk al kasaptan. Tatlıcıya geç sonra, baklavasından lokmasına kadar birkaç çeşit tatlı al. Cevizi bol olsun amma!"
"Ha bir de büyüklerden rakı alayım ben?" dedi istenenlere şaşırarak.
"Nasıl bildin? Sen onu iki testi yap, üç harflilerden biri iyi içicidir. Az gelirse küser neme lazım."
Behzat iyice tuzlu olan bu ziyaretten bir an önce kaçması gerektiğini anlamıştı. Yoksa hoca, koca çarşıyı kapının önüne yıkmasını emredecekti. Hazır bacağı rahatlamaya başlamışken ayağa kalktı.
"Oldu bilin hoca hazretleri, ben bir koşu gidip..."
"Bitmedi!"
Behzat lafı ağzında geri yerine çöktü. Babaannesinin verdiği haftalığı buraya yatırması kesinleşmişti. Hoca kısa bir öksürükten sonra bozuk sesiyle listeyi yeniden saydı, sonuna ekledikleriyle birlikte. Cinlerin manda kaymağını, unu, yağı ne yapacaklarını anlayamayan Behzat bunca erzağı nasıl taşıyacağını da hesap etmeye başlamıştı. Hoca son olarak paketlerin üstüne bir altın para koymasını da söyledi, sonra da başından savdı.
Erzağı getirmek için az vakti olan Behzat ateş almış gibi evden çıkarken amcası da cümle kapısını örtüp yeğeninin yanına geçti. Hoca Necmettin Raif hazretleri etekleri dizlerine gelen entarisiyle paravanın ardından çıkmış, takkesini düzeltiyordu.
"Bir saate gelir mi bu meczup?"
"Ne bileyim amca? Adama, acele et topladığım üç harflileri elimden kaçırmayayım dedim emme anladı mı bilemedim, pek alık biri bu adamcağız."
Amca kalçasını yeniden kaşıdı. "Necmi sana bir laf diyeceğim. Şu cin olayını karıştırmasak mı? Bir gün çarpılıvereceğiz diye ödüm kopuyor."
"Neden dertlenirsin amca yahu? Çarpılınca belki düzelirsin."
Yeğeninin sivilce dolu yüzüne bakan adam homurdandı. "Şakanın sırası değil, ben ciddi bir laf derim."
Necmi omzunu silkti. "Vallahi şimdiye kadar salt adları cebimizi doldurmamıza yardım etti, çarpmaya gelirlerse maaşa bağlar daha da fayda sağlarım olur biter"
"Münasebetsiz!" diye homurdandı amcası ve ters bir bakış atıp gelecek yemek erzağını depolayacak yer açmaya kilere yollandı.
    Behzat'ın ona verilen görevle uğraşacağını ve eli ayağına dolansa da işi zamanında başarıp ikinci Necmettin'e teslim edeceğini söylememize gerek yok. O hınzırı kendi telaşıyla baş başa bırakalım da Yasemin ne yapmış kısaca değinelim. Kısa dedik çünkü kızcağız ruh halini belli etmemek için insanüstü bir gayret sergiliyordu. Bu yüzden anlatacak pek bir şey yok ama biz merakımızı giderelim. 
***

Sema Hanım ve Hüma'nın konaktan ayrılmasından sonra Yasemin kendine çekidüzen vererek baba evine doğru yola çıktı. Afife Hanım daha ilk günden kızını evde gördüğüne şaşırsa da kucaklayıp bağrına basmayı ihmal etmedi. Öğle yemeğine kadar Münevver, Afife Hanım ve Yasemin düğünde olanları çekiştirdiler. Münevver, kızdaki süzgün hali fark etmişti ama yorgunluğa verdi.
Yemekten sonra dadısıyla odasına çekilen Yasemin kütüphanesindeki kitapları paketlemeye başladı. Annesinin ve dadısının yanında şımardığı için morali düzelen Yasemin raftan çektiği kitabın içinden yere düşen iki eşya yüzünden olduğu yerde taş kesildi. Katlanmış bir mektup ile kurumuş bir acemborusu...
Münevver yerden almak için hareketlenmişken Yasemin'in şok içindeki halini görüp durakladı. Kızın yüzünde renk kalmamıştı, boş gözlerle yerdekilere bakıyordu. Yavaşça sordu.
"Yasemin ne oldu?"
Yasemin kesik bir soluk alıp gözlerini yerden kaldırdı ve gözpınarlarından iki iri damla süzülürken dadısına baktı. Münevver ne diyeceğini bilemedi sadece kollarını iki yana açtı. Yasemin yutkunarak dadısının kollarına atıldı. Sıkıca sarılarak başladı ağlamaya. Kendini tutamıyordu. Dadısı usulca saçlarını okşarken Yasemin ağladı ve başını şefkatli kollara teslim etti. Şiddeti azalan hıçkırıkların ardından Münevver onu divana sürükledi.
"Otur şöyle kızım." dedikten sonra cebinden küçük kolonya şişesini çıkarıp kızın boynunu bileklerini ovaladı. "Canım benim, güzel kızım..."
Yasemin yaşlı gözlerini kaldırıp dadısına baktığında onun da ağladığını görünce çenesi bir kez daha titredi ve burnunu çekerek usulca ağlamaya devam etti. İçindeki tüm kasveti bu şiddetli yağmurla bir parça dağıtan Yasemin kolonyanın etkisiyle de ferahladı.
"Münü..." diye sızlandı. "Çok fena bir şey oldu,"
"Anlat biriciğim, anlat çaresine bakalım."
"Çaresi yok." dedi başını eğerek gözlerini sildi. "Salih her şeyi öğrenmiş. Mektubu ona değil de Behzat'a yazdığımı..."
"Nasıl olur?" diye hayret etti. "Kesin o boşboğaz Perran fısıldamıştır."
"Günahını alma dadıcığım. Kim söylediyse söylemiş, önemli olan..." boğazına dizilen lafları zorlukla çıkardı. "Salih artık beni sevmiyor."
"Pat diye sevgi biter mi Yasemin. Akıl mantık işi mi bu?"
"Biter dadıcığım, Salih Bey'i az çok tanıdın, ondaki inat değme keçilerde yok. Behzat'a mektup yazdığımı öğrenince deliye döndü. Dün gece sabaha karşı odaya geldi, söylendi, söylendi, kapıyı çarpıp gitti. Sanırım benim Behzat Bey'i hala beğendiğimi düşünüyor."
"Kıskanıyor o zaman." dedi Münevver kızın çenesini eliyle sıktı. "Kıskanıyorsa hala seviyor demektir Yasemin. Seviyorsa umut kaybolmamış demektir."
"Çok kızmıştı Münü, görseydin. Umut filan kalmadı bende, ciğerim yanıyor. Suratsıza çok fena tutuldum ben."
"Ayrılacak mısınız?" dedi Münevver çekinerek.
Yasemin kaşlarını çattı ve dudağını sarkıttı. "Şimdilik beni boşamayacak ama ne kadar sabreder bilmiyorum. Onu tehdit ettim, tehdidimi yapamayacağımı anladığı an kuş olup uçar."
"Tehdit mi ettin?"
Başını salladı. "Olanları meydanda duyuracağımı söyledim."
Münevver dayanamadı, bir kahkaha attı. "İnandı mı safım?"
"İnandı..." dedi Yasemin üzgün bakışlarını dadısına dikti. "Ne yapacağım ben dadıcığım? Onu kaybedemem. Beni bırakıp başkasına yar olma ihtimalini düşünmek dahi istemiyorum."
"Of, Yasemin, of! İşleri karıştırıp daha ilk düğüm çözülmeden başka bir düğüm atmayı nasıl beceriyorsun?"
"Ben bir şey yapmadım dadı, neden bana söyleniyorsun? Üzülen taraf benim, dikkatini çekerim. Bana bir akıl ver!"
"Sen yapacağını yapmışsın işte, adamı tehdit de etmişsin. Kim bilir hakkında ne düşünmüştür?"
"Huysuz deyip duruyor bana, hadi bir de arsız desin çok mu? Yeter ki, beni boşamasın, sevmekten vaz geçmesin."
Münevver bir süre düşündü. Salih'in Yasemin'i sevdiğine emindi ve Salih'in sevdiği zaman gönülden sevdiğini de öğrenmişti. Dün gece kıskançlıktan delirmesine rağmen Yasemin'i boşamadıysa kolayca bırakamayacağını tahmin etmek zor değildi. Çünkü Salih için, öğrendiği şey yenilir yutulur cinsten değildi. Yasemin'in yapması gereken şey...
Münevver kızın ellerini avuçları arasına aldı ve düşündüklerini bir bir anlattı. Yasemin pek ikna olmasa da denemekten zarar gelmeyeceğini düşünerek başını salladı. Kocasını elinde tutmak için ne gerekiyorsa yapacaktı. 
Küçük bir yanlışlık iki çifti nereden nereye getirmişti, niyetler değişmiş, kalpler takas edilmişti. Kavuşanlar uzaklaşmak zorunda kaldıklarını düşünürken, uzaklaştıklarını sananlar da aslında yaklaşmaktaydı. Dadısından nasihatler alan Yasemin çok oyalanmadan yüzündeki ağlama izlerini yok etti ve kitap paketlerini hazırlayıp içinden bir kitabı yanına aldı. Diğerlerini de çeyizden kalanlarla birlikte yalıya göndermek için Bekir Efendiye teslim ettiler.
Aklınız Behzat'ın ispiyon mektubunda kaldıysa söyleyelim; Münevver, o mektubu mutfak ocağında cayır cayır yaktı. Alakasız birinin mektubu bulup hiç olmayacak birine vermesi içten değildi. Yeni bir talihsizlik yaşamaktan çekindiklerinden bu gereksiz kanıtı törensiz olaysız yok ettiler. 
Güzel bir olayın ardından kopan iki kişilik fırtınadan sonra tedirgin bir akşam yemeği için Hüsnü Celal Paşa'nın konak sakinleri masanın etrafında toplandı. Günün yorgunluğu her birinin yüzünden okunuyordu. Yasemin Salih'in geldiğini duymamıştı, ta ki sofra başına gelene dek. Münevver'in verdiği öğütlere uyarak ifadesini normal tutmaya çalışıyordu, Salih'e bakmaksızın. Çünkü na bakarsa tüm kaleleri yıkılıverirdi. Hüma gündüz yaptıklarını anlatırken yemeğe başladılar. Anlaşılan annesi evin dekoruyla uğraşırken Hüma da bahçenin altını üstüne getirmişti.
Salih isteksiz oturduğu belli olan masada uzun süre suratını asamadı, kardeşinin şen şakrak konuşması onu da gülümsetmeye başlamıştı. Çaprazında oturan Yasemin'e kesinlikle bakmıyordu, derken bir an gözü kaydı. Genç kız hüzünlü de olsa, sevimli bir gülümsemeyle Hüma'yı dinlerken kötü tartışmalarının etkisinde değil gibiydi. Salih orada yokmuş gibi masayla ilgileniyordu. Salih bakışlarının Yasemin'e takılıp kaldığını fark etmedi, ne de kaşlarını çattığının. Yalanı ortaya çıktığı için hiç mi utanıp sıkılmıyordu? Peki, geldiğinden beri yan gözle olsun neden ona hiç bakmamıştı? Bu ne ilgisizlikti!
Başını tabağına çevirdi. Kaşığını etli nohut yemeğinin içinde gezdirirken düşüncelerinde yalnızca Yasemin ile yaptıkları konuşma vardı. Tüm gün aklından çıkmamıştı ki, zihninde sürekli tekrarladığından her bir kelimesini hatırlıyordu. Onu sevdiğini söylemesi ise; inanmayı en çok istediği yalandı, acı verse de. Fakat genç kızın gönlü başka birine düştüyse, onu nasıl sevebilirdi?
Yemekten sonra kahveler içildi ama Yasemin hala Salih'ten yana bir kez olsun bakmamıştı. Salih kaşlarının altından Yasemin'i izlemekten kendini alıkoyamıyordu. Yasemin ise onun azabından habersiz, Hüma ile kenardaki divana oturmuş gülerek sohbet ediyordu. Ne tatlı gülümsüyordu bu kız? Kibar bir samimiyetle ve göz alıcı bir ışıltıyla aydınlanan yüzü insana huzur veriyordu. Gülümsemenin tehlikeli bir silah olduğu konusunda Yasemin'e hak vermeden edemedi. Kesinlikle yasaklanmalıydı. 
Salih bakışlarını çekmeye çalıştıkça başaramadığını anladığında kahvesini tek dikişte içip babasına bahçeye gezineceğini söyledi, derdi odadan kaçmaktı. Babasının onayından sonra uzun adımlarla odadan çıkmaya davrandı, çaktırmadan kızların olduğu tarafa bakmayı da ihmal etmedi. Gittiğini umursayan bir tek Hüma olmuştu, o da kısa bir el sallamasından sonra Yasemin ile sohbetine devam etti.
Kapıdan çıkan Salih'in ardından bakan Yasemin rolünde kararsız kaldı. Hüma'nın gözünden kaçmadı bu tereddüt. Dünden beri yengesi de ağabeyi gibi tuhaf davranıyordu. Hüzünlü bir mutlu olma hali yansıtan Yasemin'in tersine Salih rol yapamıyor ve mutsuzluğunu soğuk bir ayaz gibi dışarıya veriyordu. Hüma, Yasemin bakışlarını tekrar ona çevirene kadar sabırla bekledi, sonra annesi ile babasını belli belirsiz bir işaretle gösterip konuştu.
"Yasemin abla, çok sıcak olmadı mı? Ben terasa çıkmak istiyorum, bana katılır mısın?"
Yasemin kızın konuşmak istediği konudan kaçmaması gerektiğini düşünerek başını salladı. "Çok iyi fikir." dedi sonra Sema Hanım'a doğru seslendi. "Sema anne, siz de gelir miydiniz?"
Kadın uykulu bakışlarla kızlara bakıp başını sağa sola salladı. "Beni af edin kızlar, bugün çok yoruldum. Kahve de bir işe yaramadı. İstirahate çekilsem daha iyi olur."
Hüsnü Celal Paşa da doğruldu. "Ben sana katılırım hanım, bu kadar hareket biz yaşlılara pek yaramıyor."
Hüma ayağa kalkarken güldü. "Yaşlı lafınızı kabul etmiyorum babacığım. İkinizin de maşallahı var, nice gençleri cebinizden çıkartırsınız."
Hüsnü Celal Paşa bıyığını burdu ve yan gözle karısına baktı. "Duyuyor musun Sema Hanım? Kızım beni hala gençlerden sayıyor."
Sema Hanım şakacı bir tavırla kocasına çekişti. "Duyuyorum bey, duyuyorum. Ayağa kalkarken kemiklerin çatırdıyor. Haydi, kalk odamıza geçelim yoksa mevta diye bizi yan yana mezara koyar bu deli kız."
"Aman anne, ağzından yel alsın." diye kaş çatan Hüma dargınca annesine baktı.
Sema Hanım kızının yanına giderek alnından öptü. "Şaka yapıyorum güzel kızım, iyi geceler." Sema Hanım kızına sarıldıktan sonra onlara bakan Yasemin'e elini uzattı. Yasemin hemen kalkıp elini tutunca onu da Hüma'yı öptüğü gibi öpüp gülümsedi. "İyi geceler tatlı Yasemin'im."
Hüsnü Celal Paşa da kızlara iyi geceler diledikten sonra karısını koluna takıp odayı terk etti. Hüma, Yasemin'i peşine takıp terasa doğru yollandı. Bir yandan sormaya çekiniyor bir yandan da alacağı cevaptan korkuyordu. Sıkıntıyla terastaki divana oturdu, tam ağzını açacaktı ki, Yasemin sorulmamış soruya cevap verdi.
"Salih Bey ile bir tartışma yaşadık ama annenlere belli etme Hüma." dedi sessizce. "Ben bir şekilde anlaşmazlığı çözmeye çalışıyorum."
Yasemin durakladı ve ekledi. "Yani elimden geldiğince..."
"Ağabeyim ne yaptı da canını sıktı abla?"
Yasemin başını salladı. "O bir şey yapmadı Hüma, tüm suç bende. Kader örgüme yanlış ilmekle başlamaya kalktım, şimdi de düzeltmeye çalışıyorum."
"Ve ağabeyim de sana yardım etmiyor değil mi? Örgüden hiç anlamaz çünkü..."
"Anlamadığı belli küçük beyin. Fakat bu işte onunla ortağız." Yasemin hınzırca gülümsedi. "Yani yardım etmek zorunda kalacak. Tek sorun, beyefendinin kutupları andıran soğukluğuyla başa çıkabilmekte... Ben hayatım da bu kadar sabit fikirli bir insan tanımadım, çok kibirli ve erkek üstün düşünen bir kafası var. Egosuyla nasıl baş edeceğim, bilemedim."
"Ağabeyimin mi?" dedi şaşkınlıkla.
"Elbette, gerçi son zamanlar da bazı lafları beni kuşkulandırdı ama görünen köy kılavuz istemez. Kadınları küçük gören bir tabiata sahip olduğu aşikar, bizi güçsüz ve boyun eğen bir varlık olarak görüyor ve aksini düşünmüyor bile. Gergef işlemekten başka bir şey yapmamız gerektiğini savunuyor. Onun gözünde iyi bir eş, hizmetçilik yapabilmeli..."
"Salih ağabeyim mi?" dedi tekrar iyice şaşıran Hüma.
"Kimden bahsediyorum Hümacığım, elbette, o. Başka ağabeyin mi var senin?"
"Başka yok ama bahsettiğin kişi de benim ağabeyim olamaz Yasemin abla. O kadınları asla küçük görmez, insanlar arasında ayırım yapmaz ki. Ayrıca seninle gergef işlemeyi bildiğin için evlendiğini sanmıyorum, senin el becerisi yapabildiğinden bile emin değildi. Beni yanlış anlama ama senin karakterinin ne kadar güçlü olduğunu ve bu yönünü takdir ettiğini söylemişti. Sakın dedikodunu yaptığımızı düşünme."
"Karakterimin güçlü olmasından mı hoşlanmış?"
"Evet, ben neden anlaşamadığınızı sormuştum. O da bana; aşk bir savaştır Hüma,düşmanın tarafından saygı duyulmak istiyorsan ne kadar güçlü olursa olsun onunla savaşmalısın, dedi. O zaman yensen de yenilsen de düşmanını bir şekilde kazanırsın. Sabrın sınırına dayandığı halde kazanmaktan umudunu kesmemişse, o düşman senin en büyük mutluluğun olacaktır. Bana dediği laf bu."
Yasemin kaşlarını çattı. Salih'in onunla alay eder konuşmaları bir çeşit çarpışma mıydı yani? Kendini üstün gören tavırları ve o ilkel ağızlı konuşmaları gerçekten de rol müydü? Eşinin boyun eğer ve itaatkar olmasını istemesi onu denemek için miydi? Münevver ona güçlü görünmesini söylerken acaba Salih'in kişiliğini çözdüğü için mi, yoksa tesadüfen mi öğüt vermişti? Salih karşısında zayıf görünme, demişti kadın. O senin ilgine muhtaç kalsın. Madem şart sunmuşsun, senden kaçamaz da...
"Biz anlaşamıyor değiliz, dedi bana. Biz sadece silahlarımızı test ediyoruz." Hüma elini uzatıp Yasemin'in sıkılı yumruğunun üstüne koydu. Yasemin başını kaldırıp ona bakınca ekledi. "Sanırım atak sırası sana geçti."
"Benim hiç silahım yok ki." dedi Yasemin. Salih'in sevgisini kaybetmek üzereydi, eğer çoktan kaybetmediyse. "Salih Bey bana karşı çok ilgisiz. Hiçbir hareketime kıymet verir gibi görünmüyor. Görev olarak düşündüğü evliliğimiz öncesinde de böyleydi. Ve şu anda senin dediklerine göre; beyefendi, zoraki ziyaretlerinde dahi benimle ustaca alay etmiş. Kim bilir ardımdan ne gülmüştür."
Hüma dudağını büktü. "Sanmıyorum."
"Beni teselli etmeye çalışma Hüma. Beni yalancılıkla suçlarken asıl kandırılan benmişim. Aşk denen savaşı kazanmak ona yetmez, o sadece eğlenerek kazanmak istiyordu. Ne suçum vardı da ben kapıldım beyefendiye!"
"Bence ona olan öfkenden böyle düşünüyorsun Yasemin abla. Ama bir konuda sana hak veririm, ağabeyimin senin yanında özellikle beceriksiz veya bilgisiz görünmeye çalıştığına ben de şahit oldum. Şakalaştığınızı sanıyordum işin aslı başkaymış demek."
"İşin aslı neymiş?" dedi Yasemin dişlerini çiğneyerek. Ah, Salih, ah! Suratsızın sevgisi için bu denli hırslanacağını tahmin bile edemezdi. Aşk bir savaş demek ha! Görelim bakalım, kim galip gelecek?
Hüma düşünceli bir ifadeyle gözlerini kıstı ve kaşlarını çattı. "Benim düşünceme göre, seni kızdırarak ilgini üstünde toplamaya çalışıyordu. Onun eski taktiğidir. Bazen bize de yapar, dalga geçer, geçer sonra da gönlümüzü almaya çalışır. Veya bir şeyler itiraf ettirmeye uğraşır. İnsanların üstüne giderek ve onları zorlayarak ilgi toplamayı başarıyor. Valla nasıl yapıyor ben hala anlamadım."
Yasemin asık suratla mırıldandı. "Taktiği oldukça işe yarar bir stratejiymiş."
Baştan beri onu delirttiği ve sürekli onu düşünmesine sebep olduğu aşikârdı. Salih'e kızdıkça aklını ondan alamadığı ve tüm sahte huylarını haz etmemesine rağmen sevmesine engel olmadığı doğruydu. Yaramazlıklarıyla, onun gönlünü ele geçirmişti. İlk çarpışmayı Yasemin kaybetmişti ve düşmanı, eline düşen zaferini umursamadan savaş meydanını terk etmeye çalışıyordu.
"Bana yardım etmelisin Hüma." dedi kararlı bir tavırla. "Beyefendiye karşı silahım yok ama müttefik en güçlü silahtır. Benimle savaşa var mısın?"
Hüma ellerini çırptı ve kısık sesle konuştu. "Ay, bu çok heyecanlı olacak!" dedi ve hemen dudağını ısırdı. "Ama ağabeyim anlamasın, yoksa canıma okur."
Yasemin sevimli bir gülümsemeyle sırıttı. "Merak etme, hiçbir şey anlamayacak, ta ki başına gelene dek."
İki müttefik planlarını kurarken Salih başına geleceklerden habersiz sıkıntısını atmaya çalışıyordu. Gece yarısına değin dolandı ama ne sıcak azaldı, ne de gönlündeki karmaşa. Hissettiği öfkenin Yasemin'e olan sevgisini azaltacağını tahmin etmişti, ikinci gün rahatlamayı umut etmişti ama hayır. Üstüne bir de genç kızın umursamazlığı eklenmişti. İlgisiz duruşu, gururunu kırıyor ve onu çabalamaya sevk ediyordu.
