Nelai geçit rünlerini hazırlarken küçük bir değişiklik yapmıştı. Bu değişikliği fark etmek için Ghoar'dan çok daha zeki bir yaratığın dikkati gerekiyordu. İçinden Ares'in mesajı almış olmasını umut ederek küçük odasında üstünü değiştirdi. Kirke'nin isteğiyle, onunkine benzeyen uzun siyah bir elbise giydi. Bedenini sıkıca saran üst kısım belinden sonra genişliyordu. Etek uçlarındaki siyah pırıltılı işlemeler dışında, yas elbisesinden farkı yoktu. Saçma bir tören için bu denli özen istemesine anlam veremiyordu ama aniden kontrol edemediği bir panik haliyle ürperdi.
Ya Loki ile işbirliği yaptıysa...
Çabucak hazırlandı ve ana salona doğru yollandı. Gördüğü manzara karşısında buz keserek durakladı. Salonda görmeyi hiç istemediği adam kaidenin yanına zincirlenmişti. Adonis ayaktaydı ama sanki kurban edilecek oymuş gibi kaideye yakındı.
Geçitleri güçlendirmek için üç tane cadı, rün dairelerin başına geçmişti. Kirke ise Loki'nin yanında bastonuna dayanmış duruyordu. Onun varlığını ilk fark eden de Kirke olmuştu.
"Sonunda gelebildin Nelai!" dedi ve eldivenli elini salladı. "Yaklaş!"
Nelai herkesin ona baktığının farkında olarak duruşunu düzeltti ve sakin adımlarla Kirke'ye doğru yürüdü. Özellikle Adonis'e bakmıyordu. Kaidenin soğukluğunu salondaki büyü yoğunluğuna rağmen hissetmek paniğini temelli yükseltiyordu. Kirke'nin önünde durduğunda Loki'nin küçümseyen sesi sessizliği bozdu.
"Bu haline bakıp ateşli bir succubus olduğunu unutmak çok kolay olurdu." Dedi ve Kirke'nin yanından ayrılıp ona yaklaştı.
Nelai hissettiği nefreti saklayarak duygusuz durmaya gayret etti. Loki onun yüzüne doğru eğildi ve fısıldadı.
"Fakat unutamıyorum. Vaadimi sen hatırlıyor musun?"
Nelai adamın soğuk bakışlarına gözlerini dikip sessizliğini korudu. Loki'nin gözleri öfkeyle kısılırken Kirke araya girdi.
"Loki sabırsızlığın canımı sıkıyor. Yanıma gel Nelai!"
Nelai adamdan gözlerini ayırmadan yana çekildi ve başını çevirip Kirke'ye doğru yürüdü. Kalbi boğazındaydı, belki bu yüzden gözleri Adonis'in olduğu yere kaydı. Sevdiği adam ondan nefret ediyordu ama Nelai için onun yüzüne bakmak bile gücünü toplamasına yardım edecekti.
Adonis yumruklarını sıkmış, kaşlarının altından Loki'ye bakıyordu. Son gördüğünden daha harap durumdaydı. Bileğini saran kelepçeler ve birleştiği zemine uzanan zincirler kana bulanmıştı. Yüzü bembeyazdı ve gözlerinin altı çökmüştü. Bu haldeyken bile salondaki en göz alıcı kişiydi.
Nelai hemen bakışlarını kaçırdı. Kirke'nin ona doğru döndüğünü fark etmişti. Kadın ona duvağını çözmesini söyleyince, duvağı kadının başına sabitleyen bağları çözdü ve dantel duvağı çekti. Kadın hatırladığından çok daha yaşlıydı.
Saçları beyazlamış ve yüzünün kırışmadık yeri kalmamıştı. Gözleri bulanık bir griydi ve göz yuvalarının içine iyice çökmüştü. Dişleri de saçları gibi seyrekti. Yüzü bedeninden daha kötü çökmüştü.
"Lanet olası, bu kadar çirkin olabileceğini düşünmemiştim!"
Kirke yavaşça sesin sahibi olan Loki'ye döndü. Loki iğrenerek yüzünü buruşturdu.
"Lütfen şu duvağı başına tak. Midemi bulandırıyorsun."
Kirke küçülmüş gözlerini Loki'den alarak Adonis'e çevirdi. Adamın tiksinmesi umurunda değildi. Nelai kadının ne yapacağını merak ediyordu ve bu yüzden ilgisini kendi üzerine çekmeliydi.
"Sözünü tutacak mısın Kirke?"
Kirke ona bakmadan konuştu. "Söz mü?"
Nelai kadının fikrinden caydığını düşünerek öfkelendi ve kadının karşısına geçip manzarasını kapattı. Kirke'nin üstüne yaptığı laneti kaldırmasını umuyordu çünkü bu lanetin giderek güçlendiğini hissediyordu. Kirke, Nelai'ye eğer lanetine teslim olursa bir felakete dönüşeceğini söylemişti, o yüzden asla uyandırmamalıydı.
Kirke onu daha küçükken lanetlemişti, emirlerinden dışarı çıktığı için cezalandırmıştı. Ghoar'ın muhbirliği sonucunda aldığı cezaların en ağırıydı. Kirke onu lanetlediğini söylemişti ve eğer lanetinin güçlenmesine neden olursa, Nelai delirerek ölecekti. İblis enerjisiyle diğer yanını dengeleyebileceğini söylemişti.
"Laneti kaldır Kirke!" dedi sertçe, sinirine hakim olamıyordu.
Loki'nin sesi yeniden duyuldu. "Neden bahsediyorsunuz siz? Kirke beni daha ne kadar bekleteceksin?"
Kirke bakışlarını Nelai'ye doğrultmuştu. Loki boşuna söylenmeye devam etti. Yüz ifadesi keyifliydi.
"O hissettiğin güç, lanetten kaynaklanan bir enerji değil. O senin doğumundan beri hak sahibi olduğun büyü gücüdür. Bastırmaya çalışman senin saflığındı." Dedi yavaşça. "O sana ait bir güç ve işin aslı, o gücü senden alabilseydim çok hoşuma giderdi. Ne yazık ki, yapamam. Ghoar!"
İmp, cadının yanında belirirken duydukları yüzünden Nelai afallayarak geriledi. Lanetini güçlendirmemek için onca uğraş boşuna mıydı? Kirke dişsiz ağzıyla sırıttı.
"Bu sorunu çözdüğümüze göre; aşığının hayatı için neleri feda edebilirsin, onu öğrenelim."
Başını hızla kaldırıp önce Kirke'ye sonra da Adonis'e baktı. Kirke devam etti.
"Beni kandıracağını mı düşündün küçük kız? Seni uyarmıştım değil mi? Aşık olmanın ne kadar tehlikeli olacağını ve lanetini uyaracağını söylemiştim. Sen ne yaptın?"
Loki yeniden araya girmeye kalktı. "Saçmalamayı bırak cadı..."
Kirke elini sallayınca Loki aniden taş kesildi ve olduğu yerde heykel misali kalakaldı. Kirke konuşmaya devam etti.
"Kendine ne çok güveniyordun, değil mi? İşin garibi, ben de sana güvendim. Adonis'e rast gelene dek, hiçbir hata yapmamıştın."
Kirke Adonis'e doğru yürüdü. "Sana hak verdiğim için hala hayattasın Nelai." Dedi Adonis'i süzerek. "Benim yaşlı ruhumu bile canlandıran bir erkeğe senin karşı koyabilmen gerçekten büyük bir başarı. Ben olsam, senin kadar direnemezdim."
Kendi şakasına kıkırdayan kadın bastonuna dayanarak Nelai'ye döndü. Nelai göğsünü sıkıştıran hisse dayanarak zorlukla konuştu.
"Şimdi ne yapacaksın?"
Adonis zincirlerini yeniden zorlayarak bağırdı. "Ona teslim olma Nelai!"
Kirke adamın lafına sadece sırıttı. Nelai teslim olmasının sonucunu tahmin edemiyordu çünkü Adonis'in kurban edilme olasılığı yüzünden çok kokuyordu. Kirke'nin gücüne defalarca şahit olmuştu ve söylediğini yapacak kudreti olduğunu biliyordu.
"Adonis'in hayatı için bana ne verebilirsin?" dedi Kirke.
Ağlamamak için nefeslendi ve titreyen bir sesle cevapladı.
"Beni kurban edebilirsin." Kemerine sıkıştırdığı ambrosiayı çıkarttı. "Ölümsüz bir beden mi istiyorsun, yapabilirim."
"Nelai, ondan korkma!"
Nelai Adonis'in çırpınışına bakmamaya çalışıyordu ama Kirke'nin arkasında duran adama gözü kayıyordu. Yaşlar yanaklarına dökülürken Kirke'ye yaklaştı.
"Beni kurban et Kirke, asla karşı koymam."
Kirke kısa bir nefes aldı. İstediğini elde etmiş bir yılan gibi doğrulup bastonunu yana aldı.
"Seni kurban edemem, kaide dayanmayabilir fakat başka bir konuda bana yardımcı olabilirsin."
"Ne olursa, yeter ki Adonis kaideden uzak dursun."
"Kabul etme!"
Adonis'in sesini duymazdan gelen Nelai tüm dikkatini kadına verdi.
"Sözünü ettiğim yardım için senin yeminin gerekli. Gönüllü olduğun konusunda yemin edeceksin ve ben de senin fikrini kabul edeceğim."
"Ederim." Dedi gözlerinden akan yaşı silerek doğruldu.
"Sözlerimi eksiksiz ve itirazsız yerine getirecek misin?"
Nelai başını salladı. "Adonis yaşadığı sürece hiçbir emrinden dışarı çıkmayacağım."
Kirke, Ghoar'a döndü. "Şahit olmaları için muhafızları çağır."
Ghoar gözden kaybolunca elini sallayıp Loki'nin büyüsünü bozdu. Adam kaldığı yerden öfkesini kusmaya devam edecekti ki, değişikliği fark edip durakladı.
"Neler oluyor burada?"
"Hiçbir şey..." dedi Kirke.
"Loki, Ares'e gitmelisin!" diyen Adonis, adamın ilgisini boşuna çekmeye çalışıyordu. "Cadı sana da yalan söylüyor!"
Loki aldırışsızca suratını çevirmesi Kirke'yi sevindirdi. Kibirli adamın aptallığı nihayet işe yarıyordu. Bastonuna dayanarak adama doğru yürüdü.
"Sıra sana geldi Loki, geçitler açıldığı anda yaratıklarını gönder."
"Onlar çoktan hazır cadı ve benden uzak dur. Çirkinliğin korkutucu boyutta, beni rahatsız ediyorsun."
Kirke omzunun üstünden Nelai'ye bakınca işareti alan Nelai hızlı adımlarla cadıların önündeki enerji rünlerine yürüdü. Büyüyle rünleri canlandırdıktan sonra cadılara beslemeye devam etmeleri için teslim etti. Adonis'in uyarılarına kulak tıkıyordu çünkü vaz geçeceği bir konu yoktu. Amacı belliydi.
Geçitler açılınca Kirke'nin yanına dönmek için adımladı ama Kirke'nin sesiyle duraklayıp arkasına baktı. Tamamen unutmuştu. Geçitleri canlandırdığı anda Olimposlular için açtığı boyuta da güç vermişti. Ve üç kişi salonun ortasına yönlenmişti. Aynı anda da salonun dört tarafında muhafızlar müthiş enerjileriyle belirdi.
****
Adonis bağırmaktan boğazı acıyordu ve bileklerini koparırcasına çekiştiriyordu. Faydasızdı. Ne Nelai onu dinliyordu ne de ahmak Loki... Derken hiç beklemediği bir anda umut salonda belirdi. Ares, Eros ve Solan.
Solan halsizce yere düşmüştü ama Eros sayesinde toparlandı. Ares ise ikisinin önünde savaş duruşunu almıştı. İki yanına dikilen Eros ve Solan ile salondaki tehdit dengesi onlardan yana geçmişti. Adonis iki grubun arasında şaşkınca duran Nelai'ye seslendi.
"Ares'in yanına git Nelai! O seni korur."
Nelai'nin bakışları ona doğru döndü ama içlerinde hiç umut yoktu. Çıldıracak gibi oldu. Bu cadıdan bu kadar korkması akıl alır gibi değildi. Nelai'nin gözleri kısa bir an kaideye ilişti, sonra teslim olurcasına Kirke'nin yanına doğru yürüdü.
"Kirke!" dedi Ares. "Teslim olursan canını bağışlarım ve kalan ömrünü geçirmene izin veririm."
"Kalan ömrüm mü?" dedi Kirke isterik bir kahkahayla. "Kaç dakika acaba?"
Sonra yanında duran Nelai'ye bakarak konuştu. "Az daha unutuyordum. Bir an önce gençleşmezsem beni bekleyen güzelliklerden ayrı kalacağım."
Adonis, Ares'in hareketlendiğini gördü ve onun gibi Kirke de fark etmişti. Kadın iki elini havalandırınca yerden çıkan buz duvarı üçlünün onlara ulaşmaasını engelledi. Adonis arkadaşlarının kalkanı geçmeye çalıştığını görüyordu, başaracaklarını da görüyordu ama zamanları yetecek miydi, onu bilmiyordu. Ares Olimpos'un büyülerini kullanamazdı, dar alan ve kalabalık büyülerin etkisini ölümcül kılardı. Solan ise hala kendine gelmeye çalışıyordu.
"Çok dayanmaz." Diye mırıldanan Kirke'yi duydu. "Ambrosiayı yemelisin."
Nelai kemerinden çıkardığı meyveyi ağzına attı. Kirke ise bu arada şaşkınca olanları izleyen Loki'ye doğru elini uzattı. Adamın boynundan kopan kolye uçarak Kirke'nin avucuna düştü. Loki nektar kolyesinin alınmasına tepki verememişti bile. Ghoar denen imp büyülü bir bağla onu bağlamıştı.
Kirke diğer avucunu açtığında küçük bir kadeh belirdi. Kolyeyi kadehin içindeki suya sokarken bir peri büyüsü mırıldandı. Nektara dönüşen suyu içmesi için Nelai'ye uzattı.
Nelai ağlamayı bırakmıştı ve bomboş bakışlarla hala ona bakıyordu. Adonis yalvarırcasına, ona bakan kıza başını salladı.
"Yapma, lütfen..."
"Nelai!" diye uyaran Kirke kadehi ısrarla Nelai'nin önünde tuttu.
Başını çeviren Nelai, kararlı bir şekilde elini kadehe uzattı ve içti. Ölümsüzlüğü mühürlenirken kadehi yere bıraktı. Kirke kenarda bekleyen cadılara gitmelerini söyledi ve Kirke büyülü duvarı yeni bir büyüyle güçlendirdi. Kendisi doğrudan saldırmıyordu ve kaçmadığına göre aklında başka bir planı vardı.