İnsanların ona birçok nedenlerle alaka göstermesine alışıktı, bu onu şımartmamıştı. Sadece bir parça kayıtsız olmasına neden olmuştu. İş sevdiği insanlara gelince olay değişiyordu. Onlar tarafından şımartılmayı seviyordu, ilgiyi bir şekilde üstünde tutana dek uğraşırdı. Bu takıntısı annesi ve Hüma için geçerliydi, son zamanlarda onlara Yasemin'in de katıldığını şimdi anlıyordu. Ne kadar beyhude bir çaba olduğunu ise dün gece öğrenmişti. Yasemin başka bir erkeğe ilgi duyuyordu...
Kalbini acıtan bu yargı yüzünden nefes alamaz hale gelince eve dönmeye karar verdi. Önce Yasemin'in odasına gidip biraz da onun canını acıtma niyetiyle, ikisi için hazırlanmış büyük odaya doğru yürüdü. Bahanesi hazırdı, tüm kıyafetleri orada olduğundan ertesi gün için üst baş alacaktı. Aslında kendi odasındaki dolapta birkaç parça kıyafeti hazırdı ama maksat sevgili karısını kendi gibi uykusuz bırakmak olunca, yedeği unutmak kolay oluyordu. O hırsla kapıyı bir kez tıklatıp destursuz odaya girdi. Beklemediği bir şekilde boş olan odaya...
Ay ışığı ile aydınlanan odaya göz gezdirdi. Yasemin odada değildi. Evin geri kalanı da karanlık olduğundan hala salonda oturuyor da olamazdı. Geri döndü, önce kendi odasına baktı. Sonra salona ve terasa çıktı. Kimseler yoktu. Nereye gitmiş olabilirdi ki? Acaba o başıboş bahçede dolanırken Yasemin dayanamayıp annesinin evine mi gitmişti? Kalbi cız etti. Haremlik tarafına geçip soluk almadan Hüma'nın kapısına dayandı.
"Hüma?"
Kardeşinin sesi hemen cevapladı. "Efendim ağabey!"
"Girebilir miyim?"
"Elbette."
Salih sabırsızca kapıyı açtı ve tam ağzını açacakken durakladı. İki çift göz ona doğru bakıyordu. Lafı ağzında kapının önünde öylece kalakaldı. Yasemin ve Hüma divana oturmuşlar sakin bir yüzle onun lafını bekliyorlardı. Yasemin'in üstünde geceliği vardı ama kalın bir şala iyice sarılmıştı. Bakışlarını genç kızdan zorlukla alıp konuşan kardeşine çevirdi.
"Bir şey mi oldu ağabey?"
Salih boğazını temizledi ve omzunu kaldırdı. "Yok, bir şey olmadı. Ben sana şey soracaktım?"
"Ne soracaktın?"
Yasemin'in başını çevirdiğini göz ucuyla fark etti. Dinlemeye hatta bakmaya bile tahammülü yok muydu? Salih bu telaşlı gelişine bir bahane aradı, Yasemin'in derdinden geldiğini saklamak için.
"Şey, diyecektim. Ben bahçe için istediğin tohumların siparişini verecektim de, listeye eklediğin bir şey var mı diye soracaktım."
"Gecenin yarısında mı?" dedi Hüma kuşkuyla.
Salih homurdandı. "Düşünen de kabahat zaten."
"Çok düşüncelisin ağabey ama benim listem tamamdı. Bence bu soruyu Yasemin ablaya sormalıydın. Sonuçta evin hanımı o."
Salih, kardeşine öfkeli bakışlarla bakarken Yasemin atıldı. "Ah, evet, istediğim bir çiçek var." Salih kızgın bakışlarını ona çevirdiğinde gülümsedi. "Hemen korkmayın Salih Bey, sizin aşina olduğunuz bir çiçek olur kendileri. Acemborusu. Ben duvarları acemborusuyla sarmak istiyorum."
Hüma gülmemek için dudağını ısırdı. Salih ise gözlerini kısarak söylendi. 
"Zararlı bir çiçek olduğuna da siz aşinasınız, talebinizi uygun bulmuyorum."
Yasemin yay gibi kaşlarını havalandırdı. "Zararlı mı? Fakat o kadar zarif ve güzel bir çiçek ki, onun zararıyla baş edebilecek bir sürü yöntem biliyorsunuz sanırım. Sizin her cevaba vakıf olduğunuzu sanırdım."
Başını başka yöne çevirebilseydi yapardı ama karşısındaki kumral melek buna izin vermiyordu. Mırıldanır gibi konuştu. "Hiçbir fani güzellik, vereceği ölümcül zarara değmez. Kendi zevki için başka hayatları yok eden bir varlığı bahçemde istemiyorum."
Yasemin başını doğrulttu. "Eğer ki, o varlık zevk için değil de, bunu sevgisinden yapıyorsa tüm aşırılıkları kabul edilebilir."
"Tek taraflı olsa da mı?"
Yasemin bir an kalakaldı. Boğazı çöl misali kururken acısı neredeyse gözyaşına dönüşecekti... Kendine hakim olmalıydı. Salih'in tek lafıyla ağlamaya kalkarsa bu savaşı nasıl kazanabilirdi ki... Yüreğini deşen hançer misali lafın verdiği acıya katlanarak onu cevapladı. 
"Soğuk bir duvara sarılmaya çalışan bir çiçek yaşamına devam ederse, tek taraflı olması da ona yeter. Yetmezse zaten çürür gider ve sıkıntınız kalmaz. Çürümüş çiçeği köküyle koparıp atarsınız."
"Soğuk bir duvar mı?" dedi kaşlarını büsbütün çatarak.
"Acemborusunun sıcaklığıyla ısıtmadığınız sürece boş ve soğuk kalacak duvar mı demeliydim?"
Salih kelimesiz kalmıştı. Hüma'nın karşısında cereyan eden bu şifreli tartışmayı uzatırlarsa aralarının kötü olduğunu cümle alem duyardı. Kardeşine kısa bir bakış atarak homurdandı.
"Gereksiz bir tartışma yapıyoruz, boş konuşmayı yarına bırakalım. Odanıza geçmeye ne dersiniz Yasemin Hanım?"
"Neden?" dedi Yasemin.
Salih bakışlarını karısına çevirdi. "Ne demek neden? Vakit geç oldu."
"Biz sohbet ediyorduk ağabey."
Lafa karışan Hüma'ya ters bir bakış attı. "Sabahlar torbaya mı girdi? Yarın sohbet edersiniz. Odanıza geçin Yasemin Hanım."
"Emir mi veriyorsunuz?"
Genç kızın sesindeki sertlik karşısında afalladı. Hüma ile sohbet etmesine karışması saçmalıktı ama Yasemin'in odada onu beklemesini isterdi. Gelmesini umut etmesini... Alnına düşen saçını eliyle geriye sıvazladı ve gönül karışıklığı içinde odadan çıkarken öylesine mırıldandı.
"Allah rahatlık versin."
Onlardan cevap beklemeden kapıyı kapatıp koridorda yürümeye başladı. Yasemin onun odalarına gelmesini beklemiyordu, ondan umudunu kesmişti. Onu kazanmaya çalışmayacaktı. Neden uğraşsın ki? Asıl beğendiği kişi başkasıydı. Bir düşünce insana nasıl acı verebilirdi? Kalbine saplanan bıçağın acısıyla cebelleşerek büyük yatak odasına geçti. Dolaptan aldığı bir gömlekle birlikte pencerenin yanındaki divana oturdu. Beklentili bakışlarını kapıya dikti, eninde sonunda Yasemin o kapıdan girecekti. Geceyi Hüma'nın odasında geçirecek değildi ya!
Salih'in kapıyı çarpıp gitmesinden sonra kızlar uzun süre sessizce oturdular. Sonunda Hüma doğruldu. "Uyuyalım mı artık abla?"
Yasemin başını olur anlamında salladı. Ayağa kalkıp Hüma'nın yatağına geçtiler ve tek kişilik yatağa kolayca sıkıştılar. Hüma uyuduktan saatler sonra Yasemin hala uyanıktı. Sabahın erken vakitlerine dek onu çağıran odasının sesini bastırmaya çalıştı, uykuya yenik düştüğünde hava aydınlanmaya başlamıştı. Salih ise elinde gömlekle olduğu yere sızmıştı, yatağın konforundan uzak, aşk acısı çekerek.
***

Sonraki üç gece de bu şekilde geçti. Hüma dışında evin ahalisi, bu değiştirilmiş konaklamadan haberdar değildi. Salih tek başına, yatak odasının divanında uzanmaktan sırtı ağrımış ve hafif soğuk almıştı. Sabah erkenden yalıya gidiyor ve akşam olunca eve dönüyordu. İkisinin birbiriyle hiç konuşmaması Sema Hanım'ın canını sıksa da, Salih'in uyarısından sonra şimdilik karışmamayı seçmişti. Fakat yalıya geçmeden, yeni evlilerin aralarındaki bu gerginliği bitirmeleri gerektiğini düşünüyordu.
Salih ile Yasemin gurur yarışı yapadursun Behzat'ın babaannesi değerli bir arkadaşını ağırlıyordu. Behzat'ın küskünce odasına kapanmasını fırsat bilen iki yaşlı kurnaz ellerinde kahve fincanlarıyla ılık bir rüzgar esen cumbanın önüne kurulmuşlardı. Şefika Hanım çenesini oynatarak arkadaşının sorusuna cevap verdi.
"İstemeye gideceğimi söylemedim. Yarın için haber saldım ama Behzat bilmiyor. Aklına başka bir hatunu takmış, illa onu isterim diyor. İçine mi doğru nedir bu görücülük?"
Gülçehre Hanım yüzünü buruşturdu. "Hiç sanmam hemşire, onun derdi başkadır. Kim bilir hangi kızcağızı gözüne kestirdi."
"Yok, kardeş, ciddiyim diyor. Git, iste kızı, diyor. Bu sefer evlenme niyeti var zannımca."
"Oynak bir delifişek bulmuştur o, boş ver. O çocuğun başını bir an evvel bağlamazsan, haklı veya değil, kibrinden kimseleri beğenmeyecek."
"Sen de haklısın" diye fincanını kırışık dudaklarına götürdü Şefika Hanım. Bir yudum alıp doğruldu. "Her işi gibi bu da fos çıkar diye güvenemiyorum zati. Ben Perran'ı isteyeyim de, oldubittiye getirelim."
Gülçehre Hanım kıs kıs güldü. "Behzat'ı everirsen bir koç kesersin artık."
Şefika Hanım omuzları sarsılarak kıkırdadı. "Ne koçu hemşire, deve kestireceğim deve"
İki kadının kıkırdamaları kontrolsüz kahkahalara dönerken Behzat babaannesine yaptığı tavırların ve küskünlüklerin işe yaramamasından bozgun, odasında dört dönüyordu. Normalde uyumak dışında odasında vakit geçirdiği görülmemişti. O, babaannesinin, bu derbeder halinden etkileneceğini düşünürken; duygusuz kadın, arkadaşıyla muhabbetteydi. Acaba güzel gözlü Perrancığı ne yapıyordu? Aşk büyüsünün bağladığı gönülleri cayır cayır yanarken o küçük narin dudakları, Behzat ismini sayıklıyor muydu? 
Behzat'ın, Necmettin hocadan başka umudu kalmamıştı. Perran'ı o münasebetsiz adama verirlerse kızı kaçırmaktan başka çaresi kalmayacaktı. Ah, ne haylaz bir aşıktı o! Modern Mecnun, akıllı ve yakışıklı... Kendi kendini övmek hoşuna gitti ve gülümsemeye başladı. Keyfi az da olsa yerine gelmişti, hoca da işe el attı mı kızı kaçırma macerasıyla yorulmasına da gerek kalmayacaktı. Hayalleriyle avunarak aynanın önüne geçti. Boyuna posuna, hoş çehresine bakarken gönlünü oyaladı. Odaya kapanıp aşk derdi çekmek de ne zor zanaattı!
***
Yaşanan kaygıların ve duygu fırtınalarının arasında unutulan Edip Nuri'yi ilk anımsayan Salih olmuştu. Kafasını Yasemin'den başka bir işle meşgul etmek bahanesiyle şehzade Murat'tan ses de çıkmayınca merkezi ziyaret etmeye karar verdi. Merkezin kapısından içeri girerken tuhaf bir izlenme hissiyle gerildi. Sofayı geçip varlığına emin olduğu Agop'un odasına doğru yürürken siyah takım elbiseli bir adam karşısına çıktı. İri yarı adamın yüzünde sert bir ifade vardı, Türk'e benzetemedi. Kısa sarı saçları ve mavi gözleri de cabasıydı. Bir eli cebinde Salih'i tartan bakışlarla ona bakıyordu.
"Edip Nuri Bey odasında mı?" dedi Salih.
Adam hoşnutsuz bir tavırla dudağını büktü ve Almanca konuştu. "Wie heisst du?"
"Salih Hüsnü." diye cevapladı. "Wer bist du?"
Adam cevap vermedi ama elini de cebinden çıkardı. Salih'in ismini bilerek zararsız olduğuna hükmetmiş olmalı duruşunu rahata aldı. Salih adamdan gözünü ayırmadan yeniden sordu.
"Wer bist du?"
"Gast." dedi adam sert duruşunu bozmadan.
"Wessen gast?"
"Ist mir egal."
Salih adamın cevap vermeyeceğini anlayınca Agop'un odasına yöneldi, adamın onu durdurmaya çalışması halinde karşılık vermek için tüm bedeni alarm halindeydi. Yanına silah namına bir şey almadığına hayıflandı ama Osman'ın öğrettiği hareketlerle de yeterince zarar verebilirdi. Adam onu durdurmadı. Zaten gerek yoktu çünkü Agop'un odası boştu. Kimse yaşamamış gibi...
Odadan dışarı çıktığında adam da ortalarda değildi. Çıktığı delik neresiyse yeniden girmiş olmalıydı. Salih hızlı adımlarla Ruhi Bey'in odasına, oradan da Edip Nuri'nin odasına geçti. Tahmin ettiği üzere Edip Nuri'nin odası kilitliydi. İçinden bir ses binada o ve tuhaf alman dışında kimsenin olmadığını söylüyordu. Binadan dışarı çıkıp sokakta yürürken şehzadenin bu acayip durumdan haberi olup olmadığını düşünüyordu. Bilmesine hiç şaşırmazdı. Saraya gidip sorsa mıydı? Ya da başına bunlar gelmemiş gibi de davranabilirdi. Çok fazla düşünemedi. Kollarından zapt edilip ağzına dayanan mendilin bayıltıcı etkisiyle kendinden geçmeden hemen önce yaklaşan bir at arabasının tıkırdayan sesini duydu.
***
Edip Nuri sinirli ve aksak adımlarla odasında yürüyordu. Örgütten kendine koruma istemişti çünkü katil bir haftadır ortalarda yoktu ve üç gün önce köşkün bahçesinde gezinen bekçi köpeklerinden ikisi yaralanmıştı. Köpekleri bayıltmayı başaran her kimse, Edip Nuri, onun katil olmadığını tahmin ediyordu. Katil olsaydı köpekler ona saldırmazdı, aksi takdirde katil de onları sağ bırakmazdı. Köşkün güvenliğini sağlamak için göndere göndere dört kişilik insan irisi Almanları göndermişlerdi. Dilini bilmez huyunu sevmezdi bu adamların ama ret edecek lüksü yoktu. Neyse adamlar tam bir emir eriydi, keşke Edip Nuri onlara emir verecek kadar Almanca bileydi.
Ruhi Bey'i ve Agop'u mecburen yanına almıştı. Yelena ise Rusya'ya gönderilmişti, çünkü çarın sarayında bazı olaylar cereyan ediyordu. Planları bozacak olaylar olmaması için kontrol edilmeli ve bilgi toplanmalıydı. Osman ise kayıplara karışmıştı. Edip Nuri düşünmemeye çalışsa da aklına gelen şey; katil ile Osman'ın bir şekilde karşılaşıp birbirlerini öldürmüş olacağıydı.
Katil neyse de Osman'ı kaybetmek hiç işine gelmezdi. Şifreyi çözdükten sonra o deli adamın bağlantılarına ihtiyacı olacağı kesindi. Babil kulesini çökertecek kilit taşıydı Osman, tüm düzeni yerle bir edip kralların ötesinde bir imparatorluk kurabilmek için gerekliydi. Tabi Edip bu düzeneğin nasıl olacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu. Bu lafları, büyük huşu içinde efendiye yakın bir ağızdan dinlemişti.
Edip Nuri ona verilen görevin ne kadar önemli olduğunun farkındaydı. Onun gibi sorumluluk taşıyan beş adamdan biriydi Edip ama görevlerin en çetini onundu. Diğerleri daha rahattı. Şifre çözüldükten sonra Edip başarısı sayesinde hepsini ezip geçecek ve belki de efendiye yakın kurula girmeye hak kazanacaktı. Acaba biraz Almanca öğrense miydi? Ya da başka bir dil? Çat pat İngilizce ile bu yüce teşkilata hâkim olması zordu.
Edip Nuri ışıldayan geleceğinin şatafatıyla kendi hayal âlemlerinde gezinedursun kapı aniden çalınınca olduğu yerde durdu. Bir an nerede olduğunu anlayamadı çünkü hayal rüzgârı onu en büyük makama, yani ta İtalya'ya kadar götürmüştü.
"Gir." dedi eğilen sırtını doğrultmaya çalışarak.
Alman ekibinin başı olan kel adam içeri girdi. Edip Nuri'ye zoraki katlandığı belli olan bir tavırla konuştu.
"Salih Hüsnü hier."
"Salih Hüsnü what?" dedi endişeyle kaşlarını çatıp. Bu densizler adama bir şey yapmış olmasınlar!
Adam kısa bir nefes aldı ve sabırlı bir sesle açıklamaya çalıştı. İngilizce konuşmaktan nefret ederdi, bilmesine rağmen ölümcül bir konu olmadığı sürece ağzından tek kelime çıkarmayacağını sanırdı ama iş Edip Nuri'ye laf anlatmaya gelince kendi diline olan bu sadakati ağır bir darbe aldı. Bu herif, Almanca olduğunu anladığı her kelimeyi sanki özellikle anlamayı ret ediyordu.
"Salih Hüsnü is here!"
"Where?" dedi
"At main room."
Edip Nuri adama kötü bir bakış atarak bastonunu öne çarpa çarpa alt kata doğru yürüdü. Salih'i baygın halde kanepeye uzanmış görünce peşinden gelen adama döndü. Söylemek istediklerini anlayacağını sanmıyordu ama kendini bağırırken buldu.
"Ben adama bilgi verin dedim, omzunuza atıp getirin demedi. Give information to him, not bring him!" Adam ifadesiz bir yüzle ona bakmaya devam edince homurdandı. "Summon Mr. Ruhi"
Adam kapının yanında duran diğerine döndü ve başıyla dışarıyı işaret etti. Edip Nuri genç adamın yaşadığından emin olmak için nabzına bakarken Ruhi Bey apar topar odaya girdi. Edip Nuri eliyle Salih'i işaret etti.
"Salih Hüsnü'ye bilgi verin demiştim, adamı torbaya koyup getirmiş bu ahmak herifler. Söyle onlara bizim buralarda böyle şeyler hoş karşılanmaz. Dediğim lafı anlamazlarsa anlayana dek yapmasınlar. İyice tetkik etsinler. Onlara odadan dışarı çıkmalarını söyle!"
Ruhi Bey bıkkınca kel adama döndü ve Edip'in sözlerini yumuşatarak usulünce tercüme etti. Adam odadaki diğer iki adamını da alarak dışarı çıktı ve arkalarından kapıyı kapattı. Edip Nuri tekli koltuğa gidip sinirden titreyen bedenini yumuşak kadifeye teslim ettikten sonra Ruhi Bey'e döndü.
"Ayıltacak bir şeyin var mı?"
"Kolonya kafi gelir." diye konuşan Ruhi Bey, büfedeki kolonyayı alıp Salih'e koklattı. "Ağır etkili bir çeşit eter kullanmışlar, kokusundan belli. Kusmasa bari."
"Beceriksiz herifler, başka seçeneğim olaydı bunlara evet der miydim hiç!" diye kendi kendine konuşan Edip, bakışlarını Salih'in üzerinden çekmedi. "Tam da ortadan kaybolacak zamanı buldu aptal adam. Deliydi ama işime bu Almanlardan daha çok yarıyordu."
"Kim dediniz azizim?" dedi Ruhi Bey.
"Sesli düşünüyordum Ruhi Bey." diye homurdandı. Salih'in kımıldadığını görünce de ekledi. "Bizi yalnız bırakın, zahmetiniz için teşekkür ederim."
"Lafı olmaz Edip Nuri Bey."
Adam kapıdan çıkarken Salih alnını ovuşturarak gözlerini araladı. Görüşü net değildi ve fena halde midesi bulanıyordu. Burnuna gelen keskin ve çürük koku daha esanslı bir kokuyla karışmış midesini kaldırdığı gibi başına da müthiş bir ağrı saplanmasına neden oluyordu. Genzini yakan safrayı yutarak midesine geri gönderdi ve görüşünü netleştirmek için gözlerini kıstı. Karşısındaki koltukta Edip Nuri'nin oturduğunu fark edince acısını dindirmesi umuduyla gözlerini kapatıp derin bir soluk aldı.
"Uzan Salih." dedi Edip Nuri. "Bir müddet midenin bulanması normal."
"Neredeyim?" diye mırıldandı.
"Güvenli bir evdesin, endişe etme. Küçük bir yanlış anlaşılma olmuş."
Salih daha iyi hissedince doğrulup Edip Nuri'ye baktı. "O adamlar kim?"
"Bir çeşit güvenlik önlemi, kaygılanacak bir vaka değil. Aslında bu anlaşmazlığın sonucu olarak buraya getirilmen iyi de oldu. Ben de seni çağırtacaktım, düğün telaşın bittiğine göre görevinin başına dönme vaktin geldi. İşin bitene dek, seni karından çalma sırası bizde."
Salih bulanıklığı azalan görüşünün aksine artan bulantısını bastırmaya çalışarak konuştu. "Diğerleri nerede?"
"Emirlerimi yerine getirmeye uğraşıyorlar, tıpkı senin de yapacağın gibi. Yarından itibaren sen de bu evde çalışmaya başlayacaksın. Binayı şimdilik kullanamayız. Güvenliği ikiye ayıracak lüksüm yok."
"Çalışma yeri benim için mühim değil." dedi etrafına bakınarak. Şehzade Selim'i buldukları köşkte olduğunu anlamıştı ama Edip'e sezdirmedi. "Fakat burası neresi?"
"Benim için tahsis edilen köşktesin. Görüyorsun, görevimin önemi beni birçok yönden ayrıcalıklı kılıyor."
Salih, adamın kendini övme şansını kaçırmamasına hiç şaşırmadı. Sonuçta insanlar yetisiz olunca daha cüretkar ve kendine hayran bir kişilik oluştururlardı. Övgü ve pohpohlanma ihtiyaçları daha yüksek olurdu. Bakışlarını eğri oturan adama çevirdi.
"Dilerseniz çalışmaya şu an başlayabilirim."
Edip Nuri sözlerinin Salih'i etkilediğini düşünüp koltukları kabardı. Hoşnut bir sırıtışla genç adama bakıp başını salladı.
"Çok iyi Salih, çok iyi. Fakat daha önce de dediğim gibi çözmen gereken evraklar oldukça önemlidir. Seni birkaç gün konuğum olarak ağırlamam icap eder. Ailene münasip bir bahane bulup gelmeni tercih ederdim."
"Ben..." diye başladı Salih. Fakat nasıl devam edecekti? Yasemin'in başka çatı altında uyuma yasağını delmesi demek, kıza git hepimizi rezil et demekle aynı şeydi. Bu deliliği yapacağına ihtimal vermiyordu ama belli olmazdı. Bazı zamanlarda Salih de kendine uygun olmayan davranışlarda bulunmuyor muydu?
"Evimde çalışsam mahzuru olmaz Edip Nuri Bey. Merak etmeyin evraklara gözüm gibi bakarım ve kimseye emanet etmem. Gerçi evrakı anlayan da olmaz ya neyse."
Edip Nuri yılan bakışlarından birini attı. "Hayır, Salih. Evrak çözüldüğü an yanında olmak istiyorum."
"Bana güvenmiyor musunuz?"
Edip Nuri cevap olarak sadece Salih'e uzun uzadıya baktı. Salih derin bir nefes alıp saçını geriye attı. "Peki, yokluğumun kimseyi rahatsız etmemesi için uygun bir yalan bulmaya çalışırım."
"Pek tabi Salih, gecikmen halinde, elini çabuk tutman için yanına birini katmam da sakınca yoktur umarım. Gerektiği takdirde seni buraya getirmesi adına."
Salih peşine takılacak nöbetçinin amacının bu olmadığını anlamıştı ama ses çıkarmadı. Edip onu izlemek istiyordu, belki de sözde Osman ile bir iş çevirdiklerini fark etmiş, karşılaşmalarını engellemek istiyordu. Veyahut onun kaçmasından korkuyordu. Nöbetçi konusunda yorum yapmadan soğuk bir sesle konuştu.
"O halde izninizi istiyorum Edip Nuri Bey."
"İzin sizin." dedi Edip Nuri. "Halid'e söyleyin, sizi eve kadar bıraktırsın."
Ayağa kalktı ve üst saygısı gereği belli belirsiz bir selamdan sonra baş dönmesini umursamadan odadan çıktı. Halid siyah arabayı hemen köşkün önüne getirtti ve sürücünün yerine kendisi oturdu. Salih sımsıkı kapalı perdeleri aralamaya lüzum görmeden koltuğa yayıldı. Mide bulantısı katlanılacak değildi, Halid arabayı düzgün sürmesine rağmen safra boğazından aşağıya inmekte zorlanıyordu. Zehirlenmiş gibi hissediyordu kendini. Konağın önüne nasıl vardığını bilemedi.    
***

Salih kapıda karşılaştığı Tacettin'e, yatak odasına tuzlu bir ayran getirmesini söyledikten sonra doğruca hamama gitti. Serin bir banyodan sonra odasına geçti. Ona ne koklattılarsa tüm dengesini yitirmişti. Banyo, baş dönmesini azaltıp bir parça olsun kendisine gelmesini sağlamıştı ama bulantı hala sabitti.
Dolaptan temiz bir gömlek aldığı sırada kapısı çalındı. Tacettin'e girmesini söylerken gömleğini giymek için yakalığını düzeltti ve kapıya dönmeden yorgun bir sesle konuştu.
"Ayranı balkona bırak Tacettin."
Tacettin başka bir sesle ona cevap verdi. "Gözüm kapalı olduğundan bence tepsiyi elimden sizin almanız gerek."
Salih aniden sese doğru döndü, gözleri hafifçe kararsa da kapının önünde duranın Yasemin olduğunu fark edecek kadar görebilmişti. Kız elinde ayran sürahisi gözleri sıkıca kapalı öylece duruyordu.
"Sizin ne işiniz var burada?" dedi hemen giydiği gömleğini düğmeleyip pantolonun içine sokarken. "Tacettin nerede?"
Yasemin gözlerini açmadan cevap verdi. "Tacettin acil bir iş için çarşıya gönderilince, istediğinizi ben getireyim dedim. Uygunsuz olacağınızı nereden bileyim?"
Salih bıkkınca yürüyüp kızın elinden tepsiyi aldı. "Açın gözünüzü, zahmetiniz için teşekkür ederim. Yorulmanıza hiç gerek yoktu, keşke başka birine bıraksaydınız bu angaryayı."
Yasemin güzelim yeşil gözlerini araladı, yanaklarındaki pembelik ona nasıl da yakışıyordu. Utanmış ve utandığı için de kendisine kızmış olduğu belli olan bir tavırla kapıya döndü.
"Rica ederim, afiyet olsun."
"Yasemin... Yasemin Hanım..." dedi Salih kız kapıyı kapatmadan. Yasemin soran gözlerle ona bakınca yutkundu. "Vaktiniz varsa sizinle bir konuda konuşmak isterim."
Yasemin'in düzgün kaşları çatıldı, saklayamadığı bir ürkeklikle sordu. "Konu nedir?"
"Kapı önünde konuşmasak?"
Yasemin konuşulacak konudan korkarak Salih'in lacivert geceleri andıran gözlerinde bir yanıt aradı. Acaba son birkaç gündür kardeşinin odasında kaldığına mı kızmıştı? Sema Hanım'ın veya Hüsnü Celal Paşa'nın haberdar olduğunu sanmıyordu. Salih'i de varlığı ile rahatsız etmemişti. Acaba sakin durmasına mı kızmıştı?
Dudağını çiğneyerek genç adamın yakışıklı yüzünden bakışlarını aldı. Teni çok soluktu Salih'in, iki gündür de hasta gibiydi zaten. Islak saçlarından damlayan sular beyaz gömleğinde şeffaf lekeler bırakırken Yasemin bu hallerini münasip görmedi. Genç adamın cazibesinin ateşi Yasemin'in yanaklarını büsbütün ısıttı. Kısık bir sesle konuştu.
"Pek tabi, ben salonda olacağım."
"Şimdi konuşsak yerinde olur, fazla uzun sürmez. Uyumam gerekiyor da..."
"Hasta mısınız?" dedi aniden başını kaldırıp Salih'e baktı. Hafif bir koku duyduğuna yemin edebilirdi, ispirto veya gaz yağı...
"Hayır, ben... Yorgunum." diyen Salih nefeslendi, ayakta durmak özellikle Yasemin'in karşısında durmak çok zordu. "Lütfen Yasemin Hanım, buyurun balkona geçelim."
"Sizin odanıza mı?" dedi. "Hiç sanmıyorum! Yanlış olur."
"Neden olmasın, karım değil misiniz? Aynı odada baş başa olmamızın neresi yanlış? Bu oda ikimize ait değil midir?"
Yasemin gözlerini kırpıştırarak genç adamın konuşan dudaklarını izledi, yanlış duymamıştı. Bakışları yeniden gözlerine yükseldi. Salih söylediği kelimeye inanamayarak suratını astı. Yasemin neredeyse bir haftadır onun karısıydı fakat şu ana kadar yalnız kalmamışlardı, üstüne üstlük Yasemin onunla yalnız kalmaktan çekiniyordu. Yasemin aniden sırtını döndü ve koridorda yürürken titrek bir sesle seslendi.
"Saçlarınızı kurulayın Salih Bey, hasta olmanızı istemem. Ben sizi küçük salonda bekliyor olacağım."
Salih kızı durduramadan Yasemin bir ceylan misali koridorun sonuna ulaştı. Küçük salonun kapısını açıp kendini odaya attı. Kalbi nasıl da güçlü atıyordu. Hemen pencereye yürüdü ve sonuna kadar açarak temiz havayı ciğerlerine çekti. Salih'e karşı güçlü olmak buraya kadarmış, ilk samimi lafında bayılacak hale gelmişti. 
Bu adamda ne vardı da, onun gözünde herkesten ayrı bir anlam taşıyordu. Sorun yakışıklı çehresi veya hoş fiziğinin onu etkilemesi değildi. Daha ruhsal, daha manevi bir saplantıydı. Karşılıksız aşk, insanı bu hale mi getiriyordu? Kaçan kovalanırmış derler, bu söz onun için geçerli değildi anlaşılan. Yasemin kaçmaya çalıştıkça battığı aşk batağına bulanıyor ve genç adamın varlığına daha çok muhtaç kalıyordu. Kaçmaya çalışan ise, asıl kovalayandı.
Başına örttüğü dantelli örtüyü düzeltti, eliyle yanaklarını yellendirdi. Derin nefesler verdi ve gözlerini kapatarak oynamak zorunda olduğu oyuna odaklandı. Onunla konuşacağı konu neyse, soğukkanlı durmalı ve kibarlığını elden bırakmamalıydı. Gözleri hala kapalıyken bahçeden bir ses kulağına çalındı. Tanıdık bir ses olduğundan pencereden hafifçe sarkarak konuşana baktı.
Behzat yolun kıyısında çiçekleri sulayan bahçıvana söyleniyordu. Görünüşe göre arabanın durduğu yere ulaşan suya basan Behzat'ın pabucu kirlenmişti. Yasemin içinden bu adamın burada ne işi var diye düşünürken Behzat kuru bir yere ulaşmak için uzun bir adım attı, fakat bacaklarının boyunu hesap edememiş olacak adımı kısa düştü. Çamuru atlamaktansa bileğine dek çamurun içine girdi. Bahçıvanın uyarması da işe yaramamıştı. Behzat söylenmekten adamın uyarısını dinlemeyince olan cakasına olmuştu. Yasemin gülmemek için elinin tersiyle ağzını kapattı. Ne şaşkındı bu Behzat!
"Bakıyorum Behzat sizi hala eğlendirmeyi başarıyor!"
Yasemin eli hala ağzında arkasını hızla döndü. Salih hemen ardında durmuş onun neye baktığını kolayca görebiliyordu. Dizini divana yaslayan Yasemin hızlıca arkasını dönünce dengesini kaybetti ve sarktığı pencereden boşluğa kaydı. Beline sarılan kollar olmasaydı bahçede söylenen Behzat'ın önüne düşmesi içten değildi. Salih çevik davranıp kollarını kıza doladı ve kendine doğru çekti. Yasemin dengesini kaybedince aklı çıkmıştı.
Kızın incecik belini sararak zarif bedenini kendi göğsüne bastırdı. Yasemin de korkudan Salih'in koruyucu kollarına sığınmıştı. Birkaç saniye gözleri kapalı birbirlerine sıkıca sarılmış bir halde kaldılar, kalpleri yaşadıkları anın ve sarılmanın heyecanıyla çok hızlı atıyordu. Gözleri kapalı, genç kızın gül kokusunu derin bir nefesle içine çeken Salih yavaşça kızın sırtını okşayınca Yasemin kendine geldi ve Salih'i iteleyerek kendinden uzaklaştırdı. Salih istemeyerek kızı serbest bıraktı ama Yasemin hala dengesini toplayamamıştı. Ellerini ondan yana tutarak fakat dokunmaya çekinerek usulca sordu.
"İyi misiniz?" Yasemin ona cevap vermeyince sorusunu daha yumuşak bir sesle yeniledi. "Yasemin Hanım iyi misiniz?"
Yasemin divanın diğer tarafına doğru kaydı, parmaklarıyla kenara dokunarak. Salih'in yüzüne bakamıyordu. Hissettiği baş döndürücü duygudan utanarak başını salladı.
"İyiyim."
"Kötü görünüyorsunuz Yasemin Hanım, oturun." Dedi Salih etrafta sürahi var mı diye bakınırken sitem etmeden duramadı. "Behzat'ı görünce eliniz ayağınıza dolandı, ne var bu kadar heyecanlanacak?"
Yasemin korkusundan arınınca Salih'in sözlerine öfkelenecek yer açılmıştı. "Heyecan değildi beyefendi, beni siz korkuttunuz."
Sürahi göremeyen Salih kaşlarını çatarak kıza döndü. "Korku mu acaba? Yoksa izlerken yakalanmanız yüzünden miydi paniğiniz?"
"Panik değildi Salih Bey" diye söylendi ve ayağa kalktı. "Ayrıca izlememin sebebi gürültü yüzündendi, bu bakınmada paniklememi gerektirecek bir konu yok."
Salih gözlerini kıstı ve burnundan soludu. "Behzat ile görüşürken bu kadar cesursunuz demek!"
"Tövbe ya rabbim! Buluştuğumuzu nereden çıkarıyorsunuz yahu. Beyefendi eminim sizi görmeye gelmiştir, benimle ne alakası var Allah aşkına. Kendi kendinize kuruntu yapıyorsunuz."
"Siz de basıldığınız için üste çıkmaya çalışıyorsunuz! Ben size demedim mi, onunla görüşmenizi kesinlikle istemiyorum, özellikle son olaylardan sonra!"
Yasemin gururlu bir tavırla başını dikleştirdi, hoşuna gittiğini saklamaya çalışmadı. "Kıskanıyor musunuz?"
"Buna kıskanmak diyemem, benim adımı taşıyorsunuz. Biraz saygı beklemek hakkım değil mi?"
"Saygısızlık yapmıyorum, adınıza leke sürmek ise asla yapmayacağım tek şey Salih Bey. Böyle bir namussuzluğu benden beklemeyeceğinizi tahmin ederim. İtiraf edin, Behzat Bey'i kıskanıyorsunuz, hem de nedensiz yere."
Salih, sinirden titrercesine kızın üstüne doğru yürüdü. Yasemin geri adım atmayınca burun buruna geldiler. Salih genç kıza yeniden sarılmak isteyen ellerini durdurmak için yumruk yaptı ve öfkeyle homurdandı.
"Kıskanıyorum! Hem de ölçü edilemez bir derecede! Teninizi okşayan rüzgarı, yanaklarınızı ısıtan güneşi, gözlerinize düşen ay ışığını... Gülümsemenize sebep olan her varlığı... Özellikle de, aşkınıza sahip olan o şaşkın adamı... Tesellinize nail olan her şeyi kıskanıyorum. Benim bu düşkünlüğümle alay edercesine, Behzat'ı ayağınıza çağırmış olmanız da ne kadar zalim olduğunuzu bir kez daha ispat eder."
"Çağırmadım..." diye güçsüzce fısıldadı Yasemin. Duyduklarına inanamıyordu. Öfkeyle söylenmiş bu kelimeler onun işittiği en duygusal aşk şiiriydi. Kendinde değilmiş gibi yeniden tekrarladı. "Çağırmadım."
Salih inanmaz bir baş sallamasıyla geriledi. Hiddetinden titrememek için kendini zor tutuyordu. Evlenmiş olmasına rağmen Yasemin aşığıyla görüşmeye nasıl devam ederdi? Bir zamanlar masumluğun yeryüzündeki timsali olarak gördüğü karısı, onun yokluğunda Behzat'ı huzuruna kabul ediyordu. Buna inanmak ne kadar zordu ama tanık olduğu olayı da inkar edecek değildi. Evde hizmetlilerden başkasının olmamasını fırsat bilip onun çatısı altında buluşuyorlardı.
Yasemin ona doğru bir adım atınca, Salih öfkeli bakışlarıyla kızı durdurdu. "Bana yaklaşmayın, şu anda fevkalade sinirliyim."
"Yanıldığınızı birazdan göreceksiniz Salih Bey. Arkadaşınız eminim ki, sizi görmeye geldi."
Çalınan kapı sesiyle başını çeviren Salih "Gel!" diye seslendi. Sesindeki gerginlik havada titreşim yaratacak kadar yoğundu. Yasemin üşür gibi kollarını kendine sardı ve kapıya baktı. Açılan kapının ardında Hediye göründü.
"Rahatsız ediyorum efendim kusura bakmayın."
"Buyur Hediye." dedi Salih, Yasemin'in tepkisine dikkat kesilerek.
Hediye gayet rahat konuştu. "Behzat Bey teşrif ettiler efendim Yasemin Hanım ile görüşmek isterler."
Yasemin şaşkınlıktan ağzı açık Salih'e döndü. Salih patlamak üzere olan bir fırtına gibi öfke saçan bakışları onun üzerindeydi. Soğuk bir sesle konuştu.
"Buyursun bakalım derdi neymiş?"
Hediye başını sallayıp odadan çıkınca Salih derin bir solukla başını çevirdi ve koltuğa doğru yürüyüp oturdu. Hesap soran bakışları, hala olduğu yerde şaşkınlıkla dikilen Yasemin'in üzerindeydi. Avının yanlış adım atmasını bekleyen bir panter gibi tetikte, gelecek konuğu bekleyen Salih bir an olsun gözlerini genç kızdan ayırmadı. Kalbindeki acı dayanılacak gibi değildi... Soluk almakta dahi zorluk çekiyordu...
***
Behzat ayakkabısını ve pantolon paçalarını elinden geldiğince temizlemenin verdiği rahatlıkla odaya girdi. Kenarda oturan Salih'i fark etmeden, doğruca heykel misali dikilen Yasemin'in yanına yürüdü.
"Ocağınıza düştüm Yasemin Hanım, size yalvarırım bana yardım edin."
Yasemin kurumuş boğazından zorlukla çıkan kelimeleri denkleştirdi. "Hoş geldiniz Behzat Bey, hayırdır."
"İnşallah hayırdır." dedi Behzat, cebinden çıkardığı mendille alnını silerek. Telaşından hiç ödün vermeden devam etti. "Kabalığımı mazur görün hanımefendi, hoş bulduk. Rahatsızlık verdiğim için tekrar özür dilerim."
"Rica ederim de sorun nedir?" dedi Yasemin, Salih'e bakmamaya çalışarak. Sessizce duran Salih'i, Behzat henüz görmemişti.
"Sorun lafı derdime az kalır Yasemin Hanım, çok fenayım çok. Bir huri kızına tutuldum, aşkının ateşinden cehennem azapları çekiyorum. Ne var ki onu elimden almaya çalışıyorlar..."
Salih'in ne ara ayağa kalktığını kimse anlamadı ama Behzat, yakasına yapışan elleri çok iyi hissetti. Salih yüzüne karşı bağırınca neye uğradığını bilemedi.
"Ahlaksız adam, densiz herif! Bana bunu da mı yapacaktın?"
"A, Salih!" diye şaşıran Behzat, yakasından tutan ellerden sakınarak konuşmaya davrandı. "Bu saatte evde ne işin var birader?"
Salih köpürdü. "Aşağılık herif bir de hesap soruyor!" dedi adamı un çuvalı gibi sallayarak.
Yasemin adamı Salih'in pençelerinden kurtarmak için atıldı. "Salih, ne yapıyorsun? İşin aslını öğrenelim"
Salih öfkeyle Yasemin'e döndü. "Sevgilini korumaya çalışma Yasemin, ikinizi de şuracıkta kessem yeridir! Allah'ım aklıma mukayyet ol!"
Behzat öksürerek debelendi. "Ne sevgilisi yahu, dediğini kulağın duyuyor mu senin? Ben başkasına sevdalıyım, Yasemin Hanım'dan yardım istemeye geldim."
Afallayan Salih rakip bildiği arkadaşının yakasını biraz gevşetti. "Yalan konuşma!"
"Yalan konuşmuyorum Salih, otur bir dinle beni. Çaresizliğime hak vereceksin. Senin burada olduğunu bilseydim daha rahat gelirdim ama iyi ki de buradaymışsın. Senden de yardım isteyebilirim."
Salih kararsızca adamın yakasını bıraktı ve geriledi. Suskunca, arkadaşının kıyafetini düzeltmesini izledi. Buruşan yakasını zorlukla düzelten Behzat nefeslenmek için kendini divana bıraktı. Salih avcı bir kuş gibi hala tepesinde dönüyordu. Yasemin az ilerdeki koltuğa çökmüş, kaşları çatık, Behzat'ın konuşmasını bekledi. Adam aldığı hasarı tartarcasına üstünü düzeltmeye koyulmuşken Yasemin yan gözle Salih'e baktı. Dayanamadı.
"Salih Bey, yedi oldu mu?" Salih anlamsızca ona bakınca sahte bir sırıtmayla ekledi. "Tavafınız diyorum, kaçta tamamlarsınız?"
Salih genç kızın ince alayına karşılık kaşlarını çattı. Yorum yapmadı ama dönmeyi bırakıp Behzat'ın dibine dikildi. Kendisiyle ilgilenmeyi bitiremeyen Behzat, son iş olarak, onca arbedeye rağmen santim oynamayan saçlarını yine de düzeltiyordu.
"Bir bardak su ver Salih, valla boğazım da derman kalmadı. Sayende konuşma yetimi az kalsın kaybediyordum."
"Önce lafını de, sonra suyu alırsın."
Yasemin söylenerek ayağa kalktı. "İnsafsızsınız Salih Bey, Allah sizin elinize kulunu düşürmesin."
Odadan dışarı çıkıp az sonra elinde bir bardak suyla çıkagelen Yasemin'i sabırla bekleyen iki erkek birbirlerine hiç hoş gözlerle bakmıyorlardı. Behzat açıkça darılmıştı, Salih'in hışmına uğrayıp durmak sinir bozucuydu ve de bu sefer Behzat haklıydı. Suyu başına diken Behzat teşekkür ettikten sonra meramını anlatmak için nefeslendi.
"Yasemin Hanım, mutlu bir tesadüfle karşılaştığımız arkadaşınız Perran Hanım ile bir süredir görüşmekteyiz. Sohbetimizin daha duygusal bir âleme kaydığını fark ettik ki, birbirimize sevdalandığımızı anladığımız kutsal bir andı. Kalplerin birbiri için attığı o anlama anını kast ediyorum..."
Salih sabırsızca adamın lafını kesti. "Uzatma Behzat, anladık. Sadede gel artık. Süslü kelimelere lüzum yok."
Yasemin ters bir bakış attı. "Bırakınız beyefendiyi, siz bugün için yeterince taşkınlık yaptınız. Bari Behzat Bey rahat konuşsun." Dedikten sonra Behzat'a döndü. "Konuşun Behzat Bey, ben dinliyorum."
"Sanki ben dinlemiyorum!" diye homurdanan Salih'e kibirli bir bakış atan Behzat devam etti.
"Hah, ne diyordum?"
"Kalplerin attığı an, diyordun... Nereden duyduysan..." diye söylendi Salih ceketini üstünden çıkartarak yana fırlattı. Bir yandan da Yasemin'in tepkisine göz atmadan edemedi. Behzat'a sataşmasına karışmaktan vaz geçmiş olacak, tatlı eşinin ilgisi onda değildi. Sinirinden yanağını çiğnemeye başladı. Çocukluk ettiğinin farkındaydı ama kendini tutamıyordu.
"İşte öyle Yasemin Hanım, Perran Hanım ile birbirimizi seviyoruz. Babaanneme o kadar dil döktüm kadın Nuh diyor, peygamber demiyor. Görücü gitmeyecekmiş hanım sultan, dizleri sızlıyormuş. Kışları sızlayan canım dizleri, benim onlara işim düşünce yazın ortasında da sızlamaya başladı."
Yasemin de Behzat'ın lafı uzatmasından sıkılmaya başlamıştı ama sırf Salih'i azarladığı için bu işkenceye katlandı. Onun aklı az önceki zorunlu sarılmalarında ve Salih'in sırtına hafifçe dokunduğu anda kalmıştı. Sonrasındaki sözleri ise kaymaklı ekmek tatlısından beter onu huşu içinde bırakmıştı. Bozulan dikkatini temelli dağıtmaya çalışan Salih'in keskin bakışlarına aldırmadan sabırla adamı dinlemeye devam etti.
"İki adım yürümeye eriniyor, acelem var diyorum dinletemiyorum. Denemediğim yöntem kalmadı, ben konuşunca sağır oluyor, soru sorunca dilsiz..."
"Neden acele ediyorsun madem, bekle. Evlenince bir halt mı oluyor sanki! Başın göğe ermeyecek dert etme."