Nelai'ye yeniden seslendi. Nelai ruhsuz bir ifadeyle Kirke'nin yanında durmaya devam ediyordu. Buzdan duvarın ötesinde kalan Ares öfkeyle duvara vurunca; devasa duvar sarsıldı ama kırılmadı. Solan'ın büyüsüne yeniden başlayıp kalkanı etkileyemediğini görünce Kirke keyifle güldü.
"Ne oldu Olimpos'un büyücüsü? Gücünü tam kullanamıyor musun? Ustanı izle ve bir şeyler öğren." Dedi ve Ghoar'a döndü. "Şu sersemi kaideye bağla ve büyüyü canlandır."
Ghoar hevesle ellerini yukarı kaldırınca Loki ağırlıksız gibi uçarak kaideye bırakıldı. Kaidenin damarları hayata dönerken Loki'nin gücünü emmeye başladılar. Ghoar büyüsünü mırıldanmaya devam ederek kanın dolmasını memnuniyetle izledi. Kaide hiç olmadığı kadar açtı ve taş çanağa dolan kan, az sonra Kirke için hazır olacaktı.
Adonis yanıbaşında olan olayla afallamıştı. Kirke ne yapmaya çalışıyordu? Derken Loki'nin cebinden fırlayan bir ışık camdan duvarı parçalayarak Solan'ın yukarı kaldırdığı eline dolandı. Adonis kalkanı yok eden ışıltının Artemis'in zinciri olduğunu hayretle gördü. Solan bileğine dolanan zincirle birlikte yeşil ışıklar saçarak Kirke'ye doğru yürüdü.
Panikleme sırası Kirke'ye gelmişti. Adonis, Kirke'nin ondan tarafa bakmasıyla, ardında bir hareket hissetti ama kaçınamadı. Çünkü büyülü zincirler onu tutmak için iyice kasılmıştı, kımıldayamadı. İki tane muhafız iki yanına dikildiğinde Kirke aralarında birkaç metre kalmış üç adama doğru döndü.
"Adonis'in hayatı bir sonraki adımınıza bağlı."
Ares öne geçip Solan'ı durdurdu. "Amacın ne Kirke?"
Kirke başını salladı. "İsterseniz göstereyim." Dedi ve yanında beliren Ghoar'ın uzattığı kan dolu kadehi başına dikti.
Kadehi impe geri uzatırken hızla gençleşmeye başlayan Kirke, hepsinin gözü önünde güzel bir kadın haline dönüştü. Siyah uzun saçlarını savurarak Ares'e sırıttı.
"Gösterimi beğendin mi?"
Ares yan gözle Adonis'e baktı. Muhafızlar Adonis'e çok yakındı ve ölümcül darbeleri için bir saniye bile yetecekti. Ares şu anda hiçbir şey yapamayacağına kanaat getirmiş olacak Kirke'ye geri döndü.
"Güzel bir kadını kim beğenmez? Madem amacına ulaştın, Adonis'i bırak ve biz de sessizce gidelim."
"Olmaz, Loki'yi kurtarmaya gelmenizi istemem."
Ares dikkatini kadından ayırmadan güldü. "Loki'yi o kayada sabit tutman için üstüne para bile veririm Kirke. O bunu çoktan hak etti."
Kirke başını yavaşça salladı. "Hayır Olimpos'un lideri, asıl oyunumu henüz izlemedin. Sen ve eşin için hazırlamıştım bu oyunu ama senin yerine Adonis geçti. Anahtarın yerine de benim tatlı Nelai'm geçti. Onu çok özleyeceğim ama anlaşma anlaşmadır."
"Nemesis'i çağıramazsın!" dedi Ares.
"Çağırabilirim, beni hafife alma Olimpos lideri!"
"Kimin bedenini kurban olarak kullanacaksın? Kendini mi?"
Kirke gülümsedi. "Kurbanım çoktan gönüllü oldu ve anahtardan daha iyi bir seçenek olacağını göreceksin."
"O bir succubus melezi." Dedi Solan. "Nemesis için kurban edilemez, saf bir dişi gerekli sana."
Kirke yan tarafında duran Nelai'ye bakarak mırıldandı. "O görebileceğin en saf bedene sahip." Sonra üçlüye döndü. "Bakire bir succubus kadar iradeli ve güçlü biri olabilir mi?"
"Seni son kez uyarıyorum!" diye kükredi Ares. "Bu saçmalığa bir son ver."
"Daha yeni başladım." Dedi Kirke ve ellerini öne uzatarak dehşetli bir sesle konuşmaya başladı.
Solan ve Eros Adonis'in yanındaki muhafızlara atılırken Ares de doğruca Kirke'ye saldırmıştı ama başaramadılar. Kirke'nin yarattığı bir büyü dalgasıyla geriye uçtular ve zemine sert biçimde düştüler. Kirke sert bir sesle kısa bir büyü daha mırıldandı ve ateşten oluşmuş iskeletler belirerek adamlara saldırdı. Üçü büyü ve ellerindeki silahlarla karşı koymaya çalışıyorlardı.
"Muhafızlar büyüyü canlandırın." Diyen Kirke, uzanıp Nelai'nin bileğinden tuttu.
"Sözünü tutma vakti!"
Nelai kadını çekiştirdi. "Adonis'e veda etmeme izin ver."
"Ne vedası?" diye konuşan kadının lafını kesti.
"Bana mecbursun Kirke!"
Kirke öfkeyle tısladı ama Nelai'yi bıraktı. Nelai tedirginliğini kenara bıraktı ve ona doğru yürüdü. Hisleri iyice birbirine girmişti ve Nelai'nin sözleri zihninde yankılanıyordu. Kalbi delice atarken, güvenini zedelediği için Nelai'ye çok kızgındı.
Nelai'nin yaklaşmasıyla iki yanında duran muhafızlar geriledi ve korkunç varlıkların baskısı üzerinden çekildi. Nelai onun önünde dizlerinin üstüne çöktü ve yüzünü titreyen elleri arasına aldı. Adonis yorgun bir sesle fısıldadı.
"Ona teslim olma Nelai. Onu sadece sen alt edebilirsin. Kabullenme."
"Yapamam Adonis, seni bu duruma düşüren benim. Ölmeni seyredemeyecek kadar bencil biri olduğum için üzgünüm."
"Ares bizi..." Nelai buza dönüşmüş parmaklarıyla onun dudaklarını örttü.
"Yapamaz. Beni af etmeyeceğini biliyorum Adonis." Dedi ve elini onun kalbinin üstüne kaydırdı. Ona uzanarak yüzünü yüzüne yaklaştırdı. "Yine de son öpücüğümü ret etme. Elveda Olimposlu."
Adonis donup kalmıştı. Nelai gözlerini kapatıp dudaklarına uzandı ve usulca kavradı. Nefes büyüsünü hissetmeyi bekledi nedense ama başka bir tatla karşılaştı. Nelai dilini kullanarak onun dudaklarını aralamaya çalışırken dudağına bulaşan kanın tadını aldı. Nelai'nin yapmaya çalıştığını nihayet kavradı. Onu etkisizleştirmek değil ona güç vermek istiyordu.
Kelepçelerine rağmen ellerini kaldırdı, parmaklarını Nelai'nin uzun saçlarına geçirdi ve şimdiye kadar kimseye duymadığı bir tutkuyla kalbini tamamen ele geçiren kadını öptü. Dilini emerken bedeninin enerjiyle dolduğunu hissetmek ve Nelai'nin kollarında olduğunu bilmek başını döndürüyordu. Nelai'nin onu yanıtlaması ise kalbini aşkla dolduruyor ve daha hızlı çarpmasına neden oluyordu.
Aniden bu cennet elinden alındı. Nelai'nin geriye çekilmesiyle nefes nefese kaldı. Nelai kendi isteğiyle ayrılmamıştı, Kirke kızın saçlarından tutup çekmişti. Kendine gelmeye çalışan kızı sertçe çekerek ondan uzaklaştırdı. Uzanmaya çalışması boşunaydı. Kan sayesinde uzun zamandır nektarsız kalan bedenindeki güç onu afallatmıştı. Dönen başını tutmak için elini alnına dayadı sırada Kirke'nin öfkeyle bağırdığını işitti.
"Sözünü tut Nelai!"
****
Başını kaldırıp onu izleyen Nelai'ye baktı. Gözleri hissettiği duyguları engelsizce yansıtırken hareketleri cansızdı. Adonis ayağa kalkmaya çalıştı ama zincirlere takıldı. Öfkeyle zincirlere asılınca zincirler koptu. Kirke ondaki değişimi fark etmişti, çıldırmış gibi elini ona uzattı ve alevli bir kamçı ona uzandı. Adonis alevli kamçıyı koluyla durdurunca kamçı koluna sarıldı. Canını hiç yakmayan büyüyü etkisizleştirmek zor olmadı.
Kirke, Nelai'ye dönerek tısladı.
"Sen ne yaptın hain iblis!"
Nelai kadına gülümserken Kirke elinin tersiyle kıza sert bir tokat attı. Sonra Adonis'e döndü ve tek elini yukarıya doğru çevirdi. Adonis aniden havalanarak geriye fırladı ve sütunlardan birine çarptı. Engellemeye zamanı olmamıştı. Ayağa kalkacakken karşısına iki muhafız dikildi ve ellerindeki dumanlı kılıçları ona doğru tuttular.
Kirke Nelai'nin boğazından tutarak doğrulttu.
"Sözünü tutmadın iblis ve şimdi sevgilinin ölümünü seyredeceksin!"
"Hayır, Kirke, lüften!"
Kirke öfkeden kuduruyordu. "Kendini kurban et ve intikam ruhunu çağır Nelai. Adonis'in ölmesini izlemek istemiyorsan, dediğimi yaparsın."
Nelai ayağa kalktı ve kaçınamadığı ayini başlattı. Koca salonda yükselen güç herkesin nefesini kesmişti. Adonis muhafızların tehditine aldırmaksızın ilerleyecekken yoğunlaşan büyü enerjisiyle savruldu. Diğerlerinin de ondan farkı yoktu. İskeletler kaybolmuştu ama ne Ares ne de diğerleri ayakta durabiliyordu.
Muhafızlar birer gölge gibi Nelai'nin etrafını çevirdiler. Gücü iyice yükselttiler. Yer sallandı, duvarlar çatladı. Koca kale sarsılıp dökülmeye başlarken en sağlam duran Nelai idi. Derken bastığı zemin çöktü ve derin bir oyuk açıldı. Nelai'nin saçları uçuşuyordu ve çukurun içine düşmeksizin havada durmaya devam ediyordu.
Kirke tutunmaya çalıştığı sütuna sırtını dayamış delice bir sevinçle kızı seyrediyordu. Muhafızlar daha somutlaşan bir bedene büründüler, üstlerindeki sise benzeyen cüppe eridi ve hepsi iri birer savaşçıya dönüştü. Tek dizlerinin üstüne çökmüş, Nelai'ye tapınırcasına saygıyla selam durmuşlardı.
Nelai gözlerini açarak Adonis'e doğru kısa bir bakış attı ve kendini derin oyuğa bıraktı. Adonis kendi haykırışlarını duyuyordu ama yankılanan gürültü o denli yüksekti ve yıkıntıların yol açtığı toz öyle yoğundu ki, diğerlerinin ne yaptığından haberi yoktu. Nelai çukura düşünce kısacık bir an her şey duruldu.
Kayaya oyulmuş kale harabeye dönmüştü. Sadece salon kalmış, diğer her yer yıkılmıştı. Gri gökyüzünü kaplayan karanlık bulutlar tepelerinde hortuma dönüşmüş, uğursuzca alanı kaplıyordu. Cehennem yeryüzüne inmek üzereydi ve artık yapacak hiçbir şeyleri yoktu.
Ayağa kalkıp, muhafızları durdurmak için onlara doğru koştu. Yıkıntıların arasından fırlayan üç adamı görünce biraz olsun rahatlamıştı. Kirke ise gergin bir bekleyişle çukura doğru yürüdü. O sırada Eros'un sesi duyuldu.
"Adonis, muhafızları öldürmemiz gerek!"
Adonis onlara doğru baktığında Ares kolundaki kını sıyırdı ve ona fırlattı. Adonis tek eliyle tutarak bıçağı kınından çekti ve bıçak aniden uzayarak parlak bir kılıca dönüştü. Muhafızlar gelişlerini fark edip onlara döndü ve ellerinin tek hareketiyle oluşan simsiyah metalden dövülmüş lanetli kılıçlarıyla onları karşıladılar.
Kirke kendinde değilmiş gibi gülmeye başlamıştı.
"Çok geç, muhafızları öldüremezsiniz. Cehennem ile yüzleşme zamanı geldi."
Ares ona atılan iri muhafızın atağını kesti ve hızlı bir hareketle kılıcı döndürerek bir heykeli andıran muhafızın başını gövdesinden ayırdı. Muhafız eski formuna dönüşürken duman gibi tütmeye ve titreşmeye başlamıştı. Birkaç saniye içinde de sadece duman oldu, havaya karıştı. Ares elindeki kılıcı Kirke'ye doğru tutarak sırıttı.
"Tüh, bu canını sıkmış olmalı!"
Kirke öfkeyle yumruklarını sıktı. Diğerlerinin muhafızları birer birer alt ettiğini görünce kendini ve çukuru kaplayacak görünmez bir kalkan oluşturdu. Adonis kalkana kılıcını vurdu ama parçalamayı başaramadı. Solan'ın büyüsüne de direnç gösterince Ares kendi kılıcını denedi. Kirke faydasız çabaları izledikçe kahkahalar atıyordu.
"Ne yaparsan yap Ares. Nemesis'in doğuşuna engel olamayacaksın! Benim emirlerime uyan bir yok edici, bir cellat! Artık beni kimse durduramaz!"
Adonis kızgınlığın zirvesindeki Ares'e baktı. Elinden hiçbir şeyin gelmemesine alışkın olmayan Ares boş yere kalkanı yok etmeye çalışıyordu. Adamı sakinleştirmek için uzandığında az önceki güç yoğunluğunun iki katı bir enerji çukurdan yayıldı. Kirke acıyla çığlık atarak gerilerken çukur alev alev yanmaya başladı.
Alevlerin arasından bir siluet yükseldi. Nelai idi ama artık değildi. Teni siyah bir abanoz gibi metalimsi parlıyordu, gözleri kapalıydı ve iki eli yanlardan sarkıyordu. Saçsız kafasından ve teninden hafif isler yükseliyordu. Kıyafeti de bedenini zor örtecek kadar yıpranmıştı.
Nelai yavaşça gözlerini araladı ve sırtından ince kemikli bir çift kanat fırladı. Kanatlarını çırparken kanatlarında hızla tüyler oluştu ve güçlü bir rüzgar oluşturarak onu havada tuttu. Gözleri donuk bir beyazdı ve bu haliyle salt dehşeti yansıtıyordu.