Söylenen Salih'e dönen Behzat, Yasemin'e atılan taştan habersiz açıklamaya geçti. "Öyle deme Salihciğim. Perran Hanım'a talip olan şerefsiz bir mendebur var, kusura bakmayın Yasemin Hanım. Tabirim kaba oldu ama düşündükçe daha fena laflar aklıma geliyor, en kibarını söyledim."
"Sorun değil." dedi Yasemin, rol yapamadan yüzü düştü. Salih onunla evlendiğine bu kadar pişman iken kendini nasıl ona sevdirecekti?
"İşte o yüzsüz talipli bugün biricik sevgilimi istemeye gelecekmiş. Babasının kesin vereceğini söyledi Perran Hanım.Ailesi,kızın fikrini sormuyor bile. Ne zalimlik! Bir hafta oldu güzel yüzünü görmeyeli, sesini duymayalı. Bana bu acı haberi verdiği gün, eğer ailesini ikna edemezse bana kaçacağını söylemişti. Size yalvarmaya gelme sebebim de, onun bana verdiği bu umut yeminiydi. Bir zahmet kendisine gidip fikrini değiştirip değiştirmediğini sorabilir misiniz? Hala beni düşünüyorsa istediği vakit kendisini kaçır..."
"Sen ciddi misin Behzat?" diye doğruldu Salih. "Şaka filan değil, değil mi bu lafların? Bak, dayak yemekten korktuğun içinse bu martavalların şimdi söyle, yemin ederim az döveceğim."
"Ne yalanı Salih, ben burada canımı veriyorum. Sen kalkmış, beni ne kadar döveceğini hesaplıyorsun."
"Perran Hanım ile sevgili olduğunuza hayatta inanmam."
Yasemin soğuk bir sesle konuştu. "Ne o, herkes size mi hayran kalsın istersiniz?"
Salih bakışlarını Yasemin'e çevirdi. "Bir kişi yeterliydi gerçi ama benim de kaderim de, hepsini aynı adama kaptırmak var imiş."
Behzat ellerini dizlerine vurarak dövündü ama fazla güçlü değil. "Ey büyük Allah'ım kimse bu kulunun acısını dinlemiyor! Küçük bir iyilik istemeye geldim azarlanmaktan öteye gidemedim!"
Salih ona kızgın ve hüzünlü gözlerle bakan Yasemin'den bakışlarını alarak boğazını temizledi. "Ağlama Behzat, tamam, inandım." Kızın üzerine yine fazla gidiyordu. Sancıyan kalbini yatıştırmaya çalışarak soluklandı. "Kızı kim isteyecekmiş öğrendin mi?"
"Önemli mi?" dedi Behzat.
"Gider konuşurduk.Fevri davranıp Perran Hanım'ı kaçırırsan iki, hatta üç aileyi birbirine düşürürsün. Haydi diğerlerini boş ver, babaannen yaşlı kadın, kalbine indirmek istemezsin, değil mi?"
"Elbette istemem ama doktor bey biraz agresif bir adammış. Perran Hanım ondan fazlaca çekiniyordu. Ayrıca talipliye gidip de sen isteme, kızın gönlü bende demek tuhaf kaçmaz mı?"
"Neden kaçsın? Başkasını seven biriyle evlenmek daha acı verici oluyor, bari adamcağızı uyaralım."
Salih yan gözle Yasemin'e bakış attı. Kız solgun yüzünü hafifçe eğmiş dalgın gözlerle yere bakıyordu. Dudaklarının titrediğini görünce nefesi kesildi. Ağzına kilit vurmanın vakti gelmiş de geçiyordu. Laflarının iyiden iyiye saldırı durumuna geçtiğini fark etti. Yasemin'in bayıldığı an aklına gelince tıkanır gibi seslendi.
"Yasemin Hanım!"
Kız fikrini sorduğunu düşünüp başını kaldırmadan cevap verdi. "Bence de doğru düşünürsünüz Salih Bey."
"Siz iyi misiniz?" dedi yerinden doğrularak.
Yasemin bakışlarını yerden kaldırdı ama Salih'e bakmaktansa Behzat'a çevirdi yorgunca. "Ben hemen hazırlanıp Perran'ın yanına giderim. Hayriye Teyze ile konuşur taliplinin adını da öğrenirim. Siz burada mı beklersiniz yoksa benimle konağın önüne kadar gelir misiniz?"
"Gelmem mi Yasemin Hanım, siz bir meleksiniz. Çok teşekkür ederim!" dedi Behzat coşkuyla.
Yasemin üzgün bir gülümsemeyle Behzat'ın coşkusunu karşıladı sonra hazırlanmak için ayağa kalktı. İki adım atamadan Salih yolunu kesti. Yasemin genç adamın gömleğine gözleri dikerek ne diyeceğini bekledi. Niyeti artık belli olan Behzat ile yapacağı kısa yolculuğa, sırf onu kızdırmak için Salih'in karşı çıkacağını tahmin ediyordu. Aklına gelmemişti, izin alması gerekir miydi? Salih boğuk bir sesle konuştu.
"Benim de sizinle konuşmam gereken bir konu vardı."
Yasemin bıkkınca gözlerini kaldırdı ve buğulu bir ışıltıyla aydınlanmış gece mavisi gözlere baktı. Dalıp gitmeden önce konuşmalıydı.
"Konu her neyse, sizin görüşünüze katılıyorum. Siz haklısınız, en doğrusunu siz bilirsiniz."
Salih'in derdi kızı biraz daha yanlarında tutmaktı, bayılırsa müdahale edebilmek için. Çaresizce konuştu. "Hakla hukukla ilgisi yok Yasemin Hanım. İki dakika daha oturun şuracıkta. Bir şartınız vardı, hatırlarsanız..."
"Şartımdan vaz geçtim. Eğer mutlu olacaksanız, istediğinizi yapınız, şimdi izninizle."
"Vaz mı..."
Yasemin yanından geçip giderken lafını tamamlayamayan Salih soluksuzca olduğu yerde kaldı. Kapının sesini duyduğunda anca kımıldadı. Şartından vaz geçmişti, onu özgür bırakıyordu. Dönen başı daha kötü döndü ve yerinde sallandı. Behzat onu tutmasaydı, dizlerinin üstüne çöküp kalacaktı.
"Neyin var birader, gündüz vakti içki mi içtin?"
Salih elleriyle dönen başını sabit tutmaya çalışırken boğazına tırmanan safrayı geri yuttu. Behzat arkadaşını bu haline daha önce hiç şahit olmamıştı. Ondan yayılan tuhaf kokuyu, sürdüğü kolonya bile bastıramamıştı.
"Ne zıkkım içtin sen Salih?"
"İçtiğim bir şey yok Behzat, üstüme gelme. Tüm bunların suçlusu sensin, bir de başımı şişirme!"
"Hayda, suçlu neden oluyormuşum?"
Salih tek elini başından çekti ve Behzat'a döndü. "Kır gezisinde mektupların karıştığını bildiğin halde neden benden sakladın?"
Behzat mosmor kesildi. Kekeleyerek geriledi. "S... Sen nasıl? Kim dedi? Yasemin Hanım mı?"
"Yalanı atan, kendi diliyle bozulsun ister mi Behzat? Kimin söylediği önemli değil. Sen söyle bakalım, bu derece mühim bir bilgiyi benden neden sakladın?"
"Ben... A... Anlatmak istedim ama... Son zamanlarda sana bir haller oldu Salih, konuşulmuyor ki senle. Anca kızıp köpürüyorsun birader... Kaç kere denedim..."
"Denemişmiş!" diye doğruldu Salih. "Peki, öğrendiğin halde neden Yasemin Hanım'a belli edip bana mecbur kalmasını engellemedin?"
"Mecbur kalması ne boş bir lakırdı! Kulaklarını aç, iyi dinle çünkü bunu benden bir kez duyacaksın, yalan değil, Yasemin Hanım'ın peşinden çok koştum lakin bana yüz vermedi. Ben karışıklığı bildiğimi kendisine ima ettiğim halde, bana küçük bir umut dahi bahşetmedi. Yasemin Hanım baştan beri bana hayır dedikten sonra; bana düşen, geriye çekilmekti. Aklım başıma geç düştü ama nihayetinde anlama yetisini gösterebildim. Yani mecburiyetten seninle evlenmedi, seni kalın kafalı. Senin için benim gibi bir erkeği ret etti, gerçi çoktan pişman etmişindir kızcağızı ama artık iş işten geçti. Ben Perran'dan başka güzel tanımam. Sen yanımda ol veya olma, bu gece kaçırıp yarın nikahı kıyacağım."
Behzat derin bir nefes alıp yavaşça bıraktı. "Çok yanlışım oldu Salih. Fakat Perran Hanım'ın sevgisini kaybetme hatasını yapmayacağım. Gerekirse ailesini karşıma alırım, hatta babaannemi, yine de Perran Hanım'dan vaz geçmem. Bu deliliğime ne ad vereceğimi bilmiyorum ama çok kutsal bir duygu."
Duydukları karşısında ne düşüneceğini bilemeyen Salih düşünceli bir tavırla mırıldandı. 
"Kalpten öte bir duygu, iki ruhun bakışmasıdır bu Behzat. Gözler görmeden ruhlar ısınır birbirine... Çünkü ömrünü adayabileceği bir sevgili özlemi çeker her fani. Kalpten öte, iki ruh sever birbirini... Kutsallık bundan ileri gelir" Başını kaldırıp Behzat'a baktı. "Peki, ya hissettiklerimiz kendi müthiş sevdamızın bir yansıması ise, sevdamızın karşısında duran başka bir kalp yok ise, bunu nasıl bileceğiz? İşte, bu mühim."
"O zaman, onun gözlerinden yansıyana bak." dedi Behzat. "İçlerinde sevda ateşini görüyorsan aradığın ruh ondadır."
Salih neşesizce güldü. "Sen öyle mi yaptın?"
Omzunu silken Behzat sırıttı. "Perran Hanım'ın iri gözlerinden yansıyan aksimin çok güzel olduğunu fark edince aradığımın o olduğunu anladım."
Salih başını sallayarak gülümsemesini genişletti. Behzat çapkınca bıyığını burduğu sırada, üstüne ince bir üstlük geçirmiş, başında dantelli şapkasıyla Yasemin içeri girdi. İki erkeği baş başa bırakmaktan çekinip hızlıca hazırlanmıştı fakat gördüğü manzara hiç de korktuğu gibi olmadı. Yan yana oturmuş birbirlerine gülümsüyorlardı. Çenesi kasıldı, Salih bir onu af etmeyecekti anlaşılan. Ayağa kalkan ikisine doğru başını çevirdi ve doğruca Behzat'a baktı.
"Buyurun Behzat Bey, çıkalım."
Behzat heyecanla başını salladı. "Hay hay, Yasemin Hanım. Bana ne büyük bir iyilik yapıyorsunuz anlatamam."
Yasemin sadece neşesiz ama kibar bir gülümsemeyle adamın lafını karşıladı ve kapıya döndü. Salih karısının ardından yürüyen Behzat'a bir an baktıktan sonra hızla ceketine uzandı, giymeye çalışarak ikilinin peşine düştü. Sofada onun da geldiğini fark eden Yasemin omzunun üstünden kısa bir bakış attıktan sonra durakladı.
"Siz de mi çıkıyorsunuz Salih Bey?"
Salih onun cevabını bekleyen Yasemin'e başını salladı. "Ben de sizinle geliyorum."
"Yorgunum dediğinizi hatırlar gibiyim. Dinlenmeye çekilmeyecek misiniz?"
Behzat darılır gibi yüzünü büktü. "Aşk olsun Salih, onca laftan sonra hala Yasemin Hanım'ı benden mi kıskanıyorsun?"
"Uzatmayın işte, ben de sizinle geliyorum." Dedi Yasemin'in yanında durdu ve koluna girmesi için ona baktı.
Yasemin genç adamın bu samimi davranışına ilk önce şaşırdı sonra bu hareketin Behzat'a bir işaret olduğunu düşünerek kapıya doğru adımladı.
"Hiç lüzum yok, kendim yürüyebilecek kadar sağlamım çok şükür." dedi ama aslında canı çekilmiş gibi kendini kötü hissediyordu. Behzat ve Perran söz konusu olmasaydı, yatağına girip çatlayana kadar ağlamaktan başka isteği yoktu. Salih onu ne hale getirdiğinin farkında değildi, genç adamın intikam kokan her davranışı onda onulmaz yaralar açıyordu.
"Belki ben değilimdir. Desteğiniz gerekebilir." diye homurdandı Salih, kabul edilmemenin verdiği hırçınlıkla.
"O halde Behzat Bey'in koluna girin beyefendi!"
Salih cümle kapısından çıkan Yasemin'in ardından kaşlarını çatıp bakarken hınzır Behzat yavaşça ona yanaştı ve kolunu, girmesi için usulca araladı. Salih ters bir bakışla Behzat'a baktı.
"Hadi be oradan!" diye söylenip sinirli adımlarla karısının peşine düştü.
***
Doktor Bey'in konağına giderken Behzat'ın açık arabası yerine, Salihlerin kapalı büyük arabasını almışlardı. Behzat ve Salih yan yana oturmuş, Yasemin karşılarında tek başına oturmuştu. Yol boyunca pek konuşmadılar ve Yasemin arada ona bakıp duran Salih'e bir kez olsun dönüp bakmadı. 
Salih haklı olduğunu düşündüğü bu davada neredeyse suçlu çıkacağına inanamıyordu. Mantıklı düşünmek istemiyordu çünkü Yasemin'in beğenip mektup yazdığı kişi o değildi, yanında oturan çapkın adamdı. Burnundan soluyarak Behzat'a bir dirsek attı.
"Şu bacağını oynatıp durma birader, valla canımı sıkıyorsun. Adam gibi yerinde otursana sen!"
"Çok heyecanlıyım Salih, duramıyorum ki!"
"İn o zaman koşarak gel arkamızdan. Ne o öyle, yarış öncesi tepinen atlar gibi!"
"Zamanla yarışıyorum dostum, bildiğin üzere. Heyecanımı mazur gör."
Salih küskün bir tavırla dudağını bükerek küskünce geriye yaslandı. Geçen hafta da o aynı durumdaydı. Zaman da dahil her şey ona yavaş geliyordu. Sanki kimse telaş yapmıyor, bir o panikteydi. Gözlerinin üzerine dökülen saç tutamlarının arasından Yasemin'e baktı. 
Genç kızın durgun ve süzgün boş bakışları, aralı perdenin arasından görünen yoldaydı, onların tartışmasıyla zerre ilgilenmiyordu. Nasıl ilgilensin şu anda kafası temelli karışmış bir halde Salih'e karşı bir türlü işlemeyen planlarını ve genç adamın ona olan kinli tavrını düşünüyordu. Güya Salih'ten etkilenmiyor görünüp genç adamın merakını çekecekti ama ne gezer! Salih ondan beter ilgisizdi. Sadece bugün ona karısı olduğunu söylemesi bile Yasemin'i hayal alemine sürüklemesine yetmişti, hele düşmemesi için onu yakaladığı an aklına geldikçe nefesi kesiliyordu. Keşke o kollar ona sevgiyle sarılmış olsaydı...
Konağın önünde Yasemin arabadan indi ve bahçe kapısının ardında kayboldu. Salih ve Behzat kapalı arabanın içinde sıcakta baş başa kalmışlardı. Görücü bekleyen konağın telaşına görülmeye değerdi. Hayriye Hanım hizmetlilere bağırıp çağırırken kapıdan süzülen Yasemin'i fark edince neşeyle ellerini çırptı.
"A, canım Yasemin'im hoş geldin. Yardıma gelmene nasıl sevindim anlatamam."
"Hoş bulduk Hayriye Teyze." dedi Yasemin her kapıdan çıkan hizmetlilerin koşuşmasını izleyerek. "Ne zaman gelecekler?"
Hayriye Hanım kıza sarıldı. "Görücüleri mi diyorsun?" diye kıkırdadı ve Yasemin'e gülümsedi. "O kadar da gizlemeye çalıştık caka satmak olmasın diye. Sen nereden duydun kız?"
Yasemin'in yüzündeki gülümseme dondu kaldı, sahi nereden duymuştu? Yutkundu ve omzunu kaldırdı. "Nereden mi duydum? Herkesin dilinde Hayriye Teyze, ben de neden haber vermediniz diye sitem etmeye gelmiştim. Yine de yardıma koşmadan kendimi tutamadım"
Gayet güzel bir bahane bulmuştu kendisiyle gurur duyarak kadına sırıttı. Hayriye Hanım süzülerek içini çekti. Görücü gelen her kimse Hayriye Hanım'ın çok istediği bir aile olduğunu düşünen Yasemin, Perran ile Behzat için üzüldü. Hayriye Hanım kafaya koyduysa Perran'ı bu evlilikten kurtarmak artık olanaksızdı.
"İyi yapmışsın Yasemin kızım. Perran suratını asıp duruyor zaten canımı sıkıyor, belki onu ikna edersin de biraz toparlanır. Böyle iyi kısmeti başka nereden bulacak?"
"Şey, belki de Perran'a da sorsaydınız..."
"Ben onun adına da düşünüyorum. Gel, birer bardak şerbet içelim de ben de biraz soluklanayım. Ne zormuş böyle değerli bir misafiri ağırlamaya çalışmak, henüz gelmediler bile. Düşün artık!"
Kadın kahkahalar atarak Yasemin'i iç odaya sürükledi. Laflarının arasından kan ter içinde kalmış hizmetlinin birine şerbet getirmesini söylemeyi de ihmal etmedi. Yasemin bir an önce Perran'ı görmek istiyordu ama kadına dinletemedi. Hayriye Hanım hava atmadan kızı bırakmak niyetinde değildi.
"İyi ki akşam yemeğine gelmiyorlar..." durakladı ve kaşları çatıldı."İkindi çayı demişlerdi ama sohbet ilerlerse yemeğe kalmalarını istememiz gerek. Değil mi ya! Hayda, Gülnur! Gülnur!"
Kapıdan aceleyle giren kıza doğru seslendi. "Gülnur, aşçıya söyle akşam yemeği için çeşitlesin sofrayı." Sonra Yasemin'e bilmiş bir bakışla gülümsedi. "Neme lazım yemeğe kalırlar filan, rezil olmayalım."
Hareket olmadığını fark edince kapıda bekleyen kıza doğru döndü. "Hala bekliyor musun sen orada? Koş, kızım, koş. Tövbe ya, bir kere de anlamıyor bu yeniyetmeler de."
Kız kapıdan kaybolunca eliyle yüzünü yellendiren Hayriye Hanım nefeslendi. "Kurtarırız herhalde yahu."
Yasemin fırsat bu fırsat diye lafa atıldı. "Damat adayını iyi soruşturdunuz mu Hayriye Teyze?"
Hayriye Hanım küçümser bir şaşkınlıkla Yasemin'e süzdü. Sonra kısa bir kahkaha atıp doğruldu. "Soruşturmaya ne gerek var, soyunun ününü yedi düvel bilir. Bak, bak, sakın bana Perran'ı kıskandım deme. Tamam, genç adam bir ara şaşırmış senin kapına da varmış ama sen artık evli barklı bir kadınsın Yasemin."
Yasemin afalladı. "Yok artık Hayriye Teyze, öyle şey mi olur?"
"Olmaz tabi kızım, at kafandan öyle kötü düşünceleri. Salih Bey oğlum da pek efendi birine benziyor, sana kısmetmiş."
Yasemin kadının dediği lafların saçmalığını umursamamaya karar verdi. Sonuçta gelme sebebi başkaydı. Susmayacak gibi konuşan kadının ağzından lafı aldı.
"Acaba Salih Bey, damadınızı tanır mı?"
Kadın durakladı ve asıl saçmalayan Yasemin'miş gibi gözlerini kırpıştırdı. "Vallahi senin başına güneş geçmiş." dedi ve elinde şerbet tepsisiyle içeri giren hizmetliden şerbeti alırken devam etti. "İki yudum al da aklın soğusun cancağızım."
Yasemin şerbeti alıp bıkkınca ağzına götürdü. Böylesi konuşkan,laf ebesi bir kadının ağzından doğru lafı alamamak da ayrı bir beceriksizlik örneği olsa gerekti. Neyse ki Hayriye Hanım övünmesini bastıramadan baklayı iki dudağının arasından çıkardı.
"Salih Bey, Behzat Suphi Bey'i tanımıyorsa İstanbul eşrafından kimseyi tanımıyor demektir."
Yasemin yudumladığı şerbeti geri püskürtürken ağzını son anda kapatıp şaşkın bakışlarla Hayriye Hanım'a baktı. Şansına küçük bir yudum almıştı ve divana saçılan birkaç damla dışında hiçbir yeri sulamamıştı. Hayriye Hanım onaylamaz bir yüz buruşturmasıyla söylendi.
"İçmeyi de mi unuttun Yasemin? Keşke sana su verseydik, leke de yapar şimdi bu..."
Kadını susturmak için hemen atıldı. "Özür dilerim Hayriye Teyze, soğuk olduğunu bilemedim de. Behzat Suphi mi dediniz?"
"Aynen öyle dedim de, niye tekrar ettiriyorsun kızım? Haberin var sanıyordum." Dedi gözlerini hafifçe kısarak. 
Kadının kuşkusu üzerine gülümsedi. "Var tabi, şey..." Sevincini saklayamadan derin bir soluk aldı. "Ben sadece... Ah, Perran adına nasıl mutlu oldum size anlatamam. Haberi nasıl karşıladı çok merak ediyorum."
"Karar ona kalmadı ki!" dedi şerbetin yarısını götüren Hayriye Hanım. "Kız kısmına fikir mi sorulurmuş. Söyleme gereği duymadık. Perran bizim kararımıza saygı gösterecek kadar terbiyelidir, sözümüzden dışarı çıkmaz bilirsin. Onu biz öyle yetiştirdik, eskilerden nasıl gördüysek o şekilde. Behzat Suphi Bey'in değerli babaannesi Şefika Hanım haber saldı, biz de büyük olarak kabulümüzü bildirdik. Sen de tanırsın hanımefendiyi..."
"Tanıyorum, büyük teyzemin de samimi dostu olurlar."
"Hı, hı, öyle bir şeyler duymuştum." dedi Hayriye Hanım kıymet vermezcesine gözlerini devirerek.
"Ben Perran'a bakayım." dedi Yasemin, bir an önce müjdeyi arkadaşına ve dışarıda bekleyen mecnuna iletmek istiyordu. "İkindiye az kalmış, hazır edilecek ne varsa..."
Hayriye Hanım kalçasına iğne batırılmış gibi ayağa fırladı. "Ben de çok oyalandım zaten, tam civcivli vakit geldin Yasemin. Sen beni oyalama da Perran'a bak, ben de yemek işleri ne alemde göz atayım. Çok büyük misafirlerimiz var eksik kalmasın hiçbir şey"
Yasemin kapıya yönelen kadının arkasından başını sallayarak yürüdü. Hayriye Hanım gibi annesi olduğu için Perran'a mı sabır dileyecekti yoksa ömrünü bu çeneli kadınla geçirmesi gereken doktor amcasına mı bilemedi. Eline bulaşmış şerbet kalıntılarını temizledikten sonra doğruca Perran'ın odasına yöneldi. Kaç gündür ilk defa mutlu olmuştu. Gülümseyerek kapıyı çaldı ve cılız bir 'gel' sesinden sonra içeri daldı.