Kirke, Nemesis'in önünde durarak sevinçle haykırdı.
"Nihayet bana layık bir evlat oldun! Doğum acılarının diyetini ödeme zamanı geldi. Artık bana kimse engel olamaz! Sen benim intikamımsın, sen benim Nemesis'imsin!"
Adonis yanıbaşındaki Eros'un seslice soluklandığını işitti.
"Bak bunu beklemiyordum, ne garip!"
Adonis de inanamıyordu. Nelai, Kirke'nin kızı mıydı? Bir insan kızına nasıl böyle davranırdı? İçi nefretle dolarken Eros'un öne çıktığını fark etti.
"Bu işten iyice sıkıldım." Diyen Eros uzanıp Solan'ın bileğindeki zinciri çekti.
Zinciri ustaca bir hareketle hızlandırarak kalkana doğru salladı. Kalkan parçalanırken Eros omzunun üstünden şaşkınca ona bakan Solan'a döndü.
"Bu silah böyle kullanılır, öğren! Gerçi takı olarak sana da yakıştı."
Solan kekeleyerek Eros'a yaklaştı. "Artemis?"
Solan elini Eros'un dalgalı sarı saçlarına geçirdi ve parmaklarıyla tarayıp elinde ince platin bir taçla geriledi. Karşısında gerçek haline bürünen Artemis'e inanmayan bakışlarla bakarken Ares'in bıkkın sesi duyuldu.
"Bir bu eksikti!"
Kirke kalkanın parçalanmasıyla paniklemişti. Nemesis'in arkasında durmaya gayret ederek söylendi.
"Yaratıklarını çağır Nemesis ve herkes benim gücümü kabul edene dek dehşetini üsterine sal."
Nemesis emir verilmesinden hoşnutsuz bir tavırla Kirke'ye döndü. Kanatlarını usulca çırparak kadına yaklaştı. Çevik bir hamleyle Kirke'yi boğazından yakaladı ve yükseldi. Yükseldiği anda altındaki alevli çukur genişledi.
Adonis ve Ares diğer iki şaşkını gerileterek çukura düşmelerini engelledi. Solan ne olduğunu anlamaz halde etrafına bakındı. Ares ona seslenince kendini toparlamaya çalıştı. Hepsi değişik ruh halleriyle Kirke ve Nemesis'e bakıyordu ve ne yapmaları gerektiğini düşünüyorlardı.
Kirke boğazını sıkan pençe misali elden kurtulmak için kıvılcımlar saçan bir büyüyü Nemesis'e gönderdi ama Nemesis onu kolayca savuşturdu.
"İntikam..." diye mırıldandı, Kirke'nin yüzüne eğilerek. "Bunun için beni çağırmadın mı?"
Kirke hırıldayarak cevapladı. "Seni doğuran benim Nelai, Nemesis'in emirlerimi dinlemesini sağla!"
"Adalet emir dinlemez!" Nemesis sivri dişlerini göstererek hırladı. "Ben Nemesis'im, tek gerçek benim. İlk intikamı hak eden de sensin!"
Sözleri bitince Kirke haykırmaya başladı. Kadın kararmış bir kömür parçasına dönene dek Nemesis sakince onu tutmaya devam etti. Sonra kayıtsızca, kararmış bedeni çukura bıraktı. Genişleyen çukur yüzünden aralarında mesafe oluşmuştu. Yine de Nemesis Adonis'e doğru döndüğünde; Adonis kendini Nelai ile yüz yüze hissetti. Soğuk beyaz gözlere değil, güzel gri gözlere bakıyordu.
"Seni koruyacağım Adonis, adadan ayrılma! Nelai bunu istedi."
Adonis öne doğru atıldı. "Nelai!" fakat Ares'in onu tutmasıyla çukura düşmekten kurtuldu. Adam onu gerileterek homurdandı.
"Kendinize gelin artık!"
Nemesis kollarını iki yana açtı ve derinden gelen bir sesle konuşmaya başladı.
"İntikam bekleyen çok ruh var, nefretle dolup taşan bedenler! Hepsinin acısını alın ve sahiplerine iade edin! Sadece masumlar kalana kadar herkesin intikamını almadan sakın durmayın ve eksilmeyin!"
Çukurdan şimşek misali parlayarak dört bir yana dağılan intikam perilerinin alevleri gittikçe çoğalırken Nemesis'in gücü bir fırtınaya dönüştü. Ne Solan'ın büyüleri ne de Artemis'in okları ona ulaşıyordu. Olimpos'un yargısı bile Nemesis karşısında etkisizdi. Ares soğukkanlılığını kaybetmek üzereydi. Bir kez daha ikna yolunu denedi.
"Nemesis! İntikam hakkına sahip olan herkes öç almak istemeyebilir, insanlar af eder. Sen adaleti temsil ediyorsun. Af etmek isteyenleri görmezden gelemezsin."
Nemesis gözlerini kıstı. "Suç işleyen hiç kimse masum değildir Ares ve gerçekte af diye bir şey yoktur. Kalp ihaneti asla unutmaz ve acısını silmez. Suç intikamı hak eder."
"Hata işleyenler ne olacak? Bilmeden yapılan suç, intikamı hak etmez! Yaratıklarını geri çek ve ben sana gerçek adaleti sağlayacağımı ispat edeyim."
Nemesis, Ares'e doğru kanat çırptı. Simsiyah teni alevlerinde etkisiyle yanardöner bir renkte parlıyordu ve kanat tüyleri pırlanta tozu serpilmiş gibi ışıldıyordu. Bakışlarını kısa bir süreliğine hala kaidede yatan Loki'ye çevirdi ve sonra yeniden Ares'e döndü.
"Loki bir suç işledi, onu af eder misin?"
Ares altın gözlerini Nemesis'in inci beyazlığına dönüşmüş gözlerine dikerek başını salladı.
"Hayır."
Nemesis keyifle güldü. "Bu sözün, benim savımı ispatlıyor Ares. Şimdi beni oyalama ve kimsenin senden intikam alma hakkının olmaması için dua et."
"Loki'yi af etmem çünkü o sadece bana karşı suç işlemedi. Eğer sadece benim zararım olsaydı, onu af etmeye çalışırdım." Dedi Ares çukurun en kenarında durarak. "Bu sözüm, senin savını ispat etmez."
Nemesis ilgiyle Ares'i süzdü. "Senin ne kadar kurnaz olduğunu unutmuşum Ares. Başka bir önerim daha var. Bu odadakiler senin en yakınların değil mi?" Ares başını sallayınca devam etti. "Seni her koşulda af ederler, değil mi?"
Ares duraksayıp başını düşünceli bir ifadeyle eğince, Artemis dayanamadı.
"Elbette af ederiz. Solan, Adonis?"
İkisi de Artemis'i onaylayınca, Ares tedirgin bir sesle konuştu. "Soruyu sadece bana sormanı tercih ederdim."
Artemis adama döndü. "Seni tanıyoruz Ares. Bizim af edemeyeceğimiz ne yapmış olabilirsin?"
Nemesis araya girdi. "Sen kendinden çok eminsin Artemis. Sana intikam alacağın bir sebep bulamayacağımı mı düşünüyorsun?"
Artemis başını dikleştirip kararı bir sesle cevapladı.
"Bulamayacağına eminim."
Ares kızın kolunu tuttu. "Artemis, sen karışmasan olmaz mı?"
Nemesis güçlü bir kahkahayla havalandı. Çukurdan dağılan intikam yaratıkları fazlalaşmıştı. Kontrolün iyice ellerinden kaydığını biliyorlardı ve yardım edemedikçe intikam perilerinin vahşetinin arttığının farkındaydılar. Bir an önce Nemesis'i durduramazlarsa, savaşmaya değecek hiçbir şey kalmayacaktı. Nemesis ilk defa bu kadar güçlü bir aracı kullandığı için de, en son çareye başvurulması gerekiyordu.
****
Solan, Nemesis'in dalgınlığından faydalanarak Ares'in koluna dokundu, kendisine bakmasını sağladı. Artık her şeyi çözmüştü. Çünkü Artemis'in saçlarından tacı çekerken, geçmişteki olayın nasıl olabildiği sezgisi nefesini kesecek kadar yoğunlaşmış ve zihninde doğrulanmıştı.
Adamın omzuna hafifçe vurdu ve gülümsedi.
"Her ne yaptıysan seni asla suçlamıyorum Ares. Eminim yapmak zorunda kalmışsındır."
Ares dudağını ısırdı ve başını çevirdi. Üzüntüsü öfkeye dönüşüyordu ve bu, belki de daha iyiydi. Solan onları izleyen Artemis'e döndü ve katıksız bir sevginin kalbini doldurmasının zevkini çıkardı. Artemis'in de içine bir şeylerin doğduğunu hissediyordu ama kız onun kadar emin olamamıştı. Kıza gülümsedi ve yapacağı şeye odaklanmak için bakışlarını, delice kahkaha atan Nemesis'e kenetledi.
Nemesis çukurun alevlerini yükselterek biraz daha genişlemesine sebep oldu. Dördü yeniden gerilemek zorunda kalmışlardı. Adonis dayanamadı.
"Nemesis, intikam konusunda bu kadar kararlıysan ben de sana meydan okuyorum. Sevdiğim kadını aldın! Onu kurtarmak için bana şans vermelisin!"
Nemesis tepelerinde bir akbaba gibi dolaşıyordu ama yaklaşmıyordu. Adonis'e ilgiyle bakarak konuştu.
"O artık yok Adonis ve ona verdiğim sözle adaleti sağladım. Seni hayatta tutacağım ama sen de sabrımı zorlama."
"Sabrınla ilgilenmiyorum fırsatçı titan!" dedi tüm öfkesiyle. "Senden intikam almamı verdiğin hiçbir söz engelleyemez."
"Ölürsün." Dedi Nemesis.
"Bugünden sonra yaşamak daha zor." Diye konuşan Adonis muhafız katili kılıcını öne tuttu.
"O kılıç bana zarar vermez."
"Ama benim ölümüm verebilir adaletin koruyucusu. Sözünü tutmamış olursun."
Nemesis ilk defa kararsızca durakladı. Solan, Adonis'in ona sağladığı fırsatı değerlendirmek için dikkat kesilmişti ve savaşmak için Nemesis'in onlara yaklaşması yetecekti. Nemesis kızgın bir çığlıkla öfkesini kustuktan sonra Ares'e döndü. Hiddet dolu bir sesle bağırdı.
"Eğer yaptığın suç af edilirse, Adonis'in canını alacağım. Böylece adalet Adonis'in arzu ettiği gibi sağlanacak, meydan okumasını karşılayacağım. Ya da senin canını alacağım. Adalet Artemis için sağlanacak. Kararın ne?"
Ares derin bir nefes aldı ve konuştu. "Artemis beni af etmez. Beni öldürmekle tatmin olacaksan hiç durma. Öldür ve cehennemini kapat. Yeterince masum ruh almışsındır."
"Kimse masum değil!" diye hırladı Nemesis ve bakışları Artemis'e çevrildi.
Artemis kararlı durmaya çalışıyordu ama duydukları ve sezgileri kafasını karıştırmıştı. Ares'i af etmeyeceği kadar önemli ne olabilirdi ki? Nemesis hala uzakta durmaya devam ederek konuştu.
"Artemis! Sevdiğin adamın hala yaşadığını ve bunun Ares tarafından gizlendiğini öğrenseydin, ne yapardın?"
Artemis'in ifadesi donuklaştı. Nemesis yarattığı şaşkınlıktan memnun bir sırıtışla biraz yaklaştı.
"Onca acına ve gözyaşına aldırmaksızın öldü sandığın sevgilinin hep yanıbaşında olduğunu sakladığını öğrenseydin, ne düşünürdün?"
Birkaç metre dalarak Artemis'in hizasında havada durdu. Nefret dolu bir sesle tısladı.
"Ares'i bu ihaneti için af eder miydin?"
Artemis'in yaşadığı şok ve acı yüz ifadesini yavaşça çözdü. Boş bakışlarla Ares'e döndü. Ares kaderine boyun eğer bir tavırla kızın yüzüne bakıyordu. Artemis'in yaşla dolan gözleri Ares'in ardında duran Solan'a kaydı ve yutkundu. Solan'ın ona bakışları yumuşaktı ve anlayışlı bir ifade yüzüne yerleşmişti. Kalbinden taşan acıyla soluksuz kalarak Nemesis'e döndü.
"Orion..." dedi kekelememeye çalışarak. "Orion ölmedi mi?"
Nemesis sivri dişlerini gösterek sırıttı ve biraz daha Artemis'e yaklaştı. "Orion öldü elbette ama senin sevdiğin adam, o değildi. Senin sevdiğin tek erkek hala nefes alıyor, yani şimdilik... Değil mi Solan?"
Nemesis lafının bitmesiyle birlikte Solan'a döndü. Beklediği şaşkınlık yerine rahatlamış bir Solan görmesi bir an için onu afallattı. Solan başını salladı.
"Yapacağım şey için Adonis'ten özür dilerim ama çaresiz kaldım." Dedi ve Artemis'e dönerek ekledi. "Seni seviyorum ve hep sevdim Artemis."
Artemis'e bir iki saniye daha bakan Solan, bakışlarını Nemesis'e çevirdi. Yüz ifadesi değişirken yumruklarını sıkarak yeşil ışıklar saçtı ve ardından ateşi engelleyen sınırı kaldırdı, gücünü yükseltti. Nemesis ne olduğunu anlayamamıştı. Adonis, Artemis'e destek olmak için koluna girmişken; Ares, Solan'ı engellemek için atıldı. Yetişemedi.
Solan, yükselen Chimera'nın ateşini serbest bıraktı. Lanet, müthiş bir acı vererek bedenini kapladı ve Solan tamamen aleve dönüştü. Bir ok gibi Nemesis'e doğru atıldı. Nemesis, ona yönelen gücü hissetmiş olacak kaçmak için havalanırken; Solan, ona sıkıca sarılmıştı.
Artemis adamın arkasından bağırıyordu ve Adonis tutmasa çukura düşecekti. Ares de Olimpos'un yazgısını Nemesis'in boğazına dolamayı başarmıştı. Solan titanın siyah bir mücevheri andıran kanatlarını aleviyle yakmaya çalışırken; Ares de uzaklaşmalarını engellemeye çalışıyordu.
Nemesis güçlü bir çığlık attı ve gücünü, Solan ile Ares'ten kurtulmak için yükseltti. Solan baskıya dayandı ama Olimpos'un yazgısı, güç karşısında teslim olarak, Ares'i Nemesis'e doğru çekti. Ares koluna dolanan yazgıyla birlikte çukura doğru uçtu.
Adonis çevik bir hamleyle atılıp adamın bileğini tutmasaydı, Ares nefret çukurunda kayıplara karışacaktı. Çukurun kenarından adamı çekti ve başlarını, yukarıdaki savaşa çevirdiler.
Solan tüm enerjisiyle, Nemesis'in katlanan gücünü baskıladı ve sonunda kadının kanatlarını koparmayı başardı. Nemesis acı dolu bir çığlıkla bedenini, Solan'a teslim etti. Solan elindeki devasa kanatları çukura bıraktıktan sonra elini salladı ve alevlerin arasında yeşil simler belirdi. Nemesis'in bedenini büyüyle çukurun kenarına uçmasını sağladıktan sonra daha fazla dayanamadı. Kendini lanetine bıraktı.
Ares, Solan'ın alevlerin içine düşmesini çaresiz bakışlarla izledi. Elinden hiçbir şey gelmiyordu ve ruhu azap çekiyordu. Solan çukurun içinde kaybolunca yer sallandı. Salınan nefret ruhları büyük bir hızla geri çekildi ve çukur kapandı. Etrafı yıkılmış bir kalenin tam ortasında duruyorlardı ve şafak söküyordu.
Ares arkasını dönüp kalanlara baktı. Artemis yere çökmüştü ve ağlamak yerine Solan'ın düştüğü yere boş bir ifadeyle bakıyordu. Gözleri döktüğü yaşlar yüzünden kıpkırmızıydı. Derin bir üzüntü kızın yüzüne şimdiden yerleşmişti.
Adonis ise kollarında Nelai olduğu halde boş yere kızı uyandırmaya çalışıyordu. Nemesis'in etkisinden arınan kızın yüzü daha bir parlıyordu, sanki hala yaşıyor gibi. Adonis umutsuz bakışlarını kızdan alıp Ares'e çevirdi.
"Uyanmıyor."
Ares dudağını ısırdı. Nefes almak çok zordu ama işleri henüz bitmemişti. Kayıpların sadece Solan ve Nelai olmadığını biliyordu. Tahmin etmek değildi bu fikri, emindi. Bu gece sevdiği çok kişiyi kaybetmişti.
Artemis'in ayağa kalktığını görünce, tepkisini karşılamak için kıza döndü. Artemis buz gibi bir bakışla ona bakarak önünde durdu ve yüzüne güçlü bir yumruk attı. Ares kızı engellemeye bile çalışmadı, öldürse bile karşı çıkmazdı. Başını yeniden kardeşine çevirdiğinde Artemis sert bir sesle konuştu.
"Bu nasıl olabilir Ares?"
Ares darbe yüzünden patlayan dudağından sızan kanı silerek ona cevap verdi.
"Durga'nın tacı sayesinde, Solan Orion'a dönüşmüştü. Senin aşık olduğun ve sevdiğin adam gerçek Orion değildi, o Solan'dı."
Artemis yıkıntıların arasından görünen taca baktı ve gözlerini dolduran yaşlara aldırmadan titrek bir sesle konuştu.
"Nasıl olur da anlayamam. Ona... Ona çok kötü davrandım." Dedi ve aniden uzanıp Ares'in yakasından tuttu. "Beni bu yanılgıya attığın için bana borçlusun Ares. Onu bana geri getir yoksa seni asla af etmem."
Ares kızı teskin etmek için uzandı ama Artemis geriledi. "Solan'ı bana geri getir Ares!"
Bunu yapabilmeyi çok isterdi ama zamanı geri çeviremezdi ki...
****
Bunu yapabilmeyi çok isterdi ama zamanı geri çeviremezdi ki...
"Olimpos'a dönelim." Dedi Ares aniden ve lafı biter bitmez yönlendi.
Kirke'nin adasından açılan cehennem tüm boyutları sardığı gibi dünyayı da ele geçirmişti. Kapının açık kaldığı kısa sürede telafisi mümkün olmayan vahşet ve katliamlar gerçekleşmişti. İhanete uğrayan herkes, engel olamadığı bir güdüyle, zararı ne olursa olsun öcünü almaya çalışmıştı. Nefret perilerinin çıldırttığı canlıların yanında, bizzat perilerin yaptığı avlar, herkesi büyük bir felakete sürüklemişti.
Evlerin gücü kendilerini korumaya yetmemişti, güçsüzleşen ölümsüzlerin çoğu yaralanmış ve görkemli evleri yıkılmıştı. Evlerin korumasının halklara yöneltilmesi de çare olamamıştı çünkü kimse bu yoğunlukta bir saldırı beklemiyordu. Nefret ve acımasızlığın bu denli yükseldiğinin kimse farkında olmamıştı.
Olimpos bir şekilde ayaktaydı ama dünyanın geri kalanı bu cehennemin tadına fazlasıyla bakmıştı ve milyonlarca insan bir anlık delilik nöbeti yüzünden ölmüştü. Nemesis'in yaratıklarına pek iş kalmamıştı, insanların kalplerindeki sevgi azlığı kendi sonlarını getirmişti. Olimpos evi ise iblislerin ve Nemesis'in yaratıklarının saldırısı altında kalmıştı ve malikanenin bir kısmı yıkılmıştı. Bu sadece ilk görünen zarardı.
Ares, Sirona'nın katında belirdiğinde ilk gördüğü Hekate olmuştu. Büyük şifa odasında sıralanan yatakların hemen hepsi doluydu. Hekate şifa yeteneğini kullanarak baygın yatan Ajax'ı iyileştirmeye çalışıyordu. Onu görünce elini adamın kolundan çekerek yanına koşar adım geldi. Ares hissettiği rahatsızlıkla etrafına bakınırken Hekate hızlıca konuştu.
"Neler oldu Ares? Siz gittiğinizden beri..." konuşurken yanında beliren Adonis'in kollarındaki Nelai'ye bakarken devam etti. "Saldırı altındayız. Sadece biz değil, diğer evler de öyle. Bu yaratıklar şimdiye kadar karşılaştığımız her şeyden güçlü, ölümsüzlük karşılarında duramıyor. Tek dokunuşla ölümü getirebiliyorlar."
Hekate yeniden Ares'e döndü ve adamın kendisine bakması için kolundan tuttu. Yüzüne doğru konuştu.
"Birçok kişiyi kaybettik Ares. Gördüğün gibi Olimpos'un her odası yaralı dolu, acil yardıma ihtiyacımız var. Solan nerede?"
Ares kadının sorgulayıcı ve yorgun gözlerine baktı kaldı. Ne diyebilirdi ki? Kolunu çekip geriye adımladı ve Nelai'yi duvara dayalı divana uzatan Adonis'e baktı. Hekate yeniden sordu.
"Ares, Solan nerede?"
Ares kadına bakmaktan çekinerek gergin bir sesle konuştu. "Yakında gelecek. Dünya nerede?"
Hekate kuşkulu bir bakışla ona cevap verdi. "Diğer odadaydı, onu odasına gönderemiyorum. Yardım etmekte ısrar ediyor."
Ares yüzündeki saçları çekip nefeslendi. Dünya'nın sağ salim ve ayakta olmasına elbette sevinmişti ama şu durumda bu sevinci acısını azaltmıyordu. Adonis'e doğru adımlayacakken Hekate kolundan tutup onu durdurdu.
"Ares! Poseidon, Hermes ve Eros'u... Onları kaybettik, ilk saldırıda." Ares buz gibi bir hisle sarsıldı. "Athena'dan haber alamıyoruz. Ben... Apollon... Onun nerede olduğunu da bilmiyorum."
Ares içinin üşüdüğünü ve duygularının buz tuttuğunu hissediyordu. Bu şimdiye kadar başlarına gelen en büyük felaketti. Nemesis ilk defa bu kadar güçlü bir ruhla geri dönmüştü ve Ares imkanı varken buna engel olamamıştı. Aptallığı ve kibrinin cezasını başkaları çekmişti.
Kadına hiçbir şey demeden Adonis'in yanına yürüdü ve ayazdan daha soğuk bir sesle konuştu.
"Tepe'de beni bekle, Artemis'e de haber ver."
Adonis ne olduğunu sormadı, zaten Ares de yorum beklemeden arkasını dönmüştü. Hızlı adımlarla insanların arasından geçip diğer odaya geçti. Bir perinin kolundaki sargıyı düzelten Dünya, yorgun ve hamile haline aldırmadan, Sirona'ya yardım etmeye çalışıyordu. Ağlamış olduğu yüzünden belliydi. Ares hiç duraksamadan doğruca ona doğru gitti ve doğrulan Dünya'yı kolları arasına aldı.
"Ares." Diye mırıldandı Dünya kollarını onun beline dolayarak.
Ares, Dünya'nın yüzünü elleri arasına aldı ve özlem dolu kısa bir öpücükle kendi kederini biraz olsun dindirdi. Kendine olan güveni gelmişti. Dünya nasıl yapıyorsa, kadının yanındayken başaramayacağı hiçbir şey yokmuş gibi hissediyordu. Alnını Dünya'nın alnına yaslayıp fısıldadı.
"Sana ihtiyacım var papatyam. Her zamankinden de fazla..."
Dünya onun acısını anlamış gibi sorgusuzca başını salladı. Ares tanıdık yüzlere daha fazla bakamadan Dünya'nın elini tutup Tepe'ye yönlendi. Adonis ve Artemis'in henüz gelmediğini görünce olanları, Dünya'ya hızlıca anlattı. Orion'un aslında Solan olduğunu öğrenmek Dünya'yı da şaşırtmıştı. Durga'nın aradığı tacın en başta Solan'da olmasının nedeni de böylece açığa kavuşmuştu.
Adonis Tepe'ye vardığında Dünya adamı teselli etmek için zorda olsa gülümsedi.
"Her şey düzelecek Adonis."
Adonis üzüntünün yerleştiği gözlerini Ares'e çevirdi ve usulca konuştu.
"Ares'e güveniyorum."
Ares kalkışacağı işin sonucunu tahmin edemiyordu ama aklına başka bir çare gelmemişti. Daha önce hiç denenmemişti ve kahin ona bu çareyi söylediğinde adama gülüp geçmişti. Zamanı çevirme izni almak ne işine yarayacaktı ki? Kim böyle bir çılgınlık yapmak isterdi?
Artemis'in gelişi hepsinin boğazını düğümlemişti. Duygudan arınmış bir soğuklukla yanlarında durduğunda Adonis nefeslenip konuştu.
"Artemis, olayları değiştiremeyiz ama Ares'e bu kadar yüklenmemelisin. O zaman yaptıkları sadece ikinizi korumak içindi ve anlatmaması için onu durduran bendim."
Artemis inanmaz bir ifadeyle adama baktı. "Sen biliyor muydun?"
Adonis başını salladı. "Biliyordum ve yapılması gerekenler oldu Artemis. Hepimiz acı çektik."
Artemis'in çenesi titredi ve gözlerini Ares'e çevirdi. Ares yeni bir tokat bekliyordu ama onun yerine Artemis hızla ona sarıldı. Ares kısa bir şaşkınlıktan sonra kıza sıkıca sarılıp kendine çekti.
"Üzgünüm Artemis."
Artemis ondan ayrılırken kaşlarını çattı. "Sarıldım ama bu sana olan kızgınlığımın dindiğini göstermez. Bana her şeyi baştan anlatacaksın. Beni inandırmalısın."
Ares başını salladı ve Dünya'ya döndü. Dünya çok güçlü bir anahtardı ama az sonra harcayacağı güç yüzünden hamileliği ve hatta hayatı tehlikeye düşebilirdi. Nektar içseydi, biricik eşi için bu kadar endişelenmezdi. Onu dikkatle izleyen güzel gözlere bakarak sakince konuştu.
"Kapalı olan tüm boyutlara ulaşman için aralığı açacağım Dünya. Senden ilk boyutun kapısını açmanı istiyorum. Daha önce denenmedi, yani ilk titanların boyutu bize yasaktır. Bu nedenle zorlanırsan veya... Kendini kötü hissedersen kapıyı açık tutmaya çalışma."
Dünya kastettiği konuyu anlamıştı, bebeklerine sorun gelmesini her şeye rağmen istemiyordu. Boyutta sıkışmak bile umurunda değildi. Diğerlerine bakarak cümlesini tamamladı.
"Beni beklemeden Olimpos'a geri dönmelisiniz. Ben bir şekilde dönmeyi başarırım, endişelenip işleri kötüleştirmeyin."
Adonis ve Artemis ne karşı çıktı ne de onayladılar. Ares bu tavırlarından anladığı kadarıyla kötüleştirmek umurlarında değildi ve bir kişi daha kaybetmeye tahammül edemeyeceklerdi. Ares şansını başka yönden denedi.
"Dünya ve bebeğimiz için bana söz verin."
Dünya onların yerine kararlı bir sesle konuştu.
"Kimse geride kalmayacak Ares, ona göre hareket etsen iyi olur. Öfke ve üzüntü ile değil, aklınla davranırsan başaracağına eminim."
Ares gerilerek kadına doğru bakınca Dünya kaşlarını kaldırıp sırıttı.
"Sanırım söylemek istediğimi anladın hayatım. Seni kimseye kaptırmam, isterse ilk nesil titan olsun."
Kalbi aşkla dolarken Dünya'ya belli belirsiz gülümsedi. Dünya da ona karşılık gülümsedi fakat ikisi de gözlerindeki hüznü silememişti. Ares bir kez daha her şeyi riske atarak kuralları çiğneyecekti. Tepe'nin ortasına giderken kendi kendine söylendi.
"Zeus varken, bu yasaklar daha çekiciydi."
Düz mermer zeminde ayakta durdular. Ares onları kendinden biraz uzaklaştırdıktan sonra gücünü topladı ve gözlerini kapattı. Teninden yayılan güç huzmelerini gören sadece Dünya değildi, diğerleri de görüyordu. Altın renkli pırıltılar Ares'in etrafını sararken ışıklı halesi göz kamaştırıyordu. Ares iki elini avuç içleri birbirine bakacak şekilde yuvarlar gibi döndürdü ve eğilip yere bastırdı. Gözlerini açtığında gözbebeklerinin saf altına dönüştüğü görüldü.
Yavaşça doğrulan Ares zeminden yükselen boş bir çerçevenin oluşmasını sağladı. Çerçevenin içi boştu ve kenarları eski görünüşlü bir tahtadan yapılmıştı. Ares iki eliyle sanki cam siler gibi boşluğu taradı. Boşluk bir aynaya dönüştü. Ares normale dönüşmüş gözlerini Dünya'ya çevirdi.
"Sıra sende Dünya, boyutu aç ve açık tut."
Dünya başını salladı ve korkusuzca elini uzatıp çift taraflı aynaya dokundurdu. Avcundan yayılan dalga aynanın yüzeyini çalkaladıktan bir süre sonra duruldu ve sıvılaşmış yüzey sakinleşti. Ares diğerlerine döndü.