"Perran, müjdemi isterim!"
Perran coşkuyla içeri giren arkadaşına hüzünlü gözlerle baktı. Bir kelebek zarifliği ile parlak güneşi yüzünde zaptetmişçesine ışıldayarak gülümseyen Yasemin'e doğru ellerini uzattı.
"Ah, canım arkadaşım, iyi ki geldin." Yasemin'in ellerini tuttu ve kanepeye, yanına çekti. "Bu kötü günümde,işlediğim günahların kefaretini çekeceğim bu araf gününde helallik almam gereken kişilerden biri de sendin."
Yasemin şaşırarak kaşlarını havalandırdı. "Bu ne garip sözler Perran. Helallik de ne demek?"
Perran kaç gündür sıkıntılanıp başına gelen bahtsızlığı, arkadaşının ardından çevirdiği dolaplar yüzünden olduğuna iyice inanmıştı. Salih ile Yasemin'i ayırmak için o denli uğraşmayaydı, büyüye bulaşmayaydı... Yaşadığı buhranlı zamandan sonra Yasemin'i karşısında görünce kendini durduramadan kelimeler dudaklarından döküldü.
"Düşündüğüm, yaptığım ama beceremediğim ve iyi ki de olmamış dediğim kötülükler için senden helallik almalıyım Yasemin. Derdimden bu gece hakkın rahmetine kavuşmam an meselesi, tek kurtuluşum bir mucize. Senin elçiliğinle Salih Bey'in de affını rica ediyorum. Sana olduğu kadar ona da haksızlık ettim. Gençliğimin ve güzelliğimin verdiği bir bencillikle, zeka ürünü kumpaslara giriştim."
"Hala hiçbir şey anlamadım Perran."
"Anlatacağım bana izin verirsen." dedi Perran sanki on dakikadır konuşan kendi değil gibi. Yasemin'in dikkat kesildiğini görünce kır gezisinden başlayarak, araya Behzat ile birlikte yaptıklarını da ekleyerek olanları birer birer anlattı. Konu günah çıkarmak olduğundan hiçbir ayrıntıyı atlamadı.
Yasemin arkadaşının hain planlarını sesini çıkarmadan ve hiç tepki vermeden dinledi. Salih'in biten sevgisinden sonra en yakın arkadaşının ihaneti, ruhunu hiç olmadığı kadar yaralamıştı. Kederi içinde büyürken kalbi katılaştı, soğudu. Duyduklarından sonra Perran'ı tamamen suçlayabilir ve hıncını ondan alabilirdi ama bu neyi düzeltecekti? Salih'i kaybetmesinin tek sorumlusu salt suretine kapılıp Behzat'a yazdığı nameydi ve bu zayıflığını saklamaya çalışmaktı.
Perran eline sarılınca başını kaldırıp kıza baktı. Gözleri dolu dolu ona bakan Perran üzüntülü bir sesle sordu.
"Hakkım değil ama sormam gerek. Canım Yasemin, yaptıklarım için hakkını helal ediyor musun?" Yasemin boş bakışlarla ona bakarken titreyen sesiyle devam etti. "Kaderin önüne geçmek istedim ama olmadı. Temiz kalbin sayesinde sen kısmetine kavuştun ama ben, sevmediğim bir adamla evlenmek zorunda kalacağım. Sanırım cezamı buldum. Takdir senin."
"Helal ediyorum." diye mırıldandı.
Dalgınca söylenmiş bu cümle dahi Perran'ı rahatlatmaya yetti. "Allah sende razı olsun Yasemin. Ömrümün geri kalanı için son mutluluğumu da sağladın. Canını sıktığım için üzgünüm ama sana anlatmam gerekiyordu, bu ağır yükle ne kadar yaşarım bilmiyorum ama artık gözüm açık gitmez." Yasemin'in gittikçe solgunlaşan yüzü anca dikkatini çekti. "Sana soramadım, habersiz gelişin beni öyle şaşırtmıştı ki, dualarıma cevap sanıp içimi döktüm. Müjden neydi canım arkadaşım?"
Kuruyan dudaklarını ısırıp Perran'ın yüzüne baktı. Görücünün kim olduğunu söylemeli miydi? Perran'ı sonsuz sevince boğacak bu haberi vermeli miydi? Onun üzüntüsünü şimdi sonlandırmalı mıydı? Ellerini birbirine kenetledi ve gözlerini ellerine indirdi.
"Çok da önemli bir havadis değildi." dedi, bir an evvel odadan çıkmak istiyordu. Perran baştan beri Salih'e olan beğenisini saklamamıştı, bu yüzden Yasemin'in kinlenmesine gerek yoktu. Zaten yorgan yanmış kavga bitmişti. Sadece Perran'ın Behzat ile bir olup büyü yaptırmaya çalışacak kadar ileri gitmesi kanına dokunmuştu.
"Sadece şunu bil." dedi başını kaldırıp, onu dinleyen Perran'a. "Kısmetin olan bu talibini kabul et, çok mutlu olacaksın. Bundan eminim."
"Anlattıklarımdan sonra bunu nasıl dersin? Benim kalbim Behzat Bey için atarken başkası ile nasıl mutlu olabilirim?"
Yasemin neşesizce gülümsedi. "Bu kanaatim, senin anlattıkların yüzündendi Perran, başka bir laf söylemek istemiyorum."
"Bana kızdın?"
"Olan olmuş artık kızsam ne değişecek? Ben seni af ediyorum arkadaşım. Kalkayım ben, vakit geç olmadan anneme de uğrayacağım."
Perran ayağa kalkan Yasemin'e sıkıca sarıldı. "Çok teşekkür ederim Yasemin. Seni görmek içimi ferahlattı, sebebi itiraflarım olabilir gerçi ama bilmiyorum, hakkım olmamasına rağmen kendimi daha iyi hissediyorum."
Yasemin de arkadaşına sarıldı ve vedalaşıp yanından ayrıldı. Güçten yoksun adımları, sokakta onu bekleyen arabaya götürdü. Behzat ve Salih sıcaktan veya sıkıntıdan dışarı çıkmıştı. İkisinin bakışları da onlara doğru yürüyen Yasemin'deydi. Salih genç kızın adımlarındaki isteksizliği görünce göğsü sıkıştı. Yardım etmek adına Yasemin'e doğru atıldığında genç kız eliyle onu durdurdu.
"Görüyorsunuz yürüyebiliyorum."
Salih uzattığı elini kendine çekti ve Yasemin'in Behzat'ın yardımıyla arabaya binmesini izledi. Çenesi kasıldı. Behzat arabaya binmeksizin ona doğru döndü.
"Beklediğin ne Salih?"
Salih homurdanarak Behzat'a doğru yürüdü. "Verilen sözlerin tutulması!"
Behzat'ın yüzünde oluşan anlamsız bakışa aldırmadan arabaya bindi ve kızgın bakışlarını Yasemin'e dikti. Hani sevdiğine onu ikna edecekti? Bir haftada şartından vaz geçmişti. Onun evde olduğu vakitler odalarına bile uğramıyordu. Hüma'nın yanından ayrılmıyordu ki... Yoksa nikahının kimde olduğunu veya anlamını mı şaşırmıştı acemborusu? Salih karısını kardeşinden kıskanacağını aklına bile getirmezdi.
Behzat araba hareket etmeden merakına yenilerek sordu.
"Ne cevap verdi Perran Hanımcığım?"
Yasemin kaşlarını çattı. Kendisine dikkatle bakan iki adamdan sadece Behzat'a çevirdi bakışlarını. Salih'e yakın olmak bile ona tarifsiz bir acı veriyordu, sanki ona yasaklanmış bir edene uzaktan bakmak gibiydi. Acıyan ciğerlerine yetecek kadar bir nefes aldı ve usulca konuştu.
"Teklifinizi söylemedim zira Perran, talibini kabullenmeye karar vermiş. En doğrusu da bu olacak."
Behzat eliyle ağzını kapattı, bu yalan cevabı hiç beklemediği çok açıktı. "Ne dersiniz Yasemin Hanım? Kalbime inecek vallahi!"
"Kendinizi üzmeye değmez Behzat Bey. Perran'ın mutluluğunu düşünerek olay çıkarmayın rica ederim. Onu önemsiyorsunuz değil mi?"
Behzat ne diyeceğini bilemedi, onun yerine Salih konuştu. "Beyefendi kimmiş öğrenebildiniz mi?"
"İstanbul eşrafından iyi bir bey olduğunu söylediler, ismini alamadım. Fakat Perran'ı el üstünde tutacak biri olduğunu tahmin ederim." Soğuk ve duygusuz bakışlarını Salih'e çevirdi. "Eminim Perran evliliğinde çok mutlu olacak. Çünkü sevgiden yana kuşku duymayacağı bir erkekle evleniyor."
Salih kaşlarını temelli çattı, tam laf söyleyecekti Behzat kendini bayılır gibi koltuğa bırakınca dikkati ona kaydı. Behzat eliyle göğsünün sağ tarafını tutuyordu. Salih oflayarak arkadaşının elini aldı ve adamın sol tarafına koydu. Behzat bu düzeltmeyi önemsemeden söylenmeye devam etti.
"Ne bedbaht bir adamım ben! Ben onsuz yaşayamam, Perran bensiz nasıl mutlu olsun? Ah, kalbim... Atmıyor ki, yerini bileyim! Ne tarifsiz bir acı bu..." diye sızlanıp gözlerini araladı ve Salih'e yalvarırcasına baktı. "Ne yapmalı Salih? Rızası olmadan kaçırmalı mı dolunay gözlümü gönüllü esaretinden?"
"Sakın ha!" diye atıldı Yasemin. İkisi dönüp ona bakınca boğazını temizleyerek ekledi. "Yani çok uygunsuz bir tepki olur. En iyisi zamana bırakmak, değil mi Behzat Bey? Kız kaçırmak da ne oluyor, hele bu devirde?"
"Gönül işlerini de modernliğe bağlamayın Yasemin Hanım." diye lafa girdi Salih. "Seven insanı hangi pranga durdurur?"
Yasemin kızgın bir soluk aldı. "Karışmayın Salih Bey siz! Sevdadan ne anladığınızı tecrübe ettik. Sade inat!" diye azarlayıp yeniden Behzat'ın şaşkın suratına çevirdi bakışlarını. "Bana sorarsanız ani karar almayın. Sizden ricam bir hafta beklemeniz. Bu sürenin sonunda kaçırmaya hala kararlı olursanız Perran'ın başına çuvalı ben geçiririm. Tamam mı?"
Baygınlığını şaşkınlıkla değiştirmiş olan Behzat ağzı açık, Yasemin'i onayladı. "Emriniz olur Yasemin Hanım. Bağrıma taş basar sabrederim."
Yasemin rahatladı. "Teşekkür ederim Behzat Bey."
Yediği azarı ve Yasemin'in tuhaf tepkisini üzerinden atamayan Salih yerine oturdu kaldı. Konağa kadar hepsini sessizlik bürümüştü, birbirlerine bakmadan düşüncelerine gömüldüler. Behzat'ı arabasına bindirip konağın önünden uğurlayan Salih, Yasemin ile konuşmak için eve girdi. Ona koklatılan tertibatın etkisi ve son iki saatin gerginliği yüzünden gözleri kararınca merdivenlerde tökezledi, tırabzanı son anda yakalayıp düşmekten kurtuldu. Basamağa oturup nefeslendi.
Şanssızlıklar peşini bırakmıyordu. Düzenli bir hayat isterken tüm dünyası başına yıkılmıştı. Elinden hiçbir şey gelmiyor, ne kadar çabalarsa çabalasın tepesindeki kara buluttan sakınamıyordu. Üstüne üstlük gönlünü sevince boğan güzel çiçeği de ona küsmüştü. Ömrü hayatında kendini bu denli umutsuz ve çaresiz hissettiği bir an olmamıştı. Bu böyle gidemezdi. Önce sıkıntılarından kurtulmalı sonra da Yasemin ile doğru dürüst konuşmalıydı. 
***

Kararını vererek oturduğu yerden doğruldu ve konaktan ayrılmadan önce Yasemin'e veda etmek için yukarı çıktı. Birkaç oda gezdikten sonra aradığını hiç ummadığı odada buldu. Yasemin'i, ikisinin özel odasına çekilmiş, pencerenin önündeki divanda boş gözlerle bahçeyi izlerken yakaladı. Onun geldiğini fark etmeyen genç kız koyu yeşil elbisesinin içinde solgun bir çiçek misali süzgündü.
"Yasemin Hanım." diye kapının yanından usulca seslendi.
Yasemin uykudan uyanır gibi irkildi. Başını çevirip ona baktığında Salih devam etti. "Dalgınlığınızın sebebi nedir, öğrenebilir miyim?"
"Sıcaktan olmalı." dedi Yasemin. "Halimi merak ettiğinizden yanıma gelmediniz sanırım. Şartımın iptali konusunda ciddiydim Salih Bey. Meydana çıkıp tellaklık yapmayacağım, içiniz rahat olsun."
Salih kapıyı kapatıp önünde durdu. Yasemin'in yeniden başını bahçeye doğru çevirmesi canını iyice sıktı. Ne varlığı kızı ilgilendiriyordu, ne yokluğu. Gergin bir sesle sordu.
"Neden?"
Hafifçe kaşlarını çatan Yasemin ona döndü. "Ne demek neden?"
"Önce gereksiz bir şart sürüyorsunuz, sonra aniden vaz geçiyorsunuz."
"Niyetim sizi denemek filan değil." dedi Yasemin. "Kast ettiğiniz şey eğer buysa. Sizi kısıtlamak haddim değil, bunu fark ettim. Haklıydınız, sizi mutlu edenle uğraşın Salih Bey, sıkanlarla değil."
Yasemin üzüntüsünden daha fazla konuşamayacaktı, dışarı çıkmak için ayağa kalktı. "Allah yolunuzu açık etsin."
Kızın sözleri diken olup göğsüne battı. Yasemin bakışları yerde onun yanına dikildi, yutkunarak kısık bir sesle konuştu.
"Kapının önünden çekilir misiniz?" Salih kımıldamayınca başını kaldırıp karanlık bir geceye dönüşmüş gözlerle yüzleşti. "Açıklamamı yeterli bulmadınız mı?"
Salih konuşmadan başını sağa sola salladı. Güya aşkıyla yandığı karısını umursamayacak ve gönlünü soğutacaktı ama söndürmeye çalıştığı şenlik ateşi, kontrolsüz bir yangına dönüşüyordu. Bu çaresizliğin üzerine bir de genç kızın boş vermişliği binince zavallı Salih'in nefesi kesildi.
"Size şimdiye kadar hiç yalan söylemedim." dedi Yasemin. "Mektup konusundaki talihsizlik dışında sakladığım bir şey de olmadı. Madem benim bu sadakatimi, arsız bir acemborusu yerine koydunuz, sizi sevindireyim. İçiniz rahat olsun, beğenmediğiniz bu acemborusu hayatının sona ereceğini bilse de; ona sunulmayan bir aşka tutunmaya çalışmayacak."
Başını dikleştiren Yasemin'in dudaklarından zoraki dökülen kelimeler titreyerek çıktı. "Bir daha ki teklifinize hayır demeyeceğim Salih Bey, istediğiniz vakit serbest kalabilirsiniz. Aileleri üzmeden hal çaresine bakarız."
"Teklifim mi?" dedi Salih tıkanırcasına.
"Evlendiğimiz günün sabahında evliliği sonlandırmak istemiştiniz."
"İstemedim sadece size sordum."
Yasemin gittikçe saçma bir laf dalaşına dönüşen tartışmayı uzatmamak için söylendi. "Her neyse, ben diyeceğimi dedim. Şimdi izniniz olursa dışarı çıkmak istiyorum."
Salih gözlerini kıstı ve kapıdan çekilmektense sırtını kapıya yasladı. "Demek bundan sonra tüm tekliflerimi olumlu karşılayacaksınız. Bu pek tehlikeli bir vaat olmadı mı?"
Yasemin korkuyla kocasının yüzüne baktı. Boşanmayı gerçekten de istiyor muydu? Neden öyle bir laf söylemişti ki? Peki, Yasemin onu istemeyen adama bu denli özgürlük verecek bir lafı neden demişti? Blöf yapmış ama Salih blöfünü hemencecik görmüştü. Aklı neredeydi? Adam zaten onu bırakmak için fırsat arıyordu, altın tepsi içinde anahtarı Salih'e sunmuştu. Terleyen ellerini yumruk yaptı ve ona pay biçmeye çalışır gibi süzen adamın ağzından çıkacak kelimelere yoğunlaştı. Öpülesi dudaklar hoş bir kıvrımla, yasaklanmış gülümsemelerden birini, Yasemin'in aşık bakışlarına sundu. Tedirgin genç kız ürpermemek için kendini temelli kastı.
"İki gün sonra eski şartınız gibi vaz geçmeyin." diyen Salih, gülümsemesine gizemli bir tavır kattı.
Kalbi sıkışan Yasemin bir adım gerileyerek genç adamın çekiminden sıyrılmaya çalıştı ama ne mümkün. Başını hayır anlamında salladı. "Şart bana bağlıydı ama dileğiniz size ait olacak."
"Kabul etmek de sizin elinizde..."
Yasemin dayanamadı. "Sizin zorunuz benimle mi Allah aşkına! Ne sözlerime inanıyorsunuz, ne kararlarıma. Ne istiyorsunuz anlamadım. Tartışılmayacak bir konu için deliye dönüyorsunuz ama son derece ciddi olmamız gereken bir zamanda karşıma geçip sırıtıyorsunuz. Beni iyice kendinize eğlence bellediniz siz! Bırakın, lütfen geçeyim!"
Salih çekilecek gibi yana kayınca Yasemin kapıya doğru atıldı ama kapıyı açmasına bir el engel oldu. Yasemin elin sahibine doğru hızla döndü ve diğer el de başının diğer tarafına yerleşti. Salih iki elini kullanarak Yasemin'i tuzağa düşürmüştü ve hapsetmişti. Kalbi delice çarpan Yasemin, Salih'in ne yapmaya çalıştığını anlamaksızın haince parıldayan gözlere baktı. Salih yaramaz gülümsemesiyle Yasemin'in yüzüne doğru eğildi. Kızcağızın nefesi temelli kesildi. Tatlı bir fısıltı tenini okşarken kendinden geçercesine gözlerini genç adamın hoş çehresine kenetledi.
"O halde ilk emrimi söylüyorum karıcığım." diye fısıldadı Salih. "İşimi bitirip döndüğümde hazır ol, yalıya taşınacağız." Yasemin gözlerini şaşkınlıkla kırpıştırdı. "Ayrıca yalıya geçtiğimizde Hüma bizimle gelmeyeceği için ortak odamızda uyumanı tavsiye ederim. Yani karıcığım, kaçacak yerin yok o yalıda..."
Gözleri şaşkınlıkla açılan Yasemin onu hapseden kolların arasında ayakta durmakta zorlanıyordu. Ne tuhaf bir gündü bugün böyle! Acaba henüz uyanmamıştı da rüya mı görüyordu? Yani yaşadıkları o kadar saçmaydı... Gece mavisi gözler, onun dudaklarına ilişince dizleri titredi, dudakları karıncalandı. Yanaklarını saran sıcaklığın daha fazlasını göğsünün içinde hissediyordu. Salih onu öpecekmiş gibi iyice eğildi.
"Şimdi onayınızı duyalım."
"Neyi?" diye mırıldandı.
Salih iç gıcıklayıcı sırıtışıyla biraz doğruldu. "İsteklerime hayır demeyecektiniz ama ben eşeği sağlam kazığa bağlamayı severim. İsteğimi onaylayın."
"Çok kaba bir tabir olmadı mı?" diye güçsüzce fısıldadı. "Beni eşek yerine koydunuz."
Salih kaç zamandır hayal ettiği eylemi yapmak için tek elini kapıdan çekip Yasemin'in yumuşak dalgalı buklelerine dokundu. İpek misali parmaklarının arasından kayan dalgayı okşarken Yasemin'in gözlerinden gözlerini ayırmadı.
"Hoş görün. Kelimeleri sizin kadar ustaca kullanamıyorum, bu da benim kusurum olsun. Cevabınız nedir?"
Yasemin yutkunarak başını salladı.
"Onaylıyorum, isteğinizi saçma bulsam da, söylediğim sözden geri adım atmayacağımı bilin."
Yasemin'in kafası iyice karışmıştı. Soğuk nevale suratsız aniden değişerek çekiciliğini sonuna dek kullanan bir çapkına dönüşmüştü. Ve bu değişim Yasemin için hiç iyi değildi. Acaba bu da bir oyun muydu? İlgiyi kaybettiğini sanıp kendince intikam mı alıyordu veya son darbeyi vurmak için onun zayıf bir anını mı arıyordu? Gerçi bu anı beklemesine gerek yoktu, çünkü Yasemin, Salih'in karşısında zaten zayıftı.
Salih kısa bir tereddütten sonra saçını salıverdi ve doğruldu. "Teşekkür ederim." dedi boğuk bir sesle.
Yasemin onu elden ayaktan kesen gerginlikten sıyrılmak için elini kapının koluna atıp kendini odadan dışarı attı. Yürüdüğü yolu görmeksizin ezbere koridoru geçti ve küçük salona daldı. Kapıyı arkasından kapatıp kalbinin sakinleşmesi için birkaç saniye sırtını duvara yasladı. Salih'in parmaklarını hala saçlarında hissetmek ne garip bir histi. Daha önce sadece eline dokunan dudakların onu öptüğünü düşündü ister istemez ve soluk alamadı.
"Ne çok seviyorum seni sersem budala..." diye mırıldandı. "Belki bu aşırı sevgim yüzünden sana kavuşamıyorum. Efsanevi bir aşk isterken onların kavuşamadıklarını unutan ahmak beynime de aşk olsun. Destan yazmak değil niyetim, benim sevdiğimin yarısı kadar beni sev, bana yeter."
Yasemin odadan kaçarcasına çıktıktan sonra Salih anın sarhoşluğuyla birkaç dakika yerinden kıpırdayamadı. En ufak bir istek görseydi, kendine hâkim olamayıp Yasemin'in gül goncasını andıran dudaklarının tadına bakacaktı ama genç kızın ürkekliği onu durdurdu. Karısı ile arasında, bizzat onun yarattığı bir duvar vardı, kıskançlığıyla beslenmiş bir öfke duvarı. Salih öğrendiklerinden sonra bu engeli nasıl aşacağını düşünmeye başlamıştı. Keşke diline sahip olaydı da, o kadar kötü laflar etmeyeydi.
Tayyibe'nin bir taşkınlığıyla ortaya serilen sırlardan sonra yapılan itiraflar da bu çiftimizi rahatlatamamıştı. Kuşkulu sevdalarını sağlamlaştırmak için zamana ve birbirlerine ihtiyaçları vardı. Zaman ellerindeydi ama mecburi ayrılık yüzünden birbirlerinden uzaklaşmak zorundaydılar. Temennimiz ise kısa sanılan bu ayrılığın araf gününe dek sürmemesiydi...
Salih üstünü değiştirip konaktan ayrılırken aklındaki tek hedef bir an önce şifreyi çözüp şehzade Murat'a bilgi vermekti. Böylece bu yükten kurtulup enerjisini evliliğini kurtarmak için harcayabilirdi. Kader yeni oyunlar kuruyordu ve örümcek ağına benzeyen bu sarmala hangi kurbanların düşeceği meçhuldü...
***
İkindi vakti konaktan yaya olarak ayrıldı, ne arabayı aldı ne de araba çağırdı çünkü gittiği yeri kimsenin bilmemesi gerekiyordu. Babasını kuşkulandırıp hesap vermek hiç iyi olmazdı. 
Uzunca bir süre yürüdükten sonra bir araba kiraladı ve beyaz köşke doğru yollandı. Arabacıya ücretini ödedikten sonra yol verdi. Köşke doğru dönmüştü ki, göz ucuyla sokağın aşağısında duran eski bir kağnı dikkatini çekti. 
Başında kocaman bir kasket olan on üç – on dört yaşlarında bir çocuk bıkkın bir tavırla kağnıyı sürüyordu. Köşkün demir kapısının yanında kağnının geçip gitmesini bekledi, gözlerini çocuktan hiç ayırmadan. Çocuk hiç acele etmeden yoldan geçerken sadece bir anlığına bakışları Salih'e kaydı.
Salih izlendiğinin ve onu izleten kişinin kim olduğunun bilincinde, köşke doğru döndü ve demir kapıyı iterek yokuş yukarı yürüdü. Şehzade Murat, nam-ı diğer Osman onun köşke şifreyi çözmeye gittiğini çok yakında öğrenecekti. Kardeşine kavuşmasının, şehzadeyi hedefinden saptırmadığını da böylece anlamış oldu. Onu izlettiriyorsa, pençeleri hala Edip'in üzerindeydi ve kapanmak için bekliyor demekti.
Edip Nuri sabırsızlığının son haddinde iken köşke gelen Salih'i, hissettiğinin aksine sakin karşıladı. Sohbet ile uğraşmadan, çalışmaya hemen başlaması için onu odaya aldı ve önüne kopya ettiği kağıtları bıraktı. Telaşı sadece zamanın azalmasından dolayı değildi, başına nöbetçi diktikleri Almanlardan oldukça rahatsızdı. Sanki adamlar onu korumak için orada değillerdi... Sanki onun emri altında değillerdi... Katili yanında olmaksızın kendini çok savunmasız hissediyordu, üstüne üstlük Osman da ortalarda yoktu. Dün onu ayağına çağıran Nejat Bahri de tedirgin adamı iyice azarlamış ve kredisinin dolmak üzere olduğunu söylemişti.
Edip Nuri, yaşlı yaverin tehditkar sözleri ve sinirli tavrından çözümlediği başka bir telaş sezdi. Nejat Bahri de en az onun kadar topun ağzındaydı ve bildiği bir şeyler yüzünden ölesiye korkuyordu. Sarayda bir şeyler oluyordu ve ucu da Nejat Bahri'ye dokunuyor olmalıydı. Çünkü yaşlı adam ağzından tükürükler saçarak bir takım söylentiler olduğunu ve Ferhat Nazım Paşa'nın, vezir Mehmet Kemal ile Kamil Talat Bey'in ölümlerinin sorgulanmasını istediğini söyledi.
Edip Nuri adamı zor yatıştırdı. Ölümlerin çok profesyonelce kurgulandığını ve istedikleri kadar sorgularlarsa sorgulasınlar bir ipucu elde edemeyeceklerini söyledi. Fakat kendisi o kadar emin değildi.Katilin yokluğu ve zevk evindeki fahişenin hala orada olması sakıncalıydı. Nejat Bahri'nin yanından çıktıktan sonra başına bela olabilecek fahişenin icabına bakmaya karar verdi ama nasıl yapacaktı? Sol kolu ortalarda değildi.
***
Salih aldığı görev icabı şifreyi çözmek için uzun süre uğraştı. Hayatında bu kadar karmaşık bir kodlama görmemişti. Kısaca baktığının ötesinde işin içine rakamlar girdiğinden vakit gece yarısı olmasına rağmen şifreyi çözecek kilit harfi bulamamıştı. Sanki sade yazıdan oluşmuyordu, yazıların arasına formül gizlenmişti. Bu kadar iyi bir işi kimin çıkardığını merak etmeden duramadı. Ustası Pierre bildiği en iyi uzmandı ama onun işi olmadığını ilk bakışta anlamıştı. Keşke adama danışabilseydi. Not almakta kullandığı kalemi parmaklarının arasında dolandırdı ve tüm dikkatini Latin ve Arap harflerin sıralandığı dizelere verdi.
***
Sabahın alacakaranlığında tanıdık bir gölge köşkün arka kapısının kilidini açmış sessizce depo olarak kullanılması gereken boş odaya süzülüyordu. Alarm durumuna sebebiyet vermemek adına bahçede nöbetçi gezen adamlara dokunmamıştı. Dün gece Mustafa'nın getirdiği haberden sonra harekete geçme zamanının geldiğini anlamış köşke varmadan başka bir yere kısa bir ziyarette bulunduktan sonra hesap sormaya Edip'in konakladığı köşke gelmişti. Salih çağrıldığına göre Edip'in sabredecek hali kalmamıştı, adamı kuşkulandırmadan araştırma yapmak hayal olmuştu.
Selim ile dövüştükleri o günden beri kardeşinin ağzını bıçak açmıyor, odasında tüm gün kimseyle ilgilenmeden oturuyordu. Yaşamsal gereksinimleri olmasa taş bir heykelden farkı kalmamıştı. Kimsenin yüzüne bakmıyor, ne denirse densin tepki vermiyordu. 
İçine kapanan kardeşi kısa uykularının arasında gördüğü korkulu rüyalar yüzünden kıvranırken o, kardeşinin başındaydı. Hayatında karşılaştığı felaketler genç adamı rüyalarında da serbest bırakmıyordu. Murat tüm bunları gördükçe öfkesinden zapt olunamaz hale geldi. Ferhat Paşa, Edip'i avlama işini kendisine bırakmasını istemişti ama Murat başladığı işi yarım bırakacak biri değildi. Böylece kardeşinin intikamını da bir nebze alabilirdi.
Dışarıdan gördüğü üzere iki odanın ışığı yanıyordu. Salih'in kaldığını düşündüğü üst kattaki küçük çalışma odasına yöneldi. Kapının önünde iri bir adamın beklediğini görmek onu şaşırtmadı. Gerçi adam görevini pek umursamıyor olacak koridora koyduğu sandalyenin üzerinde uyukluyordu. Murat adama doğru hafif adımlarla yürüdü, uyuyor görünen adam o karşısına dikilince gözlerini kırpıştırarak araladı. Murat adamın kımıldamasına mahal vermeden tek yumrukta çenesini dağıttı ve kafasını tuttuğu gibi karşı duvara sertçe vurdu. Kendinden geçen adam etkisizleşince doğrulup kapı koluna uzandı.
Kapıdan içeri usulca girdi ve boş masa gözüne ilişti. Aynı anda da sivri bir metal boğazına dokundu. Başını kımıldatmadan onu tehdit edeni takdir etti.
"Aferin."
Salih yazı çözmekten bitap durumda neredeyse uyuyacakken kapının ardındaki patırtıyı hayal meyal duymuş ve eline geçirdiği tek silah olan kalemiyle kapının ardında saklanmıştı. Burada saldırıya uğraması zordu ama tedbiri elden bırakmaması gerektiğini söyleyen Osman'ın telkinleri zihnine yer etmişti. Kapının yavaşça aralanmasıyla soluğunu tuttu ve elindeki kalemi tahmin ettiği noktaya kaldırdı. İçeri bir hayalet misali süzülen adamın boğazına dayadığı kalemi, adamı tanımasına rağmen hemen çekemedi. O kadar şaşırmıştı.
"Özür dilerim." diye mırıldanırken nihayet kolunu hareket ettirdi, kalemi Murat'ın boğazından çekti. "Geleceğini tahmin edemedim."
Murat odaya girdi ve kapıyı kapattı. "Özür dileme paşazade, uyanık olman çok iyi. Ne yalan söyleyeyim senden bu hareketi hiç beklemiyordum. Bağırır korkarsın sanmıştım süt çocuğu."
Bazı şeyler hiç değişmiyordu. Salih alaylı aşağılanmasına ses çıkarmadan yutkundu, gerçi ne diyebilirdi ki? Karşısındaki adam unvanını kullanmasa da bir şehzadeydi, saygısız davranmamalıydı. Murat odaya bakınarak masaya doğru yürüdü.
"Gelişme var mı?"
Salih onun ardından masaya doğru ilerledi. "Pek sayılmaz, henüz çözemedim. Sanki gözümün önünde ama ben görmüyorum."
Murat burnunu kırıştırarak masaya garip bir düzende dağıtılmış kağıtlara baktı. Onun için anlamsızdı fakat belli ki, Salih kendince bir çalışma şekli yaratmıştı. Yanında dikilen genç adama hoşnutsuz bir bakış attı ve şakacı bir tavırla söylendi.
"Bu ne lan böyle? Görmezsin tabi, bu karışıklıkta kendini kaybetsen bulamazsın."
Nefeslenen Salih sabırla Murat'a döndü. "Yöntemimi beğenmemenize çok üzüldüm efendim ama..."
"Şşşt!" dedi Murat kaşlarını çatarak. "Efendim ne be! İkimiz yalnızken de ben Osman'ım, saçma sapan laflar etme. İnsanı laf söylediğine pişman ediyorsunuz yahu!"
Salih yanında duran siyahlara bürünmüş adamın bir şehzade olduğunu unutabileceğini sanmıyordu ama azar konusunda ona hak veriyordu, titizlikle sakladığı kimliğinin bilinmesi hiç hoş olmazdı. Genç şehzadenin yüzünde geçmek üzere olan bir iki morartı fark etti. Birkaç gün önce biriyle iyi bir kavga yaptığı belliydi. Merak etmesine rağmen sormadı, Murat kendisine karışılmasına ve hesap sorulmasına alışkın değildi. Kağıtları işaret ederek sakin bir sesle yapmaya çalıştığını açıkladı.
"İki ayrı alfabe kullanılmış ve zannımca üç dil karıştırılmış. İki alfabenin de tek anahtar kelimesi olduğunu sanıyorum çünkü ayrı araştırdığımda anlamsız oldu. Yazı ayrıca rakamlarla da desteklenmiş, evvela rakamları kafa karıştırmak için öylesine yerleştirildiğini sanmıştım ama sonra bir formül veya hesaplama olduğunu fark ettim. İşin tuhafı anahtar kelime bulunmadan rakam şifresi de çözülmüyor." Başını kaldırıp onu dikkatle dinleyen adama baktı. "Bunu her kim yaptıysa çok iyi iş başarmış. Usta Pierre'ye danışmak isterdim."
Murat yüzünü büktü. "Danışamazsın, senin Pierre tahtalıköye göç etmiş."
Salih duyduğuna emin olamadı. "Ne? Nasıl?"
"Nasıl olacak, biri adamın ipini kesmiş. Evindeyken hırsızlar tarafından saldırıya uğramış güya, anlatılan bu. Yanında iki de öğrencisi varmış, adamlar onları da kesmiş atmışlar." Salih'in üzgün bir şekilde başını eğdiğini görünce huzursuzca söylendi. "Yaşlı adam yaşayacağını yaşamış zaten ne üzülüyorsun paşazade. Senin kaç gün yaşayacağın belli mi?"
Murat'ın duygusuzluğu karşısında yorum yapmadı. Usta Pierre ölmüştü ha! Evinde nasıl saldırıya uğrardı ki? Çalacak hiçbir şey olmadığını cümle alem bilirdi. Usta Pierre meziyetlerini saklardı saklamasına fakat etrafıyla arası iyiydi, evine misafir kabul etmekten hiç erinmezdi. Sadece gizli çalışma odasının olduğu alt kata kimsenin girmesine müsaade etmezdi ve evinin o kısmını da sayılı öğrencilerinden başkası bilmezdi. Murat yeniden konuşunca düşünceleri farklı bir yana kaydı.
"Sence de son zamanlarda senin çevrendeki adamlar birer birer ölmüyor mu? Önce Pierre, sonra Mehmet Kemal Paşa, sonra Kamil Talat Bey..."
Suratını astı, haklıydı. "Mehmet Kemal Paşa, babamın arkadaşı ama."
"Yani seni koruyacak biriydi." dedi kaşlarının altından bakarak.
Salih soluksuzca konuştu. "Edip Nuri mi yaptı dersin? Ama neden?"
"Neden olacak seni bu işin içine çekebilmek için. Şu saman kağıtlarda her ne yazıyorsa bunlar çok önemli bilgiler Salih ve birileri öğrenmek adına cinayetler işlemeyi göze almış. Şu sözünü ettiğim adam vardı ya, hani hapiste komşu olduğum." Salih başını sallayınca devam etti. "İsmini öğrendik. Beni şaşırttı, Türk değilmiş, sandığımızın aksine. Adı Claude Baptise Lemarre."
"Claude mi?" dedi şaşkınlıkla. "Ben onu tanıyorum."
Murat hiç şaşırmamıştı, hoşnut bir sırıtışla gözlerini kıstı. Salih kafası iyice karışmış bir halde mırıldandı. "Ne işi olabilir bu kağıtlarla? Akıllı bir adamdı."
Murat kalçasını masaya dayadı ve kollarını göğsünde kenetledi. "Akıllı bir adam olduğu çok belli maşallah.Tahminen bu işe bir şekilde karışmış ama sonra vaz geçmiş. İsteyerek veya istemeyerek artık orasını Allah bilir. Acaba bu kağıtlarda yazanı biliyor muydu yoksa onca yolu tepip sahte bir kimlikle başka bir ülkeye kaçak girip kağıtları birine ulaştırmaya mı çalışıyordu? Mesela Pierre ustanın en parlak öğrencisine..."
Salih saatlerdir çalışmaktan kanlanmış gözlerini Murat'a çevirdi. Claude, Pierre'nin önceki öğrencilerinden biriydi ve ustasının takdirini kazanmış zeki bir adamdı. Pierre ondan bahsederken dediği cümle; şifre çözmekte iyidir ama kodlamakta daha iyidir, Claude iş karıştırmayı sever. Pierre öğrencilerini bir araya getirmekten hoşlanmazdı ama Salih ve Claude birkaç defa birlikte çalışmışlardı. Pierre, adamı sağ kolu olarak gördüğünden kendi öğrencilerini ona emanet etmekte çekinmezdi. Claude dil konusunda inanılmaz yetenekli biriydi. Adamın kaç dil bildiğini Salih çözememişti ama bildiklerini ana dili gibi kusursuz hatta içine lehçe katarak konuştuğuna tanık olmuştu.
Yeniden kağıtlara baktı. Bu şifreleme Claude'nin işiyse...
"Söylediklerin çok ütopik ama benim hakkımdaki varsayım dışında, mantıklı. Claude bu evrağı hazırlamışsa bile, benim çözmem için değil, sadece evrağı güvenli tutmak için şifrelemiştir. Acaba nereye götürüyordu?"
Murat ensesini kaşıdı ve bir an düşündü. "Haklı olabilirsin. Her neyse yapılacak olan değişmedi sonuçta şunu çözmelisin. Ben de Edip'i ziyaret edeyim. Şerefsizi boş bırakmaya gelmiyor, Almanları doldurmuş her yere."
"Uyuyordur." diye öylesine konuşan Salih'e anlamsızca bakan Murat kapıya doğru döndü.
"Onu öperek uyandırırım merak etme sen."
Salih ise kafası tamamen dolu bir ruh haliyle sandalyesine geri oturdu. Ne kendi dediğini ne de Murat'ın dediğini anlamıştı. Eğer Claude işin içindeyse şifreyi kolayca çözebilecekti,ne de olsa adamın kurnazlığını biliyordu. Yorgun olmasına rağmen yüzünde bir gülümseme oluştu ve evrakların orta sayfasını önüne çekti. Aradığı harfi olmaması gereken bir yerde buldu ama bu normaldi çünkü orijinal evrak değildi önündeki. Claude'nin kodlamasından emin olarak rahatladı bundan sonrası çocuk oyuncağıydı. Süslü bir 'C' harfi kağıdın ortasında değildi, iki sıra alta ve sağa kaymıştı. 
***
Edip Nuri kopyayı geçirirken beceriksiz davranıp, kelimelerin boyutlarını ayarlayamamış ve Salih'i oyalamıştı. Şu anda da konforlu yatağında huzursuz bir uyku uyumakla meşguldü. Murat'ın sessizce odasına girip başına dikildiğini bilseydi; huzursuzluğu, korkuya dönüşürdü. Murat adamın başında birkaç saniye durduktan sonra sıkıldı ve pencereye doğru yürüdü. 
Hava ışımaya başlamıştı. Kadife kalın perdeler yüzünden oda karanlık olsa da, alacakaranlığından kurtulan sabah çok çabuk aydınlanmaya meyilliydi. Kalın perdeleri özensizce çekti, ses çıkartmaya çalışarak. Doğan güneşin buğulu ışıkları odaya hücum edince Edip Nuri ondan beklenmeyecek bir zıplayışla yatağında doğruldu. Sırtına saplanan acı, karşısında gördüğü canlı hayaletin yanında hiçbir şeydi.
"Osman..." diye gıcırtılı bir sesle fısıldadı.
Murat ifadesiz bakışlarını adama yöneltip sadece bekledi. Edip uzun entarisi üzerinde yataktan doğruldu, ince yorganı bacaklarından sıyırdı.
"Sen... Senin ne işin var odamda?" durakladı ve daha kısık sesle mırıldandı. "Köşkte..."
"Kalk lan yataktan! Yastık mısın sen?" diye söylendi Murat. "Adam gibi karşıma geç de öyle sor ne soracaksan!"
Edip, adamdan bu çıkışı beklemiyor olacak kaç gündür korkulu hali beter bir ürkekliğe dönüştü ve yutkunarak yataktan kalktı. Saçı başı darmadağın yatağın başındaki robdöşambrını alıp üstüne geçirdi. Osman'ın azarına karşılık vermekten acizdi ve bu halinden nefret ediyordu. Hani emir alanların tarafından emir verenlerin tarafına geçecekti? Kendi elemanından dahi bu kadar çekinen bir adam nasıl yüce kurulun bir üyesi olmaya hak kazanırdı? Üstünlüğü ele almalıydı. Kararlılıkla Osman'a döndü ama anında şimdilik bir süre daha sabredebileceğinde karar kıldı. Adamın bakışları çok sertti ve kavgaya hazır duruşu ürkütücüydü.
"Beni nasıl buldun?"
Osman onun kalktığı yatağa gitti, ceketini gevşetti, belindeki kaliteli silahı göstererek Edip'in boşalttığı yatağa uzandı. Ayağındaki ayakkabıları temiz yorganın üstünü kirletirken rahat bir pozisyonla yatıp Edip'e baktı.
"Yatağı da iyi ısıtmışsın Edip. Senin gibi bir herifin soğuk olacağını düşünürdüm hep."
Edip aşağılayıcı lafa karşılık sinirli bir kaş çatışla genç adama baktı. Sırtının kamburunu düzeltmeye çalışarak gururlu durmaya özen gösterdi.
"Edepsiz laflar etme Osman! Senin amirin benim!"
Bu çıkıştan hiç etkilenmeyen adam, elini karnına koydu diğerini de başını altına. Karnındaki el, silaha çok yakındı. Edip bu uyarıyı görerek sesini bir parça daha sakinleştirdi.
"Terbiyesizliğini görmezden gelip büyüklük yapmak gerek. Yine de seni uyarıyorum, bu sözlerin tekrarlansın istemiyorum. Kaç gündür nerelerdeydin? Ve köşkten nasıl haberdar oldun?"
"Ayakta durma öyle Edip, otur şöyle sandalyeye. Valla darılırım, böyle yaparsan. O kadar hukukumuz var seninle."
Kendi kendine sabır telkin eden Edip, sandalyeye doğru yürüdü. Adamla zıtlaşmaya gelmezdi. Başındaki belalar yeter de artardı, bir de Deli Osman'ı kızdırıp ecelini çağırmak içinden gelmedi. Ayrıca belki Osman'ın yardımıyla şu Alman nöbetçilerin korkusundan kurtulabilirdi. Adamın ne yaman bir dövüşçü olduğu bilinirdi, koruma için ikna edebilirse, başına bahtsız bir kaza gelmezdi. Sandalyeye oturunca Osman yan gözle ona bakarak konuştu.
"Bu Almanları kim musallat etti başına?"
Edip suratı allak bullak alı al moru mor, kuşkuyla Osman'a baktı. "Neden soruyorsun?"
Osman güldü. "Hemen darılma yahu! Sordum sadece ama kim gönderdiyse söyle iki baş eksildi. Binaya bıraktıklarından hayır gelmez artık. Ağızlarından çıkanı anlayana kadar biraz hırpaladım herifleri, aslında hemen adresi verdiler de benim Almanca pek zayıftır. Onlar Türkçeyi sökene dek uğraşınca geberiverdiler zavallıcıklar." Edip'in küçük gözleri kocaman açıldı. Murat adamın korkusuyla eğlenerek konuşmaya devam etti. "Ha bir de koridorda rast geldiğim sarı kafa var. Sanırım o da eşek cennetine bilet aldı. Hım, şimdi sayarsak üç kelle eksilmiş oldu."
"Öl... Öldürdün mü? Üç tane mi?"
"Arkalarından ağlamayacak kadar erkeksin sen Edip, söyle birkaç tane daha göndersin kim gönderdiyse. Ama bu sefer ele gelen birilerini göndersinler be! Elimde kaldılar. İnsan hiç zevk alamıyor."
Edip ürperdi ve konuşmadan önce yutkundu. "Ben sana ulaşmaya çalıştım ama hiçbir yerde yoktun. Köşke taşınmamız icap etti. Teşkilatımızın gizliliği söz konusuydu, bir süre burada konaklayacağız."
"Salih oğlanını neden getirdin peki?"
"Sadece o değil, diğerleri de burada? Sen... Sen onunla karşılaştın mı?"
Osman aniden doğrulup yatakta oturunca Edip irkilerek sandalyesinde geriledi. Osman'ın da fark ettiği bu gerginliğinden utanarak kendi kendine küfretti. Zekâ ve kurnazlık bakımından eksikliği yoktu, keşke biraz da beden olarak güçlü olaydı da Osman gibi berbat heriflerin karşısında dik duraydı.
"Kafasını masaya koymuş horuldaya horuldaya uyuyor senin katip, önünde de kağıtlar saçılmış. Adama bari yatak vereydin de rahat yerde uyusaydı." Edip'in sıkıntıyla nefeslenmesi gözünden kaçmadı, değerli evrağın ortada olmasından rahatsız olmuştu. İçinden gülerek lafına devam etti. "Ha bu arada, sen beni takip mi ettiriyordun?"
Başını düşünmeksizin salladı Edip. "Takip neden ettireyim?" dedi ama o sırada zihninde çakan bir şimşekle aydınlandı. Yoksa...
Osman aldırmaz bir tavırla cebinden bir sustalı çıkardı ve oynarken kaşlarının altından yüzü beyazlamış adama baktı. Edip onun ne kast ettiğini kavramıştı ama nasıl soracağını bilemiyordu. Murat, kardeşini bu ateş çemberinden temelli çıkarmak için sakin bir sesle konuştu.
"Şöyle uzunca boylu, yüzünde yara izi olan bir adam fark ettim geçenlerde." Elindeki bıçağı yüzündeki çürüğe doğru kaydırdı. "Beni takip ettiğini anlayınca kendisiyle biraz tartıştık, gördüğün izler onun eseri. Bana denk bir adamcağızdı, yazık oldu herife."
Bıçağın ucuyla çürüğünü gösteren Osman'a bakarken içi iyice buza dönüştü Edip'in. Edip'i dinlemeyerek Osman'ı izlemeye devam eden katil, Deli Osman ile karşılaşmıştı ve...
"Boğazın sularında balıklarla hoş beş ediyordur şimdi. Pek konuşkan biri değildi gerçi ya, balıklar da sessizdir zaten değil mi? İyi anlaşırlar."
Osman hesaplı bir kahkaha atınca Edip de onun şakasına gülmek zorunda hissetti kendini. Bir yandan da rahatlamıştı. Katil sorguya çekilmeden öldüyse bir tehlike ortadan kalkmış demekti. Becerikli ama sorun çıkarma potansiyeli yüksek olan saplantılı bir herifti ne de olsa. Sabahın erken vaktinde Osman tarafından uyandırılmak bir yana aldığı havadislerle kafası karışan Edip aklına gelen ilk bahaneyi sarf etti.
"Serserinin tekiydi herhal. Sokaklarda çok var bunlardan, para isterler, canına kast ederler. Gebertmekle iyi yapmışsın pisliği..."
Osman'ın gözlerinin kısıldığını fark edince boğazını temizledi. Fazlaca söylenmişti, Osman da sokakta dolanan serserilerden biriydi. Düzeltmek için hemen ekledi.
"Pislik demek abartmak olur ya, kim bilir adamcağızı sokaklara hangi kader düşürdü, değil mi? Şimdi boş verelim nasıl olsa sen halletmişsin. Başka bir konu var ilgilenmemiz gereken."
Duruşunu değiştirmeyen adamdan bakışlarını çevirdi Edip. Bu adam çok tekinsiz duruyordu, emri altına bir alabilseydi rahatlayacaktı ama ne mümkün. Meraklanmayan Osman'dan tepki alamayan Edip huzursuzca sandalyesinde kımıldandı. Oda iyice aydınlanmıştı ve sabah aydınlığı bir günün daha harcanmaya başladığına işaretti.
"Almanlar hakkında yanılmadın, teşkilatımız açısından güvensiz bir ortam yaratıyorlar. Koruma olarak gönderildiler fakat ben milletimizden olmayanlara güvenmem." Daha kararlı görünmek için gururlu bakışlarını Osman'a dikti. Keşke adam ona bu denli soğuk bakmasaydı... Onu taklit etmeye çalışarak lafına devam etti. "Bu heriflerin gölgesi altında önemli görevimizi tamamlamamız icap eder."
"Lan ekibinde kaç Türk var ki?" diye homurdandı Murat. "Şu kıçındaki kılların ağardığı Ruhi'nin bile soyu belli değil. Bana martaval okuma da ne istiyorsun onu söyle! Paramı verdikten sonra millet, ırk tanımam ben."
Edip sözlerindeki açıklığı hemen yakalayan adama iyice sinir oldu. Afyonu patlamadan bu sinsi adamla sohbet edersen olacağı bu diye kendi kendine söylenerek konuştu.
"Dikkatin oldukça iyi Osman, takdir ettim seni." Diye gereksiz bir yalakalıkla adamı övdükten sonra konuyu toparlamaya çalıştı. "Bu nedenle güvendiğim tek kişi sensin, diğerleri amacımız için bir araçtan öteye geçemezler. Senin becerilerin teşkilatımız için gereken her şeyi karşılıyor."
Buz gibi bir sesle konuştu Murat. "Kimi öldüreceğim? Açık konuş Edip, laf salatasından hiç hoşlanmam."
Edip Nuri nefeslendi. Arkasını sağlama almak için bu adama muhtaç olmaktan nefret ediyordu ama kuşku yaratmadan kıçını kurtarmak için başka çaresi yoktu. Adamın eline vereceği kozu anlamaması ve paranın kokusundan başka bir şey düşünmemesi için yalvararak dudaklarını ıslatıp konuştu.
"Eleni Hanım'ın evini bilir misin?" Osman başını sallayınca lafını tamamladı. "Orada çalışan İtalyan bir fahişe var, casus olduğunu öğrendik. Kadının sessizce katledilmesi gerek ama kimseyi şüphelendirmeden. Evin müdavimlerinin arasında kıymetli büyüklerimizde var, kadının bir kurnazlıkla onlardan alıp başkalarına laf taşımasına izin veremeyiz. Bu konuda sana güvenebilir miyim?"
Murat'ın ilk aklına gelen olay rahmetli Mehmet Kemal Paşa'nın o evden na'şının çıktığıydı. Hangi kevaşeyle birlikte olduğunu öğrenememişlerdi çünkü Eleni zillisi onlara yalan konuşmuştu ve kadının müşterileri olan devlet büyükleri, kendi kirli çamaşırları ortaya serilmesin diye sorguyu kapatmak zorunda kalmışlardı. O cinayetten kimin sorumlu olduğunu sersem Edip şimdi itiraf etmişti. Yüzünde hiçbir kasını oynatmadan adamı onayladı.
"Oldu bil."
Adamın hemen kabullenmesi karşısında afallayan Edip emin olamayan bir sesle sordu. "Bir şey sormayacak mısın?"
Osman olarak biline Murat, ayağa kalktı. "Ne sorayım Edip? Zaten çoktandır Eleni'nin evine uğramamıştım. Karıya 'sinirlendim kestim' desem yaşlı fahişe gıkını çıkartamaz. Ben sana ne sorayım?"
İkinci defa rahatlayan Edip kendini tutamayarak gülümsedi. "Çok iyi Osman, sen işinin ehlisin. İşi bitirdiğinde ücretini hazır edeceğim."
"Altın olarak istiyorum ona göre. Kağıtla mağıtla uğraştırma beni." diye kapıya döndü. Durakladı ve hala sırıtan Edip'e omzunun üstünden baktı. "Kağıt dedim de aklıma geldi. Şu Salih oğlanı burada mı kalacak?"
Yüzündeki sırıtış kayboldu ve ne söyleyeceğini bilemeden omzunu kaldırdı. "Belki, ne sakıncası var?"
"Sordum lan, hemen titremeye geçme. Herifin yüzü pek güzel, son zamanlarda iyice hoşuma gider oldu."
Edip'in gözleri yine büyüdü. "Evli... Yani Salih yeni evlendi..."
"Bekar mı diye sormadım zevzeklik etme, yavruyu nikahıma mı alacağım sanırsın." Dedi için için gülerek kapıya döndü. Salih'e olan alakasına bir kılıf bulmalıydı ve bu kılıf Edip'in onaylamadığı bir kılıftı.Bu adamı tedirgin etmek çok hoşuna gidiyordu. Diğer yandan, bu yalan sayesinde Salih'i tutsaklıktan da kurtarabilecekti. "Dönüşte Salih ile biraz ilgilenmeyi düşünüyorum ve sana sakıncası var mı diye sormayacağım."
Edip'ten ses çıkmayınca kapıyı açıp adama baktı. "Anladın mı lan?"
Edip konuşamadan sadece başını salladı. Osman onu bu dertten kurtarsın da isterse onu da... Ah! Neler düşünüyordu? Adam onun onayından sonra kapıyı çarpıp çıkınca sıkışan mesanesinin baskısını şiddetle hissetti. Krampa rağmen biraz daha yerinde oturdu, Osman kapının önünde oyalanıyorsa karşılaşmak istemiyordu. 
Ne sapkın bir herifti bu Osman! İlk başta araştırma merakı olduğunu düşünüyordu, adamın derdinin başka olduğunu tahminden öte öğrenmek onu yine de şaşırttı. Salih yakışıklı bir gençti ve Osman da suratını düzgün tuttuğu zamanlar da hoştu... İkisini bir arada düşünmek midesini bulandırdı ve sancıyan sidik torbasını rahatlatmak için yerinden kalktı. Acaba Salih adamın bu ilgisinden haberdar mıydı? Dudağını büktü. Rezalet çıkmaması adına Salih'in boyun eğmesini umut etti, gerçi Osman'ın her hâlükârda istediğini elde edeceğinden emindi. Genç adamı köşkte tutması çok da iyi bir fikir değildi galiba.
***
Salih kilit harfleri bulmuş, bulmacayı üçe ayırmış ve çözümlemeye başlamıştı. Öğleye doğru iyice yorgunluk çökmüştü, uykusuzluk ve açlığı yüzünden kendini hasta gibi hissediyordu. Sabah Murat'ın gelişinden sonra kimse odasına uğramamış, kapının önündeki kıpırtılara rağmen odasının kapısını kimse açmamıştı. Başı yavaşça masaya doğru düştü ve yastığına uzanırcasına yorgun kafasını kollarına dayadı. Uykunun baskısına daha fazla dayanamadı, gözlerini kapattı.
***
Edip Nuri odaya girdiğinde Salih'i bu şekilde derin bir uyku halinde yakaladı ve hiç hoşnut olmadı. Osman'ın dediği gibi adam, horlamasa da, kendinden geçmiş uyukluyordu. Odaya girdiğini fark etmeyecek kadar dalmıştı. Sabırla nefeslendi. Acelesi vardı ve millet onun hayatıyla dalga geçercesine işi yavaşlatıyordu. Halbuki o kadar da anlayışlı olmaya çalışıyordu. Bastonuna yaslanıp masaya yaklaştı ve göz ucuyla kağıtlara baktı. Hiçbir şey anlamadı, karışık olan içerik yetmiyormuş gibi kağıtlarda iyice karışmıştı. Bir iki güne bitecek görünmüyordu sanki.
Canı sıkılarak doğruldu. Kurulu ne kadar oyalayabilirdi? Belki bir ay daha... Sorun Nejat Bahri'nin öfkesiyle baş etmekti, aptal adam kendi canının korkusundan ona saldırıyor ve nedensizce zorluyordu. Yazılanların açığa kavuşmasını o istemiyordu da;sanki tek uğraşan, kanı bozuk Nejat'tı. Edip yüzünü buruşturarak Salih'in hoş çehresine baktı. Osman'ın alakasından sonra bu adam ve ailesi de başına bela olabilirdi. Elindeki bastonu sertçe masanın ayağına vurunca, saatlerdir uyuyor sandığı fakat gözünü kapayalı on beş dakika bile olmamış Salih sıçrayarak uyandı.
Gözlerini kırpıştırarak ayılmaya çalışan genç adam onu görünce bir an nerede olduğunu anlayamadı. Başı ağrıyor, gözleri yanmışçasına sancıyordu, midesi de fena bulanıyordu. Edip onun bu tembelliğini onaylamaz bir sesle söylendi.
"İyi uymuşsundur umarım Salih, bu kadar uykuya iyi bir yemek şart."
"Eksik olmayın." diye homurtulu bir sesle adamın alayına karşılık verdi.
Edip eliyle saçını başını düzelten adama küçümser bir bakış attı. Masanın diğer tarafındaki sandalyeye kurularak konuştu.
"Nasıl gidiyor diye sormak saçma olacak sanırım. Ne kadar çalıştın da, ilerlemiş olasın ki."
Salih acıyan gözlerini adama doğru kaldırdı. "Dün bana koklatılan esans sayesinde kafam pek yerinde değildi Edip Nuri Bey, takdir edersiniz ki o şiddette bir tertibata maruz kalmak insanı bir parça yorabiliyor."
"Ah, evet." diye Salih'in köşke nasıl getirildiğini anımsayan Edip yumuşadı. "Üstüne vardığımı düşünme Salih. Ben sadece şu kağıtlarda yazanın ne olduğunu merak ediyorum, sonuçta devlet meselesi değil mi? Israrcı ve aceleci olmamı normal karşılarsın."
"Elbette"
"Eee, durum nedir?"
Salih alnına düşen saçı geriye atarak yalanını hazırladı. 
"Çok zor bir yazıyla karşılaştım, kim yaptıysa uzman biriymiş. Keşke Usta Pierre'e danışma imkanım olsaydı." dedi adamın sinsi gözlerine bakarak. Edip bakışını hiç değiştirmedi ama bastonu tutan elinin kasıldığını fark etti. "Ustam uzakta olmasaydı bu konuda ısrar edecektim fakat elimden geleni yapıyorum. Gecikmemeye çalışacağım, yine de en az birkaç güne ihtiyacım var."
"Birkaç gün mü?" dedi sevincini saklamaya çalışarak.
"Size dedim ben uzman değilim, elimden gelen bu."
"Kafi..." diye lafına başlamışken kapı sertçe çalındı. Lafının ağzında kalmasından rahatsız sinirli bir sesle bağırdı. "Gel!"
Kapı onun izninden önce açılmış ve Ruhi Bey ile bir Alman odaya girmişti. Ruhi Bey, Salih'i görünce yüzünü geniş bir gülümseme kapladı, başıyla kısa bir selam vererek Edip'e döndü.
"Gününüz hayrolsun beyefendiler." İki adam da onu selamladıktan sonra yaşlı adam devam etti."Edip Bey, söylediğiniz yer kontrol edilmiş, temiz görünüyormuş. Boş ve tertemiz..."
Edip dudağını büktü. Osman, Almanları gerçekten de kelimenin tam manasıyla iyi temizlemiş olmalıydı. Koridordaki adamın kırık kafatası dışında görünürde hiçbir ipucu yoktu. Bu herif nasıl böyle hayalet gibi davranabiliyordu bir kez daha hayret etti. İşini çok iyi yapıyor ve geride bir şey bırakmamayı başarıyordu. İtalyan'ın kaldırılması görevini ona verdiği için içinden sevindi. O bağlantıyı yok ettikten sonra Edip temize çıkacaktı.
"Teşekkür ederim Ruhi Bey." dedi. "Çıkabilirsiniz."
Ruhi yanında duran Almana kısa bir bakış attıktan sonra tereddütle konuştu. "Beyefendi, dostlarımız olanlardan huzursuz olmuşlar..."
"Bu konunun vakti mi sizce?" diye adamın lafını kesti. 
Sersem adam, Salih'in karşısına olan biteni sermesine ramak kalmıştı. Zaten genç adamı elinde zor tutuyordu, bir de iç işlerine karıştırıp eline koz verecek hali yoktu. Hem Osman'ın herifi beğenmesi, hem Salih'in baba faktörü hem de isteksiz adamın onun suçlarına tanık olması büyük tehlike yaratıyordu. Köşke çağırdığına bir kez daha pişman olarak söylendi. 
"Çıkınız lütfen Ruhi Bey, dostlarınızla sonra ilgileneceğim."
İki adam odadan çıkınca kısık gözlerini dikkatle onları dinleyen Salih'e çevirdi. "Böylesine önemli bir teşkilatı yönetmek de zor iş Salih. Elindeki görevi hakkıyla yaparsan seni yanıma yardımcı almak isterim, hem diplomasiyi öğrenirsin hem de vatanına yararlı bir erkek olursun."
"Teşekkür ederim Edip Nuri Bey." 
Edip nefeslenip bastonuna yaslanarak doğruldu. 
"Yemek demiştik değil mi? Öyle ahım şahım bir şeyler bekleme. Kuru etten başka bir yiyecek yok köşkte, apar topar taşınınca aşçı edinemedik henüz." Yanına gelen Salih'e doğru baktı. "Düşündüm de Salih, sen burada uzun süre rahat çalışamayacaksın. Bugünlüğüne deneyelim. Baktık olmadı, bana evrağı daha ivedi hazır edeceğine söz verirsen, evinin konforunda çalışmana müsaade ederim."
Salih sevincini saklamak için dudağını ısırdı ve başını salladı. "Çok yerinde bir karar Edip Nuri Bey, lazım gelen gereçlerim de evimde zaten. Daha çabuk olacağı konusunda size söz verebilirim."
Çözmeye çoktan başladığını gizleyerek adamın peşinden kiler olarak da kullanılan mutfağa inerken gönlü rahatlamıştı. Kucağına düşüveren özgürlük sözünden sonra Yasemin'in özlemi daha bir depreşti. Kuru et bile en leziz yemeklerle yarışacak kadar iştah açıcı göründü gözüne. Güzel karısına kavuşma hayali ve onun inadıyla baş etme azmiyle karnını doyurdu. Bir gün çalışacak, sonra da eve gidecekti. Edip Nuri'nin hapis fikrini değiştirmesi evrağı deşifre etme zamanını etkilemeyecekti ama bunu adama söylemedi. Zaten akşama kadar evrağın çoğunu deşifre edeceğine emindi.
***
Öğle vaktini geçerken Madam Eleni, pek beğendiği bir genci evine kabul etmişti. Ah, şöyle birkaç yaş daha genç olaydı, ya da bu yakışıklı külhanbeyi şarap gibi hatunları tercih edeydi; emekli olmasına aldırmaz, bu yağız delikanlının altına memnuniyetle yatardı. İç odaya aldığı Osman'ı süzerek kıkırdadı.
"Osman Beyciğim, nerelerde kaldınız ayol. Gözümüz hoş çehrenizin özlemiyle yandı kavruldu."
"Senin istediğin parayı toplamak zor Madam." dedi Murat divana rahatça kurularak. "İki kalem keyif yapmak adına para kazanacağız diye, canımız çıkıyor dışarıda."
"Beyciğim bu ne biçim lakırdı, senin kredin benim evde bakidir. İstediğin vakit gel, canının çektiğini al." büyük göğüslerini teşhir ederek genç adamın yanına oturdu. Osman'ın bakışlarının, sarkık olsa da destekle dirilttiği göğüslerinin üzerinde olmasından hoşnut neşelendi. "Kimi dilersen derken gayet ciddiydim yiğidim."
Murat, kocamış kadının lafına tebessümle karşılık verdi. Kadının cilvesi tükenmek bilmeyecekti ama uçkurunu bu yılların sarstığı hatuna çözmeyecek kadar zevk sahibiydi. İltifat olsun ve istediğini daha kolay yapsın diye bakışlarının istekli olmasını sağlamak yeterliydi.
"Sana her zamanki sofrayı mı kurdurayım aslanım." diye buruşuk ağzını büzerek konuştu Madam Eleni.
"Yemede içmede gözüm yok ama sen yine de rakıyı eksik etme Madam."
"Kaç defa diyeceğim? Bana Eleni de, canım cancağızım, ismimin o güzel dudaklarından çıkışını görmek isterim. Kulaklarımı bu zevkten mahrum etme."
Kadının kırıtmasına alışkın olan Murat, hatırlatılan talebi de kabul etti. "Eleni, sen de az cilveli değilsin hani. Canımın çektiği yerine seni mi izlesem bilemedim."
Eleni gür bir kahkaha attı. "Tanrım af etsin ama izlemen sana yetse, bana yetmez. Beni daha fazla ateşe atmadan canının çektiğini dile getiriver. Elimden geldiğince seni memnun etmeye uğraşayım ben de."
"Evine yeni bir hatun getirmişsin ama kimselere koklatmazmışsın Eleni." Diye aldırışsız bir tavırla konuştu. "Lafı dolandırmamayayım, İtalyan bir afet varmış, onu isterim."
Eleni kararsız kaldı ama renk vermedi. Bianca'yı sınırlı müşterilerine sunardı ve kuvvetli makamdaki bu adamları da ağızlarının sıkı olması için kendi yöntemleriyle telkin ederdi.Osman nereden duymuştu acep? Gerçi kartal bakışlı bu gencin bilmediği halt da yok gibiydi. Hele böyle lezzetleri asla kaçırmazdı. 
"O kızcağız henüz pek tecrübesiz aslanım, sana hak ettiğin özeni gösteremez diye çekinirim." Dedi usulca. "Yatak konusunda problem çıkarırsa sinirlenmeyesin."
"Ben istersem karşı koyamaz, onu dert etme de gönder karıyı."dedi Osman umarsızca. "Beğenmem mühim."
"İşte ben de ona korkarım ya kızı beğenmezsen?"
Osman gözlerini kıstı ve çenesini sıktı. Hareketi yüzünden Eleni telaşlanıp ona iyice yanaştı.
"Sen istersin de ben vermem mi beyciğim." diye göz süzdü ve sahte bir üzüntüyle buruşuk dudaklarını sarkıttı. "Ama gözdelerin pek üzülecek. Ne zamandır yoluna bakınırlar, o kızcağızı bir dahaki gelişine bırakırsın, ha? Ben de şanına layık bir alem hazırlatayım sana."
Murat yan bakışla emekli fahişeyi şöyle bir süzdü. Sonra da sakin ama katı bir sesle konuştu. "Söyleyeceğimi söyledim ben madam. Sen döşeğimi hazırlatacağına, karşıma geçmiş çan çan laf ebeliği yaparsın. İstediğim hatunu beceririm, seninle karı pazarlığı mı yapacağım? Parası neyse vereceğiz!"
Eleni bu ani çıkış karşısında irkildi, Deli Osman'ın deliliği tutmuştu. Kekeleyerek konuştu. "Para mevzu bahis değil aslanım, ben sadece..."
"Çok konuşma, valla zevkimin içine ettin. Senin boyalı kızlarından başka karı mı yok memlekette!"
Gitmek için ayağa kalkan Osman'ın koluna yapıştı Eleni. Osman onun müşterisiydi ama asıl önemi başkaydı. Birkaç defa, evine türlü nedenlerle musallat olan ensesi kalın adamların ayağını kesmesine yardım etmişti. Bu adamlar ki, şehrin kadısından çekinmezken Osman sayesinde sokaklarından bile geçemez olmuşlardı. Eleni rahatlamış ve işine devam edebilmişti.
"Kızlarımın hepsi sana kurban olsun, hemen hazırlatıyorum Bianca'yı. Sen rahatına bak Osman'ım!"
Kızgın duruşunu bozmadan kolunu kadının temasından çekti, yumuşak minderlerin üzerine geri oturdu. Kaşlarının altından kadına bakarak homurdandı.
"Görelim marifetini, hoşnut kalmazsam bir daha adımımı atmam buraya!"
Eleni av görmüş tazı gibi yerinden fırladı ve kalçasını sallaya sallaya odadan çıktı. Kadın odadan çıkınca Murat ipekli minderlere iyice yayıldı. Öfkelenmesi iyiydi, Eleni'nin panikleyerek Bianca denen kadını uysal davranması için uyaracağını düşünüyordu ve bu korkuyla kadının ağzından laf alması kolay olacaktı.   
***
Beklediği oda renkli minderler ve egzotik tüllerle kaplı bir oturma odasıydı, asıl yatağın bulunduğu oda yandaydı ve şu anda kapısı kapalıydı. Müşteriler bu odada eğlenir sonra diğer odaya geçerlerdi. Eleni ona iltimas geçip en konforlu odaya getirmişti onu. Cebi dolu olanların alındığı bu odada hafif kokan bir tütsü dahil birçok cazibeli eşyalar da hazır bulunuyordu. Murat kızın gelmesini beklerken hizmetli kızların önüne sofrayı kurmasını izledi.
Ona hizmet eden kızlardan biri de asıl görevi başka olsa da ona içki sunmak için geride kalmıştı. Danteller ve satenler içindeki esmer güzeli doldurduğu rakı kadehini Murat'a uzatırken gözlerini süzdü.
"İlk ikram benden olsun beyzadem." diye fısıldayarak çekici bakışlarını onun yüzüne dikti. "Belkim fikrini değiştirirsin."
Kızın elinden kadehi aldı ve sırıttı. "Bir dahaki sefere güzelim." dedi ve kadehin yarısını mideye gönderdi.
Kız kıskanç bir tavırla burnunu havaya dikti ama ısrar etmedi. Genç adamı yalnız bırakırken isteksiz adımlarla odadan çıktı. Kapıdan çıkarken Bianca denen hatun da kızı küçümseyen bir bakış atarak odaya girdi. Murat kızın kapıyı kapatmasını ve ona doğru salınarak yürüyüşünü seyretti. Kadının kendine çok güvenen bir havası vardı, ilk önce bu kendini beğenmişliği yok etmeliydi, sonra ağzından laf almak kolay olurdu. Kadının görevini yapmasına izin verdi, ne de olsa iyi para dökmüştü bu İtalyan dilberine. Parasının karşılığını almasa olmazdı. Ayrıca zevkli bir yatak güreşinden sonra onu işbirliği için ikna etmesinin de daha kolay olacağına emindi.
Düşündüğü gibi de oldu. Bianca diğer müşterilerinden çok farklı olan bu genç ve yakışıklı adamdan fazlasıyla etkilenmişti. Güzelliğini, vakur ve kibirli bir ifadeyle süzmesi içini titretmiş, daha ilk dakika da ılık kanını fena halde ateşlemişti. Saçı sakalı ağarmış koca göbekli adamları içki sofrasında eğlendirmekten iyice bezdiğinden bu hoş delikanlı ona ballı şerbet misali tatlı gelmişti. Onun dilini de biliyordu... Hem konuştuğu hem arzuladığı...
Eleni'nin evinde çok sıkılıyordu, kızlarla anlaşamaması bir yana hapis hayatı yaşamaktan iyice bunalmıştı. Edip denen herifin söz verdiği ödülü hala alamaması nedeniyle de, rahat bir hayat sürme umudu da gün geçtikçe kayboluyordu. İstanbul'a gelirken Eleni karısının evinde ensesi kalınlara özel muamele yapma hayaliyle gelmemişti. Bu büyük ve gösterişli şehirde keyif sürme maksadıyla Edip Nuri'nin emrini yerine getirmişti. Aşağılık adamın onunla işi bitince arayıp sormamasından dolayı da çok kızgındı.
İstanbul'daki bu hayatı İtalya'daki hayatından kat be kat rahattı fakat ona verilen sözler yüzünden daha iyisini istiyor ve hak ettiğine inanıyordu. Edip'in teklifinden sonra fahişe iken bir de katil olmuştu ve hala Eleni'nin ona layık gördüğü adamları eğlendiriyordu. Yatak arkadaşlığına pek lüzum olmuyordu ama içki sofrasında meze olmak da çok sıkıcıydı.
İçine düştüğü bu bunalımın ortasında gelen bu yeni müşteriden ayrı hoşlanmış ve onun da kendisini beğenmesi için tüm hünerlerini bu yakışıklı adama göstermişti. Madam Eleni'nin bu genç adamdan ürktüğünü fark etmişti, o kadar kodaman adamlardan sonra bu delikanlıdan çekinmesi ilginçti.
Bianca bunca kurguyu kurnaz aklından geçirirken bir yandan da mesleğini büyük zevkle icra ediyordu. İsminin Osman olduğunu öğrendiği adam ondan ziyadesiyle hoşnut kalmış olacak, terleriyle ıslattıkları döşekten kalkıp giyinirken ona bir teklifi olacağını söylemiş ve diğer odaya geçmişti. Bianca az önce yaşadığı anların hazzıyla hemen üstüne bir sabahlık alıp bir köle misali Osman'ın peşine düşmüştü.
Hayatı boyunca bu kadar onu kendinden geçiren bir adamla karşılaşmamış ve ilk görüşü olmasına rağmen genç adamın büyüsüne kapılmıştı. Genç adamın bedenindeki yara izleri, onun ne yaman bir erkek olduğunu ilan ediyordu. Güzel bedeninde bu denli çok yara izini saklayıp hayatta kalan bir adamdan korkmak gerekirdi. Ona ne teklif edeceğini deli gibi merak ederek Osman'ın dizinin dibine kıvrıldı.
Murat tuzağa düşen kuşu kuşkulandırmadan onu beğendiğini ve isterse evden çıkartabileceğini söyledi. Kadın zaten dünden razıydı, sadece Eleni ve bir adamdan dolayı çekingen olduğunu ima etti. Küçümser bir şekilde gülüp o iki kaltak ruhluyu dert etmemesini söyleyen genç kabadayıya kaderin bir oyunu olarak güvendi, bu adam bir şekilde otorite yayıyor ve boş konuşmadığı belli olan bir izlenim veriyordu. İnsan sarrafı olan Bianca, Osman isimli adamın dediğini yapacak kudrette olduğuna inandı ve teklifini kabul etti.
Bianca'nın inancını alarak Eleni'nin odasına yollanan Murat, fazla konuşmasına gerek olmadan Bianca'yı bir süreliğine almak istediğini söyledi ve dini imanı para olan kadının önüne bir deste kağıt para attı. Önündeki mangırları gören Eleni'nin aç gözleri bu anlaşmayı hemen kabul etti. Bianca'yı çok sunamıyordu ve şu anda eline geçen para kadının şimdiye kadar kazandıklarından fazlaydı. Gerekli izni alan Murat,Bianca'yı alarak evden çıkarken planının zor kısmını halletmenin rahatlığıyla kiraladığı arabaya kuruldu. Araba kızı sorgulayacağı eve doğru sallanarak ilerlerken Murat'ın hesapçı ve dikkatli bakışları hala ona göz süzen kızın üzerindeydi.Bakalım zevk ve konfor umuduyla onun peşine takılan bu hoş dilber işbirliğine devam edecek miydi? 
***
Salih şifreyi kağıda yazarken başka bir şifre kullandığından ağrıyan başını fazlaca zorluyordu. Bu baskı yüzünden baş ağrısı iyice dayanılmaz bir hale gelmişti. Deşifre etmenin heyecanı ve işi bitirmenin acelesinden de bırakıp dinlenmek istemiyordu. Kapının açıldığını da bu nedenle fark etmedi. Ne zamandan haberi vardı, ne de kendinden...
Edip Nuri büyük bir ciddiyet ve dalgınlıkla önündeki kağıda eğilmiş genç adama bir süre baktı. Az önce Eleni'nin evine gönderdiği Ruhi Bey'den aldığı bilgi keyfini yerine getirmişti, Salih'in gayretli çalışması da gönlünü ferahlattı. Osman sayesinde Mehmet Kemal ile olan bağlantısı öbür dünyayı çoktan boylamış olmalıydı, Salih sayesinde de büyük kurula deşifre edilmiş evrağı teslim edince önemli görevini alnının akıyla başarmış olacaktı.
Zihnini kurcalayan tek sorun Osman denen sapkının Salih'i uygunsuz bir şekilde sıkıştırıp genç adamın canını sıkması olabilirdi. Salih'i bu hassas zamanda kızdırmak istemezdi. İlgisini çekmek için seslice boğazını temizledi. Tepki alamayınca biraz daha seslice öksürdü. Salih uykudan uyanır gibi başını kaldırıp boş bakışlarla ona bakınca konuştu.
"İşi bitirecek gibisin Salih, maşallah bu ne azim!"
Salih kızarmış gözlerini ovuşturarak ellerini saçlarına attı. Kasılmış omuzlarını doğrulturken adama cevap verdi.
"Daha çabuk olsun isterdim ama şifreci pek usta çıktı." Sakin bakışlarla ona doğru yürümeye başlamış Edip'e baktı. "Kimdir öğrenebilir miyiz acaba?"
Edip Nuri acelesiz hareketlerle sandalyeye oturup kıyafetini düzeltirken Salih'in ondan cevap bekler vaziyette izlemesinin tadını çıkardı. Bu adama hemen cevap vermek hatta hiç cevap vermek zorunda olmaması ne güzel bir histi. Yakında etrafındaki herkese aynı kibirle davranabilecekti, Nejat Bahri'ye dahi. Kendi kendine verdiği payeye dayanarak yanıt bekleyen Salih'in sorusunu önemsemez bir tavırla başını kaldırdı.
"Biraz mola ver bakalım, seninle sohbet edelim."
Salih'in ifadesiz ama buz gibi bakışları görünce biraz tedirgin oldu. Acaba sorusunu yanıtlamalı mıydı? Ya onun işine yarayacak bir bilgiyse? Bakışlarını odada gezdirmeyi tercih etti, bu adam onu kararsız bırakmıştı ve durum hiç kabul edilir değildi. Amir olan o iken Salih'in sessizliği karşısında çözülecek hale gelmesine için için öfkelendi. Alışmalıydı, hükmetmeye alışmalıydı.
"Seninle daha önce konuştuğumuz bir konu vardı hatırlarsan." dedi ve cesaretini toplayıp yorgun olmasına rağmen hala yanan gözlere doğru baktı. "Osman hakkında."
Salih hoşnutsuz bir tavırla sandalyeye yaslandı. İşin aslı Edip'in şehir dışındaki o köşkte olan biteni merak etmesinden bıktığı içindi bu hareketi. Fakat Edip bunu yanlış anladı. Osman'ın niyetinden haberdar olduğu için huzursuzlandığını sandı. Niye sanmasın ki, Edip'in sabahtan beri korktuğu konu buydu ve Salih'in hareketlerini yorumlarken tarafsız olamıyordu.
"Ondan hoşlanmadığının farkındayım Salih, sana hak vermemek mümkün değil. Bazen çok..." dedi ve durakladı. Amacı Salih'in ağzını yoklamaktı ama kendisi açıklama yapıyordu. Zayıflığına sinirlenerek derin bir nefes aldı. "Her neyse, madem evinde daha iyi çalışacaksın gitmene bu saat itibarıyla izin veriyorum."
Osman gelmeden git diyemedi. Onun yerine otoriter görünmeye çalışarak ekledi. "Bir şartım var. Osman ile katiyen görüşmeyeceksin."
"Onunla görüşme gibi bir isteğim zaten yok Edip Nuri Bey. Teşkilatın doğası gereği karşılaşıyoruz."
Salih bu adamın değişken emirlerine şaşırsa da belli etmedi. Kimseyi kuşkulandırmadan evine dönebilecekti, daha ne isterdi ki. Edip gerginliğini bir parça üzerinden attı. Osman, Salih'i sıkıştırmışsa da niyetini tam olarak açık etmemiş olacak saf delikanlı uyanmamıştı. Yine de merakına engel olamadı. Kuşkulu bir bakışla Salih'in tepkisine dikkat kesilerek sordu.
"Osman da tuhaf eğilimler sezdin mi?"
"Ne gibi tuhaf eğilimler?"
"Yani sana karşı olan ilgisini nasıl değerlendiriyorsun?"
Salih adamın zırvalarıyla zaten ağrıyan başına işkence yapmak istemediğinden öylesine cevap verdi. "Benimle olan derdini siz daha iyi bilirsiniz Edip Nuri Bey. Ben sadece kendisinin sadist hareketleriyle baş etmeye çalışıyorum."
Sadist! Edip doğru bir karar aldığını düşünerek doğruldu, yani doğrulmaya çalıştı. Salih'i temelli şüphelendirmeden Osman'dan uzak durabileceği evine göndermeliydi.
"Ben bilirim tabi, yine de sana tavsiyem ziyaretine gelirse kabul etme. Benim emrim olduğunu söylersin ki, zaten öyle. Teşkilatın sorumlu amiri olarak, elemanlarım arasında gereksiz bir yakınlık kurulmasını tasvip etmediğimi bilesin. Şifreyi çözeceğin kodu bulur bulmaz seni bekliyorum."
Salih sakince başını salladı, kodları çoktan bulduğunu saklayarak. Artık deşifre bir zaman meselesiydi. "Elbette beyefendi."
Edip Nuri odadan çıkarken verdiği bu emrin ne kadar hayati bir emir olduğundan habersiz amirlik yetkilerini uygulamanın ona verdiği tatminle sırıtıyordu. Salih'i salıvermesinin başına saracağı tehlikeyi bilseydi, adamı değil köşkten çıkarmak odadan dahi çıkartmazdı. Olaylara karşı mükemmel bir yöneticilik sergilediğini düşünürken aslında kendi ipini çektiğinin farkında olmadan gururlu adımlarla odadan uzaklaştı. Ne kadar da yüce ve zeki bir insandı o...   
***
Salih köşkten koltuğunun altında bir dosya ile çıkarken yorgunluğunu unutmuşçasına enerjikti. Bir an önce konağa gidip Yasemin'i görmek istiyordu. Onu nasıl karşılayacağı önemli değildi; Salih, Yasemin'e bir şekilde yakın olsun da, başka mutluluk hayal edemiyordu. Nasıl bir muhtaçlıksa bu... Genç kızın varlığını yanında hissetmeyi özlemişti.
Akşam karanlığında iyice boşalmış yokuş aşağı yolda ilerlerken arkasından gelen tıkırtıyı geç fark etti. Kucağındaki dosyaya sıkıca sarılarak yolun kıyısına geçti ve olmadığını bilmesine rağmen kiralık bir araç bakınma bahanesiyle etrafa bakındı. Hemen arkasından gelen yaylı küçük at arabasını ve sürücü yerinde oturan genci görünce bu sefer de onları izleyen biri var mı diye bakındı. Yaylı, Salih'in yanında yavaşlayınca Salih düşünmeden arabaya atladı. Yolun aşağısına değin konuşmadılar, Salih ise huzursuzca arkasına bakmadan duramıyordu.
"Takip eden yok Salih abi" dedi genç. Omzunun üstünden ona bakıp sırıttı. "Bizi izleyecek adamı kalmadı dert etme sen."
Salih koltuğa yaslanıp ona sırıtan gence baktı. "Beni beklemeni mi söyledi?"
"Akşama çıkar, onu alıver dediydi ama ben bu kadar erken olacağını tahmin edemedim. Az kaldı seni kaçıracaktım."
Genç önüne dönüp yavaş atı dehledi. Salih bu yaştaki bir çocuğun Murat'la ne işi olur diye düşünmeden edemedi. Zayıf ve çelimsiz bir bedeni vardı ama sevimli yüzü ona aşina geldi.
"Sen beni daha önce takip ettin mi?"
Çocuk başını salladı. "Evet abi, başına bir iş gelmesin diye seni izlememi istemişti."
"Adın ne senin?"
"Mustafa" dedi çocuk.
"Peki, Mustafa şimdi nereye gidiyoruz?"
"Sana bir haber vereceğim sonra istediği yere bırakacağım abi" dedi. "Nereye gitmek istersin?"
"Haberin ne?"
Mustafa arabayı yavaşlattı, elindeki kayışı demire dolayıp tek hamlede ondan yana geçti. Başındaki kasketin altından dağınık kahverengi saçları taşıyordu. Kirli değildi ama öyle şekil verilmişti ki, gören sokak çocuğu sanırdı. Kalınca kaşlarının altındaki kahverengi gözlerinden zeka fışkırıyordu. Haberi verirken hızlı ama sessiz konuştu.
"Paşayı öldüren kadına ulaşmış, sorgulayacakmış, bunu söylememi istedi. İtiraf ettirebilirse o herifin ipini çekeceğim, dedi."
Lafı bitince aynı çeviklikle sürücü yerine zıpladı. Salih şaşkınca baktı kaldı. Birkaç saatte Murat'ın bu kadar ilerlemesi hayret vericiydi, daha sabah kadının kim olduğunu bilmezken şimdi onu sorguya çekecek duruma gelmişti. Şaşkınlığını üzerinden atmaya çalışarak Mustafa'ya doğru eğildi.
"Kaç kişisiniz siz? Kaç yardımcısı var?"
Mustafa kasketini geriye atarak gururlu bir havayla doğruldu. "Sadece ben abi, başkasına ne gerek var?"
Gülümsedi. İnanmadığından değil, çocuğun gururlu cevabı çok hoşuna gitmişti. "Şimdi o nerede?"
"Daha önce gittiğiniz evdeler, kadını sorgulayacak."
Salih o sorgulamada bulunmak istemedi, çapkınlığı tasdiklenmiş şehzadenin insanın ağzından laf alma tekniklerinden az buçuk haberdardı. Mustafa'ya konağa gitmelerini söyledikten sonra koltuğuna gömülüp kendi sorununu düşünmeye başladı. Acaba Yasemin onu nasıl karşılayacaktı?
***
Salih konağa doğru ilerleyedursun, Murat öğrenmek istediği lafları kadının ağzından almıştı. Hovarda rolünü atıp külhanbeyi kılığına bürününce, kadın şaşkınlığından olan biteni en ince ayrıntısına kadar anlatıvermişti. Kadına verilen ölümcül tertibatın Ruhi denen iksir ustası adamın elinden çıkma olduğunu anlayan Murat, yaşlı adama daha bir kinlenmiş, emir kulu olmasına aldırmaksızın intikamını almaya ant içmişti. Soyu ve ameli karışık olan adam baştan beri onun canını sıkıyordu.
Hava kararmaya başlamıştı, küçük çiftlik evinin tek odasına kadını bıraktıktan sonra nefeslenmek için dışarı çıktı. Sıcaktan kurumuş otların arasında evi tavaf ederken ne yapacağını düşünüyordu. Kadını burada bırakamazdı, Mustafa'ya emanet edemezdi. Çocuğa güvenmediğinden değil ama çocuğun saraya dönmesi lazımdı. Derslerinden geri kalmasına gönlü razı değildi. Kadını saraya götürmek de sakıncalıydı. Ne yapacağını düşünürken eski bir yaylının toprak yoldan geldiğini gördü. Arabanın yanaşacağı yere dikilip bekledi. Mustafa tek başına değildi, Murat bu güzel sürpriz karşısında gergin dudakları gevşedi ve gülümsedi. Bu süt çocuğu paşazade arada işe yaramıyor değildi.
"Hızır mısın mübarek!"
Salih küçük yaylıdan elinde bir kağıt destesiyle atlayıp ona seslenen Murat'a doğru yürüdü. "Hayırdır, azar beklerken coşku görmemin nedenini merak ettim doğrusu."
Salih evinin yolunda fikir değiştirip Murat'ın yanına gitmek istemişti. Şifreyi çözmesine ramak kalmışken evine kapanırsa, aklını veremeyeceğini düşünüyordu. Çünkü Yasemin uzaktayken dahi onu meşgul ederken yanı başında olması temelli dikkatini dağıtacaktı. Bu yüzden özlemine bir süre daha katlanıp işini bitirdikten sonra tatlı eşinin yanına gitmek istemişti.
"Hapisten tez kurtulmuşsun."
Salih omzunu silkti. "Ben de anlamadım, adam çok dengesiz. Dün çıkamazsın işi bitirmeden diyordu, sonra sabahtan beridir, neredeyse kovmadığı kaldı."
Murat yarım ağızla sırıttı. Sebebini biliyordu elbette, en az bizim kadar. Şu hallerini görseydi Edip acaba ne düşünürdü? Murat gerindi.
"Siktir et, dürzüyü. Sana bir işim düştü benim."
Salih, Mustafa'nın yaylıyı arka tarafa götürmesini izlemeyi bırakıp Murat'a döndü. "Nedir?"
Ne ilginçti? Murat saraydayken şehzadeliğinin verdiği tüm haşmeti yansıtırken şu bakımsız çiftlik evinde her zamanki Osman olmuştu. Yine garip bir ruh haliyle saygı uyandırıyordu ama sonuçta şehzade Murat değil de Osman ile konuşur gibiydi. Salih genç adamın ciddi yüzüne bakınca Murat başıyla evi gösterdi.
"Karı içerde, başını bekleyecek biri gerek. Ben saraydan dönene dek kadını burada zapt edebilir misin paşazade?"
"Ederim." dedi ve biraz çekinerek sordu. "Kardeşin... O nasıl?"
Murat'ın kalınca biçimli kaşları çatıldı ve burnunu kırıştırdı. "İyi, iyi"
İyiydi ama o gün ki kavgalarından sonra tek kelime etmeden odasında oturuyordu. Nefes alıp arada iki yudum çorba içmese öldü sayılabilirdi. Odanın köşesini yer bellemiş, konuşma yok, tepki yok, bağdaş kurup öylece yere bakıyordu. Ferhat Paşa, Selim'in bulunduğunu padişaha söylemeleri gerektiğinde ısrarlıydı ama Murat istemiyordu. Kardeşinin durumunun ne kadar hassas olduğunu görmekten çok hissediyordu. Bir zamanlar hayat dolu bir çocuk olan Selim tam anlamıyla çökmüş ve harabeye dönmüştü. Ve bu harabenin derinliklerinde kımıl kımıl oynayan bir delilik canavarı vardı. Onu uyandırmayı istemiyordu. Çünkü yaşananlardan sonra o kendi canavarını zor zapt etmişti. Selim'i bulma umudu olmasa katlanılacak işkence değildi. Onu sağlam tutan Selim idi ama Selim, böyle hayali bir dayanaktan yoksun kalmıştı. Önce onun ruhunu bu pislikten temizlemek icap ediyordu, sonra onların bu hale düşmesine seyirci kalan adamla yüzleşebilirdi.
"İşim fazla uzun sürmez, birkaç saate dönerim. Kadın pek cilveli ona göre ha!"
"Cilvesi beni alakadar etmez, sen yeterince ilgilenmişsindir."
Murat keyifle güldü. Salih ile tanıştığından beri daha fazla güldüğünü fark etmek tuhafına gitti. Bu çocukta gerçekten de şeytan tüyü vardı. Ciddi duruşunun altında samimi bir sıcaklık seziliyordu ve bu hali de nedense cazibeliydi.
"Uyarmadı deme de" diyerek evin arka tarafına doğru baktı. "Mustafa! Nerede kaldın lan?"
Mustafa sanki seslenmesini bekliyor gibi fırlayıverdi, elinde iki atın yularını çekerek onlara doğru geldi. "Buradayım abi! Atları çözüyordum."
"Çok yavaşsın be Mustafa, hadi gece olmadan dönelim." Sonra Salih'e döndü. "Evde yiyecek içecek var. Kadın uyuyordu en son bıraktığımda, gözünü biraz korkuttum sen de oyuna devam edersin."
Atın yularını tuttu ve bir hamlede üstüne bindi. Boynunda sallanan kumaşı başına sardı ve yüzünü yarı yarıya gizledi. Atını yola döndürerek Salih'e seslendi.
"Bize eyvallah!"
Mustafa üstünü değiştirmiş, üniformaya benzeyen temiz bir kıyafet giymişti. Az önceki paspal haliyle arasında tek benzerliği, dağınık şekillenen kahverengi saçlarıydı. Onları da Murat'ı taklit eder bir hareketle, boynundan sarkan kumaşla örttükten sonra Salih'e ciddi bir selam verdi ve atını dehleyerek Murat'ın peşine düştü. 
Salih ikilinin ardından baktıktan sonra eve yöneldi. Koltuğunun altındaki evrakları sıkıca tutarak tek gaz lambasının aydınlattığı küçük odaya adım attı. Evin ikinci odasının kapısı kapalıydı ve ses gelmiyordu. Toz kokan odayı havalandırmak için küçük pencereyi açtı ve minderin üstüne geçti. Kâğıtları önüne açtı, çalışmaya başladı.    



Hiç yorum yok:

Seri Hikayelerin Düzeni

TUTSAK SERİSİ 1. Kitap    Tutsak 2. Kitap    Anahtar 3. Kitap    Dünya 4.Kitap    Cehennem Hikayelerin dizilişi bu şekildedir. Diğer ...