"Gidelim."
Ares kararından dönmeyecekti ama boyuta geçmeden önce Dünya'ya bakmaktan kendini alamadı. Bu bakışın onun kararlılığını etkilemeyeceğini biliyordu ve karısının gücüne güveniyordu. Yine de ters bir durum olursa Adonis veya Artemis'i gönderip Dünya ve kızını buradan uzaklaştıracaktı.
***
Ares aynadan içeri adımladı ve ardından da Adonis ve Artemis geçti. İlk adımla karın içine gömülmeyi hiç beklemiyorlardı. Dizlerine kadar gelen karın içinde şaşkınca etraflarına baktılar. Usulca yağan kar ve tepelerini örtmüş bulutlardan başka hiçbir şey yoktu. Artemis kollarını bedenine dolayarak söylendi.
"Ares! Bari ceket almamı söyleseydin."
Ares yan gözle kıza baktı ve inanmaz bir ifadeyle başını salladı. Hiçbiri kıyafet olayını düşünmemişti ve zaten Artemis bile aynı kıyafetiyle geldiyse, onlardan beklenmezdi. Karın içine bata çıka ilerlediler. Ares buraya daha önce gelmemişti ama gücün nerede olduğunu izleyebiliyordu. Uykudaydı güç ama derinliği su götürmezdi.
Birkaç dakika sonra kar yağışı hızlandı ve görüşleri azaldı. Soğuk kendini belli etmeye başlamıştı, rüzgarın esmemesi lehlerineydi. Derken bir uçurumun kenarına geldiler, biraz ötelerinde tamamen buzdan yapılmış bir köprü vardı. İncecik buz sağlam durmuyordu ama geçmekten başka çareleri yoktu. Artemis titreyerek konuştu.
"Bence koşalım, hem hızlı geçeriz hem de biraz olsun ısınırız."
Adonis kıza baktı. "Senin için hava hoş bebek, biz senin gibi elli kilo değiliz."
Artemis omzunu silkti. "O halde önden ben gideyim."
Lafı biter bitmez ileri koşmaya başladı. Ares ve Adonis iç geçirerek, kızın ardından köprüye atıldılar. Buz gıcırdadı ilk başta ama kırılmadan geçmeyi başardılar. Artemis nefes nefese karşı tarafa vardı ve onlara döndüğünde şaşırdı.
Garip kar yağışı dinmişti, aslında etrafta bir tane bile kar tanesi yoktu. Yerler çimenle kaplıydı ve güneş ışıkları, gölgeye izin vermeksizin havayı aydınlatıyordu. Adonis ve Ares'in geçmek üzere olduğu köprü ise sarmaşıkların sardığı ve altında berrak suların çağıldadığı bir dere olan taş bir köprüydü.
Ares de Artemis gibi köprüden yere ayak bastığında şaşırdı, ardından da Adonis. Bir saniye önce tipiye dönüşmesini bekledikleri hava aniden yaza dönüşmüştü. Çevrelerindeki seyrek ormana doğru döndüler ve ileride ağaçların arasında bir ev olduğunu fark ettiler. Tahta bir kulübeydi ve ne yolu ne bahçesi vardı.
Eve doğru yürüdüler. Ares ona yol gösteren gücün burada dağınık olduğunu hissediyordu. Sanki ona yol gösterdikten sonrasını onun sezgilerine bırakmıştı. Eve vardı ve elini kapının üstüne koyarak hafifçe itti. Kapı direnmeden ardına dek açıldı ve Ares içeri adımını attı.
Kendilerini kahinin kulübesinde buldular ama kahin yoktu. Tam karşılarında basit bir tahtta oturan bir heykel vardı. Heykel tüm detaylarıyla bir adam biçimindeydi, gözleri kapalı adam camdan yapılmıştı. Sırtı dik, elleri dizlerine konmuş ve dingin bir yüz ifadesiyle sanki buz kesmişti.
Ares öne çıkarak sakin bir tonda seslendi.
"Khaos."
Adamdan tepki alamadı ama sesi barakada usulca yankılanırken tahtın önündeki kısa basamakta üç tane kadeh belirdi. Sıralı kadehlerin üzerinde yazılar olduğunu fark ettiler, antik dildeki kelimeleri yaklaşıp okudular. 'Cesaret, sadakat ve adalet.' Artemis Ares'in kulağına doğru mırıldandı.
"Şimdi ne yapacağız?"
Adonis de diğer taraftan fısıldadı. "Defne çayı istiyor olmasın?"
Ares gülmemek için dudağını ısırdı ama Artemis ağzından fırlayan kahkahasını bastırmak için eliyle ağzını kapattı. Ares eğildi ve elini kadehlerin önündeki zeminde gezdirdi. Geçtiği yerlerde harfler belirdi, görünmez bir kalem zemine harfleri kazıyor gibiydi. Kelimeler bittikten sonra harfler belirginleşti ve anlamlı bir cümleye dönüştü.
'Lideri güçlü kılan, yanıbaşında duranlardır.'
Ares tahmin ettiğini yapmak için kolundaki kından hançeri çekti ve elinin ayasına sertçe sürttü. Akan kanı adalet yazan kadehe damlattı. Kadeh susuz kalmış gibi kanı emerken hançeri Artemis'e uzattı. Artemis hançeri alırken kısık sesle söylendi.
"Keşke emin olduğum bir özellik yazsaydı."
Avucunu kesip kanını, cesaret yazan kadehe damlatırken hançeri Adonis'e uzattı. Adonis tereddütsüzce avucunu kestikten sonra kanı, sadakat yazılı kadehin üzerinde tuttu. Emilen kanlar kadehin altından süzüldü ve birleşerek heykele doğru ilerledi. Heykele ulaşan kanın damarlara dönüşmesini ve heykeli canlandırmasını hayretle izlediler. Heykel normal kanlı canlı bir adama dönüştüğünde, kadehler ortadan kayboldu, yaraları da hiç oluşmamışçasına iyileşmişti.
Ares canlanan adamın tepkisini tahmin edemediği için gergindi ve belki de Adonis ile Artemis'i hiç getirmemeliydi. Kahin kapının üçlü açıldığını söylediği için mecbur kalmıştı, şu anda gönderse de gitmeyeceklerini biliyordu. Karşısındaki adam şimdiye kadar gelmiş ölümsüzlerin en güçlüsüydü ve tehlike yaratması halinde hiçbiri onun karşısında duramazlardı. Çelimsiz ve onlar kadar genç görünüyordu ama görünenin altındaki güç onun tenini ürpertiyordu.
Adam gözlerini yavaşça araladı. Açık mavi gözleri onların üstünde yavaşça dolaştı, en son olarak Ares'in üzerinde kaldı.
"Kronos'a çok benziyorsun."
Ares saygısını belirtmek için başını eğdi. Khaos yavaşça doğruldu ve yeniden konuştu.
"Beni uyandırmaktan hiç korkmaman çok ilginç, problem büyük olmalı."
Ares kaşlarının altından adama bakarak cevapladı.
"Evet, bizim için büyük ama Khaos için lafı bile olmaz."
Khaos Ares'e doğru yürürken elinin küçük bir hareketiyle diğerlerinden uzaklaşmalarını istedi. Adonis ve Artemis kımıldamayınca Ares omzunun üstünden ikisine baktı ve ikili isteksizce geriye adımladı. Khaos ile inatlaşmak hiçbir fayda getirmeyecekti. Khaos ondan bir baş daha uzun olan Ares'in etrafında dönerek konuştu.
"Bunu iltifat olsun diye söylemedin. Sanırım acelen var, dileğini küçültmek istemen bunu gösteriyor."
Ares yanında duran adama bakarak konuştu. "Acelem yok. Zamanla derdi olan birinin acele etmesi kadar gereksiz ne olabilir?"
Khaos sırıttı, gözleri maviden mora evrilirken Ares'e doğru fısıldadı.
"Khaos'tan yardım istemek olabilir." Dedi ve geriledi. "Neden yardım edeyim ki sana? Rahatımı bozdun."
Ares adama doğru döndü. "Khaos rahatlığı sevmez." Dedi hınzırca gülümsedi. "Biraz gösteri yapmak istersin diye düşündüm."
Khaos keyifle Ares'i süzdü. "Yanılmışım, Kronos'a biraz benziyorsun ama bana çok." Dedi ve tahtına doğru yürürken konuşmaya devam etti. "Fikrin nedir?"
Ares ciddi bir ifadeyle sakince konuştu.
"Nemesis çağrıldı ve boyutlarda çok fazla kaybımız oldu. Telafi edilemeyecek derecede yara aldık, ölümlülerin çılgınlığı bazı ırkların sonunu getirdi. Hata yapılan bir an var, o ana geri dönmek istiyorum. Zamanı geriye almak için bana izin vermelisin."
Khaos kaşlarını çatıp kollarını tahtının kollarına yerleştirdi. Bir an düşündükten sonra konuştu.
"Görüyorum ki, benim yokluğumu aratmamışsın Ares."
Ares sıkıntıyla elini ensesine atıp nefeslendi. Adam yeniden konuşunca bakışlarını adama çevirdi.
"Zamanı geriye döndürmek oldukça tehlikeli, biliyorsun."
Ares başını salladı ve doğruldu.
"Bu yüzden senin iznini istiyorum. Herhangi bir kargaşa çıkmasını sadece sen önleyebilirsin."
"Kronos'un varisi sensin, değil mi?" Ares onu onaylamak için başını sallayınca Khaos geriye yaslandı ve gözlerini hafifçe kısarak düşündü. "Çok ilginç, ilk defa buna kudreti olup da gücü kullanmak konusunda tereddütlü olan birini görüyorum."
"Güç gerektiği zamanlarda kullanılır ve en son istediğim bir şeyleri düzeltmek isterken daha kötü hale dönüştürmek. Zamanı gerilettiğimde bana yardım etmeni istiyorum. Yeteneğine ihtiyacım var."
Khaos'un mor gözbebekleri yavaşça eflatuna, sonra da griye döndü. Bakışlarını geride bekleyen Artemis ve Adonis'e çevirdi. Gözbebekleri siyaha dönerken Ares'e geri baktı.
"İki tane şartım var." Dedi ciddi bir sesle. "Birincisi üçünüz de değerlilerinizi bana sunacaksınız. İkincisi Adonis ile ilgili, beni huzurlu istirahatime geri gönderecek. Evren uğraşmak için çok sıkıcı, bu işi sana bırakıyorum."
Adonis'in şaşkın sesi duyuldu.
"Ben mi?"
Khaos ona bakıp başını salladı.
"Elbette sen Adonis. Damarlarımdaki kandan kurtulmam gerek. Büyü başka türlü işlemez. Benden sana bir armağan olarak düşün."
"Kanını içmemi mi istiyorsun?"
Khaos ona sadece bilmiş bir tavırla baktı ve yeşile dönen gözlerini Artemis'e çevirdi.
"Senden ne isteyebilirim?"
Artemis konuşarak cevap vermektense elini sırtına doğru uzatarak özel yayının oluşmasını sağladı. Ay ışığıyla kutsanmış yay buğulu bir parlaklık yayıyordu. Yayı tahtın önündeki basamağa bıraktı ve nefeslenip doğruldu. Khaos'un kahverengiye dönen gözlerine bakarak konuştu.
"Sahip olduğum en değerlim yayımdı."
Khaos onaylayan bir baş işaretiyle hediyeyi kabullendiğini bildirince Artemis geri yerine yürüdü. Khaos'un bakışları Adonis'e döndüğünde Adonis elini boynundaki kolyeye uzatarak adımladı. Dünya'nın hediyesi olan kolyeyi basamağa bırakırken çenesi kasılıyordu. Hiçbir şey demeden geri yerine yürürken Khaos Ares'in tepkisini izliyordu. Ares ise bu fedakarlık için ne düşüneceğini bilemedi. O kolye Adonis için aşkının bir simgesiydi ama Ares için ağır bir yüktü. Masum bir niyetle verilmişti ama kalpten verilmiş olması Ares'in canını acıtıyordu.
Khaos'un ona baktığını fark edince yutkundu.
"Benden istediğin nedir?"
Khaos gururlu bir tavırla başını doğrulttu.
"İstediğim şey..." dedi ve gözlerinde soğuk bir ifade belirdi. "Zeus'un sonunu getiren kehanetle, senin nasıl başa çıkacağını görmektir."
Ares kaşlarını çatıp adama bakınca Khaos sözlerini açıkladı. "Sana isyan edebilecek bir oğula karşı nasıl davranacağını merak ediyorum."
"Benim oğlum yok." Dedi Ares.
Khaos kurnaz bir ifadeyle gülümsedi. "Benim adım Khaos. Ben var ederim, düzenlemek ise senin işindir. Kronos ve diğerleri bu konuda testlerini geçemedi, bir de seni izleyelim. Oğlun senin sonun olacak mı, görelim."
Ares duyduklarıyla huzursuz olmuştu ama buraya geliş niyetleri hayatiydi. Khaos onlara yardım etmeye karar vermişken anlaşmayı bozmak istemedi. Bir kızları olacağını bilmiyor olabilirdi. Ares'in karşı çıkmadığını gören Khaos devam etti.
"Adonis ödünç kanımı benden aldıktan sonra üçünüz birlikte zamanı geriye çevirebileceksiniz. Herhangi bir bozulma yaşanmayacak. Vaatlerinizi kabul ettim ve siz de benim şartlarımı kabul ettiniz."
Adonis'e yeniden baktı. "Dikkatli kullan yoksa bu güç senin lanetin olabilir."
Adonis Khaos'un kanını içtiği takdirde gücün bir kısmına sahip olacaktı. Adamın neden bunu yaptığı muallaktaydı ama ismi gereği karmaşayı sevdiğini tahmin etmek zor değildi. Adonis'in kalbinin temiz olması bu yeteneğin daha iyi kullanılacağını gösteriyordu.
Khaos Adonis'i yanına çağırdı ve başını geriye yaslayarak mırıldandı.
"Nazik ol güzel çocuk."
Adonis Ares'in yanından geçerken hala tereddütlüydü. Birbirlerine kısa bir an baktılar. Kararsızlıkları yapılacak olanı engellemeyecekti ama yine de her zamanki gibi birbirlerine moral vermek istemişlerdi.
Adonis adamın boynundaki damara dudaklarını kenetleyip kanını son damlasına kadar içerken Khaos ellerini bir sevgili gibi onun saçlarına geçirmişti. Adamın elleri yanlara düşerken Adonis başını kaldırdı ve dudağını parmağıyla silerek geriledi. Khaos başını düzeltirken katılaşmaya başlamıştı. Önce taşa dönüşen bedeni yavaşça cama doğru evrildi.
Adonis geri adımlarken tökezleyince Ares ve Artemis kollarından tutarak onu doğrulttular. Adonis derin nefesler alıyordu ama ciğerlerine yetmiyordu. Damarlarında gezinen güç tüm hücrelerine nüfuz ederken bağırmamak için kendini zorladı. Ares onu şu anda boş olan basamağa oturttuktan birkaç dakika sonra rahat nefes almaya başladı ve kasılması sona erdi.
"Bunu baştan söylemeliydi." Diye mırıldanarak başını kaldırdı. "Sen bu enerjiye nasıl dayanıyorsun?"
"Hobi edinmelisin." Dedi Ares biraz olsun rahatlayarak.
Ares onun toparlanmasını bekledikten sonra üçü ayağa kalktı. Zamanı çevirmek için ellerini birleştirdiler. Ares başlatacaktı ve yönetecekti, onlar dengeyi koruyacaklardı. Ares odaklandı ve gücünü zamanın katmanları arasına yaydı. Dikkatli olmaya gayret ederek zamanı geriye döndürmeye başladı. Artemis enerji dengesini sağlarken Adonis zamanda yol açabilecekleri hataları düzeltiyordu. Etraflarında oluşan küre ışıldarken olası gölgeler gerçeğe dönüştü ve belirlenen vakte kadar zaman geriye sarıldı. Sadece üçü dışında herkesin hafızası yeniden yapılandı çünkü onlar için yaşanmış olanlar, diğerleri için değişmişti.
***
Hava kararalı bir saat ancak olmuştu ama gökyüzündeki yıldızlar olanca parlaklığını yeryüzüne yansıtıyorlardı. Saklandığı ağacın sık dalları arasında kımıldamadan durmak sıkıntı vermeye başlamıştı. Olimposlunun gelmek üzere olduğunu düşünmek bekleyişine biraz olsun sabır kazandırıyordu. Sadece başını hareket ettirerek etrafa bakındı. Gelen yoktu.
Göle yıkanmaya ve eğlenmeye gelen perileri basit bir büyü ile uzaklaştırmayı başarmıştı. Zaten fazlasına cesaret edemezdi çünkü laneti onu ele geçirip felakete sebep olacak bir yaratığa dönüştürebilirdi. Küçüklüğünden beri onu korkutan bir lanetti taşıdığı. İyi edebilecek tek kişi de, ona bu laneti yapan Kirke idi. İnsafa gelen cadı ona basit bir görev vermişti ve karşılık olarak laneti kaldırmaya söz vermişti.
Görev gerçekten de basitti. Olimposlu'dan çalacağı kolyeye kafa bile yormuyordu, sonraki görev için bir parça kurnazlık yapması gerekecekti. Kirke onu defalarca uyarmıştı ama gerek yoktu. Af dilemek için Olimpos'a gittiğinde, liderleri olan Ares doğal olarak onun elindeki taşa el koyacaktı ve Kirke'yi ihbar ettiğinde ise anahtardan kapı açmasını isteyeceklerdi. Nelai elbette anahtara yardım etmek için yanında olacaktı, ne de olsa pişmandı.
Bir teslimiyet ve anahtara bir metrelik yakınlık...
Düşüncelerine kapılmışken bir adım sesi duydu. Hemen dikkat kesilerek nefes alışlarını bile azalttı. Perilerle yıkanmak ve eğlenmek için Pan yaklaşıyordu. Bir gariplik vardı, adam bir başlıklı uzun pelerin giymişti ve ona anlatılandan daha uzun ve yapılıydı.
Pan rahat adımlarla onun pusuya yattığı ağacın altından geçti ve göl kıyısına doğru yürüdü. Nelai adamın suya girmesini bekledi ama adam sadece ayakta durup gölü izliyordu. Perileri aradığını düşündü. Tuhaflığı fark etmişse elini çabuk tutması gerekecekti. Adamın uyumasını sağlayacak büyü tozlarından etkilenmesi için adama yaklaşmalıydı.
Cesaretini topladı ve maskesini yüzüne indirdi. Ağacın dalından usulca aşağıya sarktı. Çıplak ayakları, yerdeki nemli çimenlere hiç ses çıkarmadan bastı. Üzerindeki kıyafeti hızlıca kontrol ettikten sonra sırtı dönük Olimposluya doğru yürüdü. Soğukkanlılığını bir parça kaybetmişti, Pan'ı kolay lokma olarak düşünmesi acaba hata mıydı? Belki ani bir saldırı yapacak kadar yaklaşmalıydı. Adamı baştan çıkarmaya çalışmakla vakit kaybetmemeliydi.
Aralarında iki metre kalmışken Pan aniden ona doğru döndü ve Nelai şaşkınlıkla durdu. Bu adam kesinlikle Pan değildi. Kim olduğunu tahmin etmek de zor değildi. Kaçması mı gerekiyordu? O kadar şaşalamıştı ki, düşünmek bile aklına gelmiyordu. En büyük korkusuyla böyle karşılaşacağını hiç tahmin etmemişti. Olimpos'ta belki görürdü ama o zaman kendini hazırlamış olacaktı. Böyle birden bire karşısına çıkmasını beklemiyordu. En iyisi planı değiştirmekti.
Nelai hemen bir geçit açtı ama geçitten geçemedi. Adonis hızla ona atıldı ve bileğinden tutarak onu kendine çekti. İki bileğini tek eliyle sıkıca tutup sırtında birleştirdi. Şimdi yüz yüzeydiler. Nelai gece mavisi gözlere bakmasının hata olduğunu biliyordu ama adama bu denli yaklaşarak zaten sınırı geçmişti. Adonis onun yüzünü süzerek gülümsedi ve derin bir nefes aldı.
"Merhaba, gülümseme sebebim."
Nelai adamın yakışıklı yüzüne ve yanaklarını süsleyen gamzelerine baka kaldı. Söylenenler kesinlikle yetersizdi, Adonis güzellik kavramının tüm anlamlarını kendinde barındırıyordu. Zihni bu gerçeği sindirmeyi başarmış olacak ne durumda olduğunu fark etti. Güçlü kolların arasına hapsedilmişti. Ayrıca Adonis ona galiba iltifat etmişti ama neden?"
"Ne?" dedi kuruyan boğazının el verdiğince.
Adonis diğer elini onun maskesine attığında Nelai içine düştüğü sarhoşluk halinden ayıldı. Debelendi ama faydasızdı. Adonis hiç zorlanmadan maskeyi çıkarıp fırlattı.
"Sen... Ne yaptığını sanıyorsun?" diye öfkeyle bağırdı.
"Seni özledim benim tatlı iblisim."
Adonis onun iblis olduğunu fark etmişti ve nasılıyla kafa yoracak lüksü yoktu. Adamın her cümlesiyle şaşkınlığı bir kat artıyordu, hele ona bakışları yok muydu?
"Ne saçmalıyorsun?" diye hırladı. "Bırak beni."
Adonis onun gevşek topuzunu dağıtırken çok keyifliydi. Bu adamdan kurtulmak için esaslı bir büyü yapması gerekiyordu ama içindeki güç dengesini bozmaktan çekiniyordu. Sıradan succubus büyüleriyle adamı alt etmesi zordu. Nefes büyüsünü kullanmak çare olmasa da belki ona zaman kazandırabilirdi.
"Hep aynı sitemler... Nelai, bu konuyu biraz ilerletelim, bebeğim."
"Adımı..." diye durakladı Nelai. Bu adam onun adını biliyordu! Acaba tuzağa mı düşmüştü? Veya bir hain mi vardı? Kirke başkasına anlatmış olabilir miydi?
Adonis parmaklarının tersiyle onun yanağını okşarken Nelai bu okşayışın verdiği zevkle erimemek için kendisiyle savaşması gerekti ama yenildi. Bir şehvet iblisi olmanın da zorlukları vardı ve Adonis onun için fazla çekiciydi. Gözlerini kapattı ve mırıltıya dönüşen sesiyle lafını tamamladı.
"Bana ne yapacaksın?"
Adonis konuştuğunda ferah nefesini, dudaklarının üzerinde hissetti. Tenini ürperten ses ve soluk yüzünden dudağını ısırdı. Hoş bir tonda konuşan Adonis'in sesi de en az fiziği kadar etkileyiciydi.
"Beni sevmeni sağlayacağım." Dedi ve tatlı bir iç çekişle ekledi. "Çok sevmeni."
Nelai gözlerini açıp adamın ifadesine baktı. Alaycı bir tavır beklemişti ama Adonis'in ona bakışları çok yumuşaktı. Tepki veremeden öylece baktı ve ilginçtir, içinde bir şeyler Olimposlu'ya inandı. Gülümsemeye çalışarak konuştu.
"Bana sakın, güzel Adonis kadın avına çıktı deme. Hayranların mı azaldı yoksa aynı kişilerden mi bıktın?"
Adonis kollarını kullanarak onu iyice kendine çekti. Nefes büyüsünden çekinmiyordu, bu belliydi ama neden? Aklına Asteria'nın gönderdiği sucubbuslar geldi, tabi ya, büyü adamda işe yaramıyordu ki! Tek seçeneği, fırsatını bulduğu an kaçmaktı. Ama bu adamı bir kere olsun öpmeden kaçmak aptallık olurdu.
Adonis'in bakışları bir anlığına onun dudaklarına iliştiğinde nefesi kesildi. Yüzünü okşayan parmaklar boynuna inmişti ve duraksamadan aşağıya doğru yol alıyordu. Nelai adamın sözlerine mi, dokunuşlarına mı yoksa şu anda sıkıntı gibi gelen görevine mi odaklanmalıydı, şaşaladı. Elbisesinin üstünden hafif okşayışlarla onu ürperten Adonis, yeniden onun gözlerine baktı ve gülümseyerek konuştu.
"Avlanmayı severim ama sen iyi bir av olmazsın."
Kaşlarını çattı. "Neden? Senin için fazla mı iblisim?"
Adonis göz alıcı gülümsemelerinden biriyle daha kalbini zıplattı.
"Hayır, bebeğim. Sen av olamazsın çünkü benim gibi bir avcısın." Adonis sır verir gibi ona doğru eğilerek fısıldadı. "Ve ikimizin avlaması gereken bir av var."
Hayatı boyunca bir erkekten bu denli etkilenmemişti, Tsean'a hak verdi. Adonis baştan çıkarmanın ve cazibenin tanımıydı. Yakınlıktan dolayı iyice kendinden geçen Nelai kısılan sesiyle mırıldandı. "Kim?"
Adonis ciddileşti ve kollarını gevşetti. Tek bileğini tutmaya devam ederek diğer elini yukarıya kaldırdı. Onun görebileceği bir hizada tutarak avucunu açtı. Elindeki küçük taşı ona gösterdi ve sorusunu cevapladı.
"Kirke."
Tuzak olarak kullanacağı taşı Adonis nereden biliyordu? Kafası iyice karışmış olan Nelai, ölümsüzün taşı üzerinde aradığının farkına bile varamamıştı. Kirke'nin mükemmel planını Olimposlular bilemezdi ama bir hain varsa... Acaba Kirke'nin ortak olmak zorunda kaldığı diğer ölümsüz mü haindi? Kafasında türlü düşünceler geçerken Adonis eğilip onun saçlarını öptü ve dikkatini yeniden kendi üstüne çekti.
"Olimpos'a gidelim Nelai, seninle konuşmamız gerek. Durum düşündüğünden daha ciddi ve vaktimiz az."
***
Ares ve Artemis, Tepe'deki basamaklara oturmuş Adonis'in dönmesini bekliyorlardı. Ares fırsatını bulup eski olayları Artemis'e anlatmıştı. Artemis Orion ile karşılaştığını sandığı o görevde, aslında Orion kılığına girmiş Solan ile karşılaşmıştı. Solan'ın Ares ile bağının bilinmemesi için adam bu çareyi bulmuştu çünkü Adonis ile yan yana görülmesi doğal olarak Ares'e yakın olduğunu gösterirdi. Herkesten sakladıkları bu bilginin de öğrenilmesi işleri kötü hale düşürürdü.
Zeus'un bu ilişkiyi kabullenmeyeceğini biliyorlardı ve Solan, Artemis gerçeği öğrenirse onu terk edeceğinden korkuyordu. Sonuçta Solan dışlanmıştı ve bir iblis efendisinin çocuğuydu. Artemis onu kabullense bile, Zeus böyle birini kızına eş olarak görmek istemezdi. Sonra da o korkunç olay gerçekleşmişti.
Hiçbiri olayın nasıl o duruma geldiğini anlayamamıştı. Gerçek Orion, Solan'ın geç katılacağı bir avda ortaya çıkmıştı. Fakat Artemis onu hedef gösterip vurana dek Orion'u kimse fark etmemişti. Artemis hedefi vurduğunu ispatlamak için gölün diğer ucunda gezinen bir hayvan sandığı Orion'un yanına gittiğinde gerçek anlaşılmıştı.
Ares işin içinde bir terslik olduğunu düşündüğünü anlattı. En basitinden gerçek Orion'un orada olmaması gerekiyordu. Solan adamın kılığına girdiğinden beri; gerçek Orion'un Artemis ile karşılaşmaması için, Adonis ile o, ellerinden geleni yapıyorlardı. Diğer yandan avlandıkları mekan özeldi, gerçek Orion'un oraya giriş izni yoktu. En ilginci de, Zeus'un bu aşk hikayesini öğrendiğindeki tavrıydı. Ares, adamı ilk defa bu kadar anlayışlı görmüştü.
Solan gerçek Orion ölünce kendini açığa çıkartamamıştı. Olimpostaki durumu sıkıntılıydı. Kimse tarafından istenmeyen bir melezin, Zeus'un biricik kızına yaklaşması dahi düşünülemezdi. Birgün Solan'ın ona geldiğini ve yalvardığını anlattı Ares. Artemis'in acı çeken halini görmeye dayanamıyordu ve elinden bir şey gelmemesi onu mahvediyordu. Yapılabilecek tek şeyi yaptılar ve Ares, Solan'ın Artemis ile ilgili son anılarını sildi. Yani bir şekilde adamın güçlenmiş duygularını elinden aldı.
Tüm bu hafıza düzenleme işinden sonra dahi Solan'ın Artemis'e ilgisini tamamen kesememişti. Solan engellemelere rağmen Artemis'e karşı yeni hisler yeşertmeye devam etmişti. O zamandan tek farkı; karşılıksız olduğundan, hislerine anlam yükleyememişti. Zaten Solan'ın Olimpos'a dönmesiyle de, küllenen ateşin yeniden canlanmasına kendileri bile engel olamamıştı.
Ares'in anlattıklarından sonra Artemis ona hak verdi. Çektiği acıları yadsıyamazdı ama Zeus'un hışmından ikisini de korumak için Ares'in yapabileceği başka bir şey yoktu. Kendi düşünce tarzı da Ares'i bu harekete itmişti çünkü Artemis, baştan beri Solan'ı iblis olarak görmüş ve ondan hep kaçınmıştı. Solan hakkında bu kadar anlayışsız olmasaydı, Ares'in ona her şeyi anlatacağından emindi.
Adonis yanında Nelai ile Tepe'de belirdiğinde; Ares ve Artemis konuşmalarını bitirmişlerdi. Nelai çok öfkeliydi ve Adonis tarafından Olimpos'un yargısıyla bağlanmıştı. Adonis bir eliyle Nelai'yi belinden tutmaya çalışırken diğer elindeki bir mendili dudağına bastırıyordu.
Artemis işaret parmağıyla kızı gösterdi.
"Adonis, Nelai'yi neden bağladın?"
Adonis dudağından sızan kanı yalayıp mendili gösterdi. "Bana yumruk attı."
Artemis bakışlarını, öfkeyle Adonis'i süzen kıza çevirip sordu. "Nelai, neden Adonis'e yumruk attın?"
Nelai kaşlarını çattı ve başını huysuzca yana çevirdi. Adonis kızı çekip kendi bedenine yaslarken onun yerine cevap verdi.
"Ona yanlışlıkla evcil iblis dedim."
"Evcil iblis mi?" dedi hayretle.
Nelai kızgın bir sesle bağırarak Adonis'ten kurtulmak için debelendi.
"Seni ukala Olimposlu! Kendini beğenmiş züppe! Şu yönlenme işini de sırf bana inat olsun diye yapıyorsun, değil mi?"
Adonis bıkkınca elini kızın ağzına kapattı ve yüzünü buruşturdu.
"Uzun hikaye Artemis, aramızdaki bir şakaydı ama onun anımsamadığını unutmuşum." Elini cebine atıp küçük mor taşı çıkardı. "Her neyse, sahte geçit taşını aldım. Ne yapacağız?"
Ares gülümseyerek ayağa kalktı ve taşı onun elinden aldı. "Gerisini Solan ile ben hallederim. Senin işin daha zor." dedi Nelai'yi işaret ederek ekledi. "Gördüğüm kadarıyla evcil dediğin iblisin hala vahşi bir kediden farksız."
Adonis kızı kendine doğru iyice çekerek, onları dinleyen Nelai'nin kulağına eğildi.
"Kedileri çok severim, özellikle vahşi olanlarını."
Nelai sinirle homurdanırken Adonis kıza doğru hınzırca gülümsedi ve yönlendi. Ares ikilinin gidişinden sonra Artemis'e döndü.
"Solan'ı şimdi görmek ister misin?"
Artemis'in yanakları pembeleştiren bu soru gözlerini de ayrı bir parlaklıkla ışıldatmıştı.
"Ah! Hayır, şimdi olmaz. Ben onunla karşılaşacağım anı çok iyi biliyorum. Böylece müthiş bir intikam da alabileceğim."
Ares omzunu silkti. "Sen bilirsin."
"Çok heyecanlıyım Ares. Bana nasıl tepki vereceğini merak ediyorum." Duraklayıp gözlerini kıstı. "Bu senin için ne kadar zor oluyordu şimdi tahmin edebiliyorum. Dünya'nın hafızasını silip kendininkiler dururken, onunla karşılaşmak... Çok zor olmalı."
Ares kızın yüzünü okşayarak hüznün ve sevincin yoğunlaştığı altın gözleriyle, onun gözlerinin içine baktı.
"Yüreğinin derinlerinde hala beni sevdiğini bilmek benim tek tesellimdi. Aynen sen ve Solan gibi... Solan'dan neden bu kadar nefret ettiğini biliyor musun? Onu görmekten neden rahatsız olduğunu hiç düşündün mü?"
Artemis başını salladı, özlemin ağırlaştırdığı sesiyle fısıldadı.
"Evet çünkü ona baktıkça beni unutan sevgilimi görüyordum." Gülümsedi. "Bu her kızı sinirlendirir."
Ares kıza sarıldı ve saçlarına küçük bir öpücük kondurdu.
"Bu yaklaşımına bayıldım bebek." Sonra doğrulup kardeşinden ayrıldı. "Şimdi izin verirsen Solan'ı birkaç saatliğine oyalayacağım. Döndüğünde işkencelerine başlayabilirsin."
Artemis gözlerini haince kıstı.
"O iblise Antalya'nın kaç bucak olduğunu göstereceğim."
Ares kızın lafını düzeltmek için atıldı. "Dünyanın olacaktı."
"Of, ya. Bir işe de karını karıştırmasan olmayacak, değil mi?"
Ares şaşkınca Artemis'e bakınca, Artemis kahkaha atarak onun omzuna vurdu. "Şaka yapıyordum Ares. Antalya'ya yakın kaç bucak olduğunu biliyorum. Bir tane Bucak var." Dedi ciddi bir tavırla ve elini sallayarak ekledi. "Ben kaçtım, sonra görüşürüz."
Ares kızın zihinde yarattığı buğuyu dağıtmak için başını salladı ve Hermes'i çağırdı. Hermes Tepe'de belirir belirmez rapor vermeye başladı.
"Dediğin her şeyi yaptım Ares, gerçi Pan'ı neden okula yazdırmam gerektiği hala çözemedim ama emir demiri keser. Bildiğin bir şey vardır diye düşündüm."
"Bildiğim çok şey var." Dedi Ares. "Biraz sorumluluklarını öğrenmesi gerek. Kolyesine dikkat etmesini de söyledin mi?"
Hermes başını salladı. "Evet ama bence bu saçma oldu. O kolyeyi kim ne yapsın?"
Ares o konuda yorum yapmadan başını salladı. "Solan'ı buraya çağırır mısın?"
Hermes emri alır almaz yönlendi. Yapılacak son şey kalmıştı. Solan ile birlikte Jotunheim'e gidip Loki'yi yakalayacaklardı. Ares ayin salonundaki geçidin açık olduğunu tahmin ediyordu çünkü henüz muhafız uyandırılmamıştı ve geçit Kirke'ye ulaşmanın tek yoluydu. Kirke'nin adasına gidince Thor'u kurtaracaklardı ve Kirke'yi cezalandırmak için adasını yıkacaklardı.
***
Solan Ares'in anlattığı görevi fazla sorgulamadan yerine getirmeye çalıştı. Fakat bir yandan Ares'in Loki ile Kirke arasındaki bağlantıyı nasıl öğrendiğini merak etmişti. Bu işbirliğin sakıncalı olduğu Thor'un hapsiyle ortadaydı. Görevde tek sorun çıkmıştı, Kirke'yi Nord'u bırakması için ikna etmek. Ares sorunu çözmekte zorlanmamıştı.
Kirke'ye ölümsüzlük vaat ederek ambrosia hediye etti ve gençliğini kazanması için yol göstereceğini. Kirke bu oltaya geldi. Ares, yaşlı cadıya ambrosia ve nektar verdikten sonra Olimpos'a bağladı. Gençliğini kazanması için de cadıyı Phobos'un büyücülerine teslim etti. Zear bu lezzetli sineği ağına çekmenin sevinciyle kadına gençliğini geri verdi ama karşılığında kovuktan çıkmasını yasakladı.
Solan işlerin böyle çözülmesinden memnun Olimpos'taki odasına geri döndüğünde içindeki garip rahatlamayı göreve yoruyordu. Loki suçu ispatlanınca Asgard'ın zindanlarını boylamıştı, Kirke de layığını bulmuştu. Cadı, arzularına kavuşmuştu ama büyücülerin bir nevi güçlenme aracı olmuştu. Zear kurban için aranmak zorunda kalmamaktan memnundu. Emrinde olan bir güç pili her daim yanındaydı.
Banyodan çıkıp dolabına doğru yürüdü ve içinden gelen bir dürtüyle dolabın arkalarında kalmış beyaz bir gömleği çıkardı. Altında mat deriden bir pantolon vardı. Dudağını ısırarak bir süre düşündü ve omzunu silkip ipekli beyaz gömleği sırtına geçirdi. Üst düğmelerinden üçünü serbest bırakıp, boynuna gümüş işlemeli ve zümrüt kakmalı bir tılsım tasması taktı. Nemli saçlarını da geriye doğru öylesine ördükten sonra boş bir halde odanın ortasında durdu.
Neden böyle özenmişti ki? Beyaz gömleği neden giymişti? Artemis onu görünce yine alay edip küçümseyecekti, bu iyi bir fikirdi. Çenebaz kızla laflamak için, gömlek bir bahane olabilirdi. Kızın sinirlenmesine bayılıyordu. Eli boynundaki zümrütlerin üzerinde dolanırken derin bir nefes aldı.
Solan başını sallayarak düşüncelerini dağıttı. Bir an önce kendine bir iş bulmalıydı çünkü boş kalınca aklında olmayacak fikirler türemeye başlamıştı. Belki Ares'ten onu Jotunheim'deki boşta kalmış cadı ve iblis ordusunu düzenlemesi için göndermesini isteyebilirdi. Loki uzun süre hapisten çıkamayacaktı ve Solan'ın da Olimpos'ta kalmasını gerektiren bir şey yoktu.
Konuyu konuşmak için Ares'in katına yönlendi. Şu anda odasında olacağını düşünmüştü ama yoktu. Eve gitmiş olmalıydı. Fikrini aklında tutarak mutfağa gitmek için elleri cebinde yürümeye başladı. Acelesi yoktu ne de olsa.
Apollon'un odasının altındaki koridorda ilgisini çeken bir şey gördü. Artemis Hekate'nin kapısına kulağını yapıştırmış, tüm dikkati içerideki seslere odaklıydı. Kızıl kafa yine bir iş peşindeydi. O küçük burnunu herkesin hayatına sokmasa olmazdı zaten. Aklına gelen fikir, dudaklarının kenarının hafifçe yukarı kalkmasına neden oldu.
Görünmez formuna geçti ve hiçbir şeyden haberi olmayan Artemis'e doğru yavaşça yürüdü. Gerçi görünür olsa da kız onu fark edecek gibi değildi ama ne olur ne olmaz. Bu kızıl fazla uyanıktı. Artemis merakla dudağını kemirirken kulağı kapıyla bir olmuştu. Solan diğer kulağına doğru eğildi ve görünür forma geçerken kulağına fısıldadı.
"Ne yapıyorsun?"
Artemis'ten çığlık beklerken Artemis onun geldiğini görmüş gibi hızla döndü ve dudaklarını, onun dudaklarına bastırdı. Solan şok olmuş bir halde kıza bakıyordu. Artemis elleriyle onun başının iki yanından tuttu ve zaten kımıldayamayan Solan'ı tutkuyla öpmeye başladı. Gerileyip sırtı duvara çarpana dek Artemis dudaklarını ondan çekmedi. Soluk soluğa durduklarında, Artemis göz kamaştırıcı bir gülümsemeyle fısıldadı.
"Ne haber?"
Solan konuşacak halde değildi. Resmen nutku tutulmuştu. Delice atan kalbi, ona kriz geçirtmek üzereydi ve hayatı boyunca böyle heyecanlanmamıştı. Az önce Artemis onu... Öpmüş müydü? Hem de ne öpme! Artemis'in zarif parmakları saçlarından boynuna doğru kaydı ve yüzüne yeniden yaklaştı.
"Ne oldu kırmızı? Dilini mi yuttun?"
Solan irkildi ve istemese de kızın ellerini kendinden uzaklaştırdı. Hayal görmediyse, bu kadın Artemis olamazdı. Artemis'in onu süzmesi gibi o da Artemis'i süzdü. Karşısındaki kadının Artemis olduğuna hala inanamıyordu. Artemis beğeni okunan bakışlarını onun yüzüne kaldırdı.
"Beyaz da bordo kadar yakışmış, belki daha fazla."
Solan kızın onunla alay ettiğine emin olarak suratını astı. Dağılan saçlarını düzeltirken homurdandı.
"Yaptığın şeye anlam veremedim ama öpücüğünün hoşuma gittiğini saklayamayacağım. Ayrıca ben bordo giymem."
"Neden? Siyah kadar karamsar mı değil?"
"Anlamından bana ne! Ben sana giymem, dedim."
Heyecanını bastırmak için derin nefeslerle yaslandığı duvardan ayrıldı. Artemis yanından ayrılmıyordu.
"Ben de asla seni öpmem diyordum ama işe bak."
"Kıyafetimin rengi yüzünden beni öptüysen, daha fazlası için pembe giyebilirim." Diye homurdandı.
Artemis neşeli bir kahkaha attı. "O kadar da abartma istersen, yoksa yürüyen çileğe dönersin kırmızı. Gerçi çilek severim ama seni yiyecek değilim."
Solan kıza döndü. "Bu yeni planın mı Artemis? Beni öpmek senin için bir macera olabilir ama benim için anlamı başka..." derken durakladı.
Söylemesi gerekenden fazlasını ağzından kaçırmıştı. Elini sallayarak geçidi açtı ve boşluğa yürümeden önce ağzının içinden konuştu.
"Seninle uğraşamam."
Geçitten geçecekken bir el, onun elini tuttu ve yönlendiklerini hissetti. Bir saniye sonra Artemis'in odasındaydılar. Artemis'in odası mı? Ama nasıl? Şaşkınlıkla kıza baktı ama Artemis hiç şaşırmamıştı. Daha önce hiç gelmediğine emindi çünkü Artemis onu görmeye bile dayanamazken odasına davet etmesi olası değildi. Gelmeden önce de davet duymamıştı.
"Bu nasıl..."
Artemis uzandı ve eliyle onun dudaklarını kapattı. Kızın gözlerindeki ifade karşısında aldığı nefesin ciğerlerine yetmediğini fark etti. Artemis elini onun ağzından çekerek çenesini kavradı. Ondan tiksinen kıza ne olmuştu? Solan kendini tutamadan suçlar gibi konuştu.
"Bana neden böyle davranıyorsun?"
Artemis konuşmaksızın ona bakıyordu. Solan nedense özlendiğini hissetti ve bu saçma düşünceyi de hemen zihninden kovdu. Artemis onun yüzünü okşayan elini indirip onun elinden tuttu ve peşinden çekerek, açık mavi kadife kanapeye doğru yürüdü. Solan eldivenlerini çıkarmış olmayı dilerdi, böylece Artemis'in elinin sıcaklığını daha iyi hissedebilirdi. Belki bir daha böyle muhteşem bir fırsat eline geçmeyecekti. Artemis hangi büyünün altındaysa, kendine geldiğinde yine onu itecekti. İstemeyecekti.
Artemis onu yanına oturttu ve hüzünlü bir gülümsemeyle gözlerine baktı. Kızın kesik bir nefes alarak konuşmaya başlamasını, soluk dahi almadan bekledi.
"Sana bir hikaye anlatacağım Solan ama anlatacaklarımın etkisinde kalmanı istemiyorum. Uzun zaman geçti ve senin hayatına duygusal bir baskı kurarak, unuttuğun eski anılardan faydalanmak istemiyorum. Düşüncelerin değişmiş olabilir. Bana karşı dürüst olacağına söz verir misin?"
Solan tüm dikkatiyle Artemis'i dinliyordu. Artemis gergindi ve kızın onun hareketlerine dikkat ettiğini görebiliyordu. İçinden geldiği gibi davranmaya karar verdi ve Artemis'in onu küçümseme ihtimaline rağmen tüm ciddiyetiyle cevap verdi.
"Sana karşı hep dürüsttüm Artemis."
Artemis hoş ve utangaç bir gülümsemeyle başını eğdi. Solan içini eriten bu gülümseme karşısında kızın yüzünü elleri arasına almamak için ellerini yumruk yaptı. Artemis'in her yüz hareketini seyretmek onun vaz geçemediği bir zevk haline gelmişken böylesi nadir bir ifadeyi kaçırmak istemezdi.
"Haklısın." Diye mırıldandı Artemis, bakışlarını kendi ellerine çevirerek. "Bunu görmem zor oldu sadece."
Bir iki saniye sonra derin bir nefes aldı ve ona Orion ile olan aşkını anlatmaya başladığında; Solan, kalbine saplanan bıçağın acısıyla uzun süre konuşulanlara odaklanamadı. Bu kız onu kesinlikle öldürmek istiyordu. Kendini geriye bıraktı ve Artemis'in hikayesini isteksizce dinlemeye başladı. Öfkesi yükselirken de onu dinledi. Sıktığı dişleri çenesini acıtırken de hiç ses etmeden dinledi. Bunun için mi ona iyi davranmıştı? Orion ile olan masum aşkını anlatacak kimseyi bulamamış mıydı? Peki, o neden acı çekiyordu? Sonuçta bu kadar detaylı olmasa da olayı duymuştu.
Artemis Orion'u öldürdüğü ana geldiğinde başını kaldırıp onun gözlerine baktı ve anısını tamamlamak için konuşmaya devam etti. Üzgün olacağını düşündüğü kız garip bir şekilde meraklı görünüyordu. Onun tepkisi bu kadar önemli miydi? Artemis sustu ama bakışlarını onun yüzünden çekmedi.
Solan doğrulmaya bile yeltenmeden sert bir sesle konuştu.
"Orion'u ne kadar sevdiğini söylemenin bana nasıl baskı kurduğunu söyleyeyim mi? Berbattı. Bu nedir? Yeni bir işkence türü mü? İblislerin duygusuz olduğunu unuttun mu? Ben senin eski aşk hikayenden asla etkilenmem Zeus kızı."
"Sen iblis değilsin." Dedi Artemis yumuşak bir sesle. "Sen benim asıl yıldızımsın. Bunca sene sevdiğimin Orion olduğunu sanıyordum ama o senmişsin."
Solan duyduğunda inanmayarak sinirli bir tavırla güldü. "Yapma Artemis! Senin canın çok sıkılıyor olmalı. Bu yalanı sırf beni yatağa atmak için söylüyorsan uğraşmana gerek yok. İstemen yeter. Seni ret edecek değilim."
"Ne? Yatağa atmak mı küstah!" Artemis kaşlarını çattı, yüzü kıpkırmızı olmuştu.
"Geçmiş beni hiç ilgilendirmiyor güzelim. Orion olduğum yalanı da sadece canımı sıkar. O herifi hiç sevmiyorum!"
Artemis öfkeyle söylendi. "Yalan söylemiyorum kırmızı. Durga'nın aptal tacını takıp Orion kılığına girip bana oyun oynayan sensin ama ben sana kızıyor muyum? Hayır. Hayır, neden kızmıyorum acaba? Onun yerine burada oturmuş sana laf anlatmaya çalışıyorum. Senin benim peşimde koşman gerek! Ben neden peşinden koşayım ki! Ama dur, ben peri değilim tabi..."
Solan dayanamayıp doğruldu ve Artemis'i susturmak için aklına gelen veya aklından çıkmayan tek şeyi yaptı. Dudaklarını kızın kıpırdayan dudaklarına bastırdı. Artemis'in boşluğuna gelince ikisi birden arkaya doğru düştüler. Solan, Artemis'in üzerine ağırlığını vermeden uzandı ve dudaklarını tatlı dudakların üzerinde yavaşça gezdirdi.
Artemis'in ellerini bedeninde hissetmek engel olmaya çalıştığı tutkusunu ateşledi ve usul bir inlemeyle öpücüğü derinleştirdi. Tüm duyguları volkana dönüşmüştü, damarlarından bedenine dağılıp onu yakıyordu. Artemis'in tutkusu onunla yarışıyordu ve bu, onu daha da delirtiyordu. Tek eliyle Artemis'in ensesini kavrayarak parmaklarını saçlarına geçirdi. Kendini dizginlemeye çalışırken dudaklarını çekti ve Artemis'i de kendinden biraz uzaklaştırdı.
Kızın güzelliği karşısında bir an konuşamadı. Zümrüt gözlerinden yansıyan ışıltı ve kızıl dalgaların, inci pürüzsüzlüğündeki yüzünün etrafında dağılışını izlemek muhteşemdi. Dudaklarını yalayarak iradesizce fısıldadı.
"Beni sevdiğini söyle, ben de sana inanayım. Her lafına, her yalanına..."
"Yalan söylemiyorum!"
"Artemis..." diye fısıldayan Solan, kısa bir öpücükle, söylenen kızı susturdu. Yeniden yumuşamış bakışlara doğru konuştu. "Lütfen, sadece söyle..."
Artemis'in çekici gülümsemesi yüzüne yayıldı. Sıyırdığı gömleğin altından sırtını okşayarak karşılık verdi.
"Başka bir hayatta bana acılarımı iyileştirme sözünü vermiştin, sözünü tuttun. Teşekkür ederim. Şimdi de beni seveceğine yemin et, ben de sana gerçeği söyleyeyim."
Solan duygularıyla taşmış kalbini rahatlatmak için derin bir nefes aldı. Artemis yanındayken sakin kalmak bir hayaldi. Artemis'in iddia ettiği gibi Orion olmasa bile, hayatı boyunca tek bir kadının hayaliyle uğraştığını biliyordu. Artemis. Ve anlattıklarından sonra Artemis'e biraz olsun yakın olmak için Orion kılığına girmesi kulağa hoş geliyordu.
"Bu konuda sana yemin veremem."
Artemis'in çatılan kaşlarını izledi ve sırtını okşayan elin taş kesildiği hissetti. Eğilip küçük burnuna bir öpücük kondurup tek koluyla destek aldı. Şok içinde ona bakan Artemis'e sırıttı.
"Olan bir şeyi, olmamış gibi sana vaat etmek dürüstlük sayılmaz değil mi?" dedi. "Sanırım ben seni uzun zamandır seviyorum Artemis fakat hislerimin ne olduğunu bilmiyordum."
Bir anlığına rahatlayan Artemis'in gözleri kısıldı. "Seni adi kırmızı!"
"İblis demeyi unuttun."
Artemis köpürdü. "İşte, artık her neysen! Yüreğimi ağzıma getirdin." Dedi onu üstünden itmeye çalışarak. "Romantik bir andı o sersem! İçine ettin yani!"
Solan kahkahalar atarak kızı sakinleştirmek için bedeninin gücünü kullanıp Artemis'i kanepeye sıkıştırdı. Sonunda pes eden Artemis ona baktığında mutluluk taşan bir sesle konuştu.
"Şimdi senden gerçeği duyalım."
Artemis gevşeyerek gözlerini onun gözlerine kenetledi ve şimdiye kadar Solan'ın duyduğu en güzel cümleyi dillendirdi.
"Seni seviyorum Solan."
Solan hayatını anlamlandıran yegane kişinin dudaklarına doğru eğilirken gözlerini yumdu. Uyanmak üzere olduğu bir rüya olabilirdi. Gözlerini açtığında hayali dağılabilirdi ama rüya da olsa, yaşanan anın kıymetini bilmek gerekirdi. Kalplerindeki sevgiyle ruhları kutsanırken dudakları aşkın masumluğuyla birleşti ve yüzlerce yıllık özlem sona erdi.
***
Ares ise evinin salonunda kendi diliyle kendi başına açtığı belayı düşünerek oturuyordu. Dünya hala hamileydi ama artık bir tane kız çocuğu beklemiyordu. Biri kız biri erkek olmak üzere iki bebek bekliyordu. Doğmalarına iki ay kala bugün gittikleri muayeneden sonra doktor şaşkınlıkla sonucu söylemişti. Ares dışında kimse olanları anlayamamıştı, çünkü işin içinde Khaos vardı.
Dünya telefon konuşmasını bitirip yanına döndüğünde hala şaşkındı. Kanapede onun yanına oturunca Ares hiç düşünmeden karısının elini elleri arasına aldı. Dünya nefeslenip diğer elini göbeğine yerleştirdi.
"Ben de diyorum bu kadar kilo almam tuhaf. Meğer iki bebek taşıyormuşum. Bugüne dek fark edememem ne kadar ilginç değil mi?"
"Hı... Hı..." dedi öylesine onaylayarak, acaba anlatsa mıydı?
"Bir daha ki gidişimizde, adam bunlar üçüz derse düşüp bayılırım ama haberin olsun."
Ares irkilerek Dünya'ya baktı. "Bayılır mısın? Neden? Kendini kötü mü hissediyorsun?"
"Şaka yaptım Ares." Dedi Dünya. "Senin aklın nerede?"
"Sende ve bebeklerimizde." Dedi Ares rahatlayıp geriye yaslanırken. "Sana bir şey anlatmam gerek papatyam."
Dünya dudağını büktü. "Canımı sıkacak bir şey galiba."
Ares ona dönüp tek bacağını yukarı çekti ve çok sevdiği yüzü izleyerek olanları hızlıca Dünya'ya anlattı. Sonuçta ikizler onların bebekleriydi ve Ares kadar Dünya da onlardan sorumluydu. Khaos'un testinden bahsederken Dünya'nın eli yeniden göbeğine gitti. Sanki olacak olanlardan korumaya çalışıyordu.
Ares bir an için düşündü. Eğer oğluyla tersleşme durumları olsaydı, Dünya kimden yana olurdu. Rhea kocasına karşı oğlunun yanında olmuştu. Metis de onu korumaya çalıştığı için Zeus tarafından cezalandırılmıştı. Hepsi oğullarını korumuşlardı. Dünya böyle bir durumda acaba ondan vaz geçer miydi? Düşüncesi bile canını acıttı.
"Yaptığım anlaşma için üzgünüm Dünya'm ama başka seçenek vermedi. İnan, ölümsüzlüğümü isteseydi veya özgürlüğümü isteseydi, hiç düşünmezdim."
Dünya uzanıp eliyle onun yüzünü kavradı.
"Ben düşünürdüm sevgilim. Üzülmeni gerektirecek bir şey yok. Neden endişeleniyorsun?"
"Çocuklarımla anlaşamayan bir baba olmak istemiyorum. Onları anlayamamaktan korkuyorum."
Dünya gülümsedi ve eliyle onun yüzünü okşayarak konuştu.
"Sen Ares'sin, diğerleriyle kendini karşılaştırman bile saçmalık. Onlar senin çocukların ve sana çekerlerse, anlayamayacağımızı şimdiden sana söyleyebilirim. Yine de onlara inanmaya ve destek olmaya çalışacağız. Elbette her yaramazlıklarına göz yumacak da değiliz. Ayrıca endişelenmeye erken başlamışsın, bebekler doğduktan sonra bol bol endişeleneceksin, acelen ne?"
Ares gergin bir tavırla gülümsedi, hala huzursuzdu.
"Yanlış davranmak istemiyorum. Khaos kafamı karıştırmak için böyle bir testi bana sundu ama ya testi geçemezsem. Sen... Benim yanımda olur musun?"
"Test sadece sana sunulmamış demek ki." Dedi Dünya.
Ares kaşlarını çatıp başını çevirdi. Bu soru bir anne adayı için haksızlıktı ve bebekler bu konuşmayı hissediyorlarsa, babalarına sinirlenmeye başlamış bile olabilirlerdi. Dünya'nın ona sokulduğunu fark edince kollarını açtı ve geriye yaslandı. Her zamanki gibi onun göğsüne sırtını dayayan Dünya'yı kucağına çekti. Dünya başını onun omzuna koydu ve onun yüzüne baktı.
"Senin yanlış davranacağını hiç sanmıyorum sevgilim. Böyle düşünerek Khaos'un ekmeğine yağ sürme. Sevgi hak edildikten sonra kimse, onu ait olduğu yerden koparamaz. Bunu sana birkaç kereden fazla ispat ettiğimi düşünüyorum. Onların sevgi ve saygılarını kazanmamız, bizim anne baba olarak karşımıza çıkacak testti zaten. Bunu Khaos sundu diye endişe etme, o zaten vardı. Khaos sadece senin canını sıkacak bir tarzda bu sorumluluğu hatırlatmış. Bebeklerimizin babası sensin sevgilim ve ben seni tanıyorum. Sen mükemmel bir aşıksın ve kusursuz bir baba olacağına eminim. O adamın dediklerini unutup içinden geldiği gibi davranman yeterli olur."
Ares Dünya'nın ela gözlerindeki evrende kaybolurken gülümsedi. Haklıydı, çocuklarının babası oydu. Ares, Zeus veya Kronos olmadığına göre endişelenmesini gerektiren bir şey yoktu. Yani şimdilik yoktu... Apollon ve Artemis'in yaramazlıklarını düşününce bu ikiz fikri bir kez daha göğsünü daralttı. Bu sıkıntısı eğilip Dünya'nın dudaklarına dokunmasıyla dağıldı.
Dünya'nın çenesinden tuttu ve diğer eliyle de başını destekleyip, bağımlısı olduğu dudakları kendi dudaklarıyla hapsetti. Dünya kolunu onun boynuna atarak dudaklarını araladı. Ares bu daveti memnuniyetle karşıladı, bir yandan da eli Dünya'nın göğsüne uzanmıştı. Nefesleri hızlandı ve bir öpücükten fazlası arzulanınca, Ares dudaklarını Dünya'dan çekti.
"Çocuklar uyuyor mu?" diye fısıldadı.
Dünya nefes nefese ona cevap verdi. "Evet, hemen yönlenmeyi öneriyorum."
Ares sırıttı. "Önerin kabul edildi güzel papatyam."
Dünya yönlenmeden önce gülümsedi. "Seni seviyorum."
Ares onun gülümseyen dudaklarına eğilirken fısıldadı.
"Ben de seni seviyorum papatyam, çok seviyorum."
BİTTİ...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder